Haberler:

Hukuk Forumumuza Hoşgeldiniz

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - kilimanjaro

#1001
"Bedelli mi tektip askerlik mi?" Siyasi gündemi sıkışık Türkiye'nin 1 aylık yeni tartışma konusu ne zaman netleştirilecek. Hükümetin iki numaralı adamı Arınç, "12 ay askerliğe karşıyım" dedi, düzenleme için de tarih verdi.

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, son günlerin tartışılan "tektip" ve "bedelli" askerlik konularıyla ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu. Milyonlarca asker, asker adayı ve ailelerin merakla beklediği düzenlemenin 2011'de yapılacak seçimlerden önce gerçekleştirileceğini belirten Arınç, "Ben prensip olarak askerlik süresinin bu kadar uzun olmasına karşıyım. Yani 12 ay, 15 ay askerlik olmamalı artık Türkiye'de. Biz uzun da eşitliği değil belki kısada eşitliği konuşabiliriz." dedi.

NTV'de Murat Akgün'ün sorularını yanıtlayan Bakan Bülent Arınç şunları kaydetti:

"GENELKURMAY'DAN ÇALIŞMA BEKLİYORUZ"

"Bedelliaskerlik.com.tr'ler hep beni arıyorlar. Ben bu konuda düşüncemi ifade ettim. Ama arkasından bazı gelişmeler oldu. "Tek tip askerlik" denildi, "onun süreleri ne oldu, ne olacak" denildi. Sanki Genelkurmay'dan ya da Milli Savunma Bakanlığı'ndan bir şey gelmiş de hemen yarın karar verecekmişiz gibi... Bizim muhatabımız Milli Savunma Bakanlığı'dır. Halbuki yok. Sayın Genelkurmay Başkanı'nın eskisinin de, yenisinin de tek tip askerliğin lüzumlu olduğuna dair açıklamaları oldu. Ama bu konuda yasal bir çalışmayı bakanlık kanadıyla Hükümete göndermediler. Belki bu konu henüz tartışılıyor. Sürenin ne olacağı; sıfırdan başlayarak üniversite doktorlarından doçentlerine kadar herkesin eşit şartlarda askerlik yapacağı veya yapmayacağı bedellinin bunun içinde olup olmayacağı belli değil. Önce asker kendi görüşünü içerisinde belirleyecek Milli Savunma'dan bize gelecek, biz de ona siyasi bir veçhe koyacağız. Çünkü Hükümet sorumluluk taşıyor. Bu askerlik konusunun askerlik gereği olan kısmı askere aittir. Ama bu bir tasarıyla kanun haline gelecekse bu da Hükümetin vereceği bir karardır.

"BU KADAR UZUN OLMASINA KARŞIYIM"

Ben prensip olarak askerlik süresinin bu kadar uzun olmasına karşıyım. Yani 12 ay, 15 ay askerlik olmamalı artık Türkiye'de. Biz uzun da eşitliği değil belki kısada eşitliği konuşabiliriz. Bunların hepsi tasavvurumuzda olan şeyler. Siz farklı bir şey düşünüyor olabilirsiniz ben de Hükümetin bir bakanı olarak bunu düşüyor olabilirim. Ama Hükümetin kararı yok artık. Hükümet düşünüp karar verdikten sonra benim kararım olmaz.

"SEÇİMLERDEN ÖNCE MUTLAKA YAPILMALI"

Bakan Arınç, "Seçim öncesi bir karar netleşir mi bu konuda?" şeklindeki soruya "Mutlaka. Bu kadar konuşulduktan sonra bir şey olması gerekir. Bu ortada bırakılamaz." şeklinde cevap verdi.

http://www.haber7.com/haber/20101008/Arinc-12-ay-askerlige-karsiyim-VIDEO.php
#1002
Doğrusu ya, Hanefi Avcı'nın niye böyle bir kitap yazdığını, mesleki çekişmelerden mi, özel hayatından mı, bilmediğimiz başka bağlantılardan mı yoksa samimi endişelerden mi kaynaklandığını bilmiyorum.

Ali Bayramoğlu'nun önceki gün Neşe Düzel'e söylediği gibi "dürüst" bir adam olduğu, Susurluk'un ortaya çıkarılmasında önemli rol oynadığı biliniyor.

Ama Avcı netice itibariyle bir istihbaratçı ve istihbaratla samimiyet pek elele giden kavramlar değil.

Hele böylesine ortalığı karıştıracak bir kitap bir istihbaratçı tarafından yazılıyorsa, bunun arkasında bir hesap olduğunu tahmin etmek çok zor olmaz.

O hesabın ne olduğunu da ancak işin içindekiler bilir.

Alper Görmüş'ün dün yazdığı gibi kitabın iki ayrı bölümünde iki ayrı Ergenekon tarifi var.

Birbirleriyle tümüyle zıt tarifler bunlar.

Aynı kitabın içinde bu kadar "görüş" farkı olması, insanın aklına "iki ayrı yazar" fikrini getiriyor haliyle.

Acaba söylentiler doğru mu, birinci bölümünü Avcı, ikinci bölümünü başkası mı yazdı diye düşünüyorsunuz.

Gene de bütün bunların hiçbirinin doğru cevabını şu anda bilmiyoruz.

Benim açımdan bütün bunlardan daha ilginç olanı Hanefi Avcı'nın, Dink cinayetinde, Danıştay cinayetinde "derin devleti" aklamak için şaşırtıcı bir çabaya girişmesi.

Neden Dink cinayetini "üç beş çocuğun" üstüne yıkmaya çalıştığı çok kurcalanacak.

Avcı, kitabının ikinci bölümünde Ergenekon'u da "önemsiz" göstermeye uğraşıyor.

Ergenekon'un üstüne gidenler ise Fethullahçı damgası yiyor kitapta.

En çok dikkatimi de bu çekti.

Çünkü bu yaygın bir propaganda, çok sık söyleniyor.

"Aslında Ergenekon yok, Fethullahçılar orduyu yıpratmak için Ergenekon'u kullanıyor" görüşü sık sık tekrarlanıyor.

Ergenekon diye bir şey olmadığını, Danıştay cinayetini çözerek, Dink cinayetinin arka planını ortaya çıkartarak, darbe planlarının kimler tarafından hazırlandığını ortaya koyarak, topraklardan çıkan silahları oraya kimin gömdüğünü belirleyerek kanıtlayamıyorlar.

Bunları ortaya çıkardıkça Ergenekon da ortaya çıkıyor çünkü.

Silahların, suikastların, darbe planlarının "maksatlı biri tarafından uydurulduğunu" söylemek zorundalar.

Bu kadar büyük işleri yapabilecek bir derin devlet var bu ülkede.

O zaman "derin devlet" kadar güçlü başka bir "güç" icat etmek gerekiyor.

O güç de Fethullahçılar.

Kim Ergenekon'un üstüne gitse Fethullahçı damgası yiyor.

Ergenekon'u koruyabilmek için ellerindeki tek "propaganda malzemesi" bu.

Ergenekon yok, Fethullahçılar var.

Balyoz'u Fethullahçılar yazdı, darbe planlarını Fethullahçılar yaptı, Dink cinayetini Fethullahçılar abarttı, Danıştay cinayetini Fethullahçılar bir örgüte bağladı, silahları Fethullahçılar gömdü, Kafes planını Fethullahçılar yazdı, Koç müzesindeki denizaltına bombayı Fethullahçılar koydu.

Bu ülkede bir devlet, bir derin devlet var, ordu var, jandarma var, istihbarat var, medya var, neden bunca güç, bu suçların Fethullahçılar tarafından işlendiğini kanıtlayacak tek bir belge bile çıkartmıyor?

Neden hep devletin içindeki Ergenekoncular planlarıyla birlikte yakalanıyor da, onlara "suç attığı söylenen" Fethullahçılar yakalanmıyor?

Ya Fethullahçılar çok akıllı ve güçlü, devlet, ordu, istihbarat, polis, yargı, medya çok aptal ve güçsüz...

Ya da bu teoriyi destekleyenler tamamen uyduruyorlar.

Hangisi?

Bu ülkede Fethullahçılar olmasaydı Ergenekon diye bir şey olmayacak mıydı?

6-7 Eylül'ü, Kahraman Maraş'ı, Çorum'u, Sivas'ı, Susurluk'u da Fethullahçılar mı uydurdu, 1993'teki cinayetleri Fethullahçılar mı işledi?

Onlar neydi? Onları kim yaptı?

Fethullahçıların "çok tehlikeli" olduğunu söyleyenlerin samimiyetine ancak Ergenekon'un "varlığını ve yarattığı tehlikeyi" kabul ettiklerinde inanırım.

Aksi takdirde onların bir "çeteyi" aklamak için bir cemaatin imajını kullandıklarını düşünürüm.

Avcı için de aynı şeyi düşünüyorum doğrusu.

ahmetaltan111@gmail.com
http://taraf.com.tr/ahmet-altan/makale-avci-ve-ergenekon.htm
#1003
13 yaşındaki N.Ç'ye defalarca tecavüz eden 28 kişi, mahkeme heyetinin "kızın rızası vardı" görüşünü taşıması ve 'zamanaşımı' kurtardı. 28 zanlıya en alt sınırdan verilen cezalar vicdanları yaraladı.

Gökçer Tahincioğlu'nun haberi

Mardin 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nin, 13 yaşındayken, farklı zamanlarda, aralarında kamu görevlilerinin de bulunduğu 26 kişinin tecavüzüne uğrayıp sonra aynı erkeklere satılan N.Ç. ile ilgili davada çok tartışılacak ayrımlar yaparak karar verdiği ortaya çıktı. Kararın ayrıntılarına göre mahkeme, tecavüzcü erkekler lehine "iffet" ayrımı ve cezalarda takdir indirimi yaptı, tüm sanıklara alt sınırdan ceza verdi. Ayrıca suçun mahiyeti değiştirildiği için de dava 7 yıl 6 ayda zamanaşımına girdi.

Zamanaşımına girdi

N.Ç.'nin 13 yaşındayken başına gelenlerlerin ortaya çıkmasıyla açılan ve kamuoyunda "utanç davası" diye adlandırılan dava, mağdur kız 21 yaşına geldiğinde karara bağlanabildi.
Mahkemenin, geçen hafta açıkladığı kararın tutanaklarına göre, mahkeme, ilk etapta, Mardin Savcılığı'nın tüm sanıkların ayrı ayrı cezalandırılmasını istediği, eski TCK'nın 430/1. maddesini değerlendirdi. "Her kim cebir ve şiddet veya tehdit veya hile ile şehvet hissi veya evlenme maksadiyle reşit olmayan bir kimseyi kaçırır veya bir yerde alıkorsa beş seneden on seneye kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılır" hükmünü içeren maddenin, işlenen fiilin karşılığı olmadığını savunan mahkeme, sanıkların eylemini "zorla değil, rızaen alıkoyma" diye nitelendirdi. Buna göre, eylemin cezası 6 aydan 3 yıla kadar hapis olan 430/2. maddeye göre değerlendiren mahkeme, "bu suç için öngörülen zamanaşımı 7 yıl 6 ay olduğundan, sanıklar hakkında açılan kamu davalarının ortadan kaldırılmasın" karar verdi. Böylece, sanıkların bu eylemi zamanaşımına girdi.  Mahkeme, 3 sanık hakkında "fuhuşa tahrik" suçundan açılan davayı da 7 yıl 6 aylık zamanaşımı süresi dolduğu gerekçesiyle kaldırdı.

Suç değişti, ceza kuş oldu

Mahkeme, N.Ç.'yi erkeklere satan T.T. ve E.A. adlı kadınlara ceza verirken de olay tarihinde 13 yaşında olan N.Ç.'nin zorla değil, rızasıyla alıkonulduğu kabulünden hareket etti. Savcılık, kadınların "ayrı ayrı 23 kez ırza geçmek suçlarına iştirak, fuhuşa tahrik, iki kez ırza geçmek suçuna iştirak ve fuhuşa tahrik" suçlarından cezalandırılmasını istedi.

Mahkeme ise eylemleri "ırza geçme suçuna azmettirme ve diğer sanıklarla hareket ederek suçun işlenmesini sağlama" olarak tanımladı ve iki kadına eski TCK'nın 414. maddesine göre 6'şar yıl hapis cezası verdi. 414. maddenin 1. fıkrasına göre 15 yaşını bitirmeyen küçüğün ırzına geçenlere 5 seneden aşağı olmamak üzere hapis cezası verilmesi gerekiyor.

Aynı maddenin ikinci fıkrası ise cebir, şiddet veya tehdit kullanılarak ya da hileli vasıtalarla suçun işlenmiş olması halinde, verilecek cezanın 10 yıldan aşağı olamayacağını içeriyor.
Mahkeme, ikinci fıkrayı görmezden gelerek, iki kadına, alt sınırın sadece bir yıl üzerinde bir ceza verdi.

Mahkeme, 6'şar yıl olarak belirlediği bu cezada, zorunlu olarak, suçun birden çok kere işlenmiş olması nedeniyle yarı oranında arttırım yaptı ve nihai ceza, maddenin ikinci fıkrasının öngördüğü sınırın bile altında, 9 yıl olarak belirlendi.

Bu ayrım çok tartışılacak

Mahkeme, kadınların cezasında takdir indirimi yapmamasının nedenini açıklarken de tartışma yaratabilecek bir "iffet" ayrımı yaptı. Mahkeme, iki kadının cezasında indirim yapmamasını, "Duruşmadaki olumsuz tavırları, kendi yaşadıkları iffetsiz hayatı 13 yaşındaki bir çocuğa da yaşatmak şeklinde gözüken olumsuz tutum göz önüne alınarak haklarında indirim  uygulanmasına takdiren yer olmadığına karar verilmiştir" diye anlattı. Ancak mahkeme, buna karşılık, N.Ç. ile zorla ya da iki kadına para ödeyerek birlikte olan erkeklere verdiği cezaların tamamında "iyi hal" indirimi yaptı. Mahkeme, erkeklerin eylemleri için "iffet" konusunda bir yorum yapmazken, yaptığı indirime, "duruşmalardaki iyi hallerini" gerekçe gösterdi.

Mahkeme, sanık erkekler hakkındaki cezaları belirlerken de 13 yaşındaki çocuğun rızasıyla hareket ettiğini savundu. Mahkeme, 13 sanığı, tıpkı iki kadına verdiği cezada olduğu gibi eski TCK'nın 414/1. maddesinden cezalandırdı. Ancak kadınlardan farklı olarak, erkeklere, cezanın alt sınırı uygulandı. Mahkeme, 13 sanığı N.Ç.'nin ırzına geçtikleri gerekçesiyle 5 yıl hapisle cezalandırdı. Bu cezada, takdir indirimi uygulandı. Ceza, nihai olarak 4 yıl 2 ay hapis olarak belirlendi.

Mahkeme, N.Ç.'nin birden fazla kez ırzına geçen 11 sanığa da alt sınırdan ceza verdi ve cezalarını 5'er yıl olarak belirledi. Bu cezayı "suçun birden fazla kere işlenmesi" nedeniyle 6'da 1 oranında arttıran mahkeme, bu sanıklara da takdir indirimi uyguladı ve nihai cezayı 4 yıl 10 ay olarak belirledi.
N.Ç.'nin birden fazla kez ırzına geçen bir sanığa da 5 yıl ceza verip, bu cezayı 6'da 1 oranında arttıran mahkeme olay tarihinde 18 yaşından küçük olması nedeniyle sanığın cezasını takdir indirimi ile birlikte 3 yıl 2 ay olarak belirledi.

Teşebbüs aşamasında

Mahkeme, bir sanığa alt sınırdan verdiği 5 yıllık cezayı da eylemin teşebbüs aşamasında kaldığını belirterek 3'te 2 oranında indirdi. Takdir hakkını kullanarak bu indirimi yapan mahkeme, bir de "iyi hal" indirimi yaparak cezayı 1 yıl 4 ay olarak belirledi.

Milliyet
http://www.haber7.com/haber/20101004/13luk-NCye-tecavuz-kitaba-uyduruldu.php
#1004
Üniversitelerdeki başörtüsü sorununun çözümüne yönelik arayışların konuşulduğu şu günlerde Yükseköğretim Kurulu'ndan (YÖK) önemli bir adım geldi.

Derse şapka ile girdiği için sınıftan atılan Cerrahpaşa Tıp Fakültesi öğrencisi Zeynep Nur İncekara'nın şikayet dilekçesini değerlendiren YÖK, İstanbul Üniversitesi'ni bir yazı ile uyardı. Söz konusu yazıda disiplin suçu işlediği gerekçesiyle öğrencilerin dersten atılamayacağı ve yok sayılamayacağı belirtildi. Konunun basında yer alması üzerine YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan'dan da açıklama geldi. Özcan, "Bu karar emsal teşkil edecek. Tüm üniversitelerde uygulanacak. Hiç kimsenin yaka paça dışarı atılmasını kabul edemeyiz." dedi.

Klinik Mikrobiyoloji dersi öğretim üyesi Prof. Dr. Bekir Kocazeybek, geçen yıl şapkayla derse girdiği için Cerrahpaşa Tıp Fakültesi öğrencisi Zeynep Nur İncekara'yı dersten atmıştı. Edinilen bilgilere göre İncekara, rencide edildiğini ve eğitim hakkının engellendiğini belirterek hocayı dekanlığa şikayet etmişti. Ancak dekanlık, uygulamanın Kılık Kıyafet Yönetmeliği gereği olduğunu ifade ederek şikayeti geri çevirdi. Öğrenci, daha sonra Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı'na başvurdu. Başkanlık YÖK'ten resmî bir yazı ile görüş istedi. YÖK, 8 Mart 2010 tarihli yazıda İstanbul Üniversitesi'nden gelen cevabı gönderdi. Yazıda adı geçen öğrencinin, Prof. Dr. Bekir Kocazeybek tarafından şapkalı olduğu gerekçesiyle 18 ve 24 Kasım 2009 tarihlerinde dersten çıkarıldığı' aktarılıyordu. Aynı yazıda, Kocazeybek'in Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Akademik Kurulu, rektör yardımcısı ile sözlü görüşmesi ve Fakülte Akademik Kurulu'nda 'öğrencilerin derse girmişse çıkartılamayacağı, öğretim üyesinin derse devam edeceği, gerekirse tutanak tutup dekanlığa durumu bildireceği' bilgisini edindiği aktarıldı. Bu gelişmelerin ardından öğrencilerin derslerine devam ettiği belirtildi. YÖK'e intikal eden bu olay Mart 2010'da basına da yansımıştı. YÖK, İstanbul Üniversitesi'nde bazı öğrencilerin derslere girdikleri halde yok yazıldıkları veya dışarı çıkarıldıkları şikayeti üzerine yeniden harekete geçti. Öğrencilere hocanın kendisinin 'derse almayarak veya çıkararak' ceza vermesinin doğru olmadığını ve hukuki prosedürlerin işletilmesi gerektiğini kaydeden YÖK, disiplin yönetmeliğine uymayan öğrencilerle ilgili tutanak tutulması gerektiğini bildirdi. Mevcut mevzuatı hatırlatan YÖK, tutanak sonrasında disiplin yönetmeliğine göre öğrenciler hakkında işlem yapılabileceğini belirtti. YÖK'ün bu yazısıyla üniversite hocası, başörtüsü dahil disiplin suçu işleyen öğrencileri dersten atamayacak veya geldiği halde yok yazamayacak.

YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan, Karadeniz Teknik Üniversitesi'nin yeni eğitim-öğretim yılı açılış töreninin ardından gazetecilerin konuyla ilgili sorularını cevapladı. Özcan, "Sorun doğrudan başörtüsü değil, zira öğrenci şapkalı. Hiçbir öğrencinin nedeni ne olursa olsun sınıftan çıkarılmasına karşıyız. Bunun prosedürü var. Tutanak tutarsınız, öğrenci de siz de imzalarsınız. Dışarıya çıkartmazsınız. Tutanağı işleme sokarsınız. Öğrenci bir daha yaparsa bir daha tutanak tutarsınız, ondan sonra cazai işlem yapılabilir." dedi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ise Esenboğa Havalimanı'nda konuyla ilgili bir soru üzerine şu açıklamalarda bulundu: "YÖK bir bağımsız kuruldur. Kararını kendisi vermiş, benim herhangi bir açıklama yapmama gerek yok.'' ANKARA ZAMAN

YÖK'ün kararı, hukukî bir gerçeğin tekrarlanması

Zeynep Nur İncekara'nın avukatı Fatma Benli, YÖK'ün kararını hukuki bir gerçeğin tekrarlanmasından ibaret olduğunu söyledi. YÖK'ün kararının emsal teşkil ettiğini anlatan Benli, öğretim görevlilerinin yetkilerinin yönetmeliklerinde tek tek sayıldığını ve öğrencilerini kıyafet biçimi nedeniyle dersten yoksun bırakma yetkilerinin olmadığını vurguladı. Fatma Benli, şu ifadeleri kullandı: "Zeynep saçlarını göstermesini isteyen öğretim görevlisi tarafından dersten atılmıştı. Başka pek çok öğrenci gibi Başbakanlık İnsan Hakları Kurulu Başkanlığı'na ve Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı'na dilekçe ile müracaat etti ve eğitim hakkının ihlalinin sona erdirilmesini talep etti. YÖK, Başbakanlık İnsan Hakları Kurulu Başkanlığı'na ve İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü'ne öğretim görevlilerinin öğrenciyi dersten çıkartma yetkisi olmadığını beyan etti. YÖK'ün kararı hukuki bir gerçeğin tekrarlanmasından ibaret. Zeynep, şimdi öğretim görevlisi olmanın kişilere kıyafetini beğenmediği öğrencileri dersten atma yetkisi vermediği gerçeği tespit edildiği için mutlu. Elbette Türkiye'de tam bir mutluluğun sağlanması ancak tüm üniversitelerdeki yasağın kalkması ile mümkün olacak." ifadelerini kullandı. Benli, derse alınmayan ya da kampüse giremeyen öğrencilerin Başbakanlık İnsan Hakları Kurulu Başkanlığı'na, Yükseköğretim Kurumu Başkanlığı'na dilekçe ile başvurmaları gerektiğini aktardı. AYŞE TOSUN İSTANBUL

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1035900&title=yok-ogrenciler-yaka-paca-dersten-atilamayacak
#1005
etiket: kelepçe yasası

Ceza İnfaz Yasası'nda yıl sonuna kadar değişikliğe gidecek olan Türkiye, denetimli serbestlik uygulamalarında elektronik kelepçe kullanımına geçmek için çalışmalarını sürdürüyor.

Adalet Bakanı Sadullah Engin'in açıkladığı elektronik kelepçeli denetimin Ceza İnfaz Yasası'nda yapılacak değişikliğin ardından uygulanmaya geçmesi bekleniyor.

Mahkemece üç yıla kadar hapis cezasını gerektiren suçlarla adli kontrol kararı verilenlere, koşullu salıverilen hükümlülere, 2 yıl ya da daha az hapis cezasına mahkûmiyet sonucu cezanın ertelenmesi kararı verilenlere, özel infaz rejimine tabi olanlara, örgütlü suçlarda etkin pişmanlık ile tedavi ve denetime tabi tutulanlarda uygulanan denetimli serbestliğin, elektronik kelepçe ile daha etkin uygulanması hedefleniyor. Bu kapsamda 2 yıla kadar olan cezalarda uygulanan denetimlik serbestliğin süresinin uzatılarak cezaevlerindeki doluluğun azaltılması düşünülüyor.

Yeni uygulamayla cezalarını Denetimli Serbestlik ve Yardım Merkezi Şube Müdürlükleri'nce belirlenen kamu kurumlarında çalışarak geçiren kişiler, daha etkin bir şekilde denetlenecek. Uygulama, personel yetersizliği sebebiyle denetim yapamayan personelinde işini kolaylaştıracak.

Elektronik izleme sayesinde şartlı tahliye edilen hükümlüler ile kısa süreli hapis yerine kamuya yararlı bir işte çalışma cezası verilen kişiler, ayak bileklerine takılacak kelepçeyle kolaylıkla takip edilecek.

ABD'DE İNCELEME

Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü Genel Müdürü Nizamettin Karaman, Destek Hizmetleri Daire Başkanı Burhanettin Eser, Tetkik hâkimler İbrahim Usta ve Hakan Umut, denetimli serbestlik hizmetlerinde elektronik izleme uygulamalarını yerinde görmek için Haziran ayında ABD'de bir dizi incelemelerde bulundu. 'Elektronik izleme ve cezaevlerinde geleceğin güvenlik teknolojileri' konferansına katılan Karaman ve beraberindeki heyet, elektronik izleme araçlarının tanıtıldığı sergiyi gezerek yazılım ve donanımlar hakkında bilgi aldı.

ABD ve Avrupa'daki elektronik izleme uygulamalarını inceleyen yetkililer, bu konudaki çalışmasını sürdürüyor. Çalışmaları yürüten uzmanlar, elektronik takibin suçluların takibinde en etkin yöntem olacağını ifade ediyor.

(CİHAN)
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1035799&title=tutuklular-elektronik-kelepce-ile-izlenecek
#1006
Pakistan, yaklaşık 2 ay önce tarihin en büyük sel felaketlerinden birine sahne oldu. Sevdiklerini kaybedenler, evsiz kalanlar, ürünleri ziyan olanlar, hastalık, açlık...

Türkiye, kardeş ülke Pakistan'a yardım için kolları sıvadı ve iki ülke arasındaki kadim dostluk pekişti. Bu süreçte gelişmelere Türkiye'den tanıklık eden Pakistan Başkonsolosu Dr. Yousaf Junaid, "Pakistan'da halkın Türkiye'ye sevgisinin büyük olduğunu biliyorum; ama felaketle birlikte burada da Pakistan'a duyulan muhabbeti yaşadım." dedi. Türk insanının, yardım talebi olmadan Pakistan'a koşmasının kendisini çok etkilediğini kaydeden Junaid, "Kurtuluş Savaşı'nda fakir Pakistan halkı her şeyini Türkiye'ye gönderdi. Türkiye de bizim bağımsızlığımızı tanıyan ilk ülke oldu. Bu süreç devam ederek bugünlere geldi." ifadelerini kullandı. Felaketten sonra birçok vatandaşın ve yetkili insanın konsolosluğa gelerek yardımda bulunduğunu ve acılarını paylaştığını dile getiren Junaid'i en çok etkileyen sahne ise 80 yaşlarında emekli bir öğretmenin konsolosluğa gelerek tüm maaşını yardım olarak bağışlaması olmuş.

"Türk insanı, maddî yardımdan öte en az benim kadar Pakistanlılar için üzüntü hissediyor. Bu ilişki, dostluktan çok kardeşliği ortaya koyuyor." diyen Junaid'i, Emine Erdoğan'ın Pakistan'a yardım için düzenlediği iftarda yaptığı konuşma da çok etkilemiş. Konsolos, konuşmanın tek bir kelimesini bile anlamadığını; ancak Emine Erdoğan'ın gözlerinden ve ses tonundan üzüntüsünü fark ettiğini belirtti.

Türk insanının Pakistan'daki felaketi hayatın her anında hatırladığını anlatan Junaid, "Sokaktaki posterler, camilerde Pakistan'ı soranlar, yardım etmek için konsolosluğa gelenler, toplu taşıma araçlarındaki afişler... Hepsi çok güzel; ama önemli olan buradaki eşi bulunmaz kardeşlik ilişkisi. Pakistan dışında bir yerde yaşıyorum; ama kendimi Pakistan'dan uzakta hissetmiyorum." dedi. Junaid, bundan sonra Pakistan'ın kalkınması için yardımların dışında ticari işbirlikleri yapmak gerektiğine dikkat çekti.

YASEMİN BUDAK
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1035914&title=80-yasindaki-emekli-ogretmenin-maasini-pakistana-bagislamasini-asla-unutamam
#1007
Askerî Yüksek İdare Mahkemesi'nin (AYİM) Balyoz davasının sanık generallerinin terfilerine ilişkin yürütmeyi durdurma kararına tepkiler sürüyor. Atama kararnameleri için cumhurbaşkanı, başbakan ve milli savunma bakanının imzasının gerekli olduğunu vurgulayan anayasa hukukçusu Prof. Dr. Ergun Özbudun, "Kararın hükmü yoktur, bunu tartışmaya bile gerek yok. Yaşanan durum, Türkiye'deki çift başlı yargının sonucudur." diyor.

Ağustostaki YAŞ toplantısı, terfi bekleyen sanık generaller sebebiyle gergin geçmişti. Görüşmeler, dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un ısrarı sebebiyle kilitlenmiş, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, soruşturmada adı geçen isimlerin terfilerini onaylamayacağını net bir ifadeyle açıklamıştı. Askerlerin hazırladığı iki kararname de Başbakan Tayyip Erdoğan'dan dönmüştü. Balyoz şüphelilerinin isimlerinin yer almadığı üçüncü kararname onaylanınca kriz aşılmıştı. Terfi ettirilmeyen generaller Halil Helvacıoğlu, Gürbüz Kaya ve Abdullah Gavremoğlu ise konuyu askerî yargıya taşımıştı. İşte bu başvuruyu değerlendiren Askerî Yüksek İdare Mahkemesi'nin (AYİM) yürütmeyi durdurması tartışma doğurdu. AYİM'in bunu hangi gerekçe ve yetkiyle yaptığı konusunda net bir bilgi yok. Ancak hukuk otoriteleri, kararın 'hükümsüz' olduğu konusunda hemfikir. Anayasa hukukçusu Prof. Dr. Ergun Özbudun, AYİM kararını tartışmaya bile gerek olmadığını söylüyor. Kararın hükmünün olmadığını vurgulayan Özbudun, atama kararnameleri için cumhurbaşkanı, başbakan ve milli savunma bakanının imzasının gerektiğinin altını çiziyor: "İmza olmadığı için işlem gerçekleşmemiştir. Yaşanan durum, yargıdaki çift başlılığı ortaya çıkaran bir belirtinin örneğidir. Karar geçersizdir, çünkü mahkemenin bitmemiş işlem üzerinde yürütmeyi durdurma yetkisi yoktur."

Atama kararnameleri için Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül'ün imzasının gerektiğini hatırlatan Anayasa hukukçusu Ergun Özbudun, şu ifadeleri kullandı: "Durumu tartışmanın ya da yorumlamanın gereği dahi yoktur. Karar geçersizdir çünkü mahkemenin bitmemiş işlem üzerinde yürütmeyi durdurma yetkisi yoktur."

Emekli Hâkim Albay Rüştü Atpulat anayasa değişikliğinde YAŞ kararlarına ilişkin sadece komutanların ihraç edilmeleri için yargı yolu açıldığını hatırlattı. Terfi ve atamalara ilişkin bir yapılandırmanın söz konusu olmadığını söyledi. "Yani terfi ve atamalara ilişkin yargı yolu açılmadı, sadece ihraç edilenlere açıldı." diyen Atpulat, AYİM'in generallerle ilgili verdiği kararla Anayasa'yı açıkça çiğnediğini ifade etti. Atpulat, değişikliklerle ilgili halen bir düzenleme getirilmeden böyle bir kararın verilmesini de doğru bulmuyor.

Emekli Askerî Hâkim Yusuf Çağlayan ise şu ifadeleri kullanıyor: "AYİM, bu saatten sonra vereceği kararlarla adil yargılanma hakkını ihlal etmiş olacak. Uyum yasası çıkarılıncaya kadar hiçbir karar vermemeli ve bunu zorunlu bekletici mesele yapmalıdır. Aksi takdirde benzer kararlarda olduğu gibi bu da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nden dönecektir."

Yargıdaki 'çift başlı sistem' kaldırılmalı

AYİM'in, 'Balyoz' davasının sanık generallerinin terfilerine ilişkin yürütmeyi durdurma kararı Türkiye'de uzun yıllardır tartışılan çift başlı yargı sistemini yeniden gündeme getirdi. Boğaziçi Avukatlar Derneği Başkanı Bilal Çalışır, askerî meslek grubuna özgün ayrı bir yargı sisteminin varlığının, yargı birliğine aykırı olduğuna dikkat çekerek, bir an önce AYİM ile Askerî Yargıtay'ın kaldırılması gerektiğini vurguladı. Yurtdışında askerî mahkeme adı altında yapılandırılan birimlerin sadece disiplin suçlarına baktığını hatırlatan Çalışır, hukuk birliğinin istikrar için söz konusu mahkemelerin dünyadaki örneklerine benzer şekilde dönüştürülmesi gerektiğini söyledi. Askeri mahkemelerin, bir dönem aydın, siyasetçi ve sanatçıları yargılamasıyla da hatırlandığını ifade eden Çalışır şunları kaydetti: "Bu sistem günümüz evrensel hukukunu getirdiği anlayışla bağdaşmıyor. Mutlaka kaldırılması gerekiyor. Memurların tabi olduğu hükümlerin, aynı şekilde askerleri de bağlaması gerekiyor."

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1035537&title=sanik-generalleri-atama-kararinin-hukmu-yoktur
#1008


Sümela Manastırı'nın ayine açılmasının ardından, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na Ayasofya'da namaz için başvuran BBP, dilekçelerine yanıt verilmemesi halinde konuyu idare mahkemesine taşıyacak. BBP, olumsuz yanıt karşısında da mahkemenin yolunu tutacak.

Sümela Manastırı ile Van Akdamar Kilisesi'nin ayine açılmasını örnek alan BBP, Ayasofya için mahkemeye gidecek.

BBP İstanbul İl Başkanı Bayram Karacan, ANKA'ya yaptığı açıklamada, başvuru dilekçelerine hala yanıt verilmediğini hatırlatarak, İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ile yeniden görüşeceklerini ifade etti. "Menfi ve ya müspet" herhangi bir cevap alamadıkları takdirde, hukuki olarak bir ay içinde kendilerine karar bildirilmediği için mahkemeye başvurma hakkı doğduğunu belirten Karacan, "Bu hakkımızı değerlendireceğiz ve idare mahkemesine başvuracağız" dedi.

Bakanlık tarafından izin verilememesi yani kararın menfi olması halinde de mahkemenin yolunu tutacaklarını belirten Karacan, "Mahkemeden orada ibadet yapmak için izin isteyeceğiz. Bu da bize menfi olarak dönerse, sonuç alana kadar diğer hukuki yolları da araştıracağız" diye konuştu. Karacan şöyle devam etti:

"Ayasofya'nın statüsü Sümela Manastırı ve Ayasofya'nın aynı; ikisi de müze ve örenyerleri statüsüne alınmış. Ülkemizde yaşan Hıristiyan Ortodoks cemaatin başvurusu Kültür Bakanlığı tarafından değerlendiriliyor ve izin veriliyor. Kaldı ki Maçka'da da cemaatleri yok. Biz de diyoruz ki; Anayasa'nın 2. maddesi Türkiye Cumhuriyetinin 'laik' olduğunu vurguluyor, laik devlette her türlü inanç karşısında eşit olmak zorundadır. Dolayısıyla idare mahkemesinden, ülkemizde yaşayan Hıristiyan Ortodokslara gösterilen toleransın bize de gösterilmesini isteyeceğiz."

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1035758&title=ayasofyada-namaz-mahkemeye-tasiniyor
#1009
Evliliği sona erdiren düşünce
Mehmet Teber, Psikolojik Danışman / Pedagog, haber7.com


Günümüz asrında, farkında olalım ya da olmayalım bir mantık ve düşünce kalıbı bize yerleşiyor: Al-kullan-at. Hoşumuza giden bir eşyayı alıyoruz, bir süre kullanıyoruz, sonra eşyadan sıkıldığımızda ya da o eşya işlevini yitirdiğinde eşyayı bir kenara atıyoruz. Giysilerimizin, ayakkabılarımızın ve evimizdeki her türlü eşyanın akıbeti aynı; kullanılmak ve sonrasında atılmak. Çocukluktan beri bilinçaltımıza yerleşen bu al-kullan-at mantığı evliliklerin bile son bulmasına neden oluyor. Nasıl mı?

Modern zamanların birinde köyde yaşayan bir adam varmış. Çok severek evlendiği halde daha ilk aylardan itibaren eşi ile sorunlar yaşamaya başlamış. Eşi ile arasındaki ilişki ciddi düzeyde bozulmuş. Babasına danışmış. Babası, ona bir bilge önermiş ve o bilgede evlilikte mutluluğun sırrının bulunduğunu söylemiş. Adam bu bilgeyi merak etmiş. Bazı köylüler o bilgenin deli olduğunu ve boş yere kendisini yormaması gerektiğini defaatle dile getirmesine rağmen adam, babasına güvenmiş.

Adam, tüm işini gücünü bırakıp bilgenin köyüne doğru yollanmış. Köye vardığında bilge, bozuk bir saati teenni ile tamir etmeye çalışıyormuş. Adam selam verip bilgenin yanına oturmuş. Meramını güzel bir dille aktarmış. Bilge, sükûnetle adamı dinledikten sonra içeri gitmiş ve elinde kırık bir sandalye ile geri dönmüş. Hiçbir şey demeden sandalyeyi adamın önüne koymuş ve tamir etmesini istemiş. Adam "Ben tamirden anlamam" dese de bilgenin vardır bir bildiği diye elinde sandalye ile odadan çıkmış.  Gün içinde köylülerden çekiç, çivi, testere temin etmiş. Bunları temin ederken istediğini güzelce istemesini öğrenmiş. Gün boyu uğraşmış ve sandalyeyi tamir etmiş. Bilgenin yanına varmış ama bilge sadece "Yarın görüşürüz" demiş.

Ertesi gün bilge, sabah erkenden adamın yanına gelmiş. Adamın önüne bir bisiklet lastiği bırakmış ve patlayan bu lastiği onarmasını istemiş. Adam daha önce lastik tamiri namına bir şey görmediği için şaşakalmış. Nasıl yapacağını bilgeye sormuş ama bilge ona bunu kendisinin bulması gerektiğini söylemiş. Adam 2-3 günlük bir uğraşının sonunda lastiğin patlak yerini bulup, lastiğe yama yapması için gerekli parçayı tedarik edip, uygun yapıştırıcıyı kullanarak tekeri tamir etmiş.

Bu görev sonrasında bilgenin yanına varmış. Bilge, adama teşekkür etmiş. Ardından adamın önüne basit bir elektrik süpürgesi bırakmış. Bozulan süpürgeyi tamir etmesini, bunu yaparken kendi başına yapmasını, malzeme gerekirse kasabadan alabileceğini söylemiş. Adam iyiden iyiye sinirlenmeye başlamış. Bilgenin, köyün tamir işlerini ona yaptırdığını ve parasını cebe indirdiğini düşünmeye başlamış. Ne var ki, bilgenin dediğini yapmaktan başka çaresi de yokmuş.

Günlerce uğraşın sonunda adam, sorunu tespit etmiş. Bu esnada, tamir yapabilmek için önce sorunu tespit etmek gerektiğini kavramış. Sorunu tespit etmeden iş yapmanın boşa iş yapmak olduğunu anlamış. Ongünler süren uğraşın sonunda, çalışan bir süpürgeyle, gururla ve merakla bilgenin yanına çıkmış. Bilge, hafifçe gülümsemiş ve teşekkür etmiş. Adama son bir görevinin daha olduğunu söylemiş. Onu yanına almış ve köyün bir köşesinde hareketsiz duran bir traktörün yanına götürmüş.

"Şimdiye kadar sana verdiğim tüm görevleri yerine getirdin. Bu traktör bozuk, bunu da tamir edersen sana evlilikte mutluluğun sırrını vereceğim" demiş.               

Adam, canı çok sıkılmasına rağmen diyecek bir şey bulamamış. "Bari son görevi yapıp şu merak ettiğim sırrı alayım" demiş. Ayrıca babasının dostu olan bilgeye saygısızlık etmek de istemiyormuş. İşine koyulmuş ancak traktörün nasıl çalıştığını bile doğru dürüst bilmiyormuş. Artık her sabah erkenden kalkıyor, traktörün başına gidiyor, ne yapacağını, sorunun nerede olabileceğini düşünüyormuş. Traktörün çalışma sistemini anlamak için günlerce, çalışan traktörlerin nasıl çalıştığını incelemiş. İki aya yaklaşan bir uğraşın sonunda sorunu tespit edip çözebilmiş. Bu süreç içinde sabretmeyi de öğrenmiş. Onardığı traktör ile bilgenin huzuruna çıkmış:

"Efendim, bu iş de tamamdır. Artık bana sırrı verin de evime gideyim. Nedir evlilikte mutluluğun sırrı?

Bilge adama bakmış, gülümsemiş, "Tamam evladım, artık gidebilirsin" demiş.

"Nasıl yani, hani bana sır verecektiniz?"

Bilge, "Ben sana vereceğimi verdim evlat. Hadi yolun açık olsun." diyip ayrılmış. Adam, sinir küpüne dönmüş bir halde köyden ayrılmış. Eşinin, ailesinin yanına dönmüş. Ne öğrendiğini soran konu-komşuya bir cevap verememek onun keyfini iyice kaçırmış.

İki gün sonra, eşi ile arasındaki ilişkilerde yine sorunlar yaşamaya başlamış. İlişkileri, iletişimleri ciddi oranda bozulmuş. Ancak adam bu ilk ilişki bozulmasında şunu fark etmiş: Daha önceleri iletişim ve ilişki bozulduğunda aklına hep "Bu ilişkiyi bitirmelisin. Başka insan mı yok? Hoşuna gitmediyse bırak" gibi düşünceler geliyormuş. Ancak bilgenin yanından döndükten sonra aklına gelen düşünceler "İlişkimizi nasıl tamir edebilirim? Sorunun kaynağı neresi acaba? Sorunu nasıl tespit edebilirim. Bozulan bir şey tamir edilebilir. Birazcık sabırlı olmalısın" şeklindeymiş.

Adam, işte o zaman bilgenin büyüklüğünü anlamış. Bilgenin, bozulan şeylerin tamir edilebileceğini ve sabrı gizliden gizliye kendisine öğrettiğini fark etmiş. Bilgeye olan saygısı kat be kat artmış. Gerçekten de adam, öğrendiği sırla evliliklerinin yaralarını eşini de yanına alarak onarmış. Her ikisi de mutlu bir evliliğe yelken açmış.     


Evet, günümüzde artık hem bilgeler hem de tamirciler oldukça azaldı. Bozulanı yenisi ile değiştirmek, bizde alışkanlık oldu. Ayakkabıcıda ökçe yaptıranlar, elbisesine yama dikenler, kapakları zedelenen defterlerini onaranlar artık kalmadı. Araba tamircileri azalırken yedek parçacıların sayısı arttı. Çünkü bozulanı tamir etmek yerine yenisi ile değiştirmek bize daha kolay geldi. Biz, bu tarz düşünmeye öyle alıştık ki, evliliklerimiz ve ilişkilerimiz bozulduğunda, bozulanı tamir etme çabasına giremez olduk. "Madem bozuldu, atarım ve yenisi ile değiştiririm" demeye başladık. Evliliğimize de bir eşya gibi yaklaşınca, sorun içinden çıkılmaz bir hal aldı.

Gelin, hep birlikte al-kullan-at düşüncesinin yerine al-kullan-tamir et-kullan düşüncesini ikame edelim. 'Bozulanı yenisi ile değiştir' düşüncesinin yerine 'Bozulanı onar' anlayışını getirelim.

Ben, işe evimden başladım. Artık küçük kızımın bozulan oyuncaklarını atmıyorum. Onunla beraber tamir ediyorum. Evimizin kırılan küçük eşyalarını onun gözü önünde onarıyorum. Umuyorum ki bu tamir etme ve onarma algısı ona yerleştiğinde o evliliğinde daha mutlu olacak. Sorunlar çıktığında çözmek için uğraşacak. Çünkü ilişkileri bozulduğunda ilk aklına gelen düşünce atmak değil, onarmak olacak.

www.mehmetteber.com
http://www.haber7.com/haber/20101004/Evliligi-sona-erdiren-dusunce.php
#1010
Barnabas İncili

-Tam Metni-

Mesih Denilen, Allah'ın Dünyaya Gönderdiği Yeni Peygamber İsa'nın Gerçek Kitabı: Havarisi Barnabas'ın Anlatımına Göre
Mesih denilen Nasıralı İsa'nın havarisi Barnabas, yeryüzünde oturan herkese barış, huzur ve teselli diler.
Pek sevgili, yüce ve ulu Allah, büyük öğretme ve mucizeler merhametinden şu son günlerde peygamberi İsa Mesih aracılığıyla bizi ziyaret etmiştir; şeytan tarafından aldatılan pek çokları, dindarlık maskesi altında en dinsiz akideyi va'z ederek, İsa'ya Allah'ın oğlu demekte, Allah'ın sonsuza değin emrettiği sünnet olmayı red etmekte ve her türlü kirli etin yenmesine izin vermekte olduğundan, —bunlar arasında bulunan, kendinden üzüntü duymadan söz edemediğim Pavlus da aldatılmıştır— kurtulasınız, şeytan tarafından aldatılmayasınız ve Allah'ın hükmü önünde hüsrana uğramayasınız diye İsa ile yaptığım konuşma ve görüşmelerde gördüğüm ve duyduğum gerçeği yazıyorum. Bu nedenle, sana yazdığımın aksine yeni akideyi va'z edecek herkese dikkat et ki, ebedi kurtuluşa eresin.
Yüce Allah seninle olsun, seni şeytan'dan ve her şerden korusun. Amin.

1. Bu ilk bölümde, melek Cebrail'in Bakire Meryem'e İsa'nın doğuşunu bildirmesi yer alır.
Bu son yıllarda, Yahudi (-İsrail oğulları-) kavmi'nin Davud soyundan Meryem adında bir bakire, Allah'ın gönderdiği melek Cebrail tarafından ziyaret edildi. Günahsız, ayıpsız, namazı kılıp oruç tutarak tam kutsal bir hayat süren bu bakire bir gün yalnızken odasına melek Cebrail girdi ve «Allah seninle olsun, ey Meryem» diye onu selamladı.
Bakire, meleği görünce ürktü; fakat, melek şöyle diyerek onu rahatlattı; «Korkma Meryem; çünkü sen, seni kalp gerçeğiyle kanunlarına göre yürüsünler diye İsrail halkına göndereceği bir peygamberin annesi seçen Allah'ın rızasına erdin.» Meryem cevap verdi: «Şimdi ben, hiç bir erkek bilmediğimi görüp dururken, nasıl oğlan dünyaya getireceğim?» Melek cevap verdi: «Ey Meryem; insan yokken insan yaratan Allah, senden de erkek olmadan insan meydana getirmeye kadirdir. Çünkü O'nun için hiç bir şey imkan haricinde değildir.» Meryem cevap verdi: «Allah'ın her şeye kadir olduğunu biliyorum; öyleyse iradesi yerine gelecektir.» Melek cevap verdi: «Şimdi peygambere yüklü oldun; Adını îsa koyacak ve onu şaraptan, kuvvetli içkiden ve bütün temiz olmayan etlerden koruyacaksın, çünkü çocuk Allah'ın kutsal bir (-kuludur.-) Meryem, tevazuyla başını eğerek şöyle dedi: «Allah'ın hizmetçi kuluna bak, dediğin gibi olsun.» Melek gitti ve bakire Allah'ı tesbih ve ta'zim etti: «Ey kalbim, Allah'ın büyüklüğünü bil ve ey ruhum, Kurtancı'm Allah'ı çok sev; çünkü, O kız hizmetçisinin alçak gönüllülüğünü öylesine saydı ki, bütün milletlerce kutsanacağım; çünkü Kadir Olan beni yüceltti, O'nun kutsal adını tesbih ederim. Çünkü, O'nun rahmeti, nesilden nesile Kendisi'nden korkanlar için yayılır. O Kadir Olan elini güçlü kıldı ve kalbinin tasavvurunda gururu dağıttı. Güçlü olanı oturduğu yerden indirdi ve aşağıda olanı yükseltti. Aç olanı güzel şeylerle doyurdu ve zenginleri eli boş gönderdi. Çünkü, O, İbrahim ve oğluna verilmiş sözleri sonsuza değin tutar.»

2.Cebrail'in Bakire Meryem'in hamileliğiyle ilgili olarak Yusuf'a yaptığı hatırlatma.
Allah'ın iradesini öğrenen Meryem, yüklü olduğundan kendine saldırırlar ve zina suçlusu sayarak taşlarlar diye insanlardan korkup, dindar, takva sahibi, namaz ve oruçla Allah'a ibadet eden ve bir marangoz olarak ellerinin yaptığı ile geçinen bir adam olduğundan, ayıpsız yaşantılı Yusuf adında kendi soyundan bir yoldaş seçti.
Bakire, bildiği böyle bir adamı yoldaşı olarak seçti ve îlâhî teklifi ona açtı.
Dindar bir adam olan Yusuf Meryem'in hamile olduğunu anlayınca, Allah'tan korkup, ondan ayrılmayı düşündü. Bak ki, uyurken, «ey Yusuf, neden kadının Meryem'i bırakmayı düşünüyorsun?» diye Allah'ın meleği tarafından uyarıldı (ve şöyle denildi.) : «Bil ki, ona ne olmuşsa, hepsi Allah'ın iradesiyle olmuştur. Bakire, bir çocuk dünyaya getirecek, adını îsa koyacaksın; şaraptan, kuvvetli içkiden ve her türlü temiz olmayan etten onu uzak tutacaksın, çünkü o, annesinin rahminden Allah'ın kutsal bir (kuludur). O, - Juda'yı (Yehuda) kalbine döndürsün İsrail kavmi Musa'nın Kanunu'nda yazılı olduğu gibi, Rabb'in kanunu yolunda yürüsün diye İsrail halkına gönderilen Allah'ın bir peygamberidir. O, Allah'ın kendine vereceği büyük güçle gelecek, büyük mucizeler gösterecek ve bu sayede pek çok insanlar kurtulacaktır.»
Uykudan uyanan Yusuf Allah'a şükretti ve bütün içtenliğiyle Allah'a ibadet ederek, ömrü boyunca Meryem'in yanında kaldı.

3.İsa'nın harika doğuşu ve Allah'ı Öven meleklerin görünüşü
Bu sıralar, Kayser Avgustos'un buyruğuyla, Yahudiye'de Hirodes hüküm sürüyor ve Arma ve Sayfa şehirlerinde de Pilotus vali bulunuyordu. Bütün dünya kütüklere kayıt yaptırmakta olduğundan, herkes kendi memleketine gidiyor ve kayıt için kendi kabileleriyle kendilerini takdim ediyorlardı. Bu nedenle Yusuf Sezar'ın buyruğuna göre kayıt yaptırmak için, Beytlehem'e (burası, Davut soyundan gelme olduğundan kendi kentiydi) gitmek üzere kadını hamile Meryem'le birlikte Galile'nin bir kenti olan Nasıra'dan ayrıldı. Beytlehem'e varan Yusuf burası çok küçük ve yabancılarla dolu bir kent olduğundan, kalacak yer bulamayıp, kent dışında bir çobanın sığınağı olarak yapılan bir odayı tuttu. Yusuf burada kalırken, Meryem'in de doğum günleri gelmişti. Bakire oldukça parlak bir nurla kuşatıldı ve hiç sancısız çocuğunu doğurdu, kucağına alıp kundağına sardı ve yemliğe yatırdı; çünkü odada hiç yer yoktu. Bir çok melek, Allah'ı takdis edip, Allah'tan korkanlara salât ve selam getirerek  sevinç içinde  odaya geldiler.   Meryem ve Yusuf Rabb'e İsa'nın doğumundan dolayı hamd ve senada bulundular ve sonsuz bir neşe ile çocuğu doyurdular.

4.Meleklerin İsa'nın doğuşunu çobanlara bildirmesi ve çobanların da çocuğu gördükten sonra bunu ilân etmeleri.
Bu sırada, adetleri üzere çobanlar sürülerine bakıyorlardı. Ve dikkat et ki, içinden Allah'ı takdis eden bir meleğin göründüğü oldukça parlak bir nur sardı onları da. Çobanlar, bu ani nur ve meleğin görülmesi nedeni ile korkuya kapıldılar; bunun üzerine Rabb'in meleği şöyle diyerek onları rahatlattı: «Bakın, size büyük bir müjde veriyorum, çünkü, Davud'un kentinde Rabb'in peygamberi olan bir çocuk doğdu; İsrail'in ailesine büyük kurtuluş getirir. Çocuğu Allah'ı ta'zim eden annesi ile birlikte yemlikte bulacaksınız.» Ve, o bunları söyleyince, hayırlı istekleri olanlara selâm ederek, Allah'ı ta'zim eden pek çok melekler geldiler. Melekler gidince, çobanlar birbirlerine şöyle dediler:. «Beytlehem'e kadar gidelim ve Allah'ın meleğin aracılığıyla bize bildirdiği kelimeyi görelim.» Beytlehem'e yeni doğan bebeği aramaya pek çok çobanlar geldi ve kent dışında, meleğin sözlerine göre, yemlikte yatan yeni doğmuş çocuğu buldular. Ona saygı gösterip, annesine gördüklerini ve duyduklarını bildirerek ellerinde olanı verdiler. Meryem bütün bunları kalbinde tuttu ve Yusuf da (aynı şekilde) Allah'a şükretti. Çobanlar sürülerinin başına döndüler ve ne büyük bir şey görmüş olduklarını herkese söylediler. Ve, böylece tüm Yahudiye tepeleri haşyetle doldu ve herkes içinden söyle diyordu: «Bu çocuk acaba ne olacak?»

5. İsa'nın sünnet olması
Musa'nın kitabında yazıldığı gibi, Rabb'ın kanununa göre, sekiz gün dolduğu zaman, çocuğu alıp, sünnet etmesi için mabede götürdüler. Çocuğu sünnet ettiler ve Rabb'in meleğinin çocuk ana rahmine düşmeden önce söylediği gibi, İsa adını verdiler. Meryem ve Yusuf, çocuğun pek çoklarının kurtuluşuna ve pek çoklarının da helakine neden olacağını seziyorlardı. Bundan dolayı, Allah'tan korkuyorlar ve çocuğu Allah korkusuyla koruyorlardı.

6.   Yahudiye'nin doğusundaki bir yıldızın yol göstermesiyle gelip, İsa'yı bularak, saygı ve hediyeler sunan üç müneccim.
Yahudiye kralı Hirodes'in egemenlik günlerinde, İsa'nın doğumu sırası doğu bölgelerinde üç müneccim gökteki yıldızlan gözlüyorlardı. Nihayet kendilerine çok parlak bir yıldız göründü; bunun üzerine, aralarında karar vererek önlerinden giden yıldızın kılavuzluğunda Yahudiye'ye geldiler ve Kudüs'e varıp Yahudilerin kralının nerede olduğunu sordular. Hirodes bunu işitince korktu ve bütün kenti tedirginlik kapladı. Bunun üzerine, Hirodes kâhinleri ve yazıcılar (kahinler-yazıcılar:yahudi din adamları) toplayarak, «Mesih nerede  doğması gerekir?» diye sordu.
«Beytlehem'de doğması gerekir. Çünkü, Peygamber tarafından şöyle yazılmıştır: «Ve, sen Beytlehem, Yehuda reisleri arasında küçük değilsin, çünkü senden kavmim İsrail'e önder olacak bir lider gelecektir» diye cevap verdiler.
Hirodes bunun üzerine müneccimleri toplayarak, gelişlerini sordu. Doğuda kendilerini bu tarafa getiren bir yıldız gördüklerini ve hediyelerle gelip, yıldızın bildirdiği bu yeni Kral'a tapınmak istediklerini söylediler.
Ardından Hirodes şöyle dedi: Beytlehem'e gidin ve bütün dikkatinizle çocuğu araştırın; bulduğunuz zaman gelin ve bana söyleyin, çünkü, ben de seve seve gelecek ve ona secde edeceğim. Ve o yalandan böyle konuştu.

7.   Müneccimlerin İsa'yı ziyareti ve İsa'nın rüyalarında yaptığı uyarıyla kendi memleketlerine dönüşleri.
Müneccimler Kudüs'ten ayrıldılar ve bir de ne görürsün, kendilerine doğrudan görünen yıldız önleri sıra gitmiyor mu? Yıldızı gören müneccimleri sevinç kapladı. Ve böylece Beytlehem'e gelip, şehir dışında, yıldızın İsa'nın doğmuş olduğu hanın üstünde durduğunu gördüler. Bunun üzerine müneccimler o tarafa yönelip, içeri girerek çocuğu annesi ile birlikte buldular ve önünde eğilip saygı gösterdiler. Ve müneccimler üzerine altm ve gümüşle baharat saçarak gördükleri her şeyi Bakire'ye anlattılar.
Sonra uykularında çocuk tarafından Hirodes'e gitmemeleri için ikaz edildiler. Bu nedenle, müneccimler bir başka yoldan kendi memleketlerine dönüp, Yahudiye'de ne gördülerse hepsini yaydılar.

8.   İsa Mısır'a götürülüyor Ve Hirodes suçsuz çocukları katliamdan geçiriyor.
Müneccimlerin dönmediğini gören Hirodes kendisi ile alay edildiğini sanarak doğan çocukları öldürmeye karar verdi.   Ama bak ki,   uykusunda Yusuf'a Rabb'in meleği göründü ve «Çabuk kalk ve çocuğu annesi ile birlikte alıp Mısır'a git, çünkü Hirodes onu öldürmek istiyor» dedi. Yusuf büyük bir korkuyla uyanıp, Meryem ve çocuğu alarak Mısır'a vardı ve müneccimlerin kendisi ile alay ettiklerini sanarak, Beytlehem'de bütün yeni doğan çocukları öldürmek için askerlerini gönderen Hirodes ölünceye kadar orada kaldı. Askerler Beytlehem'e gelip Hirodes'in emri üzerine orada bulunan tüm çocukları boğazladılar. Böylece, peygamberin şu sözleri yerine gelmiş oldu: «Roma'da figan ve büyük ağlamalar var Rahel oğullan için yas tutar, fakat ona teselli verilmez, çünkü onlar yoktur.»

9. Yahuda'ya dönen İsa, oniki yaşına gelmiş olup, muallimlerle harikulade tartışmaya giriyor.
Hirodes ölünce bak ki, Rabb'in meleği rüyada Yusuf'a göründü ve şöyle dedi: «Yahudiye'ye geri dön, çünkü, çocuğun ölmesini isteyenler ölmüş bulunuyor.» Yusuf, Meryem'le (yedi yaşma girmiş olan) çocuğu alarak Yahudiye'ye geldi; bu kez, Hirodes'in oğlu Arhedous'un Yahudiye'de egemen olduğunu duyup, Yahudiye'de kalmaktan korkarak Galile'ye gitti; ve Nasira'da yerleşmek üzere ayrıldılar.
Çocuk insanlar önünde ve Allah'ın önünde kerem ve hikmet içinde büyüdü.
Oniki yaşına gelen İsa, Musa'nın kitabında yazılı bulunan  Rabb'in  kanununa göre   ibadet etmek   için Meryem ve Yusuf ile Kudüs'e geldi. İbadetleri bitince İsa'yı kaybederek ayrıldılar, çünkü, yakınlarıyla eve döneceğini sanıyorlardı. Bu nedenle Meryem, yakınları ve bildikleri arasında İsa'yı aramak için Yusuf ile Kudüs'e geri geldi. Üçüncü gün, çocuğu mabedde muallimler arasında, kanunla ilgili tartışma yaparken buldular. Herkes sorduğu sorulara ve verdiği cevaplara şaşırmıştı ve şöyle diyorlardı: «Bu kadar küçük olduğu ve okuma bilmediği halde, bunda böyle bir akide nasıl bulunabilir?»
Meryem onu azarlayarak şöyle dedi: «Oğul, bize yaptığını görüyor musun? Bak, baban ve ben seni üç gündür yana yakıla arıyoruz.» İsa şöyle cevap verdi: «Allah'a hizmetin baba ve anneden önde gelmesi gerektiğini bilmiyor musunuz?» Sonra İsa annesi ve Yusuf ile birlikte Nasıra'ya gelip, tevazu ve saygı ile onlara tabi oldu.

10. İsa otuz yaşında iken Zeytinlik dağında, mucize olarak melek Cebrail'den İncil'i alıyor.
Otuz yaşına gelmiş olan İsa, kendisinin bana söylediğine göre, annesi ile zeytin toplamak için Zeytinlik Dağı'na çıktı. Sonra öğleyin dua ederken, «Rabb, rahmetle...» sözlerine geldiğinde, çevresini oldukça aydınlık bir nur ve sonsuz sayıda, «Allah'ı tesbih ve ta'zim ederiz» diyen melekler sardı. Melek Cebrail ona, ışıldayan bir aynaymış gibi bir kitap sundu. İnsanın kalbine inen bu kitapta, Allah'ın neler yaptığının, neler dediğinin ve neler irade buyurduğunun bilgisini aldi; öyle ki, «İnan Barnabas, her peygamberlikte her peygamberi öylesine biliyorum ki, söylediğim herşey şu kitaptan geliyor» şeklinde bana anlattığı gibi herşey açık ve çıplak önüne kondu.
Bu vahyi alan ve İsrail Oğullan'na gönderilen bir peygamber olduğunu anlayan İsa herşeyi annesi Meryem'e anlattı ve Allah'ın şanı için büyük eziyetlere katlanması gerektiğini ve kendisine hizmet için daha fazla yanında kalamayacağını söyledi. Bunun üzerine Meryem şöyle karşılık serdi: «Oğul, sen doğmadan önce herşey bana anlatıldı, Allah'ın yüce adını tesbih ve tazim ederim.» İsa hemen o gün peygamberlik görevini yapmak üzere annesinden ayrıldı.

11. İsa, mucizevi bir şekilde bir cüzzamlıyı iyileştiriyor ve Kudüs'e gidiyor.
Kudüs'e gitmek için dağdan inen îsa, ilâhi ilhamla kendisinin peygamber olduğunu bilen bir cüzzamlıya rastladı. Gözyaşlarıyla kendisine, «îsa, sen Davud oğlu, bana merhamet et» diye yalvaran cüzzamlıya İsa (şöyle) cevap verdi: *Sana ne yapıvermemi istersin, kardeş?»
Cüzzamlı cevap verdi: «Rabb(Rabb=Efendim anlamında kullanılıyor), bana sıhhat ver.»
İsa azarlayarak şöyle dedi: «Aptalsın sen; seni yaratan Allah'a dua et, o sana sıhhat verecektir; çünkü ben de senin gibi bir insanım.» Cüzzamlı cevap verdi: «Rabb, senin bir insan olduğunu biliyorum, fakat, Rabb'ın kutlu bir insanı. Dolayısıyla, Allah'a sen dua et ve O bana sıhhat versin.» Sonra İsa, iç çekerek (şöyle) dedi: «Rabbim, Kadir olan Allah, kutsal peygamberlerinin aşkı için, bu hasta adama sıhhat ver.» Ardından, bunları söyledikten sonra, hasta adama Allah adına elleriyle dokunarak (şöyle) dedi: «Ey kardeş, sıhhat bul.» Ve, bunu deyince cüzzam kayboldu, öyle ki, cüzzamlının derisi bir çocuğunki gibi oldu. lyileştiğini gören cüzzamlı yüksek sesle bağırdı: «Allah'ın üzerinize gönderdiği peygamberi almak için, ey İsrail kavmi, bu yana gelin!» İsa ona rica ederek, (şöyle) dedi: «Kardeş, sus bir şey söyleme.» Fakat, İsa rica ettikçe o daha çok bağırıyordu : «Peygamberi görün! Allah'ın kutsal (kulu)'nu görün. Bu sözler üzerine, Kudüs'ten çıkanların çoğu koşarak geri döndüler ve İsa ile birlikte Kudüs'e girerek, Allah'ın îsa aracılığıyla cüzzamlıya yaptığını anlattılar.

12. İsa'nın Allah'ın adı konusunda halka ilk verdiği akideyle ilgili harika va'zı.
Tüm Kudüs şehiri bu sözlerle çalkalandı ve hep birden, İsa'yı görmek üzere ibadet için girdiği mabede koşuştular ve sıkışık bir biçimde oturdular. Bunun üzerine kâhinler İsa'ya ricada bulundular: «Bu insanlar seni görmek ve işitmek isterler; bu nedenle şu en yukarı çık ve Allah'ın sana verdiği kelimeleri Rabb adına konuş!»
Sonra îsa yazıcıların şimdiye kadar konuşageldikleri yere çıktı. Ve susulması için bir işaret yapıp, konuşmaya başladı: «Rahmet ve iyiliğinden, yarattıklarını kendisini yüceltsinler diye yaratmak dileyen Allah'ın kutsal adını tesbih ederim. Kulu Davud'a «velilerin parlaklığı içinde Zühre yıldızından önce seni yarattım» diyerek konuştuğu gibi, dünyanın kurtuluşu için göndermek üzere her şeyden önce tüm velilerin ve peygamberlerin ihtişamını yaratan Allah'ın Kutsal adını tesbih ederim. Kendisine hizmet etsinler diye melekleri yaratan Allah'ın kutsal adını tesbih ederim. Ve, Allah'ın saygı duyulmasını irade ettiğine saygı duymayan şeytanı ve peşinden gidenleri cezalandıran ve yoksunluğa iten Allah'ı tesbih ederim, insanı yeryüzünün çamurundan yaratan ve işlerinin başına gönderen Allah'ın kutsal adını tesbih ederim. Koyduğu kutsal kuralı çiğnediği için insanı cennetten çıkaran Allah'ın kutsal adını tesbih ederim. Merhametiyle, insan soyunun ilk anne, babası olan Adem ve Havva'nın göz yaşlarına bakan Allah'ın kutsal adını tesbih ederim. Adaleti ile kardeş katili Kabil'i cezalandıran, yeryüzüne tufan gönderen, üç şerli kenti yakıp yıkan, Mısır'a azap eden Firavun'u Kızıl Deniz'de boğan, kendi kullarının düşmanlarını dağıtan, kafirleri azapla cezalandıran ve tövbe edip doğru yola girmeyenlerin cezasını veren Allah'ın kutsal adını tesbih ederim. Yarattıklarına rahmetiyle bakan ve bu nedenle önünde doğruluk ve takva ile yürüsünler diye kutsal peygamberlerini gönderen; kullarını her kötülükten koruyup, kurtaran ve babamız İbrahim ile oğluna sonsuza değin söz verdiği gibi, bu toprağı kullarına veren Allah'ın kutsal adını tesbih ederim. Sonra, kulu Musa aracılığıyla, şeytanın bizi aldatmaması için bize kutsal kanununu verdi ve bizi bütün diğer kavimlerin üstüne çıkardı.
«Fakat, kardeşler, bugün, günahlarımızdan ötürü ceza görmememiz için ne yapıyoruz?»
Ve ardından İsa Allah'ın sözünü unuttuklarından ve kendilerini boş şeylere verdiklerinden dolayı halkı şiddetli azarladı; Allah'a hizmeti bırakıp, dünyalık hırsları için (çalışan) kâhinleri azarladı; Allah'ın kanununu bırakıp, boş akideler va'z ettiklerinden dolayi yazıcıları azarladı; kendi gelenekleri ve yaptıklarıyla Allah'ın kanununu bir hiç duruma düşürdüklerinden dolayı muallimleri azarladı. Ve, insanlara karşı öyle hikmetli sözler söyledi ki, en küçüğünden en büyüğüne kadar herkes, merhamet için haykırarak ve İsa'ya kendileri adına dua etmesi için yalvararak ağladı; yalnız, o gün, kâhinlere, yazıcılara ve muallimlere karşı bu şekilde konuştuğu için İsa'ya karşı nefret duyan kâhinler ye reisler (ağlamadı). Ve, onu öldürmeyi düşündüler, fakat, onu Allah'ın bir peygamberi olarak kabul etmiş bulunan halktan korkarak hiç bir söz söylemediler.
İsa ellerini Rabb Allah'a açarak dua etti ve halk ağlayarak «amin, amin» dedi. Dua bitince İsa kürsüden indi ve o gün ardından gelen pek çok kişi ile birlikte Kudüs'ten ayrıldı.
Ve, kâhinler İsa hakkında aralarında kötü kötü söyleştiler.

13. İsa'nın dikkat çekici korkusu, duası ve melek Cebrail'in harika biçimde onu rahatlatması.
Birkaç gün sonra, ruhunda kâhinlerin arzularını sezen İsa, dua etmek için Zeytinlik Daği'na çıktı. Ve, bütün geceyi ibadetle geçirerek, sabah olunca şöyle dua etti: «Ey Rabb'im, biliyorum ki, yazıcılar benden nefret ediyor ve Ferisîler, beni, senin kulunu öldürmeyi düşünüyorlar; bu bakımdan Rabb'im, Kadir ve Rahim Allah, merhamet et ve bu kulun dualarını duy ve beni onların tuzaklarından kurtar, çünkü benim kurtuluşum Sende'dir. Ey Rabb'im, sözünü söyle, çünkü Senin sözün sonsuza değin sürecek olan gerçektir.»
İsa bu sözleri söyleyince, bak ki, onu melek Cebrail gelip dedi: «Korkma ey îsa, çünkü senin giysilerini koruyan bir milyon (melek) vardı. Gökler üstünde ve sen her şey yerini buluncaya ve dünya sonuna yaklaşıncaya kadar ölmeyeceksin.»
îsa yere kapanıp, «Ey Rabb'im Allah, Senin bana olan merhametin ne büyüktür; senin bana bahşettiğin bütün bu şeyler karşısında ben Sana ne vereceğim Rabb'im?» dedi.
Melek Cebrail cevap verdi: «Kalk îsa ve Allah'a bir tanecik oğlu İsmail'i Allah'ın sözünü yerine getirmek için kurban etmek isteyen İbrahim'i ve oğlunu bıçak kesmeyince bir koyun kurban etmesini bildiren benim sözümü hatırla. Sen de böyle yapacaksın Ey Allah'ın kulu İsa.»
îsa cevap verdi: «Başım üstüne, fakat kuzuyu nerede bulacağım? Görüyorum ki, param yok ve çalmak da meşru değil.»
Bunun üzerine, Cebrail kendisine bir koyun gösterdi ve îsa her zaman şanı Yüce Allah'ı hamd ve tesbih ederek onu kurban etti.

14. Kırk günlük oruçtan sonra İsa Oniki Havari'yi seçiyor.
İsa dağdan inip, yalnız başına geceleyin Erden'in karşı yakasına geçti ve kırk gün, kırk gece hiç bir şey yemeden, sürekli Rabb'e Allah'ın kendilerine göndermiş olduğu halkının kurtuluşu için niyazda bulunarak oruç tuttu. Ve kırk günün sonunda aç bir insandı. Sonra, şeytan göründü ve pek çok sözlerle onu iğfal etmeye çalıştı. Fakat îsa, Allah'ın sözlerinin gücü ile onu def etti. şeytan çekilip gittikten sonra melekler gelip, İsa'nın ihtiyaç duyduğu şeyleri kendisine verdiler.
Kudüs bölgesine dönen İsa'yı halk yine coşkun bir sevinçle karşıladı ve ona kendileri ile kalması için ricada bulundular; çünkü onun sözleri yazıcılarınki gibi değildi; bir güç taşıyor ve kalbe dokunuyordu.
îsa, Allah'ın kanunu üzerinde yürümek için kendilerine dönen insanların çokluğunu görünce dağa çıktı ve bütün gece orada kalıp dua ve ibadette bulundu; gün başlayınca dağdan inip, Havariler diye adlandırdığı, aralarında çarmıha gerilip öldürülen Yahuda'nın da bulunduğu oniki kişi seçti. Adları budur: Balıkçı iki kardeş Andreas ve Simun (Petrus), vergi mültezimi Matta ve bu kitabı yazan Barnabas, Zebedi'nin oğulları Yuhanna ve Yakup, Tomas (Taddeus) ve Yahuda, Bartolomeus ve Filipus, Yakup ve hain Yahuda îskariyot. Bunlara her zaman ilâhî sırları açıklardı; fakat, zekatları (toplayıp) dağıtmakla görevlendirdiği Yahuda îskariyot her şeyin onda birini çalardı.

15. İsa'nın bir evlenme töreninde suyu şarap yapan mucizesi.
Gül bayramı yaklaştığında, bilinen zengin bir adam îsa'yı ve şakirtlerini annesi ile birlikte bir evlenme törenine davet etti. îsa da davete gitti ve ziyafet sırasındalarken şarap yetmedi. Annesi İsa'ya usulcâ seslendi: «Şarapları kalmadı.» İsa cevap verdi: «Bana ne bundan, anneciğim?» Annesi, hizmetçilere İsa ne buyurursa itaat etmelerini emretti. Orada, İsrail kavmi adetine göre, ibadet için temizlikte kullanılmak üzere altı su küpü bulunuyordu. îsa, «Bu küpleri suyla doldurun» dedi. Hizmetçiler de dediğini yerine getirdiler, İsa onlara, «Allah'ın adıyla, yemek yiyenlere içmeleri için verin» dedi. Hizmetçiler, bunun üzerine tören sahibine (küpleri) götürdüler ve azar duydular: «Ey işe yaramaz hizmetçiler, neden şarabın daha iyisini şimdiye kadar bekletirsiniz?» Çünkü, onun, İsa'nın yaptıklarından hiç haberi yoktu.
Hizmetçiler cevap verdiler.- «Ey efendimiz, burada Allah'ın kutlu bir kişisi var, o suyu şarap yaptı.» Törenin sahibi, hizmetçilerin sarhoş olduklarını sandı Fakat, İsa'nın yanında oturanlar tüm olan biteni gördüklerinden, sofradan kalkarak saygılarını sundular: «Kuşkusuz sen Allah'ın bir mukaddesisin, Allah'tan bize gönderilen gerçek bir peygambersin.»
Ardından şakirtleri ona inandılar ve çokları kendinden geçerek şöyle dediler: «İsrail kavmine rahmeti ile davranan ve Yahuda'nın ailesini sevgiyle ziyaret eden Allah'a hamd olsun, onun kutsal adını tesbih ederiz.»

16. İsa'nın havarilerine kötü yaşantıdan kurtulmakla ilgili olarak verdiği harika ders.
Bir gün îsa şakîrdlerini çağırarak dağa çıktı ve orada oturunca, şakirdleri yanına geldiler ve ağzını açıp onlara şunları öğretti: «Allah'ın bize bahşettiği nimetleri büyüktür. Bu nedenle, gerçek bir kalple ona hizmet etmemiz gerekir. Ve madem ki yeni şarap yeni kaplara konuyor ve öyle de, eğer benim ağzımdan çıkan yeni akideyi alacaksanız, sizin de yeni adamlar olmanız gerekmektedir. Hemen size söylüyorum ki, nasıl bir kişi gözleri ile göğü ve yeri bir arada göremezse, Allah'ı ve dünyayı sevmek de işte böyle imkansızdır.
«Ne kadar akıllı olursa olsun, hiç kimse, birbirine düşman iki efendiye hizmet edemez; çünkü, biri seni severse, diğeri senden nefret edecektir. İşte, ben size gerçekten söylüyorum ki, Allah'a ve dünyaya (bir anda) hizmet edemezsiniz, çünkü dünya yalancılık, aç gözlülük ve eza ile cefa doludur. Bu bakımdan, dünyada rahat edemez, ancak zulüm ve yenilgi görürsünüz. Dolayısıyla, Allah'a hizmet edin ve dünyayı hakir görün. Benden ruhlarınız için sekinet elde edeceksiniz; sözlerime kulak verin, çünkü size doğruyu söylüyorum.»
«Gerçekten, bu dünya hayatına ağlayanlara ne mutlu, çünkü onlar rahata ereceklerdir.»
«Dünyanın zevklerinden gerçekten nefret eden yoksullara ne mutlu, çünkü onlar Allah'ın hükümdarı olduğu ülkenin zevklerini bol bol tadacaklardır.»
«Gerçekten, Allah'ın sofrasından yiyenlere ne mutlu, çünkü onlara melekler hizmet edecektir.»
«Siz hacılar gibi yolculuk ediyorsunuz. Bir hacı, yolu üzerindeki saraylar, tarlalar ve başka dünyalık şeylerle eğler mi kendini? Emin olun ki, hayır! Ama o, yolu üzerinde kullanışlı ve işe yarar olan hafif ve para eder şeyleri taşır. Bu, şimdi size bir örnek olmalıdır; ve eğer bir başka örnek daha isterseniz, anlattıklarımın hepsini yapasınız diye onu da vereyim.»
«Dünyalık arzulan kalbinize ağırlık etmeyin. (Şöyle) diyerek:»
«Bizi kim giydirecek?» Veya «Bize kim yemek verecek?» Rabbımız Allah'ın, Süleyman'ın tüm ihtişamından daha büyük bir ihtişamla giydirip beslediği çiçeklere, ağaçlara ve kuşlara bakın ve O sizi yaratıp kendi hizmetine çağıran, kadınlar ve çocuklar dışında sayıları altıyüzkırkbine varan   kulları   îsrailoğulları'na çölde kırk yıl gökten kudret helvası indiren ve giysilerini eskiyip yok olmaktan koruyan Allah, sizi beslemeye de kadirdir. Size söylüyorum, gök ve yer tükenecek; yine de O'nun Kendi'nden korkanlara olan rahmeti tükenmiyecektir. Fakat, dünyanın zenginleri, zenginlikleri içinde aç ve sonludurlar. Geliri artıp duran bir zengin vardı ve (şöyle) derdi: «Ne yapayım ey ruhum? Çiftliklerimi yıkacağım, çünkü onlar küçüktür; yeni ve daha büyüklerini yapacağım, böylece sen zafer kazanacaksın ey ruhum!» Vah zavallı adam! O gece ölüverdi. Yoksulları düşünmeliydi. Ve bu dünyanın haksız zenginliklerinin sadakasını alanlarla  (sadakalarıyla!) arkadaş olmalıydı; çünkü, onlar gök sultanlığında hazineler getirirler.
«Söyleyin bana lütfen, paranızı bankaya, bir bankere, verseniz, o da size verdiğinizin on katını, yirmi katını verse, böyle bir adama her şeyinizi vermez misiniz? Fakat, size söylüyorum, Allah sevgisi uğruna ne verir ve ne harcarsanız, geri yüz katını ve sonsuz bir hayatı alacaksınız. Allah'a hizmet etmekle ne kadar sevinmeniz gerektiğini görün işte.»

17. Bu bölümde mü'minin gerçek inancı açıkça algılanıyor.
İsa bunu deyince, Filipus cevap verdi: «Allah'a hizmet etmeye razıyız, ama Allah'ı bilmek de istiyoruz.» Çünkü İşaya peygamber «Cidden sen gizli bir Allah'sın» demiş ve Allah kulu Musa'ya «Ben neysem oyum» demişti.
îsa cevap verdi: «Filipus; Allah, kendisi olmadan hiçbir hakkın olmadığı bir Hakk'tır; Allah Kendisi olmadan hiçbir şeyin olmadığı Varlık'tır; Allah Kendisi olmadan yaşayan hiçbir şeyin olmadığı bir Hayat'tır. Öylesine büyüktür ki, her şeyi doldurur ve her yerdedir. Tektir, O'nun hiç bir dengi yoktur. Ne başlangıcı vardır, ne de sonu olacaktır. Fakat her şeye bir başlangıç vermiş ve her şeye bir de son verecektir. Ne babası vardır, ne de annesi; ne oğlu vardır, ne kardeşi; ne de yoldaşı. Ve, Allah'ın hiç bir bedeni yoktur. Bu bakımdan yemez, uyumaz, ölmez, yürümez, kımıldamaz, fakat, insandaki gibi olmayan sonsuz bir hayatı vardır. Çünkü, cismanî değildir, bileşik değildir, maddî değildir, en sâde özdendir. O kadar iyidir ki, iyiliği sever yalnızca; öylesine âdildir ki, cezalandırdığı ve bağışladığı zaman, «Bu neden böyle?» denemez. Kısaca, sana diyorum ki Filipus, burada yeryüzünde O'nu göremez ve tam olarak bilemezsin de; fakat melekûtunda O'nu ebedî göreceksin, orada tüm mutluluğumuz ve ihtişamımız bulunur.».
Filipus cevap verdi: «Üstad, siz ne söylüyorsunuz? İyi biliyorum ki, İşaya'da Allah'ın babamız olduğu yazılıdır; bu durumda, nasıl olur da, O'nun hiç bir oğlu bulunmaz?»
İsa cevap verdi: «Peygamberler için yazılmış pek çok kıssalar vardır, bu nedenle, harflere değil, manâya bakmalısın. Allah'ın dünyaya gönderdiği (sayıları) yüzyirmidört bine varan tüm peygamberler kapalı konuşmuşlardır. Fakat, benden sonra bütün peygamberlerin ve kutsal kişilerin ULUSU gelecek ve peygamberlerin söyledikleri tüm şeylerin karanlığı üstüne ışık dökecektir, çünkü O, Allah'ın Elçisi'dir.» Ve İsa bunu söyledikten sonra iç çekerek, (şöyle) dedi: «Ey Rabb(ım) Allah, İsrail kavmine merhamet et ve sana gerçek bir kalble hizmet edebilmeleri için İbrahim'e ve zürriyetine acıyarak bak.»
Şakirdleri cevap verdiler: «Amin, ya Rabb, (Ey) Allah'ımız!»
İsa dedi: "Size ciddî olarak söylüyorum ki, yazıcılar ve muallimler, Allah'ın kanununu, Allah'ın gerçek peygamberlerinin aksine sahte kehanetleriyle boş (ve anlamsız) yaptılar; bu nedenle, Allah, İsrail kavmine ve bu imansız nesle gazap etti. Şakirdleri bu sözler üzerine ağlayarak, şöyle dediler: «Merhamet et ey Allah (ımız), mabed üzerine ve kutsal şehir üzerine merhamet et ve Senin kutsal ahdini hakir görmeyen milletleri ondan nefret ettirme.» İsa cevap verdi: «Amin,  (ey) babalarımızın Allah'ı Rabb(ımız).»

18. Burada, Allah'ın kullarına dünyanın zulmettiği ve Allah'ın korumasının onları kurtardığı anlatılıyor.
İsa bundan sonra (da şöyle) dedi: «Siz beni seçmediniz, fakat, benim havarilerim olasınız diye ben sizi seçtim. Eğer, dünya sizden nefret ederse, o zaman benim gerçek havarilerim olacaksınız; çünkü, dünya her zaman Allah'ın kullarının düşmanı olmuştur. Dünyanın boğazladığı kutsal peygamberleri hatırlayın; İlya zamanında bile Cizebel tarafından onbin peygamber katledilmiş, o kadar ki, yoksul îlya güç belâ gizlenerek kurtulabilmiştir. Ve, yedi bin peygamber oğlu da Ahab tarafından katledildi. Ah, Allah'ı tanımayan şerli dünya! Sen korkma, çünkü başındaki saçlar o kadar çok ki, bitmeyecektir. Dikkat et, tek bir tüyleri bile Allah'ın iradesi olmadan düşmeyen serçelere ve diğer kuşlara bak. Hem sonra Allah, kuşlara, uğruna her şeyi yarattığı insandan daha mı çok dikkat edecektir? Hiç mümkün müdür ki, kendi oğlundan daha çok ayakkabılarına bakan bir insan bulunsun? Kuşkusuz ki, hayır. Şimdi, kuşlara (bile) bakarken, Allah'ın seni terkedeceğini ne kadar da az düşünmen (hiç düşünmemen) gerekiyor. Ve, ben neden kuşlardan söz ediyorum? Bir ağacın yaprağı (bile) Allah'ın iradesi olmadan düşmez.
«Bana inanın, çünkü size gerçeği söylüyorum, ki eğer sözlerime kulak verirseniz, dünya sizden çok korkacaktır. Çünkü, eğer o, kötülüklerinin açığa çıkmasından korkmuyorsa, (o zaman) sizden nefret etmiyecektir; fakat, açığa çıkmasından korkuyor, bu nedenle de, sizden nefret edecek ve size zulüm edecektir. Eğer, sözlerinizden dünyanın hiç hoşlanmadığını görürseniz, onu kalbte tutmayın, fakat, Allah'ın sizden daha büyük olduğunu göz önünde tutun; kim dünyanın sevmediği ve hakir gördüğü böylesi bir akla sahipse, onun akıllılığı delilik kabul edilir. Eğer Allah sabırla dünyaya katlanıyorsa, o zaman sen de onu kalbine mi yerleştireceksin? Ey yeryüzünün tozu ve çamuru!.. Sen sabrınla ruhuna sahip olacaksın. Bu bakımdan, eğer bir kimse, yüzünün bir tarafına bir yumruk vuracak olsa, ona vurması için öbür yanını teklif et. Kötülüğe karşılık verme, çünkü, en kötü hayvanlar böyle yapar; fakat, kötülüğe iyilikle karşılık ver ve senden nefret edenler için Allah'a yalvar. Ateş ateşle söndürülmez, ama suyla söndürülür: îşte böyle, size diyorum ki, kötülüğün üstesinden kötülükle değil, aksine iyilikle geleceksiniz. Güneşi iyilerin ve kötülerin (birlikte) üzerine doğuran ve yağmuru da aynı şekilde (yağdıran) Allah'a bakın. Evet, işte herkese iyilik yapmanız gerekiyor; çünkü kanunda (öyle) yazılıdır : «Kutsal ol, çünkü senin Allah'ın (olan) Ben kutsalım; temiz (ve pak) ol, çünkü Ben temiz (ve pak) im; ve kâmil ol, çünkü Ben kâmilim.» Size cidden söylüyorum ki, bir hizmetçi efendisini memnun etmek için çalışır ve efendisini memnun etmeyecek herhangi bir giysi de giymez, sizin, giysileriniz iradeniz ve sevginizdir. Bakın, Allah'ı, Rabbımızı razı etmeyecek bir şeyi istememeye ve sevmemeye dikkat edin. Emin olun ki, Allah dünyanın debdebesinden ve şehvetlerinden nefret eder, bu bakımdan siz de dünyadan nefret edin.

19. İsa, ihanete uğrayacağını haber veriyor ve dağdan inerken on cüzzamlıyı iyileştiriyor.
îsa, bunları söyledikten sonra Petrus (Simon) cevap verdi: «Ey muallim bak ki, biz senin arkandan gelen her şeyi terkettik, (şimdi) bize ne olacak?»
İsa cevap verdi: «Kuşkusuz Hüküm Günü'nde yanıma oturacak (ve) oniki îsrail kabilesine karşı şahitlik edeceksiniz.»
Ve, bundan sonra İsa iç çekerek (şöyle) dedi: «Ey Rabb(ım), nasıl şeydir bu? Ben oniki tane (havari) seçtim ve içlerinden biri bir şeytandır.»
Bu söz üzerine havariler üzüntülerinden sapsarı kesildiler: ve gizlice yazan (not alan) göz yaşlarıyla İsa'ya sordu: «Ey muallim, şeytan beni aldatacak ve sonra ben tart mı edileceğim?»
îsa cevap verdi: «Bu kadar üzülme, Barnabas, çünkü, Allah'ın dünyayı yaratmadan önce seçtikleri helak olmayacaktır. Sevin, çünkü senin adın hayat kitabında yazılıdır.»
İsa (şöyle) diyerek havarilerini rahatlattı: «Korkmayın, çünkü, benim kötülüğümü isteyecek olan benim sözüme üzülmez, çünkü onun içinde îlâhî duygu yoktur.
Bu sözleri üzerine, seçilenler rahatladılar. îsa dualarda bulundu ve şakirdleri de, «amin, amin, kadir ve rahim olan Rabb (miz) Allah» dediler.
Duasını bitirdikten sonra İsa, havarileriyle birlikte dağdan indi ve, uzaklardan «îsa, Davud'un oğlu, bize merhamet et!» diye bağıran on tane cüzzamlıya rastladı.
İsa onları yanına çağırdı ve şöyle dedi: «Benden ne diliyorsunuz, ey kardeşler?»
Hep birden bağırdılar: «Bize sıhhat ver!»
îsa cevap verdi: «Ah, ne kadar zavallısınız siz, aklınızı öylesine yitirmişsiniz ki, «bize sıhhat ver!» diyorsunuz. Benim de sizin gibi bir insan olduğumu görmüyorsunuz. Sizi yaratan Allah'ımıza seslenin: ve kadir ve rahim olan O sizi iyileştirecektir.»
Cüzzamlılar gözyaşlarıyla cevap verdiler: «Senin de bizim gibi insan olduğunu biliyoruz, fakat yine de, Allah'ın kutsal bir (insan)ı ve Rabb'ın bir peygamberi; bu nedenle, Allah'a sen dua et kî, O bizi iyileştirsin.»
Bunun üzerine, havariler İsa'ya rica ettiler: «Rab, onlara merhamet et.» Sonra, İsa derin bir iç geçirdi ve Allah'a yalvardı: «Kadir ve rahim olan Rabb (im) Allah, kuluna merhamet et ve sözlerini duy: ve babamız İbrahim aşkına ve senin kutsal vadin için bu adamların isteklerine rahmetinle davran ve onlara sıhhat bahşet.» Ardından İsa bunları söyleyince cüzzamlılara döndü ve (şöyle) dedi: Gidin ve Allah'ın kanununa göre kâhinlere görünün.
Cüzzamlılar ayrıldılar ve yolda giderken temizlendiler. Bunun üzerine, içlerinden biri iyi olduğunu görünce İsa'yı bulmak için geri döndü; kendisi bir îsmailî idi. İsa'yı bulunca önünde eğilip saygı gösterisinde bulunarak (şöyle) dedi: «Bildim ki, sen Allah'ın bir mukaddesisin» ve teşekkür ederek kendini hizmetçi edinmesi için yalvardı. İsa cevap verdi: «On kişi temizlenmişti; dokuzu nerede?» Ve temizlenene dedi:
«Ben kendime hizmet edilsin diye değil, hizmet etmek için geldim. Haydi evine git ve (evdekilerin de) İbrahim'e ve oğluna verilmiş sözlerin Allah'ın sultanlığı ile birlikte yaklaşmakta olduğunu öğrenmeleri için, Allah'ın sende neler yaptığım anlat.» Temizlenen cüzzamlı ayrıldı ve kendi oturduğu bölgeye gelince Allah'ın İsa aracılığıyla kendinde neler yaptığını anlattı.

20. İsa'nın denizde gösterdiği mucize ve İsa, bir peygamberin nerede kabul gördüğünü bildiriyor.
İsa Galile denizine gitti ve bir gemiye binerek Nasıra'ya doğru yola çıktı. Bu sırada denizde büyük bir fırtına başladı. O kadar ki, gemi nerede ise batacaktı. Ve îsa geminin pruvasında uyuyordu. Havariler yanına yaklaşarak uyardılar. «Ey muallim, kurtar kendini, helak oluyoruz!» Ters taraftan esen kuvvetli rüzgâr ve denizin kükremesi nedeniyle büyük bir korkuya kapılmışlardı. îsa uyandı ve gözlerini gök yüzüne dikerek dedi: «Ey Elohim Sabao (Çoğul kipi, orjinal dilde saygı ifadesi olarak kullanılmaktadır, türkçedeki 'Siz' gibi), kullarına merhamet et.» İsa bunu demişti ki, birden rüzgâr durdu ve deniz sakinleşti. Bunun üzerine denizciler korkuya kapılarak dediler: «Kimdir bu, deniz ve rüzgâr kendisine itaat ediyor?» Nasıra kentine gelince denizciler, İsa ne yaptıysa hepsini yaydılar. Bunun üzerine İsa'nın kaldığı evin çevresine şehirde oturanların hemen hemen hepsi yığıldı. Ve yazıcılarla fakihler kendilerini O'na takdim ederek dediler: «Denizde ve Yahudiye'de yaptıklarını işittik; bu nedenle burada kendi memleketinde de bize bazı işaretler (ayetler) göster.» İsa cevap verdi: «Bu imansız nesil bir işaret ister, fakat bu onlara gösterilmeyecek. Çünkü hiç bir peygamber kendi memleketinde kabul görmez. îlya zamanında Yahudiye'de pek çok dullar vardı. Fakat emzirilmesi için hiç birine gönderilmedi. Saydalı bir dula (gönderildi). Elişa zamanında ise Yahudiye'de pek çok cüzzalı vardı. Ama, yalnız Suriyeli Naaman temizlendi.»
Bunun üzerine şehir halkı kızarak O'nu yakaladılar ve aşağıya atmak için bir uçurumun tepesine götürdüler, fakat îsa aralarından geçip giderek onlardan ayrıldı.
#1011
-Sunuş-

Barnabas aslen Kıbrıslı olup yahudi bir aileden doğmuştur. Asıl adı Joseph (Yusuf) tur. Barnaba ise teselli oğlu anlamında ona sonradan verilmiş bir lâkaptır. Barnabas'ın kaleme aldığı incil, İsa'nın bir şakirdi, yani zamanının çoğunu, mesajını yaydığı üç yıllık süre içinde bizzat îsa'nın yanında geçiren bir kişi tarafından yazılmış ve bugüne kadar gelmiş, bilinen tek İncil'dir. Kabul edilmiş dört İncil'in yazarlarının aksine, o İsa ile doğrudan teması olmuş ve öğretisini doğrudan İsa'­dan almış biriydi.

Barnabas hakkında, Hz. İsa'dan sonra havarilerinin dinini tebliğlerinin ve bu uğurda başlarına gelenlerin anlatıldığı ve Kilise tarafından da kabul edilen "Rasullerin İşleri" bölümünde önemli bilgiler bulmak mümkündür. Burada anlatıldığına göre, Barnabas aslen Kıbrıslı olup asıl adı Yusuf'tur ve Levililerdendir. Barnabas "teselli oğlu" anlamına geldiğine göre, herhalde lâkabı olsa gerektir.

'Kanonik İnciller'de Barnabas'ın adı havariler arasında geçmez. 'Rasuller'in İşleri'nden anlaşıldığına göre, o çok erken bir dönemde Hakk dini kabul etmiş olsa gerektir. Barnabas'ın ismi Kanonik İnciller içerisinde ilk olarak şöyle geçer:

"İman edenlerin cemaati tek yürek ve tek can idi; ve hiç biri kendisinin olan şeyler için 'benimdir' demiyordu; fakat her şey onlar için müşterekti. Ve resuller büyük kuvvetle Rab İsa'nın kıyamına şehadet ediyorlardı; ve hepsinin üzerinde büyük lûtuf vardı. Çünkü aralarında yoksul kimse yoktu; zira tarlaları yahut evleri olanların hepsi satıp, satılmış olan şeylerin bedellerini getirerek resullerin ayakları önüne koyuyorlardı; ve her birine ihtiyacına göre dağıtılıyordu.» İşte bu zamanda resullerce çağrıldığı şekliyle BARNABAS tarlasını satmış ve parayı getirip resullerin önüne koymuştu." (Rasullerin İşleri, 4: 32-37).

Bu olaydan sonra Barnabas adı Resuller'in İşleri'nde sık sık geçer. Şehir şehir dolaşan Barnabas Allah'ın sözünü her gittiği yerde ilân etmekte, kardeşlerine yardım için koşmakta ve pek çok kişinin Hakk Din'e girmesine vesile olmaktadır.

Barnabas ilk dönemlerde Pavlos'la birliktedir. Fakat, bir süre sonra aralarında, şehirleri dolaşırken Markos denilen Yuhanna'yı da yanlarına alıp almama konusunda şiddetli bir tartışma çıkar ve nihayet ayrılırlar. (Resuller'in İşleri, 15: 36 - 41).

İlginçtir ki, bu ayrılma olayından sonra Resuller'in İşleri'nde Barnabas adı bir daha geçmez ve sürekli Pavlos'tan söz edilir. Buradan, Barnabas - Pavlos ayrılığının köklü bir ayrılık olduğunu ve en azından bundan sonra 'itikad' alanında da derin bölünmelerin baş gösterdiğini tahmin edebiliriz.  Nitekim, Barnabas, İncili'nin girişinde şöyle der:

"...Şeytan tarafından aldatılan pek çokları, dindarlık maskesi altında en dinsiz akideyi va'z ederek İsa'ya Allah'ın oğlu demekte, Allah'ın sonsuza değin emrettiği sünnet olmayı reddetmekte ve her türlü kirli etin yenmesine izin vermekte olduğundan ---bunlar arasında bulunan, kendisinden üzüntü duymadan söz edemediğim Pavlos da aldatılmıştır-- kurtulasınız, Şeytan tarafından aldatılmayasınız ve Allah'ın hükmü önünde hüsrana uğramayasınız diye, İsa ile yaptığım konuşma ve görüşmelerde gördüğüm  ve duyduğum gerçeği yazıyorum."

Barnabas'ın bizzat kendi yazdıklarından anladığımıza göre, o, Resuller'in İşleri'nde geçtiği gibi Pavlos'la bir süre arkadaşlık yapmış,  fakat, daha önceki peygamberlerden  sonra olduğu gibi, Hz. İsa'dan sonra da izleyicileri arasında ayrılıklar çıkmış, bu ayrılıklar dinin özüne de inmiş ve Pavlos, Tevhid'i Şirk'e çevirenlerin başında yer alırken, Tevhid'den kopmayan Barnabas ise, Hz. İsa'nın gerçek dinini, ona inananlar Şeytan'a kanmasınlar diye yazıya geçirme gereği duymuştur.

Barnabas, gerçekten yukarıdaki satırlarda geçtiği gibi, Hz. İsa'nın havarilerinden midir? Buna 'evet' de 'hayır'da diyemiyoruz. Fakat, kesin olan bir gerçek varsa, Barnabas'ın İslam'ın da peygamberlerinden olan Hz. İsa'ya inanmış bir mü'min olduğu ve en azından 'Kanonik İnciller'in ilkinin yazıldığı günlerde ve hattâ ondan daha da önce 'İncil'ini kaleme aldığıdır. Barnabas belki kendisi Hz. İsa'nın havarisi olmasa bile, en azından onun gerçek havarilerini dinlemiştir; bu yüzden onun İncil'i, İslâmi Hadis literatüründeki ifadeyle, Peygamber'i gören ve işiten bir sahabenin 'sahih'i değilse bile, hiç olmazsa, sahabeyi görüp işiten bir tabii'nin 'mürsel sahihi'dir.

Hz. İsa hakkında gerçekten değerli bir araştırma yapmış bulunan Muhammed Ata'ür-Rahim Barnabas'ın havariliğini kabul etmekte ve onun İncil'i hakkında özetle şu bilgiyi vermektedir:

"BARNABAS İNCİLİ, İsa'nın bir şakirdi, yani zamanının çoğunu, mesajını yaydığı üç yıllık süre içinde bizzat İsa'nın yanında geçiren bir adam tarafından yazılmış ve bugüne kadar gelmiş, bilinen tek İncil'dir."

Kabul edilmiş dört İncil'in yazarlarının aksine, o İsa ile doğrudan teması olmuş ve öğretisini doğrudan İsa'dan almış biriydi.

Barnaba İncili, MS. 325'e kadar İskenderiye Kiliselerinde Kanonik (-gerçek-sahih-) bir İncil olarak kabul ediliyordu. Tevhid (Allah'ın birliği inancı) lehinde yazan Iraneus'un (MS.130-200) yazılarından, bu İncil'in İsa'nın doğumundan sonraki birinci ve ikinci yüzyıllarda elden ele dolaştığı anlaşılmaktadır. Putperest Roma dininin ve Eflâtun'un felsefesinin İsa'­nın aslî öğretileri içine girmesinden sorumlu olmakla suçladığı Pavlus'a karşı çıkan İraneus, kendi fikirlerini desteklemek için Barnabas İncili'nden geniş alıntılarda bulunmuştur.

İznik Konsülü 325 Yılında Yüzlerce Yazımla Birlikte Barnabas İncili'ni de Yasaklıyor

325'te ünlü İznik Konsülü toplandı. Teslis Pavlus Kilisesi'nin resmî inancı olarak ilân edildi ve bu kararın sonuçlarından birini de, o zaman elde bulunan üçyüz kadar İncil'den dördünün Kilise'nin resmî İnciller'i olarak seçilmesi oluşturdu. Bunlar, Matta, Markos, Luka, Yuhannâ'nın yazdıkları İncîllerdir. Özünde Eflâtûnun ortaya attığı trinite fikri, İsa'dan sonra 1'inci ve 2'inci yüzyıllarda kaleme alınan bu İncîllerde yer aldı. İçlerinde Barnabas İncili'nin de bulunduğu diğer înciller'in bütünüyle yok edilmesi emredildi... Geçerliliği tanınmamış Inciller'den birini yanında bulunduranın öldürüleceğine dair emir çıkarıldı...

M.S. 366'da papa olan Damasus'un (304-384), Barnabas İncili'nin okunmaması hakkında buyrultu yayınlandığı kaydedilir. Bu buyrultu M.S. 395'te ölen Sezarya piskoposu Gelasus tarafından desteklenmiştir. Bu piskopos İncil'i Apoler; fal kitaplar listesine almıştır. Apokrifa (apocrypha) basitçe 'halktan gizlenen' demektir. Böylece, daha bu aşamada İncil kimsenin eline geçmez olmuştur...

Pavlus Kilisesi 1700 Senedir Barnabas İncilini İmha Etmeye Çalışıyor

Barnaba Incili'yle ilgili daha bazı buyrultular da vardır. 382'de Batı Kiliseleri Buyrultusu'yla ve 465'te papa Innocentın buyrultusuyla yasaklanmıştır... Tüm bu buyrultular Şansölye Seguier (1558-1672) Kütüphanesi'ndeki B. de Montfaucan (1655-1741) tarafından hazırlanmış Yunanca elyazmalar katalogunda anılmaktadır...

Barnabas İncili'nin Dikkat Çekici Yolculuğu

İmparator Zeno'nun yönetiminin dördüncü yılı olan M.S. 478'de Barnabas'ın mezar ve kalıntıları keşfedilmiş ve kendi eliyle yazılmış İncili'nin bir nüshası göğsünün üzerinde bulunmuştur. Bu olay, 1698'de Antwerp'de yayınlanan Acta Sanctorum, Boland Junii, Tome II, sayfa 422-450'de geçmektedir...

Barnaba încili'nin, buradaki metne de kaynaklık eden, İngilizce çevirisine esas olan el yazması Papa Sextus'un (1589 -1590) elindeydi. O'nun, kendinden pek çok alıntılar yapmış olan Iraneus'un yazılarını okuduktan sonra Bamabas încili'ne büyük ilgi duyan Fra Marino adında rahip bir arkadaşı vardı. Bir gün bu rahip Papa'yı görmeye gitti. Birlikte öğle yemeği yediler ve sonra Papa uykuya daldı. Peder Marino Papa'nın özel kütüphanesindeki kitapları karıştırmaya başladı ve Bamabas İncili'nin İtalyanca bir el yazmasını ele geçirdi. Bunu cübbesinin yenine gizleyerek oradan ayrıldı ve kitapla birlikte Vatikan'dan çıktı. Sonra bu el yazma elden ele dolaşıp, nihayet Amsterdam'da, «hayatı boyunca bu parçaya büyük bir değer verdiği sık sık işitilen büyük bir isim ve yetkiye sahip bir kişi»ye ulaştı. Onun ölümünden sonra, Prusya Kralı'nın danışmanlarından John Frederick Cramer'a geçti. 1709'te Cramer bu el yazmayı ünlü 'kitap kurd'u saray prensi Eugene'e sundu. 1738'de kitap, Prens'in kütüphanesiyle birlikte Viyana'da Hofbibliothek'e geçti ve hâlâ oradadır...

Erken kilise tarihçilerinden önemli bir zat olan John Toland, bu yazmayı incelemiş ve ölümünden sonra 1747de basılmış olan muhtelif çalışmalarında ona atıflarda bulunmuştur. İncil hakkında şöyle der: «Bu, tıpkı kutsal bir kitap görünümündedir.»

İtalyanca elyazma Canon ve Bayan Beggo tarafından İngilizce'ye çevrilerek, 1907'de Oxford Üniversitesi Basımevi tarafından basılıp yayınlandı. Bu İngilizce çevirinin hemen tüm nüshaları birden ve esrarengiz bir şekilde piyasadan kayboldu.

Bir anlatıma göre, Barnabas İncili'nin basımından habersiz olan Vatikan yayım satım gününden hemen önce haberdar olunca acilen aldığı bir kararla kitabın satıma sunulacağı her kitapçının önünde yüzlerce kişilik kuyruklar oluşturularak tüm basımların alınıp imha edilmesi şeklinde rahip ve rahibelere talimat vermiş. Sonrasında gücünü kullanarak kitabın yeni baskılarının yapılmasının önüne geçmiş.

Ancak, bu defa bazı kütüphanelere dağıtım öncesi gönderilen basımlar gözden kaçmış. Bugün için, biri British Museum'da, diğeri Washington'da Kongre Kütüphanesi'nde bulunmak üzere, 1907 tarihli ingilizce basımın yalnızca iki nüshası biliniyor. Bu tarihten sonraki ilk baskı ise 1979'da gerçekleşti. Kongre Kütüphanesi'ndeki nüshanın mikrofilm kopyasını alan pakistanlı müslüman bir araştırmacının sayesinde, 72 sene sonra kitabin yeni bir baskısı yapılabildi..(-Jesus, A Prophet of islam, Londra, 1979, s : 39 - 42).

Pavlus Öğretilerine Uyan Hiristiyanların Barnaba İncilini İnkar Çabaları ve Tarihi Gerçekler:

Hristiyan literatüründe Barnaba İncili'nin adı nerede geçmişse, oraya bir muhalefet şerhi konmuş, bu İncil'in, sahte ve uydurma olduğu, dolayısıyla reddedilmesi gerektiği ileri sürülmüştür. Hattâ bu İncil'in, bir müslümanın hayal gücünün bir eseri olduğu iddia edilmiştir. Bu, iddia tarihi hiç bir dayanağı olmadan inkar amaçlı olarak ortaya atılmıştır; çünkü böyle bir kitap müslümanlar tarafından bilinmiyordu. Eğer bilinseydi pek çok eserde ondan söz edilirdi. Taberî, Mes'ûdî, Ya'kûbî, Bîrûnî, İbn Hazm, İbn Teymiyye gibi hiristiyan kaynaklarına vâkıf olan yazarlar, Hristiyanlık ve onun kutsal kitaplarından bahsederken, Barnabas İncili'ne en ufak bir işarette bile bulunmamışlardır.

George Sale'in, 1734 yılında, Kur'an'ın İngilizce çevirisinde bundan bahsetmesinden önce müslümanlar, Barnabas İncili'nin adını bile duymamışlardı. İbnü'n-Nedîm tarafından 995 yılında ve Hacı Halife tarafından 1657'de hazırlanan, geniş birer bibliyografya eseri olan 'el-Fihrist' ve 'Keşfü'z-Zünûn' adlı kitaplarda da bu İncil'in adı geçmemektedir. Bu eserlerin yanısıra 18'inci yüzyıl öncesi süreçte müslümanlarca kaleme alınan ve bugün bilinen hiçbir metinde bu İncilin isminden ya da içeriğinden bahsedilmediği gibi islam uygarlıklarında söylenti-hikaye-efsane düzeyinde dahi adı bir kayda geçmemiştir.

Hz. Muhammed'in Doğumundan 75 Sene Önce...

Barnabas İncili'nin müslümanlar tarafından yazılmadığının bir delili de şudur: Hz. Peygamber'in dünyaya gelişinden 75 yıl önce (M.S. 496), Papa I.Gelasius döneminde 'yanlış ve dînî düşüncelere aykırı kitaplar' adı altında hazırlanan listede (-Decretum Gelasianum-), Barnabas İncili'nin adı geçmektedir. Ayrıca 7'inci yüzyıl öncesinden günümüze gelen ikinci ve farklı bir belgede yasaklanan 60 kitap içinde (-List of the Sixty Books-) Barnabas İncili de yer almaktadır. Barnabas İncili'nin tarih boyunca aslında var olmadığı şeklindeki iddialara değinen Avustralyalı bilim adamı(-La Trobe Universitesi Bendigo-) Dr. Rodney Blackhirst, bir bilimsel makalesinde yukarıdaki iki listeye dikkat çekerek, şöyle demektedir:

«Bazıları, ortaçağın sonlarında Barnabas İncili isimli yazıma rastlanılması öncesi süreçte, böyle bir incilin tarihsel olarak var olmadığını kesin bir güvenle iddia ediyorlar. Oysa farklı yüzyıllardan, iki ayrı liste bunun tersini kanıtlıyor. İki listede de aynı yanlışın olması, aslında olmayan bir şeyin yanlışlıkla iki ayrı listede de "Barnabas İncili" adıyla yer alması mümkün müdür? "60 kitap listesi" sadece bu tek konuda yanlış olabilir mi? Barnabas İncili'nin hiç var olmadığı iddiası kimilerinde, bu incilden bugüne hiç bir parçanın gelmediği iddiasına yerini bırakıyor. Fakat o zaman "60 kitap listesi"nde yer alan kitaplardan sadece Barnabas İncili'nin bir iz bırakmadan kaybolması gibi bir sonuç akla yatkın olacak mıdır?»

Barnabas İnciline getirilen bu yasaklamalar, o çağlarda, bu İncil'i yazacak bir müslümanın var olamayacağını açıkça gösteriyor. Çünkü o zaman daha Hz. Muhammed (doğumu 571) bile doğmamıştı.

Ayrıca yukarıdaki delillere ek olarak şunu vurgulamak yerinde olacaktır: Allah ve bir Peygamberi hakkında yalan söylemek demek olacak böyle bir sahtekarlık; yani bir incil uydurma eylemi; yalancılık ve sahtekarlığa karşı duruşu ve doğruluk ve dürüstluk ahlakını Hz. Peygamber ve Kuran'dan alan bir müslümandan beklenemez. Böyle bir şeyi iddia edebilenler, bazı değişiklikler ve tahrifler yaşadığı Spinoza, Goethe ve daha nice batılı entellektüeller tarafından ifade edilen 4 İncilin dışında ve 2000 sene önceki orjinal halinde veya orjinal haline yakın olarak gerçek İncil'den içinde güçlü yansımalar bulunan bir metinle karşılaşmanın şok ve şaşkınlığı ile bunu yapıyor olmalılardır.

Alman Protestan Kilise Komisyonu'nun kontrolünden geçerek basımına izin verilen eski ve yeni Ahid çevirileri, şu sunuşla başlar:

«Kutsal kitap gökten inmiş değildir. Eski Ahid (-Tevrat-)'in 39 kitabıyla dört İncil yüzlerce yılda yavaş yavaş gelişmiş ve son şeklini almıştır.»

Burada tevrat ve incil üzerinde tarih boyunca tahrifat ve değiştirmeler yapıldığı gayet net bir şekilde kilise tarafından, ifade ediliyor.

Hakkari'de 1983 Yılında Bulunan Barnabas Nüshası

1983′te Hakkari civarında bir mağarada, İsa Peygamberin konuşma dili olan Ârâmî dilinde ve Süryânî alfabesi ile yazılmış ceylan derisinden bir kitap bulunduğu ve bunun Barnaba İncili olduğu, yurt dışına kaçırılmak istenirken kaçakçıların yakalandığı ve kitabın bir yerde muhafaza edildiği ifade edilmektedir. Kitabı bulanların, kitabın içeriğini anlamak amacıyla, Aramice Uzmanı Filolog Hamza Hocagil'e kitabın ilk sayfasını getirdikleri, Hocagil'in tercüme ettiği sayfaya göre bu kitabın Barnabas İncili olduğu ve aşağıda bulunan incil metninin girişine benzer ifadelerin bu sayfada yer aldığı detayları verilmektedir. (bk. İlim ve Sanat, Mart-Nisan 1986, sayı: 6, s. 91-94).

Pavlus Öğretileri ve Resmî Roma Hristiyanlığı

Paulus=Pavlus=Pavlos=Bolis, Tarsus'lu Saul MS 10-67 yılları arasında yaşadı. Pavlus Roma Yurttaşlığı'nı kazanmış yahudi bir aileden geliyordu. Bu nedenle hem Yahudi adı Saul'u hem de Romalı Adı Pavlus'u kullanıyordu. Yahudi önderi I.Gamalyel dönemi'nde Kudüs'de hahamlık öğrenimi gördü.

İlk dönemlerinde bağnaz bir Ferisi (-yahudi din adamı-) olarak Hristiyanlığı Yahudilik karşısında büyük bir tehdit saydığı için Kilise Üyeleri'ne yönelik kıyımlarda, yüzlerce inananın öldürülmesinde etkin roller oynadı.

Daha sonraları, «inananların peşine düşerek Şam'a giderken yolda İsa'nın görüntüsü'yle karşılaştığını, böylece tevbe ettiğini» iddia etti. İddiasını doğru kabul eden hristiyanların arasında yaşadı. Kısa bir süreç ardından ise bir topluluğun lideri haline gelerek inananlar arasında önemli ayrışmalara neden oldu. Dini yahudi olmayanlar arasında yayması farklı yönlerinden birisidir.

Hristiyanlığın bir Yahudi Mezhebi olmaktan çıkıp bir Roma Dini'ne dönüşmesine belirleyici katkı'da bulunan kişidir Pavlus. Yeni Ahid'in yaklaşık 1/3 ünü oluşturan mektupları günümüze ulaşmış en eski Hristiyan Metinleri'dir ki bugünkü Hristiyan İlahiyatı'nın temellerini oluşturur. Yeni Ahid'deki Resullerin İşleri Kitabı'nın yarıdan çoğu Pavlus'un etkinlikleri'ni aktarır.

Romanın resmî dini haline gelen hristiyanlık pavlus'un takipçilerinin dini anlayışını yansıtır. Roma kilisesi=Pavlus kilisesi, tevhide (Allah'ın birliği inancı) inanan ya da buna yakın diğer hristiyan mezhep ve topluluklarını ortadan kaldırmak için mücadele etmiş. Bu uğurda afaroz (dinden atma) ve ölüm cezaları uygulamış ve bunlarla korkutmuştur.


Pavlus'un İlk Günah-Keffaret Anlayışı

«İlk Günah Kavramı - her doğanın günahkar doğduğu iddiası -»'nı ileri süren Pavlus mektup ve etkinlikleriyle, Tevrat'ta yer alan Allah'ın emirlerinin dikkate alınmayarak uygulanmamaları sonucunu verecek biçimde keffaret inancını kurmuştur. (-Keffaret; Isa Peygamberin çarmıha çekilerek kendini, insanların günahtan kurtulmaları için feda ettiği, böylece sadece Hz. İsa'ya inanmanın sonsuz kurtuluş için yeterli olacağı inanışı. -Barnabas İnciline ve İslam kaynaklarına göre ise çarmıha gerilen kişi, Hz. İsa'ya ihanet eden ve bunun cezası olarak mucize ile İsa'ya benzetilen Yahuda İskariyot'tur.-)

Pavlus'un bu öğretileri ile sadece «kalp temizliği ve İsa'ya inanmayı» yeterli gören, Allah'ın koyduğu kurallar ve O'nun emirlerinden soyutlanan bir din yapılanması ortaya çıkmıştır. Böylesi bir din anlayışı ne diğer dört kanonik incilde ne de Barnabas incilinde Hz. İsa tarafından dile getirilmemiştir.

Barnabas'ta; Hz İsa döneminde, dini kuralların titizlikle uygulandığı ve doğru inanca sahip olmanın, Tevratta yer alan (-domuz eti yasağı gibi-) yasaklamalardan kaçınmanın ve sünnet olma emrinin uygulanması ve ibadetin samimiyetle ve sürekli yapılmasının Hz İsa'nın temel direktifleri arasında olduğu görülür.

Bugünku haliyle Yeni Ahid'de (-incilde-) yer alan şu metin konumuz itibariyle oldukça dikkat çekicidir:

«Hz. İsa'ya tâbi(uyanlar) olanlar kendisinin yeryüzünde olduğu zaman diliminde ve göğe yükseltilmesinin sonrasında Tevrat'a bağlı Yahudi cemaati ile, Kudüs'teki Mabede gitmeye devam etmişlerdir»(-Resullerin İşleri, 3,1)

Barnabas İncil'inde Çelişkiler Olduğuna Dair İddialar Hakkında

Yukarıda sıralananlara gözatıldığında Barnabas İncili'yle ilgili herhangi bir konuda müslümanların sorumlu olmadığı oldukça açık bir şekilde anlaşılmalıdır. Müslümanların bu İncile ilgilerinin sebebi bir Peygamber olarak kabul ettikleri Hz. İsa'nın gerçek yaşam kesitlerinin detaylarına ve Allah'ın gönderdiği kitaplardan biri olduğuna inandıkları İncilin gerçek haline duydukları doğal meraklarıdır.

Bu incilin 2000 sene önceki gerçek incilin tam olarak aynısı olduğunu da iddia edemeyiz. Çünkü, Kanonik kabul edilen diğer 4 incil gibi bu incil de Hz. İsa'nin dili olan aramice değildir, belki en azından birkaç kere tercüme edilmiş bir metindir; örneğin, Aramiceden önce grekçeye sonra latinceye daha sonra italyancaya çevrilmiş olabilir. Türkçe çeviriye kaynaklık eden ingilizce metin ise halen Viyana Hofbibliothek'te bulunan italyanca nüshadan bu yüzyılın başında tercüme edilmiştir. Bu tercümeler esnasında mütercimlerin yetkinlik derecelerinin ya da bilgisel yetersizliklerinin; kasıtsız-teknik kelime yanlışlıklarının roller oynadığı pekala düşünülebilir.
Bu incil vasıtasıyla sezilen ve tarihsel süreciyle varılan sonuç "asıl incil'den" güçlü esintileri yansıtmasıdır.
Çelişki olarak iddia edilenler metinde yer alan temel konu doğrultularında değildir, tam tersine, Barnabas İncili'ni diğer incillerden ayıracak en açıklayıcı kelime "baştan sona tutarlılık" olacakdır.

"Nasıraya doğru gemiyle yola çıkmak"

En çok çelişki iddiasının vurgulandığı yer, 20'inci bölümde, Galile denizi üzerinden "Nasıra'ya doğru gemiyle yola çıkılması"dır. "Nasıra'ya gemiyle gidildi" şeklinde bir cümle kurulmamıştır. 16'ıncı bölümde Hz. İsa'nın şakirdlerini çağırarak bir dağa çıktığı ifade edilmektedir. Bu bölümden sonra bir yolculuktan bahseden ilk bölüm 20'inci bölümdür. Dolayısıyla "Nasıra'ya doğru nereden hareket edildiği" belirgin değildir, ancak bilinmeyen bir yerden başlayan yolculuğun bir kısmının Galile Gölü'nün geçilerek yapılması pekala mümkündür.

20'inci bölümde; "Nasıra kentine gemiyle yanaşıldığı" da yer almaz, sadece, "Nasıra kentine gelince" denir. Yolculuğa başladıkları yerden Nasıra'ya yol alırken Hz. İsa ve şakirtlerinin yolculuğun bir kısmını Galile gölü üzerinden yaptıkları yargısı metne uygun olacaktır.

Öte yandan gerçek-dışına çıkılarak, Barnabas İncili metninde güya "Nasıra Limanı'ndan" bahsedildiği, güya "Kudüs'ten Nasıra'ya gemiyle gidildiği" ekleniyor ki, Barnabas'ta bu şekilde ya da aynı anlama gelecek ifadeler kesinlikle yer almıyor.

Yukarıda yer alan objektif-net-tarihi verilere karşı, duygusallığı yansıtan bir alaycılık ile gerçek-dışı demogojik yaklaşımlara yönelebilen bazı çevrelerin yukarıda adı geçen onlarca tarihi belgeye göz gezdirmeleri, hiç değilse kolayca edinebilecekleri Dr. Rodney Blackhirst'a ait yukarıda bir yargı paragrafı alıntılanan makaleyi okumaları önerilebilir.

Diğer çelişki iddiası Romalı iki valinin (Plate=pilatus=pilotus) isimleri hakkında dile getiriliyor ki, iki ayrı dönemde gelen iki valinin isimlerinin aynı olması mümkündür.

İsa Peygamberin 119'uncu bölümde şekerle ilgili verdiği bir örnek sözkonusu ediliyor. Barnabas İncilindeki metin anlatımından o dönemde şekerin çok değerli olduğu anlaşılıyor. İsa döneminde şekerin bilinmediğini savunan bazı itirazcılar, şeker pancarından şeker üretimi bilgisinin 7'inci yüzyıldan önce bölgeye ulaşmadığını iddia ediyor. Öyle bile olsa, herhalde durdukça şekerlenen bal ve pekmez gibi tatlı besinlerden de şeker elde edilebileceği gözardı ediliyor.

Öte yandan, yukarıda da belirtilidiği gibi bazı detaylarda asırlar boyunca yapılan çevirilerde, tercüme ya da teknik yanlışlıklar mümkün olabildiği gibi çelişki iddialarının argumanlarında da duygusal nedenlerden ya da yanlış bilgilerden kaynaklanan bazı yanlışlar olabileceği gözardı edilemez.

Çünkü, Barnabas İncili bugünkü hristiyan dünyasının da temel aldığı Pavlus yaklaşımına sarsıcı bir yalanlama ve karşı çıkışı da barındırmaktadır..

Tam da bu nedenle asırlar boyu (1700 senedir) tamamen imha edilmek istenmiştir.

Hz. İsa Peygamber neden "Gelecek Mesih ben değilim" diyor?

Mesih nitelemesini İsa'dan sonra gelecek Peygamber hakkında telaffuz edilmesi, Hz. İsa'nın Mesih olmadığından değil, metinden de anlaşılacağı üzere o dönem topluluklarının Mesih denildiğinde bunu en son gelecek Allah'ın Elçisi olarak algılamalarıdır. İsa, "Sen Mesih misin?" şeklindeki sorulara yanıt verirken kendinden sonra gelecek Allah'ın Elçisi'nden haber vermektedir. Barnabas İncili'nin ilk başlığında, girişi ve 6'ıncı bölümünde de İsa Peygamber için "Mesih" denmektedir.

İsa peygamberin "Sen Mesih misin?" şeklindeki soruya verdiği cevabı bu gerçeği gösteriyor:

«..Çünkü ben, sizin «Mesih» dediğiniz, benden önce yaratılmış ve benden sonra gelecek ve inancı (dini) son bulmasın diye gerçeğin sözlerini getirecek olan Allah'ın Elçisi'nin ayakkabılarının iplerini veya çoraplarının bağlarını çözecek değerde değilim.»

Tahrifler sonucu sürrealist ve ancak ruhban derecelilerin anladığı (!) anlaşılmaz semboller anlatımı haline gelen ve bünyesinde tahrif ve değişmelerden doğan yanlışlardan yüzlerce sancıyı taşıyan 4 kanonik (!) incilden (kanonik: "otoritelerce doğrulanmış", "genel olarak kabul edilen") örnekler vererek, gerçek ve pek çok "çelişki"leri gerçek anlamda göstermek mümkündür. Bu çelişkiler doğu ve batıda, yerinde ve yeterince ele alınarak ilgilenenlere gösterilmiştir. Alman Protestan Kilise Komisyonu'nun, yukarıda yer alan, incile yazdığı sunuş yazısı da bu gerçeğin başka türlü bir ifadesi olarak değerlendirilebilir.

Barnabas İncili, anlaşılmaz hale getirilmiş bir dinin özündeki gerçek halini; aydınlık ve açıklığı, Peygamberlerle iletilen ilahi mesajların tazeliğini okuyanlara hemen hissettiriyor. Barnabas İncili'nin Matta, Yuhanna, Luka ve Markos ile kıyaslamalı okunuşunda, diğer incillerdeki çıkarmalar ve değiştirmeler nedeniyle nasıl anlam bütünlüğünün bozulduğu ve cümle düşüklükleri oluştuğu, böylece yarım ya da aralarda kalan konu ve cümlelerin aslında nereden başladığı ve nasıl geliştiği de ortaya çıkıyor. Ve nasıl insafsız bir tahrif budamasına maruz kaldıkları da anlaşılıyor.

Sonuç itibariyle gerek Pavlus Kilisesi'nin ve onunla işbirliği içindeki Hristiyan kamu otoritesinin yüzyıllar süren ağır baskı ve yasaklamaları, gerekse Kuranı Kerim'de olduğu gibi Allahu Teala'nın Barnabas İncili'nin tümüyle bozulmadan/tahrif edilmeden korunacağı şeklinde bir taahhüdünün de bulunmayışı sebebiyle Barnabas İncili'nde de bazı tahrifatların yaşanmış olduğu muhakkaktır. Ki bu açık gerçeği, Barnabas İncili'nin Kuranı Kerim'le çelişen kimi yerlerinde de görmek mümkündür. Ancak bu durum, dinin özünü dahi bozacak ölçüde ağır tahrifata maruz kalan diğer İncillere kıyasla Barnabas İncili'nin çok daha az tahrifata uğradığı gerçeğini değiştirmemektedir.

Değişik Kaynaklardan Derleme
#1012
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanlığından, tek tip askerlik konusunda brifing alacağını belirterek, ''Askıya almak, rafa kaldırmak henüz söz konusu değil'' dedi.

Erdoğan, ''Brifingden sonra konuyla ilgili kararımızı vereceğiz. Daha konuyla ilgili çalışmaları bile görmüş değiliz, bilmiyoruz. Dolayısıyla herhangi birşeyi bilmeden karar vermek yanlış olur'' diye konuştu.

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanlığından, tek tip askerlik konusunda brifing alacağını belirterek, ''Askıya almak, rafa kaldırmak henüz sözkonusu değil'' dedi. Erdoğan, Meclisin 23. Dönem 5. Yasama Yılı dolayısıyla TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin'in verdiği resepsiyonda gazetecilerin sorularını cevapladı. Erdoğan, ''tek tip askerlik'' ile ilgili bir soru üzerine, Genelkurmay Başkanlığının tek tip askerlik ile ilgili çalışmalarını sürdürdüğünü söyledi. Çalışmalarını tamamlamasının ardından, Genelkurmay Başkanlığından brifing alacağını ifade eden Erdoğan, ''Brifingden sonra konuyla ilgili kararımızı vereceğiz. Askıya almak, rafa kaldırmak... Böyle bir şey henüz sözkonusu değil. Daha konuyla ilgili çalışmaları bile görmüş değiliz, bilmiyoruz. Dolayısıyla herhangi bir şeyi bilmeden karar vermek yanlış olur'' diye konuştu.

http://www.yeniasya.com.tr/2010/10/03/guncel/h25.htm
#1013
"Başörtüsü ve türban farklı" diyen Kılıçdaroğlu son olarak da, sorunun çözümü için İran ve Pakistan'daki gibi "Bir tutam saç görülmeli" formülünü önerdi. CHP Liderine tepki yağdı...

Ebru Baran'ın haberi

CHP Bilim Yönetim ve Kültür Platformu Başkanı Sencer Ayata'nın başörtüsü sorununa ilişkin bulduğu 'saçın tamamen kapanması şart değil' çözümüne destek veren CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu "bir tutam saç görülmeli" şartının ardından bu kez de başörtüsü konusunda  Pakistan ve İran'ın örnek alınması gerektiğini söyledi.

Hürriyet'e verdiği röportajda başörtü ve türban arasındaki farkı detaylı bir şekilde anlatan Kılıçdaroğlu "Başörtüsü başı örtüyor ancak saçları tamamen kapatmıyor. Türban ise saçı tamamen kapatmak için kullanılıyor" dedi. Kılıçdaroğlu ardından Türkiye'deki başörtülü kadınlara Benazir Butto örneğini vererek örtünme konusunda Pakistan ve İran'ı model almalarını istedi.

BUTTO ÖRNEĞİ VERDİ

Kılıçdaroğlu'nun model olarak verdiği "Pakistan'ın resmi adı Pakistan İslam Cumhuriyeti. Adında bile islam olan ülkenin eski başbakanı Benazir Butto'nun örttüğü türban değil başörtüsü. Saçlarının bir kısma gözüküyordu. İran da İslam Cumhuriyeti. Orada da kadınlar saçlarının bazı bölümlerini gösteren başörtüsü takıyor" sözlerine sivil toplum kuruluşları, CHP'li Milletvekilleri ve başörtü yasağı savunucularından büyük tepki geldi.

GURUR KIRICI BİR ÇIKIŞ YAPTI

• Prof. Ömer Çaha: Halk, Kılıçdaroğlu'ndan başörtüsü sorunun çözmesini beklerken, o genç kızların başındaki başörtüsünü açmayı hedefliyor. Türkiye'ye karşı bir saygısızlıktır bu. Çok gurur kırıcı bir çıkış. İran'da devlet zorla örtüyor. Bizdeki geleneksel örtüde de başın bir bölümünü açık bırakma şekli yok. İran'da geleneksel olarak başın ön tarafı açık olacak şekilde örtünüyor. İran herkesin başı bütünüyle kapatacak bir örtüden yana.Pakistan'da zorla bir uygulama yok. Onların içerisinden birini çekip bir model olarak göstermek yanlış. Türk halkının geçmişi ile dalga geçmek olarak nitelendiriyorum.

GÜVENDİĞİMİZ DAĞLARA KAR YAĞIYOR

• CHP İzmir Milletvekili Canan Arıtman: Son günlere baktığımızda, genel af, türbana özgürlük, Türkiyeliyim gibi birçok söylem, hem tabanda hem seçmenimizde rahatsızlıklar yarattı. Seçmenimiz, 'Güvendiğimiz dağlara kar mı yağıyor' diyor. Türbanı Anayasa Mahkemesi'ne götüren de CHP'ydi. Laiklikten vazgeçmiş bir CHP'de nefer olamam. CHP, bu Cumhuriyeti, rejimi kuran parti ve onun en güçlü kales. Kalede ciddi delikler açılmaya başlandı.

Bu 3 madde varken olmaz

• CHP İstanbul milletvekili Nur Serter: Bu şekilde terminolojik tariflerle ya da bu terminolojiler üzerinden zaten var olmayan türban sorunun çözüleceğine inanmıyorum. CHP'li kitelede türban karşıtlığı gibi bir fanatizm söz konusu değil. CHP'nin tek hassasiyeti türbanın siyasal İslamcı hareketin simgesi haline gelmemesi. Bu terminolojiden bir anayasa değişikliği hazırlanamaz çünkü anayasanın ilk 3 maddesi korunurken, bir türban özgürlüğü mümkün değil. Benazir Butto benzetmesinde eleştirilecek bir taraf yok. O sadece Pakistan gibi müslüman ülkede de başörtüsü kullanılabildiğini belirtmek için konuştu.

CHP oy kaybetti bu yolu izliyor

• ÖZGÜR-DER Genel Başkanı Rıdvan Kaya: Başörtüsü konusunda CHP'nin bugüne kadarki baskıcı tutumu dolayısıyla CHP'nin oy kaybettiğini gördü ve oyları geri kazanmak için böyle bir yol izlemeye başladı.

• Mazlumder Genel Başkanı Ahmet Faruk Ünsal: Kılıçdaroğlu, ilerideki yeni anaysa değişikliği için baş örtmek konusunda devleti işe karıştırmak, devleti bu konuda yetkili kılmaya çalışıyor. Ama devlete bugün bu yetkiyi verirseniz, yarın size pantolon giymeyin, şapka takın da der. Bunun önü açılmamalı

http://www.stargazete.com/politika/kilicdaroglu-cozum-icin-yeni-adresi-buldu-iran-haber-298966.htm


TEK DESTEK PERİNÇEK'TEN

Cezaevinden CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu'na destek veren İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, "Türban rahibe ve sosyete örtüsü. Türbanla çapa yapılmaz, yemek pişirilmez" dedi.

Ergenekon davası nedeniyle Silivri Cezaevi'nde kalan İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'te, başörtü konusunda CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nu destekleyen açıklamalarda bulundu. Perinçek, cezaevinden gönderdiği yazılı açıklamada, "Tarihimize bakalım, ne köyde ne sarayda türban yok. Yemeni, başörtüsü, ferace, çarşaf, eşarp, peçe vardır. Sümer ve Asur mabetlerinde, Katolik rahibelerin başlarında türban vardır. Türban bir rahibe örtüsüdür" dedi. Perinçek, türbanın aynı zamanda bir sosyete örtüsü olduğunu belirterek, "Türbanla çapa yapılmaz, yemek pişirilmez, hemşirelik, ebelik yapılmaz. Türban çalışan, iş yapan kadının örtüsü değil, sosyetenin örtüsüdür" dedi.

BÖYLE LAİKLİK OLMAZ

İstanbul Üniversitesi eski Rektörü ve Ergenekon davası tutuksuz sanığı Prof. Kemal Alemdaroğlu da Kılıçdaroğlu'nu eleştirerek, "Laik devlet anlayışında başın örtülü olması yasaktır. Bu tarif çok açık ve netti" dedi.

http://www.haber7.com/haber/20101003/Perincek-Turbanla-yemek-yapilmaz.php
#1014
YAŞ'ta askeri kanat, Tümgeneral Gürbüz Kaya, Tuğgeneral Halil Helvacıoğlu ve Tuğamiral Abdullah Gavramoğlu'nun bir üst rütbeye terfisine karar verdi. Ancak bu kararlara ilişkin olarak diğerlerinde olduğu gibi TSK Personel Kanunu uyarınca Milli Savunma bakanı, başbakan ve cumhurbaşkanının imzalayacağı kararname ile terfi işleminin tamamlanması gerekiyordu. Cumhurbaşkanı bu kararnameyi imzalamayınca, MSB de kararnameyi geri gönderdi. MSB'nin Hukuk İşleri Başkanı Hakim Tuğgeneral Akif Vurucu'nun yönlendirmesiyle iptal davasına gerekçe hazırladığı belirtildi. MSB'nin bu kişiler hakkında yakalama emri bulunması nedeniyle terfi işleminin tamamlanmadığı bildirildi. Böylelikle iptal davasına gerekçe hazırlandığı kaydedildi. MSB'nin kararnameyi geri göndermesi sonrası Genelkurmay geri adım atmadı ve dava açılmasının yolu açıldı. Ayrıca bu kişiler, 30 Ağustos itibarıyla emekli olmaları gerekirken, kendilerine aylık verilmeye devam edildi. Bu kişilerin terfi işlemi onaylanmazken, vekaleten atamaları onaylandı. Bu durum, Genelkurmay'ın bu kişilere maaş verilmesine devam etmesi için hukuki dayanak oldu. Bu gelişmeler sonrası üç paşa, terfi işleminin MSB, Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmaması işlemine karşı AYİM'e iptal ve yürütmeyi durdurma davası açtı. Savunmalar alındıktan sonra dava AYİM Başkanı'nın yetkisini kullanmasıyla Daireler Kurulu'na alındı. Dava sürecinde AYİM Başkanı Tuğgeneral Abdullah Aslan, üyeler Gürbüz Gümüşay, Metin Ulukanlıgil ile Sedat Çelenlioğlu'nun Cumhurbaşkanı kararının da şûra kararının devamı niteliğinde olması nedeniyle denetlenemeyeceği görüşünü savundukları, 1. Daire Başkanı Celal Işıklar ile üye Mehmet Akbulut'un ise ortada durduğu belirtildi. Yürütmeyi durdurma kararı verildiği gün ise Hakim Albay Celal Işıklar'ın açıklamalarıyla kararın iptale kaydığı öğrenildi.

AYİM'de YAŞ'ta terfi ettirilmeyen üç komutanla ilgili yürütmeyi durdurma kararıyla ilgili 'Davaya müdahale mi edildi?' sorusunu gündeme getiren gelişmeler yaşandığı ortaya çıktı.

Bu talebin önceki uygulamalarda olduğu gibi 1. Daire'de görüşülmesi gerektiği, ancak AYİM Başkanı Tuğgeneral Abdullah Aslan'ın, yetkisini kullanarak davayı daireler kuruluna aldığı belirtildi. Davayla ilgili süreçte başkan Aslan ile üyelerin çoğunluğunun Cumhurbaşkanı'nın kararının da YAŞ kararının devamı niteliğinde olduğu, dolayısıyla denetlenemeyeceği yönünde görüşleri bulunduğu belirtildi. Ancak AYİM 1. Daire Başkanı Celal Işıklar'ın, kararın alındığı gün yaptığı açıklamalar sonrası yürütmeyi durdurma kararına yöneldiği kaydedildi. Daireler Kurulu'nda 7 askeri hakim, üç de kurmay subay üyenin bulunduğu belirtildi. Karar sonrası üç komutan hakkında hazırlanacak kararnamenin Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı'na imzalanmak üzere gönderileceği kaydedildi. Kararın 10-0 alındığı öğrenildi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1034955&title=uc-komutanin-terfi-davasinda-oylarin-rengi-karar-gunu-degisti


Hukukçular: Komutanların terfisine askerî mahkeme karar veremez


AYİM'in Tümgeneral Halil Helvacıoğlu, Tümgeneral Gürbüz Kaya ve Tuğamiral Abdullah Gavremoğlu'nun terfileri ile ilgili yürütmeyi durdurması tepki çekti. Eski AYİM hâkimi Veysi Savaş, kararı 'danışıklı dövüş' olarak nitelendirdi. Hukukçu Albay Durmuş Türemen de kararın istenmeyen sonuçlar doğuracağına dikkat çekerek, "Genelkurmay hükümetlere karşı mahkemeyi kullanacaktır." dedi.

Balyoz sanıkları arasında yer alan generaller Halil Helvacıoğlu, Gürbüz Kaya ve Abdullah Gavremoğlu'yla ilgili Yüksek Askeri Şura kararı, ilginç bir yöntemle değiştirilmeye çalışılıyor. Terfilerin onaylanmaması üzerine devreye sokulan Askerî Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) yürütmeyi durdurma kararı verdi. Ancak bu gelişmeye askeri hukukçulardan tepki geldi. AYİM'in eski hâkimlerinden emekli Yarbay Veysi Savaş, kararı 'danışıklı dövüş' olarak nitelendiriyor ve yaşananların anlaşılması için yargılamanın hızına bakılmasını istiyor. Hukukçu Albay Durmuş Türemen de, kararın istenmeyen sonuçlar doğuracağı uyarısında bulunuyor. "Genelkurmay hükümetlere karşı mahkemeyi kullanacaktır." diyen Türemen, AYİM'in daha önce bu itirazları kabul etmediğini hatırlatıyor.

Balyoz sanıkları arasında yer alan Tümgeneral Halil Helvacıoğlu, Tümgeneral Gürbüz Kaya ve Tuğamiral Abdullah Gavremoğlu'nun terfilerinin Yüksek Askerî Şûra'da (YAŞ) onaylanmaması sebebiyle açtıkları davada Askerî Yüksek İdare Mahkemesi'nin (AYİM) yürütmeyi durdurma kararı vermesi tepki çekti. Hukukçu Albay Durmuş Türemen, Kararın, sivil iradenin terfi etmesini istemediği generallerin AYİM vasıtasıyla istediği rütbeyi verilebileceği anlamına geldiğini söylüyor. Genelkurmay'ın bu kararı içtihat haline getirip, ileriki zamanlarda hükümetlere karşı mahkemeyi kullanabileceğini kaydeden Türemen, bu anlayışın beraberinde birçok tartışmayı getireceğini vurguluyor. Anayasa değişikliğinin yakın bir zaman önce kabul edildiğini belirten emekli Albay Türemen, yasaların nasıl uygulanacağına dair kanun ve yönetmenlikler çıkmamasına rağmen AYİM'in, jet hızıyla böyle bir karar vermesini de manidar buluyor. Türemen, YAŞ birlikte başlayan ve bugüne kadar devam eden tartışmaların sebebi olarak Savunma Bakanı Vecdi Gönül'ü işaret ediyor. Gönül'ün, kendisine tanınan yasal hakları gerektiği gibi kullanamadığını hatırlatan Türemen şöyle devam ediyor: "Bu sürecin tek sorumlusu yasaların kendisine verdiği yetkiyi kullanamayan Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül'dür. YAŞ'tan önce bu komutanların terfi edeceğini ima etmişti. YAŞ'tan sonra da terfi almayan bu komutanların nasıl davranmaları gerektiği konusunda yol gösterdi."

Eski AYİM hâkimlerinden emekli Yarbay Veysi Savaş da, mahkemeden çıkan kararı 'danışıklı dövüş' olarak nitelendirdi. "Yargılama hızına bakılırsa, yaşananlar daha kolay anlaşılır." diyen Savaş, AYİM'in kapatılması gerektiğini savundu. Alınan kararın bundan sonraki YAŞ toplantılarında sivil iradenin elini kolunu bağlayacağını vurgulayan Savaş, "Genelkurmay artık, hükümetlerin karşısında mahkemeyi kullanacak. Sivil iradenin terfi etmemesini istediği generallere AYİM vasıtasıyla rütbe takacak." ifadelerini kullandı. Eski AYİM hâkimi emekli Yarbay Savaş, geçtiğimiz gün Zaman'ın gündeme getirdiği Milli Savunma Bakanlığı'nın mahkemeye gönderdiği savunmanın çok iyi incelenmesi gerektiğini dile getiriyor.

EMRE SONCAN / TANJU ÖZKAYA
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1034953&title=komutanlarin-terfisine-askerî-mahkeme-karar-veremez
#1015
Devrimci Karargâh örgütüne yardım ve yataklıktan tutuklanan Hanefi Avcı'nın kitap yazdığı için tutuklandığı iddia ediliyor. Ancak soruşturma çerçevesinde ortaya çıkan deliller, gerçekleri ortaya koyuyor. Çünkü, polis, Avcı'nın Necdet Kılıç ile irtibatını kitap yazılmadan aylar önce tespit etmişti. Üstelik Avcı'nın Kılıç'a kripto cihazı vererek örgüte yardım ettiği en güçlü deliller arasında.

Hanefi Avcı'nın kitap yazdığı için tutuklandığı iddiaları gerçeği yansıtmıyor. Avcı ve onu savunan gazeteciler, ısrarla Devrimci Karargah terör örgütüne yardım ve yataklık iddiasını görmezden geliyor. Ancak soruşturma çerçevesinde elde edilen deliller, Hanefi Avcı'nın örgüt üyesi Necdet Kılıç ile irtibatının kitap basılmadan aylar önce tespit edildiğini gösteriyor. Şöyle ki: Avcı'nın kitabı 19 Ağustos 2010'da yayımlandı. Necdet Kılıç hakkında mahkeme kararıyla yapılan örgüt suçu takibi Kasım 2009'da başlıyor. Bir hafta sonra bunu öğrenen Avcı, 25 Nisan 2010'da Kılıç'a kripto cihazı (dinleme önleyici) veriyor. Örgütteki isimlerin dinlendiği uyarısında bulunuyor ve emniyetin taktikleri konusunda Kılıç'ı bilgilendiriyor. Bunun üzerine de örgüt mensupları telefonlarını değiştiriyor.

Avcı'nın kitabından aylar önce Devrimci Karargâh örgütü üyesi Necdet Kılıç'a telefonların dinlenmesini önlemek için verdiği kripto cihazının serencamı bir hayli ilginç. Devrimci Karargâh terör örgütü şüphelisi Kılıç'ın 25 Nisan 2010 tarihinde Avcı'yla yaptığı görüşmede bir cihazı çalıştırabilmek için ihtiyaç duyduğu şifreyi bir gün sonra Avcı'nın işyerine gelince alacağını söylediği tespit edildi. Kılıç'ın o tarihlerde İstanbul'dan Eskişehir'e bir cihaz almak için gittiği de belirlenmiş. Avcı'nın 'Haliçte Yaşayan Simonlar' isimli kitabı 19 Ağustos 2010'da yayımlandı. Yani iddiaların aksine Necdet Kılıç'la ilgili mahkeme kararıyla yapılan örgüt suçu takibi Kasım 2009'da başlıyor. Dinleme kararından bir hafta sonra olayı öğrendiğini söyleyen Avcı, kasım ayından sonraki temaslarında örneğin 25 Nisan 2010'da telefon dinlemelerine karşı kripto cihazı vererek bir suçluyu da korumuş ve emniyet taktikleriyle ilgili bilgilendiriyor. Kılıç, 20 Nisan 2010'da Eskişehir'e gidiyor. Cihazın şifresinin verilmesiyle ilgili teknik takipte bilgi elde edilememiş. Ancak kripto cihazının şifre bilgilerinin ankesörlü telefon, yüz yüze görüşme, kurye kullanma ya da e-posta yoluyla paylaşılmış olduğu değerlendiriliyor.

Bu kapsamda Necdet Kılıç'la yaptığı görüşmelerin soruşturma dosyasının eklerine de girdiği ileri sürülüyor. Necdet Kılıç'ın telefon görüşmelerinin dinlenmesini engellemek amacıyla Avcı'yı ankesörlü telefonlardan aradığı ve Hanefi Avcı'nın makam telefonundan aradığı da belirlenmiş. Geçtiğimiz günlerde tutuklanan Necdet Kılıç'ın da mahkemede kripto cihazı ile ilgili soruları cevapsız bıraktığı ileri sürülmüştü.

Soruşturma kapsamında, Necdet Kılıç ve Hanefi Avcı'nın neden İstanbul'da gizli buluşmalar gerçekleştirdikleri araştırılmış. Bu çerçevede Hanefi Avcı'nın kitap yazmadan önce Necdet Kılıç'ın faaliyetlerinden haberdar olduğu, ona kripto cihazı verdiği, takipten kurtulma tekniklerini öğrettiği, gizli buluşmalar gerçekleştirdiği ve son olarak da yazdığı kitapla Devrimci Karargâh örgütünün soruşturmasını deşifre ettiği ileri sürülüyor. Örgüt mensuplarının da bunun üzerine telefonlarını değiştirdikleri tespit ediliyor. Hatta kitapla birlikte örgüt liderlerinden birinin yurtdışına kaçtığı biliniyor. Avcı da zaten Devrimci Karargâh örgütüne üye olmaktan değil, örgüte yardım ve yataklık yapmaktan sorgulanıyor. Avcı, Devrimci Karargâh örgütüne yardım ve yataklık yapmak, soruşturmanın gizliliğini ihlal etmekten tutuklandı. Avcı'nın tutuklanmasıyla birlikte kitap yazdığı için böyle olduğu iddiaları gündeme geldi. Ancak soruşturma tarihleri bu iddiaları yalanlıyor.

7 Kasım 2009 tarihinde Devrimci Karargâh'la ilgili teknik takip ve dinlemeler başlıyor. Aralık 2009'un son haftalarında da Avcı'nın telefonları dinlemeye takılıyor. Bundan bir hafta sonra durumdan haberdar olan Avcı, 6 Ocak 2010'da İçişleri Bakanlığı'na dilekçe veriyor. 12 Ocak 2010'da da Adalet Bakanlığı'na dilekçe veriyor. Avcı bu dilekçelerinde 7 Kasım 2009 tarihli mahkeme kararıyla kendisi ve yakın çevresinin dinlendiğini ifade ediyor. Adalet Bakanlığı 25 Mart 2010 tarihinde dilekçeleri işleme koyuyor ve kendisine dilekçelerle ilgili tebligat 31 Mart 2010 tarihinde ulaşıyor. Avcı, 10 Nisan 2010'da kitabını yayımlamaktan vazgeçiyor. Daha sonra 20 Ağustos 2010'da kitabını yayımlıyor. Açıkçası hakkındaki soruşturmalar kitap yayımlandıktan sonra değil, kitap yayımlanmadan aylar önce başlatılıyor.

13 Ocak 2010 tarihinde Avcı'nın Necdet Kılıç'la yaptığı görüşmede emniyetin imkanlarını örgüt üyeleri için nasıl kullandığı ortaya çıkıyor. Kitap yayımlanmadan aylar önce hakkında soruşturmalar devam ediyor. Ancak kitap yayımlandıktan sonra soruşturma deşifre olduğu için operasyon başlatılmak zorunda kalınıyor. Avcı'nın Kılıç'a dinlemeleri engelleyen bir kripto cihazı göndermesi de soruşturmadaki en büyük delillerden birisi. Avcı ve Kılıç arasında geçen bir görüşmede ise Kılıç, ankesörlü telefondan aradığını ve takip edildiğini söylüyor. Avcı ise Kılıç'a cep telefonuyla takip eden kişinin fotoğrafını çekmesini tavsiye ediyor. Söz konusu kayıtlar, Avcı'nın düzenli olarak Kılıç'a soruşturmalarla ilgili bilgi sızdırdığını, Kılıç'ın da sıkıştığı her durumda Avcı'yı aradığını ortaya koyuyor. Avcı da bazı görüşmelerde Kılıç'a akıl vererek kendisini takip edenlerin fotoğrafını çekmesini istiyor.

SALİH SARIKAYA 
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1034943&title=haber-analiz-avci-kilica-kripto-cihazini-kitaptan-3-ay-once-vermis&haberSayfa=0


Erdoğan'dan Hanefi Avcı yorumu: Yargı, durup dururken yoldan geçen birini almıyor değil mi?

TBMM'nin açılış resepsiyonunda sürpriz bir görüşme gerçekleşti. Başbakan Tayyip Erdoğan, salondan ayrılırken BDP'li Selahattin Demirtaş, Akın Birdal, Sırrı Sakık çıkış yoluna doğru yöneldiler. Demirtaş ve BDP'li vekiller, Erdoğan'a son KCK operasyonu ile ilgili görüşlerini ilettiler. Erdoğan ve BDP'lilerin arasında şu diyalog gerçekleşti:

Başbakan: Ne var, ne yok?

Demirtaş: Hep birlikte iyi olacağız inşallah.

Başbakan: Görüşme trafiğini iyi götürün ha.

Demirtaş: Görüşme çift taraflı olursa iyi olur.

Başbakan: İşte ben onu diyorum.

Demirtaş: Tabii biz bir yandan bununla uğraşırken bir yandan da Şanlıurfa'da partimize yönelik siyasi operasyonlar var.

Başbakan: Siyasi operasyon olmaz.

Demirtaş: Ama efendim; bakın bizim il başkanımız gözaltına alınıyorsa...

Başbakan: Niye alınmış peki?

Demirtaş: Şüphesiz ki bunlara da bakacağız tabii ama.

Birdal: Şimdi Hanefi Avcı üzerinden bir operasyon yapılıyor. Referandumdan sonra "Demokratikleşme, özgürleşme olacak." dediniz. Bunun karşılığı olmalı.

Başbakan: Bir gerçeği görmemiz gerekir. Yargı talimat verdiği zaman bu talimatın gereğini yürütme yerine getirmek zorundadır. Eğer Avcı ile ilgili böyle bir şey varsa onun bağlantıları nelerdir, bunların hepsi araştırılmak durumundadır. Şimdi durup dururken yoldan geçen birisini almıyorlar değil mi?

Demirtaş: CMK'da problemli bazı yasalar var.

Başbakan: Bunların hepsi görüşülür, tartışılır.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1034963&title=erdogandan-hanefi-avci-yorumu-yargi-durup-dururken-yoldan-gecen-birini-almiyor-degil-mi


Sahte pasaportlar Avcı'nın 23 yıllık sırrını açığa çıkardı


"Devrimci Karargah" operasyonunda tutuklanan Emniyet Müdürü Hanefi Avcı'nın evinde bulunan sahte ve kimlik ve pasaportlar, 23 yıllık bir sırrı ortaya çıkardı. Avcı, PKK'ya operasyon için iki kez Suriye'ye gitmiş.

İSTANBUL - Yazdığı "Haliç'te Yaşayan Simonlar" kitabının ardından "Devrimci Karargah" soruşturması kapsamında tutuklanan eski Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı'nın, Eskişehir'de henüz boşaltmadığı lojmanda yapılan aramada sahte kimlik ve pasaportlar bulundu.

Kimlik ve pasaportların üzerinde bulunan fotoğrafların Emniyet Müdürü Avcı'nın 23 yıl önceki haline ait olduğu bildirildi.

Sözkonusu dönemde Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürü olarak görev yapan Hanefi Avcı'nın o zaman kendisine verilen gizli bir devlet görevi nedeniyle düzenlendiği kaydedildi.

Bu pasaport ve kimliklere ait kayıtların devlet arşivlerinde ne için düzenlediği konusunda kayıtlar olduğu da belirtildi.

AVCI: ARŞİVLERDE VAR
Hanefi Avcı, tutuklu bulunduğu Silivri F Tipi Cezaevi'nde ziyaretine gelenlere, "sahte evrak" iddiaları konusunda da açıklamada bulundu.

Sahte olduğu iddia edilen ve kendisinin resmi bulunan ancak başka isimler adına düzenlenmiş pasaportların resmi görev gereği kendisine verildiğini söyleyen Avcı, "İstihbarat elemanı olarak Suriye'ye iki kez bu pasaportlarda giriş yaptım. Bu görevlerle ilgili belgeler arşivlerde duruyor" dedi.

Avcı, mahkemedeki ifadesinde de bu sorunun kendisine sorulduğunu ve gerekli açıklamayı yaptığını ifade etti.

EŞİ: ÇARPITMA VE YALAN
Hanefi Avcı'nın eşi Şenay Avcı ise evde bulunan 2 tabanca ve 1 Kalaşnikof tüfeğin bazı gazetelerde ruhsatsız olduğunun yazıldığını, arama yapan ekiplere bunların ruhsatlarının gösterildiğini söyledi.

Şenay Avcı, " Bu kadar çarpıtmayı ve yalanı nasıl yazabiliyorlar anlamıyorum" dedi.

http://www.ntvmsnbc.com/id/25137056/
#1016
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin teklifi olan 'tek tip askerliğe' sıcak bakmayan hükümetin askerlikle ilgili projesi netleşiyor.

AK Parti hükümeti, şu anda 15 ay olan zorunlu askerliği 9 aya, 6 ay olan kısa dönem askerliği de 4 aya düşürecek bir formül üzerinde çalışıyor. Hükümet, Silahlı Kuvvetler karşı çıktığı için gündeme gelmeyen bedelli askerlik konusunda da kararlı. Zorunlu askerliğin kısalmasıyla kışlalarda yaşanacak boşalmanın bedelli askerlerle doldurulması planlanıyor.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner'in açıkladığı her vatandaşın eşit süreli zorunlu askerlik yapması talebi uzun süredir tartışılıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) 'tek tip askerlik' olarak adlandırılan proje için iki ayrı formül önerdiği söyleniyor. Hükümet kanadına iletilen formüllerin ilki herkesin 12 ay askerlik yapması. Alternatif formül ise zorunlu askerliğin 9 aya indirilmesi. TSK, 9 ay formülünü zoraki seçenek olarak görüyor. Bunun gerekçesi ise silah altında olan çok sayıda askerin terhis olacak olması. Yapılan hesaplamalarda askerliğin 9 aya inmesi halinde 250 bin asker terhis oluyor. Zorunlu askerlik 12 ay olursa terhis olacak asker sayısı ise 100 bin. TSK'nın görüşü, asker açığı olmaması için zorunlu askerlik hayata geçse bile silah altındakilerin terhis edilmemesi.

Hükümet kaynaklarından edinilen bilgilere göre, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin tek tip askerlik projesi kesinlikle kabul edilmeyecek. Bunun yerine Silahlı Kuvvetler'i zafiyete uğratmayacak, çağın şartlarına uygun bir model hayata geçirilecek. Zorunlu askerliği 9 ve ya 6 aya, kısa dönemi de 4 aya indirme formülü üzerinde çalışan hükümet, kararın çıktığı tarihte silah altında olacak askerlerin de bu düzenlemeden yararlanmasından yana. Böylece, 250 bine yakın Mehmetçik için de erken terhis söz konusu olacak.

Hükümet, kamuoyunu yıllarca meşgul eden bedelli askerlik konusunda da adım atmaya kararlı. Kamu vicdanını rahatsız etmeyecek çözüm arayışında olan hükümet, askerliğin kısalması durumunda erken terhisle boşalacak 250 bin kişinin yerini bedellilerle doldurmayı düşünüyor. Şu anda en az 200 bin kişinin bedelli askerlik beklediği biliniyor. Bedelli askerlikten, belirli yaşın üzerinde olanların yararlandırılması hedefleniyor.

BAŞBAKAN, GENELKURMAY'DA BRİFİNG ALACAK

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Meclis'in 23. dönem 5. yasama yılı dolayısıyla TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin'in verdiği resepsiyonda gazetecilerin 'tek tip askerlik'le ilgili sorularını cevapladı. Çalışmaların tamamlanmasının ardından, Genelkurmay Başkanlığı'ndan brifing alacağını ifade eden Erdoğan, "Brifingden sonra konuyla ilgili kararımızı vereceğiz. Askıya almak, rafa kaldırmak... Böyle bir şey henüz söz konusu değil. Daha konuyla ilgili çalışmaları bile görmüş değiliz, bilmiyoruz." diye konuştu.

ÖMER ŞAHİN ANKARA
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1034956&title=zorunlu-askerlik-9-aya-kisa-donem-4-aya-iniyor
#1017
Önemli itiraflarda bulunduğu ses kayıtları internete düşen emekli Albay Arif Doğan, bugün de savcı Zekeriya Öz'e ifade vermeye devam etti. Dün 8 saat adliyede kalan Doğan'ın ifadesi bugün de 8 saat sürdü. Doğan, başka soruşturmalarla ilgil yine adliyeye geleceğini söyledi.

Eşref Bitlis'in ölümü ve JİTEM ile ilgili ses kayıtları internete düşen Arif Doğan, bugün saat 13.30 sıralarında Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi'ne geldi. Akşam saat 21.00 sıralarında adliyeden ayrılan Doğan basın mensuplarının sorularını yine cevapsız bıraktı.

Adliyeye yine geleceğini belirten Doğan, "Bazı konular daha var, Diyarbakır ve Ankara ile ilgili. Bittiği zaman sizlerle görüşeceğim." dedi.

Adliyeye ne zaman geleceği sorulan Doğan, davet edildiğinde, sağlığının müsait olması durumunda geleceğini kaydetti. Doğan, hangi savcının ifadesini alacağı sorusuna, "Bilemiyorum, takdir adaletin." karşılığını verdi. İfadesinin içeriğine ilişkin soruları yanıtlamayan Doğan, "Sizleri kırmamak için konuşuyorum. Yalnız şunu bilin arkadaşlara da söyleyin. Benim darbı mesel haline gelen bir cümlem var. Onu gazetenize tek kelime olarak geçin. Kadersiz deveyi çölde bedeviler halledermiş. O kadar." diye konuştu.

Doğan'ın ifadesinin dün olduğu gibi bugün de kameraya kaydedildiği belirtildi.

Bu arada, Arif Doğan'ın ifadesinin alındığı sırada adliyeye çağrılan sağlık ekibi ve ambulans, sorgunun bitmesine kadar adliyede bekledi. İfade alma süresince Doğan'a herhangi bir müdahalede bulunmayan sağlık ekibi, sorgunun ardından Doğan'ın salık durumunu kontrol etti.

Emekli Albay Doğan'a ait olduğu iddia edilen ses kaydında çarpıcı iddialar yer alıyor. Ses kayıtlarının birinde Doğan, "10 bin silahlı adamım var. Resmi görevde bile 10 bin kişi taşıyamaz. Atatürk olsaydı şimdi beni çoktan öldürtürdü. Topal Osman gibi. Sormuş kaç asker çıkartırsın? 10 bin demiş Paşam. Demiş benden fazla Topal'ın adamı var. Öldürün bunu gitsin. Ben üç defa idam cezası aldım. Asmadığına pişman oldular. Eşref Paşa'nın ölümü, Cem Ersever yaptı diyorlar. Eşref'i öyle böyle yapmış! Hayır. Cem Ersever'in arkasına ben destek vermesem, kıçına.., adam mı öldürebilir?" demişti.

Ses kaydından JİTEM'i kendisinin kurduğunu ifade eden Doğan, Alevilere saldırmak için saçlı sakallı adamları olduğunu kaydediyor. Doğan, bir başka ses kaydında Hizbullah'ı devletin kurduğunu belirtiyor.

CİHAN
http://www.haber7.com/haber/20101002/Albay-Dogan-Esref-Bitlis-icin-de-ifade-verecek.php
#1018
Bazıları soruyor. Van Ahtamar Ermeni Kilisesi'ndeki ayinde var olan "liberaller" Kars Ani Fethiye Camii'ndeki Cuma namazında niye yoklardı. Cevap veriyorum:

BİR: Panagia Sümela Manastırı'nda, yılda bir defa ve de 15 Ağustos'a denk gelen Meryem Ana gününde olmak: Ayin yapılmasına izin 23 Aralık 2009 tarihinde verildi. 15 Ağustos 2010 tarihinde ayin yapılacağı 8 (sekiz) ay öncesinden belliydi.

Ahtamar Surp Haç Kilisesi'nde yine yılda bir kere ve de Eylül ayının 2. pazarına denk gelen Kutsal Haç yortusunda olmak: Ayin yapılmasına 25 Mart 2010 tarihinde izin çıktı. Eylül'ün 2. haftası 12 Eylül'e yani referanduma denk geldiği için ayin bu yıla mahsus olmak üzere Eylül'ün 3. pazarında yapıldı. Kilisede ayin yapılacağı 7 (yedi) ay öncesinden belliydi.

Ani Fethiye Camii'nde Bahçeli'nin korsan namaz kılmaya karar verdiğinden iki gün önce haberim oldu, olurdu olmazdı derken 12 saat önce izni çıktı, ertesi gün de allee hop namaza duruldu.

Kendi adıma konuşayım: Bu zırva aceleye, bu manasız telaşa ayak uyduracak durumda değildim. Ne manen ne maddeten. Bu acelenin nedeni nedir anlamış da değilim. Günler torbaya mı girdi? Üç gün sonra kıyamet kopacak da bundan sadece Bahçeli ve tayfası mı haberdar?

İKİ: Kars Ani Fethiye Camii'nde namaz kılmak ile Ahtamar Surp Haç Kilisesi'nde ayin yapmak arasında buz dağları kadar fark var.

Bir kere Fethiye Camii Müslümanların Kabe'si değildir. Ayrıca aslı yine bir Ermeni Kilisesidir. Ermeniler camiden kiliseye çevrilmiş bir yerde mi ayinlerini yaptı? 1000 yıl önce kendi inşa ettikleri, 1895'e kadar da patrikhane olarak kullandıkları ve 1915'e kadar da tapusu kendilerine ait bir yerde yaptılar ayinlerini. Üstelik adabıyla izin istediler ve tam ÜÇ yıl da beklediler. İzinlerini aldıktan sonra da kamuoyunu adam gibi bilgilendirdiler, herkes de programını ona göre yaptı. Biz Allah tepesinden bakası liboşlar da gittik izledik.

Aynı şekilde Panagia Sümela Manastırı'da da Anadolu kökenli Ortodoks Rumlar için Ayasofya'dan sonraki en önemli yerlerden biri. 1600 yıl önce inşa edilmiş bir Rum Ortodoks manastırı. 1918'e kadar da canlı kanlı bir merkezmiş. 3 yıl öncesine kadar ise mezbelelik. Orada Meryem Ana günü ayin yapılması da geçen sene yapılan bir korsan ayinde tatsız olayların çıkması yüzünden oldu. Bari oldu olacak her yıl gizli saklı yapılan ayin kurumsal olsun, gelsin patrik yönetsin dendi ve öyle yapıldı bu yılkı ilk ayin.

Sen, memleketin neresinde namazını kılamıyorsun? Ani Harabeleri'nde Fethiye Camii'nin adını acaba kaç Müslüman biliyordu bugüne kadar? Fethiye Camii için o Doğan Haber Ajansı'na göre 2 bin, İhlas Haber Ajansı'na göre 5 bin kişi olan kalabalık NE yaptı bugüne kadar?

Söyleyeyim: Zero. Haberleri bile yoktu.

ÜÇ: Bu kadar çocukça bir eyleme niye gideyim? Niye Ani? Niye bir Ermeni şehrinde? Niye kiliseden döndürülmüş bir cami? (Tabelasında tek bir yerde Ermeni lafı geçmez o da ayrı mesele. Ama Bahçeli ve tayfası biliyormuş, o da ayrı bir mutluluk!)

Zerre bir inandırıcılığı, samimiyeti olmayan, kısasa kısas, göze göz, dişe diş mantığıyla yapılmış, nefret, intikam kokan yaratıcılığı da emeği de olmayan bir eylemdir.

Ani'de Ermeni kilisesinden çevrilmiş bir cami yerine, mesela Atina'daki Monastiraki Meydanı'ndaki 1759 yılında Osmanlı tarafından yapılmış ve şimdi Yunan Halk Sanatları Müzesi olan Voyvoda (Mustafa Ağa) Camii'nde namaz kılmaya ne dersiniz? İzin aldık, hadi gidiyoruz deseniz ya. Bakın oraya seve seve giderdim! Namazdan sonra da hep beraber Reha Muhtar'ın geçen gün yazdığı Savas'a gider, herkese da kebap ısmarlardım. Yunan başkentinde namaz kılıp, Ermeni lokantasında kebap yiyerek MUHTEŞEM bir ikileme, üçleme, beşleme, şeşleme yapmış olurduk! (Benim sevdiğim yer "Thanasis" gerçi ama olsun...)

Hadi bakalım sıkıysa bu işi Atina'da dediğim yerde yapın! Öyle kendi çöplüğünde, kimse zaten sana karşı çıkmaz/çıkabilemez/çıkmaya bir tarafları yemezken, tehdit, şantaj, propaganda, goygoy ile 12 saatte izini almak iş mi?

Başvurun hadi Atina Belediye Başkanlığına! Yapın bir proje. Kadir Gecesi mevlidimizi burada okuyacağız deyin! Dünya barışı, insanlık, kardeşlik ayaklarına yatın, (öyle bir derdiniz olmadığını biliyoruz da hadi yiyelim biz de) alın izninizi, baş safta namaza durmayan kurbağa olsun! Baş kurbağa olsun hatta!

Tekrar ediyorum: Kebaplar da benden! Merak etmeyin domuz yedirmem. Hepsi mis gibi kuzu ve sığır etinden yapılıyor.

http://haber.gazetevatan.com/Haber/332201/1/Gundem
#1019
-''TÜRKÇE, BÜTÜN TÜRKİYE'NİN RESMİ DİLİDİR''-

Anadilde eğitim konusunun tartışılması gerektiğini savunan BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Kürtçe ve diğer dillerin, Türkiye'nin bir zenginliği olduğunu söyledi.

Anadilde eğitiminden bahsederken aslında iki dilde eğitimi savunduklarını anlatan Demirtaş, ''Kürtçe eğitimi yapacak çocuklar aynı zamanda Türkçe öğrensinler. Öğrenmek zorundalar. Bu, birliğimizin teminatıdır. Türkçe, bütün Türkiye'nin resmi dilidir. Ama bunun dışında kalan anadillerde eğitim olmayacaksa ve bunlar tartışılmaz konumunda diye düşünülecekse bir ilerleme kaydetmek mümkün değildir'' diye konuştu.

-''SINIRLARIN BİRLİĞİNİ TARTIŞMIYORUZ''-

BDP'nin hiçbir çözüm önerisinin Türkiye'yi bölünmeye götürecek öneriler olmadığını ifade eden Demirtaş, şöyle devam etti:

''En kapsayıcı çözüm önerilerini biz getiriyoruz. Kürt sorununun çözümüne ilişkin proje sahibi olan tek parti biziz. Geri kalanların tamamı, bu ülke bölünsün diye uğraşıyor neredeyse. Bu sorun çözülmezse bir sonraki nesiller bunu kaldıramayacak. Biz, ülke bölünmesin diye tartışıyoruz.

Biz sınırların birliği ve bütünlüğü konusunda hiç bir tartışma yürütmüyoruz. Böyle tartışmalar açan bir anlayışa da sahip değiliz. Ülkeyi bölmek isteyenin Mecliste ne işi var? Yani ülke Meclisten mi bölünür? Biz TBMM'ye, birliği beraberliği güçlendirmek için geldik. Bu yeterince anlaşılmıyor. Birlik ve teklik ayrıdır. Biz birlikten bahsediyoruz, bazıları teklikten bahsediyor. Farklılıklarımızla birlikte, birlik içinde yaşayabiliriz.''

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün TBMM'de yaptığı konuşmayı anımsatan Demirtaş, Gül'ün, devletin birliği bütünlüğü içindeki çözüm önerilerine yaklaşımının, partileri açısından kabul gören yaklaşımlar olduğunu söyledi.

Cumhurbaşkanı Gül'ün konuşmasının önemli bölümünün iktidara yönelik mesajlar içerdiğini belirten Demirtaş, ''BDP de bu mesajlardan payına düşeni mutlaka okuyacaktır. Ama konuşmanın önemli bölümü iktidara yönelikti. Özellikle katılımcı demokrasi iktidarın gerçekleştirmesi gereken durumdur. Sayın Cumhurbaşkanı seçim barajı konusunun, temsilde adaletin de altını çizdi'' dedi.

AA
http://www.haber7.com/haber/20101002/Demirtastan-dil-ve-sinirlar-icin-sert-cikis.php
#1020
YÖK Başkanı Özcan, ABD ve İsrail'in genetiği değiştirilmiş sebze-meyve tohumlarına yerleştirilecek bir genle Türk milletini 20 yıl içinde yok edebileceğini söyledi.

Yükseköğretim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, Nevşehir Üniversitesinin akademik yılı açılışı dolayısıyla Nevşehir Kültür ve Sanat Merkezi'nde düzenlenen törende yaptığı konuşmada, üniversitelerden çok daha fazla yayın, patent, yenilik, çevreyle, ülkenin ekonomik sorunlarıyla ilgili yenilikler beklediklerini söyledi.

Bir üniversitenin, içinde bulunduğu toplumun ihtiyaçlarından soyutlanamayacağını vurgulayan Prof. Dr. Özcan, YÖK olarak üniversiteleri değerlendirirken etrafına ne kadar faydalı oluşuna da bakacaklarını kaydetti.

Türkiye'de zaman zaman çeşitli adlarla grip salgını görüldüğünü, her seferinde büyük paralar sarf edilerek aşı ithal edildiğini anlatan Özcan, şöyle konuştu:

''Son olayda da gördünüz, aşıların büyük bölümü kullanılmadı, geri gitti ama biz büyük paraları yurt dışına transfer ettik. Bu arada hiçbir üniversiteden şöyle bir talep gelmiyor: Madem bu kadar acil bir sorun var, insanlarımız ölüyor, her 6 ayda bir değişik şekilde karşımıza çıkıyor, acaba kendimiz bu aşıyı elde edemez miyiz? Bir-iki üniversite çıksın, Başbakanımıza gitsin, 'Biz bu işi çalıştık, bu aşıyı ürettik, desteğe ihtiyacımız var' desin. 25 milyon lirayla böyle bir projeye başlamak mümkün oluyor. Bunu talep etsinler isterdim ama hiçbir üniversiteden ses çıkmadı. Ses çıkmıyor, dışarıdan büyük miktarda ilaç alıyoruz, büyük miktarda serum alıyoruz, orada da ses çıkmıyor. Tıbbi cihazların hemen hepsi dışarıdan alınıyor. 'Bunlar burada üretilemez mi?' diyen bir üniversite yok. Sağlık sektöründe çok büyük ilerlemeler oldu ama bağımlılıkta bir azalma yok. Bence sağlıkta ve diğer sektörlerde bağımlılığı azaltacak olan üniversitelerdir.''

Türkiye'ye ABD ve İsrail'den domates ve buğday tohumu ithal edildiğini anımsatan Özcan, şunları söyledi:

''Ülkemizde yetiştirilen domates ve buğdayın tohumlarının büyük bir kısmı, yerli tohumumuz olmadığı için Amerika ve İsrail'den geliyor. Bir Türk aydını olarak bazen gerçekten kendimi çok küçük hissediyorum. Yani biz ihtiyacımız olan domates tohumunu bu ülkede üretemez miyiz? Evvelden atalarımız bu tohumları kendileri üretip, yıllarca bu üretimin devamını sağlamışlar. Biz niye yapmıyoruz? Tohumculukla ilgili bir araştırma enstitümüz olsa, buna birkaç üniversitemiz öncülük etse fena mı olur? Sonunun ne olacağı da belli değil. Bu domates tohumunu alıyorsunuz, artık genetik programlama diye bir şey var, içine bir genetik mekanizma yerleştirirler. Hiç bilmediğimiz hastalıklara kapılabiliriz. Böyle şeylerle, zamanla bir milleti yok edebilirsiniz. Öyle bir şeyler yerleştirirler ki 20 yıl içerisinde o tohumdan yiyen insanlar ölür. Öyle tehlikeler de var. Sadece 'aman paramız dışarı gidiyor' endişesiyle söylemiyorum. Üniversitelerimizin bu konularda bize yardım etmesini istiyoruz.''

Türkiye'de iki üniversitenin dünyadaki ilk 500 üniversite arasında yer aldığını belirten Özcan, şöyle devam etti:

''Üniversiteleri ölçmek için dünyada kullanılan sıralamalar var. Times'ın, yükseköğretim dünya üniversiteleri sıralaması var. Geçen hafta çıkan bir yayında iki üniversitemizin çok büyük başarı elde ettiği ortaya çıktı. Bir üniversitemiz 112'nci, bir başka üniversitemiz de 183. oldu. Türk üniversitelerinin ilk 500'de yer almadığı eleştiriliyordu. İlk 200'de yer almaya başladı. Böyle büyük başarılar istiyorsanız, büyük finansal kaynakları yükseköğretime ve eğitime vereceksiniz. Dünyada ekonomide 17. sıradayız, yabancı dergilerde yayımladığımız makaleler sıralamasında da 17. sıradayız. Ekonomiyle bir paralellik var. Ne kadar koyarsanız o kadar alıyorsunuz.''

Avrupa'daki üniversitelerin belirli standarda ulaşmak için birbirleriyle yarıştıklarını anlatan Özcan, ''Okul dışında alınan kredilerin bir şekilde okul kredisi haline çevrilmesiyle ilgili bir sistem uyguluyorlar. Örneğin siz çalışıyorsunuz ama üniversiteye gidip, birkaç ders alabiliyorsunuz. O dersleri artırıp, lisans diploması almaya yetecek kadar kredi toplayabilirseniz, o üniversite size lisans diploması veriyor. Biz de dışarıdaki iş tecrübelerini akademik kredilere çeviremiyoruz. Bu yönde bir eksiğimiz var. Onun dışında diğer Avrupa ülkelerindeki üniversiteler gibi elimizden gelen gayreti gösteriyoruz. İyi bir yerdeyiz ve bu yerimizi koruyoruz'' diye konuştu.

AA
http://www.haber7.com/haber/20101001/ABD-ve-Israil-bizi-bir-domatesle-bitirebilir.php