Son yazılar

Welcome to Hukuk Forum Sitesi - Hukuk ve hayata dair her şey!. Please login or sign up.

24 Kasım 2024, 18:58:44

Login with username, password and session length
Üyeler
Stats
  • Toplam İleti: 8,886
  • Toplam Konu: 4,420
  • Online today: 548
  • Online ever: 648
  • (29 Eylül 2024, 09:37:03)
Çevrimiçi Kullanıcılar
Users: 0
Guests: 447
Total: 447

Başörtüsünde normalleşmeye Danıştay'dan bir engel daha: Sınava da giremezsiniz!

Başlatan kilimanjaro, 20 Ocak 2011, 02:04:00

« önceki - sonraki »

kilimanjaro

Danıştay 8. Dairesi, 2010 Akademik Personel ve Lisans Üstü Eğitim Giriş Sınavı (ALES) sonbahar dönemi kılavuzundaki kılık kıyafetle ilgili düzenlemelerin yürütmesini oy birliğiyle durdurdu.

Eğitim ve Bilim İş Görenleri Sendikası (Eğitim-İş) 2010 ALES sonbahar dönemi kılavuzundaki ''başvuru merkezinde yapılacak başvurular'' alt başlıklı A bendi ile ''postayla başvurular'' alt başlıklı C bendinin ve ''sınava girerken adayın yayında bulundurması gereken belgeler'' ana başlığı altında yer alan ''bir fotoğraf'' başlıklı C bendinin başı açık ve başı açık olarak sınava girilmemesi halinde sınavın geçersiz sayılacağı şeklindeki ibarelerin yer almaması nedeniyle eksik düzenleme yapıldığı gerekçesiyle iptali ve yürütmesini durdurması istemiyle Danıştay'da dava açmıştı.

Danıştay 8. Dairesi, kılavuzdaki söz konusu düzenlemelerin yürütmesini oy birliğiyle durdurdu. Daire'nin kararında, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Danıştay'ın başörtüsü ile ilgili kararlarına da yer verilerek, bu anayasal ve yasal kurallar karşısında dava konusu düzenlemenin hukuken kabul edilebilir bir dayanağının olmadığı vurgulandı.

Daire, kılavuzda başı açık fotoğraf çektirme ve sınava başı açık girilmesini zorunlu kılan düzenlemelere yer verilmemesi nedeniyle, başvuruda bulunan erkek-kadın adayların fiziksel olarak teşhislerinde güçlük oluşacağı ve sınav güvenliği açısından olumsuz sonuçlar doğabileceğine işaret etti.

***

Danıştay 8. Dairesinin 2010 ALES kılavuzundaki kılık kıyafete ilişkin düzenlemenin yürütmesini durdurmasına ilişkin kararında, ''Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Danıştay'ın başörtüsüyle ilgili kararlarına yer verilerek, bu kararlarla aktarılan Anayasal ve yasal kurallar karşısında dava konusu düzenlemenin hukuken kabul edilebilir bir dayanağının olmadığı vurgulandı.

Danıştay'ın kararında davacı eğitim iş sendikasının dava açma ehliyetinin bulunup bulunmadığı irdelendi. davacı sendikanın kuruluş amacı ile söz konusu kılavuz hükümlerinin laiklik ilkesini zedelediği ve yargı kararlarına aykırılık taşıdığı iddiaları birlikte değerlendirildiğinde, davacının dava konusu kararlarla menfaat ilgisinin bulunduğunun kabul edildiği belirtildi. Kararda bu nedenle davalı Yüksek Öğretim Kurulu Başkanlığı (YÖK) ve Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezinin (ÖSYM) davacı sendikanın dava açma ehliyeti bulunmadığı yönündeki iddialarının yerinde görülmediği kaydedildi.

Dava konusu kılavuz maddeleriyle önceki dönemlere ait kılavuzlarda yer alan maddelerin karşılaştırıldığı kararda, daha önceki kılavuzlarda yer alan ''Aday başı açık ve kılık kıyafeti ilgili mevzuata uygun bir şekilde gelmemişse sınava alınmayacaktır. Başı örtülü adaylar sınava alınsa bile sınavları geçersiz sayılacaktır....'' şeklindeki düzenlemeye dava konusu kılavuzda yer verilmediği, bu maddede sınav güvenliğinin sağlanması açısından başka düzenlemeler yapıldığı belirtildi.

ALES'in niteliğinin de irdelendiği kararda, ALES'e öğrencilik statüsü devam edenlerin yanı sıra öğrenciliği sona ermiş olmakla birlikte bu sınavdan aldığı sonuçla lisansüstü eğitime kabul edilmek suretiyle yeniden öğrencilik statüsü kazanacaklar ile akademik kadrolara atanarak kamu görevlisi statüsü kazanacaklar girdiği anımsatıldı. Kararda, bu nedenle, bu sınava katılanların hem mevcut statüleri hem de elde edecekleri statüleri bakımından 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununa tabi olduklarının açık olduğu vurgulandı.

Bu nedenle ALES'in önceki dönem kılavuzlarında yer aldığı halde bu kılavuzda yer almayan düzenlemeler açısından ilgili anasaya ve yasa maddelerinin irdelenmesi gerektiği ifade edilen kararda, anayasanın başlangıç bölümünde atatürk ilke ve devrimlerine bağlılık ve laikliğin ilke olarak benimsendiği, ikinci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğunun belirtildiği hatırlatıldı. Anayasa'nın 42. maddesinde eğitim ve öğretimin Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda çağdaş bilim ve eğitim ve esaslarına göre Devletin gözetim ve denetimi altında yapılacağı, bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim kurumları açılamayacağının belirtildiği aktarılan kararda, şöyle denildi:

''Laiklik ilkesine uygun eğitim ve öğretim öngörülmüş, eğitim ve öğretim özgürlüğünün Anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldırmayacağı vurgulanmış, 174. maddesiyle de devrim yasaları Anayasal güvence altına alınmıştır.

2547 sayılı Yasanın (Yükseköğretim amacı) başlıklı 4. maddesinde, öğrencileri Atatürk İnkılapları ve İlkeleri doğrultusunda Atatürk Milliyetçiliğine bağlı vatandaşlar olarak yetiştirmek; "Ana ilkeler" başlıklı 5. maddesinde de, öğrencilere Atatürk İnkılapları ve İlkeleri doğrultusunda Atatürk Milliyetçiliğine bağlı hizmet bilincini kazandırmak yükseköğretimin amacı ve ilkeleri arasında sayılmıştır.

2547 sayılı Yasaya 3670 sayılı Yasa ile eklenen 17. maddede, yürürlükteki yasalara aykırı olmamak koşulu ile yükseköğretim kurumlarında kılık kıyafetin serbest olduğu kurala bağlanmıştır.

Yasada yer alan 'serbest' sözcüğü mutlak anlamda bir serbesti olmayıp yürürlükteki yasalara 'aykırı olmamak' koşuluyla birlikte hüküm ifade eden koşullu bir serbestliği ifade etmektedir.

Bu şekilde sınırları çizilen kılık-kıyafet serbestliğinin, başta Anayasaya olmak üzere diğer yasalardaki yansımaların hangi çerçeve içerisinde yer aldığına bakmak gerektiğinden yükseköğretim kurumlarında öğrencilerin ve farklı statülerde çalışan ve kamu görevlisi niteliği taşıyan personelin kılık ve kıyafetinin Anayasanın 174. maddeyle güvence altına alınan devrim yasalarına, Anayasanın ilke ve kurallarına, Cumhuriyetin niteliklerine ve 2547 sayılı Yasanın 4. ve 5. maddeleriyle belirlenmiş olan amaç ve ana ilkelerine aykırı olmaması zorunluluğu ortaya çıkmaktadır.''

-''HUKUKİ DEĞERLENDİRMELER BUGÜN İÇİN DE GEÇERLİLİĞİNİ SÜRDÜRMEKTEDİR''-

Milli Eğitim Bakanlığı ile Diğer Bakanlıklara Bağlı Okullardaki Görevlilerle Öğrencilerin Kılık ve Kıyafetlerine İlişkin Yönetmeliğin 1981 yılında yürürlüğe girdiği ve halen yürürlükte olduğu anımsatılan kararda, bu yönetmelikle yüksek öğretim okullarındaki kız ve erek öğrencilerin kılık ve kıyafetlerinin ne şekilde olacağının açıkca düzenlendiği belirtildi.

Kararda, 1982 yılında yürürlüğe giren ve halen yürürlükte olan Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafetine Dair Yönetmeliğin de kamu görevlilerinin kılık ve kıyafetlerinde uyulacak konuları düzenlediği ifade edildi.

2547 sayılı yasaya eklenen ''Yükseköğretim Kurumlarında, dershane laboratuvar, klinik, poliklinik ve koridorlarda çağdaş kıyafet ve görünümde bulunmak zorunludur. Dini inanç nedeniyle boyun ve saçların örtü ve türbanla kapatılması serbesttir'' kuralının Anayasa Mahkemesi tarafından 1989 yılında iptal edildiği, mahkemenin gerekçesinde ''çağdaş bir görünüm taşımayan başörtüsü ve onunla birlikte kullanılan belli biçimdeki giysinin Türk devriminin ilkelerine aykırı olduğu, Anayasanın 174. maddesi kapsamındaki devrim yasalarının amaç, erek ve içeriklerinin öngördüğü nitelikleri gözardı ederek dinsel inanç gereğine dayalı bir düzenleme getiren dava konusu kural Anayasaya aykırıdır'' denildiği aktarıldı. Bu kararla, başörtüsü veya türbanlı olarak yükseköğretim kurumlarında bulunmayı serbest bırakan kuralların anayasaya aykırı olduğunun saptandığı belirtilen kararda, mahkemenin aynı yönde verdiği bir başka karara da yer verildi.

Üniversitelerde başörtüsü serbestisi getiren Anayasa değişikliğinin de 2008 yılında Anayasa Mahkemesince iptal edildiği belirtilen ve mahkemenin gerekçelerine yer verilen kararda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin 10 Kasım 2005 tarihli ''Leyla Şahin'' kararına da atıfta bulunuldu.

Kararda, davalı YÖK ve ÖSYM tarafından merkezi olarak yapılan sınavlarda sınav başvuru formuna başörtülü fotoğraf yapıştırılması ve sınava başörtülü girilmesini yasaklayan kılavuz hükümlerine karşı açılan davaların Anayasa Mahkemesi kararları ve bu kararlar ışığı altında oluşan yasal kurallar dikkate alınarak Danıştay 8. Dairesince reddedildiği ve bu kararların Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından da onandığı hatırlatıldı.

Kararda, şunlar kaydedildi:

''Böylece 2547 sayılı yasa kapsamında yapılan sınavlardaki kılık ve kıyafete ilişkin uygulamalar yargısal kararlarla da istikrar kazanmış ve dava konusu kılavuzda yer alan düzenlemeye kadar da uygulamaya devam edilmiştir. Bir başka anlatımla uygulama fiilen ve hukuken istikrar kazanmıştır. Kaldı ki mevzuatımızda aksine bir yasal düzenleme de yapılmamış olduğundan verilen kararlarda yapılan hukuki değerlendirmeler bugün için de geçerliğini sürdürmektedir.

Hukuk Devleti olmanın gereği, idarelerin tesis ettikleri bireysel ya da düzenleyici işlemlerin hukuken geçerli ve objektif bir sebebe dayanmasıdır. İdarelerce tesis edilen işlemlerin hukukun belirlediği sınırlar ve eşitlik kuralı gözetilerek kamu yararına ve hizmetin gereklerine uygun şekilde objektif, makul ve geçerli neden ve gerekçelere dayalı olarak tesis edilmesi gerekir. Bu bakımdan idari işlemlere (bireysel ya da düzeyleyici) yönelik yargı denetimi, bu işlemlerin Anayasa ve hukukun genel ilkelerine, yasa, tüzük ve yönetmelik hükümleri ile yargısal içtihatlara uygun olup olmadığının denetlenmesidir. Bu itibarla, Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Danıştay kararları ile aktarılan Anayasal ve yasal kurallar karşısında dava konusu düzenlemenin hukuken kabul edilebilir bir dayanağının olmadığı açıktır.''

Davalı idare tarafından, sınav güvenliğini sağlamak için her türlü önlemi aldığı, asli görevinin sınavın objektif ve bilimsel yapılmasının sağlanması olduğu ve söz konusu sınavın da bu doğrultuda güvenlik içinde yapıldığının iddia edildiği belirtilen kararda, ''Bu iddia edilmekte ise de bu konudaki yükümlülüğünü yerine getirmesinin yasal kurallara uyma zorunluluğunu ortadan kaldırmayacağı açıktır. Kaldı ki; dava konusu kılavuzda başı açık fotoğraf çektirme ve sınava başı açık gelinmesini zorunlu kılan düzenlemelere yer verilmemesi nedeniyle başvuruda bulunan erkek-kadın adayların gerek başvuru sırasında fotoğraf çektirirken, gerek sınava girerken yanında bulunduracağı fotoğrafta başlarının çeşitli nesnelerle kapatılmasına ve sınava bu şekilde girmesine olanak sağlanacağından fiziksel olarak teşhislerinde güçlük oluşacağı gibi sınav güvenliği açısından da olumsuz sonuçlar yaratabilecek bir niteliği bulunduğu sonucuna ulaşılmaktadır'' ifadelerine yer verildi.

ALES'in 19 Aralık 2010'da yapıldığı hatırlatılan kararda, ''Koşullara uygun olmadığı halde sınava kabul edilmiş bulunanların bu sınavdan aldıkları puanları üç yıl süreyle kullanabilecekleri de dikkate alındığında sınavın etki ve sonuçlarının devam ediyor olması nedeniyle telafisi güç ve imkansız zararlar oluşabileceği açıktır. Bu nedenle, dava konusu kılavuz hükümlerinin yürütmesinin durdurulmasına 12 Ocak 2011 gününde oybirliği ile karar verildi'' denildi. AA

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1081241&title=danistay-basortusune-sinavda-da-karsi



YÖK Başkanı Özcan: Danıştay'ın kararına itiraz edeceğiz

EMRULLAH BAYRAK - CİHAN
YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan, Danıştay 8. Dairesi'nin 2010 Akademik Personel ve Lisans Üstü Eğitim Giriş Sınavı (ALES) sonbahar dönemi kılavuzundaki kılık kıyafetle ilgili düzenlemelerin yürütmesini oy birliğiyle durdurmasına ilişkin kararı yorumladı. Özcan, karara itiraz edeceklerini bildirdi.

Sosyal paylaşım sitesi Twitter'da konuya ilişkin açıklamalarda bulunan Özcan, Danıştay 8.Dairesi'nin almış olduğu 'ALES'e başörtülü öğrencilerin girebilmesi' ile ilgili yürütmeyi durdurma kararına çok üzüldüğünü vurguladı. Özcan, "Alınan bu kararı hukukçu arkadaşlarıma inceleteceğim. Hukuken gereken her ne ise o yapılacaktır. Bu kapsamda karara itiraz edeceğiz." dedi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1081341&title=yok-baskani-ozcan-danistayin-kararina-itiraz-edecegiz
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Danıştay'ın oy birliği ile aldığı yürütmeyi durdurma kararına siyasi partilerden tepki yağdı. Danıştay'ın kadın-erkek arasındaki teşhis ve sınav güvenliğini öne sürerek iptal kararına CHP dışındaki siyasi partiler karşı çıktı.

Kemal Gümüş - Aslan Değirmenci - Hüseyin Kulaoğlu haberi

Danıştay 8. Dairesi'nin 2010 Akademik Personel ve Lisans Üstü Eğitim Giriş Sınavı (ALES) sonbahar dönemi kılavuzundaki kılık kıyafetle ilgili düzenlemelerin yürütmesini durdurmasına siyasi partilerden büyük tepki geldi. İptal kararına YÖK hemen itiraz edeceğini açıkladı. Türkiye'nin normalleşmesi için atılan böyle bir adımın akla mantığa sığmayan gerekçelerle iptal eden Danıştay'ın kararına CHP dışındaki siyasi partiler karşı çıktı. İşte AK Parti, MHP, SP, HAS Parti, BBP, DP, BDP ve siyasilerin karara ilişkin tepkileri.

BOZDAĞ: SADECE GÜLÜYORUM... HEM DE KAHKAHALARLA

Danıştay'ın gerekçe olarak 'erkek-kadın adayların fiziksel olarak teşhislerinde güçlük oluşacağı ve sınav güvenliği açısından olumsuz sonuçlar doğabileceğini' iddia etmesinin çok komik olduğunu vurgulayan Bozdağ, "Sadece gülüyorum. Hem de kahkahalarla gülüyorum. Danıştay bu yetkiyi kimden alıyor, nereden alıyor? Güvenlik nedeniyle iptal etme yetkisini Anayasa mı veriyor, yoksa yasa mı veriyor? Hangi madde veriyor? Sınavların güvenliğini temin etme, bu noktada gerekli tedbirleri alma, eğer alınmamışsa gereğini yapma yetkisi Danıştay'ın 8. Dairesi'ne ait bir yetki mi? Danıştay'ın değerli yüksek hukukçularından yeni bir şey öğrendik... Danıştay'ın yeni bir görevi sınavların güvenliğini sağlamakmış. Ama benim bildiğim Danıştay'ın görevi adaletin gereğini yapmak ve adaleti sağlamaktır" diye konuştu.

KURTULMUŞ: DANIŞTAY, VARLIK SEBEBİYLE ÇELİŞİYOR

HAS Parti Genel Başkanı Prof. Dr. Numan Kurtulmuş, eğitim ve inanç özgürlüğünün en temel insan haklarından biri olduğunu dile getiren Kurtulmuş, "İnançları gereği başını örten kızlarımızın önündeki engellerin kaldırılması gerekir. Biz sadece başörtüsü yasağının değil, eğitim ve inanç özgürlüklerinin önündeki tüm engellerin kaldırılmasını istiyoruz" dedi.

Başörtüsü yasağının hukuki bir dayanağının olmadığına dikkat çeken Kurtulmuş, "Bu ülke yıllardır oluşturulan suni gerginlik ve kutuplaştırmalardan çok çekti. Artık normalleşmemiz gerekiyor. Danıştay'ın aldığı bu son karar da ülkedeki gerginliği arttıracaktır. Hukuk, toplum ve bireyin özgürlüklerini geliştirip genişletecek şekilde yorumlanmalıdır. Hukuk, özgürlükleri daraltan, bireyleri ötekileştiren şekilde yorumlandığı zaman toplumsal barış ve huzurun sağlanamadığı açıktır. Türkiye bu kısır tartışma ve uygulamalardan kurtulduğunda daha da büyüyecek ve güçlenecektir. Devlet tüm vatandaşların hak ve hukukunu korumakla mükelleftir. Hiç kimse inanç ve felsefi düşüncelerinden dolayı haklarından mahrum bırakılmamalıdır" diye konuştu. Danıştay'ın, idarenin hukuksuzluğuna karşı bireyin hakkını ve hukukunu korumak için ihdas edilmiş bir üst yargı kurumu olduğunu dile getiren Kurtulmuş, "Bu karar ile maalesef Danıştay kendi varlık nedeni ile çelişmektedir. Vatandaşların öğrenim özgürlüğünü, giyim kuşam serbestliğini koruması gereken Danıştay, vesayetçi bir kuruma dönüşmüş, hukuku ve adaleti temel almak yerine özgürlüklerin ve hakların önünü tıkayan bir siyasi odak haline gelmiştir. Maalesef yargı adaletten uzaklaşmaktadır ve bu vahim bir gelişmedir" şeklinde konuştu.

KAMALAK: BU KARARIN TEMELİNDE 12 EYLÜL VAR, 28 ŞUBAT VAR

Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Kamalak, Danıştay'ın aldığı kararın hukuka aykırı olduğunu söyledi. Yasaklama kararlarının mutlaka bir kanun maddesine dayanması gerektiğini vurgulayan Kamalak, "Anayasanın 2., 13 ve 42. maddesine doğrudan aykırı bir karar alınmıştır. Anayasanın 2. Maddesine göre Türkiye bir Hukuk Cumhuriyetidir. Hukuk Cumhuriyetinde özgürlükler asıldır, kısıtlamalar ise sınırlıdır. İnsanlar hür doğar ve hür yaşar. Toplumsal hayatın bir gereği olarak insanlar belli kurallara uymak zorundadır Yüksek dairesi kararını bir kanun maddesine dayandırmıyor. Yargıtay'ın aldığı karara dayandırıyor. Ancak bu kararlarında anayasal bir dayanağı yok. Bu kararların temelinde 12 Eylüller var, 28 Şubatlar var, Sincan'da yürüyen tanklar var. Bu kararların temelinde darbeler var" dedi.

TOPÇU: BAŞÖRTÜSÜ, HAYATIN HER ALANINDA ÖZGÜR OLMALI

BBP Genel Başkanı Yalçın Topçu, Danıştay'ın ileri sürdüğü argümanların akıl dışı olduğunu belirterek, "Alınan kararı tasvip etmek mümkün değil. Hukuki ve sosyolojik olarak anlaşılır bir tarafı yok" dedi. Özgürlükleri bir zincirin halkalarına benzeten Topçu, zincirin tüm halkalarının Anayasa ile garanti altına alınması ve başörtüsünün de hayatın her alanında serbest olmasını istediklerini ifade etti. BBP Genel Başkanı, şunları kaydetti: "Başını örten kadının çocuğunu cepheye göndermekten imtina etmiyorsan, eşi şehid oluyorsa o halde ölmesini bilenlerin çocukları, anaları hayatın har alanında olmalılar. Bu gerçeği görmezden gelenler ideolojik bir bağnazlık içerisindeler. Bu bağnazlık, yüzyılın gerçekleriyle örtüşmüyor. Bu çağdışı anlayış sadece bizim gibi ülkelerde vardır. YÖK'ün attığı adımların, hukuk tayin etmesi gereken yerlerden engel görmesi doğru değildir. YÖK itiraz hakkını kullanmalı, bu ideolojik tavırları çok önemsememeli ve üzerine düşeni yapmalı. Hükümet 8 yıllık iktidarında sivil bir anayasayla bu tür özgürlükleri garanti altına almalıydı. Bununla alakalı yapılması gereken çok şey vardı, yapmadı. Bireysel hak ve özgürlükler her partinin gündemindedir. Ellerinden tutan mı var? İktidarı, muhalefeti bir araya gelerek bu çağdışı ayıbı ortadan kaldırmalı."

ÇELİK: HALKIN İRADESİ BU YASAKLARI AŞACAKTIR

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik ise Danıştay'ın kararını "yasaklardan yana tavrın başka bir örneği" olarak yorumladı. İnsanların saçından sakalından, başına taktığından dolayı yargılanmasının 2011 yılında kabul edilebilir olmadığını belirten Çelik, "Atatürk'ün bu tür ideolojik duruşlara alet edilmesi de kabul edilebilir değildir. Bu karar ideolojik bir karardır. Kararın oybirliği ya da oy çokluğu ile alınması önemli değildir. Kadın erkek ayrımının mümkün olamayacağı gerekçesi ise kargaları güldürecek bir gerekçedir. O zaman başına örtü takan insanlara pasaport verilmemesi lazım. Bu gerekçe çok komik bir gerekçedir. Çözüm tam demokrasidir, ileri demokrasidir, hukukun üstünlüğü kavramlarıdır. Bugüne kadar akla hayale sığmayan yasaklar uygulanmıştır ama zaman gelmiştir, gerek halkın iradesi gerekse hukukun üstünlüğü ile bu yasaklar kalkmıştır. Demokrasinin standartları geliştikçe biz bunlara gülüp geçeceğiz" şeklinde konuştu.

ÖZÇELİK: KARAR ÖZGÜRLÜĞÜ KISITLAMAYA YÖNELİK

Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Siirt Milletvekili Osman Özçelik, Danıştay'ın verdiği kararı doğru bulmadığını söyledi. Danıştay'ın, "fiziksel teşhiste sorun olabilir" gerekçesini değerlendiren Özçelik, başörtüsü ile çekilen fotoğraflardan başörtülü kişilerin teşhis edilebileceğini söyledi. Başörtülülere yönelik bu tür uygulamaların insan haklarına aykırı olduğunu söyleyen Milletvekili Özçelik, Danıştay'ın bu kararını doğru bulmadıklarını, kararın, insanların özgürlük alanlarını kısıtlamaya yönelik olduğunu vurguladı. Özçelik; "İnsanların inanç özgürlüğü, giyim kuşam özgürlüğü olabilir. İnsanların giyim tarzı genel ahlaka aykırı olmadığı sürece insanların giyim ve kuşamlarına mücadele etmek anti-demokratik bir durumdur" dedi.

ELİTAŞ: DANIŞTAY İDEOLOJİK TAVIR İÇİNDE

Danıştay'ın kararına tepki gösteren AK Parti Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş da, "Danıştay aynı ideolojik tavır içinde olduğunu gösterdi. Adalet adil olmadığı, ideolojik davrandığı sürece Türkiye'de yargıya olan güvenin zafiyete uğradığını, yargının güven verici ortamdan uzaklaştığını görürüz ki en büyük tehlike buradadır. Üst yargı mensupları adalete olan güveni arttırmak için gayret gösterme mecburiyetindedir. İlgisiz şahısların başvurusu ile verilen yargı kararlarının da denetlenmesi gerekir."

PAÇACI: DANIŞTAY'IN KARARINI TASVİP ETMEMİZ MÜMKÜN DEĞİL

Danıştay'ın kararını değerlendiren MHP Genel Sekreteri Mustafa Cihan Paçacı, hiç kimsenin kılık kıyafeti nedeniyle haklarından mahrum edilemeyeceğini vurguladı.  Partisinin başörtüsü konusundaki tavrının çok net olduğunu belirten Paçacı, "Danıştay'ın bu kararını tasvip etmemiz mümkün değil. Genç kızlarımız başlarını örttükleri için eğitim hakkından ve sahip oldukları diğer haklardan mahrum edilemezler" dedi. MHP'nin başörtüsü özgürlüğüyle ilgili geçmişte defalarca girişimlerde bulunduğuna dikkat çeken Paçacı, AK Parti ile birlikte yaptıkları düzenlemenin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiğini hatırlattı. Başörtüsü özgürlüğünün Anayasal düzenlemeyle yapılması gerektiğinin altını çizen Genel Sekreter Paçacı, seçimden sonrasını beklemeye gerek olmadığını ve AK Parti ile birlikte bu konuda Anayasal düzenleme yapabileceklerini vurguladı.

Yeni Akit
http://www.haber7.com/haber/20110120/Basortusu-kararina-bir-tek-CHP-sessiz.php
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Üç konu

HIRANT Dink dosyasında Türkiye'yi mahkûm eden AİHM kararı iki esasa dayanıyor: Biri yargıyla, öbürü idareyle ilgili.
-  AİHM'ye göre, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun Dink'i 6 ay hapis cezasına mahkûm eden 11 Temmuz 2006 günlü kararı, ifade özgürlüğüne aykırıdır!
Kurul'un bazı üyeleri de Dink'in yazısında "Türklüğe hakaret" suçu olmadığı yönünde "karşı oy" yazmışlardı; ama çoğunluk Dink'in sözlerini suç saymıştı.
Demek ki yasayı iki yönde de yorumlamak mümkündü.
Bu mesele, yargının evrensel hukuka uyum sağlayıp sağlamaması bakımından önemlidir.
-  AİHM'nin kararındaki ikinci boyut, suikast istihbaratı olduğu halde, Dink'i korumak için etkin  tedbirlerin alınmamış, Dink'in yaşam hakkının devlet tarafından korunmamış olmasıdır!
Tuba Çandar'ın "Hırant" adlı kitabıyla, Nedim Şener'in "Kırmızı Cuma" adlı kitabında bu konularda ayrıntılı bilgiler var, tavsiye ederim.
Devam eden davada Dink'in avukatları, "korumama"nın sorumlularını açığa çıkarmak için "soruşturmanın genişletilmesi"ni talep ediyorlar ama çoğu kabul edilmiyor. Halbuki mahkeme usul kurallarını geniş yorumlayarak avukatların "soruşturmanın genişletilmesi" taleplerini kabul edebilir, etmelidir de...
Bu davada çözülmeden kalacak her "şüphe" noktası vicdanları kanatmaya devam edecektir;  uluslararası planda Türkiye aleyhine gelişmelere bile yol açabilecektir.

Danıştay'ın türban yasağı
Danıştay'ın üniversite sınavlarına başörtülü girilmesini yeniden yasaklayan kararı da maalesef evrensel hukuktaki gelişmelere bir uyumsuzluk örneğidir.
Evvela bu kızlar henüz öğrenci değildir, bu yüzden haklarında 'statü' gerekçeli bir yasak olamaz. Bunu Kemal Gürüz bile ifade etmişti.
İkincisi, AİHM'nin türban konusundaki kararı "yasaklansın" demiyor, "yasaklanabilir" diyor. Yasağı koymak veya kaldırmak mahkemelerin değil, idarenin ve yasamanın yetkisindedir.
Üçüncüsü, yüz açık olacağına göre, türbanın kişinin tanınmasını zorlaştıracağı ve sınav güvenliğinde sorunlar çıkaracağı gibi gerekçeler makul ve inandırıcı değildir. Örneği de görülmemiştir.

Yargıya karşı yasama!
Yargının 'illiberal' kararları öteden beri yasamanın düzenleme getirmesine sebep oluyor.
Dink ve birçok kişi 301. maddeden mahkûm edildi, yasama organı bu maddeden dava açılmasını Adalet Bakanı'nın iznine bağlamak zorunda kaldı...
Yargı özelleştirmeyi engelledi, patır patır parti kapattı, merhum Ecevit zamanında Anayasa değiştirilerek özelleştirmenin önü açıldı, parti kapatma zorlaştırıldı...
12 Eylül referandumu da bir bakıma aynı yönde bir tasarruftu...
Görülüyor ki, yargı özgürlüğün evrensel kurallarına ve toplumsal taleplere duyarsız kaldığında, yasama süreci harekete geçiyor!
Yargı buna öfkeleneceğine, kendisi toplumsal talepleri ve evrensel hukuku daha bir dikkate almalıdır.

Başbakan'ın davası
Başbakan, Ahmet Altan'ı mahkemeye verdi. Avukatları diyor ki:
"Ahmet Altan okurlarca hakaret olarak algılanacak bu ağır ifadeleri sarf etmeden de kaleme aldığı konu hakkında daha etkin bir yazı yazabilirdi..."
Ben de diyorum ki:
"Başbakan, hücum ettiği kesimlerce hakaret olarak algılanacak ağır ifadeleri sarf etmeden, öfkelenmeden, germeden de eleştiri yapabilir..."
Ben sert üslubu yazıda da, hitabette de tercih etmem, ama herkesin tarzı başkadır.
Fakat başbakanlar, eli değil, gövdesi taşın altında olan insanlardır! Söz ve tavırları sakin ve birleştirici olmalı, hatta karşıtlarını sakinleştirmeye özen göstermelidir; üzerlerindeki ağır taşın zıplamasına meydan vermemek için...
Kaldı ki, hiçbir yazar, mahkemeye verilmekten çekinerek geri adım atmaz, hatta muhtemelen daha da keskinleşir.
Başbakan'ın basına karşı ikide bir hakaret davası açmasını doğru bulmuyorum; hukuken de, pratik siyaset bakımından da...

http://www.milliyet.com.tr/uc-konu/taha-akyol/siyaset/yazardetay/20.01.2011/1341535/default.htm
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

İnanılır gibi değil. Danıştay 'başı kapalı sınava girilemez' kararı verdi. Dünya hukuk tarihine geçecek ibretlik bir karar... Gerekçe mi? Çok ilginç: 'Başvuruda bulunan erkek-kadın adayların fiziksel olarak teşhislerinde güçlük oluşacağı ve sınav güvenliği açısından olumsuz sonuçlar doğurabileceği...' Danıştay'ın söylediğine bakın; başörtüsü olursa kadın ve erkeğin tanınmasında güçlük yaşanırmış, bu da sınavın güvenliğini etkilermiş.

Bir süredir yüksek yargı manşetlerdeydi. Aralarında Hizbullah sanıklarının da bulunduğu 'son tahliyeler' eleştiri oklarını Yargıtay'a yöneltti. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül 'Kimse kusura bakmasın, yargı köhneleşmiş' dedi. Danıştay'ın başörtüsü kararı tam Yargıtay tartışmalarının üzerine geldi.

Sadece son kararı değil, Danıştay'ın başta imam hatip liselerini hedef alan 'katsayı' gibi birçok kararı kamuoyunun tepkisine neden oldu. Vicdanları yaraladı. Yadırgandı. Toplumun geniş kesimleri tarafından 'hukuk ve adalet' terazisine vurulduğunda 'ideolojik ve siyasi' karar olarak yorumlandı.

Doğrusu bu eleştiriler karşısında ben Danıştay'ın daha dikkatli davranacağını, en azından ideolojik dozu düşük kararlara imza atacağını tahmin ediyordum. Danıştay, kamuoyuna yansıyan tartışmalardan hiç ama hiç etkilenmediğini gösterdi.

Danıştay'ın 8. Dairesi, Eğitim-İş Sendikası'nın başvurusu üzerine 21 Aralık'ta yapılan ALES (Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitim Giriş Sınavı) için hazırlanan kılavuzda 'başı açık fotoğraf' şartının olmaması nedeniyle yürütmeyi durdurdu.

Kararı gerekçelendirirken Anayasa Mahkemesi, AİHM ve kendi içtihatlarından da söz etti ama 'erkek ve kadınların tanınmasında güçlük olur' gibi asla 'hukuk ve adaletle' izah edilemeyecek yaklaşım sergiledi. Bu akıl ve mantıkla da açıklanamaz. Bu kararda ne adalet, ne hukuk, ne akıl, ne mantık var. Buram buram ideoloji, başörtüsü karşıtlığı...

Evrensel hukuk kuralları ortada... Anayasa ve yasalarda başörtüsünü yasaklayan hiçbir madde yok. Ayrıca hükmü içtihatlar değil ancak yasalar koyar. Eğer 'başı kapalılık' tanınmaya engel olsaydı, hayatın bütün alanlarında 'başı açık olmak' bir zorunluluğa dönüşürdü.

Başı örtülü birinin teşhisinin güç olduğunu söylemek hayatın gerçekleriyle bağdaşmaz.

Sınavın güvenliği Danıştay'ın değil, idarenin görevi. Danıştay'ın sınavda başörtüsünü yasaklayan kararını başörtüsüne mesafeli duran kesimler bile savunmakta güçlük çekiyor. 'Yargı kararıdır, saygı duymak lazım' türü açıklamaların ötesinde bir şey söyleyemiyorlar.

Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker'in açıklaması ilginç geldi bana... Gerçeker, Danıştay'ın kararını yorumlarken 'Demokratik hak ve özgürlüklerin daima genişletilmesi, ileri götürülmesi bir hukukçunun en büyük ideali olmalıdır. Demokrasi zaten bir özgürlük rejimidir.' dedi.

Danıştay'ın kararında ne özgürlük var, ne hak, ne de demokrasi... Gerçeker'in söylediklerinin tam karşısında yer alan bir zihniyetin ürünü. Karar, kelimenin tam anlamıyla 'ben yaptım oldu' anlayışının yansıması. Demokratik hukuk devletinde 'ben yaptım, oldu' yaklaşımı olabilir mi? Asla.

Danıştay'ın kararına toplumun her kesimi tepkili... AK Parti'den MHP'ye kadar siyasî partiler 'kabul edilemez' bulduğunu açıkladı. Sırf bu son karar bile yüksek yargıda reformun kaçınılmaz olduğunu göstermeye yeter. Türkiye'nin adalete, hukuka, özgürlükçü içtihatlara ihtiyacı var. Bu da ancak reformla mümkün. Başbakan Erdoğan 'Yargıtay ve Danıştay'da bazı adımlar atmakta kararlıyız' dedi.

Yargının normalleşmesi için reformdan başka çıkış yok...

m.unal@zaman.com.tr
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1082027&title=danistaydan-ibretlik-karar

Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Orada, kapağı açılmamış 45 bin dosya vardır ama bizim yargımız çok hızlı çalışır!

Bakmayın öyle Dink davası 4 yılda bitmemiş, Hizbullah 10 yılda tamamlanmamış, birçok dava zaman aşımından düşmüş, zaman aşımından düşecek olanların sayısı 10 binleri buluyormuş... Tutukluluk süreleri ceza haline gelmiş, geciken adalete AB raporları isyan etmekteymiş... Şu bu...

Bizim yargımız çok hızlı çalışır!

Tayyip Erdoğan'ın siyaseten önü kesilecekse mesela...

Ergenekon yargıçlarına tazminat hükmü verilecekse mesela... Ve...

Başörtülülere yeniden yasak uygulanacaksa...

İşte aralıkta Eğitim-İş'in müracaatı, ocakta karar... Jet...

Karar ama ne karar!

Başörtülünün kimliğini tespit zor olurmuş!

Ortaya bir güvenlik sorunu çıkarmış!

"Evvel yoğidi, iş bu rivayet yeni çıktı."

Önden çekilmiş ve yüzü gösteren fotoğrafın tanınma konusunda herhangi bir sorun oluşturmadığı ve bu yüzden pasaportlarda rahatça kullanılabildiği biliniyor. Bu pasaportla Amerika'ya girebiliyorsunuz ama bu şekilde ALES sınavına giremiyorsunuz.

Ya o güvenlik meselesi neyin nesi?

Nasıl bir güvenlik sorunu oluşturuyor başörtüsü? Nasıl?

Bunlar resmen "yoktan" gerekçe üretimi... Zorlama kararlar.

Yıl 2011.

Kadınlara sözüm ona pozitif ayrımcılık uygulanan ülke, Türkiye...

Bunun adı negatif ayrımcılık.

Türkiye hâlâ "İmam hatip mezunları polis olabilsin mi"yi tartışıyor.

Türkiye hâlâ kız öğrencilerin kılık kıyafetini tartışıyor.

Tunus'ta, 23 yıllık baskı rejiminden söz ediyoruz.

28 Şubat günlerinde Türkiye'de de, Zeynelabidin bin Ali kafasında arayışlar oldu. Yani "Evde, sokakta bile başörtüsü denetimi yapılsın ve yasak uygulansın" gibi arayışlar... "Sokaklar bile kamusal alan değil mi" yazıları o zaman yazıldı. İslam ülkesi ise Tunus da İslam ülkesi idi, laiklikse Tunus da laikti, öyleyse neden Türkiye Tunus gibi olmasındı!?.

Allah'a şükür Türkiye Tunus olmadı.

Şimdi Tunus, Zeynelabidin bin Ali'yi kovdu, kendini arıyor!

Ama bizdeki Tunus zihniyeti, kimi zaman siyaset diliyle, kimi zaman Ergenekon diliyle, kimi zaman ulusalcılık diliyle ve kimi zaman yargı diliyle depreşip duruyor.

Yıl 2011. İnsaf.

Biz, "Başörtülü kadın neden Meclis'e giremesin" diye sorgularken yargı "Hayır başörtülü olarak üniversiteye de giremesin, akademik sınava da" diyor.

İnsaf.

Üstelik bu, verilen bir özgürlük hakkının değil, konmayan, zikredilmeyen bir yasağın konması için verilen iptal kararı.

Yani Danıştay, "Niye özgürlük verdiniz" demiyor, "Niye yasak uygulamadınız" diyor.

Burada Eğitim-İş diye bir sendikanın, "Başörtüsü neden yasak değil" diye iptal başvurusunda bulunması da, bizdeki sivil toplum garabetinin tipik misali.

Sivil toplum, insan haklarını savunmak için varsa, başörtülü bir kadının akademik çalışma yapmasına mani olmak hangi insan hakkını savunmak oluyor?

Verilen tamamen ideolojik bir mücadele ve Danıştay'ın 8'inci dairesini oluşturan kadro, o ideolojik mücadelenin paydaşı konumunda...

Ah bizim Yüksek Yargımız...

Sana ne kadar güvenmek istiyoruz bir bilsen.

Ama ah şu kararlar!

Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay toplum değerleriyle çatışan böyle kararlara imza attıkça, Yüksek Yargı'nın yeniden düzenlenmesi, müthiş bir toplumsal talebe dönüşüyor.

Her ülkede yargı erki, insanların, hukuk için en son ümididir, bizde ise adeta haklarımızı yargıdan kurtaracak düzenlemeler kurtuluş formülleri haline geliyor. Ve toplum iradesi, siyasi kadroları, Yargı ile ilgili düzenlemelere teşvik ediyor.

Şu kesin: Bu Danıştay kararından sonra seçim sonrasında yapılması planlanan anayasa değişikliği heyecanı bir kat daha artacaktır.

Yüksek Yargımız, hızlı ve yavaş kararlarına dilediği kadar devam etsin. Bunların tamamı, toplumsal müşahede altındadır.

İster örtülü olsun, ister açık, İslam ülkeleri, Zeynelabidin bin Ali düzenlerini tasfiye edeceklerdir. Tunus'la ilgili ilk yazımda bunları "Geç kalmış gelişmeler" olarak niteledim. Başörtüsü yasağı da Türkiye'nin "Geç kalmış demokratikleşme"sinin sembolüdür. Türkiye bunu er geç aşacaktır.

Merak ediyorum doğrusu:

Danıştay'ın bu kararı nasıl uygulanacak? Danıştay adına birileri, ALES sınavının yapıldığı salonlara güvenlik görevlisi veya gözetmen olarak dikilip, kıyafet kontrolü mü yapacak?

http://bugun.com.tr/kose-yazisi/139291-bizim-yargimiz-cok-hizli-calisir-makalesi.aspx
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Danıştay 8'inci Dairesi'nin lisansüstü (ALES) sınavının yürütmesini "başı açık resim" şartı konulmadığı için durdurması yargı kararlarını yeniden tartışmaya açtı.

Danıştay bu kararıyla özgürlüklerden yana değil yasaklardan yana olduğunu ortaya koydu.

Böylece üniversitelerde YÖK'ün uygulama ile kaldırdığı başörtüsü yasağını, Danıştay lisansüstü için yoruma dayanarak sürdürmeyi tercih etti.

Kararda "devrim kanunları" ve "yüzün tanınmaması" gibi şok gerekçe var.

Oysa devrim kanunları arasında kadınların başlarını açması bulunmuyor.

Buna karşılık erkeklerin başlarına "şapka" takması bulunuyor.

Danıştay, olmayan bir hususta yürürlüğü durdurmak yerine, var olan bir hususta karar alsaydı bu tepkiyi çekmezdi.

Tabii öncelikle kendi üyelerinin de şapka takmadığı için "kamusal alan"a giremeyeceği kararına imza atması gerekiyordu!

Demek ki, devrim kanunları devrin şartlarına göre uygulanamayabiliyor.

Kimse de "şapka" takmadığı için yüksek yargıyı suçlamıyor.

Danıştay'ın başörtüsü konusunda aldığı karar devrin hukuk anlayışına da uymuyor.

Yargıtay Başkanı Gerçeker de "Demokratik hak ve özgürlüklerin daima genişletilmesi, ileri götürülmesi bir hukukçunun en büyük ideali olmalıdır" diyerek kararı eleştirdi.

Hiçbir demokratik ülkede böyle bir yasak yok.

***

Başörtülü resim halinde kadın ve erkek ayrımı yapılamayacağı ve "güvenlik zaafı" oluşacağı iddiası da gerçekle uyuşmuyor.

İnsanlar pasaportlarına, kimliklerine başörtülü resim yapıştırırken "güvenlik" ve "tanınma zorluğu" yaşanmıyor da ALES sınavına girerken neden yaşansın?

Yüzün açık olması başka bir şeydir, başın açık olması başka.

Mahkemede başörtülü iken tanınan ve teşhis edilebilen bir insan, neden sınava girerken tanınamasın?

ABD'ye, Çin'e, Rusya'ya, Uganda'ya girerken teşhis edilen yüz neden sınava girerken teşhis edilemesin?

Sınavın yürütmesini durdurmanın "güvenlik" gerekçesi de ikna edici değil.

***

Başbakan Erdoğan kararı önceki gün şu net sözlerle değerlendirdi:

"Karar son derece keyfi bir karar. Vicdanları yaralayan, evrensel hukuk normlarını çiğneyen, yargıya güveni bir kez daha sorgulatacak nitelikte bir karar. Alınan bu karar, aynı zamanda kanunsuzdur."

Başbakanın tespitlerine katılmamak mümkün değil.

Danıştay'ın yasağı "olmayan bir madde nedeniyle olmayan yasaya" dayanıyor.

Hukuki olmaktan uzak, siyasi bir karar olarak öne çıkıyor.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de Danıştay kararı için "Türkiye'yi germek isteyenlere zemin hazırlamaktan başka bir hizmet sunmamaktadır" değerlendirmesinde bulunuyor.

Tashihe muhtaç tartışmalı karar, yargı reformu ve yargıda özgürlükçü dönüşümün ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.

Başörtülüysen, hasta olabilir ama doktor olamazsın...

Danıştay kararı "kamusal alanda hizmet alan ve hizmet veren" suni ayrımının da bir an önce sonlanması gerektiğini ortaya koyuyor.

"Başörtülüysen, sanık olabilir ama hâkim olamazsın" demek ne kadar doğru?

"Başörtülüysen, hasta olabilir ama doktor olamazsın" demek hangi vicdana sığar?

"Başörtülüysen, mağdur olabilir ama polis olamazsın" demek ne kadar mantıklı?

Avrupa ve Amerika'da başörtülülerin her alanda görev yapabildiklerini görüyoruz.

Türkiye'de de başörtülüler özel sektörde "hizmet veren" olarak görev yapıyor.

Hiçbir ayrım ve sıkıntı yaşanmıyor.

"Hizmet alan"ın bu nedenle bir şikâyetine bugüne kadar rastlamadım.

Suni ayrımlarla yasaklara zemin hazırlamanın kimseye faydası yok.

Sonuçta vicdanları yaralayan bu tarz kararlar ortaya çıkıyor.

Hukukun üstünlüğüne olan güven de yok yere zedeleniyor.

Başbakan Erdoğan Katar'da aralarında bulunduğum bir grup gazeteciye, kamudaki başörtüsü yasağını değerlendirirken, "Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvurular ile düzeleceğine inandığını" dile getirmişti.

Danıştay ve Yargıtay kararlarının Anayasa Mahkemesi'nin "temyiz"ine açılması umarım böyle hayırlı bir sonuç verir.

Türkiye'nin yok yere çıkarılan krizlerle toplumsal huzurunu kaybetmesine ya da enerjisini bu tarz gereksiz tartışmalarla kaybetmesine de gerek kalmaz.

http://bugun.com.tr/kose-yazisi/139461-danistay-da-sapka-takiliyor-mu-makalesi.aspx
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.