Haberler:

deneme

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - Avukat

#101
Aleykümselam. Sorunuzda pek bir açıklama yapmamışsınız. Sulh ceza mahkemesinde sanık sıfatıyla yargılandınız ve beraat ettiniz herhalde. Sizin bu durumda yapmanız gereken hiçbir şey yok. Adnan Bey'in de belirttiği gibi, karar temyiz edilmezse, beraat kararınız da kesinleşir. Harç bedelinin iadesiyle ilgili durumu Adnan Bey yanlışlıkla yazmış diye düşünüyorum. Ceza yargılamasında böyle bir durum söz konusu değil. Allah kolaylık versin...
#102
Alıntı yapılan: simal - 01 Temmuz 2013, 02:00:50
Gelen aramalara cevap vermediğim için mesaj gönderenler oluyor. Bunlardan biri gerçek adımı da biliyor.
   "Uyudun mu Şimal" şeklinde bir mesaj aldım. Ardından da "yoksa Burcu mu demeliydim?" yazmıştı. Hat benim adıma olmadığından numara ile araştırarak adımı bulmaları mümkün değil. Bu nedenle de beni tanıyan birinin parmağı olduğunu düşünmeye başladım.   
   Numarayı değiştirmek çok önemli olmasa da bunu yapan kişiyi bulmak ve ceza almasını sağlamak istiyorum. Hukuki olarak yapılabilecek hiçbir şey yokmudur?

Merhabalar. Savcılığa suç duyurusunda bulunurken dilekçenizde bu kısmı ve size bu mesajı gönderen telefon numarasını da yazmış mıydınız? Dilekçede açıklamadıysanız, mutlaka ikinci bir dilekçe vererek bu bilgiyi savcılıkla da paylaşın. Bu bilgiden yola çıkılarak suçluya ulaşılabilir. Bu yaşanan olayla ilgili savcılığı ne kadar aydınlatırsanız, soruşturma da o kadar hızlı ilerleyecektir. Dolayısıyla bu tarihten sonra da kayda değer bir gelişme olursa, bunu da savcılıkla paylaşın. Allah kolaylık versin...
#103
Merhabalar. Bahsettiğiniz bono hukuken geçerlidir ve borçlu yazıyla yazılmış olan elli bin TL'lik bedelden sorumludur. 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun konuyla ilgili maddeleri aşağıdadır. Allah kolaylık versin...


   4. Poliçe bedelinin çeşitli şekillerde gösterilmesi
   Madde 676- (1) Poliçe bedeli hem yazı hem de rakamla gösterilip de iki bedel arasında fark bulunursa, yazı ile gösterilen bedel üstün tutulur.
   (2) Poliçe bedeli yalnız yazıyla veya yalnız rakamla birden çok gösterilmiş olup da bedeller arasında fark bulunursa, en az olan bedel geçerli sayılır.

   C) Uygulanacak hükümler
   Madde 778- (1) Bononun niteliğine aykırı düşmedikçe;
   a) Poliçelerin cirosuna ilişkin 681 ilâ 690,
   b) Vadeye dair 703 ilâ 707,
   c) Ödeme hakkındaki 708 ilâ 712,
   d) Ödememe hâlinde başvurma haklarına dair 713 ilâ 727 ve 729 ilâ 732,
   e) Araya girme suretiyle ödemeye ilişkin 734, 738 ilâ 742,
   f) Suretler hakkındaki 746 ve 747,
   g) Değiştirmeye dair 748,
   h) Zamanaşımına dair 749 ilâ 751,
   ı) İptale dair 757 ilâ 765,
   i) Tatil günleri, sürelerin hesabı, atıfet sürelerine ilişkin yasak, poliçeye dair işlemlerin yapılması gereken yer ve imza hakkındaki 752 ilâ 756,
   j) Kanunlar ihtilâfına dair 766 ilâ 775 inci,
       Maddeler hükümleri bonolar hakkında da geçerlidir.
  (2) Ayrıca;
   a) Üçüncü bir kişinin yerleşim yerinden veya muhatabın yerleşim yerinden başka bir yerde ödenmesi şart olan poliçeye ilişkin 674 ve 697 nci,
   b) Faiz şartına dair 675 inci,
   c) Ödenecek bedele dair çeşitli beyanlar hakkındaki 676 ncı,
   d) Geçerli olmayan imzanın sonuçlarına ilişkin 677 nci,
   e) Yetkisiz veya yetkiyi aşan kimsenin imzasına ilişkin 678 ve 679 uncu,
   f) Açık poliçeye dair 680 inci,
   Madde hükümleri de bonolara uygulanır.
   (3) Avale ilişkin 700 ilâ 702 nci Maddeler de bonolar hakkında uygulanır.
   (4) 701 inci Maddenin dördüncü fıkrasında öngörülen hâlde aval, avalin kimin hesabına verildiğini göstermezse, bonoyu düzenleyen kimse hesabına verilmiş sayılır.
#104
Yasal bir zorunluluk yok. Bununla birlikte bankalar mutlaka hayat sigortası da yaptırmak ister. Aslında bu bir yönüyle kredi kullanan kişinin de yararına bir uygulama fakat dini açıdan caiz olmadığı yönünde çokça görüş bulunduğundan dolayı birçok kişi -dini gerekçelerle- yapılmasını istemiyor. İstemeyenlerin bir bölümü de doğal olarak sigorta bedelini karşılamak istemediğinden istemiyor. Durum özetle bu şekilde...
#105
Merhabalar.

Alıntı Yapİlama müstenit nafakadan anlamamız gereken boşanma ilamının hüküm bölümünde nafakanın tutar (TL.sı şeklinde rakamla yazılarak) yer alması mıdır?

Boşanma davası, nafaka davası gibi bir dava neticesinde verilen mahkeme kararında (ilam) nafakaya ilişkin açık bir hüküm varsa veya bir mahkeme, yargılama devam ederken ara karar ile nafakaya ilişkin geçici bir hükme varmışsa, mahkeme kararına istinat eden bu nafaka çeşidine "ilama müstenit nafaka" denir. Aşağıda konuyla ilgili bir Yargıtay kararında kavramın izahı yapılmış. Allah kolaylıklar versin...



T.C.
YARGITAY
12.Hukuk Dairesi
Esas: 2002/14311
Karar: 2002/15013
Karar Tarihi: 09.07.2002

(2004 S. K. m.83) (818 S. K. m.507) (4721 S. K. m.176) (743 S. K. m.145)

Dava: Yukarıda tarih ve numarası yazılı merci kararının müddeti içinde temyizen tetkiki Alacaklı vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü :

Karar: Taraflar arasında görülmekte olan boşanma davası sırasında 7.12.2000 tarihli ara kararı ile alacaklı lehine aylık 35.000.000.-TL. tedbir nafakasına hükmedilmiş 1.5.2001 tarihinde alacaklı tarafından genel haciz yolu ile bu nafaka takibe konu edilmiştir. Bilahare 21.6.2001 tarihli boşanma ilamı ile dava tarihinden itibaren aylık 50.000.000.-TL. yoksulluk nafakasına hükmedilmiş ve bu nafaka alacağı da 7.1.2002 tarihli takiple ilamlı icraya konu edilmiştir. Borçlu koca aynı ilamda lehlerine verilen ücreti vekalet ile ilgili yaptığı 2001/2379 esas sayılı dosyada birikmiş nafaka alacağı üzerinden kendi alacağı için haciz konulmasını istemesi üzerine icra müdürlüğünce para üzerine haciz konulmuştur. Alacaklının İİK.nun 83. maddesine aykırı olduğundan bahisle Merciye yaptığı şikayet, birikmiş nafakaların haczinin mümkün olduğundan bahisle Mercice reddedilmiştir.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, ilama müstenit olan nafakadan kastedilen şey, dava sırasında hakimlikçe kişinin yaşamını sürdürmek için öncelikle ve zaruri olarak hükmedilen bir para olup, ara kararı ile takibe konulmasındaki amaçta dava sonucu beklenmeksizin nafakanın bir an önce tahsilinin gerekmesidir. Başka bir anlatımla nafakanın ilama bağlanıp bağlanmaması bu gibi hallerde sonuca etkili değildir. İİK.nun 83. maddesinde "ilama müstenit olmayan" nafaka tabirinden anlaşılması gereken ise B.K.nun 507. maddesinde olduğu gibi mukaveleye müstenit nafakalardır. Yani zaruri olduğundan hakimlikçe hüküm altına alınan nafaka değil, tarafların serbest iradesi ile anılan madde koşullarındaki kararlaştırılan iradlardır. Hal böyle olunca lehine hükmedilen kişinin geçimi için zorunlu olan M.K.nun hükümlerine göre verilen nafakanın birikmesi (teraküm) etmesi halinde dahi niteliği itibariyle haczi caiz değildir. Mercice aksine düşüncelerle şikayetin reddine karar verilmesi isabetsizdir.

Sonuç: Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile merci kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK.366. ve HUMK.428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, 9.7.2002 gününde oybirliği ile karar verildi.
#106
Merhabalar. Alacağınızı teminat altına alma imkanınız varsa, öncelikle bu yolu deneyin. Mesela görüştüğünüz şirket yetkililerine şunu söyleyin: Tamam, bir süre daha bekleyelim ancak siz de alacağımıza karşılık bize çek verin ve çekin arkasını şirketin hakim hissedarları cirolasın. Şayet bu talebiniz kabul edilirse, bir iki ay daha bekleyebilirsiniz. Zira çeke istinaden yapılacak bir icra takibi size çok zaman kazandıracak ve gerektiğinde icra takibi öncesinde ihtiyati haciz kararı alabilmeniz için de büyük kolaylık sağlayacaktır. Çek verilecekse, mutlaka imzaların sizin huzurunuzda atılmasını sağlayın, önceden imzalanmış bir çeki kabul etmeyin. İmza hususu çok ama çok önemli. Bu talebiniz kabul edilmezse, daha fazla beklemeden icra takibi başlatmanız en sağlıklı yol olacaktır. Faturaya istinaden icra takibi başlatılırsa, takibiniz çeke veya bonoya istinat etmeyeceği için karşı taraf bu takibe kolaylıkla itiraz edip takibi durdurma yoluna gidebilir. İtiraz gelirse, itirazın iptali davası açılması gerekecektir. İcra takibinin başlatılması, itirazın gelmesi, itirazın iptali davasının açılması, mahkemenin karar vermesi, karşı tarafın kararı temyiz etmesi derken, süreç aşağı yukarı birbuçuk iki yıla yakın bir zamana yayılabilir. Karşı taraf icra takibine itiraz etmezse, elbette bu gereksiz zaman kaybı da yaşanmayacak ve takip başlangıcından bir ay kadar sonra haciz işlemi yapılabilecektir. Durum özetle bu şekilde. Allah kolaylıklar versin...
#107


Bingöl'de 2 yıl önce 16 yaşındaki E.A. adlı kıza tecavüz ettikleri gerekçesiyle tutuklu yargılanan 4 uzman çavuşun bir üst mahkemeye yapılan itiraz sonucu serbest kalması, kentte tepkilere yol açtı.

Solhan İlçesi'nde 16 yaşındaki E.A., geçen ay Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunarak, 2 yıl önce uzman çavuş Y.A. tarafından kaçırılarak cinsel istismara uğradığını, daha sonraki tarihlerde defalarca uzman çavuş Y.A. ve arkadaşları İ.Y., M.T., M.K. ve soyadını bilmediği H. adlı diğer uzman çavuşların cinsel istismar ve tecavüzüne uğradığını belirterek, söz konusu kişilerden şikayetçi oldu.

Başvurudan sonra açılan soruşturma kapsamında tutuklanan uzman çavuşlar Y.A., İ.Y., M.T. ve M.K.'nın bir üst mahkemeye yapılan itiraz sonucu tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılması, Bingöl'de tepkilere yolaçtı. Haberi duyanlar, twitter ve facebook üzerinden birleşerek Bingöl Adliyesi önünde toplandı. Burada toplanan yaklaşık bin kişi adına konuşan İHD Bingöl Şube Başkanı Mehmetcan İnce, kararın vahim olduğunu belirterek, "Bu gün adliyenin önünde toplanmamızın nedeni, çok vahim bir durumla karşı karşıya olduğumuz ve dünyada hiçbir vicdanın, hiçbir felsefenin, hiçbir dinin kabul edemeyeceği, hoş göremeyeceği bir vaka. Çocuk denilebilecek çağda, yaşta olan bir insana yapılan bu zulmü, bu durumu, yani hangi mahkeme bunu yargılar da böyle faillerini serbest bırakır. Bu nasıl bir adalettir? Böyle bir adalet olmaz. Yani böyle bir çifte standart olmaz. Böyle suçun cezasız kalması düşünülmemeli" dedi.

Yapılan konuşmaların ardından kalabalık grup, slogan atarak valilik binasına kadar yürüdü. Valilik binasının bulunduğu Dörtyol Mevki'ine gelen kalabalık grup, olaysız dağıldı.

BELEDİYE BAŞKANI: LANETLİYORUM

Bingöl Belediye Başkanı Serdar Atalay, küçük bir kız çocuğuna karşı böyle bir eylemin gerçekleştirilmesi ihtimalinin, insanlıktan ve ahlaktan nasibini alamamanın en açık ve en acı örneği olduğunu dile getirdi.

Atalay, "Bizi biz yapan; inancımızdan beslenen ahlakımızın, örfümüzün ve namus gibi en önemli değerlerimizin korunması ve muhafaza edilmesi, toplumu ayakta tutan en önemli etkenlerdir. Cinsel istismar gibi ahlaksızlığın en uç örneği sayılabilecek olan bu tür hadiseler, bizi derinden etkilemektedir. Bu hadiseler büyük birer faciadır, toplumun ar damarına vurulan büyük darbelerdir. Ahlak ve insanlık dışı bu tür eylemleri lanetliyor ve sanıklar hakkında devam etmekte olan yargı sürecinin, kamuoyunun vicdanını rahatlatacak şekilde sonuçlanmasını temenni ediyorum" diye konuştu.

Bakanlık'tan cinsel istismar davasına itiraz

Bingöl'de reşit olmayan kız çocuğuna cinsel istismar iddiasıyla başlatılan soruşturma sürecini müdahil olarak takip eden Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nca, tutuksuz yargılamaya itiraz edildi.

Zanlılardan gelebilecek tehditlere karşı 16 yaşındaki E.A. için koruma kararı alındı.

Bakanlıktan yapılan açıklamaya göre, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin'in talimatıyla Bingöl'e giden ekip, 16 yaşındaki E.A'ya cinsel istismarda bulundukları iddiasıyla gözaltına alınan kişilerin tutuksuz yargılanmasına itiraz etti.

Ayrıca faillerden gelebilecek tehditlere karşı çocukla ilgili koruma kararı alındı. Faillerin çocuğu tehdit etmeleri, bulunduğu yere yaklaşmaları ya da iletişim araçlarını kullanarak temas kurmaları durumunda zorlama hapis cezası verilmesi kararlaştırıldı.

E.A.'nın ifadesi üzerine başlatılan soruşturma kapsamında gözaltına alınan 8 kişi, sevk edildikleri adli mercilerce tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı.

Öte yandan, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın bugüne kadar müdahil olduğu 125 davadan altısı sonuçlandı ve ve davalarda en üst düzeyden ceza çıktı.

http://www.haber7.com/guncel/haber/1040642-bakanliktan-cinsel-istismar-davasina-itiraz
#108
Merhabalar. Şayet senedinizi alırken sözleşmenin de feshedilmiş olduğunu karşılıklı olarak imza altına aldıysanız, bu aşamadan sonra sorun yaşamazsınız muhtemelen. Diğer türlü ileride bir icra takibine muhatap olabilirsiniz. Allah kolaylık versin...
#109
Merhabalar. Öncelikle bir avukatla anlaşmanızı tavsiye ediyorum. Kat Mülkiyeti Kanunu çerçevesinde konuyla ilgili detaylı bilgiyi BURADAN okuyabilirsiniz. Allah kolaylık versin...
#110
5235 Sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev Ve Yetkileri Hakkında Kanun'da geçen mahkemelerin görevlerine ilişkin maddeler aşağıdadır:

SULH CEZA MAHKEMESİNİN GÖREVİ

Madde 10 - Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, iki yıla kadar (iki yıl dahil) hapis cezaları ve bunlara bağlı adli para cezaları ile bağımsız olarak hükmedilecek adli para cezalarına ve güvenlik tedbirlerine ilişkin hükümlerin uygulanması, sulh ceza mahkemelerinin görevi içindedir.

ASLİYE CEZA MAHKEMESİNİN GÖREVİ

Madde 11 - Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, sulh ceza ve ağır ceza mahkemelerinin görevleri dışında kalan dava ve işlere asliye ceza mahkemelerince bakılır.

AĞIR CEZA MAHKEMESİNİN GÖREVİ

Madde 12 - (Değişik madde: 31/03/2005 - 5328 S.K./10.mad)

Kanunların ayrıca görevli kıldığı haller saklı kalmak üzere, Türk Ceza Kanununda yer alan yağma (m.148), irtikap (m. 250/1 ve 2), resmi belgede sahtecilik (m.204/2), nitelikli dolandırıcılık (m. 158), hileli iflas (m. 161) suçları ile ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis ve on yıldan fazla hapis cezalarını gerektiren suçlarla ilgili dava ve işlere bakmakla ağır ceza mahkemeleri görevlidir.


Buna göre kaba taslak iki ila on yıl arası hapis cezası verilebilecek suçlarla ilgili açılmış olan davalar Asliye Ceza Mahkemelerinde görülür diyebiliriz. Temyizle ilgili sorunuzun cevabını BURADAN okuyabilirsiniz. Allah kolaylık versin...
#111
Merhabalar.

Alıntı Yapsenedi düzenleyen kişi tanzim tarihi ile keşide tarihini 26.06.2011 olacak şekilde doldurmuş.Yani her iki tarihte aynı.

Tanzim tarihi ve keşide tarihi aynı demişsiniz. Sanıyorum aynı olduğunu belirttiğiniz tarihlerden birini vade tarihi veya tediye tarihi olarak yazacaktınız. Bonoda ayrı bir vade tarihi belirlenmişken tanzim tarihi ile tediye tarihi olarak sehven aynı tarih yazılmışsa, böyle bir durum bononun geçerliliğini etkilemeyecektir. Dolayısıyla böyle bir bonoya istinaden icra takibi yapılabilir. Aşağıda bu konuya ilişkin emsal bir Yargıtay kararı bulunmaktadır. Allah kolaylık versin...



T.C.
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi
E:2005/17619
K:2005/17739
T:22.09.2005

6762 s. Yasa m. 688
2004 s. Yasa m. 170

   Mahkeme kararının müddeti icinde temyizen tetkiki alacaklı vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:
   KARAR : Takip dayanağı bononun tanzim tarihinin 18.05.2000 olduğu tartışmasızdır. Bononun üst bölümünde ve vade yazılı kısmında vade tarihi 30.07.2000 olarak yazılmış ve aynı tarih bono metnindeki vade kısmında da belirtilerek dayanak bono usulüne uygun olarak düzenlenmiştir.
   Bonoda tanzim tarihi 18.05.2000 olarak yazıldığı ve bu tarihin ayrıca bononun üst kısmında, "tediye tarihi" kısmında tekrar edildigi görülmektedir. Tanzim tarihinin bu sekilde ve tediye tarihı bolümunde tekrar edilmis olması, 2. bir vade tarihi olarak kabul edilemeyeceği için bononun vasfını etkilemez ( Dairemizin 24.04.2003 T. 2003/6584 E. - 9218 K. 7, HGK 07.03.1990 gun ve 1989/68 E. - 1990/154 K. sayılı kararları ).
   O halde, takip dayanağı senet bono vasfında olduğuna gore, mahkemece borclunun diger itiraz nedenlerinin ıncelenerek oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde takibin iptali yolunda hüküm tesisi isabetsizdir.
   SONUÇ : Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İ.İ.K. 366 ve H.U.M.K.'nun 428. maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA ), 22.09.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi.
#112
Merhabalar. Öncelikle İş Kanunu'nun 21. maddesi (maddenin tam metni aşağıdadır) gereğince kesinleşen kararın mahkemece size tebliğ edildiği tarihten itibaren on iş günü içinde işverene mutlaka yazılı olarak başvuruda bulunarak mahkeme kararının yerine getirilmesi talebinizi ve bu yolla çalışma iradenizi açıkça ortaya koyun, sizde kalacak başvuru dilekçesine de kaşe-tarih-imza ile alındı yaptırıp saklayın. İşverene bizzat başvuru yapmanız zor olacaksa, bu başvuruyu noter kanalıyla da yapabilirsiniz. Aşağıda konuyla ilgili emsal bir Yargıtay Kararı bulunuyor. Hesaplama sonraki iş. Allah kolaylık versin...



     Geçersiz sebeple yapılan feshin sonuçları
     Madde 21 - İşverence geçerli sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli olmadığı mahkemece veya özel hakem tarafından tespit edilerek feshin geçersizliğine karar verildiğinde, işveren, işçiyi bir ay içinde işe başlatmak zorundadır. İşçiyi başvurusu üzerine işveren bir ay içinde işe başlatmaz ise, işçiye en az dört aylık ve en çok sekiz aylık ücreti tutarında tazminat ödemekle yükümlü olur.
     Mahkeme veya özel hakem feshin geçersizliğine karar verdiğinde, işçinin işe başlatılmaması halinde ödenecek tazminat miktarını da belirler.
     Kararın kesinleşmesine kadar çalıştırılmadığı süre için işçiye en çok dört aya kadar doğmuş bulunan ücret ve diğer hakları ödenir.
     İşçi işe başlatılırsa, peşin olarak ödenen bildirim süresine ait ücret ile kıdem tazminatı, yukarıdaki fıkra hükümlerine göre yapılacak ödemeden mahsup edilir. İşe başlatılmayan işçiye bildirim süresi verilmemiş veya bildirim süresine ait ücret peşin ödenmemişse, bu sürelere ait ücret tutarı ayrıca ödenir.
     İşçi kesinleşen mahkeme veya özel hakem kararının tebliğinden itibaren on işgünü içinde işe başlamak için işverene başvuruda bulunmak zorundadır. İşçi bu süre içinde başvuruda bulunmaz ise, işverence yapılmış olan fesih geçerli bir fesih sayılır ve işveren sadece bunun hukuki sonuçları ile sorumlu olur.
     Bu maddenin birinci, ikinci ve üçüncü fıkra hükümleri sözleşmeler ile hiçbir suretle değiştirilemez; aksi yönde sözleşme hükümleri geçersizdir.


T.C.
YARGITAY
9. Hukuk Dairesi
E:2008/25997
K:2010/13749
T:17.05.2010

4857 s. Yasa m. 21/5, 34, 56

Davacı, icra takibine yapılan itirazın iptali ile icra inkar tazminatına hükmedilmesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkeme, davayı reddetmiştir.
Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup, düşünüldü.
YARGITAY KARARI
1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davacının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2- İşe iade davası sonunda İşçinin başvurusu, işverenin işe başlatmaması ve buna bağlı olarak işe başlatmama tazminatı ile boşta geçen süreye ait ücret ve bunlarla bağlantılı olarak da davacının kıdem tazminatına ve yıllık izin ücretine hak kazanıp kazanmayacağı konularında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.
Davacı vekili, müvekkilinin davalı aleyhine açtığı İstanbul 4. İfl Mahkemesi 2003/783-2004/442 sayılı dosyası ile işe iadesine karar verildiğini, dosyanın kesinleşmesi üzerine müvekkilinin 15.02.2005 tarihli noter ihtarı ile işe başlatılmasını talep ettiğini, davalının işe başlatılmadığını, boşta geçen süre ücreti, işe başlatmama tazminatı, ödenmeyen kıdem tazminatı, fazla çalışma ücreti ve ödenmeyen 7 günlük ücretli izin alacağı için İcra Takibi başlatıldığını (Büyükçekmece 2. İcra Müdürlüğü 2005/5687) davalının sadece işe iade dosyasındaki vekalet ücreti ve yargılama gideri ile bakiye harcı icra dosyasına yatırdığını, diğer alacak kalemlerindeki takibe haksız olarak itiraz ettiğini ileri sürerek itirazın iptaline %40'dan aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatına hüküm kurulması istenmiştir. Davalı vekili, Davacının işe iade kesinleşme kararının kendisine tebliğinden itibaren yasanın aradığı 10 günlük sürede de işverene başvurmadığını,
İcra takibinde istenen boşta geçen süre ücreti ve işe başlatmama tazminatı miktarının fahiş olduğunu, davacının son aylık brüt ücretinin 784,00.-TL. olduğunu,
Davacının icra takibi ile talep ettiği kıdem tazminatı, fazla çalışma ücreti ve ücretli izin alacağı hakkında 07.10.2003 tarihli ibrarnameyi verdiğini, herhangi bir fazla çalışma ve izin alacağı bulunmadığının, faiz işletilmesinin de yasal olmadığını ileri sürerek davanın reddine ve davacı aleyhine %40'dan az olmamak üzere icra inkar tazminatına karar verilmesini savunmuştur.
Yerel mahkeme "Davacı vekilinin işe iade davası kesinleşme kararını 04.02.2005 tarihinde tebliğ aldığı, 15.02.2005 tarihinde 10 günlük süre geçtikten sonra davalıya işe iade için noter aracılığı ile başvurduğu anlaşıldığından, fesih geçerli hale geldiğinden işe iadenin sonuçları olan taleplerin reddine karar verildiği ve davacı taraf fazla mesai yaptığının somut delillerle ispatlayamadığından bu talebin de reddine karar verildiği" gerekçesi ile davanın reddine hüküm kurmuştur.
4857 sayılı İş Kanunu'nun 21. maddesinin 5. fıkrasına göre, İşçi kesinleşen mahkeme kararının kendisine tebliğinden itibaren 10 iş günü içinde işe başlamak için işverene başvuruda bulunmak zorundadır. Aksi halde işverence yapılan fesih geçerli bir feshin sonuçlarını doğurur. Aynı maddenin 1. fıkrasına göre de işveren işe iade için başvuran İşçiyi 1 ay içinde işe başlatmak zorundadır. Aksi halde en az 4. en çok 8 aylık ücret tutarında belirlenen iş güvencesi tazminatı ile boşta geçen süreye ait en çok 4 aya kadar ücret ve diğer hakları ödenmelidir.
İşçinin işe iade yönündeki başvurusu samimi olmalıdır. İşçinin gerçekte işe başlamak niyeti olmadığı halde, işe iade davası sonuçlarından yararlanmak için yapmış olduğu başvuru geçerli bir işe iade yönünde başvurusunun ardından, işverenin daveti üzerine işe başlamamış olması halinde, İşçinin gerçek amacının işe başlamak olmadığı kabul edilmelidir. Bu durumda işverence yapılan fesih 4857 sayılı İş Kanunu'nun 21/5. maddesine göre geçerli bir feshin sonuçlarını doğurur. Bunun sonucu olarak da, işe iade davasında karara bağlanan işe başlatmama tazminatı ile boşta geçen süreye ait ücret ve diğer hakların talebi mümkün olmaz. Ancak, geçerli sayılan feshe bağlı olarak İşçiye ihbar ve koşulları oluşmuşsa kıdem tazminatı ödenmelidir. (Yargıtay 9. HD. 14.10.2008 gün 2008/29383 E. 2008/27243 K.)
İşe iade yönündeki başvurunun 10 iş günü içinde işverene bildirilmesi gerekmekle birlikte tebligatın postada gecikmesinden İşçinin sorumlu olması düşünülemez.
İşverenin de İşçinin işe başlama isteğinin kabul edildiğinin 1 ay içinde İşçiye bildirmesi gerekmekle birlikte, tebligat sorunları sebebiyle bildirimin süresi içinde yapılmaması halinde bundan işveren sorumlu tutulamaz. İşverence yasal süre içinde gönderilmiş olsa da İşçinin bir aylık işe başlatma süresi aşıldıktan sonra eline geçen bildirim üzerine makul bir süre içinde işe başlaması gerekir. Burada makul süre İşçinin işe davet içeren bildirim anında işyerinin bulunduğu yerde ikamet etmesi durumunda en fazla 2 günlük süre olarak değerlendirilebilir. İşçinin işe iadeyi içeren tebligatı işyerinden farklı bir yerde alması halinde ise 4857 sayılı İş Kanunu'nun 56. maddesinin son fıkrasında izinler için ön görülen en çok 4 güne kadar yol süresi makul süre olarak değerlendirilebilir. Bu durumda İşçinin en fazla 4 gün içinde işe başlaması beklenmelidir.
İşverenin işe davete dair beyanının da ciddi olması gerekir. işverenin işe başlatma amacı olmadığı halde işe başlatmama tazminatı ödememek için yapmış olduğu çağrı, gerçek bir işe başlama daveti olarak değerlendirilemez.
İşçinin işe iadesi sonrasında başvurusuna rağmen işe başlatılmaması halinde, işe başlatılmayacağının sözlü ya da eylemli olarak açıklandığı tarihte veya bir aylık başlatma süresinin sonunda is sözleşmesi işverence feshedilmiş sayılır. Fesih tarihindeki ücrete göre işe başlatmama tazminatı ödenmelidir.
İşe başlatmama tazminatının da fesih tarihindeki ücrete göre hesaplanması gerekir. İşçinin işe başlatılmadığı tarih, işe başlatmama tazminatının muaccel olduğu andır. Bahsi geçen tazminat yönünden faize hak kazanmak için kural olarak işverenin temerrüde düşürülmesi gerekir. Ancak İşçinin işe iade başvurusunda işe   alınmadığı taktirde işebaşlatmama tazminatının ödenmesini talep etmiş olması durumunda işverenin ayrıca temerrüde düşürülmesi gerekmez ve bahsi geçen tazminat muaccel olduğu anda işverence ödenmelidir.
boşta geçen süreye ait 4 aya kadar ücret ve diğer hakları ise, feshi izleyen dönem ücretlerine göre hesaplama yapılmalıdır. Sözü edilen alacak İşçinin işe iade için başvurduğu anda muaccel olur.
Boşta geçen sürenin en çok 4 aylık kısmı içinde gerçekleşen diğer haklar kavramına, ikramiye, gıda yardımı, yol yardımı, yakacak yardımı ve servis gibi parasal haklar dahil edilmelidir. Söz konusu hesaplamaların İşçinin belirtilen dönemde işyerinde çalışıyormuş gibi yapılması ve para ile ölçülebilen tüm değerlerin dikkate alınması gerekir. Bununla birlikte İşçinin ancak çalışması ile ortaya çıkabilecek olan arızi fazla çalışma ücreti, hafta tatili ile bayram ve genel tatil günlerinde çalışma karşılığı ücret ile satışa bağlı prim gibi ödemelerin, en çok 4 ay kadar boşta geçen süre içinde ödenmesi gereken diğer haklar kıvamında değerlendirilmesi mümkün olmaz.
Boşta geçen süreye ait ücret ve diğer haklar ile işe başlatmama tazminatı brüt olarak hüküm altına alınmalı ve kesintisiz infaz sırasında gözetilmelidir.
İşe iade davası ile tespit edilen en çok 4 aya kadar boşta geçen süreye ait ücret ve diğer haklar için de 4857 sayılı İş Kanunu'nun 34 . maddesinde sözü edilen özel faiz türü uygulanmalıdır. Ancak işe başlatmama tazminatı niteliği itibarıyla tazminat olmakla uygulanması gereken faiz yasal faiz olmalıdır.
Somut olayda davacı vekili işe iade dosyasının kesinleştiğine dair kararı 04.02.2005 tarihinde tebellüğ etmiştir. Müvekkilinin işe başlatılması için ihtarnameyi noterden 15.02.2005 tarihinde göndermiştir. Davacının yasal 10 ifl günü içerisinde işe başlatılması konusunda davalıya başvurduğu kabul edilmelidir. Çünkü Pazar günleri işgününden sayılmaz. Böyle olunca, mahkemenin yasada 10 ifl günü olarak düzenlenen süreyi, 10 gün olarak algılayarak süresinde işe başlama talebinde bulunulmadığı kabulü isabetli olmamıştır.
Dosya içinde bulunan bilirkişi raporu, bilgi ve belgeler bir değerlendirmeye tabi tutularak davanın kısmen kabulüne karar vermek gerekirken tamamının reddine hüküm kurulması hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 17.05.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
#113
Mal beyanında bulunmayana hapis cezası uygulanmaz. Sizin borcunuzdan dolayı bir başkasının (babanızın, eşinizin, çocuğunuzun, vs.) malvarlığına haciz de konulamaz.
#114
Merhabalar. Onbir sene boyunca yasal hiçbir işlem yapmamışlarsa, bahsettiğiniz alacak zamanaşımına maruz kalmıştır; böyle bir durumda hakkınızda icra takibi başlatılırsa, bu takibe karşı zamanaşımı itirazında bulunabilirsiniz. Zamanaşımıyla ilgili detaylı bilgiye BURADAN ulaşabilirsiniz. Allah kolaylıklar versin...
#115
Merhabalar.

Alıntı Yapbu borcumu vergi dairesine gidip diğer ödemelerimi yaptığım da hiçbir faiz uygulanmıyor hatta bi tanıdığımız da vardı ödemene şuan gerek yok hiç faiz uygulanmıyor diyordu

Trafik cezası bedellerine faiz uygulanmadığı yönündeki bilgilendirme yanlış. Faiz uygulanıyor, üstelik uygulanan faiz oranları da hayli yüksek. İtiraz süresi geçtiği için artık itiraz edebilmeniz de mümkün değil. En güzeli, vergi dairesinin taksitli ödeme teklifine uygun şekilde ödeme yaparak borcunuzu kapatmanız. Şayet bir icra takibi yapılırsa, doğal olarak borcunuz da artacaktır. Allah kolaylıklar versin...
#116


Çağlayan'daki İstanbul Adalet Sarayı'nda 12.00'de toplanan avukatlar Gezi Parkı olaylarını protesto etmek istedi. Polis müdahale ederek 2 avukatı gözaltına aldı. Bunun ardından yaklaşık 100 avukat adliyedeki karakolun önünde slogan atarak oturmaya başladı. Polis bunun üzerine toplam 49 avukatı gözaltına aldı. Ünlü Avukat Ali Rıza Dizdar da gözaltına alınan isimler arasında. Avukatlar Haseki Hastanesi'nde sağlık kontrolünden geçirildikten sonra serbest bırakıldı.

Avukatların yaklaşık bir saat boyunca oturmasının ardından Çevik Kuvvet polisi yeniden adliyeye girdi. Avukatların etrafını çeviren polis daha sonra gözaltına almaya başladı. Avukatların direnmesi üzerine polis yine zor kullandı. Bu sırada bazı avukatların yerde sürüklendikleri görüldü.

POLİSE TEPKİ GÖSTERENLER SU ŞİŞESİ VE ÇAKMAK FIRLATTI
Olaya adliyenin üst katlarında toplanan bazı kişiler de tepki gösterdi. Bu sırada üst katlardan polise su şişeleri ve çakmakların atıldığı görüldü.

49 AVUKAT GÖZALTINDA
Adliyedeki olaylarda aralarında tanınmış avukat aynı zamanda Beşiktaş Yüksek Divan Kurulu Üyesi Avukat Ali Rıza Dizdar ile KCK davası avukatlarından Sinan Zincir, Hüseyin Boğatekin, Suat Eren'in de olduğu 49 avukat gözaltına alındı. Gözaltına alınan avukatlardan 16'sı kadın.

Çağlayan'da bulunan İstanbul Adliyesi'nde, Gezi Parkı eylemlerine destek eylemler yapan 16'sı kadın 49 avukat gözaltına alındı. Aralarında BJK Yüksek Divan Kurulu Üyesi Avukat Ali Rıza Dizdar'ın da bulunduğu avukatlar gözaltı işlemlerinin yapılması süresince çevik kuvvet otobüslerinde bekletildi.

KARGA TULUMBA TAŞINDI, KELEPÇELENEREK GÖZALTINA ALINDI
Avukat Hüseyin Boğatekin gözaltına işlemine en şiddetli direnenlerden biriydi. Boğatekin, kol ve bacaklarından tutan polisler tarafından, karga tulumba adliyeden çıkarıldı. Avukat Hüseyin Boğatekin bu sırada yine gözaltına alınmaya karşı çıktı, slogan attı. Bi ara yere düşen Boğatekin plastik kelepçeyle kelepçelenerek gözaltına alında.

GÖZALTINA ALINANLARIN ÇOĞU CÜPPELİYDİ
Adliyeden teker teker çıkarılan avukatların çoğunun üstünde cüppelerinin olduğu görüldü.

GÖZALTINA ALINANLAR EMNİYETTE
Gözaltına alınanlar Çevik Kuvvet otobüslerine bindirildi. Avukatların emniyet'e götürüleceği sırada dışarıda toplanan bir başka grup araçların önünü kesti. Bunun üzerine Çevik Kuvvet, müdahale ederek araçlara yol açtı. Açılan yoldan ilerleyen araçlar adliyeden ayrıldı. Grubun polise tepkisi bir süre daha devam etti. C kapısından giriş bir süreliğine kapatıldı.

SİVİL POLİS AVUKATIN RESMİNİ ÇEKMEK İSTEDİ

Bu arada, Çağlayan Adliyesi'nde avukatlara yönelik müdahalenin gerisinde Gezi Parkı protestoları değil, bir sivil polisin turnikeden geçen avukatın resmini çekmek istemesinden kaynaklandığı iddia edildi. Söz konusu tartışmadan sonra onlarca avukat turnikelerin olduğu noktaya yöneldi.

BARO BAŞKANI ADLİYEDE
Öte yandan İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal da saat 14.30 sıralarında İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı'yla görüşmek üzere adliyeye geldi.

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu da, Baro yönetimi olarak yola çıktıklarını İstanbul'a geleceklerini açıkladı. Feyzioğlu Twitter hesabında şu mesajı paylaştı: "İstanbul barosu mensubu yaklaşık 30 avukat Adliye'de yaka paça gözaltına alındı. Destek için TBB yönetimi olarak yola çıktık.

AVUKATLAR SERBEST KALDI

Haseki Hastanesi'nde sağlık kontrolünden geçirilen avukatlar daha sonra serbest bırakıldı.


http://www.hurriyet.com.tr/gundem/23481104.asp

http://www.youtube.com/watch?v=m5uPkhdiYMw#

http://www.youtube.com/watch?v=0oBYYUMefUo#ws

Avukat!, Prof. Dr. Ersan Şen, haber7.com

Hukuk devletinde herkes, yasama organının düzenlediği kanunlara ve kanunlara göre çıkarılan alt normlara uymak zorundadır.

Hukuk kurallarından kaynaklanan hak, yetki ve sorumluluklar, bir keyfilik, imtiyaz veya üstünlük değildir. Anayasa ve uluslararası sözleşmelerde tanımlanan hukukun evrensel ilke ve esaslarına uygun olmak kaydı ile çıkarılan her kanunun bir mantığı, amacı ve fonksiyonu vardır.

Avukatların görev, hak, yetki ve sorumluluklarını düzenleyen Avukatlık Kanunu da, bağımsız savunmayı temsil eden avukatlarla ilgili hükümler öngörmüştür. Avukatlık Kanunu, özel bir kanun statüsünde olması sebebiyle avukatlar yönünden tüm kanunlardan önce uygulanmak zorundadır.

1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 1. maddesine göre, "Avukat, yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı serbestçe temsil eder". Türk Ceza Kanunu'nun "Tanımlar" başlıklı 6. maddesinde de avukatlar, "yargı görevini yapan" olarak tanımlanmıştır.

Kamu hizmeti gören ve kuvvetler ayrılığında yargı erkinin kurucu unsurlarından kabul edilen avukata, görevinden doğduğu veya görevi sırasında işlediği iddia edilen suçlardan dolayı ne şekilde muamele edileceği, Avukatlık Kanunu'nun 58 ila 62. maddelerinde ve 01.01.2006 tarihli Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü'nün 13 Numaralı Genelgesi'nde gösterilmiştir.

Bu sebepledir ki, görevi sırasında veya yaptığı görevden dolayı avukata karşı işlenen suçlar hakkında, bu suçların hakimlere karşı işlenmesine ilişkin hükümler uygulanır. Yine bu sebepledir ki, ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren bir suçtan dolayı suçüstü hali dışında, görevinden doğduğu veya görevi sırasında işlediği iddia olunan bir suçtan dolayı Adalet Bakanlığı'nın izni olmaksızın avukat hakkında cumhuriyet savcısı tarafından soruşturma başlatılabilmesi mümkün olmadığı gibi, avukatların üzerleri dahi aranamaz. Hatta avukatların ofisleri ve konutları, sadece hakim kararına bağlı olarak, kararda belirtilen konu ile sınırlı olmak kaydı ile cumhuriyet savcısının denetiminde ve baro temsilcisinin katılımı ile aranabilir.

Tüm bu kurallar, keyfi şekilde ve sırf bir kamu hizmeti olan avukatlık mesleğini icra eden insanları, yani onların şahıslarını korumak ve onlara ayrıcalık tanımak amacıyla konulmamıştır.

Milletvekilleri, kamu görevlileri, hakim ve savcılar için öngörülen özel soruşturma ve kovuşturma yöntemleri, sırf bu insanların şahıslarını korumak ve onlara özel imtiyaz sağlamak için değil, görevlerini baskı altında olmaksızın, tarafsız bir şekilde ve güvence ile yerine getirmeleri amacıyla kabul edilmiştir. Avukatlar hakkında da aynı mantık ve gerekçe ile ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren bir suçtan dolayı suçüstü hali hariç olmak üzere avukatın görevinden doğduğu veya görevi sırasında işlediği iddia olunan suçtan dolayı özel soruşturma ve kovuşturma yöntemi düzenlenmiştir. Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçların neler olduğu 5235 sayılı Kanunun 12. maddesinde gösterilmiş ve suçüstü halinin tanımı da Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 2. maddesinde yapılmıştır.

Adliye binasında bulunan avukatın görevini yaptığı, en azından görevi sırasında ve sebebiyle orada bulunduğu tartışmasızdır. Hakim ve savcıların adliye binasında veya çevresinde bulunduğu sırada yargı görevini yaptıkları, en azından görevleri sırasında ve sebebiyle orada bulunduklarının kesin kanuni karine olarak kabul edildiğinden, bu noktada avukatları ayrı bir statüye sokabilmek mümkün değildir. Çünkü yargı erki olarak, hukukçuluk mesleğini icra eden hakim, savcı ve avukat eşittir.

Avukatın adliye binasında bağırıp çağırdığına, deyim yerinde ise olay çıkardığına dair iddialar, bir suçun konusu olabilir. Ancak bu iddiaya karşı nasıl bir müdahale yönteminin izleneceği ve soruşturmanın hangi usulle başlatılacağı, Avukatlık Kanunu'nda ve 13 Numaralı Genelgede gösterilmiştir. Bir adliye binasında veya önünde avukatların, gösterdikleri tepki, alkışlı protesto ve toplanmaktan dolayı, ağır ceza mahkemesinin görevine giren bir suçüstü hali varmış gibi, görevlerini icra ettikleri adliye binasından yaka paça çıkarılıp, emniyet binasına götürülmelerinin hiçbir haklı izahı ve gerekçesi olamaz.

Milletvekilleri parlamentodan, hakim ve savcılar adliye binasından nasıl keyfi ve hukuka aykırı olarak çıkarılamazsa, avukatlar da çıkarılamaz.

Adliye binası içinde hakim veya savcıya yapılamayacak muamelenin, aynı şekilde avukata da yapılamayacağını herkesin bilip öğrenmesi, buna aykırı hareket edenlerin de yargı önünde bunun hesabını vermesi gerekir. Buradaki mesele, daha sonra gözaltına alınıp adli muayene amacıyla hastaneye sevk edilen avukat ve stajyer avukatların ne yaptıkları, ne ile suçlandıkları, masumiyet/suçsuzluk karinelerinin, şüpheli ve sanık haklarının bulunup bulunmadığı değildir.

Buradaki mesele, net bir şekilde avukatların Kanun ve Genelgeye rağmen, bir hukuk devletinde görmemeleri gereken muamele ile karşı karşıya kalıp kalmadıklarıdır. Esas sorun, hukuk devletinde açık hukuk kuralları karşısında yapılan hukuka aykırılıklara karşı içine düşülen çaresizliktir.

Hukuk güvenliği hakkına sahip olduğunu düşünen herkes, bir gün bu tür muamele ile karşı karşıya kalabilir. Türkiye Cumhuriyeti'nin bir hukuk devleti olduğu, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin 6. maddesinde avukatın dürüst yargılanma hakkının bir unsuru sıfatını taşıdığı, Avukatlık Kanunu'nun 1. maddesi, Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 149 ila 156. maddeleri asla gözardı edilemez ve "yargı görevini yapan" sıfatını taşıyan avukata, görevinden dolayı veya görevi sırasında ve görevi sebebiyle deyim yerinde ise "üvey evlat" muamelesi yapılamaz.

Aynı fakültelerden mezun olduğumuz, hukukçuluk mesleğini birlikte icra ettiğimiz hakim ve savcılarımız, avukatların muhatap olduğu hukuka aykırı davranışlara karşı sessiz kalmamalıdır. Avukatın maddi ve manevi bakımdan ne gibi sorunlarla yüzleştiği, en küçük bir ihlal iddiasında bile hakkında inceleme başlatılıp soruşturma izninin verilebildiği, yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı temsil ettiği halde, görevini yerine getirirken karşılaştığı zorlukları gözönünde bulundurmak, yargı erkinin korunup "kuvvetler ayrılığı" ilkesinin sağlanması adına avukat haklarına saygı gösterilmesini beklemek, tüm hukukçuların üzerine düşen ciddi bir sorumluluktur. Artık yeter!

ersansen@hotmail.com
http://www.haber7.com/yazarlar/prof-dr-ersan-sen/1037699-avukat


İstanbul Barosu yaşanan olaylarla ilgili protesto gösterisi organize etti





Yapılan basın açıklaması şu şekildeydi:

Ne yazık ki ülkemizde ne yazık ki, siyasi iktidarın tahrik ve yönlendirmeleriyle gittikçe artan bir polis şiddeti ve terörü yaşanmaktadır. Polis, Anayasal ve demokratik protesto haklarını kullanan yurttaşlara karşı hukuka aykırı olarak müdahale etmekte, karşısındakinin insan olduğunu unutarak acımasız bir şiddet uygulamakta, hukuka aykırı gaz, gaz fişeği ve plastik mermi kullanarak, ayrım gözetmeksizin yurttaşların can güvenliğini ve sağlığını hiçe saymaktadır. Dün de böyle olmuş ve ne yazık ki çok sayıda yurttaşımız yaralanmıştır. Halka karşı sistematik olarak suç işlenmektedir. Bunun adı polis şiddetidir ve bu şiddet pek çok görüntü ile de sabittir. Bu görüntüler ve bilgiler Baromuzca da arşivlenmektedir. Bunlarla ilgili olarak yeni suç duyurulan da yapılacak, konu uluslar arası kamuoyuna da taşınacaktır.

Toplumun neredeyse tüm kesimlerine yönelik bu polis şiddeti dün bu kez, adaletin kalbi olması gereken, avukatların da çalışma mekânı olan Çağlayan Adliyesinde ortaya çıkmıştır. Gerçekten görüntülerle de belgelendiği üzere çevik kuvvet olarak anılan polis meslektaşlarımıza saldırmış, mesleğin onur ve saygınlığı ile bağdaşmayacak şekilde, bir kısmını cübbelerinden çekiştirmek, sürüklemek suretiyle hukuksuz ve yoğun şiddet kullanarak yakalama işlemi uygulamıştır. Yargı görevi yapan avukatların, bu görevi icra ettikleri bir mekânda, bu tür bir muameleye maruz bırakılmaları asla kabul edilemez. Adliyedeki polisin görevi, avukatın da içinde bulunduğu görevlilerin görevlerini yerine getirmeleri hususundaki güvenceyi sağlamaktır. Adliyede avukata müdahale etmek polisin görevi olamaz.

Yasa gereğince polis tarafından ifadesi alınamayan, ancak savcının ifade alabileceği gerçeği karşısında meslektaşlarımızın Adliyeden Emniyet Müdürlüğü'ne götürülmesi ve hastaneye şevki de asla kabul edilemeyecek bir yasadışılık ve keyfiliktir. Daha ağır ve vahim olan ise, bu yöntemi tercih eden kolluğun mesleğimizi istiskal ederek aldığı tatmindir.

Baromuzca yapılan girişimler sonucunda meslektaşlarımız serbest bırakılmışlardır. Ancak bu durum olayın bu vahametini, yaşanan hukuksuzluğu ve şiddeti ortadan kaldırmamaktadır.

Meslektaşlarımıza ve meslek onurumuza yönelen bu saldırıyı şiddetle kınıyor, bu saldırının ve şiddetin hesabının sorulacağını tüm kamuoyuna ilan ediyoruz. Bu saldırı ülkemizde sayıları 80.000'lerde olan tüm avukatlara ve tüm barolara, mesleğe yapılmış bir saldırıdır. TCK 6.maddeye göre yargı görevi yapan kişiler konumundaki avukatlara yönelik bu saldırı ve saldırılar, ülkedeki tüm meslektaşlarımızdan hak ettiği yanıtı alacaktır. Bu tür saldırılar, hukuksuz soruşturma ve davalar, adalet savaşçılarını, baroları hak ve hukuk mücadelesinden alıkoyamaz, sindiremez ve yıldıramaz. Avukatlar ve onun örgütlü gücü olan barolar, hak, hukuk, özgürlük ve demokrasi mücadelesini sarsılmaz bir kararlılıkla sürdüreceklerdir. Gün birlik ve ileri faşizme karşı omuz omuza mücadele günüdür.

Başta siyasi iktidar olmak üzere, tüm ilgililere sesleniyor ve uyarıyoruz: Yargı görevi yapan avukatlara ve barolara, halka yönelik saldırılara, hukuksuz uygulamalara, şiddete derhal son verin. Aksi takdirde hukuksuzluk ve şiddetin boyutuna göre ve buna "uygun" yanıt mutlaka verilecektir. Bizim anladığımız ve anlayacağımız tek dil "hukuk" tur. Bu dili bilmeyen veya anlamak istemeyenler de bunu öğreneceklerdir.

Kamuoyuna saygı ile duyurulur.

İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞI
http://www.istanbulbarosu.org.tr/Detail.asp?CatID=1&SubCatID=1&ID=8216
#117
Merhabalar. Öncelikle bireysel iflasla ilgili bilgileri BURADAN okuyun.

Türk Ticaret Kanunu'nda esnafla ilgili şu hükümlere yer verilmiştir:

    A) Ticari işletme
    1. Bütünlük ilkesi
    Madde 11- (1) Ticari işletme, esnaf işletmesi için öngörülen sınırı aşan düzeyde gelir sağlamayı hedef tutan faaliyetlerin devamlı ve bağımsız şekilde yürütüldüğü işletmedir.
    (2) Ticari işletme ile esnaf işletmesi arasındaki sınır, Bakanlar Kurulunca çıkarılacak kararnamede gösterilir.
    (3) (....)

    4. Esnaf
    Madde 15- (1) İster gezici olsun ister bir dükkânda veya bir sokağın belirli yerlerinde sabit bulunsun, ekonomik faaliyeti sermayesinden fazla bedenî çalışmasına dayanan ve geliri 11 inci Maddenin ikinci fıkrası uyarınca çıkarılacak kararnamede gösterilen sınırı aşmayan ve sanat veya ticaretle uğraşan kişi esnaftır. Ancak, tacirlere özgü 20 ve 53 üncü Maddeler ile Türk Medenî Kanununun 950 nci Maddesinin ikinci fıkrası hükmü bunlara da uygulanır.


Buna göre Türk Ticaret Kanunu'nun 20. ve 53 maddeleri ile Türk Medenî Kanunu'nun 950. maddesinin ikinci fıkrası esnaflara da uygulanacaktır. Bu maddeler şu şekildedir:

    2. Ücret isteme hakkı
    Madde 20- (1) Tacir olan veya olmayan bir kişiye, ticari işletmesiyle ilgili bir iş veya hizmet görmüş olan tacir, uygun bir ücret isteyebilir. Ayrıca, tacir, verdiği avanslar ve yaptığı giderler için, ödeme tarihinden itibaren faize hak kazanır.

    B) İşletme adı
    Madde 53- (1) İşletme sahibi ile ilgili olmaksızın doğrudan doğruya işletmeyi tanıtmak ve benzer işletmelerden ayırt etmek için kullanılan adların da sahipleri tarafından tescil ettirilmesi gerekir. Tescil edilen işletme adları hakkında da 38, 45, 47, 50, 51 ve 52 nci Maddeler uygulanır.

     B - HAPİS HAKKI
     I. KOŞULLARI
     Madde 950 - (1) Alacaklı, borçluya ait olup onun rızasıyla zilyedi bulunduğu taşınırı veya kıymetli evrakı, borcun muaccel olması ve niteliği itibarıyla bu eşyanın alacak ile bağlantısı bulunması halinde, borç ödeninceye kadar hapsedebilir.
   
    (2) Zilyetlik ve alacak ticari ilişkiden doğmuşsa, tacirler arasında bu bağlantı var sayılır.
   
    (3) Alacaklı, borçluya ait olmayan taşınırlar üzerinde de zilyetliğin iyiniyetle kazanılmasının korunduğu ölçüde hapis hakkına sahip olur.


Buradan da anlaşılacağı üzere esnafların mevcut mevzuat hükümleri çerçevesinde iflasının istenebilmesi mümkün değildir. Öncelikle siz kendi durumunuzu gözden geçirin; yani kanunun tarif ettiği şekilde esnaf mısınız, yoksa esnaflık sınırını aşan bir ticari faaliyetiniz mi söz konusu? Şayet ikincisi ise, iflas hükümlerine tabi olduğunuz sonucu ortaya çıkacaktır. Allah kolaylıklar versin...
#118
Merhabalar. Öncelikle geçmiş olsun. Bahsettiğiniz yaşlardaki çocukların babanın otoritesinden çok annenin şefkat ve sevgisine ihtiyaç duydukları muhakkaktır. Dolayısıyla bu yaşlardaki çocukların velayeti, anne istediği ve velayete engel bir hali de bulunmadığı sürece anneye bırakılır. Bu süreçte meramını ifade edebilecek yaştaki küçüğün de iradesine bakılır ancak bahsettiğiniz yaşlar henüz sağlıklı bir irade açıklaması için hayli küçük yaşlar. Dolayısıyla somut delillerle desteklenmediği sürece bu yaştaki bir küçüğün beyanları tek başına sonucu değiştirmeyecektir. Aşağıda konuyla ilgili emsal bir Yargıtay Kararı bulunuyor. Bir avukatla anlaşmanızı önemle tavsiye ediyorum. Allah kolaylıklar versin...



T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E:2010/2-649
K:2010/683
T:22.12.2010

Özet
Boşanma sonucunda çocuğun anne yanında kalmasının bedeni, fikri ve ahlaki gelişmesine engel olacağı yönünde ciddi ve inandırıcı deliller bulunmuyorsa, ana şefkatine muhtaç olan küçük çocuğun velayeti anneye verilmelidir.

("... 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle davalı-davacı eş ve müşterek çocuk için 28.09.2006 tarihli oturumda ara kararı ile takdir edilen tedbir nafakası nihai hükümle kaldırılmadığına göre verilen bu nafakaların boşanma kararının kesinleşmesine kadar devam edeceğinin tabi ve infazının mümkün bulunmasına göre davalı-davacının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.
2-Ana yanında kalmasının çocuğun bedeni, fikri, ahlaki gelişmesine engel olacağı yönünde ciddi ve inandırıcı deliller bulunmadığı ve hemen meydana gelecek tehlikelerin varlığı da ispat edilmediği halde ana bakım, şefkatine muhtaç 27.01.2004 doğumlu müşterek çocuk T'ın Türk Medeni Kanununun 182. ve 336/2. maddeleri uyarınca babanın velayetine bırakılması usul ve kanuna aykırıdır.
3-Davalı-davacı yoksulluk nafakası isteğinde de bulunmuştur. Bu istekle ilgili olumlu ya da olumsuz bir hüküm verilmemesi usul ve yasaya aykırıdır...")
gerekçesiyle hüküm bozma kapsamı dışında kalan bölümleri yönünden yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple onanmış; yukarıda 2 ve 3. bentlerde gösterilen sebeplerle oybirliğiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı-karşı davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Asıl dava boşanma ve velayet, karşılık dava ise boşanma, velayet, maddi ve manevi tazminat ile nafaka istemine ilişkindir.
Davacı-karşı davalı vekili, tarafların fikren uyuşmamaları nedeniyle doğan sorunlarla evlilik birliğinin çekilmez hale geldiğini, davalının başka bir kişi ile evden ayrılmasıyla fiilen ayrı yaşamaya başladıklarını beyanla ortak hayatın sürdürülmesi kendisinden beklenemeyecek derecede sarsıldığından tarafların boşanmaları ile tarafların çocuğunun velayetinin davacı babaya verilmesini istemiştir. Davalı-karşı davacı vekili, yaşının küçük olmasından faydalanan davacı tarafından cinsel ilişkiye zorlandığını, hamileliğinin fark edilmesi ile aileler tarafından evlendirildiklerini, ancak davacının ortak konut temin etmediği gibi evlilik birliğinin devamı süresince üzerine düşen hiçbir yükümlülüğü yerine getirmemesi nedeniyle evi terk ettiğini belirterek boşanmalarına karar verilmesini, çocuğun velayetinin kendisine verilmesini, maddi ve manevi tazminat ile nafakaya hükmedilmesini talep etmiştir.
Yerel mahkemenin, davalı-karşı davacı A Ş'nin evlilik birliği devam ederken başka bir kişi ile kaçmak suretiyle evi terk etmesi şeklindeki ağır kusuru nedeniyle evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı gerekçesiyle asıl davanın kabulü ile tarafların boşanmalarına ve annenin çocuğunu terk ederek evden ayrılması nedeniyle tarafların çocuğunun velayetinin babaya bırakılmasına, davalı-karşı davacının davasının reddine ilişkin kararı, davalı-karşı davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece yukarıda belirtilen gerekçe ile kısmen bozulmuştur.
Yerel mahkemece, önceki gerekçeler de tekrarlanmak suretiyle ve yoksulluk nafakasının reddi hakkında açıkça hüküm kurulduğu gerekçeleriyle velayet ve yoksulluk nafakası yönünden önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize davalı-karşı davacı kadın vekili getirmiştir.
I-Direnme kararının, Özel Dairenin bozma kararının (2) numaralı bendinde yer alan, tarafların çocuğunun velayetine ilişkin bölümüne yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi:
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; tarafların çocukları T'ın velayetinin babaya verilmesinin doğru olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle belirtilmelidir ki; velayet, ana babanın velayeti altındaki çocukların kişiliklerine ve mallarına ilişkin hakları, ödevleri, yetkileri ve yükümlülükleri içerir.
Ana ve babanın çocukların kişiliklerine ilişkin hak ve ödevleri, özellikle çocukların şahıslarına bakmak, onları görüp gözetmek, geçimlerini sağlamak, yetiştirilmelerini ve eğitimlerini gerçekleştirmektir. Bu noktada; çocuğun, eğitim ile istenilen ölçüde dürüst, kötü alışkanlıklardan uzak, iyi ahlak sahibi, çalışkan ve bilgili bir insan olarak yetiştirmek hak ve yükümlülüğü bulunan ana ve babanın, sayılan tüm bu unsurlar yönünden çocuğa örnek teşkil etmeleri, çocuğun fiziksel ve ruhsal gelişimine ilişkin tüm önlemleri almaları gerektiği her türlü duraksamadan uzaktır.
Bilindiği üzere; ergin olmayan çocuk ana babasının velayeti altındadır. Evlilik devam ettiği sürece ana ve baba velayeti birlikte kullanırlar. Ancak boşanma kararının kesinleşmesiyle birlikte evlilik birliği sona erdiğinden velayetin beraberce kullanılma olanağı kalmamaktadır.
Bu durumda 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 336. maddesi uyarınca, ortak hayata son verilmiş veya ayrılık hali gerçekleşmiş ise hakim, velayeti eşlerden birine verebilir. Velayet ana babadan birinin ölümü halinde sağ kalana, boşanmada ise çocuk kendisine bırakılan tarafa aittir.
Ayrılık ve boşanma durumunda velayetin düzenlenmesindeki amaç, küçüğün ileriye dönük yararlarıdır. Eş söyleyişle, velayetin düzenlenmesinde asıl olan, küçüğün yararını korumak ve geleceğini güvence altına almaktır.
Bu nedenle, çocuğun fiziksel ve ruhsal gelişimini engelleyen ve süreklilik arz edeceği anlaşılan her olay, tehlikenin büyüklüğü, doğuracağı onarılması güç sonuçlar değerlendirilerek ele alınmalı ve neticeye varılmalı; velayetin belirlenmesi ve düzenlenmesinde öncelikle çocuğun yararı göz önünde tutulmalıdır. Bu kapsamda, tarafların çocuğunun cinsiyeti, doğum tarihi, eğitim durumu, kimin yanında okumakta olduğu, talepte bulunanın çocuğun eğitim durumu ile ilgilenip ilgilenmediği, sağlığı, sağlık durumuna göre tedavi olanaklarının kimin tarafından sağlanabileceği gibi özel durumuna ilişkin hususlar göz önünde tutulmalıdır. Velayetin belirlenmesi ve düzenlenmesinde ana babadan kaynaklanan özelliklerin de dikkate alınması kaçınılmazdır. Bu nedenle, mahkemece çocuğu başkasına bırakma, ihmal etme, kaçırma, iradi olarak terk etme, yönlendirme hususları ile tarafın velayet talebinin olup olmaması, şiddet uygulaması, sadakatsizliği, ekonomik durumu, mesleği, yaşadığı ortam, kötü davranışı, alkol bağımlılığı, sağlığı, dengesiz davranışları dikkate alınmalıdır.
Mahkemece, açıklanan özellikler yanında mümkün oldukça çocuğun alıştığı ortamın   değiştirilmemesine,   kardeşlerin   ayrılmamasına   özen   gösterilmeli,  velayetin verileceği taraf yanında kalmasının çocuğun bedeni, fikri, ahlaki gelişmesine engel olup olmayacağı yönünde ciddi ve inandırıcı delil olup olmadığı veya hemen meydana gelecek tehlikenin varlığının ispat edilip edilemediği hususları da mutlaka değerlendirilmelidir.
Yukarıdaki açıklamaların ışığında somut olay değerlendirildiğinde:
Taraflar arasında evlilik birliğinin davalı-karşı davacı annenin ağır kusuru ile son bulduğu hususlarında uyuşmazlık bulunmadığı açıktır.
Ne var ki, 27.01.2004 doğumlu T'nin yaşı dikkate alındığında annenin yakınlığına ve şefkatine muhtaç bir yaşta olduğu, benliğinin geliştiği bu yaşlarda ana yoksunluğunun derin izler bırakabileceği gözetilerek velayetin anneye bırakılması uygun olacaktır.
Öte yandan davalı-karşı davacı annenin çocuğa karşı kötü davranışı ve istismarı da kanıtlanamamıştır. Hal böyle olunca; çocuğun ananın bakım ve şefkatine muhtaç olması yanında, ana ile kalmasının bedeni, fikri ve ahlaki gelişmelerine engel olacağı yönünde ciddi ve inandırıcı hiçbir delil bulunmadığı gibi hemen meydana gelecek bir tehlikenin varlığı da kanıtlanamadığından, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 182, 136/2.maddeleri uyarınca küçüğün babanın velayetine bırakılması çocuğun yararına olmadığına göre, aynı hususlara işaret eden ve Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma ilamının velayete ilişkin (2)numaralı bendine uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
II-Direnme kararının, Özel Dairenin bozma kararının (3) numaralı bendinde yer alan, yoksulluk nafakasına ilişkin bölümüne yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi:
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; yerel mahkemece davalı-karşı davacının yoksulluk nafakası talebi konusunda mahkemece bir hüküm kurulup kurulmadığı noktasındadır. Bilindiği üzere, mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 388. maddesinde belirtilmiştir.
Buna göre; hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir. Aynı kural HUMK'un 389.maddesinde de tekrarlanmıştır.
Yine, HUMK'un 381. maddesi, kararın tefhiminin en az 388. maddede belirtilen hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle olur hükmünü amirdir.
Bu hüküm yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hal, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Hatta giderek denebilir ki, dava içinden davalar doğar ve hükmün hedefine ulaşılmasını engeller, kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz.
Yukarıda belirtilen ilkelerin gerçekleştirilebilmesi için hükmün çok açık biçimde yazılması gerekir ve hüküm sonucu hükmün esasıdır. Hüküm sonucunun yöntemine uygun olarak düzenlendiğinden bahsedilebilmesi için hüküm sonucu kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, talep sonuçlarından her biri hakkında verilen hüküm ile taraflara tanınan haklar ile yüklenen borçlar birer birer açık ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmelidir. Bunun yanında, hüküm sonucu infaz edilebilir nitelikte olmalıdır.
Öte yandan uyuşmazlığın çözümünde yoksulluk nafakasına ilişkin hükümlerin irdelenmesinde de zorunluluk bulunmaktadır.
Yoksulluk nafakası ahlaki ve sosyal düşüncelere dayanır. Onun içindir ki, bilimsel öğretide; evlilik birliğinde eşler arasında geçerli olan dayanışma ve yardımlaşma yükümlülüğünün, evlilik birliğinin sona ermesinden soma da kısmen devamı niteliğinde olduğu" belirtilmektedir (Akıntürk T., Aile Hukuku 2.Cilt İstanbul 2002 s.294).
Yoksulluk nafakası mülga 743 Sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin 144., 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 175. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre, boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Ancak yoksulluk kavramı yasada açıklanmamıştır. Yoksulluk durumu; günün ekonomik koşulları ile birlikte tarafların sosyal ve ekonomik durumları, yaşam tarzları, evlilik süreleri, evlilik boyunca ve boşanma sonrası oluşacak yaşam düzeyleri birlikte değerlendirilerek takdir edilmelidir. Bu nedenle yoksulluğu kişinin ekonomik ve sosyal durumuna göre belirlemek gerekir. Bununla birlikte her insanın anayasal teminat altına alınmış yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkından bahsedebilmek için karnını doyurabilecek, giyinebilecek, barınma-sağlık ve ulaşım giderlerini karşılayabilecek, gelir seviyesinde olması gerekir. Bu tür zorunlu ihtiyaçları karşılayabilecek gelir seviyesinde olmayan biri yoksul olarak nitelendirilebilir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 07.10.1988 gün ve 1998/2-656-688; 28.02.2007 gün ve 2007/3-84-95 ile 16.05.2007 gün ve 2007/2-275-275 sayılı ilamlarında da kabul edildiği gibi; yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür, eğitim gibi bireyin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanları yoksul kabul etmek gerekir. Ayrıca, asgari ücret seviyesinde gelire sahip olunması yoksulluk nafakasının bağlanmasını olanaksız kılan bir olgu olarak kabul edilmemektedir.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 174. maddesinde düzenlenen yoksulluk nafakası boşanmanın eşlerle ilgili mali sonuçlarından birisidir. Anılan Kanunun 175. maddesi uyarınca boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf kusuru daha ağır olmamak şartıyla geçimi için diğer taraftan süresiz olarak nafaka isteyebilir.
Yoksulluk nafakasına hükmedilebilmesi için tarafın istekte bulunması gereklidir ancak bu isteğin mutlaka dava dilekçesinde bulunması gerekmez yargılama aşamasında da yoksulluk nafakası isteği dile getirilebilir. Öte yandan yoksulluk nafakasına hükmedilebilmesi için boşanmaya karar verilmiş olması zorunludur.
Somut olayda incelenmesinde davalı-karşı davacı A Ş'nin cevap ve karşı dava dilekçesinde harç yatırmak suretiyle yoksulluk nafakası talebinde bulunduğu anlaşılmaktadır.
Yerel mahkemece, asıl davanın kabulü ile davalı-karşı davacının karşı davasının reddine karar verildiği, hüküm sonucunda belirtilmiştir.
Hükmün gerekçe kısmında ise davalı-karşı davacının ağır kusuru bulunması nedeniyle lehine nafakaya hükmedilmediği açıklanmıştır.
Görüldüğü üzere; davalı-karşı davacı, karşı davası ile yoksulluk nafakası talebinde bulunmuş; yerel mahkemece karşı davanın tümden reddi ile yoksulluk nafakası talebinin de reddine karar verilmiş ve buna ilişkin red kararının gerekçesi açıklanmıştır. Davanın reddine karar verilmiş olması, dava dilekçesindeki tüm istemlerin reddi anlamında olup, gerekçe ile hüküm fıkrısa arasında bu konuda bir çelişki bulunmamaktadır.
O halde, Özel Daire bozma ilamının (3) numaralı bendinde yer alan belirlemenin aksine, davalı-karşı davacının karşı davasının reddi kapsamında yoksulluk nafakası hakkındaki talebinin de reddine karar verildiği, gerekçedeki açıklık ve reddin kapsamı karşısında karşı davanın reddine dair hüküm sonucunun 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 381, 388 ve 389.maddelerine uygun olduğu gerekçesine dayalı, direnme kararı isabetli bulunmaktadır.
Ne var ki, Özel Dairece işin esasına yönelik diğer temyiz itirazları incelenmediğinden, bu inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Dairesine gönderilmesi gerekir.
SONUÇ: 1-(I) numaralı bentte açıklanan nedenlerle direnme kararının çocuğun velayetinin belirlenmesine ilişkin bölümünün bozma kararında ve yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı HUMK'un 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 2-(II) numaralı bentte açıklanan nedenlerle yoksulluk nafakasına ilişkin direnme uygun bulunduğundan, işin esasına yönelik diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 2.HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 22.12.2010 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
#119
Hakimin değişmesi normal şartlarda yargılamayı etkilemez. Bununla birlikte hakimin bilgi birikimi, tecrübesi, dikkati gibi hususlar verilecek karara etki edebilir.
#120
Merhabalar. Yaptığınız yazışmalar şayet yaptığınız işe delil oluşturabilecek nitelikteyse, alacağınızı ispatlamanız da mümkün olacaktır. Yani yaptığınız yazışmalardan nasıl bir iş yaptığınız, bu işi bitirip bitirmediğiniz, teslim edip etmediğiniz gibi hususlar anlaşılabilmelidir. Şayet firmayla borcun ödenmesiyle ilgili yazışmalar yapmadıysanız, hukuki süreci başlatmadan evvel yukarıdaki hususları da kapsar mahiyette kısımlar içeren ve ödenmesi gereken rakamı da açıkça belirten borcun ödenmesine dönük yazışmalar yapmanız faydalı olacaktır. Bunu müteakip doğrudan icra takibi yapmanızı tavsiye ederim. İtiraz gelirse dava açılması gerekecektir. Bir avukatla görüşmeniz faydalı olacaktır. Allah kolaylıklar versin...