Son yazılar

Welcome to Hukuk Forum Sitesi - Hukuk ve hayata dair her şey!. Please login or sign up.

23 Kasım 2024, 13:07:05

Login with username, password and session length
Üyeler
Stats
  • Toplam İleti: 8,886
  • Toplam Konu: 4,420
  • Online today: 547
  • Online ever: 648
  • (29 Eylül 2024, 09:37:03)
Çevrimiçi Kullanıcılar
Users: 0
Guests: 359
Total: 359

Hanefi Avcı'nın kitabıyla ilgili köşe yazıları ve tutuklanmasıyla ilgili haberlr

Başlatan kilimanjaro, 29 Ağustos 2010, 03:23:08

« önceki - sonraki »

kilimanjaro

Hanefi Avcı'nın kitabıyla ilgili köşe yazarlarının yorum ve değerlendirmelerini ve Hanefi Avcı'nın tutuklanmasıyla ilgili haberleri bu bölümde takip edebilirsiniz.


'Cemaat' kuşatmasına dikkat!.., Serdar Arseven, Vakit

Evet; devletin en hassas kurumları, 'cemaat' kuşatması altında. Binlerce 'cemaat' haberine imza atmış bir kardeşiniz olarak, bunu en iyi bilenlerdenim!.. 'Cemaat'e dikkat!..

Devleti mutlaka ama mutlaka bunlardan kurtarmak mecburiyetindeyiz!..

¥

İşte; 'cemaat' yapılanmasına bir misal:

Yargının zirvelerine kadar 'yükselmiş' bir adam hakkındaki teftiş kurulu raporu...

Adalet Bakanlığı'nın en üst düzey bürokratı olarak görev yaptığı dönemde, tam "44" hanım çalışana "cinsel tacizde" bulunmuş, 'cemaat' önde geleni...

Dosyayı inceledim.

Tacize uğrayanlardan biri diyor ki;

"Birden üzerime doğru geldi. İttim. 'Ne yapıyorsunuz efendim!' dedim. Bana; 'Hem Sünni'sin, hem de bana karşı çıkıyorsun!.. Şefliği unut istersen!' dedi."

¥

Şu mübarek Ramazan günü; "Alisiz Alevi"nin bu türden icraatlarını uzun uzun anlatmak olmaz.

Bir "Polis Müdürü"nün, "Tehlike'nin farkında mısınız; devleti cemaat ele geçiriyor" şekilli ve sıfır muhtevalı kitabı, "ele geçirme" ameliyesinin tespit ettiğim binlerce misalini canlandırdı zihnimde.

Yaşı ve hafızası müsait olanlar hatırlayacaktır; 28 Şubat darbesine direncin başını çeken Hasan Celal Güzel ağabeyimiz; De-rin De-vlet zincirini gözler önüne sermişti.

Ergenekon iddianamesinde bu meseleye; yargıdaki cemaat yapılanmasına atıf var.

Bir göz atalım:

"Mayıs 1997 yılında Genelkurmay Harekât Dairesi Başkanı (x.x), K.K Eğitim ve Okullar Daire Başkanı (y.y.) ve bazı Albay rütbesindeki Alevi komutanların da katıldığı bir gizli toplantıda alınan kararlarda, 'Güneydoğu'da bizimkiler postu deldirmesin, buna yönelik önlemler için tayin dairesi mutlaka elimizde olmalı, cepheye bizden olmayan o namussuzları sürün, PKK'ya karşı savaşanlara el altından şu mesajı verin, Sakın ha ölmeyin, bırakın Atatürkçü olsa da Sünniler ölsün' şeklinde doküman ile ilgili olarak; Bu dokümanların Hasan Celal Güzel tarafından 1997 yılında Ankara'da yapmış olduğu bir basın toplantısında dağıtmış olduğu belge olduğu..."

¥

Alın size 'cemaat!..'

"PKK'ya çatışmada 'Bizimkiler' ölmesin, Atatürkçü de olsa, 'Ötekiler' -Sünniler- ölsün!.."

¥

Aman karışmasın;

Bu Alevi kardeşlerimizin 'cemaat'i değil.

"Ali'siz Aleviler" dedik ya...

Ne tuhaf; "Ateist Aleviler!.."

¥

Bu "De-rin De-vlet" 'cemaat'inin son marifetleri de faş oldu malum... Adalet Bakanlığı yapmış bir "De-De" bir başka "De-De"nin kurtarılması için devreye girince... "De-De"yi tutuklayan hakimler, görevlerini yerine getirmelerinin bedeli olarak tazminata mahkûm ediliyorlar...

"De-de" takımını serbest bırakan hakimin geçmiş kararlarına göz atıyoruz. Önüne gelen sol teröristi serbest bırakmış.

Biraz daha kazıyorsunuz;

Talebelik döneminde, güvenlik güçlerine patlayıcı, yanıcı madde atmaktan yargılanmış...

Şu, bu!..

¥

Devletin 'cemaat' kuşatması altında olduğu doğru...

Terör örgütü kurmak, etnik ayrımcılığı körükleyerek darbeye ortam hazırlamak...

"Şartları adım adım olgunlaştırmak!.."

Ne pahasına olursa olsun, ayrıcalıklı konumlarını devam ettirmek!.. İlelebet pâyidar kılmak!..

¥

Polis müdürünün kitabına baktık; "bu 'cemaat'e" pek girmemiş!..

"Tehlikenin farkında değil" mi ne!..

Serdar Arseven - Vakit
sarseven@hotmail.com
http://www.habervaktim.com/yazar/27137/cemaat_kusatmasina_dikkat.html
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Bir polis şefinin mesleki kariyerini riske atarak yaptığı çıkışı takdir etmeden duramıyor insan... Eskişehir'in dün kendi isteğiyle görevinden alınan Emniyet müdürü Hanefi Avcı bir kitapla bunu 'yeniden' başardı. Bu ilk çıkışı da değil Avcı'nın; Susurluk kazası sonrasında olan-biteni doğru bir çerçeveye oturtmamızı o zamanki çıkışıyla kendisi sağlamış, 28 Şubat'ın karanlık günlerinde de hapse girme pahasına sürece itirazlarını kayda geçirmekte tereddüt etmemişti.

O günlerde de takdir edilmişti Hanefi Avcı.

Yalnız eskiden kendisini takdir edenler ile bugünlerde etrafını çeviren hayran kitlesi arasında ciddi bir fark var: Eskiden kendisini takdir edenler şimdi şaşkın durumdalar, şimdiki hayranları ise profesyonel hayatı boyunca onu kuşkuyla karşılamış tipler...

İnsanoğlu değişkendir, ancak bu denli köklü bir değişiklikle öyle çok sık karşılaşılmıyor.

Susurluk kazası ertesinde devlet içinde yuvalanmış çetelerin varlığına ilk işaret edenlerden biriydi; 28 Şubat'ta hukuk dışına sarkan cunta yapısıyla bayağı uğraşmıştı. Şimdi de devletin içine sızan bir çeteden söz ediyor, ama çok farklı bir adres göstererek: 'Cemaat'...

Tezinin tanıklar listesi ilginç: Kendisi ve hepsi polis şefi olan yakın arkadaşları... Öyle anlaşılıyor ki, aldığı bütün tedbirlere rağmen Hanefi Avcı'nın telefonları dinlenmiş; dinleme yöntemiyle yasadışı elde edilen bilgiler mağduriyetlerine sebep olacak biçimde arkadaşlarının aleyhine kullanılmış...

Bunu yapanları tanıyor Hanefi Avcı; tanıyor, çünkü elleriyle yetiştirdiği, belli yerlere gelsinler diye çaba gösterdiği meslektaşları onlar... Birinden "Benim en yakınımdı" diye söz ediyor...

Her insan böyle bir duruma tepki gösterir. O da tepkisini 'Haliç'te Yaşayan Simonlar' adlı kitapla dışa vurmuş; şimdilerde gazetelere de konuşuyor, TV programlarına da çıkıyor. Dediklerini okur ve dinlerken öfkesini anlıyor ve onu bu hallere düşürenlere kızıyorsunuz.

Öfke baldan tatlıdır, ancak dozunda tutulmazsa zararı herkese -öfkeliye de- dokunabilir. Öfkesini kendisi ve arkadaşlarını hedef alan kişilere yöneltse neyse; oysa o çekiştiği polislerden bir örgüt ve o örgütten de suçlayacağı bir Cemaat çıkartıyor.

Hanefi Avcı'nın öfkesi, onu, kendisine ihanet edenleri çok aşan bir aşırılığa sevk ediyor. Şu sıralarda görülmekte olan davaları bambaşka bir perspektife oturtacak savlar ileri sürüyor. 'Ergenekon' davası, Balyoz operasyonu, Danıştay baskını, Erzincan savcısı... Bunların hepsi aynı tiplerin -daha doğrusu mensup oldukları 'Cemaat'in- birer kurgusu oluveriyor.

Kanıtı var mı? Ya da tanıkları? Yok.

Zihninin nasıl çalıştığına dair bir örnek: Bir ildeki savcının görevi olmayan işlere bulaştığını kabul ediyor; birilerini zor duruma düşürmek için kumpas kurduğunu da... Savcının bunu yaparken bölgedeki üst düzey askeri yetkiliyle elele verdiğini de biliyor.

O savcının örgütlü hukuk-dışı davranışlarına itiraz etmiyor da bir başka il savcısının onu durdurmak için devreye girmesine karşı çıkıyor.

Daha da kötüsü, müdahalede 'Cemaat'in parmak izini arıyor...

Acaba?

Eskiden çok sık sorduğu 'Acaba?' sorusunu hiç sormuyor Hanefi Avcı. Yoksa Hrant Dink suikastını âdi bir sokak çetesine mal eder miydi? Danıştay saldırısını başörtüsü yasağını protesto eden bir avukatın yalnız başına gerçekleştirdiğine inanmamızı bekliyor. Ergenekon ile Susurluk arasında geçmişte kendisinin sağladığı zihin açıklığıyla kurulabilen bağlantıyı da görmezden geliyor.

Niçin? Gerçekten bilmiyorum.

Herhalde kendisi biliyordur.

http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=23721&y=FehmiKoru


O kızgınlıkla biz de hata yapmayalım


Öfke çoğu kez gözü kör eder, o kızgınlıkla her şeyi yıkıp yakabilirsiniz; Hanefi Avcı'ya 'Haliç'te Yaşayan Simonlar' kitabını yazdıran da öylesine derin bir öfke olmalı. O yüzden habbeyi kubbe yapıyor, tekil olayları genelliyor. Kendisine ve dostlarına zarar verenlere daha büyük zararlar vermek istiyor.

Bu tamam. Ancak iddiaları öfkesine mal edilerek bütünüyle göz ardı edilmeli mi?

Kitabın yazılması sürecini başlatan, birilerinin keyfi telefon dinlemeleri... Dinleyenler bunu meraklarından yapmamış; iddiasına göre, sonuç alıcı bazı işlerde kullanılan bilgiler o dinlemelerde elde edilenlermiş... Dinlemelerden öğrenilenler isimsiz ihbar mektuplarına dönüşmüş; pek çok polis şefinin canı bu yüzden yanmış...

İki Emniyet genel müdür yardımcısı, birkaç ilin Emniyet müdürü, bazı önemli daire başkanları bu yolla koltuklarından olmuş, bazısı cezaevlerine düşmüş...

Tespit ettiği yasadışılığı, bunları yapan memurlara mal etmek yerine, Avcı, yapılanları bir dinî grubun günah hanesine yazma kolaycılığına sapıyor. Bir başka yanlışı da şu: Ergenekon sürecinin, 'Balyoz' dahil olmak üzere darbe planlarının, hatta Hrant Dink suikastı ve Danıştay baskını gibi olayların, gözlediği yanlışlıklardan hareketle, 'uydurma' veya 'saptırma' oldukları sonucunu çıkartıyor.

Evet, kitabın tezi abartılı, ama o abartılı teze kendisini götüren olaylarla ilgili iddiaları da yabana atılacak gibi değil. Gizli ve yasadışı dinlemeler... Dinlemelerden elde edilen bilgileri kişisel veya zümresel çıkar için kullanmalar... Bunun için gerektiğinde verilerle oynamalar... Kulağa hiç hoş gelmeyen yanlışlıklar bunlar. Görevlerini kötüye kullanmaktan çekinmeyenler, üstelik gözleri kendi âmirlerini bile tuzağa düşürecek kadar kararmışsa, sıradan insanlara neler yapmaz?

Kitap etrafında kopan gürültü, iddialarla ilgili olarak birkaç koldan soruşturma açılmasını sağlayacağa benziyor.

Emniyet içerisinde bu denli gözü dönmüş insanlar olacağına inanmak istemiyorum; ancak yanlış yapanlar varsa elbette ortaya çıkartılmalı. Suçlananlar da aklanmak istiyordur zaten.

Doğru veya yanlış, hemen herkes birileri tarafından dinlendiğine inanıyor ülkemizde bugün. Dinlenmemek için her türlü tedbiri alan devlet kurumları bile çatısı altında konuşulanlara başkalarının kulak vermediğinden emin olamıyor. Ülke herkesin başkalarını dinlediği bir büyük kulak sanki...

Ne kadar uçuk olursa olsun iddialar, bu kanaat yüzünden itibar görüyor.

Sadece telefonlar mı? Ortam dinlemesinin yaygın olduğuna dair de bir inanç var. Çok önemli konuları konuşmak için insanlar telefonu çoktandır aradan çıkardılar; yüzyüze görüşmelerde bile artı tedbirler alınıyor. Cep telefonları kapatılıyor, pil çıkartılıyor; bu da yetmiyor, kişiler kulak kulağa verip konuşmayı yeğliyor.

Devletin üst düzeyini teşkil edenlerin fısıltıyla konuştuklarını görürseniz sakın şaşırmayın.

Teknoloji işlerimizi kolaylaştırıyor, ama ilişkilerin doğallığını bozan da o. Hergün bir yenisi çıkan ve öncekinden daha etkin dinleme yapmaya yarayan âletler, cep telefonunun, yaşayıp çalıştığımız mekânların mahremiyetini de ortadan kaldırıyor.

Bu duruma acele bir çare bulmak şart. George Orwell'in '1984' romanında öngördüğü türden bir 'Büyük Birader' devletine dönüşmek istemiyorsak, bu çareyi bulmak zorundayız.

Hanefi Avcı'nın öfkesi, kendisini, her önemli olayın arkasında telefonlarını dinleyen birilerinin bulunduğu noktasına, dinleyenleri de bir dinî grupla irtibatlamaya götürmüş; bu vahim bir hata. Ancak onun hatası bizleri de yanlışlıklara kulak tıkamak gibi bir başka hataya sürüklemesin.

http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=23741&y=FehmiKoru
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Tecrübeli istihbaratçı Hanefi Avcı, "Haliç'te Yaşayan Simonlar" kitabı ile herkesi şaşırttı.
"Bulunduğum noktaya nasıl geldim? Bu mucizeden de öte bir şeydi... Mademki herkesin kolayca gelemediği bu yere, mucize üstü bir şekilde savrulmuştum, olan ve olacak birçok olayın perde arkasını çok az da olsa görebiliyordum" diyor Avcı.
"Mucize" benzetmesi yerinde olmasa da, oldukça iddialı bir girizgâh...
Okur olarak, çok ciddi bulgu ve bilgileri paylaşmasını bekliyor insan ama nafile.
Avcı son dönemde Türkiye'de yaşanan neredeyse her olayın ardında "cemaat" olduğunu iddia ediyor.
Kendisi de bir dönem "cemaat" mensubu olmakla suçlanan ve bu nedenle hedef seçilen birisi için anlamlandırılması çok zor iddialar bunlar.
Kendisi ve arkadaşlarının kilit görevlerden uzaklaştırılmalarını da "cemaat"e havale ediyor.
Ama kitabında görevden alınmadan önce "İçişleri Bakanı'nın oğlunu gözaltına almak isteğini" ve "başbakanın eşini tesadüfen dinlediğini" sıralıyor.
İsimlerini tek tek saydığı çeşitli suçlamalarla makamlarını kaybeden arkadaşları hakkındaki suçlamaları ise, "mutlak hüsnü zan" ile geçiştirmeye çalışıyor.
Bunu yaparken de "Dink Cinayeti"ndeki ihmali görmezden geliyor.
Hatta tarihleri karıştırıyor.
Görevden almaları o tarihte henüz başlamamış Ergenekon soruşturması ile ilintilendiriyor.
Savcıların topladığı delilleri, hâkimlerin bunları davayı kabul etmek ya da tutuklamak için yeterli görmesini görmezden geliyor.
Adli Tıp, TÜBİTAK, Jandarma ve Emniyet Kriminal'in doğruluğunu teyit ettiği belge ve bulguları da yok hükmünde sayıyor.
Avcı, ısrarla "masum" olduğunu savunduğu tutuklu arkadaşının dosyasında, sanıkların kendi adını da verdiğine hiç değinmiyor.
Onun yerine arkadaşının dinlemesini yapan ve ona haber vermeyen birimleri suçluyor.
Görevden alınmaları gerektiğini savunuyor.
Yakın arkadaşları ve kendisinin daha önce görev yaptığı birimler tarafından "dinlenme"ye takılmasına fazlaca içerlediği anlaşılıyor.
İstihbarat dünyası hakkında ilginç bir "dinlenmeme" hatırasına da yer veriyor.
Kendisini arayan bir şahısla görüşmek için hiç kullanılmamış telefona sıfır kart taktığını, o şahsın da resmi bir aracın plakasını değiştirerek şehir dışına çıktığı halde kendisini aradığını anlatıyor.
Hazırda bekleyen kullanılmamış telefon ve hazır kartlar ilgi çekici...
Buna rağmen Avcı nasıl dinlenmiş olabilir?
Yasal bir takipte "tesadüfen" dinlemeye takılan ama kendisini fazlasıyla rahatsız eden bir konuşması mı söz konusu?
Susurluk çetesinin ifşasında önemli roller oynayan Avcı, her nedense Ergenekon çetesi ve darbe planları konusunda da çok farklı düşünüyor.
Daha doğrusu, Ergenekon'u "cemaat" kurgusunun esiri haline getiriyor.
Avcı, deşifre olan cephanelikleri bile görmezden geliyor.
Bir adım daha atabilse, "silahları oraya polis gömdü", "LAW silahı değil boru" ya da "belge değil kâğıt parçası" diyecek. Ama yutkunuyor...
Kurgu böyle olunca, Avcı, sadece Emniyet değil, özel yetkili savcı ve hâkimlerin de "cemaat" kontrolünde olduğunu ileri sürüyor.
Sonra da Seyfi Oktay yönlendirmesiyle HSYK'nın yapmayı dilediği ama son krizle yapamadığı şeyi öneriyor; "Hepsini değiştirin..."
Tecrübeli istihbaratçı, bununla da yetinmiyor.
Kendisi ve arkadaşlarının daha önce başında bulunduğu istihbarat toplama yetkisine sahip birimlere de operasyon yapılmasını talep ediyor.
Kitap bu yönüyle de bir nevi "öfke" ürünü izlenimi veriyor.
Ama birkaç kişiyi değil, toptan cemaati ve hükümeti hedef aldığı açık.
Zamanlama olarak referandum öncesine denk getirilmesi de dikkat çekici.
30 yılı aşkın devlet tecrübesi olan istihbaratçı bir bürokrata bu kitap yakışıyor mu?
Doğrusu hayal kırıklığına uğradım. Üzgünüm ama kitapta "mucize" değil belki "illüzyon" var.
Avcı Susurluk ve 28 Şubat'ta edindiği yüksek itibarı, kamuoyuna mal olan gerçekleri yok sayan, mesnetsiz iddialara dayalı bu eseri ile aşağı çekiyor.

http://bugun.com.tr/kose-yazisi/115481-hanefi-avci-nin-savrulusunun-hikayesi-erhan-basyurt-makalesi.aspx
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Ne yalan söyleyeyim, Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı'nın "çıkış biçimi" beni çok şaşırttı.
Geçenlerde yayınlanan kitabında dile getirdiği bazı iddialar, bu konuları bilenler (örneğin Emniyet teşkilatını yakından tanıyanlar) tarafından, "isim, yer ve tarih" gibi somut verilerle eleştiriliyor.
Ancak bir an için, Gülen Cemaati'ne yönelik tüm suçlamalarının doğru olduğunu varsayalım...
Beni şaşırtan şeyler şunlar...
Normal şartlarda o düzeye gelmiş bir bürokrat, "sıkıntı ve uyarılarını" kitap yazıp, onu bunu suçlayarak ortaya koymaz.
Ne yapar? Mesela:
a) Derdini Emniyet Genel Müdürü'ne, İçişleri Bakanı'na veya (mümkünse) Başbakan'a iletir.
b) Eğer sıkıntısının kaynağı zaten yukarıdaki zevatsa, medyaya el altından çeşitli bilgiler sızdırarak hedefini zor durumda bırakır. (Dün Cumhuriyet'in manşetinde, Avcı'nın Hükümet'i suçlayan, "Beni sürgüne gönderdiler" sözü vardı.)
Bürokratlar görevdeyken değil, emekli olduktan sonra kitap yazar.
Çünkü bürokraside ve siyasette; yergi kadar, övgü de birilerinin kızmasına yol açar!
Peki, Hanefi Avcı bu teamülü neden çiğnedi?
İşte birkaç ihtimal:
* Zihni arıza yaptı... Bazen çok çalışmaktan, bazen genetik yapının etkisiyle insanlar akıl ve mantık güçlerini bir süreliğine ya da hepten kaybedebilir. Bu bir delilik değil, bir denge yitimidir.
* Söz aldı... Birileri "Bu Hükümet gidici" diye kulağına fısıldadı. "Vur vurabildiğin kadar, yeni iktidar döneminde seni ihya edeceğiz" denildi.
Böyle bir vaatle karşılaşanlar dikkatli olmalı: Hanefi Avcı gibi davul zurnayla, kitap filan yazarak, dünya âleme duyurarak saldırıya geçenler makbul adam sayılmaz. Çünkü "Yarın öbür gün bizim iktidarımıza karşı da aynı şeyi yapar" diye düşünülür.
* Onun da 'kaseti' var... Birileri Hanefi Avcı'nın açığını yakaladı. Kullanıyor, teşvik ediyor, yönlendiriyorlar.
Bana kimse, "Hanefi Avcı sakince düşündü, tarttı, baktı ve sonuçta böyle bir kitap yazdı" demesin. Bunca yılın bürokratı böyle bir tuhaflık yapmaz.
Bu işin içinde bir bit yeniği var.

http://sabah.com.tr/Yazarlar/akoz/2010/08/25/hanefi_avci_olayi_var_bir_bit_yenigi
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

HANEFİ Avcı'nın ortalığı karıştıran, büyük yankı uyandıran kitabını aldım...

Okuyorum...
Okuyanların yaptığı özetlere bakıyorum...
Gazetelere yansıyan "bomba iddialar" başlıklı bölümlerin altını çiziyorum.
Sonuçta Hanefi Avcı'nın söyledikleri aşağı yukarı şunlardır:
-  "Türkiye'yi artık Fethullah Gülen cemaati yönetiyor..."
-  "Her tarafa sızmış durumdalar..."
-  "Polisi ele geçirdiler..."
-  "Yargıyı ele geçirdiler..."
-  "Türkiye bir cemaat ülkesi haline geldi..."
-  "Ergenekon cemaat işi..."
-  "Baykal'ın kasedi cemaat işi..."
* * *
Bunlar "yeni", "hiç bilinmeyen", "bu zamana kadar hiç duyulmamış" şeyler değil.
Cepheleşmiş Türkiye'de, epey süredir bir tarafın inandıkları ve inanmak istedikleri türden iddialar...
Açık söyleyeyim:
Bazen öyle gelişmeler oluyor ki, ben de bu türden bir kuşku denizinin içinde buluyorum kendimi.
Ama yine de "Her taşın arkasında cemaat var" yaklaşımının kolaycılığına kendimi teslim etmek istemiyorum.
Daha doğrusu bu tür "kestirme" yaklaşımların hiçbir sorunu çözmediğine, çözemeyeceğine inanıyorum.
İşte bu nedenle Hanefi Avcı'nın kitabına can simidi gibi sarıldım.
Ondan kuşkuları dağıtmasını, olayı somutlaştırmasını bekledim.
Fakat ne yazık ki...
Hanefi Avcı'nın kitabı, ne "kasabanın sırrı"nı açığa çıkarmayı sağlıyor, ne de bir "şehir efsanesi"ni somut gerçeğe dönüştürebiliyor.
Kitap baştan sona...
İnançlar, kanaatler, kanılar, sanmalar üzerine kurulmuş...
Somut tek bir suçlama, tek bir delil, tek bir kanıt, tek bir isim yok.
* * *
Hanefi Avcı, bizdeki "Sanıktan delile gidilir" anlayışını "Delilden sanığa gidilir" anlayışıyla değiştirmek için çaba sarf etmiş değerli bir polis şefidir.
Keşke aynı yöntemi, kitabında da deneseydi de, "sonuçtan delile gitmek" yerine "delilden sonuca gitme" anlayışına sadık kalabilseydi.
Yani "Her taşın altında cemaat var" tezine uygun kanaatler ve iddiaları bulmak için çırpınacağına...
Önce kanıtlar ve delilleri bulsa, sonra da "Her taşın altında cemaat var" yargısına ulaşsaydı...
Çok daha inandırıcı, çok daha ikna edici ve çok daha hayırlı bir hizmet yapmış olurdu...

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/15608163.asp
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

28 Şubat'ı, Susurluk'u, çeteleri görüp de Sarıkız, Ergenekon ve Balyoz'u ıskalarsan!

Beş yıl önceydi. Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim adını taşıyan kitabım yeni çıkmış, medyada ilgi çekmiş, Cumhuriyet gazetesi de şiddetli bir karşı kampanya başlatmıştı.
Rahmetli İlhan Selçuk'un o yazısını anımsıyorum, özetle demişti ki:
"Cumhuriyet'e karşı bir Fethullahçı operasyonu!"
Her hangi bir yanıt vermemiş, kendi kendime gülüp geçmiştim.
Bir zamanlar her taşın altında komünist, komünistlik aranırdı.
Soğuk savaş yıllarında komünist olmakla suçlanmak, neredeyse dünyanın sonu gibi algılanırdı. İftira etmenin, çamur atmanın bir yolu buydu.
Arada bir ortaya çıkarılan 'komünist komplolar'la demokrasiye dönük talepler bastırılır, askeri vesayet sistemi kendini biraz daha sağlama alırdı.
Bu moda geçti.
Şimdi Fethullahçılık var.
Neredeyse her taşın altında, özellikle devletin içinde Fethullahçılar'ın izi aranıyor. Devletin usul usul elden gittiği, 'irticanın ayak sesleri'nin orduda, yargıda, poliste gürültülü biçimde duyulduğu öne sürülüyor.
Hanefi Avcı'nın büyük ilgi gören kitabının iddiası için de bu söylenebilir.
Önce bir soru:
Devlette savcı ve yargıç olarak, asker olarak, polis olarak, kaymakam, vali olarak çalışan Fethullah Gülen Cemaati'ne mensup olanlar, yakınlık duyanlar yok mu?
Elbette var.
Bu bir suç mu?
Hayır.
İnsanlar inançlarından, düşüncelerinden, kimliklerinden, renklerinden dolayı suçlanamazlar, herhangi bir ayrımcılığa uğrayamazlar.
Ama eğer o insanlar diyelim inançlarıyla, düşünceleriyle devlet işlerini karıştırırlarsa, o zaman bunun hesabı yargı önünde kendilerinden sorulur.
Bir asker, komutanının sesine değil de, cemaatteki üstünün dediğine kulak verirse... Bir polis, amirinin talimatına göre değil de, cemaatin telkinine göre hareket ederse... Bir savcı yasaların değil de, cemaatin buyruklarını uygularsa...
O zaman suç işlemiş olur.
Bu açıdan Hanefi Avcı'nın Haliçte Yaşayan Simonlar isimli kitabında yazdıklarıyla bildiklerinin ciddiye alınması gerekir.
Hanefi Avcı, 1990'lı yıllarda Susurluk'u, devlet adına çalışan çeteleri ve 28 Şubat post-modern darbesini yerli yerine oturtmuş ve bunlarla yürekli biçimde mücadele etmiş bir polis şefi olarak biliniyor.
Aklıma takılan bir soru var.
Susurluk'u, çeteleri, dolayısıyla faili meçhul cinayetleri, 28 Şubat'ı, yani 'askeri vesayet'i bilen bir kişi, örneğin bir Sarıkız'ı, bir Ergenekon'u, bir Balyoz'u ıskalayabilir mi?..
Çünkü Susurluk'tan, 28 Şubat'tan ve 28 Şubat sonrasının, -tabii Ak Parti'nin tek başına seçimleri kazanmasının- askerde yarattığı hayal kırıklıklarından çekilen çizgidir, bizi Veli Küçük'lere, Özden Örnek günlüklerine, Mustafa Balbay günlüklerine getiren...
Öyle değil mi?..
Çok iyi bir polis şefi olarak Susurluk'u bilen, 28 Şubat'ın özündeki askerciliği hapse düşerek yaşamış olan bir Hanefi Avcı, bu günlüklerden yansıyan 'darbe tertipleri'ni veyahut bir Ergenekon'un, bir Balyoz'un, bir Kafes'in özünü es geçebilir mi?
Ya da bütün bunları bir komplo, 'Fethullahçı bir komplo'nun ürünü olarak görebilir mi?
İhtimal veremiyorum.
O zaman?..

http://www.milliyet.com.tr/28-subat-i-susurluk-u-ceteleri-gorup-de-sarikiz-ergenekon-ve-balyoz-u-iskalarsan-/hasan-cemal/siyaset/yazardetay/31.08.2010/1283014/default.htm
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Devletin el değiştirmesi mi, devletin değişmesi mi?

"Parlamentodaki siyasi çoğunluk yalnızca siyasi iktidarı değil, devlet iktidarını da ele geçirmeye çalışıyor."

Yukarıdaki cümle hükümetin yargı reformu çabaları karşısında duyulan korkuyu özlü bir biçimde ifade eden bir cümle...
Geçenlerde bir muhalifin büyük bir suçu ifşa eder gibi söylediği bu cümle yaşanan krizin özünü de ifade ediyor.
Böylece bürokratik elit, parlamenter sistemden ne anladığını bir kez daha veciz bir biçimde ortaya koymuş oluyor: Siyasiler haddini bilecek; parlamentoda siyasetçilik oynayacak ama devleti ele geçirmeye kalkmayacak!
Devleti ele geçirmeye çalışmayı suçların en büyüğü olarak ortaya koyanlar, her seçimin devletin büyük oranda el değiştirmesi için yapıldığını da unutmuş görünüyorlar. Unutmakta da haklı çünkü Türkiye'de böyle bir şey olmuyor. Meclis değişiyor, hükümet el değiştiriyor, yani milli irade değişiyor ama devlet aynı zümrenin elinde kalıyor ve bütün temel meselelerde milli irade ne derse desin o zümre bildiğini okumaya devam ediyor.
İşte bugün AK Parti'nin yapmaya çalıştığı şey bu "kaderi" değiştirmek... Seçilmişlerin darbe ertesinde yapılan anayasalarla bir avuç bürokrata kaptırdığı iktidarını geri alma çabası...
Peki bu "seçilmişler" dindar insanlar olunca büyük bir tehlike mi doğuyor?
Bugün Türkiye'de bu soruya "evet" cevabı veren önemli bir toplum kesimi var. Çünkü onlar bu süreci devletin "değişmesi" olarak değil, "el değiştirmesi" olarak görüyor ve bundan korkuyorlar.
Oysa bu yaşanan zamanı anlamamaktan kaynaklanan bir korku.
Ne demek istediğimi biraz açayım:
Devletin el değiştirmesi ancak rakip bir devlet projesinin varlığı halinde ciddi bir tehlike olarak ortaya çıkabilir.
Türkiye'de devletin rakibi olan, yani devleti ele geçirip kendi devletlerini kurmak isteyen üç güçten söz edildi şimdiye kadar. Komünistler, Kürtler ve şeriatçılar... Komünistlerin ve ayrılıkçı Kürt hareketinin durumu malum. Devleti ele geçirme ya da parçalayıp bir parçasını ele geçirme konusunda herhangi bir iddialarının kalmadığını görmek için kör olmamak yeterli. Şeriatçıların 70'li yıllarda kurdukları İran Devrimi'ni ihraç hayallerinden vazgeçişlerinin, Türkiye'de bir şeriat devleti kurma umutlarını kaybedişlerinin üstünden on yıllar geçti. Özetle, geçmişte devletin rakibi olduğu söylenen üç güçten hiçbirisinin ne komünistlerin ne şeriatçıların ne de ayrılıkçı Kürtler'in rakip devlet projelerinin esamisi okunmuyor. Alternatif devlet kurma iddialarını -bir zamanlar varsa bile- kaybettiler.
İşte bu tarihi koşulları iyi okuyup tehditleri de fırsatları da ona göre yeniden değerlendirmek gerekiyor.
Öyle tarihi koşullardayız ki, bugün Türkiye'de devletin önünde belki de ilk defa, karşıt kutbu olmadığı için, doğal ve sağlıklı bir küçülme ve demokratikleşme ihtimali doğuyor. Kendi devletini kurma iddiasında olan bir başka örgütlü güç olmadığı için, ideolojik devlet sorgulanabiliyor. "Devletin bekası ya da bölünmez bütünlüğü için" özgürlüklere hayır diyenler daha çok zorlanıyor.
Kendi despot devletlerini kurmak için mücadele eden muhalif akımların yenilgisi sonucu belki de ilk kez, devletin demokratikleşmesi için uygun bir zeminle karşı karşıyayız. Ve ilk kez toplumun, Kürt devleti, şeriat devleti ya da komünist devlet korkutmacalarıyla pasifize edilmesinin zemini ortadan kalkmış durumda.
Toplumsal muhalefet, şimdiye kadar şu ya da bu devlet projesinin yedeğine düşme endişesiyle bastırdığı itirazlarını artık daha rahat ortaya koyabiliyor. Devleti yıkıp bir başka devlet kurma hayallerinin çöküşü, mevcut devletin, toplumsal muhalefet yoluyla evrilmesini imkan dahiline sokabiliyor.
Kısacası devletin el değiştirmesi tehlikesinin ortadan kalkması, devletin değişmesini daha mümkün kılıyor.
Bu değişimin bir parçası da, bir zamanlar devleti ele geçiren bir zümrenin devlet üzerindeki bu tekeline son vermek, toplumda var olan değişik eğilimlerin ve toplumsal güçlerin de devlet iktidarı içinde yer alabilmesini sağlamak; provokatif bir üslupla söylemek gerekirse, devletin o dar zümre dışında başka kesimler tarafından da "ele geçirilebilir" olmasını savunmak...
Hâlâ şeriat paranoyası içinde yaşayanların görmediği şu ki, bugün AK Parti'nin ne yönetimi ne de tabanı artık mevcut devletle rakip olan bir devlet projesinin taşıyıcıları değil; sadece dini kendi seçtikleri bir kimlik olarak taşımak, laik bir devlette dindar bir vatandaş olarak yaşamak isteyen insanlar... Yaşadıkları bunca tecrübe sonucu, bunun bugün mümkün olan tek yolunun rejimin demokratikleşmesi olduğunu büyük ölçüde görmüş bulunuyorlar. Ve bu bilinçle devletin demokratik yönde değişiminin, yani seçilmişler tarafından "ele geçirilebilir" olması mücadelesinin öncülüğünü yapıyorlar.

http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/97905-devletin-el-degistirmesi-mi-devletin-degismesi-mi-makalesi.aspx


Avcı'nın kitabı

Önce usul hakkında birkaç söz:

Birinci olarak; bir fikirle, bir iddiayla, bir suçlamayla ortaya çıkan bir insanın söylediklerini irdeleyip eğer yanlışsa yanlışını söylemek yerine, "Niyeti ne", "Neden şimdi söylüyor", "Acaba hangi kişisel menfaat için söylüyor", "Nasıl bir hayal kırıklığı sonucu söylüyor", "Söyledikleri kimin işine yarıyor", "Kimlerle aynı safa düşüyor" gibi sorular ortaya atmak ya da bu sorulara imalı cevaplar vererek iddiayı sözde "çürütmeye" kalkışmak kadar ilkesiz, ayıp, üstelik de faydasız bir tutum olamaz; ki bugünlerde hiç ummadığım kalemlerin bunu yaptığına tanık olup şaşırıyorum.
Hanefi Avcı bir kitap yazmış. Hangi saikle ve neden şimdi yazdığı -ilginç de olsa- başka bir konudur, şu aşamada beni ilgilendirmez. Tıpkı, yıllardır ordu içindeki yasa dışı oluşumların bilgilerini, belgelerini sızdıranların amaçlarının ya da zamanlamalarının ilgilendirmediği gibi... Ben kitapta yazılanların doğru olup olmadığına bakarım, kitap hakkında fikir yürüten herkesten de buna bakmasını beklerim.
İkincisi...
Kitabın ağırlık noktalarından birini Gülen Cemaati'nin polis teşkilatını "ele geçirmesi" oluşturuyor ve bu durum da gerek kitabın yazarı, gerekse okuyanların çoğunluğu tarafından suç olarak algılanıyor.
Bu suçlamanın arka planında devlet algısındaki yaygın çarpıklık var.
Çarpıklık dediğim de şu: Neden Gülen Cemaati mensuplarının Emniyet Teşkilatı'nda ya da bir başka devlet kurumu içinde etkin olmaları suç olsun? Gayrimeşru yollardan mı gelmişler oralara? Bazı makamlar bazı vatandaşlara yasak mı? Bunu engelleyen bir kanun mu var?
Aslında Türkiye'nin asıl sorunu, devletin ele geçirilmesi değil, ele geçirilememesidir. Bir zamanlar devleti ele geçiren bir zümrenin, bunu ilelebet sürecek bir imtiyaz olarak görmesi, bu imtiyazı kimseyle paylaşmaya razı olmamasıdır. Oysa demokratik devletlerde, sivil toplum içinde var olan her türlü gücün, politik toplumda yansımasını bulması doğaldır. Dini örgütlenmeler, cemaatler ve tarikatlar da sivil toplumun bir parçasıdır ve onların da, kendi Türkiye projelerini hukuk düzeni içinde ve yasal sınırlar dahilinde, devlet katlarına taşıma hakları vardır.
Dolayısıyla Gülen Cemaati mensuplarının da Emniyet Teşkilatı'nda ya da bir başka devlet kurumu içinde etkin olması suç ya da ayıp değildir.
Mesele, bu etkinliği nasıl kullandıklarıdır...
İşte bu noktada ciddi suçlamaları var Hanefi Avcı'nın.
Avcı kitabında Gülen Cemaati mensuplarının Emniyet Teşkilatı içinde komplolara, kumpaslara başvurduğunu, cadı kazanları kaynattığını, kendinden gördüklerini kayırırken karşıt cephede gördüklerinin ayağını kaydırdığını, sahte belgeler ürettiğini, şantaj kasetleri hazırladığını, yasa dışı dinlemeler yaptığını yazıyor.
Eğer doğruysa vahim gerçekten... Ama çok da şaşırtıcı değil. İktidar mevkilerinin yozlaştırıcı etkileri bizi şaşırtmaz, nice iyi insanın o koltukların kurbanı olduğuna şahit olduk. Amaca ulaşmak için her yolu mubah gören anlayışlara da yabancı değiliz. Hele hele kendine bir misyon atfeden insanlar için bunun daha kolay olacağının da farkındayız.
Avcı bizi bütün bunlara inandırabilir.
Ama Ergenekon'un düzmece olduğuna inandıramaz.
Koca bir bavul dolusu orijinal belgeyle ispatlanmış bir Balyoz Davası'nın, dava safahati boyunca bütün belgeleriyle ve ayrıntılarıyla ortaya dökülmüş bir Hrant Dink Davası'nın, siyasi tarihimizin en büyük provokasyonlarından biri olan Danıştay Davası'nın, düzinelerce savcının yıllarca üzerinde çalışıp çuvallar dolusu belge inceleyerek hazırladıkları Ergenekon İddianameleri'nin, hepimizin birlikte dinlediği dehşet verici telefon kayıtlarının, tutulan günlüklerin, kaleme alınan andıçların bilirkişi raporlarıyla teyit edilen ıslak imzaların "cemaatin tezgâhı" olduğu gibi absürt bir iddiaya kimseyi inandıramaz.
Ergenekon denen olay, birkaç emniyetçinin düzenleyeceği birkaç sahte belgeyle ne doğrulanabilecek ne de çürütülebilecek kadar büyük ve kapsamlı bir fenomendir. Öyle ki, Ergenekon'a tezgâh demek, Türkiye siyasi tarihinin uzunca bir bölümüne "tezgâh" demekle aynı şeydir. Kimler tarafından, hangi saiklerle ortaya dökülmüş olursa olsun; bu ortaya dökülüş sırasında ne gibi usulsüzlükler yapılmış olursa olsun, sonuçta varlığı inkâr edilemez bir biçimde karşımızda duran bir suç örgütü var. Bu örgüt bir kez ortaya çıkmışsa, tekrar yeraltına inemez, yok olamaz, görünmez hale gelemez.
Dolayısıyla, Hanefi Avcı'nın bu kitabı Ergenekon Davası'nı zayıflatamaz.
Peki ne olur? İki süreç birlikte işlemeye başlar. Türk Silahlı Kuvvetleri'nde yaşanmakta olan "glasnost" (aydınlanma) benzeri bir süreç Emniyet içinde de yaşanmaya başlar. Toplum sesini yükseltir, hükümet alarme olur, tıpkı ordu içindeki namuslu subaylar gibi namuslu emniyetçiler de bilgi-belge sızdırmaya başlar, Pandora'nın kutusu açılır, kirli çamaşırlar ortalığa saçılır, temizlik başlar. Ve çok da hayırlı olur.
Kimileri hâlâ, bir kötülükle (ordunun başını çektiği baskıcı rejimle) mücadele edilirken, onun yerini almaya aday bir başka kötülüğün (iktidarın başını çektiği baskıcı rejimin) büyüdüğünü ve asıl tehdit haline aldığını iddia etse de, aslında tam tersi oluyor. Askeri vesayete karşı kazanılan demokrasi mücadelesi, bütün diğer alanlarda da şeffaflık ve demokrasi talebini -ve imkânını- yükseltiyor.
Kapalı toplum açık topluma doğru evrildikçe, gözler sıradaki kapalı yapılara çevriliyor.

http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/115317-avci-nin-kitabi-gulay-gokturk-makalesi.aspx
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

''Devrimci Karargah Örgütü'' soruşturması kapsamında hakkında yakalama kararı çıkarılan Emniyet Müdürü Hanefi Avcı'nın Ankara'da gözaltına alındığı bildirildi.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ''Devrimci Karargah Örgütü'' soruşturması kapsamında hakkında yakalama kararı çıkartılan Hanefi Avcı, İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından Ankara'da gözaltına alındı.

İstanbul'a götürüldüğü bildirilen Hanefi Avcı'nın savcı tarafından ifadesinin alınacağı bildirildi.

ESKİŞEHİR'DEKİ EVİNDE ARAMA

Bu arada, Hanefi Avcı'nın Eskişehir'de bulunan evinde de arama yapıldığı öğrenildi.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının geçen hafta ifadeye çağırdığı Avcı, izinde olduğu gerekçesiyle savcılığa gitmemişti. Bunun üzerine savcılığın, ''yakalama kararı'' çıkarttığı bildirildi.

Eski Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı hakkında yakalama kararı çıkarıldı. Avcı, polis nezaretinde Ankara'dan İstanbul'a götürülüyor. Avcı'nın Eskişehir'deki evinde de arama yapıldığı öğrenildi.

Gözaltının Devrimci Karargah Örgütü ile ilgili olduğu iddia ediliyor.

AVCI: ONURUMU ÇİĞNETMEM

Öte yandan gözaltına alınmasına ilişkin açıklama yapan Hanefi Avcı, "Hiç kimseye onurumu çiğnetmem. Benim Devrimci Karagah Davasıyla hiçbir alakam yoktur. Yasal davrandığına inanmadığım makamın sorularına cevap vermem. Niçin gözaltına alındığımı bilmiyorum" dedi.

ATALAY: YARGININ TALEBİ

Konuya ilişkin bir açıklama da İçişleri Bakanı Beşir Atalay'dan geldi. Atalay, "Yargının talebi olmuştur" dedi.

http://www.haber7.com/haber/20100928/Hanefi-Avci-Ankarada-gozaltina-alindi.php


Hanefi Avcı tutuklama talebiyle mahkemeye sevkedildi


Soruşturmanın gizliliğini ihlal ettiği gerekçesiyle gözaltına alınarak Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi'ne getirilen Eskişehir eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, savcılıkta ifade vermeyi reddetti.

Sorgulama sırasında avukat istemediği ve sorgu tutanaklarına imza atmadığı öğrenilen Avcı, işlemlerin ardından tutuklanması talebiyle nöbetçi mahkeme olan 14. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sevk edildi.

http://www.haber7.com/haber/20100928/Hanefi-Avci-mahkemeye-sevkedildi.php
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

Avukat

Hanefi Avcı'nın "Haliç'te Yaşayan Simonlar" isimli kitabında gündeme getirdiği iddiaları 4 müfettiş araştırılıyor. Avcı'nın iddialarıyla ilgili müfettişlerinin çağırdığı 40 üst düzey emniyet müdürün 20'si ifade verdi.

Eski Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı'nın "Haliç'te Yaşayan Simonlar" isimli kitabında emniyetteki cemaat yapılanmasını gündeme getirdiği iddiaları araştırılıyor.

İçişleri Bakanlığı müfettişlerinin çağırdığı 40 üst düzey emniyet müdürünün 20'si ifade verdi.

4 MÜFETTİŞ GÖREVLENDİRİLDİ

Eski Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı'nın "Haliçte Yaşayan Simonlar" kitabında ortaya attığı iddialar için üç mülkiye ve bir polis başmüfettişi görevlendirildi.

Eskişehir eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı "Haliçte Yaşayan Simonlar" kitabında güvenlik teşkilatlarındaki cemaat yapılanmasına dönük çok önemli iddialar ortaya attı.

Avcı, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat ve Kaçakçılık Daireleri ile özel yetkili savcılıklar, MİT ve Türk Silahlı Kuvvetleri içinde etkin bir cemaat yapılanması olduğunu savundu. Kitapta, bu yapılanma içinde olduğu öne sürülen çok sayıda isimle ilgili illegal dinleme iddialarına yer verildi.

İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın talimatıyla, iddiaları incelemek üzere üçü mülkiye biri polis başmüfettişi olmak üzere dört müfettiş görevlendirildi. Müfettişler, personel dairesinde kendilerine tahsis edilen bir odada çalışmaya başladı.

Kitapta cemaat yapılanması içinde olduğu iddia edilen isimlerin ifadelerine başvuruldu. Avcı'nın cemaatin görevden aldırdığını öne sürdüğü eski İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun ve eski Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Gülcü de ifade verdi.

Müfettişlerin Hanefi Avcı'nın da ifadesine başvuracağı öğrenildi. Tüm bu işlemlerin tamamlanmasının ardından iddiaların ciddi olduğu kanaatine varılırsa idari ya da adli soruşturma açılması talep edilecek.

NTV-HÜRRİYET
http://www.haber7.com/haber/20100928/40-emniyet-mudurune-Avci-sorgusu.php

kilimanjaro

Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, yasa dışı Devrimci Karargâh örgütü ile ilgili yürütülen soruşturmanın gizliliğini ihlal etmek, terör örgütüne yardım ve yataklık etmek suçlarından mahkemece tutuklandı. Paşakapısı Cezaevi'ne gönderilen Avcı'nın Eskişehir'de ikamet ettiği tek katlı lojmanında da bir ruhsatsız Kalaşnikof silah ele geçirildi. Delil niteliğindeki diğer materyaller İstanbul'a gönderildi.

Cumhuriyet Savcısı Kadir Altınışık'ın talimatıyla dün Ankara'da gözaltına alınan Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, yasa dışı Devrimci Karargâh örgütü ile ilgili yürütülen soruşturmanın gizliliğini ihlal etmek ve terör örgütüne yardım ve yataklıktan İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nce tutuklandı. Ankara'daki gözaltının ardından aynı gün Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi'ne getirilen Avcı, özel avukatını çağırmadığı için barodan avukat istendi. Avcı'nın arkadaşı olan ve uyuşturucu çetesinden yargılanan eski emniyet genel müdür yardımcısı Emin Arslan da avukatını gönderdi; ancak Avcı, bu avukatı da kabul etmedi. Savcılık ifadesinde susma hakkını kullandığı öğrenilen Avcı, daha sonra tutuklanması talebiyle İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sevk edildi. Mahkemedeki sorguya ise baronun gönderdiği avukat girdi.

ESKİŞEHİR'DEKİ LOJMANDA KALAŞNİKOF BULUNDU

Hanefi Avcı'nın bir zamanlar Eskişehir'de ikamet ettiği tek katlı lojmanında ve eski makamında da arama yapıldı. İstihbarat şube, terörle mücadele ve organize suçlar şube müdürlüğü ekiplerinin sabah saatlerinde geldikleri lojmandaki arama 4 saat sürdü. Lojmandan iki ruhsatlı tabanca ile bir ruhsatsız kalaşnikof silah ele geçirildi. Kalaşnikof silah incelenmek üzere kriminal polis laboratuarlarına gönderildi. Avcı hakkında 6136 sayılı ateşli silahlar kanununa muhalefetten de işlem yapılacağı öğrenildi. Aramalarda bilgisayar, CD, elektronik eşyalar ile veri toplamaya yarayan tüm aletler kontrol edildi. Bazı eşyalara el konuldu, bazı materyaller kopyalandı. Delil niteliğindeki materyaller İstanbul'a gönderildi.

EVİNDEN SAHTE PASAPORT ÇIKTI

Avcı'nın Eskişehir'deki lojmanında yapılan aramada çok sayıda sahte pasaport, nüfus cüzdanı ehliyetin de ele geçirildiği öğrenildi. Avcı'nın evinde yapılan aramalarda kendi resmi kullanılarak farklı bir isme düzenlenmiş bir adet lacivert pasaport, bir nüfus cüzdanı ve bir de sürücü belgesi bulundu. İki savcının nezaretinde yapılan aramaların tamamının kamera ile kaydedildiği bildirildi. Avcı'nın hakkındaki soruşturma nedeniyle söz konusu bu lacivert pasaportla yurt dışına kaçma hazırlığı içinde olduğu iddia ediliyor.

Hanefi Avcı'nın örgüt üyelerine yardım ettiği belgeler ve telefon tapeleriyle ortaya konuluyor. Savcı Kadir Altınışık, yazısında, Avcı'nın örgüt üyelerine yönelik yapılan 'gizli' soruşturmadan haberdar olduğu ve bu kapsamda üyelerin faaliyetlerini saklamalarına yardım ettiği kaydediliyor. Söz konusu yardımın ise üyelere yapılan fiziki ve teknik takibin engellenmesi şeklinde olduğu belirtiliyor. Savcı ayrıca, Avcı'nın örgüt üyelerinin soruşturma kapsamında izlendiklerini deşifre ederek, örgütün illegal faaliyetlerinin ortaya çıkarılmasını güçleştirdiğini vurguluyor. Aynı soruşturma kapsamında tutuklanan ve Avcı ile bağlantılı olduğu belirtilen Necdet Kılıç, ifadesinde Avcı'yı tanıdığını açıklamıştı. Kılıç, Edirne Emniyet Müdürlüğü'nde görevli iken Avcı'nın iki kez evine geldiğini söylemişti.

İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nce evinde arama kararı çıkarılan Avcı, gözaltına alındıktan sonra bazı basın kuruluşlarına e-posta yoluyla gönderdiği 5 sayfalık basın açıklamasında suçlamaları reddetti. Tarih ve imza bulunmayan açıklamada, telefonlarının dinlendiğini bilerek kurgu mesaj yazdığını ileri sürdü. Hanefi Avcı, açıklamasında, yasa dışı Devrimci Karargâh örgütü soruşturmasını yürüten İstanbul Başsavcılığı'nda görevli Özel Yetkili Savcı Kadir Altınışık'ı yaptığı işlemlerinden dolayı yazılı olarak Adalet Bakanlığı'na, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na (HSYK) ve İstanbul Başsavcılığı'na şikayet ettiğini belirtti. Devrimci Karargâh örgütü ile ilgisi olmadığını savunan Avcı, yazdığı kitap sebebiyle ve asıl sanıkları gizlemek için bu davayla ilişkilendirilmek istendiğini iddia etti. 20 Eylül 2010'da bir Adalet Bakanlığı yetkilisi hakimine ifade verdiğini söyleyen Avcı, bu yetkiliye "Yakında Karargâh Evleri veya Devrimci Karargâh ... diye tahkikata başlayacaklar hatta Necdet Kılıç'ı da gözaltına alacaklar." dediğini aktardı. Kullandığı telefonların bilerek dinlendiğini ve şikayet edince de "yanlış olmuş aşk konuşması imiş" denildiğini ifade eden Avcı, dinleme kararının 07.11.2009'da alındığını ve kendisinin de bunu 14 Kasım 2009'da öğrendiğini söyledi.

Avcı tebligata uymayınca mevcutlu getirildi

İstanbul'da Devrimci Karargah örgütüne dönük yürütülen soruşturma Eskişehir eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı'ya uzandı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca geçen hafta ifadeye çağrılan ancak izinde olduğunu gerekçe göstererek tebligata uymayan Avcı hakkında 'mevcutlu getirilme (zorla)' kuralı işletildi. Polis nezaretinde İstanbul'a götürülme, savcılığın terör örgütüne yardım etmek suçundan hakkında gözaltı kararı vermesi üzerine gerçekleşti. Cumhuriyet Savcısı Kadir Altınışık'ın yürüttüğü Devrimci Karargah Örgütü soruşturması Merkez Emniyet Müdürü Hanefi Avcı'nın da polis nezaretinde alınmasıyla yeni bir boyut kazandı. 'Mevcutlu getirme' kararı dün sabah Ankara Emniyet Müdürlüğü'ne ulaştı. Avcı'yı cep telefonundan arayıp hakkında "mevcutlu olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na çıkartma" kararı bulunduğunu belirten Terörle Mücadele Şube Müdürü, "Sayın müdürüm bulunduğunuz yeri söylerseniz arkadaşlarımız size yardımcı olacak." dedi.

Emniyetten arandığı sırada oğlunun Balgat semtindeki evinde olduğu belirtilen Avcı, "Şu an Cevizlidere'de oğlumun evindeyim. Görevliler beni buradan alabilir." dedi. Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'nde görevli bir Emniyet amirinin başında olduğu ekip Avcı'nın verdiği Balgat'taki buluşma yerine gitti. Buluşma yerinden alınan Avcı, polislere zorluk çıkartmadı. Ekip otosu Dikmen Caddesi üzerinden Esenboğa Havalimanı'na giderken Avcı, "Emniyet Genel Müdürlüğü'ne kısa bir süre uğrayıp bu işlemi bildirmek istiyorum." dedi. Bunun üzerine ekip yol üzerindeki Emniyet Genel Müdürlüğü'ne geldi. Avcı, 5-10 dakika yetkililerle görüşme yaptıktan sonra yeniden ekip otosuna bindi ve Esenboğa Havalimanı'na hareket edildi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1033364&title=hanefi-avci-teror-orgutune-yardim-ve-yataklik-suclamasiyla-tutuklandi&haberSayfa=0
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı, Emniyet Müdürü Hanefi Avcı'nın, kitabındaki ve kitabın yayımlanmasından sonrasındaki iddialarının, Askeri Savcılıkça yürütülmekte olan muhtelif soruşturmalar ve Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilgisinin tespiti için, tanık sıfatıyla 27 Eylülde ifadesinin alındığını belirterek, ancak ifade esnasında ''Genelkurmay Adli Müşaviri Hakim Tümgeneral Hıfzı Çubuklu'nun da hazır bulunduğu'' şeklindeki iddiaların gerçeği yansıtmadığını bildirdi.

Savcılıktan yapılan yazılı açıklamada, bugün yayımlanan bazı gazetelerde, ''Halen Emniyet Genel Müdürlüğü'nde Merkez Emniyet Müdürü olarak görevli Hanefi Avcı'nın 27 Eylül 2010 Pazartesi günü, aralarında Genelkurmay Adli Müşaviri Hakim Tümgeneral Hıfzı Çubuklu'nun da bulunduğu askeri yetkililere ifade verdiğine'' ilişkin yer alan haber ve yorumların gerçeği yansıtmaması nedeniyle, açıklama yapılması gereği görüldüğü belirtildi.

Açıklamada, Emniyet Müdürü Hanefi Avcı tarafından kaleme alınan ''Haliç'te Yaşayan Simonlar'' isimli kitapta ve kitabın yayımlanmasından sonra yazarının yazılı ve görsel basın yayın organlarında yaptığı açıklamalar ve röportajlarda ileri sürdüğü iddiaların, Askeri Savcılıkça yürütülen muhtelif soruşturmalar ve Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilgisinin tespiti için tanık olarak ifadesinin alınması amacıyla, Emniyet Genel Müdürlüğü'ne 22 Eylül 2010'da bir müzekkere yazıldığı, ''Hanefi Avcı'nın 25 Eylül 2010 tarihinde saat 13.00'de Askeri Savcılıkta hazır bulunması hususunun kendisine tebliğ edilmesi''nin istenildiği ifade edildi.

Emniyet Genel Müdürlüğünün 25 Eylül 2010 tarihli cevabi yazısıyla, ''Adı geçenin 26 Eylül 2010 tarihine kadar senelik izinde olduğu, kendisine telefon ile ulaşılarak konuyla ilgili bilgilerin iletildiği''nin bildirildiği belirtilen açıklamada şunlar kaydedildi:

''27 Eylül 2010 tarihinde saat 10.30 sıralarında telefonla Askeri Savcılığımızı arayan Emniyet Müdürü Hanefi Avcı'nın, 'Bugün ifade vermeye gelebileceğini' söylemesi üzerine, kendisine, 'Saat 14.00'de askeri savcılığımıza gelebileceği' bildirilmiştir.

Aynı gün saat 14.00'de Askeri Savcılığımıza gelen Hanefi Avcı'nın ifadesi Genelkurmay Askeri Savcısı Hakim Albay Yavuz Şentürk ve bir yardımcı askeri savcı tarafından alınmış, bu esnada ifade alınan odada askeri savcılar ve zabıt katibi dışında hiçbir kimse bulunmamıştır. Aynı süre içerisinde Genelkurmay Adli Müşaviri Hakim Tümgeneral Hıfzı Çubuklu'nun ifadenin alındığı askeri savcı odasına, hatta Askeri Savcılığın da içinde bulunduğu Askeri Mahkeme binasına gelmesi ve ifadesi tespit edilen Hanefi Avcı ile görüşmesi söz konusu olmamıştır.

İfade alma işleminin tamamlanmasından sonra Hanefi Avcı, Askeri Savcılıkta görevli bir personelin refakatiyle nizamiyeye kadar götürülmüştür.'' AA

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1033831&title=genelkurmay-avci-ifadeye-geldi-ama-hifzi-cubuklu-yoktu
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Birkaç gündür ses kayıtları yayınlanan ve bunların kendisine ait olduğunu kabul eden JİTEM kurucusu, Ergenekon davası tutuklu sanığı emekli Albay Arif Doğan şöyle söylüyor: "JİTEM'e hulul ettireceğimiz insanı, çok özür dilerim, önce pisliğe bulaştırırız.

Bulaştırmasak da pislik yönünü araştırırız. Temiz yönü bize yaramaz."

7-8 yıl önceydi. Eski bir arkadaşım beni, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği'ne bağlı çalıştığını söyleyen, akademik titri de olan birisi ile tanıştırmıştı. Bir gün kendisine "Devlet içindeki derin yapı, neden hep karakter zaafı olan, şaibeli adamlarla çalışıyor, bu sizi rahatsız etmiyor mu?" diye sordum. Kelimesi kelimesine hatırladığım şu cevabı verdi: "Derin devlet, defolu adamlarla çalışır, ihtiyaç duyduğu adamın defosu yoksa, defo açar öyle çalışır..."

Bunları, Hanefi Avcı'nın tutuklanmasını, başka yerlere çekmeye çalışanların pervasızlığı karşısında hatırlatıyorum. "Cemaatle ilgili kitap yazdığı için Hanefi Avcı'nın başına böyle bir şey geleceği belliydi, yok mu bu cemaati durduracak?" diye hop oturup hop kalkıyorlar?

Önce şu soruların cevabını vermeleri gerekiyor:

Bir: Hanefi Avcı, Gülen Cemaati'ni, Işık Evleri'nden itibaren 35 yıldan beri tanıyan birisi. Çocuklarını bu insanların açtığı kolejlerde okutan, okulun idarecileri, öğretmenleri, rehber öğrencileri ile dost, arkadaş olan bir insan. Şimdi, istihbaratçı kimliği ile neredeyse Türkiye'nin nabzını tutan, her şeyden haberdar olan böyle bir insan, cemaatin nasıl bir "tehlike" olduğunu neden hiç görememiş?.. Sonra birden, aniden "tehlike"yi fark etmiş ve alelacele bir kitap yazmış... Ne olmuş da, Sayın Avcı'da böyle ani ve beklenmeyen bir değişiklik olmuş? Bu can alıcı soru hiç mi kafa karıştırmıyor? Böyle davranan bir insanın inandırıcılığı sorgulanmalı değil mi?

İki: Hepimiz Sayın Avcı'yı dürüst, askerî vesayet rejimine karşı dik duran, "JİTEM vardır" diye Ergenekon savcılarına yazılı ifade verebilen örnek bir polis, örnek bir emniyet müdürü olarak yıllarca bağrımıza bastık. Bu duruşu ile o, yeni nesil polislerin kahramanı oldu. Ama aynı Avcı, kitabında "Danıştay saldırısı, Ergenekon davası ile birleştirilmeyecekti, yanlış oldu." diyor. Nereden icap etti? Siz bir emniyetçisiniz. Birleştiren, Yargıtay... Bu sizi neden rahatsız ediyor? Sonra diyor ki kitabında: "Hrant Dink cinayetini işleyenler belli. Gençler etki altında kalmış, böyle bir cinayet işlemiş, olay çözüldü, daha ne demeye üzerine gidiliyor?" Neyin telaşı, kaygısı bu? Cumhurbaşkanı bile bu cinayette, devlet görevlilerinin ihmali olduğunu söylerken, hiç üstüne vazife olmadığı halde Avcı'daki bu saptırma gayretkeşliği neden? Sayın Avcı, neden kendini inkâr yoluna sapıyor?

Acaba Sayın Avcı'nın, iki yıl önce Edirne'de başlayan, edebiyat öğretmeni evli bir bayanla ilişkisi, bu sorulara cevap olabilir mi? Bayan, Edirne'de emniyet mensuplarına hızlı okuma kursu vermiş. O sırada tanışmışlar. Avcı da, bayan da bu ilişkiyi doğruluyor. İki yıl süren bu ilişki, bayanın evliliğini bitirmiş, eşinden boşanmış. Avcı da şimdi yaptığı açıklamada, kendisinin de boşanacağını söylüyor.

En önemlisi, Avcı'nın, kitabında kendisini dinlemek için kullanıldığını iddia ettiği "özel hat"tın sahibi olan Necdet Kılıç'ın, Devrimci Karargâh operasyonunda gözaltına alınmış olması. Bu dinleme mahkeme kararı ile yapılıyor. İlginç olan, Kılıç üzerine kayıtlı telefonu bayan kullanıyor. Avcı bu telefonla sadece "duygusal ilişki" içindeki bayanla görüşüyor.

Şimdi olay yargıda ve Hanefi Avcı örgüte yardımcı olmaktan tutuklu. Herkes yargıya saygılı olmak zorunda. Benim sorum şu: Evli bir bayanla gayri meşru bir ilişkisi olmasaydı, Hanefi Avcı'ya böyle bir kitap yazdırılır mıydı? Yolu cezaevine kadar düşer miydi? Hanefi Avcı'ya, bu ilişki tuzağını da "cemaat" mi kurdu?

Allah kimseyi nefsine bırakmasın, defolu yapmasın, ayağını kaydırmasın. Derinlerdeki adamlar hep onları kullanıyor...

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1033961&title=avci-yaraladi-hepimizi
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Devrimci Karargâh örgütüne yardım ve yataklıktan tutuklanan Hanefi Avcı'nın kitap yazdığı için tutuklandığı iddia ediliyor. Ancak soruşturma çerçevesinde ortaya çıkan deliller, gerçekleri ortaya koyuyor. Çünkü, polis, Avcı'nın Necdet Kılıç ile irtibatını kitap yazılmadan aylar önce tespit etmişti. Üstelik Avcı'nın Kılıç'a kripto cihazı vererek örgüte yardım ettiği en güçlü deliller arasında.

Hanefi Avcı'nın kitap yazdığı için tutuklandığı iddiaları gerçeği yansıtmıyor. Avcı ve onu savunan gazeteciler, ısrarla Devrimci Karargah terör örgütüne yardım ve yataklık iddiasını görmezden geliyor. Ancak soruşturma çerçevesinde elde edilen deliller, Hanefi Avcı'nın örgüt üyesi Necdet Kılıç ile irtibatının kitap basılmadan aylar önce tespit edildiğini gösteriyor. Şöyle ki: Avcı'nın kitabı 19 Ağustos 2010'da yayımlandı. Necdet Kılıç hakkında mahkeme kararıyla yapılan örgüt suçu takibi Kasım 2009'da başlıyor. Bir hafta sonra bunu öğrenen Avcı, 25 Nisan 2010'da Kılıç'a kripto cihazı (dinleme önleyici) veriyor. Örgütteki isimlerin dinlendiği uyarısında bulunuyor ve emniyetin taktikleri konusunda Kılıç'ı bilgilendiriyor. Bunun üzerine de örgüt mensupları telefonlarını değiştiriyor.

Avcı'nın kitabından aylar önce Devrimci Karargâh örgütü üyesi Necdet Kılıç'a telefonların dinlenmesini önlemek için verdiği kripto cihazının serencamı bir hayli ilginç. Devrimci Karargâh terör örgütü şüphelisi Kılıç'ın 25 Nisan 2010 tarihinde Avcı'yla yaptığı görüşmede bir cihazı çalıştırabilmek için ihtiyaç duyduğu şifreyi bir gün sonra Avcı'nın işyerine gelince alacağını söylediği tespit edildi. Kılıç'ın o tarihlerde İstanbul'dan Eskişehir'e bir cihaz almak için gittiği de belirlenmiş. Avcı'nın 'Haliçte Yaşayan Simonlar' isimli kitabı 19 Ağustos 2010'da yayımlandı. Yani iddiaların aksine Necdet Kılıç'la ilgili mahkeme kararıyla yapılan örgüt suçu takibi Kasım 2009'da başlıyor. Dinleme kararından bir hafta sonra olayı öğrendiğini söyleyen Avcı, kasım ayından sonraki temaslarında örneğin 25 Nisan 2010'da telefon dinlemelerine karşı kripto cihazı vererek bir suçluyu da korumuş ve emniyet taktikleriyle ilgili bilgilendiriyor. Kılıç, 20 Nisan 2010'da Eskişehir'e gidiyor. Cihazın şifresinin verilmesiyle ilgili teknik takipte bilgi elde edilememiş. Ancak kripto cihazının şifre bilgilerinin ankesörlü telefon, yüz yüze görüşme, kurye kullanma ya da e-posta yoluyla paylaşılmış olduğu değerlendiriliyor.

Bu kapsamda Necdet Kılıç'la yaptığı görüşmelerin soruşturma dosyasının eklerine de girdiği ileri sürülüyor. Necdet Kılıç'ın telefon görüşmelerinin dinlenmesini engellemek amacıyla Avcı'yı ankesörlü telefonlardan aradığı ve Hanefi Avcı'nın makam telefonundan aradığı da belirlenmiş. Geçtiğimiz günlerde tutuklanan Necdet Kılıç'ın da mahkemede kripto cihazı ile ilgili soruları cevapsız bıraktığı ileri sürülmüştü.

Soruşturma kapsamında, Necdet Kılıç ve Hanefi Avcı'nın neden İstanbul'da gizli buluşmalar gerçekleştirdikleri araştırılmış. Bu çerçevede Hanefi Avcı'nın kitap yazmadan önce Necdet Kılıç'ın faaliyetlerinden haberdar olduğu, ona kripto cihazı verdiği, takipten kurtulma tekniklerini öğrettiği, gizli buluşmalar gerçekleştirdiği ve son olarak da yazdığı kitapla Devrimci Karargâh örgütünün soruşturmasını deşifre ettiği ileri sürülüyor. Örgüt mensuplarının da bunun üzerine telefonlarını değiştirdikleri tespit ediliyor. Hatta kitapla birlikte örgüt liderlerinden birinin yurtdışına kaçtığı biliniyor. Avcı da zaten Devrimci Karargâh örgütüne üye olmaktan değil, örgüte yardım ve yataklık yapmaktan sorgulanıyor. Avcı, Devrimci Karargâh örgütüne yardım ve yataklık yapmak, soruşturmanın gizliliğini ihlal etmekten tutuklandı. Avcı'nın tutuklanmasıyla birlikte kitap yazdığı için böyle olduğu iddiaları gündeme geldi. Ancak soruşturma tarihleri bu iddiaları yalanlıyor.

7 Kasım 2009 tarihinde Devrimci Karargâh'la ilgili teknik takip ve dinlemeler başlıyor. Aralık 2009'un son haftalarında da Avcı'nın telefonları dinlemeye takılıyor. Bundan bir hafta sonra durumdan haberdar olan Avcı, 6 Ocak 2010'da İçişleri Bakanlığı'na dilekçe veriyor. 12 Ocak 2010'da da Adalet Bakanlığı'na dilekçe veriyor. Avcı bu dilekçelerinde 7 Kasım 2009 tarihli mahkeme kararıyla kendisi ve yakın çevresinin dinlendiğini ifade ediyor. Adalet Bakanlığı 25 Mart 2010 tarihinde dilekçeleri işleme koyuyor ve kendisine dilekçelerle ilgili tebligat 31 Mart 2010 tarihinde ulaşıyor. Avcı, 10 Nisan 2010'da kitabını yayımlamaktan vazgeçiyor. Daha sonra 20 Ağustos 2010'da kitabını yayımlıyor. Açıkçası hakkındaki soruşturmalar kitap yayımlandıktan sonra değil, kitap yayımlanmadan aylar önce başlatılıyor.

13 Ocak 2010 tarihinde Avcı'nın Necdet Kılıç'la yaptığı görüşmede emniyetin imkanlarını örgüt üyeleri için nasıl kullandığı ortaya çıkıyor. Kitap yayımlanmadan aylar önce hakkında soruşturmalar devam ediyor. Ancak kitap yayımlandıktan sonra soruşturma deşifre olduğu için operasyon başlatılmak zorunda kalınıyor. Avcı'nın Kılıç'a dinlemeleri engelleyen bir kripto cihazı göndermesi de soruşturmadaki en büyük delillerden birisi. Avcı ve Kılıç arasında geçen bir görüşmede ise Kılıç, ankesörlü telefondan aradığını ve takip edildiğini söylüyor. Avcı ise Kılıç'a cep telefonuyla takip eden kişinin fotoğrafını çekmesini tavsiye ediyor. Söz konusu kayıtlar, Avcı'nın düzenli olarak Kılıç'a soruşturmalarla ilgili bilgi sızdırdığını, Kılıç'ın da sıkıştığı her durumda Avcı'yı aradığını ortaya koyuyor. Avcı da bazı görüşmelerde Kılıç'a akıl vererek kendisini takip edenlerin fotoğrafını çekmesini istiyor.

SALİH SARIKAYA 
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1034943&title=haber-analiz-avci-kilica-kripto-cihazini-kitaptan-3-ay-once-vermis&haberSayfa=0


Erdoğan'dan Hanefi Avcı yorumu: Yargı, durup dururken yoldan geçen birini almıyor değil mi?

TBMM'nin açılış resepsiyonunda sürpriz bir görüşme gerçekleşti. Başbakan Tayyip Erdoğan, salondan ayrılırken BDP'li Selahattin Demirtaş, Akın Birdal, Sırrı Sakık çıkış yoluna doğru yöneldiler. Demirtaş ve BDP'li vekiller, Erdoğan'a son KCK operasyonu ile ilgili görüşlerini ilettiler. Erdoğan ve BDP'lilerin arasında şu diyalog gerçekleşti:

Başbakan: Ne var, ne yok?

Demirtaş: Hep birlikte iyi olacağız inşallah.

Başbakan: Görüşme trafiğini iyi götürün ha.

Demirtaş: Görüşme çift taraflı olursa iyi olur.

Başbakan: İşte ben onu diyorum.

Demirtaş: Tabii biz bir yandan bununla uğraşırken bir yandan da Şanlıurfa'da partimize yönelik siyasi operasyonlar var.

Başbakan: Siyasi operasyon olmaz.

Demirtaş: Ama efendim; bakın bizim il başkanımız gözaltına alınıyorsa...

Başbakan: Niye alınmış peki?

Demirtaş: Şüphesiz ki bunlara da bakacağız tabii ama.

Birdal: Şimdi Hanefi Avcı üzerinden bir operasyon yapılıyor. Referandumdan sonra "Demokratikleşme, özgürleşme olacak." dediniz. Bunun karşılığı olmalı.

Başbakan: Bir gerçeği görmemiz gerekir. Yargı talimat verdiği zaman bu talimatın gereğini yürütme yerine getirmek zorundadır. Eğer Avcı ile ilgili böyle bir şey varsa onun bağlantıları nelerdir, bunların hepsi araştırılmak durumundadır. Şimdi durup dururken yoldan geçen birisini almıyorlar değil mi?

Demirtaş: CMK'da problemli bazı yasalar var.

Başbakan: Bunların hepsi görüşülür, tartışılır.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1034963&title=erdogandan-hanefi-avci-yorumu-yargi-durup-dururken-yoldan-gecen-birini-almiyor-degil-mi


Sahte pasaportlar Avcı'nın 23 yıllık sırrını açığa çıkardı


"Devrimci Karargah" operasyonunda tutuklanan Emniyet Müdürü Hanefi Avcı'nın evinde bulunan sahte ve kimlik ve pasaportlar, 23 yıllık bir sırrı ortaya çıkardı. Avcı, PKK'ya operasyon için iki kez Suriye'ye gitmiş.

İSTANBUL - Yazdığı "Haliç'te Yaşayan Simonlar" kitabının ardından "Devrimci Karargah" soruşturması kapsamında tutuklanan eski Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı'nın, Eskişehir'de henüz boşaltmadığı lojmanda yapılan aramada sahte kimlik ve pasaportlar bulundu.

Kimlik ve pasaportların üzerinde bulunan fotoğrafların Emniyet Müdürü Avcı'nın 23 yıl önceki haline ait olduğu bildirildi.

Sözkonusu dönemde Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürü olarak görev yapan Hanefi Avcı'nın o zaman kendisine verilen gizli bir devlet görevi nedeniyle düzenlendiği kaydedildi.

Bu pasaport ve kimliklere ait kayıtların devlet arşivlerinde ne için düzenlediği konusunda kayıtlar olduğu da belirtildi.

AVCI: ARŞİVLERDE VAR
Hanefi Avcı, tutuklu bulunduğu Silivri F Tipi Cezaevi'nde ziyaretine gelenlere, "sahte evrak" iddiaları konusunda da açıklamada bulundu.

Sahte olduğu iddia edilen ve kendisinin resmi bulunan ancak başka isimler adına düzenlenmiş pasaportların resmi görev gereği kendisine verildiğini söyleyen Avcı, "İstihbarat elemanı olarak Suriye'ye iki kez bu pasaportlarda giriş yaptım. Bu görevlerle ilgili belgeler arşivlerde duruyor" dedi.

Avcı, mahkemedeki ifadesinde de bu sorunun kendisine sorulduğunu ve gerekli açıklamayı yaptığını ifade etti.

EŞİ: ÇARPITMA VE YALAN
Hanefi Avcı'nın eşi Şenay Avcı ise evde bulunan 2 tabanca ve 1 Kalaşnikof tüfeğin bazı gazetelerde ruhsatsız olduğunun yazıldığını, arama yapan ekiplere bunların ruhsatlarının gösterildiğini söyledi.

Şenay Avcı, " Bu kadar çarpıtmayı ve yalanı nasıl yazabiliyorlar anlamıyorum" dedi.

http://www.ntvmsnbc.com/id/25137056/
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Doğrusu ya, Hanefi Avcı'nın niye böyle bir kitap yazdığını, mesleki çekişmelerden mi, özel hayatından mı, bilmediğimiz başka bağlantılardan mı yoksa samimi endişelerden mi kaynaklandığını bilmiyorum.

Ali Bayramoğlu'nun önceki gün Neşe Düzel'e söylediği gibi "dürüst" bir adam olduğu, Susurluk'un ortaya çıkarılmasında önemli rol oynadığı biliniyor.

Ama Avcı netice itibariyle bir istihbaratçı ve istihbaratla samimiyet pek elele giden kavramlar değil.

Hele böylesine ortalığı karıştıracak bir kitap bir istihbaratçı tarafından yazılıyorsa, bunun arkasında bir hesap olduğunu tahmin etmek çok zor olmaz.

O hesabın ne olduğunu da ancak işin içindekiler bilir.

Alper Görmüş'ün dün yazdığı gibi kitabın iki ayrı bölümünde iki ayrı Ergenekon tarifi var.

Birbirleriyle tümüyle zıt tarifler bunlar.

Aynı kitabın içinde bu kadar "görüş" farkı olması, insanın aklına "iki ayrı yazar" fikrini getiriyor haliyle.

Acaba söylentiler doğru mu, birinci bölümünü Avcı, ikinci bölümünü başkası mı yazdı diye düşünüyorsunuz.

Gene de bütün bunların hiçbirinin doğru cevabını şu anda bilmiyoruz.

Benim açımdan bütün bunlardan daha ilginç olanı Hanefi Avcı'nın, Dink cinayetinde, Danıştay cinayetinde "derin devleti" aklamak için şaşırtıcı bir çabaya girişmesi.

Neden Dink cinayetini "üç beş çocuğun" üstüne yıkmaya çalıştığı çok kurcalanacak.

Avcı, kitabının ikinci bölümünde Ergenekon'u da "önemsiz" göstermeye uğraşıyor.

Ergenekon'un üstüne gidenler ise Fethullahçı damgası yiyor kitapta.

En çok dikkatimi de bu çekti.

Çünkü bu yaygın bir propaganda, çok sık söyleniyor.

"Aslında Ergenekon yok, Fethullahçılar orduyu yıpratmak için Ergenekon'u kullanıyor" görüşü sık sık tekrarlanıyor.

Ergenekon diye bir şey olmadığını, Danıştay cinayetini çözerek, Dink cinayetinin arka planını ortaya çıkartarak, darbe planlarının kimler tarafından hazırlandığını ortaya koyarak, topraklardan çıkan silahları oraya kimin gömdüğünü belirleyerek kanıtlayamıyorlar.

Bunları ortaya çıkardıkça Ergenekon da ortaya çıkıyor çünkü.

Silahların, suikastların, darbe planlarının "maksatlı biri tarafından uydurulduğunu" söylemek zorundalar.

Bu kadar büyük işleri yapabilecek bir derin devlet var bu ülkede.

O zaman "derin devlet" kadar güçlü başka bir "güç" icat etmek gerekiyor.

O güç de Fethullahçılar.

Kim Ergenekon'un üstüne gitse Fethullahçı damgası yiyor.

Ergenekon'u koruyabilmek için ellerindeki tek "propaganda malzemesi" bu.

Ergenekon yok, Fethullahçılar var.

Balyoz'u Fethullahçılar yazdı, darbe planlarını Fethullahçılar yaptı, Dink cinayetini Fethullahçılar abarttı, Danıştay cinayetini Fethullahçılar bir örgüte bağladı, silahları Fethullahçılar gömdü, Kafes planını Fethullahçılar yazdı, Koç müzesindeki denizaltına bombayı Fethullahçılar koydu.

Bu ülkede bir devlet, bir derin devlet var, ordu var, jandarma var, istihbarat var, medya var, neden bunca güç, bu suçların Fethullahçılar tarafından işlendiğini kanıtlayacak tek bir belge bile çıkartmıyor?

Neden hep devletin içindeki Ergenekoncular planlarıyla birlikte yakalanıyor da, onlara "suç attığı söylenen" Fethullahçılar yakalanmıyor?

Ya Fethullahçılar çok akıllı ve güçlü, devlet, ordu, istihbarat, polis, yargı, medya çok aptal ve güçsüz...

Ya da bu teoriyi destekleyenler tamamen uyduruyorlar.

Hangisi?

Bu ülkede Fethullahçılar olmasaydı Ergenekon diye bir şey olmayacak mıydı?

6-7 Eylül'ü, Kahraman Maraş'ı, Çorum'u, Sivas'ı, Susurluk'u da Fethullahçılar mı uydurdu, 1993'teki cinayetleri Fethullahçılar mı işledi?

Onlar neydi? Onları kim yaptı?

Fethullahçıların "çok tehlikeli" olduğunu söyleyenlerin samimiyetine ancak Ergenekon'un "varlığını ve yarattığı tehlikeyi" kabul ettiklerinde inanırım.

Aksi takdirde onların bir "çeteyi" aklamak için bir cemaatin imajını kullandıklarını düşünürüm.

Avcı için de aynı şeyi düşünüyorum doğrusu.

ahmetaltan111@gmail.com
http://taraf.com.tr/ahmet-altan/makale-avci-ve-ergenekon.htm
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

Avukat

Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Devrimci Karargah örgütü soruşturması kapsamında tutuklanan eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı'nın kitabındaki iddialara ilişkin önemli açıklamalar yaptı.

Avcı'nın bakanlıkta müşteki sıfatıyla 20 Eylül'de ifade verdiğini vurgulayan Ergin, Avcı'nın iddialar konusunda somut herhangi bir şey söylemediğini belirtti. "Duyduğuma göre, anladığıma göre, zannediyorum, öyle olduğunu düşünüyorum gibi insanları itham eden değerlendirmeleri var. Soruşturma organları, makamları, yargı organları muğlâk ifadelerle insanların şahsiyeti ve onuruyla oynayamaz." diyen Ergin, ortaya atılan iddiaların ispatlanmasının önemli olduğunu söyledi.

Adalet Bakanı Sadullah Ergin, NTV'de dün katıldığı programda Devrimci Karargah örgütü soruşturması kapsamında tutuklanan Emniyet Müdürü Hanefi Avcı'nın iddialarına ilişkin Bakanlığın yürüttüğü soruşturma hakkında bilgi verdi. Ergin, Avcı'nın kendisiyle yaptığı görüşmede sadece birkaç telefon numarası vererek yakınları ve kendisinin usulsüz dinlendiğini söylediğini, ancak kitaptaki iddialarının daha geniş olduğunu kaydetti. "Sanki onlar da benimle paylaşılmış da bakanlık bunlara bir şey yapmamış gibi bir algı var." diyen Ergin, önemli olanın ortaya atılan iddianın ispatlanması olduğunu vurguladı.

Avcı'nın iddiaları üzerine bakanlığın inceleme başlattığını hatırlatan Bakan Ergin, kendisine de sürecin başladığına dair resmen yazılı bilgi verildiğini anlattı. Ergin, şunları kaydetti: "Ama buna rağmen kendisi bakanlığımızın da içerisinde bulunduğu kurumları itham etmeye devam etti. Bu incelemeler kapsamında kendisini müşteki olarak davet ettik. 20 Eylül'de Adalet Bakanlığı'na geldi. Kitabındaki bilgi-bulgu ve şikâyetlerini anlatması istendi. Ancak bu müşteki sıfatıyla beyanlarında yine somut herhangi bir şey söylemedi... Duyduğuma göre, anladığıma göre, zannediyorum, öyle olduğunu düşünüyorum gibi insanları itham eden değerlendirmeleri var. Soruşturma organları, makamları, yargı organları muğlâk ifadelerle insanların şahsiyeti ve onuruyla oynayamaz. Buna ilişkin kendisinden alınan beyanlarından sonra birkaç gün içerisinde yeni bilgiler verebileceğini ifade etmişti ama bu arada tutuklama olayı gerçekleşti. Tutuklamadan sonra da bizim muhakkikliğimiz İstanbul'da vereceği yeni bilgiler için yine bilgisine savcılık aracılığıyla 1 Ekim'de başvurdu. Orada da yeni bilgi ve bulgu vermedi. Belli isimleri itham ediyor, varsa bilgi, bulgu şahit bizimle paylaşın ki, bir soruşturma yapıyoruz. Ama yine somut bir şey yok. İlişkileri araştırılsın, söylediği şey bu."

'İnsanları zan altında bırakmak en büyük zulümdür'
Avcı'nın hakkında ithamlar dile getirdiği kişilerin kendi hukuklarını korumak için harekete geçebileceğini vurguyan Bakan Ergin, "Bir iddiayı ortaya attığınızda insanların kişilik haklarını zedeliyorsunuz. İnsanları zan altında bırakmak en büyük zulümdür." ifadesini kullandı.

Bakan Ergin, Avcı'nın kitabındaki iddiaların yanında, kitabın yazılışıyla ilgili de çok sayıda iddia bulunduğuna dikkat çekti. Ergin, "Kitaba monteler yapıldığı iddiaları var. 'Hanefi Avcı başına gelecekleri biliyordu, o yüzden bunları yaptı' diyenler var.

Dezenformasyonun yoğun olduğu bir dönemde hiçbir iddia üzerine hüküm kuracak durumda değiliz. Bu iddiaların hepsini soruşturmayı yapan kişiler değerlendirecektir. Biz de konunun mevzuata ilişkin ilerlemesini izleyeceğiz. Bu kadar bilgi kirliliğinin olduğu yerde iddialar iddia olarak kalacak. Esas olan soruşturma sonucunda çıkacak karardır." diye konuştu.

Avcı'yı cezaevinde ziyaret eden ve ardından açıklama yapan CHP milletvekilleriyle de ilgili olarak, "CHP milletvekillerinin açıklamalarını tasvip edemeyiz. Milletvekillerin bu şekil taleplerini karşılamaya çalışıyoruz. Ancak bu arkadaşlar yine kanunlara karşı geldi. Artık kendilerine izin vermemiz çok zor. Ancak bu durum sadece bu arkadaşlarımız için geçerli." dedi.

http://www.zaman.com.tr/wap.do?method=getHaber&haberno=1036994&bolumno=1&altbolumno=&sirano=1&sayfa=

Avukat

Özel Yetkili İstanbul Cumhuriyet Savcısı Mehmet Berk, ''Haliç'te yaşayan Simonlar Dün Devlet Bugün Cemaat'' adlı kitabında, kendisi hakkındaki anlatımları nedeniyle, tutuklu Emniyet Müdürü Hanefi Avcı hakkında 100 bin TL'lik manevi tazminat davası açtı.

Savcı Berk'in avukatı tarafından Küçükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesine sunulan dava dilekçesinde, Hanefi Avcı'nın ''Haliç'te Yaşayan Simonlar Dün Devlet Bugün Cemaat'' adlı kitabındaki gerçeğe aykırı ifadeler nedeniyle, Berk'in, toplumun husumet ve hakaretine maruz bırakıldığı, gerçek dışı tahkir ve tezyif edici, haksız, hukuka aykırı beyan ve isnatlarla açıkça şeref ve saygınlığının rencide edildiği öne sürüldü.

Mehmet Berk lehine 100 bin TL'lik manevi tazminata hükmedilmesi istenen dilekçede, Berk'in kişilik haklarının korunabilmesi için söz konusu kitabın piyasadan toplatılması hususunda tedbir kararı verilmesi talep edildi.

http://www.haber7.com/haber/20101015/Savcinin-talebi-Avcinin-kitabi-toplansin.php

kilimanjaro

Devrimci Karargâh terör örgütüne 'yardım ve yataklık'tan tutuklanan eski polis müdürü Hanefi Avcı hakkında İçişleri Bakanlığı'nın incelemesi tamamlandı.

İçişleri Bakanlığı Mülkiye müfettişleri, hazırladıkları raporda, Avcı hakkında iki ayrı ceza talep etti. Raporlarda 'terör örgütüne yardım ve yataklık'ta bulunduğu iddia edilen Avcı'nın polislik mesleğinden ihracı talep edildi. Avcı hakkında ikinci bir suçlama ise basına verdiği demeçler nedeniyle geldi. Bu suçlama nedeniyle de Avcı hakkında, ihraç cezasının bir altı olan 24 ay kıdem durdurma talep edildi. Müfettişlerin hazırladığı rapor önümüzdeki günlerde Emniyet Genel Müdürlüğü Yüksek Disiplin Kurulu'nda ele alınacak. Kurul müfettişlerin talebi doğrultusunda Avcı'ya verilecek cezayı karara bağlayacak. Bu arada, Hanefi Avcı hakkında yeni iddialar gündeme geldi. Müfettişler Avcı'nın Eskişehir Emniyet Müdürlüğü döneminde karısı Şenay Avcı'ya şoförlü makam aracı tahsis ettiğini, kendisine tahsis edilen hizmet aracını da özel işlerinde kullanarak Taşıt Kanunu'na aykırı davrandığını saptadı. Avcı'nın aynı dönemde Polis Evi'nde görevli bir personeli Emniyet Müdürlüğü lojmanında da usulsüz çalıştırdığı da ortaya çıkarıldı. SEDAT GÜNEÇ ANKARA

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1071463&title=icisleri-bakanligi-mufettisleri-hanefi-avcinin-meslekten-ihracini-istedi
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Özel yetkili Ankara Cumhuriyet Başsavcıvekilliği, tutuklu Emniyet Müdürü Hanefi Avcı'nın ''Haliç'te Yaşayan Simonlar, Dün Devlet Bugün Cemaat'' adlı kitabı üzerine, Fethullah Gülen ile kitapta ismi geçen O.H.Ö. hakkında, ''Anayasal düzeni değiştirmek amacıyla suç örgütü kurmak ve bu örgüte üye olmak'' iddialarıyla başlattığı soruşturma sonucunda ''kovuşturmaya yer olmadığına'' karar verdi.

Kararda, ''Kitapta belirtilen hususların soyut iddiadan ibaret olduğu ve delile dayanmadığı'' ifade edildi.

Özel yetkili Ankara Cumhuriyet Başsavcıvekilliği, Avcı'nın kitabını ihbar kabul ederek, Fethullah Gülen ile O.H.Ö. hakkında 20 Ağustos 2010'da soruşturma başlatmıştı.

Edinilen bilgiye göre, ''Anayasal düzeni değiştirmek amacıyla suç örgütü kurmak ve bu örgüte üye olmak'' iddialarıyla yürütülen soruşturma sonucunda ''kovuşturmaya yer olmadığına'' karar verildi.

Kararda, kitap ile Avcı'nın başsavcıvekilliğine 29 Ağustos 2010'da verdiği 6 sayfalık ifadesi özetlendi.

Avcı'nın, bazı emniyet yetkilileri hakkındaki soruşturmaların ''cemaatin yönlendirmesi sonucunda yapıldığı'' yönündeki iddiaları anımsatılan kararda, bu kişilere ilişkin iddianamelerin incelendiği, bunlara ilişkin soruşturmaların önceden başlatılan projeli soruşturmalar olduğu, teknik takipler yapıldığı, sonrasında operasyon düzenlenerek, soruşturmaların sonuçlandırıldı anlatıldı.

Kararda, Avcı'nın kitabında ve ifadesinde bahsettiği konuların somut delillere dayanmadığı, kişi ve yer belirtmeksizin soyut iddiadan oluştuğu ifade edildi.

Soruşturma kapsamında Emniyet Genel Müdürlüğüne yazılan yazıya, ''Kayıtlarımızda yapılan araştırmada 5237 sayılı TCK ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında Fethullah Gülen cemaati adı altında bir örgüte rastlanılmamıştır'' cevabı verildiği bildirilen kararda, O.H.Ö. ve kitapta bahsedilen diğer konularda araştırma yapılması için Emniyet Genel Müdürlüğüne yazı yazıldığı aktarıldı.

Buradan alınan ve 3 mülkiye müfettişi ile 1 polis müfettişi tarafından düzenlenen 9 Mayıs 2011 tarihli 105 sayfalık raporda, üst düzey emniyet görevlileri ile kitapta ismi geçen başka emniyet görevlilerinin ifadeleri doğrultusunda, iddialar hakkında adli ve idari yönden yapılacak bir işlem olmadığına karar verildiğinin anlaşıldığı bildirilen kararda, ayrıca Mülkiye Başmüfettişi ile Dernekler Denetçisince düzenlenen 9 Mayıs 2011 tarihli raporda, kitabın 559. sayfasında bahsedilen iddialar konusunda herhangi bir işlem yapılmasına gerek olmadığına karar verildiğinin görüldüğü bildirildi.

O.H.Ö'NÜN EVİNDE ARAMA YAPILDI

Kararda, O.H.Ö'nün 25 Ekim 2010'da alınan 2 sayfalık ifadesi özetlendi. O.H.Ö'nün, şahsıyla ilgili kitaptaki hiçbir iddiayı kabul etmediği belirtilen kararda, mahkeme kararıyla O.H.Ö'nün ev ve iş yerinde yapılan aramada ve bilgisayarının incelenmesinde herhangi bir suç delili bulunamadığına yer verildi.

Kararın son bölümünde, şunlar denildi:

''Hanefi Avcı'ya ait kitabın tamamının ve özellikle cemaat isimli bölümünün Hanefi Avcı tarafından Cumhuriyet Başsavcıvekilliğimize verdiği ifadenin ve dosya içerisindeki diğer delillerin incelenmesinde, iddiaların soyut iddialar olup, somut herhangi bir delil ve belgenin sunulmadığı, iddiaların genel olarak yazarın kendi düşünce ve kanaatlerine dayandığı, kendisine geldiğini iddia ettiği bilgi ve belgelerin nereden, kimin tarafından gönderildiği konusunda net bilgiler vermediği, bu nedenlerle kitapta belirtilen hususların soyut iddiadan ibaret olduğu, bu nedenle şüpheliler hakkında kamu davası açmaya yeterli ve inandırıcı başka deliller de bulunmadığından, şüpheliler hakkında, 'Anayasal düzeni değiştirmek amacıyla suç örgütü kurmak ve bu örgüte üye olmak' iddiaları nedeniyle kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi.''

http://www.haber7.com/haber/20110527/Fethullah-Gulen-icin-sorusturmada-karar-cikti.php
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

17 Aralık 2013'te yargı eliyle başlatılan operasyon, devamında yaşanan olaylar ve Başbakanın "paralel devlet" söylemlerinden sonra akıllara Hanefi Avcı ve yazmış olduğu kitap geldi. Yeni Şafak Gazetesi'nden Ali Bayramoğlu, Hanefi Avcı'yı Silivri'deki hapishanede ziyaret ederek güncel olaylarla ilgili görüşlerini sordu. İşte o çarpıcı röportaj:

Hanefi Avcı'yla Silivri'de

Hükümet-cemaat kavgası, özellikle cemaatin yargı üzerinden yaptığı salvolar pek çok adli süreçle ilgili soru ve kuşkuları tekrar akla getirdi.

Cemaatin emniyet ve yargı içinde keyfi ve kendi hesabına girişimleriyle ilgili pek çok ciddi kanıt, şüphe var ve bu işin pek çok mağduru var.

Şüphe yok ki Hanefi Avcı bunların başında geliyor. 2010'da yayınladığı 'Haliç'te Yaşayan Simonlar, dün devlet, bugün cemaat' başlıklı, cemaati sorguladığı, pek çok yönüyle teşhir ettiği kitabı onu bir anda cemaatin 'hedef'i yapmıştı.

Fethullah Gülen, Avcı için o günlerde, 'Son günlerde emniyet teşkilatından birisinin 'falan yerde kadrolaşma' gibi çok yakışıksız iddiaları oldu. Allah taksirâtını affetsin, Allah insanları cehenneme gitme yoluna düşürmesin...' diyordu.

Tutuklandı Avcı. Solcu ve Ergenekoncu ilan edildi. Kitabı delil oldu.

Avcı tutuklandığı zaman bu köşede şunları söylemiştim:

'Bir emniyet müdürü 'teşkilat içinde, özellikle istihbaratta cemaat örgütlenmesi var, beni bile dinliyorlar' diyen bir kitap yazmakta, bir süre sonra, 'bir kadınla ilişkisi olduğuna ve bu yüzden izlendiğine dair bilgiler gazetelere servis edilmekte', ardından 'silahlı bir sol örgütle dolaylı teması olduğu iddiasıyla tutuklanmakta'... Avcı'nın tutuklanması her yönüyle izaha muhtaçtır...'

Kimi basın organlarında uğradığı itibarsızlaştırma ve kişilik katli girişimlerine, 'solculara işkence yaptığı günlerle özdeş kılınma' çalışmalarına rağmen Avcı, bu tarihten itibaren cemaatin adli imkanları kendi hesabına kullanmasını ve bunun mağduriyetini simgelemeye başladı.

Susurluk döneminde çeteler düzenini ifşa eden, TBMM Araştırma Komisyonu'nda, PKK'nın ve destekçilerinin imhası için yasa dışı operasyon birimlerinin Emniyet, MİT ve ordu içerisinde aynı kollardan kurulduğunu ortaya koyan adam, emniyet içinde yeni kuşak için idol haline gelmiş, doğruculuğuyla bilenen muhafazakar bir polis, Hanefi Avcı, 2013 Temmuz'nda Devrimci Karargah davasından, solculuktan 15 yıla mahkum edildi.

O ceza bana şu satırları yazdırmıştı:

'Susurluk devletinin egemen olduğu o dönemde bile bugün olduğu gibi 'ödüllendirilme'ye yeltenilmedi Avcı. Kendi ifadesiyle 'devlet dönemi'nde dahi bu türlü 'cezalandırılamadı. Devlet ile cemaat arasındaki usül ve güç farkı mı diyelim?..'

Geçen hafta salı günü, Adalet Bakanı'nın verdiği izinle, Silivri'ye Hanefi Avcı'yı görmeye gittim. Konuşmak, son olayları değerlendirmek, duygu ve kanaatlarını aktarmak için... Aşağıda okuyacağınız satırlar onunla yaptığım görüşme ve daha sonra onun bana yolladığı kimi notlarla ortaya çıktı.

Açık görüş yaptık Avcı'yla. İki ayrı koridorda iki ayrı kapısı olan, dar camekanlı bir odada, odayı ikiye kesecek şekilde monte edilmiş ince bir masaya benzeyen sabit bir rafta karşı karşıya oturduk. Kapılar üzerimize kitlendikten sonra 1 saatimiz vardı. Benim geldiğimi 10 dakika önce öğrenmişti, kaptığı kimi dosyalarla gelmişti görüşe. Anlatacağı, anlatmak istediği çok şey vardı doğal olarak, kendi davası üzerinden haksızlık ve hukuksuzluklar görülsün istiyordu. Anlatıyor, anlatıyordu. Olaylar, kişiler, dosyalar, kanun maddeleri...

POLİS YARGI DIŞARIDAN KOORDİNE EDİLİYOR

Bir ara durdurdum Hanefi Avcı'yı...

'Şu an yaşananlar karşısında ne hissediyorsunuz, haklı çıktınız, haklı çıktığınızı hükümet de gördü' dedim. Şöyle cevapladı beni:

'Haklı çıktım diye gram kadar sevindiğim yok. Bilinen, görünen bir şeydi. Bugün yaşananlar ülke için, insanlar için sıkıntılı bir durum. Bundan herkes zarar görecek. Hükümet de cemaat de, özellikle cemaat. Ama olumlu düşünecek olursak, bunun sayesinde belki bazı şeyler yerli yerine oturur. İnsanlar zamanla başka gerçekleri görüyor. Eskiden ben ve çevrem cemaatin verdiği eğitim hizmetini her şeyden değerli, her şeyden önemli görürdük.. İstihbarat için, telefon dinlemeler için de aynı şey oldu. Ben bunları suç takip için çok önemli görürdüm. Ancak yeri geldiği zaman bunun ne kadar sorun yaratabileceğini, nasıl kötüye kullanabileceğini, nasıl haksızlığa yol açabileceğini de gördüm...'

Şu an yaşanan büyük gerilimi nasıl değerlendirdiğini sordum Avcı'ya:

Yanıtı şu oldu:

'Bu olayın adı ne, nasıl tanımlamak lazım ve kim haklı? Bu sorulara cevap vermek için önce şu an ki durum ne onu bir tam tespit etmek gerek. Geçmişime bakıldığında her iki tarafa da en yakın kişiyim, samimi, içten, onlarla gönül bağı olan, aynı değerlere inanan, özel dünyamda aynı yaşam biçimini arzulayan biriyim. Bu yetiştiğim çevremden, özel yaşamımdan, yakınlarımdan bilinen, anlaşılan bir halimdir. Bugün ise her ikisinden de ağır cezalar gördüm. Cemaat uydurma iddialar, iftiralar ile bana ceza davaları açılmasında etkin oldu, hükümet ise haksız yere birkaç defa meslekten, memuriyetten ihraç ve onlarca disiplin cezası verdi.

Ama bugün durum şu: Hiçbir ülkede hiçbir iktidar kendi kurumlarının dışarıdan birilerince yönetilmesine ve kendi menfaatleri için kullanmasına müsaade edemez. Hatta cemaatin kendi elemanlarının kurduğu bir iktidar bile olsa, kendi kurumlarını ve memurlarını kendisi yönetmek ister. Dışarıdan kendi cemaatinden birilerinin karışmasına razı olmaz. Hangi iktidar olursa olsun bu mücadeleyi yapmak zorunda.

Peki 'bugünkü noktaya gelineceğini bekliyor muydu Hanefi Avcı?'

'Üç yıldır hapisteyim. Uzaktan bakmak bazen iyi olabiliyor. Az bilgiyi iyi kullanabiliyorsunuz mesela. Bazı gelişmeleri baştan gördüm. Özel Yetkili Mahkemelerin buraya kadar geleceğini görüyordum. 2012'ye kadar tüm önemli soruşturmaların tüm tutuklama kararları aynı mahkemenin nöbetçi olduğu gün veriliyor. O gün başlıyor süreç. Hep aynı mahkeme, 10. Ağır Ceza Mahkemesi. Böyle bir tesadüf olabilir mi? Bunu görüyordum. Mahkeme heyetlerinde yargıçlar arası fikir, yorum farkları olur. Ama Özel Mahkemelere bakıyorsun, hiç yok. Hep aynı görüş, hepsi aynı fikirde. Böyle bir şey olamaz. Bunu görüyordum. Her soruşturmaya gizlilik kararı veriliyor ve sonuna kadar kaldırılmıyor. Bunu görüyordum. Örneğin bir kez kaldırılması için başvurdum. Bir hakim, 'mevzuatta yoktur, gizlilik kararı kaldırılamaz' kararı verdi. Daha sonra itiraz edince mahkeme heyeti, bu kararın yanlış olduğunu söyledi ama, o kararı veren hakim, Ömer Diken, 10. Ağır Ceza Reisi yapıldı...'

Bu, 'organizasyon', bu 'mekanizma' nasıl işliyor?

'Polisle adliye birlikte çalışmıyor. Her ikisini de dışarıda cemaatin yönetici kadroları koordine ediyor her ikisi de dışarıda cemaat yöneticilerinin emir ve talimatıyla iş yapıyor....' diyor Avcı...

Şöyle devam ediyor:

'Kamu kurumunda çalışan her kişi kendi elde ettiği bilgileri, cemaate aktarıyor. Bu yukarıda birleştiriliyor. Büyük bir havuz oluşturuyorlar. Sonra kime dava açılacak, kim tutuklanacak yukarıda karar veriyorlar. Önce olayı kendileri yakın medya üzerinden sızdırıyorlar. Sonra polis savcının işini yapıyor. Tespit tutanağı fezlekeye geçiyor. Fezleke iddianameyee dönüyor. Örneğin bir dilekçe veriyorsun ya da soruşturma başlıyor. Öne arkaya kaydırarak belli kişi ve makama denk getiriliyor. Savcılar şikayet dilekçilerini dikkate almıyor. Tanık üretiliyor. Bu adamların çalışma biçiminin gösterilmesi lazım. Binlerce insan dinlenmiş kimsenin haberi yok'.

HÜKÜMET GEÇ KALDI

Şu örnekle bugün tartışılan HSYK'da gönderme yapıyordu:

'Ben bir şikayetimi HSYK'ya gönderdim. Gülersin, cevap iki sene sonra geldi. Bir yargıca havele etmişler, o da reddetmiş başvurumu. Ama vahim olan şu: Yargıçın verdiği dosya numarası benimki değil, bir başka numara. Dosyaya bile bakmadan reddetmiş talebi... Polis- savcının ve hakimin yaptığı hukuka aykırılıklar HSYK şikayet ediliyor ama aylar yıllar geçiyor hiçbir işlem yapılmıyor. Suç olduğu sabit belgeli hususlarda bile iki yıldan önce HSYK cevap vermiyor.'

Aslında nereden nereye gelindi. Silivri'ye gitmeden önce fikrini almak istediğim Ruşen Çakır, 'Beşir Atalay'ın İçişleri Bakanlığı zamanında Avcı'nın Emniyet Genel Müdür Yardımcısı yapılacağı söyleniyordu', diye bir hatırlatma yaptı...

Sordum bunu Avcı'ya.

Bakan Eskişehir'den beni Ankara'ya almak istedi. Daire başkanlığı önerdiler ama o zaman bu uygun olmazdı. Bakanın yanında olmam için bir formül aranıyordu. Bulunamadı. Ama o esnada cemaat haber gönderdi. Ankara dışına çıksın da nereye giderse gitsin diye...'

Bakanla konuşmalarını anlatırken aslında cemaatle ilgili derinlik meselesini de anlatıyordu.

Bakana anlattım o zaman, cemaat yapılanması sizin tahmininizden çok derin diye. Cemaat tüm bilgilere hakim. MİT'in, Emniyet'in, Maliyenin bilgileri ellerinde. Bu, büyük bir güçtür dedim. Bunun üzerine gidilmesini, denetim yapılmasını, yoksa büyük sorunlar doğabileceğini söyledim. Temelde istihbarat dairesi vardır. Sizin haberiniz olmadan, dinleyen kim adına dinliyor. Buna kim karar vermiş. Şube müdürü olabilir mi? Olmaz. Dışarıdan birileri talimat veriyor. İşte bunlardan birisi Kozan'lı Ömer...'

Hükümetin sorumluluğunu her fırsatta hissettiriyordu Avcı:

'Bir hüsnüniyet var bunlara karşı. O yüzden her şeyi yapabiliriz havasına girdiler. Hükümetin hoşgörüsüyle, görmezden gelmesiyle, bir iki ihlale göz yummasıyla iyice cesaretlendiler, ciddi hukuksuzluklar üretmeye kadar gittiler. Sahte delil üretmeye başladılar.'

En iyi bildiği konuyu emniyet istihbaratın altını özellikle çiziyordu:

'İşin çapı büyük. Cemaat kendi parasıyla dinleme cihazı alıp bunları emniyet istihbaratta tutup kullanıyor, TİB'de kendi kanallarıyla dinleme yapıyorlar. Sahtecilik operasyonunu onlar yapıyor. İzmir (casusluk) süreci bir reziliktir. Cemaatin istihbarattaki adamları, istihbaratın kendi fişlerini, kendileri için hazırladıkları fişleri seçip subayların bilgisayarına koymuşlar. Bir istihbaratçı olarak, bu adamları yetiştirmiş biri olarak, bunu görür görmez anlarım.'

İŞİN ESASI TEHLİKEYİ GÖRMEKTİR

Sonra şu kritik sorulara geldik:

Siz dışarıda olsanız işin başına getirilseniz, nasıl temizlerdiniz bu işi?

' İşin yüzde 90'lık kısmı tehlikeyi görmektir. Hükümet zamanında bunu görmedi ve büyük hata yaptı. Epey süredir Türkiye, resmi kurumları ve uygulamaları dışarıdan yönlendirilerek yapılan vahim olaylar yaşıyor. Polis-yargı bu sahada en hayati kurumlar. Kasıtlı hukuk ihlalleri yapıyorlar; insanlar, bu anormalliği normalleştirmeye, kanıksamaya, kabullenmeye itiliyor. Sanki polisi- yargıyı dışarıdan yönetmek, sahte deliller uydurmak, keyfi kararlar normalleştiriliyor. Onun için bugün en önemli safha olan olayın boyutunun yönetimce iyi algılandığı kanaatindeyim. Bu konunun çözümü konusunda en önemli şey, tabii ki keşke daha önce kitabı yazdığım zaman müdahil olunsa idi, o zamandan bu yana bu yapı çok genişledi, emniyette, tüm istihbaratta, KOM'da (Kaçaçılık ve Organize Suclar) nerdeyse ful denecek hale geldi, hemen hemen tüm istihbarat ve KOM şubelerine cemaat kadroları hakim oldu, tahribat arttı, cemaatin tayin terfi etkisini gören çok kişi de menfaati için o tarafa kaydı...'

Tehlikenin görüldüğü artık açık, şimdi ne yapmalı?

Evet, şimdi olayın halka anlatılması gerekir. Ben yaşamasam inanmazdım devletin kendi insanını sahte delil yaratarak suçlayacağını... Göstermek lazım, karşımızda görevini yapmaya çalışan bir polis–yargı düzeni yok. Hukuku tanımayan, ülkeyi ve devleti nereye getireceğini göremeyen, devleti devlet olmaktan çıkaran, devlete, yargıya-polise güveni yok eden bir çalışma biçimi ve yapı var. Gerçek yaşanan hukuksuzlukları halk tam bilmiyor onun için öncelikle bu konuda yapılan hukuksuzlukların ortaya konması gerekiyor. Bunu özellikle cemaatin tabanının görmesini sağlamak lazım. Cemaat polisleri, savcıları yaptıklarını devlet için yapmıyorlarsa, kimin için yapıyorlar, neden yapıyorlar sorusuyla anlatmak çok önemli. Özellikle cemaat tabanının bunları görmesi, soru sorması sağlanmalı.

Yöntemi ne olacak bunun?

Bence yöntem, sahtecileri ve sahtekarlıkları ortaya çıkarmaktır. Onları kendi evraklarıyla, işlemleriyle kıstırmaktır ve teşhir etmektir. Bu mümkün. Oda TV davası bende olsa, davayı ters çevirsek, ben bizi suçlayanların hepsinin sahtekar olduklarını ispat ederim, mahkum olmalarını sağlarım... İzmir soruşturması, casusluk davası bir reziliktir. Cemaat polisi kendi topladığı istihbarat bilgilerini almış, askerlerin bilgisayarlarına koymuş... Bunu teşhir etmek lazım...

'Bu sorunu çözmek için işin başına getirilseniz' dediğim zaman Avcı'nın girizgahı ruh halini göstermesi bakımından önemliydi. Bunca ağır siyasi meselese içinde bir ayrıntı gibi görünse de, bu ruh hali, haklılığı tescil edilmiş bir kamu görevlisinin iç dünyasına ve beklentilerine işaret ediyordu. Avcı böyle bir görevi neden almayacağını anlatırken, hapisteki bir tutukluyla değil, görev başındaki ya da göreve kısa ara vermiş bir emniyet müdürüyle koşuyor gibi hissettiriyordunuz kendinizi.

Şöyle:

' Böyle bir olayda birkaç sebepten görev almak istemem. Birincisi ben açıktan bu işe karşı biliniyorum, her yaptığım ön yargıyla taraflı anlaşılır halbuki bu mücadele herkesçe adil kabul edilecek şekilde olmalı. İkincisi bu işte karşıya çıkacak insanların çoğunu tanıyorum bir kısmı yanımda çalışmış kişilerdir ben eskide bir kişiyi dost kabul etmiş isem bu gün o bana kötülükte yapsa ben ona karşı hiçbir zaman zarar verecek işte bulunmak istemem. Üçüncüsü benim birikimim görev anlayışım hep devleti açıkta hedef alan terör gruplarına karşı olmuş, bu tür gruplara karşı personel tahkikatları konusunda uzmanlaşmış insanlara ihtiyaç vardır.

Söyledikleri önemli Avcı'nın, Dün uyardı, bugün yaşanıyor, yarına dair soru işaretleri taşıyor...

Ve hepsinden önemlisi bu adam bir öfke, intikam nedeniyle hala içeride yatıyor.

Tam mağduriyeti simgeliyor.

Makarayı nasıl ve ne kadar geriye sarmak gerektiğine işaret ediyor...

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/AliBayramoglu/hanefi-avciyla-silivride/48122




Avcı'dan cemaate: Bir düşünün ne yapmak istiyorsunuz?, Ali Bayramoğlu, Yeni Şafak

Hem deneyimli bir istihbaratçı, hem deneyimli bir 'cemaat mağduru' olan Hanefi Avcı'nın gözleri 'cemaat'in üzerinde. Avcı, cemaat yapılanmasını derinlemesine ilk gören, bunun tehlikesine ilk işaret eden isim değil sadece, aynı zamanda bunlara cesaret ettiği için 3 yılı aşkın süredir manasız suçlama ve saçma iddialarla hapiste tutulan biri.

Avcı'nın gerek görüşmemiz esnasında, gerek daha sonra avukatı Emin Arslan ile gönderdiği notlardaki değerlendirmeleri 'kim haklı kim haksız sorusu'na dayanmıyor. Bu değerlendirmeler, kendisi açısından doğal olarak, 'devlet içinde cemaate yönelik bir düzeltme yapılmazsa ne olur endişesi' üzerine oturuyor.

Hanefi Avcı'yla tanışmam Susurluk günlerinde olmuştu. İlk karşılaşmamızda bana anlattıklarını, bu tür konuları yazan, polis-gazeteci ilişkisini seven biri olmadığımın altını çizerek, o kayıtla dinlemiştim.

O gün ve daha sonra Avcı bana ne anlattıysa zaman içinde doğrulandı.

Ama doğal bir şüphe mesafem hep oldu.

'Haliçteki Simonlar' kitabı çıktığında Dink davasıyla ilgili satırlarını eleştirerek, bunlara işaret ederek Avcı'nın cemaat yapılanması hakkında da abartabileceğini düşündüğümü söylemiştim. Ağzım yandı. İki ay sonra tutuklandı ve adım adım hiç bir değerlendirmesinin abartılı olmadığı ortaya çıktı. Benim merceğimi cemaat açısından farklı noktalara kaydırmamı da bu süreç hızlandırdı.

O zaman o söylesin biz dinleyelim...

Hanefi Avcı 7 Şubat 2011 MİT operasyonu hakkında ne düşünüyor? 17 Aralık soruşturmalarına teknik olarak nasıl bakıyor? Cemaate söyleyecek sözü var mı? Mevcut çatışmanın varacağı nokta hakkında tahminleri neler?

SAHTE DELİL KAYNIYOR

Önce mevcut soruşturmalar ve davalar...

Avcı'nın şu sözlerini bir kenara özelikle not etmek istiyorum:

"Her tahkikatta sahte delil üretildiği çok açık. Bu o kadar özensiz, basit yapılıyor ki, adil bir yargı olsa bunlara gülüp geçer, böyle saçma şey mi olur, bunlar sahte ve uydurma, der. Bu ülkede insanlar el yazısını unuttu mu, herkes her şeyi bilgisayara yazıyor, herkes dijital verilerle geziyor, kimse el yazısı kullanmıyor, bütün suç delilleri bilgisayarlarda... Her şey açık, isimler, adresler... Örgütlerde bile hiç kod, şifre yok... Birileri hiçbir işe yaramayacak notlar, yazılar üretiyor, üzerine bir isim yazıp, bu ismi suçluyor, tutukluyorlar. Bu örgütsel notlar gerçek örgüt faaliyeti olsa hiçbir işe yaramaz seviyede. Ama bu notlar hayat karartıyor..."

7 ŞUBAT MİT KRİZİ

Hükümet-cemaat çatışmasının açığa çıkması cemaatin ilk büyük hamlesiyle, 7 Şubat 2012'de MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın MİT'in izlediği rota yüzünden ifadeye çağrılmasıyla olmuştu.

Avcı'ya "işin istihbarat boyutu da var, bu konuda ne düşünüyorsunuz?" diye sordum.

İşte yanıtı:

"Basına önceden verilen bilgilere, belli kişilere MİT faaliyetleri ve bazı mensupları hakkında yazdırılan kamuoyunu hazırlamaya yönelik yazılara bakarak, MİT müsteşarı soruşturmasıyla ilgili tahminim şudur: Eğer 7 Şubat operasyonu durdurulmasaydı bugün birkaç yüz kişi tutuklu olurdu. MİT mensuplarının tutuklu olduğu bir davamız olurdu. 7 Şubat operasyonu başarılı olsaydı MİT'te muhalifler bertaraf edilecekti. Kendi taraftarları yönetime gelince devletin icrai bir gücü ve bilgi toplama, bilgiyi kullanma gücü tamamen cemaatin etkisi, denetimi altına girecek, böylece cemaat iç güvenlikte istediği politikaları uygulama imkanına kavuşacaktı..."

17 ARALIK SORUŞTURMASI...

Cemaatin ikinci büyük salvosu hiç şüphe yok ki, yolsuzluk dosya ve iddialarıyla hükümeti hedefleyen, tüm siyasi zemini titreten, devlet bunalımını tetikleyen 17 Aralık soruşturması ve sonrası....

Avcı 17 Aralık kriziyle ilgili doğal olarak doğrudan bir bilgiye sahip değil. Ancak bu sürecinin pek sorun ve anormallik içerdiğini, hükümete yönelik ciddi bir salvo olduğunu düşünüyor.

Şöyle söylüyor:

"Ben de yolsuzluğa, rüşvete, ihaleye fesat karıştırılmasına karşıyım. Hayatım bu işlerle mücadeleyle geçti. 1983 yılında Mersin'de hayali ihracat ve altın kaçakçılığı tahkikatı yaptım. Birçok üst düzey bakanlık yetkilisi, banka genel müdürü, holding patronunun adı geçti. KOM Başkanı iken Enerji Bakanlığı'nda ihale yolsuzlukları soruşturması yaptık, bazı AK Partililerin adı geçti. Kapıkule'de yolsuzluk operasyonu yaptık. Tüm bu operasyonlarda her zaman üstlerimizin haberi vardı. Enerji operasyonunda hem Enerji Bakanı'nın hem İçişleri Bakanı'nın haberi vardı. 17 Aralık soruşturmaları bu açıdan çok garip ve anormal. Özellikle emniyetin, özellikle istihbarat ve TEM (Terörle Mücadele) birimlerinin çalışma biçimlerini bilen insanlar için olay çok garip ve anormal'.."

AMİRDEN HABERSİZ SORUŞTURMA OLMAZ

Bu gariplik işinin altını özellikle çizmek gerek. Zira Avcı'nın anlattığı yerleşik ve yasal takip, izleme, soruşturma düzeni ile 17 Aralık soruşturması arasında oldukça büyük bir fark var. Bu fark adeta, otonom, içine kapalı, kendi niyetleri üzerinden hareket eden bir yapıya işaret ediyor.

Nasıl çalışır sistem sorusuna şu yanıtı veriyor Avcı:

"İstihbarat Dairesi bir örgüt hakkında çalışmaya başlarken, önce Emniyet Genel Müdürlüğü'ne rapor vererek olayı anlatır ve bu çalışmayla ilgili bir plan önerir. Plan onaylanırsa buna uygun olarak izleme, takip işleri başlar. İllerde de bundan önce emniyet müdürünün haberi olur. Ankara'ya yazı emniyet müdürünün imzası ile gider. Çalışma başlayınca her yapılan işlemden mutlaka merkeze bilgi verilir. Merkez her safhayı bilir. Her yazının bir sureti merkeze gönderilir. Her dinlenen telefon, her kişinin takip raporu merkeze gönderilir. İlde emniyet müdürüne ve onun vasıtasıyla valiye bilgi verilir. Merkezde ise daire başkanlığı her ilin yaptığı çalışmaları emniyet genel müdürlüğüne ve bakana arzeder. O kişiler teferruat bilmezler ama geneli bilirler. Merkeze hiç bilgi vermeden, emniyet müdürüne bilgi vermeden çalışma, operasyon hazırlığı imkansızdır. Çünkü her şey bilgisayarlarda kayıtlıdır ve merkez bilgisayarlarda yazılanları otomatik olarak görür ve bilir. Ayrıca il emniyet müdürlerine, valilere, ilin emniyetinden sorumlu olanlara bilgi vermeden, desteklerini almadan soruşturma yapmak zordur.

17 Aralık operasyonunda Emniyet Müdürünün, Valinin, Emniyet Genel Müdürünün, İçişleri Bakanının haberi olmamasını anlamak mümkün değil. Bir şube müdürü üstüne anlatmadığı çalışmayı neden yapar ki?"

CEMAATE BİR ÇİFT SÖZÜM VAR

Şüphe yok ki, Avcı'nın gönderdiği ek notlardaki en ilginç bölümlerden birisi cemaatle, yargıç, savcı, polisteki cemaat mensuplarıyla iç konuşması, onlara yönelik mesajıydı.

Şöyle diyordu:

"Bugüne kadar yapılana bakılırsa devlet içerindeki cemaat mensupları devletten çok cemaate bağlı olarak hareket etmiş, görevler oradan gelen talimatla belirlenmiştir. Polis, yargı ve diğer devlet kurumlarındaki cemaat mensuplarının belli istikametteki görevleri, kendi amirleri ve mutat usullerle değil, dışarıdan cemaat tarafından koordine edilmiştir.

Bence cemaat kadrolarındaki üst düzey polis müdürleri, hakimler ve savcılara şunu demek lazım:

Bir düşünün ne yapmak istiyorsunuz? Hiç bugün yaptığınız gibi bir devlet görevi, bir kamu anlayışı olabilir mi? Tüm bilgiler cemaatte birikecek, kararı cemaat verecek ve siz uygulayacaksınız!.. İşler arttıkça, büyüdükçe ne olacak?! İkinci bir cemaat arşivi mi kurulacak? Hiç bugünün dünyasında böyle bir devlet anlayışı olabilir mi?! Yargıçlar, savcılar, polis müdürleri dışarıdan idare edilmeyi nasıl kabul ediyor?! Adalet, yargı böyle bir çalışmayı, dışarıdan emirle iş yapmayı kabul edebilir mi?! Geçmişte baskı dönemlerinde, militarizmin baskısı nedeniyle, cemaat ve tüm siyasi grupların üzerinde baskı olduğu dönemlerde, kendinizi koruma adına, devlet içinde dayanışma ve örgütlülük halinde oldunuz. Bugün böyle bir yapıya gerek var mı; buna müsaade edilirse işin sonu nereye gider?"

BÖYLE DEVAM EDEMEZ

Evet, işin sonu nereye gider? Bu önemli bir soru. Kendi sorduğu soruya Avcı şu cevabı veriyor:

"Türkiye'de istihbarat ve KOM biriminin ve özel yetkili yargının uygulamaları ile sanki iki ayrı hukuk, iki ayrı devlet, iki ayrı uygulama varmış gibi bir görüntü ortaya çıktı. Ülkedeki bu ikilik mutlaka kaldırılmalı. Bu faaliyetin devamı herkes için felaket olur. Bugüne kadar yeterince fark ettirilmeden yapılan işlemler veya zararların tazmini ciddi sorun, ama bundan sonra devamını düşünmek korkunç. Bu, çok büyük çatışma getirir ve bu çatışmanın galibi de olmaz; AK Parti ve cemaatin karşısında olanlar dahil, bu ülkedeki herkes bundan zarar görür. Bu, devleti, toplumu, tüm değerleri temelinden sarsar. Devlet içinde veya devletin içindeki elamanlar vasıtasıyla devlet işlerinin tanzimi kabul edilemez olduğundan, cemaatin yaptığı da kabul edilemez, tanınamaz ve tartışılamaz..."

CEMAAT TAŞERONLUK MU YAPIYOR?

Avcı'nın görüşü şu:

"Ben cemaatin dış güçlerle, ABD veya şu ülkeyle veya bu teşkilatla işbirliği yaptığı konusunda bilgi sahibi değilim. Tahmin de etmem, milli olduklarını kabul ederek ülkeye ihanet etmeyeceklerine inanırım. Ancak dış ülkelerin bu tür yapıları, akıl almaz yöntemlerle, her şeyi, her yolu deneyerek, sofistike yöntemlerle kullanmak isteyeceklerini de bilirim. İstihbarat temini için bunca sistem kuran, uydu, uçaklar alan, trilyonlar harcayan istihbarat teşkilatlarının böyle bir yapıyı kullanmak için her yolu deneyeceklerini de tahmin ederim. O açıdan cemaat her yönüyle şeffaf olup, tüm gizli faaliyetlerden, devletle ilgili tüm işlerden uzak durmalıdır. Yoksa bu örgütlerin hedefi olmaktan kendini kurtaramaz. O ülkelerin yerinde olsam ben de yaparım; neden yapmayayım; böyle bir yapı varsa ben de kullanmayı, denetlemeyi düşünürüm..."

Evet, soru cevap turu bitti.

1 saat zaten çabuk geçmişti.

Kimi bölümleri ayakta konuşmak zorunda kalmış ve vedalaşmıştık Avcı'yla.

Dışarıda görüşürüz diye...

SON SÖZ: İADE-İ İTİBAR

Sahte belgeler, zorlama işlemler, zorlama kanıtlar, keyfi tutuklamalar, adli süreçleri siyasi palazlanma için kullanma, tahrif etme, kirli dosyalar açma veya temiz dosyaları kirletme gibi hadiselerde cemaatle ilişkili olduğu iddia edilen kişilerin oynadığı rol, bugün sadece Avcı'nın davalarını değil, Ergenekon'dan Balyoz'a diğer davaları da kimi yönleriyle tartışmaya açıyor. Bu konudaki iddialar, hükümet ve çevresi tarafından kendi yaşadıklarından hareketle daha fazla ciddiye alınıyor. Yeniden yargılama tartışmalarının zeminini de bu oluşturuyor. Avcı'nın söyledikleri, durumu ve tutumu bu zemine de işaret ediyor.

Hapisteki kitap ve zulüm

"Haliç'te Yaşayan Simonlar- Dün Devlet Bugün Cemaat", Ağustos 2010'da piyasaya çıktı. Yazarı, Hanefi Avcı Eylül 2010'da tutuklandı. Ve hakkında arka arkaya davalar açılmaya başlandı. Devrimci Karargah örgütü davası, Ergenekon davası, en nihayet PKK ve TİKKO örgütlerinin propagandasını yaptığı iddiasına dayanan üçüncü bir dava. Hemen hepsi kitabıyla ilişkiliydi. Kitabın yazılmış olması ve satırları ayrı ayrı suç delili sayıldı.

Devrimci Karargah davası sonuçlandı. Ve Hanefi Avcı, toplam 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Örgüt üyelerinin ceza alıp serbest kaldığı davada, örgüte yardım ettiği gerekçesiyle mahkum olan Hanefi Avcı'nın tutukluğunun devamına karar verildi!

Hanefi Avcı'nın bu soruşturma ve kovuşturmalarda karşı karşıya kaldığı hukuksuzlukları anlatmaya satırlar kafi gelmez.

Temyiz dilekçesinin bir yerinde şunları söylüyor Avcı:

"Terörle ve organize suçlarla mücadele görevlerim dolayısı ile çalıştığım her il, birim ve rütbede olmak üzere 244 defa takdir ve taltif edildim, bunlar dolayısı ile 24 defa takdirname, 747 maaş taltif, Başbakan ve Devlet Başkanınca takdirname ve hediye ile ödüllendirildim.

- Bir yandan, terörle mücadelede başarılı çalışmalarımdan dolayı onlarca taltif, takdir ödül alacağım, hep terörün yoğunlaştığı bölgelerde görevlendirileceğim, Emniyet Genel Müdürlüğü'nün, terörle mücadele sistemlerinin geliştirilmesinde önemli katkılarım olacak ve sol terör örgütlerinin hedefleri arasında olacağım,

- Diğer yandan, adı sanı doğru dürüst duyulmamış, hiç bir ferdini tanımadığım bir terör örgütüne, Eskişehir ilinde Emniyet Müdürü olup, İstanbul'da yardım edeceğim.

Bu suçu da emniyet müdürü olarak tüm grup nakillerini (para nakli) patlayıcı sevkiyatını, devlet büyüklerinin ilimdeki seyahatleri, askeri malzeme sevki konularında her şeyi bilecek konumda olmama rağmen bu konularda değil de kendi şikayetçi olduğum hukuka aykırılığı sahte isimler üzerinde alınmış istihbari dinleme kararını kitabımda yazarak ve aynı kararla dinlenen arkadaşıma 'sende savcılığa şikayet et' dediğim için bu suçu işlemiş oluyorum.

Benim durum ve konumumda bir insanın bir terör örgütüyle ilişkisinin olması makul olmadığı gibi bir birinden farklı ideoloji, inanç ve örgütsel faaliyet içerisinde bulunan 4 ayrı gizli terör örgütüyle, bu örgütlere karşı en ciddi görev yapmış bundan dolayı bu örgütlerin hedefi olan birinin aynı anda ilişkide olması insaf, akıl ve izanla bağdaşacak şey değildir..."


Ne demeli, haksız mı?

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/AliBayramoglu/avcidan-cemaate-bir-dusunun-ne-yapmak-istiyorsunuz/48349






Hanefi Avcı'nın iddialarına Gülen Cemaatinden cevap geldi. İşte o cevap:

Avcı'nın iddiaları mahkemede çürütülmüş


MUSTAFA GÜRLEK - 14 Ocak 2014

Yeni Şafak Gazetesi, Hanefi Avcı hakkında geçmişte yayımladığı haberlerle çelişti. 29 Eylül 2010 tarihinde 'Örgüte yardımdan cezaevinde', 30 Eylül 2010'da da 'Kod adı Süleyman' başlıklarını atan gazete, dünkü manşetinde Avcı'nın 'MİT'in sırları bile ellerinde' iddiasını gündeme taşıdı. Suçlamalarına yer verdiği eski Emniyet Müdürü'nün haksızlığa uğradığını ileri sürdü.

Yeni Şafak Gazetesi yazarlarından Ali Bayramoğlu'nun eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı ile yaptığı röportajda, Avcı'nın iddialarının tutarsızlığı gözlerden kaçmadı. Avcı, Ergenekon ve Balyoz gibi kritik davaları kastederek, 2012'ye kadar bütün önemli soruşturmalarda tutuklama kararlarının 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nin nöbetçi olduğu güne denk getirildiğini iddia etti. Ancak Ergenekon ve Balyoz gibi soruşturmalarda önemli kişiler hakkında verilen tutuklama kararlarının İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nin nöbetçi olmadığı dönemlerde verildiği, 11.,12. ve 14'üncü ceza mahkemeleri gibi 5-6 mahkemenin değişik defalar tutuklama kararlarında imzası olduğu görülüyor.

Yine, İzmir polisi tarafından 10 Mayıs 2012'de düzenlenen ve askeri sırların parayla satıldığı, fuhuş, tehdit çetesi iddialarını içeren 'askeri casusluk' davasında delillerin üretilip subayların bilgisayarlara konulduğu iddiaları da tutarsız. Avcı'nın "İzmir (casusluk) süreci bir rezilliktir. Cemaatin istihbarattaki adamları, istihbaratın kendi fişleri, kendileri için hazırladıkları fişleri seçip subayların bilgisayarına koymuşlar" şeklindeki iddiasını, Hava Kuvvetleri Komutanlığı'nın ortaya koyduğu deliller ve aramalar yapılırken aramalarda bulunan avukat, cumhuriyet savcısı ve askerî savcılık çürütüyor. Fuhuş ve şantaj yoluyla askeri bilgi ve belgeleri ele geçiren çeteyi, ilk olarak TSK deşifre etti. İlki 10 Mayıs 2012'de yapılan operasyonda bütün aramalar, şüphelilerin avukatları ve cumhuriyet savcısı nezaretinde yapıldı. Askeri birimlerde yapılan aramalarda da askeri savcılık daima hazır bulundu. Bu veriler de Hanefi Avcı'nın yalan söylediğini net bir şekilde ortaya koyuyor.

Avcı'nın yolu, 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nden geçmedi

29 Eylül 2010 tarihinde Devrimci Karargâh Örgütü'ne yardım ettiği gerekçesiyle Ankara'da gözaltına alınan Avcı, İstanbul Beşiktaş Adliyesi'ne getirildi. 29 Eylül günü nöbetçi olan 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nde hâkim karşısına çıkartılan Avcı, "terör örgütüne yardım" suçlamasıyla tutuklandı. Avcı'nın, 14 Mart 2011 tarihinde Devrimci Karargâh Örgütü davasından tutuklu olduğu dönemde Savcı Zekeriya Öz tarafından Ergenekon soruşturması kapsamında ifadesi alındı. "Terör örgütü üyeliği ve örgüt adına faaliyetlerde bulunmak' suçlamasıyla nöbetçi 11. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sevk edilen Avcı yine tutuklandı. Devrimci Karargâh Örgütü davası İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldü. 20 Temmuz 2013 tarihinde karara bağlanan davada Hanefi Avcı, "Yasa dışı silahlı terör örgütüne ve mensuplarına yardım etmek" gibi 4 farklı suçtan 15 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. Hanefi Avcı'nın yargılandığı iki ayrı davanın yolunun hiçbir zaman 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nden geçmediği anlaşılıyor.

İstanbul Adliyesi'nin tarihi davalara ilişkin verileri de Avcı'nın 'tutuklamaları 10. Ağır Ceza Mahkemesi yaptı' iddialarını boşa çıkarıyor. 26 Ocak 2008 tarihinde Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınan emekli Tuğg. Veli Küçük, emekli Albay Fikri Karadağ ve avukat Kemal Kerinçsiz, çıkartıldıkları nöbetçi İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuklandı. İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından, ADD Başkanı emekli Org. Şener Eruygur ile emekli Org. Hurşit Tolon da nöbetçi 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuklandı. 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nin nöbetçi hâkimi Oktay Kuban, 1 Nisan 2010'da aralarında Çetin Doğan'ın da bulunduğu 19 sanığı "kuvvetli suç olgusunun bulunmadığı" gerekçesiyle tahliye etti. Ancak savcılar, nöbetçi hâkimin aldığı bu karara itiraz etti ve 12. Ağır Ceza Mahkemesi üç kişilik heyet olarak toplandı. Mahkeme, 21 şüphelinin tekrar tutuklanmasına karar verdi.

http://www.zaman.com.tr/gundem_avcinin-iddialari-mahkemede-curutulmus_2193349.html
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Paralel devlet yapılanmasını 1999'da ilk kez resmi kayıtlara geçiren dönemin Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral: 15 Mart'ta raporu İstihbarat Daire Başkanlığı ile Teftiş Kurulu'na gönderdik. Panik oluştu. 18 Mart'ta Gülen ABD'ye gitti.

Emekli Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral, 1999 yılında Fethullah Gülen Hareketi'nin devlet içindeki yapılanmasını ve amaçlarını içeren bir rapor hazırladı. İmza attığı raporun ardından Saral'ın hayatı, soruşmalar ve davalarla altüst oldu. 'Gülen Cemaati'nin devlet içindeki paralel yapılanmasını ilk kez deşifre eden ve devlet kayıtlarına geçiren Saral, 90'lı yıllarda cemaatin MİT, Emniyet ve TSK'ya sızmak istediğini ortaya koymuştu.

Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele Daire Başkanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü Yardımcılığı ve Ankara Emniyet Müdürlüğü görevlerinde bulunan Cevdet Saral'la hazırlamış olduğu raporu, cemaatin devlet içindeki yapılanmasını ve 17 Aralık operasyonun perde arkasını konuştum. 'Terörün Gizli Efendileri' isimli kitabın da yazarı olan Saral, ortaya çıkan tehlikenin 'paralel devletten de öte' olduğuna dikkat çekiyor.

1999 yılında bir rapor hazırladınız. O dönemde çok tartışılan, ses getiren rapor, bugünden bakıldığında çok ilginç tespitler içeriyor. Bu raporun amacı neydi, nasıl ortaya çıktı?

O dönemde çalışmalarımıza öncelikle kendi kitaplarını incelemek, irdelemek suretiyle Fethullah Gülen'in mantık dokusunu ortaya koymaya çalıştık. Enteresan bir mantık dokusuyla karşı karşıya kaldık. Anlatımları dinsel literatüre pek de uymayan, kendisine aşırı derecede önem yükleyen, kendisini esrarengiz gösteren bir kişilikle karşılaştık.

Bunun üzerine ne yaptınız?

Biz ön incelemelerimizde durumun görünenden çok vahim olduğunu görerek İstihbarat Daire Başkanlığı'na, konunun ciddi olduğunu, soruşturmanın sadece Ankara Emniyet Müdürlüğü kapsamında yürütülmesinin yeterli olmayacağını, planlı bir istihbarat çalışması ile sonuca gidilebileceğini ifade eden bir kanaat yazısı yazdık. Ondan sonra da kıyamet koptu. İsimsiz ihbarlar, şikayetler vs. her yönden saldırılar gelmeye başladı.

ANALİZ ORTALIĞI KARIŞTIRDI

Rapor hazırlama işinde ilk somut adımlarınız nelerdi?

Biz bu çalışmaları hazırlarken devletin arşivlerinde bu cemaat ile ilgili bir veri olup olmadığını araştırdık. İstihbarat Daire Başkanlığı'nın hazırlamış olduğu bir kitapçıkta Fethullah Gülen cemaati, fevkalade munis, devlet sistemine aykırı özellikler taşımayan, bu tavrı dolayısıyla radikal İslâmî kesimin hedefi olmuş bir yapı olarak gösteriliyordu. Eğitim faaliyetlerinin yaygın olduğu söylenmekteydi.

Çetin bir soruna el attığınızın farkında mıydınız?

Çalışmaya başladığımızda arkadaşlarıma, cemaatle ilgili bu çalışmayı genişlettiğimizde siyasi reaksiyonlarla karşılaşabileceğimizi ve zorda kalacağımızı ifade ettim. Bunun üzerine arkadaşlarım 'Müdürüm; evimizin içini biz biliriz, şahsi geleceğimiz önemli değil, ülkemizin bekası için ne gerekiyorsa yapalım' dediler. Böylece çalışmaya başladık.

Daha sonra nasıl gelişti çalışmalarınız?

Şubat sonu itibarıyla ortalık karıştı. 15 Mart'ta cemaat yapılanması ve Fethullah Gülen'in yaklaşımlarına yönelik 1. Analiz raporumuzu İstihbarat Daire Başkanlığı ile Teftiş Kurulu Başkanlığı'na gönderdik. Bu raporun İstihbarat Daire Başkanlığı'na ulaşmasının ardından burada bir panik oluştuğuna dair bize haberler gelmeye başladı. 18 Mart'ta da Fethullah Gülen apartopar ABD'ye gitti.

'İSTİHBARAT' NİYE?

Sizde nasıl bir kanaat oluştu?

Kendi anlatımlarından anladığımız kadarıyla ve devlete sızma çalışmaları göz önüne alındığında illegal bir yapılanma ile karşı karşıya olduğumuz kanaatine vardık. Bir cemaat önderi, hasımların faaliyetlerini öğrenmek için bir istihbarat teşkilatı kurmaktan söz ediyorsa, cemaat önderi olmaktan çıkıp örgüt lideri olur. Bir cemaat önderi, niçin istihbarat teşkilatına ihtiyaç duyar ki!

Sizce cemaat nasıl bir yapı?

Cemaat bir misyon hareketidir. Coğrafi bir alanı vardır, devlet içerisinde şimdiye kadar kendi elemanları ve bürokraside kendilerinden olmayan kazanımlarla işlerini yürütmüşlerdir. Fakat ulaştıkları seviye itibariyle bulundukları konumu yeterli görmeyerek siyasi yönetimden iktidar ortaklığı talebinde bulunmaya başlamıştır. Bunun adı da 'paralel yapı'dır. Misyonun adını tarif etmek gerekirse o da 'Derin Türkiye'dir.

Kamuflaj üst düzeyde

17 Aralık operasyonun asıl amacı nedir?

Bu operasyonun asıl amacı, 'yeni dünya düzeni' politikalarıyla milli devletleri dönüştürme politikaları paralelinde sözde demokratik tasarruflarla ve siyasi eylemlerle Başbakan'ı saha dışına almadır.

Cemaat işin neresinde?

Cemaatin bugün itibariyle durduğu yer, adresini de göstermektedir. Demokrasi dışı eylemlerle Başbakan'ı saha dışına alma girişiminin tam da göbeğinde duruyorlar.

17 Aralık operasyonu sonrası benzer bir sızmanın ve paralel yapılanmanın yargı içerisinde de olduğu kanaati çok yaygın. Sizce nasıl?

Gülen, yargı içindeki paralel yapılanmanın nasıl olması gerektiğini, bundan 20 yıl önceki konuşmalarında zaten söylüyor. Adliye'de ve Mülkiye'de nasıl örgütlenileceğinin yöntemlerini ve bu örgütlenmenin hedefini, ayrıca nasıl bir istihbarat örgütü kurulması gerektiğini hem istihbarata karşı koymak hem de istihbaratın hangi alanlarda kullanılacağını profesyonelce izah ediyor.

Personel, İstihbarat ve KOM, paralel yapılanmanın ilk hedefleri oluyor. Neden öncelikle buraları tercih ediyorlar?

Bu birimler emniyet teşkilatının en önemli birimleridir. Devletten cemaate yönelik bir operasyon yapılacaksa bu birimler öncü birimlerdir. Aynı zamanda cemaatin hasımlarına yönelik bir operasyon planlanacaksa, bu birimler üzerinden geliştirilir. Cemaatin amacına ulaşması için bu noktalar, hayati önem arzediyor.

Cemaatle ilgili hazırladığınız raporda bu yapının TSK, MİT ve Emniyet'e sızma çabalarına dikkat çekiyorsunuz. 'Sızmalar' için nasıl bir yöntem izliyorlardı?

Takiyye ve kamufle yöntemlerini en üst seviyede kullanarak bunu gerçekleştiriyorlar.

İLK SIZMA POLİS KOLEJİNE

Bu yapılanma teşkilatta ilk ne zaman görülmeye başlandı?

Cemaatin polis içerisindeki ilk adımı Polis Kolejinde başlamıştır. Polis Koleji'ne ilk sızmaları da 70'lerin ikinci yarısıdır.

Türk bürokrasi tarihinde buna benzer başka bir yapı hatırlıyor musunuz?

Ben 40 yıl bu devlete hizmet ettim. Böyle bir başka yapılanma ile karşı karşıya kalmadım.

Geçmişe baktığınızda ne görüyorsunuz?

Devlette hiçbir evrak kaybolmaz. Biz evrakımızı yazıp bıraktık. Devlet de 10 yıl sonra bizim yazdığımız gerçeklerle karşılaştı. Bu süreç, 35-36 yıllık bir dönemi kapsıyor. O gün cemaate yeni kazandırılan çocuklar, bugün devletin çok önemli mevkilerindeler.

'1889'da dinlemişim

Birinci ve ikinci raporları yazdıktan sonra o dönem neler oldu?

Hakkımızda soruşturmalar başladı. Çalışmayı yürüten 3 arkadaşım görevden alındı. 21 Nisan'da eldeki tüm verileri bir üst yazı ile DGM'ye gönderdik, ardından bize müthiş bir savaş açıldı. Yasadışı telefon dinlemesi suçlamasıyla karşılaşacağım aklıma gelmezdi. Düzmece bilgisayar verileri hazırladılar. Dinleme yapıldığını iddia ettikleri tarihi 1889 olarak gösterdiler. Hatta, dinlediğimizi iddia ettikleri bazı telefon numaraları mevcut bile değildi. Bizimle ilgili suçlamalar sahte belgelerle öyle hâle getirildi ki, biz bir anda, cumhurbaşkanını, başbakanı, milletvekillerini, iş dünyasını dinleyen insanlar hâline getirildik. Bir çemberin içine alındık.

Paralel devletin çok daha ötesi

Cemaat nasıl bir örgütlenme ve hiyerarşiye sahip?

Örgütlenme biçimi illegal örgütlerin yatay ve dikey örgütlenme modellerinin ideal yapılarından etkilenilerek oluşturulmuş Masonik yapılanmaya benzer bir görüntü veriyor. 15 yıl önce mahkeme tutanaklarında söylediğimiz şekliyle cemaat, 'Hasan Sabbah ve Haşhaşileri' organizasyonuyla neredeyse aynıdır.

İstihbarat cihazlarının kaybolması veya özel/cemaatsel amaçlar için kullanılması bu kadar kolay mı?

Böyle bir yapılanma içerisinde bundan daha vahimi de mümkündür.

SİYASİ YÖNLERİ DEŞİFRE OLDU

Paralel devlet tanımlamasına ne diyorsunuz?

Paralel devlet tanımının çok ötesinde bir güç ile karşı karşıyayız. Ortada ciddi bir yapı var. Eğitim kurumları, medyası, yargı güçleri, ekonomik faaliyetleri söz konusu. Bir devlet gibi örgütlenmişler. Kişisel iradeden çok, cemaat ahengi geçerli. Hangi okula gidileceği, kim ile evlenileceği bile cemaat tarafından belirleniyor. Tedbir hiç elden bırakılmıyor.

Gelinen noktayı siyaset açısından nasıl okumak gerek?

Her ne kadar bu hareketin bağlıları, örgütü siyaset dışı olarak tarif etseler de, 'paralel devlet' çabaları ile siyasetin tam ortasında yer alıyorlar. Örgütün ileri gelenleri, bugünden sonra hiçbir şekilde 'Fethullah Gülen siyaset üstüdür' diyemezler; çünkü onun siyasi kimliği açıkça ortaya çıkmıştır. Cemaat siyaset yapmak istiyorsa, siyasetin kurumlarıyla siyaset alanına girer. Bunu yapmazlarsa, 'paralel devlet' olmadıklarına kimseyi inandıramazlar. Aksi halde 'korku imparatorluğu' olurlar.

http://yenisafak.com.tr/roportaj-haber/rapor-yazdim-abdye-gitti-18.01.2014-607809




Gülen Cemaatinin yukarıdaki röportaja cevabı: "Hizmet'e vurmak için Hazreti Peygamber'e hakaret eden aktörlerden medet umdular"

Gülen Cemaati yukarıdaki röportajdaki iddialara şu şekilde cevap vermeye çalıştı:

BURAK KILIÇ - İSTANBUL - 18 Ocak 2014

Bazı gazeteler, Hizmet Hareketi'ne yönelik kara propaganda için, telekulak davasında yargılanan eski emniyetçiler Cevdet Saral ve Osman Ak'a sarıldı. İki ismin, 28 Şubat sürecinde hazırladıkları bir rapor, yaşanan vahameti gözler önüne serdi. Rapor, Peygamberimize hakaretlerle dolu.

28 Şubat'ta emniyette özel bir dinleme odası kurarak 'cemaatçi' avına çıkan ve Hizmet Hareketi'nin bir terör örgütü olduğu iftiralarını atarak örgüt olduğunu ispatlamayı amaçlayan dönemin Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral ve İstihbarat Şube Müdürü Osman Ak yine sahnede. Yolsuzluk operasyonunun ardından bazı gazetelerde Hizmet Hareketi'ne yönelik başlatılan kara propagandanın kahramanı olarak öne çıkan Saral, önceki gün Yeni Şafak'ın  manşetini süsledi. Saral, haberde, 28 Şubat sürecinde Hocaefendi hakkında rapor hazırladığını ve Fethullah Gülen'in bu rapor sebebiyle yurtdışına çıktığını iddia etti. Ancak Saral'ın Gülen hakkında hazırlattığı ve 28 Şubat'ta Deniz Kuvvetleri'nde de dağıtıldığı yıllar sonra ortaya çıkan raporda İslam'ın temel dinamikleri tartışmaya açılırken, Peygamber Efendimiz (sas), hadisi şerifler ve ayetler hakkında hakarete varan ifadeler kullanılıyor. Raporda Hz. Peygamber'e 'Yalancı, hayalperest, hikâyeci' iftirası yakıştırılıyor. Fethullah Gülen'in de 'Peygamberin yarım bıraktığı bu 'yalancı'lığın günümüzdeki temsilcisi' olduğu dahi iddia ediliyor.

Telekulak davasında yargılanan Saral ve Ak tarafından hazırlanan raporla ilgili Mehmet Baransu ve Tuncay Opçin'in 'Pirus' kitabında önemli ayrıntılara yer veriliyor. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'na sunulan ve komutanlığın da belirli isimlere kitapçık olarak brifing amacıyla dağıttığı 'Fethullah Gülen-Dünü-Bugünü-Hedefi' başlıklı raporda, Hizmet Hareketi'nin terör örgütü olduğu iddia ediliyor.

Kitaptaki bilgilere göre iftiralarla dolu raporun son bölümünde İslam dinine ve Peygamber Efendimiz'e (sas) yönelik hakaretler yöneltiliyor. 'Vahyin bir rüya ve masaldan ibaret, bütün peygamberlerin ise birer yalancı' olduğu iddia edilen rapordaki ifadeler şöyle: "...Bugünkü modern insanlık, hâlâ bundan 1400-2000 yıl önce birkaç hayal ve rüya görüp 'Ben, Allah'ı gördüm, O'nunla konuştum' veya 'Ben peygamberim' demiş olan, birkaç hayalperest ve dengesize mahkûmdur... Türkiye ise bugün hâlâ, bundan 1400 yıl önce yaşamış olan Muhammed adlı Arap bir hikâyecinin hikâyeleri ile korkutulup maddi, manevi sömürülmektedir. Muhammed öldükten sonra, hikâyeleri yandaşlarınca bir kitapta toplanmış ve insanlar bu kitaba bir de kutsallık vererek taptırılmıştır... Bugün Türkiye'ye baktığımızda korkutarak sömürme metodunu başarı ile devam ettiren daha modern hikâyeciler görüyoruz. Bu tipte bir hikâyeci olabilmenin tabii ki belli bir şartnamesi bulunmaktadır. Bunlar genelde akıl hastası raporlu, durup dururken ağlayan kişilerdir. Ne yazık ki Atatürk'ü anlamış bir tek kişinin bile olmaması, bugün Türkiye'de halen, Fethullah Gülen gibi tescilli akıl hastalarının yine aynı korku filmlerini oynatmalarına izin vermektedir."

http://www.zaman.com.tr/gundem_hizmete-vurmak-icin-hazreti-peygambere-hakaret-eden-aktorlerden-medet-umdular_2194087.html
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.