Haberler:

Hukuk Forumumuza Hoşgeldiniz

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Konular - Av. Ahmet Faruk Ümüt

#1
Kasten Yaralama Suçu (Türk Ceza Kanunu madde 86)

Kasten yaralama suçu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun "Vücut Dokunulmazlığına Karşı Suçlar" başlıklı ikinci bölümünün 86. maddesinde hüküm altına alınmıştır. Buna göre;

"Madde 86 - Kasten Yaralama
Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."

Kanunun lafzından ve düzenlendiği bölümden de anlaşılacağı üzere yaralama suçunda kişinin korunan yararı, vücut dokunulmazlığı ve beden bütünlüğüdür. Bu sebeple suçun konusunu mağdurun acı verilen veya bozulan bedeni ya da ruhsal varlığı oluşturmaktadır. Failin yaptığı hareket sonucu, maddede belirtilen sonuçlardan biri meydana gelirse, yaralama suçunun oluşacağı tereddütsüzdür. Bu sonucu doğurmaya elverişli olan tüm hareketlerle kasten yaralama suçunun işlenmesi mümkündür.(Yargıtay Ceza Genel Kurulu 27.05.2014 tarihli 2013/292 Esas,  2014/289 Kararı)

Görüldüğü üzere hem Kanun koyucu hem de Yargıtay yerleşik içtihatların kasten yaralama suçunu oluşturacak fiilin ne olduğunu açıklamamıştır ancak yerleşik uygulamalarına göre; tokat atmak, yumruk atmak, iteklemek suretiyle bir yere çarpmasına neden olmak, tırnak veya başka bir cisim ile vücuduna çiziklere neden olmak, yerde sürüklemek, silah veya benzeri bir cisimle yaralanmasına neden olmak vb. fiiler kasten yaralama suçuna vücut verir.

"Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur."

Kanunda söz edilen basit tıbbi müdahaleden anlaşılması gereken hiçbir tıbbi müdahale gerektirmeyen ve sağlık mensubu olmayan kişiler tarafından dahi iyileştirilmesi mümkün olan yüzeysel yaralamalar olarak tarif edilmektedir. (Nur Centel, Hamide Zafer, Özlem Çakmut, Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, Cilt I, 4. bası, Beta, s. 175.) Hangi fiillerin basit tıbbi müdahele ile giderilebilecek seviyede olup olmadığı hususu uygulamada çok önemli bir yer tutmakta olup bunun değerlendirmesinin nasıl olacağı uygulamada çokça tartışılmaktadır. Kasten yaralamanın kişi üzerindeki etkisi basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif ise cezada indirim yapılacağı gibi suçun takibi de şikayete bağlı kılınmaktadır. Doktrinde genel anlamıyla ciddi bir tıbbi müdahaleye gerek olmaksızın sağlık çalışanı olmayan kişiler tarafından da iyileştirilebilecek yüzeysel yaralanmalar basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek yaralanma olarak kabul edilmektedir.

"Suçun kadına karşı işlenmesi hâlinde cezanın alt sınırı altı aydan az olamaz."

Kanunumuza 12/05/2022 tarihinde eklenen fıkra ile yaralama fiilinin bir erkek tarafından kadına karşı işlenmesi halinde cezanın alt sınırı 6 ay olarak belirlenmiştir. Bu hüküm yalnızca erkeklerin kadınlara karşı işlediği suçlarda uygulama alanı bulacak olup suçun failinin ve mağdurunun kadın olduğu durumlarda uygulanamayacaktır.

YARALAMA SUÇUNUN DAHA AĞIR CEZAYI GEREKTİRECEK HALLERİ

Yaralama suçunun cezasının ağırlaştırılmasını gerektiren nitelikli halleri 5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun m. 86/3 ve m.87'de sayılmıştır. Buna göre;

Kasten yaralama suçunun;
a) Üstsoya, altsoya, eşe, boşandığı eşe veya kardeşe karşı,
b) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
e) Silahla,
f) Canavarca hisle,
işlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında, (f) bendi bakımından ise bir kat artırılır.

Suçun üstsoya, altsoya, eşe, boşandığı eşe veya kardeşe karşı işlenmesinde cezanın arttırılma sebebi gerek aile kurumuna etkin bir koruma sağlamak gerekse söz konusu yakınlık derecesinde olan kişilerin gelebilecek saldırılara beklenmedik anlarda karşılaşabilmekte ve kendini korumaktan yoksun kalabilmektedir. Kişinin bu fıkradan cezasının arttırılabilmesi için mağdurun akrabası olduğunu bilebilecek durumda olması gerekmektedir. Aksi takdirde suçun mağdurunda yanılma unsuru ortaya çıkacak ve suçun kasıt fonksiyonunda eksiklik olacaktır.

Kanunumuzda yer alan silah hükmünden anlaşılması gereken 5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun 6. maddesinin 1.fıkrasının f bendine göre;

1.Ateşli silahlar,
2.Patlayıcı maddeler,
3.Saldırı ve savunmada kullanılmak üzere yapılmış her türlü kesici, delici veya bereleyici alet,
4.Saldırı ve savunma amacıyla yapılmış olmasa bile fiilen saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişli diğer şeyler,
5.Yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı, boğucu, zehirleyici, sürekli hastalığa yol açıcı nükleer, radyoaktif, kimyasal, biyolojik maddeler
Yaralama suçunda silah kapsamına girmektedir.

YARALAMA SUÇUNUN CEZASINDA İNDİRİM SEBEPLERİ

Yaralama suçunda cezai indirim sebepleri 5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun İkinci Bölümünün "Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Nedenler" başlıklu 24 vd. maddelerinde yer verilmiştir.

1- Kanun Hükmü ve Amirin Emrinin Yerine Getirilmesi
Türk Ceza Kanunumuzun 24. maddesine göre;
(1) Kanunun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmez.
(2) Yetkili bir merciden verilip, yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emri uygulayan sorumlu olmaz.
(3) Konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine getirilemez. Aksi takdirde yerine getiren ile emri veren sorumlu olur.
(4) Emrin, hukuka uygunluğunun denetlenmesinin kanun tarafından engellendiği hallerde, yerine getirilmesinden emri veren sorumlu olur.

2- Meşru Savunma ve Zorunluluk Hali
Türk Ceza Kanunumuzun 25. maddesine göre;
(1) Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.
(2) Gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakka yönelik olup, bilerek neden olmadığı ve başka suretle korunmak olanağı bulunmayan ağır ve muhakkak bir tehlikeden kurtulmak veya başkasını kurtarmak zorunluluğu ile ve tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan vasıta arasında orantı bulunmak koşulu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.

3- Hakkın Kullanılması ve İlgilinin Rızası
Türk Ceza Kanunumuzun 26. maddesine göre;
(1) Hakkını kullanan kimseye ceza verilmez.
(2) Kişinin üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin olmak üzere, açıkladığı rızası çerçevesinde işlenen fiilden dolayı kimseye ceza verilmez.

4- Meşru Savunmada Sınırın Aşılması
Türk Ceza Kanunumuzun 27. maddesine göre;
(1) Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yazılı cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur.
(2) Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez.

5- Cebir ve Şiddet, Korkutma ve Tehdit Altında Bulunma
Türk Ceza Kanunumuzun 28. maddesine göre;
(1) Karşı koyamayacağı veya kurtulamayacağı cebir ve şiddet veya muhakkak ve ağır bir korkutma veya tehdit sonucu suç işleyen kimseye ceza verilmez. Bu gibi hallerde cebir ve şiddet, korkutma ve tehdidi kullanan kişi suçun faili sayılır.

6- Haksız Tahrik
Türk Ceza Kanunumuzun 29. maddesine göre;
(1) Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine 18 yıldan 24 yıla ve müebbet hapis cezası yerine 12 yıldan 18 yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir.

7-  Hataya Düşme
Türk Ceza Kanunumuzun 30. maddesine göre;
(1) Fiilin icrası sırasında suçun kanuni tanımındaki maddi unsurları bilmeyen bir kimse, kasten hareket etmiş olmaz. Bu hata dolayısıyla taksirli sorumluluk hali saklıdır.
(2) Bir suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hallerinin gerçekleştiği hususunda hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır.
(3) Ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır.
(4) İşlediği fiilin haksızlık oluşturduğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, cezalandırılmaz.

8- Yaralama Suçunun İşlendiği Sırada Yaş Küçüklüğü
Türk Ceza Kanunumuzun 31. maddesine göre;
(1) Fiili işlediği sırada 12 yaşını doldurmamış olan çocukların ceza sorumluluğu yoktur. Bu kişiler hakkında, ceza kovuşturması yapılamaz; ancak, çocuklara özgü güvenlik tedbirleri uygulanabilir.
(2) Fiili işlediği sırada 12 yaşını doldurmuş olup da 15 yaşını doldurmamış olanların işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamaması veya davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmemiş olması hâlinde ceza sorumluluğu yoktur. Ancak bu kişiler hakkında çocuklara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur. İşlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin varlığı hâlinde, bu kişiler hakkında suç, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde 12 yıldan 15 yıla; müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde 9 yıldan 11 yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Diğer cezaların yarısı indirilir ve bu hâlde her fiil için verilecek hapis cezası 7 yıldan fazla olamaz.
(3) Fiili işlediği sırada 15 yaşını doldurmuş olup da 18 yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında suç, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde 18 yıldan 24 yıla; müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde 12 yıldan 15 yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Diğer cezaların üçte biri indirilir ve bu hâlde her fiil için verilecek hapis cezası 12 yıldan fazla olamaz. 

9- Akıl Hastalığına Sahip Olma
Türk Ceza Kanunumuzun 32. maddesine göre;
(1) Akıl hastalığı nedeniyle, işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye ceza verilmez. Ancak, bu kişiler hakkında güvenlik tedbirine hükmolunur.
(2) Birinci fıkrada yazılı derecede olmamakla birlikte işlediği fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan kişiye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine 25 yıl, müebbet hapis cezası yerine 20 hapis cezası verilir. Diğer hallerde verilecek ceza, altıda birden fazla olmamak üzere indirilebilir. Mahkûm olunan ceza, süresi aynı olmak koşuluyla, kısmen veya tamamen, akıl hastalarına özgü güvenlik tedbiri olarak da uygulanabilir.

10- Sağır ve Dilsizlik Hali
Türk Ceza Kanunumuzun 33. maddesine göre;
(1) Bu Kanunun, fiili işlediği sırada 12 yaşını doldurmamış olan çocuklara ilişkin hükümleri, 15 yaşını doldurmamış olan sağır ve dilsizler hakkında; 12 yaşını doldurmuş olup da 15 yaşını doldurmamış olanlara ilişkin hükümleri, 15 yaşını doldurmuş olup da 18 yaşını doldurmamış olan sağır ve dilsizler hakkında; 15 yaşını doldurmuş olup da 18 yaşını doldurmamış olanlara ilişkin hükümleri, 18 yaşını doldurmuş olup da 21 yaşını doldurmamış olan sağır ve dilsizler hakkında da uygulanır.

11- Geçici Nedenler, Alkol Veya Uyuşturucu Madde Etkisinde Olma Hali
Türk Ceza Kanunumuzun 34. maddesine göre;
(1) Geçici bir nedenle ya da irade dışı alınan alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle, işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye ceza verilmez.
(2) İradi olarak alınan alkol veya uyuşturucu madde etkisinde suç işleyen kişi hakkında birinci fıkra hükmü uygulanmaz.

BASİT TIBBI MÜDAHALE İLE GİDERİLEBİLECEK YARALANMA KAVRAMI NEDİR?

Basit tıbbı müdahelenin tespitinde fiilin işlendiği koşullar, mağdurun durumu, hareketin yöneldiği bölge, hareketin şiddeti, işleniş şekli ve neticeyi gözeterek genel bir değerlendirme yapmak gerekmektedir.

Hangi yaralamaların basit tıbbı müdahele ile giderilebilecek seviyede olup olmadığı hususu hukukun değil tıbbın konusu oluşturmakla birlikte Türk Hukukunda bu değerlendirmeyi yapan kurum Adli Tıp Kurumudur.

Adli Tıp Kurumu uygulamada yaşanan farklılıkları gidermek amacıyla Adli Tıp Kurumu Başkanlığı, Adli Tıp Uzmanlar Derneği ve Adli Tıp Derneği ortaklığı ile ilki 2005 yılında olmak üzere bir dizi yayın yaparak uygulamada Mahkemelere yol gösterici raporlar ortaya koymuştur. (Liste için bkz. Türk Ceza Kanunu'nda Tanımlanan Yaralama Suçlarının Adli Tıp Açısından Değerlendirilmesi Haziran 2013, <https://www.atk.gov.tr/tckyaralama24-11-15.pdf> Erişim tarihi: 07.07.2023)  Yaralanmaların bazılarına örnek verecek olursak;

Deri-Deri Altı-Kas Dokusunu İlgilendiren Travmatik Değişimlere ilişkin Adli Tıp Kurumunun raporuna göre;
Tüm vücut alanına göre yüzey alanı yaklaşık olarak; yüz bölgesinde %5, vücudu diğer bölgelerinde %10'a kadar olan abrazyon ve kontüzyonlar ve yüz bölgesinde 5 cm, vücudun diğer bölgelerinde tek lezyon olarak 10 cm, toplam 20 cm'e kadar cilt-cilt altını ilgilendiren yaralanmalar BASİT TIBBI MÜDAHELE İLE GİDERİLEBİLİR.
Tüm vücut alanına göre yüzey alanı yaklaşık olarak; yüz bölgesinde %5, vücudun bölgelerinde %10'dan fazla olan abrazyon ve kontüzyonlar, yüz bölgesinde 5 cm, vücudun diğer bölgelerinde tek lezyon olarak 10 cm, toplam 20 cm'den büyük cilt-cilt altını ilgilendiren yaralanmalar, fasia ve kas dokuyu ilgilendiren tüm penetran yaralanmalar, yumuşak doku seyirli, giriş deliği bulunan, tüm ateşli silah yaralanmaları BASİT TIBBI MÜDAHALE İLE GİDERİLEMEZ.

Yanıklara ilişkin Adli Tıp Kurumunun raporuna göre;
1. derece yanık, 2. derece yanıklarda yüzey alanı %10'dan az (5 yaş altı çocuklarda %5'ten az) yanıklar  BASİT TIBBI MÜDAHALE İLE GİDERİLEBİLİR.
1. derece yanıklarda beş yaş ve altında % 20'den fazla, 2. derece yanıklarda %10-20 (5 yaş altı çocuklarda%5-15), 3. ve 4. Derece yanıklarda %10'dan az yanıklar BASİT TIBBI MÜDAHALE İLE GİDERİLEMEZ.

Kafa Bölgesini İlgilendiren Yaralanmalara ilişkin Adli Tıp Kurumunun raporuna göre;
İç tabulayı da kapsayan kafatası kırıkları, izole dış tabulayı ilgilendiren kafatası kırığı, tüm kafa içi yapılardaki travmatik değişimler, (kontüzyon, pnömosefali, klinik bulgu veren beyin ödemi vb.), kranial sinir yaralanmaları (diğer kafa içi değişimlerin eşlik etmediği), yaralanmalarda BASİT TIBBI MÜDAHALE İLE GİDERİLEMEZ.

Bilinç Kaybına Neden Olan Yaralanmalara ilişkin Adli Tıp Kurumunun raporuna göre;
Olay sonrası ilk gözlemde uyanık, belirlenmiş 5 dakikadan kısa süren geçici bilinç kaybı, travma sonrası 24 saatten kısa amnezi, (Glasgow Koma Skoru: 14–15) BASİT TIBBI MÜDAHALE İLE GİDERİLEBİLİR.
Belirlenmiş 5 dakikadan uzun süren bilinç kaybı, travma sonrası bilinç kaybı olmamakla birlikte fokal nörolojik defisit (kranial sinir, hissi- motor belirti), travma sonrası 24 saatten uzun amnezi, (Glasgow Koma Skoru: 9-13 arası) BASİT TIBBI MÜDAHALE İLE GİDERİLEMEZ.

Yukarıda da izah edildiği üzere her olay ve fiil için farklılık arz eden yaralanmalar ve bu yaralanmaların neden olduğu komplikasyonlar için ayrı değerlendirme yapmak gerekmektedir. 


Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr

#2
Türkiye'de Taşınmaz Edinmek İsteyen Yabancıların İzleyeceği Yollar

Türkiye'de taşınmaz edinimi konusunda 3 farklı yabancı kavramı vardır;
1. Yabancı gerçek kişiler,
2. Yabancı tüzel kişiler,
3.Yabancı sermayeli Türk şirketleri.

2644 sayılı Tapu Kanunu'nun 35. maddesinde yabancı gerçek ve tüzel kişilerin taşınmaz edinimine ilişkin hükümler, 36. maddesinde ise yabancı sermayeli şirketlere ilişkin hükümler yer alır.

2644 sayılı Kanunumuzun 35. maddesine göre;

"Kanuni sınırlamalara uyulmak kaydıyla, uluslararası ikili ilişkiler yönünden ve ülke menfaatlerinin gerektirdiği hallerde Cumhurbaşkanı tarafından belirlenen ülkelerin vatandaşı olan yabancı uyruklu gerçek kişiler Türkiye'de taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinebilirler. Yabancı uyruklu gerçek kişilerin edindikleri taşınmazlar ile bağımsız ve sürekli nitelikteki sınırlı ayni hakların toplam alanı, özel mülkiyete konu ilçe yüz ölçümünün yüzde onunu ve kişi başına ülke genelinde otuz hektarı geçemez. Cumhurbaşkanı kişi başına ülke genelinde edinilebilecek miktarı iki katına kadar artırmaya yetkilidir."

"Yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketleri ancak özel kanun hükümleri çerçevesinde taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinebilirler. Bu ticaret şirketleri dışındakiler taşınmaz edinemez ve lehlerine sınırlı ayni hak tesis edilemez. Bu ticaret şirketleri ile yabancı uyruklu gerçek kişiler lehine taşınmaz rehni tesisinde bu maddede yer alan sınırlamalar uygulanmaz."

"Cumhurbaşkanı, ülke menfaatlerinin gerektiği hallerde yabancı uyruklu gerçek kişiler ile yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketlerinin taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinimlerini; ülke, kişi, coğrafi bölge, süre, sayı, oran, tür, nitelik, yüzölçüm ve miktar olarak belirleyebilir, sınırlandırabilir, kısmen veya tamamen durdurabilir veya yasaklayabilir."

"Yabancı uyruklu gerçek kişiler ve yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketleri, satın aldıkları yapısız taşınmazda geliştireceği projeyi iki yıl içinde ilgili Bakanlığın onayına sunmak zorundadır. İlgili Bakanlıkça başlama ve bitirilme süresi belirlenerek onaylanan proje tapu kütüğünün beyanlar hanesine kaydedilmek üzere taşınmazın bulunduğu tapu müdürlüğüne gönderilir. Onaylanan projenin süresi içinde gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği ilgili Bakanlıkça takip edilir."

"Askeri yasak bölgeler, askeri güvenlik bölgeleri ile stratejik bölgelere ait harita ve koordinat değerleri bu Kanunun yürürlük tarihinden itibaren en geç bir yıl içinde ve bu yerlere ait değişiklik kararlarına ait harita ve koordinat değerleri değişikliklerin yapıldığı tarihten itibaren bir ay içinde Millî Savunma Bakanlığınca, özel güvenlik bölgeleri ve değişiklik kararlarına ait harita ve koordinat değerleri ise İçişleri Bakanlığınca aynı sürede Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu Bakanlığa verilir. Bu Kanunun yürürlük tarihinden itibaren bir yıl sonra bu fıkra uyarınca gönderilen belge ve bilgilere göre tapu işlemleri yürütülür."

"Bu madde hükümlerine aykırı olarak edinilen, edinim amacına aykırı kullanıldığı ilgili Bakanlık ve idarelerce tespit edilen, süresi içinde ilgili Bakanlığa başvurulmayan veya süresi içinde projeleri gerçekleştirilmeyenler ile bu maddenin birinci fıkrası kapsamındaki sınırlamalar dışında miras yoluyla edinilen taşınmazlar ve sınırlı ayni haklar, Maliye Bakanlığınca verilecek bir yılı geçmeyen süre içinde maliki tarafından tasfiye edilmediği takdirde tasfiye edilerek bedele çevrilir ve bedeli hak sahibine ödenir."

Yabancı Gerçek Kişilerin Taşınmaz Edinimlerindeki Kanuni Sınırlamalar

Edinimine izin verilen yabancı uyruklu gerçek kişiler özel mülkiyetin mümkün olduğu alanlarda (konut, işyeri, arsa, tarla vs.) her türlü taşınmazı edinebilir. Edinilen taşınmaz yapısız nitelikte ise yabancı uyruklu malikin burada iki yıl içerisinde proje geliştirmek üzere projenin konusuna göre ilgili kamu idaresine başvurması gerekir.

Yabancı uyruklu bir gerçek kişi ülke genelinde 30 hektara kadar taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinebilir. Bakanlar Kurulu dilerse bu miktarı iki katına kadar arttırabilir.

Yabancı uyruklu gerçek kişiler askeri yasak bölgeler ve askeri güvenlik bölgelerinde bulunan taşınmazları edinemez ve kiralayamazlar. Özel güvenlik bölgelerindeki taşınmazları ise valilik izni ile edinebilir ve kiralayabilirler.

Yabancı uyruklu gerçek kişilerin toplam edinimi bir ilçenin özel mülkiyete açık toplam alanının yüzde onunu aşamaz. Yüzde onluk kotanın dolduğu yerlerde yabancıların yeni edinim talepleri karşılanmaz.

Tasfiye Edilecek Taşınmazlar

Yukarıda belirtilen durumlara aykırı olarak edinilen taşınmazlar, Edinim amacına aykırı kullanıldığı tespitedilen ve süresi içinde ilgili Bakanlığa başvurulmayan veya süresi içinde projeleri gerçekleştirilmeyen yapısız taşınmazlar Yabancı edinimini sınırlayan hükümleri aşan miras yoluyla edinilmiş taşınmaz ve sınırlı ayni haklar söz konusu olduğunda Maliye Bakanlığınca verilecek bir yılı geçmeyen süre içinde malikin taşınmazı devretmesi beklenir, bu mümkün olmazsa tasfiye edilerek bedele çevrilir ve bedeli hak sahibine ödenir.

Yabancı Tüzel Kişilerin Taşınmaz Ve Sınırlı Ayni Hak Edinimleri

Türkiye'de yabancı tüzel kişi olarak sadece; yabancı ülkelerde kendi ülke kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketleri taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinebilir. Bu ticaret şirketleri dışındaki yabancı tüzel kişiler (vakıf, dernek vb.) ise taşımaz edinemez ve lehlerine sınırlı ayni hak tesis edilemez.

Yabancı ülkelerde kendi kanunlarına göre tüzel kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketlerinin taşınmaz mal edinimleri ise istisnai olup ancak uluslararası anlaşmalar veya özel kanun hükümleri ile öngörülmüş ise mümkündür. Bu konuda hüküm içeren özel Kanunlardan bazıları 6491 sayılı Türk Petrol Kanunu, 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu, 4737 sayılı Endüstri Bölgeleri Kanunudur.

NOT: İpotek konusunda istisnai bir durum öngörülmüş olup yabancı gerçek ve tüzel kişiler lehine taşınmazlar üzerinde kurulacak ipotekler için herhangi bir sınırlama mevcut değildir.

Türkiye'de Kurulmuş Yabancı Sermayeli Şirketlerin Taşınmaz ve Sınırlı Ayni Hak Edinimleri

Yabancı yatırımcıların; %50 veya daha fazla oranda hissesine sahip oldukları veya yönetim hakkını haiz kişilerin çoğunluğunu atayabilme ve görevden alabilme yetkisine sahip oldukları Türkiye'de kurulmuş tüzel kişiliğe sahip şirketler yabancı sermayeli şirket olarak kabul edilir.

Bu şirketler ana sözleşmelerinde belirtilen faaliyet konularını yürütmek üzere taşınmaz mülkiyeti ve sınırlı ayni hak edinebilir. Bunun için öncelikle taşınmazın bulunduğu yer valiliğine izin için başvurmaları gerekir.

Edinilmek istenen taşınmazın askeri yasak bölge veya askeri güvenlik bölgesi içerisinde kalması halinde taşınmaz mülkiyeti edinimleri Genel Kurmay Başkanlığının, özel güvenlik bölgesi içerisinde kalması halinde ise taşınmazın bulunduğu yer valiliğinin iznine tabidir. Taşınmaz edinim başvurusunun sonucunun olumlu olması halinde, tescil işleminin yapılması için valilik tarafından şirket/iştirak ile tapu müdürlüğüne yazı ile bilgi verilir.

VALİLİKTEN İZİN ALMADANYAPILABİLECEK İŞLEMLER
1. İpotek tesisi,
2. İpotek lehtarının ipoteğin paraya çevrilmesi kapsamındaki mülkiyet edinimleri,
3. Şirket birleşmelerinden ve bölünmelerinden doğan taşınmaz mülkiyeti ve sınırlı ayni hak nakli,
4. Organize sanayi bölgeleri, endüstri bölgeleri, teknoloji geliştirme bölgeleri ve serbest bölgelerdeki edinimler,
5. İlgili bankacılık mevzuatı çerçevesinde kredi olarak sayılan işlemler nedeniyle ya da alacakların tahsili amacıyla gerçekleşen edinimlerde,
 izin almadan doğrudan Tapu Müdürlüğüne başvurulur.

Taşınmaz Edinimi Yoluyla Türk Vatandaşlığını Kazanabilme Hakkı

Bir milyon dolar ve üzerindeki bir değere sahip taşınmaz satın alan yabancı uyruklu gerçek kişiler için istisnai yoldan Türk vatandaşlığını kazanabilme hakkı tanınmıştır
Bunun için yabancının;
1. Tek seferde en az bir milyon dolar değere sahip bir taşınmaz satın alması,
2. Edinim başvurusunda taşınmazı bu amaçla aldığını belirtmesi ve resmi senette bu hususa yer verilerek taşınmazın beyanlar hanesine taşınmazı üç yıl satmayacağına ilişkin belirtme işlenmesi gerekmektedir.
3. Tapu işlemlerin tamamlanmasını müteakip malike verilecek olan ayrıntılı tapu kaydı ile ikamet veya vatandaşlık talepleri için ilgili idarelere başvurulabilir.

Bu başvuruda dikkat edilmesi gerekenler;
1. Taşınmazın tapu senedi veya köy/mahalle, ada, parsel, bina, bağımsız bölüm bilgisi,
2. Yabancının uyruğunda bulunduğu ülke tarafından düzenlenmiş kimlik belgesi veya pasaport, (Latin alfabesi dışındaki alfabelere göre düzenlenen kimlik ve pasaportlarının noter onaylı yeminli tercümeleri sunulmalıdır.)
3. İşlemde temsil mevcut ise temsile ilişkin belge (vasilik kararı, yetki belgesi, vekaletname vs),
4. İlgili belediyeden alınan taşınmaza ilişkin "emlak rayiç değeri" belgesi,
5. Binalar için zorunlu deprem sigortası poliçesi,
6. Satıcının bir adet alıcının iki adet fotoğrafı (son altı ay içinde çekilmiş,6X4 ebadında)
7. Taraflardan birinin Türkçe bilmemesi halinde yeminli tercüman bulundurulmalıdır.

Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr






#3
MOBBİNG (İŞYERİNDE PSİKOLOJİK ŞİDDET) NEDİR?

Mobbing, işyerlerinde bir veya birden fazla kişi tarafından diğer kişi ya da kişilere yönelik gerçekleştirilen, belirli bir süre sistematik biçimde devam eden, yıldırma, pasifize etme veya işten uzaklaştırmayı amaçlayan; mağdur ya da mağdurların kişilik değerlerine, mesleki durumlarına, sosyal ilişkilerine veya sağlıklarına zarar veren; kötü niyetli, kasıtlı, olumsuz tutum ve davranışlar bütünüdür.

Bursa Bölge İdare Mahkemesi, 07/11/2014 tarih ve 2014/4053 Esas; 2014/3839 Karar sayılı ilamında kamu kurumunda çalışan işçinin açtığı davada mobbingin tanımını yapmış olup;

"Mobbing; bir veya birkaç kişinin bir diğer kişiye uyguladığı, düşmanca ve ahlaka, etiğe aykırı yöntemlerle uygulanan sistematik psikolojik bir baskı olarak ifade edilebilir. Aslında mobbing kelimesinin anlatmak istediği şey; iş yerindeki duygusal taciz, psikolojik şiddet, dışlama, aşağılama, rahatsız etme, çalışma motivasyonunu, özgüvenini kırma ve mutsuz etmedir. Mobbing uygulamalarını ispat etmenin çok zor olduğu kabulüyle mobbinge karine teşkil edebilecek delillere dayanılarak yargılama yapılmasını benimsemek zorunludur."

İş hayatında genellikle çalışanın istifaya zorlanarak iş akdini feshetmesi ve İş Kanundan doğan tazminat haklarından vazgeçmesi için başvurulan yöntemlerden olan mobbing, işçinin iş akdini feshetmesi için haklı bir neden oluşturmakta olup bu kapsamda yapılan fesihlerde kıdem tazminatı, bakiye ücret alacakları, fazla mesai ücreti, manevi tazminat, ayrımcılık tazminatı ve diğer işçi alacaklarına hak kazanılmaktadır.

MOBBİNGİN UNSURLARI

İşyerinde karşılaşılan her türlü olumsuz davranış psikolojik taciz (mobbing) olarak algılanmamalıdır. İşyerlerinde mobbingden söz edebilmek için sergilenen olumsuz davranışların bazı unsurları içermesi gerekmektedir.

İşyerinde mobbingden söz edebilmek için; olaylar işyerinde gerçekleşmesi, sistemli bir şekilde yapılması,  süreklilik kazanmış ve sıklıkla tekrarlanması, kasıtlı yapılması, yıldırma, pasifize etme ve işten uzaklaştırma amacıyla yapılması, mağdurun kişiliğinde, mesleki durumunda veya ruhsal/bedensel sağlığında zarar ortaya çıkartması gerekmektedir. Mobbing yapan işverenin, çalışana ilişkin olumsuz tutum ve davranışları gizli veya açık olabilmekle beraber, üstler tarafından astlarına uygulanabileceği gibi, astları tarafından üstlerine de uygulanabilir ya da eşitler arasında da gerçekleşebilmektedir.

İşyerinde uygulanan mobbinge örnekler vermek gerekirse;

Çalışanın; işyerindeki konumunun sürekli değiştirilmesi, çalışanın özgüvenini kırıcı işlerde çalıştırılması, kapasitesinin altında işler verilmesi, görev tanımı dışında görevlerle meşgul edilmesi, verilen işlerin geri alınması, yerine iş verilmemesi, yapması için anlamsız işler verilmesi, işten çıkmaya zorlanması, telefonla rahatsız edilmesi, yapılan işin sürekli eleştirilmesi, sözlerinin devamlı kesilmesi, yüzüne karşı ses yükseltilmesi ve azarlanması, kendisini göstermesinin ve ifade etmesinin kısıtlanması/engellenmesi, özel yaşamının eleştirilmesi, sözlü ve yazılı tehditler, imalar, bakışlar, jest ve mimik yoluyla iş ilişkileirnin reddedilmesi, kişi orada değilmiş gibi davranılması, çevresindeki insanların konuşmaması, çalışma ortamının diğer çalışma arkadaşlarından ayrı tutulması, izole edilmesi, ayrımcılık oluşturacak davranışlarda bulunulması, çalışanın yalnızlaştırılması gibi uygulamalar mobbing yapıldığına dair örnekler teşkil etmektedir.

Mobbingin varlığı ve kabulü için mağdurda psikolojik rahatsızlığın meydana gelmesi zorunlu olmadığı gibi, her psikolojik rahatsızlığın nedeni de mobbing değildir. Birçok olguda işyeri stresinin çalışanların sağlığı üzerinde mobbinge benzer etkiler oluşturduğu bilinen bir husustur. Çalışanlar üzerinde olumsuz etki yaparak, onların davranışlarını, verimliliklerini ve sosyal ilişkilerini etkileyen olgu, stres olarak tanımlanır ve rahatsızlık belirtileri birçok yerde mobbinge benzerdir. Mobbing oluşturan eylemler, mağdur üzerinde psikolojik baskı oluştursa ve bunun sonucunda bir kısım sağlık sorunlarına neden olsa da, her psikolojik baskıyı ve rahatsızlığı mobbinge bağlamak doğru değildir. Bu bağlamda, bir işyerinde yaşanan belli yoğunluktaki stres, kaba, kırıcı ve küçümseyici davranışlar, çalışanları mutsuz yapsa, onların psikolojik ve ruhsal sağlığında bozulmalar meydana getirse de, diğer unsurlara bakılmadan mobbing olarak kabul edilmesi hatalıdır.

Örneğin, nezaket ve saygının yokluğu olan işyeri kabalığı, doğal olarak kişiye bağlı, beğenilmeyen, çirkin görülen, rahatsız edici ve hoş karşılanmayan söz, tutum ve davranışlardan oluşmaktadır. Mobbing kavramının etimolojik anlamına ve tarihsel gelişimine bakıldığında; aynı ortamda bulunan veya aynı organizasyona bağlı olan bir veya birden fazla kimsenin bir kişiye belli bir amaçla, sistematik bir şekilde, yılgınlık, korku, tedirginlik, endişe, bunalım, bıkkınlık, sıkıntı veya kaygı oluşturacak söz, tutum veya davranışlarla psikolojik ve duygusal baskı kurarak onu belli şekilde davranmaya ya da davranmamaya, ortak alandan uzaklaştırmaya, güçsüzleştirmeye, değersizleştirmeye, aşağılamaya, küçük düşürmeye veya pasifize etmeye yönelik çabalarına mobbing denilir. Mobbingi; stres, tükenmişlik sendromu, işyeri kabalığı, iş tatminsizliği ya da doyumsuzluğu gibi olgulardan ayıran husus, belli kişinin belli bir amaca yönelik olarak hedef alınması, yapılan haksızlığın sürekli, sistematik ve sık oluşudur. (Yargıtay 22. H.D. 22/05/2014 tarih 2013/11788 E., 2014/14008 K.)

MOBBİNGİN İSPATI

Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 27.12.2013 tarih ve 2013/693 Esas, 2013/30811 Karar sayılı ilamında; Mobbingin varlığının kabulü için kişilik haklarının "ağır şekilde ihlali"ne gerek olmadığı, kişilik haklarına yönelik haksızlığın yeterli olduğu, ayrıca mobbing iddialarında ''şüpheden uzak kesin deliller'' aranmayacağını belirtmiştir. İşçinin kendisine mobbing uygulandığına dair kuşku uyandıracak olguların ileri sürmesinin yeterli olduğu, mobbingin gerçekleşmediğini ispat yükünün işverene düştüğünü belirtmiştir. Önceki yıllarda Yargıtay mobbing için "kuvvetli emarelerin varlığını" ararken, bu kararı ile birlikte, mobbingin ispatı zor bir modern dönem çalışma hayatı olgusu olmasından hareketle, makul şüpheyi uyandıracak delillerin olmasını mobbingin varlığını ispat açısından yeterli saymıştır. Yine aynı Daire'nin 21.02.2014 tarih ve 2014/2157 Esas, 2014/3434 Karar sayılı ilamında;  mobbingin varlığının ispatı için; Şüpheden uzak kesin deliller aranmayacağını, işçinin, kendisine işyerinde mobbing uygulandığına dair kuşku uyandıracak olguların ileri sürmesinin yeterli olduğunu, işyerinde mobbing gerçekleşmediğini ispat külfetinin davalıya düştüğünü, tanık beyanları, sağlık raporları, bilirkişi raporunun dikkate alınması gerektiğini belirtilmiştir.

Kaynak:
1- Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO), Çalışma Yaşamında Şiddet ve Tacizin Önlenmesine İlişkin Başvuru Rehberi
2- T.C. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, İşyerlerinde Psikolojik Taciz (Mobbing) Bilgilendirme Rehberi
3- Başbakanlık 19.03.2011 tarihli 2011/2 Numaralı İşyerlerinde Psikolojik Tacizin (Mobbing) Önlenmesi Genelgesi

Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr



#4
İHTİYAÇ NEDENİYLE TAHLİYE DAVALARI

Evini kiraya veren kişinin veyahut içinde kiracı bulunan bir evi satın alan kişi kiraya verdiği ya da satın aldığı evi kullanma ihtiyacının doğması ve Türk Borçlar Kanunumuzdaki özel şartların oluşması halinde kiracısının evi boşaltmasını talep ettiği hukuki yola "ihtiyaç nedeniyle tahliye" denir.

Kiralayanın kiralananı konut ihtiyacı nedeniyle tahliye ettirebilmesi için, ihtiyacın samimi, gerçek ve zorunlu olması gerekir. İhtiyaç nedeniyle tahliye davlarında kiralayan tarafta iddia edilen ihtiyacın var olup olmadığı ayrıntılı bir şekilde incelenmelidir(Gümüş, M. A. (2013). Borçlar Hukuku Özel Hükümler, Cilt-1, 3.Baskı, Vedat Kitapçılık, İstanbul). Yine aynı şekilde ihtiyacın talep edildiği tarihte doğmuş olması gerekmektedir. İleride doğacak ya da doğması muhtemel konut ihtiyacı için bu dava ikame edilemez. (Yargıtay 6. Hukuk Dairesi'nin 21.03.2013 tarihli 2013/4985 Esas, 2013/2188 Karar sayılı ilamı.)

İhtiyaç nedeniyle tahliye yolu Kanunumuzda özel düzenleme altına alınmakla beraber bu düzenlemeye göre birden fazla şartın aynı anda gerçekleşmesi koşuluna bağlanmıştır.

EVİNİ KİRAYA VEREN KİŞİ BAKIMINDAN İHTİYAÇ NEDENİYLE TAHLİYE DAVASI

9068 sayılı Türk Borçlar Kanunumuzun 350. Maddesinde ihtiyaç nedeniyle tahliyeye ilişkin;

"Madde 350 – Gereksinim, Yeniden İnşa ve İmar
Kiraya veren, kira sözleşmesini;
1.Kiralananı kendisi, eşi, altsoyu, üstsoyu veya kanun gereği bakmakla yükümlü olduğu diğer kişiler için konut ya da işyeri gereksinimi sebebiyle kullanma zorunluluğu varsa, 
2.Kiralananın yeniden inşası veya imarı amacıyla esaslı onarımı, genişletilmesi ya da değiştirilmesi gerekli ve bu işler sırasında kiralananın kullanımı imkânsız ise,
belirli süreli sözleşmelerde sürenin sonunda, belirsiz süreli sözleşmelerde kiraya ilişkin genel hükümlere göre fesih dönemine ve fesih bildirimi için öngörülen sürelere uyularak belirlenecek tarihten başlayarak bir ay içinde açacağı dava ile sona erdirebilir."

denmektedir.

Kanunun lafzından da anlaşılacağı üzere ihtiyaç nedeniyle tahliye davaları kiracıya, fesih dönemine ve fesih bildirimi için öngörülen sürelere uyulmak suretiyle yöneltilmelidir.

Belirli süreli kira sözleşmelerinde yani kira sözleşmesinin henüz 1 yılı doldurmamış sözleşmelerde sürenin sona ermesi akabinde hiçbir ihtar ve bildirime gerek kalmaksızın bir ay içinde dava ikame edilebilecektir.

Belirli süreli kira sözleşmelerinde ihtarname göndermek zorunlu bir unsur olmamakla beraber dava açacak kişinin lehine bir yöntemdir. Yine zorunlu olmayan ihtarnameyi gönderen ev sahibi davayı ikame etmek için zaman kazanmış olacaktır.

İhtiyaç nedeniyle tahliye davalarında; kiralayan ihtiyaç iddiasını her türlü delille ispatlayabilir. Bu konudaki en büyük karine ise kiraya verenin de kiracı olmasıdır.(Yargıtay 6. Hukuk Dairesi'nin 21.03.2013 tarihli 2013/4985 Esas, 2013/2188 Karar sayılı ilamı.)

Belirsiz süreli yani kira sözleşmesinin bir yıllık kira döneminin bitmesinin akabinde yenilenen kira sözleşmelerinde; Türk Borçlar Kanunumuzun 329. maddesinde yer alan kira sözleşmelerinde feshe ilişkin genel hükümler dikkate alınarak, altı aylık kira döneminin sonu için, üç aylık fesih bildirim süresine uyarak ihtarname gönderilmeli ve dava açılmalıdır.

Yani fesih için öngörülen altı aylık kira döneminden en az üç ay önce kiracıya ihtarname gönderilmeli ve altı aylık fesih döneminin dolmasının akabinde bir ay içerisinde dava ikame edilmelidir.

Belirsiz süreli kira sözleşmelerinde bu husus çok karıştırılmakla beraber bir örnek ile açıklamak gerekirse;

16.01.2020 tarihinde başlayan kira sözleşmesi, 01.01.2021 tarihinde bildirimde bulunarak feshedilmemiş ise 16.01.2021 tarihinde kendiliğinde 1 yıl süre ile daha uzamış olmaktadır. Bu sözleşmenin belirsiz süreli kira sözleşmesine dönmesiyle beraber 16.07.2021 tarihi kira sözleşmesinde ilk altı aylık kira dönemi, 16.01.2022 tarihi ise kira sözleşmesinde ikinci altı aylık kira dönemi olarak adlandırılacaktır. Kiraya veren tarafından bu kira sözleşmesi için ihtiyaç nedeniyle tahliye davası açılmak istendiğinde 16.10.2021 tarihine kadar kiracıya fesih bildirimi içeren ihtarname gönderilmesi gerekli olup bu ihtarname akabinde kira sözleşmesinin 16.01.2022 tarihinde biteceği bilindiği üzere bitiminin akabinde 16.02.2022 tarihine kadar yani kanunun lafzında da belirtildiği üzere 1 ay içerisinde ihtiyaç nedeniyle tahliye davası açılmalıdır.

İhtiyaç nedeniyle tahliye davaları usul hukuku açısından çok dikkat edilmesi gereken davalar olması sebebiyle bir avukat ile açılması önem arz etmektedir.

Yine aynı şekilde eve ihtiyacı olan evin maliki ihtarnamede gönderdiği sebeplerle bağlı olup dava sürecinde ihtiyacın 3. kişilerce (anne, baba, çocuk vb.) olduğu ileri sürülemez. Buna ilişkin Yargıtay 6. Hukuk Dairesi verdiği kararda; Davacı ihtarnamede ve dava dilekçesinde taşınmaza kendi ihtiyacı olduğunu belirtmiş, ancak daha sonraki beyanlarında taşınmaza kayın pederinin ihtiyacı olduğunu, son olarak da oğlunun evlenerek bu evde oturacağını, kayınpederinin de onunla birlikte oturacağını bildirmiştir. Ancak ihtiyaçlı oğlunun nişan ve evlilik hazırlığı içinde olduğuna dair bir belge ve delil ibraz etmemiştir. Davacı tanığının ihtiyaç iddiasına ilişkin bir beyanı yoktur. Davacı ihtiyaç iddiasının gerçek samimi, zorunlu olduğunu kanıtlama yükümlülüğü altındadır. Mevcut delillere göre iddianın kanıtlandığından bahsedilemez.

İHTİYAÇ NEDENİYLE TAHLİYE DAVASINI KİMLER AÇABİLİR?

İhtiyaç nedeniyle tahliye davasını, konutu kiralayan malik yani evin sahibi açabileceği gibi malik olmayan ve ev sahibi tarafından kira sözleşmesi yapmak için yetkilendirilen kişi de açabilmektedir. Yine aynı şekilde uygulamada çokça karşılaşıldığı üzere kira sözleşmesinin tarafı olmayan ev sahibi de bu davayı açabilmektedir.

Tüzel kişilerin ihtiyaç nedeniyle tahliye davası ikame edip edemeyeceği hususu doktrinde tartışmalı olsa da Yargıtay'ın da son yıllarda verdiği kararlarda belirttiği üzere, tüzel kişiliği oluşturan ana sözleşme, tüzük ve diğer yasal düzenlemeler bakımından bir engel bulunmaması ve ihtiyacın zorunlu olmasıyla beraber bir hizmetin gereği olma koşullarıyla tüzel kişiler bakımından da ihtiyaç nedeniyle tahliye davası açılabilir.

Kiralayanlar bazen kiracıyı kiralanandan çıkarmak için suni ihtiyaçlar üretmektedirler. Bu noktada da açılan tahliye davalarında,  davacının ihtiyacının gerçek ve samimi olup olmadığının mahkeme tarafından ayrıntılı bir şekilde araştırılarak karar verilmelidir. Yargıtay tarafından da desteklendiği üzere kiralayanın ihtiyaç iddiasının doğmuş olması gerekir, aksi takdirde kiralayan doğmamış bir ihtiyaca istinaden tahliye davası açamaz. (Yargıtay 6. Hukuk Dairesi 2005/8261 Esas, 2005/9755 Karar sayılı ilamı.)

KİMLERİN KONUT İHTİYACINI ÖNE SÜRÜLEREK İHTİYAÇ NEDENİYLE TAHLİYE İSTENEBİLİR?

Mülga 6570 sayılı Gayrimenkul Tahliyeleri Hakkında Kanunumuzda konut ihtiyacını öne sürebilecek kişiler çok sınırlı olarak (eş ve çocuklar) sayılmış olup Kanunun amacını yerine getirmekten uzak kalmıştır.

6098 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte bu sorun giderilmiş olmakla beraber aynı kanunun 350. maddesine göre;

"Kiraya veren, kira sözleşmesini; kendisi, eşi, altsoyu, üstsoyu veya kanun gereği bakmakla yükümlü olduğu diğer kişiler için konut ya da işyeri gereksinimi sebebiyle kullanma zorunluluğu varsa dava ile sona erdirebilir."

hükmüyle ihtiyaç sahibi olabilecek kişiler bakımından oldukça geniş bir perspektif çizmiştir. Kanun metninde yer alan "bakmakla yükümlü olduğu diğer kişiler" hükmü için sınırlama mevcut olmayıp aile üyeleri dışında biri de bu kapsamda değerlendirilebilmektedir. Aynı şekilde ev sahibinin çocuklarının da kirada oturması ihtiyaca dayalı tahliye sebebi olarak kabul edilmektedir. Reşit çocukları olan kimseler de çocuklarının ayrı evde oturma talebi nedeniyle tahliye davası açılabilmektedir.

UYGULAMADA EN ÇOK KARŞILAŞILAN İHTİYAÇLAR VE TAHLİYE DAVALARI

1) Evlilik Nedeniyle Konutun Tahliyesi 

Uygulamada en çok karşılaşılan tahliye sebeplerinden olan evlilik nedeniyle tahliye istemleri Yargıtay tarafından da ihtiyacın, gerçek, samimi ve kabul edilebilir olduğu yönündeki kararlarıyla desteklenmektedir.

Yargıtay kiralayanın kendisi veya alt/üst soyunun evlenmesi sebebiyle ortaya çıkan konut ihtiyaçlarında gerekli delillerin dava dosyasına sunulması halinde talebin kabul edilebilir olduğuna karar vermekle birlikte 6. Hukuk Dairesi 2005/11224 Esas, 2005/12202 Karar sayılı ilamında bu sebebe dayalı tahliye istemlerinde evlilik konusunda somut adımların atılıp atılmadığının araştırılması ve araştırma sonucuna göre karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir.

Yargıtay 6. Hukuk Dairesi 2004/763 Esas, 2004/1100 Karar sayılı ilamında ise ; "Evliliğe dayandırılan ihtiyaç iddiası için tahliye kararı verilebilmesi için evliliğin gerçekleşmiş olması, ya da bu konuda ciddi bir hazırlığın yapılmış olmasına bağlıdır. İhtiyaçlının evlendiği iddia ve ispat edilmediği gibi evlilik hazırlığı konusunda da herhangi bir delil ikame ve ibraz edilmemiştir." diyerek bu hususta dava dosyasına nikâh veya düğün gününe ilişkin belgelerin, basılı davetiyelerin ve buna benzer belgelerin ibraz edilmesi şartını aramaktadır. Evlilik iradesinin açık ve net ortaya koyulamadığı nişanlılık halleri de tek başına tahliye nedeni olmamaktadır.

2) Sağlık İhtiyaçları Nedeniyle Konutun Tahliyesi

Kiraya verenin sağlık sorunları, başka bir konut ihtiyacı doğurabileceği gibi eşi, çocukları, altsoyu ve üstsoyunun sağlık ihtiyaçları için de ihtiyaç nedeniyle tahliye davası açabilir.

Örnek vermek gerekirse kalıcı bir sakatlık durumunun ortaya çıkması halinde asansörsüz bir evde oturan ev sahibi kiraladığı evin tahliyesini isteyebilir. Bu sebeple açılan davalarda tedaviye ilişkin evrakların dava dosyasına sunulması gerekmektedir. Yargıtay 6. Hukuk Dairesi 2002/1372 Esas, 2002/1582 Karar sayılı ilamı ile oğlunun sağlık sorunu nedeniyle kiralanın tahliyesi talepli davada; "Davacının hasta olduğu iddia edilen çocuğunun rahatsızlığının ne olduğu, sürekli doktor kontrolünün gerekip gerekmediğinin sağlık kuruluna sevk edilerek gerekli rapor alınmadan noksan tahkikatla yazılı şekilde hüküm tesisi hatalı olmuştur." kararı ile dava dosyasına sunulacak sağlık raporunun tahliye kararı verilmesindeki önemi vurgulamıştır.

Buna benzer başka bir somut olayda; 

"Kişi hasta olan eşini tedavi ettirmek için sık sık Çankırı il merkezine gitmek zorunda kaldığını bildirmiş ve iddiasını ispat için ibraz ettiği belgelerden davacının eşinin gerartroz teşhisi ile Çankırı Devlet Hastanesinde yatarak tedavi gördüğü, Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde trombofılipit tanısıyla konsültasyon ve ultrason tetkiki yaptırdığı anlaşılmaktadır. Bu durumda halen Eldivan ilçesine bağlı S. Köyünde ikamet eden kişinin ve eşinin tam teşekküllü hastanesi bulunan Çankırı il merkezindeki kiralanana ihtiyacı bulunduğunun kanıtlanmış olmasına göre kiralananın tahliyesine karar verilmesi gerekir." (Yargıtay 6. Hukuk Dairesi, 25.09.2003 tarih ve E. 2003/6287, K. 2003/6402 sayılı kararı.)

3)Yurtdışında Yaşayan Kişinin Yurda Dönüşü Sebebiyle Konutun Tahliyesi

Yurtdışında yaşamını sürdürürken Türkiye'ye dönüş yapan ev sahipleri ya da Kanunda sayılan eşi, çocukları, altsoyu ve üstsoyları ihtiyaç nedeniyle tahliye davası açabilmektedir. Bu hususta yurda uzun vadede dönüş ya da kesin dönüş yapılması gerekmekte olup tahliyesi istenen konuta olan ihtiyacın gerçek ve samimi olması gerekmektedir.

4) Hayat Standartlarını Arttırmak İçin Konutun Tahliyesi

Kişinin birden fazla evi olabilir ve bu evlerini kiraya vermiş olabilir. Kiraya verdiği evi, oturduğu evden daha iyi bir konumda, lüks, masrafsız ve elverişli olabilir. Bu gibi durumlarda hayat standartlarını arttırmak isteyen ev sahibi ihtiyaç nedeniyle tahliye davası ikame edebilir.

5) İşyeri ve Okula Yakınlık Sebebiyle Konutun Tahliyesi

Ev sahibi veyahut kanunen ihtiyaç nedeniyle tahliye davası açma hakkına sahip eş, çocuklar, kişinin altsoyu, üstsoyu veya kanun gereği bakmakla yükümlü olduğu diğer kişilerin yeni bir okula kayıt yaptırması veyahut yeni bir işe girmesi sebebiyle okula ya da işyerine yakın konutta oturma isteği sebebiyle ihtiyaç nedeniyle tahliye davası açılabilmektedir.

SATIN ALINAN EV BAKIMINDAN İHTİYAÇ NEDENİYLE TAHLİYE DAVASI

Kiraya verilen evin mülkiyeti, evde hâlihazırda oturan kiracı varken el değiştirmiş olabilir. Türk Borçlar Kanunumuzun 310. maddesine göre; "Sözleşmenin kurulmasından sonra kiralanan herhangi bir sebeple el değiştirirse, yeni malik kira sözleşmesinin tarafı olur."

Kanunumuz bu gibi durumlar için de ihtiyaç nedeniyle tahliye talebinde bulunulabileceğini hüküm altına alarak bu duruma ilişkin de çeşitli şartlar öngörmüştür. 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunumuzun 351. maddesine göre;

"Kiralananı sonradan edinen kişi, onu kendisi, eşi, altsoyu, üstsoyu veya kanun gereği bakmakla yükümlü olduğu diğer kişiler için konut veya işyeri gereksinimi sebebiyle kullanma zorunluluğu varsa, edinme tarihinden başlayarak bir ay içinde durumu kiracıya yazılı olarak bildirmek koşuluyla, kira sözleşmesini altı ay sonra açacağı bir davayla sona erdirebilir.  Kiralananı sonradan edinen kişi, dilerse gereksinim sebebiyle sözleşmeyi sona erdirme hakkını, sözleşme süresinin bitiminden başlayarak bir ay içinde açacağı dava yoluyla da kullanabilir."

Bir aylık süre içinde yeni malikin yazılı bildirimde bulunmaması halinde sözleşme aynı şartlarla üstlenilmiş sayılır. Aynı şartlarla sözleşmeyi üstlenen yeni malik, tahliye davası açamaz. Yazılı bildirim şartını yerine getiren yeni ev sahibi, konutu edinme tarihinden itibaren altı ay içinde tahliye davası açabilir.

İHTİYAÇ NEDENİYLE TAHLİYE DAVALARINDA GÖREV VE YETKİ

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 4. maddesine göre; dava konusunun değer veya tutarına bakılmaksızın kira ilişkisinden doğan tüm uyuşmazlıkların Sulh Hukuk Mahkemelerinde görülmektedir. Kira ilişkisi bakımından konut ve çatılı işyeri ayrımı bulunmamakta olup bu davaların tümü Sulh Hukuk Mahkemeleri görevlidir.

İhtiyaç nedeniyle açılacak davalarda yetkili mahkeme taşınmazın bulunduğu yer mahkemesidir.

Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr


#5
HIRSIZLIK SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 141 vd.)

Hırsızlık suçu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun "Malvarlığına Karşı Suçlar" başlıklı onuncu bölümünde 141 vd. maddelerinde düzenlenen hırsızlık suçu Kanunumuzun 141. maddesinde "Zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden almak" olarak tanımlanmıştır.  Hırsızlık suçu; zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma ve hileli iflas suçları ile birlikte yüz kızartıcı suçlar arasında sayılmaktadır.

Hırsızlık suçunda korunan hukuki değer malın sahibinin ya da malı elinde bulunduranın söz konusu mal üzerinde malikin mülkiyet, malı elinde bulunduranın zilyetlik hakkıdır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun 141. maddesine göre;
"Madde 141 – Hırsızlık
(1) Zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alan kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir."


Kanunun lafzından da anlaşılacağı üzere bir fiilin hırsızlık olarak adlandırılabilmesi için tipiklik unsuru gerçekleşmiş olması gereklidir. Hırsızlık suçunun tipiklik unsuru ise;
1.   Suça konu eşyanın, taşınır bir mal olması,
2.   Söz konusu eşya başkasına ait olmalı,
3.   Söz konusu eşya, sahibinin ya da elinde bulunduranın rızası dışında bulunduğu yerden alınması halinde gerçekleşmiş olur.

Hırsızlık suçu tipiklik unsurlarının varlığı ile ortaya çıkmakla birlikte failin suça konu eşyayı "kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla" alması da suçun maddi unsuru açısından önem kazanmaktadır. Yine Kanunumuzun lafzında "bulunduğu yerden almak" ile anlatılmak istenen suça konu eşyanın failin egemenliğine geçmesi anlamında kullanılmıştır. Doktrinde egemenlik teorisi olarak adlandırılan bu teoriye göre; ''Hırsızlığa konu malın zilyedinin hâkimiyet alanından çıkarılması, onun mal üzerindeki zilyetliğine son verilmesi ve bu şekilde mal üzerinde zilyetlikten doğan tasarruf haklarını kullanmasının olanaksız hâle getirilmesi yine bu malın failin egemenlik ve tasarruf alanına dâhil edilmesi hali'' olarak anlaşılmalıdır. (Bkz; Erem, Faruk/Toroslu, Nevzat; Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Ankara 2003, s.556; Dönmezer, s.347; Gündel, Ahmet, 5237 sayılı TCK da Zimmet-Sahtecilik-Dolandırıcılık-Yağma-Hırsızlık-Güveni Hötüye Kullanma Suçları, Ankara, 2009, s.16;  Yurtcan, Erdener; Yargıtay Kararları Işığında Malvarlığına Karşı Suçlar, Ankara, 2015, s.1; Şeyhanlıoğlu, s. 47;Soyaslan, s.376;Aşık, s.2;Yenidünya, s.13.) 

Hırsızlık suçu icrai hareketli bir suç olmakla beraber suçun unsurlarının oluşmasında suça konu malın bulunduğu yerden alınması gerekmekte olup bu hareketin sonucunda bir neticenin çıkması aranmaz.

Hırsızlık suçunda her gerçek kişi fail olabilir. Tüzel kişilikler hırsızlık suçunun faili olması mümkün değildir. Suçun tanımında korunan hukuki değer zilyetliğe de kapsamakla birlikte uygulamada suça konu malın mülkiyet sahibi de zilyetliği elinde bulunduran kişiye karşı fail konumunda yer alabilir.

Failin söz konusu eylemi, başka bir kişi tarafından teşvik etmesi, azmettirmesi veya yardım etmesi hallerinde bu kişiler bakımından Türk Ceza Kanunumuzun 38. ve 39. maddeleri bağlamında değerlendirme yapılacaktır.

HIRSIZLIK SUÇUNUN NİTELİKLİ HALLERİ

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun "Nitelikli Hırsızlık" başlıklı 142. Maddesinde hırsızlık suçunun nitelikli halleri sayılmış olup buna göre;

1- Hırsızlık Suçunun Kamu Kurum ve Kuruluşlarında veya İbadete Ayrılmış Yerlerde Bulunan ya da Kamu Yararına veya Hizmetine Tahsis Edilen Eşya Hakkında İşlenmesi (TCK madde 142/1-a)

Hırsızlık suçunun, kime ait olursa olsun kamu kurum ve kuruluşlarında veya ibadete ayrılmış yerlerde bulunan ya da kamu yararına veya hizmetine tahsis edilen eşya hakkında işlenmesi hâlinde, beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Madde hükmünde hırsızlığın kamu kurum ve kuruluşlarında işlenmesi, hırsızlığın ibadete ayrılmış yerlerde bulunan eşya hakkında işlenmesi, hırsızlığın kamu yararına veya hizmetine tahsis edilen eşya hakkında işlenmesi olmak üzere üç farklı nitelikli hali birlikte sayılmıştır. Söz konusu düzenlemede "kime ait olursa olsun" deyimi ile anlatılmak istenen, suça konu eşyanın kamu kurum ya da kuruluşunda bulunması yeterli olup kamu kurum ve kuruluşuna ait olması gerekmediğidir. Bu fıkranın uygulanabilmesi için eşyanın kamu kurum ve kuruşunda bulunması yeterlidir.

2- Hırsızlık Suçunun Halkın Yararlanmasına Sunulmuş Ulaşım Aracı İçinde veya Bunların Belli Varış veya Kalkış Yerlerinde Bulunan Eşya Hakkında İşlenmesi (TCK madde 142/1-c)

Hırsızlık suçunun, halkın yararlanmasına sunulmuş ulaşım aracı içinde veya bunların belli varış veya kalkış yerlerinde bulunan eşya hakkında işlenmesi hâlinde, beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Hırsızlık suçunun dolmuş, otobüs, tramvay, tren, vapur, deniz otobüsü, gemi veya uçak gibi halkın tamamının yararlanabildiği ulaşım araçları ile bunların varış ve kalkış yerleri olan otogar ve havaalanlarında işlenmesi halinde bu nitelikli halin uygulanması gündeme gelmektedir. Söz konusu ulaşım aracı halkın yararlanmasına sunulmuş olması gerekmekte olup suçun taksi, vip transfer araçları ve shuttle hizmetleri esnasında bu nitelikli halin gerçekleştiğinden bahsedilemez.

3- Hırsızlık Suçunun Bir Afet Veya Genel Bir Felaketin Meydana Getirebileceği Zararları Önlemek Veya Hafifletmek Maksadıyla Hazırlanan Eşya Hakkında İşlenmesi (TCK madde 142/1-d)

Hırsızlık suçunun, bir afet veya genel bir felaketin meydana getirebileceği zararları önlemek veya hafifletmek maksadıyla hazırlanan eşya hakkında işlenmesi hâlinde, beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Kanunu koyucunun "afet veya genel bir felaket" deyiminden kastı deprem, sel, su baskını, tsunami, salgın hastalık, hortum, yangın gibi insan hayatına yönelen tehlikelerdir. Söz konusu tehlikelerin önlenmesi için iç veya dış mekanda depolanmış olması suçun nitelikli halinin uygulanması açısından önem taşımamaktadır.

Söz konusu fıkraya örnek vermek gerekirse; Kızılay'ın deprem çadırları, apartmanların içinde ya da eklentilerinde bulunan yangın söndürme tüpü, su hortumu vs.

Söz konusu hırsızlık fiilinin bir afet veya genel bir felaketin meydana getirebileceği zararları önlemek veya hafifletmek maksadıyla afet esnasında çalınması halinde fail söz konusu fiilinden dolayı zorunluluk hali sebebiyle cezalandırılmayacaktır. (TCK m. 147)

4- Hırsızlık Suçunun Âdet veya Tahsis veya Kullanımları Gereği Açıkta Bırakılmış Eşya Hakkında İşlenmesi (TCK madde 142/1-e)

Hırsızlık suçunun, adet veya tahsis veya kullanımları gereği açıkta bırakılmış eşya hakkında işlenmesi hâlinde, beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Söz konusu suçun nitelikli haline örnek vermek gerekirse; bağ ve bahçelerde bırakılan tarım araçlarının çalınması, inşaatlardaki yapı malzemelerinin çalınması bu nitelikli hale örnek olarak madde gerekçesinde sayılmıştır. Söz konusu eşyaların çalınmasının kolay olması kanun koyucunun bu şekilde işlenen hırsızlık suçunu nitelikli hal olarak değerlendirmiştir.

5- Hırsızlık Suçunun Kişinin Malını Koruyamayacak Durumda Olmasından veya Ölmesinden Yararlanarak İşlenmesi (TCK madde 142/2-a)

Hırsızlık suçunun, kişinin malını koruyamayacak durumda olmasından veya ölmesinden yararlanarak işlenmesi hâlinde beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Kanun maddesinde "kişinin malını koruyamayacak durumda olması" hali kişinin kaza geçirmiş olması, aklî veya bedensel bir hastalık, sakatlıkla mâlul olması, sarhoş olması, yaşlı veya felçli olması olabileceği gibi psikolojik bir çöküntüden kaynaklı da olabilir. Söz konusu durum her olaya göre ayrı ayrı değerlendirilerek kişinin malını koruyabilecek durumda olup olmadığı değerlendirilmelidir.

Kişi fail tarafından malını koruyamayacak duruma getirilmişse failin eylemleri hırsızlık kapsamında değil yağma suçu (m. 148) kapsamında değerlendirilmelidir.

6- Hırsızlık Suçunun Elde veya Üstte Taşınan Eşyayı Çekip Almak Suretiyle ya da Özel Beceriyle İşlenmesi (TCK madde 142/2-b)

Hırsızlık suçunun, elde veya üstte taşınan eşyayı çekip almak suretiyle ya da özel beceriyle işlenmesi hâlinde beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Kanun koyuncu söz konusu hüküm ile iki farklı fiili nitelikli hal olarak değerlendirmiştir. Bunlardan ilki elde veya üstte taşınan eşyayı çekip almak yani halk arasında "kapkaççılık" olarak bilinen fiil ve özel beceriyle işlenen hırsızlık fiilidir.
 
Söz konusu düzenlemenin gerekçesi incelendiğinde "hırsızlığın elde veya üstte taşınan eşyayı çekip almak suretiyle ya da özel bir beceriyle işlenmesi halinin düzenlenmiş olduğu görülmekle, yankesicilik veya kişisel çeviklik ile işlenen hırsızlık halleri bu bendin kapsamına girdiği gibi, bir hayvanı alıştırmak suretiyle ve ondan yararlanılarak işlenen hırsızlık fiilleri hakkında da söz konusu bendin uygulanacağı belirtilmiştir."

Ancak kapkaç olarak tarif edilen "hırsızlık suçunun elde veya üstte taşınan eşyayı çekip almak suretiyle işlenmesi" halinde mağdurun direnmesi ve hırsızlık fiilini gerçekleştiren kişi tarafından direnci kırmak amacıyla kişiye karşı cebir kullanması halinde hırsızlık değil yağma suçu (TCK m.148) oluşacaktır.

Suçun bu bentteki nitelikli hali beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda olan kimseye karşı işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte biri oranına kadar artırılır.

7- Hırsızlık Suçunun Doğal Bir Afetin veya Sosyal Olayların Meydana Getirdiği Korku veya Kargaşadan Yararlanarak Hırsızlık Suçunun İşlenmesi  (TCK madde 142/2-c)

Hırsızlık suçunun, doğal bir afetin veya sosyal olayların meydana getirdiği korku veya kargaşadan yararlanarak işlenmesi hâlinde beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Kanun koyucu kişilerin içinde bulunduğu durum sebebiyle korku, heyecan ve panik içerisinde kendilerini koruyamayacak halde olmasını ağırlaştırıcı sebep olarak düzenlemiş olup TCK m.142/2-c bendinde sayılan doğal afet ve sosyal olaylar da bu durumlardan biri olarak sayılmıştır. Deprem, fırtına, kasırga, yanardağ patlaması, sel gibi doğal afetler ve isyan, darbe, siyasi ayaklanmalar esnasında işlenen hırsızlık suçları da bu fıkra hükümlerince değerlendirilmektedir.

Ülkemizde yakın zamanda meydana gelen Hatay, Adıyaman, Malatya ve çevre illerde ağır hasara yol açan deprem sonrasında işlenen hırsızlık suçlarında da aynı şekilde aynı fıkraya göre yargılamalar yapılmaktadır.

Söz konusu fıkranın uygulanması için sadece bir doğal afet ya da sosyal olayın meydana gelmesi yeterli olmayıp aynı zamanda failin afet ya da sosyal olayın meydana getirdiği korku veya kargaşadan yararlanması gerekmektedir.

8- Hırsızlık Suçunun Haksız Yere Elde Bulundurulan Veya Taklit Anahtarla Ya Da Diğer Bir Aletle Kilit Açmak Veya Kilitlenmesini Engellemek Suretiyle İşlenmesi (TCK madde 142/2-d)

Hırsızlık suçunun, haksız yere elde bulundurulan veya taklit anahtarla ya da diğer bir aletle kilit açmak veya kilitlenmesini engellemek suretiyle işlenmesi hâlinde beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Söz konusu düzenlemenin gerekçesine göre; ''Hırsızlık suçunun, haksız yere elde bulundurulan veya taklit anahtarlarla ya da diğer bir aletle kilit açmak suretiyle işlenmesi, nitelikli bir hal olarak kabul edilmiştir. Bu nitelikli hal için önemli olan, hırsızlık suçunun kilit açmak suretiyle işlenmesidir. Kilit, haksız yere elde bulundurulan veya taklit anahtarlarla ya da diğer bir aletle açılmış olabilir. Kilidin, hırsızlığı işlemek veya çalınmış malı başka yere nakletmek amacı ile açılmış olması gerekir. Kilidin muhkem olması şart değildir. Anahtar veya diğer aletlerin, vasıtasız olarak açılması mümkün olmayan bir kilidi açmak için kullanılması lazımdır. Kilidi kırmadan açmaya yarayan her türlü araç, alet sayılır. Ancak sahibinin kilidin üzerinde unuttuğu anahtar çevrilerek kilidin açılması suretiyle hırsızlığın işlenmesi ve çalınacak şeyin herhangi bir aletle yerinden sökülmesi hallerinde bu bendin uygulanmayacağı'' belirtilmiştir.

Hırsızlık suçunda bu nitelikli halin gerçekleşebilmesi için kilidin maddede belirtilen araçlar yardımıyla açılması ya da taklit veyahut haksız yere elde bulundurulan şeyle açılması gerekmektedir. Haksız yere elinde bulundurulan anahtar ile anlatılmak istenen, kişinin rızası dışında ya da hukuka aykırı şekilde ele geçirilmiş anahtardır.

9- Hırsızlık Suçunun Bilişim Sistemleri Kullanılmak Suretiyle İşlenmesi (TCK madde 142/2-e)

Hırsızlık suçunun, bilişim sistemleri kullanılmak suretiyle işlenmesi hâlinde beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Teknolojinin gelişmesiyle birlikte hayatımızdaki bir çok araç gereç dijitalleşmiş ve elektronik ortama entegre olmuştur. Fatura ödeme, mobil bankacılık, borsa ve yatırım araçları dijital ortamda takip edilir hale gelmiştir. Buna bağlı olarak bilişim sistemleri kullanılarak işlenen suçlar her geçen gün artmıştır. Buna bağlı olarak Kanun koyucu diğer suçlarda olduğu gibi hırsızlık suçunun da bilişim sistemlerinin kullanılması suretiyle işlenmesi halini nitelikli hal olarak düzenlemiştir.

Bilişim sistemlerinin hırsızlık suçunun işlenişinde kullanılması faillerin işini kolaylaştırdığı gibi yakalanmalarını da zorlaştırır. Bunun önüne geçebilmek için hırsızlığın bilişim sistemlerinin kullanılması suretiyle işlenmesi kanunda suçun ağırlaştırıcı nedenlerinden biri olarak sayılmıştır. (Centel/Zafer/Çakmut, Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, Cilt 1., İstanbul, Beta Yayınevi, 4.baskı.,2017, s. 357.)

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 08.04.2014 tarihinde verdiği kararla bilişim sistemleri kullanılmak suretiyle işlenen hırsızlık ve dolandırıcılık suçları arasındaki ayrımı saptamak için;

"Bilişim sistemleri kullanılmak suretiyle işlenen hırsızlık ve dolandırıcılık suçlarına burada bir örnek vermek gerekirse; Fail hırsızlık suçunun tanımını aşan bir şekilde hileli davranışlarda ve aldatıcı hareketlerde bulunmuş, bu şekilde mağdura ait banka veya kredi kartı bilgisini ele geçirmek suretiyle bir yarar sağlamışsa TCK m.158/1-f bendinde yer alan nitelikli dolandırıcılık suçunu işlenmiş sayılacaktır. Buna karşın, fail herhangi bir şekilde hileli hareketlerde bulunma ve mağduru aldatma durumu olmaksızın ya da banka veya kredi kartını herhangi bir şekilde ele geçirmeksizin bu kart içerisinde bulunan para kendisinin veya bir başkasının hâkimiyet alanına geçirilmek suretiyle eylem gerçekleştirmişse artık bilişim sistemleri kullanılmak suretiyle hırsızlık suçunu işlemiş sayılacaktır." (Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 08.04.2014 tarih ve 2012/1368 Esas, 2014/1799 Karar sayılı ilamı.)

şeklinde hüküm kurarak iki suç arasındaki farkı ortaya koymuştur. 

10- Hırsızlık Suçunun Tanınmamak İçin Tedbir Alarak veya Yetkisi Olmadığı Halde Resmi Sıfat Takınarak İşlenmesi (TCK m.142/2-f)

Hırsızlık suçunun, tanınmamak için tedbir alarak veya yetkisi olmadığı halde resmi sıfat takınarak işlenmesi hâlinde beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Söz konusu düzenlemede iki farklı durum nitelikli hal olarak sayılmış olup bunlardan ilki failin suçun işlenmesi esnasında tanınmamak için önlem alması ikincisi ise failin resmi sıfat takınmak suretiyle kişilerin güvenini elde ederek işlenmesi halleridir.

Düzenlemeye göre; hırsızlık suçunun işlenmesi esnasında suçun işlenmesini kolaylaştırmak ve tanınmamak amacıyla takma saç, sakal, bıyık, maske gibi önlemler alan kimse, hırsızlık suçunun nitelikli halinden cezalandırılacaktır. Bir diğer nitelikli hal olan failin hırsızlık suçunun işlenmesi esnasında resmi sıfat takınan ve bu suretle kişilerin güvenini elde ederek suçun işlenmesini kolaylaştıran kimse m.142/2-f hükmüyle cezalandırılacaktır.

Kanun metninde yer alan "tanınmamak için tedbir almak" deyimi  ile anlatılma istenen failin dış görünüşünü değiştirmek suretiyle yakalanmaması ve bu cezadan kurtulması amacını güden her türlü davranış biçimi olarak yorumlanmalıdır. Kanun metninde yer alan bir diğer nitelikli hali tarif eden "yetkisi olmadığı halde resmi sıfat takınmak" deyimi ise failin kamu görevlisi olmamasına rağmen kamu görevlisiymiş gibi davranarak hırsızlık fiilini gerçekleştirmesidir. Kişinin gerçekten kamu görevlisi olması halinde bu hükme dayanılarak ceza verilemez.

11. Hırsızlık Suçunun Büyükbaş ve Küçükbaş Hayvanlar Hakkında İşlenmesi (TCK m. 142/2-g)

Hırsızlık suçunun, hırsızlık suçunun büyükbaş ve küçükbaş hayvanlar hakkında işlenmesi hâlinde beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Kanun metninde yer alan "büyükbaş ve küçükbaş" hayvandan anlaşılması gereken "Et ve Et ürünleri Üretim Tesislerinin Çalışma ve Denetleme Usul ve Esaslarının Düzenlendiği Yönetmeliğinin" 4. maddesinde açıklanmıştır. Buna göre ''sığır, manda, at ve devekuşu'' büyükbaş hayvan, ''keçi, koyun, tavşan'' ise küçükbaş hayvan olarak sayılmıştır.

HIRSIZLIK SUÇUNUN GECE VAKTİ İŞLENMESİ

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun "Malvarlığına Karşı Suçlar" başlıklı onuncu bölümünün 142 ve 143. maddesinde yer alan hırsızlık suçunun, gece vakti işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.

Söz konusu düzenlemenin amacı, hırsızlık suçunun gece vakti daha kolay işlenebilmesi olduğu gibi gece işlenen hırsızlık suçunun toplumda yarattığı korku ve endişenin daha fazla olmasıdır.

Kanuni düzenlemede belirtilen cezayı arttırıcı neden suçun temel halinde uygulanacağı gibi nitelikli halinde de uygulama alanı bulmaktadır. Söz konusu cezayı arttırıcı nedenin uygulamasında hâkimin takdir yetkisi bulunmamaktadır.

Kanun metninde yer alan "gece vakti" deyiminden anlaşılması gereken aynı Kanunun "Tanımlar" başlıklı 6. maddesinde "güneşin batmasından bir saat sonra başlayan ve doğmasından bir saat evvele kadar devam eden zaman süresi" tanımlanmıştır. Dünyanın ekseninin 23°27′ derece eğik olması sebebiyle yıl içinde Güneş'in ufuk düzlemindeki yükseltisi ve güneş ışınlarının yeryüzüne düşme açısı değişir. Güneş'in doğuş ve batış saatleri de buna bağlı olarak yıl içerisinde değişmektedir.

Düzenlemede yer alan cezayı arttırıcı nedenin uygulanabilmesi için suçun ne zaman işlendiğinin tespit edilmesi mutlak önem taşımaktadır. Hırsızlık suçu taşınır malın suçu işleyenin hâkimiyet alanına girmesi ile tamamlanır, bu nedenle gündüz vaktinde icrasına başlanan hırsızlık suçunun gece vakti tamamlanması halinde suç gece vaktinde, gece vaktinde icrasına başlanan hırsızlık suçunun gündüz vakti tamamlanması halinde suç gündüz vakti işlenmiş kabul edilmelidir. (Mahmut KOCA, İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler (2018), 5. Baskı, Ankara, Adalet Yayınevi.)  Suçun ne zaman işlendiğinin tespit edilemediği hallerde "şüpheden sanık yararlanır" ilkesi gereği suçun gündüz vakti işlendiği kabul edilecektir.

HIRSIZLIK SUÇUNDA DAHA AZ CEZAYI GEREKTİRECEK HALLER VE CEZASIZLIK SEBEPLERİ

1- Hırsızlık Suçunun Paydaş veya Elbirliği ile Malik Olunan Mal Üzerinde İşlenmesi (TCK m. 144/1-a)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun "Daha Az Cezayı Gerektirecek Haller" başlıklı 144/1-a bendine göre;

"Hırsızlık suçunun paydaş veya elbirliği ile malik olunan mal üzerinde işlenmesi halinde, şikayet üzerine, fail hakkında iki aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur."

Kanun koyucu, suçun yukarıda belirtilen Kanuni tanımına göre işlenmesi halinde hırsızlık suçunun şikâyete tabi olarak düzenlemekle birlikte hâkime tanıdığı takdir yetkisi ile hapis cezasına alternatif adli para cezasına hükmedebileceğini düzenlemiştir.

Söz konusu düzenleme ile payına düşenden daha fazlasını almak isteyen ve bu sebeple diğer paydaşın mülkiyet hakkını ihlal eden paydaşın cezalandırılması amaçlanmıştır. 
Kanunun lafzında bahsedilen mülkiyet türlerini tanımlayacak olursak, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunumuzun 688. maddesine göre paylı mülkiyet; "Paylı mülkiyette birden çok kimse, maddî olarak bölünmüş olmayan bir şeyin tamamına belli paylarla maliktir. Başka türlü belirlenmedikçe, paylar eşit sayılır. Paydaşlardan her biri kendi payı bakımından malik hak ve yükümlülüklerine sahip olur."

Paylı mülkiyet bir hukuki işlemden doğabileceği gibi, Kanun hükmünden veya mahkeme kararından da doğabilir. Paylı mülkiyette herkesin payı belirlenmiş haldedir.

Elbirliği ile mülkiyet ise Türk Medeni Kanunumuzun 701. maddesine göre;  "Kanun veya kanunda öngörülen sözleşmeler uyarınca oluşan topluluk dolayısıyla mallara birlikte malik olanların mülkiyeti, elbirliği mülkiyetidir."

Kanunumuzda suçun daha az cezayı gerektirecek hali olarak sayılan paylı ve elbirliği ile mülkiyet halinde suçunda fail ancak paylı veya elbirliği ile malik olanlar, ortaklar veya mirasçıları olabilir ve hırsızlık suçunun kanuni tanımından kaynaklı olarak yalnızca taşınır mallar üzerinde söz konusu suç işlenebilir.

2- Hırsızlık Suçunun Bir Hukuki İlişkiye Dayanan Alacağı Tahsil Amacıyla İşlenmesi (TCK m. 144/1-b)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun "Daha Az Cezayı Gerektirecek Haller" başlıklı 144/1-b bendine göre; "Hırsızlık suçunun bir hukuki ilişkiye dayanan alacağı tahsili amacıyla işlenmesi halinde, şikayet üzerine, fail hakkında iki aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur."

Kanun koyucu, cezayı azaltacak diğer halde olduğu gibi bu haline göre de işlenmesi halinde hırsızlık suçunun şikâyete tabi olarak düzenlemekle birlikte hâkime tanıdığı takdir yetkisi ile hapis cezasına alternatif adli para cezasına hükmedebileceğini düzenlemiştir.

Kanun hükmünde yer alan "hukuki ilişkiye dayanan alacak" deyimiyle alacağın kanundan, mahkeme kararından ya da farklı bir hukuki ilişkiye dayanabileceğini belirtmiştir. Söz konusu borcun muaccel hale gelmiş, talep edilebilir bir borç olması gerekmektedir. Aksi takdirde henüz doğmamış ya da eksik borç olarak nitelendirilebilecek bir borcun tahsili için işlenen hırsızlık suçunda söz konusu hükmün uygulama alanı bulması beklenemez. Taraflar arasında bir hukuki ilişki bulunmamasına ya da söz konusu borcun muaccel hale gelmemesine rağmen failin, hukuki ilişki ve muaccel hale gelmiş bir borcun bulunduğu düşüncesiyle hareket etmesi halinde fail için hata hükümleri uygulanacaktır.

3- Hırsızlık Suçuna Konu Malın Değerinin Az Olması (TCK m.145) 

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun "Malın Değerinin Az Olması" başlıklı 145. maddesine göre;"Hırsızlık suçunun konusunu oluşturan malın değerinin azlığı nedeniyle, verilecek cezada indirim yapılabileceği gibi, suçun işleniş şekli ve özellikleri de göz önünde bulundurularak, ceza vermekten de vazgeçilebilir."

Hâkim tarafından malın değeri belirlenirken suçun işlendiği tarih dikkate alınmalıdır. Malın değeri belirlenirken emsal ücret araştırması yapılabileceği gibi bilirkişi incelemesi de yaptırılabilir.

Yargıtay 13. Ceza Dairesi 24.05.2018 tarihinde verdiği 2018/2594 Esas, 2018/8101 Karar sayılı ilamında;

"Sanığın olay tarihinde açık kimlik bilgileri tespit edilemeyen iki kişi ile birlikte gece vakti katılana ait işyerine vitrin camını kırarak girip 150 TL değerinde HP marka bilgisayar ekranı ile 10 TL değerinde market cep telefonunu çaldığının anlaşılması karşısında; suça konu bilgisayar ekranı ile maket cep telefonunun suç tarihindeki değerleri gözetilerek sanık hakkında suçun işleniş şekli ve özellikleri itibariyle ceza vermekten vazgeçilemeyecek ise de hırsızlık konusunu oluşturan malın değerinin az olması nedeniyle, TCK'nın 145. maddesi gereğince sanığa verilen cezadan belirlenecek oranda indirim yapılması gerekmektedir."

şeklinde hüküm kurarak 2018 yılında gerçekleşen 160 TL'lik hırsızlık suçunda hırsızlığa konu malın değerinin düşük olması sebebiyle sanığa verilen cezada indirim yapılması gerektiğini belirtmiştir.

Yargıtay 2. Ceza Dairesi ise 28.05.2018 tarihli kararında ise;

"Suça sürüklenen çocukların, müştekinin işyerinde 50 TL bozuk para ile bir adet döner bıçağı çaldıklarının ve suça konu döner bıçağı bakımından dosya içerisinde değer tespit tutanağının bulunmadığının anlaşılması karşısında; döner bıçağının suç tarihindeki ikinci el piyasa değeri tespit edilerek buna göre çalınanların toplam değeri belirlenip sonucuna göre suça sürüklenen çocuklar hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 145. Maddesinin uygulanıp uygulanmayacağının tartışılması gerekmektedir."

şeklinde hüküm kurarak çalınan malın olay tarihindeki ikinci el piyasa değeri tespit edilerek, çalınan malların tümünün toplam değeri üzerinden söz konusu hükmün uygulanıp uygulanmaması gerektiğinin tartışılması gerektiğine karar vermiştir.

4- Kullanma Hırsızlığı (TCK m. 146)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun "Kullanma Hırsızlığı" başlıklı 146. maddesine göre;"Hırsızlık suçunun, malın geçici bir süre kullanılıp zilyedine iade edilmek üzere işlenmesi halinde, şikâyet üzerine, verilecek ceza yarı oranına kadar indirilir. Ancak malın suç işlemek için kullanılmış olması halinde bu hüküm uygulanmaz."

Kanunumuzun lafzından da anlaşılacağı üzere kullanma hırsızlığı şikâyete bağlı suç olarak düzenlenmiştir. Buna bağlı olarak müşteki ya da katılanın şikâyetten vazgeçilmesi halinde fail hakkında düşme kararı verilecektir.

Söz konusu hükmün uygulanabilmesi için hırsızlığa konu malın belirli bir süre ile alınmış olması ve alınırken iade amacı güdülmesi gerekmekle birlikte malın iadesi için uzun bir zaman geçmemesi gerekmektedir. Geçici olarak kullanılmak üzere alınan eşyanın kısa süre içerisinde sahibinin kolaylıkla bulabileceği bir yere bırakılması da kullanma hırsızlığı kapsamına girmektedir. Yani malın iadesi doğrudan olabileceği gibi malın sahibinin kolaylıkla bulabileceği bir yere bırakılması da iade kapsamında değerlendirilmektedir.

5- Zorunluluk Hali

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun "Zorunluluk Hali" başlıklı 147. maddesine göre; "Hırsızlık suçunun ağır ve acil bir ihtiyacı karşılamak için işlenmesi halinde, olayın özelliğine göre, verilecek cezada indirim yapılabileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir."

Şeklinde düzenlenmiştir. Söz konusu düzenleme aynı Kanunun 25. maddesinde düzenlenen zaruret halinin özel olarak hırsızlık suçuna ilişkin düzenlenmiş hali olarak yer almaktadır. Kanunumuzda yer alan genel düzenlemede;

"Gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakka yönelik olup, bilerek neden olmadığı ve başka suretle korunmak olanağı bulunmayan ağır ve muhakkak bir tehlikeden kurtulmak veya başkasını kurtarmak zorunluluğu ile ve tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan vasıta arasında orantı bulunmak koşulu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.şeklinde düzenlenmiştir.

Zorunluluk halinde suça konu mal herhangi bir taşınır mal olabileceği gibi para da olabilir. Bu halin uygulanmasındaki tek koşul ağır ve acil bir ihtiyacın karşılanması olup malın değerinin az ya da çok olmasının bir önemi bulunmamaktadır.

6- Hırsızlık Suçlarında Şahsi Cezasızlık Sebebi Veya Cezada İndirim Yapılmasını Gerektiren Şahsi Sebepler

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun "Şahsi Cezasızlık Sebebi Veya Cezada İndirim Yapılmasını Gerektiren Şahsi Sebep" başlıklı 167. maddesine göre;
Hırsızlık suçunun;
a) Haklarında ayrılık kararı verilmemiş eşlerden birinin,
b) Üstsoy veya altsoyunun veya bu derecede kayın hısımlarından birinin veya evlat edinen veya evlatlığın,
c) Aynı konutta beraber yaşayan kardeşlerden birinin,

Zararına olarak işlenmesi halinde, ilgili akraba hakkında cezaya hükmolunmaz.

(2) Bu suçların, haklarında ayrılık kararı verilmiş olan eşlerden birinin, aynı konutta beraber yaşamayan kardeşlerden birinin, aynı konutta beraber yaşamakta olan amca, dayı, hala, teyze, yeğen veya ikinci derecede kayın hısımlarının zararına olarak işlenmesi halinde; ilgili akraba hakkında şikâyet üzerine verilecek ceza, yarısı oranında indirilir.

Şeklinde düzenlenmiştir. Kanun koyucu bu düzenleme vasıtasıyla aralarında akrabalık ya da yakınlık bulunan kişilerin arasında işlenen suçlar bakımından cezasızlık ya da indirim sebebi haline getirmiştir. Söz konusu cezasızlık ya da indirim sebeplerinden bahsedebilmek için suçun işlendiği esnada söz konusu sebebin var olması gerekmektedir.

HIRSIZLIK SUÇUNDA ETKİN PİŞMANLIK

Etkin pişmanlık, suçun tamamlanmasından sonra failin pişmanlık duyarak suçun meydana getirdiği etkileri ortadan kaldırmaya, azaltmaya, eski hale getirmeye sağlayan, cezayı kaldıran ya da cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebep olarak tanımlanabilir. (Erhan GÜNAY, Öğreti ve Uygulamada Yeni Türk Ceza Kanunundaki Etkin Pişmanlık ve Gönüllü Vazgeçme, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2006, s. 15.)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun "Etkin Pişmanlık" başlıklı 168. maddesinde hırsızlık suçuna ilişkin etkin pişmanlık hükümleri düzenlenmiş olup buna göre;

(1) Hırsızlık suçu tamamlandıktan sonra ve fakat bu nedenle hakkında kovuşturma başlamadan önce, failin, azmettirenin veya yardım edenin bizzat pişmanlık göstererek mağdurun uğradığı zararı aynen geri verme veya tazmin suretiyle tamamen gidermesi halinde, verilecek cezanın üçte ikisine kadarı indirilir.

(2) Etkin pişmanlığın kovuşturma başladıktan sonra ve fakat hüküm verilmeden önce gösterilmesi halinde, verilecek cezanın yarısına kadarı indirilir.

(4) Kısmen geri verme veya tazmin halinde etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanabilmesi için, ayrıca mağdurun rızası aranır.

Şeklinde düzenlenmiştir. Kanun koyucu etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmak için gerekli şartları şu şekilde sıralamıştır;

•   Hırsızlık suçunun tamamlanmasını yani failin bir başkasının malını egemenlik alanına geçirmesini,
•   Hakkında kovuşturmanın başlamasından önce harekete geçmesini,
•   Bizzat pişmanlık göstermek suretiyle mağdurun zararının tanzim edilmesi halinde,
kişinin etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanabileceğini açıkça belirtmiştir.

Kanun koyucu, zararın tamamen giderilmesi halinde mağdurun rızasını aramamakta iken; kısmen geri verme veya kısmen zararı tazmin etme durumlarında mağdurun rızasını esas almıştır. Zararın giderilmesi en geç hüküm verilinceye kadar gerçekleşmiş olması gerekmekte olup hüküm verildikten zararın giderilmesi halinde etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması mümkün olmayacaktır.

Kişinin suçun kanuni tanımındaki fiilleri gerçekleştirmeden pişman olması halinde gönüllü vazgeçme ve teşebbüs hükümleri bakımından değerlendirilmesi gerekmektedir.

Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, 13.10.2017 tarihli 2016/5361 Esas, 2017/11718 Karar sayılı ilamında "Sanığın, müştekinin zararını gidermek istemesi üzerine sanığa zararı gidermesi için makul bir süre verilip, sonucuna göre hakkında 5237 sayılı TCK'nın 168. maddesi uyarınca etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının değerlendirilmesi gerektiği..." şeklinde hüküm kurarak sanığın mağdurun zararını gidermek için makul bir süre verilmesi akabinde etkin pişmanlığa ilişkin hükümlerin değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamıştır.

Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr


#6
Sosyal Medya Aracılığıyla İşlenen Suçlar

Günümüzde gelişen iletişim teknolojileri ile birlikte internet ve sosyal medya kullanımı artmış ve buna bağlı olarak sosyal medya aracılığıyla işlenen suçlarda ciddi oranda artış meydana gelmiştir.

Sosyal medyanın kullanımının yaygınlaşmasıyla beraber her eğitim ve kültür düzeyinden insanları bir platform etrafında toplamış ve birbirleriyle etkileşimi artmıştır. Bu iletişimin olumlu yönleri olduğu kadar gerek sosyal medyada kişilerin anonim bir kimliğe bürünebilir olması gerekse sosyal medyanın verdiği iletişim olanaklarının kötüye kullanımı ve suistimal edilebilir nitelikte olması sebebiyle bu platformlar kullanıcıların maddi manevi bütünlüğü ve kişilik hakları üzerinde ciddi tehditler oluşturmaktadır.

Bu yazımızda sosyal medya yoluyla işlenebilen suçları, bu suçların maddi, manevi unsurlarını ve bu suçlardan korunma yollarını açıklayacağız.

CİNSEL TACİZ (Türk Ceza Kanunu m.105)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun 105. maddesinde;   
   
"Madde 105 – Cinsel Taciz
(1)Bir kimseyi cinsel amaçlı olarak taciz eden kişi hakkında, mağdurun şikayeti üzerine, üç aydan iki yıla kadar hapis cezasına veya adlî para cezasına fiilin çocuğa karşı işlenmesi hâlinde altı aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur."


denmektedir.

Kanunumuzda Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar bölümünde yer alan cinsel taciz suçunda, kişinin herhangi bir temasta bulunmaksızın cinsel arzu ve isteklerini tatmin etmek amacıyla karşısındaki kişiye yönelik her türlü yazı, fotoğraf ve ses kaydı gibi araçlarla rahatsız etmesi şeklinde vücut bulur.

Bu suçun oluşumunda en çok karşılaşılan örnekler gönderilen cinsel içerikli emoji, giff, çıplak vücudun teşhir edilmesi, cinsel içerikli yazı, fotoğraf ve ses kayıtları, görüntülü konuşma sırasında yapılan fiiller olarak karşımıza çıkmaktadır. Kişilerin sosyal medya üzerinden gönderdiği öpücük emojileri, cinsel ilişki teklifleri, abartılı övgü söylemleri gibi ifadeler de yine bu suçun oluşumuna vücut verecektir.

Bu suçun mağduru kadınlar olabileceği gibi erkekler ve LGBT+ bireyler de olabilmektedir. Yine uygulamada sosyal medya aracılığıyla gerçekleşen cinsel taciz suçunda çocukların da sık sık mağdur konumunda olduğunu görmekteyiz. Kanunun lafzından da görüleceği üzere cinsel taciz suçunun çocuğa karşı işlenmesi halinde altı aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunmaktadır.

CİNSEL TACİZ SUÇUNUN NİTELİKLİ HALLERİ

Cinsel taciz suçunun;

a) Kamu görevinin veya hizmet ilişkisinin ya da aile içi ilişkinin sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle,
b) Vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, koruyucu aile veya sağlık hizmeti veren ya da koruma, bakım veya gözetim yükümlülüğü bulunan kişiler tarafından,
c) Aynı işyerinde çalışmanın sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle,
d) Posta veya elektronik haberleşme araçlarının sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle,
e) Teşhir suretiyle,

işlenmesi hâlinde yukarıdaki fıkraya göre verilecek ceza yarı oranında artırılır. Bu fiil nedeniyle mağdur; işi bırakmak, okuldan veya ailesinden ayrılmak zorunda kalmış ise verilecek ceza bir yıldan az olamaz." demektedir.

TEHDİT SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 106)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun 106. maddesinde;                   

"Madde 106 – Tehdit 
(1)Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit eden kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun kadına karşı işlenmesi hâlinde cezanın alt sınırı dokuz aydan az olamaz. Malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından veya sair bir kötülük edeceğinden bahisle tehditte ise, mağdurun şikâyeti üzerine, altı aya kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.
(2) Tehdidin;
 a) Silahla,
 b) Kişinin kendisini tanınmayacak bir hale koyması suretiyle, imzasız mektupla veya özel işaretlerle,
 c) Birden fazla kişi tarafından birlikte,
 d) Var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak,
İşlenmesi halinde, fail hakkında iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(3) Tehdit amacıyla kasten öldürme, kasten yaralama veya malvarlığına zarar verme suçunun işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ceza verilir."
denmektedir.

Kanunun lafzından da anlaşılacağı üzere tehdit suçu failin, bir kişinin kendisine veya yakınına karşı hukuka aykırı şekilde zarar vereceğini beyan etmesiyle vücut bulur. Suçun meydana gelmesi sosyal medyadan gönderilen bir iletiyle meydana gelebileceği gibi, emoji, ses kaydı, fotoğraf, yorum atma yöntemleriyle de gerçekleştirilebilir.

Sosyal medya üzerinden yapılan tehdit, mağdurun karar verme ve özgür hareket etme özgürlüğünü kısıtlayacak, mağdurun iç huzurunu bozacak ve onu endişeye sevkedecek nitelikte olmalıdır.

Suçun mağduru, tehdit edildiği tarihten itibaren 6 ay içerisinde şikayet hakkını kullanmalıdır, aksi halde şikayet hakkını kaybetmiş olacaktır.

ŞANTAJ SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 107)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun 107. maddesinde;
   
"Madde 107 – Şantaj 
Hakkı olan veya yükümlü olduğu bir şeyi yapacağından veya yapmayacağından bahisle, bir kimseyi kanuna aykırı veya yükümlü olmadığı bir şeyi yapmaya veya yapmamaya ya da haksız çıkar sağlamaya zorlayan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.
Kendisine veya başkasına yarar sağlamak maksadıyla bir kişinin şeref veya saygınlığına zarar verecek nitelikteki hususların açıklanacağı veya isnat edileceği tehdidinde bulunulması halinde de birinci fıkraya göre cezaya hükmolunur."


denmektedir.

Hayatımızın değişilmez bir parçası olan sosyal medyada kişiler tanışıp arkadaşlık kurabilmekte ve buna bağlı olarak karşısındaki kişilere mahrem görüntüler gönderebilmektedir. Mağdurlar, kötüniyetli kişilerce bu görüntülerin 3. kişilerle paylaşılacağı yönünde tehdit ve şantaja maruz bırakılabilmekte, maddi taleplerde bulunulabilmektedir. Ses, görüntü ve fotoğraflar her ne kadar mağdur kişinin bilgisi ve rızası tarafından gönderilse de bu ses, görüntü ve fotoğrafların 3. kişilerle paylaşılacağı yönünde söylenen sözler tehdit suçunu oluşturmakla beraber paylaşılması halinde özel hayatın gizliliği suçuna da vücut verecektir.

Şantaj suçunun oluşması için tehdit unsuru içeren beyanların gerçekleştirilmiş olmasına gerek yoktur. Salt bu yönde tehdit içeren sözlerin sarf edilmesi yeterlidir. Şantaj suçu ile mağdurların irade hürriyetleri kısıtlanmakla beraber özgür düşünme ve karar alabilmesi ve de buna bağlı olarak hareket edebilme serbestisi kısıtlanmaktadır. Buna bağlı olarak şantaj suçunun işlenmesi her türlü icrai hareketle işlenebilmektedir.
Bir kişinin kanuni bir hakkını kullanacağından bahisle başka bir kimseyi tehdit etmesi şantaj suçuna vücut vermez.

Yargıtay 4. Ceza Dairesi 27.03.2014 tarih ve 2012/24960 Esas, 2014/9657 Karar sayılı ilamında da buna ilişkin;

"Sanığın, borçlu olduğu ve kendisini başka bir soruşturma dosyasından şikayet eden müştekiye şikayetinden vazgeçmesi durumunda borcunu ödeyeceğini bildirmesi eylemi haksız bir çıkar sağlama amacına yönelik olmadığı gibi yapmaya hakkı olduğu bir eylem niteliğinde bulunmadığı, buna göre TCK'nın 107/1. maddesinde düzenlenen şantaj suçunun maddi unsuru, sanığın yapmaya hakkı olan şeyi yapacağından veya yapmaya yükümlü olduğu bir şeyi yapmayacağından söz ederek, bu durumları mağdur üzerinde baskı aracı olarak kullanıp haksız bir çıkar elde edilmesidir unsurunun gerçekleşmediği gözetilmeden şantaj suçundan mahkumiyet hükmü kurulması hatalıdır.."
şeklinde hüküm kurmuştur.

Yargıtay'ın yıllara yayılan kararları incelendiğinde şantaj suçunda ispat hususuna ilişkin önemli ilkelerin benimsendiği ve bu kriterler doğrultusunda kararların verilmesi gerektiği hususunda kararlar verildiği görülmektedir. Yargıtay'a göre, sanığın ikrarı, tanık beyanları, gizli ses kaydı, HTS kayıtları ve mesaj içerikleri şantaj suçunda ispat yönünde önemli deliller olarak kabul edilmektedir.

KİŞİLERİN HUZUR VE SÜKUNUNU BOZMA SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 123)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun 123. maddesinde;
   
"Madde 123 – Kişilerin Huzur ve Sükûnunu Bozma
(1) Sırf huzur ve sükûnunu bozmak maksadıyla bir kimseye ısrarla; telefon edilmesi, gürültü yapılması ya da aynı maksatla hukuka aykırı başka bir davranışta bulunulması halinde, mağdurun şikâyeti üzerine faile üç aydan bir yıla kadar hapis cezası verilir."

denmektedir.

Kanunun lafzından da anlaşılacağı üzere belirli hareketlerle kişilerin huzur ve sükûnlarının bozulması için yapılan fiiller cezalandırılmak istenmektedir.
Suçun maddî unsuru bir kimseye ısrarla, gece gündüz demeden telefon edilmesi veya ona karşı ısrarla gürültü yapılmasıdır. Ancak dikkat edilmelidir ki suçun tanımıyla cezalandırılan fiiller, mağdur özelinde maddi veya cebri bir müdahale niteliği taşımamaktadır. Kanunda korunan hukuki değer kişilerin psikolojik, ruhsal sükûn içinde yaşama hakkıdır.

Suçun oluşabilmesi için, yapılan hareketlerin belirli bir kişinin huzur ve sükûnunu bozmaya elverişli olması da gerekmektedir. Hareketin mağdurun huzur ve sükûnunu bozmaya elverişli olup olmadığı, mağdurun algı ve değerlendirmesine göre değil, öncelikle objektif bir değerlendirmeye göre belirlenmelidir. Yine olayın özelliklerine göre bir değerlendirme yapılması, aramaların sayısının yanı sıra arama süreleri ve aramaların yapıldığı zaman dilimlerinin de göz önünde bulundurulması maddi unsurun oluşup oluşmadığının tespiti bakımından önem arz etmektedir. (İ. Malkoç, Açıklamalı-İçtihatlı 5237 Sayılı Yeni Türk Ceza Kanunu, 1. Cilt, Malkoç Kitabevi, Ankara 2008, s. 1088)

Suçu oluşturan eylemler seçimlik hareketli olup suçun vücut bulması için kanunda sayılan telefon etme, gürültü yapma gibi fiiller dışında da çeşitli şekillerde işlenebilir.

Kişilerin huzur ve sükûnunu bozma suçunun soruşturulması ve kovuşturulması, suçtan zarar gören mağdurun şikâyetine bağlıdır.

ISRARLI TAKİP SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 123/A)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun 123/A maddesinde;   

"Madde 123/A – Israrlı Takip
(1) Israrlı bir şekilde; fıziken takip etmek ya da haberleşme ve iletişim araçlarını, bilişim sistemlerini veya üçüncü kişileri kullanarak temas kurmaya çalışmak suretiyle bir kimse üzerinde ciddi bir huzursuzluk oluşmasına ya da kendisinin veya yakınlarından birinin güvenliğinden endişe duymasına neden olan faile altı aydan iki yıla kadar hapis cezası verilir.
(2) Suçun;
a) Çocuğa ya da ayrılık kararı verilen veya boşandığı eşe karşı işlenmesi,
b) Mağdurun okulunu, iş yerini, konutunu değiştirmesine ya da okulunu veya işini bırakmasına neden olması,
c) Hakkında uzaklaştırma ya da konuta, okula veya iş yerine yaklaşmama tedbirine karar verilen fail tarafından işlenmesi,
hâlinde faile bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir."


Kanunumuza yeni giren bir hüküm olan ısrarlı takip suçunun amacı ve korunan hukuki değer bireyin huzurlu bir ortamda, rahatsız edilmeden, belirli bir sükûnet, psikolojik rahatlık ve esenlik içinde yaşamını sürdürmesini ve bu suretle kişilerin manevi varlığını korumak ve geliştirme hakkını sahip olması için koruma sağlamaktır.

Kanunun 2.fıkrasında sayılmış olan suçun gerek çocuğa ve ayrılık kararı verilen eşe karşı işlenmesi halinde gerekse uzaklaştırma tedbirine uyulmamak suretiyle ya da mağdurun evini, okulunu, iş yerini değiştirmesine neden olacak şekilde işlenmesi suçun ve cezanın ağırlaştırıcı haline vücut vermektedir.
 
Israrlı takip suçunun soruşturulması ve kovuşturulması, suçtan zarar gören mağdurun şikâyetine bağlıdır.

HAKARET SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 125)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun Şerefe Karşı Suçlar başlıklı 8. bölümünün 125. maddesinde;
   
"Madde 125 – Hakaret
(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden (...) veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir.
(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.
(3) Hakaret suçunun;
a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,
b) Dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı,
c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle, İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz.
(4) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır. 
(5) Kurul hâlinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi hâlinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır. Ancak, bu durumda zincirleme suça ilişkin madde hükümleri uygulanır."

Sosyal medya üzerinden en çok işlenen suçların başında hakaret suçu gelmektedir. Bir kişiye sosyal medya araçları ile sövmek, o kişinin şeref ve saygınlığına saldırmak, o kişiyi aşağılamak fiilleri hakaret suçunu oluşturur. Bir kimseyi sosyal medya üzerinden aşağılamak, sövme şeklinde de olabilir, o kişinin saygınlığına zarar verecek fotoğraf veya videoları yayınlamak suretiyle de olabilir. Atılan tweetler, forumlardaki görüşler, Facebook paylaşımları veya Instagram yorumları üzerinden, aşağılayıcı, küçük düşürücü, husumete maruz bırakıcı yazılı, görsel ve sesli içeriklerle hakaret suçu işlenebilmektedir.

Atılan hakaret içerikli tweet'lerin veya Instagram gönderilerinin retweet veya repost yöntemleriyle paylaşılması, içeriğin daha fazla kişiye ulaşması amacıyla yapılıyorsa, bu kişilerin de sorumluluğu gündeme gelecektir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun Şerefe Karşı Suçlar başlıklı 8. bölümünün 125. Maddesinde açıklanan hakaret suçunun işlenmesinde mağdurun ismi açıkça belirtilmemiş veya üstü kapalı olarak geçiştirilmiş olsa bile, eğer niteliğinde ve mağdurun şahsına yönelik bulunduğunda şüpheye yer vermeyecek şekilde netlik varsa hem ismi belirtilmiş ve hem de hakaret açıklanmış sayılır.

Hakaret suçunun haksız bir fiile tepki olarak işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte birine kadar indirilebileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir.

Hakaret suçunun, kasten yaralama suçuna tepki olarak işlenmesi halinde, kişiye ceza verilmez. Yani kişiler arasında gerçekleşen fiziksel bir kavgada edilen küfürler nedeniyle mağdur kişi cezalandırılamayacaktır.

Yine hakaret suçunun karşılıklı olarak işlenmesi halinde, olayın mahiyetine göre, taraflardan her ikisi veya biri hakkında verilecek ceza üçte birine kadar indirilebileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir.

Ölmüş bir kişinin arkasından hatırasına hakaret edilmesi halinde de hakaret suçu gerçekleşmiş olacaktır. Kanunumuzun 130. maddesinde bu haller için; "Bir kimsenin öldükten sonra hatırasına en az üç kişiyle ihtilat ederek hakaret eden kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Ceza, hakaretin alenen işlenmesi halinde, altıda biri oranında artırılır." demektedir.

Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı işlenen hariç; hakaret suçunun soruşturulması ve kovuşturulması, mağdurun şikâyetine bağlıdır.

Mağdur, şikayet etmeden önce ölürse veya suç ölmüş olan kişinin hatırasına karşı işlenmiş ise; ölenin ikinci dereceye kadar üstsoy ve altsoyu, eş veya kardeşleri tarafından şikayette bulunulabilir.

HABERLEŞMENİN GİZLİLİĞİNİ İHLAL SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 132)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun Özel Hayata ve Hayatın Gizli Alanına Karşı Suçlar başlıklı 9. bölümünün 132. maddesinde;   

"Madde 132 – Haberleşmenin Gizliliğini İhlal
(1) Kişiler arasındaki haberleşmenin gizliliğini ihlal eden kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu gizlilik ihlali haberleşme içeriklerinin kaydı suretiyle gerçekleşirse, verilecek ceza bir kat artırılır.
(2) Kişiler arasındaki haberleşme içeriklerini hukuka aykırı olarak ifşa eden kimse, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Kendisiyle yapılan haberleşmelerin içeriğini diğer tarafın rızası olmaksızın hukuka aykırı olarak alenen ifşa eden kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. İfşa edilen bu verilerin basın ve yayın yoluyla yayımlanması halinde de aynı cezaya hükmolunur."

Maddeden de anlaşılacağı üzere Kanunumuzda haberleşmenin gizliliğini ihlal suçunda 3 farklı eylem tipi cezalandırılmak istenmiştir. Buna göre;

1- Kişilerin arasındaki haberleşmenin gizliliğini ihlal etmek (TCK 132/1),
2- Kişiler arasındaki haberleşme içeriklerini hukuka aykırı olarak ifşa etmek (TCK 132/2),
3- Kendisiyle yapılan haberleşmenin içeriğini karşı tarafın rızası olmaksızın alenen ifşa etmek (TCK 132/3) ayrı ayrı cezalandırılmak istenmiştir.

Kanunumuzda haberleşmeden anlaşılması gereken vasıta açıklanmamış olup Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 2020/442 Karar sayılı ilamında bu duruma ilişkin; "Haberleşmenin gizliliğini ihlal suçunda haberleşmeyi gerçekleştirmek için yararlanılan araçlar bakımından herhangi bir sınırlama söz konusu olmayıp, yapılma biçimi ne olursa olsun her türlü haberleşme açısından bir koruma sağlanmıştır. Kanun koyucu teknolojik gelişmeleri göz önünde tutarak, haberleşmenin yapıldığı araçları tek tek saymak yerine sadece gizliliğin ihlali bakımından haberleşmeden söz etmektedir."

Yine hükmün gerekçesinde de kişiler arasındaki haberleşmenin ne suretle yapıldığının suçun oluşumu açısından önemi yoktur.

Sosyal medya platformları üzerinden gerçekleşen bir mesajlaşmanın, yazılı, sesli ve görsel haberleşme kayıtlarının, rıza dışı, haberleşmenin tarafları veya üçüncü kişilerce sosyal medya platformları üzerinden başkalarına ifşa edilmesi, duyurulması haberleşmenin gizliliğini ihlal suçunu oluşturur.

Örnek vermek gerekirse Instagram üzerinden hikaye veya gönderi paylaşma yöntemiyle bir mesajlaşmanın ekran görüntülerinin karşı tarafın izni olmadan yayınlanması alenen ifşa etmek, Whatsapp uygulaması üzerinden yapılan konuşmaların ekran görüntüsü alınarak 3. kişilerle paylaşılması, ifşa edilmesi vb.

HABERLEŞMENİN GİZLİLİĞİNİ İHLAL SUÇUNUN NİTELİKLİ HALLERİ (Türk Ceza Kanunu m. 137)

Türk Ceza Kanunumuzun 132. maddesinde yer alan haberleşmenin gizliliğini ihlal
suçunun; 

a) Kamu görevlisi tarafından ve görevinin verdiği yetki kötüye kullanılmak suretiyle,
b) Belli bir meslek ve sanatın sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle,
İşlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.

KİŞİLER ARASINDAKİ KONUŞMALARIN DİNLENMESİ VE KAYDA ALINMASI SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 133)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun Özel Hayata ve Hayatın Gizli Alanına Karşı Suçlar başlıklı 9. bölümünün 133. maddesinde;   

"Madde 133 – Kişiler Arasındaki Konuşmaların Dinlenmesi ve Kayda Alınması
(1) Kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları, taraflardan herhangi birinin rızası olmaksızın bir aletle dinleyen veya bunları bir ses alma cihazı ile kaydeden kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Katıldığı aleni olmayan bir söyleşiyi, diğer konuşanların rızası olmadan ses alma cihazı ile kayda alan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.
(3) Kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaların kaydedilmesi suretiyle elde edilen verileri hukuka aykırı olarak ifşa eden kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve dört bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. İfşa edilen bu verilerin basın ve yayın yoluyla yayımlanması halinde de aynı cezaya hükmolunur."

Kanun maddesinden de anlaşılacağı üzere kişiler arasında gerçekleşen konuşmaların bir kısmını ya da tamamını kayda alan kişi iki yıldan beş yıla, bu konuşmaları ifşa eden kişi ise iki yıldan beş yıla hapis ve aynı zamanda dört bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır.

KİŞİLER ARASINDAKİ KONUŞMALARIN DİNLENMESİ VE KAYDA ALINMASI SUÇUNUN NİTELİKLİ HALLERİ
(Türk Ceza Kanunu m. 137)


Türk Ceza Kanunumuzun 133. maddesinde yer alan kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması suçunun; 
a) Kamu görevlisi tarafından ve görevinin verdiği yetki kötüye kullanılmak suretiyle,
b) Belli bir meslek ve sanatın sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle,
İşlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.

ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİNİ İHLAL SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 134)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun Özel Hayata ve Hayatın Gizli Alanına Karşı Suçlar başlıklı 9. bölümünün 134. maddesinde;   

"Madde 134 – Özel Hayatın Gizliliği
(1) Kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal eden kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Gizliliğin görüntü veya seslerin kayda alınması suretiyle ihlal edilmesi halinde, verilecek ceza bir kat artırılır.
(2) Kişilerin özel hayatına ilişkin görüntü veya sesleri hukuka aykırı olarak ifşa eden kimse iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. İfşa edilen bu verilerin basın ve yayın yoluyla yayımlanması halinde de aynı cezaya hükmolunur."


Kanunumuzun 134. maddesinde düzenlenen özel hayatın gizliliğini ihlal suçunun konusunu oluşturan özel hayat kavramı; kişinin sadece gözlerden uzakta, başkalarıyla paylaşmadığı, kapalı kapılar ardında, dört duvar arasındaki yaşantısı ve mahremiyetinden ibaret olmayıp, herkesin bilmediği veya bilmemesi gereken, istenildiğinde başka kişilere açıklanabilen, tamamen kişiye özel hayat olayları ve bilgilerin tamamını içermektedir.
Özel hayatın içine, bireyin kimliğine ilişkin bilgi ve kayıtlar, cinsel hayatına ilişkin davranışlar, kişinin beden ve ruh bütünlüğüne ilişkin düzenlemeler ve kişiye ait ev, araç gibi özel yerler, telefon konuşmaları, posta gönderileri, adı, fotoğrafı, nam ve şöhreti ile şerefi, yaşam tarzı ve kamuya yanlış tanıtılmasının önlenmesi gibi konular yer almaktadır.

Bir olay ya da bilginin, özel hayat kavramı kapsamına girip girmediği belirlenirken, sadece içinde bulunulan fiziki çevrenin özelliklerine bakılmamalı, kişinin toplum içindeki konumu, mesleği, görevi, kamuoyu tarafından tanınıp tanınmadığı, dışa yansıyan davranışları, rıza ve öngörüleri, sosyal ilişkileri, müdahalenin derecesi gibi ölçütler de göz önüne alınmalıdır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu 15.12. 2015 /10E. 2015/510K. 15.12.2015T.

Özel hayatın gizliliğini ihlal suçu şikayete bağlı suç olmakla birlikte mağdurun suç oluşturan fiilleri öğrenmesinden itibaren şikayet süresi 6 aydır.

ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİNİ İHLAL SUÇUNUN NİTELİKLİ HALLERİ (Türk Ceza Kanunu m. 137)
Türk Ceza Kanunumuzun 134. maddesinde yer alan özel hayatın gizliliğini ihlal suçunun; 
a) Kamu görevlisi tarafından ve görevinin verdiği yetki kötüye kullanılmak suretiyle,
b) Belli bir meslek ve sanatın sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle,
İşlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.

KİŞİSEL VERİLERİN KAYDEDİLMESİ SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 135)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun Özel Hayata ve Hayatın Gizli Alanına Karşı Suçlar başlıklı 9. bölümünün 135. maddesinde;   

"Madde 135 – Kişisel Verilerin Kaydedilmesi
(1) Hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydeden kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir.
(2) Kişisel verinin, kişilerin siyasi, felsefi veya dini görüşlerine, ırki kökenlerine; hukuka aykırı olarak ahlaki eğilimlerine, cinsel yaşamlarına, sağlık durumlarına veya sendikal bağlantılarına ilişkin olması durumunda birinci fıkra uyarınca verilecek ceza yarı oranında artırılır."

İlerleyen teknoloji ve sosyal medya kullanımı nedeniyle, bireye ve özellikle bireyin sahip olduğu temel hak ve özgürlüklerin ihlaline yönelik tehditler artarak devam etmektedir. Bu tehditlerden biri de sosyal medya kullanıcılarının bilgisi ve rızası olmaksızın, kişilerin instagram storylerinin, tweetlerinin, kişisel verilerinin  yani kişinin adı ve soyadı, doğum yeri ve doğum tarihi, T.C. kimlik numarası, telefon numarası, pasaport numarası, motorlu taşıt plakası, resim, görüntü ve ses kaydı, parmak izleri, aile ve sağlık bilgileri, banka hesap bilgileri, medeni hali, cinsel ve ahlaki eğilimi, etnik kökeni,  siyasi, felsefi ve dini görüşü, sendikal bağlantıları gibi herkes tarafından bilinmeyen veya kolaylıkla bilinmesi mümkün olmayan verilergibi kişiyi doğrudan veya dolaylı şekilde belirlenebilir kılmaya elverişli tüm verileri hukuka aykırı olarak kaydedilmesi suç teşkil etmektedir.

Ceza Kanunumuzun 135. maddesi özelinde dikkat edilmesi gereken nokta, kişisel verilerin her halde değil, ancak ve ancak hukuka aykırı bir şekilde kaydedilmesi neticesinde suçun oluşacak olmasıdır. Bu sebeple somut olaya ilişkin hukuka uygunluk nedeni olmaksızın kişisel verilerin kaydedilmesi bu suçu oluşturur.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu, suç tanımlarında "hukuka aykırı olarak", "hukuka aykırı başka bir davranışla", "hukuka aykırı diğer davranışlarla", "hukuka aykırı yolla", "hukuka aykırı yollarla" gibi ifadelerin varlığı halinde bu suçlarda failin, işlediği fiilin hukuka aykırı olduğunu bilmesi, yani bu konuda doğrudan kastla hareket etmesi gerektiğini bilmesi gerektiğini ve Türk Ceza Kanununda yer alan hukuka uygunluk sebeplerininin yani kanunun hükmünü yerine getirme (m.24/1), meşru savunma (m.25/1), ilgilinin rızası (m.26/2), hakkın kullanılması (m.26/1) gibi nedenlerin varlığının bulunmamasını kabul etmektedir. (Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 17.06.2014 tarih ve 2012/12-1510 Esas, 2014/331 Karar sayılı ilamı.)

Madde metninde yer alan kaydetme unsurundan anlaşılması gereken, kişisel veriyi tekrardan kullanma ya da başkalarının kullanımına uygun olarak hazır edebilmedir. Bu sebeple kaydetme veya depolama işleminde kullanılan araç ve yönteminin önemi bulunmamaktadır. Kaydetme işlemi bilgisayar ya da cep telefonunda olabileceği gibi kağıt üzerinde de olabilir. Ancak suçun oluşması için asgari şart veri niteliğindeki bilgilerin bir yere yazılması, bir yerde depolanması veya saklanmasıdır.

KİŞİSEL VERİLERİN KAYDEDİLMESİ SUÇUNUN NİTELİKLİ HALLERİ (Türk Ceza Kanunu m. 137)

Türk Ceza Kanunumuzun 135. maddesinde yer alan kişisel verilerin kaydedilmesi suçunun; 
a) Kamu görevlisi tarafından ve görevinin verdiği yetki kötüye kullanılmak suretiyle,
b) Belli bir meslek ve sanatın sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle,
İşlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.

VERİLERİ HUKUKA AYKIRI OLARAK VERME VEYA ELE GEÇİRME SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 136)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun Özel Hayata ve Hayatın Gizli Alanına Karşı Suçlar başlıklı 9. bölümünün 136. maddesinde;   

"Madde 136 – Verileri Hukuka Aykırı Olarak Verme veya Ele Geçirme
(1) Kişisel verileri, hukuka aykırı olarak bir başkasına veren, yayan veya ele geçiren kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Suçun konusunun, Ceza Muhakemesi Kanununun 236 ncı maddesinin beşinci ve altıncı fıkraları uyarınca kayda alınan beyan ve görüntüler olması durumunda verilecek ceza bir kat artırılır."


Kişisel verileri hukuka aykırı olarak verme, yayma veya ele geçirme suçunda, suçu oluşturan hareket seçimlik olup;
1- Kişisel verileri bir başkasına vermek suretiyle,
2- Kişisel verileri yaymak suretiyle,
3- Kişisel verilerin ele geçirmek suretiyle
işlenebilir.

Türk Ceza Kanunu'nun 136/1. maddesinin, "Bu madde hükmü ile hukuka uygun olarak kaydedilmiş olsun veya olmasın, kişisel verileri hukuka aykırı olarak başkalarına vermek, yaymak veya ele geçirmek, bağımsız bir suç olarak tanımlanmıştır." şeklindeki gerekçesinden de anlaşılacağı üzere, kişisel verilerin, "verildiği", "yayıldığı" veya "ele geçirildiği"nin kabul edilebilmesi için, kişisel verilerin kaydedilmiş halde bulunması, kaydedilmiş haliyle başkalarına verilmesi, yayılması ya da ele geçirilmesi gerekir.

Herkes tarafından bilinen ve/veya kolaylıkla ulaşılması ve bilinmesi mümkün olan kişisel bilgiler de, yasal anlamda "kişisel veri" olarak kabul edilmekte ise de, anılan maddenin uygulama alanının amaçlanandan fazla genişletilerek, uygulamada belirsizlik ve hemen her eylemin suç oluşturması gibi olumsuz sonuçların doğmaması için somut olayın özellikleri dikkate alınarak titizlikle değerlendirme yapılması gerekmektedir.

Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 06.07.2015 tarih ve 2016/9332 Esas, 2016/13355 Karar sayılı ilamına göre;

"Verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçunun maddi konusunu oluşturan "kişisel veri" kavramından, kişinin, yetkisiz üçüncü kişilerin bilgisine sunmadığı, istediğinde başka kişilere açıklayarak ancak sınırlı bir çevre ile paylaştığı nüfus bilgileri (T.C. kimlik numarası, adı, soyadı, doğum yeri ve tarihi, anne ve baba adı gibi), adli sicil kaydı, yerleşim yeri, eğitim durumu, mesleği, banka hesap bilgileri, telefon numarası, elektronik posta adresi, kan grubu, medeni hali, parmak izi, DNA'sı, saç, tükürük, tırnak gibi biyolojik örnekleri, cinsel ve ahlaki eğilimi, sağlık bilgileri, etnik kökeni, siyasi, felsefi ve dini görüşü, sendikal bağlantıları gibi kişinin kimliğini belirleyen veya belirlenebilir kılan, kişiyi toplumda yer alan diğer bireylerden ayıran ve onun niteliklerini ortaya koymaya elverişli, gerçek kişiye ait her türlü bilginin anlaşılması gerekir."

VERİLERİ HUKUKA AYKIRI OLARAK VERME VEYA ELE GEÇİRME SUÇUNUN NİTELİKLİ HALLERİ (Türk Ceza Kanunu m. 137)

Türk Ceza Kanunumuzun 135. maddesinde yer alan kişisel verilerin kaydedilmesi suçunun; 
a) Kamu görevlisi tarafından ve görevinin verdiği yetki kötüye kullanılmak suretiyle,
b) Belli bir meslek ve sanatın sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle,
İşlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.

HALKI KİN VE DÜŞMANLIĞA TAHRİK VEYA AŞAĞILAMA SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 216)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun Kamu Barışına Karşı Suçlar başlıklı 5. bölümünün 216. maddesinde;
   
"Madde 216 – Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama
(1) Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Maddeden de anlaşılacağı üzere her fıkrada ayrı bir fiil düzenlenmiştir. Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçunun oluşabilmesi için kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması gerekmektedir.

Sosyal medyada paylaşılan şeyler çok hızlı bir şekilde yayılıp kitleselleşebildiği için kişileri etkileme ve bir araya getirebilme etkisine sahiptir. Dolayısıyla sosyal medya üzerinden yapılan tahrik edici paylaşımlar, toplumun büyük kesimlerini etkileyebilir. Bu suç, sadece bir söylemle işlenebileceği gibi, gerçek olmayan görüntülerin videoların paylaşılması suretiyle de karşımıza çıkabilir. Günümüzde halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçu çok görülmeye başlanmıştır. Bunun nedeni madde kapsamının çok geniş ve yoruma açık olması olduğu gibi toplumsal olaylar ve değişimlerde etkilidir.

HALKI KİN VE DÜŞMANLIĞA TAHRİK VEYA AŞAĞILAMA SUÇUNUN NİTELİKLİ HALLERİ (Türk Ceza Kanunu m. 218)

Türk Ceza Kanunumuzun 216. maddesinde yer alan halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçunun; basın ve yayın yoluyla işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranına kadar artırılır.

Ancak, haber verme sınırlarını aşmayan ve eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.

KANUNLARA UYMAMAYA TAHRİK SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 217)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun Kamu Barışına Karşı Suçlar başlıklı 5. bölümünün 217. maddesinde;
   
"Madde 217 – Kanunlara Uymamaya Tahrik
(1) Halkı kanunlara uymamaya alenen tahrik eden kişi, tahrikin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır."

Kanunlara uymamaya tahrik suçu bir tehlike suçu olup tahrik fiilinin gerçekleşmesiyle tamamlanır.  Bu suçun meydana gelmesi için ayrıca somut bir tehlikenin doğması gerek olmadığı gibi herhangi bir zararın ya da neticenin doğmasına da gerek yoktur.
Türk Ceza Kanunumuzun 217. maddesinde yer alan kanunlara uymamaya tahrik suçunun; basın ve yayın yoluyla işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranına kadar artırılır.

HALKI YANILTICI BİLGİYİ ALENEN YAYMA SUÇU(Türk Ceza Kanunu m. 217/A)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun Kamu Barışına Karşı Suçlar başlıklı 5. bölümünün 217/A maddesinde;   
"Madde 217/A – Halkı Yanıltıcı Bilgiyi Alenen Yayma
(1) Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.
(2) Fail, suçu gerçek kimliğini gizleyerek veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlemesi hâlinde, birinci fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır."

18.10.2022 tarihli ve 31987 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçu sosyal medyanın sağladığı anonim ortamın yalan, yanlış ve manipülatif içeriklerin  yayılmasını engellemek ve buna yönelik tedbir alınmasının bir sonucu olarak Kanunumuza girmiş olup ülkemizde ifade özgürlüğünün önünde büyük bir engel teşkil etmektedir.

Kanunumuza yeni girmiş olması sebebiyle uygulamada yaratacağı sorunlar henüz açıklığı kavuşmamıştır.

Türk Ceza Kanunumuzun 217/A maddesinde yer alan halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçunun; basın ve yayın yoluyla işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranına kadar artırılır.

İFTİRA SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 267)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun Adliyeye Karşı Suçlar başlıklı 5. bölümünün 217/A maddesinde;
   
"Madde 267 – İftira
(1) Yetkili makamlara ihbar veya şikayette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği halde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Fiilin maddî eser ve delillerini uydurarak iftirada bulunulması halinde, ceza yarı oranında artırılır.
(3) Yüklenen fiili işlemediğinden dolayı hakkında beraat kararı veya kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş mağdurun aleyhine olarak bu fiil nedeniyle gözaltına alma ve tutuklama dışında başka bir koruma tedbiri uygulanmışsa, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.
(4) Yüklenen fiili işlemediğinden dolayı hakkında beraat kararı veya kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş olan mağdurun bu fiil nedeniyle gözaltına alınması veya tutuklanması halinde; iftira eden, ayrıca kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçuna ilişkin hükümlere göre dolaylı fail olarak sorumlu tutulur.
(5) Mağdurun ağırlaştırılmış müebbet hapis veya müebbet hapis cezasına mahkûmiyeti halinde, yirmi yıldan otuz yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(6) Mağdurun mahkûm olduğu hapis cezasının infazına başlanmış ise, beşinci fıkraya göre verilecek ceza yarısı kadar artırılır.
(8) İftira suçundan dolayı dava zamanaşımı, mağdurun fiili işlemediğinin sabit olduğu tarihten başlar.
(9) Basın ve yayın yoluyla işlenen iftira suçundan dolayı verilen mahkûmiyet kararı, aynı veya eşdeğerde basın ve yayın organıyla ilan olunur. İlan masrafı, hükümlüden tahsil edilir.
İftira suçunu oluşturan fiil, kişiye hukuka aykırı suç isnadında bulunmak olup uçun oluşması için zararın doğması ve neticenin varlığına gerek bulunmamaktadır. Ancak suç ancak kasten işlenebilen bir suçtur.
Suçun mağduru maruz kaldığı iftira sonucu iş yapamaz olmuş olabileceği gibi, sosyal dışlanmaya ya da benzer olumsuz durumlarla karşı karşıya kalmış olabilir. Bu sonuç ya da sonuçların ortaya çıkması halinde mutlaka faile karşı tazminat davası ikame edilmelidir.


SOSYAL MEDYA ARACILIĞIYLA İŞLENEN SUÇLARDA TAZMİNAT DAVALARI

Sosyal medya aracılığıyla işlenen bir suçun mağduru uğradığı haksız fiil sebebiyle maddi ve manevi tazminat davası açma hakkına sahiptir.

Tazminat davaları, kişinin haksız bir fiilden, idari işlemden, iş ilişkisinden veyahut başka bir nedenden kaynaklanan maddi ve manevi zararın giderilmesi ve tazmin edilebilmesini sağlayan hukuki yoldur. Zararın kaynağı farklı hukuki ilişkiler olabileceği gibi muhatabı kamu kurumları, tüzel kişiler ve gerçek kişiler olabilir. Yaşanan somut olaya göre istenebilecek tazminat miktarı da farklılık göstermektedir.

MADDİ TAZMİNAT DAVASI

Sosyal medya aracılığıyla kişilik hakları saldırıya uğrayan kişiler (örneğin bir doktor, mühendis vb.) bu nedenle müşteri kaybı yaşamış olabilir veya bir oyuncunun sözleşmeleri iptal edilmiş olabilir. Maddi zarar daha çok kar kaybı veya yoksun kalınan kar şeklinde olabilir. Bu nedenle kişilik haklarına sosyal medya üzerinden hukuka aykırı saldırı yapılması sonucunda maddi zarara uğrayan kişi bu zararın tazminini talep edebilir. Şartları:
•    Kişilik haklarına yönelik hukuka aykırı bir saldırı olmalıdır.
•    Bu saldırı sonucunda maddi bir zarar doğmuş olmalıdır.
•    Saldırı ile maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmalıdır.
•    Saldırıda bulunan kişi kusurlu olmalı veya kusursuz sorumluluk hali mevcut olmalıdır.

Maddi tazminat davası, saldırıyı önleme davası ile birlikte açılamaz. Çünkü saldırı ve zarar unsurları mevcut değildir.

MANEVİ TAZMİNAT DAVASI

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunumuzun 58. maddesine göre; kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.

Sosyal medya aracılığıyla kişilik hakları ihlal edilen kimseler, uğradığı manevi zararın bir nebze de olsa giderilebilmesi için tazminat davası açabilir. Örnek vermek gerekirse, sosyal medya aracılığıyla işlenen cinsel taciz suçunun mağduru bunun sonucunda elem, üzüntü, korku ve bu sebeple ruhsal bunalımlar yaşamış olabilir. Yazışmaları rızası olmadan ifşalanan kişi, bu sebeple çevresinde dedikodulara maruz kalmış olabilir, ailesi ve çevresiyle olan ilişkileri zarar görmüş ve bu nedenle kişi üzüntü içinde kalmış olabilir. Kişilerin yaşamış olduğu manevi zarar, üzüntü ve keder tabii ki para ile ölçülemez ancak manevi tazminat davasıyla bir nebze de olsa dengelenebilir.

Kişilik hakları sosyal medya platformları aracılığıyla ihlal edilen kimsenin manevi tazminat davası açabilmesi için gereken şartlar şunlardır:
•    Kişilik hakkına hukuka aykırı bir saldırı gerçekleşmiş olmalıdır.
•    Bu saldırı sebebiyle manevi zarar doğmuş olmalıdır.
•    Zarar ile hukuka aykırı saldırı arasında illiyet bağı bulunmalıdır.
•    Saldırıyı gerçekleştiren kişinin kusuru olmalı veya kusursuz sorumluluğunu gerektiren bir hali bulunmalıdır.

Belirtmek gerekir ki, internet yoluyla kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat davalarında, açıkça kanunda yer almamakla birlikte, Yargıtay içtihatlarıyla hukukumuza giren matufiyet koşulu vardır. Matufiyet şartı içtihatlarda adı, sanı, kimliği belli olmasa da ona yöneldiği konusunda kuşku bırakmayacak şekilde ithamlara, yönelimlere yer veren ifadeler olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla bir kişiye yönelik saldırıda, isim, kimlik belirtilmese bile, hukuka aykırı saldırının o kişiye yöneldiği konusunda kuşku bırakmayacak ifadeler mevcutsa, manevi tazminata hükmedilebilir. İsim, kimlik belirtilmeden gerçekleştirilen hukuka aykırı saldırıda matufiyet şartı gerçekleşmemişse manevi tazminata hükmedilmeyecektir.


Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr








#7
TEREKE TESPİT DAVALARI

Tereke, vefat eden kişinin (murisin) aktif ve pasif mallarından oluşan mirasının tamamını ifade etmek için kullanılan bir kavram olmakla beraber kişinin hak ve alacakları aktif malları, borçları ise pasif mal varlığını ifade eder. Tereke mirasçılara intikal edebilen tüm mal varlıklarını ve borçları içermektedir. Terekeyi menkul ve gayrimenkul mallar oluşturabileceği gibi sınırlı ayni haklar ve fikri sinai haklar da terekeye dâhil haklardır.

Tereke tespit davaları ise; miras bırakanın vefatından sonra mirasçılarına intikal edecek alacaklarını ve borçlarının tespitini sağlamak için açılan tespit davalarıdır. Genellikle mirasçılar arasında paylaşılacak malların hakkaniyete uygun şekilde paylaşılması için delil tespiti niteliği taşıyan bir yanı bulunmakla beraber asıl amaç tereke mallarının korunmasıdır.

Tereke tespit davalarında murisin aktif ve pasif malvarlığı tespit edildikten sonra pasif malların (borçlar) aktif mallardan (hak ve alacaklar) indirilmesinin akabinde miras bırakanın öldüğü tarihteki değeri hesaplanmaktadır.

TEREKE TESPİT DAVASI NE ZAMAN AÇILABİLİR?

Miras hakkı, murisin ölümüyle kullanılabilen bir hak olması sebebiyle terekenin tespiti davası, murisin yani miras bırakanın ölüm anından itibaren açılabilir. Terekenin tespiti davası herhangi bir hak düşürücü süre ya da zamanaşımına bağlı değildir. Her zaman açılması mümkündür. Miras bırakanın ölümünden hemen sonra açılacak tereke tespit davalarında terekenin tespiti daha kolay ve hızlı olacağından bu tür davaların ivedilikle açılmasında hukuki yarar bulunmaktadır.

TEREKE TESPİT DAVASINI KİMLER DAVA AÇABİLİR?

Tereke tespit davası açmaya hukuki yararı bulunan kişiler yasal ve atanmış (iradi) mirasçılardır. Buna göre kişilerin alt soyu (çocukları, torunları vs.), sağ olan eşi, anne ve babası (bunların anne babaları vs.), anne babanın altsoyu (kardeşler), amca, dayı, hala ve teyzeleri tereke tespit davasını açabileceği gibi miras bırakanın vasiyetnamesi ile atanmış mirasçılar ve evlat edinilen kişi de bu davayı açabilir. Her mirasçı tek başına davayı açmaya yetkili bulunduğu gibi tüm mirasçılar adına tereke temsilcisi de davayı açabilir. Miras bırakanın alacaklıları tarafından tereke tespit davası açılamaz.

TEREKE TESPİTİ NASIL YAPILIR?

Tereke tespit davasında murisin taşınırları, taşınmazları, banka hesapları, alacakları ve borçları hepsi araştırılmalı ve tespit edilmelidir. Bu konuda öncelikle mirasçıların beyanları ile akabinde ise Tapu Müdürlüğüne, bankalara, trafik siciline, yatırım ve finans şirketlerine, ticaret siciline, SGK'ya vb. kurum ve kuruluşlara müzekkere yazılarak terekenin tamamı tespit edilmektedir. Burada mirasçıların murisin mallarının bulunabileceği yerler konusunda mahkemeyi yönlendirmesi önemli bir husustur.

TEREKE TESPİTİ DAVASI HANGİ MAHKEMEDE AÇILIR?

Tereke tespit davasında yetkili ve görevli mahkeme miras bırakanın son yerleşim yerindeki sulh hukuk mahkemesidir.

Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr
#8
KIDEM TAZMİNATI VE KIDEM TAZMİNATINA HAK KAZANMANIN ŞARTLARI


KIDEM TAZMİNATI NEDİR?

Kıdem tazminatı, işçi ile işveren arasındaki iş akdi sona erdiğinde işçiye ödenmesi gereken, işçinin çalışma süresi, maaşı ve maddi olarak ölçülebilen sosyal hakları göz önünde bulundurularak hesaplanan, işçinin yıpranma payı olarak da adlandırabileceğimiz tazminat türüdür. İşçi işe başladığı tarihten iş akdinin sona erdiği tarihe kadar olan süreçte her geçen tam yıl için işverence 30 günlük ücret (giydirilmiş brüt ücret) tutarında kıdem tazminatına hak kazanacaktır. Yani işçi çalıştığı her bir yıl için bir maaşı kadar kıdem tazminatına hak kazanır. Ancak hak kazandığı bu ücret iş akdinin sona ermesiyle muaccel hale gelecek olup, işçiye işten çıktıktan veyahut çıkarıldıktan sonra ödenecektir.

KIDEM TAZMİNATINDAN KİMLER FAYDALANABİLİR?

İş Kanunumuza göre kıdem tazminatına hak kazanabilmenin belli şartları vardır. Buna göre işçinin kıdem tazminatına hak kazanabilmesi için;

1-İşçinin 4857 sayılı İş Kanununa tabi olarak çalışması gerekir.

4857 sayılı İş Kanunumuzun tanımlar başlıklı 2. maddesine göre; bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişiye işçi denir. Kanunumuzda iş sözleşmesinin nasıl yapılacağı belirtilmediği gibi yazılı yapılan iş sözleşmeleri uygulamada ispat kolaylığı sağlamaktadır. Yine aynı kanunumuzun istisnalar başlıklı 4. Maddesinde kimlerin iş kanununa tabi olarak çalışamayacağı düzenlenmiştir. Buna göre;

Madde 4 - Aşağıda belirtilen işlerde ve iş ilişkilerinde bu Kanun hükümleri uygulanmaz;
a) Deniz ve hava taşıma işlerinde,
b) 50'den az işçi çalıştırılan (50 dahil) tarım ve orman işlerinin yapıldığı işyerlerinde veya işletmelerinde,
c) Aile ekonomisi sınırları içinde kalan tarımla ilgili her çeşit yapı işleri,
d) Bir ailenin üyeleri ve üçüncü dereceye kadar (üçüncü derece dahil) hısımları arasında dışardan başka biri katılmayarak evlerde ve el sanatlarının yapıldığı işlerde,
e) Ev hizmetlerinde,
f) Çıraklar hakkında,
g) Sporcular hakkında,
h) Rehabilite edilenler hakkında,
ı) 507 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar Kanununun ikinci maddesinin tarifine uygun üç kişinin çalıştığı işyerlerinde çalışanlara 4857 sayılı İş Kanunu hükümleri uygulanmaz.


2- İşçinin işyerinde en az 1 yıllık çalışma geçmişi bulunmalıdır.

Kıdem tazminatına hak kazanabilmesi için aynı işyerinde veyahut aynı işverene bağlı olarak farklı işyerlerinde en az 1 yıl süre ile çalışmış olması gerekmektedir. İşverenin işçiyi farklı işverenler üzerinde göstermesi veya işyerinin başka bir işverene devredilmesi kıdem süresi (hizmet süresi) hesabında değişiklik arz etmez.

3- İş akdinin işveren tarafından feshedilmesi ya da işçi tarafından haklı nedenle sona erdirilmesi gerekmektedir.

İşçinin kıdem tazminatı alacağı iş akdinin sona ermesinden sonra muaccel hale gelmektedir. İşçi çalışma süresi devam ederken kıdem tazminatına hak kazanamaz. Aynı şekilde taraflar arasındaki iş akdi haklı neden olmaksızın işçi tarafından feshedilmesi halinde de işçi kıdem tazminatına hak kazanamayacaktır. İş akdinin işçi tarafından haklı nedenle feshedilme koşulları İş Kanunumuzun 24. Maddesinde sayılmıştır ancak kanunda yazılı sebepler örnekleme yoluyla sayılmış olup bunlar somut koşullara göre farklılık gösterebilir. Buna göre;

Madde 24 - Süresi belirli olsun veya olmasın işçi, aşağıda yazılı hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim süresini beklemeksizin feshedebilir:
I. Sağlık sebepleri:
a) İş sözleşmesinin konusu olan işin yapılması işin niteliğinden doğan bir sebeple işçinin sağlığı veya yaşayışı için tehlikeli olursa.
b) İşçinin sürekli olarak yakından ve doğrudan buluşup görüştüğü işveren yahut başka bir işçi bulaşıcı veya işçinin işi ile bağdaşmayan bir hastalığa tutulursa.
II. Ahlak ve iyiniyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri:
a) İşveren iş sözleşmesi yapıldığı sırada bu sözleşmenin esaslı noktalarından biri hakkında yanlış vasıflar veya şartlar göstermek yahut gerçeğe uygun olmayan bilgiler vermek veya sözler söylemek suretiyle işçiyi yanıltırsa.
b) İşveren işçinin veya ailesi üyelerinden birinin şeref ve namusuna dokunacak şekilde sözler söyler, davranışlarda bulunursa veya işçiye cinsel tacizde bulunursa.
c) İşveren işçiye veya ailesi üyelerinden birine karşı sataşmada bulunur veya gözdağı verirse, yahut işçiyi veya ailesi üyelerinden birini kanuna karşı davranışa özendirir, kışkırtır, sürükler, yahut işçiye ve ailesi üyelerinden birine karşı hapsi gerektiren bir suç işlerse yahut işçi hakkında şeref ve haysiyet kırıcı asılsız ağır isnat veya ithamlarda bulunursa.
d) İşçinin diğer bir işçi veya üçüncü kişiler tarafından işyerinde cinsel tacize uğraması ve bu durumu işverene bildirmesine rağmen gerekli önlemler alınmazsa.
e) İşveren tarafından işçinin ücreti kanun hükümleri veya sözleşme şartlarına uygun olarak hesap edilmez veya ödenmezse,
f) Ücretin parça başına veya iş tutarı üzerinden ödenmesi kararlaştırılıp da işveren tarafından işçiye yapabileceği sayı ve tutardan az iş verildiği hallerde, aradaki ücret farkı zaman esasına göre ödenerek işçinin eksik aldığı ücret karşılanmazsa, yahut çalışma şartları uygulanmazsa.
III. Zorlayıcı sebepler:
İşçinin çalıştığı işyerinde bir haftadan fazla süre ile işin durmasını gerektirecek zorlayıcı sebepler ortaya çıkarsa.

Yukarıda sayılan sebeplerin varlığı halinde işçi, iş akdini haklı nedenle feshedebilir ve kıdem tazminatına hak kazanabilir. Bu sayılan şartlar haricinde aşağıda sayılan hallerde de işçi kıdem tazminatına hak kazanır:

1-Zorunlu Askerlik Görevinin İfası Halinde;
İşçinin zorunlu askerlik görevini yerine getirmek için iş akdini sona erdirmesi halinde işçi kıdem tazminatına ve diğer işçilik alacaklarına hak kazanacaktır. Yine aynı şekilde işveren de işçiyi bu sebeple işten çıkarması halinde işçi yine kıdem tazminatına hak kazanır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken şey işçinin iş akdini sona erdirmesi ile askere gitmesi arasında geçen süre kısa olmalıdır. 

2-İşçinin Ölümü Halinde;
İşçinin ölümü halinde mirasçıları tarafından kıdem tazminatı talebinde bulunulabilir. İşçinin ölüm sebebi kıdem tazminatına hak kazanma açısından önem teşkil etmemektedir. İşçinin iş kazası sonucunda hayatını kaybetmesi halinde diğer tazminat türleri de talep edilebilecektir.

3-Kadın İşçinin Evlenmesi Halinde;
1475 sayılı İş Kanunu'nun 14. Maddesinin 1. fıkrasının 5. bendine göre; Kadının evlendiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde kendi arzusu ile iş akdini sona erdirmesi halinde işçi kıdem tazminatına hak kazanır. Evlilik sebebiyle iş akdinin feshinde kıdem tazminatına hak kazanma yalnızca kadın işçilere tanınmış bir hak olup bu hak resmi olarak evlilik tarihinden başlayarak kullanılmalıdır.

4- İşçinin Yasal Olarak Emekli Olması Halinde;
İşçi, emekli olmak için ödemesi gereken prim gününü doldurması sebebiyle iş akdini feshetmesi halinde kıdem tazminatına hak kazanır.

KIDEM TAZMİNATI NASIL HESAPLANIR?

İş akdinin sona ermesi ile beraber işçinin bakiye ücreti ve 4857 sayılı İş Kanunumuzdan doğan para ile ölçülmesi mümkün tüm menfaatleri muaccel hale gelir ve işçiye ödenmesi gerekir. Kıdem tazminatı ücreti de koşulları oluştuğu takdirde işçinin esaslı alacak kalemlerinden birini oluşturur.

Kıdem tazminatı hesaplanırken ikramiye, devamlılık arz eden prim, yakacak yardımı, giyecek yardımı, kira, aydınlatma, yol/servis yardımı, yemek yardımı, eğitim yardımı, çocuk yardımı, aile yardımı, sağlık yardımı ve benzeri sosyal yardım niteliğindeki ödemeler kıdem tazminatı hesabında çıplak ücrete eklenerek dikkate alınır. 

Kıdem tazminatı hesaplanırken, işçinin iş yerinde aldığı son aylık ücreti önem arzetmekte olup Kanunumuz son ücretin tespit edilmesinde tavan sınır öngörmüştür. Bu  tavan sınır; 1475 sayılı İş Kanunu'nun 14'üncü madddesinin 13'üncü fıkrasında kaleme alınmıştır. Buna göre; Toplu sözleşmelerle ve hizmet akitleriyle belirlenen kıdem tazminatlarının yıllık miktarı, 657 sayılı Devlet Memurları Kanun'una tabi en yüksek devlet memuruna 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine göre bir hizmet yılı için ödenecek azami emeklilik ikramiyesini geçemez.

Kanunumuzun amir hükmüne göre 31.12.2024 tarihine kadar geçerli kıdem tazminatının yıllık tavanı 41.828,42 TL'dir. Hesaplanan kıdem tazminat miktarından da sadece damga vergisi ödenecek olup, SGK primi ve gelir vergisi kesintisi yapılamaz.

KIDEM TAZMİNATINA HAK KAZANILACAK BAŞLICA DURUMLAR

Çalışanların kıdem tazminatı talep ederek istifa edebileceği durumlara örnek vermek gerekirse;

•    Maaşın düzenli olarak ödenmemesi, geç veya eksik ödenmesi,
•    Asgari ücretin altında ücret ödenmesi,
•    Fazla mesai ya da fazla sürelerle çalışma ücretinin ödenmemesi veya eksik ödenmesi,
•    Yıllık 270 saatin üzerinde fazla mesai yapılması halinde,
•    Fazla mesai ve ulusal bayram genel tatil günlerinde çalışma yapılması için çalışandan onay alınmaması,
•    Hafta tatilinin kullandırılmaması veya eksik kullandırılması,
•    Ara dinlenme, yemek molası vb. araların kullandırılmaması ya da eksik kullandırılması,
•    Gündüz 11 saatten fazla, gece ise 7,5 saatten fazla çalıştırılma,
•    Hak kazanılan yıllık izinin kullandırılmaması,
•    Mazeret izinlerinin (ölüm, doğum, evlenme vb.) kullandırılmaması,
•    Gebe veyahut çocuk emziren kadın çalışanların günde 7,5 saatten fazla çalıştırılması,
•    Gebe veyahut çocuk emziren kadın çalışanların gece vardiyasında çalıştırılması,
•    Süt izninin kullandırılmaması,
•    Çalışma koşullarında işveren tarafından tek taraflı esaslı değişiklik yapılması,
•    Sigorta primlerinin eksik ödenmesi,
•    Sigortaya esas kazancın eksik gösterilmesi,
•    İşyerinde çalışanlar arasında eşitlik ilkesine aykırı davranılması,
•    İşin niteliği gereği çalışanın sağlığında tehlike olması,
•    İş sözleşmesi yapıldığı esnada sözleşmenin esaslı noktalarından biri hakkında işverenin çalışanı yanıltması,
•    İşverenin, yöneticisinin ya da amirin çalışana karşı şeref ve namusuna dokunacak şekilde sözler sarf etmesi,
•    İşverenin, yöneticisinin ya da amirin çalışana karşı mobbing (psikoljik taciz) uygulaması,
•    Çalışanın emekli olması,
•    Çalışanın askere gitmesi halinde,
•    Kadın işçinin evlendiği tarihten 1 yıl içerisinde,

gibi durumlarda çalışan iş akdini haklı nedenle feshederek kıdem tazminatına hak kazanır. Yukarıda sayılan örnekler arttırılabilir olup en sık karşılaşılan durumlara örnek verilmiştir.

Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr




#9
Dernek Genel Kurullarının Elektronik Ortamda Yapılması

5253 sayılı Dernekler Kanunu'nun Ek 2'nci maddesi ve Dernekler Yönetmeliğinin 15/A maddesinde yer alan hükümler uyarınca derneklerin elektronik ortamda genel kurul ve yönetim kurulu toplantısı yapabilmesine imkân tanınmıştır.

5253 sayılı Dernekler Kanunu Ek Madde 2'ye göre:

Bu Kanun ve 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanununa göre derneklerle ilgili her türlü kayıt ile iş ve işlem elektronik ortamda da yapılabilir. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar İçişleri Bakanlığınca çıkarılan yönetmelikle belirlenir.

Dernekler Yönetmeliğinin Genel Kurul ve Yönetim Kurulu Toplantılarının Elektronik Ortamda Yapılmasına ilişkin Madde 15/A'ya göre:

Kanunun ek 2 ncimaddesi uyarınca dernekler, genel kurul ve yönetim kurulu toplantılarınıelektronik ortamda da yapabilirler.

"Dernekler elektronik ortamda yapılacak genel kurul ve yönetim kurulu toplantılarını Bakanlık Bilgi Teknolojileri Genel Müdürlüğü tarafından uygun görülüp onaylanan elektronik sistemler üzerinden yapabilirler. Söz konusu sistemlere işlenecek veriler, 24/3/2016 tarihli ve 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanununun ilgili hükümlerine uygun olarak işlenir ve muhafaza edilir.

Genel kurul yapılmasına ilişkin alınan yönetim kurulu kararında ve genel kurul ilanında genel kurulun hangi yöntemle yapılacağı belirtilir. Elektronik ortamda alınacak yönetim kurulu kararları fiziksel ortamda tutulan yönetim kurulu karar defterinden ayrı olarak tarih ve sıra sayısı ile elektronik ortamda saklanır.

Kanunda, Türk Medeni Kanununda, bu Yönetmelikte ve derneklerin kendi tüzüklerinde yer alan genel kurul ve yönetim kurulu toplantılarının fiziki ortamda gerçekleştirilmesine yönelik bütün usul ve esaslar elektronik ortamda yapılan toplantılar için de geçerlidir. Elektronik ortamda gerçekleştirilen toplantılara ilişkin her türlü bilgi, belge ve kayıt dernek tarafından muhafaza edilir.

Elektronik ortamda yapılacak dernek genel kurul veya yönetim kurulu toplantılarına katılacak üyeler sisteme, güvenli elektronik imza veya iki faktörlü kimlik doğrulama sistemi kullanarak giriş yaparlar. Kullanılacak elektronik sistemlerin, fiziki ortamda yapılan toplantılardaki divan oluşturma, oylama, söz alma, önerge verebilme ve benzeri tüm işlemlerin elektronik ortamda da yapılabilmesini sağlayan tasarım, yedekleme ve mevzuata uygun arşivleme kapasitesine; yetkisiz erişimlere ve saldırılara karşı gerekli ağ ve sistem güvenliğine sahip olması gerekmektedir.

Fiziki ortamda gerçekleştirilen toplantıların mevzuata aykırı yapılması durumunda uygulanan yaptırımlar elektronik ortamda yapılan toplantılar için de geçerlidir."

GENEL KURULLARIN ELEKTRONİK ORTAMDA YAPILABİLMESİ İÇİN GEREKLİ OLAN YAZILIMDA BULUNMASI GEREKEN ÖZELLİKLER?

Derneklerin genel kurullarını elektronik ortamda gerçekleştirebilmesi için gerekli olan "Elektronik Genel Kurul Yazılımı";

1. Genel ve yönetim kurulu toplantılarının güvenli bir şekilde fiziki ya da Web üzerinden elektronik ortamda görüntülü bir şekilde gerçekleştirilmesini sağlayacak, kurul sonrasında alınan kararların da Nitelikli e-İmza Sertifikası ile imzalanabilmesine imkan verecek altyapıya ve işlevlere sahip olmalıdır.

2. Yazılımın web arayüzü, responsive bir tasarıma sahip olmalı, en yaygın kullanılan Microsoft Edge, Google Chrome, Mozilla Firefox, Opera, Safari v.b. veya Chromium tabanlı Internet tarayıcılarında tam fonksiyonel çalışabilmelidir.

3. Önerge verebilme ve benzeri tüm işlemlerin elektronik ortamda da yapılabilmesini sağlayan tasarım, yedekleme ve mevzuata uygun arşivleme kapasitesine; yetkisiz erişimlere ve saldırılara karşı gerekli ağ ve sistem güvenliğine sahip olması gerekmektedir.

4. Toplantı ses ve görüntülerinin uçtan uca şifrelenerek gizli bir şekilde gerçekleştirilebilmesini sağlamalıdır.

5. Görüntü ve sesler uçtan uca AES 128 veya 256 bitlik şifreleme yöntemlerinden birisi ile şifrelenmelidir.

6. Elektronik Genel Kurul Yazılımı'nın genel kurul için; en az çift faktörlü kimlik doğrulama (MFA),  görüntülü görüşme, divan oluşturma, oylama, söz alma, söz verme, soru sorma,  anket yapma, toplantıdan çıkartma, kurul kararlarının elektronik olarak imzalanması, önerge verme, tutanak oluşturma özelliklerinin bulunması,

7. Üyelerin yazılıma kimlik doğrulama ile giriş yapması ve birden fazla doğrulama yöntemiyle desteklenmelidir. (Kullanıcı adı, şifre ve SMS OTP,  elektronik imza , T.C. kimlik kartı,  yabancı kimlik kartı, parmak izi, yüz tanıma benzeri biyometrik kimlik doğrulama yöntemlerinden en az ikisi olmalıdır.)

Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr


#10
İşsizlik Maaşına Hak Kazanmanın Şartları ve İşsizlik Maaşının Hesaplanması

İşsizlik maaşı (işsizlik ödeneği), sigortalı çalışan bir kişinin iş akdinin kendi kusuru bulunmaksızın işten çıkarılan kişiye belirli bir süre ve miktarda geçici destek sağlamak için işsizlik sigortası tarafından ödenen maaşa halk arasında verilen isimdir. 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu ile düzenlenen işsizlik ödeneği, kanunda belirtilen şartları sağlayan sigortalı işçiler, iş akdinin feshinden sonra 30 gün içerisinde kuruma başvurarak bu ödenekten yararlanabilirler.

İşsizlik ödeneğine hak kazanabilmek için;

1. Sigortalının kendi istek ve kusuru dışında işsiz kalması,

2. Hizmet akdinin sona ermesinden önceki son 120 gün hizmet akdine tabi olması,

3. Hizmet akdinin feshinden önceki son 3 yıl içinde en az 600 gün süre ile işsizlik sigorta primi ödemiş olması,

4. Hizmet akdinin feshinden sonraki 30 gün içinde en yakın İŞKUR birimine şahsen ya da elektronik ortamda başvurmuş olması gerekmektedir.

İŞSİZLİK MAAŞININ (ÖDENEĞİNİN) SÜRESİ

Hizmet akdinin feshinden önceki son üç yıl içinde;

· 600 gün sigortalı olarak çalışıp işsizlik sigortası primi ödemiş olan sigortalı işsizlere 180 gün,

· 900 gün sigortalı olarak çalışıp işsizlik sigortası primi ödemiş olan sigortalı işsizlere 240 gün,

· 1080 gün sigortalı olarak çalışıp işsizlik sigortası primi ödemiş olan sigortalı işsizlere 300 gün,

süre ile işsizlik ödeneği verilmektedir.

İŞSİZLİK MAAŞININ MİKTARI

Günlük işsizlik ödeneği, sigortalının son dört aylık prime esas kazançları dikkate alınarak hesaplanan günlük ortalama brüt kazancının %40'ı olarak hesaplanmaktadır. Bu şekilde hesaplanan işsizlik ödeneği miktarı, aylık asgari ücretin brüt tutarının %80'ini geçememektedir. İşsizlik ödeneği damga vergisi hariç herhangi bir vergi ve kesintiye tabi tutulmaz.

İŞSİZLİK ÖDENEĞİNİN KESİLDİĞİ HALLER

İşsizlik ödeneği almakta iken;

· İŞKUR tarafından teklif edilen mesleklerine uygun ve son çalıştıkları işin ücret ve çalışma koşullarına yakın ve ikamet edilen yerin belediye mücavir alanı sınırları içinde bir işi haklı bir nedene dayanmaksızın reddedenlerin,

· Çalışma hayatını inceleme ve denetleme yetkisine haiz müfettişlerce veya kamu idarelerinin denetim elemanları tarafından yapılan denetimlerde Kurumumuzdan işsizlik ödeneği aldığı dönemde kayıt dışı olarak çalıştığı tespit edilenlerin, işsizlik ödenekleri tekrar başlatılmamak üzere kesilmektedir.

· İşsizlik ödeneği aldığı süre içinde herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşundan yaşlılık aylığı almaya başlayanların ödenekleri "Emeklilik" gerekçesiyle yaşlılık aylığını almaya başladığı tarih itibarıyla kesilir.

· İŞKUR tarafından önerilen meslek geliştirme, edindirme ve yetiştirme eğitimini haklı bir neden göstermeden reddeden veya kabul etmesine karşın devam etmeyen ve haklı bir nedene dayanmaksızın Kurum tarafından yapılan çağrıları zamanında cevaplamayan, istenilen bilgi ve belgeleri öngörülen süre içinde vermeyenlerin işsizlik ödenekleri kesilmektedir. Ancak, bu hallerin sona ermesi durumunda, ödemelere yeniden başlanmaktadır. Ödemenin süresi başlangıçta belirlenmiş olan toplam hak sahipliği süresinin sona erdiği tarihi geçememektedir.

İŞSİZLİK ÖDENEĞİNDEN YARARLANIRKEN SAĞLIK HİZMETİNDEN YARARLANMA

İşsizlik ödeneği alanlar genel sağlık sigortası kapsamında olup, işsizlik ödeneği ödenen günler için, ilgililer adına sadece genel sağlık sigortası primleri İşsizlik Sigortası Fonundan yatırılmaktadır. Ödenek alanların bakmakla yükümlü olduğu kişiler de genel sağlık sigortalısı kapsamında sağlık hizmetlerinden yararlanabilmektedir.

ARABULUCULUK TUTANAĞI İLE İŞSİZLİK MAAŞI BAĞLANABİLİR Mİ?

İşsizlik ödeneği, sigortalı olarak çalışırken kendi kusuru olmaksızın işsiz kalmış kişilere yasada belirtilen şartları taşımaları halinde işsiz kaldıkları dönem için belirli süre ve miktarda yapılan ödemedir

İşten çıkarılan kişinin 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu uyarınca işsizlik ödeneğinden yararlanabilmesi için;

· Kendi istek ve kusuru bulunmaksızın işini kaybetmesi/işten çıkarılmış olması,

· İş akdinin feshinden önce son 120 gün içinde prim ödeyerek sürekli çalışmış olması,

· Son üç yıl içerisinde en az 600 gün süre ile işsizlik sigortası primi ödemiş olması,

· İş akdinin sonlanmasına müteakip 30 gün içerisinde şahsen veya elektronik ortamda İŞKUR'a başvurması (Mücbir nedenler dışında başvuruda gecikilen süre toplam hak sahipliği süresinden düşülmektedir.)

gerekmektedir.

İşsizlik Sigortası Kanununun 48. maddesinin dördüncü fıkrasında bulunan "İşveren, hizmet akdi 51 inci maddede belirtilen hallerden birisine dayalı olarak sona ermiş olan sigortalılar hakkında; örneğin Kurumca hazırlanacak üç nüsha işten ayrılma bildirgesi düzenleyip, 15 gün içinde bir nüshasını Kuruma göndermek, bir nüshasını sigortalı işsize vermek ve bir nüshasını da işyerinde saklamakla yükümlüdür." hükmü ile işten çıkış bildiriminin işverence yapılacağı belirlenmiştir. Konuyla ilgili olarak 2009 yılında 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununa Ek 1. madde eklenerek işverenlerce Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK) yapılmış olan işten çıkış bildirimlerinin İŞKUR'a da yapılmış sayılacağı esası getirilmiştir.

Ancak, Sosyal Güvenlik Kurumu kayıtlarında yer alan fesih nedeninden farklı bir gerekçe ile feshin gerçekleştirildiği yönündeki itiraz ve bildirimlerde, bu durumun somut belgelerle (ihbar ve kıdem tazminatının ödendiğini gösterir bordro/banka dekontu, kesinleşmiş mahkeme ilamı vs.) itiraz eden tarafından kanıtlanması halinde SGK'ya yapılan bildirimdeki fesih nedeni farklı olsa da (SGK kayıtlarında güncelleme yapılmaksızın) belgeye dayalı fesih nedeni esas alınarak işlem yapılmaktadır.

6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanununun 18. maddesinin beşinci fıkrasında yer alan "Arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılması halinde, üzerinde anlaşılan hususlar hakkında taraflarca dava açılamaz." hükmü gereği, taraflar arasında anlaşmanın sağlandığı arabuluculuk tutanakları, Kurumumuzca da işsizlik sigortası faaliyetleri bakımından mahkeme kararı gibi değerlendirmektedir.

Bu sebeple;

Arabuluculuk anlaşma tutanağında, itiraza konu olan feshin 4447 sayılı Kanunun 51. maddesi kapsamında olduğunun açık bir şekilde (feshin hangi maddeye dayalı olarak gerçekleştiğinin, ihbar ve kıdem tazminatlarına hak kazanıldığının, feshin işveren tarafından haklı nedenle yapılmadığının belirlenmesi gibi) belirtilmesi halinde, SGK kayıtlarında güncelleme yapılmasına gerek olmaksızın tutanak doğrultusunda güncelleme yapılmak suretiyle işsizlik ödeneği hak sahipliğinin belirlenmesine ilişkin işlem tesis edilmekte ve iş akdine son verilen kişi işsizlik ödeneğine hak kazanmaktadır.

Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr

#11
İCRA VE İFLAS KANUNUNDA YER ALAN CEZAİ HÜKÜMLER

2004 sayılı İcra ve İflas Kanununda yer alan cezai hükümler, borçluların kanundan doğan yükümlülüklerini yerine getirmesini sağlamak için kamu gücünün kullanılarak alacaklının hak ettiği alacağa kavuşmasını sağlamak ve toplumsal düzenin devamını sağlama amacını yerine getirilen hükümlerden oluşmaktadır. İcra ve İflas Kanununda sayılan suçlar sınırlı sayıda olup genellikle şikâyete bağlı suçlardır. Bu suçlarda şikâyet hakkı yalnızca alacaklılara aittir. İcra Kanunumuzda yer alan cezalarda amaç borçluyu cezalandırmaktan ziyade alacaklının alacağına kavuşmasını amaçlayan, icra takibinin sonuçlanmasını sağlayan, borçlunun kötüniyetli davranışların önüne geçmeyi ilke edinen cezalardır. İcra Ceza Mahkemelerinin verdiği cezalar disiplin ve tazyik hapsi olmakla beraber genellikle kısa süreli, seçenek yaptırımlara çevrilemeyen ve adli sicil kaydına yazılmayan cezalardır.

İCRA VE İFLAS KANUNDA YER ALAN SUÇLAR

A.    ŞİKÂYETE BAĞLI İCRA VE İFLAS SUÇLARI

MAL BEYANINDA BULUNMAMA SUÇU (İİK m. 76)

Mal beyanı, haciz yolu ile takip edilen icra dosyalarında alacaklının talebiyle borçlunun gerek kendisinde gerekse üçüncü şahıslar nezdinde bulunan mal, alacak ve haklarından borcuna yetecek miktarın, her türlü kazanç ve gelirin yazı veya şifahen icra dairesine bildirilmesidir.

İcra ve İflas Kanununun mal beyanı başlıklı dördüncü bölümün 76. Maddesinde yer alan mal beyanında bulunmama suçu; mal beyanında bulunmayan borçlunun alacaklının şikâyeti üzerine mal beyanında bulununcaya kadar İcra Ceza Mahkemesi hâkimi tarafından bir defaya mahsus olmak üzere verdiği tazyik hapsi cezasını doğuran suç tipidir. Bu suç tipinde İcra Ceza Mahkemesinin vereceği tazyik hapsi cezası üç ayı geçemez.

ALACAKLIYI ZARARA SOKMAK MAKSADIYLA MEVCUDU AZALTMA SUÇU (İİK m. 331)

Haciz yolu ile takip talebinden sonra veya bu talepten önceki iki yıl içinde borçlu; alacaklısını zarara sokmak amacıyla mallarını veya bunlardan bir kısmını mülkiyetinden çıkararak, telef ederek veya kıymetini düşürerek hakiki surette yahut gizleyerek muvazaa yoluyla başkasının uhdesine geçirerek veya asıl olmayan borçlar ikrar ederek mevcudunu suni surette eksiltirse, aleyhine aciz belgesi aldığını veya alacaklı alacağını alamadığını ispat ettiği takdirde, altı aydan üç yıla kadar hapis ve bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.

İflas takibinden veya doğrudan doğruya iflas hallerinde iflas talebinden önce birinci fıkradaki fiilleri işleyen borçlu hakkında da bu fiiller başka bir suç oluştursa dahi bu hükümler uygulanır. Konkordato mühleti veya iflasın ertelenmesi talebinden önceki iki yıl içinde ya da konkordato mühleti talebi veya iflasın ertelenmesi süresinden sonra birinci fıkradaki fiilleri işleyen borçlu hakkında da bu hükümler uygulanır. Taşınmaz rehni kapsamında bulunan eklentinin rehin alacaklısına zarar vermek kastı ile taşınmaz dışına çıkarılması halinde, eklentinin zilyedi iki yıldan dört yıla kadar hapis ve bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.

Bu suçun işlenebilmesi 3 farklı şekilde mümkündür. Buna göre;

•    Haciz yolu ile takip edilen takiplerde; takip talebinden sonra veya bu talepten önceki iki yıl içerisinde veyahut iflâs takibinden veya doğrudan doğruya iflâs hallerinde iflâs talebinden önce,
•    Korkordato mühleti veya iflasın ertelenmesi talebinde bulunulmuşsa; bu talepten önceki iki yıl içinde yada konkordato mühleti talebi veya iflasın ertelenmesi süresinden sonra
•    İflas takibinden veya iflas hallerinde; iflas talebinden önce,
Borçlu tarafından mevcudun azaltılması gerekmektedir.

Bu suç alacaklının şikâyeti üzerine davaya konu olmakla beraber şikâyet süresi İİK 347. maddesi uyarınca şikâyetçinin fiili öğrendiği tarihten itibaren üç ay ve her halde fiilin işlendiği tarihten itibaren bir yıl olarak belirlenmiştir.

ACZİNE KENDİ FİİLİYLE SEBEBİYET VEREN VEYA VAZİYETİNİN FENALIĞINI BİLEREK AĞIRLAŞTIRMA SUÇU (İİK m. 332)

Haciz yolu ile takip yapıldıktan sonra veya bu talepten önceki iki yıl içinde borçlu, adet üzere tecviz edilemeyecek bir hiffetle hareket ederek veya haddinden ziyade masraflar yaparak yahut cüretli talih oyunlarına veya basiretsizce spekülasyonlara girişerek yahut işlerinde ağır ihmallerde bulunarak aczine kendi fiili ile sebebiyet verir yahut vaziyetinin fenalığını bildiği halde o gibi hareketlerle bu fenalığı ağırlaştırırsa, aleyhine aciz belgesi istihsal edildiği veya alacaklı alacağını istifa edemediğini ispat ettiği takdirde, on beş günden altı aya kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Konkordato mühleti talebinden önceki iki yıl içinde birinci fıkradaki fiilleri işleyen borçlu hakkında da bu hükümler uygulanır. Bu suç alacaklının şikâyeti üzerine takip olunur.

Borçluyu fazla borç altına girmeye veya talih oyunu ile spekülasyonlarda bulunmaya sevk etmiş yahut ağır faiz almak suretiyle zaafından istifade etmiş olan alacaklıların şikâyet hakkı yoktur.

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 06.04.2021 tarihinde verdiği 2021/9367 Esas, 2021/4082 Karar sayılı ilamında; "Bu suçun davaya konu olması şikâyet şartına bağlı olup şikâyet hakkının doğması için bu suçun niteliği gereği icra takibinin kesinleşmesi gerekir. İcra takibinin kesinleşmesinden önce yapılan şikâyetlerde, şikayet hakkının henüz doğmamış bir hakkın kullanımı niteliğinde olacağı için usulüne uygun bir şikayet gerçekleşmeyecektir."şeklinde hüküm kurmuştur. 

TİCARİ İŞLETMEDE YÖNETİCİNİN SORUMLULUĞU (İİK m. 333/A)

Ticaret şirketlerinde hukuken veya fiilen yönetim yetkisine sahip olanların alacaklıyı zarara uğratmak kastıyla ticarî işletmenin borçlarını kısmen veya tamamen ödemeyerek alacaklıları zarara soktukları takdirde, bu işlem ve eylemlerin başka bir suç oluşturmaması hâlinde, alacaklının şikâyeti üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Birinci fıkradaki suç taksirle işlendiği takdirde, alacaklının şikâyeti üzerine, fail hakkında zararın ağırlığına göre iki bin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi, 14.12.2020 tarihli ve 2020/6357 E., 2020/10605 K. sayılı ilamında bu suçun değerlendirmesine ilişkin; "Bu suçun şikâyetinde, şikâyetin gerekçesinde sanığın hangi kastla ve ne şekilde alacaklıyı zarara soktuğunun somut delillerle desteklenmesi gerekmektedir. Bu suçun değerlendirmesinde hâkimin re'sen araştırma zorunluluğu ve sorumluluğu bulunmamaktadır." şeklinde hüküm tesis etmiştir.

Aynı Dairenin 03.11.2020 tarihinde verdiği 2020/5704 Esas ve 2020/9211 Karar sayılı ilamında ise bu suçtan kaynaklı cezalandırmanın koşullarını değinmiş olup;  "Bu suçun yargılamasında, sermaye şirketlerinde şirketin iflasını istemek mecburiyetinde olanların cezalandırılabilmesi için ticari işletmenin borcu ödeyebilecek ekonomik güce sahip olması ve yönetim yetkisine sahip olan sanığın kasıtlı olarak ticari işletmenin borçlarını kısmen veya tamamen ödemeyerek alacaklıyı zarara sokmuş olması koşulunu aramaktadır."

KONKORDATO VEYA SERMAYE ŞİRKETLERİ İLE KOOPERATİFLERİN UZLAŞMA YOLUYLA YENİDEN YAPILANDIRILMASINDA YETKİLİ KİMSELERİ HATAYA DÜŞÜRME YA DA KONKORDATO VEYA UZLAŞMAYOLUYLA YENİDEN YAPILANDIRMA KOŞULLARINA UYMAMA SUÇU (İİK m. 334)

Konkordato mühleti elde etmek veya konkordato veya sermaye şirketleri ile kooperatiflerin uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırma projesini tasdik ettirmek için hileli tutum ve davranışlarıyla malî durumu hakkında alacaklıları, komiseri, ara dönem denetçisini veya yetkili memuru hataya düşürmek veya konkordato projesine ya da sermaye şirketleri ve kooperatiflerin uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırılması projesine uymamak yoluyla kasten zarara sebebiyet veren borçlu, ilgilinin şikâyeti üzerine altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Yargıtay'ın 11. Ceza Dairesi'nin 27.06.2013 tarihli 2013/20155 E., 2013/10943 K., sayılı ilamında suçun unsurlarına değinmiş olup karara göre; "Konkordatonun tasdikine dair kararın kesinleşmesinden sonra borçlu sanığın ödemesi gereken taksitleri ödememesi İİK madde 334'deki suçun unsurlarını oluşturur.".

TİCARETİ USULSÜZ TERKETME SUÇU (İİK m. 337/A)

İcra ve İflas Kanunumuzun 44. maddesinde yer alan borçlunun mal beyanında bulunma yükümlülüğü bulunan borçlu, 44.maddeye göre mal beyanında bulunmaz veya beyanında mevcut mallarını eksik gösteren veya aktifinde yer almış malı veya yerine kaim olan değerini haciz veya iflas sırasında göstermeyen veya beyanından sonra bu malları üzerinde tasarruf eden borçlu, bundan zarar gören alacaklının şikâyeti üzerine, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Birinci fıkradaki fiillerin işlenmesinden alacaklının zarar görmediğini ispat eden borçluya ceza verilmez. Borçlunun iflası halinde, birinci fıkradaki durum ayrıca taksiratlı iflas hali sayılır.

Kanunun lafzından da anlaşılacağı üzere suçun unsurlarının gerçekleşmesi seçimlik olarak birden fazla fiil ile mümkün olabilmektedir. Buna göre;
•    Borçlunun ticareti terk etmiş olması,
•    İcra ve İflas Kanunun 44. maddesine göre mal beyanında bulunmamış olması veyahut mal beyanında mevcut mallarını eksik göstermiş olmalı
•    Aktifinde yer almış malı veya yerine kaim olan değerini haciz veya iflas sırasında göstermemiş olması,
•    Mal beyanından sonra bu malları üzerinde alacaklıyı zarara sokacak şekilde tasarruf edilmiş olması,
gerekmektedir.

GERÇEĞE AYKIRI BEYANDA BULUNMA SUÇU (İİK m. 338/1)

İcra ve İflas Kanununa göre istenen beyanı, hakikate aykırı surette yapan kimse, alacaklının şikâyeti üzerine, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Hakkında aciz vesikası alınmış borçlu, asgari ücretin üstünde bir geçim sürdürdüğü, aciz vesikası hamili alacaklının alacağının aciz vesikasına bağlanmasından en geç beş sene içinde müracaatı üzerine sabit olursa, asgari ücretin üstünde kalan gelirlerinden icra mahkemesinin dörtte birden az olmamak üzere tespit edeceği kısmını icra mahkemesi kararının kesinleşmesinden itibaren en geç bir ay içinde ve aciz vesikasındaki borcun ödenmesine kadar her ay icra dairesine yatırmaya mecburdur.

Bu mükellefiyeti yerine getirmeyen borçlu hakkında bir yıla kadar tazyik hapsine karar verilir. Hapsin tatbikine başlandıktan sonra borçlu borcun tamamını veya o tarihe kadar icra veznesine yatırmak zorunda olduğu meblağı öderse tahliye edilir; ödemelerini tekrar keserse, hakkında tazyik hapsine yeniden karar verilir. Ancak, bir borçtan dolayı tazyik hapsinin süresi bir yılı geçemez.

Borçlunun nafaka borçluları dâhil üçüncü şahıstan yardım görmesi, asgari ücretin üstünde eline geçen para ve menfaatlerin icra mahkemesi kararı ile belirlenecek kısmını, icra veznesine yatırmak mükellefiyetini ortadan kaldırmaz.

MAL BEYANINDAN SONRA MAL VE KAZANÇTA OLUŞAN ARTIŞIN BİLDİRİLMEMESİ (İİK m. 339)

İcra ve İflas Kanununa göre istenen mal beyanından sonra edindiği malları veya kazancında ve gelirindeki artışları bu kanun kapsamımda bildirmeye mecbur olan borçlu, mazereti olmaksızın yedi gün içerisinde icra müdürlüğüne taahhütlü mektupla veya sözlü olarak bildirmezse ve bu mal veya kazancı asıl veya bedel itibariyle mevcut olduğu takdirde, on gün; mal veya kazancını asıl veya bedel itibariyle makbul bir sebep olmaksızın elden çıkarmışsa, bir aya kadar disiplin hapsi ile cezalandırılır.

Bu cezalara alacaklının şikâyeti üzerine karar verilir. Kişi, icra takibine konu olan borcu tamamen ödediği takdirde, bu ceza düşer.

Yargıtay 11. Ceza Dairesi 06.11.2014 tarihli 2014/3971 Esas, 2014/18494 Karar sayılı ilamında;"Mal ve kazançta meydana gelen artışı bildirmeme suçuna ilişkin ceza mahkemesince verilen karar hakkında temyiz değil itiraz yoluna başvurulabileceğini..." hükme bağlamıştır.

Yine aynı Daire 17.04.2014 tarihli 2014/30669 Esas, 2014/7549 Karar sayılı ilamında ise; "Sanık adına kayıtlı araç üzerinde rehin ve başka dosyalardan hacizlerin bulunduğunun anlaşılması karşısında aracın değerinin rehin ve hacizlerle birlikte bu dosya borcunu karşılayıp karşılamadığı hususu araştırılmadan karar verilmesinin hatalı olduğu..." şeklinde karar vermiştir.

İLAM HÜKÜMLERİNE AYKIRI DAVRANMA SUÇU (İİK m. 343)

İcra ve İflas Kanunumuzun 31. ve 32. maddelerinde sayılan "bir işin yapılmasına veya yapılmamasına dair olan ilamlar" ve "irtifak haklarına mütedair ilamlar" başlıklı hükümlere aykırı olarak yalnız kendisi tarafından yapılacak olan bir işin yapılması veya bir işin yapılmaması yahut bir irtifak hakkının tesisi veya kaldırılması hakkındaki ilâm hükümlerine makbul bir mazerete dayanmaksızın muhalefet eden borçlu hakkında, lehine hüküm tesis edilmiş kişinin şikâyeti üzerine üç aya kadar tazyik hapsine karar verilir.

Hapsin tatbikine başlandıktan sonra ilâmın gereği yerine getirilirse, borçlu tahliye edilir.

İlam bir işin yapılmasına veya yapılmamasına dair olmakla beraber, alternatif hükümler taşımakta yani borçlu bir veya diğer şıkkı yerine getirmekte serbest bırakılmış ise, borçlu bu maddeye göre cezalandırılması mümkün değildir.

NAFAKAYA İLİŞKİN YÜKÜMLÜLÜKLERE AYKIRI DAVRANMA SUÇU (İİK m. 344)

Nafakaya ilişkin kararların gereğini yerine getirmeyen borçlunun, alacaklının şikâyeti üzerine, üç aya kadar tazyik hapsine karar verilir. Hapsin tatbikine başlandıktan sonra kararın gereği yerine getirilirse, borçlu tahliye edilir. Borçlunun, nafakanın kaldırılması veya azaltılması talebiyle dava açmış olması halinde, ileri sürdüğü sebepler göz önünde bulundurularak, tazyik hapsinin uygulanması bu davanın sonuna bırakılabilir.

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 18.05.2021 tarih ve 2021/4065 Esas, 2021/4914 Karar sayılı ilamında bu suçun oluşması için gerekli şartları şöyle sıralamıştır;

1-    Nafaka ödemesinin kesinleşmiş bir mahkeme kararına dayanması,
2-    Aylık nafakanın tahsili için icra takibine başlanılmış ve icra emrinin nafaka hükümlüsü borçlu sanığa tebliğ edilmiş olması,
3-    Borçlunun ilamda yazılı ödeme koşullarına uymaması,
4-    Aylık nafakaya hükmedilmemesi halinde icra emrinin tebliği ile şikâyet tarihi arasında işlemiş en az bir aylık cari nafaka borcunun bulunması,
5-    Borçlu sanık tarafından nafakanın kaldırılması veya azaltılması hususunda açılmış bir davanın bulunmaması veya dava açılmış ise sonuçlanmamış olması,
6-    Şikâyet hakkının suçun işlendiğinin öğrenilmesinden itibaren 3 ay ve her halde işlenmesinden itibaren 1 yıl içerisinde kullanılması gerekmektedir.

SERMAYE ŞİRKETLERİNİN İFLASINI İSTEME SUÇU (İİK m. 345/A)

İdare ve temsil ile görevlendirilmiş kimseler veya tasfiye memurları, 179 uncu maddeye göre şirketin mevcudunun borçlarını karşılamadığını bildirerek şirketin iflasını istemezlerse, alacaklılardan birinin şikâyeti üzerine, on günden üç aya kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Suçun failleri yalnızca idare ve temsil ile görevlendirilmiş kimseler veya tasfiye memurları olabilirler. Aynı zamanda suçun unsurlarının oluşması için İcra ve İflas Kanunun 179. maddesinde yer alan "Sermaye şirketleri ile kooperatiflerin, aktiflerin muhtemel satış fiyatları üzerinden düzenlenen ara bilançoya göre borca batık olduğu idare ve temsil ile vazifelendirilmiş kimseler veya şirket ya da kooperatif tasfiye hâlinde ise tasfiye memurları veya bir alacaklı tarafından beyan ve mahkemece tespit edilirse, önceden takibe hacet kalmaksızın bunların iflâsına karar verilir." hükmüne aykırı olarak şirketin mevcudunun borçlarını karşılamadığını bildirerek şirketin iflasını istememeleri halinde suçun unsurları oluşacaktır.

B.    ŞİKÂYETE TABİ OLMAYAN İCRA VE İFLAS SUÇLARI

İFLAS VE KONKORDATO İŞLERİNDE HUSUSİ MENFAAT TEMİN ETME SUÇU  (İİK m. 333)

Her kim iflas bürosu veya idaresinin yahut bir alacaklının veya alacaklılar toplanmasındaki temsilcisinin oyunu veya konkordato onayını kazanmak için ona hususi bir menfaat temin veya vaat ederse altı aydan iki seneye kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Menfaat temin eden alacaklı veya temsilcisi de aynı ceza ile cezalandırılır. Suçun iflas bürosu veya idaresi üyesi tarafından işlenmesi hali ağırlaştırıcı neden olarak düzenlenmiş olup bu hallerde ceza yarı oranında artırılır. Suçun faili borçlu ya da borçlu adına hareket etmeye yetkili kişi olabileceği gibi alacaklı da bu suç bakımından fail sıfatını alabilir.

KİRALAYANIN HAPİS HAKKININ İHLALİ ve TAHLİYESİ GEREKEN TAŞINMAZI İŞGAL ETTİRME SUÇU (İİK m. 335)

Üzerlerinde kiralayanın hapis hakkı tanınmış ve 270 inci madde mucibince tutanak altına alınmış eşyayı kaçıran veya gizleyen borçlu ile tahliyesi emrolunan yeri kiralayana zarar vermek maksadıyla işgal ettiren şahıs Türk Ceza Kanununun (276) ncı maddesine göre cezalandırılır.

Kanunun lafzından da anlaşılacağı üzere bu suçun oluşabilmesi için üzerinde kiralayanın hapis hakkının tanınmış ve İcra ve İflas Kanunu 270. madde uyarınca tutanak altına alınmış eşyayı kaçırması veya gizlemesi ve tahliyesi emredilen yeri kiralayana zarar vermek saikiyle başkasına işgal ettirmesi halinde bu suç oluşacaktır.

MÜFLİSİN MALLARINI VERMEME SUÇU (İİK m. 336)

Müflisin mallarını ellerinde bulunduran veya müflise borçlu olan üçüncü şahıslar, iflasın açıldığına dair ilandan haberdar oldukları tarihten itibaren bir ay içinde makul bir mazeret olmaksızın o malları iflas idaresi emrine vermezler veya borçlarını bildirmezlerse, doksan güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Üçüncü kişilerin sorumlulukları iflası öğrenme ile başlayacak olup geçerli bir mazeret ile ilama uymadıklarını ispat etmeleri halinde cezai sorumluluktan kurtulacaklardır.

HAKKINDA ACİZ BELGESİ ALINMIŞ BORÇLUNUN ASGARİ ÜCRETİN ÜSTÜNDE KALAN GELİRİNİ (İCRA MAHKEMESİNCE BELİRLENECEK KISMINI) İCRA DAİRESİNE YATIRMA YÜKÜMLÜLÜĞÜNÜN İHLALİ SUÇU (İİK m. 338/2)

Hakkında aciz vesikası alınmış borçlu, asgari ücretin üstünde bir geçim sürdürdüğü, aciz vesikası hamili alacaklının alacağının aciz vesikasına bağlanmasından en geç beş sene içinde müracaatı üzerine sabit olursa, asgari ücretin üstünde kalan gelirlerinden icra mahkemesinin dörtte birden az olmamak üzere tespit edeceği kısmını icra mahkemesi kararının kesinleşmesinden itibaren en geç bir ay içinde ve aciz vesikasındaki borcun ödenmesine kadar her ay icra dairesine yatırmaya mecburdur.

Bu mükellefiyeti yerine getirmeyen borçlu hakkında bir yıla kadar tazyik hapsine karar verilir. Hapsin tatbikine başlandıktan sonra borçlu borcun tamamını veya o tarihe kadar icra veznesine yatırmak zorunda olduğu tutarı öderse tahliye edilir; ödemelerini tekrar keserse, hakkında tazyik hapsine yeniden karar verilir. Ancak, bir borçtan dolayı tazyik hapsinin süresi bir yılı geçemez.

Borçlunun nafaka borçluları dâhil üçüncü şahıstan yardım görmesi, asgari ücretin üstünde eline geçen para ve menfaatlerin icra mahkemesi kararı ile belirlenecek kısmını, icra veznesine yatırmak mükellefiyetini ortadan kaldırmaz. İkinci fıkradaki hükmün tatbikini birden fazla aciz vesikası hamili alacaklı talep etmiş ise, bunlar talep tarihi sırasıyla öncelik hakkını haizdir.

HÜKMEN TESLİM EDİLEN YERE YENİDEN EL ATMA (İİK m. 342)

İcra dairesi marifetiyle alacaklıya veya alıcıya teslim edilen bir taşınmaza veya gemiye haklı bir sebep olmaksızın tekrar giren borçlu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 290 ıncı maddesi mucibince umumi hükümler dairesinde cezalandırılır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun 290. maddesine göre; "Hükmen hak sahiplerine teslim edilen taşınmaz mallara tekrar el koyan kimseye üç aydan bir yıla kadar hapis cezası verilir. Muhafaza edilmek üzere başkasına resmen teslim olunan rehinli veya hacizli veya herhangi bir nedenle el konulmuş olan taşınır malın bu kişinin elinden rızası dışında alınması halinde hırsızlık, cebren alınması halinde yağma, hileyle alınması halinde dolandırıcılık, tahrip edilmesi halinde mala zarar verme suçuna ilişkin hükümler uygulanır. Kişinin bu malın sahibi olması halinde, verilecek cezanın yarısından dörtte üçüne kadarı indirilir."

İHALEDEN ÇEKİLME SUÇU (İİK m. 345/b)

İcra ve İflas Kanunumuza göre yapılan ihalelerden kendisine veya başkasına vaat olunan veya sağlanan yarar karşılığında artırmadan çekilen veya artırmaya katılmayan kimseye ve aracıya bir yıla kadar hapis ve bin güne kadar adlî para cezası verilir.

İCRA MAHKEMELERİNDE YETKİ

2004 sayılı İcra ve İflas Kanununda yer alan suçlar için yetkili icra mahkemesi, icra takibinin yapıldığı yerdeki mahkemedir.

İcra takibinde yetki ise; takibin türüne göre değişkenlik göstermektedir. İlamsız takiplerde; Yetkili icra dairesi borçlunun yerleşim yerindeki icra dairesidir. İcra ve iflas hukukundaki yetki kuralları Hukuk Muhakemeleri Kanunundaki genel yetki kurallarının kıyasen uygulanması ile oluşmuştur.

Sözleşme ve protokollerden doğan icra takipleri, sözleşmenin ifa edileceği ya da sözleşme veya protokol maddesinde belirtilen yerde yapılabilir. Sözleşme veya protokolde bu husus açıkça belirtilmemişse alacaklının alacağın muaccel hale geldiği yer mahkemesi yetkilidir.

İCRA MAHKEMELERİNDE YARGILAMA USULÜ

İcra mahkemesinde görülecek işlerde "basit yargılama" usulü uygulanır (İİK md. 18). Basit yargılama usulü, yazılı yargılama usulüne göre daha hızlı bir yargılamanın öngörüldüğü yargılama şeklidir. Yine bu usulde de dilekçeler teatisi, ön inceleme, tahkikat, sözlü yargılama ve hüküm aşamaları mevcuttur; ancak bunlar yazılı yargılama usulünde olduğu gibi birbirinden kesin çizgilerle ayrılmamıştır. (Baki Kuru, İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku, Ankara, Yetkin Yayınları, 2017, s. 616)

Basit yargılama usulünde de dava açılması ve davaya cevap verilmesi dilekçe ile olur. Cevap süresi, dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren iki haftadır. Ancak mahkeme durum ve koşullara göre cevap dilekçesinin bu süre içinde hazırlanmasının çok zor yahut imkânsız olduğu durumlarda, yine bu süre zarfında mahkemeye başvuran davalıya, cevap süresinin bitiminden itibaren işlemeye başlamak, bir defaya mahsus olmak ve iki haftayı geçmemek üzere ek bir süre verebilir. Ek cevap süresi talebi hakkında verilen karar taraflara derhâl bildirilir. (Hukuk Muhakemeleri Kanunu m. 317)

Davacı dava dilekçesi, davalı cevap dilekçesi ile tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın delili olduğunu da belirterek bildirmek; elinde bulunan delillerini dava dilekçesine eklemek ve başka yerlerden getirilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayan bilgilere dilekçesinde yer vermek zorundadır. (Hukuk Muhakemeleri Kanunu m. 318).

Mahkeme, mümkün olan hâllerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verir.

Daha önce karar verilemeyen hâllerde mahkeme, ilk duruşmada dava şartları ve ilk itirazlarla hak düşürücü süre ve zamanaşımı hakkında tarafları dinler; daha sonra tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek tespit eder. Uyuşmazlık konularının tespitinden sonra hâkim, tarafları sulhe veya arabuluculuğa teşvik eder. Tarafların sulh olup olmadıkları, sulh olmadıkları takdirde anlaşamadıkları hususların nelerden ibaret olduğu tutanağa yazılır; tutanağın altı hazır bulunan taraflarca imzalanır. Tahkikat bu tutanak esas alınmak suretiyle yürütülür.

Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr



#12
TÜRKİYE'DE ŞİRKETLER HUKUKU VE ŞİRKET KURULUŞ İŞLEMLERİ

TÜRKİYE'DE ŞİRKETLER HUKUKU

6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'muza göre Türkiye'de beş farklı şirket türü bulunmaktadır. Bunlar;

1.   Anonim Şirket
2.   Limited Şirket
3.   Kollektif Şirket
4.   Komandit Şirket
i)   Adi Komandit Şirket
ii)   Sermayesi Paylara Bölünmüş Komandit Şirket
5.   Kooperatif

ANONİM ŞİRKET

Anonim şirket, sermayesi belirli ve paylara bölünmüş olan, borçlarından yalnızca malvarlığıyla sorumlu bulunan şirkettir. Asgari sermaye tutarı 50.000 Türk Lirasıdır. (Kayıtlı sermaye sistemini kabul eden halka açık olmayan anonim şirketler açısından başlangıç sermayesi ise en az 100.000 Türk Lirası olabilir.) Nakdi olarak taahhüt edilen payların itibari değerlerinin en az dörtte birinin tescilden önce ödenmesi zorunludur. Geri kalan miktar şirketin tescilini izleyen 24 ay içerisinde ödenir. Ödeme takvimi şirket esas sözleşmesinde düzenlenebileceği gibi, yönetim kurulunca da belirlenebilir. Pay sahipleri, sadece taahhüt etmiş oldukları sermaye payları ile şirkete karşı sorumludur.

Anonim şirketler, kanunen yasaklanmamış her türlü ekonomik amaç ve konular için kurulabilir. Anonim şirketin, yazılı ve merkezinin bulunduğu yerdeki ticaret siciline tescil edilen bir esas sözleşmesi bulunur. Anonim şirketler payları temsil etmek amacıyla nama yazılı ve hamiline yazılı pay senedi çıkarabilirler. Ayrıca tahvil ve benzeri borçlanma araçları da ihraç edebilirler.

Tek pay sahipli anonim şirket kurulabilir. Gerçek ve tüzel kişiler pay sahibi olabilir. Kural olarak, payların devri için genel kurul onayına ihtiyaç yoktur. Pay sahipleri serbestçe ellerindeki payları başkalarına devredebilirler. Belirli faaliyet konularını yürüten anonim şirketler ile bilanço aktif toplamı, yıllık net satış hasılatı, çalışan sayısına göre belirlenen ölçütlerin eşik değerlerini aşan anonim şirketler bağımsız denetime tabidir. Anonim şirketler payları halka arz olunabilen ve payları borsada işlem görebilen tek şirket türüdür.

Anonim şirketin iki organı vardır;
1.   Genel Kurul: Kural olarak tüm pay sahiplerinin temsil edildiği, şirkete dair önemli bazı kararları almaya (örn: esas sözleşmenin değiştirilmesi, yönetim kurulunun seçilmesi, denetçinin seçilmesi, şirketin feshi, vb.) münhasıran yetkili olan organdır.

2.   Yönetim Kurulu: Temel olarak şirketin yönetimi ve temsili ile görevli olan organdır. Yönetim kurulunun tek üyeden oluşması mümkündür. Yönetim kurulu üyelerinin Türk vatandaşı olması ve Türkiye'de yerleşik olma şartı bulunmamaktadır.

Bazı anonim şirketlerin kuruluşu ve esas sözleşme değişiklikleri Ticaret Bakanlığı'nın iznine tabidir. Bunlar; finansal kiralama şirketleri, faktoring şirketleri, tüketici finansmanı ve kart hizmetleri şirketleri, varlık yönetim şirketleri, sigorta şirketleri, anonim şirket şeklinde kurulan holdingler, döviz büfesi işleten şirketler, umumi mağazacılıkla uğraşan şirketler, tarım ürünleri lisanslı depoculuk şirketleri, ürün ihtisas borsası şirketleri, bağımsız denetim şirketleri, gözetim şirketleri, teknoloji geliştirme bölgesi yönetici şirketleri, 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanununa tabi şirketler, serbest bölge kurucusu ve işleticisi şirketlerdir.

LİMİTED ŞİRKET

Limited şirket, sermayesi belirli ve paylara bölünmüş olan ve borçlarından yalnızca malvarlığıyla sorumlu olan şirkettir. Tek ortaklı limited şirket kurulabilir. Ortakların sayısı elliyi aşamaz. Limited şirket ortakları gerçek kişi veya tüzel kişi olabilir. Ortaklar, şirket borçlarından sorumlu olmayıp, sadece taahhüt ettikleri esas sermaye paylarını ödemekle ve şirket sözleşmesinde öngörülen ek ödeme ve yan edim yükümlülüklerini yerine getirmekle yükümlüdürler. Ortaklar şirketten tahsil edilemeyen kamu borçlarından dolayı sermaye payları oranında sorumludur.

Limited şirketin esas sermayesi en az 10.000 Türk Lirasıdır. Nakdi olarak getirilen sermayenin tamamının şirketin tescilinden sonraki 24 ay içinde ödenmesi mümkündür. Ödeme takvimi şirket sözleşmesinde düzenlenebileceği gibi, müdürler tarafından da belirlenebilir. Limited şirketin, yazılı ve merkezinin bulunduğu yerdeki ticaret siciline tescil edilen bir şirket sözleşmesi bulunur. Limited şirketlerde hamiline yazılı pay ihraç edilemez. Limited şirketler halka arz olunamaz. Limited şirket paylarının devri genel kurul onayına tabidir.

Limited şirketlerin iki organı vardır;
1.   Genel Kurul: Kural olarak tüm pay sahiplerinin temsil edildiği, şirkete dair önemli bazı kararları almaya (örn: şirket sözleşmesinin değiştirilmesi, müdürlerin seçilmesi, denetçinin seçilmesi, şirketin feshi, vb.) münhasıran yetkili olan organdır.
2.   Müdürler Kurulu: Temel olarak şirketin yönetimi ve temsili ile görevli olan organdır. Şirketin tek müdürünün olması mümkündür. Müdürlerden en az birinin şirket ortağı olması zorunludur. Müdürlerin Türk vatandaşı olması ve Türkiye'de yerleşik olma şartı bulunmamaktadır.

KOLLEKTİF ŞİRKET

Kollektif şirkete yalnızca gerçek kişiler ortak olabilir. Kollektif şirket en az iki ortakla kurulur. Şirketin ortakları, şirket alacaklılarına karşı ikinci dereceden sınırsız sorumludur. Şirket ortaklarından her biri ayrı ayrı şirketi yönetme hakkını ve görevini haizdir. Ancak, şirket sözleşmesiyle veya ortakların çoğunluğunun kararıyla yönetim işleri ortaklardan birine, birkaçına veya tümüne verilebilir. Kollektif şirketlerde sermaye şartı yoktur.

KOMANDİT ŞİRKET

İki çeşit komandit şirket vardır;
1-   Adi komandit şirket,
2-   Sermayesi paylara bölünmüş komandit şirket.

Adi komandit şirket bir şahıs şirketidir, sermayesi paylara bölünmüş komandit şirket ise sermaye şirketidir. Komandit şirketin en önemli özelliği sınırlı ve sınırsız sorumlu ortakları bir arada barındırmasıdır. Bazı ortaklar sınırlı, bazı ortaklar sınırsız sorumludur. Komandit şirket, biri komandite (sınırsız sorumlu) ortak, biri komanditer (sınırlı sorumlu) ortak olan en az iki kişi tarafından kurulabilir. Komandite ortaklar yalnızca gerçek kişi olabilir. Komanditer ortaklar gerçek veya tüzel kişi olabilir. Komandite ortağın sorumluluğu kollektif şirket ortağı gibidir. Alacağını şirketin malvarlığından karşılayamayan alacaklılar, komandite ortaklara başvurabilir. Komandite ortaklar şirketi yönetirler. Komanditer ortakların sorumluluğu koyduğu veya taahhüt ettiği sermaye miktarı ile sınırlıdır. Komanditer ortaklar şirketi yönetemez.

KOOPERATİF ŞİRKET

Kooperatif şirket, şahıs şirketi veya sermaye şirketi olmamakla beraber sayılan diğer şirketler gibi bir ticaret şirketidir.

Kooperatifler, ortakların belirli ekonomik menfaatlerini ve özellikle meslek veya geçimlerine ait ihtiyaçlarını işgücü ve parasal katkılarıyla karşılıklı yardım, dayanışma ve kefalet suretiyle sağlayıp korumak amacıyla gerçek ve tüzel kişiler tarafından kurulan değişir ortaklı ve değişir sermayeli ortaklıklardır.

Kooperatif, özel türler saklı kalmak kaydıyla en az yedi ortakla kurulur. Yönetim kurulu Türk vatandaşı olan ve Kanunda aranan diğer şartları taşıyan gerçek veya tüzel en az üç kişiden oluşur. Yönetim kurulu üyeleri en çok dört yıl için seçilebilirler. Ana sözleşmede aksine hüküm yoksa tekrar seçilebilirler. Her ortak en az bir, en fazla beş bin pay taahhüt eder. Bir ortaklık payının değeri 100 Türk Lirası'dır. Ana sözleşmede hüküm bulunması kaydıyla, kooperatif alacaklılarına karşı ortakların ikinci dereceden sınırsız sorumlu olacağı ya da taahhüt ettikleri sermaye payından fazla belirli bir miktara kadar sınırlı sorumlu olacağı kararlaştırılabilir.

 Genel kurul tarafından en az bir yıl için, kooperatifin denetleme organı olarak bir ya da daha fazla denetçi seçilir. Denetçilerin yönetim kurulu üyesi olma şartlarını taşıması gerekir. Kooperatif genel kuruluna, genel kuruldan üç ay öncesinde ortak olmayanlar hariç tüm ortaklar katılabilir. Yapı kooperatiflerinde bu şart aranmaz.

TÜRKİYE'DE ŞİRKET KURULUŞ İŞLEMLERİ

Türkiye'de şirket kuruluş işlemlerinin, gerekli belgelerin ilgili ticaret sicili müdürlüğüne sunulması halinde, bir saat içerisinde tamamlanması mümkündür.
 
Türkiye'de şirket kuruluşu harçtan muaftır. Yabancı gerçek ve tüzel kişilerin Türkiye'de şirket kurması, yerli yatırımcılarla aynı kurallara tabidir.

Ticaret sicili, Ticaret Bakanlığı'nın gözetim ve denetiminde ticaret odaları bünyesine faaliyet gösteren 238 ticaret sicili müdürlüğü tarafından tutulmaktadır.
Türkiye'de şirket kuruluş işlemleri elektronik ortamda Merkezi Sicil Kayıt Sistemi (MERSİS) nezdinde gerçekleştirilir.

1. ŞİRKET SÖZLEŞMESİNİN HAZIRLANMASI VE KURUCULARIN İMZALARININ TASDİK EDİLMESİ.

Kullanıcılar MERSİS'in internet adresi https://mersis.gtb.gov.tr/ üzerinden ücretsiz üyelik oluşturarak, şirket kuruluş sürecini başlatırlar.

MERSİS'te şirket sözleşmesi hazırlanırken Türk vatandaşları kimlik numaraları ile yabancılar ise pasaport numaraları ile ortak veya yetkili olarak eklenebilmektedir. Ancak bu işlem için yabancıların öncelikle vergi dairesinden vergi numarası almaları ve ticaret sicili müdürlüğüne başvurarak kendilerini MERSİS'e kaydettirmeleri gerekir.

MERSİS kanuni olarak sözleşmede bulunması zorunlu olan unsurların doldurulması için kullanıcıyı yönlendirir ve gerekli bilgilerin girilmesiyle şirket sözleşmesi hazırlanır. Sözleşme Türkçe olarak hazırlanır. Şirketin potansiyel vergi numarası da MERSİS tarafından otomatik olarak atanır. Daha sonra kurucular sözleşmeyi imzalar ve bu imzaların gerçekten onlara ait olup olmadığı yetkili bir makam tarafından tasdik edilir. Bu işlem için kurucuların ya da yetkili temsilcilerinin ilgili kuruluşa gitmeleri gerekmektedir.

Limited şirketlerde ve kooperatiflerde bu işlem şirketin merkezinin bulunduğu yerdeki ticaret sicili müdürlüğünde gerçekleştirilir. Diğer şirketler açısından ise şirketin merkezinin bulunduğu yerdeki ticaret sicili müdürlüğüne veya herhangi bir notere başvurulması mümkündür. Tasdik işleminin noterde yapılmak istenmesi durumunda kullanıcılar MERSİS'ten aldıkları takip numarası ile herhangi bir notere başvurabilirler. Sözleşme MERSİS tarafından noterlere elektronik ortamda iletildiğinden, notere fiziki çıktı alınarak gidilmesine gerek bulunmamaktadır.

2.   ŞİRKET YETKİLİLERİNİN İMZA BEYANLARININ HAZIRLANMASI

Şirketi temsile yetkili kılınan kişilerin şirket unvanı altında atacakları imzalarının yetkili makam tarafından onaylanarak, imza beyanlarının hazırlanması gerekmektedir. Türkiye'de bu işlem herhangi bir ticaret sicili müdürlüğünde yapılmaktadır.

3.   REKABET KURUMU PAYI İLE NAKDİ SERMAYENİN ÖDENMESİ

Şirket sermayesinin %0,04'ünün "Rekabet Kurumu Payı" olarak, bu kurumun banka hesabına yatırılması gerekmektedir. Bu işlem için ayrıca bankaya gidilmesine gerek bulunmamaktadır. Diğer kuruluş işlemleriyle birlikte bu bedel ticaret sicili müdürlüğünde ödenebilmektedir. Ayrıca anonim şirketlerde nakdi olarak taahhüt edilen payların en az %25'inin, şirketin tescilinden önce şirket adına açılmış bir banka hesabına yatırılması gerekmektedir.

4.   TESCİL İÇİN TİCARET SİCİLİ MÜDÜRLÜĞÜNE BAŞVURULMASI

Kurucuların ilgili belgelerle beraber sicil müdürlüğüne başvurusu üzerine ticaret sicili müdürlüğü tescil işlemini tamamlar. Ayrıca anonim ve limited şirketler ile kooperatifin kuruluşunda, bunların tutacağı ticari defterler ticaret sicili müdürlüğünce tasdik edilerek, tescili takiben ilgilisine verilir.

Kuruluş işlemlerinin bir vekâletname ile yetkilendirilen temsilci aracılığıyla da yapılması mümkündür.

ŞİRKET KURULUŞUNDA TİCARET SİCİLİ MÜDÜRLÜĞÜNE İBRAZ EDİLECEK BELGELER

1.   Anonim Şirketlerin Tescili İçin Gerekli Belgeler

a)   Kurucuların imzaları tasdik edilmiş esas sözleşme.
b)   Nakdi olarak taahhüt edilen sermayenin en az yüzde yirmi beşinin bankaya yatırıldığını gösterir belge.
c)   Rekabet Kurumu payının ödendiğini gösterir ödeme belgesi.
d)   Varsa, konulan ayni sermaye ile kuruluş sırasında devralınacak işletmeler ve ayni varlıkların değerinin tespitine ilişkin mahkemece atanan bilirkişi tarafından hazırlanmış değerleme raporları.
e)   Ayni sermaye konulmuşsa, konulan ayni sermaye üzerinde herhangi bir sınırlamanın olmadığına dair ilgili sicilden alınacak yazı.
f)   Ayni sermaye konulmuşsa, ayni sermaye olarak konulan taşınmazın, fikri mülkiyet haklarının ve diğer değerlerin kayıtlı bulundukları sicillere şerh verildiğini gösteren belge.
g)   Varsa, ayni varlıkların ve işletmenin devir alınmasına ilişkin olanlar da dahil olmak üzere, kurulmakta olan şirket ile kurucular ve diğer kişilerle yapılan ve kuruluşla ilgili olan sözleşmeler.
h)   Kuruluşu Bakanlık veya diğer resmî kurumların iznine veya uygun görüşüne tabi olan şirketler için bu izin veya uygun görüş yazısı.
i)   Varsa, pay sahibi olmayan yönetim kurulu üyelerinin bu görevi kabul ettiklerine ilişkin yazılı beyanları.
j)   Yönetim kurulunda bir tüzel kişinin bulunması halinde, tüzel kişi ile birlikte tüzel kişi adına, tüzel kişi tarafından belirlenen bir gerçek kişinin adı ve soyadı ve belirlemeye ilişkin yetkili organ kararının noter onaylı örneği.
k)   Şirketi temsil ve ilzama yetkili kılınan kişilerin imza beyannameleri.

2.   Limited Şirketlerin Tescili İçin Gerekli Belgeler

a)   Kurucuların imzaları tasdik edilmiş şirket sözleşmesi.
b)   Ortak olmayan müdürler kurulu üyelerinin bu görevi kabul ettiklerine ilişkin yazılı beyanları.
c)   Müdürler kurulunda bir tüzel kişinin bulunması halinde, tüzel kişi ile birlikte tüzel kişi adına, tüzel kişi tarafından belirlenen bir gerçek kişinin adı ve soyadı ve belirlemeye ilişkin yetkili organ kararının noter onaylı örneği.
d)   Varsa, konulan ayni sermaye ile kuruluş sırasında devralınacak işletmeler ve ayni varlıkların değerinin tespitime ilişkin mahkemece atanan bilirkişi tarafından hazırlanmış değerleme raporları.
e)   Ayni sermaye konulmuşsa, konulan ayni sermaye üzerinde herhangi bir sınırlamanın olmadığına dair ilgili sicilden alınacak yazı.
f)   Ayni sermaye konulmuşsa, ayni sermaye olarak konulan taşınmaz, fikri mülkiyet hakları ve diğer değerlerin kayıtlı bulundukları sicillere şerh verildiğini gösteren belge.
g)   Varsa, ayni varlıkların ve işletmenin devir alınmasına ilişkin olanlara da dâhil olmak üzere, kurulmakta olan şirket ile kurucular ve diğer kişilerle yapılan ve kuruluşla ilgili olan sözleşmeler.
h)   Şirket müdürlerinin imza beyannameleri.
i)   Rekabet Kurumu payının ödendiğini gösterir ödeme belgesi.

3.   Kooperatif Şirketlerin Tescili İçin Gerekli Belgeler

a)   Kurucuların imzaları ticaret sicili müdürlüğü tarafından onaylanmış şirket sözleşmesi.
b)   Kooperatif kuruluşuna izin veren makamın izin yazısı.
c)   Kooperatifi temsil ve ilzama yetki verilen kişilerin kooperatif unvanı altında atılmış imza beyannameleri.

4.   Kollektif ve Komandit Şirketlerin Tescili İçin Gerekli Belgeler

a)   Kurucuların imzaları noter tarafından onaylanmış şirket sözleşmesi.
b)   Şirketi temsil ve ilzama yetkili olanların şirket unvanı altında atacakları imzaların onaylı örneği.
c)   Komandit şirketlerde komanditer ortağın ayni sermaye koymuş olması halinde, konulan ayni varlıkların değerinin tespitine ilişkin mahkemece atanmış bilirkişi tarafından hazırlanmış değerleme raporu.
d)   Konulan ayni sermaye üzerinde herhangi bir sınırlamanın olmadığına dair ilgili sicilden alınacak yazı.
e)   Ayni sermaye olarak konulan taşınmaz, fikri mülkiyet hakları ve diğer değerlerin kayıtlı bulundukları sicillere şerh verildiğini gösteren belge.

TİCARİ ŞİRKETLERİNDE DENETİM

Türkiye'de belirli alanlarda faaliyette bulunan sermaye şirketleri ile "aktif toplamı", "yıllık net satış hasılatı" ve "çalışan sayısı" bakımından belirli ölçütlerden en az ikisinde eşik değerleri sağlayan sermaye şirketleri bağımsız denetime tabidir. Bu şirketlerin finansal tabloları ve yönetim kurulu faaliyet raporları uluslararası denetim standartlarına uygun olarak bağımsız denetçiler tarafından denetlenmektedir. Ayrıca, Ticaret Bakanlığı tüm ticaret şirketlerinin Türk Ticaret Kanunu kapsamındaki işlemleri bakımından denetim yetkisine sahiptir. Yine belirli faaliyet konularını yürüten şirketler (Örn: Bankalar, sigorta şirketleri vb.) tabi oldukları özel kanunlar gereğince ilgili kamu kurum ve kuruluşları tarafından da denetlenebilmektedir.

Özetle Türkiye'de ticaret şirketlerinin kamusal denetimi de kamu kurum ve kuruluşları eliyle yürütülmektedir. Bununla birlikte, belirli olayların açıklığa kavuşturulması amacıyla pay sahiplerine, genel kuruldan denetçi atanmasını isteme hakkı tanınmıştır. Pay sahibinin özel denetçi atanması istemi, genel kurulun çoğunluk kararıyla onaylanır. Talep genel kurulda reddedildiği takdirde, sermayenin en az onda birini (halka açık ortaklıklarda yirmide birini) oluşturan pay sahipleri üç ay içinde mahkemeden özel denetçi atanmasını isteyebilmektedir.

SERMAYE ŞİRKETLERİNDE PAY DEVRİ

Yabancı yatırımcılar, doğrudan şirket kurmak yerine, Türkiye'de kurulmuş bir şirkette pay devralmak suretiyle de yatırım yapabilirler. Keza devraldıkları payları başkalarına devrederek şirket ortaklığından ayrılmaları da mümkündür.

Anonim şirketlerde nama ve hamiline olmak üzere pay senetleri bastırılabilmektedir. Hamiline yazılı pay senetlerinin devri zilyetliğin devri ile gerçekleştirilmektedir. Nama yazılı pay senetlerinin devri ise ciro ve zilyetliğine devri ile gerçekleştirilmektedir. İstisnai durumlar dışında anonim şirketlerde pay devrinin sınırlandırılması mümkün değildir. Aynı zamanda anonim şirketlerde pay devri tescil ve ilana tabi değildir. Sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketler bakımından anonim şirketlerdeki pay devri usulü geçerlidir.

Limited şirketlerde pay devri Kanunen zorunlu kılınan süreçleri içermektedir. Bunlar;
1-   Taraflar arasında pay devir sözleşmesinin imzalanması ve noterce onaylanması,
2-   Şirket sözleşmesinde aksi düzenlenmemişse şirket genel kurulunun pay devrine onay vermesi,
3-   Pay devir sözleşmesi ve genel kurulun devre onay veren kararı ile pay devrinin tescil ve ilanıdır.

TİCARİ ŞİRKETLERDE TASFİYE

Kanunda öngörülen sona erme sebeplerinden herhangi birinin gerçekleşmesi ya da şirket ortaklarının alacağı karar doğrultusunda şirket sona erer. Sona eren şirket, tasfiye sürecine girer. Şirketin sona erdiği ve tasfiye sürecine girdiği hususu, ilgili ticaret sicili müdürlüğüne tescil ve ilan ettirilir.

Tasfiye hâlindeki şirket, pay sahipleriyle olan ilişkileri de dâhil, tasfiye sonuna kadar tüzel kişiliğini korur ve ticaret unvanını "tasfiye hâlinde" ibaresi eklenmiş olarak kullanır.

Tasfiyenin amacı, şirketin malvarlığını satıp paraya çevirmek, alacaklarını tahsil etmek, borçlarını ödemek, yarım kalan işlerini tamamlamaktır.

Tasfiye sürecinde yapılması gereken işlemler, tasfiye memurlarınca gerçekleştirilir. Tasfiye memurlarından en az birinin Türk vatandaşı olması ve yerleşim yerinin Türkiye'de bulunması zorunludur. Tasfiye memurları şirket sözleşmesi veya genel genel kurul kararı ile atanabilir. Bu şekilde atanmadığı takdirde, tasfiye, yönetim kurulunca yapılır. Tasfiye memurlarının da ticaret siciline tescil ve ilan ettirilmesi şarttır.

Alacaklı oldukları şirket defterlerinden veya diğer belgelerden anlaşılan ve yerleşim yerleri bilinen kişiler taahhütlü mektupla, diğer alacaklılar Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinde ve şirketin internet sitesinde ve aynı zamanda esas sözleşmede öngörüldüğü şekilde, birer hafta arayla yapılacak üç ilanla şirketin sona ermiş bulunduğu konusunda bilgilendirilirler ve alacaklarını tasfiye memurlarına bildirmeye çağrılırlar.

Tasfiye memurları her yıl sonu için tasfiyeye ilişkin finansal tabloları ve tasfiye sonunda da kesin bilançoyu düzenleyerek genel kurula sunarlar.

Tasfiye hâlinde bulunan şirketin borçları ödendikten ve pay bedelleri geri verildikten sonra kalan varlığı, esas sözleşmede aksi kararlaştırılmamışsa pay sahipleri arasında, ödedikleri sermayeler ve imtiyaz hakları oranında dağıtılır. Tasfiye payında imtiyazın varlığı hâlinde esas sözleşmedeki düzenleme uygulanır.

Alacaklılara üçüncü kez yapılan çağrı tarihinden itibaren altı ay geçmedikçe kalan varlık dağıtılamaz.

Tasfiyenin sona ermesi üzerine şirkete ait ticaret unvanının sicilden silinmesi için tasfiye memurları tarafından ticaret sicili müdürlüğüne başvuru yapılır. İstem üzerine silinme tescil ve ilan edilir. Silinme ile şirketin tüzel kişiliği sona erer.
 
Diğer taraftan; iflas hâlinde tasfiye, iflas idaresi tarafından İcra ve İflas Kanunu hükümlerine göre yapılır.

YABANCI ŞİRKETLERİN TÜRKİYE'DEKİ ŞUBELERİ

Merkezleri Türkiye dışında bulunan ticari işletmelerin Türkiye'deki şubeleri, kendi ülkelerinin kanunlarının ticaret unvanına ilişkin hükümleri saklı kalmak şartıyla, yerli ticari işletmeler gibi tescil olunur. Bu şubeler için yerleşim yeri Türkiye'de bulunan tam yetkili bir ticari temsilci atanır. Ticari işletmenin birden çok şubesi varsa, ilk şubenin tescilinden sonra açılacak şubeler yerli ticari işletmelerin şubeleri gibi tescil olunur.

Yabancı bir şirketin Türkiye'de şubesini tescil ettirmek için, ilgili ticaret sicili müdürlüğüne sunulması gereken belgeler şunlardır;

1)   Şirket merkezinin bulunduğu kaynak ülke hukukunun, şube açacak işletme için tescilde aradığı şartların yerine getirildiğini ve şubenin tescili için ibrazı gerekli olan belgeleri gösteren yetkili makamdan alınmış yazı ve bir nüsha Türkçe çevirisi
2)   Kaynak ülkede şubenin tescili için ibraz gerekli tüm belgeler
3)   Şirketin güncel sicil kayıtlarını içeren belgenin ve şirket sözleşmesinin onaylı birer örneği ile birer nüsha Türkçe çevirisi
4)   Şirketin yetkili organının şube açma ve şubeye Türkiye'de yerleşik tam yetkili temsilci atanmasına ilişkin kararının aslı ve bir nüsha Türkçe çevirisi
5)   Şirketin ticaret unvanı, türü, işletme konusu, sermayesinin türü ve tutarı, kuruluş tarihi, sicil numarası, tabi olduğu hukuk, Avrupa Birliği üyesi olup olmadığı, internet sitesi, şubenin unvanı ve şubeye ayrılmış sermaye tutarı, şubeyi mahkemeler dâhil, özel kuruluşlar ve kamu kurum ve kuruluşları nezdinde tam yetkili olarak temsil edecek kişi veya kişilerin adı ve soyadı, kimlik numarası ve yerleşim yeri ile şubenin adresini içeren merkezin yetkilileri tarafından imzalanmış beyannamenin aslı ve bir nüsha Türkçe çevirisi.
6)   Şube açma kararında, Türkiye'deki şubeyi mahkemeler dâhil, özel kuruluşlar ve kamu kurum ve kuruluşları nezdinde tam yetkili olarak temsil edecek kişi veya kişiler ile bunlara verilen yetki belirtilmemiş ise bu konulara ilişkin düzenlenen vekaletnamenin aslı ve bir nüsha Türkçe çevirisi
7)   Şubeyi temsil edecek kişilerin imza beyanları
8)   Açılması Ticaret Bakanlığı veya diğer resmî kurumların iznine veya uygun görüşüne tabi olan şubeler için bu izin veya uygun görüş yazısı

Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr




#13
KAZA TESPİT TUTANAĞINA VE KUSUR ORANINA İTİRAZ

KAZA TESPİT TUTANAĞI NEDİR?

Kaza Tespit Tutanağı, trafikte en az iki aracın yalnız maddi hasarlı bir kazaya karışmaları sonucu, tarafların anlaşarak sigorta şirketi ya da polise gerek kalmadan, aralarında düzenlemiş olduğu ve kazanın gerçekleşme şekli, kazaya karışan araç ve sürücü bilgilerini barındıran tutanaktır. Ancak bazı durumlarda tarafların kendi aralarında tutanak tutması mümkün olmayıp derhal kolluk kuvvetlerine haber verilmelidir. Bu durumlara örnek vermek gerekirse; taraflardan herhangi birinin ehliyeti olmaması, sürücülerden biri alkollüyse, araçlardan biri resmi plakalıysa, araçlardan birinin trafik sigortası bulunmuyorsa, kaza sonucu üçüncü kişi zarar gördüyse trafik kaza tutanağı polis nezaretinde tutulmalıdır.

1 Nisan 2008 tarihinden itibaren yalnızca maddi hasar ile sonuçlanan kazalarda, tarafların anlaşmalı olarak kendi aralarında tutanak tanzim etmeleri mümkün hale gelmiştir. Bu sayede trafikteki beklemelerin ve zaman kayıplarının önüne geçilmiş ve vatandaşların tutanaklarını sistem üzerinden takip edebilmeleri sağlanmıştır.

KAZA TESPİT TUTANAKLARININ POLİS EŞLİĞİNDE TUTULMASINI GEREKTİRECEK HALLER

Her ne kadar iki veya daha fazla aracın karıştığı maddi hasarlı trafik kazalarında taraflar kaza tespit tutanaklarını kendi aralarında tanzim edebilecekse de bazı istisnai durumlarda kaza tespit tutanağı yeterli gelmemekte ve trafik polisinin veya kaza yeri jandarma bölgesi ise jandarma ekiplerinin olay yerine çağırılması gerekmektedir.
Trafik kazalarında polis ya da jandarmanın çağrılması gereken durumlara örnek vermek gerekirse;

Kamu malına ya da araç dışında herhangi bir cisme hasar verilmesi halinde,
Sürücülerden ya da yayalardan birinin yaralanması halinde,
Sürücünün alkollü olması durumunda,
Sürücünün ehliyetsiz olması ya da aracı sürmek için ehliyet cinsinin yeterli olmaması durumunda,
Kazaya karışan sürücülerden birinin arabasının trafik sigortası olmaması durumunda,
Kazaya karışan araçlardan birinin resmi bir araç olması halinde,
Tek taraflı maddi hasarlı bir kaza olması halinde,
Sürücülerden birinin akıl sağlığından şüpheleniliyorsa,
polis ya da jandarmanın çağrılması gereklidir.

TRAFİK KAZALARINDA KUSUR TESPİTİ SÜRECİ

Kaza sonrası kazaya karışan tarafların doldurduğu Kaza Tespit Tutanakları, sigorta şirketlerinin hasar departmanlarına iletilir. Sigorta şirketleri en geç takip eden iş günü sonuna kadar tutanağı ve varsa fotoğrafları elektronik ortamda Sigorta Bilgi ve Gözetim Merkezi (SBM)'ne iletir.

Tutanakların, Sigorta Bilgi ve Gözetim Merkezi  sistemine girilmesini takip eden 3 iş günü içinde her bir sigorta şirketi kendi kusur oranı değerlendirmesi yapar. Bu oranlar kazaya karışan her bir araç için %0, %50 ve %100 şeklindedir. Eğer şirketler kusur oranında mutabakata varırsa yani aynı kusur oranları verilirse dosya sonuçlanır.   
3 iş günü içerisinde mutabakata varılamaz ise yani en az bir şirket tarafından farklı kusur verilirse dosya, Kaza Kusur Değerlendirme Komisyonu'na iletilir. Komisyon, 3 iş günü içerisinde ilgili dosyayı sonuçlandırır.

Dosya sonuçlandıktan sonra sigortalılara, dosyanın sonuçlandığına dair cep telefonu ya da e-posta yolu ile bilgilendirme yapılır (Tutanak üzerinde her iki bilgi de mevcut ise hem e-posta hem de SMS ile bilgilendirme yapılır).

Sigortalılar kusur oranlarını http://www.sbm.org.tr adresinden öğrenebilirler.

KAZA KUSUR ORANINA İTİRAZ SÜRECİ

Kaza tespit tespit tutanaklarının sigorta şirketlerine iletilmesinden sonra, her bir sigorta şirketi kendi kusur oranı değerlendirmesini ile Sigorta Bilgi ve Gözetim Merkezi'nin "Kaza Kusur Değerlendirme Komisyonu"na gönderir ve burada 3 gün içerisinde nihai kusur değerlendirmesi yapılmaktadır.

Kaza Kusur Değerleme Komisyonlarında sonuçlanan kusur oranlarına itiraz etmek isteyen sigortalılar, yeni ek belgeler ile birlikte 5 gün içerisinde sigorta şirketlerine başvurabilecektir.

5 günlük süre içinde itiraz hakkının kullanılmadığı veya itiraz hakkı kullanılmış olup talebin reddedildiği durumlarda, sigortalıların kusur oranına ilişkin itirazlarının Tahkim Komisyonu ve özel hukuk yollarına başvurulmak suretiyle çözülmesi gerekmektedir.

KAZA TESPİT TUTANAĞINA İTİRAZ SÜRECİ

Kazaya karışan tarafların özgür iradeleriyle tanzim edilen kaza tespit tutanaklarında pek fazla gündeme gelmese de kaza anında orada bulunan veyahut çağrı üzerine olay yerine gelen kolluk kuvvetlerince tanzim edilen kaza tespit tutanakları, içerisinde bir çok çelişkiyi barındırabileceği gibi hakkaniyete uygun tutulmamış olabilmektedir. Bu tutanaklara yönelik itirazlara yönelik uygulamada uzun süre tartışmalar yapılmışsa da Uyuşmazlık Mahkemesi'nin 25.06.2018 tarih ve 2018/375 Esas, 2018/435 Karar sayılı ilamı ile son bulmuş ve anılan karara göre bu kaza tutanaklara itirazda Sulh Ceza Hakimlikleri yetkili kabul edilmiştir. 

Kazadan sonra yapılacak kaza tespit tutanaklarına itiraz için yeterli deliller (tanık, kamera görüntüsü, kaza fotoğrafları, parmak izi, kaza izleri, bilirkişi raporu) toplandıktan sonra Sulh Ceza Hakimliklerinde dava açarak bilirkişi incelemesi ve kazanın gerçekleştiği yerde keşif isteyebilir, kaza tespit tutanağındaki çelişki ve hakkaniyetsizliklerin giderilmesi talep edebilir.

Sulh Ceza Hakimliklerince yapılacak inceleme duruşmalı veyahut duruşmasız olarak dosya üzerinde yapılabilir.

Av. Ahmet Faruk ÜMÜT | www.umut.av.tr
#14
GAYRİMENKUL EDİNMEYLE TÜRK VATANDAŞLIĞININ KAZANILMASI

5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunumuza göre Türk vatandaşlığı doğum veya sonradan kazanılmaktadır. Aynı Kanunun 9. maddesinde sonradan kazanılan vatandaşlığın yetkili makam kararı ile aranan şartları taşımak suretiyle gerçekleşebileceği ve bu hakkın mutlak bir hak olmadığı belirtilmektedir.

5901 sayılı Kanunun yürütülmesinde uygulanacak usul ve esasları belirlemek için yayınlanan Türk Vatandaşlığı Kanununun Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğin 20. maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendine göre;

En az 400.000 Amerikan Doları veya karşılığı döviz tutarındaki taşınmazı tapu kayıtlarına üç yıl satılmaması şerhi koyulmak şartıyla satın aldığı veya kat mülkiyeti ya da kat irtifakı kurulmuş, en az 400.000 Amerikan Doları veya karşılığı döviz tutarı peşin olarak yatırılan ve tapu siciline üç yıl süreyle devir ve terkini yapılmayacağı taahhüdü şerh edilmek şartıyla noterde düzenlenmiş sözleşme ile taşınmazın satışının vaat edildiği Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığınca tespit edilen" yabancı kişiler Cumhurbaşkanı kararı ile Türk vatandaşlığını kazanabilir.

11.02.2010 tarihinde yürürlüğe giren Yönetmeliğe sırası ile 12.01.2017, 19.09.2018, 07.12.2018, 06.01.2022 ve 13.06.2022 tarihlerinde yürürlüğe giren değişiklikler yapılmıştır.

Buna göre Yönetmelik değişikliklerinin yürürlük tarihleri bakımından;

1) 12.01.2017-18.09.2018 tarihleri arasında satın alınmış taşınmaz/taşınmazların 1.000.000 Amerikan Doları tutarında olması,

2) 19.09.2018 tarihinden sonra satın alınmış/alınacak taşınmaz/taşınmazların 400.000 Amerikan Doları tutarında olması,

3) 07.12.2018 tarihinden sonra satış vaadi sözleşmesi düzenlenmiş/düzenlenecek taşınmaz /taşınmazların 400.000 Amerikan Doları tutarında olması,

4) 06.01.2022 tarihinde yapılan değişiklik ile "karşılığı Türk Lirası" ibaresi Yönetmelik'ten çıkarılmış olup taşınmaz bedeli döviz tutarının Merkez Bankasına satılmak üzere bir bankaya satılması,
gerekmektedir.

Yönetmeliğe göre, istisnai yoldan taşınmaz edinimi suretiyle Türk vatandaşlığı kazanılmasına ilişkin ilk düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarih olan 12.01.2017'den önce satın alınmış taşınmazlar ile 07.12.2018 tarihinden önce satış vaadi sözleşmesine konu edilen taşınmazlar Türk vatandaşlığı kazanımında dikkate alınmayacaktır.

GAYRİMENKUL EDİNME YOLU İLE İSTİSNAİ YOLDAN TÜRK VATANDAŞLIĞI KAZANILMASINDA ÖN KOŞULU

Taşınmaz edinimi yoluyla Türk vatandaşlığı kazanılabilmesi için satış ve satış vaadi sözleşmelerine yönelik işlemlerde öncelikle 2644 sayılı Tapu Kanunu ve ilgili mevzuat kapsamında aranan kişi ve taşınmaza ilişkin edinim şartlarının sağlanmış olması gerekmektedir.

Türk Vatandaşlığı Kanununun Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik, yabancı gerçek kişilerin şahsi taşınmaz edinimlerini kapsadığından, yabancı gerçek kişilerin şahsı dışında eşi, çocuğu vb. adına veya yöneticisi/ortağı oldukları şirket tüzel kişiliği adına yapılan taşınmaz edinimleri bu kapsamda değerlendirilmeyecektir.

GAYRİMENKUL EDİNME YOLU İLE İSTİSNAİ YOLDAN TÜRK VATANDAŞLIĞI KAZANILMASINDA TAŞINMAZIN NİTELİĞİ

Satış yoluyla edinilebilecek taşınmazların niteliğine ilişkin olarak (konut, işyeri, arsa, tarla, bahçe vb.) herhangi bir sınırlama bulunmamaktadır. Noterde düzenlenen satış vaadi sözleşmelerine dayalı olarak yapılacak başvurular kat mülkiyeti veya kat irtifakı kurulmuş taşınmazlar için geçerlidir. Devre mülk olarak tapu sicilinde kayıtlı haklar, taşınmaz edinimi yolu ile Türk vatandaşlığı kazanımına konu edilemez.

GAYRİMENKUL EDİNME YOLU İLE İSTİSNAİ YOLDAN TÜRK VATANDAŞLIĞI KAZANILMASINDA TAŞINMAZ SAYISI

Satış yoluyla edinilecek taşınmaz sayısında herhangi bir sınırlama bulunmamaktadır. Yönetmelikte belirtilen tutarın sağlanması esastır.

Satış vaadine dayalı olarak yapılan başvurularda Yönetmelikte aranılan tutarın tek sözleşme ile sağlanması gerekmektedir. Bu çerçevede birden fazla taşınmazın tek sözleşme kapsamında satış vaadine konu edilmesi mümkün olup birden fazla satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak yapılan başvurular dikkate alınmayacaktır.

1 Şubat 2023 tarihinden sonra, satın alma yolu ile edinilmiş taşınmazların vatandaşlık edinimi için aranılan tutarı karşılamadığı durumlarda kalan miktarın satış vaadi sözleşmesi ile tamamlanması mümkün değildir.

Satış vaadi sözleşmelerine ilişkin yapılan başvurularda Yönetmelikte belirtilen tutarın (en az 400.000 Amerikan Doları) peşin olarak ödenmiş olması şartı aranıldığından, bu miktara tekabül eden bedelin en geç satış vaadi sözleşmesi tarihinde ödenmiş olması gerekir.

Taşınmazın hisseli olarak edinimi ile vatandaşlık başvurusunda bulunulması mümkün değildir. Örneğin bir taşınmazın paylı mülkiyet oluşacak şekilde birden fazla yabancı kişi tarafından edinimi durumunda bu taşınmaz vatandaşlığa konu edilemeyecek iken; birden fazla kişi adına kayıtlı bir taşınmazın tamamının yabancı bir kişi tarafından edinilmesi durumunda bu taşınmaz vatandaşlığa konu edilebilecektir.

GAYRİMENKUL EDİNME YOLU İLE İSTİSNAİ YOLDAN TÜRK VATANDAŞLIĞI KAZANILMASINDA DEĞER TESPİTİ

Tutar tespitine esas alınan; resmi senette beyan edilen satış bedeli/bedelleri veya satış vaadinde belirlenen bedel/bedeller toplamı, değerleme raporundaki değer/değerler toplamı ve bedel transferleri/ödemeleri toplamı ayrı ayrı Yönetmelik ile edinim tarihine göre aranan 1.000.000 Amerikan Doları veya en az 400.000 Amerikan Doları tutarını sağlamalıdır.

1- TAŞINMAZ DEĞERLEME RAPORU:

Taşınmaz değerleme raporlarının Tadebis / WebTapu sistemi üzerinden alınması zorunludur. Sistem üzerinden düzenlenen değerleme raporları, kontrolü sağlanmış bir şekilde düzenlenmekte ve sistem üzerinden doğrudan TAKBİS'e gönderilmektedir.

Türk Vatandaşlığı Kanununun Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliği kapsamında gayrimenkulün satın alınma tarihine göre aranan 1.000.000 Amerikan Doları veya 400.000 Amerikan Doları tutarın tespitinde yararlanmak üzere piyasa değerini (mevcut piyasa değeri/mevcut durum değeri) gösteren taşınmaz değerleme raporu aranır.

Değerleme raporunda; zeminde fiilen tamamlanmış yapılar için rapor tarihindeki değer esas alınır. İnşası devam eden ve kat irtifakı tesisli taşınmazlar için ise inşasının başlamış olması gerekmektedir. Bu taşınmazlar için rapor tarihindeki "tamamlanması durumundaki mevcut durum değeri" esas alınır.

Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Yabancı İşler Dairesi Başkanlığı'nın 2019/1 sayılı Genelgesi kapsamında satış veya satış vaadi bedelinin, değerleme raporu değerinden düşük/yüksek olacak şekilde belirlenmesi mümkündür.

Değerleme raporlarında takdir edilen değerlerin satış bedeli ve tapu harcı matrahı yönünden bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Başvuru sırasında sunulan değerleme raporları düzenlendiği tarihten itibaren 3 ay süre ile geçerli olup bu süre içerisinde başvurusu yapılan işlemlerde yeni rapor istenilmeyecektir.

Satış vaadinin noterde düzenlenme tarihi itibariyle en fazla 3 ay öncesi düzenlenmiş değerleme raporları varsa bunlar işleme alınır. Bu halde şerh tarihi öncesi ayrıca bir değerleme raporu aranmaz.

Satış vaadi sözleşmesinin sicile şerhinden sonra taşınmazın vaat alacaklısı tarafından satın alma yoluyla adına tescili sırasında ayrıca yeni bir değerleme raporu aranılmaz.

Taşınmaz Değerleme Bilgi Sistemi (TADEBİS) aracılığı ile Web-Tapu üzerinden gönderilen değerleme raporundaki TL değerinin Amerikan Doları cinsinden karşılığının bulunmasında kural olarak rapor tarihinden önceki son iş gününün Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası'nın efektif satış kuru esas alınır.

Taşınmazın üç yıl satılamayacağına ilişkin belirtmenin tesisi esnasında Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü'nün talebi ile yenilenen değerleme raporları hariç olmak üzere satış işlemi veya satış vaadi sözleşmesinin şerhi sırasında sunulan raporlar dışında düzenlenen değerleme raporları değer tespitinde dikkate alınmaz.

2- RESMİ SENET (SATIŞ) VE SATIŞ VAADİ SÖZLEŞMESİ BEDELİNİN BELİRLENMESİ

Taşınmazın satışı için düzenlenen resmi senette yer alan satış bedeli ile taşınmazın satışının vaadine yönelik noter tarafından düzenlenen satış vaadi sözleşmelerinde yer alan ve peşin ödenmesi gereken bedelin tespiti 2022/1 sayılı ve "Yabancı Gerçek Kişi Edinimlerinde Döviz Alım Belgesi" konulu Genelgede belirlenen usul ve esaslar kapsamında belirlenecektir.

Bu kapsamda taşınmazın alıcısı, satıcısı, bunların vekilleri ya da temsilcileri tarafından satış bedelinin Amerikan Doları ya da karşılığı döviz tutarının Merkez Bankasına satılmak üzere bir bankaya satılması ve banka tarafından düzenlenecek döviz alım belgesinin, KEP üzerinden ilgili Tapu Müdürlüğüne gönderilmesi gerekmektedir. Satış vaadi sözleşmesinde döviz alım belgesinin en az peşin ödenen kısım için ve en geç sözleşme tarihinde düzenlenmiş olması gerekmektedir.

Döviz alım belgesinde asgari olarak adına döviz bozdurulan kişinin adı soyadı, pasaport numarası ya da yabancı kimlik numarası, taşınmaz numarası, alışı yapılan dövizin Amerikan Doları karşılığı ve bu işlemin Türk vatandaşlığı kazanılması ya da Sermaye Hareketleri Genelgesi'nin 13. maddesi kapsamında gerçekleştirildiğini belirten bir ifadenin yer alması zorunludur. Taşınmaz numarası https://parselsorgu.tkgm.gov.tr/ adresinden temin edilecek olup taşınmazın niteliğine göre bağımsız bölüm veya ana taşınmaza ilişkin taşınmaz numarası, bunun bulunmaması halinde ise ada/parsel bilgilerinin yer alması mümkündür.

Tapu Müdürlüğü tarafından döviz alım belgelerinde gösterilen TL tutarı esas alınarak resmi senet düzenlenecektir. Döviz Alım Belgesi' uygulamasından itibaren yapılan işlemlerde satış veya satış vaadi bedeline ilişkin başvuru gününe göre ayrıca herhangi bir kur hesabı yapılmayacak olup tutar tespitinde döviz alım belgeleri esas alınacaktır.

Beyan değerine esas döviz satış tutarı içerisinde taşınmaz satış bedeli veya satış vaadi sözleşmesinde peşin ödenen bedel harici bir ödeme kalemi (KDV, komisyon, masraf, vergi, harç vb.) yer almayacaktır.

Bu düzenlemeler kapsamında resmi senette beyan edilen bedele ilişkin ödeme bankaya yapılacağından döviz satış tutarına özellikle dikkat edilmesi gerekmektedir.

Yabancı kişilerin taraf olduğu satış vaadi sözleşmelerinin Amerikan Doları ya da diğer döviz cinslerinden düzenlemesi mümkündür. Bu durumda döviz cinsinden düzenlenen satış vaadi sözleşmelerinde harca esas satış vaadi miktarı döviz alım belgesinde yer alan kur dikkate alınarak hesaplanır. Bu işlemlere ilişkin harçlar, 492 sayılı Harçlar Kanununa ekli 4 sayılı tarifede belirtildiği şekilde tahsil edilir.

3- DEKONT

Yönetmeliğin aradığı asgari tutara ilişkin bedelin taşınmaz satıcısına ya da ilgilisine ödendiğini gösterir onaylı banka dekontunun tapu müdürlüğüne sunulması gerekmektedir.

Tapu Müdürlükleri tarafından, bedel transferinin/ödemenin alıcı veya ilgili kişiler tarafından satıcı veya ilgili kişilerin (Vekili, Eşi, Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesi Hak Sahibi, Haciz veya İpotek Alacaklısı, Şirket Sahibinin Hesabı vb.) hesabına yapılıp yapılmadığı hususunda; makul ilgi değerlendirmesi yapılacaktır.

Dekontta belirtilen bedelin döviz alım belgesinde gösterilen tutara eşit olması gerekmekte ise de bu iki bedel arasında farklılık olması durumunda dekontta belirtilen bedelin, döviz alım belgesinde yer alan kur üzerinden Yönetmeliğin aradığı asgari tutarı sağlaması yeterlidir. Ayrıca ödeme dekontunun taahhüde ilişkin beyanın tesis edilmesinden önce sunulması gerekmektedir.

Döviz alım belgesi uygulaması sonrasında yapılan ödemeler bakımından; döviz alım belgesi düzenlenmeden önce gerçekleşen para transferine ilişkin dekontların döviz cinsinden, sonrasında düzenlenen dekontların ise TL cinsinden olması gerekmektedir.

Taşınmaz bedel transferinin/ödemesinin yapılmasında bankalar tarafından sunulan güvenli ödeme sistemlerinin isteğe bağlı olarak kullanılması mümkündür.

GAYRİMENKUL EDİNME YOLU İLE İSTİSNAİ YOLDAN TÜRK VATANDAŞLIĞI KAZANILMASINDA TAKSİTLİ SATIŞ

1) SATIŞ İŞLEMİNDE:

12.01.2017 tarihinden önce yapılan ödemelere ilişkin dekontlar taşınmaz edinimi yoluyla vatandaşlık kazanımında dikkate alınmayacaktır.

2) SATIŞ VAADİ İŞLEMİNDE

07.12.2018 tarihinden önce ve sözleşme tarihinden sonra yapılan ödemelere ilişkin dekontlar taşınmaz edinimi yoluyla vatandaşlık kazanımında dikkate alınmayacaktır.

3) TAKSİTLİ İŞLEMLERDE ÖDEME

Döviz Alım Belgesi uygulamasının yürürlüğe girdiği 24.01.2022 tarihinden önce yapılan ödemelere ilişkin dekontlar işlemlerde kabul edilmeye devam edilir. Bu ödeme dekontlarında yer alan bedelin Amerikan Doları cinsinden karşılığının hesaplanmasında ödemenin yapıldığı tarihten bir önceki iş gününün Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası efektif satış kuru veya çapraz döviz kurları esas alınır.

Döviz Alım Belgesi uygulamasının yürürlüğe girdiği tarihten önce ödemesi yapılan taşınmazların resmi senedinde yer alan bedel, 24.01.2022 tarihinden önceki dekont toplamları ile döviz alım belgesinde yer alan tutarın toplamı kadar olmalıdır.

Örneğin 24.01.2022 tarihinden sonra Tapu Müdürlüğüne beyan tesisi başvurusu yapılan ve toplam 450.000 Amerikan Doları karşılığı satın alınan taşınmazın bedelinin 200.000 Amerikan Dolarlık (TCMB efektif satış kuru 8 TL olarak alınmıştır.) kısmının 24.01.2022 tarihinden önce, kalan kısmının ise bu tarihten sonra ödendiği bir işlemde; dekontta yer alan 1.600.000 TL'lik bedel ile döviz alım belgesinde yer alan 250.000 Amerikan Doları tutara karşılık gelen 4.500.000 TL'lik bedelin toplamı 6.100.000 TL olduğundan Yönetmeliğin aradığı tutar sağlanmış olacaktır. Bu örnekte resmi senet satış bedeli 6.100.000 TL olarak alınacaktır.

GAYRİMENKUL EDİNME YOLU İLE İSTİSNAİ YOLDAN TÜRK VATANDAŞLIĞI KAZANILMASINDA TARAFLARA İLİŞKİN ŞARTLAR

1) Satış veya satış vaadine konu taşınmaz/taşınmazlar, tapu sicilinde yabancı kişiler ve alıcı yabancı gerçek kişinin Türk vatandaşı olan birinci derece akrabaları (kan veya sıhri hısımlar) adına kayıtlı olmamalıdır.

2) Satış veya satış vaadine konu ikinci el taşınmaz/taşınmazlar, vatandaşlık amacıyla taşınmaz edinecek olan yabancı gerçek kişinin kendi, Türk vatandaşı olsun ya da olmasın birinci derece akrabaları (kan veya sıhri hısımlar) tarafından Türk vatandaşı/şirketine devredilmiş taşınmazlardan olmamalıdır.

3) Satış veya satış vaadine konu ikinci el taşınmaz/taşınmazlar, herhangi bir yabancı gerçek kişi tarafından son üç yıl içinde Türk vatandaşı/şirketine devredilmiş taşınmazlardan olmamalıdır. Eser sözleşmelerinden kaynaklanan edinimler bu madde kapsamı dışındadır.

4) Satış veya satış vaadine konu (gerek vatandaşlık kazanma öncesinde edinilmiş gerekse sonrasında edinilmiş) taşınmaz/taşınmazlar, istisnai yoldan (taşınmaz edinimi yolu dışındaki usuller de dahil olmak üzere) Türk vatandaşlığı kazanmış kişiler (MERNİS kaydına göre Türk Vatandaşlığı Kanunu 12/b maddesi gereğince kazanılmış olanlar) adına tapu sicilinde kayıtlı olmamalıdır.

5) Satış veya satış vaadine konu taşınmaz/taşınmazlar, vatandaşlık talebiyle taşınmazı satın alan yabancı gerçek kişinin kendi ve birinci derece akrabalarının (kan veya sıhri hısımlar) ortağı ya da yöneticisi olduğu şirket tüzel kişiliği adına tapu sicilinde kayıtlı olmamalıdır.

6) Tapu Kanunu'nun 36. Maddesi kapsamındaki (yabancı / uluslararası sermayeli) şirket tüzel kişiliği adına kayıtlı satış veya satış vaadine konu taşınmaz/taşınmazlarda, kat irtifakı/mülkiyeti kurulması (inşaat ruhsatının şirket adına olması) ve bağımsız bölümün ilk teslim (Sıfır taşınmaz) olması gerekmektedir.

7) Bir taşınmaz sadece bir kez vatandaşlık edinimine konu edilebilir.

8) Taşınmaz edinimi yoluyla Türk vatandaşlığı kazanmış yabancı gerçek kişilerin taahhüt süresi sona erdikten sonra (mahkeme kararı veya cebri icra vb. yollarla yapılan zorunlu devirler hariç) taşınmazın bir önceki malikine devri halinde ya da satış vaadi sözleşmesi şerhinin terkin edilerek taşınmazın üçüncü bir şahsa devri halinde konu Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü'ne intikal ettirilmek üzere Genel Müdürlüğe bildirilir.

9) Türk vatandaşlığından izinle çıkan (mavi kartlı) kişiler, KKTC vatandaşları ile çoklu vatandaşlığa sahip Türk vatandaşları (Türk Vatanşlığı Kanunu 12/b maddesi kapsamında vatandaşlık kazanmış olanlar hariç) bu Kılavuz kapsamında yabancı statüsünde değerlendirilmeyecektir.


Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr


#15
MADDİ HASARLI TRAFİK KAZALARINDAN KAYNAKLI ARAÇ DEĞER KAYBI TAZMİNATI

ARAÇ DEĞER KAYBI TAZMİNATI

Araç değer kaybı, maddi hasarlı trafik kazasında aracınızda meydana gelen hasar nedeniyle yaptırdığınız tamir, bakım, onarım faaliyetleri hasar giderildikten sonra aracınızın piyasa değerinde olan kayıptır. Kazaya karışan araç yetkili serviste bakım görmüş olsa dahi ekonomik değerinde olan kayıp kaçınılmazdır.

Araç değer kaybı, kazanın gerçekleşme şekline göre değişmekle beraber aracın; markası, modeli, kaza tarihindeki yaşı, kilometresi, kaza öncesi kondisyonu, hasarın niteliği, aracın 2. el piyasasındaki değeri, hasar kaydı geçmişi ve olaydaki kusur oranı değer kaybı hesabı yapılırken göz önünde bulundurulur. Türk Borçlar Kanunumuzun 51. maddesi de bu hususta "Hâkim, tazminatın kapsamını ve ödenme biçimini, durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önüne alarak belirler." hükmü ile hakimlere geniş takdir yetkisi tanımıştır.

Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 10.05.2016 tarihli 2016/966 Esas, 2016/5728 Karar sayılı ilamında da zikredildiği üzere;

"Değer kaybı, aracın trafik kazası sonucu hasarlanıp, onarılmasından sonraki değeri ile hiç hasarlanmamış haldeki değeri arasındaki farka ilişkin olup, araçtaki değer kaybı belirlenirken, aracın markası, yaşı, modeli ve hasar gördüğü kısımları dikkate alınarak aracın kaza tarihinden önceki 2. el satış değerinin tespiti ile aracın tamir edildikten sonra ikinci el satış değerinin tespiti ve arasındaki fark göz önüne alınmaktadır."

ARAÇ DEĞER KAYBINI KİMLER TALEP EDEBİLİR?

Kazanın meydana gelmesinde kusuru bulunmayan veyahut kusuru var ise; %100 kusurlu bulunmayan araç sahibi araç değer kaybı tazminatı talep edebilir. Ayrıca araç değer kaybı talep edebilmek için;

Kaza yapan 2 aracın bulunması gereklidir. (Tek taraflı yapılan kazalarda kasko poliçesinde araç değer kaybına ilişkin teminat yoksa değer kaybı talebinde bulunulamaz.)
Kazanın gerçekleşmesinden hemen sonra kaza tutanağının tutulması gereklidir. 
Kazanın gerçekleştiği günden 2 yıl geçmemesi gerekir. (Türk Borçlar Kanunu madde 72.)
Aracınız hurdaya çıkmamış olmalıdır.

ARAÇ DEĞER KAYBI TAZMİNATI İÇİN NEREYE BAŞVURULUR?

Araç değer kaybı tazminatı 2 şekilde talep edilebilir. 2918 sayılı  Karayolları Trafik Kanunumuza göre;

"Zarar görenin, zorunlu mali sorumluluk sigortasında öngörülen sınırlar içinde dava yoluna gitmeden önce ilgili sigorta kuruluşuna yazılı başvuruda bulunması gerekir. Sigorta kuruluşunun başvuru tarihinden itibaren en geç 15 gün içinde başvuruyu yazılı olarak cevaplamaması veya verilen cevabın talebi karşılamadığına ilişkin uyuşmazlık olması hâlinde, zarar gören dava açabilir veya 5684 sayılı Kanun çerçevesinde tahkime başvurabilir."

Yukarıdaki kanun hükmünden de anlaşılacağı üzere; tazminat talebinde  bulunacak kişi, ilgili sigorta kuruluşuna başvuru yaptıktan 15 gün sonra talebini  mahkeme nezdinde öne sürebileceği gibi 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu çerçevesinde Sigorta Tahkim Komisyonu'na da başvurabilir.

Tazminat talebi mahkeme nezdinde talep edilecek ise; sigorta şirketlerine karşı açılacak araç değer kaybı davalarının ticari dava niteliği bulunması sebebiyle Asliye Ticaret Mahkemeleri, araç işleteni ve sürücüsüne karşı açılacak davalarda ise Asliye Hukuk Mahkemeleri görevlidir.

ARAÇ DEĞER KAYBI KİMLERDEN TALEP EDİLEBİLİR?

Sigorta limiti dahilinde olan miktarlar sigorta şirketinden istenirken sigorta şirketinin limitini aşan miktarlar ise araç sahibinden, aracın sürücüsünden ve aracın işletmecisinden talep edilir.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunumuzun 49. maddesine göre; "Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür." Yani kazaya karışan araç sürücüsü kazada sebep olduğu zararı tazmin etmekle mükelleftir.

Araç sahibi ise Araç Sahibi : 2918 sayılı KTK m. 3'e göre, araç için adına yetkili idarece tescil belgesi verilmiş veya sahiplik veya satış belgesi düzenlenmiş kişi araç sahibidir.

Araç İşleten ve Araç Sahibi: KTK m.3'e göre, "İşleten : Araç sahibi olan veya mülkiyeti muhafaza kaydıyla satışta alıcı sıfatıyla sicilde kayıtlı görülen veya aracın uzun süreli kiralama, ariyet veya rehni gibi hallerde kiracı, ariyet veya rehin alan kişidir. Ancak ilgili tarafından başka bir kişinin aracı kendi hesabına ve tehlikesi kendisine ait olmak üzere işlettiği ve araç üzerinde fiili tasarrufu bulunduğu ispat edilirse, bu kimse işleten sayılır." Aynı kanunun 85'inci maddesinin birinci fıkrasına göre ise, "Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar."

Görüldüğü üzere karayolları trafik kanununa göre araç sahibi araç işleteni sayılır. İşletenler; araç sahibi, bir şirket unvanı altında motorlu araç işletenler, aracın uzun süreli kiralama, ariyet veya rehni gibi hallerde kiracı, ariyet veya rehin alan kişi, motorlu araçlarla yolcu ve yük taşıma işlerine katılan taşımacı, girişimci, üstlenici, gezi ve tur düzenleyici, bilet ve irsaliye düzenleyerek, yolcu ve yük taşıma işlerine aracılık ederek motorlu aracın işletilmesine doğrudan veya dolaylı katılan, motorlu aracın işletilmesinden ekonomik yarar sağlayan tüm gerçek ve tüzel kişilerdir.

• İşleten gibi sorumlu olanlar :  KTK'nun 104. maddesine göre motorlu araçlarla ilgili mesleki faaliyette bulunan teşebbüslerin sahibi gözetim, onarım, bakım, alım - satım, araçta değişiklik yapılması amacı ile veya benzeri bir amaçla kendisine bırakılan bir motorlu aracın sebep olduğu zararlardan dolayı, 105. maddesine göre yarış düzenleyicileri, yarışa katılanların veya onlara eşlik edenlerin araçları ile gösteride kullanılan diğer araçların sebep olacakları zararlardan dolayı, 106. maddesine göre genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelere, il özel idarelerine ve belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep oldukları zararlardan dolayı, 107. maddesine göre bir motorlu aracı çalan veya gasp eden kimseler motorlu araç işleten gibi sorumlu tutulurlar. Dolayısıyla işleten gibi sorumlu olan kişilere de manevi ve maddi tazminat davası açılabilir.

• Sigortacılar :  KTK m. 85'e göre işletenin, kanunun 85 inci maddesinin birinci fıkrasına göre olan sorumluluklarının karşılanmasını sağlamak üzere mali sorumluluk sigortası yaptırmaları zorunludur. Bu durumda söz konusu sorumluluk sigortası hangi sigorta şirketi tarafından yapılmışsa, o şirket de ölüm, yaralanma ve diğer zararlardan sorumlu olacaktır.

Trafik kazasından kaynaklı tazminat davalarında, yukarıda sayılan sorumlular müteselsil sorumludur. Yani zarar gören, zararının tazminini yukarıda sayılan kişilerin birinden, birkaçından veya tamamından isteyebilir. KTK m. 88'e göre, bir motorlu aracın katıldığı bir kazada, bir üçüncü kişinin uğradığı zarardan dolayı, birden fazla kişi tazminatla yükümlü bulunuyorsa, bunlar müteselsil olarak sorumlu tutulur. 6098 sayılı TBK m. 61'e göre ise, birden çok kişi birlikte bir zarara sebebiyet verdikleri veya aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu oldukları takdirde, haklarında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümler uygulanır.

Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr






#16
SGK'DAN KIDEM TAZMİNATINA ESAS YAZI ALMANIN ŞARTLARI
Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı Emeklilik Hizmetleri Genel Müdürlüğü'nün 22.06.2013 tarihli 2013/26 sayılı Genelgesinin 4. maddesinde; 4447 sayılı Kanunun 45. Maddesi ile 1475 sayılı İş Kanununun 14. Maddesinin birinci fıkrasına eklenen (5) numaralı bentle 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunun 60. maddesinin birinci fıkrasının (A) bendinin (a) ve (b) alt bentlerinde öngörülen yaşlar dışında kalan diğer şartları (sigortalılık süresi ile prim ödeme gün sayısı) veya aynı Kanunun Geçici 81. Maddesine göre yaşlılık aylığı bağlanması için öngörülen sigortalılık süresini ve prim ödeme gün sayısını tamamlayarak kendi istekleri ile işten ayrılmaları halinde, sigortalılara kıdem tazminatı ödeneceği öngörülmüştür.

Talep edenlere kıdem tazminatına esas yazının verilmesi için sigortalıların Kanunda öngörülen yaş dışındaki diğer koşulları (prim gün sayısı ve sigortalılık süresi) yerine getirmesi gerekmektedir.

Buna göre; yaş hariç emeklilik şartlarını taşıyan sigortalıların;
Son işyerinde en az 1 yıl çalışmak,
08.09.1999 tarihinden önce ilk sigortalılığı bulunan çalışanlar için 15 yıl sigortalılık şartı ve 3600 prim günü sigortalılık süresi bulunması,
08.09.1999 tarihi ile 30.04.2008 tarihleri arasında ilk sigortalılığı olan çalışanlar için, sigortalılık süresi göz önünde bulundurulmaksızın 7000 prim ödeme gün sayısı veya 4500 prim günü ve 25 yıl sigortalılık süresinin bulunması,
30.04.2008 tarihi ile 31.12.2008 tarihleri arasında ilk sigortalılığı olan çalışanlar için 4600 prim gün sigortalılık süresi bulunması,
01.01.2009 tarihi ile 31.12.2015 tarihleri arasında ilk sigortalılığı olan çalışanlar için 4600 – 5300 prim günü (her gün için 100 gün eklenerek hesaplanıyor) sigortalılık süresi bulunması,
01.01.2016 tarihinden sonra ilk sigortalılığı bulunan çalışanlar için 5400 prim günü sigortalılık süresi bulunması,
Halinde Sosyal Güvenlik Kurumu'ndan kıdem tazminatına esas yazı alınarak işten ayrılmak mümkündür.

Gerek sigortalılık süresi gerekse gün koşulunun tespitinde hizmet birleştirmeleri ile bu süreleri etkileyen faktörler (itibari hizmet süreleri, fiili hizmet süresi zamları gibi) dikkate alınmaktadır. Ancak, 2829 sayılı Kanunun 8 inci maddesine göre değerlendirme yapılmaksızın son statünün 4/1-(a) olması bu belgenin verilmesi için yeterli olacaktır.
Kıdem tazminatına esas yazının verilebilmesi için sigortalının müracaat tarihinde işten ayrılma koşulu aranmamaktadır.

18 yaşın doldurulmasından önceki hizmetler, emeklilik açısından prim ödeme gün sayısı olarak dikkate alınmakta ancak bu hizmetler emeklilik için gerekli sigortalılık süresinin hesabında dikkate alınmamaktadır. Kıdem tazminatı alma konusunda buna dikkat edilmelidir.

İşçinin tek taraflı olarak yaptığı istifanın ardından alacağı belgeyi sunması kıdem tazminatına hak kazandırmamaktadır. İstifa etmek isteyen işçi bulunduğu yerdeki Sosyal Güvenlik Kurumu'na başvurarak kıdem tazminatına esas yazı belgesini almalı ve akabinde bu belgeye dayanarak istifa etmesi gerekmektedir.

Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr


#17
İşten Çıkış Kodu ve Çıkış Kodunun Değiştirilmesi

İşçiler işten ayrıldıklarında işveren tarafından Sosyal Güvenlik Kurumu'na işten ayrılış bildirgesi verilir. Bu bildirgede yer alan unsurlardan biri de işçinin ne sebeple işten ayrıldığını gösteren ve işten çıkış kodu olarak adlandırılan kodlardır.

Kodların karşılığında işçinin işten neden ayrıldığı, buna bağlı olarak da hangi tazminat ve alacaklara hak kazandığı ya da işsizlik maaşına hak kazanıp kazanmayacağı hususu tespit edilmektedir.

İşten Çıkış Kodu Nasıl Değiştirilir?

İşveren tarafından işten çıkarılan veya kendisi işten çıkan işçiyle ilgili olarak işverenin 10 günlük süre içerisinde Sosyal Güvenlik Kurumu'na  sigortalı işten ayrılış bildirgesi vermesi, bu bildirgenin 16 numaralı bölümüne de sigortalının işten ayrılış nedenini (kodunu) yazması gerekmektedir.

Öte yandan, işten çıkan veya çıkarılan işçiyle ilgili olarak Sosyal Güvenlik Kurumu'na bildirilmiş olan işten çıkış kodu işçi için hayati öneme sahip olup, gerçeğe aykırı olarak işten çıkış kodu bildirilen işçilerin gerek işsizlik maaşı yönünden gerekse sonraki çalışma hayatlarında iş bulma konusunda ciddi problemler yaşamaktadırlar.

İşsizlik maaşı bakımından İŞKUR; işsizlik maaşı için başvuran işçinin prim gün sayısı ve sigortalılık süresi şartları yanında Sosyal Güvenlik Kurumu'na bildirilmiş olan işten çıkış kodunun da uygun olup olmadığına bakmaktadır.

Benzer şekilde Sosyal Güvenlik Kurumu'na işten çıkış nedeni olarak bildirilen 29 kodu "işveren tarafından işçinin ahlak ve iyiniyet kurallarına aykırı davranışı nedeni ile fesih" yani yüz kızartıcı bir davranış nedeniyle fesih anlamına geldiğinden, bu kod çalışanın hizmet dökümünde bir leke olarak kalmaktadır.

Sosyal Güvenlik Kurumu'na bildirilmiş olan işten çıkış kodunun gerçeğe aykırı olduğunu düşünen işçi öncelikle işverenden düzeltilmesini talep edebilir. Sigortalı işten ayrılış bildirgesinin fesih (işten çıkış) tarihinden itibaren 10 gün içerisinde Sosyal Güvenlik Kurumu'na verilmesi gerektiğinden, Sosyal Güvenlik Kurumu'na verilen sigortalı işten ayrılış bildirgesinde yanlış / hatalı / gerçeğe aykırı işten çıkış kodunun yazılmış olması halinde, işten çıkış tarihi üzerinden 10 gün geçmemişse, e-bildirge sitemi üzerinden işveren tarafından rahatlıkla düzeltme yapılabilir.

Ancak 10 günlük süre geçtikten sonra ise artık işverenin elektronik ortamda düzeltme yapması mümkün olmayıp, işyerinin bağlı olduğu Sosyal Güvenlik Merkezine / İl Müdürlüğüne başvurması gerekir. Öte yandan 2013/11 sayılı SGK Genelgesinde; işverenlerin işten ayrılış nedenine yönelik değişiklik taleplerinin, buna ilişkin belgelerle müracaat edilmesi halinde kabul edileceği belirtilmiştir.

Sosyal Güvenlik Kurumu'nun 2013/11 Sayılı Genelgesinin 6. bölümünün 1. maddesine göre:

"İşverenlerin sigortalı işten ayrılış bildirgesinde on günlük süreden sonra yaptıkları işten ayrılış nedenine yönelik düzeltme talepleri ise sigortalı işten ayrılış bildirgesine ait bilgilerin sigortalıların işten ayrıldığı tarihten itibaren onbirinci gün İŞKUR tarafından Kurumumuz bilgisayar sistemine erişim sağlanarak alındığından bu süre dışında Kurumumuzca yapılan düzeltmeler İŞKUR tarafından kabul edilmediğinden işverenlerin ya da sigortalıların düzeltme nedenlerine ilişkin kanıtlayıcı belgelerle İŞKUR müdürlüklerine başvurmaları gerekmektedir."

İşten Çıkış Kodunun Düzeltilmesi için İşçi Kendisi Sosyal Güvenlik Kurumu'na Başvurabilir mi?

Sosyal Güvenlik Kurumu'na bildirilmiş olan işten çıkış kodunun gerçeğe aykırı olduğunu düşünen işçi, kendisi değişiklik için Sosyal Güvenlik Kurumu'na başvursa bile, Sosyal Güvenlik Kurumu işçinin değişiklik talebini kabul etmez.

Çünkü konuya ilişkin olarak 2013/11 sayılı SGK Genelgesinde; "sigortalıların işten ayrılış nedenine yönelik talepleri işverenle birlikte müracaat etmişse değiştirilecek, bunun dışında sigortalı taleplerinde işten ayrılış nedeni ile ilgili herhangi bir değişiklik yapılmayacaktır." hükmü yer almaktadır. Dolayısıyla işten çıkış kodunun değiştirilmesini isteyen işçi, Sosyal Güvenlik Kurumu'na işverenle veya işvereni temsile yetkili biriyle başvurursa SGK ancak o zaman değişiklik talebini kabul eder.

Ancak işçinin işten çıkış koduna ilişkin talebi yalnızca işsizlik maaşına ilişkin ise; işçi tek başına İŞKUR'a başvurabilmektedir. İŞKUR'a yapılacak başvuruda 2013-11 sayılı Genelge'ye göre;

Fesih tarihinden önce düzenlenmiş olması şartı ile iş sözleşmesinin, işveren tarafından 4447 sayılı Kanunun 51. maddesi kapsamında feshedildiğini, feshin ihbar önellerine uygun yapıldığını gösterir yazı

İşverenin işçiye fesih bildirimini yaparak ihbar süresini başlattığı yazı, ihbar öneli süresinde iş arama izni verildiğine ilişkin yazı, ihbar tazminatının peşin ödendiğine dair banka dekontu, makbuzu, ücret bordrosu vs.

İşten çıkış nedeni askerlik olmakla birlikte, işveren tarafından SGK'ya askerlik dışında başka herhangi bir fesih nedenine ait işten çıkış kodu bildirilmişse, varsa işveren tarafından ilgiliye yapılan askerlik gerekçesiyle yazılı fesih bildirimi, işçi tarafından işverene verilen askerlik gerekçesiyle iş sözleşmesinin sona ermesini istediğine dair dilekçe, askerlik nedeniyle feshe bağlı kıdem tazminatının ödendiğini gösteren bordro veya banka dekontu gibi belgeler,

İş sözleşmesinin işçi tarafından 4857 sayılı Kanunun 24. maddesinde yer alan haklı nedenlerle feshedildiğini gösterir noter ihtarnamesi

Bu durumda işverenden fesih nedenine ilişkin varsa belgelerin gönderilmesi talep edilmekte ve bu belgelerden, iş sözleşmesinin, işçi tarafından haklı nedenle feshedildiğinin anlaşılması gerekmektedir.(Türkiye İş Kurumu İşsizlik Sigortası Daire Başkanlığı Pasif İşgücü Hizmetleri 2020/1 sayılı  Genelge  (İŞKUR  2020‐1  sayılı  Genelge)

İşten Çıkış Kodunun Değiştirilmesi Davası

İşten çıkış kodunun değiştirilmesine ilişkin dava açılıp açılamayacağı hususuna bakan Yargıtay 9. Hukuk Dairesi ve 21. Hukuk Daireleri arasında zaman zaman hukuki yarar yokluğu konusunda birbiriyle çelişen kararlar olsa da en son güncel kararlar ışığında işten çıkış kodunun düzeltilmesi amacıyla dava açılmasında hukuki yarar bulunduğu ve işten çıkış kodunun düzeltilmesi davası açılabilmesi için yalnızca işten çıkış kodunun hatalı olması yeterli görülüp Mahkemelerce işçinin mağduriyetine ilişkin belge, delil vs. sunmasına gerek olmadığı fikrinde mutabık kalınmıştır.

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi'nin 09.05.2022 tarihli 2022/4828 Esas, 2022/5676 Karar sayılı ilamında; 

"Açıklanan dosya içeriği ve tespit davasına ilişkin düzenlemeler ve özellikle Sosyal Güvenlik Merkezinin davacı tarafa cevabı dikkate alındığında; davacının işten çıkış kodunun değiştirilmesi talebinde güncel hukuki yararı bulunmaktadır. Davacı, tazminatlarının ödenmesi nedeniyle eda davası açmadıklarını belirtmiş olup başka bir eda davasına da gerek kalmadan tespit hükmü ile işsizlik ödeneği talebinde bulunabilecektir. Bu durumda, Bölge Adliye Mahkemesince istinafa konu kararın esasına girilerek istinaf sebeplerinin incelenmesi gerekirken usul yönünden yapılan denetimle ve dava tarihi itibariyle mağduriyetin varlığına yönelik delil sunulmayıp somut bir vakıaya dayanılmadığı şeklindeki hatalı değerlendirme ile davanın hukuki yarar yokluğundan reddine karar verilmesi isabetsizdir."

Şeklinde hüküm kurulmuştur.

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi,  22.06.2022 tarihli 2022/7128 Esas, 2022/8175 Karar sayılı ilamında ise;

"Somut uyuşmazlıkta, Bölge Adliye Mahkemesince başka bir davada davacı ile davalı işveren arasında davacının feshe bağlı kıdem ve ihbar tazminatı ile diğer işçilik alacaklarının tahsiline ilişkin yargılama devam ettiğinden dava tarihi itibarıyla davacının eda davası yerine, tespit davası açmasında hukuki yararı bulunmadığı belirtilmiş ise de Bölge Adliye Mahkemesince yapılan değerlendirme hatalıdır. Davacı ile davalı Şirket arasında davacının kıdem ve ihbar tazminatı alacağına ilişkin görülen davada çıkacak sonuç davalı işverene çıkış kodunun düzeltilmesi yükümlüğünü vermemektedir. Böylece kıdem ve ihbar tazminatına ilişkin karar verilse bile davacının mağduriyeti ve menfaati devam edecektir. Davacı ancak bu dava sonucundaki Mahkeme kararıyla bir sonuca ulaşabilecektir. Buna göre davacının tespit talepli davasında hukuki yararın bulunduğunu kabul etmek gerekmektedir. Bu sebeple, davanın kabulü gerekirken hukuki yarar yokluğu sebebiyle dava şartı yokluğuna bağlı davanın reddi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. "

Şeklinde değerlendirme yapılmıştır.

Güncel Yargıtay kararları da gözetildiğinde işçi işten çıkış kodunun değiştirilmesi için tespit davası açabileceği gibi işçilik alacaklarına ilişkin açtığı davanın sonucuna göre de Mahkeme ilamı ile ilgili kuruma başvurarak işten çıkış kodunu değiştirebilecektir.

Hangi Çıkış Kodlarından Kıdem Tazminatı Hakkı Kazanılır?

 Kıdem tazminatı hak kazanılan işten çıkış kodları aşağıda sıralanmıştır.
Belirsiz süreli iş sözleşmesinin işveren tarafından haklı sebep bildirilmeden feshi (Kod 4)
Belirli süreli iş sözleşmesinin sona ermesi (Kod 5)
Emeklilik (yaşlılık) veya toptan ödeme nedeniyle (Kod 8)
Malulen emeklilik nedeniyle (Kod 9)
Ölüm (Kod 10)
İş kazası sonucu ölüm (Kod 11)
Askerlik (Kod 12)
Kadın işçinin evlenmesi (Kod 13)
Emeklilik için yaş dışında diğer şartların tamamlanması (Kod 14)
Toplu işçi çıkarma (Kod 15)
İşyerinin kapanması (Kod 17)
İşin sona ermesi (Kod 18)
İşçi tarafından zorunlu nedenle fesih (Kod 23)
İşçi tarafından sağlık nedeniyle fesih (Kod 24)
İşçi tarafından işverenin ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırı davranışı nedeni ile fesih (Kod 25)
İşveren tarafından zorunlu nedenlerle ve tutukluluk nedeniyle fesih (Kod 27)
İşveren tarafından sağlık nedeni ile fesih (Kod 28)
Borçlar Kanunu, Sendikalar Kanunu, Grev ve Lokavt Kanunu kapsamında kendi istek ve kusuru dışında fesih (Kod 31)
4046 sayılı Kanunun 21. maddesine göre özelleştirme nedeni ile fesih (Kod 32)
Gazeteci tarafından sözleşmenin feshi (Kod 33)
İşyerinin devri, işin veya işyerinin niteliğinin değişmesi nedeniyle fesih (Kod 34)
6495 SK. Nedeniyle Devlet Memurluğuna Geçiş (Kod 35)
696 sayılı KHK ile kamu işçiliğine geçilmemesi sebebiyle çıkış (Kod 40)

Hangi Çıkış Kodlarından İhbar Tazminatı Hakkı Kazanılır?

İhbar tazminatı hak kazanılan işten çıkış kodları aşağıda sıralanmıştır.
Belirsiz süreli iş sözleşmesinin işveren tarafından haklı sebep bildirilmeden feshi (Kod 4)
Toplu işçi çıkarma (Kod 15)
İşyerinin kapanması (Kod 17)
İşin sona ermesi (Kod 18)
Borçlar Kanunu, Sendikalar Kanunu, Grev ve Lokavt Kanunu kapsamında kendi istek ve kusuru dışında fesih (Kod 31)
4046 sayılı Kanunun 21. maddesine göre özelleştirme nedeni ile fesih (Kod 32)
İşyerinin devri, işin veya işyerinin niteliğinin değişmesi nedeniyle fesih (Kod 34)
696 sayılı KHK ile kamu işçiliğine geçilmemesi sebebiyle çıkış (Kod 40)

Hangi Çıkış Kodlarından İşsizlik Maaşı Hakkı Kazanılır?

İşsizlik Maaşına hak kazanılan işten çıkış kodları aşağıda sıralanmıştır.
Belirsiz süreli iş sözleşmesinin işveren tarafından haklı sebep bildirilmeden feshi (Kod 4)
Belirli süreli iş sözleşmesinin sona ermesi (Kod 5)
Toplu işçi çıkarma (Kod 15)
İşyerinin kapanması (Kod 17)
İşin sona ermesi (Kod 18)
İşçi tarafından zorunlu nedenle fesih (Kod 23)
İşçi tarafından sağlık nedeniyle fesih (Kod 24)
İşçi tarafından işverenin ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırı davranışı nedeni ile fesih (Kod 25)
İşveren tarafından zorunlu nedenlerle ve tutukluluk nedeniyle fesih (Kod 27)
İşveren tarafından sağlık nedeni ile fesih (Kod 28)
Borçlar Kanunu, Sendikalar Kanunu, Grev ve Lokavt Kanunu kapsamında kendi istek ve kusuru dışında fesih (Kod 31)
4046 sayılı Kanunun 21. maddesine göre özelleştirme nedeni ile fesih (Kod 32)
Gazeteci tarafından sözleşmenin feshi (Kod 33)
İşyerinin devri, işin veya işyerinin niteliğinin değişmesi nedeniyle fesih (Kod 34)
696 sayılı KHK ile kamu işçiliğine geçilmemesi sebebiyle çıkış (Kod 40)


Av. Ahmet Faruk ÜMÜT | www.umut.av.tr
#18
ÇALIŞANLARIN YILLIK İZİN HAKKI

Çalışanların tatil, sağlık, özel durumlar gibi çeşitli nedenler ile iş yerinde bulunamadıkları süreler için izin kullanmaları gerekebilir. Çalışanın daha sağlıklı ve verimli çalışabilmesi için, belli sürelerde dinlenmesi de gerekmektedir. Ücretli hafta ve bayram tatili ile ücretli yıllık izin hakları ve şartları Kanunlar ve Yönetmeliklerde düzenlenmiştir. Yıllık izin kullanan çalışanın izinliyken ekonomik sıkıntı yaşamaması için yıllık izindeyken de ücreti ödenmek zorundadır.

Yıllık İzne Hak Kazanma

4857 sayılı İş Kanunumuzun 53. maddesine göre; Çalışanların işyerinde işe başladığı günden itibaren, deneme süresi de dâhil en az bir yıl geçmesi ile beraber yıllık izine hak kazanır. İş sözleşmesi ile yıllık izin hakkından feragat edilemez ancak yıllık izin süreleri iş sözleşmeleri ve toplu iş sözleşmeleri ile artırılabilir. Niteliklerinden ötürü bir yıldan az süren mevsimlik veya kampanya işlerinde çalışanlar yıllık izine ilişkin haklardan faydalanamaz.

Yıllık ücretli izine hak kazanmak için gerekli sürenin hesabında işçilerin, aynı işverenin bir veya çeşitli işyerlerinde çalıştıkları süreler birleştirilerek göz önüne alınır. Şu kadar ki, bir işverenin İş Kanunu kapsamına giren işyerinde çalışmakta olan işçilerin aynı işverenin işyerlerinde İş Kanunu kapsamına girmeksizin geçirmiş bulundukları süreler de hesaba katılır.

Örnek vermek gerekirse; işverenin A işyerinde 01.05.2023 tarihinde işe başlayan işçi, 5 ay sonra aynı işverenin B işyerinde çalışmaya devam etmesi halinde dahi 01.05.2024 tarihinde yıllık izne hak kazanmış olacaktır.

Yıllık İzinde Süreleri

İşveren, işyerinin yönetim hakkına sahip olduğundan izin hakkının uygulanmasından sorumludur. 4857 sayılı İş Kanunumuz yıllık iznin hesaplanmasında iki temel ölçüt getirmiştir. Bunlar; Hizmet Süresi ve Çalışanın Yaşı.

1- Hizmet Süresine Göre Yıllık İzin
İş Kanunumuza göre, çalışanın hizmet süresine göre belirlenen 14,20,26 günlük yıllık izin süreleri belirlenmiştir. İş Kanunumuzun 53. maddesine göre;
- 1 yıldan 5 yıla kadar (beş yıl dâhil) çalışma süresi olanlarda 14 Gün
- 5 yıldan fazla 15 yıldan az çalışma süresi olanlarda 20 Gün
- 15 yıl (dâhil) ve daha fazla çalışma süresi olanlarda 26 Gün

2- İşçinin Yaşına Göre Değişen Yıllık İzin
İşçinin yaşı dikkate alınarak yıllık izin süreleri ayrıca düzenlenmiştir. İş Kanunumuzun 53. maddesine göre;
•   18 ve daha küçük yaştakiler,
•   50 ve daha yukarı yaştaki işçilere,
yılda 20 işgününden daha az yıllık izin verilemez.

Örnek vermek gerekirse; 4 yıllık hizmeti olan 49 yaşındaki işçi asgari 14 işgünü yıllık izine hak kazanırken, aynı hizmet süresine sahip 51 yaşındaki işçi 20 işgünü yıllık izine hak kazanır.

İzin Sürelerinin Arttırılabilmesi

Yıllık izin süreleri İş Kanunumuzda emredici olarak düzenlenmiştir. Bu bağlamda yıllık izin ücretleri yalnızca işçi lehine olarak arttırılabilir. İş sözleşmesi ile yıllık izin hakkından feragat edilemez ancak yıllık izin süreleri iş sözleşmeleri ve toplu iş sözleşmeleri ile artırılabilir.

Yıllık İznin Kullanılması

İşçi hesaplanacak her hizmet yılına karşılık yıllık iznini, gelecek hizmet yılı içerisinde kullanacaktır. Örnek vermek gerekirse 05.03.2023 yılında işe başlayan bir işçinin 05.03.2024 tarihinde 14 günlük yıllık izine hak kazanmakla birlikte hak ettiği izini kural olarak 05.03.2024 – 05.03.2025 tarihleri arasında kullandırılmalıdır ancak yıllık izin kullandırılmasından işveren sorumlu olduğu için kullanılmayan yıllık izinler sonraki yıllara aktarılır. İşçiler açısından kullandırılmayan izin hakları kaybolmaz.

Yıllık İzninin Bölünmesi

Yıllık izin hakkının bölünmemesi esas olmakla birlikte, tarafların anlaşmasıyla, belli şartlarda yıllık izin bölünerek kullanılabilir. Yıllık ücretli izin işveren tarafından kesinlikle bölünerek kullandırılamaz. Yıllık iznin bölünerek kullanılabilmesi ancak tarafların anlaşmasıyla ve bir bölümü on günden aşağı olmamak üzere bölümler halinde kullanılabilir. Örnek vermek gerekirse; 14 günlük yıllık izine sahip işçi bu izni 10 gün, 2 gün, 2 gün olarak kullanabilir. Ancak aynı işçi söz konusu izini ikişer kez 7 gün şeklinde kullanamaz. Bölünerek kullanılan yıllık izinde bir bölüm izin 10 günden aşağı olmamak kaydıyla kullanılmalıdır.

İşveren tarafından yıl içinde verilmiş bulunan diğer ücretli ve ücretsiz izinler veya dinlenme ve hastalık izinleri yıllık izne mahsup edilemez. Yıllık ücretli izin günlerinin hesabında izin süresine rastlayan ulusal bayram, hafta tatili ve genel tatil günleri izin süresinden sayılmaz.

Yıllık İznin Kullanılmasında Yol İzini

Yıllık izinlerini işyerinin bulunduğu yer dışında bir yerde kullanmak isteyen işçilere talep etmeleri ve söz konusu durumu belgelemeleri şartıyla ücretsiz yol izni verilmesi zorundadır. Gidiş ve dönüşlerinde yolda geçecek süreleri karşılamak etmek şartıyla işveren tarafından verilecek yol izni 4 gün ile sınırlandırılmıştır. Bu duruma örnek vermek gerekirse; İzmir'de çalışan bir işçi, yıllık iznini Diyarbakır ilinde geçirmek istemesi halinde ortalama 20 saatlik bir otobüs yolculuk yapması gerekeceği için çalışan tarafından talep edilmesi halinde ve bu durumun belgelenmesi halinde (otobüs bileti vs.) gidiş ve dönüş olmak üzere 2 günlük yol izni verilmesi zorunludur.

Yıllık İzinde Çalışma Yasağı

4857 sayılı İş Kanunumuzun 58. maddesine göre; Yıllık ücretli iznini kullanmakta olan işçinin izin süresi içinde ücret karşılığı bir işte çalıştığı anlaşılırsa, bu izin süresi içinde kendisine ödenen ücret işveren tarafından geri alınabilir.

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 12.02.2019 tarihli 2018/5600 E., 2019/3382 sayılı kararında yıllık izinde çalışma yasağına ilişkin Anayasal haklardan olan dinlenme hakkı, çalışana, çalışmaya ara vererek dinlenebilmesi için öngörülmüş olup, izin sonrasında işe dinlenmiş olarak dönmesi beklenen işçinin bir anlamda daha da yorularak dönmüş olmasının işine olumsuz yansıyacağı kaçınılmaz olduğundan ve işçinin yıllık izinde çalışması, işverene olan sadakat borcunu da aykırılık oluşturacağından bahisle yıllık izinde başka bir işte çalışan işçinin işten çıkartılmasının haklı fesih olmadığını ancak geçerli bir nedenle fesih olarak değerlendirmiştir.

Yıllık İzin Ücretinin Hesaplanması

Yıllık izin ücreti hesaplama sürecinde, brüt maaşın 30 günlük bir döneme bölünmesiyle günlük brüt ücret hesaplanır. Bu günlük ücret, kullanılmayan izin günü sayısı ile çarpılır ve bu işlem sonucu brüt kullanılmayan yıllık izin ücreti bulunur. Hesaplama sonrası elde edilen bu brüt tutardan, gelir vergisi, sosyal güvenlik primleri ve damga vergisi gibi kesintiler düşüldüğünde, çalışanın alacağı net kullanılmayan yıllık izin ücreti ortaya çıkar.

İşveren, yıllık ücretli iznini kullanan her işçiye, yıllık izin dönemine ilişkin ücretini ilgili işçinin izine başlamasından önce peşin olarak ödemek veya avans olarak vermek zorundadır. Eğer yıllık izin ücreti işçi izne başlamadan önce ödenmemişse yapılmayan ödeme için gecikme faizi uygulanır. İş Kanunu 34. maddesinde 'Gününde ödenmeyen ücretler için mevduata uygulanan en yüksek faiz oranı uygulanır.'  hükmü yer almaktadır. Dolaysıyla işçinin hak ettiği yıllık izin ücretinin ödenmemesi halinde mevduata uygulanan en yüksek faiz oranları uygulanarak hesaplanır.

Av. Ahmet Faruk Ümüt

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr
#19
TÜKETİCİ HUKUKU NEDİR?

Tüketici Hukuku, temel ekonomik menfaatlerinin korunmasının yanı sıra kamu yararına uygun olarak tüketicinin sağlık ve güvenliği ile ekonomik zararları tazmin edici ve çevresel tehlikelerden korunmasını sağlayıcı önlemek ve ve ticari hayatın sürdürülebilmesi için gerekli temel hak ve güvenceleri içine alan bir çalışma alanı olup 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu ve 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un yanında birçok ikincil mevzuata sahip bir hukuk dalıdır. Tüketici Hukukuna ilişkin saydığımız iki kanunun yanında;

Tüketici Sözleşmelerindeki Haksız Şartlar Hakkında Yönetmelik,
Taksitle Satış Sözleşmeleri Hakkında Yönetmelik,
Tüketici Kredisi Sözleşmeleri Yönetmeliği,
Ön Ödemeli Konut Satışları Hakkında Yönetmelik,
İş Yeri Dışında Kurulan Sözleşmeler Yönetmeliği,
Mesafeli Sözleşmeler Yönetmeliği,
Finansal Hizmetlere İlişkin Mesafeli Sözleşmeler Yönetmeliği,
Devre Tatil ve Uzun Süreli Tatil Hizmeti Sözleşmeleri Yönetmeliği.
Paket Tur Sözleşmeleri Yönetmeliği,
Abonelik Sözleşmeleri Yönetmeliği,
Süreli Yayın Kuruluşlarınca Düzenlenen Promosyon Uygulamalarına İlişkin Yönetmelik,
Fiyat Etiketi Yönetmeliği,
Satış Sonrası Hizmetler Yönetmeliği,

gibi birçok ikincil mevzuata sahip bir çalışma alanıdır. Bu sebeple yurttaşların karşılaştığı hukuki ihtilaflar karşısında yapacağı başvurularda ikincil mevzuatı da göz önünde bulundurarak hareket etmesi hakkın kazanılmasında önem arz edecektir.

TÜKETİCİ SÖZLEŞMELERİNDE HAKSIZ ŞARTLAR

Tüketici Hukukunda haksız şart; tüketiciyle müzakere edilmeden sözleşmeye dahil edilen ve tarafların sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerinde dürüstlük kuralına aykırı düşecek biçimde tüketici aleyhine dengesizliğe neden olan sözleşme şartlarıdır.

Tüketiciyle yapılan sözleşmelerde yer alan haksız şartlar kesin olarak hükümsüzdür. Buna bağlı olarak da taraflar bu haksız şartlardan doğan yükümlülüklerini ifa etmek (yerine getirmek) zorunda değildir. Ancak sözleşmede bir veya birden fazla haksız şartın bulunması sözleşmeyi tamamen hükümsüz hale getirmez. Sözleşmenin haksız şartlar dışındaki hükümleri geçerliliğini korur. Bu durumda sözleşmeyi düzenleyen, kesin olarak hükümsüz sayılan şartlar olmasaydı diğer hükümlerle sözleşmeyi yapmayacak olduğunu ileri süremez.

Tüketici sözleşmelerinde sözleşme şartları önceden hazırlanmış ve sözleşmede matbu olarak yer alan şartlara tüketicinin müdahalede bulunamaması halinde, söz konusu sözleşme hükmünün tüketiciyle müzakere edilmeden imza altına alındığı kabul edilir. Şayet sözleşmeyi hazırlayan satıcı, sözleşme hükümlerinin müzakere edilerek kabul edildiğini iddia ediyorsa bunu ispatlamakla mükelleftir.

Tüketici sözleşmelerinin yazılı olması hâlinde, tüketicinin anlayabileceği açık ve anlaşılır bir dilin kullanılmış olması gerekir. Sözleşmede yer alan herhangi bir hükmün açık ve anlaşılır olmaması veya birden çok anlama gelmesi hâlinde; bu hüküm, tüketicinin lehine yorumlanır. Yine yazılı olarak düzenlenmesi gereken sözleşmeler ve bilgilendirmeler en az on iki punto büyüklüğünde, anlaşılabilir bir dilde, açık, sade ve okunabilir bir şekilde düzenlenir ve bunların bir nüshası tüketiciye verilmek zorundadır.

Tüketici ile yapılan sözleşmelerde yer alan bir hükmün haksız şart olarak nitelendirilebilmesi için 2 şartın aynı anda gerçekleşmiş olması gereklidir. Buna göre;
Sözleşme hükmünün tüketiciyle müzakere edilmeden sözleşmeye dahil edilmesi,
Tarafların sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerinde dürüstlük kuralına aykırı düşecek biçimde tüketici aleyhine dengesizliğe neden olması gereklidir.

Tüketiciye sunulmak üzere hazırlanmış matbu tüketici sözleşmelerinde haksız şartların yer alması durumunda, bu sözleşme şartlarının/hükümlerinin denetimini yapmak Gümrük ve Ticaret Bakanlığı'nın yetkisindedir. Bakanlık, tüketici sözleşmelerinde haksız şartın varlığını tespit etmesi halinde, sözleşmeyi düzenleyene otuz gün süre verir. Bu süre gerekli görüldüğü takdirde 90 güne kadar uzatılabilir. Bakanlıkça verilen sürenin bitimine kadar, sözleşmeyi düzenleyen tarafından haksız şartların sözleşme metninden çıkarmaması halinde, aykırılığın tespit edildiği her bir sözleşme için Kanunun 77. maddesi uyarınca idari para cezası uygulanır. Bu para cezası 2022 yılı için 615 Türk Lirasıdır. 

SATICI MÜŞTERİYE MALI SATMAKTAN VEYA HİZMETİ SAĞLAMAKTAN KAÇINABİLİR Mİ?

Vitrinde, rafta, reyonda, elektronik ortamda veya açıkça görülebilir herhangi bir yerde bulundurulan malın, satılık olmadığını belirten bir ibareye yer verilmedikçe satışından kaçınılamaz. Tüketici yukarıda sayılan yerlerde sergilenen bir malı ücreti mukabilinde satın alma hakkına sahiptir. Yine aynı şekilde bir hizmet sağlayıcısı da herhangi bir sebeple hizmeti sağlamaktan kaçınamaz.

Ticari veya mesleki amaçlarla hareket edenler; aksine bir teamül, ticari örf veya adet ya da haklı bir sebep yoksa, bir mal veya hizmetin satışını o mal veya hizmetin, kendisi tarafından belirlenen miktar, sayı, ebat gibi koşullara ya da başka bir mal veya hizmetin satın alınması şartına bağlayamaz. Bakanlık ve belediyeler yukarıda açıklanan durumların denetimini yapmakla mükelleftir. 

SİPARİŞ VERMEDİĞİM BİR ÜRÜN KAPIMA GELDİ NE YAPMALIYIM?

Sipariş edilmeyen bir malın gönderilmesi ya da hizmetlerin sunulması durumunda, tüketiciye karşı herhangi bir hak ileri sürülemez. Bu hâllerde, tüketicinin sessiz kalması ya da mal veya hizmeti kullanmış olması, sözleşmenin kurulmasına yönelik kabul beyanı olarak yorumlanamaz. Tüketicinin malı geri göndermek veya muhafaza etmek gibi bir yükümlülüğü yoktur. Bir mal veya hizmetin sipariş edildiğini iddia eden bu iddiasını ispatla yükümlüdür.

AYIPLI MAL NEDİR? AYIPLI MALDAN KİM SORUMLUDUR?

Ayıplı mal, tüketiciye teslimi anında, taraflarca kararlaştırılmış olan örnek ya da modele uygun olmaması ya da objektif olarak sahip olması gereken özellikleri taşımaması nedeniyle sözleşmeye aykırı olan maldır. Ambalajında, etiketinde, tanıtma ve kullanma kılavuzunda, internet portalında ya da reklam ve ilanlarında yer alan özelliklerinden bir veya birden fazlasını taşımayan; satıcı tarafından bildirilen veya teknik düzenlemesinde tespit edilen niteliğe aykırı olan; muadili olan malların kullanım amacını karşılamayan, tüketicinin makul olarak beklediği faydaları azaltan veya ortadan kaldıran maddi, hukuki veya ekonomik eksiklikler içeren mallar da ayıplı olarak kabul edilir.   

)Sözleşmeye konu olan malın, sözleşmede kararlaştırılan süre içinde teslim edilmemesi veya montajının satıcı tarafından veya onun sorumluluğu altında gerçekleştirildiği durumlarda gereği gibi monte edilmemesi sözleşmeye aykırı ifa olarak değerlendirilir. Malın montajının tüketici tarafından yapılmasının öngörüldüğü hâllerde, montaj talimatındaki yanlışlık veya eksiklik nedeniyle montaj hatalı yapılmışsa, sözleşmeye aykırı ifa söz konusu olur.

Satıcı, malı satış sözleşmesine uygun olarak tüketiciye teslim etmekle yükümlüdür. Satıcı, kendisinden kaynaklanmayan reklam yoluyla yapılan açıklamalardan haberdar olmadığını ve haberdar olmasının da kendisinden beklenemeyeceğini veya yapılan açıklamanın içeriğinin satış sözleşmesinin akdi anında düzeltilmiş olduğunu veya satış sözleşmesi kurulma kararının bu açıklama ile nedensellik bağı içinde olmadığını ispatladığı takdirde açıklamanın içeriği ile bağlı olmaz. Eğer ayıplı malı satışa sunacaksa şayet ayıplı mal üzerine ya da ambalajına, üretici, ithalatçı veya satıcı tarafından tüketicinin kolaylıkla okuyabileceği şekilde malın ayıbına ilişkin açıklayıcı bilgiyi içeren bir etiket koymalıdır. Bu etiketin tüketiciye verilmesi veya ayıba ilişkin açıklayıcı bilginin tüketiciye verilen fatura, fiş veya satış belgesi üzerinde açıkça gösterilmesi zorunludur. Aksi takdirde bu ürünler asla piyasaya sürülemez.

Satıcının ayıplı maldan doğan sorumluluğu, ayıp daha sonra ortaya çıkmış olsa bile, malın tüketiciye teslim tarihinden itibaren iki yıllık zaman aşımına tabidir. Bu süre konut veya tatil amaçlı taşınmaz mallarda taşınmazın teslim tarihinden itibaren beş yıldır. Bu durumun istisnası ağır kusur veya ürünün ayıbının hile ile gizlenmesi durumudur. Eğer ayıplı ürün satıcının ağır kusuruna ya da satıcının hile ile ayıbı gizleyerek satışa sunması halinde yukarıda belirtilen zaman aşımı hükümleri uygulanmaz.

İkinci el satışlarında satıcının ayıplı maldan sorumluluğu bir yıldan, konut veya tatil amaçlı taşınmaz mallarda ise üç yıldan az olamaz.

AYIPLI MALLARDA TÜKETİCİLERİN SEÇİMLİK HAKLARI NELERDİR?

Tüketicinin zamanaşımı süresi içerisinde aldığı ürünün ayıplı olduğunu anlaması halinde çeşitli seçimlik haklara sahip olur. Buna göre tüketici;

Satılanı geri vermeye hazır olduğunu bildirerek sözleşmeden dönme,
Satılanı alıkoyup ayıp oranında satış bedelinden indirim isteme,
Aşırı bir masraf gerektirmediği takdirde, bütün masrafları satıcıya ait olmak üzere satılanın ücretsiz onarılmasını isteme,
İmkân varsa, satılanın ayıpsız bir misli ile değiştirilmesini isteme,

seçimlik haklarından birini kullanabilir. Satıcı, tüketicinin tercih ettiği seçimlik hakkını yerine getirmekle mükelleftir.

Ücretsiz onarım veya malın ayıpsız misli ile değiştirilmesi seçimlik hakları üretici veya ithalatçıya karşı da kullanılabilir. Yine bu hakların yerine getirilmesi konusunda satıcı, üretici ve ithalatçı birlikte sorumludur. Üretici veya ithalatçı, malın kendisi tarafından piyasaya sürülmesinden sonra ayıbın doğduğunu ispat ettiği takdirde sorumlu tutulmaz.

Ücretsiz onarım veya malın ayıpsız misli ile değiştirilmesi seçimlik haklarının, satıcı için orantısız güçlükleri beraberinde getirecek olması hâlinde tüketici, sözleşmeden dönme veya ayıp oranında bedelden indirim haklarından birini kullanabilir. Orantısızlığın tayininde malın ayıpsız değeri, ayıbın önemi ve diğer seçimlik haklara başvurmanın tüketici açısından sorun teşkil edip etmeyeceği gibi hususlar dikkate alınır.

Ücretsiz onarım veya malın ayıpsız misli ile değiştirilmesi haklarından birinin seçilmesi durumunda bu talebin satıcıya, üreticiye veya ithalatçıya yöneltilmesinden itibaren azami otuz iş günü, konut ve tatil amaçlı taşınmazlarda ise altmış iş günü içinde yerine getirilmesi zorunludur. Aksi hâlde tüketici diğer seçimlik haklarını kullanmakta serbesttir.

Tüketicinin sözleşmeden dönme veya ayıp oranında bedelden indirim hakkını seçtiği durumlarda, ödemiş olduğu bedelin tümü veya bedelden yapılan indirim tutarı derhâl tüketiciye iade edilir.

Seçimlik hakların kullanılması nedeniyle ortaya çıkan tüm masraflar, tüketicinin seçtiği hakkı yerine getiren tarafça karşılanır. Tüketici bu seçimlik haklarından biri ile birlikte 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu hükümleri uyarınca tazminat da talep edebilir.

AYIPLI HİZMET NEDİR?

Ayıplı hizmet, sözleşmede belirlenen süre içinde başlamaması veya taraflarca kararlaştırılmış olan ve objektif olarak sahip olması gereken özellikleri taşımaması nedeniyle sözleşmeye aykırı olan hizmettir. Hizmet sağlayıcısı tarafından bildirilen, internet portalında veya reklam ve ilanlarında yer alan özellikleri taşımayan ya da yararlanma amacı bakımından değerini veya tüketicinin ondan makul olarak beklediği faydaları azaltan veya ortadan kaldıran maddi, hukuki veya ekonomik eksiklikler içeren hizmetler ayıplı hizmet olarak değerlendirilir.

AYIPLI HİZMETTE HAKLARIMIZ

Hizmetin ayıplı ifa edildiği durumlarda tüketici, hizmetin yeniden görülmesi, hizmet sonucu ortaya çıkan eserin ücretsiz onarımı, ayıp oranında bedelden indirim veya sözleşmeden dönme haklarından birini sağlayıcıya karşı kullanmakta serbesttir.

Sağlayıcı, tüketicinin tercih ettiği bu talebi yerine getirmekle yükümlüdür. Seçimlik hakların kullanılması nedeniyle ortaya çıkan tüm masraflar sağlayıcı tarafından karşılanmak zorundadır. Tüketici, bu seçimlik haklarından biri ile birlikte Türk Borçlar Kanunu hükümleri uyarınca tazminat da talep edebilir.

Ücretsiz onarım veya hizmetin yeniden görülmesinin sağlayıcı için orantısız güçlükleri beraberinde getirecek olması hâlinde tüketici bu hakları kullanamaz. Orantısızlığın tayininde hizmetin ayıpsız değeri, ayıbın önemi ve diğer seçimlik haklara başvurmanın tüketici açısından sorun teşkil edip etmeyeceği gibi hususlar dikkate alınır.
Tüketicinin sözleşmeden dönme veya ayıp oranında bedelden indirim hakkını seçtiği durumlarda, ödemiş olduğu bedelin tümü veya bedelden indirim yapılan tutar derhâl tüketiciye iade edilir.

Ücretsiz onarım veya hizmetin yeniden görülmesinin seçildiği hâllerde, hizmetin niteliği ve tüketicinin bu hizmetten yararlanma amacı dikkate alındığında, makul sayılabilecek bir süre içinde ve tüketici için ciddi sorunlar doğurmayacak şekilde bu talep sağlayıcı tarafından yerine getirilir. Her hâlükârda bu süre talebin sağlayıcıya yöneltilmesinden itibaren otuz iş gününü geçemez. Aksi takdirde tüketici diğer seçimlik haklarını kullanmakta serbesttir.

AYIPLI HİZMETE KARŞI HUKUKİ YOLLARA BAŞVURMADA SÜRELER

Kanunlarda veya taraflar arasındaki sözleşmede daha uzun bir süre belirlenmediği takdirde, ayıplı hizmetten sorumluluk, ayıp daha sonra ortaya çıkmış olsa bile, hizmetin ifası tarihinden itibaren iki yıllık zamanaşımı süresine tabidir. Ayıp, ağır kusur ya da hile ile gizlenmişse zamanaşımı hükümleri uygulanmaz.

AYIPLI HİZMETTE HUKUKİ SORUMLULUK

Hizmet sağlayıcı, hizmeti sözleşmeye uygun olarak ifa etmekle yükümlüdür. Sağlayıcı, kendisinden kaynaklanmayan reklam yoluyla yapılan açıklamalardan haberdar olmadığını ve haberdar olmasının da kendisinden beklenemeyeceğini veya yapılan açıklamanın içeriğinin hizmet sözleşmesinin kurulduğu tarihte düzeltilmiş olduğunu veya hizmet sözleşmesinin kurulması kararının bu açıklama ile nedensellik bağı içermediğini ispatladığı takdirde açıklamanın içeriği ile bağlı olmaz.

TAKSİTLE SATIŞ NEDİR? TAKSİTLİ SATIŞTA CAYMA HAKKI

Taksitle satış sözleşmesi, satıcı veya sağlayıcının malın teslimi veya hizmetin ifasını üstlendiği, tüketicinin de bedeli parça parça ödediği satışlardır. Taksitle satış sözleşmesi yazılı olarak kurulmadıkça geçerli olmaz. Yazılı olarak kurulan taksitli satış sözleşmesinin bir nüshasının tüketiciye verilmiş olması gerekir. Tüketici, satıştan sonra ileri bir tarihte bir kereye mahsus sözleşmenin bir örneğini satıcıdan talep edebilir.

Taksitle satış sözleşmelerinin aşağıdaki yazılı bilgileri içermesi gerekir. Buna göre taksitli satış sözleşmelerinde;

Tüketicinin adı, soyadı ve iletişim bilgileri.
Satıcı, sağlayıcı veya kiralayanın isim, unvan, açık adres, telefon ve varsa diğer iletişim bilgileri.
Sözleşmenin düzenlendiği tarih.
Malın veya hizmetin teslim veya ifa tarihi.
Sözleşmeye konu mal veya hizmet.
Malın veya hizmetin tüm vergiler dahil Türk Lirası olarak peşin fiyatı.
Malın veya hizmetin tüm vergiler dahil Türk Lirası olarak taksitle satış fiyatı.
Tüketicinin cayma hakkının olduğu ve bu hakkın hangi sürede ve nasıl kullanılacağı.
Ödeme planı.
Tüketicinin erken ödemede bulunma hakkı ile satıcı veya sağlayıcı tarafından faiz veya komisyon alınmışsa, ödenen miktara göre faiz ve komisyon indirimi talep etme hakkı olduğuna ilişkin bilgi.
Faiz miktarı, faizin hesaplandığı yıllık oran ve sözleşmede belirlenen faiz oranının yüzde otuz fazlasını geçmemek üzere gecikme faiz oranı.
Tüketicinin temerrüde düşmesinin hukuki sonuçları.
Tüketicilerin uyuşmazlık konusundaki başvurularını tüketici mahkemesine veya tüketici hakem heyetine yapabileceklerine dair bilgiler

sayılan hükümlerin tüketici sözleşmelerinde bulunması gerekmektedir.

Tüketici, yedi gün içinde herhangi bir gerekçe göstermeksizin ve cezai şart ödemeksizin taksitle satış sözleşmesinden cayma hakkına sahiptir. Cayma hakkı süresi, hizmet ifasına ilişkin sözleşmelerde sözleşmenin kurulduğu gün; mal teslimine ilişkin sözleşmelerde ise tüketicinin veya tüketici tarafından belirlenen üçüncü kişinin malı teslim aldığı gün başlar. Ancak tüketici, sözleşmenin kurulmasından malın teslimine kadar olan süre içinde de cayma hakkını kullanabilir.
 
Mal teslimi ile hizmet ifasının birlikte yapıldığı sözleşmelerde mal teslimine ilişkin cayma hakkı hükümleri uygulanır. Cayma hakkının kullanıldığına dair bildirimin cayma hakkı süresi içinde satıcı veya sağlayıcıya yazılı olarak veya kalıcı veri saklayıcısı ile yöneltilmiş olması yeterlidir. Satıcı veya sağlayıcı cayma hakkı konusunda tüketicinin bilgilendirildiğini ispat etmekle yükümlüdür. Satıcı cayma süresi içinde malı tüketiciye teslim etmişse tüketici, malı ancak olağan bir gözden geçirmenin gerektirdiği ölçüde kullanabilir. Olağan gözden geçirme malın ilk incelemesini kapsar. Malın mutat olarak kullanılması durumunda tüketici cayma hakkını kullanamaz.

CAYMA HAKKININ KULLANILMASININ SONUÇLARI

Tüketicinin cayma hakkını kullanması durumunda, satıcı veya sağlayıcı cayma bildiriminin kendisine ulaştığı tarihten itibaren yedi gün içinde almış olduğu bedeli ve tüketiciyi borç altına sokan her türlü belgeyi, tüketiciye hiçbir masraf yüklemeksizin iade etmek zorundadır. Cayma hakkını kullanan tüketici ise sözleşme konusu malı, cayma hakkını kullandığı tarihten itibaren yedi gün içinde satıcıya iade etmekle yükümlüdür. Malın 7 gün içinde satıcıya iade edilmemesi halinde cayma hakkı kullanılmamış sayılır. Cayma hakkının kullanılması durumunda tüketici, malın iade masraflarını yüklenmek zorundadır.

Av. Ahmet Faruk Ümüt

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr
#20
CEZA İNFAZ KURUMLARI VE TÜRLERİ

Ceza infaz kurumlarının türleri yaş, cinsiyet, suçun ağırlığı, mahkûmların davranışları gibi çeşitli kriterler dikkate alınarak belirlenmiştir. Bununla birlikte, yeterli bina olmaması halinde, farklı kategorilerden gelen mahkûmların aynı binalarda cezalarının infaz edilmesi de mümkündür. Bu infaz kurumlarında güvenlik derecesi, mahkûmların birbirleriyle ve dış dünya ile ilişkisi, cezanın çektirilme yöntemleri, eğitim ve iş olanakları gibi farklılaştırmalar mevcuttur.

Kapalı Ceza İnfaz Kurumları

Kapalı ceza infaz kurumları, iç ve dış güvenlik görevlileri bulunan, firara karşı teknik, mekanik, elektronik veya fizikî engellerle donatılmış, oda ve koridor kapıları kapalı tutulan, ancak mevzuatın belirttiği hâllerde aynı oda dışındaki hükümlüler arasında ve dış çevre ile temasın olanaklı bulunduğu, yeterli düzeyde güvenlik sağlanmış ve hükümlünün gereksinimine göre bireysel, grup hâlinde veya toplu olarak iyileştirme yöntemlerinin uygulanabileceği tesislerdir.

Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumları

Yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumları, iç ve dış güvenlik görevlilerine sahip, firara karşı teknik, mekanik, elektronik ve fizikî engellerle donatılmış, oda ve koridor kapıları sürekli kapalı tutulan, ancak mevzuatın belirttiği hâllerde aynı oda dışındaki hükümlüler arasında ve dış çevre ile temasların geçerli olduğu sıkı güvenlik rejimine tâbi hükümlülerin bir veya üç kişilik odalarda barındırıldıkları tesislerdir. Bu kurumlarda bireysel veya grup hâlinde iyileştirme yöntemleri uygulanır.

Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm olanlar ile süresine bakılmaksızın, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, yönetmek veya bu örgütün faaliyeti çerçevesinde Türk Ceza Kanununda yer alan;
a) İnsanlığa karşı suçlardan (TCK madde 77, 78)
b) Kasten öldürme suçlarından (TCK madde 81, 82)
c) Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçundan (TCK madde 188)
d) Devletin güvenliğine karşı suçlardan (TCK madde 302, 303, 304, 307, 308)
e) Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlardan (TCK madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315)
Mahkûm olanların cezaları, bu kurumlarda infaz edilir.

Eylem ve tutumları nedeniyle tehlikeli hâlde bulunan ve özel gözetim ve denetim altında bulundurulmaları gerekli olduğu saptananlar ile bulundukları kurumlarda düzen ve disiplini bozanlar veya iyileştirme tedbir, araç ve usûllerine ısrarla karşı koyanlar bu kurumlara gönderilirler. Bu kurumların ihtiyacı karşılama bakımından yetersiz olması hâlinde, diğer kapalı ceza infaz kurumlarının yüksek güvenlikli bölümleri kullanılır.
 
Müebbet hapis cezasına hükümlülerden,  5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki kanunun 107 nci maddede belirtilen koşullu salıverilme süresinin üçte ikisini, süreli hapis cezasına hükümlülerden toplam cezalarının üçte birini, üçüncü fıkrada belirtilen hükümlülerden geriye kalan toplam cezalarının üçte birini bu kurumlarda geçirerek iyi hâl gösterenlerin, tutum ve kişiliklerine uygun diğer ceza infaz kurumlarına gönderilmelerine karar verilebilir. 

Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumları

Kadın kapalı ceza infaz kurumları, kadın hükümlülerin hapis cezalarının infaz edildiği kurumlardır. Bu kurumlarda iç güvenlik görevlileri kadınlardan oluşturulur.  Bu maksatla kurulmuş kurumların ihtiyacı karşılama bakımından yetersiz olması hâlinde, kadın hükümlülerin hapis cezaları diğer kurumların, erkek hükümlülerin kaldığı bölümlerle bağlantısı olmayan bölümlerinde infaz edilir.

Çocuk Kapalı Ceza İnfaz Kurumları

Çocuk tutukluların ya da çocuk eğitimevlerinden disiplin veya diğer nedenlerle kapalı ceza infaz kurumlarına nakillerine karar verilen çocukların barındırıldıkları ve firara karşı engelleri olan iç ve dış güvenlik görevlileri bulunan, eğitim ve öğretime dayalı kurumlardır. 12-18 yaş grubu çocuklar, cinsiyetleri ve fizikî gelişim durumları göz önüne alınarak bu kurumların ayrı ayrı bölümlerinde barındırılırlar. Bu hükümlüler, kendilerine özgü kurumun bulunmadığı hâllerde kapalı ceza infaz kurumlarının çocuklara ayrılan bölümlerine yerleştirilirler. Kurumlarda ayrı bölümlerin bulunmaması hâlinde, kız çocukları kadın kapalı ceza infaz kurumlarının bir bölümünde veya diğer kapalı ceza infaz kurumlarının kendilerine ayrılan bölümlerinde barındırılırlar. Bu kurumlarda çocuklara eğitim ve öğretim verilmesi ilkesine tam olarak uyulur.

Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumları

Gençlik kapalı ceza infaz kurumları, cezanın infazına başlandığı tarihte 18 yaşını bitirmiş olup da 21 yaşını doldurmamış genç hükümlülerin cezalarını çektikleri, eğitim ve öğretim esasına dayalı, firara karşı engelleri olan, iç ve dış güvenlik görevlileri bulunan kurumlardır. Bu hükümlüler için ayrı bir kurum kurulamadığı takdirde, yukarıdaki fıkra kapsamındaki hükümlüler, diğer kapalı ceza infaz kurumlarının gençlere ayrılan bölümlerinde bu maddedeki esaslara göre barındırılırlar.

Açık Ceza İnfaz Kurumları
 
Açık ceza infaz kurumları, hükümlülerin iyileştirilmelerinde, çalıştırılmaları ve meslek edindirilmelerine öncelik verilen, firara karşı engelleri ve dış güvenlik görevlisi bulunmayan, güvenlik bakımından kurum görevlilerinin gözetim ve denetimi ile yetinilen kurumlardır. Açık ceza infaz kurumları ihtiyaca göre ayrıca kadın açık ceza infaz kurumları ve gençlik açık ceza infaz kurumları şeklinde kurulabilir.

Aşağıdaki hâllerde hükümlüler hakkında verilen cezalar doğrudan açık ceza infaz kurumlarında yerine getirilir:

a) Terör suçları, örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçları ile örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçlar ve cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlardan mahkûm olanlar ile ikinci defa mükerrir olanlar ve koşullu salıverilme kararının geri alınması nedeniyle cezası aynen infaz edilenler hariç olmak üzere, kasıtlı suçlardan toplam 3 yıl veya daha az hapis cezasına mahkûm olanlar.
b) Taksirli suçlardan toplam beş yıl veya daha az süreyle hapis cezasına mahkûm olanlar.
c) Adlî para cezası infaz sürecinde hapis cezasına çevrilenler.
d) 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu gereğince tazyik hapsine tabi tutulanlar.

Hükümlülerin kapalı ceza infaz kurumundan açık ceza infaz kurumuna ayrılmalarına 89 uncu madde uyarınca yapılan değerlendirme sonucunda karar verilir.  Toplam 10 yıl ve daha fazla hapis cezasına mahkûm olanlar ile terör suçları, örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçları, örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçlar, kasten öldürme suçları, cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar ve uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçlarından mahkûm olanların kapalı ceza infaz kurumundan açık ceza infaz kurumuna ayrılmalarına ilişkin idare ve gözlem kurulu kararları, infaz hâkiminin onayından sonra uygulanır.

Doğrudan açık ceza infaz kurumuna alınanlar dahil olmak üzere bu kurumlarda bulunan hükümlülerden;
a) Firar edenler veya başka bir fiilden dolayı haklarında tutuklama kararı verilenler idare ve gözlem kurulu kararıyla,
b) Kınamadan başka bir disiplin cezası alıp, bu cezası kesinleşmiş olanlar veya asayiş ve düzenin sağlanması amacıyla disiplin cezası kesinleşmemiş olsa bile eylemi kurum düzeni ya da kişi güvenliği bakımından tehlike oluşturanlar idare ve gözlem kurulu kararıyla,
 c) Açık ceza infaz kurumu şartlarına veya çalışma koşullarına uyum sağlayamayacakları saptananlar idare ve gözlem kurulunun kararı ve infaz hâkiminin onayıyla, kapalı ceza infaz kurumlarına gönderilirler

Hükümlülerin, suç ve ceza türlerine göre, açık ceza infaz kurumlarına ayrılıp ayrılmamalarına, açık ceza infaz kurumlarında geçirecekleri sürelere, kapalı ceza infaz kurumlarına gönderilmelerine, doğrudan açık ceza infaz kurumlarına alınmalarına, doğrudan açık ceza infaz kurumlarına alınanların kapalı ceza infaz kurumlarına gönderilmelerine ve diğer hususlara ilişkin usul ve esaslar yönetmelikte gösterilir.

Çocuk Eğitimevleri

Çocuk eğitimevleri; çocuk hükümlüler hakkında verilen cezaların, hükümlülerin eğitilmeleri, meslek edinmeleri ve yeniden toplumla bütünleştirilmeleri amaçları güdülerek yerine getirildiği tesislerdir. Bu kurumlarda firara karşı engel bulundurulmaz; kurum güvenliği iç güvenlik görevlilerinin gözetim ve sorumluluğunda sağlanır. Kurum içinde veya dışında herhangi bir eğitim ve öğretim programına devam eden ve 18 yaşını dolduran çocukların, eğitim ve öğretimlerini tamamlayabilmeleri bakımından 21 yaşını bitirinceye kadar bu tesislerde kalmalarına izin verilebilir. Haklarında tutuklama kararı bulunanlar ile 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 11 inci madde kapsamına girenler hariç olmak üzere, bu tesislerde bulunan çocuk hükümlüler kapalı ceza infaz kurumlarına gönderilmezler.

Av. Ahmet Faruk Ümüt

Daha fazlası için; www.umut.av.tr

#21
İŞE İADE DAVALARI

İşe iade davası, işverenin iş akdini haksız olarak feshettiği hallerde işçinin haksız yere işten çıkartıldığı süreç içerisinde çalışmadığı zamanların zararını tazminini sağlayan ve aynı zamanda eski koşullarıyla görevine geri dönmesini sağlayan bir dava türüdür.

İş Kanunumuza göre belirsiz süreli iş sözleşmeleri, ancak haklı bir nedenin varlığı halinde feshedilebilir." 4857 sayılı İş Kanunumuzun 18. maddesinde "Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır." denmektedir. Yine aynı kanunumuzun sözleşme feshinde usul başlıklı 19. maddesinde, işverenin fesih bildirimini yazılı olarak yapması gerektiğini ve fesih sebebini açık ve kesin bir şekilde belirtilmesi gerektiğini de belirtmektedir. Hakkındaki iddialara karşı savunmasını almadan bir işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesi, işçinin davranışı veya verimi ile ilgili nedenlerle feshedilemeyeceği de kanunumuzda açıkça belirtilmiştir. 

HAKSIZ FESİH KAVRAMI

Gerek 4857 sayılı İş Kanunu'muzun 18. maddesinin 3. fıkrasında gerekse uluslararası 158 sayılı Hizmet İlişkisine Son Verilmesi Sözleşmesinin 5. ve 6. maddelerinde iş akdinin feshi için geçerli bir neden oluşturmayan nedenlere yer verilmiştir.

Bunlar;
Sendika üyeliği veya çalışma saatleri dışında veya işverenin rızası ile çalışma saatleri içinde sendikal faaliyetlerde bulunmak.
İşyeri sendika temsilciliği yapmak.
Mevzuattan veya sözleşmeden doğan haklarını takip veya yükümlülüklerini yerine getirmek için işveren aleyhine idari veya adli makamlara başvurmak veya bu hususta başlatılmış sürece katılmak.
Irk, renk, cinsiyet, medeni hal, aile yükümlülükleri, hamilelik, doğum, din, siyasi görüş vb nedenler.
Hastalık veya kaza nedeniyle İK m. 25/1-b'de öngörülen bekleme süresinde işe geçici devamsızlık, nedenleriyle işverence iş akdi feshedilmesi.
Kadın işçilerin çalıştırılmasının yasak olduğu sürelerde işe gelmemek.

İşverenin geçerli bir nedene dayanmaksızın yaptığı haksız fesihlerde işçiler için güvence olan "işe iade davası" söz konusu olmaktadır. Her ne kadar Türk Medeni Kanunu ve Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nda "Herkes iddiasını ispatlamakla mükelleftir." denmişse de İş Kanunumuzun 20. maddesine göre; "Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür."

İŞE İADE DAVASI ŞARTLARI

1 - İşe iade davası açabilmek için işçinin İş Kanuna tabi olarak çalışması gereklidir.
2 - İK madde 18/1'e göre işe iade talebinde bulunabilmek için o işyerinde en az 6 aylık kıdeme sahip olmak gereklidir.
• Kıdemden anlaşılması gereken işçinin işyerinde geçirdiği süredir. Yer altı işçileri ise 6 aylık kıdeme sahip olmasalar da kanunda açık bir şekilde belirtildiği üzere işe iade şartlarından faydalanacaklardır. Aynı işverene ait birden fazla işyeri  varsa ve işçi belirli aralıklarla bu işyerlerinde çalışmışsa da 6 aylık kıdem şartında toplam süre dikkate alınacaktır. Yine işyerindeki deneme süresi de işçinin kıdem süresine dahil edilir.
3 - İş sözleşmesinin belirsiz süreli iş sözleşmesi olması gereklidir.   
• İş akdinin belirli bir süreye tabi olmadığı sözleşmeler için belirsiz süreli iş sözleşmesinin varlığından bahsedebiliriz. İş sözleşmesi belirli bir süre için kurulsa dahi esaslı bir neden olmadıkça birden fazla üst üste (zincirleme) yapılamaz. Aksi halde iş akdi kurulmasından itibaren belirsiz süreli olarak kabul edilir. 
4 - İşverenin fesih tarihinde işyerinde 30 veya daha fazla işçi çalıştırması gerekmektedir.
• Aynı iş kolunda(faaliyet alanı) işverenin kendine ait birden fazla işyeri bulunmaktaysa 30 veya daha fazla işçi sayısı kriterinde  işverenin işyerlerindeki toplam işçi sayısını göz önünde bulundurulacaktır.
5 - İşverenin haksız bir nedenle iş akdini feshetmesi gerekmektedir.
6 - İşçinin işveren vekili veya işveren vekili yardımcısı statüsünde olmaması gerekmektedir.

İŞE İADE DAVASINDA SÜRELER

İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde işe iade talebiyle, İş Mahkemeleri Kanunu hükümleri uyarınca arabulucuya başvurmak zorundadır.

Arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamaması hâlinde, son tutanağın düzenlendiği tarihten itibaren, iki hafta içinde iş mahkemesinde dava açılabilir. Arabulucuya başvurmaksızın doğrudan dava açılması sebebiyle davanın usulden reddi hâlinde ret kararı taraflara resen tebliğ edilir.

İşe iade davasında karar kesinleştikten sonra işçi, 10 gün içerisinde işverene işe başlatma talebinde bulunmalıdır. İşveren işe başlatma talebi kendisine ulaştıktan sonra 30 gün içerisinde işçiyi işe başlatmakla yükümlüdür. İşverenin bu yükümlülüğe uymaması halinde işçiye en az dört aylık ve en çok sekiz aylık ücreti tutarında tazminat ödemekle yükümlü olur.

İŞE İADE DAVASINDA YARGITAY KARARLARI

1. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi'nin 05.07.2013 tarihli ve 2013/5262 E. , 2013/20620 K. sayılı kararı;

"...fesih bildirimi yazılı yapılmasına rağmen fesih sebebi açık kesin olarak belirtmemiştir. Fesih sebebinin açık ve kesin olarak belirtilememesi, yapılan fesih işlemini geçersiz kılar."

2. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi'nin 06.06.2013 tarihli ve 2013/6097 E. , 2013/17426 K. sayılı kararı;

"Davalının 22.11.2011 tarihli fesih bildiriminde davacının bir kısım davranışlarına dayanılmışsa da, fesihten önce davacının fesih bildiriminde belirtilen davranışları konusunda davacıdan savunma istendiği veya alındığına dair bir belge de sunulmadığına göre davalı tarafından yapılan feshin geçersiz olduğunun kabulüyle davacının işe iadesine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde reddi hatalıdır."

3. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 15.07.2009 tarihli ve 2009/345 E. , 2009/392 K. sayılı kararı;

"Davacı işçinin üyesi bulunduğu sendika ile işveren arasında bağıtlanan sözleşmenin davacı yönünden işe başlatıldığı tarihten itibaren uygulanması gerekir. Davacının toplu iş sözleşmesinin uygulanmasına karşı çıkarak işe başlamayı reddetmesi ve işyerinden ayrılması, işe başlama yönünde gerçek bir iradenin ortaya konulmadığı anlamına gelmektedir. Davacı işçinin işe iade başvurusunda bulunmamış olması sebebiyle 4857 sayılı İş Kanunu'nun 21/5. maddesi uyarınca işverence yapılan fesih geçerli bir feshin sonuçlarını doğurur. Böyle olunca işe iade davasında tespit edilen işe başlatmama tazminatı ile boşta geçen süre ücretine hak kazanılması söz konusu olmaz. Yine, sözkonusu fesih geçerli hale gelmekle, 4 aylık sürenin ilavesine ve ücret artışına bağlı olarak ihbar ve kıdem tazminatı talep edilmesi de mümkün değildir."

4. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 31.01.2013 tarihli ve 2012/26496 E. , 2013/3782 K. sayılı ilamı;

"4857 sayılı İş Kanunu'nun 21. maddesi uyarınca, mahkemece feshin geçersizliğine karar verildiğinde, kararın kesinleşmesine kadar çalıştırılmadığı süre için işçiye en çok dört aya kadar doğmuş bulunan ücret ve diğer hakların ödenmesini de hüküm altına alınması gerekir. Bu süre üst sınır olup, aynı maddenin son fıkrası uyarınca sözleşme ile değiştirilemez, aksi hükümler geçersizdir. Yasa koyucu yargılama süresini dikkate alarak bu düzenlemeyi yapmıştır. Yargılama süreci 4 aylık sürenin altında kaldığında, kısaca fesih ile işe iade kararı sonrası başvuru arasında boşta geçen süre 4 aydan az olduğu takdirde, başvuru tarihine kadar ki ücret ve diğer haklar hüküm altına alınacaktır. Ancak yargılama süreci 4 aydan fazla sürdüğünde, yasanın amir hükmü gereği boşta geçen süre için 4 aya kadar ücret ve diğer hakların ödenmesi gerekecektir. Boşta geçen süre için ücret ve diğer hakların ödenmesi, feshin geçersizliğine bağlı ikincil bir sonuçtur. Talep olmasa da mahkemece dikkate alınması gerekir. Ayrıca feshin geçersizliği istemi tespit niteliğinde olduğundan, boşta geçen süre için ücret ve diğer hakların miktar belirtilmeksizin, hüküm altına alınması ve ödenmesi gerektiğinin tespiti ile yetinilmesi gerekir."

5. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi'nin 22.06.2006 tarihli ve 2006/38631 E. , 2006/18287 K. sayılı ilamında;

"Şayet davacı 10 gün içerisinde işe başlatılması için işverene başvurmamış ise 31.12.2004 tarihinde yapılan fesih geçerli hale gelecektir. Bu taktirde şimdi olduğu gibi davacının işçilik alacaklarının tespitinde 31.12.2004 tarihinin esas alınması doğrudur. Şayet davacı işçi, 10 gün içerisinde işe başlatma için müracaat etmiş ve işveren tarafından yasal süre içerisinde işe başlatılmamış ise, bu durumda kesinleşen işe iade davası ile 31.12.2004 tarihinde yapılan fesih geçersiz hale geldiğinden artık 31.12.2004 tarihinde yapılmış bir fesihten söz edilemez. Bu durumda, dairemizin istikrar kazanan uygulamasına göre, iş akdinin feshi işe iade kararı üzerine işçinin işe başlatılmadığı tarihte gerçekleşmiş olacaktır. Her dava açıldığı tarihteki şartlara göre değerlendirileceğinden, işçilik alacakları ile ilgili bu davanın açıldığı tarihte yapılmış bir fesihten bahsedilemeyeceğinden, feshe bağlı olarak talep edilebilen ihbar ve kıdem tazminatı ile yıllık izin alacak taleplerinin reddine karar vermek gerekecektir"

6. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi'nin 22.11.2006 tarihli ve 2006/11483 E. , 2006/30849 K. sayılı ilamında;

"Dosyadaki bilgi ve belgelerden, davacının 9 ve 10.11.2004 tarihlerindeki işe iade için başvurularının, işe iade kararının kesinleşmesinden önce yapıldığı anlaşılmaktadır. İşe iade kararının kesinleşmesinden önce yapılan bu başvurular geçerli değildir"

7. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi'nin 12.07.2010 tarihli ve 2010/9233  E. , 2010/22908 K. sayılı ilamında;

"Davacı, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini istemiştir. İşe iade davaları ya sadece alt işveren aleyhine ya da alt işverenin yanında ve asıl işveren de davalı gösterilerek açılabilir. Başka bir anlatımla, işe iade davası sadece asıl işveren aleyhine açılamaz. Davacı vekili, dava dilekçesinde asıl işveren-alt işveren ilişkisinin muvazaaya dayandığını, gerçek işvereninin İSKİ Genel Müdürlüğü olduğunu belirterek davayı bilinçli bir şekilde sadecede İSKİ genel Müdürlüğü aleyhine açmıştır. Bu durumda husumette yanılmadan söz edilmesi de mümkün değildir. Davacının dava dışı ... San.ve Tic.Ltd.Şti.'nin işçisi olduğu, davalılar arasındaki asıl işveren-alt işveren ilişkisinin muvazaaya dayanmadığı anlaşılmakla, davalı İSKİ Genel Müdürlüğü aleyhine açılan davanın husumet yönünden reddine karar verilmelidir."

8. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi'nin 19.03.2012 tarihli ve 2012/10514  E. , 2012/8813 K. sayılı ilamında;

"Ana kural işinin fesih tarihinde çalıştığı işyerinde ve aynı pozisyonda işe başlatılmasıdır. İşçinin eski işinde ya da işyerinde başlatılmasının mümkün olmaması halinde esaslı değişiklik hali yaratılmadan yeni iş teklifi yapılmalı bu koşul da sağlanamadığı takdirde m.22ye uygun şekilde çalışma koşullarında esaslı değişiklik prosedürü işletilmelidir."

Av. Ahmet Faruk Ümüt

Daha fazlası için; www.umut.av.tr
#22
Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve 659 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununda Yapılan Değişikliklere İlişkin Karşılaştırmalı Tablo


#23
ÖZEL SAĞLIK TESİSLERİNİN DENETİMİ HAKKINDA YÖNETMELİK

Sağlık hizmet sunumunun ve sağlık hizmeti sunan gerçek kişiler ileözel hukuk tüzel kişilerine ait sağlık kurum, kuruluş ve müesseselerin ilgili mevzuat ve Sağlık Bakanlığınca belirlenen politika ve düzenlemelere uygunluğunun denetlenmesine ve uygulanacak idari yaptırımlara ilişkin usul ve esasları düzenlemek amacıyla 17.11.2023 tarih ve 32372 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Yönetmelik, sağlık hizmeti sunan gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerine ait olup ilgili mevzuatı uyarınca Sağlık Bakanlığı tarafından verilen izin, uygunluk belgesi veya ruhsat ile faaliyet gösteren tüm sağlık kurum, kuruluş ve müesseseleri, yetkisiz, izinsiz veya ruhsatsız sağlık hizmeti sunumuna konu olan kişi, kurum ve kuruluşlar ile Sağlık Bakanlığınca yetkilendirilen uluslararası sağlık turizmi aracı kuruluşlarını kapsamasıyla oldukça geniş bir kapsamı denetleme gayesiyle yürürlüğe girmiştir.

Dayanağını, 11/4/1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasınaDair Kanuna, 24/5/1933 tarihli ve 2219 sayılı Hususi Hastaneler Kanununa, 7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı SağlıkHizmetleri Temel Kanununun 9 uncu maddesinin (c) bendi ile ek 11 inci maddesine ve 1 sayılı CumhurbaşkanlığıTeşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 355 inci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendine ve 508 inci maddesinden alan Yönetmelik içerisinde çeşitli tanımlamalar, yaptırımlar ve bu yaptırımlara ilişkin itiraz prosedürlerini düzenlemektedir.

Söz konusu Yönetmeliğin 4. maddesinde bazı tanımlar yapılmış olup buna göre;

Denetim: Sağlık hizmeti sunan gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerine ait tüm sağlık kurum, kuruluş vemüesseselerinin ve sağlık hizmet sunumunun; ilgili mevzuat ve Bakanlıkça belirlenen politika ve düzenlemelereuygunluğunun tespit edilmesi ve aykırı durumlarda idari yaptırım uygulanmasını sağlamak amacıyla Bakanlık veya Bakanlık adına İl Sağlık Müdürlükleri tarafından yapılan inceleme, soruşturma, izleme, değerlendirme ve koordinasyonfaaliyetleri ile idari yaptırımlara ilişkin iş ve işlemleri kapsayan süreci,
Denetleyici: Denetimin türüne ve kapsamına göre sağlık hizmet sunum alanlarında veya sağlık hizmeti sunan gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerine ait tüm sağlık kurum, kuruluş ve müesseselerinde inceleme,denetim ve değerlendirme yapmak üzere bu Yönetmeliğe göre Bakanlık veya İl Sağlık Müdürlükleri tarafından görevlendirilen kişiyi,
Denetim Ekibi: Denetim faaliyetlerini gerçekleştirmek üzere denetimin türüne ve kapsamına göre Bakanlık veya il sağlık müdürlüğü tarafından bu Yönetmeliğe göre oluşturulan ekibi,
E-Denetim: Sağlık Bakanlığınca oluşturulan Sağlık Tesisleri Denetim ve İzleme Sistemi üzerinden gerçekleştirilen denetimi,
Faaliyet Raporu: Müdürlüklerce e-denetim üzerinden gerçekleştirilen denetimlere ait gerektiğinde veya yıllık olarak düzenlenen il denetim faaliyet raporunu,
Sağlık Tesisi: Tabi olduğu mevzuat hükümleri uyarınca Sağlık Bakanlığınca ruhsat ve faaliyet izin belgesi veya uygunluk belgesi düzenlenen tüm sağlık kurum, kuruluş ve müesseseleri,
Sağlık Tesisi Yetkilisi: Sağlık tesisinin mesul müdürü ile muayenehane sahibi hekim ve diş hekimlerini,
Uygunsuzluk: Sağlık tesisi denetimlerinde; bina ve hizmet birimi, personel, tıbbi cihaz, donanım, malzeme ve ilaç standartlarında, belge ve kayıtlarında, hizmet sunumu ve faaliyetlerinde ilgili mevzuatına, Bakanlıkça belirlenmiş olan düzenlemelere, sağlık politika ve programlarına ilişkin olarak tespit edilen aykırılıkları,
İfade edecek şekilde tanımlanmıştır. 

DENETİM TÜRLERİ

Yönetmelik ile sağlık tesisleri ve sağlık hizmet sunum alanlarında üç farklı şekilde denetim öngörülmüş olup buna göre;
 
Olağan Denetim; İl Sağlık Müdürlüğü'nün denetim planında belirlenen takvim dâhilinde yerinde yapılan denetimdir. Sağlık tesisinin tabi olduğu mevzuatında belirlenmiş olan ruhsat, faaliyet ve hizmet standartlarına göre denetim ekibi tarafından yılda en az bir kez ve haberli olarak yapılır.

Olağan Dışı Denetim; İhbar veya şikâyet üzerine veya yazılı, görsel ve işitsel yayınlar, sosyal paylaşım siteleri, elektronik ortam ve benzeri iletişim kanallarında ilgili mevzuat ve Bakanlıkça belirlenen politika ve düzenlemelerle uyumlu olmayan bildirimler hakkında Bakanlık veya İl Sağlık Müdürlüğünce resen ve habersiz olarak yapılan denetimdir. Olağan dışı denetimin; idari yaptırım uygulanması, adli merciler veya ilgili diğer kurum ve kuruluşlara bildirimler hariç olmak üzere, denetimi yapacak denetleyici ya da denetim ekibinin görevlendirildiği tarihten itibaren en geç otuz gün içerisinde tamamlanması esastır.

Süre Sonu Denetim; Denetimlerde tespit edilen uygunsuzlukların giderilmesi için verilen sürenin sona erdiği tarihten itibaren en geç on beş iş günü içerisinde uygunsuzlukların giderilip giderilmediğinin yerinde tespiti amacıyla yapılan denetimdir. Bu denetimde, denetim tutanağına süre sonu denetimi olduğu yazılır.

DOSYA VE ELEKTRONİK SİSTEM ÜZERİNDEN DENETİM

Yönetmelik ile belirli bir sağlık hizmet sunumu alanında, Sağlık Bakanlığınca belirlenmiş olan tıbbi uygulamalara veya tıbbi endikasyonlara uygunluğunun tespiti amacıyla hasta dosyası, elektronik kayıt sistemleri, tıbbi fotoğraf, tıbbi görüntüleme, rapor ve diğer ilgili bilgi ve belgeler üzerinden veya e-denetim sistemi kullanılarak inceleme, denetim ve değerlendirme yapılabilmesinin önü açılmış olup bu değerlendirmenin yapılabilmesi için Sağlık Bakanlığına ait sağlık kurum ve kuruluşlarından veya üniversitelerden; konusunda uzman, tercihen akademisyenlerden, Sağlık Bakanlığının veya İl Sağlı Müdürlüğünün onayı ile en az üç kişilik inceleme, denetim ve değerlendirme komisyonu kurulması gerektiği ve gerektiği takdirde birden fazla komisyon oluşturulabileceği düzenlenmiştir.

Denetimin yapılabilmesi için gerekli bilgi ve belgelerin e-denetim üzerinden eksiksiz ve zamanında giderilebilmesi ve komisyona iletilebilmesi için, Sağlık Bakanlığı veya Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünü personellerinden en az bir kişi denetim ve değerlendirme süresince koordinatör olarak görevlendirileceği ve bu koordinatörün sağlık tesisi yetkilisi ile beraber istenen bilgi ve belgelerin eksiksiz hazırlanması aşamalarında müteselsil sorumlu kılınmıştır. Yine Yönetmelik ile denetim için istenilen bilgi ve belgeleri eksiksiz yerine getirmeyen yetkilinin iki kez uyarılacağı ve üçüncü kez tekrarlanması halinde görevine son verileceği ve üç yıl süre ile sağlık hizmeti verilen kurumlarda müdürlük yapama yetkisinin kısıtlanması yaptırımına tabi tutulacağı düzenlenmiştir.

Yapılan denetimin sonucu Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü veya İl Sağlık Müdürlüğü tarafından raporlanır ve uygun görüldüğü takdirde Sağlık Bakanlığının onayı ile işleme konulacaktır.

YETKİSİZ, İZİNSİZ VEYA RUHSATSIZ SUNULAN SAĞLIK HİZMETLERİNİN DENETİMİ

İlgili mevzuat ve Sağlık Bakanlığı tarafından yayınlanan düzenlemeler hilafında yetkisiz, izinsiz veya ruhsatsız sağlık hizmeti sunduğu ve tıbbi uygulamalar yaptığı tespit edilen gerçek kişiler ve özel hukuk tüzel kişileri bu Yönetmelik esaslarına uygun olarak İl Sağlık Müdürlüğünce denetlenir.

Yetkisiz, izinsiz veya ruhsatsız olarak sağlık hizmeti sunulduğu, tanı ve tedaviye yönelik işlem ve tıbbi uygulamaların yapıldığının tespit edilmesi halinde;
Herhangi yetkili bir kurumdan verilmiş ruhsat, izin veya faaliyet belgesi bulunmayan işyerleri Valilik tarafından kapatılır ve ilgili kişiler hakkında Cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunulur.

Herhangi bir kurum tarafından kendi faaliyet alanı ile ilgili mevzuat kapsamında ruhsat verilmiş işyerleri valilikçe sağlık hizmeti sunumu faaliyetinden men edilerek ilgili kişiler hakkında Cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunulur ve ayrıca ruhsatı düzenleyen kuruma ilgili mevzuatı uyarınca işlem yapılmak üzere gerekli bildirimler yapılır.

DENETİMLERDE UYULACAK USUL VE ESASLAR

Bu Yönetmeliğe göre yapılacak denetimlerin planlanması, koordinasyonu, gerçekleştirilmesi, izlenmesi, değerlendirilmesi, sonuçlandırılması ve raporlanması; aksi bildirilmedikçe e-denetim sistemi üzerinden gerçekleştirilecektir.

Denetim esnasında; sağlık tesisinin iç işleyişine müdahale edilmemesi, hastaların hizmet almasını ve tedavi süreçlerini aksatabilecek nitelikteki tutum, davranış ve uygulamalardan kaçınılması esastır.

Denetim esnasında düzenlenen denetim tespit tutanağı; denetim ekibi ile birlikte ilgili sağlık tesisi yetkilisi tarafından imza altına alınır veya itiraz söz konusu ise şerh konularak imzalanır. Denetimlerde elektronik imza kullanılır. Sistemden kaynaklanan sorunlara bağlı olarak fiziki evrak ve tutanak da kullanılabilir. Elektronik imza aracılığıyla tanzim edilen tutanaklar, ilgili sağlık tesisine e-posta adresine iletilecektir.

Sağlık tesisleri, olağan denetimler haricinde denetim planından bağımsız ve habersiz olarak sağlık hizmet sunumuna ve bünyesinde faaliyet gösteren belirli bir tıbbi birim veya birimlere münhasıran her zaman denetlenebilecektir. 

DENETİME TABİ ÖZEL SAĞLIK TESİSLERİNİN YÜKÜMLÜLÜKLER

Denetime tabi tutulan gerçek ve tüzel kişiler; denetimlerin, denetim süresince bu Yönetmelikle belirlenen usul ve esaslara uygun olarak yürütülmesi ve sonuçlandırılması için denetim ekibine gerekli kolaylığı sağlamak, denetim ile ilgili olan tüm bilgi ve belgeleri denetim ekibine göstermek, talep halinde vermek, incelenmesine yardımcı olmak ve denetim ekibi tarafından sorulan hususlarda anlaşılır ve doğru bilgi vermekle yükümlüdür.

Denetim ekibine, denetim esnasında ilgili sağlık tesisi yetkilisi refakat eder. Denetim süresince; denetim ekibinin sağlık tesisi içindeki güvenliği ilgili sağlık tesisince sağlanır.

Yönetmelik kapsamında denetime tabi tutulacak özel sağlık tesisi yetkilisinin 5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu uyarınca ıslak imzaya eşdeğer ve hukuki geçerliliği olan güvenli e-imza edinmekle yükümlüdür.

Söz konusu yükümlülüklerini yerine getirmeyen sağlık tesisinin yetkilisi bir yıl içerisinde iki kez uyarılır, üçüncü kez yükümlülüklerin yerine getirilmemesi halinde ise yetkilinin görevine son verilir ve üç yıl sağlık tesislerinde mesul müdürlük yapamaz. İlgili mevzuatında mesul müdür tanımlaması olmayan tesisler ise bir yıl içerisinde iki kez uyarılır üçüncü tespitte tesis faaliyeti üç gün süreyle durdurulur.

DENETİMLER SONUCUNDA UYGULANACAK İDARİ YAPTIRIMLAR

Yönetmelik kapsamında özel sağlık tesisinde gerçekleştirilen denetimler sonucunda tespit edilen usulsüzlükler hakkında;
Uyarı,
Süre verme,
Sağlık tesisinin bir kısmında veya tamamında faaliyetin durdurulması,
Ruhsat veya faaliyet izninin askıya alınması veya iptali,
İdari para cezası verilmesi,
Mesul müdürlük görevine son verilmesi,
Adli mercilere suç duyurusunda bulunulması,


 idari yaptırımları uygulanır.

Faaliyetin durdurulması, ruhsat veya faaliyet izninin askıya alınması veya iptali cezaları, Sağlık Bakanlığının; idari para cezaları ile diğer yaptırımlar Valilik tarafından verilecek olur yazısı ile uygulanabilecektir. Söz konusu idari yaptırımlar, Sağlık Bakanlığı veya Valilik tarafından verilen olur yazısının verildiği tarihten itibaren en geç on beş iş günü içerisinde uygulanması esastır.

Sağlık tesisinin bir kısmında veya tamamında faaliyetin durdurulması, ruhsat veya faaliyet izninin askıya alınması veya iptaline ilişkin uygulanan yaptırımlarda; mevcut yatan hastaların tedavisine devam edilir, faaliyet durdurma süresi içerisinde sağlık tesisine veya ilgili birimlere yeni hasta kabulü yapılamaz.

Tesisinin bir kısmında veya tamamında hastaların tedavisini olumsuz etkileyen, hizmetin devamı halinde hasta sağlığını ve güvenliğini tehlikeye sokan ve hizmetin gecikmeksizin derhal durdurulmasını gerektiren acil ve telafisi güç durumların ortaya çıkması halinde eksiklik giderilinceye kadar sağlık tesisinin ilgili biriminde veya tamamında faaliyetler Valilik tarafından durdurulabilir.

Sağlık tesisinin bir kısmında veya poliklinik faaliyetlerinin durdurulmasına ilişkin yaptırımlar, acil sağlıkhizmetleri hariç olmak üzere uygulanır. Faaliyeti durdurulan ilgili birimde yeni hasta kabulü yapılamaz. Faaliyeti durdurulduğu halde hasta kabulüne devam eden sağlık tesisinin faaliyeti iki kat süreyle tamamen durdurulur. Faaliyeti iki kat süreyle durdurulmasına rağmen hasta kabulü yapan sağlık tesisinin ruhsatı Sağlık Bakanlığı tarafından iptal edilir.

Hasta hakları ihlalinin yapıldığı tespit edilen sağlık tesislerinde ihlalin gerçekleştiği ilgili birimin faaliyeti uygun şartlar sağlanana kadar Sağlık Bakanlığının kararı üzerine Valilik tarafından durdurulur ve ilgililer hakkında ilgili mevzuatı uyarınca idari ve adli işlemler yapılır. İlgili birim; acil servis, tıbbi laboratuvar, görüntüleme ve yoğun bakım gibi hastaların tanı ve tedavisinde hayati önemi haiz tıbbi hizmet birimi ise, ilgili birimde uygun şartlar sağlanana kadar İl Sağlık Müdürlüğü tarafından belirlenecek bir komisyonun gözetimi altında faaliyetlerini sürdürmesi sağlanır.

Acil sağlık hizmet sunumunda ve ilgili mevzuatı gereği ilave ücret alınmayacak sağlık hizmetlerinden mevzuat hükümlerine aykırı olarak ilave ücret alındığı tespit edilen sağlık tesisleri hakkında ilk tespitte bir önceki aya ait brüt hizmet gelirinin binde biri oranında idari para cezası verilir ve fazla alınan ücretin iadesi sağlanır. İkinci tespitte idari para cezası bir kat artırılarak uygulanır ve fazla alınan ücretin iadesi sağlanır. Üçüncü tespitte ise sağlık tesisinin poliklinik faaliyeti bir gün süreyle durdurulur ve fazla alınan ücretin iadesi sağlanır. İdari para cezalarının hesaplanmasında; ilgili sağlık tesisinin, idari para cezasına esas teşkil eden fiilin işlendiği tarihten bir önceki aya ait brüt hizmet geliri esas alınacaktır.

Sağlık tesisinin devredilmesi halinde; devralan, devredenin denetim sırasında tespit edilen uygunsuzluklardan kaynaklanan idari yaptırım ve sorumluluklarını da devralmış sayılır. Örnek vermek gerekirse hakkında faaliyeti durdurma kararı verilen sağlık tesisini devralan kimse faaliyeti durdurma idari yaptırımının süresinin tamamlanmasını beklemek zorundadır.

Denetim tarihinde, sağlık tesisinin tabi olduğu mevzuatta belirtilen; acil hastaya müdahale esaslarına, personel, tıbbi cihaz ve donanım, bina ve hizmet birimleri veya malzeme ve ilaç standartlarından herhangi birisinde birden fazla maddeye uygunsuzluk tespit edilmesi halinde en ağır olan yaptırım uygulanır.

Yapılan denetimlerde; sağlık meslek mensubunun meslek icrası esnasında sonucunu öngörerek veya görevinin gereklerine aykırı hareket ederek veyahut görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek tıbbi hata ya da hasta hakları ve etik ilkelere aykırı davranışının inceleme raporu ile tespit ve tevsik edilmesi hâlinde hakkında işlem yapılmak üzere inceleme dosyasının Sağlık Meslekleri Kuruluna sevk edilmesi sağlanır.

DENETİM SONUÇLARINA İTİRAZ VE SAVUNMA

Sağlık tesisleri, sağlık tesisi yetkilisi kanalıyla denetim sonuçlarına itiraz edebilirler.

İtirazlar; denetim esnasında tutulan yerinde tespit tutanağına imza şerhi koymak suretiyle imza aşamasında yapılır. Konulan şerhte; itiraz konusu edilen uygunsuzluğun denetim sorgu formundaki sıra numarası ve sorusu, şerh gerekçesi ve varise dayandığı bilgi ve belgelerle birlikte yazılı olarak belirtilir.

Şerh konulduğu halde denetim sırasında ibraz edilemeyen yazılı açıklama ve dayandığı bilgi ve belgelerin denetim tutanağı tarihini takip eden yedi gün içerisinde resmi kayıt ile müdürlüğe iletilmesi zorunlundur. Süresi içerisinde yapılmayan bildirimler işleme konulmaz ve itiraz gerekçesi ortadan kalkar.

Sağlık tesislerine uygulanan idari yaptırımlar ile ilgili sağlık tesisinin savunması istenir. Sağlık tesisi savunması, tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içerisinde müdürlüğe gönderilir. Bu süre içerisinde savunma vermeyen sağlık tesisleri savunma yapmamış sayılır. Gerekçesi İl Sağlık Müdürlüğü tarafından uygun görüldüğü takdirde sağlık tesisine ek savunma süresi verilebilir. Bu süre yedi günü geçemez.

Yukarıda detayları ile izah ettiğimiz yönetmelik yayım tarihi olan 17.11.2023 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olup Yönetmelik hükümleri Sağlık Bakanlığınca yürütülecektir.

Av. Ahmet Faruk Ümüt

Daha fazlası için; www.umut.av.tr



#24
SAĞLIK HİZMETLERİNDE TANITIM VE BİLGİLENDİRME FAALİYETLERİ HAKKINDA YÖNETMELİK BİLGİ NOTU

Sağlık hizmetlerinde tanıtım ve bilgilendirme faaliyetlerine ilişkin temel ilke ve ölçütlerin belirlenmesi, bu faaliyetlerin denetlenmesi ve uygulanacak yaptırımlara ilişkin usul ve esasların düzenlendiği "Sağlık Hizmetlerinde Tanıtım ve Bilgilendirme Faaliyetleri Hakkında Yönetmelik",  29.07.2023 tarih ve 32263 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Bu Yönetmelik öncesinde;
�    Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasınadair Kanun (m.24 ve m.40),
�    Organ Ve Doku Alınması, Saklanması, Aşılanması Ve Nakli Hakkında Kanun (m.4),
�    Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi (m.8, m.9, m.39),
�    Özel Hastaneler Yönetmeliği (m.60 ve m. 60/A),
�    Ayakta Teşhis Ve Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmelik (m.29 ve m.30)
�    Uluslararası Sağlık Turizmi Ve Turistinsağlığı Hakkında Yönetmelik (m.12),
�    2011/41 Sayılı Genelge (Sağlık Turizmi ve Turistin Sağlığı Kapsamında Sunulacak Sağlık Hizmetleri),
�    2011/59 sayılı Genelge (Bilgilendirme ve Tanıtım Faaliyetleri),
�    2013/15 sayılı Genelge (Özel Sağlık Kuruluşlarının Bilgilendirme ve Tanıtım Faaliyetleri),

ile mevzuatta dağınık halde yer alan sağlık meslek mensupları tarafından uyulması gereken tanıtım ve bilgilendirme usul ve esasları 29.07.2023 tarihi itibariyle yürürlüğe giren Sağlık Hizmetlerinde Tanıtım ve Bilgilendirme Faaliyetleri Hakkında Yönetmelik ile beraber yeni düzenlemeler getirilerek tek bir Yönetmelik çerçevesinde bir araya getirilmiştir.

Söz konusu Yönetmelik sağlık meslek mensuplarını, sağlık hizmeti sunan gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerine ait olup ilgili mevzuatı uyarınca Sağlık Bakanlığı tarafından verilen izin, uygunluk belgesi veya ruhsat ile faaliyet gösteren tüm sağlık kurum, kuruluş, müesseseleri ve uluslararası sağlık turizmi aracı kuruluşları tarafından yapılan tanıtım ve bilgilendirme faaliyetleri ile sağlık hizmet sunumu alanında yetkisi, izni ya da ruhsatı bulunmayan kişi, kurum ve kuruluşlar tarafından yapılan tanıtım ve bilgilendirme faaliyetlerini kapsamasıyla sağlık sektörünün tamamına yakınını yakından ilgilendiren bir düzenleme olmakla birlikte içerisinde çeşitli yaptırım ve yükümlülükleri barındırmaktadır.

Söz konusu düzenlemenin hukuki dayanağını sağlık meslek mensuplarının bağlı olduğu 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu oluşturmaktadır.

Yönetmeliğin Tanımlar başlıklı 4. maddesine göre;

Hekim, diş hekimi, eczacı, hemşire, ebe ve optisyen ile 1219 sayılı Kanunun ek 13. maddesinde tanımlanan diğer meslek mensupları, sağlık meslek mensubu olarak tanımlanmış, tanıtım ve bilgilendirme faaliyetleri ise; özel sağlık tesisleri için hasta kabul ve tedavi edilen uzmanlık dalları, adres ve iletişim bilgileri ile hizmet verilen sağlık alanıyla ilgili sağlığı koruyucu ve geliştirici nitelikteki bilgileri, hekimler için ise mesleki ve akademik unvanı ile 1219 sayılı Kanunda belirlenen ana dal ve yan dal uzmanlıklarını, muayene gün ve saatlerini, hasta kabul ettiği zaman ve mahal bilgisini ve sunmaya yetkili oldukları sağlık hizmetiyle ilgili sağlığı koruyucu ve geliştirici nitelikteki bilgileri içeren; yanıltıcı ve aldatıcı olmayan, insan sağlığını tehlikeye düşürmeyen, talep ve haksız rekabet ortamı yaratmayan ve reklam tanımı kapsamına girmeyen faaliyetlerin tamamı olarak sayılmıştır.

TANITIM VE BİLGİLENDİRMEDE UYULACAK ESASLAR

Yönetmelik kapsamında "tanıtım ve bilgilendirme" ve "sosyal paylaşım mecraları ile internet siteleri" üzerinden yapılan yayın içerikleri ve reklam faaliyetlerine geniş yer ayrılmış olup bu kapsamda ilke ve esaslara açıklık getirilmektedir.  Yönetmelik ile sağlık hizmet sunumunda örtülü veya açık reklam yapılması ve yaptırılması yasaklanmış olmakla birlikte yapılacak tanıtım ve bilgilendirmeler Yönetmeliğin 5. Maddesinde çizilen sınırlar ölçüsünde yapılmalıdır.

Sağlık Alanında Tanıtım ve Bilgilendirmede Temel İlkeler

Sağlık hizmet sunumunda örtülü veya açık reklam yapılması ve yaptırılması yasaktır. Aşağıdaki ilke ve esaslara uyulması kaydıyla tanıtım ve bilgilendirme yapılabilir;

�    Tanıtım ve bilgilendirmelerde, genel ahlaka, tıbbi deontoloji ve meslek etiği kurallarına uyulması zorunludur.
�    Sağlık hizmet sunumu ile ilgili bilgilendirmeler, sadece konusunda hukuken yetkili sağlık meslek mensupları tarafından yapılabilir.
�    Sağlık tesislerinin hasta tedavi ettiği uzmanlık dallarından başka hastaları kabul ve tedavi ettiği intibaını uyandıracak şekilde halkı yanıltan, yanlış yönlendiren, kişi ve toplum sağlığını tehlikeye düşüren, talep ve haksız rekabet ortamı yaratan tanıtım ve bilgilendirme yapılamaz.
�    Tanıtım ve bilgilendirmelerde; sağlık meslek mensubu tarafından yapılsa dahi, doğruluğu bilimsel ve klinik olarak kanıtlanmamış, yerleşik tıbbi metot haline gelmemiş, Bakanlıkça tıbbi işlem olarak tanımlanıp düzenlenmemiş tıbbi ve tedavi yöntemleri hakkında açıklamalara yer verilemez, bu yöntemlerle hastalıkların tedavi edildiği veya tedaviye yardımcı olunduğuna dair ifadeler kullanılamaz.
�    Tanıtım ve bilgilendirmeler; sağlık tesisleri için hasta kabul ve tedavi edilen uzmanlık dalları, adres ve iletişim bilgileri ile hizmet verilen sağlık alanıyla ilgili sağlığı koruyucu ve geliştirici nitelikteki bilgiler, hekim ve diş hekimleri için ise 1219 sayılı Tababet Ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun ile belirlenen ana dal ve yan dal uzmanlıkları, akademik unvan, muayene gün ve saatleri, hasta kabul ettiği zaman ve mahal bilgisi ve hizmet verilen sağlık alanıyla ilgili sağlığı koruyucu ve geliştirici nitelikteki bilgiler ile sınırlıdır.
�    Tanıtım ve bilgilendirmelerde; 1219 sayılı Kanunda yer alan ana dal ve yan dal uzmanlığı dışında uzmanlık unvanı yazılamaz ve kullanılamaz.
�    Hastaların sağlık hizmetine yönelik teşekkür ilanında bulunduğuna dair izlenim oluşturacak faaliyetlerde bulunulamaz.
�    Tanıtım ve bilgilendirmeler, hastayı sağlık meslek mensubuna veya sağlık kuruluşuna doğrudan veya dolaylı biçimde yönlendirecek içerikte olamaz.
�    Tıbbi yardım hizmetleri, genel sağlık kontrolü (check-up), sağlık taraması, danışmanlık, bilgilendirme gibi sebeplerle aracı kuruluş, yayın ve iletişim kanalları vasıtasıyla belirli bir sağlık meslek mensubuna ve sağlık kuruluşuna yönlendirme yapılamaz.
�    Bilimsel terimler, araştırma sonuçları veya bilimsel yayınlardan yapılan alıntı ve istatistiki veriler gerçekte olduklarından farklı sonuçlar doğuracak biçimde sunulamaz.
�    Sağlık hizmetine konu olan mal veya hizmetin diğerlerinden farklı ya da daha üstün olduğu algısı oluşturacak biçimde insanların güvenini kötüye kullanan ya da bilgi eksikliğini istismar eden tanıtım ve bilgilendirme yapılamaz.
�    İnternet sitelerindeki bilgilendirmenin son güncelleme tarihi ile internet sitesi editörüne ulaşılabilecek iletişim bilgileri açıkça belirtilir.
�    İnternet arama motorlarına sağlık tesisleri ve hekimler tarafından kayıt yaptırılabilir. Ancak, kullanılacak anahtar kelimeler ve arama motorlarında çıkan sonuç sayfasında yer alan tüm bilgiler bu Yönetmelikteki ilkelere aykırı olamaz.
�    Kişilerin bilgi ve rızaları olmaksızın kişisel telefonları aranamaz, mektup, kısa ileti, elektronik posta ve sosyal paylaşım araçları vasıtasıyla ileti gönderilerek reklam ve tanıtım yapılamaz.
�    Sağlık hizmetleri; özendirme, çekiliş ve hediye gibi pazarlama amaçlı sunulamaz ve bu amaca yönelik reklam, tanıtım ve bilgilendirme yapılamaz

Sosyal paylaşım ve internet sitelerinde yapılan tanıtım ve bilgilendirmelerde bu Yönetmelikte öngörülen ilkelere uyulması zorunludur. Bu ilkelere aykırı olarak tanıtım ve bilgilendirme faaliyetlerinde bulunanlar ile paylaşanlar aynı derecede sorumludur.

Sağlık hizmetlerine yönelik olarak yürütülecek sosyal sorumluluk projeleri ve kampanyalar kapsamında yapılacak tanıtım ve bilgilendirme faaliyetleri öncesinde Bakanlıktan izin alınması zorunludur. Tanıtım ve bilgilendirmeler; sosyal sorumluluk projesinin kapsamı, süresi ve sadece projeden faydalanacak kişi veya kuruluşlar ile sınırlıdır.

Uluslararası sağlık turizmi kapsamındaki tanıtım ve bilgilendirme faaliyetleri 13/7/2017 tarihli ve 30123 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Uluslararası Sağlık Turizmi ve Turistin Sağlığı Hakkında Yönetmelik hükümlerine uygun olarak yürütülür.
Bilimsel, istatistiki ve haber niteliğindeki bilgi dağıtımı halleri ayrık olmak üzere, organ ve doku alınması ve verilmesine ilişkin her türlü reklam, tanıtım ve benzeri etkinlikler yasaktır.

Yapılacak tanıtım ve bilgilendirme faaliyetleri esnasında yukarıda detayları ile açıklanan hususlara dikkat edilmesi kadar 01/08/1998 tarihli ve 23420 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Hasta Hakları Yönetmeliği ve 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanununa ve 21/6/2019 tarihli Kişisel Sağlık Verileri Hakkında Yönetmelik hükümlerine de hassasiyetle uyulması gerekmektedir.

Tanıtım ve Bilgilendirmelerde Görsel İçerik Kullanımı

Yönetmeliğin "Tanıtım ve Bilgilendirmelerde Görsel İçerik Kullanımı" başlıklı 7. maddesi ile sağlık meslek mensupları ve sağlık tesislerinin, sundukları sağlık hizmetleri ile ilgili yapacakları tanıtım ve bilgilendirmelerinde; tedavinin etkilerini kıyaslayıcı ve talep oluşturan nitelikte öncesi ve/veya sonrası görsellerin bulunması yasaklanmış olup aşağıdaki ilke ve esaslar çerçevesinde görsel kullanımına izin verilmiştir. Buna göre;

• Paylaşılacak görsel içeriklerde; genel ahlak kurallarına aykırı, kamu sağlığı ile esenliğine tehdit oluşturan, kişi hak ve hürriyetlerini zedeleyen, hastanın özel ya da sosyal yaşamını istismar edici, toplumu endişeye sevk edici veya yanıltıcı biçimde görüntü ve ifadelere yer verilemez.
• Hastaya ait görsel içeriklerin kullanılabilmesi için hastanın kendisinin, küçük veya mahcur ise veli veya vasisinin açık rızasının alınması ve Hasta Hakları Yönetmeliğine uyulması şarttır. Açık rıza alınırken Yönetmelik ekinde yer alan "Görsel İçerik Kaydetme ve İşleme Onam Formu"  kullanılır.
• Hasta, paylaşılacak görsel içeriği önceden görme hakkına sahiptir. Görsel paylaşım izni, hastanın kendisinin, küçük veya mahcur ise veli veya vasisinin isteği üzerine herhangi bir usul ve şarta bağlanmaksızın her zaman geri çekilebilir. Hastanın geri çekme talebini sağlık tesisi veya ilgili sağlık meslek mensubu derhal işleme almak ve sonuçlandırmakla yükümlüdür.
• Görüntü paylaşım izni vermeyen hastalara, tanı ve tedavi uygulamalarında ve alınacak bedellerde herhangi bir değişiklik olmayacağı bilgi ve güvencesinin verilmesi zorunludur.
• Görsel içeriklerinin kullanılabilmesi için alınan izin karşılığında hastaya herhangi bir ödeme ya da indirim yapılamaz, hediye verilemez.
• Tanıtım ve bilgilendirmede kullanılacak video ve fotoğraflara ait ortamların, kullanılan tekniklerin gerçeğine aykırı olmaması, yanıltıcı makyaj olmaksızın görüntülenmesi zorunludur. Görsel içerikler üzerinde sonradan teknolojik değişiklik veya düzeltme uygulanamaz. Görsel içeriklerde işlem tarihi ve görselin görüntülendiği tarihin belirtilmesi zorunludur.
• Başka mecralarda yapılmış olsa dahi görsel içeriklere ilişkin yapılan hasta yorumları veya teşekkür ilanı anlamına gelecek ifadeler paylaşılamaz. Görsel içeriklere ait paylaşımların tamamen yoruma kapatılması zorunludur.
• Ameliyat veya tıbbi girişim esnasında ve ameliyathanede hasta görüntüsü paylaşılamaz.
• Genel ahlak kurallarına aykırılık teşkil edecek şekilde vücudun mahrem bölgelerine ait görsel içerikler paylaşılamaz.
• Görsel içerikli paylaşımlar, sağlık tesisi veya ilgili sağlık meslek mensubunun kendisi tarafından yapılmak zorundadır. Bu paylaşımların başkaları tarafından yapılmış olması ilgili sağlık tesisi veya sağlık meslek mensubunun sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.
•    Paylaşılan görsel içerikler; yazılı, görsel basın, sosyal medya platformları, internet siteleri gibi mecralarda sponsorlu olarak ya da ücret verilerek yayınlatılamaz.
•    Sağlık meslek mensubu veya sağlık kuruluşunun, diğer sağlık meslek mensuplarından veya sağlık kuruluşlarından daha üstün veya daha iyi olduğu izlenimini vermeye yönelik olarak bölge, mekân, tıbbi cihaz, donanım, araç, gereç veya personel yahut benzeri herhangi bir unsur ile ilgili görsel paylaşılamaz.

TANITIM VE BİLGİLENDİRME FAALİYETLERİNİN DENETİMİ VE DEĞERLENDİRİLMESİ

Söz konusu tanıtım ve bilgilendirme faaliyetleri Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü, İl Sağlık Müdürlükleri, tarafından basın ve yayın organları, internet siteleri üzerinden düzenli olarak incelenir. İl Sağlık Müdürlükleri, Sağlık Bakanlığı'nın talimatı, resen tespit, ihbar veya şikâyet üzerine sosyal paylaşım ve internet siteleri, afiş, ilan, yazılı ve görsel basın ve benzeri mecralarda bu Yönetmelik hükümlerine aykırı olarak yürütüldüğü tespit edilen tanıtım ve bilgilendirme faaliyetleri hakkında yapılan iş ve işlemleri "Yönetmelik" ekinde yer alan "Tanıtım ve Bilgilendirme Faaliyet Raporu Formuna" uygun olarak Sağlık Bakanlığı'nın "Sağlık Tesisleri Denetim ve İzleme Sistemi" üzerinden gerçekleştirir.

İllerde, tanıtım ve bilgilendirme faaliyetlerinin bu Yönetmelik hükümlerine ve ilgili diğer mevzuata uygunluğunu değerlendirmek üzere Valilik onayı ile Sağlıkta Bilgilendirme Tanıtım Faaliyetleri İl Değerlendirme Komisyonu kurulur.

Komisyon, sağlık hizmetleri başkanının başkanlığında, bir başkan yardımcısı, ilgisine göre ilgili birim sorumlusu, değerlendirmeye konu olan sağlık alanından kamuda görevli bir uzman hekim var ise İl Sağlık Müdürlüğü'nde görevli bir avukat, bulunmaması halinde ilde kamuda görevli bir avukat, Ticaret İl Müdürlüğünden bir temsilci ve ilgisine göre kanunla kurulmuş meslek kuruluşlarından bir temsilci olmak üzere toplam yedi üyeden oluşturulur.

Komisyon; söz konusu Yönetmelik kapsamında aykırılığı tespit edilen tanıtım ve bilgilendirme faaliyetlerini incelemenin sonuçlandırılarak Komisyona sevk edildiği tarihten itibaren en geç otuz gün içerisinde değerlendirir ve karara bağlar. Komisyon, Müdürün yazılı daveti üzerine en az beş üyenin katılımı ile toplanır ve toplantıya katılanların salt çoğunluğu ile karar alır. Komisyonun sekretaryası İl Sağlık Müdürlüğü tarafından yürütülür.

Aykırılığı tespit edilen tanıtım ve bilgilendirme faaliyetleri hakkında 7/11/2013 tarihli ve 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun çerçevesinde Reklam Kurulunca değerlendirilmek üzere Ticaret Bakanlığına veya Ticaret İl Müdürlüklerine gerekli bildirimler yapılır. Bu Yönetmelik kapsamında yapılan bildirim dosyalarının Sağlık Bakanlığı'ndan Ticaret Bakanlığı'na ve İl Sağlık Müdürlüklerinden Ticaret İl Müdürlüklerine iletilmesi esnasında söz konusu bildirim dosyalarında;

• Sağlıkta Bilgilendirme Tanıtım Faaliyetleri İl Değerlendirme Komisyonunun kararı,
• Şikâyete konu olan reklam, tanıtım veya bilgilendirmelere ait üzerinde tarihlerin ve internet sitelerinin URL adreslerinin bulunduğu basılı örnekler, tanıtımlarda yer verilen hangi ifadelerin, ilgili mevzuatın hangi hükmüne aykırılık teşkil ettiğine ilişkin detaylı, açıklayıcı ve ayırt edici bilgiler,
• Reklam veren, aykırı tanıtım ve bilgilendirme yapan sağlık tesisi ve kuruluşlar hakkında Müdürlükler tarafından yapılan inceleme veya denetim sonucuna göre ilgili mevzuatı çerçevesinde yapılan iş ve işlemlere ait bilgi ve belgeler,
• Şikâyete konu edilen sağlık tesisi veya reklamı yapılan hizmete ait var ise ruhsat, bildirim, kayıt veya benzeri izin belgeleri,
bulunmak zorundadır.

RADYO VE TELEVİZYON KANALLARINDA SAĞLIK ALANINDA YAPILAN TANITIM VE BİLGİLENDİRME FAALİYETLERİNİN DENETİMİ

Radyo ve televizyon kanallarında yapılan tanıtım ve bilgilendirme programlarına katılan, konuşma ve açıklama yapan sağlık meslek mensupları programdan önce "Yönetmelik" ekinde yer alan Taahhütnameyi iki nüsha olarak imzalamakla yükümlüdür. Taahhütnamenin bir örneği ilgili yayın kuruluşunda muhafaza edilir ve ayrıca, bir nüshası da Sağlık Bakanlığı'na gönderilir.

Radyo ve televizyon kanallarında yapılan tanıtım ve bilgilendirme faaliyetleri ile bu kapsamda yapılan açıklama ve konuşmaların bu Yönetmelik ile belirlenen ilke ve esaslara uygun olup olmadığı; ilgili uzmanlık alanında akademisyen olan meslek mensuplarından Bakanlıkça her seferinde ilgili sağlık alanına münhasıran oluşturulan en az üç kişilik Sağlıkta Tanıtım ve Bilgilendirme Faaliyetlerini İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu marifetiyle incelenir ve gerekçeli olarak raporlanır.

Gerekçeli raporda; toplum ve kişi sağlığına aykırı bilgilendirme, konuşma veya açıklama yaptığı tespit edilenler hakkında ilgili mevzuatı çerçevesinde gerekli idari yaptırımlar uygulanır ve ayrıca 6112 Sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun kapsamında inceleme ve işlem yapılması talebiyle Radyo ve Televizyon Üst Kuruluna gönderilir.

SAĞLIK HİZMETLERİNDE TANITIM VE BİLGİLENDİRME FAALİYETLERİ HAKKINDA YÖNETMELİK KAPSAMINDAKİ YAPTIRIMLAR

Yönetmeliğin yürürlüğe girmesiyle beraber Yönetmeliğe aykırı haller için geniş kapsamlı yaptırımlar düzenlenmiş olup buna göre;
Hekim veya diş hekimleri tarafından, Sağlık Hizmetlerinde Tanıtım ve Bilgilendirme Faaliyetleri Hakkında Yönetmelik hükümlerine aykırı olarak tanıtım ve bilgilendirme yapıldığının tespit edilmesi halinde, 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanunun ilgili 27. veya 44. Madde hükümleri uyarınca idari para cezası uygulanır. Verilen idari para cezaları, tebliğinden itibaren bir ay içinde ödenir. İlgililer hakkında ilgili mevzuatı kapsamında değerlendirilmek ve işlem yapılmak üzere bağlı bulundukları meslek kuruluşuna gerekli bildirimler yapılır.

Yönetmelik hükümlerine aykırı olarak tanıtım ve bilgilendirme faaliyetlerinin yapıldığı tespit edilen sağlık tesisi iki kez uyarılır. Bir yıl içerisinde üçüncü kez bu Yönetmelik hükümlerine aykırı tanıtım ve bilgilendirme faaliyetleri yapıldığının tespit edilmesi halinde üç gün süreyle ilgili tıp veya uzmanlık dalındaki birimin faaliyeti durdurulur.

Aynı şekilde uluslararası sağlık turizmi sağlık tesisi veya uluslararası sağlık turizmi aracı kuruluşları da Yönetmelik hükümlerine aykırı olarak tanıtım ve bilgilendirme yapıldığı tespit edilmesi halinde uyarılır ve bir yıl içerisinde ikinci kez tespit edilmesi halinde bir ay, üçüncü kez tespit edilmesi halinde üç ay süreyle kuruluşun ve tesisin sağlık turizmi faaliyeti durdurulur.

Organ nakillerinin uygulandığı tıbbi tedavi merkezlerinde Yönetmelik hükümlerine aykırı olarak tanıtım ve bilgilendirme yapıldığının tespit edilmesi halinde, ilk tespitinde organ nakillerinin uygulandığı tıbbi tedavi merkezlerinin kadavra organ dağıtımı üç ay süreyle durdurulur. İkinci tespitte ise nakil türüne göre üç ay süre ile faaliyet izni iptal edilir. Organ veya doku teminine yönelik olarak ilan veya reklam veren veya yayınlayan kişiler hakkında suç duyurusunda bulunulur.

İlgili mevzuata ve Bakanlık düzenlemelerine aykırı olarak yetkisiz, izinsiz veya ruhsatsız sağlık hizmeti sunumuna konu olan kişi, kurum ve kuruluşlar tarafından yapılan tanıtım ve bilgilendirme faaliyetleri yapıldığının tespit edilmesi halinde, yetkisiz sağlık hizmeti sunulan yerlerin faaliyeti derhal durdurulur ve ilgililer hakkında 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanunu ve 3359 Sağlık Hizmetleri Temel Kanun hükümleri uyarınca Cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunulur.

14/7/2005 tarihli ve 2005/9207 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmelik kapsamında serbest olarak çalışan, hekim ve diş hekimi dışındaki sağlık meslek mensupları ile sağlık hizmetlerinde çalışan diğer meslek mensupları sağlık beyanı içermemek, tanı ve tedaviye yönelik olmamak kaydıyla mesleki yetki alanlarında tanıtım ve bilgilendirme yapabilir. Ancak bu kişiler tarafından yapılan mesleki yetki ihlalleri, sağlık beyanı içeren tıbbi tedaviye yönelik faaliyetler ile bu Yönetmelik hükümlerine aykırı olarak yapılan tanıtım ve bilgilendirme faaliyetleri yetkisiz sağlık hizmeti sunumu olarak değerlendirilir ve ilgililer hakkında 1219 sayılı Kanun ile 3359 sayılı Kanun hükümleri uyarınca Cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunulur.

Sosyal paylaşım ve İnternet siteleri üzerinden yapılan sağlıkla ilgili tanıtım ve bilgilendirmelerde insan sağlığını tehlikeye düşüren veya tanı ve tedavi sürecini olumsuz olarak etkileyen veya bu süreci engelleyici nitelikte suç unsurunun bulunduğu tespit edilen ilgililer hakkında 4/5/2007 tarihli ve 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun hükümleri uyarınca ilgili içeriklerin erişime engellenmesi için suç duyurusunda bulunulur.

Söz konusu yönetmelik yayımlandığı 29/07/2023 tarihi itibari ile yürürlüğe girmiş bulunmakta olup Yönetmelikte hüküm bulunmayan hallerde; ilgili diğer mevzuat hükümleri uygulanmakla beraber Yönetmeliğin yürürlük hükümleri Sağlık Bakanlığı nezdinde uygulanmaktadır. 

Av. Ahmet Faruk Ümüt

Daha fazlası için; www.umut.av.tr

#25
YARGITAY KARARLARI IŞIĞINDA KUR FARKI FATURALARINDAN KAYNAKLI UYUŞMAZLIKLAR

Günümüzde enflasyon oranı yüksek ülkelerde yurtiçinde yürütülen ticari faaliyetlerde dahi sıklıkla yabancı para cinsi kullanıldığına tanıklık etmekteyiz. Hal böyleyken ticari ilişkilerden kaynaklı fatura, kayıt ve belgelerde de söz konusu yabancı para birimi ile Türk para birimi arasındaki kur farkları çeşitli uyuşmazlıklara sebebiyet verebilmektedir. Söz konusu uyuşmazlıklara ilişkin hukuki yollara değinmeden önce kavramlardan bahsedecek olursak;

Kur, bir ülkeye ait para biriminin diğer para birimleri karşısındaki fiyatıdır. Kur farkı ise; yabancı para birimi ile yapılan ticari ilişkilerde faturanın düzenlendiği tarih ile faturanın ödendiği tarih arasında paranın değerinde olan değişimden kaynaklı tarafların lehine ya da aleyhine olan farka verilen isimdir.

Yabancı para birimi ile yapılan ticari ilişkilerde faturanın düzenlendiği tarih ile faturanın ödendiği tarih ile faturanın ödendiği tarih arasında paranın değerinde olan değişimden kaynaklı tarafların lehine ya da aleyhine olarak ortaya çıkan farka ilişkin aleyhine fark oluşan tarafın düzenlediği faturaya kur farkı faturası adı verilir.

Vergi Usul Kanunumuzun 215'inci maddesine göre fatura, kayıt ve belgelerde Türk para birimi kullanılması şarta bağlanmış durumdadır. Bununla beraber Türk Lirası karşılığı gösterilmesi koşuluyla bu fatura ve belgelerin yabancı para birimine göre de düzenlenmesi mümkündür. Yurtdışında faaliyet gösteren şirketler ile yapılacak ticari ilişkilerde Türk Lirası karşılığı gösterme şartı aranmaz.

Yurtiçinde yapılacak ticari ilişkilerde ise döviz cinsinden kesilen tutar yine döviz cinsinden tahsil edilecekse taraflar arasında yapılan sözleşmeyle döviz kuru kararlaştırılabilir ve faturaya bu kur üzerinden Türk Lirası değeri yazılır. Bununla beraber hukuki uyuşmazlıklarda sıklıkla karşılaştığımız gibi taraflar arasında döviz kuru kararlaştırılmamış ise faturaya Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB), döviz alış kuru ile faturadaki tutarın Türk Lirası karşılığı yazılmalıdır. (İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı'nın 18.08.2017 tarih ve 11395140-105[VUK-1-20626]-256502 sayılı özelge)

KUR FARKINDAN KAYNAKLANAN HUKUKİ UYUŞMAZLIKLAR

Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik koşullar sebebiyle uygulamada daha çok satıcı aleyhine oluşan kur farkları birçok hukuki ihtilafa sebep sebep olmakla beraber kur farkı talep edebilmek için birden fazla şartın aynı anda birlikte bulunması gerekir.

A. FATURANIN DÖVİZ CİNSİNDEN DÜZENLENMESİ GEREKLİDİR

Kur farkı talep edebilmenin ilk koşulu düzenlenen faturanın döviz cinsinden düzenlenmesidir. Vergi Usul Kanunumuzun 215. maddesi uyarınca döviz cinsinden düzenlenen faturaların Türk Lirası karşılığı da faturada yer almalıdır.


Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 11.09.2018 tarih 2017/3549 Esas, 2018/4033 Karar sayılı ilamında da bu duruma ilişkin; "Kur farkı alacağının talep edilebilmesi için taraflar arasında akdedilen sözleşmede hüküm bulunması ya da faturaya konu malların döviz karşılığı satımının yapılmış olması gerekir. Kur farkında vade farkı istemleri gibi teamülün olup olmadığı önemli değildir."


şeklinde verdiği kararla faturanın döviz cinsinden düzenlenmesi gerektiğini açıkça ortaya koymuştur.

B. TİCARİ SATIMIN DÖVİZ CİNSİNDEN YAPILDIĞI İSPAT EDİLMELİDİR.

Taraflardan herhangi birinin kur farkı talep edebilmek için yapılan ticari satımın döviz cinsinden yapıldığını ispat etmesi gerekir. Yabancı para birimi üzerinden ilişkinin varlığı sınırlı biçim ve koşullardaki belgelerle ispatlanabilir. İspat taraflar arasında yapılan sözleşme ile yapılabileceği gibi ticari ilişkinin döviz cinsinden yapıldığına dair yazışma, mailleşme, sipariş formu, teklif formları, döviz cinsinden düzenlenmiş fatura veyahut fatura açıklamasında buna ilişkin beyanlar vb. gibi evraklar ile de ispat edilebilir.

Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 13.03.2019 tarih 2018/1227 Esas, 2019/1611 Karar sayılı ilamında ticari satımın döviz cinsinden yapılmasının ispatının nasıl yapılabileceğine ilişkin; "Bedeli yabancı para olarak gösterilen faturalar yönünden akdi ilişkinin yabancı para cinsinden kurulduğunun kabulü gerekir. Yabancı para üzerinden kurulan temel ilişkide fatura tarihindeki kur ile ödeme tarihindeki kur arasındaki farkın istenebilmesi için uygulama ya da teamül aranmaz. Hal böyle olunca mahkemece yabancı para cinsinden düzenlenen faturalar yönünden davacının kur farkı talebi yönünden TL cinsinden yapılan ödemeler dikkate alınarak uzman bir bilirkişiye inceleme yaptırılarak ayrıntılı ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınıp deliller hep birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir" demekle ispat yükümlülüğüne ilişkin değerlendirmelerde bulunmuştur.

Yine Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 05.12.2019 tarih 2018/965 Esas, 2019/5447 Karar sayılı ilamında hangi hallerde kur farkı talep edilebileceğine ilişkin; "Kur farkına esas olan faturalar incelendiğinde, satılan malların döviz karşılığının gösterildiği ve bu nedenle ödeme tarihlerine göre kur farkı istenebileceği anlaşılmaktadır. Ancak malın geri iadesi suretiyle yapılan ödemeler ile çek keşide edilmek suretiyle yapılan ödemelerde kur farkı istenemez. Bono ile yapılan ödemelerde ödeme tarihi, havale ve elden yapılan ödemelerde ise makbuz ve havale tarihi itibariyle kur farkı doğuyorsa bu fark istenebilir."

C. ÇEK İLE TÜRK LİRASI CİNSİNDEN ÖDEME ALINDIYSA KUR FARKI TALEP EDİLEMEZ.


Fatura döviz cinsinden düzenlenmiş olsa dahi ödeme için Türk Lirası cinsinden çek kabul edilmişse kur farkı talep edilemez. Çek bir ödeme aracı olmakla beraber döviz cinsi üzerinden de düzenlenmesi mümkün olmakla beraber bedel hanesi verildiği andaki döviz kuru üzerinden hesap edilerek de doldurulabilir. Bu sebeple ticari satıma ilişkin döviz cinsinden fatura düzenlenmiş olsa dahi Türk Lirası cinsinden çek ile ödeme kabul etmek kur farkı faturası almaya engel teşkil edecektir.

Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 10.02.2016 tarih ve 2015/11192 Esas, 2016/2067 Karar sayılı ilamında da söz edildiği üzere; "Taraflar arasındaki uyuşmazlık kur farkı alacağından kaynaklanmaktadır. Davacı tarafından düzenlenen faturaların Amerikan Doları cinsinden olduğu görülmekle kural olarak kur farkı istenebilmesi mümkün ise de; dava konusu uyuşmazlıkta davalının çekle ödemede bulunduğu hususunda bir ihtilaf bulunmamaktadır. Çek bir ödeme vasıtası olup, döviz üzerinden düzenlenmesi mümkün olduğu gibi, bedel hanesi verildiği andaki döviz satış kuru üzerinden hesap edilerek de doldurulabilir. Buna rağmen, ödemeyi Türk Lirası üzerinden çek olarak kabul eden davacının bu aşamadan sonra kur farkı isteyemeyeceğinin kabulü gerekir." hükmüyle çek ile ödeme kabul edildiği takdirde kur farkı istenemeyeceğine hükmetmiştir.


Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 19.03.2019 tarih ve 2017/3234 Esas, 2019/1778 Karar sayılı ilamında; "Dava, cari hesap ve kur farkı alacağından kaynaklanan itirazın iptali istemine ilişkindir. Dosya içerisindeki bilirkişi raporu incelendiğinde kur farkına esas olan faturalara yönelik ödemelerin bir kısmının çek ile yapıldığı görülmektedir. Çek ile yapılan ödemelerde kur farkı istenemeyeceği Dairemizce istikrar kazanmış uygulamalardandır. Bu durumda mahkemece bilirkişiden ek rapor alınarak çek ile yapılan ödemeler düşüldükten sonra bakiye ödemeler yönünden kur farkı hesaplanarak varılacak uygun sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekir."

Kur farkından kaynaklı açılacak alacak davalarda kur farkı faturası düzenlemek dava şartı değildir. Taraflar arasında sözleşme veyahut yabancı döviz cinsinden ticari ilişki varsa kur farkı faturası düzenlenmese dahi kur farkından kaynaklı ticari alacaklar talep edilebilir. Ancak kur farkı faturasının bulunmaması veyahut hiç düzenlenmemesinin kur farkı talebine engel teşkil etmeyecekse de taraflar arasında yabancı para birimi üzerinden yürütülen ticari bir ilişkinin varlığı ortaya konamıyor ise kur farkı faturasının düzenlenmemesi kur farkı talep edenin aleyhine sonuçlar doğurabilecektir. Bu sebeple uygulamada kur farkı düzenlenmesi, kur farkından doğan alacağın talep edilmesini kolaylaştıracaktır.

Kur farkında vade farkı istemleri gibi teamülün olup olmadığı önemli değildir. Yukarıda belirtilen iki şartın varlığı kur farkından kaynaklı alacağı talep edebilmek için yeterlidir.


Av. Ahmet Faruk Ümüt

Daha fazlası için; www.umut.av.tr
#26
TAHLİYE TAAHHÜTNAMESİ 

Günümüzde yaşanan konut ihtiyacındaki artış ve yüksel enflasyon nedeniyle kiracılar ve ev sahipleri sıklıkla hukuki ihtilaflarla karşı karşıya gelmektedir. Son dönemlerde gerek kira sözleşmesinde daha zayıf bir konumda bulunan kiracı gerekse mülkiyet hakkına sahip ev sahibi arasında hakkaniyetin sağlanması için çeşitli Kanuni düzenlemeler yapılmışsa da yapılan düzenlemeler yaşanan problemleri çözmekten uzak kalmış, hukuki ihtilaflar artarak devam etmiştir.

Yaşanan gelişmeler akabinde 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunumuzun "Konut ve Çatılı İşyeri Kiralarında Sözleşmenin Sona Ermesi" başlıklı bölümünün 352. maddesinde düzenlenen "Tahliye Taahhütnamesi" büyük önem kazanmıştır.

TAHLİYE TAAHHÜTNAMESİ NEDİR?

Tahliye taahhütnamesi; kiracının, kiraya verene karşı kiralamış olduğu taşınmazı belli bir tarihte boşaltmayı üstlendiği yazılı taahhütnamedir. Söz konusu taahhütname 6098 sayılı Kanunumuzun 352. maddesinde;

"Madde 352 - Kiracıdan Kaynaklanan Sebeplerle
Kiracı, kiralananın teslim edilmesinden sonra, kiraya verene karşı, kiralananı belli bir tarihte boşaltmayı yazılı olarak üstlendiği hâlde boşaltmamışsa kiraya veren, kira sözleşmesini bu tarihten başlayarak bir ay içinde icraya başvurmak veya dava açmak suretiyle sona erdirebilir."


şeklinde düzenlenmiştir. Uygulamada geçerli bir tahliye taahhütnamesinin varlığından bahsedebilmek için birden fazla koşulun bir arada bulunması gerekmekte olup bunlardan birinin dahi bulunmaması halinde geçerli tahliye taahhütnamesinin varlığından söz edilemez.

TAHLİYE TAAHHÜTNAMESİNİN GEÇERLİLİK KOŞULLARI


1- Tahliye taahhütnamesinin yazılı olarak yapılması gerekmektedir.

Geçerli bir tahliye taahhütnamesinin varlığından bahsedebilmek için tahliye taahhüdünün tarafların özgür iradeleri ile yazılı olarak tanzim edilmesi gerekmektedir. Yazılılık şartı bir geçerlilik şartı olup taahhüdün adi yazılı şekille verilmiş olması yeterlidir. Tahliye taahhüdü, tarafların isteği üzerine düzenlenme şeklinde ya da noter onaylı olarak düzenlenebilir.

2- Tahliye taahhüdünün bizzat kiracı tarafından imzalanması gerekmektedir.

Kiracının yakınları, eşi veya çocukları tarafından verilen tahliye taahhüdü geçersiz sayılmaktadır. Konutta birden fazla kiracının bulunması halinde taahhüdün tüm kiracılar tarafından imzalanması gerekmektedir. Vekil aracılığıyla yapılacak kira sözleşmesi ve tahliye taahhüdünde vekâletnamede özel yetki bulunması gerekmektedir.

3- Tahliye taahhüdünün kira sözleşmesi imzalandıktan sonra özgür irade ile verilmiş olması gerekmektedir.

Tahliye taahhütnameleri kira sözleşmesi imza altına alındıktan makul bir süre sonra ve kiracı tarafından özgür iradesi ile imzalanmış olmalıdır. Bu durumun istisnası yenilenen kira sözleşmesi ile birlikte verilen tahliye taahhüdüdür. (Bknz: Yargıtay 6. Hukuk Dairesi'nin 22.02.2016 tarih ve 2015/5363 Esas, 2016/1143 Karar sayılı ilamı.) Kiracının evi kiralayamama korkusuyla kira sözleşmesi ile beraber imzaladığı tahliye taahhütleri geçersizdir. Yine Türk Borçlar Kanunu m.30 ve devamında sayılan hata, korkutma, aldatma halleri de tahliye taahhüdünü geçersiz hale getiren başka hususlardır.

4- Tahliye taahhüdünde kiralananın hangi tarihte boşaltılacağı, taahhüdün hangi konuta ilişkin verildiği, kira sözleşmesine ilişkin detaylar ve kiracının belli bir tarihte kiralananı boşaltma taahhüdünün eksiksiz olarak yer alması gerekmektedir.

BOŞ OLARAK VERİLEN TAHLİYE TAHHÜDÜNÜN SONRADAN KİRAYA VEREN TARAFINDAN DOLDURULMASI

Uygulamada sıklıkla kiracı tarafından tahliye taahhüdünün içeriği boş ancak altı imzalı olarak verildiği ve bu boşlukların kiraya veren tarafından doldurulduğuna şahit olmaktayız. Yargıtay içtihatlarında taahhüdün altındaki imza kiracıya ait olduğu sürece içeriği sonradan doldurulmuş olsa dahi taahhüdün geçerli olduğu kabul edilmektedir. Bu şekilde verilen tahliye taahhüdünün geçersizliği ispatlamak kiracıya düşmekle beraber yalnızca yazılı deliller ile ispatlanabilir.

Yargıtay 6. Hukuk Dairesi, 11.03.2008 tarihinde verdiği 2008/11 Esas, 2008/2784 Karar sayılı ilamında bu hususa ilişkin;


"Davalı her ne kadar tahliye taahhüdünün kira sözleşmesi düzenlenmesi sırasında alındığını ve tanzim tarihinin sonradan doldurulduğunu savunmuş ise de, imzası inkâr edilmeyen taahhütnamede "halen icar ve işgali altındaki" davacıya ait dairede oturduğunu ve bu şekilde tahliye taahhüdünü kiralananda otururken verdiğini kabul etmiştir. Öte yandan atılan imza, imza sahibi kiracıyı bağlayacağından tahliye taahhüdünü içeren bu belgedeki tarihlerin sonradan doldurulduğu yolundaki itiraza itibar edilemez. Taahhütnamedeki tanzim tarihinin boş olarak bırakılıp davacıya verildiğinin kabul edilmesi halinde dahi davalı kiracı bu şekildeki davranışının sonucuna katlanmak zorundadır. Tanzim tarihinin sonradan doldurulmuş olmasının sonuca etkisi bulunamamaktadır."

şeklinde karar vermiştir.



Aynı uyuşmazlığa ilişkin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 28.09.2021 tarih ve 2017/6-975 Esas, 2021/1108 Karar sayılı ilamında ise uygulamada "beyaza imza" olarak adlandırılan bu duruma ilişkin tartışmaları sonlandıracak şekilde;


"Kira sözleşmesinin yapılması sırasında tarihleri boş olan ve kiracı tarafından imzalanan tahliye taahhüdü alınması durumunda, bu belgenin kiralananın teslimi öncesinde tarihlerinin boş olarak verildiği ve anlaşmaya aykırı olarak sonradan tamamlandığına ilişkin savunmanın kanıtlanması gerekir. Bu şekilde yani düzenleme ve boşaltma tarihlerinin sonradan tamamlanması belgenin geçersizliğini gerekmediği gibi bu tarihlerin anlaşmaya aykırı olarak tamamlandığına ilişkin iddia kiracı tarafından ispatlanmalıdır."

Görüş bildirilerek imzaya itiraz olmaksızın yalnızca tahliye taahhüdünün içeriğinin sonradan doldurulduğu iddiasında ispat yükünün kiracıda olduğunu ve bu şekilde verilen tahliye taahhütlerinin geçersiz olmadığına karar vermiştir.

AİLE KONUTUNDA TAHLİYE TAAHHÜTNAMESİ

Aile Konutu, eşlerin ve varsa müşterek çocukların evlilik birliği içerisinde düzenli yaşamak amacıyla kullandığı konut olarak tanımlamak mümkündür. Kiralanan taşınmaz aile konutu olarak kiralanmışsa eşlerin her biri tarafından imzalanmayan tahliye taahhütnamesinin geçerli bir tahliye taahhütnamesi olduğunu söylemek mümkün değildir.

Aile konutu kavramı hukukumuzda özel bir konuma ve öneme sahip bulunmakla beraber üzerindeki tasarruf yetkisi Kanunlarımızca sınırlandırılmıştır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunumuzun "Aile Konutu" başlıklı 194. maddesine göre;


"Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz. Rızayı sağlayamayan veya haklı bir sebep olmadan kendisine rıza verilmeyen eş, hâkimin müdahalesini isteyebilir."

Tahliye taahhütnamesi, niteliği gereği bozucu yenilik doğuran, tek taraflı, borçlandırıcı bir işlem olup kira sözleşmesinin feshi ile aynı hukuki sonuçları doğuracaktır. Bu sebeple kiralayana tahliye taahhütnamesi verilmesi eşlerin ortak kararı ile alınabilecek bir karar olup eşlerden yalnızca biri tarafından verilmiş taahhütname için diğer eş hakim müdahalesi isteme hakkına sahiptir.

Aile Konutu kavramı taşıdığı önem sebebiyle yalnızca Türk Medeni Kanununda değil aynı zamanda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunumuzda da "Aile Konutu" başlığı altında düzenlenmiş olup anılan Kanunun 349. maddesine göre;


"Aile konutu olarak kullanılmak üzere kiralanan taşınmazlarda kiracı, eşinin açık rızası olmadıkça kira sözleşmesini feshedemez. Bu rızanın alınması mümkün olmazsa veya eş haklı sebep olmaksızın rızasını vermekten kaçınırsa kiracı, hâkimden bu konuda bir karar vermesini isteyebilir. Kiracı olmayan eşin, kiraya verene bildirimde bulunarak kira sözleşmesinin tarafı sıfatını kazanması hâlinde kiraya veren, fesih bildirimi ile fesih ihtarına bağlı bir ödeme süresini kiracıya ve eşine ayrı ayrı bildirmek zorundadır."

Aile konutu ile ilgili her iki kanuni düzenleme de evlilik birliği içerisinde bulunan eşlerin fiil ehliyetini kısıtlamaktadır ve emredici niteliktedir. Bu nedenle eşler aile konutu üzerindeki haklarından önceden feragat edemezler. Aralarında anlaşarak bu haktan vazgeçemezler. Geniş bir izin veremezler. Her bir işlem için ayrı ayrı eşten rıza alınması gereklidir.

Eşlerden biri tarafından verilmiş tahliye taahhüdünün icra takibine konulması akabinde yapılacak itiraz ve itirazın kaldırılması süreçlerinde hakim tarafından taşınmazın aile konutu olup olmadığı ve diğer eşin rızasının aranması gerekmekte olup eğer Aile Mahkemelerinde aile konutunun tespiti davası açılmışsa söz konusu itirazın kaldırılması dosyasında Aile Mahkemesinin vereceği karar bekletici mesele yapılmalıdır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 26.10.2005 tarihli ve 2005/676 Esas, 2005/600 Karar sayılı ilamında;


"Aile konutu özel bir konuma ve öneme sahip kılınmış ve üzerindeki tasarruf yetkisi yasa ile sınırlandırılmıştır. Takibe ve tahliyeye konu taşınmazın aile konutu olduğunun belirlenmesi halinde bu yasal gereklerin yerine getirilip getirilemediğinin araştırılması gerekecektir. Öyleyse, mahkemece öncelikle bu iddia üzerinde durulmalı ve şikâyetçinin bu yerin "aile konutu" olduğunun tespitine yönelik olarak açılmış bir davasının ve aile mahkemesince yapılmış bir belirlemenin bulunup bulunmadığı, araştırılmalı; sonucuna göre gerektiğinde şikâyetçiye tahliyesi istenen taşınmazın aile konutu olduğunu ispata yönelik olarak aile mahkemesine dava açma yetkisi ve olanağı verilmeli ve sonucuna göre bir karar verilmelidir..."

şeklinde karar vererek tahliye taahhüdünün "Aile Konutu" üzerinde verilip verilmediğini ve bu hususta açılan bir tespit davası var ise bu durumun bekletici mesele yapılması gerektiğine hükmetmiştir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun aynı doğrultusunda bir başka kararı için; 19.10.2005 tarihli ve 2005/652 Esas, 2005/583 Karar sayılı ilamı)

Ankara Bölge Adliye Mahkemesi'nin 19. Hukuk Dairesi'nin verdiği bir başka kararda Mahkeme;


"Bu hükümler göstermektedir ki, aile konutu özel bir konuma ve öneme sahip kılınmış ve üzerindeki tasarruf yetkisi yasa ile sınırlandırılmıştır. Takibe ve tahliyeye konu taşınmazın aile konutu olduğunun belirlenmesi halinde bu yasal gereklerin yerine getirilip getirilmediğinin araştırılması gerekecektir. (Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 19. Hukuk Dairesinin 6.12.2018 tarihli ve 2017/2529 Esas, 2018/2234 Karar sayılı ilamı) "


diyerek istikrarlı görüşünü sürdürmüştür.

Aynı şekilde Yargıtay 12. Hukuk Dairesi'nin de 2012/629 Esas ve 2012/19408 Karar sayılı ilamında da söz konusu görüşler tekrarlanmıştır.

Bu sebeple ev sahipleri tarafından alınacak tahliye taahhütnamesinde kiracının kiralananın aile konutu olarak kiralanıp kiralanmadığını tespit ederek her iki eşin de rızasını almalı, kiracılar bakımından ise aile konutu olarak kiralanan evler için tahliye taahhütnamesine dayanılarak yapılan takiplere itiraz ederek ve Aile Mahkemelerinde aile konutunun tespitini istemelidirler.


Av. Ahmet Faruk ÜMÜT

Daha fazlası için; www.umut.av.tr
#27
ARABULUCULUK NEDİR?
Arabuluculuk, 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunumuzun 2. maddesinde; "Sistematik teknikler uygulayarak, görüşmek ve müzakerelerde bulunmak amacıyla tarafları bir araya getiren, onların birbirlerini anlamalarını ve bu suretle çözümlerini kendilerinin üretmesini sağlamak için aralarında iletişim sürecinin kurulmasını gerçekleştiren, tarafların çözüm üretemediklerinin ortaya çıkması hâlinde çözüm önerisi de getirebilen, uzmanlık eğitimi almış olan tarafsız ve bağımsız bir üçüncü kişinin katılımıyla ve ihtiyarî olarak yürütülen uyuşmazlık çözüm yöntemi" olarak tanımlanmıştır.

2013 yılında 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu'nun yürürlüğe girmesi ile hayatımıza giren arabuluculuk müessesesi, pek çok gelişmiş ülkede uzun yıllardır uygulanan ve uyuşmazlıkların mahkemeye taşınmadan çok daha barışçıl ve hızlı şekilde çözümlenmesini sağlayan alternatif bir uyuşmazlık çözme yöntemlerinden biri olmakla beraber ülkemizde 25/10/2017 tarihli ve 30221 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu ile bireysel veya toplu iş sözleşmesine dayanan işçi ve işveren alacağı ve tazminatı ile işe iade taleplerinde dava açmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması, 1/1/2018 tarihi itibariyle, dava şartı haline getirilmiştir.Yine 19.12.2018 tarihli ve 30630 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak 01.01.2019 tarihinde yürürlüğe giren, 7155 sayılı Abonelik Sözleşmesinden Kaynaklanan Para Alacaklarına İlişkin Takibin Başlatılması Usulü hakkında Kanunun 20. maddesi ile 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'na eklenen 5/A maddesi ile ticari davalardan, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartı haline getirilmiştir. Son olarak 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile 6502 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanuna 73/A maddesi olarak eklenen hüküm ile tüketici mahkemelerine açılacak olan tüketici uyuşmazlıklarına ilişkin davalarda arabuluculuğu dava şartı haline getirilmiştir.

Bu haliyle Kanunlarımızda ihtiyari ve zorunlu olarak 2 tür arabuluculuk bulunmakla beraber dava şartı arabuluculuk zorunlu arabuluculuğa örnektir. Zorunlu arabuluculuğun zorunluluk niteliği dava şartı olmasından kaynaklanmaktadır. Arabuluculuk sonucunda anlaşmak ya da anlaşmamak tarafların hür iradeleriyle kararlaştırılacak bir husus olup arabulucunun görevi tarafsız bir şekilde uyuşmazlığın taraflarını bir araya getirmektedir.

ARABULUCULUK SÜRECİ

Kanuna, bireysel veya toplu iş sözleşmesine dayanan işçi veya işveren alacağı ve tazminatı ile işe iade talebiyle açılan davalarda, arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır. İş Kanuna bağlamında işçilik alacakları talepli dava açmak isteyen kişi karşı tarafın, karşı taraf birden fazla ise bunlardan birinin yerleşim yerindeki veya işin yapıldığı yerdeki arabuluculuk bürosuna başvuru yaparak arabuluculuk sürecini başlatabilir. Başvuran taraf, kendisine ve elinde bulunması hâlinde karşı tarafa ait her türlü iletişim bilgisini arabuluculuk bürosuna verir. Arabuluculuk bürosu, tarafların resmi kayıtlarda yer alan iletişim bilgilerini araştırmaya da yetkilidir. Arabuluculuk bürosu, Arabuluculuk Daire Başkanlığı siciline kayıtlı bulunan arabulucuları merkezi atama sistemi üzerinden görevlendirerek taraflara ait iletişim bilgilerini arabulucuya iletir.  Arabulucu bu iletişim bilgilerini esas alır, ihtiyaç duyduğunda kendiliğinden araştırma da yapabilir. Elindeki bilgiler itibarıyla her türlü iletişim vasıtasını kullanarak görevlendirme konusunda tarafları bilgilendirir ve ilk toplantıya davet eder.

Arabulucu bilgilendirme ve davete ilişkin işlemlerini belgeye bağlamakla yükümlüdür. Arabulucu, yapılan başvuruyu görevlendirildiği tarihten itibaren üç hafta içinde sonuçlandırır. Bu süre zorunlu hâllerde arabulucu tarafından en fazla bir hafta uzatılabilir.

Arabuluculuk görüşmesi için taraflara ulaşılamaması, taraflar katılmadığı için görüşme yapılamaması yahut yapılan görüşmeler sonucunda anlaşmaya varılması veya varılamaması hâllerinde arabulucu, arabuluculuk faaliyetini sona erdirir ve son tutanağı düzenleyerek durumu derhâl arabuluculuk bürosuna bildirir.

Taraflardan birinin geçerli bir mazeret göstermeksizin ilk toplantıya katılmaması sebebiyle arabuluculuk faaliyetinin sona ermesi durumunda toplantıya katılmayan taraf, son tutanakta belirtilir ve bu taraf davada kısmen veya tamamen haklı çıksa bile yargılama giderinin tamamından sorumlu tutulur. Ayrıca bu taraf lehine vekâlet ücretine hükmedilmez. Her iki tarafın da ilk toplantıya katılmaması sebebiyle sona eren arabuluculuk faaliyeti üzerine açılacak davalarda tarafların yaptıkları yargılama giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.

ARABULUCUK TUTANAĞI HANGİ HALLERDE İPTAL EDİLEBİLİR?

Esasen bir borçlar hukuku sözleşmesi olan arabuluculuk anlaşma belgesinin geçersizliği de genel esaslara tabidir. Bu kapsamda arabuluculuk anlaşma belgesinin kesin hükümsüzlüğü ve iptal edilebilirliği şeklinde iki tür geçersizlik gündeme gelebilir. Uyuşmazlığın taraflarının iradesinde bir bozukluk ya da aşırı yararlanma halinin bulunması ise iptal edilebilirlik yaptırımını gündeme getirir. Türk Borçlar Kanunun'da düzenlendiği şekliyle, yanılan, aldatılan ve korkutulan kimse sözleşmeyle bağlı değildir. Diğer yandan aşırı yararlanmada, zarar gören de sözleşmeyle bağlılıktan kurtulabilir.
(Bknz; Seda Baş, 6325 Sayılı Kanun İle Öngörülen Dava Açma Yasağının Bir İstisnası Olarak Arabuluculuk Anlaşma Belgesinin İptali, İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 13(1): 176-189 (2022), s.176-189.)

1.    Arabulucudan Kaynaklı Nedenler

Arabulucular, arabuluculuk görüşmelerini gerçekleştirirken gerek Kanunlar gerekse "Arabuluculuk Etik Kurallarıyla" bağlıdırlar. Arabuluculuk görüşmeleri, kural olarak tarafların özgür iradeleriyle yürütülen bir süreçtir. Arabulucular görevlerini ifa ederken titizlikle davranmak zorunda olup, bu süreçte tarafsızlığını ve eşitliği gözetme yükümlülüğünü mutlak olarak yerine getirmekle yükümlüdür.  Bu iki temel ilkenin zedelenmesine sebebiyet verecek her türlü tavır ve söylemden kaçınmak zorundadır.

Arabulucu, arabuluculuk görüşmelerinde açılış konuşmasını yapmaması, tarafları yeterince aydınlatmaması, taraflar arasımda güç dengesini gözetmemesi, taraflardan birinin işyerinde arabuluculuk görüşmesini gerçekleştirmesi gibi tarafsızlığı etkileyen durumlarda görüşmelerin usul ve kurallarına uygun gerçekleştirilmediği sonucuna ulaşılmakla beraber arabuluculuk tutanağının iptali gündeme gelecektir.

2.    Arabuluculuk Tutanağı Sonucu Aşırı Yararlanma Hali (TBK m.28)

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 28. maddesine göre;

"Bir sözleşmede karşılıklı edimler arasında açık bir oransızlık varsa, bu oransızlık, zarar görenin zor durumda kalmasından veya düşüncesizliğinden ya da deneyimsizliğinden yararlanılmak suretiyle gerçekleştirildiği takdirde, zarar gören, durumun özelliğine göre ya sözleşme ile bağlı olmadığını diğer tarafa bildirerek ediminin geri verilmesini ya da sözleşmeye bağlı kalarak edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini isteyebilir."

"Zarar gören bu hakkını, düşüncesizlik veya deneyimsizliğini öğrendiği; zor durumda kalmada ise, bu durumun ortadan kalktığı tarihten başlayarak bir yıl ve her hâlde sözleşmenin kurulduğu tarihten başlayarak beş yıl içinde kullanabilir."


Kanunun lafzından da anlaşılacağı üzere arabuluculuk tutanağındaki karşılıklı menfaatler arasında orantısızlık veya dengesizlik bulunması sebebiyle aşırı yararlanma etkisi barındıran bir arabuluculuk tutanağı, aşırı yararlanma durumundan zarar gören kişi açısından bağlamazlık hükmüne tabidir. Bu hükümden anlaşılması gereken zarar gören kişi için taraflar arasında akdedilen arabuluculuk tutanağının hiçbir hukuki sonuç doğurmayacağıdır.

Aşırı yararlanma halinden zarar gören kişi, bu zararını öğrendiği, zor durumda kalan kişi ise bu zor durumda kalma halinin ortadan kalktığı tarihten itibaren 1 yıl içinde diğer tarafa bildirerek ediminin geri verilmesini ya da sözleşmeye bağlı kalarak edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini isteyebilir.

Bu durumlara örnek vermek gerekirse; işçinin ekonomik durumunun kötü olması sebebiyle acil paraya ihtiyacı olması, işçinin veyahut yakınlarının sakatlık ya da hastalık içinde olması sebebiyle acil nakit paraya ihtiyacı olması hallerinde imzalanan arabuluculuk tutanakları.


3.    Arabuluculuk Tutanağı İmzalanırken Esaslı Bir Hatay Düşme Hali (TBK m.30)

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 30. Maddesine göre; "Sözleşme kurulurken esaslı yanılmaya düşen taraf, sözleşme ile bağlı olmaz."

Yine aynı Kanunun 31. Maddesinde esaslı yanılma halleri sayılmış olup Kanunumuza göre;
•    Yanılan, kurulmasını istediği sözleşmeden başka bir sözleşme için iradesini açıklamışsa,
•    Yanılan, istediğinden başka bir konu için iradesini açıklamışsa,
•    Yanılan, sözleşme yapma iradesini, gerçekte sözleşme yapmak istediği kişiden başkasına açıklamışsa,
•    Yanılan, sözleşmeyi yaparken belirli nitelikleri olan bir kişiyi dikkate almasına karşın başka bir kişi için iradesini açıklamışsa,
•    Yanılan, gerçekte üstlenmek istediğinden önemli ölçüde fazla bir edim için veya gerçekte istediğinden önemli ölçüde az bir karşı edim için iradesini açıklamışsa,
Arabuluculuk tutanağının esaslı bir yanılmaya düşmek suretiyle imzalandığı varsayılır ve iptal edilmesi gerekmektedir.

4.    Arabuluculuk Tutanağı İmzalanırken Aldatılma Hali (TBK m. 36)

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 36. maddesine göre;

"Taraflardan biri, diğerinin aldatması sonucu bir sözleşme yapmışsa, yanılması esaslı olmasa bile, sözleşmeyle bağlı değildir. Üçüncü bir kişinin aldatması sonucu bir sözleşme yapan taraf, sözleşmenin yapıldığı sırada karşı tarafın aldatmayı bilmesi veya bilecek durumda olması hâlinde, sözleşmeyle bağlı değildir."

Aldatma, bir kimseyi sözleşme yapmaya yöneltmek amacıyla bilerek gerçeğe aykırı bir kanaat uyandırma veya mevcut olan bu kanaati sürdürmedir.  Arabuluculuk anlaşma belgesinin imzalanması sırasında uyuşmazlığın taraflarından birinin aldatılmak suretiyle tutanağını imzalaması durumu vekil ile temsil edilmeyen işçiler bakımından uygulamada sıklıkla karşımıza çıkan bir durumdur. Böyle bir durumda arabuluculuk tutanağının iptali davası açılmalı ve anlaşma tutanağı iptal ettirilmelidir.


5.    Arabuluculuk Tutanağı İmzalanırken Korkutulma Hali (TBK m. 37)

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 37. maddesine göre;

"Taraflardan biri, diğerinin veya üçüncü bir kişinin korkutması sonucu bir sözleşme yapmışsa, sözleşmeyle bağlı değildir. Korkutan bir üçüncü kişi olup da diğer taraf korkutmayı bilmiyorsa veya bilecek durumda değilse, sözleşmeyle bağlı kalmak istemeyen korkutulan, hakkaniyet gerektiriyorsa, diğer tarafa tazminat ödemekle yükümlüdür."

Arabuluculuk tutanağının korkutma ile imzalandığını iddia eden kişi, içinde bulunduğu durum bakımından kendisinin veya yakınlarından birinin kişilik haklarına ya da malvarlığına yönelik ağır ve yakın bir zarar tehlikesinin doğduğuna inanmakta haklı ise, korkutma gerçekleşmiş sayılmaktadır.

6.    Arabuluculuk Tutanağının Yetkisiz Kişilerce İmzalanması Hali

Arabuluculuk süreci taraflar veyahut taraf vekilleri ile sürdürülmesi gereken bir süreç olup yetkisiz kişiler tarafından imzalanan tutanakların bir geçerliliği bulunmamaktadır.
Yetkili bir temsilci tarafından bir başkası adına ve hesabına yapılan hukuki işlemin sonuçları, doğrudan doğruya temsil olunanı bağlamaktadır, ancak bir kimse yetkisi olmadığı hâlde temsilci olarak bir hukuki işlem yapması halinde, yapılan işlem temsil olunan tarafından açık veya örtülü olarak onanmadığı sürece temsil olunan açısından hüküm ve sonuç doğurmayacaktır. Yetkisiz temsilden kaynaklı uğranılan zararda temsil olunan, oluşan zararı temsilciden talep edebilir.  (Bknz; TBK m.46, m.47)

7.    Arabuluculuk Tutanağının Emredici Hukuk Kurallarına Aykırı Olması Hali (TBK m.27)


6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 27. maddesine göre; "Kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan sözleşmeler kesin olarak hükümsüzdür."

Kamu düzenine aykırılık iddiasının kabul edilebilirliğine ilişkin Yargıtay verdiği emsal bir kararda; "bir kuralın kamu düzeni ile ilgisi... ülkenin sosyal, ekonomik, kültürel ve tarihsel gerçeklerine göre belirlenmelidir. Diğer bir deyimle, sözü edilen gerçekler kuralın vazgeçilmezliğini; toplumsal yararını ve hukuk düzeninin korunmasına yönelik amacını ortaya koyuyorsa, kuralın kamu düzeni ile ilgisi kabul edilmelidir."  şeklinde kabul etmektedir. (Bknz;Yargıtay HGK E. 1990/3-527, K. 1990/627, T. 12.12.1990)

Sözleşmenin içerdiği hükümlerden bir kısmının hükümsüz olması, diğerlerinin geçerliliğini etkilemeyecek olsa da bu hükümler olmaksızın sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, sözleşmenin tamamı kesin olarak hükümsüz olacaktır.

ARABULUCULUK ANLAŞMA TUTANAĞININ İPTALİNDE GÖREV

Arabuluculuk tutanağında görevli mahkeme, iptali istenen arabuluculuk tutanağında belirtilen uyuşmazlık konusunun dava açıldığında görevli ve yetkili mahkemesi neresi ise, arabuluculuk tutanağının iptali için görevli ve yetkili mahkeme de orasıdır.
Örnek vermek gerekirse; Ankara ilinde işçilik alacakları için yapılan arabuluculuk görüşmesi sonunda imzalanan arabuluculuk tutanağının iptali için görevli ve yetkili mahkeme Ankara İş Mahkemeleridir.

ARABULUCULUK ANLAŞMA TUTANAĞININ İPTALİNDE HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE

Arabuluculuk anlaşmasının ve tutanağının imzalanmasında irade fesadı halleri bulunduğu takdirde, bu belgelerin Türk Borçlar Kanunu'nun 37. ve 39. maddeleri uyarınca iptali için, irade fesadı doğuran hallerin etkisinin ortadan kalktığı tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde dava açılması gerekir. (Bknz; Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 2021/5860 Esas, 2021/16271 Karar sayılı ilamı)

Av. Ahmet Faruk Ümüt

Daha fazlası için; www.umut.av.tr

#28
ÖZEL OKUL ÖĞRETMENLERİNİN HAKLARI NELERDİR?

UNESCO ve ILO'nun 5 Ekim 1966 tarihinde ortaklaşa kabul ettikleri "Öğretmen Hakları Statüsü"ne göre: Öğretmenlerin çalışma koşulları, eğitimin en yüksek derece etkinliğini sağlayacak nitelikte olmalı ve öğretmenlere kendilerini tümüyle mesleksel uğraşlarına adama olanağı vermelidir.

Ülkemizde yürürlükte bulunan ve mevcut çalışma koşullarının ihtiyaçlarına karşılık veremeyen 5580 sayılı Özel Eğitim Kurumları Kanunu'nda özel eğitim kurumlarında çalışan eğitimci personele ilişkin temel iş hukuku normlarından önemli ölçüde ayrılan çeşitli kurallar yer almaktadır. İş sözleşmesinin niteliğinden sona ermesine, sona erdikten sonra muaccel olan hak ve alacaklara kadar farklı olan bu mevzuat ayrılıkları uygulamada özel öğretim kurumlarında çalışan öğretmenlerimizi mağdur etmekte ve haklarına erişimi zorlaştırmaktadır.

Özel eğitim kurumlarında çalışan öğretmenler her sene iş arama endişesi ile karşı karşıya kalmakta ve genellikle de yaz mevsiminde işsiz kalmanın stresini yaşamaktadırlar.

ÖZEL OKUL ÖĞRETMENLERİNİN İŞ SÖZLEŞMELERİ

Özel okul öğretmenlerinin iş sözleşmeleri, 5580 sayılı Özel Öğretim Kanununun 'Özlük Hakları ve Sorumluluklar' başlıklı 9. maddesine göre "en az bir takvim yılı süreli olmak üzere yönetmelikle belirtilen esaslara göre" yazılı olarak yapılır. Kanun koyucu bu hükümle iş sözleşmesinin niteliği gereği esaslı bir sebebin varlığını kabul etmiş ve özel eğitim sektöründe çalışan öğretmenlerin iş sözleşmelerinin belirli süreli iş sözleşmesi niteliğinde olması gerektiğini belirtmiştir. Aynı hükmün devamında ise istisnai bir hali düzenleyerek mazeretleri nedeniyle kurumdan ayrılan öğretmen ve öğreticilerin yerine alınacak öğretmenler ile devredilen kurumların yönetici, öğretmen ve öğreticileri ile bir yıldan daha az bir süre için de iş sözleşmesi yapılabileceğini belirtmiştir. Kanunun lafzından da anlaşılacağı üzere özel okul öğretmenleriyle yapılacak sözleşmeler en az bir takvim yılı süreli ve yazılı olarak yapılmak zorundadır.

Özel eğitim kurumu ile öğretmen arasında yapılan sözleşmeler şekil şartıma tabi olmakla birlikte yapılan sözleşmenin ıslak imzalı bir nüshası sözleşmenin tarafı öğretmene verilmek zorundadır.  Sözleşmenin bir nüshasının öğretmene verilmemesi halinde kurumu Milli Eğitim Müdürlüğü'ne şikâyet edebilir, sözleşmenizin onaylı bir örneğini Milli Eğitim Müdürlüğü'nden de talep edebilirsiniz.

BELİRLİ SÜRELİ İŞ SÖZLEŞMESİ NEDİR?

4857 sayılı İş Kanunumuzun 11. maddesine göre; Belirli süreli işlerde veya belli bir işin tamamlanması veya belirli bir olgunun ortaya çıkması gibi objektif koşullara bağlı olarak işveren ile işçi arasında yazılı şekilde yapılan iş sözleşmesi belirli süreli iş sözleşmeleridir. Belirli süreli iş sözleşmeleri, esaslı bir neden olmadıkça, birden fazla üst üste (zincirleme) yapılamaz. Aksi halde iş sözleşmesi başlangıçtan itibaren belirsiz süreli kabul edilir. Ancak esaslı nedene dayalı zincirleme iş sözleşmeleri, belirli süreli olma özelliğini korurlar. Uygulamadaki en büyük kafa karışıklığı Kanunumuzun 11. Maddesinin son fıkrasındaki " Esaslı nedene dayalı zincirleme iş sözleşmeleri, belirli süreli olma özelliğini korurlar." hükmünden kaynaklanmaktadır. Uygulamada Yargıtay, 2014 yılının sonuna kadar bu sözleşmeleri belirli iş sözleşmesi kabul etmiştir. 2015 yılından itibaren ise Yargıtay'ın bu uyuşmazlığa bakan 7. ve 9. Hukuk Daireleri özel okul öğretmenleriyle yapılan iş sözleşmelerini belirli süreli olarak değil asgari süreli olarak değerlendirmiştir. Bu değerlendirmeyle beraber özel okul öğretmenlerinin iş sözleşmeleri belirsiz süreli iş sözleşmesi niteliği kazanmıştır. Tüm bunlar berber değerlendirildiğinde özel okul öğretmenlerinin iş sözleşmelerinin sona ermesiyle muaccel olan hak ve alacakları hususunda kafa karışıklığı yaşanmıştır. Bunun sebebi Yargıtay'ın farklı dairelerinin, özel okul öğretmenlerinin iş sözleşmelerinin sona ermesiyle kıdem tazminatına hak kazanıp kazanmayacağına ilişkin bir birine zıt, kafa karışıklığı yaratan, hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerini göz ardı eden kararlar vermesidir.

Bunun üzerine Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu uygulamadaki farklılıkları gidermek için 23.02.2018 tarihinde toplanmış ve 2017/1 Esas, 2018/2 Karar sayılı ilamı ile özel öğretim kurumlarında çalışan öğretmenler ile yapılan iş sözleşmelerinin belirli süreli iş sözleşmesi olduğu sonucuna varılmıştır. Bu karar ile birlikte öğretmenler iş güvencesinden, ihbar tazminatından ve işe iade davası açma hakkından mahrum bırakılmış, güvencesiz çalışma koşulları daha da ağırlaştırılmıştır.

Ancak Yargıtay'ın verdiği bu karar uygulamadaki kafa karışıklığını gidermeye yetmemiş ve öğretmenlerin kıdem tazminatına hak kazanıp kazanamayacağı tartışılmaya devam etmiştir. Tartışmanın odağı kıdem tazminatı hakkına yönelik olup kıdem tazminatına hak kazanılmasında sözleşmenin türünün mü yoksa fesih iradesinin mi etkili olacağı tartışmaları hala sürüp gitmektedir. (Yazımızın devamında bu konu detaylıca tartışılacaktır.)

ÖZEL OKUL ÖĞRETMENLERİNİN KIDEM TAZMİNATI

Kıdem tazminatına ilişkin halen yürürlükte olan ve kıdem tazminatını düzenleyen 1475 sayılı İş Kanunumuzun 14. maddesine göre; "Bu Kanuna tabi işçilerin hizmet akitlerinin..." cümlesi ile iş sözleşmesinin belirli ya da belirsiz süreli olmasının kıdem tazminatına hak kazanma açısından önemli olmadığı belirtilmiştir. Burada önemli olan iş sözleşmesinin feshinde fesih iradesinin kim tarafından ortaya konulduğu ve kıdem tazminatına hak kazanma koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğidir. Örneğin belirli süreli iş sözleşmesini 4857 sayılı İş Kanununun 24. maddesi uyarınca haklı nedenle fesheden işçi bir yıllık kıdem koşulu gerçekleştiği takdirde kıdem tazminatına hak kazanmaktadır. Elbette kural olarak belirli süreli iş sözleşmesi kararlaştırılmış ve süre sonunda taraflardan herhangi biri fesih iradesini ortaya koymamış ise iş sözleşmesinin kendiliğinden sona ereceği açıktır. Ancak belirli süreli iş sözleşmesinin sona ermesinden önce taraflardan biri yenilememe iradesini ortaya koymuş ise burada yenilemeyen tarafın iradesine göre kıdem tazminatına hak kazanılıp kazanılamayacağı araştırılmalıdır. İşveren haklı nedene dayanmaksızın iş akdini yenilememe iradesini göstermiş ise bir yıllık kıdem koşulunu sağlayan öğretmen kıdem tazminatına hak kazanacaktır.

Hizmet ilişkisine işveren tarafından son verilmesi hakkında 158 sayılı Uluslararası Çalışma Sözleşmesine göre; bu sözleşmenin koruyucu hükümlerinden kaçınmak amacıyla belirli süreli iş sözleşmesi yapılmasına karşı yeterli güvenceler alınması gerektiği vurgulanmıştır (madde 2/3). Bu nedenle gerek 158 sayılı İLO Sözleşmesi, gerekse iş hukukunda hakim olan "işçi lehine yorum" ilkesi beraber gözetildiğinde, kanun gereği belirli süreli yapılan sözleşmeyi, haklı bir neden olmaksızın yenilememe iradesini gösteren işverenin, işçinin 1 yıllık kıdem koşulunu sağlaması halinde sona eren iş sözleşmesi nedeniyle kıdem tazminatından sorumlu olduğu kabul edilmelidir. Bu hususta Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin özel okul öğretmenlerinin lehine verdiği istikrarlı kararlarında da özel okul öğretmenlerinin gerekli şartları sağladığı takdirde kıdem tazminatına hak kazanacağı yönündedir. (Bknz; Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 25.06.2019 tarihli 2016/17255 Esas, 2019/14022 Karar sayılı ilamı.)

İş akdiniz haklı neden olmaksızın yenilenmediğinde veyahut iş akdiniz feshedildiğinde 5 yıl içinde yasal yollara başvurarak kıdem tazminatınızı talep edebilirsiniz.

ÖZEL OKUL ÖĞRETMENLERİNİN İHBAR TAZMİNATI

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu'nun 23.02.2018 tarihinde verdiği 2017/1 Esas, 2018/2 Karar sayılı kararı ile özel öğretim kurumlarında çalışan öğretmenler ile yapılan iş sözleşmelerinin belirli süreli iş sözleşmesi olduğu sonucuna varılmıştır. İş sözleşmesinin belirli süreli kabul edilmesinin bir sonucu da işçinin ihbar tazminatına hak kazanamayacağıdır. Belirli iş sözleşmeleri sözleşmede kararlaştırılan tarihler arasında yürürlükte olup sözleşmenin bitiş tarihi ile kendiliğinden son bulur. Belirli iş sözleşmelerinin sona ermesinde belirsiz iş sözleşmelerinde olduğu gibi ihbar öneli verme yükümlülüğü bulunmadığı gibi bu ihbar sürelerine uyulmaması halinde kıdem tazminatına hükmedilmesi de söz konusu olmayacaktır.

İŞE İADE, İŞE BAŞLATMAMA TAZMİNATI, BOŞTA GEÇEN SÜRE ÜCRETİ

Özel okul öğretmenleri, 5580 sayılı Özel Eğitim Kurumları Kanununa tabi olarak belirli süreli iş sözleşmesiyle çalıştıkları için art arda yapılan, uygulamada zincirleme sözleşme dediğimiz sözleşme şekliyle çalışsalar dahi yaptıkları sözleşmeler belirsiz süreli sözleşmeye dönüşmez ve bu sebeple iş güvencesi hükümlerinden yararlanamazlar. İş güvencesi hükümlerinden yararlanamamanın bir sonucu da işe iade davası açma hakkından yoksun kalma ve buna bağlı olarak işe başlatmama tazminatına hak kazanamamaktadır. Yine yukarıda açıklanan sebepler dolayısıyla özel okullarda çalışan öğretmenler iş akdi sona erdikten sonra boşta geçen süre ücretine de hak kazanamamaktadır.

EĞİTİM ÖĞRETİM YILINA HAZIRLIK ÖDENEĞİ HAKKI

Öğretmenler arasında kırtasiye parası olarak da bilinen "Eğitim Öğretim Yılına Hazırlık Ödeneği", her öğretim yılında bir defaya mahsus olmak üzere öğretim yılının başladığı ay içinde verilmesi gereken ödenektir. Bu ödenek kırtasiye ödeneği olarak bilinse de öğretmenin bu ödeneği dilediği şekilde kullanabilir. Çalışılan okulun kırtasiye ürünlerini kendisinin karşılaması, ödeneğin ödenmemesi veyahut eksik ödenmesine gerekçe olarak gösterilemez.

5580 sayılı Kanunun "özlük hakları ve sorumluluklar" başlıklı 9. maddesinde de bu husus "Sosyal yardım kapsamındaki ek ödemeler, bütçe kanunlarıyla resmî okul öğretmen ve personeline sağlanan haklara denk olarak okul öğretmenlerine ve personeline de ödenir." hükmüyle güvence altına alınmıştır.

Eğitim Öğretim Yılına Hazırlık Ödeneğinin miktarı her yıl Milli Eğitim Bakanlığınca belirlenir. Milli Eğitim Bakanlığı ödeneğin miktarını 2020 yılında 1210 lira, 2021 yılında 1250 lira, 2022 yılında ise 1325 lira olarak belirlemiştir.

Söz konusu ödenekten yalnızca damga vergisi kesintisi yapılabilir. Bu ödenek resmi devlet okullarında öğretmenlere ödenen miktar ile eşit olmalıdır. Eğitim Öğretim Yılına Hazırlık Ödeneğinin ödenmemesi öğretmen yönünden haklı nedenle fesih imkânı doğurur.
Eğitim Öğretim Yılına Hazırlık Ödeneğiniz eksik ödendiğinde ya da hiç ödenmediğinde 5 yıl içinde yasal yollara başvurarak çalıştığınız kurumdan hakkınız olan ödeneğinizi talep edebilirsiniz.

HAKLI BİR NEDEN OLMAKSIZIN SÖZLEŞME SÜRESİ İÇİNDE İŞ AKDİNİN FESHEDİLMESİ

Özel eğitim kurumları ile öğretmenler arasında yapılan belirli süreli iş sözleşmeleri kanuni nitelikleri gereği süreli feshe uygun olmayıp ancak haklı nedenle fesih ile sona erdirilebilirler. 4857 sayılı İş Kanunumuzun 24. maddesinde işçinin haklı nedenle fesih sebeplerine yer verilirken aynı Kanunun 25. maddesinde ise işverenin haklı bir nedene dayanarak fesih hakkını kullanabilmesinin nedenleri yer almaktadır.

Belirli süreli iş sözleşmeleri, sözleşme süresinden önce işverence haklı bir nedene dayanarak nedenle feshedilmesi halinde işçi bakiye süreye ait ücretine hak kazanamaz, ancak haklı bir sebep bulunmaksızın feshedilmesi halinde bakiye süreye ait ücrete hak kazanabilmektir. İş akdini fesheden taraf, feshin geçerli bir nedene dayandığını ispatlamakla mükelleftir.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunumuzun "Haklı nedene dayanmayan fesih" başlıklı 438.maddesine göre; "İşveren, haklı sebep olmaksızın hizmet sözleşmesini derhâl feshederse işçi, belirsiz süreli sözleşmelerde, fesih bildirim süresine; belirli süreli sözleşmelerde ise, sözleşme süresine uyulmaması durumunda, bu sürelere uyulmuş olsaydı kazanabileceği miktarı, tazminat olarak isteyebilir."

Kanunun lafzında bakiye süreden kaynaklı alacağı tazminat olarak tanımlamış olup bu tazminattan sözleşmesinin sona ermesi yüzünden çalışanın tasarruf ettiği miktar ile başka bir işten elde ettiği veya bilerek elde etmekten kaçındığı gelir indirilerek hesaplanır. Hâkim, bütün durum ve koşulları göz önünde tutarak, ayrıca miktarını serbestçe belirleyeceği bir tazminatın işçiye ödenmesine karar verir. Ancak yargılama sonunda belirlenecek tazminat miktarı, işçinin altı aylık ücretinden fazla olamaz.

Av. Ahmet Faruk Ümüt

Daha fazlası için; www.umut.av.tr

#29
Kullanmak İçin Uyuşturucu veya Uyarıcı Madde Satın Almak, Kabul Etmek veya Bulundurmak ya da Uyuşturucu veya Uyarıcı Madde Kullanmak
(Türk Ceza Kanunu m.191)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun 191. maddesine göre; Kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alan, kabul eden veya bulunduran ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Kanunlarımıza göre uyuşturucuyu satın almak, kabul etmek, bulundurmak, kullanmak fiilleri tek bir maddede hüküm altına alınarak suç sayılmıştır. Bu fiiller seçimlik olarak sayılmış olup bunlardan birinin dahi mevcut olması bu suçtan soruşturma ve kovuşturma yapılması için yeterlidir.

Bu fiillerin okul, yurt, hastane, kışla veya ibadethane gibi tedavi, eğitim, askerî ve sosyal amaçla toplu bulunulan bina ve tesisler ile bunların varsa çevre duvarı, tel örgü veya benzeri engel veya işaretlerle belirlenen sınırlarına iki yüz metreden yakın mesafe içindeki umumi veya umuma açık yerlerde işlenmesi hâlinde verilecek ceza yarı oranında artırılır.

Kanunumuzda nelerin uyuşturucu ve uyarıcı madde kapsamına gireceği sayılmamışsa da uygulamada ağız, burun, damar, deri altına enjeksiyon yoluyla veya başka bir şekilde vücuda alınan esrar, eroin, amfetamin-metamfetamin, kokain, kubar, haşhaş, afyon, bonzai, skunk, sentetik kenevir,  bazmorfin, sentetik kannabinoid ve türevleri, sentetik katinon ve türevleri, sentetik opioid ve türevleri gibi maddeler uyuşturucu olarak kabul edilmektedir.
[/b]
Uyuşturucu Kullanma Ve Bulundurma Suçunda Cezayı Arttırıcı Sebepler

Kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alan, kabul eden veya bulunduran ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanan kişi, bu suçu işlediği esnasında okul, yurt, hastane, kışla veya ibadethane gibi tedavi, eğitim, askerî ve sosyal amaçla toplu bulunulan bina ve tesisler ile bunların varsa çevre duvarı, tel örgü veya benzeri engel veya işaretlerle belirlenen sınırlarına iki yüz metreden yakın mesafe içindeki umumi veya umuma açık yerlerde bulunması/yakalanması halinde verilecek ceza yarı oranında artırılır.

Uyuşturucu Kullanma Ve Bulundurma Suçunda Yargılama Süreci

Türk Ceza Kanununda yer alan kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etmek veya bulundurma suçu şikâyete bağlı bir suç değildir. Kolluk kuvvetlerinin ya da adli makamların ihbar, şikâyet veya resen harekete geçmesiyle kamu adına soruşturma veya kovuşturma yapılabilir.

Bu suçtan dolayı ilk kez bir soruşturma geçiren şüpheli hakkında 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 171. maddesinde yer alan şartlar aranmaksızın 5 yıl süre ile kamu davasının açılmasının ertelenmesine karar verilir.

Bu hallerde adli makamlarca şüphelinin erteleme süresi zarfında kendisine yüklenen yükümlülüklere uygun davranmadığı veya şüpheliye yasak kılınan fiilleri ihlal ettiği takdirde ortaya çıkabilecek sonuçlar hakkında gerekli bilgilendirme ve uyarıyı yapar. Erteleme kararı kolluk birimlerine de bildirilir.

Erteleme süresi boyunca şüpheli kişi hakkında en az 1 yıl süreyle denetimli serbestlik tedbiri uygulanır. Bu süre Denetimli Serbestlik Müdürlüğünün teklifi veya resen savcılık makamı tarafından 6 aylık sürelerle uzatılabilir. Denetimli serbestlik tedbirleri en fazla 2 yıl uzatılabilir. Hakkında denetimli serbestlik tedbiri verilen kişi, gerek duyulması halinde denetimli serbestlik sürecinde tedaviye tabi tutulabilir. Savcılık tarafından şüphelinin uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanıp kullanmadığının tespiti için yılda en az 2 defa kuruma sevkine karar verir. Unutmamak gerekir ki denetimli serbestlik kurumu bir ceza değil tedbir kararıdır.

Erteleme kararı akabinde yürütülen süreç, erteleme hükümlerine uygun olarak geçirilirse, erteleme süresi sonunda kişi hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar (KYOK) verilir.

Uyuşturucu Kullanma ve Bulundurma Suçunda Erteleme Hükümlerine Uymama

Kişi erteleme zarfında kendisine yüklenen yükümlülüklere uymakla ve tedavi sürecini düzenli takip etmesi gerekmekte olup erteleme süre zarfında;
•    Kendisine yüklenen yükümlülüklere veya uygulanan tedavinin gereklerine uygun davranmaması halinde,
•    Tekrar kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alması, kabul etmesi veya bulundurması,
•    Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanması,

durumlarında erteleme uygulanan kişi hakkında ivedilikle kamu davası açılır. Erteleme süresi zarfında kullanılan uyuşturucu ve uyarıcı madde için ayrı bir soruşturma ya da kovuşturma yapılmaz. Suçun ilk ihlal edildiği dosya üzerinden soruşturmaya veya kovuşturmaya devam edilir.

İlk defa açılan soruşturma akabinde yürütülen kamu davası esnasında, suçun tekrar işlenmesi halinde tekrardan erteleme hükümleri uygulanmaz.

Uyuşturucu Kullanma ve Bulundurma Suçunda Hükmün Açıklanmasının Geriye Bırakılması (HAGB)

Uyuşturucu kullanma ve bulundurma suçu işlediği iddia edilen şüpheli hakkında kamu davası açılması halinde sanığın ceza alması halinde, belirli koşulları sağlayan sanık hakkında hükmün açıklanmasının geriye bırakılması kararı (HAGB) verilebilmektedir.
 
Sanık hakkında hükmün açıklanmasının geriye bırakılması kararı verilebilmesi için;
•    Yargılanmanın sonucunda verilen cezanın 2 yıl ya da daha az süreli bir ceza olması  veya para cezası olması,
•    Sanığın daha önce kasıtlı bir suç işlememiş ve hüküm giymemiş olması,
•    Sanığın yargılanması esnasında, hâkimin sanık hakkında bir daha suç işlemeyeceği kanaatine sahip olması,
•    Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,
•    Sanığın, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul ettiğine dair beyanının olması,
gerekmektedir.

Yukarıda sayılan tüm bu şartların aynı anda gerçekleşmiş olması halinde kişi hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebilecektir. Sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur.

Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez. Bu süre içinde bir yıldan fazla olmamak üzere mahkemenin belirleyeceği süreyle, sanığın denetimli serbestlik tedbiri olarak;
•    Bir meslek veya sanat sahibi olmaması halinde, meslek veya sanat sahibi olmasını sağlamak amacıyla bir eğitim programına devam etmesine, 
•    Bir meslek veya sanat sahibi olması halinde, bir kamu kurumunda veya özel olarak aynı meslek veya sanatı icra eden bir başkasının gözetimi altında ücret karşılığında çalıştırılmasına, 
•    Belli yerlere gitmekten yasaklanmasına, belli yerlere devam etmek hususunda yükümlü kılınmasına ya da takdir edilecek başka yükümlülüğü yerine getirmesine,
karar verilebilir.

Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir.

Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması halinde, mahkeme hükmü açıklar. Ancak mahkeme, kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine getiremeyen sanığın durumunu değerlendirerek; cezanın yarısına kadar belirleyeceği bir kısmının infaz edilmemesine ya da koşullarının varlığı halinde hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar vererek yeni bir mahkûmiyet hükmü kurabilir. 

Uyuşturucu Kullanma ve Bulundurma Suçunda Hükmün Açıklanmasının Geriye Bırakılması Kararı Verildiği Takdirde Adli Sicil Kaydına İşler mi?

Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, bunlara mahsus bir sisteme kaydedilir. Bu kayıtlar, ancak bir soruşturma veya kovuşturmayla bağlantılı olarak Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme tarafından istenmesi halinde, bu maddede belirtilen amaç için kullanılabilir. Yani halk arasında sabıka olarak bilinen adli sicil kaydında bu kararlar gözükmez. Hükmün açıklanmasının geriye bırakılması suçundan alınacak ceza memuriyete engel olmayacağı gibi kişinin iş ve eğitim hayatına engel bir durum yaratmaz.

Uyuşturucu Kullanma ve Bulundurma Suçunda Etkin Pişmanlık

Türk Ceza Kanunumuzun 192. maddesinde uyuşturucu kullanma ve bulundurma suçunda etkin pişmanlık hükümleri düzenlenmiş olup buna göre;

Kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alan, kabul eden veya bulunduran kişi, resmi makamlar tarafından haber alınmadan önce, bu maddeyi kimden, nerede ve ne zaman temin ettiğini merciine haber vererek suçluların yakalanmalarını veya uyuşturucu veya uyarıcı maddenin ele geçirilmesini kolaylaştırırsa, hakkında cezaya hükmolunmaz.

Uyuşturucu suçları haber alındıktan sonra gönüllü olarak, suçun meydana çıkmasına ve fail veya diğer suç ortaklarının yakalanmasına hizmet ve yardım eden kişi hakkında verilecek ceza, yardımın niteliğine göre dörtte birden yarısına kadarı indirilir.

Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanan kişi, hakkında kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etmek veya bulundurmaktan dolayı soruşturma başlatılmadan önce resmi makamlara veya sağlık kuruluşlarına başvurarak tedavi ettirilmesini isterse, cezaya hükmolunmaz. Bu durumda kamu görevlileri ile sağlık mesleği mensuplarının 279 uncu ve 280 inci maddeler uyarınca suçu bildirme yükümlülüğü doğmaz.

Av. Ahmet Faruk Ümüt

Daha fazlası için; www.umut.av.tr
#30
İnternet Üzerinden Erişimin Engellenmesi ve İçerik Kaldırma

Kişilik hakları insanın en temel haklarından biri olmakla birlikte kişinin doğumuyla kazanılan, bir kimsenin maddi, manevi ve iktisadi varlığı üzerindeki haklarıdır. Kişilik hakları günümüzde internet ve sosyal medya yoluyla kolay bir şekilde ihlal edilebilir bir niteliğe bürünmüştür.

Bu durumun önüne geçebilmek için 23.05.2007 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi Ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve buna ilişkin İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesine Dair Usul Ve Esaslar Hakkında Yönetmelik çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.

İnternet üzerinden içerik kaldırma ve erişimin engellenmesi işlemi, internet ortamında varolan konusu suç teşkil eden veyahut bir kişilik hakkını ihlal eden her türlü yazı, fotoğraf, haber, yorum vb. içeriğin kaldırılması ve erişimin engellenmesi için başvurulabilecek hukuki bir yoldur.
[/size][/size]

İnternet Üzerinden İçerik Kaldırma ve Erişimin Engellenmesinin Sebepleri

1-    Suç Teşkil Eden İçeriğin Erişiminin Engellenmesi (5651 sayılı Kanun madde 8)
2-    Kişilik Haklarının İhlal Edilmesi Sebebiyle Erişimin Engellenmesi (5651 sayılı Kanun madde 9)
3-    Özel Hayatın Gizliliğinin İhlal Edilmesi Sebebiyle Erişimin Engellenmesi (5651 sayılı Kanun madde 9/A)
4-    Telif Haklarının İhlal Edilmesi veyahut Haksız Rekabet Nedeniyle İçeriğin Engellenmesi (5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu EK m. 4)
5-    Gecikmesinde Sakınca Bulunan Hallerde Erişimin Engellenmesi (5651 sayılı Kanun madde 8/A)
6-    Unutulma Hakkının Sebebiyle İçeriğin Engellenmesi (5651 sayılı yasa madde 9, 6698 sayılı KVKK)


Suç Teşkil Eden İçeriğin Erişiminin Engellenmesi (5651 sayılı Kanun madde 8)


İnternet ortamında yapılan ve içeriği aşağıdaki suçları oluşturduğu hususunda yeterli şüphe sebebi bulunan yayınlarla ilgili olarak içeriğin çıkarılmasına ve/veya erişimin engellenmesine karar verilir;

1-    26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
•    İntihara yönlendirme (Türk Ceza Kanunu madde 84),
•    Çocukların cinsel istismarı (Türk Ceza Kanunu madde 103),
•    Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanılmasını kolaylaştırma (Türk Ceza Kanunu madde 190),
•    Sağlık için tehlikeli madde temini (Türk Ceza Kanunu madde 194),
•    Müstehcenlik (Türk Ceza Kanunu madde 226),
•    Fuhuş (Türk Ceza Kanunu madde 227),
•    Kumar oynanması için yer ve imkân sağlama suçları (Türk Ceza Kanunu madde 228),
2-    25/7/1951 tarihli ve 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanunda yer alan suçlar.
3-    29/4/1959 tarihli ve 7258 sayılı Futbol ve Diğer Spor Müsabakalarında Bahis ve Şans Oyunları Düzenlenmesi Hakkında Kanunda yer alan suçlar.
4-    1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 27 nci maddesinin birinci ve ikinci fıkrasında yer alan suçlar.

Bu suçlar kapsamında verilecek içeriğin kaldırılması ve/veya erişim engellenmesi kararları soruşturma evresinde hâkim, kovuşturma evresinde ise mahkeme tarafından verilir.

Soruşturma evresinde, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısı tarafından da içeriğin çıkarılmasına ve/veya erişimin engellenmesine karar verebilir. Bu durumda Cumhuriyet savcısı kararını 24 saat içinde hâkimin onayına sunar ve hâkim, kararını en geç 24 saat içinde verir. Bu süre içinde kararın onaylanmaması halinde tedbir, Cumhuriyet savcısı tarafından derhal kaldırılır. Erişimin engellenmesi kararı, amacı gerçekleştirecek nitelikte görülürse belirli bir süreyle sınırlı olarak da verilebilir. Koruma tedbiri olarak verilen içeriğin çıkarılmasına ve/veya erişimin engellenmesine ilişkin karara 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerine göre itiraz edilebilir.

Hâkim, mahkeme veya Cumhuriyet savcısı tarafından verilen içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi kararının birer örneği, gereği yapılmak üzere Bilgi Teknolojileri Kurumuna gönderilir.

Koruma tedbiri olarak verilen içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi kararının gereğini yerine getirmeyen içerik, yer veya erişim sağlayıcılarının sorumluları, fiil daha ağır cezayı gerektiren başka bir suç oluşturmadığı takdirde, beş yüz günden üç bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır.

Erişimin engellenmesi kararları, ihlalin gerçekleştiği yayın, kısım, bölüm ile ilgili olarak (URL vb. şeklinde) içeriğe erişimin engellenmesi yöntemiyle verilir. Ancak, teknik olarak ihlale ilişkin içeriğe erişimin engellenmesi yapılamadığı veya ilgili içeriğe erişimin engellenmesi yoluyla ihlalin önlenemediği durumlarda, internet sitesinin tümüne yönelik olarak erişimin engellenmesi kararı verilebilir.

Kişilik Haklarının İhlal Edilmesi Sebebiyle Erişimin Engellenmesi (5651 sayılı Kanun madde 9)

İnternet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle kişilik haklarının ihlal edildiğini düşünen kişiler, içerik sağlayıcısına, buna ulaşamaması hâlinde yer sağlayıcısına başvurarak uyarı yöntemi ile içeriğin yayından çıkarılmasını isteyebileceği gibi doğrudan sulh ceza hâkimine başvurarak içeriğin çıkarılmasını ve/veya erişimin engellenmesini de isteyebilir. İnternet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle kişilik haklarının ihlal edildiğini iddia eden kişilerin talepleri, içerik ve/veya yer sağlayıcısı tarafından en geç 24 saat içinde cevaplandırılmak zorundadır.

İnternet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle kişilik hakları ihlal edilenlerin talepleri doğrultusunda Sulh Ceza Hâkimliği içeriğin çıkarılmasına ve/veya erişimin engellenmesine karar verebilir.

Hâkim, bu madde kapsamında vereceği erişimin engellenmesi kararlarını esas olarak, yalnızca kişilik hakkının ihlalinin gerçekleştiği yayın, kısım, bölüm ile ilgili olarak (URL, vb. şeklinde) içeriğe erişimin engellenmesi yöntemiyle verir. Zorunlu olmadıkça internet sitesinde yapılan yayının tümüne yönelik erişimin engellenmesine karar verilmez. Ancak, hâkim URL adresi belirtilerek içeriğe erişimin engellenmesi yöntemiyle ihlalin engellenemeyeceğine kanaat getirmesi hâlinde, gerekçesini de belirtmek kaydıyla, internet sitesindeki tüm yayına yönelik olarak erişimin engellenmesine de karar verebilir. Kişilik haklarının ihlali nedeniyle yapılan başvurularda hâkim bu madde kapsamında yapılan başvuruyu en geç 24 saat içinde duruşma yapmaksızın karara bağlar.

Sulh Ceza Hâkimliği, kişilik haklarının ihlal edilmesi nedeniyle verdiği içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi kararları doğrudan Erişim Sağlayıcıları Birliğine gönderir. Hâkimin verdiği içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi kararına konu kişilik hakkının ihlaline ilişkin yayının başka internet adreslerinde de yayınlanması durumunda ilgili kişi tarafından Erişim Sağlayıcıları Birliğine müracaat edilmesi hâlinde mevcut karar bu adresler için de uygulanır.

Özel Hayatın Gizliliğinin İhlal Edilmesi Sebebiyle Erişimin Engellenmesi (5651 sayılı Kanun madde 9/A)

İnternet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle özel hayatının gizliliğinin ihlal edildiğini iddia eden kişiler, Bilgi Teknolojileri Kurumu'na doğrudan başvurarak içeriğe erişimin engellenmesi tedbirinin uygulanmasını isteyebilir. Yapılan bu talepte;

�    Hakkın ihlaline neden olan yayının tam adresi (URL),
�    Hangi açılardan hakkın ihlal edildiğine ilişkin açıklama
�    Kimlik bilgilerini ispatlayacak bilgilere yer verilir.

Yukarıda sayılan bilgilerin herhangi birinde eksiklik olması hâlinde talep işleme konulmaz.

Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanı, kendisine gelen bu erişimin engellenmesi talebini uygulanmak üzere derhâl Erişim Sağlayıcıları Birliğine bildirir, erişim sağlayıcılar bu tedbir talebini derhâl, en geç 4 saat içinde yerine getirir.  Erişimin engellenmesi, özel hayatın gizliliğini ihlal eden yayın, kısım, bölüm, resim, video ile ilgili olarak (URL şeklinde) içeriğe erişimin engellenmesi yoluyla uygulanır.

Erişimin engellenmesini talep eden kişiler, internet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle özel hayatın gizliliğinin ihlal edildiğinden bahisle erişimin engellenmesi talebini talepte bulunduğu saatten itibaren 24 saat içinde sulh ceza hâkiminin kararına sunar. Hâkim, internet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle özel hayatın gizliliğinin ihlal edilip edilmediğini değerlendirerek vereceği kararını en geç kırk sekiz saat içinde açıklar ve doğrudan Kuruma gönderir; aksi hâlde, erişimin engellenmesi tedbiri kendiliğinden kalkar.

Telif Haklarının İhlal Edilmesi veyahut Haksız Rekabet Nedeniyle İçeriğin Engellenmesi  (5651 sayılı Kanun m. 9, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu EK m.4, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu)

Telif hakkı ihlali, genellikle; telif hakkı eseri oluşturan kişi, atadığı bir yayıncı veya temsilci gibi birisine ait olan çalışmaların, telif hakkı sahibinin özel haklarını ihlal ederek ve izni olmadan kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması ya da izin gerektirecek şekilde görüntülenmesi, bazı çalışmalarda kullanılarak türetilmesi sonucu oluşan hak ihlalidir. Telif hakkının ihlali, başkasına ait yazılı, basılı, görsel, işitsel vb. ürünlerin internet aracılığıyla izinsiz kullanımı ve yayımı gibi çok çeşitli nedenlerle ihlal edilebilir.

Telif haklarının ihlali 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunumuzun EK 4. Maddesinin 3.fıkrasına göre; "Dijital iletim de dâhil olmak üzere işaret, ses ve/veya görüntü nakline yarayan araçlarla servis ve bilgi içerik sağlayıcılar tarafından eser sahipleri ile bağlantılı hak sahiplerinin bu Kanunda tanınmış haklarının ihlâli halinde, hak sahiplerinin başvuruları üzerine ihlâle konu eserler içerikten çıkarılır. Bunun için hakları haleldar olan gerçek veya tüzel kişi öncelikle bilgi içerik sağlayıcısına başvurarak üç gün içinde ihlâlin durdurulmasını ister. İhlâlin devamı halinde bu defa, Cumhuriyet savcısına yapılan başvuru üzerine, üç gün içinde servis sağlayıcıdan ihlâle devam eden bilgi içerik sağlayıcısına verilen hizmetin durdurulması istenir. İhlâlin durdurulması halinde bilgi içerik sağlayıcısına yeniden servis sağlanır. Servis sağlayıcılar, bilgi içerik sağlayıcılarının isimlerini gösterir listeyi her ayın ilk iş günü Bakanlığa bildirir. Servis sağlayıcılar ile bilgi içerik sağlayıcıları, Bakanlıkça istendiği takdirde her türlü bilgi ve belgeyi vermekle yükümlüdür.

Gecikmesinde Sakınca Bulunan Hâllerde İçeriğin Çıkarılması Ve/Veya Erişimin Engellenmesi (5651 sayılı Kanun madde 8/A)


Yaşam hakkı ile kişilerin can ve mal güvenliğinin korunması, millî güvenlik ve kamu düzeninin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi veya genel sağlığın korunması sebeplerinden bir veya bir kaçına bağlı olarak hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde, Cumhurbaşkanlığı veya millî güvenlik ve kamu düzeninin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi veya genel sağlığın korunması ile ilgili bakanlıkların talebi üzerine Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanı tarafından internet ortamında yer alan yayınla ilgili olarak içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi kararı verilebilir. Karar, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanını tarafından derhâl erişim sağlayıcılara ve ilgili içerik ve yer sağlayıcılara bildirilir. İçerik çıkartılması ve/veya erişimin engellenmesi kararının gereği, derhâl ve en geç kararın bildirilmesi anından itibaren 4 saat içinde yerine getirilir.


Av. Ahmet Faruk Ümüt

Daha fazlası için; www.umut.av.tr
#31
İŞ KAZASI NEDİR?

İş kazası, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 13. maddesinde; Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada, işveren tarafından yürütülmekte olan iş nedeniyle veya görevi nedeniyle, sigortalı kendi adına ve hesabına bağımsız çalışıyorsa yürütmekte olduğu iş veya çalışma konusu nedeniyle işyeri dışında, bir işverene bağlı olarak çalışan sigortalının, görevli olarak işyeri dışında başka bir yere gönderilmesi nedeniyle asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda veyahut işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya bir süre sonra bedenen ya da ruhen zarara, özüre uğratan olayların tümüne verilen isimdir.

BİR OLAYIN İŞ KAZASI SAYILABİLMESİ İÇİN HANGİ UNSURLARI TAŞIMASI GEREKMEKTEDİR?

Bir olayın iş kazası olup olmadığının değerlendirilebilmesi için öncelikle iş kazası geçiren kişinin, ilgili işyerinde sigortalı olarak çalışması, mutlaka bir olay/kaza ile karşılaşmış olması, meydana gelen olay/kaza nedeniyle bedenen veya ruhen zarar görmesi, engelli hale gelmesi hallerinin bir arada bulunması gerekmektedir.

İŞ KAZASINDA BİLDİRİM YÜKÜMLÜLÜĞÜ

İş kazası bildirimi, yaşanılan olayın ilgili kurumlara iletilmesi olarak özetlenebilir. Bir çalışanın bir iş kazası geçirmesi durumunda iş kazası bildirimi yapma sorumluluğu çalışan 5510 sayılı kanunun 4/1-a maddesi kapsamında hizmet akdi kapsamında bir işverene bağlı çalışıyor ise bildirim söz konusu işverence yapılmalıdır. Kendi nam ve hesabına çalışan kimseler ise iş kazası bildirimini kendileri yapmalıdırlar.

İş kazası bildirimi yazılı şekilde veya elektronik ortamda yapılabilir. Elektronik ortamda yapılacak bildirimler yalnızca 4A sigortalılar yani iş sözleşmesi kapsamında bir işverene bağlı olarak çalışan sigortalılar açısından mümkündür.

İşveren, ilgili kanun uyarınca 3 iş günü içerisinde iş kazası bildirimi yapmak durumundadır. 3 günlük sürenin hesaplanması kazanın gerçekleştiği günün ertesi günü itibarıyla başlar. Burada önemli olan 3 günlük sürenin "iş günü" olmasıdır. Buna göre pazar günleri ve resmi tatiller 3 günlük süre hesap edilirken dikkate alınmaz. Bu sorumluluğu yerine getirmeyenlere Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından idari para cezası uygulanır. Bildirim yapıldığı ve işverenin kusurlu bulunduğu durumlarda da yine işverenin cezai bir sorumlulukla karşılaşması çok olasıdır.

Bir kazaya uğrayan sigortalının SGK tarafından sunulan yardım hizmetlerinden yararlanabilmesi için bu bildirimin yapılması zorunludur. SGK, iş kazası bildirimi yapılmamış olduğu takdirde bir vefat durumu da söz konusu olsa yardımda bulunamaz.

İŞ KAZASI KAYNAKLI MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT DAVALARI

İş kazası nedeniyle bir işçinin yaralanması ya da ölümü halinde kendisi veya yakınları tarafından Türk Borçlar Kanunu hükümleri gereği dava açma hakkı bulunmaktadır.  Türk Borçlar Kanunumuza göre "Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür." İş kazası sonucu bedensel, cismani zarar veyahut manevi anlamda ruhen zarar gören kişi işveren ya da taşeron şirketlere karşı tazminat davası açma hakkına sahiptir.

İŞ KAZASI SONUCU AÇILAN MADDİ TAZMİNAT DAVASI

Bedensel Zararlarda Maddi Tazminat Davaları:

Yaralanmalı iş kazalarında işçi kusurlu işverenden;
•   Geçici işgöremezlik nedeniyle uğradığı kayıpları,
•   Çalışamadığı süre nedeniyle uğradığı zararları,
•   Kalıcı sakatlık ve bedensel zararlar için çalışma gücünde meydana gelen azalma sebebiyle oluşan zararların giderilmesini doktordan alınan maluliyet raporu oranında,
•   Tedavi giderlerini,

talep edebilir.

Ölüm Halinde Maddi Tazminat Davaları:

Ölümlü iş kazalarında işçinin, mirasçıları, yakınları, bakmakla yükümlü olduğu kişiler kusurlu işverenden;
•   Cenaze giderleri,
•   Tedavi giderleri,
•   Destekten yoksun kalma tazminatı,

talep edebilir.

Destekten yoksun kalma tazminatı, yalnızca ölen kişinin ailesi tarafından değil ölen işçinin hayattayken destek verdiği ve ölüm sonrası bu durumun ortadan kalkmasıyla destekten yoksun kalan kişiler açısından da talep edilebilmektedir.
Destekten yoksun kalma tazminatı hesaplanırken işçinin ekonomik durumu, maaşı, iş kazasındaki kusur oranı, destek görenlerin ekonomik durumları ve yaşam standartları gibi unsurlar göz önünde bulundurulmaktadır.

İŞ KAZASI SONUCU AÇILAN MANEVİ TAZMİNAT DAVASI

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunumuzun "manevi tazminat" başlıklı 56. maddesine göre;
   
"MADDE 56- Manevi Tazminat
(1)Hâkim, bir kimsenin bedensel bütünlüğünün zedelenmesi durumunda, olayın özelliklerini göz önünde tutarak, zarar görene uygun bir miktar paranın manevi tazminat olarak ödenmesine karar verebilir. 
(2)Ağır bedensel zarar veya ölüm hâlinde, zarar görenin veya ölenin yakınlarına da manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verilebilir."[/i]

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 12.11.2019 tarihinde verdiği 2016/1528 Esas, 2019/1169 Karar sayılı ilamıyla hükmedilecek manevi tazminatın neye göre belirleneceğine ilişkin;
"Türk Borçlar Kanunu'nun 56. maddesinde hâkimin bir kimsenin bedensel bütünlüğünün zedelenmesi durumunda, olayın özelliklerini göz önünde tutarak, zarar görene uygun bir miktar paranın manevi zarar adı ile ödenmesine karar verebileceği öngörülmüştür. Hâkimin olayın özelliklerini göz önünde tutarak manevi zarar adı ile zarar görene verilmesine karar vereceği para tutarı adalete uygun olmalıdır. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi, mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde, bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır.

26.06.1966 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı'nın gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hâkim bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.

Hakimin bu takdir hakkını kullanırken, ülkenin ekonomik koşulları tarafların sosyal ve ekonomik durumları paranın satın alma gücü, tarafların kusur durumu olayın ağırlığı davacının sürekli iş göremezlik oranı, işçinin yaşı, olay tarihi gibi özellikleri göz önünde tutması, hükmedilecek tutarın manevi tatmin duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranda olması gerektiği de söz götürmez."

demektedir.

Dikkate alınması gereken hususları değerlendirmek gerekirse;

1.   Zararın Niteliği ve Ağırlığı:
Fiziksel yaralanmalar, duygusal travmalar ve ölüm gibi olaylar manevi tazminat bakımından önemlidir. (Yargıtay 21. Hukuk Dairesi'nin 2017/3853 E., 2017/10136 K.)
2.   Kusur Oranı
İş kazalarında işçi ve işverene atfedilen kusur oranı tazminatın miktarı bakımından önemlidir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 2015/3-372 E., 2017/33 K.)
3.   Tarafların Sosyal ve Ekonomik Durumu
Tarafların sosyal ve ekonomik durumu tazminatın miktarı bakımından önemlidir. (Yargıtay 21. Hukuk Dairesi'nin 2018/451 E., 2018/6042 K.)
4.   İşçinin ve Ailesinin Yaşadığı Manevi Zarar
İş kazası sonucu işçinin ve ailesinin yaşadığı acı ve keder, manevi tazminatın miktarı bakımından değerlendirilmesi gerekmektedir. (Yargıtay 21. Hukuk Dairesi'nin 2014/12397 E., 2016/6356 K.)
5.   Zararın Telafisi ve Caydırıcılık Unsuru
Manevi tazminat, zarar görenin acısını hafifletmek ve işvereni benzer kazalara karşı caydırmak amacı taşıması sebebiyle tazminat miktarı belirlenirken önemli bir husustur. (Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin 2016/12856 E., 2018/1504 K.)
6.   Hakimin Takdir Yetkisi ve Adaletin Sağlanması
Hakim, manevi tazminatın miktarını belirlerken takdir yetkisini kullanır ve adaletin sağlanmasına yönelik bir değerlendirme yapar. Bu sebeple hakimin takdir yetkisi tazminat miktarının belirlenmesinde önem kazanmaktadır. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 2013/21-41 E., 2013/743 K.)
7.   İşçinin Özel Durumları
İşçinin kaza öncesi sağlık durumu, iş yerindeki çalışma şartları veyahut başka özel durum faktörleri de tazminatın belirlenmesinde dikkate alınır. (Yargıtay 21. Hukuk Dairesi'nin 2011/4574 E., 2013/5732 K.)[/justify]

Yargıtay kararlarındanda anlaşılacağı üzere somut durumun özellikleri, olayın tarihi, paranın satın alma gücü, ülkenin ekonomik durumu, işçinin yaşı, ekonomik durumu, tarafların kusur oranları, meydana gelen olayın büyüklüğü gibi kriterler manevi tazminatın belirlenmesinde göz önünde bulundurulacaktır.

İŞ KAZASINDAN KAYNAKLI AÇILACAK DAVALARDA GÖREV, YETKİ  VE ZAMANAŞIMI

İş kazası sonucu açılacak davalarda görevli mahkeme İş Mahkemeleri olup, işverenin ikametgahının bulunduğu yer ve iş kazasının gerçekleştiği işyerinin bulunduğu yer mahkemeleri bu davalara bakmakla yetkilidir.
İş kazası sonucu açılacak davalarda Türk Borçlar Kanununun 146. maddesine göre; iş kazasının gerçekleştiği tarihten itibaren 10 yıllık zamanaşımı süresine tabidir.


Av. Ahmet Faruk ÜMÜT


Daha fazlası için; www.umut.av.tr