Haberler:

Hukuk Forumumuza Hoşgeldiniz

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - Av. Ahmet Faruk Ümüt

#1
Kanun Yararına Temyiz İsteminde Harç Alınması Sorunu

Uygulamada kanun yararına temyiz istemlerinde harç tahsilatı yapıldığı veya eksik harç muhtırası gönderildiği sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu harç tahsili Anayasada düzenlenen harçların kanuniliği ilkesine aykırı olmakla birlikte başvuruculara hukuka aykırı mali yükümlülükler getirmektedir. Resim, harç ve vergiler ile ilgili Kanun maddelerine bakmak gerekirse;

Anayasamızın "Vergi Ödevi" başlıklı 73. maddesine göre;

"Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır. Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır. Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmak yetkisi Cumhurbaşkanına verilebilir."

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun "Kanun Yararına Temyiz" başlıklı 363. maddesine göre;

(1) İlk derece mahkemelerinin kesin olarak verdikleri kararlar ile istinaf incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlarına ve bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla kesin olarak verdikleri kararlar ile yine bu sıfatla verdikleri ve temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlarına karsı, yürürlükteki hukuka aykırı bulunduğu ileri sürülerek Adalet Bakanlığı veya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kanun yararına temyiz yoluna başvurulur.
(2) Temyiz talebi Yargıtayca yerinde görüldüğü takdirde, karar kanun yararına bozulur. Bu bozma, kararın hukuki sonuçlarını ortadan kaldırmaz.
(3) Bozma kararının bir örneği Adalet Bakanlığına gönderilir ve Bakanlıkça Resmî Gazetede yayımlanır."

492 sayılı Harçlar Kanununun "Mevzuu" başlıklı 2. maddesine göre;

"Yargı işlemlerinden bu kanuna bağlı (1) sayılı tarifede yazılı olanları, yargı harçlarına tabidir. Ceza mahkemelerinde şahsi hukuka ait hakların hüküm altına alınması halinde de, celse harçları hariç olmak üzere (1) sayılı tarifeye göre harç alınır."

492 sayılı Harçlar Kanununun gerekçesinde de belirtildiği üzere harç, fertlerin özel menfaatlerine ilişkin olarak, kamu kurumları ve hizmetlerinden yararlanmaları karşılığında yaptıkları bir ödemedir.

Kanun yararına temyizin amacı, temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararların hukuka aykırılığının tespiti hâlinde, kararın yanlış olduğunun, kanunun kararda belirtildiği biçimde uygulanamayacağının açıkça duyurularak mahkemelerin bilgilendirilmesidir. Kanun yararına temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay tarafından verilen bozma kararı, tarafların lehine veya aleyhine herhangi bir sonuç doğurmamakta ve kararın hukuki sonuçlarını değiştirmemektedir.

492 sayılı Kanuna bağlı yargı harçlarının düzenlendiği (1) sayılı Tarifenin "(A) Mahkeme Harçları" başlıklı bölümünde yer alan (IV) sayılı bentte "Temyiz, İstinaf ve İtiraz Harçları"nın düzenlenmesine karşılık mezkûr Tarifede kanun yararına temyiz harcına yer verilmediği görülmektedir.

Bu nedenlerle kanun yararına temyiz istemlerinde harç tahsilatı veya eksik harç muhtırası gönderilmesi Anayasada düzenlenen harçların kanuniliği ilkesine aykırı olmakla birlikte başvuruculara hukuka aykırı mali yükümlülükler getirmektedir.

Kaynak; Adalet Bakanlığı Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü'nün 11.09.2024 tarih ve E-39152028153.01-99-1680/21927 sayılı görüşü.

Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr
#2
ARABULUCULUK TUTANAĞININ İLAMLI İCRAYA KONU EDİLMESİ

Arabuluculuk tutanağının ilamlı icraya konu edilip edilemeyeceği hususu arabuluculuğa konu uyuşmazlığın türüne göre değişiklik gösterebileceği gibi arabuluculuk tutanağının kimler tarafından tanzim edildiği de büyük önem taşımaktadır.

Bu durumu Kanuni dayanakları ve Yargıtay kararları ile açıklamak gerekirse; 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu'nun "Taşınmazın devrine veya taşınmaz üzerinde sınırlı ayni hak kurulmasına ilişkin uyuşmazlıklarda arabuluculuk" başlıklı 17/B maddesinin dördüncü fıkrasına göre;

"Anlaşma belgesinin icra edilebilirliğine ilişkin şerhin alınması zorunlu olup bu şerh taşınmazın bulunduğu yer sulh hukuk mahkemesinden alınır. Mahkeme yapacağı incelemede anlaşma içeriğini, arabuluculuğa ve cebri icraya elverişli olup olmadığı ve taşınmazın devri veya taşınmaz üzerinde sınırlı ayni hak kurulmasıyla ilgili olarak kanunlarda yer alan sınırlamalar ile usul ve esaslara uyulup uyulmadığı yönünden denetler; bu kapsamda kurum veya kuruluşlardan bilgi veya belge talep edebilir ve gerektiğinde duruşma açabilir."

hükmü yer almaktadır. Aynı Kanunun devam maddelerinde icra edilebilirlik şerhinin çekişmesiz yargı işi olduğu, talebin dosya üzerinden inceleneceği, incelemenin kapsamının ise cebri icraya elverişli olup olmadığı hususu ile sınırlı kalması gerektiği açıklanmıştır.

Kanunlarda icra edilebilirlik şerhi alınmasının zorunlu kılındığı haller hariç taraflar ve avukatları ile arabulucunun, ticari uyuşmazlıklar bakımından ise avukatlar ile arabulucunun birlikte imzaladıkları anlaşma belgeleri, icra edilebilirlik şerhi aranmaksızın ilam niteliğinde belge sayılır. (6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu m.18)

Kira ilişkisinden kaynaklanan uyuşmazlıklar, taşınır ve taşınmazların paylaştırılmasına ve ortaklığın giderilmesine ilişkin uyuşmazlıklar, Kat Mülkiyetinden Kanunundan kaynaklı uyuşmazlıklar ile komşu hakkından kaynaklanan uyuşmazlıklar ise arabuluculuk tutanağının icra edilebiliğe ilişkin şerhin alınması ile ilamlı icraya konu edilebilirler. (6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu m.18/B)

2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu'nun "İlam mahiyetini haiz belgeler" başlıklı 38'inci maddesine göre;  "Mahkeme huzurunda yapılan sulhlar, kabuller ve para borcu ikrarını havi re'sen tanzim edilen noter senetleri, istinaf ve temyiz kefaletnameleri ile icra dairesindeki kefaletler, ilamların icrası hakkındaki hükümlere tabidir. Bu maddedeki icra kefaletleri müteselsil kefalet hükmündedir."

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun konuya emsal olacak kararında "...İlam niteliğindeki belgelerin ilamlı icra takibinin dayanağımı oluşturabilmesi için hak sahiplerinin haklarının açık ve kesin olarak başka bir ifade ile çekişmeden uzak bir biçimde ortaya koyması gerekir. Kanun koyucu ilam niteliğindeki belgeleri sadece icra edilebilirlik açısından ilamlarla aynı hukuki rejime tabi tutmuştur. Nitekim hükümet gerekçesinde de bu duruma açıkça işaret edilmiştir. Bu hâl ise ilamlarla, ilam niteliğindeki belgelerin hukuki nitelik ve gördükleri işlev açısından birbirinden farklı olduklarını açıkça ortaya koyar. Her iki kurum arasındaki temel farklılık ilamların ilke olarak maddi anlamda kesin hüküm gücüne sahip olmasına karşılık ilam niteliğindeki belgelerin bu özellikten yoksun bulunması noktasında toplanır. İİK dışında münferit özel kanunlarda da ilam niteliğinde belge öngören düzenlemelere yer verilmesiyle, alacaklıların alacaklarına ilamların icrası için öngörülen hukuki rejimden faylanmak üzere daha kolay bir biçimde kavuşmalarının sağlanması amaçlanmıştır. İlam niteliğindeki belgelerin ilamlı icraya konu edilebilmesi onları ilam gücüne kavuşturmaz..." denilmektedir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2019/12-501 Esas, 2022/1346 Karar)

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi'nin 2022/9143 E. 2022/9318 K. sayılı ilamında bu hususa ilişkin; 

"...Alacaklının, ilamlı icra takibi yapabilmesi için, elinde bir mahkeme ilamı veya kanunların mahkeme ilamı niteliğinde saydığı bir belgenin bulunması gerekir. İlamın icra edilebilmesi için yargılamaya son vermesi ve uyuşmazlığı esastan çözümlemesi yeterli değildir. Ayrıca, onun cebri icraya elverişli bir nitelik taşıması gerekir. İlamın cebri icraya elverişli bir nitelik kazanabilmesi ise, onun "verme", "yapma" ya da "yapmama" şeklinde belirtilen bir eda emrini içermesine bağlıdır. Buna karşılık, bir eda emrini içermeyip, sadece bir hukuki ilişkinin varlığımı ya da yokluğunu tespit eden ilamlarla, yeni bir hukuki durum yaratan veya var olan bir hukuki durumu ortadan kaldıran ya da onu değiştiren ilamlar, nitelik itibariyle cebri icraya elverişli değildir. Özel kanunlarda belirtilen ilam niteliğinde belgelerden biride hukuki uyuşmazlıklarda Arabuluculuk Kanununun 18/2'nci maddesi gereğince icra edilebilirlik şerhi içeren anlaşma belgesidir. Bir başka deyişle söz konusu belgenin ilam niteliğinde belge sayılmasının koşulu icra edilebilirlik şerhi verilmesidir. Pek tabidir ki; bu durum bahsi geçen şerhi içeren belgenin her koşulda ilamlı takibe konu edileceği anlamına gelmez. Bir başka ifadeyle ilamlı takibe konu edilmesi hâlinde yapılacak şikayet üzerine takibin iptaline karar verilemeyeceği sonucuna varılamaz. Zira her mahkeme ilamı da ilamlı takibe konu edilememektedir. Örneğin eda hükmü içermemesi hâlinde mahkeme ilamı da ilamlı icra takibine konu edilemez..."

denilmek suretiyle icra edilebilirlik şerhi içeren arabuluculuk anlaşma belgesinde alacağın şarta bağlanması, eda hükmü içermemesi nedeniyle belgenin ilamlı takibe konu edilemeyeceği değerlendirilmiştir.

Arabuluculuk anlaşma belgelerinin ilam niteliğinde belge sayılması ile ilamların icrasına yönelik takip konusu yapılması açısından ayrı ayrı değerlendirme yapılması gerekmektedir. Buna göre;

Taşınmazın aynını konu edinen arabuluculuk anlaşma belgeleriyle kira, kat mülkiyeti, komşuluk hukuku ve ortaklığın giderilmesine ilişkin uyuşmazlıklara dair düzenlenen anlaşma belgelerinin ilgili mahkemeden icra edilebilirlik şerhi alınarak,

Belirtilen uyuşmazlıklar dışında kalan ve 6325 sayılı Kanun'un l'inci maddesinin ikinci fıkrası kapsamında arabuluculuğa elverişli olan uyuşmazlıklarla ilgili düzenlenen arabuluculuk anlaşma belgelerinin, sadece taraflar veya sadece vekillerce imzalanması durumunda ilgili mahkemeden icra edilebilirlik şerhi alınarak, bu belgelerin taraflar ve vekillerince birlikte imzalanması durumunda ise icra edilebilirlik şerhine gerek duyulmaksızın, 

6325 sayılı Kanun'un l'inci maddesinin ikinci fıkrası kapsamında arabuluculuğa elverişli olan ticari uyuşmazlıklarla ilgili düzenlenen arabuluculuk anlaşma belgelerinin, sadece taraflarca imzalanması durumunda ilgili mahkemeden icra edilebilirlik şerhi alınarka, taraflar ve vekillerince birlikte veya sadece vekiller tarafından imzalanması durumunda ise icra edilebilirlik şerhine gerek olmaksızın,

2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 38'inci maddesi kapsamında ilam niteliğinde belge olarak kabul edilmektedir.

Yukarıda izah edildiği üzere ilam niteliğinde belge sayılan arabuluculuk anlaşma belgelerinin eda hükmünü içermesi hâlinde ise 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 24 ve devamı maddeleri uyarınca ilamlı icra takibine konu edilmesi gerekmektedir.

Kaynak; Adalet Bakanlığı İcra İşleri Dairesi Başkanlığı'nın 13.09.2024 tarihli "Arabuluculuk Belgesinin İcra Takibine Konu Edilmesi" konulu 86420598-295/6830 sayılı yazısı

Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr

#3
Uzaktan İletişim Araçları Yoluyla Piyasaya Arz Edilen Ürünlerin Piyasa Gözetimi ve Denetimi Yönetmeliği

Günümüzde başta internet üzerinden olmak üzere "uzaktan iletişim araçları" kullanılarak yapılan satışların ticari hayatımızdaki yeri giderek artmaktadır. Buna bağlı olarak idarelerin yurttaşların güvenli ürünlere erişimi konusunda sorumlulukları da artmaktadır. Bu ihtiyacın karşılanması, piyasaya arz koşullarına, satış ilanlarına, bu ürünleri piyasaya arz eden veya piyasada bulunduran iktisadi işletmeciler ile çeşitli hizmet sağlayıcıların yükümlülüklerine, yetkili kuruluşların görev, yetki ve sorumluluklarına ve bu kapsamda yürütülecek piyasa gözetimi ve denetimine ilişkin usul ve esasların belirlenerek yeknesak hale getirilebilmesi amacıyla Ticaret Bakanlığı, Ürün Güvenliği ve Denetim Genel Müdürlüğü tarafından "Uzaktan İletişim Araçları Yoluyla Piyasaya Arz Edilen Ürünlerin Piyasa Gözetimi Ve Denetimi Yönetmeliği" 30.10.2024 tarih ve 32707 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanmıştır.

Yönetmelik ile uzaktan iletişim araçları yoluyla satış, reklam ve tanıtım faaliyetleri konusunda özel mevzuat hükümleri bulunan durumlar haricinde, uzaktan iletişim araçları yoluyla piyasaya arz edilen veya piyasada bulundurulan tüm ürünleri kapsamına almakla beraber uzaktan iletişim araçları başlığı altında her türlü mektup, katalog, telefon, faks, radyo, televizyon, elektronik posta mesajı, kısa mesaj, internet gibi fiziksel olarak karşı karşıya gelinmeksizin sözleşme kurulmasına imkân veren her türlü araç veya ortamın gözetim ve denetime tabi olacağı ifade etmektedir.

Yürürlüğe giren Yönetmelik ile imalatçı, yetkili temsilci, ithalatçı, dağıtıcı veya hizmet sunucu; kendi ismi ve kayıtlı ticari ünvanı, iletişim kurulabilecek posta adresi ve elektronik posta adresinin yanı sıra, uzaktan iletişim araçları yoluyla piyasaya arz ettiği veya piyasada bulundurduğu ürüne ilişkin aşağıdaki bilgileri kolayca görülebilecek ve açıkça okunabilecek şekilde satış ilanına koymakla yükümlü hale getirilmiştir. Bununla beraber satış ilanında Türkiye'de yerleşik imalatçısının ismi, kayıtlı ticari ünvanı veya markasının yanı sıra iletişim kurulabilecek posta adresi, elektronik posta adresi, Ürünün fotoğrafı, tipi ve ürünü tanımlayacak diğer bilgiler dâhil olmak üzere ürünün tarifine imkân veren tüm bilgilerin de yer alması gerekmektedir.

Aynı zamanda işletmelere ait iktisadi ve ticari faaliyetlerin yapılmasına imkan sağlayan aracı platformlar için "Ürün Güvenliği Temas Noktası" uygulamasını zorunlu hale getirilerek vatandaşların ürün güvenliği ve uygunluğu ile ilgili şikayet ve bildirim yapabilmesine imkan sağlanmıştır.

Yönetmelik ile getirilen bir yeni değişiklik ise; piyasaya arz edilen veya piyasada bulundurulan uygun olmayan bir ürünün internet üzerinden tanıtımı ve satışının yapılması halinde, Bakanlık tarafından aracı hizmet sağlayıcısına içeriğin çıkarılması için internet sayfalarındaki iletişim araçları, alan adı, IP adresi ve benzeri kaynaklarla elde edilen bilgiler üzerinden elektronik posta mesajı veya diğer iletişim araçları ile bildirimde bulunacağına, içeriğin yirmi dört saat içerisinde çıkarılmaması veya içeriğin yirmi dört saat içerisinde çıkarılmasına rağmen aynı ürünün tekrar sistemlerinde yer aldığının tespiti halinde Bakanlık tarafından - uygun olmayan ürüne ilişkin içeriğe erişimin engellenmesine karar verme ve kararın icrası için Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumuna bildirme yetkisi getirilmiştir.

Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr

#4
30.10.2024 tarihli ve 32707 sayılı Resmî Gazete'de Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun yayımlanmıştır. 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'nun sair hükümlerinde değişiklikler yapılarak uygulamada yaşanan gelişmelere uygun kanuni düzenlemelerin hayata geçirilmesi amaçlanmıştır.

Değişiklik ile tüketici mevzuatı özelinde özetle; tüketici kredi ve konut finansman sözleşmelerinin kuruluşlarına dair şekil şartlarında değişikliğe gidilerek bankacılık mevzuatı ile gelişen ve değişen teknolojik koşullara uyum sağlanmış, günümüzde özellikle yüksek takipçili sosyal medya kullanıcıları tarafından oldukça fazla kullanılmakta olan doğrudan satış sistemine yönelik düzenlemeler detaylandırılmış ve tarafların hak ve yükümlülükleri belirgin hale getirilmiş, Reklam Kurulunca uygulanan idari para cezaları caydırıcılık unsurunu sağlamak adına artırılarak ayrıca uygulanabilecek alt ve üst sınırlar belirlenmiş, uzlaşma müessesesinin Reklam Kurulu tarafından ticari reklam ve haksız ticari uygulamalara dair verilen idari para cezaları bakımından da uygulanmasına imkân tanınmıştır.

6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunda yapılan değişikliklere ilişkin hazırladığımız karşılaştırmalı tabloyu yazımız ekinde sunmakla beraber ilgililere faydalı olması dileğiyle..

Av. Ahmet Faruk ÜMÜT

#5
Kasten Yaralama Suçu (Türk Ceza Kanunu madde 86)

Kasten yaralama suçu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun "Vücut Dokunulmazlığına Karşı Suçlar" başlıklı ikinci bölümünün 86. maddesinde hüküm altına alınmıştır. Buna göre;

"Madde 86 - Kasten Yaralama
Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."

Kanunun lafzından ve düzenlendiği bölümden de anlaşılacağı üzere yaralama suçunda kişinin korunan yararı, vücut dokunulmazlığı ve beden bütünlüğüdür. Bu sebeple suçun konusunu mağdurun acı verilen veya bozulan bedeni ya da ruhsal varlığı oluşturmaktadır. Failin yaptığı hareket sonucu, maddede belirtilen sonuçlardan biri meydana gelirse, yaralama suçunun oluşacağı tereddütsüzdür. Bu sonucu doğurmaya elverişli olan tüm hareketlerle kasten yaralama suçunun işlenmesi mümkündür.(Yargıtay Ceza Genel Kurulu 27.05.2014 tarihli 2013/292 Esas,  2014/289 Kararı)

Görüldüğü üzere hem Kanun koyucu hem de Yargıtay yerleşik içtihatların kasten yaralama suçunu oluşturacak fiilin ne olduğunu açıklamamıştır ancak yerleşik uygulamalarına göre; tokat atmak, yumruk atmak, iteklemek suretiyle bir yere çarpmasına neden olmak, tırnak veya başka bir cisim ile vücuduna çiziklere neden olmak, yerde sürüklemek, silah veya benzeri bir cisimle yaralanmasına neden olmak vb. fiiler kasten yaralama suçuna vücut verir.

"Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur."

Kanunda söz edilen basit tıbbi müdahaleden anlaşılması gereken hiçbir tıbbi müdahale gerektirmeyen ve sağlık mensubu olmayan kişiler tarafından dahi iyileştirilmesi mümkün olan yüzeysel yaralamalar olarak tarif edilmektedir. (Nur Centel, Hamide Zafer, Özlem Çakmut, Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, Cilt I, 4. bası, Beta, s. 175.) Hangi fiillerin basit tıbbi müdahele ile giderilebilecek seviyede olup olmadığı hususu uygulamada çok önemli bir yer tutmakta olup bunun değerlendirmesinin nasıl olacağı uygulamada çokça tartışılmaktadır. Kasten yaralamanın kişi üzerindeki etkisi basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif ise cezada indirim yapılacağı gibi suçun takibi de şikayete bağlı kılınmaktadır. Doktrinde genel anlamıyla ciddi bir tıbbi müdahaleye gerek olmaksızın sağlık çalışanı olmayan kişiler tarafından da iyileştirilebilecek yüzeysel yaralanmalar basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek yaralanma olarak kabul edilmektedir.

"Suçun kadına karşı işlenmesi hâlinde cezanın alt sınırı altı aydan az olamaz."

Kanunumuza 12/05/2022 tarihinde eklenen fıkra ile yaralama fiilinin bir erkek tarafından kadına karşı işlenmesi halinde cezanın alt sınırı 6 ay olarak belirlenmiştir. Bu hüküm yalnızca erkeklerin kadınlara karşı işlediği suçlarda uygulama alanı bulacak olup suçun failinin ve mağdurunun kadın olduğu durumlarda uygulanamayacaktır.

YARALAMA SUÇUNUN DAHA AĞIR CEZAYI GEREKTİRECEK HALLERİ

Yaralama suçunun cezasının ağırlaştırılmasını gerektiren nitelikli halleri 5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun m. 86/3 ve m.87'de sayılmıştır. Buna göre;

Kasten yaralama suçunun;
a) Üstsoya, altsoya, eşe, boşandığı eşe veya kardeşe karşı,
b) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
e) Silahla,
f) Canavarca hisle,
işlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında, (f) bendi bakımından ise bir kat artırılır.

Suçun üstsoya, altsoya, eşe, boşandığı eşe veya kardeşe karşı işlenmesinde cezanın arttırılma sebebi gerek aile kurumuna etkin bir koruma sağlamak gerekse söz konusu yakınlık derecesinde olan kişilerin gelebilecek saldırılara beklenmedik anlarda karşılaşabilmekte ve kendini korumaktan yoksun kalabilmektedir. Kişinin bu fıkradan cezasının arttırılabilmesi için mağdurun akrabası olduğunu bilebilecek durumda olması gerekmektedir. Aksi takdirde suçun mağdurunda yanılma unsuru ortaya çıkacak ve suçun kasıt fonksiyonunda eksiklik olacaktır.

Kanunumuzda yer alan silah hükmünden anlaşılması gereken 5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun 6. maddesinin 1.fıkrasının f bendine göre;

1.Ateşli silahlar,
2.Patlayıcı maddeler,
3.Saldırı ve savunmada kullanılmak üzere yapılmış her türlü kesici, delici veya bereleyici alet,
4.Saldırı ve savunma amacıyla yapılmış olmasa bile fiilen saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişli diğer şeyler,
5.Yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı, boğucu, zehirleyici, sürekli hastalığa yol açıcı nükleer, radyoaktif, kimyasal, biyolojik maddeler
Yaralama suçunda silah kapsamına girmektedir.

YARALAMA SUÇUNUN CEZASINDA İNDİRİM SEBEPLERİ

Yaralama suçunda cezai indirim sebepleri 5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun İkinci Bölümünün "Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Nedenler" başlıklu 24 vd. maddelerinde yer verilmiştir.

1- Kanun Hükmü ve Amirin Emrinin Yerine Getirilmesi
Türk Ceza Kanunumuzun 24. maddesine göre;
(1) Kanunun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmez.
(2) Yetkili bir merciden verilip, yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emri uygulayan sorumlu olmaz.
(3) Konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine getirilemez. Aksi takdirde yerine getiren ile emri veren sorumlu olur.
(4) Emrin, hukuka uygunluğunun denetlenmesinin kanun tarafından engellendiği hallerde, yerine getirilmesinden emri veren sorumlu olur.

2- Meşru Savunma ve Zorunluluk Hali
Türk Ceza Kanunumuzun 25. maddesine göre;
(1) Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.
(2) Gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakka yönelik olup, bilerek neden olmadığı ve başka suretle korunmak olanağı bulunmayan ağır ve muhakkak bir tehlikeden kurtulmak veya başkasını kurtarmak zorunluluğu ile ve tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan vasıta arasında orantı bulunmak koşulu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.

3- Hakkın Kullanılması ve İlgilinin Rızası
Türk Ceza Kanunumuzun 26. maddesine göre;
(1) Hakkını kullanan kimseye ceza verilmez.
(2) Kişinin üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin olmak üzere, açıkladığı rızası çerçevesinde işlenen fiilden dolayı kimseye ceza verilmez.

4- Meşru Savunmada Sınırın Aşılması
Türk Ceza Kanunumuzun 27. maddesine göre;
(1) Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yazılı cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur.
(2) Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez.

5- Cebir ve Şiddet, Korkutma ve Tehdit Altında Bulunma
Türk Ceza Kanunumuzun 28. maddesine göre;
(1) Karşı koyamayacağı veya kurtulamayacağı cebir ve şiddet veya muhakkak ve ağır bir korkutma veya tehdit sonucu suç işleyen kimseye ceza verilmez. Bu gibi hallerde cebir ve şiddet, korkutma ve tehdidi kullanan kişi suçun faili sayılır.

6- Haksız Tahrik
Türk Ceza Kanunumuzun 29. maddesine göre;
(1) Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine 18 yıldan 24 yıla ve müebbet hapis cezası yerine 12 yıldan 18 yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir.

7-  Hataya Düşme
Türk Ceza Kanunumuzun 30. maddesine göre;
(1) Fiilin icrası sırasında suçun kanuni tanımındaki maddi unsurları bilmeyen bir kimse, kasten hareket etmiş olmaz. Bu hata dolayısıyla taksirli sorumluluk hali saklıdır.
(2) Bir suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hallerinin gerçekleştiği hususunda hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır.
(3) Ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır.
(4) İşlediği fiilin haksızlık oluşturduğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, cezalandırılmaz.

8- Yaralama Suçunun İşlendiği Sırada Yaş Küçüklüğü
Türk Ceza Kanunumuzun 31. maddesine göre;
(1) Fiili işlediği sırada 12 yaşını doldurmamış olan çocukların ceza sorumluluğu yoktur. Bu kişiler hakkında, ceza kovuşturması yapılamaz; ancak, çocuklara özgü güvenlik tedbirleri uygulanabilir.
(2) Fiili işlediği sırada 12 yaşını doldurmuş olup da 15 yaşını doldurmamış olanların işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamaması veya davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmemiş olması hâlinde ceza sorumluluğu yoktur. Ancak bu kişiler hakkında çocuklara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur. İşlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin varlığı hâlinde, bu kişiler hakkında suç, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde 12 yıldan 15 yıla; müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde 9 yıldan 11 yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Diğer cezaların yarısı indirilir ve bu hâlde her fiil için verilecek hapis cezası 7 yıldan fazla olamaz.
(3) Fiili işlediği sırada 15 yaşını doldurmuş olup da 18 yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında suç, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde 18 yıldan 24 yıla; müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde 12 yıldan 15 yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Diğer cezaların üçte biri indirilir ve bu hâlde her fiil için verilecek hapis cezası 12 yıldan fazla olamaz. 

9- Akıl Hastalığına Sahip Olma
Türk Ceza Kanunumuzun 32. maddesine göre;
(1) Akıl hastalığı nedeniyle, işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye ceza verilmez. Ancak, bu kişiler hakkında güvenlik tedbirine hükmolunur.
(2) Birinci fıkrada yazılı derecede olmamakla birlikte işlediği fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan kişiye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine 25 yıl, müebbet hapis cezası yerine 20 hapis cezası verilir. Diğer hallerde verilecek ceza, altıda birden fazla olmamak üzere indirilebilir. Mahkûm olunan ceza, süresi aynı olmak koşuluyla, kısmen veya tamamen, akıl hastalarına özgü güvenlik tedbiri olarak da uygulanabilir.

10- Sağır ve Dilsizlik Hali
Türk Ceza Kanunumuzun 33. maddesine göre;
(1) Bu Kanunun, fiili işlediği sırada 12 yaşını doldurmamış olan çocuklara ilişkin hükümleri, 15 yaşını doldurmamış olan sağır ve dilsizler hakkında; 12 yaşını doldurmuş olup da 15 yaşını doldurmamış olanlara ilişkin hükümleri, 15 yaşını doldurmuş olup da 18 yaşını doldurmamış olan sağır ve dilsizler hakkında; 15 yaşını doldurmuş olup da 18 yaşını doldurmamış olanlara ilişkin hükümleri, 18 yaşını doldurmuş olup da 21 yaşını doldurmamış olan sağır ve dilsizler hakkında da uygulanır.

11- Geçici Nedenler, Alkol Veya Uyuşturucu Madde Etkisinde Olma Hali
Türk Ceza Kanunumuzun 34. maddesine göre;
(1) Geçici bir nedenle ya da irade dışı alınan alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle, işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye ceza verilmez.
(2) İradi olarak alınan alkol veya uyuşturucu madde etkisinde suç işleyen kişi hakkında birinci fıkra hükmü uygulanmaz.

BASİT TIBBI MÜDAHALE İLE GİDERİLEBİLECEK YARALANMA KAVRAMI NEDİR?

Basit tıbbı müdahelenin tespitinde fiilin işlendiği koşullar, mağdurun durumu, hareketin yöneldiği bölge, hareketin şiddeti, işleniş şekli ve neticeyi gözeterek genel bir değerlendirme yapmak gerekmektedir.

Hangi yaralamaların basit tıbbı müdahele ile giderilebilecek seviyede olup olmadığı hususu hukukun değil tıbbın konusu oluşturmakla birlikte Türk Hukukunda bu değerlendirmeyi yapan kurum Adli Tıp Kurumudur.

Adli Tıp Kurumu uygulamada yaşanan farklılıkları gidermek amacıyla Adli Tıp Kurumu Başkanlığı, Adli Tıp Uzmanlar Derneği ve Adli Tıp Derneği ortaklığı ile ilki 2005 yılında olmak üzere bir dizi yayın yaparak uygulamada Mahkemelere yol gösterici raporlar ortaya koymuştur. (Liste için bkz. Türk Ceza Kanunu'nda Tanımlanan Yaralama Suçlarının Adli Tıp Açısından Değerlendirilmesi Haziran 2013, <https://www.atk.gov.tr/tckyaralama24-11-15.pdf> Erişim tarihi: 07.07.2023)  Yaralanmaların bazılarına örnek verecek olursak;

Deri-Deri Altı-Kas Dokusunu İlgilendiren Travmatik Değişimlere ilişkin Adli Tıp Kurumunun raporuna göre;
Tüm vücut alanına göre yüzey alanı yaklaşık olarak; yüz bölgesinde %5, vücudu diğer bölgelerinde %10'a kadar olan abrazyon ve kontüzyonlar ve yüz bölgesinde 5 cm, vücudun diğer bölgelerinde tek lezyon olarak 10 cm, toplam 20 cm'e kadar cilt-cilt altını ilgilendiren yaralanmalar BASİT TIBBI MÜDAHELE İLE GİDERİLEBİLİR.
Tüm vücut alanına göre yüzey alanı yaklaşık olarak; yüz bölgesinde %5, vücudun bölgelerinde %10'dan fazla olan abrazyon ve kontüzyonlar, yüz bölgesinde 5 cm, vücudun diğer bölgelerinde tek lezyon olarak 10 cm, toplam 20 cm'den büyük cilt-cilt altını ilgilendiren yaralanmalar, fasia ve kas dokuyu ilgilendiren tüm penetran yaralanmalar, yumuşak doku seyirli, giriş deliği bulunan, tüm ateşli silah yaralanmaları BASİT TIBBI MÜDAHALE İLE GİDERİLEMEZ.

Yanıklara ilişkin Adli Tıp Kurumunun raporuna göre;
1. derece yanık, 2. derece yanıklarda yüzey alanı %10'dan az (5 yaş altı çocuklarda %5'ten az) yanıklar  BASİT TIBBI MÜDAHALE İLE GİDERİLEBİLİR.
1. derece yanıklarda beş yaş ve altında % 20'den fazla, 2. derece yanıklarda %10-20 (5 yaş altı çocuklarda%5-15), 3. ve 4. Derece yanıklarda %10'dan az yanıklar BASİT TIBBI MÜDAHALE İLE GİDERİLEMEZ.

Kafa Bölgesini İlgilendiren Yaralanmalara ilişkin Adli Tıp Kurumunun raporuna göre;
İç tabulayı da kapsayan kafatası kırıkları, izole dış tabulayı ilgilendiren kafatası kırığı, tüm kafa içi yapılardaki travmatik değişimler, (kontüzyon, pnömosefali, klinik bulgu veren beyin ödemi vb.), kranial sinir yaralanmaları (diğer kafa içi değişimlerin eşlik etmediği), yaralanmalarda BASİT TIBBI MÜDAHALE İLE GİDERİLEMEZ.

Bilinç Kaybına Neden Olan Yaralanmalara ilişkin Adli Tıp Kurumunun raporuna göre;
Olay sonrası ilk gözlemde uyanık, belirlenmiş 5 dakikadan kısa süren geçici bilinç kaybı, travma sonrası 24 saatten kısa amnezi, (Glasgow Koma Skoru: 14–15) BASİT TIBBI MÜDAHALE İLE GİDERİLEBİLİR.
Belirlenmiş 5 dakikadan uzun süren bilinç kaybı, travma sonrası bilinç kaybı olmamakla birlikte fokal nörolojik defisit (kranial sinir, hissi- motor belirti), travma sonrası 24 saatten uzun amnezi, (Glasgow Koma Skoru: 9-13 arası) BASİT TIBBI MÜDAHALE İLE GİDERİLEMEZ.

Yukarıda da izah edildiği üzere her olay ve fiil için farklılık arz eden yaralanmalar ve bu yaralanmaların neden olduğu komplikasyonlar için ayrı değerlendirme yapmak gerekmektedir. 


Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr

#6
Türkiye'de Taşınmaz Edinmek İsteyen Yabancıların İzleyeceği Yollar

Türkiye'de taşınmaz edinimi konusunda 3 farklı yabancı kavramı vardır;
1. Yabancı gerçek kişiler,
2. Yabancı tüzel kişiler,
3.Yabancı sermayeli Türk şirketleri.

2644 sayılı Tapu Kanunu'nun 35. maddesinde yabancı gerçek ve tüzel kişilerin taşınmaz edinimine ilişkin hükümler, 36. maddesinde ise yabancı sermayeli şirketlere ilişkin hükümler yer alır.

2644 sayılı Kanunumuzun 35. maddesine göre;

"Kanuni sınırlamalara uyulmak kaydıyla, uluslararası ikili ilişkiler yönünden ve ülke menfaatlerinin gerektirdiği hallerde Cumhurbaşkanı tarafından belirlenen ülkelerin vatandaşı olan yabancı uyruklu gerçek kişiler Türkiye'de taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinebilirler. Yabancı uyruklu gerçek kişilerin edindikleri taşınmazlar ile bağımsız ve sürekli nitelikteki sınırlı ayni hakların toplam alanı, özel mülkiyete konu ilçe yüz ölçümünün yüzde onunu ve kişi başına ülke genelinde otuz hektarı geçemez. Cumhurbaşkanı kişi başına ülke genelinde edinilebilecek miktarı iki katına kadar artırmaya yetkilidir."

"Yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketleri ancak özel kanun hükümleri çerçevesinde taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinebilirler. Bu ticaret şirketleri dışındakiler taşınmaz edinemez ve lehlerine sınırlı ayni hak tesis edilemez. Bu ticaret şirketleri ile yabancı uyruklu gerçek kişiler lehine taşınmaz rehni tesisinde bu maddede yer alan sınırlamalar uygulanmaz."

"Cumhurbaşkanı, ülke menfaatlerinin gerektiği hallerde yabancı uyruklu gerçek kişiler ile yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketlerinin taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinimlerini; ülke, kişi, coğrafi bölge, süre, sayı, oran, tür, nitelik, yüzölçüm ve miktar olarak belirleyebilir, sınırlandırabilir, kısmen veya tamamen durdurabilir veya yasaklayabilir."

"Yabancı uyruklu gerçek kişiler ve yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketleri, satın aldıkları yapısız taşınmazda geliştireceği projeyi iki yıl içinde ilgili Bakanlığın onayına sunmak zorundadır. İlgili Bakanlıkça başlama ve bitirilme süresi belirlenerek onaylanan proje tapu kütüğünün beyanlar hanesine kaydedilmek üzere taşınmazın bulunduğu tapu müdürlüğüne gönderilir. Onaylanan projenin süresi içinde gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği ilgili Bakanlıkça takip edilir."

"Askeri yasak bölgeler, askeri güvenlik bölgeleri ile stratejik bölgelere ait harita ve koordinat değerleri bu Kanunun yürürlük tarihinden itibaren en geç bir yıl içinde ve bu yerlere ait değişiklik kararlarına ait harita ve koordinat değerleri değişikliklerin yapıldığı tarihten itibaren bir ay içinde Millî Savunma Bakanlığınca, özel güvenlik bölgeleri ve değişiklik kararlarına ait harita ve koordinat değerleri ise İçişleri Bakanlığınca aynı sürede Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu Bakanlığa verilir. Bu Kanunun yürürlük tarihinden itibaren bir yıl sonra bu fıkra uyarınca gönderilen belge ve bilgilere göre tapu işlemleri yürütülür."

"Bu madde hükümlerine aykırı olarak edinilen, edinim amacına aykırı kullanıldığı ilgili Bakanlık ve idarelerce tespit edilen, süresi içinde ilgili Bakanlığa başvurulmayan veya süresi içinde projeleri gerçekleştirilmeyenler ile bu maddenin birinci fıkrası kapsamındaki sınırlamalar dışında miras yoluyla edinilen taşınmazlar ve sınırlı ayni haklar, Maliye Bakanlığınca verilecek bir yılı geçmeyen süre içinde maliki tarafından tasfiye edilmediği takdirde tasfiye edilerek bedele çevrilir ve bedeli hak sahibine ödenir."

Yabancı Gerçek Kişilerin Taşınmaz Edinimlerindeki Kanuni Sınırlamalar

Edinimine izin verilen yabancı uyruklu gerçek kişiler özel mülkiyetin mümkün olduğu alanlarda (konut, işyeri, arsa, tarla vs.) her türlü taşınmazı edinebilir. Edinilen taşınmaz yapısız nitelikte ise yabancı uyruklu malikin burada iki yıl içerisinde proje geliştirmek üzere projenin konusuna göre ilgili kamu idaresine başvurması gerekir.

Yabancı uyruklu bir gerçek kişi ülke genelinde 30 hektara kadar taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinebilir. Bakanlar Kurulu dilerse bu miktarı iki katına kadar arttırabilir.

Yabancı uyruklu gerçek kişiler askeri yasak bölgeler ve askeri güvenlik bölgelerinde bulunan taşınmazları edinemez ve kiralayamazlar. Özel güvenlik bölgelerindeki taşınmazları ise valilik izni ile edinebilir ve kiralayabilirler.

Yabancı uyruklu gerçek kişilerin toplam edinimi bir ilçenin özel mülkiyete açık toplam alanının yüzde onunu aşamaz. Yüzde onluk kotanın dolduğu yerlerde yabancıların yeni edinim talepleri karşılanmaz.

Tasfiye Edilecek Taşınmazlar

Yukarıda belirtilen durumlara aykırı olarak edinilen taşınmazlar, Edinim amacına aykırı kullanıldığı tespitedilen ve süresi içinde ilgili Bakanlığa başvurulmayan veya süresi içinde projeleri gerçekleştirilmeyen yapısız taşınmazlar Yabancı edinimini sınırlayan hükümleri aşan miras yoluyla edinilmiş taşınmaz ve sınırlı ayni haklar söz konusu olduğunda Maliye Bakanlığınca verilecek bir yılı geçmeyen süre içinde malikin taşınmazı devretmesi beklenir, bu mümkün olmazsa tasfiye edilerek bedele çevrilir ve bedeli hak sahibine ödenir.

Yabancı Tüzel Kişilerin Taşınmaz Ve Sınırlı Ayni Hak Edinimleri

Türkiye'de yabancı tüzel kişi olarak sadece; yabancı ülkelerde kendi ülke kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketleri taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinebilir. Bu ticaret şirketleri dışındaki yabancı tüzel kişiler (vakıf, dernek vb.) ise taşımaz edinemez ve lehlerine sınırlı ayni hak tesis edilemez.

Yabancı ülkelerde kendi kanunlarına göre tüzel kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketlerinin taşınmaz mal edinimleri ise istisnai olup ancak uluslararası anlaşmalar veya özel kanun hükümleri ile öngörülmüş ise mümkündür. Bu konuda hüküm içeren özel Kanunlardan bazıları 6491 sayılı Türk Petrol Kanunu, 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu, 4737 sayılı Endüstri Bölgeleri Kanunudur.

NOT: İpotek konusunda istisnai bir durum öngörülmüş olup yabancı gerçek ve tüzel kişiler lehine taşınmazlar üzerinde kurulacak ipotekler için herhangi bir sınırlama mevcut değildir.

Türkiye'de Kurulmuş Yabancı Sermayeli Şirketlerin Taşınmaz ve Sınırlı Ayni Hak Edinimleri

Yabancı yatırımcıların; %50 veya daha fazla oranda hissesine sahip oldukları veya yönetim hakkını haiz kişilerin çoğunluğunu atayabilme ve görevden alabilme yetkisine sahip oldukları Türkiye'de kurulmuş tüzel kişiliğe sahip şirketler yabancı sermayeli şirket olarak kabul edilir.

Bu şirketler ana sözleşmelerinde belirtilen faaliyet konularını yürütmek üzere taşınmaz mülkiyeti ve sınırlı ayni hak edinebilir. Bunun için öncelikle taşınmazın bulunduğu yer valiliğine izin için başvurmaları gerekir.

Edinilmek istenen taşınmazın askeri yasak bölge veya askeri güvenlik bölgesi içerisinde kalması halinde taşınmaz mülkiyeti edinimleri Genel Kurmay Başkanlığının, özel güvenlik bölgesi içerisinde kalması halinde ise taşınmazın bulunduğu yer valiliğinin iznine tabidir. Taşınmaz edinim başvurusunun sonucunun olumlu olması halinde, tescil işleminin yapılması için valilik tarafından şirket/iştirak ile tapu müdürlüğüne yazı ile bilgi verilir.

VALİLİKTEN İZİN ALMADANYAPILABİLECEK İŞLEMLER
1. İpotek tesisi,
2. İpotek lehtarının ipoteğin paraya çevrilmesi kapsamındaki mülkiyet edinimleri,
3. Şirket birleşmelerinden ve bölünmelerinden doğan taşınmaz mülkiyeti ve sınırlı ayni hak nakli,
4. Organize sanayi bölgeleri, endüstri bölgeleri, teknoloji geliştirme bölgeleri ve serbest bölgelerdeki edinimler,
5. İlgili bankacılık mevzuatı çerçevesinde kredi olarak sayılan işlemler nedeniyle ya da alacakların tahsili amacıyla gerçekleşen edinimlerde,
 izin almadan doğrudan Tapu Müdürlüğüne başvurulur.

Taşınmaz Edinimi Yoluyla Türk Vatandaşlığını Kazanabilme Hakkı

Bir milyon dolar ve üzerindeki bir değere sahip taşınmaz satın alan yabancı uyruklu gerçek kişiler için istisnai yoldan Türk vatandaşlığını kazanabilme hakkı tanınmıştır
Bunun için yabancının;
1. Tek seferde en az bir milyon dolar değere sahip bir taşınmaz satın alması,
2. Edinim başvurusunda taşınmazı bu amaçla aldığını belirtmesi ve resmi senette bu hususa yer verilerek taşınmazın beyanlar hanesine taşınmazı üç yıl satmayacağına ilişkin belirtme işlenmesi gerekmektedir.
3. Tapu işlemlerin tamamlanmasını müteakip malike verilecek olan ayrıntılı tapu kaydı ile ikamet veya vatandaşlık talepleri için ilgili idarelere başvurulabilir.

Bu başvuruda dikkat edilmesi gerekenler;
1. Taşınmazın tapu senedi veya köy/mahalle, ada, parsel, bina, bağımsız bölüm bilgisi,
2. Yabancının uyruğunda bulunduğu ülke tarafından düzenlenmiş kimlik belgesi veya pasaport, (Latin alfabesi dışındaki alfabelere göre düzenlenen kimlik ve pasaportlarının noter onaylı yeminli tercümeleri sunulmalıdır.)
3. İşlemde temsil mevcut ise temsile ilişkin belge (vasilik kararı, yetki belgesi, vekaletname vs),
4. İlgili belediyeden alınan taşınmaza ilişkin "emlak rayiç değeri" belgesi,
5. Binalar için zorunlu deprem sigortası poliçesi,
6. Satıcının bir adet alıcının iki adet fotoğrafı (son altı ay içinde çekilmiş,6X4 ebadında)
7. Taraflardan birinin Türkçe bilmemesi halinde yeminli tercüman bulundurulmalıdır.

Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr






#7
MOBBİNG (İŞYERİNDE PSİKOLOJİK ŞİDDET) NEDİR?

Mobbing, işyerlerinde bir veya birden fazla kişi tarafından diğer kişi ya da kişilere yönelik gerçekleştirilen, belirli bir süre sistematik biçimde devam eden, yıldırma, pasifize etme veya işten uzaklaştırmayı amaçlayan; mağdur ya da mağdurların kişilik değerlerine, mesleki durumlarına, sosyal ilişkilerine veya sağlıklarına zarar veren; kötü niyetli, kasıtlı, olumsuz tutum ve davranışlar bütünüdür.

Bursa Bölge İdare Mahkemesi, 07/11/2014 tarih ve 2014/4053 Esas; 2014/3839 Karar sayılı ilamında kamu kurumunda çalışan işçinin açtığı davada mobbingin tanımını yapmış olup;

"Mobbing; bir veya birkaç kişinin bir diğer kişiye uyguladığı, düşmanca ve ahlaka, etiğe aykırı yöntemlerle uygulanan sistematik psikolojik bir baskı olarak ifade edilebilir. Aslında mobbing kelimesinin anlatmak istediği şey; iş yerindeki duygusal taciz, psikolojik şiddet, dışlama, aşağılama, rahatsız etme, çalışma motivasyonunu, özgüvenini kırma ve mutsuz etmedir. Mobbing uygulamalarını ispat etmenin çok zor olduğu kabulüyle mobbinge karine teşkil edebilecek delillere dayanılarak yargılama yapılmasını benimsemek zorunludur."

İş hayatında genellikle çalışanın istifaya zorlanarak iş akdini feshetmesi ve İş Kanundan doğan tazminat haklarından vazgeçmesi için başvurulan yöntemlerden olan mobbing, işçinin iş akdini feshetmesi için haklı bir neden oluşturmakta olup bu kapsamda yapılan fesihlerde kıdem tazminatı, bakiye ücret alacakları, fazla mesai ücreti, manevi tazminat, ayrımcılık tazminatı ve diğer işçi alacaklarına hak kazanılmaktadır.

MOBBİNGİN UNSURLARI

İşyerinde karşılaşılan her türlü olumsuz davranış psikolojik taciz (mobbing) olarak algılanmamalıdır. İşyerlerinde mobbingden söz edebilmek için sergilenen olumsuz davranışların bazı unsurları içermesi gerekmektedir.

İşyerinde mobbingden söz edebilmek için; olaylar işyerinde gerçekleşmesi, sistemli bir şekilde yapılması,  süreklilik kazanmış ve sıklıkla tekrarlanması, kasıtlı yapılması, yıldırma, pasifize etme ve işten uzaklaştırma amacıyla yapılması, mağdurun kişiliğinde, mesleki durumunda veya ruhsal/bedensel sağlığında zarar ortaya çıkartması gerekmektedir. Mobbing yapan işverenin, çalışana ilişkin olumsuz tutum ve davranışları gizli veya açık olabilmekle beraber, üstler tarafından astlarına uygulanabileceği gibi, astları tarafından üstlerine de uygulanabilir ya da eşitler arasında da gerçekleşebilmektedir.

İşyerinde uygulanan mobbinge örnekler vermek gerekirse;

Çalışanın; işyerindeki konumunun sürekli değiştirilmesi, çalışanın özgüvenini kırıcı işlerde çalıştırılması, kapasitesinin altında işler verilmesi, görev tanımı dışında görevlerle meşgul edilmesi, verilen işlerin geri alınması, yerine iş verilmemesi, yapması için anlamsız işler verilmesi, işten çıkmaya zorlanması, telefonla rahatsız edilmesi, yapılan işin sürekli eleştirilmesi, sözlerinin devamlı kesilmesi, yüzüne karşı ses yükseltilmesi ve azarlanması, kendisini göstermesinin ve ifade etmesinin kısıtlanması/engellenmesi, özel yaşamının eleştirilmesi, sözlü ve yazılı tehditler, imalar, bakışlar, jest ve mimik yoluyla iş ilişkileirnin reddedilmesi, kişi orada değilmiş gibi davranılması, çevresindeki insanların konuşmaması, çalışma ortamının diğer çalışma arkadaşlarından ayrı tutulması, izole edilmesi, ayrımcılık oluşturacak davranışlarda bulunulması, çalışanın yalnızlaştırılması gibi uygulamalar mobbing yapıldığına dair örnekler teşkil etmektedir.

Mobbingin varlığı ve kabulü için mağdurda psikolojik rahatsızlığın meydana gelmesi zorunlu olmadığı gibi, her psikolojik rahatsızlığın nedeni de mobbing değildir. Birçok olguda işyeri stresinin çalışanların sağlığı üzerinde mobbinge benzer etkiler oluşturduğu bilinen bir husustur. Çalışanlar üzerinde olumsuz etki yaparak, onların davranışlarını, verimliliklerini ve sosyal ilişkilerini etkileyen olgu, stres olarak tanımlanır ve rahatsızlık belirtileri birçok yerde mobbinge benzerdir. Mobbing oluşturan eylemler, mağdur üzerinde psikolojik baskı oluştursa ve bunun sonucunda bir kısım sağlık sorunlarına neden olsa da, her psikolojik baskıyı ve rahatsızlığı mobbinge bağlamak doğru değildir. Bu bağlamda, bir işyerinde yaşanan belli yoğunluktaki stres, kaba, kırıcı ve küçümseyici davranışlar, çalışanları mutsuz yapsa, onların psikolojik ve ruhsal sağlığında bozulmalar meydana getirse de, diğer unsurlara bakılmadan mobbing olarak kabul edilmesi hatalıdır.

Örneğin, nezaket ve saygının yokluğu olan işyeri kabalığı, doğal olarak kişiye bağlı, beğenilmeyen, çirkin görülen, rahatsız edici ve hoş karşılanmayan söz, tutum ve davranışlardan oluşmaktadır. Mobbing kavramının etimolojik anlamına ve tarihsel gelişimine bakıldığında; aynı ortamda bulunan veya aynı organizasyona bağlı olan bir veya birden fazla kimsenin bir kişiye belli bir amaçla, sistematik bir şekilde, yılgınlık, korku, tedirginlik, endişe, bunalım, bıkkınlık, sıkıntı veya kaygı oluşturacak söz, tutum veya davranışlarla psikolojik ve duygusal baskı kurarak onu belli şekilde davranmaya ya da davranmamaya, ortak alandan uzaklaştırmaya, güçsüzleştirmeye, değersizleştirmeye, aşağılamaya, küçük düşürmeye veya pasifize etmeye yönelik çabalarına mobbing denilir. Mobbingi; stres, tükenmişlik sendromu, işyeri kabalığı, iş tatminsizliği ya da doyumsuzluğu gibi olgulardan ayıran husus, belli kişinin belli bir amaca yönelik olarak hedef alınması, yapılan haksızlığın sürekli, sistematik ve sık oluşudur. (Yargıtay 22. H.D. 22/05/2014 tarih 2013/11788 E., 2014/14008 K.)

MOBBİNGİN İSPATI

Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 27.12.2013 tarih ve 2013/693 Esas, 2013/30811 Karar sayılı ilamında; Mobbingin varlığının kabulü için kişilik haklarının "ağır şekilde ihlali"ne gerek olmadığı, kişilik haklarına yönelik haksızlığın yeterli olduğu, ayrıca mobbing iddialarında ''şüpheden uzak kesin deliller'' aranmayacağını belirtmiştir. İşçinin kendisine mobbing uygulandığına dair kuşku uyandıracak olguların ileri sürmesinin yeterli olduğu, mobbingin gerçekleşmediğini ispat yükünün işverene düştüğünü belirtmiştir. Önceki yıllarda Yargıtay mobbing için "kuvvetli emarelerin varlığını" ararken, bu kararı ile birlikte, mobbingin ispatı zor bir modern dönem çalışma hayatı olgusu olmasından hareketle, makul şüpheyi uyandıracak delillerin olmasını mobbingin varlığını ispat açısından yeterli saymıştır. Yine aynı Daire'nin 21.02.2014 tarih ve 2014/2157 Esas, 2014/3434 Karar sayılı ilamında;  mobbingin varlığının ispatı için; Şüpheden uzak kesin deliller aranmayacağını, işçinin, kendisine işyerinde mobbing uygulandığına dair kuşku uyandıracak olguların ileri sürmesinin yeterli olduğunu, işyerinde mobbing gerçekleşmediğini ispat külfetinin davalıya düştüğünü, tanık beyanları, sağlık raporları, bilirkişi raporunun dikkate alınması gerektiğini belirtilmiştir.

Kaynak:
1- Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO), Çalışma Yaşamında Şiddet ve Tacizin Önlenmesine İlişkin Başvuru Rehberi
2- T.C. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, İşyerlerinde Psikolojik Taciz (Mobbing) Bilgilendirme Rehberi
3- Başbakanlık 19.03.2011 tarihli 2011/2 Numaralı İşyerlerinde Psikolojik Tacizin (Mobbing) Önlenmesi Genelgesi

Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr



#8
İHTİYAÇ NEDENİYLE TAHLİYE DAVALARI

Evini kiraya veren kişinin veyahut içinde kiracı bulunan bir evi satın alan kişi kiraya verdiği ya da satın aldığı evi kullanma ihtiyacının doğması ve Türk Borçlar Kanunumuzdaki özel şartların oluşması halinde kiracısının evi boşaltmasını talep ettiği hukuki yola "ihtiyaç nedeniyle tahliye" denir.

Kiralayanın kiralananı konut ihtiyacı nedeniyle tahliye ettirebilmesi için, ihtiyacın samimi, gerçek ve zorunlu olması gerekir. İhtiyaç nedeniyle tahliye davlarında kiralayan tarafta iddia edilen ihtiyacın var olup olmadığı ayrıntılı bir şekilde incelenmelidir(Gümüş, M. A. (2013). Borçlar Hukuku Özel Hükümler, Cilt-1, 3.Baskı, Vedat Kitapçılık, İstanbul). Yine aynı şekilde ihtiyacın talep edildiği tarihte doğmuş olması gerekmektedir. İleride doğacak ya da doğması muhtemel konut ihtiyacı için bu dava ikame edilemez. (Yargıtay 6. Hukuk Dairesi'nin 21.03.2013 tarihli 2013/4985 Esas, 2013/2188 Karar sayılı ilamı.)

İhtiyaç nedeniyle tahliye yolu Kanunumuzda özel düzenleme altına alınmakla beraber bu düzenlemeye göre birden fazla şartın aynı anda gerçekleşmesi koşuluna bağlanmıştır.

EVİNİ KİRAYA VEREN KİŞİ BAKIMINDAN İHTİYAÇ NEDENİYLE TAHLİYE DAVASI

9068 sayılı Türk Borçlar Kanunumuzun 350. Maddesinde ihtiyaç nedeniyle tahliyeye ilişkin;

"Madde 350 – Gereksinim, Yeniden İnşa ve İmar
Kiraya veren, kira sözleşmesini;
1.Kiralananı kendisi, eşi, altsoyu, üstsoyu veya kanun gereği bakmakla yükümlü olduğu diğer kişiler için konut ya da işyeri gereksinimi sebebiyle kullanma zorunluluğu varsa, 
2.Kiralananın yeniden inşası veya imarı amacıyla esaslı onarımı, genişletilmesi ya da değiştirilmesi gerekli ve bu işler sırasında kiralananın kullanımı imkânsız ise,
belirli süreli sözleşmelerde sürenin sonunda, belirsiz süreli sözleşmelerde kiraya ilişkin genel hükümlere göre fesih dönemine ve fesih bildirimi için öngörülen sürelere uyularak belirlenecek tarihten başlayarak bir ay içinde açacağı dava ile sona erdirebilir."

denmektedir.

Kanunun lafzından da anlaşılacağı üzere ihtiyaç nedeniyle tahliye davaları kiracıya, fesih dönemine ve fesih bildirimi için öngörülen sürelere uyulmak suretiyle yöneltilmelidir.

Belirli süreli kira sözleşmelerinde yani kira sözleşmesinin henüz 1 yılı doldurmamış sözleşmelerde sürenin sona ermesi akabinde hiçbir ihtar ve bildirime gerek kalmaksızın bir ay içinde dava ikame edilebilecektir.

Belirli süreli kira sözleşmelerinde ihtarname göndermek zorunlu bir unsur olmamakla beraber dava açacak kişinin lehine bir yöntemdir. Yine zorunlu olmayan ihtarnameyi gönderen ev sahibi davayı ikame etmek için zaman kazanmış olacaktır.

İhtiyaç nedeniyle tahliye davalarında; kiralayan ihtiyaç iddiasını her türlü delille ispatlayabilir. Bu konudaki en büyük karine ise kiraya verenin de kiracı olmasıdır.(Yargıtay 6. Hukuk Dairesi'nin 21.03.2013 tarihli 2013/4985 Esas, 2013/2188 Karar sayılı ilamı.)

Belirsiz süreli yani kira sözleşmesinin bir yıllık kira döneminin bitmesinin akabinde yenilenen kira sözleşmelerinde; Türk Borçlar Kanunumuzun 329. maddesinde yer alan kira sözleşmelerinde feshe ilişkin genel hükümler dikkate alınarak, altı aylık kira döneminin sonu için, üç aylık fesih bildirim süresine uyarak ihtarname gönderilmeli ve dava açılmalıdır.

Yani fesih için öngörülen altı aylık kira döneminden en az üç ay önce kiracıya ihtarname gönderilmeli ve altı aylık fesih döneminin dolmasının akabinde bir ay içerisinde dava ikame edilmelidir.

Belirsiz süreli kira sözleşmelerinde bu husus çok karıştırılmakla beraber bir örnek ile açıklamak gerekirse;

16.01.2020 tarihinde başlayan kira sözleşmesi, 01.01.2021 tarihinde bildirimde bulunarak feshedilmemiş ise 16.01.2021 tarihinde kendiliğinde 1 yıl süre ile daha uzamış olmaktadır. Bu sözleşmenin belirsiz süreli kira sözleşmesine dönmesiyle beraber 16.07.2021 tarihi kira sözleşmesinde ilk altı aylık kira dönemi, 16.01.2022 tarihi ise kira sözleşmesinde ikinci altı aylık kira dönemi olarak adlandırılacaktır. Kiraya veren tarafından bu kira sözleşmesi için ihtiyaç nedeniyle tahliye davası açılmak istendiğinde 16.10.2021 tarihine kadar kiracıya fesih bildirimi içeren ihtarname gönderilmesi gerekli olup bu ihtarname akabinde kira sözleşmesinin 16.01.2022 tarihinde biteceği bilindiği üzere bitiminin akabinde 16.02.2022 tarihine kadar yani kanunun lafzında da belirtildiği üzere 1 ay içerisinde ihtiyaç nedeniyle tahliye davası açılmalıdır.

İhtiyaç nedeniyle tahliye davaları usul hukuku açısından çok dikkat edilmesi gereken davalar olması sebebiyle bir avukat ile açılması önem arz etmektedir.

Yine aynı şekilde eve ihtiyacı olan evin maliki ihtarnamede gönderdiği sebeplerle bağlı olup dava sürecinde ihtiyacın 3. kişilerce (anne, baba, çocuk vb.) olduğu ileri sürülemez. Buna ilişkin Yargıtay 6. Hukuk Dairesi verdiği kararda; Davacı ihtarnamede ve dava dilekçesinde taşınmaza kendi ihtiyacı olduğunu belirtmiş, ancak daha sonraki beyanlarında taşınmaza kayın pederinin ihtiyacı olduğunu, son olarak da oğlunun evlenerek bu evde oturacağını, kayınpederinin de onunla birlikte oturacağını bildirmiştir. Ancak ihtiyaçlı oğlunun nişan ve evlilik hazırlığı içinde olduğuna dair bir belge ve delil ibraz etmemiştir. Davacı tanığının ihtiyaç iddiasına ilişkin bir beyanı yoktur. Davacı ihtiyaç iddiasının gerçek samimi, zorunlu olduğunu kanıtlama yükümlülüğü altındadır. Mevcut delillere göre iddianın kanıtlandığından bahsedilemez.

İHTİYAÇ NEDENİYLE TAHLİYE DAVASINI KİMLER AÇABİLİR?

İhtiyaç nedeniyle tahliye davasını, konutu kiralayan malik yani evin sahibi açabileceği gibi malik olmayan ve ev sahibi tarafından kira sözleşmesi yapmak için yetkilendirilen kişi de açabilmektedir. Yine aynı şekilde uygulamada çokça karşılaşıldığı üzere kira sözleşmesinin tarafı olmayan ev sahibi de bu davayı açabilmektedir.

Tüzel kişilerin ihtiyaç nedeniyle tahliye davası ikame edip edemeyeceği hususu doktrinde tartışmalı olsa da Yargıtay'ın da son yıllarda verdiği kararlarda belirttiği üzere, tüzel kişiliği oluşturan ana sözleşme, tüzük ve diğer yasal düzenlemeler bakımından bir engel bulunmaması ve ihtiyacın zorunlu olmasıyla beraber bir hizmetin gereği olma koşullarıyla tüzel kişiler bakımından da ihtiyaç nedeniyle tahliye davası açılabilir.

Kiralayanlar bazen kiracıyı kiralanandan çıkarmak için suni ihtiyaçlar üretmektedirler. Bu noktada da açılan tahliye davalarında,  davacının ihtiyacının gerçek ve samimi olup olmadığının mahkeme tarafından ayrıntılı bir şekilde araştırılarak karar verilmelidir. Yargıtay tarafından da desteklendiği üzere kiralayanın ihtiyaç iddiasının doğmuş olması gerekir, aksi takdirde kiralayan doğmamış bir ihtiyaca istinaden tahliye davası açamaz. (Yargıtay 6. Hukuk Dairesi 2005/8261 Esas, 2005/9755 Karar sayılı ilamı.)

KİMLERİN KONUT İHTİYACINI ÖNE SÜRÜLEREK İHTİYAÇ NEDENİYLE TAHLİYE İSTENEBİLİR?

Mülga 6570 sayılı Gayrimenkul Tahliyeleri Hakkında Kanunumuzda konut ihtiyacını öne sürebilecek kişiler çok sınırlı olarak (eş ve çocuklar) sayılmış olup Kanunun amacını yerine getirmekten uzak kalmıştır.

6098 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte bu sorun giderilmiş olmakla beraber aynı kanunun 350. maddesine göre;

"Kiraya veren, kira sözleşmesini; kendisi, eşi, altsoyu, üstsoyu veya kanun gereği bakmakla yükümlü olduğu diğer kişiler için konut ya da işyeri gereksinimi sebebiyle kullanma zorunluluğu varsa dava ile sona erdirebilir."

hükmüyle ihtiyaç sahibi olabilecek kişiler bakımından oldukça geniş bir perspektif çizmiştir. Kanun metninde yer alan "bakmakla yükümlü olduğu diğer kişiler" hükmü için sınırlama mevcut olmayıp aile üyeleri dışında biri de bu kapsamda değerlendirilebilmektedir. Aynı şekilde ev sahibinin çocuklarının da kirada oturması ihtiyaca dayalı tahliye sebebi olarak kabul edilmektedir. Reşit çocukları olan kimseler de çocuklarının ayrı evde oturma talebi nedeniyle tahliye davası açılabilmektedir.

UYGULAMADA EN ÇOK KARŞILAŞILAN İHTİYAÇLAR VE TAHLİYE DAVALARI

1) Evlilik Nedeniyle Konutun Tahliyesi 

Uygulamada en çok karşılaşılan tahliye sebeplerinden olan evlilik nedeniyle tahliye istemleri Yargıtay tarafından da ihtiyacın, gerçek, samimi ve kabul edilebilir olduğu yönündeki kararlarıyla desteklenmektedir.

Yargıtay kiralayanın kendisi veya alt/üst soyunun evlenmesi sebebiyle ortaya çıkan konut ihtiyaçlarında gerekli delillerin dava dosyasına sunulması halinde talebin kabul edilebilir olduğuna karar vermekle birlikte 6. Hukuk Dairesi 2005/11224 Esas, 2005/12202 Karar sayılı ilamında bu sebebe dayalı tahliye istemlerinde evlilik konusunda somut adımların atılıp atılmadığının araştırılması ve araştırma sonucuna göre karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir.

Yargıtay 6. Hukuk Dairesi 2004/763 Esas, 2004/1100 Karar sayılı ilamında ise ; "Evliliğe dayandırılan ihtiyaç iddiası için tahliye kararı verilebilmesi için evliliğin gerçekleşmiş olması, ya da bu konuda ciddi bir hazırlığın yapılmış olmasına bağlıdır. İhtiyaçlının evlendiği iddia ve ispat edilmediği gibi evlilik hazırlığı konusunda da herhangi bir delil ikame ve ibraz edilmemiştir." diyerek bu hususta dava dosyasına nikâh veya düğün gününe ilişkin belgelerin, basılı davetiyelerin ve buna benzer belgelerin ibraz edilmesi şartını aramaktadır. Evlilik iradesinin açık ve net ortaya koyulamadığı nişanlılık halleri de tek başına tahliye nedeni olmamaktadır.

2) Sağlık İhtiyaçları Nedeniyle Konutun Tahliyesi

Kiraya verenin sağlık sorunları, başka bir konut ihtiyacı doğurabileceği gibi eşi, çocukları, altsoyu ve üstsoyunun sağlık ihtiyaçları için de ihtiyaç nedeniyle tahliye davası açabilir.

Örnek vermek gerekirse kalıcı bir sakatlık durumunun ortaya çıkması halinde asansörsüz bir evde oturan ev sahibi kiraladığı evin tahliyesini isteyebilir. Bu sebeple açılan davalarda tedaviye ilişkin evrakların dava dosyasına sunulması gerekmektedir. Yargıtay 6. Hukuk Dairesi 2002/1372 Esas, 2002/1582 Karar sayılı ilamı ile oğlunun sağlık sorunu nedeniyle kiralanın tahliyesi talepli davada; "Davacının hasta olduğu iddia edilen çocuğunun rahatsızlığının ne olduğu, sürekli doktor kontrolünün gerekip gerekmediğinin sağlık kuruluna sevk edilerek gerekli rapor alınmadan noksan tahkikatla yazılı şekilde hüküm tesisi hatalı olmuştur." kararı ile dava dosyasına sunulacak sağlık raporunun tahliye kararı verilmesindeki önemi vurgulamıştır.

Buna benzer başka bir somut olayda; 

"Kişi hasta olan eşini tedavi ettirmek için sık sık Çankırı il merkezine gitmek zorunda kaldığını bildirmiş ve iddiasını ispat için ibraz ettiği belgelerden davacının eşinin gerartroz teşhisi ile Çankırı Devlet Hastanesinde yatarak tedavi gördüğü, Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde trombofılipit tanısıyla konsültasyon ve ultrason tetkiki yaptırdığı anlaşılmaktadır. Bu durumda halen Eldivan ilçesine bağlı S. Köyünde ikamet eden kişinin ve eşinin tam teşekküllü hastanesi bulunan Çankırı il merkezindeki kiralanana ihtiyacı bulunduğunun kanıtlanmış olmasına göre kiralananın tahliyesine karar verilmesi gerekir." (Yargıtay 6. Hukuk Dairesi, 25.09.2003 tarih ve E. 2003/6287, K. 2003/6402 sayılı kararı.)

3)Yurtdışında Yaşayan Kişinin Yurda Dönüşü Sebebiyle Konutun Tahliyesi

Yurtdışında yaşamını sürdürürken Türkiye'ye dönüş yapan ev sahipleri ya da Kanunda sayılan eşi, çocukları, altsoyu ve üstsoyları ihtiyaç nedeniyle tahliye davası açabilmektedir. Bu hususta yurda uzun vadede dönüş ya da kesin dönüş yapılması gerekmekte olup tahliyesi istenen konuta olan ihtiyacın gerçek ve samimi olması gerekmektedir.

4) Hayat Standartlarını Arttırmak İçin Konutun Tahliyesi

Kişinin birden fazla evi olabilir ve bu evlerini kiraya vermiş olabilir. Kiraya verdiği evi, oturduğu evden daha iyi bir konumda, lüks, masrafsız ve elverişli olabilir. Bu gibi durumlarda hayat standartlarını arttırmak isteyen ev sahibi ihtiyaç nedeniyle tahliye davası ikame edebilir.

5) İşyeri ve Okula Yakınlık Sebebiyle Konutun Tahliyesi

Ev sahibi veyahut kanunen ihtiyaç nedeniyle tahliye davası açma hakkına sahip eş, çocuklar, kişinin altsoyu, üstsoyu veya kanun gereği bakmakla yükümlü olduğu diğer kişilerin yeni bir okula kayıt yaptırması veyahut yeni bir işe girmesi sebebiyle okula ya da işyerine yakın konutta oturma isteği sebebiyle ihtiyaç nedeniyle tahliye davası açılabilmektedir.

SATIN ALINAN EV BAKIMINDAN İHTİYAÇ NEDENİYLE TAHLİYE DAVASI

Kiraya verilen evin mülkiyeti, evde hâlihazırda oturan kiracı varken el değiştirmiş olabilir. Türk Borçlar Kanunumuzun 310. maddesine göre; "Sözleşmenin kurulmasından sonra kiralanan herhangi bir sebeple el değiştirirse, yeni malik kira sözleşmesinin tarafı olur."

Kanunumuz bu gibi durumlar için de ihtiyaç nedeniyle tahliye talebinde bulunulabileceğini hüküm altına alarak bu duruma ilişkin de çeşitli şartlar öngörmüştür. 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunumuzun 351. maddesine göre;

"Kiralananı sonradan edinen kişi, onu kendisi, eşi, altsoyu, üstsoyu veya kanun gereği bakmakla yükümlü olduğu diğer kişiler için konut veya işyeri gereksinimi sebebiyle kullanma zorunluluğu varsa, edinme tarihinden başlayarak bir ay içinde durumu kiracıya yazılı olarak bildirmek koşuluyla, kira sözleşmesini altı ay sonra açacağı bir davayla sona erdirebilir.  Kiralananı sonradan edinen kişi, dilerse gereksinim sebebiyle sözleşmeyi sona erdirme hakkını, sözleşme süresinin bitiminden başlayarak bir ay içinde açacağı dava yoluyla da kullanabilir."

Bir aylık süre içinde yeni malikin yazılı bildirimde bulunmaması halinde sözleşme aynı şartlarla üstlenilmiş sayılır. Aynı şartlarla sözleşmeyi üstlenen yeni malik, tahliye davası açamaz. Yazılı bildirim şartını yerine getiren yeni ev sahibi, konutu edinme tarihinden itibaren altı ay içinde tahliye davası açabilir.

İHTİYAÇ NEDENİYLE TAHLİYE DAVALARINDA GÖREV VE YETKİ

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 4. maddesine göre; dava konusunun değer veya tutarına bakılmaksızın kira ilişkisinden doğan tüm uyuşmazlıkların Sulh Hukuk Mahkemelerinde görülmektedir. Kira ilişkisi bakımından konut ve çatılı işyeri ayrımı bulunmamakta olup bu davaların tümü Sulh Hukuk Mahkemeleri görevlidir.

İhtiyaç nedeniyle açılacak davalarda yetkili mahkeme taşınmazın bulunduğu yer mahkemesidir.

Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr


#9
HIRSIZLIK SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 141 vd.)

Hırsızlık suçu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun "Malvarlığına Karşı Suçlar" başlıklı onuncu bölümünde 141 vd. maddelerinde düzenlenen hırsızlık suçu Kanunumuzun 141. maddesinde "Zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden almak" olarak tanımlanmıştır.  Hırsızlık suçu; zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma ve hileli iflas suçları ile birlikte yüz kızartıcı suçlar arasında sayılmaktadır.

Hırsızlık suçunda korunan hukuki değer malın sahibinin ya da malı elinde bulunduranın söz konusu mal üzerinde malikin mülkiyet, malı elinde bulunduranın zilyetlik hakkıdır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun 141. maddesine göre;
"Madde 141 – Hırsızlık
(1) Zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alan kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir."


Kanunun lafzından da anlaşılacağı üzere bir fiilin hırsızlık olarak adlandırılabilmesi için tipiklik unsuru gerçekleşmiş olması gereklidir. Hırsızlık suçunun tipiklik unsuru ise;
1.   Suça konu eşyanın, taşınır bir mal olması,
2.   Söz konusu eşya başkasına ait olmalı,
3.   Söz konusu eşya, sahibinin ya da elinde bulunduranın rızası dışında bulunduğu yerden alınması halinde gerçekleşmiş olur.

Hırsızlık suçu tipiklik unsurlarının varlığı ile ortaya çıkmakla birlikte failin suça konu eşyayı "kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla" alması da suçun maddi unsuru açısından önem kazanmaktadır. Yine Kanunumuzun lafzında "bulunduğu yerden almak" ile anlatılmak istenen suça konu eşyanın failin egemenliğine geçmesi anlamında kullanılmıştır. Doktrinde egemenlik teorisi olarak adlandırılan bu teoriye göre; ''Hırsızlığa konu malın zilyedinin hâkimiyet alanından çıkarılması, onun mal üzerindeki zilyetliğine son verilmesi ve bu şekilde mal üzerinde zilyetlikten doğan tasarruf haklarını kullanmasının olanaksız hâle getirilmesi yine bu malın failin egemenlik ve tasarruf alanına dâhil edilmesi hali'' olarak anlaşılmalıdır. (Bkz; Erem, Faruk/Toroslu, Nevzat; Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Ankara 2003, s.556; Dönmezer, s.347; Gündel, Ahmet, 5237 sayılı TCK da Zimmet-Sahtecilik-Dolandırıcılık-Yağma-Hırsızlık-Güveni Hötüye Kullanma Suçları, Ankara, 2009, s.16;  Yurtcan, Erdener; Yargıtay Kararları Işığında Malvarlığına Karşı Suçlar, Ankara, 2015, s.1; Şeyhanlıoğlu, s. 47;Soyaslan, s.376;Aşık, s.2;Yenidünya, s.13.) 

Hırsızlık suçu icrai hareketli bir suç olmakla beraber suçun unsurlarının oluşmasında suça konu malın bulunduğu yerden alınması gerekmekte olup bu hareketin sonucunda bir neticenin çıkması aranmaz.

Hırsızlık suçunda her gerçek kişi fail olabilir. Tüzel kişilikler hırsızlık suçunun faili olması mümkün değildir. Suçun tanımında korunan hukuki değer zilyetliğe de kapsamakla birlikte uygulamada suça konu malın mülkiyet sahibi de zilyetliği elinde bulunduran kişiye karşı fail konumunda yer alabilir.

Failin söz konusu eylemi, başka bir kişi tarafından teşvik etmesi, azmettirmesi veya yardım etmesi hallerinde bu kişiler bakımından Türk Ceza Kanunumuzun 38. ve 39. maddeleri bağlamında değerlendirme yapılacaktır.

HIRSIZLIK SUÇUNUN NİTELİKLİ HALLERİ

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun "Nitelikli Hırsızlık" başlıklı 142. Maddesinde hırsızlık suçunun nitelikli halleri sayılmış olup buna göre;

1- Hırsızlık Suçunun Kamu Kurum ve Kuruluşlarında veya İbadete Ayrılmış Yerlerde Bulunan ya da Kamu Yararına veya Hizmetine Tahsis Edilen Eşya Hakkında İşlenmesi (TCK madde 142/1-a)

Hırsızlık suçunun, kime ait olursa olsun kamu kurum ve kuruluşlarında veya ibadete ayrılmış yerlerde bulunan ya da kamu yararına veya hizmetine tahsis edilen eşya hakkında işlenmesi hâlinde, beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Madde hükmünde hırsızlığın kamu kurum ve kuruluşlarında işlenmesi, hırsızlığın ibadete ayrılmış yerlerde bulunan eşya hakkında işlenmesi, hırsızlığın kamu yararına veya hizmetine tahsis edilen eşya hakkında işlenmesi olmak üzere üç farklı nitelikli hali birlikte sayılmıştır. Söz konusu düzenlemede "kime ait olursa olsun" deyimi ile anlatılmak istenen, suça konu eşyanın kamu kurum ya da kuruluşunda bulunması yeterli olup kamu kurum ve kuruluşuna ait olması gerekmediğidir. Bu fıkranın uygulanabilmesi için eşyanın kamu kurum ve kuruşunda bulunması yeterlidir.

2- Hırsızlık Suçunun Halkın Yararlanmasına Sunulmuş Ulaşım Aracı İçinde veya Bunların Belli Varış veya Kalkış Yerlerinde Bulunan Eşya Hakkında İşlenmesi (TCK madde 142/1-c)

Hırsızlık suçunun, halkın yararlanmasına sunulmuş ulaşım aracı içinde veya bunların belli varış veya kalkış yerlerinde bulunan eşya hakkında işlenmesi hâlinde, beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Hırsızlık suçunun dolmuş, otobüs, tramvay, tren, vapur, deniz otobüsü, gemi veya uçak gibi halkın tamamının yararlanabildiği ulaşım araçları ile bunların varış ve kalkış yerleri olan otogar ve havaalanlarında işlenmesi halinde bu nitelikli halin uygulanması gündeme gelmektedir. Söz konusu ulaşım aracı halkın yararlanmasına sunulmuş olması gerekmekte olup suçun taksi, vip transfer araçları ve shuttle hizmetleri esnasında bu nitelikli halin gerçekleştiğinden bahsedilemez.

3- Hırsızlık Suçunun Bir Afet Veya Genel Bir Felaketin Meydana Getirebileceği Zararları Önlemek Veya Hafifletmek Maksadıyla Hazırlanan Eşya Hakkında İşlenmesi (TCK madde 142/1-d)

Hırsızlık suçunun, bir afet veya genel bir felaketin meydana getirebileceği zararları önlemek veya hafifletmek maksadıyla hazırlanan eşya hakkında işlenmesi hâlinde, beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Kanunu koyucunun "afet veya genel bir felaket" deyiminden kastı deprem, sel, su baskını, tsunami, salgın hastalık, hortum, yangın gibi insan hayatına yönelen tehlikelerdir. Söz konusu tehlikelerin önlenmesi için iç veya dış mekanda depolanmış olması suçun nitelikli halinin uygulanması açısından önem taşımamaktadır.

Söz konusu fıkraya örnek vermek gerekirse; Kızılay'ın deprem çadırları, apartmanların içinde ya da eklentilerinde bulunan yangın söndürme tüpü, su hortumu vs.

Söz konusu hırsızlık fiilinin bir afet veya genel bir felaketin meydana getirebileceği zararları önlemek veya hafifletmek maksadıyla afet esnasında çalınması halinde fail söz konusu fiilinden dolayı zorunluluk hali sebebiyle cezalandırılmayacaktır. (TCK m. 147)

4- Hırsızlık Suçunun Âdet veya Tahsis veya Kullanımları Gereği Açıkta Bırakılmış Eşya Hakkında İşlenmesi (TCK madde 142/1-e)

Hırsızlık suçunun, adet veya tahsis veya kullanımları gereği açıkta bırakılmış eşya hakkında işlenmesi hâlinde, beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Söz konusu suçun nitelikli haline örnek vermek gerekirse; bağ ve bahçelerde bırakılan tarım araçlarının çalınması, inşaatlardaki yapı malzemelerinin çalınması bu nitelikli hale örnek olarak madde gerekçesinde sayılmıştır. Söz konusu eşyaların çalınmasının kolay olması kanun koyucunun bu şekilde işlenen hırsızlık suçunu nitelikli hal olarak değerlendirmiştir.

5- Hırsızlık Suçunun Kişinin Malını Koruyamayacak Durumda Olmasından veya Ölmesinden Yararlanarak İşlenmesi (TCK madde 142/2-a)

Hırsızlık suçunun, kişinin malını koruyamayacak durumda olmasından veya ölmesinden yararlanarak işlenmesi hâlinde beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Kanun maddesinde "kişinin malını koruyamayacak durumda olması" hali kişinin kaza geçirmiş olması, aklî veya bedensel bir hastalık, sakatlıkla mâlul olması, sarhoş olması, yaşlı veya felçli olması olabileceği gibi psikolojik bir çöküntüden kaynaklı da olabilir. Söz konusu durum her olaya göre ayrı ayrı değerlendirilerek kişinin malını koruyabilecek durumda olup olmadığı değerlendirilmelidir.

Kişi fail tarafından malını koruyamayacak duruma getirilmişse failin eylemleri hırsızlık kapsamında değil yağma suçu (m. 148) kapsamında değerlendirilmelidir.

6- Hırsızlık Suçunun Elde veya Üstte Taşınan Eşyayı Çekip Almak Suretiyle ya da Özel Beceriyle İşlenmesi (TCK madde 142/2-b)

Hırsızlık suçunun, elde veya üstte taşınan eşyayı çekip almak suretiyle ya da özel beceriyle işlenmesi hâlinde beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Kanun koyuncu söz konusu hüküm ile iki farklı fiili nitelikli hal olarak değerlendirmiştir. Bunlardan ilki elde veya üstte taşınan eşyayı çekip almak yani halk arasında "kapkaççılık" olarak bilinen fiil ve özel beceriyle işlenen hırsızlık fiilidir.
 
Söz konusu düzenlemenin gerekçesi incelendiğinde "hırsızlığın elde veya üstte taşınan eşyayı çekip almak suretiyle ya da özel bir beceriyle işlenmesi halinin düzenlenmiş olduğu görülmekle, yankesicilik veya kişisel çeviklik ile işlenen hırsızlık halleri bu bendin kapsamına girdiği gibi, bir hayvanı alıştırmak suretiyle ve ondan yararlanılarak işlenen hırsızlık fiilleri hakkında da söz konusu bendin uygulanacağı belirtilmiştir."

Ancak kapkaç olarak tarif edilen "hırsızlık suçunun elde veya üstte taşınan eşyayı çekip almak suretiyle işlenmesi" halinde mağdurun direnmesi ve hırsızlık fiilini gerçekleştiren kişi tarafından direnci kırmak amacıyla kişiye karşı cebir kullanması halinde hırsızlık değil yağma suçu (TCK m.148) oluşacaktır.

Suçun bu bentteki nitelikli hali beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda olan kimseye karşı işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte biri oranına kadar artırılır.

7- Hırsızlık Suçunun Doğal Bir Afetin veya Sosyal Olayların Meydana Getirdiği Korku veya Kargaşadan Yararlanarak Hırsızlık Suçunun İşlenmesi  (TCK madde 142/2-c)

Hırsızlık suçunun, doğal bir afetin veya sosyal olayların meydana getirdiği korku veya kargaşadan yararlanarak işlenmesi hâlinde beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Kanun koyucu kişilerin içinde bulunduğu durum sebebiyle korku, heyecan ve panik içerisinde kendilerini koruyamayacak halde olmasını ağırlaştırıcı sebep olarak düzenlemiş olup TCK m.142/2-c bendinde sayılan doğal afet ve sosyal olaylar da bu durumlardan biri olarak sayılmıştır. Deprem, fırtına, kasırga, yanardağ patlaması, sel gibi doğal afetler ve isyan, darbe, siyasi ayaklanmalar esnasında işlenen hırsızlık suçları da bu fıkra hükümlerince değerlendirilmektedir.

Ülkemizde yakın zamanda meydana gelen Hatay, Adıyaman, Malatya ve çevre illerde ağır hasara yol açan deprem sonrasında işlenen hırsızlık suçlarında da aynı şekilde aynı fıkraya göre yargılamalar yapılmaktadır.

Söz konusu fıkranın uygulanması için sadece bir doğal afet ya da sosyal olayın meydana gelmesi yeterli olmayıp aynı zamanda failin afet ya da sosyal olayın meydana getirdiği korku veya kargaşadan yararlanması gerekmektedir.

8- Hırsızlık Suçunun Haksız Yere Elde Bulundurulan Veya Taklit Anahtarla Ya Da Diğer Bir Aletle Kilit Açmak Veya Kilitlenmesini Engellemek Suretiyle İşlenmesi (TCK madde 142/2-d)

Hırsızlık suçunun, haksız yere elde bulundurulan veya taklit anahtarla ya da diğer bir aletle kilit açmak veya kilitlenmesini engellemek suretiyle işlenmesi hâlinde beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Söz konusu düzenlemenin gerekçesine göre; ''Hırsızlık suçunun, haksız yere elde bulundurulan veya taklit anahtarlarla ya da diğer bir aletle kilit açmak suretiyle işlenmesi, nitelikli bir hal olarak kabul edilmiştir. Bu nitelikli hal için önemli olan, hırsızlık suçunun kilit açmak suretiyle işlenmesidir. Kilit, haksız yere elde bulundurulan veya taklit anahtarlarla ya da diğer bir aletle açılmış olabilir. Kilidin, hırsızlığı işlemek veya çalınmış malı başka yere nakletmek amacı ile açılmış olması gerekir. Kilidin muhkem olması şart değildir. Anahtar veya diğer aletlerin, vasıtasız olarak açılması mümkün olmayan bir kilidi açmak için kullanılması lazımdır. Kilidi kırmadan açmaya yarayan her türlü araç, alet sayılır. Ancak sahibinin kilidin üzerinde unuttuğu anahtar çevrilerek kilidin açılması suretiyle hırsızlığın işlenmesi ve çalınacak şeyin herhangi bir aletle yerinden sökülmesi hallerinde bu bendin uygulanmayacağı'' belirtilmiştir.

Hırsızlık suçunda bu nitelikli halin gerçekleşebilmesi için kilidin maddede belirtilen araçlar yardımıyla açılması ya da taklit veyahut haksız yere elde bulundurulan şeyle açılması gerekmektedir. Haksız yere elinde bulundurulan anahtar ile anlatılmak istenen, kişinin rızası dışında ya da hukuka aykırı şekilde ele geçirilmiş anahtardır.

9- Hırsızlık Suçunun Bilişim Sistemleri Kullanılmak Suretiyle İşlenmesi (TCK madde 142/2-e)

Hırsızlık suçunun, bilişim sistemleri kullanılmak suretiyle işlenmesi hâlinde beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Teknolojinin gelişmesiyle birlikte hayatımızdaki bir çok araç gereç dijitalleşmiş ve elektronik ortama entegre olmuştur. Fatura ödeme, mobil bankacılık, borsa ve yatırım araçları dijital ortamda takip edilir hale gelmiştir. Buna bağlı olarak bilişim sistemleri kullanılarak işlenen suçlar her geçen gün artmıştır. Buna bağlı olarak Kanun koyucu diğer suçlarda olduğu gibi hırsızlık suçunun da bilişim sistemlerinin kullanılması suretiyle işlenmesi halini nitelikli hal olarak düzenlemiştir.

Bilişim sistemlerinin hırsızlık suçunun işlenişinde kullanılması faillerin işini kolaylaştırdığı gibi yakalanmalarını da zorlaştırır. Bunun önüne geçebilmek için hırsızlığın bilişim sistemlerinin kullanılması suretiyle işlenmesi kanunda suçun ağırlaştırıcı nedenlerinden biri olarak sayılmıştır. (Centel/Zafer/Çakmut, Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, Cilt 1., İstanbul, Beta Yayınevi, 4.baskı.,2017, s. 357.)

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 08.04.2014 tarihinde verdiği kararla bilişim sistemleri kullanılmak suretiyle işlenen hırsızlık ve dolandırıcılık suçları arasındaki ayrımı saptamak için;

"Bilişim sistemleri kullanılmak suretiyle işlenen hırsızlık ve dolandırıcılık suçlarına burada bir örnek vermek gerekirse; Fail hırsızlık suçunun tanımını aşan bir şekilde hileli davranışlarda ve aldatıcı hareketlerde bulunmuş, bu şekilde mağdura ait banka veya kredi kartı bilgisini ele geçirmek suretiyle bir yarar sağlamışsa TCK m.158/1-f bendinde yer alan nitelikli dolandırıcılık suçunu işlenmiş sayılacaktır. Buna karşın, fail herhangi bir şekilde hileli hareketlerde bulunma ve mağduru aldatma durumu olmaksızın ya da banka veya kredi kartını herhangi bir şekilde ele geçirmeksizin bu kart içerisinde bulunan para kendisinin veya bir başkasının hâkimiyet alanına geçirilmek suretiyle eylem gerçekleştirmişse artık bilişim sistemleri kullanılmak suretiyle hırsızlık suçunu işlemiş sayılacaktır." (Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 08.04.2014 tarih ve 2012/1368 Esas, 2014/1799 Karar sayılı ilamı.)

şeklinde hüküm kurarak iki suç arasındaki farkı ortaya koymuştur. 

10- Hırsızlık Suçunun Tanınmamak İçin Tedbir Alarak veya Yetkisi Olmadığı Halde Resmi Sıfat Takınarak İşlenmesi (TCK m.142/2-f)

Hırsızlık suçunun, tanınmamak için tedbir alarak veya yetkisi olmadığı halde resmi sıfat takınarak işlenmesi hâlinde beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Söz konusu düzenlemede iki farklı durum nitelikli hal olarak sayılmış olup bunlardan ilki failin suçun işlenmesi esnasında tanınmamak için önlem alması ikincisi ise failin resmi sıfat takınmak suretiyle kişilerin güvenini elde ederek işlenmesi halleridir.

Düzenlemeye göre; hırsızlık suçunun işlenmesi esnasında suçun işlenmesini kolaylaştırmak ve tanınmamak amacıyla takma saç, sakal, bıyık, maske gibi önlemler alan kimse, hırsızlık suçunun nitelikli halinden cezalandırılacaktır. Bir diğer nitelikli hal olan failin hırsızlık suçunun işlenmesi esnasında resmi sıfat takınan ve bu suretle kişilerin güvenini elde ederek suçun işlenmesini kolaylaştıran kimse m.142/2-f hükmüyle cezalandırılacaktır.

Kanun metninde yer alan "tanınmamak için tedbir almak" deyimi  ile anlatılma istenen failin dış görünüşünü değiştirmek suretiyle yakalanmaması ve bu cezadan kurtulması amacını güden her türlü davranış biçimi olarak yorumlanmalıdır. Kanun metninde yer alan bir diğer nitelikli hali tarif eden "yetkisi olmadığı halde resmi sıfat takınmak" deyimi ise failin kamu görevlisi olmamasına rağmen kamu görevlisiymiş gibi davranarak hırsızlık fiilini gerçekleştirmesidir. Kişinin gerçekten kamu görevlisi olması halinde bu hükme dayanılarak ceza verilemez.

11. Hırsızlık Suçunun Büyükbaş ve Küçükbaş Hayvanlar Hakkında İşlenmesi (TCK m. 142/2-g)

Hırsızlık suçunun, hırsızlık suçunun büyükbaş ve küçükbaş hayvanlar hakkında işlenmesi hâlinde beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Kanun metninde yer alan "büyükbaş ve küçükbaş" hayvandan anlaşılması gereken "Et ve Et ürünleri Üretim Tesislerinin Çalışma ve Denetleme Usul ve Esaslarının Düzenlendiği Yönetmeliğinin" 4. maddesinde açıklanmıştır. Buna göre ''sığır, manda, at ve devekuşu'' büyükbaş hayvan, ''keçi, koyun, tavşan'' ise küçükbaş hayvan olarak sayılmıştır.

HIRSIZLIK SUÇUNUN GECE VAKTİ İŞLENMESİ

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun "Malvarlığına Karşı Suçlar" başlıklı onuncu bölümünün 142 ve 143. maddesinde yer alan hırsızlık suçunun, gece vakti işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.

Söz konusu düzenlemenin amacı, hırsızlık suçunun gece vakti daha kolay işlenebilmesi olduğu gibi gece işlenen hırsızlık suçunun toplumda yarattığı korku ve endişenin daha fazla olmasıdır.

Kanuni düzenlemede belirtilen cezayı arttırıcı neden suçun temel halinde uygulanacağı gibi nitelikli halinde de uygulama alanı bulmaktadır. Söz konusu cezayı arttırıcı nedenin uygulamasında hâkimin takdir yetkisi bulunmamaktadır.

Kanun metninde yer alan "gece vakti" deyiminden anlaşılması gereken aynı Kanunun "Tanımlar" başlıklı 6. maddesinde "güneşin batmasından bir saat sonra başlayan ve doğmasından bir saat evvele kadar devam eden zaman süresi" tanımlanmıştır. Dünyanın ekseninin 23°27′ derece eğik olması sebebiyle yıl içinde Güneş'in ufuk düzlemindeki yükseltisi ve güneş ışınlarının yeryüzüne düşme açısı değişir. Güneş'in doğuş ve batış saatleri de buna bağlı olarak yıl içerisinde değişmektedir.

Düzenlemede yer alan cezayı arttırıcı nedenin uygulanabilmesi için suçun ne zaman işlendiğinin tespit edilmesi mutlak önem taşımaktadır. Hırsızlık suçu taşınır malın suçu işleyenin hâkimiyet alanına girmesi ile tamamlanır, bu nedenle gündüz vaktinde icrasına başlanan hırsızlık suçunun gece vakti tamamlanması halinde suç gece vaktinde, gece vaktinde icrasına başlanan hırsızlık suçunun gündüz vakti tamamlanması halinde suç gündüz vakti işlenmiş kabul edilmelidir. (Mahmut KOCA, İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler (2018), 5. Baskı, Ankara, Adalet Yayınevi.)  Suçun ne zaman işlendiğinin tespit edilemediği hallerde "şüpheden sanık yararlanır" ilkesi gereği suçun gündüz vakti işlendiği kabul edilecektir.

HIRSIZLIK SUÇUNDA DAHA AZ CEZAYI GEREKTİRECEK HALLER VE CEZASIZLIK SEBEPLERİ

1- Hırsızlık Suçunun Paydaş veya Elbirliği ile Malik Olunan Mal Üzerinde İşlenmesi (TCK m. 144/1-a)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun "Daha Az Cezayı Gerektirecek Haller" başlıklı 144/1-a bendine göre;

"Hırsızlık suçunun paydaş veya elbirliği ile malik olunan mal üzerinde işlenmesi halinde, şikayet üzerine, fail hakkında iki aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur."

Kanun koyucu, suçun yukarıda belirtilen Kanuni tanımına göre işlenmesi halinde hırsızlık suçunun şikâyete tabi olarak düzenlemekle birlikte hâkime tanıdığı takdir yetkisi ile hapis cezasına alternatif adli para cezasına hükmedebileceğini düzenlemiştir.

Söz konusu düzenleme ile payına düşenden daha fazlasını almak isteyen ve bu sebeple diğer paydaşın mülkiyet hakkını ihlal eden paydaşın cezalandırılması amaçlanmıştır. 
Kanunun lafzında bahsedilen mülkiyet türlerini tanımlayacak olursak, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunumuzun 688. maddesine göre paylı mülkiyet; "Paylı mülkiyette birden çok kimse, maddî olarak bölünmüş olmayan bir şeyin tamamına belli paylarla maliktir. Başka türlü belirlenmedikçe, paylar eşit sayılır. Paydaşlardan her biri kendi payı bakımından malik hak ve yükümlülüklerine sahip olur."

Paylı mülkiyet bir hukuki işlemden doğabileceği gibi, Kanun hükmünden veya mahkeme kararından da doğabilir. Paylı mülkiyette herkesin payı belirlenmiş haldedir.

Elbirliği ile mülkiyet ise Türk Medeni Kanunumuzun 701. maddesine göre;  "Kanun veya kanunda öngörülen sözleşmeler uyarınca oluşan topluluk dolayısıyla mallara birlikte malik olanların mülkiyeti, elbirliği mülkiyetidir."

Kanunumuzda suçun daha az cezayı gerektirecek hali olarak sayılan paylı ve elbirliği ile mülkiyet halinde suçunda fail ancak paylı veya elbirliği ile malik olanlar, ortaklar veya mirasçıları olabilir ve hırsızlık suçunun kanuni tanımından kaynaklı olarak yalnızca taşınır mallar üzerinde söz konusu suç işlenebilir.

2- Hırsızlık Suçunun Bir Hukuki İlişkiye Dayanan Alacağı Tahsil Amacıyla İşlenmesi (TCK m. 144/1-b)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun "Daha Az Cezayı Gerektirecek Haller" başlıklı 144/1-b bendine göre; "Hırsızlık suçunun bir hukuki ilişkiye dayanan alacağı tahsili amacıyla işlenmesi halinde, şikayet üzerine, fail hakkında iki aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur."

Kanun koyucu, cezayı azaltacak diğer halde olduğu gibi bu haline göre de işlenmesi halinde hırsızlık suçunun şikâyete tabi olarak düzenlemekle birlikte hâkime tanıdığı takdir yetkisi ile hapis cezasına alternatif adli para cezasına hükmedebileceğini düzenlemiştir.

Kanun hükmünde yer alan "hukuki ilişkiye dayanan alacak" deyimiyle alacağın kanundan, mahkeme kararından ya da farklı bir hukuki ilişkiye dayanabileceğini belirtmiştir. Söz konusu borcun muaccel hale gelmiş, talep edilebilir bir borç olması gerekmektedir. Aksi takdirde henüz doğmamış ya da eksik borç olarak nitelendirilebilecek bir borcun tahsili için işlenen hırsızlık suçunda söz konusu hükmün uygulama alanı bulması beklenemez. Taraflar arasında bir hukuki ilişki bulunmamasına ya da söz konusu borcun muaccel hale gelmemesine rağmen failin, hukuki ilişki ve muaccel hale gelmiş bir borcun bulunduğu düşüncesiyle hareket etmesi halinde fail için hata hükümleri uygulanacaktır.

3- Hırsızlık Suçuna Konu Malın Değerinin Az Olması (TCK m.145) 

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun "Malın Değerinin Az Olması" başlıklı 145. maddesine göre;"Hırsızlık suçunun konusunu oluşturan malın değerinin azlığı nedeniyle, verilecek cezada indirim yapılabileceği gibi, suçun işleniş şekli ve özellikleri de göz önünde bulundurularak, ceza vermekten de vazgeçilebilir."

Hâkim tarafından malın değeri belirlenirken suçun işlendiği tarih dikkate alınmalıdır. Malın değeri belirlenirken emsal ücret araştırması yapılabileceği gibi bilirkişi incelemesi de yaptırılabilir.

Yargıtay 13. Ceza Dairesi 24.05.2018 tarihinde verdiği 2018/2594 Esas, 2018/8101 Karar sayılı ilamında;

"Sanığın olay tarihinde açık kimlik bilgileri tespit edilemeyen iki kişi ile birlikte gece vakti katılana ait işyerine vitrin camını kırarak girip 150 TL değerinde HP marka bilgisayar ekranı ile 10 TL değerinde market cep telefonunu çaldığının anlaşılması karşısında; suça konu bilgisayar ekranı ile maket cep telefonunun suç tarihindeki değerleri gözetilerek sanık hakkında suçun işleniş şekli ve özellikleri itibariyle ceza vermekten vazgeçilemeyecek ise de hırsızlık konusunu oluşturan malın değerinin az olması nedeniyle, TCK'nın 145. maddesi gereğince sanığa verilen cezadan belirlenecek oranda indirim yapılması gerekmektedir."

şeklinde hüküm kurarak 2018 yılında gerçekleşen 160 TL'lik hırsızlık suçunda hırsızlığa konu malın değerinin düşük olması sebebiyle sanığa verilen cezada indirim yapılması gerektiğini belirtmiştir.

Yargıtay 2. Ceza Dairesi ise 28.05.2018 tarihli kararında ise;

"Suça sürüklenen çocukların, müştekinin işyerinde 50 TL bozuk para ile bir adet döner bıçağı çaldıklarının ve suça konu döner bıçağı bakımından dosya içerisinde değer tespit tutanağının bulunmadığının anlaşılması karşısında; döner bıçağının suç tarihindeki ikinci el piyasa değeri tespit edilerek buna göre çalınanların toplam değeri belirlenip sonucuna göre suça sürüklenen çocuklar hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 145. Maddesinin uygulanıp uygulanmayacağının tartışılması gerekmektedir."

şeklinde hüküm kurarak çalınan malın olay tarihindeki ikinci el piyasa değeri tespit edilerek, çalınan malların tümünün toplam değeri üzerinden söz konusu hükmün uygulanıp uygulanmaması gerektiğinin tartışılması gerektiğine karar vermiştir.

4- Kullanma Hırsızlığı (TCK m. 146)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun "Kullanma Hırsızlığı" başlıklı 146. maddesine göre;"Hırsızlık suçunun, malın geçici bir süre kullanılıp zilyedine iade edilmek üzere işlenmesi halinde, şikâyet üzerine, verilecek ceza yarı oranına kadar indirilir. Ancak malın suç işlemek için kullanılmış olması halinde bu hüküm uygulanmaz."

Kanunumuzun lafzından da anlaşılacağı üzere kullanma hırsızlığı şikâyete bağlı suç olarak düzenlenmiştir. Buna bağlı olarak müşteki ya da katılanın şikâyetten vazgeçilmesi halinde fail hakkında düşme kararı verilecektir.

Söz konusu hükmün uygulanabilmesi için hırsızlığa konu malın belirli bir süre ile alınmış olması ve alınırken iade amacı güdülmesi gerekmekle birlikte malın iadesi için uzun bir zaman geçmemesi gerekmektedir. Geçici olarak kullanılmak üzere alınan eşyanın kısa süre içerisinde sahibinin kolaylıkla bulabileceği bir yere bırakılması da kullanma hırsızlığı kapsamına girmektedir. Yani malın iadesi doğrudan olabileceği gibi malın sahibinin kolaylıkla bulabileceği bir yere bırakılması da iade kapsamında değerlendirilmektedir.

5- Zorunluluk Hali

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun "Zorunluluk Hali" başlıklı 147. maddesine göre; "Hırsızlık suçunun ağır ve acil bir ihtiyacı karşılamak için işlenmesi halinde, olayın özelliğine göre, verilecek cezada indirim yapılabileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir."

Şeklinde düzenlenmiştir. Söz konusu düzenleme aynı Kanunun 25. maddesinde düzenlenen zaruret halinin özel olarak hırsızlık suçuna ilişkin düzenlenmiş hali olarak yer almaktadır. Kanunumuzda yer alan genel düzenlemede;

"Gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakka yönelik olup, bilerek neden olmadığı ve başka suretle korunmak olanağı bulunmayan ağır ve muhakkak bir tehlikeden kurtulmak veya başkasını kurtarmak zorunluluğu ile ve tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan vasıta arasında orantı bulunmak koşulu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.şeklinde düzenlenmiştir.

Zorunluluk halinde suça konu mal herhangi bir taşınır mal olabileceği gibi para da olabilir. Bu halin uygulanmasındaki tek koşul ağır ve acil bir ihtiyacın karşılanması olup malın değerinin az ya da çok olmasının bir önemi bulunmamaktadır.

6- Hırsızlık Suçlarında Şahsi Cezasızlık Sebebi Veya Cezada İndirim Yapılmasını Gerektiren Şahsi Sebepler

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun "Şahsi Cezasızlık Sebebi Veya Cezada İndirim Yapılmasını Gerektiren Şahsi Sebep" başlıklı 167. maddesine göre;
Hırsızlık suçunun;
a) Haklarında ayrılık kararı verilmemiş eşlerden birinin,
b) Üstsoy veya altsoyunun veya bu derecede kayın hısımlarından birinin veya evlat edinen veya evlatlığın,
c) Aynı konutta beraber yaşayan kardeşlerden birinin,

Zararına olarak işlenmesi halinde, ilgili akraba hakkında cezaya hükmolunmaz.

(2) Bu suçların, haklarında ayrılık kararı verilmiş olan eşlerden birinin, aynı konutta beraber yaşamayan kardeşlerden birinin, aynı konutta beraber yaşamakta olan amca, dayı, hala, teyze, yeğen veya ikinci derecede kayın hısımlarının zararına olarak işlenmesi halinde; ilgili akraba hakkında şikâyet üzerine verilecek ceza, yarısı oranında indirilir.

Şeklinde düzenlenmiştir. Kanun koyucu bu düzenleme vasıtasıyla aralarında akrabalık ya da yakınlık bulunan kişilerin arasında işlenen suçlar bakımından cezasızlık ya da indirim sebebi haline getirmiştir. Söz konusu cezasızlık ya da indirim sebeplerinden bahsedebilmek için suçun işlendiği esnada söz konusu sebebin var olması gerekmektedir.

HIRSIZLIK SUÇUNDA ETKİN PİŞMANLIK

Etkin pişmanlık, suçun tamamlanmasından sonra failin pişmanlık duyarak suçun meydana getirdiği etkileri ortadan kaldırmaya, azaltmaya, eski hale getirmeye sağlayan, cezayı kaldıran ya da cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebep olarak tanımlanabilir. (Erhan GÜNAY, Öğreti ve Uygulamada Yeni Türk Ceza Kanunundaki Etkin Pişmanlık ve Gönüllü Vazgeçme, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2006, s. 15.)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun "Etkin Pişmanlık" başlıklı 168. maddesinde hırsızlık suçuna ilişkin etkin pişmanlık hükümleri düzenlenmiş olup buna göre;

(1) Hırsızlık suçu tamamlandıktan sonra ve fakat bu nedenle hakkında kovuşturma başlamadan önce, failin, azmettirenin veya yardım edenin bizzat pişmanlık göstererek mağdurun uğradığı zararı aynen geri verme veya tazmin suretiyle tamamen gidermesi halinde, verilecek cezanın üçte ikisine kadarı indirilir.

(2) Etkin pişmanlığın kovuşturma başladıktan sonra ve fakat hüküm verilmeden önce gösterilmesi halinde, verilecek cezanın yarısına kadarı indirilir.

(4) Kısmen geri verme veya tazmin halinde etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanabilmesi için, ayrıca mağdurun rızası aranır.

Şeklinde düzenlenmiştir. Kanun koyucu etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmak için gerekli şartları şu şekilde sıralamıştır;

•   Hırsızlık suçunun tamamlanmasını yani failin bir başkasının malını egemenlik alanına geçirmesini,
•   Hakkında kovuşturmanın başlamasından önce harekete geçmesini,
•   Bizzat pişmanlık göstermek suretiyle mağdurun zararının tanzim edilmesi halinde,
kişinin etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanabileceğini açıkça belirtmiştir.

Kanun koyucu, zararın tamamen giderilmesi halinde mağdurun rızasını aramamakta iken; kısmen geri verme veya kısmen zararı tazmin etme durumlarında mağdurun rızasını esas almıştır. Zararın giderilmesi en geç hüküm verilinceye kadar gerçekleşmiş olması gerekmekte olup hüküm verildikten zararın giderilmesi halinde etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması mümkün olmayacaktır.

Kişinin suçun kanuni tanımındaki fiilleri gerçekleştirmeden pişman olması halinde gönüllü vazgeçme ve teşebbüs hükümleri bakımından değerlendirilmesi gerekmektedir.

Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, 13.10.2017 tarihli 2016/5361 Esas, 2017/11718 Karar sayılı ilamında "Sanığın, müştekinin zararını gidermek istemesi üzerine sanığa zararı gidermesi için makul bir süre verilip, sonucuna göre hakkında 5237 sayılı TCK'nın 168. maddesi uyarınca etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının değerlendirilmesi gerektiği..." şeklinde hüküm kurarak sanığın mağdurun zararını gidermek için makul bir süre verilmesi akabinde etkin pişmanlığa ilişkin hükümlerin değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamıştır.

Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr


#10
Sosyal Medya Aracılığıyla İşlenen Suçlar

Günümüzde gelişen iletişim teknolojileri ile birlikte internet ve sosyal medya kullanımı artmış ve buna bağlı olarak sosyal medya aracılığıyla işlenen suçlarda ciddi oranda artış meydana gelmiştir.

Sosyal medyanın kullanımının yaygınlaşmasıyla beraber her eğitim ve kültür düzeyinden insanları bir platform etrafında toplamış ve birbirleriyle etkileşimi artmıştır. Bu iletişimin olumlu yönleri olduğu kadar gerek sosyal medyada kişilerin anonim bir kimliğe bürünebilir olması gerekse sosyal medyanın verdiği iletişim olanaklarının kötüye kullanımı ve suistimal edilebilir nitelikte olması sebebiyle bu platformlar kullanıcıların maddi manevi bütünlüğü ve kişilik hakları üzerinde ciddi tehditler oluşturmaktadır.

Bu yazımızda sosyal medya yoluyla işlenebilen suçları, bu suçların maddi, manevi unsurlarını ve bu suçlardan korunma yollarını açıklayacağız.

CİNSEL TACİZ (Türk Ceza Kanunu m.105)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun 105. maddesinde;   
   
"Madde 105 – Cinsel Taciz
(1)Bir kimseyi cinsel amaçlı olarak taciz eden kişi hakkında, mağdurun şikayeti üzerine, üç aydan iki yıla kadar hapis cezasına veya adlî para cezasına fiilin çocuğa karşı işlenmesi hâlinde altı aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur."


denmektedir.

Kanunumuzda Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar bölümünde yer alan cinsel taciz suçunda, kişinin herhangi bir temasta bulunmaksızın cinsel arzu ve isteklerini tatmin etmek amacıyla karşısındaki kişiye yönelik her türlü yazı, fotoğraf ve ses kaydı gibi araçlarla rahatsız etmesi şeklinde vücut bulur.

Bu suçun oluşumunda en çok karşılaşılan örnekler gönderilen cinsel içerikli emoji, giff, çıplak vücudun teşhir edilmesi, cinsel içerikli yazı, fotoğraf ve ses kayıtları, görüntülü konuşma sırasında yapılan fiiller olarak karşımıza çıkmaktadır. Kişilerin sosyal medya üzerinden gönderdiği öpücük emojileri, cinsel ilişki teklifleri, abartılı övgü söylemleri gibi ifadeler de yine bu suçun oluşumuna vücut verecektir.

Bu suçun mağduru kadınlar olabileceği gibi erkekler ve LGBT+ bireyler de olabilmektedir. Yine uygulamada sosyal medya aracılığıyla gerçekleşen cinsel taciz suçunda çocukların da sık sık mağdur konumunda olduğunu görmekteyiz. Kanunun lafzından da görüleceği üzere cinsel taciz suçunun çocuğa karşı işlenmesi halinde altı aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunmaktadır.

CİNSEL TACİZ SUÇUNUN NİTELİKLİ HALLERİ

Cinsel taciz suçunun;

a) Kamu görevinin veya hizmet ilişkisinin ya da aile içi ilişkinin sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle,
b) Vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, koruyucu aile veya sağlık hizmeti veren ya da koruma, bakım veya gözetim yükümlülüğü bulunan kişiler tarafından,
c) Aynı işyerinde çalışmanın sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle,
d) Posta veya elektronik haberleşme araçlarının sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle,
e) Teşhir suretiyle,

işlenmesi hâlinde yukarıdaki fıkraya göre verilecek ceza yarı oranında artırılır. Bu fiil nedeniyle mağdur; işi bırakmak, okuldan veya ailesinden ayrılmak zorunda kalmış ise verilecek ceza bir yıldan az olamaz." demektedir.

TEHDİT SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 106)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun 106. maddesinde;                   

"Madde 106 – Tehdit 
(1)Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit eden kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun kadına karşı işlenmesi hâlinde cezanın alt sınırı dokuz aydan az olamaz. Malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından veya sair bir kötülük edeceğinden bahisle tehditte ise, mağdurun şikâyeti üzerine, altı aya kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.
(2) Tehdidin;
 a) Silahla,
 b) Kişinin kendisini tanınmayacak bir hale koyması suretiyle, imzasız mektupla veya özel işaretlerle,
 c) Birden fazla kişi tarafından birlikte,
 d) Var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak,
İşlenmesi halinde, fail hakkında iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(3) Tehdit amacıyla kasten öldürme, kasten yaralama veya malvarlığına zarar verme suçunun işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ceza verilir."
denmektedir.

Kanunun lafzından da anlaşılacağı üzere tehdit suçu failin, bir kişinin kendisine veya yakınına karşı hukuka aykırı şekilde zarar vereceğini beyan etmesiyle vücut bulur. Suçun meydana gelmesi sosyal medyadan gönderilen bir iletiyle meydana gelebileceği gibi, emoji, ses kaydı, fotoğraf, yorum atma yöntemleriyle de gerçekleştirilebilir.

Sosyal medya üzerinden yapılan tehdit, mağdurun karar verme ve özgür hareket etme özgürlüğünü kısıtlayacak, mağdurun iç huzurunu bozacak ve onu endişeye sevkedecek nitelikte olmalıdır.

Suçun mağduru, tehdit edildiği tarihten itibaren 6 ay içerisinde şikayet hakkını kullanmalıdır, aksi halde şikayet hakkını kaybetmiş olacaktır.

ŞANTAJ SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 107)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun 107. maddesinde;
   
"Madde 107 – Şantaj 
Hakkı olan veya yükümlü olduğu bir şeyi yapacağından veya yapmayacağından bahisle, bir kimseyi kanuna aykırı veya yükümlü olmadığı bir şeyi yapmaya veya yapmamaya ya da haksız çıkar sağlamaya zorlayan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.
Kendisine veya başkasına yarar sağlamak maksadıyla bir kişinin şeref veya saygınlığına zarar verecek nitelikteki hususların açıklanacağı veya isnat edileceği tehdidinde bulunulması halinde de birinci fıkraya göre cezaya hükmolunur."


denmektedir.

Hayatımızın değişilmez bir parçası olan sosyal medyada kişiler tanışıp arkadaşlık kurabilmekte ve buna bağlı olarak karşısındaki kişilere mahrem görüntüler gönderebilmektedir. Mağdurlar, kötüniyetli kişilerce bu görüntülerin 3. kişilerle paylaşılacağı yönünde tehdit ve şantaja maruz bırakılabilmekte, maddi taleplerde bulunulabilmektedir. Ses, görüntü ve fotoğraflar her ne kadar mağdur kişinin bilgisi ve rızası tarafından gönderilse de bu ses, görüntü ve fotoğrafların 3. kişilerle paylaşılacağı yönünde söylenen sözler tehdit suçunu oluşturmakla beraber paylaşılması halinde özel hayatın gizliliği suçuna da vücut verecektir.

Şantaj suçunun oluşması için tehdit unsuru içeren beyanların gerçekleştirilmiş olmasına gerek yoktur. Salt bu yönde tehdit içeren sözlerin sarf edilmesi yeterlidir. Şantaj suçu ile mağdurların irade hürriyetleri kısıtlanmakla beraber özgür düşünme ve karar alabilmesi ve de buna bağlı olarak hareket edebilme serbestisi kısıtlanmaktadır. Buna bağlı olarak şantaj suçunun işlenmesi her türlü icrai hareketle işlenebilmektedir.
Bir kişinin kanuni bir hakkını kullanacağından bahisle başka bir kimseyi tehdit etmesi şantaj suçuna vücut vermez.

Yargıtay 4. Ceza Dairesi 27.03.2014 tarih ve 2012/24960 Esas, 2014/9657 Karar sayılı ilamında da buna ilişkin;

"Sanığın, borçlu olduğu ve kendisini başka bir soruşturma dosyasından şikayet eden müştekiye şikayetinden vazgeçmesi durumunda borcunu ödeyeceğini bildirmesi eylemi haksız bir çıkar sağlama amacına yönelik olmadığı gibi yapmaya hakkı olduğu bir eylem niteliğinde bulunmadığı, buna göre TCK'nın 107/1. maddesinde düzenlenen şantaj suçunun maddi unsuru, sanığın yapmaya hakkı olan şeyi yapacağından veya yapmaya yükümlü olduğu bir şeyi yapmayacağından söz ederek, bu durumları mağdur üzerinde baskı aracı olarak kullanıp haksız bir çıkar elde edilmesidir unsurunun gerçekleşmediği gözetilmeden şantaj suçundan mahkumiyet hükmü kurulması hatalıdır.."
şeklinde hüküm kurmuştur.

Yargıtay'ın yıllara yayılan kararları incelendiğinde şantaj suçunda ispat hususuna ilişkin önemli ilkelerin benimsendiği ve bu kriterler doğrultusunda kararların verilmesi gerektiği hususunda kararlar verildiği görülmektedir. Yargıtay'a göre, sanığın ikrarı, tanık beyanları, gizli ses kaydı, HTS kayıtları ve mesaj içerikleri şantaj suçunda ispat yönünde önemli deliller olarak kabul edilmektedir.

KİŞİLERİN HUZUR VE SÜKUNUNU BOZMA SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 123)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun 123. maddesinde;
   
"Madde 123 – Kişilerin Huzur ve Sükûnunu Bozma
(1) Sırf huzur ve sükûnunu bozmak maksadıyla bir kimseye ısrarla; telefon edilmesi, gürültü yapılması ya da aynı maksatla hukuka aykırı başka bir davranışta bulunulması halinde, mağdurun şikâyeti üzerine faile üç aydan bir yıla kadar hapis cezası verilir."

denmektedir.

Kanunun lafzından da anlaşılacağı üzere belirli hareketlerle kişilerin huzur ve sükûnlarının bozulması için yapılan fiiller cezalandırılmak istenmektedir.
Suçun maddî unsuru bir kimseye ısrarla, gece gündüz demeden telefon edilmesi veya ona karşı ısrarla gürültü yapılmasıdır. Ancak dikkat edilmelidir ki suçun tanımıyla cezalandırılan fiiller, mağdur özelinde maddi veya cebri bir müdahale niteliği taşımamaktadır. Kanunda korunan hukuki değer kişilerin psikolojik, ruhsal sükûn içinde yaşama hakkıdır.

Suçun oluşabilmesi için, yapılan hareketlerin belirli bir kişinin huzur ve sükûnunu bozmaya elverişli olması da gerekmektedir. Hareketin mağdurun huzur ve sükûnunu bozmaya elverişli olup olmadığı, mağdurun algı ve değerlendirmesine göre değil, öncelikle objektif bir değerlendirmeye göre belirlenmelidir. Yine olayın özelliklerine göre bir değerlendirme yapılması, aramaların sayısının yanı sıra arama süreleri ve aramaların yapıldığı zaman dilimlerinin de göz önünde bulundurulması maddi unsurun oluşup oluşmadığının tespiti bakımından önem arz etmektedir. (İ. Malkoç, Açıklamalı-İçtihatlı 5237 Sayılı Yeni Türk Ceza Kanunu, 1. Cilt, Malkoç Kitabevi, Ankara 2008, s. 1088)

Suçu oluşturan eylemler seçimlik hareketli olup suçun vücut bulması için kanunda sayılan telefon etme, gürültü yapma gibi fiiller dışında da çeşitli şekillerde işlenebilir.

Kişilerin huzur ve sükûnunu bozma suçunun soruşturulması ve kovuşturulması, suçtan zarar gören mağdurun şikâyetine bağlıdır.

ISRARLI TAKİP SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 123/A)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun 123/A maddesinde;   

"Madde 123/A – Israrlı Takip
(1) Israrlı bir şekilde; fıziken takip etmek ya da haberleşme ve iletişim araçlarını, bilişim sistemlerini veya üçüncü kişileri kullanarak temas kurmaya çalışmak suretiyle bir kimse üzerinde ciddi bir huzursuzluk oluşmasına ya da kendisinin veya yakınlarından birinin güvenliğinden endişe duymasına neden olan faile altı aydan iki yıla kadar hapis cezası verilir.
(2) Suçun;
a) Çocuğa ya da ayrılık kararı verilen veya boşandığı eşe karşı işlenmesi,
b) Mağdurun okulunu, iş yerini, konutunu değiştirmesine ya da okulunu veya işini bırakmasına neden olması,
c) Hakkında uzaklaştırma ya da konuta, okula veya iş yerine yaklaşmama tedbirine karar verilen fail tarafından işlenmesi,
hâlinde faile bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir."


Kanunumuza yeni giren bir hüküm olan ısrarlı takip suçunun amacı ve korunan hukuki değer bireyin huzurlu bir ortamda, rahatsız edilmeden, belirli bir sükûnet, psikolojik rahatlık ve esenlik içinde yaşamını sürdürmesini ve bu suretle kişilerin manevi varlığını korumak ve geliştirme hakkını sahip olması için koruma sağlamaktır.

Kanunun 2.fıkrasında sayılmış olan suçun gerek çocuğa ve ayrılık kararı verilen eşe karşı işlenmesi halinde gerekse uzaklaştırma tedbirine uyulmamak suretiyle ya da mağdurun evini, okulunu, iş yerini değiştirmesine neden olacak şekilde işlenmesi suçun ve cezanın ağırlaştırıcı haline vücut vermektedir.
 
Israrlı takip suçunun soruşturulması ve kovuşturulması, suçtan zarar gören mağdurun şikâyetine bağlıdır.

HAKARET SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 125)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun Şerefe Karşı Suçlar başlıklı 8. bölümünün 125. maddesinde;
   
"Madde 125 – Hakaret
(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden (...) veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir.
(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.
(3) Hakaret suçunun;
a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,
b) Dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı,
c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle, İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz.
(4) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır. 
(5) Kurul hâlinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi hâlinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır. Ancak, bu durumda zincirleme suça ilişkin madde hükümleri uygulanır."

Sosyal medya üzerinden en çok işlenen suçların başında hakaret suçu gelmektedir. Bir kişiye sosyal medya araçları ile sövmek, o kişinin şeref ve saygınlığına saldırmak, o kişiyi aşağılamak fiilleri hakaret suçunu oluşturur. Bir kimseyi sosyal medya üzerinden aşağılamak, sövme şeklinde de olabilir, o kişinin saygınlığına zarar verecek fotoğraf veya videoları yayınlamak suretiyle de olabilir. Atılan tweetler, forumlardaki görüşler, Facebook paylaşımları veya Instagram yorumları üzerinden, aşağılayıcı, küçük düşürücü, husumete maruz bırakıcı yazılı, görsel ve sesli içeriklerle hakaret suçu işlenebilmektedir.

Atılan hakaret içerikli tweet'lerin veya Instagram gönderilerinin retweet veya repost yöntemleriyle paylaşılması, içeriğin daha fazla kişiye ulaşması amacıyla yapılıyorsa, bu kişilerin de sorumluluğu gündeme gelecektir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun Şerefe Karşı Suçlar başlıklı 8. bölümünün 125. Maddesinde açıklanan hakaret suçunun işlenmesinde mağdurun ismi açıkça belirtilmemiş veya üstü kapalı olarak geçiştirilmiş olsa bile, eğer niteliğinde ve mağdurun şahsına yönelik bulunduğunda şüpheye yer vermeyecek şekilde netlik varsa hem ismi belirtilmiş ve hem de hakaret açıklanmış sayılır.

Hakaret suçunun haksız bir fiile tepki olarak işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte birine kadar indirilebileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir.

Hakaret suçunun, kasten yaralama suçuna tepki olarak işlenmesi halinde, kişiye ceza verilmez. Yani kişiler arasında gerçekleşen fiziksel bir kavgada edilen küfürler nedeniyle mağdur kişi cezalandırılamayacaktır.

Yine hakaret suçunun karşılıklı olarak işlenmesi halinde, olayın mahiyetine göre, taraflardan her ikisi veya biri hakkında verilecek ceza üçte birine kadar indirilebileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir.

Ölmüş bir kişinin arkasından hatırasına hakaret edilmesi halinde de hakaret suçu gerçekleşmiş olacaktır. Kanunumuzun 130. maddesinde bu haller için; "Bir kimsenin öldükten sonra hatırasına en az üç kişiyle ihtilat ederek hakaret eden kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Ceza, hakaretin alenen işlenmesi halinde, altıda biri oranında artırılır." demektedir.

Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı işlenen hariç; hakaret suçunun soruşturulması ve kovuşturulması, mağdurun şikâyetine bağlıdır.

Mağdur, şikayet etmeden önce ölürse veya suç ölmüş olan kişinin hatırasına karşı işlenmiş ise; ölenin ikinci dereceye kadar üstsoy ve altsoyu, eş veya kardeşleri tarafından şikayette bulunulabilir.

HABERLEŞMENİN GİZLİLİĞİNİ İHLAL SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 132)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun Özel Hayata ve Hayatın Gizli Alanına Karşı Suçlar başlıklı 9. bölümünün 132. maddesinde;   

"Madde 132 – Haberleşmenin Gizliliğini İhlal
(1) Kişiler arasındaki haberleşmenin gizliliğini ihlal eden kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu gizlilik ihlali haberleşme içeriklerinin kaydı suretiyle gerçekleşirse, verilecek ceza bir kat artırılır.
(2) Kişiler arasındaki haberleşme içeriklerini hukuka aykırı olarak ifşa eden kimse, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Kendisiyle yapılan haberleşmelerin içeriğini diğer tarafın rızası olmaksızın hukuka aykırı olarak alenen ifşa eden kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. İfşa edilen bu verilerin basın ve yayın yoluyla yayımlanması halinde de aynı cezaya hükmolunur."

Maddeden de anlaşılacağı üzere Kanunumuzda haberleşmenin gizliliğini ihlal suçunda 3 farklı eylem tipi cezalandırılmak istenmiştir. Buna göre;

1- Kişilerin arasındaki haberleşmenin gizliliğini ihlal etmek (TCK 132/1),
2- Kişiler arasındaki haberleşme içeriklerini hukuka aykırı olarak ifşa etmek (TCK 132/2),
3- Kendisiyle yapılan haberleşmenin içeriğini karşı tarafın rızası olmaksızın alenen ifşa etmek (TCK 132/3) ayrı ayrı cezalandırılmak istenmiştir.

Kanunumuzda haberleşmeden anlaşılması gereken vasıta açıklanmamış olup Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 2020/442 Karar sayılı ilamında bu duruma ilişkin; "Haberleşmenin gizliliğini ihlal suçunda haberleşmeyi gerçekleştirmek için yararlanılan araçlar bakımından herhangi bir sınırlama söz konusu olmayıp, yapılma biçimi ne olursa olsun her türlü haberleşme açısından bir koruma sağlanmıştır. Kanun koyucu teknolojik gelişmeleri göz önünde tutarak, haberleşmenin yapıldığı araçları tek tek saymak yerine sadece gizliliğin ihlali bakımından haberleşmeden söz etmektedir."

Yine hükmün gerekçesinde de kişiler arasındaki haberleşmenin ne suretle yapıldığının suçun oluşumu açısından önemi yoktur.

Sosyal medya platformları üzerinden gerçekleşen bir mesajlaşmanın, yazılı, sesli ve görsel haberleşme kayıtlarının, rıza dışı, haberleşmenin tarafları veya üçüncü kişilerce sosyal medya platformları üzerinden başkalarına ifşa edilmesi, duyurulması haberleşmenin gizliliğini ihlal suçunu oluşturur.

Örnek vermek gerekirse Instagram üzerinden hikaye veya gönderi paylaşma yöntemiyle bir mesajlaşmanın ekran görüntülerinin karşı tarafın izni olmadan yayınlanması alenen ifşa etmek, Whatsapp uygulaması üzerinden yapılan konuşmaların ekran görüntüsü alınarak 3. kişilerle paylaşılması, ifşa edilmesi vb.

HABERLEŞMENİN GİZLİLİĞİNİ İHLAL SUÇUNUN NİTELİKLİ HALLERİ (Türk Ceza Kanunu m. 137)

Türk Ceza Kanunumuzun 132. maddesinde yer alan haberleşmenin gizliliğini ihlal
suçunun; 

a) Kamu görevlisi tarafından ve görevinin verdiği yetki kötüye kullanılmak suretiyle,
b) Belli bir meslek ve sanatın sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle,
İşlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.

KİŞİLER ARASINDAKİ KONUŞMALARIN DİNLENMESİ VE KAYDA ALINMASI SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 133)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun Özel Hayata ve Hayatın Gizli Alanına Karşı Suçlar başlıklı 9. bölümünün 133. maddesinde;   

"Madde 133 – Kişiler Arasındaki Konuşmaların Dinlenmesi ve Kayda Alınması
(1) Kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları, taraflardan herhangi birinin rızası olmaksızın bir aletle dinleyen veya bunları bir ses alma cihazı ile kaydeden kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Katıldığı aleni olmayan bir söyleşiyi, diğer konuşanların rızası olmadan ses alma cihazı ile kayda alan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.
(3) Kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaların kaydedilmesi suretiyle elde edilen verileri hukuka aykırı olarak ifşa eden kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve dört bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. İfşa edilen bu verilerin basın ve yayın yoluyla yayımlanması halinde de aynı cezaya hükmolunur."

Kanun maddesinden de anlaşılacağı üzere kişiler arasında gerçekleşen konuşmaların bir kısmını ya da tamamını kayda alan kişi iki yıldan beş yıla, bu konuşmaları ifşa eden kişi ise iki yıldan beş yıla hapis ve aynı zamanda dört bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır.

KİŞİLER ARASINDAKİ KONUŞMALARIN DİNLENMESİ VE KAYDA ALINMASI SUÇUNUN NİTELİKLİ HALLERİ
(Türk Ceza Kanunu m. 137)


Türk Ceza Kanunumuzun 133. maddesinde yer alan kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması suçunun; 
a) Kamu görevlisi tarafından ve görevinin verdiği yetki kötüye kullanılmak suretiyle,
b) Belli bir meslek ve sanatın sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle,
İşlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.

ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİNİ İHLAL SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 134)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun Özel Hayata ve Hayatın Gizli Alanına Karşı Suçlar başlıklı 9. bölümünün 134. maddesinde;   

"Madde 134 – Özel Hayatın Gizliliği
(1) Kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal eden kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Gizliliğin görüntü veya seslerin kayda alınması suretiyle ihlal edilmesi halinde, verilecek ceza bir kat artırılır.
(2) Kişilerin özel hayatına ilişkin görüntü veya sesleri hukuka aykırı olarak ifşa eden kimse iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. İfşa edilen bu verilerin basın ve yayın yoluyla yayımlanması halinde de aynı cezaya hükmolunur."


Kanunumuzun 134. maddesinde düzenlenen özel hayatın gizliliğini ihlal suçunun konusunu oluşturan özel hayat kavramı; kişinin sadece gözlerden uzakta, başkalarıyla paylaşmadığı, kapalı kapılar ardında, dört duvar arasındaki yaşantısı ve mahremiyetinden ibaret olmayıp, herkesin bilmediği veya bilmemesi gereken, istenildiğinde başka kişilere açıklanabilen, tamamen kişiye özel hayat olayları ve bilgilerin tamamını içermektedir.
Özel hayatın içine, bireyin kimliğine ilişkin bilgi ve kayıtlar, cinsel hayatına ilişkin davranışlar, kişinin beden ve ruh bütünlüğüne ilişkin düzenlemeler ve kişiye ait ev, araç gibi özel yerler, telefon konuşmaları, posta gönderileri, adı, fotoğrafı, nam ve şöhreti ile şerefi, yaşam tarzı ve kamuya yanlış tanıtılmasının önlenmesi gibi konular yer almaktadır.

Bir olay ya da bilginin, özel hayat kavramı kapsamına girip girmediği belirlenirken, sadece içinde bulunulan fiziki çevrenin özelliklerine bakılmamalı, kişinin toplum içindeki konumu, mesleği, görevi, kamuoyu tarafından tanınıp tanınmadığı, dışa yansıyan davranışları, rıza ve öngörüleri, sosyal ilişkileri, müdahalenin derecesi gibi ölçütler de göz önüne alınmalıdır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu 15.12. 2015 /10E. 2015/510K. 15.12.2015T.

Özel hayatın gizliliğini ihlal suçu şikayete bağlı suç olmakla birlikte mağdurun suç oluşturan fiilleri öğrenmesinden itibaren şikayet süresi 6 aydır.

ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİNİ İHLAL SUÇUNUN NİTELİKLİ HALLERİ (Türk Ceza Kanunu m. 137)
Türk Ceza Kanunumuzun 134. maddesinde yer alan özel hayatın gizliliğini ihlal suçunun; 
a) Kamu görevlisi tarafından ve görevinin verdiği yetki kötüye kullanılmak suretiyle,
b) Belli bir meslek ve sanatın sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle,
İşlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.

KİŞİSEL VERİLERİN KAYDEDİLMESİ SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 135)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun Özel Hayata ve Hayatın Gizli Alanına Karşı Suçlar başlıklı 9. bölümünün 135. maddesinde;   

"Madde 135 – Kişisel Verilerin Kaydedilmesi
(1) Hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydeden kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir.
(2) Kişisel verinin, kişilerin siyasi, felsefi veya dini görüşlerine, ırki kökenlerine; hukuka aykırı olarak ahlaki eğilimlerine, cinsel yaşamlarına, sağlık durumlarına veya sendikal bağlantılarına ilişkin olması durumunda birinci fıkra uyarınca verilecek ceza yarı oranında artırılır."

İlerleyen teknoloji ve sosyal medya kullanımı nedeniyle, bireye ve özellikle bireyin sahip olduğu temel hak ve özgürlüklerin ihlaline yönelik tehditler artarak devam etmektedir. Bu tehditlerden biri de sosyal medya kullanıcılarının bilgisi ve rızası olmaksızın, kişilerin instagram storylerinin, tweetlerinin, kişisel verilerinin  yani kişinin adı ve soyadı, doğum yeri ve doğum tarihi, T.C. kimlik numarası, telefon numarası, pasaport numarası, motorlu taşıt plakası, resim, görüntü ve ses kaydı, parmak izleri, aile ve sağlık bilgileri, banka hesap bilgileri, medeni hali, cinsel ve ahlaki eğilimi, etnik kökeni,  siyasi, felsefi ve dini görüşü, sendikal bağlantıları gibi herkes tarafından bilinmeyen veya kolaylıkla bilinmesi mümkün olmayan verilergibi kişiyi doğrudan veya dolaylı şekilde belirlenebilir kılmaya elverişli tüm verileri hukuka aykırı olarak kaydedilmesi suç teşkil etmektedir.

Ceza Kanunumuzun 135. maddesi özelinde dikkat edilmesi gereken nokta, kişisel verilerin her halde değil, ancak ve ancak hukuka aykırı bir şekilde kaydedilmesi neticesinde suçun oluşacak olmasıdır. Bu sebeple somut olaya ilişkin hukuka uygunluk nedeni olmaksızın kişisel verilerin kaydedilmesi bu suçu oluşturur.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu, suç tanımlarında "hukuka aykırı olarak", "hukuka aykırı başka bir davranışla", "hukuka aykırı diğer davranışlarla", "hukuka aykırı yolla", "hukuka aykırı yollarla" gibi ifadelerin varlığı halinde bu suçlarda failin, işlediği fiilin hukuka aykırı olduğunu bilmesi, yani bu konuda doğrudan kastla hareket etmesi gerektiğini bilmesi gerektiğini ve Türk Ceza Kanununda yer alan hukuka uygunluk sebeplerininin yani kanunun hükmünü yerine getirme (m.24/1), meşru savunma (m.25/1), ilgilinin rızası (m.26/2), hakkın kullanılması (m.26/1) gibi nedenlerin varlığının bulunmamasını kabul etmektedir. (Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 17.06.2014 tarih ve 2012/12-1510 Esas, 2014/331 Karar sayılı ilamı.)

Madde metninde yer alan kaydetme unsurundan anlaşılması gereken, kişisel veriyi tekrardan kullanma ya da başkalarının kullanımına uygun olarak hazır edebilmedir. Bu sebeple kaydetme veya depolama işleminde kullanılan araç ve yönteminin önemi bulunmamaktadır. Kaydetme işlemi bilgisayar ya da cep telefonunda olabileceği gibi kağıt üzerinde de olabilir. Ancak suçun oluşması için asgari şart veri niteliğindeki bilgilerin bir yere yazılması, bir yerde depolanması veya saklanmasıdır.

KİŞİSEL VERİLERİN KAYDEDİLMESİ SUÇUNUN NİTELİKLİ HALLERİ (Türk Ceza Kanunu m. 137)

Türk Ceza Kanunumuzun 135. maddesinde yer alan kişisel verilerin kaydedilmesi suçunun; 
a) Kamu görevlisi tarafından ve görevinin verdiği yetki kötüye kullanılmak suretiyle,
b) Belli bir meslek ve sanatın sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle,
İşlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.

VERİLERİ HUKUKA AYKIRI OLARAK VERME VEYA ELE GEÇİRME SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 136)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun Özel Hayata ve Hayatın Gizli Alanına Karşı Suçlar başlıklı 9. bölümünün 136. maddesinde;   

"Madde 136 – Verileri Hukuka Aykırı Olarak Verme veya Ele Geçirme
(1) Kişisel verileri, hukuka aykırı olarak bir başkasına veren, yayan veya ele geçiren kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Suçun konusunun, Ceza Muhakemesi Kanununun 236 ncı maddesinin beşinci ve altıncı fıkraları uyarınca kayda alınan beyan ve görüntüler olması durumunda verilecek ceza bir kat artırılır."


Kişisel verileri hukuka aykırı olarak verme, yayma veya ele geçirme suçunda, suçu oluşturan hareket seçimlik olup;
1- Kişisel verileri bir başkasına vermek suretiyle,
2- Kişisel verileri yaymak suretiyle,
3- Kişisel verilerin ele geçirmek suretiyle
işlenebilir.

Türk Ceza Kanunu'nun 136/1. maddesinin, "Bu madde hükmü ile hukuka uygun olarak kaydedilmiş olsun veya olmasın, kişisel verileri hukuka aykırı olarak başkalarına vermek, yaymak veya ele geçirmek, bağımsız bir suç olarak tanımlanmıştır." şeklindeki gerekçesinden de anlaşılacağı üzere, kişisel verilerin, "verildiği", "yayıldığı" veya "ele geçirildiği"nin kabul edilebilmesi için, kişisel verilerin kaydedilmiş halde bulunması, kaydedilmiş haliyle başkalarına verilmesi, yayılması ya da ele geçirilmesi gerekir.

Herkes tarafından bilinen ve/veya kolaylıkla ulaşılması ve bilinmesi mümkün olan kişisel bilgiler de, yasal anlamda "kişisel veri" olarak kabul edilmekte ise de, anılan maddenin uygulama alanının amaçlanandan fazla genişletilerek, uygulamada belirsizlik ve hemen her eylemin suç oluşturması gibi olumsuz sonuçların doğmaması için somut olayın özellikleri dikkate alınarak titizlikle değerlendirme yapılması gerekmektedir.

Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 06.07.2015 tarih ve 2016/9332 Esas, 2016/13355 Karar sayılı ilamına göre;

"Verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçunun maddi konusunu oluşturan "kişisel veri" kavramından, kişinin, yetkisiz üçüncü kişilerin bilgisine sunmadığı, istediğinde başka kişilere açıklayarak ancak sınırlı bir çevre ile paylaştığı nüfus bilgileri (T.C. kimlik numarası, adı, soyadı, doğum yeri ve tarihi, anne ve baba adı gibi), adli sicil kaydı, yerleşim yeri, eğitim durumu, mesleği, banka hesap bilgileri, telefon numarası, elektronik posta adresi, kan grubu, medeni hali, parmak izi, DNA'sı, saç, tükürük, tırnak gibi biyolojik örnekleri, cinsel ve ahlaki eğilimi, sağlık bilgileri, etnik kökeni, siyasi, felsefi ve dini görüşü, sendikal bağlantıları gibi kişinin kimliğini belirleyen veya belirlenebilir kılan, kişiyi toplumda yer alan diğer bireylerden ayıran ve onun niteliklerini ortaya koymaya elverişli, gerçek kişiye ait her türlü bilginin anlaşılması gerekir."

VERİLERİ HUKUKA AYKIRI OLARAK VERME VEYA ELE GEÇİRME SUÇUNUN NİTELİKLİ HALLERİ (Türk Ceza Kanunu m. 137)

Türk Ceza Kanunumuzun 135. maddesinde yer alan kişisel verilerin kaydedilmesi suçunun; 
a) Kamu görevlisi tarafından ve görevinin verdiği yetki kötüye kullanılmak suretiyle,
b) Belli bir meslek ve sanatın sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle,
İşlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.

HALKI KİN VE DÜŞMANLIĞA TAHRİK VEYA AŞAĞILAMA SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 216)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun Kamu Barışına Karşı Suçlar başlıklı 5. bölümünün 216. maddesinde;
   
"Madde 216 – Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama
(1) Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Maddeden de anlaşılacağı üzere her fıkrada ayrı bir fiil düzenlenmiştir. Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçunun oluşabilmesi için kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması gerekmektedir.

Sosyal medyada paylaşılan şeyler çok hızlı bir şekilde yayılıp kitleselleşebildiği için kişileri etkileme ve bir araya getirebilme etkisine sahiptir. Dolayısıyla sosyal medya üzerinden yapılan tahrik edici paylaşımlar, toplumun büyük kesimlerini etkileyebilir. Bu suç, sadece bir söylemle işlenebileceği gibi, gerçek olmayan görüntülerin videoların paylaşılması suretiyle de karşımıza çıkabilir. Günümüzde halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçu çok görülmeye başlanmıştır. Bunun nedeni madde kapsamının çok geniş ve yoruma açık olması olduğu gibi toplumsal olaylar ve değişimlerde etkilidir.

HALKI KİN VE DÜŞMANLIĞA TAHRİK VEYA AŞAĞILAMA SUÇUNUN NİTELİKLİ HALLERİ (Türk Ceza Kanunu m. 218)

Türk Ceza Kanunumuzun 216. maddesinde yer alan halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçunun; basın ve yayın yoluyla işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranına kadar artırılır.

Ancak, haber verme sınırlarını aşmayan ve eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.

KANUNLARA UYMAMAYA TAHRİK SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 217)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun Kamu Barışına Karşı Suçlar başlıklı 5. bölümünün 217. maddesinde;
   
"Madde 217 – Kanunlara Uymamaya Tahrik
(1) Halkı kanunlara uymamaya alenen tahrik eden kişi, tahrikin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır."

Kanunlara uymamaya tahrik suçu bir tehlike suçu olup tahrik fiilinin gerçekleşmesiyle tamamlanır.  Bu suçun meydana gelmesi için ayrıca somut bir tehlikenin doğması gerek olmadığı gibi herhangi bir zararın ya da neticenin doğmasına da gerek yoktur.
Türk Ceza Kanunumuzun 217. maddesinde yer alan kanunlara uymamaya tahrik suçunun; basın ve yayın yoluyla işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranına kadar artırılır.

HALKI YANILTICI BİLGİYİ ALENEN YAYMA SUÇU(Türk Ceza Kanunu m. 217/A)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun Kamu Barışına Karşı Suçlar başlıklı 5. bölümünün 217/A maddesinde;   
"Madde 217/A – Halkı Yanıltıcı Bilgiyi Alenen Yayma
(1) Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.
(2) Fail, suçu gerçek kimliğini gizleyerek veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlemesi hâlinde, birinci fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır."

18.10.2022 tarihli ve 31987 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçu sosyal medyanın sağladığı anonim ortamın yalan, yanlış ve manipülatif içeriklerin  yayılmasını engellemek ve buna yönelik tedbir alınmasının bir sonucu olarak Kanunumuza girmiş olup ülkemizde ifade özgürlüğünün önünde büyük bir engel teşkil etmektedir.

Kanunumuza yeni girmiş olması sebebiyle uygulamada yaratacağı sorunlar henüz açıklığı kavuşmamıştır.

Türk Ceza Kanunumuzun 217/A maddesinde yer alan halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçunun; basın ve yayın yoluyla işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranına kadar artırılır.

İFTİRA SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 267)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun Adliyeye Karşı Suçlar başlıklı 5. bölümünün 217/A maddesinde;
   
"Madde 267 – İftira
(1) Yetkili makamlara ihbar veya şikayette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği halde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Fiilin maddî eser ve delillerini uydurarak iftirada bulunulması halinde, ceza yarı oranında artırılır.
(3) Yüklenen fiili işlemediğinden dolayı hakkında beraat kararı veya kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş mağdurun aleyhine olarak bu fiil nedeniyle gözaltına alma ve tutuklama dışında başka bir koruma tedbiri uygulanmışsa, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.
(4) Yüklenen fiili işlemediğinden dolayı hakkında beraat kararı veya kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş olan mağdurun bu fiil nedeniyle gözaltına alınması veya tutuklanması halinde; iftira eden, ayrıca kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçuna ilişkin hükümlere göre dolaylı fail olarak sorumlu tutulur.
(5) Mağdurun ağırlaştırılmış müebbet hapis veya müebbet hapis cezasına mahkûmiyeti halinde, yirmi yıldan otuz yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(6) Mağdurun mahkûm olduğu hapis cezasının infazına başlanmış ise, beşinci fıkraya göre verilecek ceza yarısı kadar artırılır.
(8) İftira suçundan dolayı dava zamanaşımı, mağdurun fiili işlemediğinin sabit olduğu tarihten başlar.
(9) Basın ve yayın yoluyla işlenen iftira suçundan dolayı verilen mahkûmiyet kararı, aynı veya eşdeğerde basın ve yayın organıyla ilan olunur. İlan masrafı, hükümlüden tahsil edilir.
İftira suçunu oluşturan fiil, kişiye hukuka aykırı suç isnadında bulunmak olup uçun oluşması için zararın doğması ve neticenin varlığına gerek bulunmamaktadır. Ancak suç ancak kasten işlenebilen bir suçtur.
Suçun mağduru maruz kaldığı iftira sonucu iş yapamaz olmuş olabileceği gibi, sosyal dışlanmaya ya da benzer olumsuz durumlarla karşı karşıya kalmış olabilir. Bu sonuç ya da sonuçların ortaya çıkması halinde mutlaka faile karşı tazminat davası ikame edilmelidir.


SOSYAL MEDYA ARACILIĞIYLA İŞLENEN SUÇLARDA TAZMİNAT DAVALARI

Sosyal medya aracılığıyla işlenen bir suçun mağduru uğradığı haksız fiil sebebiyle maddi ve manevi tazminat davası açma hakkına sahiptir.

Tazminat davaları, kişinin haksız bir fiilden, idari işlemden, iş ilişkisinden veyahut başka bir nedenden kaynaklanan maddi ve manevi zararın giderilmesi ve tazmin edilebilmesini sağlayan hukuki yoldur. Zararın kaynağı farklı hukuki ilişkiler olabileceği gibi muhatabı kamu kurumları, tüzel kişiler ve gerçek kişiler olabilir. Yaşanan somut olaya göre istenebilecek tazminat miktarı da farklılık göstermektedir.

MADDİ TAZMİNAT DAVASI

Sosyal medya aracılığıyla kişilik hakları saldırıya uğrayan kişiler (örneğin bir doktor, mühendis vb.) bu nedenle müşteri kaybı yaşamış olabilir veya bir oyuncunun sözleşmeleri iptal edilmiş olabilir. Maddi zarar daha çok kar kaybı veya yoksun kalınan kar şeklinde olabilir. Bu nedenle kişilik haklarına sosyal medya üzerinden hukuka aykırı saldırı yapılması sonucunda maddi zarara uğrayan kişi bu zararın tazminini talep edebilir. Şartları:
•    Kişilik haklarına yönelik hukuka aykırı bir saldırı olmalıdır.
•    Bu saldırı sonucunda maddi bir zarar doğmuş olmalıdır.
•    Saldırı ile maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmalıdır.
•    Saldırıda bulunan kişi kusurlu olmalı veya kusursuz sorumluluk hali mevcut olmalıdır.

Maddi tazminat davası, saldırıyı önleme davası ile birlikte açılamaz. Çünkü saldırı ve zarar unsurları mevcut değildir.

MANEVİ TAZMİNAT DAVASI

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunumuzun 58. maddesine göre; kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.

Sosyal medya aracılığıyla kişilik hakları ihlal edilen kimseler, uğradığı manevi zararın bir nebze de olsa giderilebilmesi için tazminat davası açabilir. Örnek vermek gerekirse, sosyal medya aracılığıyla işlenen cinsel taciz suçunun mağduru bunun sonucunda elem, üzüntü, korku ve bu sebeple ruhsal bunalımlar yaşamış olabilir. Yazışmaları rızası olmadan ifşalanan kişi, bu sebeple çevresinde dedikodulara maruz kalmış olabilir, ailesi ve çevresiyle olan ilişkileri zarar görmüş ve bu nedenle kişi üzüntü içinde kalmış olabilir. Kişilerin yaşamış olduğu manevi zarar, üzüntü ve keder tabii ki para ile ölçülemez ancak manevi tazminat davasıyla bir nebze de olsa dengelenebilir.

Kişilik hakları sosyal medya platformları aracılığıyla ihlal edilen kimsenin manevi tazminat davası açabilmesi için gereken şartlar şunlardır:
•    Kişilik hakkına hukuka aykırı bir saldırı gerçekleşmiş olmalıdır.
•    Bu saldırı sebebiyle manevi zarar doğmuş olmalıdır.
•    Zarar ile hukuka aykırı saldırı arasında illiyet bağı bulunmalıdır.
•    Saldırıyı gerçekleştiren kişinin kusuru olmalı veya kusursuz sorumluluğunu gerektiren bir hali bulunmalıdır.

Belirtmek gerekir ki, internet yoluyla kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat davalarında, açıkça kanunda yer almamakla birlikte, Yargıtay içtihatlarıyla hukukumuza giren matufiyet koşulu vardır. Matufiyet şartı içtihatlarda adı, sanı, kimliği belli olmasa da ona yöneldiği konusunda kuşku bırakmayacak şekilde ithamlara, yönelimlere yer veren ifadeler olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla bir kişiye yönelik saldırıda, isim, kimlik belirtilmese bile, hukuka aykırı saldırının o kişiye yöneldiği konusunda kuşku bırakmayacak ifadeler mevcutsa, manevi tazminata hükmedilebilir. İsim, kimlik belirtilmeden gerçekleştirilen hukuka aykırı saldırıda matufiyet şartı gerçekleşmemişse manevi tazminata hükmedilmeyecektir.


Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr








#11
TEREKE TESPİT DAVALARI

Tereke, vefat eden kişinin (murisin) aktif ve pasif mallarından oluşan mirasının tamamını ifade etmek için kullanılan bir kavram olmakla beraber kişinin hak ve alacakları aktif malları, borçları ise pasif mal varlığını ifade eder. Tereke mirasçılara intikal edebilen tüm mal varlıklarını ve borçları içermektedir. Terekeyi menkul ve gayrimenkul mallar oluşturabileceği gibi sınırlı ayni haklar ve fikri sinai haklar da terekeye dâhil haklardır.

Tereke tespit davaları ise; miras bırakanın vefatından sonra mirasçılarına intikal edecek alacaklarını ve borçlarının tespitini sağlamak için açılan tespit davalarıdır. Genellikle mirasçılar arasında paylaşılacak malların hakkaniyete uygun şekilde paylaşılması için delil tespiti niteliği taşıyan bir yanı bulunmakla beraber asıl amaç tereke mallarının korunmasıdır.

Tereke tespit davalarında murisin aktif ve pasif malvarlığı tespit edildikten sonra pasif malların (borçlar) aktif mallardan (hak ve alacaklar) indirilmesinin akabinde miras bırakanın öldüğü tarihteki değeri hesaplanmaktadır.

TEREKE TESPİT DAVASI NE ZAMAN AÇILABİLİR?

Miras hakkı, murisin ölümüyle kullanılabilen bir hak olması sebebiyle terekenin tespiti davası, murisin yani miras bırakanın ölüm anından itibaren açılabilir. Terekenin tespiti davası herhangi bir hak düşürücü süre ya da zamanaşımına bağlı değildir. Her zaman açılması mümkündür. Miras bırakanın ölümünden hemen sonra açılacak tereke tespit davalarında terekenin tespiti daha kolay ve hızlı olacağından bu tür davaların ivedilikle açılmasında hukuki yarar bulunmaktadır.

TEREKE TESPİT DAVASINI KİMLER DAVA AÇABİLİR?

Tereke tespit davası açmaya hukuki yararı bulunan kişiler yasal ve atanmış (iradi) mirasçılardır. Buna göre kişilerin alt soyu (çocukları, torunları vs.), sağ olan eşi, anne ve babası (bunların anne babaları vs.), anne babanın altsoyu (kardeşler), amca, dayı, hala ve teyzeleri tereke tespit davasını açabileceği gibi miras bırakanın vasiyetnamesi ile atanmış mirasçılar ve evlat edinilen kişi de bu davayı açabilir. Her mirasçı tek başına davayı açmaya yetkili bulunduğu gibi tüm mirasçılar adına tereke temsilcisi de davayı açabilir. Miras bırakanın alacaklıları tarafından tereke tespit davası açılamaz.

TEREKE TESPİTİ NASIL YAPILIR?

Tereke tespit davasında murisin taşınırları, taşınmazları, banka hesapları, alacakları ve borçları hepsi araştırılmalı ve tespit edilmelidir. Bu konuda öncelikle mirasçıların beyanları ile akabinde ise Tapu Müdürlüğüne, bankalara, trafik siciline, yatırım ve finans şirketlerine, ticaret siciline, SGK'ya vb. kurum ve kuruluşlara müzekkere yazılarak terekenin tamamı tespit edilmektedir. Burada mirasçıların murisin mallarının bulunabileceği yerler konusunda mahkemeyi yönlendirmesi önemli bir husustur.

TEREKE TESPİTİ DAVASI HANGİ MAHKEMEDE AÇILIR?

Tereke tespit davasında yetkili ve görevli mahkeme miras bırakanın son yerleşim yerindeki sulh hukuk mahkemesidir.

Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr
#12
KIDEM TAZMİNATI VE KIDEM TAZMİNATINA HAK KAZANMANIN ŞARTLARI


KIDEM TAZMİNATI NEDİR?

Kıdem tazminatı, işçi ile işveren arasındaki iş akdi sona erdiğinde işçiye ödenmesi gereken, işçinin çalışma süresi, maaşı ve maddi olarak ölçülebilen sosyal hakları göz önünde bulundurularak hesaplanan, işçinin yıpranma payı olarak da adlandırabileceğimiz tazminat türüdür. İşçi işe başladığı tarihten iş akdinin sona erdiği tarihe kadar olan süreçte her geçen tam yıl için işverence 30 günlük ücret (giydirilmiş brüt ücret) tutarında kıdem tazminatına hak kazanacaktır. Yani işçi çalıştığı her bir yıl için bir maaşı kadar kıdem tazminatına hak kazanır. Ancak hak kazandığı bu ücret iş akdinin sona ermesiyle muaccel hale gelecek olup, işçiye işten çıktıktan veyahut çıkarıldıktan sonra ödenecektir.

KIDEM TAZMİNATINDAN KİMLER FAYDALANABİLİR?

İş Kanunumuza göre kıdem tazminatına hak kazanabilmenin belli şartları vardır. Buna göre işçinin kıdem tazminatına hak kazanabilmesi için;

1-İşçinin 4857 sayılı İş Kanununa tabi olarak çalışması gerekir.

4857 sayılı İş Kanunumuzun tanımlar başlıklı 2. maddesine göre; bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişiye işçi denir. Kanunumuzda iş sözleşmesinin nasıl yapılacağı belirtilmediği gibi yazılı yapılan iş sözleşmeleri uygulamada ispat kolaylığı sağlamaktadır. Yine aynı kanunumuzun istisnalar başlıklı 4. Maddesinde kimlerin iş kanununa tabi olarak çalışamayacağı düzenlenmiştir. Buna göre;

Madde 4 - Aşağıda belirtilen işlerde ve iş ilişkilerinde bu Kanun hükümleri uygulanmaz;
a) Deniz ve hava taşıma işlerinde,
b) 50'den az işçi çalıştırılan (50 dahil) tarım ve orman işlerinin yapıldığı işyerlerinde veya işletmelerinde,
c) Aile ekonomisi sınırları içinde kalan tarımla ilgili her çeşit yapı işleri,
d) Bir ailenin üyeleri ve üçüncü dereceye kadar (üçüncü derece dahil) hısımları arasında dışardan başka biri katılmayarak evlerde ve el sanatlarının yapıldığı işlerde,
e) Ev hizmetlerinde,
f) Çıraklar hakkında,
g) Sporcular hakkında,
h) Rehabilite edilenler hakkında,
ı) 507 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar Kanununun ikinci maddesinin tarifine uygun üç kişinin çalıştığı işyerlerinde çalışanlara 4857 sayılı İş Kanunu hükümleri uygulanmaz.


2- İşçinin işyerinde en az 1 yıllık çalışma geçmişi bulunmalıdır.

Kıdem tazminatına hak kazanabilmesi için aynı işyerinde veyahut aynı işverene bağlı olarak farklı işyerlerinde en az 1 yıl süre ile çalışmış olması gerekmektedir. İşverenin işçiyi farklı işverenler üzerinde göstermesi veya işyerinin başka bir işverene devredilmesi kıdem süresi (hizmet süresi) hesabında değişiklik arz etmez.

3- İş akdinin işveren tarafından feshedilmesi ya da işçi tarafından haklı nedenle sona erdirilmesi gerekmektedir.

İşçinin kıdem tazminatı alacağı iş akdinin sona ermesinden sonra muaccel hale gelmektedir. İşçi çalışma süresi devam ederken kıdem tazminatına hak kazanamaz. Aynı şekilde taraflar arasındaki iş akdi haklı neden olmaksızın işçi tarafından feshedilmesi halinde de işçi kıdem tazminatına hak kazanamayacaktır. İş akdinin işçi tarafından haklı nedenle feshedilme koşulları İş Kanunumuzun 24. Maddesinde sayılmıştır ancak kanunda yazılı sebepler örnekleme yoluyla sayılmış olup bunlar somut koşullara göre farklılık gösterebilir. Buna göre;

Madde 24 - Süresi belirli olsun veya olmasın işçi, aşağıda yazılı hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim süresini beklemeksizin feshedebilir:
I. Sağlık sebepleri:
a) İş sözleşmesinin konusu olan işin yapılması işin niteliğinden doğan bir sebeple işçinin sağlığı veya yaşayışı için tehlikeli olursa.
b) İşçinin sürekli olarak yakından ve doğrudan buluşup görüştüğü işveren yahut başka bir işçi bulaşıcı veya işçinin işi ile bağdaşmayan bir hastalığa tutulursa.
II. Ahlak ve iyiniyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri:
a) İşveren iş sözleşmesi yapıldığı sırada bu sözleşmenin esaslı noktalarından biri hakkında yanlış vasıflar veya şartlar göstermek yahut gerçeğe uygun olmayan bilgiler vermek veya sözler söylemek suretiyle işçiyi yanıltırsa.
b) İşveren işçinin veya ailesi üyelerinden birinin şeref ve namusuna dokunacak şekilde sözler söyler, davranışlarda bulunursa veya işçiye cinsel tacizde bulunursa.
c) İşveren işçiye veya ailesi üyelerinden birine karşı sataşmada bulunur veya gözdağı verirse, yahut işçiyi veya ailesi üyelerinden birini kanuna karşı davranışa özendirir, kışkırtır, sürükler, yahut işçiye ve ailesi üyelerinden birine karşı hapsi gerektiren bir suç işlerse yahut işçi hakkında şeref ve haysiyet kırıcı asılsız ağır isnat veya ithamlarda bulunursa.
d) İşçinin diğer bir işçi veya üçüncü kişiler tarafından işyerinde cinsel tacize uğraması ve bu durumu işverene bildirmesine rağmen gerekli önlemler alınmazsa.
e) İşveren tarafından işçinin ücreti kanun hükümleri veya sözleşme şartlarına uygun olarak hesap edilmez veya ödenmezse,
f) Ücretin parça başına veya iş tutarı üzerinden ödenmesi kararlaştırılıp da işveren tarafından işçiye yapabileceği sayı ve tutardan az iş verildiği hallerde, aradaki ücret farkı zaman esasına göre ödenerek işçinin eksik aldığı ücret karşılanmazsa, yahut çalışma şartları uygulanmazsa.
III. Zorlayıcı sebepler:
İşçinin çalıştığı işyerinde bir haftadan fazla süre ile işin durmasını gerektirecek zorlayıcı sebepler ortaya çıkarsa.

Yukarıda sayılan sebeplerin varlığı halinde işçi, iş akdini haklı nedenle feshedebilir ve kıdem tazminatına hak kazanabilir. Bu sayılan şartlar haricinde aşağıda sayılan hallerde de işçi kıdem tazminatına hak kazanır:

1-Zorunlu Askerlik Görevinin İfası Halinde;
İşçinin zorunlu askerlik görevini yerine getirmek için iş akdini sona erdirmesi halinde işçi kıdem tazminatına ve diğer işçilik alacaklarına hak kazanacaktır. Yine aynı şekilde işveren de işçiyi bu sebeple işten çıkarması halinde işçi yine kıdem tazminatına hak kazanır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken şey işçinin iş akdini sona erdirmesi ile askere gitmesi arasında geçen süre kısa olmalıdır. 

2-İşçinin Ölümü Halinde;
İşçinin ölümü halinde mirasçıları tarafından kıdem tazminatı talebinde bulunulabilir. İşçinin ölüm sebebi kıdem tazminatına hak kazanma açısından önem teşkil etmemektedir. İşçinin iş kazası sonucunda hayatını kaybetmesi halinde diğer tazminat türleri de talep edilebilecektir.

3-Kadın İşçinin Evlenmesi Halinde;
1475 sayılı İş Kanunu'nun 14. Maddesinin 1. fıkrasının 5. bendine göre; Kadının evlendiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde kendi arzusu ile iş akdini sona erdirmesi halinde işçi kıdem tazminatına hak kazanır. Evlilik sebebiyle iş akdinin feshinde kıdem tazminatına hak kazanma yalnızca kadın işçilere tanınmış bir hak olup bu hak resmi olarak evlilik tarihinden başlayarak kullanılmalıdır.

4- İşçinin Yasal Olarak Emekli Olması Halinde;
İşçi, emekli olmak için ödemesi gereken prim gününü doldurması sebebiyle iş akdini feshetmesi halinde kıdem tazminatına hak kazanır.

KIDEM TAZMİNATI NASIL HESAPLANIR?

İş akdinin sona ermesi ile beraber işçinin bakiye ücreti ve 4857 sayılı İş Kanunumuzdan doğan para ile ölçülmesi mümkün tüm menfaatleri muaccel hale gelir ve işçiye ödenmesi gerekir. Kıdem tazminatı ücreti de koşulları oluştuğu takdirde işçinin esaslı alacak kalemlerinden birini oluşturur.

Kıdem tazminatı hesaplanırken ikramiye, devamlılık arz eden prim, yakacak yardımı, giyecek yardımı, kira, aydınlatma, yol/servis yardımı, yemek yardımı, eğitim yardımı, çocuk yardımı, aile yardımı, sağlık yardımı ve benzeri sosyal yardım niteliğindeki ödemeler kıdem tazminatı hesabında çıplak ücrete eklenerek dikkate alınır. 

Kıdem tazminatı hesaplanırken, işçinin iş yerinde aldığı son aylık ücreti önem arzetmekte olup Kanunumuz son ücretin tespit edilmesinde tavan sınır öngörmüştür. Bu  tavan sınır; 1475 sayılı İş Kanunu'nun 14'üncü madddesinin 13'üncü fıkrasında kaleme alınmıştır. Buna göre; Toplu sözleşmelerle ve hizmet akitleriyle belirlenen kıdem tazminatlarının yıllık miktarı, 657 sayılı Devlet Memurları Kanun'una tabi en yüksek devlet memuruna 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine göre bir hizmet yılı için ödenecek azami emeklilik ikramiyesini geçemez.

Kanunumuzun amir hükmüne göre 31.12.2024 tarihine kadar geçerli kıdem tazminatının yıllık tavanı 41.828,42 TL'dir. Hesaplanan kıdem tazminat miktarından da sadece damga vergisi ödenecek olup, SGK primi ve gelir vergisi kesintisi yapılamaz.

KIDEM TAZMİNATINA HAK KAZANILACAK BAŞLICA DURUMLAR

Çalışanların kıdem tazminatı talep ederek istifa edebileceği durumlara örnek vermek gerekirse;

•    Maaşın düzenli olarak ödenmemesi, geç veya eksik ödenmesi,
•    Asgari ücretin altında ücret ödenmesi,
•    Fazla mesai ya da fazla sürelerle çalışma ücretinin ödenmemesi veya eksik ödenmesi,
•    Yıllık 270 saatin üzerinde fazla mesai yapılması halinde,
•    Fazla mesai ve ulusal bayram genel tatil günlerinde çalışma yapılması için çalışandan onay alınmaması,
•    Hafta tatilinin kullandırılmaması veya eksik kullandırılması,
•    Ara dinlenme, yemek molası vb. araların kullandırılmaması ya da eksik kullandırılması,
•    Gündüz 11 saatten fazla, gece ise 7,5 saatten fazla çalıştırılma,
•    Hak kazanılan yıllık izinin kullandırılmaması,
•    Mazeret izinlerinin (ölüm, doğum, evlenme vb.) kullandırılmaması,
•    Gebe veyahut çocuk emziren kadın çalışanların günde 7,5 saatten fazla çalıştırılması,
•    Gebe veyahut çocuk emziren kadın çalışanların gece vardiyasında çalıştırılması,
•    Süt izninin kullandırılmaması,
•    Çalışma koşullarında işveren tarafından tek taraflı esaslı değişiklik yapılması,
•    Sigorta primlerinin eksik ödenmesi,
•    Sigortaya esas kazancın eksik gösterilmesi,
•    İşyerinde çalışanlar arasında eşitlik ilkesine aykırı davranılması,
•    İşin niteliği gereği çalışanın sağlığında tehlike olması,
•    İş sözleşmesi yapıldığı esnada sözleşmenin esaslı noktalarından biri hakkında işverenin çalışanı yanıltması,
•    İşverenin, yöneticisinin ya da amirin çalışana karşı şeref ve namusuna dokunacak şekilde sözler sarf etmesi,
•    İşverenin, yöneticisinin ya da amirin çalışana karşı mobbing (psikoljik taciz) uygulaması,
•    Çalışanın emekli olması,
•    Çalışanın askere gitmesi halinde,
•    Kadın işçinin evlendiği tarihten 1 yıl içerisinde,

gibi durumlarda çalışan iş akdini haklı nedenle feshederek kıdem tazminatına hak kazanır. Yukarıda sayılan örnekler arttırılabilir olup en sık karşılaşılan durumlara örnek verilmiştir.

Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr




#13
Dernek Genel Kurullarının Elektronik Ortamda Yapılması

5253 sayılı Dernekler Kanunu'nun Ek 2'nci maddesi ve Dernekler Yönetmeliğinin 15/A maddesinde yer alan hükümler uyarınca derneklerin elektronik ortamda genel kurul ve yönetim kurulu toplantısı yapabilmesine imkân tanınmıştır.

5253 sayılı Dernekler Kanunu Ek Madde 2'ye göre:

Bu Kanun ve 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanununa göre derneklerle ilgili her türlü kayıt ile iş ve işlem elektronik ortamda da yapılabilir. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar İçişleri Bakanlığınca çıkarılan yönetmelikle belirlenir.

Dernekler Yönetmeliğinin Genel Kurul ve Yönetim Kurulu Toplantılarının Elektronik Ortamda Yapılmasına ilişkin Madde 15/A'ya göre:

Kanunun ek 2 ncimaddesi uyarınca dernekler, genel kurul ve yönetim kurulu toplantılarınıelektronik ortamda da yapabilirler.

"Dernekler elektronik ortamda yapılacak genel kurul ve yönetim kurulu toplantılarını Bakanlık Bilgi Teknolojileri Genel Müdürlüğü tarafından uygun görülüp onaylanan elektronik sistemler üzerinden yapabilirler. Söz konusu sistemlere işlenecek veriler, 24/3/2016 tarihli ve 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanununun ilgili hükümlerine uygun olarak işlenir ve muhafaza edilir.

Genel kurul yapılmasına ilişkin alınan yönetim kurulu kararında ve genel kurul ilanında genel kurulun hangi yöntemle yapılacağı belirtilir. Elektronik ortamda alınacak yönetim kurulu kararları fiziksel ortamda tutulan yönetim kurulu karar defterinden ayrı olarak tarih ve sıra sayısı ile elektronik ortamda saklanır.

Kanunda, Türk Medeni Kanununda, bu Yönetmelikte ve derneklerin kendi tüzüklerinde yer alan genel kurul ve yönetim kurulu toplantılarının fiziki ortamda gerçekleştirilmesine yönelik bütün usul ve esaslar elektronik ortamda yapılan toplantılar için de geçerlidir. Elektronik ortamda gerçekleştirilen toplantılara ilişkin her türlü bilgi, belge ve kayıt dernek tarafından muhafaza edilir.

Elektronik ortamda yapılacak dernek genel kurul veya yönetim kurulu toplantılarına katılacak üyeler sisteme, güvenli elektronik imza veya iki faktörlü kimlik doğrulama sistemi kullanarak giriş yaparlar. Kullanılacak elektronik sistemlerin, fiziki ortamda yapılan toplantılardaki divan oluşturma, oylama, söz alma, önerge verebilme ve benzeri tüm işlemlerin elektronik ortamda da yapılabilmesini sağlayan tasarım, yedekleme ve mevzuata uygun arşivleme kapasitesine; yetkisiz erişimlere ve saldırılara karşı gerekli ağ ve sistem güvenliğine sahip olması gerekmektedir.

Fiziki ortamda gerçekleştirilen toplantıların mevzuata aykırı yapılması durumunda uygulanan yaptırımlar elektronik ortamda yapılan toplantılar için de geçerlidir."

GENEL KURULLARIN ELEKTRONİK ORTAMDA YAPILABİLMESİ İÇİN GEREKLİ OLAN YAZILIMDA BULUNMASI GEREKEN ÖZELLİKLER?

Derneklerin genel kurullarını elektronik ortamda gerçekleştirebilmesi için gerekli olan "Elektronik Genel Kurul Yazılımı";

1. Genel ve yönetim kurulu toplantılarının güvenli bir şekilde fiziki ya da Web üzerinden elektronik ortamda görüntülü bir şekilde gerçekleştirilmesini sağlayacak, kurul sonrasında alınan kararların da Nitelikli e-İmza Sertifikası ile imzalanabilmesine imkan verecek altyapıya ve işlevlere sahip olmalıdır.

2. Yazılımın web arayüzü, responsive bir tasarıma sahip olmalı, en yaygın kullanılan Microsoft Edge, Google Chrome, Mozilla Firefox, Opera, Safari v.b. veya Chromium tabanlı Internet tarayıcılarında tam fonksiyonel çalışabilmelidir.

3. Önerge verebilme ve benzeri tüm işlemlerin elektronik ortamda da yapılabilmesini sağlayan tasarım, yedekleme ve mevzuata uygun arşivleme kapasitesine; yetkisiz erişimlere ve saldırılara karşı gerekli ağ ve sistem güvenliğine sahip olması gerekmektedir.

4. Toplantı ses ve görüntülerinin uçtan uca şifrelenerek gizli bir şekilde gerçekleştirilebilmesini sağlamalıdır.

5. Görüntü ve sesler uçtan uca AES 128 veya 256 bitlik şifreleme yöntemlerinden birisi ile şifrelenmelidir.

6. Elektronik Genel Kurul Yazılımı'nın genel kurul için; en az çift faktörlü kimlik doğrulama (MFA),  görüntülü görüşme, divan oluşturma, oylama, söz alma, söz verme, soru sorma,  anket yapma, toplantıdan çıkartma, kurul kararlarının elektronik olarak imzalanması, önerge verme, tutanak oluşturma özelliklerinin bulunması,

7. Üyelerin yazılıma kimlik doğrulama ile giriş yapması ve birden fazla doğrulama yöntemiyle desteklenmelidir. (Kullanıcı adı, şifre ve SMS OTP,  elektronik imza , T.C. kimlik kartı,  yabancı kimlik kartı, parmak izi, yüz tanıma benzeri biyometrik kimlik doğrulama yöntemlerinden en az ikisi olmalıdır.)

Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr


#14
İşsizlik Maaşına Hak Kazanmanın Şartları ve İşsizlik Maaşının Hesaplanması

İşsizlik maaşı (işsizlik ödeneği), sigortalı çalışan bir kişinin iş akdinin kendi kusuru bulunmaksızın işten çıkarılan kişiye belirli bir süre ve miktarda geçici destek sağlamak için işsizlik sigortası tarafından ödenen maaşa halk arasında verilen isimdir. 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu ile düzenlenen işsizlik ödeneği, kanunda belirtilen şartları sağlayan sigortalı işçiler, iş akdinin feshinden sonra 30 gün içerisinde kuruma başvurarak bu ödenekten yararlanabilirler.

İşsizlik ödeneğine hak kazanabilmek için;

1. Sigortalının kendi istek ve kusuru dışında işsiz kalması,

2. Hizmet akdinin sona ermesinden önceki son 120 gün hizmet akdine tabi olması,

3. Hizmet akdinin feshinden önceki son 3 yıl içinde en az 600 gün süre ile işsizlik sigorta primi ödemiş olması,

4. Hizmet akdinin feshinden sonraki 30 gün içinde en yakın İŞKUR birimine şahsen ya da elektronik ortamda başvurmuş olması gerekmektedir.

İŞSİZLİK MAAŞININ (ÖDENEĞİNİN) SÜRESİ

Hizmet akdinin feshinden önceki son üç yıl içinde;

· 600 gün sigortalı olarak çalışıp işsizlik sigortası primi ödemiş olan sigortalı işsizlere 180 gün,

· 900 gün sigortalı olarak çalışıp işsizlik sigortası primi ödemiş olan sigortalı işsizlere 240 gün,

· 1080 gün sigortalı olarak çalışıp işsizlik sigortası primi ödemiş olan sigortalı işsizlere 300 gün,

süre ile işsizlik ödeneği verilmektedir.

İŞSİZLİK MAAŞININ MİKTARI

Günlük işsizlik ödeneği, sigortalının son dört aylık prime esas kazançları dikkate alınarak hesaplanan günlük ortalama brüt kazancının %40'ı olarak hesaplanmaktadır. Bu şekilde hesaplanan işsizlik ödeneği miktarı, aylık asgari ücretin brüt tutarının %80'ini geçememektedir. İşsizlik ödeneği damga vergisi hariç herhangi bir vergi ve kesintiye tabi tutulmaz.

İŞSİZLİK ÖDENEĞİNİN KESİLDİĞİ HALLER

İşsizlik ödeneği almakta iken;

· İŞKUR tarafından teklif edilen mesleklerine uygun ve son çalıştıkları işin ücret ve çalışma koşullarına yakın ve ikamet edilen yerin belediye mücavir alanı sınırları içinde bir işi haklı bir nedene dayanmaksızın reddedenlerin,

· Çalışma hayatını inceleme ve denetleme yetkisine haiz müfettişlerce veya kamu idarelerinin denetim elemanları tarafından yapılan denetimlerde Kurumumuzdan işsizlik ödeneği aldığı dönemde kayıt dışı olarak çalıştığı tespit edilenlerin, işsizlik ödenekleri tekrar başlatılmamak üzere kesilmektedir.

· İşsizlik ödeneği aldığı süre içinde herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşundan yaşlılık aylığı almaya başlayanların ödenekleri "Emeklilik" gerekçesiyle yaşlılık aylığını almaya başladığı tarih itibarıyla kesilir.

· İŞKUR tarafından önerilen meslek geliştirme, edindirme ve yetiştirme eğitimini haklı bir neden göstermeden reddeden veya kabul etmesine karşın devam etmeyen ve haklı bir nedene dayanmaksızın Kurum tarafından yapılan çağrıları zamanında cevaplamayan, istenilen bilgi ve belgeleri öngörülen süre içinde vermeyenlerin işsizlik ödenekleri kesilmektedir. Ancak, bu hallerin sona ermesi durumunda, ödemelere yeniden başlanmaktadır. Ödemenin süresi başlangıçta belirlenmiş olan toplam hak sahipliği süresinin sona erdiği tarihi geçememektedir.

İŞSİZLİK ÖDENEĞİNDEN YARARLANIRKEN SAĞLIK HİZMETİNDEN YARARLANMA

İşsizlik ödeneği alanlar genel sağlık sigortası kapsamında olup, işsizlik ödeneği ödenen günler için, ilgililer adına sadece genel sağlık sigortası primleri İşsizlik Sigortası Fonundan yatırılmaktadır. Ödenek alanların bakmakla yükümlü olduğu kişiler de genel sağlık sigortalısı kapsamında sağlık hizmetlerinden yararlanabilmektedir.

ARABULUCULUK TUTANAĞI İLE İŞSİZLİK MAAŞI BAĞLANABİLİR Mİ?

İşsizlik ödeneği, sigortalı olarak çalışırken kendi kusuru olmaksızın işsiz kalmış kişilere yasada belirtilen şartları taşımaları halinde işsiz kaldıkları dönem için belirli süre ve miktarda yapılan ödemedir

İşten çıkarılan kişinin 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu uyarınca işsizlik ödeneğinden yararlanabilmesi için;

· Kendi istek ve kusuru bulunmaksızın işini kaybetmesi/işten çıkarılmış olması,

· İş akdinin feshinden önce son 120 gün içinde prim ödeyerek sürekli çalışmış olması,

· Son üç yıl içerisinde en az 600 gün süre ile işsizlik sigortası primi ödemiş olması,

· İş akdinin sonlanmasına müteakip 30 gün içerisinde şahsen veya elektronik ortamda İŞKUR'a başvurması (Mücbir nedenler dışında başvuruda gecikilen süre toplam hak sahipliği süresinden düşülmektedir.)

gerekmektedir.

İşsizlik Sigortası Kanununun 48. maddesinin dördüncü fıkrasında bulunan "İşveren, hizmet akdi 51 inci maddede belirtilen hallerden birisine dayalı olarak sona ermiş olan sigortalılar hakkında; örneğin Kurumca hazırlanacak üç nüsha işten ayrılma bildirgesi düzenleyip, 15 gün içinde bir nüshasını Kuruma göndermek, bir nüshasını sigortalı işsize vermek ve bir nüshasını da işyerinde saklamakla yükümlüdür." hükmü ile işten çıkış bildiriminin işverence yapılacağı belirlenmiştir. Konuyla ilgili olarak 2009 yılında 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununa Ek 1. madde eklenerek işverenlerce Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK) yapılmış olan işten çıkış bildirimlerinin İŞKUR'a da yapılmış sayılacağı esası getirilmiştir.

Ancak, Sosyal Güvenlik Kurumu kayıtlarında yer alan fesih nedeninden farklı bir gerekçe ile feshin gerçekleştirildiği yönündeki itiraz ve bildirimlerde, bu durumun somut belgelerle (ihbar ve kıdem tazminatının ödendiğini gösterir bordro/banka dekontu, kesinleşmiş mahkeme ilamı vs.) itiraz eden tarafından kanıtlanması halinde SGK'ya yapılan bildirimdeki fesih nedeni farklı olsa da (SGK kayıtlarında güncelleme yapılmaksızın) belgeye dayalı fesih nedeni esas alınarak işlem yapılmaktadır.

6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanununun 18. maddesinin beşinci fıkrasında yer alan "Arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılması halinde, üzerinde anlaşılan hususlar hakkında taraflarca dava açılamaz." hükmü gereği, taraflar arasında anlaşmanın sağlandığı arabuluculuk tutanakları, Kurumumuzca da işsizlik sigortası faaliyetleri bakımından mahkeme kararı gibi değerlendirmektedir.

Bu sebeple;

Arabuluculuk anlaşma tutanağında, itiraza konu olan feshin 4447 sayılı Kanunun 51. maddesi kapsamında olduğunun açık bir şekilde (feshin hangi maddeye dayalı olarak gerçekleştiğinin, ihbar ve kıdem tazminatlarına hak kazanıldığının, feshin işveren tarafından haklı nedenle yapılmadığının belirlenmesi gibi) belirtilmesi halinde, SGK kayıtlarında güncelleme yapılmasına gerek olmaksızın tutanak doğrultusunda güncelleme yapılmak suretiyle işsizlik ödeneği hak sahipliğinin belirlenmesine ilişkin işlem tesis edilmekte ve iş akdine son verilen kişi işsizlik ödeneğine hak kazanmaktadır.

Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr

#15
İCRA VE İFLAS KANUNUNDA YER ALAN CEZAİ HÜKÜMLER

2004 sayılı İcra ve İflas Kanununda yer alan cezai hükümler, borçluların kanundan doğan yükümlülüklerini yerine getirmesini sağlamak için kamu gücünün kullanılarak alacaklının hak ettiği alacağa kavuşmasını sağlamak ve toplumsal düzenin devamını sağlama amacını yerine getirilen hükümlerden oluşmaktadır. İcra ve İflas Kanununda sayılan suçlar sınırlı sayıda olup genellikle şikâyete bağlı suçlardır. Bu suçlarda şikâyet hakkı yalnızca alacaklılara aittir. İcra Kanunumuzda yer alan cezalarda amaç borçluyu cezalandırmaktan ziyade alacaklının alacağına kavuşmasını amaçlayan, icra takibinin sonuçlanmasını sağlayan, borçlunun kötüniyetli davranışların önüne geçmeyi ilke edinen cezalardır. İcra Ceza Mahkemelerinin verdiği cezalar disiplin ve tazyik hapsi olmakla beraber genellikle kısa süreli, seçenek yaptırımlara çevrilemeyen ve adli sicil kaydına yazılmayan cezalardır.

İCRA VE İFLAS KANUNDA YER ALAN SUÇLAR

A.    ŞİKÂYETE BAĞLI İCRA VE İFLAS SUÇLARI

MAL BEYANINDA BULUNMAMA SUÇU (İİK m. 76)

Mal beyanı, haciz yolu ile takip edilen icra dosyalarında alacaklının talebiyle borçlunun gerek kendisinde gerekse üçüncü şahıslar nezdinde bulunan mal, alacak ve haklarından borcuna yetecek miktarın, her türlü kazanç ve gelirin yazı veya şifahen icra dairesine bildirilmesidir.

İcra ve İflas Kanununun mal beyanı başlıklı dördüncü bölümün 76. Maddesinde yer alan mal beyanında bulunmama suçu; mal beyanında bulunmayan borçlunun alacaklının şikâyeti üzerine mal beyanında bulununcaya kadar İcra Ceza Mahkemesi hâkimi tarafından bir defaya mahsus olmak üzere verdiği tazyik hapsi cezasını doğuran suç tipidir. Bu suç tipinde İcra Ceza Mahkemesinin vereceği tazyik hapsi cezası üç ayı geçemez.

ALACAKLIYI ZARARA SOKMAK MAKSADIYLA MEVCUDU AZALTMA SUÇU (İİK m. 331)

Haciz yolu ile takip talebinden sonra veya bu talepten önceki iki yıl içinde borçlu; alacaklısını zarara sokmak amacıyla mallarını veya bunlardan bir kısmını mülkiyetinden çıkararak, telef ederek veya kıymetini düşürerek hakiki surette yahut gizleyerek muvazaa yoluyla başkasının uhdesine geçirerek veya asıl olmayan borçlar ikrar ederek mevcudunu suni surette eksiltirse, aleyhine aciz belgesi aldığını veya alacaklı alacağını alamadığını ispat ettiği takdirde, altı aydan üç yıla kadar hapis ve bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.

İflas takibinden veya doğrudan doğruya iflas hallerinde iflas talebinden önce birinci fıkradaki fiilleri işleyen borçlu hakkında da bu fiiller başka bir suç oluştursa dahi bu hükümler uygulanır. Konkordato mühleti veya iflasın ertelenmesi talebinden önceki iki yıl içinde ya da konkordato mühleti talebi veya iflasın ertelenmesi süresinden sonra birinci fıkradaki fiilleri işleyen borçlu hakkında da bu hükümler uygulanır. Taşınmaz rehni kapsamında bulunan eklentinin rehin alacaklısına zarar vermek kastı ile taşınmaz dışına çıkarılması halinde, eklentinin zilyedi iki yıldan dört yıla kadar hapis ve bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.

Bu suçun işlenebilmesi 3 farklı şekilde mümkündür. Buna göre;

•    Haciz yolu ile takip edilen takiplerde; takip talebinden sonra veya bu talepten önceki iki yıl içerisinde veyahut iflâs takibinden veya doğrudan doğruya iflâs hallerinde iflâs talebinden önce,
•    Korkordato mühleti veya iflasın ertelenmesi talebinde bulunulmuşsa; bu talepten önceki iki yıl içinde yada konkordato mühleti talebi veya iflasın ertelenmesi süresinden sonra
•    İflas takibinden veya iflas hallerinde; iflas talebinden önce,
Borçlu tarafından mevcudun azaltılması gerekmektedir.

Bu suç alacaklının şikâyeti üzerine davaya konu olmakla beraber şikâyet süresi İİK 347. maddesi uyarınca şikâyetçinin fiili öğrendiği tarihten itibaren üç ay ve her halde fiilin işlendiği tarihten itibaren bir yıl olarak belirlenmiştir.

ACZİNE KENDİ FİİLİYLE SEBEBİYET VEREN VEYA VAZİYETİNİN FENALIĞINI BİLEREK AĞIRLAŞTIRMA SUÇU (İİK m. 332)

Haciz yolu ile takip yapıldıktan sonra veya bu talepten önceki iki yıl içinde borçlu, adet üzere tecviz edilemeyecek bir hiffetle hareket ederek veya haddinden ziyade masraflar yaparak yahut cüretli talih oyunlarına veya basiretsizce spekülasyonlara girişerek yahut işlerinde ağır ihmallerde bulunarak aczine kendi fiili ile sebebiyet verir yahut vaziyetinin fenalığını bildiği halde o gibi hareketlerle bu fenalığı ağırlaştırırsa, aleyhine aciz belgesi istihsal edildiği veya alacaklı alacağını istifa edemediğini ispat ettiği takdirde, on beş günden altı aya kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Konkordato mühleti talebinden önceki iki yıl içinde birinci fıkradaki fiilleri işleyen borçlu hakkında da bu hükümler uygulanır. Bu suç alacaklının şikâyeti üzerine takip olunur.

Borçluyu fazla borç altına girmeye veya talih oyunu ile spekülasyonlarda bulunmaya sevk etmiş yahut ağır faiz almak suretiyle zaafından istifade etmiş olan alacaklıların şikâyet hakkı yoktur.

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 06.04.2021 tarihinde verdiği 2021/9367 Esas, 2021/4082 Karar sayılı ilamında; "Bu suçun davaya konu olması şikâyet şartına bağlı olup şikâyet hakkının doğması için bu suçun niteliği gereği icra takibinin kesinleşmesi gerekir. İcra takibinin kesinleşmesinden önce yapılan şikâyetlerde, şikayet hakkının henüz doğmamış bir hakkın kullanımı niteliğinde olacağı için usulüne uygun bir şikayet gerçekleşmeyecektir."şeklinde hüküm kurmuştur. 

TİCARİ İŞLETMEDE YÖNETİCİNİN SORUMLULUĞU (İİK m. 333/A)

Ticaret şirketlerinde hukuken veya fiilen yönetim yetkisine sahip olanların alacaklıyı zarara uğratmak kastıyla ticarî işletmenin borçlarını kısmen veya tamamen ödemeyerek alacaklıları zarara soktukları takdirde, bu işlem ve eylemlerin başka bir suç oluşturmaması hâlinde, alacaklının şikâyeti üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Birinci fıkradaki suç taksirle işlendiği takdirde, alacaklının şikâyeti üzerine, fail hakkında zararın ağırlığına göre iki bin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi, 14.12.2020 tarihli ve 2020/6357 E., 2020/10605 K. sayılı ilamında bu suçun değerlendirmesine ilişkin; "Bu suçun şikâyetinde, şikâyetin gerekçesinde sanığın hangi kastla ve ne şekilde alacaklıyı zarara soktuğunun somut delillerle desteklenmesi gerekmektedir. Bu suçun değerlendirmesinde hâkimin re'sen araştırma zorunluluğu ve sorumluluğu bulunmamaktadır." şeklinde hüküm tesis etmiştir.

Aynı Dairenin 03.11.2020 tarihinde verdiği 2020/5704 Esas ve 2020/9211 Karar sayılı ilamında ise bu suçtan kaynaklı cezalandırmanın koşullarını değinmiş olup;  "Bu suçun yargılamasında, sermaye şirketlerinde şirketin iflasını istemek mecburiyetinde olanların cezalandırılabilmesi için ticari işletmenin borcu ödeyebilecek ekonomik güce sahip olması ve yönetim yetkisine sahip olan sanığın kasıtlı olarak ticari işletmenin borçlarını kısmen veya tamamen ödemeyerek alacaklıyı zarara sokmuş olması koşulunu aramaktadır."

KONKORDATO VEYA SERMAYE ŞİRKETLERİ İLE KOOPERATİFLERİN UZLAŞMA YOLUYLA YENİDEN YAPILANDIRILMASINDA YETKİLİ KİMSELERİ HATAYA DÜŞÜRME YA DA KONKORDATO VEYA UZLAŞMAYOLUYLA YENİDEN YAPILANDIRMA KOŞULLARINA UYMAMA SUÇU (İİK m. 334)

Konkordato mühleti elde etmek veya konkordato veya sermaye şirketleri ile kooperatiflerin uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırma projesini tasdik ettirmek için hileli tutum ve davranışlarıyla malî durumu hakkında alacaklıları, komiseri, ara dönem denetçisini veya yetkili memuru hataya düşürmek veya konkordato projesine ya da sermaye şirketleri ve kooperatiflerin uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırılması projesine uymamak yoluyla kasten zarara sebebiyet veren borçlu, ilgilinin şikâyeti üzerine altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Yargıtay'ın 11. Ceza Dairesi'nin 27.06.2013 tarihli 2013/20155 E., 2013/10943 K., sayılı ilamında suçun unsurlarına değinmiş olup karara göre; "Konkordatonun tasdikine dair kararın kesinleşmesinden sonra borçlu sanığın ödemesi gereken taksitleri ödememesi İİK madde 334'deki suçun unsurlarını oluşturur.".

TİCARETİ USULSÜZ TERKETME SUÇU (İİK m. 337/A)

İcra ve İflas Kanunumuzun 44. maddesinde yer alan borçlunun mal beyanında bulunma yükümlülüğü bulunan borçlu, 44.maddeye göre mal beyanında bulunmaz veya beyanında mevcut mallarını eksik gösteren veya aktifinde yer almış malı veya yerine kaim olan değerini haciz veya iflas sırasında göstermeyen veya beyanından sonra bu malları üzerinde tasarruf eden borçlu, bundan zarar gören alacaklının şikâyeti üzerine, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Birinci fıkradaki fiillerin işlenmesinden alacaklının zarar görmediğini ispat eden borçluya ceza verilmez. Borçlunun iflası halinde, birinci fıkradaki durum ayrıca taksiratlı iflas hali sayılır.

Kanunun lafzından da anlaşılacağı üzere suçun unsurlarının gerçekleşmesi seçimlik olarak birden fazla fiil ile mümkün olabilmektedir. Buna göre;
•    Borçlunun ticareti terk etmiş olması,
•    İcra ve İflas Kanunun 44. maddesine göre mal beyanında bulunmamış olması veyahut mal beyanında mevcut mallarını eksik göstermiş olmalı
•    Aktifinde yer almış malı veya yerine kaim olan değerini haciz veya iflas sırasında göstermemiş olması,
•    Mal beyanından sonra bu malları üzerinde alacaklıyı zarara sokacak şekilde tasarruf edilmiş olması,
gerekmektedir.

GERÇEĞE AYKIRI BEYANDA BULUNMA SUÇU (İİK m. 338/1)

İcra ve İflas Kanununa göre istenen beyanı, hakikate aykırı surette yapan kimse, alacaklının şikâyeti üzerine, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Hakkında aciz vesikası alınmış borçlu, asgari ücretin üstünde bir geçim sürdürdüğü, aciz vesikası hamili alacaklının alacağının aciz vesikasına bağlanmasından en geç beş sene içinde müracaatı üzerine sabit olursa, asgari ücretin üstünde kalan gelirlerinden icra mahkemesinin dörtte birden az olmamak üzere tespit edeceği kısmını icra mahkemesi kararının kesinleşmesinden itibaren en geç bir ay içinde ve aciz vesikasındaki borcun ödenmesine kadar her ay icra dairesine yatırmaya mecburdur.

Bu mükellefiyeti yerine getirmeyen borçlu hakkında bir yıla kadar tazyik hapsine karar verilir. Hapsin tatbikine başlandıktan sonra borçlu borcun tamamını veya o tarihe kadar icra veznesine yatırmak zorunda olduğu meblağı öderse tahliye edilir; ödemelerini tekrar keserse, hakkında tazyik hapsine yeniden karar verilir. Ancak, bir borçtan dolayı tazyik hapsinin süresi bir yılı geçemez.

Borçlunun nafaka borçluları dâhil üçüncü şahıstan yardım görmesi, asgari ücretin üstünde eline geçen para ve menfaatlerin icra mahkemesi kararı ile belirlenecek kısmını, icra veznesine yatırmak mükellefiyetini ortadan kaldırmaz.

MAL BEYANINDAN SONRA MAL VE KAZANÇTA OLUŞAN ARTIŞIN BİLDİRİLMEMESİ (İİK m. 339)

İcra ve İflas Kanununa göre istenen mal beyanından sonra edindiği malları veya kazancında ve gelirindeki artışları bu kanun kapsamımda bildirmeye mecbur olan borçlu, mazereti olmaksızın yedi gün içerisinde icra müdürlüğüne taahhütlü mektupla veya sözlü olarak bildirmezse ve bu mal veya kazancı asıl veya bedel itibariyle mevcut olduğu takdirde, on gün; mal veya kazancını asıl veya bedel itibariyle makbul bir sebep olmaksızın elden çıkarmışsa, bir aya kadar disiplin hapsi ile cezalandırılır.

Bu cezalara alacaklının şikâyeti üzerine karar verilir. Kişi, icra takibine konu olan borcu tamamen ödediği takdirde, bu ceza düşer.

Yargıtay 11. Ceza Dairesi 06.11.2014 tarihli 2014/3971 Esas, 2014/18494 Karar sayılı ilamında;"Mal ve kazançta meydana gelen artışı bildirmeme suçuna ilişkin ceza mahkemesince verilen karar hakkında temyiz değil itiraz yoluna başvurulabileceğini..." hükme bağlamıştır.

Yine aynı Daire 17.04.2014 tarihli 2014/30669 Esas, 2014/7549 Karar sayılı ilamında ise; "Sanık adına kayıtlı araç üzerinde rehin ve başka dosyalardan hacizlerin bulunduğunun anlaşılması karşısında aracın değerinin rehin ve hacizlerle birlikte bu dosya borcunu karşılayıp karşılamadığı hususu araştırılmadan karar verilmesinin hatalı olduğu..." şeklinde karar vermiştir.

İLAM HÜKÜMLERİNE AYKIRI DAVRANMA SUÇU (İİK m. 343)

İcra ve İflas Kanunumuzun 31. ve 32. maddelerinde sayılan "bir işin yapılmasına veya yapılmamasına dair olan ilamlar" ve "irtifak haklarına mütedair ilamlar" başlıklı hükümlere aykırı olarak yalnız kendisi tarafından yapılacak olan bir işin yapılması veya bir işin yapılmaması yahut bir irtifak hakkının tesisi veya kaldırılması hakkındaki ilâm hükümlerine makbul bir mazerete dayanmaksızın muhalefet eden borçlu hakkında, lehine hüküm tesis edilmiş kişinin şikâyeti üzerine üç aya kadar tazyik hapsine karar verilir.

Hapsin tatbikine başlandıktan sonra ilâmın gereği yerine getirilirse, borçlu tahliye edilir.

İlam bir işin yapılmasına veya yapılmamasına dair olmakla beraber, alternatif hükümler taşımakta yani borçlu bir veya diğer şıkkı yerine getirmekte serbest bırakılmış ise, borçlu bu maddeye göre cezalandırılması mümkün değildir.

NAFAKAYA İLİŞKİN YÜKÜMLÜLÜKLERE AYKIRI DAVRANMA SUÇU (İİK m. 344)

Nafakaya ilişkin kararların gereğini yerine getirmeyen borçlunun, alacaklının şikâyeti üzerine, üç aya kadar tazyik hapsine karar verilir. Hapsin tatbikine başlandıktan sonra kararın gereği yerine getirilirse, borçlu tahliye edilir. Borçlunun, nafakanın kaldırılması veya azaltılması talebiyle dava açmış olması halinde, ileri sürdüğü sebepler göz önünde bulundurularak, tazyik hapsinin uygulanması bu davanın sonuna bırakılabilir.

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 18.05.2021 tarih ve 2021/4065 Esas, 2021/4914 Karar sayılı ilamında bu suçun oluşması için gerekli şartları şöyle sıralamıştır;

1-    Nafaka ödemesinin kesinleşmiş bir mahkeme kararına dayanması,
2-    Aylık nafakanın tahsili için icra takibine başlanılmış ve icra emrinin nafaka hükümlüsü borçlu sanığa tebliğ edilmiş olması,
3-    Borçlunun ilamda yazılı ödeme koşullarına uymaması,
4-    Aylık nafakaya hükmedilmemesi halinde icra emrinin tebliği ile şikâyet tarihi arasında işlemiş en az bir aylık cari nafaka borcunun bulunması,
5-    Borçlu sanık tarafından nafakanın kaldırılması veya azaltılması hususunda açılmış bir davanın bulunmaması veya dava açılmış ise sonuçlanmamış olması,
6-    Şikâyet hakkının suçun işlendiğinin öğrenilmesinden itibaren 3 ay ve her halde işlenmesinden itibaren 1 yıl içerisinde kullanılması gerekmektedir.

SERMAYE ŞİRKETLERİNİN İFLASINI İSTEME SUÇU (İİK m. 345/A)

İdare ve temsil ile görevlendirilmiş kimseler veya tasfiye memurları, 179 uncu maddeye göre şirketin mevcudunun borçlarını karşılamadığını bildirerek şirketin iflasını istemezlerse, alacaklılardan birinin şikâyeti üzerine, on günden üç aya kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Suçun failleri yalnızca idare ve temsil ile görevlendirilmiş kimseler veya tasfiye memurları olabilirler. Aynı zamanda suçun unsurlarının oluşması için İcra ve İflas Kanunun 179. maddesinde yer alan "Sermaye şirketleri ile kooperatiflerin, aktiflerin muhtemel satış fiyatları üzerinden düzenlenen ara bilançoya göre borca batık olduğu idare ve temsil ile vazifelendirilmiş kimseler veya şirket ya da kooperatif tasfiye hâlinde ise tasfiye memurları veya bir alacaklı tarafından beyan ve mahkemece tespit edilirse, önceden takibe hacet kalmaksızın bunların iflâsına karar verilir." hükmüne aykırı olarak şirketin mevcudunun borçlarını karşılamadığını bildirerek şirketin iflasını istememeleri halinde suçun unsurları oluşacaktır.

B.    ŞİKÂYETE TABİ OLMAYAN İCRA VE İFLAS SUÇLARI

İFLAS VE KONKORDATO İŞLERİNDE HUSUSİ MENFAAT TEMİN ETME SUÇU  (İİK m. 333)

Her kim iflas bürosu veya idaresinin yahut bir alacaklının veya alacaklılar toplanmasındaki temsilcisinin oyunu veya konkordato onayını kazanmak için ona hususi bir menfaat temin veya vaat ederse altı aydan iki seneye kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Menfaat temin eden alacaklı veya temsilcisi de aynı ceza ile cezalandırılır. Suçun iflas bürosu veya idaresi üyesi tarafından işlenmesi hali ağırlaştırıcı neden olarak düzenlenmiş olup bu hallerde ceza yarı oranında artırılır. Suçun faili borçlu ya da borçlu adına hareket etmeye yetkili kişi olabileceği gibi alacaklı da bu suç bakımından fail sıfatını alabilir.

KİRALAYANIN HAPİS HAKKININ İHLALİ ve TAHLİYESİ GEREKEN TAŞINMAZI İŞGAL ETTİRME SUÇU (İİK m. 335)

Üzerlerinde kiralayanın hapis hakkı tanınmış ve 270 inci madde mucibince tutanak altına alınmış eşyayı kaçıran veya gizleyen borçlu ile tahliyesi emrolunan yeri kiralayana zarar vermek maksadıyla işgal ettiren şahıs Türk Ceza Kanununun (276) ncı maddesine göre cezalandırılır.

Kanunun lafzından da anlaşılacağı üzere bu suçun oluşabilmesi için üzerinde kiralayanın hapis hakkının tanınmış ve İcra ve İflas Kanunu 270. madde uyarınca tutanak altına alınmış eşyayı kaçırması veya gizlemesi ve tahliyesi emredilen yeri kiralayana zarar vermek saikiyle başkasına işgal ettirmesi halinde bu suç oluşacaktır.

MÜFLİSİN MALLARINI VERMEME SUÇU (İİK m. 336)

Müflisin mallarını ellerinde bulunduran veya müflise borçlu olan üçüncü şahıslar, iflasın açıldığına dair ilandan haberdar oldukları tarihten itibaren bir ay içinde makul bir mazeret olmaksızın o malları iflas idaresi emrine vermezler veya borçlarını bildirmezlerse, doksan güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Üçüncü kişilerin sorumlulukları iflası öğrenme ile başlayacak olup geçerli bir mazeret ile ilama uymadıklarını ispat etmeleri halinde cezai sorumluluktan kurtulacaklardır.

HAKKINDA ACİZ BELGESİ ALINMIŞ BORÇLUNUN ASGARİ ÜCRETİN ÜSTÜNDE KALAN GELİRİNİ (İCRA MAHKEMESİNCE BELİRLENECEK KISMINI) İCRA DAİRESİNE YATIRMA YÜKÜMLÜLÜĞÜNÜN İHLALİ SUÇU (İİK m. 338/2)

Hakkında aciz vesikası alınmış borçlu, asgari ücretin üstünde bir geçim sürdürdüğü, aciz vesikası hamili alacaklının alacağının aciz vesikasına bağlanmasından en geç beş sene içinde müracaatı üzerine sabit olursa, asgari ücretin üstünde kalan gelirlerinden icra mahkemesinin dörtte birden az olmamak üzere tespit edeceği kısmını icra mahkemesi kararının kesinleşmesinden itibaren en geç bir ay içinde ve aciz vesikasındaki borcun ödenmesine kadar her ay icra dairesine yatırmaya mecburdur.

Bu mükellefiyeti yerine getirmeyen borçlu hakkında bir yıla kadar tazyik hapsine karar verilir. Hapsin tatbikine başlandıktan sonra borçlu borcun tamamını veya o tarihe kadar icra veznesine yatırmak zorunda olduğu tutarı öderse tahliye edilir; ödemelerini tekrar keserse, hakkında tazyik hapsine yeniden karar verilir. Ancak, bir borçtan dolayı tazyik hapsinin süresi bir yılı geçemez.

Borçlunun nafaka borçluları dâhil üçüncü şahıstan yardım görmesi, asgari ücretin üstünde eline geçen para ve menfaatlerin icra mahkemesi kararı ile belirlenecek kısmını, icra veznesine yatırmak mükellefiyetini ortadan kaldırmaz. İkinci fıkradaki hükmün tatbikini birden fazla aciz vesikası hamili alacaklı talep etmiş ise, bunlar talep tarihi sırasıyla öncelik hakkını haizdir.

HÜKMEN TESLİM EDİLEN YERE YENİDEN EL ATMA (İİK m. 342)

İcra dairesi marifetiyle alacaklıya veya alıcıya teslim edilen bir taşınmaza veya gemiye haklı bir sebep olmaksızın tekrar giren borçlu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 290 ıncı maddesi mucibince umumi hükümler dairesinde cezalandırılır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun 290. maddesine göre; "Hükmen hak sahiplerine teslim edilen taşınmaz mallara tekrar el koyan kimseye üç aydan bir yıla kadar hapis cezası verilir. Muhafaza edilmek üzere başkasına resmen teslim olunan rehinli veya hacizli veya herhangi bir nedenle el konulmuş olan taşınır malın bu kişinin elinden rızası dışında alınması halinde hırsızlık, cebren alınması halinde yağma, hileyle alınması halinde dolandırıcılık, tahrip edilmesi halinde mala zarar verme suçuna ilişkin hükümler uygulanır. Kişinin bu malın sahibi olması halinde, verilecek cezanın yarısından dörtte üçüne kadarı indirilir."

İHALEDEN ÇEKİLME SUÇU (İİK m. 345/b)

İcra ve İflas Kanunumuza göre yapılan ihalelerden kendisine veya başkasına vaat olunan veya sağlanan yarar karşılığında artırmadan çekilen veya artırmaya katılmayan kimseye ve aracıya bir yıla kadar hapis ve bin güne kadar adlî para cezası verilir.

İCRA MAHKEMELERİNDE YETKİ

2004 sayılı İcra ve İflas Kanununda yer alan suçlar için yetkili icra mahkemesi, icra takibinin yapıldığı yerdeki mahkemedir.

İcra takibinde yetki ise; takibin türüne göre değişkenlik göstermektedir. İlamsız takiplerde; Yetkili icra dairesi borçlunun yerleşim yerindeki icra dairesidir. İcra ve iflas hukukundaki yetki kuralları Hukuk Muhakemeleri Kanunundaki genel yetki kurallarının kıyasen uygulanması ile oluşmuştur.

Sözleşme ve protokollerden doğan icra takipleri, sözleşmenin ifa edileceği ya da sözleşme veya protokol maddesinde belirtilen yerde yapılabilir. Sözleşme veya protokolde bu husus açıkça belirtilmemişse alacaklının alacağın muaccel hale geldiği yer mahkemesi yetkilidir.

İCRA MAHKEMELERİNDE YARGILAMA USULÜ

İcra mahkemesinde görülecek işlerde "basit yargılama" usulü uygulanır (İİK md. 18). Basit yargılama usulü, yazılı yargılama usulüne göre daha hızlı bir yargılamanın öngörüldüğü yargılama şeklidir. Yine bu usulde de dilekçeler teatisi, ön inceleme, tahkikat, sözlü yargılama ve hüküm aşamaları mevcuttur; ancak bunlar yazılı yargılama usulünde olduğu gibi birbirinden kesin çizgilerle ayrılmamıştır. (Baki Kuru, İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku, Ankara, Yetkin Yayınları, 2017, s. 616)

Basit yargılama usulünde de dava açılması ve davaya cevap verilmesi dilekçe ile olur. Cevap süresi, dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren iki haftadır. Ancak mahkeme durum ve koşullara göre cevap dilekçesinin bu süre içinde hazırlanmasının çok zor yahut imkânsız olduğu durumlarda, yine bu süre zarfında mahkemeye başvuran davalıya, cevap süresinin bitiminden itibaren işlemeye başlamak, bir defaya mahsus olmak ve iki haftayı geçmemek üzere ek bir süre verebilir. Ek cevap süresi talebi hakkında verilen karar taraflara derhâl bildirilir. (Hukuk Muhakemeleri Kanunu m. 317)

Davacı dava dilekçesi, davalı cevap dilekçesi ile tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın delili olduğunu da belirterek bildirmek; elinde bulunan delillerini dava dilekçesine eklemek ve başka yerlerden getirilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayan bilgilere dilekçesinde yer vermek zorundadır. (Hukuk Muhakemeleri Kanunu m. 318).

Mahkeme, mümkün olan hâllerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verir.

Daha önce karar verilemeyen hâllerde mahkeme, ilk duruşmada dava şartları ve ilk itirazlarla hak düşürücü süre ve zamanaşımı hakkında tarafları dinler; daha sonra tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek tespit eder. Uyuşmazlık konularının tespitinden sonra hâkim, tarafları sulhe veya arabuluculuğa teşvik eder. Tarafların sulh olup olmadıkları, sulh olmadıkları takdirde anlaşamadıkları hususların nelerden ibaret olduğu tutanağa yazılır; tutanağın altı hazır bulunan taraflarca imzalanır. Tahkikat bu tutanak esas alınmak suretiyle yürütülür.

Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr



#16
TÜRKİYE'DE ŞİRKETLER HUKUKU VE ŞİRKET KURULUŞ İŞLEMLERİ

TÜRKİYE'DE ŞİRKETLER HUKUKU

6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'muza göre Türkiye'de beş farklı şirket türü bulunmaktadır. Bunlar;

1.   Anonim Şirket
2.   Limited Şirket
3.   Kollektif Şirket
4.   Komandit Şirket
i)   Adi Komandit Şirket
ii)   Sermayesi Paylara Bölünmüş Komandit Şirket
5.   Kooperatif

ANONİM ŞİRKET

Anonim şirket, sermayesi belirli ve paylara bölünmüş olan, borçlarından yalnızca malvarlığıyla sorumlu bulunan şirkettir. Asgari sermaye tutarı 50.000 Türk Lirasıdır. (Kayıtlı sermaye sistemini kabul eden halka açık olmayan anonim şirketler açısından başlangıç sermayesi ise en az 100.000 Türk Lirası olabilir.) Nakdi olarak taahhüt edilen payların itibari değerlerinin en az dörtte birinin tescilden önce ödenmesi zorunludur. Geri kalan miktar şirketin tescilini izleyen 24 ay içerisinde ödenir. Ödeme takvimi şirket esas sözleşmesinde düzenlenebileceği gibi, yönetim kurulunca da belirlenebilir. Pay sahipleri, sadece taahhüt etmiş oldukları sermaye payları ile şirkete karşı sorumludur.

Anonim şirketler, kanunen yasaklanmamış her türlü ekonomik amaç ve konular için kurulabilir. Anonim şirketin, yazılı ve merkezinin bulunduğu yerdeki ticaret siciline tescil edilen bir esas sözleşmesi bulunur. Anonim şirketler payları temsil etmek amacıyla nama yazılı ve hamiline yazılı pay senedi çıkarabilirler. Ayrıca tahvil ve benzeri borçlanma araçları da ihraç edebilirler.

Tek pay sahipli anonim şirket kurulabilir. Gerçek ve tüzel kişiler pay sahibi olabilir. Kural olarak, payların devri için genel kurul onayına ihtiyaç yoktur. Pay sahipleri serbestçe ellerindeki payları başkalarına devredebilirler. Belirli faaliyet konularını yürüten anonim şirketler ile bilanço aktif toplamı, yıllık net satış hasılatı, çalışan sayısına göre belirlenen ölçütlerin eşik değerlerini aşan anonim şirketler bağımsız denetime tabidir. Anonim şirketler payları halka arz olunabilen ve payları borsada işlem görebilen tek şirket türüdür.

Anonim şirketin iki organı vardır;
1.   Genel Kurul: Kural olarak tüm pay sahiplerinin temsil edildiği, şirkete dair önemli bazı kararları almaya (örn: esas sözleşmenin değiştirilmesi, yönetim kurulunun seçilmesi, denetçinin seçilmesi, şirketin feshi, vb.) münhasıran yetkili olan organdır.

2.   Yönetim Kurulu: Temel olarak şirketin yönetimi ve temsili ile görevli olan organdır. Yönetim kurulunun tek üyeden oluşması mümkündür. Yönetim kurulu üyelerinin Türk vatandaşı olması ve Türkiye'de yerleşik olma şartı bulunmamaktadır.

Bazı anonim şirketlerin kuruluşu ve esas sözleşme değişiklikleri Ticaret Bakanlığı'nın iznine tabidir. Bunlar; finansal kiralama şirketleri, faktoring şirketleri, tüketici finansmanı ve kart hizmetleri şirketleri, varlık yönetim şirketleri, sigorta şirketleri, anonim şirket şeklinde kurulan holdingler, döviz büfesi işleten şirketler, umumi mağazacılıkla uğraşan şirketler, tarım ürünleri lisanslı depoculuk şirketleri, ürün ihtisas borsası şirketleri, bağımsız denetim şirketleri, gözetim şirketleri, teknoloji geliştirme bölgesi yönetici şirketleri, 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanununa tabi şirketler, serbest bölge kurucusu ve işleticisi şirketlerdir.

LİMİTED ŞİRKET

Limited şirket, sermayesi belirli ve paylara bölünmüş olan ve borçlarından yalnızca malvarlığıyla sorumlu olan şirkettir. Tek ortaklı limited şirket kurulabilir. Ortakların sayısı elliyi aşamaz. Limited şirket ortakları gerçek kişi veya tüzel kişi olabilir. Ortaklar, şirket borçlarından sorumlu olmayıp, sadece taahhüt ettikleri esas sermaye paylarını ödemekle ve şirket sözleşmesinde öngörülen ek ödeme ve yan edim yükümlülüklerini yerine getirmekle yükümlüdürler. Ortaklar şirketten tahsil edilemeyen kamu borçlarından dolayı sermaye payları oranında sorumludur.

Limited şirketin esas sermayesi en az 10.000 Türk Lirasıdır. Nakdi olarak getirilen sermayenin tamamının şirketin tescilinden sonraki 24 ay içinde ödenmesi mümkündür. Ödeme takvimi şirket sözleşmesinde düzenlenebileceği gibi, müdürler tarafından da belirlenebilir. Limited şirketin, yazılı ve merkezinin bulunduğu yerdeki ticaret siciline tescil edilen bir şirket sözleşmesi bulunur. Limited şirketlerde hamiline yazılı pay ihraç edilemez. Limited şirketler halka arz olunamaz. Limited şirket paylarının devri genel kurul onayına tabidir.

Limited şirketlerin iki organı vardır;
1.   Genel Kurul: Kural olarak tüm pay sahiplerinin temsil edildiği, şirkete dair önemli bazı kararları almaya (örn: şirket sözleşmesinin değiştirilmesi, müdürlerin seçilmesi, denetçinin seçilmesi, şirketin feshi, vb.) münhasıran yetkili olan organdır.
2.   Müdürler Kurulu: Temel olarak şirketin yönetimi ve temsili ile görevli olan organdır. Şirketin tek müdürünün olması mümkündür. Müdürlerden en az birinin şirket ortağı olması zorunludur. Müdürlerin Türk vatandaşı olması ve Türkiye'de yerleşik olma şartı bulunmamaktadır.

KOLLEKTİF ŞİRKET

Kollektif şirkete yalnızca gerçek kişiler ortak olabilir. Kollektif şirket en az iki ortakla kurulur. Şirketin ortakları, şirket alacaklılarına karşı ikinci dereceden sınırsız sorumludur. Şirket ortaklarından her biri ayrı ayrı şirketi yönetme hakkını ve görevini haizdir. Ancak, şirket sözleşmesiyle veya ortakların çoğunluğunun kararıyla yönetim işleri ortaklardan birine, birkaçına veya tümüne verilebilir. Kollektif şirketlerde sermaye şartı yoktur.

KOMANDİT ŞİRKET

İki çeşit komandit şirket vardır;
1-   Adi komandit şirket,
2-   Sermayesi paylara bölünmüş komandit şirket.

Adi komandit şirket bir şahıs şirketidir, sermayesi paylara bölünmüş komandit şirket ise sermaye şirketidir. Komandit şirketin en önemli özelliği sınırlı ve sınırsız sorumlu ortakları bir arada barındırmasıdır. Bazı ortaklar sınırlı, bazı ortaklar sınırsız sorumludur. Komandit şirket, biri komandite (sınırsız sorumlu) ortak, biri komanditer (sınırlı sorumlu) ortak olan en az iki kişi tarafından kurulabilir. Komandite ortaklar yalnızca gerçek kişi olabilir. Komanditer ortaklar gerçek veya tüzel kişi olabilir. Komandite ortağın sorumluluğu kollektif şirket ortağı gibidir. Alacağını şirketin malvarlığından karşılayamayan alacaklılar, komandite ortaklara başvurabilir. Komandite ortaklar şirketi yönetirler. Komanditer ortakların sorumluluğu koyduğu veya taahhüt ettiği sermaye miktarı ile sınırlıdır. Komanditer ortaklar şirketi yönetemez.

KOOPERATİF ŞİRKET

Kooperatif şirket, şahıs şirketi veya sermaye şirketi olmamakla beraber sayılan diğer şirketler gibi bir ticaret şirketidir.

Kooperatifler, ortakların belirli ekonomik menfaatlerini ve özellikle meslek veya geçimlerine ait ihtiyaçlarını işgücü ve parasal katkılarıyla karşılıklı yardım, dayanışma ve kefalet suretiyle sağlayıp korumak amacıyla gerçek ve tüzel kişiler tarafından kurulan değişir ortaklı ve değişir sermayeli ortaklıklardır.

Kooperatif, özel türler saklı kalmak kaydıyla en az yedi ortakla kurulur. Yönetim kurulu Türk vatandaşı olan ve Kanunda aranan diğer şartları taşıyan gerçek veya tüzel en az üç kişiden oluşur. Yönetim kurulu üyeleri en çok dört yıl için seçilebilirler. Ana sözleşmede aksine hüküm yoksa tekrar seçilebilirler. Her ortak en az bir, en fazla beş bin pay taahhüt eder. Bir ortaklık payının değeri 100 Türk Lirası'dır. Ana sözleşmede hüküm bulunması kaydıyla, kooperatif alacaklılarına karşı ortakların ikinci dereceden sınırsız sorumlu olacağı ya da taahhüt ettikleri sermaye payından fazla belirli bir miktara kadar sınırlı sorumlu olacağı kararlaştırılabilir.

 Genel kurul tarafından en az bir yıl için, kooperatifin denetleme organı olarak bir ya da daha fazla denetçi seçilir. Denetçilerin yönetim kurulu üyesi olma şartlarını taşıması gerekir. Kooperatif genel kuruluna, genel kuruldan üç ay öncesinde ortak olmayanlar hariç tüm ortaklar katılabilir. Yapı kooperatiflerinde bu şart aranmaz.

TÜRKİYE'DE ŞİRKET KURULUŞ İŞLEMLERİ

Türkiye'de şirket kuruluş işlemlerinin, gerekli belgelerin ilgili ticaret sicili müdürlüğüne sunulması halinde, bir saat içerisinde tamamlanması mümkündür.
 
Türkiye'de şirket kuruluşu harçtan muaftır. Yabancı gerçek ve tüzel kişilerin Türkiye'de şirket kurması, yerli yatırımcılarla aynı kurallara tabidir.

Ticaret sicili, Ticaret Bakanlığı'nın gözetim ve denetiminde ticaret odaları bünyesine faaliyet gösteren 238 ticaret sicili müdürlüğü tarafından tutulmaktadır.
Türkiye'de şirket kuruluş işlemleri elektronik ortamda Merkezi Sicil Kayıt Sistemi (MERSİS) nezdinde gerçekleştirilir.

1. ŞİRKET SÖZLEŞMESİNİN HAZIRLANMASI VE KURUCULARIN İMZALARININ TASDİK EDİLMESİ.

Kullanıcılar MERSİS'in internet adresi https://mersis.gtb.gov.tr/ üzerinden ücretsiz üyelik oluşturarak, şirket kuruluş sürecini başlatırlar.

MERSİS'te şirket sözleşmesi hazırlanırken Türk vatandaşları kimlik numaraları ile yabancılar ise pasaport numaraları ile ortak veya yetkili olarak eklenebilmektedir. Ancak bu işlem için yabancıların öncelikle vergi dairesinden vergi numarası almaları ve ticaret sicili müdürlüğüne başvurarak kendilerini MERSİS'e kaydettirmeleri gerekir.

MERSİS kanuni olarak sözleşmede bulunması zorunlu olan unsurların doldurulması için kullanıcıyı yönlendirir ve gerekli bilgilerin girilmesiyle şirket sözleşmesi hazırlanır. Sözleşme Türkçe olarak hazırlanır. Şirketin potansiyel vergi numarası da MERSİS tarafından otomatik olarak atanır. Daha sonra kurucular sözleşmeyi imzalar ve bu imzaların gerçekten onlara ait olup olmadığı yetkili bir makam tarafından tasdik edilir. Bu işlem için kurucuların ya da yetkili temsilcilerinin ilgili kuruluşa gitmeleri gerekmektedir.

Limited şirketlerde ve kooperatiflerde bu işlem şirketin merkezinin bulunduğu yerdeki ticaret sicili müdürlüğünde gerçekleştirilir. Diğer şirketler açısından ise şirketin merkezinin bulunduğu yerdeki ticaret sicili müdürlüğüne veya herhangi bir notere başvurulması mümkündür. Tasdik işleminin noterde yapılmak istenmesi durumunda kullanıcılar MERSİS'ten aldıkları takip numarası ile herhangi bir notere başvurabilirler. Sözleşme MERSİS tarafından noterlere elektronik ortamda iletildiğinden, notere fiziki çıktı alınarak gidilmesine gerek bulunmamaktadır.

2.   ŞİRKET YETKİLİLERİNİN İMZA BEYANLARININ HAZIRLANMASI

Şirketi temsile yetkili kılınan kişilerin şirket unvanı altında atacakları imzalarının yetkili makam tarafından onaylanarak, imza beyanlarının hazırlanması gerekmektedir. Türkiye'de bu işlem herhangi bir ticaret sicili müdürlüğünde yapılmaktadır.

3.   REKABET KURUMU PAYI İLE NAKDİ SERMAYENİN ÖDENMESİ

Şirket sermayesinin %0,04'ünün "Rekabet Kurumu Payı" olarak, bu kurumun banka hesabına yatırılması gerekmektedir. Bu işlem için ayrıca bankaya gidilmesine gerek bulunmamaktadır. Diğer kuruluş işlemleriyle birlikte bu bedel ticaret sicili müdürlüğünde ödenebilmektedir. Ayrıca anonim şirketlerde nakdi olarak taahhüt edilen payların en az %25'inin, şirketin tescilinden önce şirket adına açılmış bir banka hesabına yatırılması gerekmektedir.

4.   TESCİL İÇİN TİCARET SİCİLİ MÜDÜRLÜĞÜNE BAŞVURULMASI

Kurucuların ilgili belgelerle beraber sicil müdürlüğüne başvurusu üzerine ticaret sicili müdürlüğü tescil işlemini tamamlar. Ayrıca anonim ve limited şirketler ile kooperatifin kuruluşunda, bunların tutacağı ticari defterler ticaret sicili müdürlüğünce tasdik edilerek, tescili takiben ilgilisine verilir.

Kuruluş işlemlerinin bir vekâletname ile yetkilendirilen temsilci aracılığıyla da yapılması mümkündür.

ŞİRKET KURULUŞUNDA TİCARET SİCİLİ MÜDÜRLÜĞÜNE İBRAZ EDİLECEK BELGELER

1.   Anonim Şirketlerin Tescili İçin Gerekli Belgeler

a)   Kurucuların imzaları tasdik edilmiş esas sözleşme.
b)   Nakdi olarak taahhüt edilen sermayenin en az yüzde yirmi beşinin bankaya yatırıldığını gösterir belge.
c)   Rekabet Kurumu payının ödendiğini gösterir ödeme belgesi.
d)   Varsa, konulan ayni sermaye ile kuruluş sırasında devralınacak işletmeler ve ayni varlıkların değerinin tespitine ilişkin mahkemece atanan bilirkişi tarafından hazırlanmış değerleme raporları.
e)   Ayni sermaye konulmuşsa, konulan ayni sermaye üzerinde herhangi bir sınırlamanın olmadığına dair ilgili sicilden alınacak yazı.
f)   Ayni sermaye konulmuşsa, ayni sermaye olarak konulan taşınmazın, fikri mülkiyet haklarının ve diğer değerlerin kayıtlı bulundukları sicillere şerh verildiğini gösteren belge.
g)   Varsa, ayni varlıkların ve işletmenin devir alınmasına ilişkin olanlar da dahil olmak üzere, kurulmakta olan şirket ile kurucular ve diğer kişilerle yapılan ve kuruluşla ilgili olan sözleşmeler.
h)   Kuruluşu Bakanlık veya diğer resmî kurumların iznine veya uygun görüşüne tabi olan şirketler için bu izin veya uygun görüş yazısı.
i)   Varsa, pay sahibi olmayan yönetim kurulu üyelerinin bu görevi kabul ettiklerine ilişkin yazılı beyanları.
j)   Yönetim kurulunda bir tüzel kişinin bulunması halinde, tüzel kişi ile birlikte tüzel kişi adına, tüzel kişi tarafından belirlenen bir gerçek kişinin adı ve soyadı ve belirlemeye ilişkin yetkili organ kararının noter onaylı örneği.
k)   Şirketi temsil ve ilzama yetkili kılınan kişilerin imza beyannameleri.

2.   Limited Şirketlerin Tescili İçin Gerekli Belgeler

a)   Kurucuların imzaları tasdik edilmiş şirket sözleşmesi.
b)   Ortak olmayan müdürler kurulu üyelerinin bu görevi kabul ettiklerine ilişkin yazılı beyanları.
c)   Müdürler kurulunda bir tüzel kişinin bulunması halinde, tüzel kişi ile birlikte tüzel kişi adına, tüzel kişi tarafından belirlenen bir gerçek kişinin adı ve soyadı ve belirlemeye ilişkin yetkili organ kararının noter onaylı örneği.
d)   Varsa, konulan ayni sermaye ile kuruluş sırasında devralınacak işletmeler ve ayni varlıkların değerinin tespitime ilişkin mahkemece atanan bilirkişi tarafından hazırlanmış değerleme raporları.
e)   Ayni sermaye konulmuşsa, konulan ayni sermaye üzerinde herhangi bir sınırlamanın olmadığına dair ilgili sicilden alınacak yazı.
f)   Ayni sermaye konulmuşsa, ayni sermaye olarak konulan taşınmaz, fikri mülkiyet hakları ve diğer değerlerin kayıtlı bulundukları sicillere şerh verildiğini gösteren belge.
g)   Varsa, ayni varlıkların ve işletmenin devir alınmasına ilişkin olanlara da dâhil olmak üzere, kurulmakta olan şirket ile kurucular ve diğer kişilerle yapılan ve kuruluşla ilgili olan sözleşmeler.
h)   Şirket müdürlerinin imza beyannameleri.
i)   Rekabet Kurumu payının ödendiğini gösterir ödeme belgesi.

3.   Kooperatif Şirketlerin Tescili İçin Gerekli Belgeler

a)   Kurucuların imzaları ticaret sicili müdürlüğü tarafından onaylanmış şirket sözleşmesi.
b)   Kooperatif kuruluşuna izin veren makamın izin yazısı.
c)   Kooperatifi temsil ve ilzama yetki verilen kişilerin kooperatif unvanı altında atılmış imza beyannameleri.

4.   Kollektif ve Komandit Şirketlerin Tescili İçin Gerekli Belgeler

a)   Kurucuların imzaları noter tarafından onaylanmış şirket sözleşmesi.
b)   Şirketi temsil ve ilzama yetkili olanların şirket unvanı altında atacakları imzaların onaylı örneği.
c)   Komandit şirketlerde komanditer ortağın ayni sermaye koymuş olması halinde, konulan ayni varlıkların değerinin tespitine ilişkin mahkemece atanmış bilirkişi tarafından hazırlanmış değerleme raporu.
d)   Konulan ayni sermaye üzerinde herhangi bir sınırlamanın olmadığına dair ilgili sicilden alınacak yazı.
e)   Ayni sermaye olarak konulan taşınmaz, fikri mülkiyet hakları ve diğer değerlerin kayıtlı bulundukları sicillere şerh verildiğini gösteren belge.

TİCARİ ŞİRKETLERİNDE DENETİM

Türkiye'de belirli alanlarda faaliyette bulunan sermaye şirketleri ile "aktif toplamı", "yıllık net satış hasılatı" ve "çalışan sayısı" bakımından belirli ölçütlerden en az ikisinde eşik değerleri sağlayan sermaye şirketleri bağımsız denetime tabidir. Bu şirketlerin finansal tabloları ve yönetim kurulu faaliyet raporları uluslararası denetim standartlarına uygun olarak bağımsız denetçiler tarafından denetlenmektedir. Ayrıca, Ticaret Bakanlığı tüm ticaret şirketlerinin Türk Ticaret Kanunu kapsamındaki işlemleri bakımından denetim yetkisine sahiptir. Yine belirli faaliyet konularını yürüten şirketler (Örn: Bankalar, sigorta şirketleri vb.) tabi oldukları özel kanunlar gereğince ilgili kamu kurum ve kuruluşları tarafından da denetlenebilmektedir.

Özetle Türkiye'de ticaret şirketlerinin kamusal denetimi de kamu kurum ve kuruluşları eliyle yürütülmektedir. Bununla birlikte, belirli olayların açıklığa kavuşturulması amacıyla pay sahiplerine, genel kuruldan denetçi atanmasını isteme hakkı tanınmıştır. Pay sahibinin özel denetçi atanması istemi, genel kurulun çoğunluk kararıyla onaylanır. Talep genel kurulda reddedildiği takdirde, sermayenin en az onda birini (halka açık ortaklıklarda yirmide birini) oluşturan pay sahipleri üç ay içinde mahkemeden özel denetçi atanmasını isteyebilmektedir.

SERMAYE ŞİRKETLERİNDE PAY DEVRİ

Yabancı yatırımcılar, doğrudan şirket kurmak yerine, Türkiye'de kurulmuş bir şirkette pay devralmak suretiyle de yatırım yapabilirler. Keza devraldıkları payları başkalarına devrederek şirket ortaklığından ayrılmaları da mümkündür.

Anonim şirketlerde nama ve hamiline olmak üzere pay senetleri bastırılabilmektedir. Hamiline yazılı pay senetlerinin devri zilyetliğin devri ile gerçekleştirilmektedir. Nama yazılı pay senetlerinin devri ise ciro ve zilyetliğine devri ile gerçekleştirilmektedir. İstisnai durumlar dışında anonim şirketlerde pay devrinin sınırlandırılması mümkün değildir. Aynı zamanda anonim şirketlerde pay devri tescil ve ilana tabi değildir. Sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketler bakımından anonim şirketlerdeki pay devri usulü geçerlidir.

Limited şirketlerde pay devri Kanunen zorunlu kılınan süreçleri içermektedir. Bunlar;
1-   Taraflar arasında pay devir sözleşmesinin imzalanması ve noterce onaylanması,
2-   Şirket sözleşmesinde aksi düzenlenmemişse şirket genel kurulunun pay devrine onay vermesi,
3-   Pay devir sözleşmesi ve genel kurulun devre onay veren kararı ile pay devrinin tescil ve ilanıdır.

TİCARİ ŞİRKETLERDE TASFİYE

Kanunda öngörülen sona erme sebeplerinden herhangi birinin gerçekleşmesi ya da şirket ortaklarının alacağı karar doğrultusunda şirket sona erer. Sona eren şirket, tasfiye sürecine girer. Şirketin sona erdiği ve tasfiye sürecine girdiği hususu, ilgili ticaret sicili müdürlüğüne tescil ve ilan ettirilir.

Tasfiye hâlindeki şirket, pay sahipleriyle olan ilişkileri de dâhil, tasfiye sonuna kadar tüzel kişiliğini korur ve ticaret unvanını "tasfiye hâlinde" ibaresi eklenmiş olarak kullanır.

Tasfiyenin amacı, şirketin malvarlığını satıp paraya çevirmek, alacaklarını tahsil etmek, borçlarını ödemek, yarım kalan işlerini tamamlamaktır.

Tasfiye sürecinde yapılması gereken işlemler, tasfiye memurlarınca gerçekleştirilir. Tasfiye memurlarından en az birinin Türk vatandaşı olması ve yerleşim yerinin Türkiye'de bulunması zorunludur. Tasfiye memurları şirket sözleşmesi veya genel genel kurul kararı ile atanabilir. Bu şekilde atanmadığı takdirde, tasfiye, yönetim kurulunca yapılır. Tasfiye memurlarının da ticaret siciline tescil ve ilan ettirilmesi şarttır.

Alacaklı oldukları şirket defterlerinden veya diğer belgelerden anlaşılan ve yerleşim yerleri bilinen kişiler taahhütlü mektupla, diğer alacaklılar Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinde ve şirketin internet sitesinde ve aynı zamanda esas sözleşmede öngörüldüğü şekilde, birer hafta arayla yapılacak üç ilanla şirketin sona ermiş bulunduğu konusunda bilgilendirilirler ve alacaklarını tasfiye memurlarına bildirmeye çağrılırlar.

Tasfiye memurları her yıl sonu için tasfiyeye ilişkin finansal tabloları ve tasfiye sonunda da kesin bilançoyu düzenleyerek genel kurula sunarlar.

Tasfiye hâlinde bulunan şirketin borçları ödendikten ve pay bedelleri geri verildikten sonra kalan varlığı, esas sözleşmede aksi kararlaştırılmamışsa pay sahipleri arasında, ödedikleri sermayeler ve imtiyaz hakları oranında dağıtılır. Tasfiye payında imtiyazın varlığı hâlinde esas sözleşmedeki düzenleme uygulanır.

Alacaklılara üçüncü kez yapılan çağrı tarihinden itibaren altı ay geçmedikçe kalan varlık dağıtılamaz.

Tasfiyenin sona ermesi üzerine şirkete ait ticaret unvanının sicilden silinmesi için tasfiye memurları tarafından ticaret sicili müdürlüğüne başvuru yapılır. İstem üzerine silinme tescil ve ilan edilir. Silinme ile şirketin tüzel kişiliği sona erer.
 
Diğer taraftan; iflas hâlinde tasfiye, iflas idaresi tarafından İcra ve İflas Kanunu hükümlerine göre yapılır.

YABANCI ŞİRKETLERİN TÜRKİYE'DEKİ ŞUBELERİ

Merkezleri Türkiye dışında bulunan ticari işletmelerin Türkiye'deki şubeleri, kendi ülkelerinin kanunlarının ticaret unvanına ilişkin hükümleri saklı kalmak şartıyla, yerli ticari işletmeler gibi tescil olunur. Bu şubeler için yerleşim yeri Türkiye'de bulunan tam yetkili bir ticari temsilci atanır. Ticari işletmenin birden çok şubesi varsa, ilk şubenin tescilinden sonra açılacak şubeler yerli ticari işletmelerin şubeleri gibi tescil olunur.

Yabancı bir şirketin Türkiye'de şubesini tescil ettirmek için, ilgili ticaret sicili müdürlüğüne sunulması gereken belgeler şunlardır;

1)   Şirket merkezinin bulunduğu kaynak ülke hukukunun, şube açacak işletme için tescilde aradığı şartların yerine getirildiğini ve şubenin tescili için ibrazı gerekli olan belgeleri gösteren yetkili makamdan alınmış yazı ve bir nüsha Türkçe çevirisi
2)   Kaynak ülkede şubenin tescili için ibraz gerekli tüm belgeler
3)   Şirketin güncel sicil kayıtlarını içeren belgenin ve şirket sözleşmesinin onaylı birer örneği ile birer nüsha Türkçe çevirisi
4)   Şirketin yetkili organının şube açma ve şubeye Türkiye'de yerleşik tam yetkili temsilci atanmasına ilişkin kararının aslı ve bir nüsha Türkçe çevirisi
5)   Şirketin ticaret unvanı, türü, işletme konusu, sermayesinin türü ve tutarı, kuruluş tarihi, sicil numarası, tabi olduğu hukuk, Avrupa Birliği üyesi olup olmadığı, internet sitesi, şubenin unvanı ve şubeye ayrılmış sermaye tutarı, şubeyi mahkemeler dâhil, özel kuruluşlar ve kamu kurum ve kuruluşları nezdinde tam yetkili olarak temsil edecek kişi veya kişilerin adı ve soyadı, kimlik numarası ve yerleşim yeri ile şubenin adresini içeren merkezin yetkilileri tarafından imzalanmış beyannamenin aslı ve bir nüsha Türkçe çevirisi.
6)   Şube açma kararında, Türkiye'deki şubeyi mahkemeler dâhil, özel kuruluşlar ve kamu kurum ve kuruluşları nezdinde tam yetkili olarak temsil edecek kişi veya kişiler ile bunlara verilen yetki belirtilmemiş ise bu konulara ilişkin düzenlenen vekaletnamenin aslı ve bir nüsha Türkçe çevirisi
7)   Şubeyi temsil edecek kişilerin imza beyanları
8)   Açılması Ticaret Bakanlığı veya diğer resmî kurumların iznine veya uygun görüşüne tabi olan şubeler için bu izin veya uygun görüş yazısı

Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr




#17
KAZA TESPİT TUTANAĞINA VE KUSUR ORANINA İTİRAZ

KAZA TESPİT TUTANAĞI NEDİR?

Kaza Tespit Tutanağı, trafikte en az iki aracın yalnız maddi hasarlı bir kazaya karışmaları sonucu, tarafların anlaşarak sigorta şirketi ya da polise gerek kalmadan, aralarında düzenlemiş olduğu ve kazanın gerçekleşme şekli, kazaya karışan araç ve sürücü bilgilerini barındıran tutanaktır. Ancak bazı durumlarda tarafların kendi aralarında tutanak tutması mümkün olmayıp derhal kolluk kuvvetlerine haber verilmelidir. Bu durumlara örnek vermek gerekirse; taraflardan herhangi birinin ehliyeti olmaması, sürücülerden biri alkollüyse, araçlardan biri resmi plakalıysa, araçlardan birinin trafik sigortası bulunmuyorsa, kaza sonucu üçüncü kişi zarar gördüyse trafik kaza tutanağı polis nezaretinde tutulmalıdır.

1 Nisan 2008 tarihinden itibaren yalnızca maddi hasar ile sonuçlanan kazalarda, tarafların anlaşmalı olarak kendi aralarında tutanak tanzim etmeleri mümkün hale gelmiştir. Bu sayede trafikteki beklemelerin ve zaman kayıplarının önüne geçilmiş ve vatandaşların tutanaklarını sistem üzerinden takip edebilmeleri sağlanmıştır.

KAZA TESPİT TUTANAKLARININ POLİS EŞLİĞİNDE TUTULMASINI GEREKTİRECEK HALLER

Her ne kadar iki veya daha fazla aracın karıştığı maddi hasarlı trafik kazalarında taraflar kaza tespit tutanaklarını kendi aralarında tanzim edebilecekse de bazı istisnai durumlarda kaza tespit tutanağı yeterli gelmemekte ve trafik polisinin veya kaza yeri jandarma bölgesi ise jandarma ekiplerinin olay yerine çağırılması gerekmektedir.
Trafik kazalarında polis ya da jandarmanın çağrılması gereken durumlara örnek vermek gerekirse;

Kamu malına ya da araç dışında herhangi bir cisme hasar verilmesi halinde,
Sürücülerden ya da yayalardan birinin yaralanması halinde,
Sürücünün alkollü olması durumunda,
Sürücünün ehliyetsiz olması ya da aracı sürmek için ehliyet cinsinin yeterli olmaması durumunda,
Kazaya karışan sürücülerden birinin arabasının trafik sigortası olmaması durumunda,
Kazaya karışan araçlardan birinin resmi bir araç olması halinde,
Tek taraflı maddi hasarlı bir kaza olması halinde,
Sürücülerden birinin akıl sağlığından şüpheleniliyorsa,
polis ya da jandarmanın çağrılması gereklidir.

TRAFİK KAZALARINDA KUSUR TESPİTİ SÜRECİ

Kaza sonrası kazaya karışan tarafların doldurduğu Kaza Tespit Tutanakları, sigorta şirketlerinin hasar departmanlarına iletilir. Sigorta şirketleri en geç takip eden iş günü sonuna kadar tutanağı ve varsa fotoğrafları elektronik ortamda Sigorta Bilgi ve Gözetim Merkezi (SBM)'ne iletir.

Tutanakların, Sigorta Bilgi ve Gözetim Merkezi  sistemine girilmesini takip eden 3 iş günü içinde her bir sigorta şirketi kendi kusur oranı değerlendirmesi yapar. Bu oranlar kazaya karışan her bir araç için %0, %50 ve %100 şeklindedir. Eğer şirketler kusur oranında mutabakata varırsa yani aynı kusur oranları verilirse dosya sonuçlanır.   
3 iş günü içerisinde mutabakata varılamaz ise yani en az bir şirket tarafından farklı kusur verilirse dosya, Kaza Kusur Değerlendirme Komisyonu'na iletilir. Komisyon, 3 iş günü içerisinde ilgili dosyayı sonuçlandırır.

Dosya sonuçlandıktan sonra sigortalılara, dosyanın sonuçlandığına dair cep telefonu ya da e-posta yolu ile bilgilendirme yapılır (Tutanak üzerinde her iki bilgi de mevcut ise hem e-posta hem de SMS ile bilgilendirme yapılır).

Sigortalılar kusur oranlarını http://www.sbm.org.tr adresinden öğrenebilirler.

KAZA KUSUR ORANINA İTİRAZ SÜRECİ

Kaza tespit tespit tutanaklarının sigorta şirketlerine iletilmesinden sonra, her bir sigorta şirketi kendi kusur oranı değerlendirmesini ile Sigorta Bilgi ve Gözetim Merkezi'nin "Kaza Kusur Değerlendirme Komisyonu"na gönderir ve burada 3 gün içerisinde nihai kusur değerlendirmesi yapılmaktadır.

Kaza Kusur Değerleme Komisyonlarında sonuçlanan kusur oranlarına itiraz etmek isteyen sigortalılar, yeni ek belgeler ile birlikte 5 gün içerisinde sigorta şirketlerine başvurabilecektir.

5 günlük süre içinde itiraz hakkının kullanılmadığı veya itiraz hakkı kullanılmış olup talebin reddedildiği durumlarda, sigortalıların kusur oranına ilişkin itirazlarının Tahkim Komisyonu ve özel hukuk yollarına başvurulmak suretiyle çözülmesi gerekmektedir.

KAZA TESPİT TUTANAĞINA İTİRAZ SÜRECİ

Kazaya karışan tarafların özgür iradeleriyle tanzim edilen kaza tespit tutanaklarında pek fazla gündeme gelmese de kaza anında orada bulunan veyahut çağrı üzerine olay yerine gelen kolluk kuvvetlerince tanzim edilen kaza tespit tutanakları, içerisinde bir çok çelişkiyi barındırabileceği gibi hakkaniyete uygun tutulmamış olabilmektedir. Bu tutanaklara yönelik itirazlara yönelik uygulamada uzun süre tartışmalar yapılmışsa da Uyuşmazlık Mahkemesi'nin 25.06.2018 tarih ve 2018/375 Esas, 2018/435 Karar sayılı ilamı ile son bulmuş ve anılan karara göre bu kaza tutanaklara itirazda Sulh Ceza Hakimlikleri yetkili kabul edilmiştir. 

Kazadan sonra yapılacak kaza tespit tutanaklarına itiraz için yeterli deliller (tanık, kamera görüntüsü, kaza fotoğrafları, parmak izi, kaza izleri, bilirkişi raporu) toplandıktan sonra Sulh Ceza Hakimliklerinde dava açarak bilirkişi incelemesi ve kazanın gerçekleştiği yerde keşif isteyebilir, kaza tespit tutanağındaki çelişki ve hakkaniyetsizliklerin giderilmesi talep edebilir.

Sulh Ceza Hakimliklerince yapılacak inceleme duruşmalı veyahut duruşmasız olarak dosya üzerinde yapılabilir.

Av. Ahmet Faruk ÜMÜT | www.umut.av.tr
#18
GAYRİMENKUL EDİNMEYLE TÜRK VATANDAŞLIĞININ KAZANILMASI

5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunumuza göre Türk vatandaşlığı doğum veya sonradan kazanılmaktadır. Aynı Kanunun 9. maddesinde sonradan kazanılan vatandaşlığın yetkili makam kararı ile aranan şartları taşımak suretiyle gerçekleşebileceği ve bu hakkın mutlak bir hak olmadığı belirtilmektedir.

5901 sayılı Kanunun yürütülmesinde uygulanacak usul ve esasları belirlemek için yayınlanan Türk Vatandaşlığı Kanununun Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğin 20. maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendine göre;

En az 400.000 Amerikan Doları veya karşılığı döviz tutarındaki taşınmazı tapu kayıtlarına üç yıl satılmaması şerhi koyulmak şartıyla satın aldığı veya kat mülkiyeti ya da kat irtifakı kurulmuş, en az 400.000 Amerikan Doları veya karşılığı döviz tutarı peşin olarak yatırılan ve tapu siciline üç yıl süreyle devir ve terkini yapılmayacağı taahhüdü şerh edilmek şartıyla noterde düzenlenmiş sözleşme ile taşınmazın satışının vaat edildiği Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığınca tespit edilen" yabancı kişiler Cumhurbaşkanı kararı ile Türk vatandaşlığını kazanabilir.

11.02.2010 tarihinde yürürlüğe giren Yönetmeliğe sırası ile 12.01.2017, 19.09.2018, 07.12.2018, 06.01.2022 ve 13.06.2022 tarihlerinde yürürlüğe giren değişiklikler yapılmıştır.

Buna göre Yönetmelik değişikliklerinin yürürlük tarihleri bakımından;

1) 12.01.2017-18.09.2018 tarihleri arasında satın alınmış taşınmaz/taşınmazların 1.000.000 Amerikan Doları tutarında olması,

2) 19.09.2018 tarihinden sonra satın alınmış/alınacak taşınmaz/taşınmazların 400.000 Amerikan Doları tutarında olması,

3) 07.12.2018 tarihinden sonra satış vaadi sözleşmesi düzenlenmiş/düzenlenecek taşınmaz /taşınmazların 400.000 Amerikan Doları tutarında olması,

4) 06.01.2022 tarihinde yapılan değişiklik ile "karşılığı Türk Lirası" ibaresi Yönetmelik'ten çıkarılmış olup taşınmaz bedeli döviz tutarının Merkez Bankasına satılmak üzere bir bankaya satılması,
gerekmektedir.

Yönetmeliğe göre, istisnai yoldan taşınmaz edinimi suretiyle Türk vatandaşlığı kazanılmasına ilişkin ilk düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarih olan 12.01.2017'den önce satın alınmış taşınmazlar ile 07.12.2018 tarihinden önce satış vaadi sözleşmesine konu edilen taşınmazlar Türk vatandaşlığı kazanımında dikkate alınmayacaktır.

GAYRİMENKUL EDİNME YOLU İLE İSTİSNAİ YOLDAN TÜRK VATANDAŞLIĞI KAZANILMASINDA ÖN KOŞULU

Taşınmaz edinimi yoluyla Türk vatandaşlığı kazanılabilmesi için satış ve satış vaadi sözleşmelerine yönelik işlemlerde öncelikle 2644 sayılı Tapu Kanunu ve ilgili mevzuat kapsamında aranan kişi ve taşınmaza ilişkin edinim şartlarının sağlanmış olması gerekmektedir.

Türk Vatandaşlığı Kanununun Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik, yabancı gerçek kişilerin şahsi taşınmaz edinimlerini kapsadığından, yabancı gerçek kişilerin şahsı dışında eşi, çocuğu vb. adına veya yöneticisi/ortağı oldukları şirket tüzel kişiliği adına yapılan taşınmaz edinimleri bu kapsamda değerlendirilmeyecektir.

GAYRİMENKUL EDİNME YOLU İLE İSTİSNAİ YOLDAN TÜRK VATANDAŞLIĞI KAZANILMASINDA TAŞINMAZIN NİTELİĞİ

Satış yoluyla edinilebilecek taşınmazların niteliğine ilişkin olarak (konut, işyeri, arsa, tarla, bahçe vb.) herhangi bir sınırlama bulunmamaktadır. Noterde düzenlenen satış vaadi sözleşmelerine dayalı olarak yapılacak başvurular kat mülkiyeti veya kat irtifakı kurulmuş taşınmazlar için geçerlidir. Devre mülk olarak tapu sicilinde kayıtlı haklar, taşınmaz edinimi yolu ile Türk vatandaşlığı kazanımına konu edilemez.

GAYRİMENKUL EDİNME YOLU İLE İSTİSNAİ YOLDAN TÜRK VATANDAŞLIĞI KAZANILMASINDA TAŞINMAZ SAYISI

Satış yoluyla edinilecek taşınmaz sayısında herhangi bir sınırlama bulunmamaktadır. Yönetmelikte belirtilen tutarın sağlanması esastır.

Satış vaadine dayalı olarak yapılan başvurularda Yönetmelikte aranılan tutarın tek sözleşme ile sağlanması gerekmektedir. Bu çerçevede birden fazla taşınmazın tek sözleşme kapsamında satış vaadine konu edilmesi mümkün olup birden fazla satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak yapılan başvurular dikkate alınmayacaktır.

1 Şubat 2023 tarihinden sonra, satın alma yolu ile edinilmiş taşınmazların vatandaşlık edinimi için aranılan tutarı karşılamadığı durumlarda kalan miktarın satış vaadi sözleşmesi ile tamamlanması mümkün değildir.

Satış vaadi sözleşmelerine ilişkin yapılan başvurularda Yönetmelikte belirtilen tutarın (en az 400.000 Amerikan Doları) peşin olarak ödenmiş olması şartı aranıldığından, bu miktara tekabül eden bedelin en geç satış vaadi sözleşmesi tarihinde ödenmiş olması gerekir.

Taşınmazın hisseli olarak edinimi ile vatandaşlık başvurusunda bulunulması mümkün değildir. Örneğin bir taşınmazın paylı mülkiyet oluşacak şekilde birden fazla yabancı kişi tarafından edinimi durumunda bu taşınmaz vatandaşlığa konu edilemeyecek iken; birden fazla kişi adına kayıtlı bir taşınmazın tamamının yabancı bir kişi tarafından edinilmesi durumunda bu taşınmaz vatandaşlığa konu edilebilecektir.

GAYRİMENKUL EDİNME YOLU İLE İSTİSNAİ YOLDAN TÜRK VATANDAŞLIĞI KAZANILMASINDA DEĞER TESPİTİ

Tutar tespitine esas alınan; resmi senette beyan edilen satış bedeli/bedelleri veya satış vaadinde belirlenen bedel/bedeller toplamı, değerleme raporundaki değer/değerler toplamı ve bedel transferleri/ödemeleri toplamı ayrı ayrı Yönetmelik ile edinim tarihine göre aranan 1.000.000 Amerikan Doları veya en az 400.000 Amerikan Doları tutarını sağlamalıdır.

1- TAŞINMAZ DEĞERLEME RAPORU:

Taşınmaz değerleme raporlarının Tadebis / WebTapu sistemi üzerinden alınması zorunludur. Sistem üzerinden düzenlenen değerleme raporları, kontrolü sağlanmış bir şekilde düzenlenmekte ve sistem üzerinden doğrudan TAKBİS'e gönderilmektedir.

Türk Vatandaşlığı Kanununun Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliği kapsamında gayrimenkulün satın alınma tarihine göre aranan 1.000.000 Amerikan Doları veya 400.000 Amerikan Doları tutarın tespitinde yararlanmak üzere piyasa değerini (mevcut piyasa değeri/mevcut durum değeri) gösteren taşınmaz değerleme raporu aranır.

Değerleme raporunda; zeminde fiilen tamamlanmış yapılar için rapor tarihindeki değer esas alınır. İnşası devam eden ve kat irtifakı tesisli taşınmazlar için ise inşasının başlamış olması gerekmektedir. Bu taşınmazlar için rapor tarihindeki "tamamlanması durumundaki mevcut durum değeri" esas alınır.

Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Yabancı İşler Dairesi Başkanlığı'nın 2019/1 sayılı Genelgesi kapsamında satış veya satış vaadi bedelinin, değerleme raporu değerinden düşük/yüksek olacak şekilde belirlenmesi mümkündür.

Değerleme raporlarında takdir edilen değerlerin satış bedeli ve tapu harcı matrahı yönünden bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Başvuru sırasında sunulan değerleme raporları düzenlendiği tarihten itibaren 3 ay süre ile geçerli olup bu süre içerisinde başvurusu yapılan işlemlerde yeni rapor istenilmeyecektir.

Satış vaadinin noterde düzenlenme tarihi itibariyle en fazla 3 ay öncesi düzenlenmiş değerleme raporları varsa bunlar işleme alınır. Bu halde şerh tarihi öncesi ayrıca bir değerleme raporu aranmaz.

Satış vaadi sözleşmesinin sicile şerhinden sonra taşınmazın vaat alacaklısı tarafından satın alma yoluyla adına tescili sırasında ayrıca yeni bir değerleme raporu aranılmaz.

Taşınmaz Değerleme Bilgi Sistemi (TADEBİS) aracılığı ile Web-Tapu üzerinden gönderilen değerleme raporundaki TL değerinin Amerikan Doları cinsinden karşılığının bulunmasında kural olarak rapor tarihinden önceki son iş gününün Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası'nın efektif satış kuru esas alınır.

Taşınmazın üç yıl satılamayacağına ilişkin belirtmenin tesisi esnasında Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü'nün talebi ile yenilenen değerleme raporları hariç olmak üzere satış işlemi veya satış vaadi sözleşmesinin şerhi sırasında sunulan raporlar dışında düzenlenen değerleme raporları değer tespitinde dikkate alınmaz.

2- RESMİ SENET (SATIŞ) VE SATIŞ VAADİ SÖZLEŞMESİ BEDELİNİN BELİRLENMESİ

Taşınmazın satışı için düzenlenen resmi senette yer alan satış bedeli ile taşınmazın satışının vaadine yönelik noter tarafından düzenlenen satış vaadi sözleşmelerinde yer alan ve peşin ödenmesi gereken bedelin tespiti 2022/1 sayılı ve "Yabancı Gerçek Kişi Edinimlerinde Döviz Alım Belgesi" konulu Genelgede belirlenen usul ve esaslar kapsamında belirlenecektir.

Bu kapsamda taşınmazın alıcısı, satıcısı, bunların vekilleri ya da temsilcileri tarafından satış bedelinin Amerikan Doları ya da karşılığı döviz tutarının Merkez Bankasına satılmak üzere bir bankaya satılması ve banka tarafından düzenlenecek döviz alım belgesinin, KEP üzerinden ilgili Tapu Müdürlüğüne gönderilmesi gerekmektedir. Satış vaadi sözleşmesinde döviz alım belgesinin en az peşin ödenen kısım için ve en geç sözleşme tarihinde düzenlenmiş olması gerekmektedir.

Döviz alım belgesinde asgari olarak adına döviz bozdurulan kişinin adı soyadı, pasaport numarası ya da yabancı kimlik numarası, taşınmaz numarası, alışı yapılan dövizin Amerikan Doları karşılığı ve bu işlemin Türk vatandaşlığı kazanılması ya da Sermaye Hareketleri Genelgesi'nin 13. maddesi kapsamında gerçekleştirildiğini belirten bir ifadenin yer alması zorunludur. Taşınmaz numarası https://parselsorgu.tkgm.gov.tr/ adresinden temin edilecek olup taşınmazın niteliğine göre bağımsız bölüm veya ana taşınmaza ilişkin taşınmaz numarası, bunun bulunmaması halinde ise ada/parsel bilgilerinin yer alması mümkündür.

Tapu Müdürlüğü tarafından döviz alım belgelerinde gösterilen TL tutarı esas alınarak resmi senet düzenlenecektir. Döviz Alım Belgesi' uygulamasından itibaren yapılan işlemlerde satış veya satış vaadi bedeline ilişkin başvuru gününe göre ayrıca herhangi bir kur hesabı yapılmayacak olup tutar tespitinde döviz alım belgeleri esas alınacaktır.

Beyan değerine esas döviz satış tutarı içerisinde taşınmaz satış bedeli veya satış vaadi sözleşmesinde peşin ödenen bedel harici bir ödeme kalemi (KDV, komisyon, masraf, vergi, harç vb.) yer almayacaktır.

Bu düzenlemeler kapsamında resmi senette beyan edilen bedele ilişkin ödeme bankaya yapılacağından döviz satış tutarına özellikle dikkat edilmesi gerekmektedir.

Yabancı kişilerin taraf olduğu satış vaadi sözleşmelerinin Amerikan Doları ya da diğer döviz cinslerinden düzenlemesi mümkündür. Bu durumda döviz cinsinden düzenlenen satış vaadi sözleşmelerinde harca esas satış vaadi miktarı döviz alım belgesinde yer alan kur dikkate alınarak hesaplanır. Bu işlemlere ilişkin harçlar, 492 sayılı Harçlar Kanununa ekli 4 sayılı tarifede belirtildiği şekilde tahsil edilir.

3- DEKONT

Yönetmeliğin aradığı asgari tutara ilişkin bedelin taşınmaz satıcısına ya da ilgilisine ödendiğini gösterir onaylı banka dekontunun tapu müdürlüğüne sunulması gerekmektedir.

Tapu Müdürlükleri tarafından, bedel transferinin/ödemenin alıcı veya ilgili kişiler tarafından satıcı veya ilgili kişilerin (Vekili, Eşi, Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesi Hak Sahibi, Haciz veya İpotek Alacaklısı, Şirket Sahibinin Hesabı vb.) hesabına yapılıp yapılmadığı hususunda; makul ilgi değerlendirmesi yapılacaktır.

Dekontta belirtilen bedelin döviz alım belgesinde gösterilen tutara eşit olması gerekmekte ise de bu iki bedel arasında farklılık olması durumunda dekontta belirtilen bedelin, döviz alım belgesinde yer alan kur üzerinden Yönetmeliğin aradığı asgari tutarı sağlaması yeterlidir. Ayrıca ödeme dekontunun taahhüde ilişkin beyanın tesis edilmesinden önce sunulması gerekmektedir.

Döviz alım belgesi uygulaması sonrasında yapılan ödemeler bakımından; döviz alım belgesi düzenlenmeden önce gerçekleşen para transferine ilişkin dekontların döviz cinsinden, sonrasında düzenlenen dekontların ise TL cinsinden olması gerekmektedir.

Taşınmaz bedel transferinin/ödemesinin yapılmasında bankalar tarafından sunulan güvenli ödeme sistemlerinin isteğe bağlı olarak kullanılması mümkündür.

GAYRİMENKUL EDİNME YOLU İLE İSTİSNAİ YOLDAN TÜRK VATANDAŞLIĞI KAZANILMASINDA TAKSİTLİ SATIŞ

1) SATIŞ İŞLEMİNDE:

12.01.2017 tarihinden önce yapılan ödemelere ilişkin dekontlar taşınmaz edinimi yoluyla vatandaşlık kazanımında dikkate alınmayacaktır.

2) SATIŞ VAADİ İŞLEMİNDE

07.12.2018 tarihinden önce ve sözleşme tarihinden sonra yapılan ödemelere ilişkin dekontlar taşınmaz edinimi yoluyla vatandaşlık kazanımında dikkate alınmayacaktır.

3) TAKSİTLİ İŞLEMLERDE ÖDEME

Döviz Alım Belgesi uygulamasının yürürlüğe girdiği 24.01.2022 tarihinden önce yapılan ödemelere ilişkin dekontlar işlemlerde kabul edilmeye devam edilir. Bu ödeme dekontlarında yer alan bedelin Amerikan Doları cinsinden karşılığının hesaplanmasında ödemenin yapıldığı tarihten bir önceki iş gününün Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası efektif satış kuru veya çapraz döviz kurları esas alınır.

Döviz Alım Belgesi uygulamasının yürürlüğe girdiği tarihten önce ödemesi yapılan taşınmazların resmi senedinde yer alan bedel, 24.01.2022 tarihinden önceki dekont toplamları ile döviz alım belgesinde yer alan tutarın toplamı kadar olmalıdır.

Örneğin 24.01.2022 tarihinden sonra Tapu Müdürlüğüne beyan tesisi başvurusu yapılan ve toplam 450.000 Amerikan Doları karşılığı satın alınan taşınmazın bedelinin 200.000 Amerikan Dolarlık (TCMB efektif satış kuru 8 TL olarak alınmıştır.) kısmının 24.01.2022 tarihinden önce, kalan kısmının ise bu tarihten sonra ödendiği bir işlemde; dekontta yer alan 1.600.000 TL'lik bedel ile döviz alım belgesinde yer alan 250.000 Amerikan Doları tutara karşılık gelen 4.500.000 TL'lik bedelin toplamı 6.100.000 TL olduğundan Yönetmeliğin aradığı tutar sağlanmış olacaktır. Bu örnekte resmi senet satış bedeli 6.100.000 TL olarak alınacaktır.

GAYRİMENKUL EDİNME YOLU İLE İSTİSNAİ YOLDAN TÜRK VATANDAŞLIĞI KAZANILMASINDA TARAFLARA İLİŞKİN ŞARTLAR

1) Satış veya satış vaadine konu taşınmaz/taşınmazlar, tapu sicilinde yabancı kişiler ve alıcı yabancı gerçek kişinin Türk vatandaşı olan birinci derece akrabaları (kan veya sıhri hısımlar) adına kayıtlı olmamalıdır.

2) Satış veya satış vaadine konu ikinci el taşınmaz/taşınmazlar, vatandaşlık amacıyla taşınmaz edinecek olan yabancı gerçek kişinin kendi, Türk vatandaşı olsun ya da olmasın birinci derece akrabaları (kan veya sıhri hısımlar) tarafından Türk vatandaşı/şirketine devredilmiş taşınmazlardan olmamalıdır.

3) Satış veya satış vaadine konu ikinci el taşınmaz/taşınmazlar, herhangi bir yabancı gerçek kişi tarafından son üç yıl içinde Türk vatandaşı/şirketine devredilmiş taşınmazlardan olmamalıdır. Eser sözleşmelerinden kaynaklanan edinimler bu madde kapsamı dışındadır.

4) Satış veya satış vaadine konu (gerek vatandaşlık kazanma öncesinde edinilmiş gerekse sonrasında edinilmiş) taşınmaz/taşınmazlar, istisnai yoldan (taşınmaz edinimi yolu dışındaki usuller de dahil olmak üzere) Türk vatandaşlığı kazanmış kişiler (MERNİS kaydına göre Türk Vatandaşlığı Kanunu 12/b maddesi gereğince kazanılmış olanlar) adına tapu sicilinde kayıtlı olmamalıdır.

5) Satış veya satış vaadine konu taşınmaz/taşınmazlar, vatandaşlık talebiyle taşınmazı satın alan yabancı gerçek kişinin kendi ve birinci derece akrabalarının (kan veya sıhri hısımlar) ortağı ya da yöneticisi olduğu şirket tüzel kişiliği adına tapu sicilinde kayıtlı olmamalıdır.

6) Tapu Kanunu'nun 36. Maddesi kapsamındaki (yabancı / uluslararası sermayeli) şirket tüzel kişiliği adına kayıtlı satış veya satış vaadine konu taşınmaz/taşınmazlarda, kat irtifakı/mülkiyeti kurulması (inşaat ruhsatının şirket adına olması) ve bağımsız bölümün ilk teslim (Sıfır taşınmaz) olması gerekmektedir.

7) Bir taşınmaz sadece bir kez vatandaşlık edinimine konu edilebilir.

8) Taşınmaz edinimi yoluyla Türk vatandaşlığı kazanmış yabancı gerçek kişilerin taahhüt süresi sona erdikten sonra (mahkeme kararı veya cebri icra vb. yollarla yapılan zorunlu devirler hariç) taşınmazın bir önceki malikine devri halinde ya da satış vaadi sözleşmesi şerhinin terkin edilerek taşınmazın üçüncü bir şahsa devri halinde konu Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü'ne intikal ettirilmek üzere Genel Müdürlüğe bildirilir.

9) Türk vatandaşlığından izinle çıkan (mavi kartlı) kişiler, KKTC vatandaşları ile çoklu vatandaşlığa sahip Türk vatandaşları (Türk Vatanşlığı Kanunu 12/b maddesi kapsamında vatandaşlık kazanmış olanlar hariç) bu Kılavuz kapsamında yabancı statüsünde değerlendirilmeyecektir.


Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr


#19
MADDİ HASARLI TRAFİK KAZALARINDAN KAYNAKLI ARAÇ DEĞER KAYBI TAZMİNATI

ARAÇ DEĞER KAYBI TAZMİNATI

Araç değer kaybı, maddi hasarlı trafik kazasında aracınızda meydana gelen hasar nedeniyle yaptırdığınız tamir, bakım, onarım faaliyetleri hasar giderildikten sonra aracınızın piyasa değerinde olan kayıptır. Kazaya karışan araç yetkili serviste bakım görmüş olsa dahi ekonomik değerinde olan kayıp kaçınılmazdır.

Araç değer kaybı, kazanın gerçekleşme şekline göre değişmekle beraber aracın; markası, modeli, kaza tarihindeki yaşı, kilometresi, kaza öncesi kondisyonu, hasarın niteliği, aracın 2. el piyasasındaki değeri, hasar kaydı geçmişi ve olaydaki kusur oranı değer kaybı hesabı yapılırken göz önünde bulundurulur. Türk Borçlar Kanunumuzun 51. maddesi de bu hususta "Hâkim, tazminatın kapsamını ve ödenme biçimini, durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önüne alarak belirler." hükmü ile hakimlere geniş takdir yetkisi tanımıştır.

Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 10.05.2016 tarihli 2016/966 Esas, 2016/5728 Karar sayılı ilamında da zikredildiği üzere;

"Değer kaybı, aracın trafik kazası sonucu hasarlanıp, onarılmasından sonraki değeri ile hiç hasarlanmamış haldeki değeri arasındaki farka ilişkin olup, araçtaki değer kaybı belirlenirken, aracın markası, yaşı, modeli ve hasar gördüğü kısımları dikkate alınarak aracın kaza tarihinden önceki 2. el satış değerinin tespiti ile aracın tamir edildikten sonra ikinci el satış değerinin tespiti ve arasındaki fark göz önüne alınmaktadır."

ARAÇ DEĞER KAYBINI KİMLER TALEP EDEBİLİR?

Kazanın meydana gelmesinde kusuru bulunmayan veyahut kusuru var ise; %100 kusurlu bulunmayan araç sahibi araç değer kaybı tazminatı talep edebilir. Ayrıca araç değer kaybı talep edebilmek için;

Kaza yapan 2 aracın bulunması gereklidir. (Tek taraflı yapılan kazalarda kasko poliçesinde araç değer kaybına ilişkin teminat yoksa değer kaybı talebinde bulunulamaz.)
Kazanın gerçekleşmesinden hemen sonra kaza tutanağının tutulması gereklidir. 
Kazanın gerçekleştiği günden 2 yıl geçmemesi gerekir. (Türk Borçlar Kanunu madde 72.)
Aracınız hurdaya çıkmamış olmalıdır.

ARAÇ DEĞER KAYBI TAZMİNATI İÇİN NEREYE BAŞVURULUR?

Araç değer kaybı tazminatı 2 şekilde talep edilebilir. 2918 sayılı  Karayolları Trafik Kanunumuza göre;

"Zarar görenin, zorunlu mali sorumluluk sigortasında öngörülen sınırlar içinde dava yoluna gitmeden önce ilgili sigorta kuruluşuna yazılı başvuruda bulunması gerekir. Sigorta kuruluşunun başvuru tarihinden itibaren en geç 15 gün içinde başvuruyu yazılı olarak cevaplamaması veya verilen cevabın talebi karşılamadığına ilişkin uyuşmazlık olması hâlinde, zarar gören dava açabilir veya 5684 sayılı Kanun çerçevesinde tahkime başvurabilir."

Yukarıdaki kanun hükmünden de anlaşılacağı üzere; tazminat talebinde  bulunacak kişi, ilgili sigorta kuruluşuna başvuru yaptıktan 15 gün sonra talebini  mahkeme nezdinde öne sürebileceği gibi 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu çerçevesinde Sigorta Tahkim Komisyonu'na da başvurabilir.

Tazminat talebi mahkeme nezdinde talep edilecek ise; sigorta şirketlerine karşı açılacak araç değer kaybı davalarının ticari dava niteliği bulunması sebebiyle Asliye Ticaret Mahkemeleri, araç işleteni ve sürücüsüne karşı açılacak davalarda ise Asliye Hukuk Mahkemeleri görevlidir.

ARAÇ DEĞER KAYBI KİMLERDEN TALEP EDİLEBİLİR?

Sigorta limiti dahilinde olan miktarlar sigorta şirketinden istenirken sigorta şirketinin limitini aşan miktarlar ise araç sahibinden, aracın sürücüsünden ve aracın işletmecisinden talep edilir.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunumuzun 49. maddesine göre; "Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür." Yani kazaya karışan araç sürücüsü kazada sebep olduğu zararı tazmin etmekle mükelleftir.

Araç sahibi ise Araç Sahibi : 2918 sayılı KTK m. 3'e göre, araç için adına yetkili idarece tescil belgesi verilmiş veya sahiplik veya satış belgesi düzenlenmiş kişi araç sahibidir.

Araç İşleten ve Araç Sahibi: KTK m.3'e göre, "İşleten : Araç sahibi olan veya mülkiyeti muhafaza kaydıyla satışta alıcı sıfatıyla sicilde kayıtlı görülen veya aracın uzun süreli kiralama, ariyet veya rehni gibi hallerde kiracı, ariyet veya rehin alan kişidir. Ancak ilgili tarafından başka bir kişinin aracı kendi hesabına ve tehlikesi kendisine ait olmak üzere işlettiği ve araç üzerinde fiili tasarrufu bulunduğu ispat edilirse, bu kimse işleten sayılır." Aynı kanunun 85'inci maddesinin birinci fıkrasına göre ise, "Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar."

Görüldüğü üzere karayolları trafik kanununa göre araç sahibi araç işleteni sayılır. İşletenler; araç sahibi, bir şirket unvanı altında motorlu araç işletenler, aracın uzun süreli kiralama, ariyet veya rehni gibi hallerde kiracı, ariyet veya rehin alan kişi, motorlu araçlarla yolcu ve yük taşıma işlerine katılan taşımacı, girişimci, üstlenici, gezi ve tur düzenleyici, bilet ve irsaliye düzenleyerek, yolcu ve yük taşıma işlerine aracılık ederek motorlu aracın işletilmesine doğrudan veya dolaylı katılan, motorlu aracın işletilmesinden ekonomik yarar sağlayan tüm gerçek ve tüzel kişilerdir.

• İşleten gibi sorumlu olanlar :  KTK'nun 104. maddesine göre motorlu araçlarla ilgili mesleki faaliyette bulunan teşebbüslerin sahibi gözetim, onarım, bakım, alım - satım, araçta değişiklik yapılması amacı ile veya benzeri bir amaçla kendisine bırakılan bir motorlu aracın sebep olduğu zararlardan dolayı, 105. maddesine göre yarış düzenleyicileri, yarışa katılanların veya onlara eşlik edenlerin araçları ile gösteride kullanılan diğer araçların sebep olacakları zararlardan dolayı, 106. maddesine göre genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelere, il özel idarelerine ve belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep oldukları zararlardan dolayı, 107. maddesine göre bir motorlu aracı çalan veya gasp eden kimseler motorlu araç işleten gibi sorumlu tutulurlar. Dolayısıyla işleten gibi sorumlu olan kişilere de manevi ve maddi tazminat davası açılabilir.

• Sigortacılar :  KTK m. 85'e göre işletenin, kanunun 85 inci maddesinin birinci fıkrasına göre olan sorumluluklarının karşılanmasını sağlamak üzere mali sorumluluk sigortası yaptırmaları zorunludur. Bu durumda söz konusu sorumluluk sigortası hangi sigorta şirketi tarafından yapılmışsa, o şirket de ölüm, yaralanma ve diğer zararlardan sorumlu olacaktır.

Trafik kazasından kaynaklı tazminat davalarında, yukarıda sayılan sorumlular müteselsil sorumludur. Yani zarar gören, zararının tazminini yukarıda sayılan kişilerin birinden, birkaçından veya tamamından isteyebilir. KTK m. 88'e göre, bir motorlu aracın katıldığı bir kazada, bir üçüncü kişinin uğradığı zarardan dolayı, birden fazla kişi tazminatla yükümlü bulunuyorsa, bunlar müteselsil olarak sorumlu tutulur. 6098 sayılı TBK m. 61'e göre ise, birden çok kişi birlikte bir zarara sebebiyet verdikleri veya aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu oldukları takdirde, haklarında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümler uygulanır.

Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr






#20
SGK'DAN KIDEM TAZMİNATINA ESAS YAZI ALMANIN ŞARTLARI
Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı Emeklilik Hizmetleri Genel Müdürlüğü'nün 22.06.2013 tarihli 2013/26 sayılı Genelgesinin 4. maddesinde; 4447 sayılı Kanunun 45. Maddesi ile 1475 sayılı İş Kanununun 14. Maddesinin birinci fıkrasına eklenen (5) numaralı bentle 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunun 60. maddesinin birinci fıkrasının (A) bendinin (a) ve (b) alt bentlerinde öngörülen yaşlar dışında kalan diğer şartları (sigortalılık süresi ile prim ödeme gün sayısı) veya aynı Kanunun Geçici 81. Maddesine göre yaşlılık aylığı bağlanması için öngörülen sigortalılık süresini ve prim ödeme gün sayısını tamamlayarak kendi istekleri ile işten ayrılmaları halinde, sigortalılara kıdem tazminatı ödeneceği öngörülmüştür.

Talep edenlere kıdem tazminatına esas yazının verilmesi için sigortalıların Kanunda öngörülen yaş dışındaki diğer koşulları (prim gün sayısı ve sigortalılık süresi) yerine getirmesi gerekmektedir.

Buna göre; yaş hariç emeklilik şartlarını taşıyan sigortalıların;
Son işyerinde en az 1 yıl çalışmak,
08.09.1999 tarihinden önce ilk sigortalılığı bulunan çalışanlar için 15 yıl sigortalılık şartı ve 3600 prim günü sigortalılık süresi bulunması,
08.09.1999 tarihi ile 30.04.2008 tarihleri arasında ilk sigortalılığı olan çalışanlar için, sigortalılık süresi göz önünde bulundurulmaksızın 7000 prim ödeme gün sayısı veya 4500 prim günü ve 25 yıl sigortalılık süresinin bulunması,
30.04.2008 tarihi ile 31.12.2008 tarihleri arasında ilk sigortalılığı olan çalışanlar için 4600 prim gün sigortalılık süresi bulunması,
01.01.2009 tarihi ile 31.12.2015 tarihleri arasında ilk sigortalılığı olan çalışanlar için 4600 – 5300 prim günü (her gün için 100 gün eklenerek hesaplanıyor) sigortalılık süresi bulunması,
01.01.2016 tarihinden sonra ilk sigortalılığı bulunan çalışanlar için 5400 prim günü sigortalılık süresi bulunması,
Halinde Sosyal Güvenlik Kurumu'ndan kıdem tazminatına esas yazı alınarak işten ayrılmak mümkündür.

Gerek sigortalılık süresi gerekse gün koşulunun tespitinde hizmet birleştirmeleri ile bu süreleri etkileyen faktörler (itibari hizmet süreleri, fiili hizmet süresi zamları gibi) dikkate alınmaktadır. Ancak, 2829 sayılı Kanunun 8 inci maddesine göre değerlendirme yapılmaksızın son statünün 4/1-(a) olması bu belgenin verilmesi için yeterli olacaktır.
Kıdem tazminatına esas yazının verilebilmesi için sigortalının müracaat tarihinde işten ayrılma koşulu aranmamaktadır.

18 yaşın doldurulmasından önceki hizmetler, emeklilik açısından prim ödeme gün sayısı olarak dikkate alınmakta ancak bu hizmetler emeklilik için gerekli sigortalılık süresinin hesabında dikkate alınmamaktadır. Kıdem tazminatı alma konusunda buna dikkat edilmelidir.

İşçinin tek taraflı olarak yaptığı istifanın ardından alacağı belgeyi sunması kıdem tazminatına hak kazandırmamaktadır. İstifa etmek isteyen işçi bulunduğu yerdeki Sosyal Güvenlik Kurumu'na başvurarak kıdem tazminatına esas yazı belgesini almalı ve akabinde bu belgeye dayanarak istifa etmesi gerekmektedir.

Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr