Haberler:

Hukuk Forumumuza Hoşgeldiniz

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - kilimanjaro

#1021
Birkaç gündür ses kayıtları yayınlanan ve bunların kendisine ait olduğunu kabul eden JİTEM kurucusu, Ergenekon davası tutuklu sanığı emekli Albay Arif Doğan şöyle söylüyor: "JİTEM'e hulul ettireceğimiz insanı, çok özür dilerim, önce pisliğe bulaştırırız.

Bulaştırmasak da pislik yönünü araştırırız. Temiz yönü bize yaramaz."

7-8 yıl önceydi. Eski bir arkadaşım beni, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği'ne bağlı çalıştığını söyleyen, akademik titri de olan birisi ile tanıştırmıştı. Bir gün kendisine "Devlet içindeki derin yapı, neden hep karakter zaafı olan, şaibeli adamlarla çalışıyor, bu sizi rahatsız etmiyor mu?" diye sordum. Kelimesi kelimesine hatırladığım şu cevabı verdi: "Derin devlet, defolu adamlarla çalışır, ihtiyaç duyduğu adamın defosu yoksa, defo açar öyle çalışır..."

Bunları, Hanefi Avcı'nın tutuklanmasını, başka yerlere çekmeye çalışanların pervasızlığı karşısında hatırlatıyorum. "Cemaatle ilgili kitap yazdığı için Hanefi Avcı'nın başına böyle bir şey geleceği belliydi, yok mu bu cemaati durduracak?" diye hop oturup hop kalkıyorlar?

Önce şu soruların cevabını vermeleri gerekiyor:

Bir: Hanefi Avcı, Gülen Cemaati'ni, Işık Evleri'nden itibaren 35 yıldan beri tanıyan birisi. Çocuklarını bu insanların açtığı kolejlerde okutan, okulun idarecileri, öğretmenleri, rehber öğrencileri ile dost, arkadaş olan bir insan. Şimdi, istihbaratçı kimliği ile neredeyse Türkiye'nin nabzını tutan, her şeyden haberdar olan böyle bir insan, cemaatin nasıl bir "tehlike" olduğunu neden hiç görememiş?.. Sonra birden, aniden "tehlike"yi fark etmiş ve alelacele bir kitap yazmış... Ne olmuş da, Sayın Avcı'da böyle ani ve beklenmeyen bir değişiklik olmuş? Bu can alıcı soru hiç mi kafa karıştırmıyor? Böyle davranan bir insanın inandırıcılığı sorgulanmalı değil mi?

İki: Hepimiz Sayın Avcı'yı dürüst, askerî vesayet rejimine karşı dik duran, "JİTEM vardır" diye Ergenekon savcılarına yazılı ifade verebilen örnek bir polis, örnek bir emniyet müdürü olarak yıllarca bağrımıza bastık. Bu duruşu ile o, yeni nesil polislerin kahramanı oldu. Ama aynı Avcı, kitabında "Danıştay saldırısı, Ergenekon davası ile birleştirilmeyecekti, yanlış oldu." diyor. Nereden icap etti? Siz bir emniyetçisiniz. Birleştiren, Yargıtay... Bu sizi neden rahatsız ediyor? Sonra diyor ki kitabında: "Hrant Dink cinayetini işleyenler belli. Gençler etki altında kalmış, böyle bir cinayet işlemiş, olay çözüldü, daha ne demeye üzerine gidiliyor?" Neyin telaşı, kaygısı bu? Cumhurbaşkanı bile bu cinayette, devlet görevlilerinin ihmali olduğunu söylerken, hiç üstüne vazife olmadığı halde Avcı'daki bu saptırma gayretkeşliği neden? Sayın Avcı, neden kendini inkâr yoluna sapıyor?

Acaba Sayın Avcı'nın, iki yıl önce Edirne'de başlayan, edebiyat öğretmeni evli bir bayanla ilişkisi, bu sorulara cevap olabilir mi? Bayan, Edirne'de emniyet mensuplarına hızlı okuma kursu vermiş. O sırada tanışmışlar. Avcı da, bayan da bu ilişkiyi doğruluyor. İki yıl süren bu ilişki, bayanın evliliğini bitirmiş, eşinden boşanmış. Avcı da şimdi yaptığı açıklamada, kendisinin de boşanacağını söylüyor.

En önemlisi, Avcı'nın, kitabında kendisini dinlemek için kullanıldığını iddia ettiği "özel hat"tın sahibi olan Necdet Kılıç'ın, Devrimci Karargâh operasyonunda gözaltına alınmış olması. Bu dinleme mahkeme kararı ile yapılıyor. İlginç olan, Kılıç üzerine kayıtlı telefonu bayan kullanıyor. Avcı bu telefonla sadece "duygusal ilişki" içindeki bayanla görüşüyor.

Şimdi olay yargıda ve Hanefi Avcı örgüte yardımcı olmaktan tutuklu. Herkes yargıya saygılı olmak zorunda. Benim sorum şu: Evli bir bayanla gayri meşru bir ilişkisi olmasaydı, Hanefi Avcı'ya böyle bir kitap yazdırılır mıydı? Yolu cezaevine kadar düşer miydi? Hanefi Avcı'ya, bu ilişki tuzağını da "cemaat" mi kurdu?

Allah kimseyi nefsine bırakmasın, defolu yapmasın, ayağını kaydırmasın. Derinlerdeki adamlar hep onları kullanıyor...

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1033961&title=avci-yaraladi-hepimizi
#1022
Genelkurmay'ın hazırlayıp hükümete sunduğu 'tek tip askerlik' modeli, aslında içinden çıkılamayan bir açmazın ifadesi. Modern çağın gerekleri ile ordumuzun personel ihtiyacını karşılama yöntemi uyuşmuyor.

Bir yanda, hayata başlamak için dağ gibi askerlik engelini aşmaya çalışan gençlerimiz, öbür tarafta bu gençleri nasıl istihdam edeceğini kestiremeyen bir ordu. Tek tip, kafa karıştıran yeni şartlar karşısında en kestirme ama en yanlış çözüm.

Yaklaşık iki asırdır uygulanan 'mecburî askerlik sistemi' bütün dünyada ömrünü tamamlamış durumda. Çağımızın orduları uzmanlaşmış ordular. 'Profesyonel ordu' bu uzmanlık ihtiyacından doğuyor. İleri teknolojiye dayalı silah ve mühimmatı, en önemlisi haberleşmeyi altı ay askerlik yapan gençlerle kullanamazsınız. Profesyonel ordu, lejyon ordusu, yani paralı ordu anlamına gelmiyor. Kullanılan savaş araç ve gereçlerini kullanma konusunda uzun süreli eğitimlerle uzmanlaşmış bir ordu anlamına geliyor.

Vatandaşlık görevi olarak mecburî askerlik sistemini ilk defa Devrim Fransa'sı icat etti. Bu sistemin savaş alanlarında üstünlüğü görülünce bütün ülkeler tarafından benimsendi. Bizde de aynı tarihlerde uygulanmaya başlandı. 1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanı 'can, mal, namus' güvencesi verirken iki alanda haksızlıkları önleme vaadinde bulunuyordu: Haksız vergi alınmaması ve askerlik süresinin sınırlandırılması. Uygulanan mecburî askerlik düzeni, askerliğin bazen ömür boyu yapılması gibi keyfi durumlara yol açıyordu. Askerlik ve verginin birbiri yerine ikame edilebilir vatandaşlık görevleri olduğunu, askerliğin 'bedel' namıyla vergiye çevrilebilmesi gösterir.

'Tek tip askerlik' önerisi, savunma yapımızın demokratik tartışmaya açılması için çok önemli bir fırsat. Karmaşık muhabere sistemini iki günde çözecek bir bilgisayar mühendisi ile mutfakta patates soymaktan başka elinden bir iş gelmeyecek ilk mektep terk birini aynı kalıba döküp altı ay askerlik yaptırmanın tek açıklaması var: Ordumuzun bu askerlere ihtiyacı yok. Altı ay süreyle çok farklı niteliklere ve yeteneklere sahip gençlere sabah sporu, sonra mıntıka temizliği yaptırmanın, nöbet tutturmanın, mutfakta haşlanmış yumurta soydurmanın bu ülkenin savunmasına ne gibi bir katkısı olabilir?

Yaklaşık 550 bin mevcudu olan bir ordumuz var. Mecburî askerlik sistemi ile işleyen bu ordunun teknoloji kullanma düzeyinin düşük, sevk ve idaresinin hantal olduğunu itiraf etmemiz lâzım. Mehmetçik, yani vatandaşlık borcunu ödeyen gençler ne yapıyor? Garsonluk yapan ve askerlikle alâkası olmayan 165 bin askeri hariç tutalım: Sadece eğitim yapıyorlar ve nöbet tutuyorlar. Ne gariptir ki aldıkları eğitim onları asgari piyade standartlarında bile gerekli donanıma sahip bir asker yapmıyor. Nöbet tutmak ise gelişen görüntülü teknolojiler karşısında çok geri bir güvenlik tedbiri. Şehirlerin içine serpiştirilmiş askerî birliklerin anlamsızlığı bile bu nöbet işinin saçmalığını göstermeye yeterli. Maksat güvenlikse al şehir dışına, koy kameraları...

Eskiden ordular, ülkenin en modern ve ileri kurumları idiler. Mecburî askerlik, toplumsal entegrasyonun ve bazı beceriler kazanmanın en etkili araçlarıydı. Okuma yazmayı veya ömür boyu sürdüreceği mesleği askerde öğrenenler çoktu. Bugün tam tersine yüksek yeteneklere ve becerilere sahip olanlar için askerlik sadece bir ayak bağından ibaret. Mecburi askerlik sistemi sadece bir alışkanlıkla yürüyor. Ordumuz toplum nezdindeki itibarını bünyesine aldığı bu gençler sayesinde sürdürdüğüne inanıyor. Sonuç olarak bu alışkanlıktan vazgeçmiyor. Ülkemizin savunma ihtiyaçları için hiçbir karşılığı ve anlamı olmadığı halde bu alışkanlık devam ettiriliyor.

Bu sorunun çözümü, daha büyük bir sorunun çözümünün içinde. Türkiye'nin güvenlik ihtiyaçlarına göre ordusunun mevcudu ne olmalı? Bu rakamın Fransa ve İngiltere ile mukayese ederek 200 bin civarında olması beklenmeli. Tabii bu sayıdaki bir ordunun temel organizasyonunun da değişmesi gerekiyor. O zaman tek tip askerliğin de, mecburi askerlik düzeninin de anlamı kalmıyor.

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1033963&title=tek-tip-askerlik-yerine-profesyonel-ordu
#1023
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 1993 yılında, uçağının düşmesi sonucu yaşamını yitiren eski Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis'in ölümüne ilişkin basında yer alan iddialar üzerine soruşturma başlattı.

AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, Başsavcılık, Eşref Bitlis'in ölümüyle ilgili, son günlerde basında yer alan bir takım haberler üzerine harekete geçti.

Söz konusu haberleri ihbar kabul eden Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, resen soruşturma başlattı.

Terör ve organize suçlara ilişkin soruşturmalara bakmakla görevli Başsavcıvekilliğince gerçekleştirilecek soruşturma çerçevesinde, ilk olarak, Bitlis'in yaşamını yitirdiği uçak kazasına ilişkin soruşturma yürüten ve takipsizlik kararı veren Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığından, soruşturma dosyasının bir örneği istenecek.

Cumhuriyet Savcısı Hüseyin Görüşen'in yürüteceği soruşturma kapsamında, önümüzdeki günlerde bir takım kişilerin ifadelerine de başvurulabileceği öğrenildi.

AA
http://www.haber7.com/haber/20100930/Org-Esref-Bitlisin-olumune-sorusturma.php


Emekli Albay Arif Doğan'ın itirafı sonrası olay yeri savcısı da Eşref Bitlis'in öldürüldüğünü açıklamıştı


1993 yılındaki uçak kazasından sonra olay yerinde ilk incelemeyi yapan emekli savcı Albay Hasan Tüysüzoğlu, eski Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis'in öldürüldüğünü açıkladı. "PKK'nın devamından nemalananlar Eşref Paşa'yı harcadılar." diyen Tüysüzoğlu, soruşturmanın kendisinden alındıktan sonra takipsizlikle sonuçlandığını söyledi.

Ergenekon sanığı emekli Albay Arif Doğan'ın, suikastın arkasında JİTEM'in olduğuna yönelik itirafı üzerine gündeme gelen Eşref Bitlis'in ölümüyle ilgili tartışmalara, emekli askerî savcı Albay Hasan Tüysüzoğlu son noktayı koydu. Bitlis Paşa'nın uçağı düştükten sonra olay yerinde ilk incelemeyi yapan dönemin nöbetçi savcısı Tüysüzoğlu, Zaman'a konuya ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. Bitlis'in PKK sorununun çözümü için büyük uğraş verdiğini ve önemli gelişmeler sağladığını belirten Tüysüzoğlu, "Bitlis'e suikast düzenlendiğini ve Paşa'nın maalesef öldürüldüğünü düşünüyorum." dedi. Olayı o dönem, kıdemli savcı Yüksel Ferağ ve savcı Serdar Karapınar ile birlikte soruşturduklarını söyleyen Tüysüzoğlu, "Fakat daha sonra Yüksel Ferağ, dosyaları bizden aldı. Olayı tek başına soruşturdu ve sonuçta takipsizlik çıktı." diye konuştu. Suikastın arkasında PKK'nın devam etmesini isteyen güçler olduğunu vurgulayan emekli Albay, "Bunun adı ister Ergenekon olsun, ister derin devlet. Fakat şu açık ki, terörün devamından nemalananlar Eşref Paşa'yı harcadılar." ifadelerini kullandı.

Dönemin Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis, 17 Şubat 1993'te uçağının düşmesi sonucu hayatını kaybetti. Olay resmî makamlarca kaza olarak nitelendirilse de suikast şüphesi yıllardır giderilemedi.

Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis, 17 Şubat 1993'te uçağının düşmesi sonucu hayatını kaybetti. Olay resmî makamlarca kaza olarak nitelendirilse de akıllardaki suikast şüphesi giderilemedi. "JİTEM'i ben kurdum." diyen Ergenekon sanığı emekli Albay Arif Doğan'ın da olayın arkasında JİTEM'in olduğunu açıklaması, Bitlis Paşa'nın ölümünü tekrar gündeme taşıdı. Uçak düştükten sonra olay yerine giden Hasan Tüysüzoğlu, "Paşa'nın kol ve bacakları kopmuştu ama yüzü tanınıyordu. Cüzdanında bir miktar para ve ayetler vardı." diyor. Aynı yıl gazeteci Uğur Mumcu ve JİTEM Grup Komutanı Ahmet Cem Ersever'in de öldürüldüğüne dikkat çeken Tüysüzoğlu, bütün bu cinayetlerin aynı komplonun parçası olduğunu düşünüyor. Tüysüzoğlu'na göre amaç açık; PKK'nın devamını sağlamak. Eşref Bitlis, 17 Şubat 1993'te Beechcraft B200 King Air tipi uçağın henüz aydınlanamayan sebeplerle düşmesi sonucu hayatını kaybetti. 17 Aralık 1992'de Çekiç Güç'e bağlı Amerikan savaş uçakları, kendilerine bildirildiği halde Irak'ın Selahaddin kentine gitmekte olan Bitlis'in helikopterine taciz uçuşu yapmış ve helikopteri inişe zorlanmıştı. Yakınlarının anlatımlarına göre, Bitlis Paşa, PKK üzerinden uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yapan çevrelerin de hedefindeydi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1031823&title=olay-yeri-savcisi-ilk-kez-net-konustu-esref-bitlis-olduruldu
#1024
BM İnsan Hakları Konseyi, İsrail'in Gazze'ye yardım götüren gemilere baskın düzenleyerek 9 Türk'ün ölümüne neden olduğu soruşturma raporunu onaylayan tasarıyı kabul etti.

İslam Konferansı Teşkilatı'na üye 57 ülke adına Pakistan tarafından sunulan karar tasarısı 30 oyla kabul edilirken, 15 üye çekimser kaldı. Tasarıya sadece ABD'nin hayır oyu kullanması dikkat çekti. 65. BM Genel Kurul toplantıları çerçevesinde bulunduğu Boston'da konuyu değerlendiren Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, ABD'nin rapora 'hayır' oyu vermesine tepki gösterdi. ABD'nin tavrı için "derin bir sukut-ı hayal yaşadığını" ifade eden Davutoğlu, "Dost ve müttefik ülkelerin, insan hakları konusunda gösterdikleri duyarlılıkları burada da göstermelerini beklerdik." dedi. ABD'yi raporu göz ardı etmekle suçlayan Bakan Davutoğlu, "Ümit ederiz ki önümüzdeki dönemde duyarlılıklarını gösterirler. Bu yalnızca Türkiye'nin meselesi değil, insanlık ve vicdanının meselesidir." dedi. Rapora çekimser kalan AB ülkelerini de eleştiren Bakan Davutoğlu, üye ülkeleri Avrupa insan hakları ilkelerinin ayakta kalması adına tutumlarını gözden geçirmeye davet etti. Olayın sadece Türkiye ile İsrail arasında olmadığını, İsrail ile uluslararası toplum arasında gerçekleşen bir insan hakları ihlali olduğunu kaydeden Bakan Davutoğlu, Türkiye'nin tüm gerçeklerin ortaya çıkması için araştırma komisyonu kurulmasını istediğine dikkat çekti. Rapora 'evet' oyu veren ülkelere teşekkür eden Davutoğlu, bu ülkelerin dost oldukları Türkiye'ye değil, insan hakları ve uluslararası hukuka oy verdiklerini söyledi.

İKT'nin sunduğu karar tasarısında BM İnsan Hakları Konseyi'nden raporu onaylamasını isterken, BM Genel Kurulu'na da raporun değerlendirilmesini tavsiye ediyor. Konseyin hazırladığı soruşturma raporunda İsrail taammüden adam öldürme, işkence, insanlık dışı muamele, bilinçli şekilde büyük acı ve ciddi yaralanmaya neden olmakla suçlanmıştı.

YENİ KÜRESEL DÜZENE İHTİYAÇ VAR

Öte yandan Boston'daki Harvard Üniversitesi'nde konferans veren Bakan Davutoğlu, "yeni bir küresel siyasi, ekonomik ve kültürel düzene ihtiyaç olduğunu" söyledi. Soğuk Savaş'ın ardından dünyanın pek çok yerinde donmuş ihtilafların yeniden ortaya çıktığını ifade eden Davutoğlu, sorunların çözümü için "kapsayıcı, şeffaf ve adil bir düzen" gerektiğini belirtirken bu kapsamda BM'nin de reforme edilmesi gerektiğini vurguladı. Komşularla "sıfır sorun"dan bahsettiğinde "ütopik düşünmekle eleştirildiğini" de ifade eden Bakan, eskiden etrafının düşmanlarla çevrili olduğu düşünülen Türkiye'nin şimdi komşularıyla "mükemmel" ilişkilerinin bulunduğunu belirtti. Tek istisnanın Ermenistan olduğunu hatırlatan Davutoğlu, geçen yıl imzalanan protokol sürecini tamamlayacaklarını kaydetti. Türk tarafının tarihi paylaşmaya ve tartışmaya hazır olduğunu söyleyen Davutoğlu, "Ama kapılar kapanmasın. Suçlamak yerine dinlemek gerek." dedi.

SEZAİ KALAYCI BOSTON
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1033938&title=davutoglundanhayir-oyu-veren-abdye-tepki-sukuti-hayal-icindeyim
#1025
'Tek tip askerliğe' hükümet de sıcak bakmıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) uzun süredir tek tip askerlik üzerinde çalışıyordu. Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, teknik çalışmanın Başbakanlık'a gönderildiğini açıklamıştı.

Ancak AK Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik, bu konuda bir takvimin söz konusu olmadığını belirterek, "Ben ve hükümetim uygulamaya sıcak bakmıyor." dedi. Tek tip askerliğin Başbakanlık'a gelir gelmez yasal altyapısının netleştirilip çıkarılacağı yönündeki algının yanlış olduğunu ifade eden Hüseyin Çelik, bu sistemin bazı noktalarda hakkaniyete aykırı olduğunu söyledi. "Doktora yapmış kişi ile ilkokul mezununa aynı süre askerlik yaptırmak bana doğru gelmiyor." diyen Çelik, bedelli askerlik ve profesyonel askerlik gibi alternatiflerin ise değerlendirilebileceğini vurguladı.

Üniversite mezunu binlerce genç, iddia edilen tek tip askerlikle ilgili gelişmeleri merakla takip ederken konu hakkında konuşan gazeteci ve siyasetçiler de Hüseyin Çelik'in açıklamalarına yakın görüşler belirtiyor: "Teröre ve dış tehditlere karşı mücadelede profesyonel orduya geçmek şart. Askerlik vazifesi kamu ve devlet hizmeti olarak mesleğine göre istihdam edilmeli."

Eski Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk: İlk önce askerlik vazifesinin ne olduğunun anlaşılması gerekiyor. Bütün insanlara eşit koşullarda askerlik görevini yapma imkânı verilmeli. Temel askerlik eğitiminden sonra, insanlar mesleğine göre istihdam edilmeli. " diyor. Tek tip askerlik mümkün değil ve uygulamasında ciddi sıkıntılar ortaya çıkabilir. Bir aylık temel silahlı eğitimi alan üniversite mezunu insanların geri kalan vatani görevlerini "kamu hizmeti"nde tamamlamalarından yanayım.

Eski TBMM Milli Savunma Komisyonu Üyesi Tevfik Diker: Tek tip askerlik uygulaması adil bir uygulama olmaz. Üniversite mezunu eğitimli insanlar temel askeri eğitimi aldıktan sonra mesleki alanlarında istihdam edilmeli. Terörle mücadelede profesyonel orduya geçmek bir zorunluluk oldu. Bu konu tartışılması gerekirken tek tip askerlik ile ilgili mevzularla gündemi anlamsız yere meşgul etmek yanlış. Bedelli askerliğin mutlaka hayata geçmesi taraftarıyım. Sivillerin de taleplerine bakılarak bir düzenlemenin yapılması gerekiyor.

(Savunma Muhabiri) Gazeteci yazar Lale Kemal: Bu tartışmalar siyasî ile askerî otoritenin birbiriyle çelişmesinden doğuyor. Ordunun yapısının kapsamlı bir şekilde ele alınması gerekiyor. Yeni askerlik modelinin sadece TSK tarafından hazırlanması durumunda günün şartlarına ayak uydurulamaz. Parlamento ve sivil toplum örgütleri ile görüşülerek hazırlanması gerekiyor. Tek tip askerlik tartışmaları ile bedelli ve profesyonel ordu konusunun önü tıkanmak isteniyor. Gelişmeler Türkiye'nin dış politikadaki uygulamalarına da ters düşüyor. Askerlik vazifesini yapan vatandaşlar, garsonluk, şoförlük veya paşaların özel hizmetlerinde hizmetli olarak kullanılmamalı.

Gazeteci yazar Mümtaz'er Türköne: Bugün Batı ülkelerinde vatandaşına zorunlu askerlik yaptırarak varlığını sürdüren ordu artık kalmadı. Türkiye'deki zorunlu askerliğin güvenlik ihtiyaçları ile alakası yok. 65 bin genç orduevlerinde garson olarak çalışıyor. Türkiye'ye gerekli asker sayısı 100 bin ve geriye kalan Mehmetçikler farklı hizmetlerde kullanılıyor. Türkiye'de İngiltere ve Fransa ordularına denk garson ve özel hizmetçi olarak görev yapan asker sayısı bulunuyor. Bilgisayar mühendisiyle, ilkokuldan terk birine, eşit şartlarda yapılan bir vatan hizmetinde 9 ay boyunca birlikte patates soydurup mıntıka temizliği yaptırdığınız zaman bunun ülke savunmasına en küçük bir etkisi olmaz.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1033885&title=tek-tip-askerlik-sistemine-karsiyiz
#1026
Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı, Emniyet Müdürü Hanefi Avcı'nın, kitabındaki ve kitabın yayımlanmasından sonrasındaki iddialarının, Askeri Savcılıkça yürütülmekte olan muhtelif soruşturmalar ve Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilgisinin tespiti için, tanık sıfatıyla 27 Eylülde ifadesinin alındığını belirterek, ancak ifade esnasında ''Genelkurmay Adli Müşaviri Hakim Tümgeneral Hıfzı Çubuklu'nun da hazır bulunduğu'' şeklindeki iddiaların gerçeği yansıtmadığını bildirdi.

Savcılıktan yapılan yazılı açıklamada, bugün yayımlanan bazı gazetelerde, ''Halen Emniyet Genel Müdürlüğü'nde Merkez Emniyet Müdürü olarak görevli Hanefi Avcı'nın 27 Eylül 2010 Pazartesi günü, aralarında Genelkurmay Adli Müşaviri Hakim Tümgeneral Hıfzı Çubuklu'nun da bulunduğu askeri yetkililere ifade verdiğine'' ilişkin yer alan haber ve yorumların gerçeği yansıtmaması nedeniyle, açıklama yapılması gereği görüldüğü belirtildi.

Açıklamada, Emniyet Müdürü Hanefi Avcı tarafından kaleme alınan ''Haliç'te Yaşayan Simonlar'' isimli kitapta ve kitabın yayımlanmasından sonra yazarının yazılı ve görsel basın yayın organlarında yaptığı açıklamalar ve röportajlarda ileri sürdüğü iddiaların, Askeri Savcılıkça yürütülen muhtelif soruşturmalar ve Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilgisinin tespiti için tanık olarak ifadesinin alınması amacıyla, Emniyet Genel Müdürlüğü'ne 22 Eylül 2010'da bir müzekkere yazıldığı, ''Hanefi Avcı'nın 25 Eylül 2010 tarihinde saat 13.00'de Askeri Savcılıkta hazır bulunması hususunun kendisine tebliğ edilmesi''nin istenildiği ifade edildi.

Emniyet Genel Müdürlüğünün 25 Eylül 2010 tarihli cevabi yazısıyla, ''Adı geçenin 26 Eylül 2010 tarihine kadar senelik izinde olduğu, kendisine telefon ile ulaşılarak konuyla ilgili bilgilerin iletildiği''nin bildirildiği belirtilen açıklamada şunlar kaydedildi:

''27 Eylül 2010 tarihinde saat 10.30 sıralarında telefonla Askeri Savcılığımızı arayan Emniyet Müdürü Hanefi Avcı'nın, 'Bugün ifade vermeye gelebileceğini' söylemesi üzerine, kendisine, 'Saat 14.00'de askeri savcılığımıza gelebileceği' bildirilmiştir.

Aynı gün saat 14.00'de Askeri Savcılığımıza gelen Hanefi Avcı'nın ifadesi Genelkurmay Askeri Savcısı Hakim Albay Yavuz Şentürk ve bir yardımcı askeri savcı tarafından alınmış, bu esnada ifade alınan odada askeri savcılar ve zabıt katibi dışında hiçbir kimse bulunmamıştır. Aynı süre içerisinde Genelkurmay Adli Müşaviri Hakim Tümgeneral Hıfzı Çubuklu'nun ifadenin alındığı askeri savcı odasına, hatta Askeri Savcılığın da içinde bulunduğu Askeri Mahkeme binasına gelmesi ve ifadesi tespit edilen Hanefi Avcı ile görüşmesi söz konusu olmamıştır.

İfade alma işleminin tamamlanmasından sonra Hanefi Avcı, Askeri Savcılıkta görevli bir personelin refakatiyle nizamiyeye kadar götürülmüştür.'' AA

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1033831&title=genelkurmay-avci-ifadeye-geldi-ama-hifzi-cubuklu-yoktu
#1027
Turgut Özal'a yönelik 22 yıl önce düzenlenen suikast girişimiyle ilgili açılan soruşturma dosyası için karar verildi.

8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'a yönelik 22 yıl önce düzenlenen suikast girişimiyle ilgili açılan soruşturma dosyasına görevsizlik kararı verildi. Dosya, suç yeri itibariyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderilecek. Soruşturmayı yürüten Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Hakan Karaali, suç yerinin Ankara'da olması nedeniyle görevsizlik kararı verdi. Dosya, alınan karar gereği Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderilecek.

http://bugun.com.tr/haber-detay/120412-ozal-a-suikast-davasinda-son-karar-haberi.aspx
#1028
BM İnsan Hakları Konseyi, İsrail'in mayıs sonunda Gazze'ye insani yardım taşıyan Mavi Marmara gemisinin de içinde bulunduğu filoya yaptığı baskınla ilgili soruşturma raporunu onaylayan bir tasarıyı kabul etti.

İslam Konferansı Teşkilatı'ndaki (İKT) 57 üye ülke adına Pakistan tarafından sunulan karar tasarısı, 1'e karşı (ABD'ninki) 30 oyla kabul edildi. 15 üye çekimser oy kullandı.

İKT, sunduğu karar tasarısında, İsrail'in soruşturmada işbirliği yapmamasından derin üzüntü duyulduğunu belirterek, BM İnsan Hakları Konseyi'nden raporu onaylamasını istedi ve BM Genel Kurulu'na, raporu değerlendirmesi tavsiyesinde bulundu.

BM İnsan Hakları Konseyi'nin oluşturduğu 3 kişilik uzman heyeti, raporunda, İsrail'e taammüden adam öldürme, işkence, insanlık dışı muamele, bilinçli şekilde büyük acı ve ciddi yaralanmaya neden olmak suçlarından dava açılması için kanıtlar bulunduğu sonucuna varmıştı.

AA
http://www.haber7.com/haber/20100929/BM-Mavi-Marmara-raporunu-onayladi.php
#1029
Hükümetin, tek tip askerlikle ilgili çalışmayı rafa kaldıracağı iddia edildi. Genelkurmay'ın hazırlayıp Başbakanlığa gönderdiği rapora AK Parti MYK Toplantısı'nda karşı çıkan isimlerin olduğu öğrenildi.

Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, dün sabah tek tip konusundaki sorulara "Genelkurmay çalışmasını Başbakanlık'a verdi, bundan sonra inisiyatif Başbakanlık'ta, Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Dairesi'nde" yanıtını vermişti.

Bakan Gönül daha sonra yaptığı açıklamada ise sözlerinin yanlış anlaşıldığını söyledi ve düzeltti.

Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner'in, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmesinde konunun gündeme gelmiş olabileceğini belirten Gönül, "Konu görüşülmüş olabilir ama bakanlığımızdan Başbakanlık'a gitmiş herhangi bir tasarı yok. Konuyla ilgili çalışmalarımız devam ediyor" dedi.

MYK'DA KARŞI ÇIKANLAR OLDU

Ak Parti MYK devam ederken, Başbakanlık da söz konusu çalışmanın gelip gelmediği konusunda araştırma yaptı.

MYK'da "tek tip" askerlik uygulamasına karşı çıkanlar oldu. Bazı milletvekilleri, eğitim bakımından sınıflandırma yapılmamasına karşı çıktı.

Hükümet'in tartışmalara neden olan "tek tip askerlik"le ilgili düzenlemeyi rafa kaldırıldığı öğrenildi.

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/15897929.asp?gid=373
#1030
Genelkurmay Başkanlığı tek tip askerlik çalışmasını sürdürüyor. Herkesin 12 ay askerlik yapması fikri ağır basıyor. Bu durumda 100 bin er ve erbaş 3 ay erken terhis olacak. 6 aylıkların durumu ise net değil...

Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül'ün tek tip askerlik için çalışmanın sürdüğünü açıklamasının ardından, 12 ay askerlik fikrinin ağır bastığı öğrenildi. Sürenin 9 aya indirilmesinin asker açığı ve zaaf yaratacağı belirtiliyor.

Halen üniversite mezunu olmayan yükümlüler 15 ay uzun dönem er olarak askerlik yapıyor. Üniversite mezunları ise, 12 ay yedek subay, ya da 6 ay kısa dönem er olarak hizmet veriyor. Yurt dışında çalışanlar ise 21 günlük dövizli askerlik yapıyor. Bu konuda hazırlanacak kanun tasarısının TBMM Milli Savunma Komisyonu ve Genel Kurulda en erken Kasım ayında ele alınabileceği bütçenin araya girmesi durumunda ise 2011 Ocak ayına kalabileceği belirtiliyor.

ERKEN TERHİS VE BEDELLİ

Tek tip askerlik yasalaştığı taktirde, erken terhis de gündeme gelecek. Sürenin 12 aya düşmesi durumunda silah altındakilerin 5'te biri olan yaklaşık 100 bin asker 3 ay erken terhis olacak. Halen askerde olan ve 6 ay kısa dönem hizmet yapan üniversite mezunlarının durumu ise netlik kazanmadı. Bu durumdakilerin sürenin eşitlenmesi için 6 ay daha silah altında tutulması asker açığını azaltacak. Ancak kanunun yayımı tarihinde yürürlüğe gireceğini belirten hukukçular '' 6 aylıkların süresi, 6 ay daha uzamaz. Yine de bu konuda yasaya bir geçici madde konulması gerekebilir'' dediler.

Genelkurmay Başkanlığı, 'Orta vadede, mevcut askerlik sistemindeki farklı uygulamaların kaldırılıp, askerlik sistemine yeni yapısal düzenlemeler getirilmesini'' hedefliyor. Yapılanmanın tamamlanması ile birlikle, yedek subaylık tamamen kalkacak. Herkes 12 ay erlik yapacak. Takım komutanı ihtiyacını, yedek subaylar yerine, sözleşmeli subaylarla karşılanacak.

http://www.milliyet.com.tr/Siyaset/SonDakika.aspx?aType=SonDakika&ArticleID=1295061&Date=29.09.2010&Kategori=siyaset&b=100%20bin%20askere%20erken%20terhis%20umudu
#1031
Türbanlılar Türkiye'nin "son sorunu" da çözülene kadar bekleyecek mi?
Gülay Göktürk, Bugün Gazetesi


Kemal Kılıçdaroğlu'nun referandum kampanyasında "türbanı çözme" konusunda söylediği sözlere ihtiyatlı bir iyimserlikle yaklaştık hepimiz.
İhtiyatlıydık, zira Kemal Bey kısacık başkanlık döneminde epey yalpalama yaşamıştı bu konuda. Ama öte yandan iyimser olmaya çalışıyorduk çünkü nihayetinde CHP de bir siyasi partiydi ve artık CHP'de birileri AK Parti'yle yarışmak için AK Parti'den daha demokrat olmaya çalışmak gerektiğini anlamış olabilirdi.
Görünüşte çözüm için hiçbir engel yok gibiydi. Kılıçdaroğlu türban için AK Parti'yle işbirliği yapabileceklerini söylemişti. Erdoğan da "Tamam o zaman, 13 Eylül'de gündeme getirelim ve birkaç günde de halledelim" demişti.
Her neyse, bizler referandum sonrası bu konuda yaşanabilecek gelişmeleri merakla beklerken, iki lider türbanla ilgili ilk görüşmelerini yaptılar.
Ama ne yazık ki sonuç yine fiyasko!
Başbakan görüşmede Kılıçdaroğlu'na "Hadi, hemen bir komisyon kuralım türban olayını çözelim" demiş. Kılıçdaroğlu ise beklendiği gibi yine ipe un sermiş. Çözülmesi gereken pek çok konu olduğunu söylemiş. Dokunulmazlıkları, YÖK'ü, yüzde 10 barajı hatırlatmış; türbanın sorunlardan sadece biri olduğunu, tüm sorunların hep birlikte ele alınabileceğini söylemiş. Ayrıca türban konusunda ortada AİHM, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay'ın kararları olduğunu, bunları da incelediklerini eklemeyi ihmal etmemiş.
İşin kötüsü ne biliyor musunuz? Böyle düşünen sadece Kılıçdaroğlu değil. Şu anda başörtüsü yasağına karşı olanların bir kesimi de dahil, birçok çevre böyle düşünüyor: Ya hep ya hiç... Ya bütün reformları birden yaparsınız ya da türban değişikliğini yaptırmayız...
"Tüm sorunları bir arada ele almak" denen şeyin, mümkün olanı yapmamak için en sık başvurulan bahane olduğunu artık çok iyi biliyoruz. 2007 yılında AK Parti türban konusundaki anayasa değişikliğini yaptığı zaman ortaya atılan gerekçe de bu değil miydi? Geçtiğimiz referandumda BDP'nin boykot için baş gerekçesi de bu değil miydi? Pek çok solcu da aynı şeyi ileri sürmüyor muydu?
Ne oldu kısmi değişiklikler yapılınca? Diğer değişikliklerin önü açıldı mı yoksa tıkandı mı? Şu anda PKK meselesinin diyalog yoluyla çözümü yolunda önemli adımlar atılıyorsa, bunda referandum sonucunun rolü yok mu?
X x x
Herhangi bir özgürlüğe karşı olup da bunu açıkça ortaya koymaktan çekinenlerin çok sık başvurdukları bir gerekçe vardır:
"Şimdi sırası mı? Şu şu meseleler dururken siz nelerle uğraşıyorsunuz?"
Bu itiraza genellikle talep edilen özgürlük doğrudan karşı çıkılamayacak kadar haklı ve güçlü olduğu zaman başvurulur.
Türban meselesinde de geçmişten bu yana hep böyle oldu. Kimisi Kürt meselesi dururken türbana el atılmasını eleştirdi. Kimisi 301 dururken bu meselenin gündeme getirilmesini samimiyetsiz bulduğunu söyledi. Kimisi ise işi "işsizlik yoksulluk dururken nelerle uğraşıyorsunuz" demeye kadar vardırdı. Bu arada bazıları da -ki bu gerekçe daha çok demokrat bildiklerimizden geldi- AK Parti'nin özgürlükler meselesini bir bütün olarak ele almadığını, bütün özgürlükleri bir arada ele almadığı sürece de "kendine demokrat" olmaktan kurtulamayacağını ve inandırıcı olmayacağını iddia etti.
Bu tip itirazlar karşısında ilk olarak söylenmesi gereken temel ilke, özgürlükler arasında hiyerarşik bir ilişki; bir öncelik-sonralık sıralaması yapılamayacağıdır. Hele hele temel bir hakkın ihlali söz konusu ise hiç kimse hiç kimseye "sen şimdi bekle, sıran daha gelmedi" deme hakkına sahip olamaz.
İkinci olarak, AK Parti'yi diğer özgürlükler konusunda kayıtsız kalırken sadece türban konusunda hassasiyet göstermekle eleştirmek biraz olsun hakkaniyet duygusu olan hiç kimsenin yapabileceği bir suçlama değildir. Bu parti, sekiz yıllık iktidar döneminde dostun düşmanın kabul ettiği devrim niteliğinde birçok reforma imza atarken, birçok alanda özgürlükleri genişletirken, kendi çekirdek seçmeninin en temel talebi olan türban konusunda parmağını bile kıpırdatamadı. Türbanlıları kayırmak bir yana, onları bekleterek haksızlık etti. Ama görünen o ki, sosyal demokratları, solcuları ve hatta bir kısım demokratları hâlâ insafa getiremedi.
Şimdi görünen o ki, zavallı türbanlı genç kızlar Türkiye'nin "son sorunu" da çözülene kadar beklemek zorundalar! Yani çıkmaz ayın son perşembesine kadar...

http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/120219-turbanlilar-turkiye-nin-son-sorunu-da-cozulene-kadar-bekleyecek-mi-gulay-gokturk-makalesi.aspx
#1032
Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, yasa dışı Devrimci Karargâh örgütü ile ilgili yürütülen soruşturmanın gizliliğini ihlal etmek, terör örgütüne yardım ve yataklık etmek suçlarından mahkemece tutuklandı. Paşakapısı Cezaevi'ne gönderilen Avcı'nın Eskişehir'de ikamet ettiği tek katlı lojmanında da bir ruhsatsız Kalaşnikof silah ele geçirildi. Delil niteliğindeki diğer materyaller İstanbul'a gönderildi.

Cumhuriyet Savcısı Kadir Altınışık'ın talimatıyla dün Ankara'da gözaltına alınan Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, yasa dışı Devrimci Karargâh örgütü ile ilgili yürütülen soruşturmanın gizliliğini ihlal etmek ve terör örgütüne yardım ve yataklıktan İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nce tutuklandı. Ankara'daki gözaltının ardından aynı gün Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi'ne getirilen Avcı, özel avukatını çağırmadığı için barodan avukat istendi. Avcı'nın arkadaşı olan ve uyuşturucu çetesinden yargılanan eski emniyet genel müdür yardımcısı Emin Arslan da avukatını gönderdi; ancak Avcı, bu avukatı da kabul etmedi. Savcılık ifadesinde susma hakkını kullandığı öğrenilen Avcı, daha sonra tutuklanması talebiyle İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sevk edildi. Mahkemedeki sorguya ise baronun gönderdiği avukat girdi.

ESKİŞEHİR'DEKİ LOJMANDA KALAŞNİKOF BULUNDU

Hanefi Avcı'nın bir zamanlar Eskişehir'de ikamet ettiği tek katlı lojmanında ve eski makamında da arama yapıldı. İstihbarat şube, terörle mücadele ve organize suçlar şube müdürlüğü ekiplerinin sabah saatlerinde geldikleri lojmandaki arama 4 saat sürdü. Lojmandan iki ruhsatlı tabanca ile bir ruhsatsız kalaşnikof silah ele geçirildi. Kalaşnikof silah incelenmek üzere kriminal polis laboratuarlarına gönderildi. Avcı hakkında 6136 sayılı ateşli silahlar kanununa muhalefetten de işlem yapılacağı öğrenildi. Aramalarda bilgisayar, CD, elektronik eşyalar ile veri toplamaya yarayan tüm aletler kontrol edildi. Bazı eşyalara el konuldu, bazı materyaller kopyalandı. Delil niteliğindeki materyaller İstanbul'a gönderildi.

EVİNDEN SAHTE PASAPORT ÇIKTI

Avcı'nın Eskişehir'deki lojmanında yapılan aramada çok sayıda sahte pasaport, nüfus cüzdanı ehliyetin de ele geçirildiği öğrenildi. Avcı'nın evinde yapılan aramalarda kendi resmi kullanılarak farklı bir isme düzenlenmiş bir adet lacivert pasaport, bir nüfus cüzdanı ve bir de sürücü belgesi bulundu. İki savcının nezaretinde yapılan aramaların tamamının kamera ile kaydedildiği bildirildi. Avcı'nın hakkındaki soruşturma nedeniyle söz konusu bu lacivert pasaportla yurt dışına kaçma hazırlığı içinde olduğu iddia ediliyor.

Hanefi Avcı'nın örgüt üyelerine yardım ettiği belgeler ve telefon tapeleriyle ortaya konuluyor. Savcı Kadir Altınışık, yazısında, Avcı'nın örgüt üyelerine yönelik yapılan 'gizli' soruşturmadan haberdar olduğu ve bu kapsamda üyelerin faaliyetlerini saklamalarına yardım ettiği kaydediliyor. Söz konusu yardımın ise üyelere yapılan fiziki ve teknik takibin engellenmesi şeklinde olduğu belirtiliyor. Savcı ayrıca, Avcı'nın örgüt üyelerinin soruşturma kapsamında izlendiklerini deşifre ederek, örgütün illegal faaliyetlerinin ortaya çıkarılmasını güçleştirdiğini vurguluyor. Aynı soruşturma kapsamında tutuklanan ve Avcı ile bağlantılı olduğu belirtilen Necdet Kılıç, ifadesinde Avcı'yı tanıdığını açıklamıştı. Kılıç, Edirne Emniyet Müdürlüğü'nde görevli iken Avcı'nın iki kez evine geldiğini söylemişti.

İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nce evinde arama kararı çıkarılan Avcı, gözaltına alındıktan sonra bazı basın kuruluşlarına e-posta yoluyla gönderdiği 5 sayfalık basın açıklamasında suçlamaları reddetti. Tarih ve imza bulunmayan açıklamada, telefonlarının dinlendiğini bilerek kurgu mesaj yazdığını ileri sürdü. Hanefi Avcı, açıklamasında, yasa dışı Devrimci Karargâh örgütü soruşturmasını yürüten İstanbul Başsavcılığı'nda görevli Özel Yetkili Savcı Kadir Altınışık'ı yaptığı işlemlerinden dolayı yazılı olarak Adalet Bakanlığı'na, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na (HSYK) ve İstanbul Başsavcılığı'na şikayet ettiğini belirtti. Devrimci Karargâh örgütü ile ilgisi olmadığını savunan Avcı, yazdığı kitap sebebiyle ve asıl sanıkları gizlemek için bu davayla ilişkilendirilmek istendiğini iddia etti. 20 Eylül 2010'da bir Adalet Bakanlığı yetkilisi hakimine ifade verdiğini söyleyen Avcı, bu yetkiliye "Yakında Karargâh Evleri veya Devrimci Karargâh ... diye tahkikata başlayacaklar hatta Necdet Kılıç'ı da gözaltına alacaklar." dediğini aktardı. Kullandığı telefonların bilerek dinlendiğini ve şikayet edince de "yanlış olmuş aşk konuşması imiş" denildiğini ifade eden Avcı, dinleme kararının 07.11.2009'da alındığını ve kendisinin de bunu 14 Kasım 2009'da öğrendiğini söyledi.

Avcı tebligata uymayınca mevcutlu getirildi

İstanbul'da Devrimci Karargah örgütüne dönük yürütülen soruşturma Eskişehir eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı'ya uzandı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca geçen hafta ifadeye çağrılan ancak izinde olduğunu gerekçe göstererek tebligata uymayan Avcı hakkında 'mevcutlu getirilme (zorla)' kuralı işletildi. Polis nezaretinde İstanbul'a götürülme, savcılığın terör örgütüne yardım etmek suçundan hakkında gözaltı kararı vermesi üzerine gerçekleşti. Cumhuriyet Savcısı Kadir Altınışık'ın yürüttüğü Devrimci Karargah Örgütü soruşturması Merkez Emniyet Müdürü Hanefi Avcı'nın da polis nezaretinde alınmasıyla yeni bir boyut kazandı. 'Mevcutlu getirme' kararı dün sabah Ankara Emniyet Müdürlüğü'ne ulaştı. Avcı'yı cep telefonundan arayıp hakkında "mevcutlu olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na çıkartma" kararı bulunduğunu belirten Terörle Mücadele Şube Müdürü, "Sayın müdürüm bulunduğunuz yeri söylerseniz arkadaşlarımız size yardımcı olacak." dedi.

Emniyetten arandığı sırada oğlunun Balgat semtindeki evinde olduğu belirtilen Avcı, "Şu an Cevizlidere'de oğlumun evindeyim. Görevliler beni buradan alabilir." dedi. Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'nde görevli bir Emniyet amirinin başında olduğu ekip Avcı'nın verdiği Balgat'taki buluşma yerine gitti. Buluşma yerinden alınan Avcı, polislere zorluk çıkartmadı. Ekip otosu Dikmen Caddesi üzerinden Esenboğa Havalimanı'na giderken Avcı, "Emniyet Genel Müdürlüğü'ne kısa bir süre uğrayıp bu işlemi bildirmek istiyorum." dedi. Bunun üzerine ekip yol üzerindeki Emniyet Genel Müdürlüğü'ne geldi. Avcı, 5-10 dakika yetkililerle görüşme yaptıktan sonra yeniden ekip otosuna bindi ve Esenboğa Havalimanı'na hareket edildi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1033364&title=hanefi-avci-teror-orgutune-yardim-ve-yataklik-suclamasiyla-tutuklandi&haberSayfa=0
#1033
Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, tek tip askerlikle ilgili Genelkurmay tarafından yapılan teknik çalışmaların tamamlanıp Başbakanlığa iletildiğini belirterek, ''Bundan sonra inisiyatif Başbakanlıkta, Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Dairesinde'' dedi.

Gönül, Irak Savunma Bakanı Abdülkadir Muhammed Casim El Mafraci ve beraberindeki heyet ile makamında görüştü. Gönül, görüşmenin ardından gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Bir gazetecinin ''tek tip askerlik'' ile ilgili çalışmalar konusundaki sorusu üzerine Gönül, ''Teknik çalışmalar Genelkurmay tarafından tamamlandı ama kanun tasarısı aşamasına gelmedi. Bundan sonra inisiyatif Başbakanlıkta, Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Dairesinde'' dedi.

''Hükümetin teknik çalışmayla ilgili görüşünün'' sorulması üzerine Gönül, şunları söyledi:
''Bakanlıklara sormadan hükümet görüşü teşekkül etmez. Bu konu hem Milli Eğitimi ilgilendiriyor hem Maliyeyi ilgilendiriyor hem İçişleri Bakanlığını ilgilendiriyor. Her bakanlığın görüşünü almak gerekiyor. Bu, kanunların normal yürüyüşüdür. Bakanlıkların görüşü alınmadan Bakanlar Kurulunda kanun tasarısı haline gelip imzaya açılmıyor. Bu görüşlere göre teknik çalışmada değişiklikler yapılabilir endişesiyle şu aşamada herhangi bir bilgi vermemiz, sonradan değişecek bir hususu söylememiz manasına gelir diye söylemiyoruz. Şu anda Genelkurmay çalışmasını Başbakanlığa verdi, Genelkurmay Başkanımızın ziyaretinde. Bundan sonra inisiyatif Başbakanlıkta, Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Dairesinde. Başbakanımızın şahsen yapacağı birşey değil. Kanunlar ve Kararlar Dairesinin bunu yürütmesi gerekiyor.''

BAKAN GÖNÜL'DEN 'TEK TİP' DÜZELTMESİ

Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, tek tip askerlikle ilgili olarak Milli Savunma Bakanlığından Başbakanlık'a gönderilmiş bir kanun tasarısı bulunmadığını açıkladı.

Gönül, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Irak Savunma Bakanı Abdülkadir Muhammed Casim El Mafraci ile görüşmesinde gazetecilerin soruları üzerine ''tek tip askerlik'' uygulamasına ilişkin yaptığı açıklamaların yanlış anlaşıldığını kaydetti.

Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner'in, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmesinde konunun gündeme gelmiş olabileceğini belirten Gönül, ''Konu görüşülmüş olabilir, ama Bakanlığımızdan Başbakanlık'a gitmiş herhangi bir tasarı yok. Konuyla ilgili çalışmalarımız devam ediyor'' dedi.

http://www.sabah.com.tr/Gundem/2010/09/28/savunma_bakani_konustu


HANGİ ÜLKEDE NE KADAR ASKERLİK YAPILIYOR?

TÜRKİYE

1916'da çıkarılan bir yasaya göre Türkiye Cumhuriyeti uyruğundaki her erkek 20 yaşına geldiğinde ilk askerlik yoklamasını yaptırır. Yedek subay olanların hizmet süreleri on iki ay, kısa dönem erbaşların ise altı aydır.

Yedek subaylık

Yükseköğrenim (dört yıllık fakülte) görmüş olanlar ise yedek subay adayı olarak askerlik şubelerine müracaat ederler. Türk Silahlı Kuvvetlerinin o anki yedek subay ihtiyacı, kişinin kendi isteği ve yedek subaylık sınavı sonucuna bakılarak yedek subay ya da 6 ay kısa dönem er olarak askerlik görevlerini tamamlarlar.

Dövizli askerlik

Yurtdışında çalışanlar ise, bedeli ( 5112,00 € ) dövizle öder ve 21 gün askerlik eğitiminden geçirilirler.

ALMANYA

I. Dünya Savaşı'nda Almanya, zorunlu askere alma usulü uyguladı ve büyük bir ordu kurdu. Şu anda Almanya'da hala zorunlu askerlik uygulaması mevcut. Askerlik erkekler için 6 ay.

Kadınlar da gönüllü askerlik yapabiliyor. Askerlik yapmak istemeyenler sosyal hizmet alanlarında görevlendiriliyor ya da dış ilişkileri geliştirme uzmanı olarak en az 18 ay görev yapabiliyor.

BREZİLYA

Zorunlu askerlik sistemi uygulanmaktadır. Askerlik süresi 12 aydır. Bu süre 18 aya kadar uzatılabilmektedir, ancak hangi durumlarda bunun yapılabileceği belirsizdir. Vicdani retçilik düzenlemesi bulunmaktadır.

Alternatif hizmetin süresi normal askerlik hizmetinde olduğu gibi 12 aydır. Fakat alternatif sivil hizmetler konusunda bir düzenleme olmadığı için vicdani retçilik statüsünden istifade edenler ordu bünyesinde silahsız olarak görev icra etmektedirler.

YUNANİSTAN

2009 yılından bu yana Yunanistan'da erkekler için 9 ay zorunlu askerlik uygulanıyor. Yunan ordusuna kadınlar da maaşlı eleman olarak alınabiliyor; ancak, zorunlu değil.

Zorunlu olarak askere alınanlardan, askerliğini er olarak yapanlara 9 Euro maaş veriliyor ve sağlık sigortası yapılıyor. Profesyonel askerlerin maaşı ise 800 Euro'ya kadar çıkıyor.

AVUSTURYA

18 ile 35 yaş arası erkekler için 6 ay askerlik zorunlu. Ancak, askerlik yapmak istemeyenler, 9 ay kamu hizmeti yapabiliyor.

Avusturya'daki Soykırım Anma Bölümü, Avusturya Sosyal Hizmetler ya da Avusturya Barış Merkezi'ne 12 ay boyunca katılmak da askerlik yerine geçiyor.

NORVEÇ

Zorunlu askerlik sistemi uygulanmaktadır. Askerlik süresi 12 aydır (Pratikte 8 veya 9 ay şeklinde gerçekleştirilmektedir). Az sayıdaki yükümlü askerlik görevini ulusal muhafız teşkilatında yapmaktadır.

Buradaki hizmet süresi 6 aydır, ancak 44 yaşına kadar her sene iki haftalık yedek eğitimi almaları gerekmektedir. Vicdani retçilik statüsü 1922 yılından beri bulunmaktadır.

GÜRCİSTAN

Zorunlu askerlik sistemi uygulanmaktadır. Hizmet süresi 18 aydır. 1997 yılından beri vicdani retçilik yasal bir hak olarak tanınmıştır. Bu haktan yararlananların alternatif ulusal hizmetlerde 36 ay çalışmaları öngörülmüştür.

2004 yılında askerlik süresinin 12 aya, üniversite mezunları içinse 6 aya indirilmesi yönünde bir yasa tasarısı parlamentoya sunulmuştur. Ancak, bu konuda halen bir ilerleme kaydedilmemiştir. Ordu bünyesinde NATO standartlarına erişebilme yönünde çalışmalar yapılmaktadır. Zorunlu askerliğin kaldırılması düşünülmemektedir. Ancak, profesyonel kadroların genel mevcut içerisindeki oranlarının arttırılarak üçte iki seviyesine getirilmesi planlanmaktadır.

DANİMARKA

Zorunlu askerlik sistemi uygulanmaktadır. Hizmet süresi görev alınan kuvvet ve rütbeye göre 3 ay ile 14 ay arasında değişmektedir (Ortalama süre 9 aydır). 1917 yılında

vicdani retçilik kabul edilmiştir. Bu statüyü tanıyan ilk Avrupa ülkesidir. Alternatif hizmet süreleri 3 aydan 14 aya kadar değişmektedir (Ortalama süre 9 aydır).

2004 yılında hükümet ve muhalefet partileri orduda belirli reformları içeren 'Danimarka Savunma Anlaşması 2005-2009' üzerinde uzlaşmaya varmışlardır. Bu anlaşmaya göre, zorunlu askerlik sisteminin bundan sonrada devam ettirilmesine karar verilmiştir. Ancak, hizmet süresinin önemli oranda düşürülerek 4 aya indirilmesi planlanmaktadır.

ESTONYA

Zorunlu askerlik sistemi uygulanmaktadır. Askerlik süresi 8 ay, memurlar ve bazı özel pozisyondaki kişiler için 11 aydır.

1991 yılında vicdani retçilik yasalaşmıştır. Bu haktan yararlanan kişiler 16 aylık alternatif hizmetlerde görev almaktadırlar.

FİNLANDİYA

Zorunlu askerlik sistemi uygulanmaktadır. Hizmet süresi görev alınan kuvvet ve rütbeye göre 180, 260 veya 362 gün olarak belirlenmiştir (Yükümlülerin %50'si 180 günlük hizmette bulunmaktadırlar).

1931 yılında vicdani retçilik statüsü yasalara girmiştir. Alternatif görev süresi 395 gündür. Zorunlu askerlik sisteminin kaldırılması düşünülmemektedir.

LİTVANYA

Zorunlu askerlik sistemi uygulanmaktadır. Hizmet süresi 12 ay, üniversite ve kolej mezunları içinse 6 aydır. 1992 yılında vicdani retçilik yasalaşmıştır.

Alternatif hizmet süresi 18 aydır.

ÇİN

Zorunlu askerlik sistemi uygulanmaktadır. İhtiyaç olması halinde kadınlarında askerlik yapmaları öngörülmüştür.

Hizmet süresi kara kuvvetlerinde 3 yıl, deniz ve hava kuvvetlerinde 4 yıldır. Vicdani retçilik statüsü bulunmamaktadır.

POLONYA

Zorunlu askerlik sistemi uygulanmaktadır. Askerlik hizmeti 10 ay, üniversite mezunları içinse 3 aydır.

1988 yılında vicdani retçilik statüsü yasalarla güvence altına alınmıştır. Alternatif hizmetin süresi 18 ay, üniversite mezunları içinse 6 aydır.

BEYAZ RUSYA

18- 27 yaş arası erkekler için askerlik zorunlu. Yüksek öğrenimi olanlar 12 ay, olmayanlar da 18 ay askerlik yapıyor.

18 aya kadar zorunlu askerlik yapan diğer ülkeler:

Azerbaycan

Kamboçya

Kolombiya

Eritre

Fildişi Sahilleri

Madagaskar

Laos


18 aydan daha uzun süre askerlik yapılan ülkeler



İRAN

İran'da zorunlu askerlik 18 yaşından itibaren başlıyor; süresi ise duruma ve yerine göre değişiyor.

Sınırdakiler 16 ay, yoksul bölgelerdekiler 18 ay, normal bölgelerden gelenler de 20 ay askerlik yapıyor. Acemi birliği ise 2 ay sürüyor. Fiziksel ya da zihinsel özürlü olanlar ve öğrenimine devam edenler askerlikten muaf.

İSRAİL

İsrail'de 18 yaşını doldurmuş kadın ve erkekler için askerlik zorunlu. İsrail'li Araplar, hamile ve evli bayanlar, zihinsel ya da fiziksel özürlüler askerlikten muaf.

Askerlik hizmeti bayanlar için 2, erkekler için 3 yıl.

RUSYA

Zorunlu askerlik sistemi uygulanmaktadır. Hizmet süresi 24 ay, yüksek okul mezunları için 12 ay olarak belirlenmiştir. Vicdani retçilik statüsü 2004 yılında tanınmıştır.

Kızılordu'daki kadın askerler arasında güzellik yarışması yapılmaktadır.

TAYVAN

Zorunlu askerlik sistemi uygulanmaktadır. Hizmet süresi 2 yıldır. Vicdani retçilik statüsü bulunmamaktadır. 2014 yılında ise tamamen gönüllü askerlik gelmesi planlanıyor.

LİBYA

Libya'da 17 yaş üstü olan erkekler için askerlik zorunludur. Libya, ayrıca ordusunda kadın asker olan tek İslam devletidir.

Albay Kaddafi'nin 200 kişilik özel muhafız birliği Amazon Muhafızları olarak bilinmekte ve sadece kadın askerlerden oluşmaktadır.

UKRAYNA

Zorunlu askerlik sistemi uygulanmaktadır. Hizmet süresi 18 ay, deniz kuvvetlerinde 24 aydır. Yüksek okul mezunları için 12 aylık kısa dönem seçeneği bulunmaktadır. 1996 yılında vicdani retçilik yasal bir hak olarak tanınmıştır. Alternatif hizmet süresi 27 ay, yüksek okul mezunları içinse 18 aydır. Savunma Bakanlığı 2005 yılında askerlik süresinin 12 aya indirileceğini açıklamıştır. AB adaylığı için adı geçen ülke, 2015 yılına kadar profesyonel askerliğe geçmeyi amaçlamakta ve halen bu konuda çalışmalar yapmaktadır. Ancak, mevcut sözleşmeli askerlerle bile birçok sorun yaşanması, bu hedefin gerçekleşme olasılığının sorgulanmasına neden olmaktadır.

ERMENİSTAN

18 ila 27 yaşları arası erkekler iki yıl zorunlu askerlik yapıyor.

IRAK

Saddam Hüseyin rejiminin ortadan kalkmasıyla sonuçlanan ABD'nin son operasyonu sonrasındaki asker alma sistemi hakkında sağlıklı bilgi bulunmamaktadır. Rejim devrilmeden önceki düzenlemede, zorunlu askerlik sistemi uygulanmaktadır.

Hizmet süresi 2 yıl, üniversite mezunları içinse 1,5 yıldır. Vicdani retçilik statü bulunmamaktadır.

SURİYE

Zorunlu askerlik sistemi uygulanmaktadır. Askerlik süresi 30 aydır. Vicdani retçilik statüsü bulunmamaktadır.

GÜNEY KORE

Zorunlu askerlik sistemi uygulanmaktadır. Hizmet süresi 26 aydır ancak sağlık sektöründe görevli olanlar ile yerel ve merkezi yönetimde çalışanlar için bu süre 28 ay, bazı özel durumlarda ise 32 ay olabilmektedir.

Ülkede vicdani retçilik konusunda herhangi bir yasal düzenleme bulunmamaktadır.

KUZEY KORE

Zorunlu askerlik sistemi uygulanmaktadır. Kadınlar askerlik hizmeti yapmakla yükümlü değildir, ancak 40 yaşına kadar senelik olarak askeri eğitimden geçirilmektedirler.

Askerlik hizmeti kara kuvvetlerinde 5 ile 8 yıl, deniz kuvvetlerinde 5 ile 10 yıl ve hava kuvvetlerinde 3 ile 4 yıl arasında icra edilmektedir. Yasalarda vicdani retçilik statüsü bulunmamaktadır.

MISIR

Zorunlu askerlik sistemi uygulanmaktadır. Askerlik süresi 3 yıl, öğrenim görmüş kişiler içinse 18 ay olarak tespit edilmiştir. Vicdani retçilik statüsü bulunmamaktadır.

GÜNEY KIBRIS RUM KESİMİ

Zorunlu askerlik sistemi uygulanmaktadır. Askerlik süresi 26 aydır. Çok sayıda çocuk sahibi olan (En az dört) ve yurtdışında yaşayanlar için 13 aylık kısa dönem askerlik imkânı bulunmaktadır. Diğer AB üyesi ülkelerin aksine vicdani retçilik için ayrı bir yasal düzenleme bulunmamaktadır.

Sadece 1992 yılından beri ulusal güvenlik yasasında bu haktan bahsedilmektedir. Vicdani retçilikten yararlananların ordu içerisinde silahsız olarak 36 aylık, ordu dışında ise yine silahsız olarak 42 aylık askerlik hizmeti yapmaları öngörülmüştür.

18 aydan daha fazla süre askerlik yapan diğer ülkeler...

Kongo
Küba
Gine
Kazakistan
Kırgızistan
Mozambik
Singapur
Sudan Tacikistan
Tayland
Türkmenistan


ZORUNLU ASKERLİK UYGULAMASI OLMAYAN ÜLKELER



AMERİKA

Amerikan İç Savaşı'nda (1861-65) Güney ve Kuzey, zorunlu askerlik usulüne başvurdular. Ama, 19. yüzyıl boyunca ABD'de barış zamanında zorunlu askerlik uygulanmadı. ABD zorunlu askere almayı Vietnam Savaşı nedeniyle sürdürdü ve bu uygulamaya ancak 1973'te son verebildi.

1973 yılında Amerikan Başkanı Nixon, mecburi askerliğe son vererek gönüllü askerlik sistemini başlattı.

BULGARİSTAN

Zorunlu askerlik sistemi uygulanmamaktadır. 2008'in Ocak ayından itibaren zorunlu askerlik kaldırılmış ve profesyonel orduya geçilmiştir.

FRANSA

Napolyon Savaşları sırasında Fransa'da, bütün sağlıklı erkekleri askere alındı. Daha sonra Prusya, erkekleri askerlik eğitimi için bir süre askere çağırmaya başladı.

Böylece, az sayıda askerden oluşan asıl ordu, savaş zamanında hizmet etmeye hazır, eğitim görmüş yedek askerlerin katılmasıyla büyüyordu. Fransa'da zorunlu askerlik uygulaması 2001 yılında kaldırılmıştır. Askerlik artık profesyonel olarak uygulanmaktadır.

İNGİLTERE

İngiltere, 2 Dünya Savaşı'nda da zorunlu askerlik uygulaması getirdi. I. Dünya Savaşı'nda, İngiliz ordusu düzenli askerlerden ve gönüllülerden oluşuyordu. 1930'larda İngiltere, oldukça küçük düzenli orduyla yetindi.

II. Dünya Savaşı, hemen bütün ülkelerin orduya bakışlarını değiştirdi. İngiltere de çoğunlukla iki yıllık bir süre için gençleri askere alarak güçlü ordular kurdu.

İngiltere'de zorunlu askerlik 1960'a kadar sürdü. Şimdi ise ordusu tamamen gönüllülerden oluşuyor.

JAPONYA

İkinci Dünya Savaşı sonrasında imzalanan anlaşmalara göre, bu ülkenin resmi olarak silahlı kuvvetlere sahip olması yasaklanmıştır. Ancak, fiiliyatta profesyonel ordusu vardır.

KANADA

Profesyonel ordusu vardır. Zorunlu askerlik sisteminin uygulanması konusunda yasalarında herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır.
PAKİSTAN

Pakistan'da diğer ülkelerden farklı bir askerlik sistemi var. Aslında zorunlu askerlik yok ancak; Pakistan'daki yerel kabilelerin belli sayıda gönüllü asker çıkarma zorunluluğu var.

İSVEÇ

2010'un başına kadar askerlik zorunluydu. 18 ile 47 yaşları arası erkekler askere alınıyordu.

BOSNA& HERSEK

2006 yılından itibaren zorunlu askerlik kalktı.


HİNDİSTAN

1948 yılında bağımsızlığını kazanan ülkede zorunlu askerlik sistemi hiçbir zaman uygulanmamıştır. Ancak, tehlike durumlarında zorunlu askerlik sisteminin yürürlüğe sokulabileceği yasal düzenleme bulunmaktadır. Günümüzde zorunlu askerlik sisteminin geleceği tartışılmaktadır.

ARJANTİN

1994 yılında zorunlu askerlik uygulamasını kaldırdı; ancak, savaş, kriz ya da olağanüstü hallerde zorunlu hizmet devreye giriyor.

LETONYA

2007 yılında zorunlu askerlik kalktı.

LÜBNAN

Erkeklere zorunlu 1 yıl askerlik uygulaması 2005 yılında kalktı.

AVUSTRALYA

1972'de Whitlam hükümeti zorunlu askerliği kaldırdı.

SRİ LANKA

ingiltere'nin hakimiyeti altındayken de 1948'de bağımsızlığını kazandıktan sonra da zorunlu askerlik uygulaması olmadı. Ordusu tamamen gönüllülerden oluşuyor.

BARBADOS

Ülkede gönüllü askerlik için yaş sınırı 18.

İTALYA

2000 yılında parlamentoda alınan karar uyarınca ordunun 2007 yılından sonra tamamen profesyonel bir örgütlenme olması planlanmıştır. Ancak, geçiş süreci tahmin edilenden daha hızlı ve başarılı uygulanınca öngörülenden iki yıl önce, 2005 yılında profesyonel orduya geçilmiştir.

BELÇİKA

1994'te zorunlu askerlik kaldırıldı, 2010 yılının başında da gönüllü askerlik uygulaması geldi.

İSPANYA

2002 yılı itibariyle zorunlu askerlik sistemi kaldırılarak profesyonel orduya geçilmiştir.

İRLANDA

Zorunlu askerlik sistemi hiçbir zaman uygulanmamıştır. Profesyonel ordusu vardır.

MACARİSTAN

2003 yılında profesyonel orduya geçilmesine karar verilmiştir. 2005 yılı içerisinde hazırlıkların tamamlanarak zorunlu askerlik uygulanmasının kaldırılması beklenmektedir.

LÜKSEMBURG

MAKEDONYA

KARADAĞ

FAS

HOLLANDA

YENİ ZELANDA

TANZANYA

PANAMA

PERU

FİLİPİNLER

PORTEKİZ

ROMANYA

SLOVAKYA

SLOVENYA

GÜNEY AFRİKA

http://www.sabah.com.tr/fotohaber/dunya/ulke_ulke_askerlik_uygulamalari?tc=48&albumId=21985&page=1
#1034
Batman'da eczane ve ilaç yolsuzluğu iddiaları üzerine 2008 yılında başlatılan incelemeler sonucunda hazırlanan müfettiş raporlarına istinaden operasyon başlatıldı. Operasyonda farklı illerden toplam 32 doktor gözaltına alındı.

Batman Cumhuriyet Savcılığı'nın talimatıyla Batman Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi ekiplerince bugün sabaha karşı başlatılan 'Sağlık Operasyonu' kapsamında Batman'dan 16 hekimin yanısıra Ankara, Diyarbakır ve Van illerinde görev yapan doktorların da aralarında bulunduğu toplam 32 hekim gözaltına alındı.

Olayla ilgileri olduğu iddiasıyla gözaltına alınan 32 doktor sağlık kontrollerinin yapılması için Batman Bölge Devlet Hastanesi'ne gönderildi. Batman Cumhuriyet Başsavcısı Mustafa Peker, operasyonların genişleyerek devam edeceğini söyleyerek, "2008-2009 yıllarında Batman'da yaşanan eczane ve ilaç yolsuzluğu kapsamında olayı araştırmak üzere Batman'a gelen müfettişlerin raporları doğrultusunda polis operasyon başlattı. Reçete yazan ve haksız kazanç sağlanmasında aracılık yaptıkları iddia edilen Batman'da 16 hekimi gözaltına aldık. 16 hekim ise Türkiye'nin değişik yerlerinde görev yaptıklarından onların ifadelerini de talimat yoluyla talep ettik.Operasyon kapsamında gözaltına alınan hekim sayısı 32'dir" dedi.

Başsavcı Peker, operasyonun genişleyerek devam edeceğini ve başka gözaltıların da yaşanabileceğini söyledi.

http://www.sabah.com.tr/Gundem/2010/09/28/4_ilde_32_doktora_gozalti
#1035
12 Eylül referandumuyla Türkiye yeni bir toplumsal sözleşmeye hazırlanıyor. Bu süreç eski Türkiye'nin kirli ilişkilerini de bir bir açığa çıkartıyor.
Daha şimdiden Özel Harp Dairesi'nin Kıbrıs'ta cami bombalamasından Lochheed uçak skandalına, Turgut Özal ve Eşref Bitlis suikastından Jİ- TEM'in faili meçhul cinayetlerine onlarca şey konuşuluyor.
Daha işin başındayız.
Habertürk gazetesine konuşan emekli iki asker Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu ve Albay Arif Doğan'ın söyledikleri sadece buzdağının görünen kısmı. Ama o kadarı bile insanı dehşete düşürmeye yetiyor. Yirmibeşoğlu Kıbrıs'taki bir caminin bombalanmasıyla ilgili söyledikleri eski Türkiye'deki "derin" anlayışı yansıtıyor:
"Eğer bir yerde halkın galeyana gelmesini bir mukavemet hareketini göstermesini arzu ederseniz sizin saygın değerlerinize düşmanın, karşı tarafın bir şey yaptığını, küçültücü hareket yaptığını gösterirseniz, halkı galeyana getirirsiniz. Özel Harp'te bir kural vardır; halkın mukavemetini artırmak için düşman yapmış gibi bazı değerlere sabotaj yapılır. Bir cami yakılır. Kıbrıs'ta cami yaktık biz. Cami yakılır mesela."
Bu satırları okuyunca aklıma Korgeneral Altay Tokat'ın 2006'da Aktüel'e söylediği sözler geldi. Tokat, Güneydoğu'da görev yaptığı yıllarda, bölgeye yeni gelen memur ve hâkimlerin "işlerini ciddiye alıp hizaya girmeleri için evlerinin yakınına birkaç bomba attırdığını" itiraf etmişti.
Bu "iç düşman" zihniyeti, eski Türkiye'nin ana aksını oluşturuyordu. 6-7 Eylül olayları da, Kanlı Pazar da, 1 Mayıs 1977 katliamı da, Ecevit Suikastı da hatta Kemalist aydınların öldürülmeleri de aynı zihniyetin ürünüydü.
Tüm bu olayların izi sürüldüğünde karşımıza bilinen bir yapı çıkıyor; eski adı Seferberlik Tetkik Kurulu olan Özel Harp Dairesi... Geçmişin hangi olayını karıştırırsanız karıştırın karşınıza bu yapı çıkıyor. Ecevit, 74 yılında karşılaştığı bu yapıyı sorgulamaya kalktı ama kendi suikastı dahil bir arpa boyu yol alamadı.
İz süren ya sustu, ya da susturuldu.
Şimdiki adı Özel Kuvvetler Komutanlığı olan bu kurum son dönemlerde de çok tartışıldı. Üzerinde az konuşulan ama çok bilinen bu kurumun adıyla en yoğun biçimde 90'lı yıllarda karşılaştım. Ama fısıltı biçiminde...

"Faili meçhuller devlet politikası"
O yıllarda teröre karşı devlet eliyle hukuk dışı da dahil topyekun bir savaş başlatılmıştı. Bu savaşın bir ayağı Güneydoğu'da bir ayağı büyük kentlerdeydi... Neler olup bittiğini Meclis dahil kimse bilmiyordu.
Aynı süreçte ardı ardına Kemalist aydınlar öldürüldü. Aynı süreçte Eşref Bitlis, Bahtiyar Aydın gibi komutanlar ortadan kaldırıldı.
Cumhurbaşkanı Özal'ın ölümü de o dönemdeydi.
O dönemde arada bir görüştüğüm "derin ses"e sormuştum; "Bu olayların, cinayetlerin arkasında kamuoyunda bilinen çeteler, mafya babaları veya itirafçılar mı var?"
"Derin ses" sözle cevap vermedi, Mesut Yılmaz'ın 28 Şubat'ta yaptığı gibi eliyle omzunu işaret etmekle yetindi.
Ona göre, çeteler, mafya babaları ve itirafçılar hukuk dışı sistemin laçkalaşmış kesimleriydi ve deşifre olmalarında bir mahzur yoktu. O yüzden Susurluk'ta kesilip atıldılar.
Hanefi Avcı bu gerçeği bilenlerden biri ama sadece aysbergin görünen yüzünü işaret etti.
Gerçeği en yalın biçimde Koramiral Atilla Kıyat özetledi:
"Faili meçhuller bir devlet politikasıydı"
Yoksa bunca olayı sadece "izleyen" bir devlet olabilir mi? Özal Harpçilerin 50, 60 ve 70'lerde yaptıklarına bakınca 90'ları iki binleri es geçmeleri mümkün değil. 12 Eylül referandumu bu kirli geçmişle yüzleşmenin ilk adımı oldu. Sonrası gelecek, çünkü yeni Türkiye kirli bir geçmiş üzerine kurulamaz.

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/ovur/2010/09/28/cami_de_yaktik_bomba_da_attik
#1036
''Devrimci Karargah Örgütü'' soruşturması kapsamında hakkında yakalama kararı çıkarılan Emniyet Müdürü Hanefi Avcı'nın Ankara'da gözaltına alındığı bildirildi.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ''Devrimci Karargah Örgütü'' soruşturması kapsamında hakkında yakalama kararı çıkartılan Hanefi Avcı, İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından Ankara'da gözaltına alındı.

İstanbul'a götürüldüğü bildirilen Hanefi Avcı'nın savcı tarafından ifadesinin alınacağı bildirildi.

ESKİŞEHİR'DEKİ EVİNDE ARAMA

Bu arada, Hanefi Avcı'nın Eskişehir'de bulunan evinde de arama yapıldığı öğrenildi.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının geçen hafta ifadeye çağırdığı Avcı, izinde olduğu gerekçesiyle savcılığa gitmemişti. Bunun üzerine savcılığın, ''yakalama kararı'' çıkarttığı bildirildi.

Eski Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı hakkında yakalama kararı çıkarıldı. Avcı, polis nezaretinde Ankara'dan İstanbul'a götürülüyor. Avcı'nın Eskişehir'deki evinde de arama yapıldığı öğrenildi.

Gözaltının Devrimci Karargah Örgütü ile ilgili olduğu iddia ediliyor.

AVCI: ONURUMU ÇİĞNETMEM

Öte yandan gözaltına alınmasına ilişkin açıklama yapan Hanefi Avcı, "Hiç kimseye onurumu çiğnetmem. Benim Devrimci Karagah Davasıyla hiçbir alakam yoktur. Yasal davrandığına inanmadığım makamın sorularına cevap vermem. Niçin gözaltına alındığımı bilmiyorum" dedi.

ATALAY: YARGININ TALEBİ

Konuya ilişkin bir açıklama da İçişleri Bakanı Beşir Atalay'dan geldi. Atalay, "Yargının talebi olmuştur" dedi.

http://www.haber7.com/haber/20100928/Hanefi-Avci-Ankarada-gozaltina-alindi.php


Hanefi Avcı tutuklama talebiyle mahkemeye sevkedildi


Soruşturmanın gizliliğini ihlal ettiği gerekçesiyle gözaltına alınarak Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi'ne getirilen Eskişehir eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, savcılıkta ifade vermeyi reddetti.

Sorgulama sırasında avukat istemediği ve sorgu tutanaklarına imza atmadığı öğrenilen Avcı, işlemlerin ardından tutuklanması talebiyle nöbetçi mahkeme olan 14. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sevk edildi.

http://www.haber7.com/haber/20100928/Hanefi-Avci-mahkemeye-sevkedildi.php
#1037
BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, terör örgütü PKK'nın propagandasını yaptığı gerekçesiyle 10 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen duruşmaya, tutuksuz yargılanan sanık Demirtaş katılmazken, avukatı Meral Danış Beştaş hazır bulundu.

Mahkeme, sanığın talimatla ifadesinin alınmasıyla ilgili Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'ne yazılan yazısının cevabının geldiğini, talimat duruşmasının 7 Ekim 2010 tarihine bırakıldığını bildirdi. Sanık avukatı Meral Danış Beştaş, dosyanın sürüncemede kalmaması için Yargıtay'ın bozma ilamı ve mahkemenin önceki kararı nazara alınarak karar verilebileceğinden, talimat sonucunun beklenmemesine karar verilmesini talep etti.

Beştaş, davaya konu sözlerin fikir ve düşünce hürriyeti kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini savundu.

İddia makamı esas hakkındaki mütalaasında, sanık Demirtaş'ın İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şube Başkanlığı yaptığı dönemde, ''Diyarbakır Demokrasi Platformu'' adı verilen oluşumun dönem sözcülüğü esnasında, terör örgütü PKK'nın elebaşı Abdullah Öcalan'ın durumuna dikkat çekmek amacıyla basın açıklaması yaptığını hatırlattı. Bu açıklama sonrası Demirtaş'ın terör örgütü PKK'nın yayın organı olan Roj Tv'de yayınlanan programa katıldığını ve Öcalan'ın Kürtlerin önderi olduğunu ileri sürdüğünü ifade eden iddia makamı, sanığın terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan cezalandırılmasını talep etti.

Mahkeme, verdiği kısa bir aranın ardından sanık Selahattin Demirtaş'ı, ''terör örgütünün propagandasını yapmak'' suçundan 1 yıl hapis cezasına çarptırdı. Mahkeme, sanığın yargılama aşamasındaki tutum ve davranışlarını dikkate alarak verilen cezayı 10 aya indirdi ve ''Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına'' karar verdi.

Sanık Demirtaş'ın ayrıca 5 yıl boyunca denetimli serbestlik tedbirine tabi tutulması da kararlaştırıldı.

-YARGITAY KARARI-

Demirtaş, İHD Diyarbakır Şube Başkanlığı yaptığı dönemde telefonla katıldığı Roj TV'deki konuşmasında, ''suçu ve suçluyu övmek'' suçundan, Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesince 1 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırılmıştı.

Yargıtay 9. Ceza Dairesi, mahkemenin verdiği kararı esastan bozarak, ''suçu ve suçluyu övmekten'' ceza alan sanığın, ''terör örgütünün propagandasını yapmak'' suçundan yargılanmasına hükmetmişti. Yargıtay kararında, işlenen suçun terör suçu olması nedeniyle sanığın dosyasının da ''terör örgütünün propagandası yapmak'' suçundan yeniden ele alınması gerektiği ifade edilmişti.

Anayasa'nın 14. maddesine de atıfta bulunulan kararda, yasama dokunulmazlığının sınırlandırıldığı, sanığın 22 Temmuz 2007 Genel Seçimleri'nde milletvekili seçilmiş olsa bile suça konu yargılama terör suçu kapsamında kaldığından devam etmesi gerektiği kaydedilmişti.AA

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1033062&title=selahattin-demirtas-10-ay-hapis-cezasina-carptirildi
#1038
Merve'ye, Pakistan Cumhurbaşkanı'ndan teşekkür şildi.

Pakistan Cumhurbaşkanı Asıf Ali Zerdari, bir yıllık harçlığını selzedelere ulaştıran Konya Abdullah Aymaz İlköğretim Okulu öğrencisi Merve Tekinay'a teşekkür şildi gönderdi. Merve, şildi alırken gözyaşlarını tutamadı.

Pakistan Cumhurbaşkanı Asıf Ali Zerdari, ülkesinde yaşanılan sel felaketi sırasında mektupla acılarını paylaşan ve okul harçlığını gönderen Özel Meram Abdullah Aymaz İlköğretim Okulu öğrencisi Merve Tekinay'a teşekkür şildi gönderdi. Pakistan Büyükelçiliği yetkilileri, Konya'ya gelerek şildi Merve'ye teslim etti. Merve'nin arkadaşları da mektubunda "yardımlarımız devam edecek" diyen arkadaşlarını doğrularcasına Pakistanlı misafirlerine 10 bin liralık yardım çeki verdi.
Merve Tekinay, binlerce insanın ölümüyle sonuçlanan sel felaketinden etkilenerek Pakistan Cumhurbaşkanı Asıf Ali Zerdari'ye duygularını anlatan bir mektup yazdı. Mektubunda, selden mağdur olan insanların yaşadığı zorlukları haberlerden gördüğünü anlatan küçük Merve, Pakistan halkının Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı sırasında Türkiye'ye yaptığı yardımları hatırlatarak, bugün Türkiye'nin Pakistan halkının yanında olduğunu göstermek istediğini belirtti. Mektubunda, 'Biz sizin dostunuzuz, acılarınızı hep beraber paylaşıyoruz, dualarımız sizinle.' diyen küçük Merve, biriktirdiği 150 TL harçlığını ve en sevdiği oyuncağını sel mağdurlarına yardım amacıyla gönderdiğini vurguladı.

Mektuptan ve zarftan çıkan 150 TL yardımdan çok etkilenen Pakistan Cumhurbaşkanı Asıf Ali Zerdari, bunu basın aracılığıyla bütün ülke halkıyla paylaştı. Zerdari, Türkiye'den ülkesine uzanan yardım elinin en küçük sahiplerinden biri olan Merve Tekinay'a özel şilt takdim ederek teşekkür etti. Zerdari'nin hazırlattığı teşekkür şildi, dün Merve'nin okulunda düzenlenen törenle kendisine takdim edildi. Şildi Pakistan Büyükelçiliği Müsteşarı Muin-ül Hak ile Basın Ataşesi Abd-ül Ekber'in elinden alan Merve 'Keşke elimden daha çok yardım etmek gelseydi.' diyerek, duygularını ifade etti. Konya Milli Eğitim Müdürü Halil Şahin'in de katıldığı törende Okul Müdürü Hüseyin Taş, Pakistanlı misafirlere bir jest daha yaptı ve okulların ilk haftasında öğrencilerin katkılarıyla toplanan 10 bin liralık yardım çekini Pakistanlı yetkililere teslim etti. Beklenmedik yardım çeki karşısında duygulanan Pakistanlılar Pakistan halkının Türk halkının yardımlarını ve kardeşliğini hiçbir zaman unutmayacağını vurguladı.

Pakistan'da2,5 milyon çocuk okul yüzü göremedi

Pakistan'daki sel felaketinde okulların yıkılıp zarar görmesi nedeniyle 2,5 milyon öğrenci okulsuz kaldı. Geçtiğimiz hafta ders başı yapan Pakistan'da öğrencilerin bir kısmı çadır kentlerde kurulan geçici sınıflarda eğitimlerini sürdürüyor.

Acil yardım bekleyen ülkede gıda ve barınma sorunları devam ederken okulların yüzde 6'sı da selden zarar gördü. Buda yaklaşık 2,5 milyon öğrenicinin okulsuz kaldığı anlamına geliyor. BM verilerine göre 5. 500 okulda da selden etkilenen felaketzedeler yerleştirilmiş. UNESCO Resmi Temsilcisi Ömer Amal, bu rakamların daha da artacağını söylüyor. Selin ardından zarar tespit çalışması yapılamadığını belirten Ömer Amal, eğitimdeki bu zararın Pakistan'ın geleceğini de etkileyeceğini ifade etti. Kırsal bölgelerde eğitimin zaten düşük olduğunu aktaran Ömer Amal, "Sellerde eğitim büyü zarar gördü. Toplam 9 bin 780'den fazla devlet okulu zarar gördü. 2.700 okul tamamen yıkılmış. 7 bin okul ise kısmen zarar görmüş. Bu rakama özel okullar da eklendiğinde rakam 10 bini geçiyor." İfadesinde bulundu. Mehmet Ali Poyraz - İslamabad.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1032922&title=yardimsever-merveye-pakistan-cumhurbaskanindan-tesekkur-sildi
#1039
Ergenekon davasının tutuksuz sanıklarından emekli Albay Arif Doğan'ın, önceki gün Habertürk Gazetesine yaptığı açıklamalar büyük yankı uyandırdı.

"Hakimlere yalvarıyorum, ölmeden ifademi alın. Anlatacaklarım hem Ergenekon davasına hem de PKK ile mücadeleye ışık tutacaktır." diyen Doğan'ın talebi dün Silivri'deki mahkemeyi harekete geçirdi. Ergenekon davalarına bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, verdiği ara kararda Doğan'ın sağlık durumunun araştırılması, ifade verip veremeyeceğini tespit edilmesi için İstanbul Cumhuriyet Savcılığı'na yazı yazılmasına hükmetti. Mahkeme ayrıca, Habertürk ve Taraf gazetelerinden ilgili haber materyallerinin ham hallerini istedi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1032918&title=arif-doganin-ifadesi-icin-mahkemeden-ara-karar-cikti
#1040


Eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal'a yönelik 1988 yılındaki suikast girişimine ilişkin soruşturma başlatıldı.

Özal'ın oğlu Ahmet Özal'ın açıklamalarıyla başlayan sürecin ardından İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı harekete geçti. Ahmet Özal'ın "Suikastın arkasında eski MGK Genel Sekreteri vardı." ifadelerini ihbar kabul eden Cumhuriyet Savcısı Hakan Karaali, eski MGK Genel Sekreteri Sabri Yirmibeşoğlu hakkında şüpheli sıfatıyla genel bir soruşturma başlattı. Soruşturma kapsamında Ahmet Özal'ın ifadesine başvurulacak.

18 Haziran 1988 günü Anavatan Partisi'nin olağan genel kongresi yapıldığı sırada gerçekleşen suikastta, Özal konuşma yapmak için kürsüye çıktığında Kartal Demirağ adlı kişinin silahlı saldırısına uğramıştı. Kurşun, mikrofonun ayağından sekip Özal'ın sağ el başparmağını yaralamıştı. Özal, saldırının ardından şu, unutulmayan sözleri sarf etmişti: "Bilhassa belirtmek istiyorum; Allah'ın verdiği ömrü, O'nun isteğinden başka alacak yoktur, biz de O'na teslim olmuşuzdur."

Saldırıyı gerçekleştiren Kartal Demirağ ise silahı tutukluk yapınca Özal'ın korumaları tarafından vurularak yakalanmış ve 4 yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1992'de serbest bırakılmıştı. Olayın arka planı aydınlanamamıştı. Bu suikasttan 22 yıl sonra Ahmet Özal'ın önceki gün bir gazetede çıkan röportajında yer alan, "Turgut Özal'a yapılan suikast girişiminin ardında eski MGK Genel Sekreteri vardı.'' iddiası yeni bir süreç başlattı. Özel yetkili mahkemelerde basın suçlarıyla ilgilenen savcı Hakan Karaali soruşturma başlattı. Savcı Karaali'nin bu soruşturma kapsamında eski MGK Genel Sekreteri Sabri Yirmibeşoğlu'nu da ifadeye çağırabileceği belirtildi.

Öte yandan Ahmet Özal dün iddialarına yenisini ekledi. Babasına yapılan suikasta ilişkin ikinci önemli ismin Hürriyet Gazetesi'nin eski sahibi Erol Simavi olduğunu söyledi. Taraf ve Yeni Şafak gazetelerine açıklamalarda bulunan Özal, "Simavi ismi bir kez babam tarafından zikredildi. Zaten dikkat edilirse Erol Simavi o olaydan sonra gazeteyi sattı gitti. Kendisi bıraktı gitti." diye konuştu. Gazetelere yaptığı açıklamalarda suikasta ilişkin bilgilerin çok farklı bir yerden, İsviçre'den geldiğini anlatan Ahmet Özal, İsviçre bankalarına da dikkat çekerek isimlerin MİT'e İsviçre istihbarat örgütü tarafından ulaştırıldığını söyledi. Özal "O dönemde İsviçre istihbaratı bilgiyi MİT'e verdi. İsviçre istihbaratı zannedersem banka hesaplarını araştırmış. Bu gizli arşivleri açıklanırsa tüm isimler çıkar ortaya." iddiasında bulundu. Ahmet Özal, Emniyet ve MİT'in arşivlerinin açılmasını da isteyerek "Emniyet ve İstihbarat arşivlerini kimse açmıyor. Ben yıllardır söylüyorum. Ben şahsen hiç kimseyi suçlamıyorum. Arşivlerin açılması halinde kim varsa ortaya çıksın istiyorum." ifadelerini kullandı.

Kongre salonunda Kartal Demirağ dışında ikinci bir kişi daha vardı

Anavatan Partisi'nin olağan genel kongresinin yapıldığı 18 Haziran 1988 tarihindeki suikast anı ve silahlı saldırının yakın şahitlerinden dönemin Milli Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler, konuyla alakalı TBMM'de araştırma komisyonu oluşturulması gerektiğini belirtiyor. MİT ve Emniyet'teki dosyaların indirilerek konunun sıkı şekilde tetkikini isteyen Dinçerler, suikast anında Kartal Demirağ'ın ateş ettiği yerin 4-5 metre gerisindeki şeref tribününde oturduğunu hatırlatıyor. Suikasta Demirağ dışında ikinci bir ismin de karıştığını anlatan Dinçerler olay anını şöyle anlatıyor: "Şeref tribününde parti kurucusu, bakan olarak bulunuyordum. Ön sırada Leyla Yeniay Köseoğlu, Bedrettin Dalan gibi isimler vardı. Birdenbire iki sağ el yavaş yavaş kalktı. Ben, 'Eyvah!' diye bağırdım. 'Ne oluyor?' dedim. O anda ateş edildi. Ben iki tabancadan da ateş edildiğini dönemin Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Selçuk'a da söyledim. Saldırıdan sonra atılan mermilerin kovanlarının bir kısmını benim koruma polisim topladı. Ancak ikinci kişinin tahkikatıyla alakalı ne sonuç elde edildi bilemiyoruz.

Turgut Özal'ın Kartal Demirağ suikastından sonra isimleri tek tek tespit ettiğini doğrulayan Dinçerler, "Ancak bunu kimseye söylemediğini, belki bir yerlere yazmış olabileceğini tahmin ediyorum. Saldırı anına ilişkin kayıtları Özal'ın bizzat kendisinin 13 defa durdura durdura izlediğini, ses kayıtlarını dinlediğini biliyoruz." dedi. Vehbi Dinçerler, Demirağ suikastıyla ilgili en geniş bilginin o dönemin Ankara Emniyet Müdürü olan Mehmet Ağar'da olduğunu aktardı. FATİH UĞUR İSTANBUL

Salonu düzenleyenlerin üzerine gidilseydi somut delillere ulaşılırdı

Özal'a yakın isimlerden dönemin milletvekili emekli askeri savcı Faik Tarımcıoğlu, Ahmet Özal'ın açıklamaları, "Babasından gelen ifadeler." diye nitelendiriyor. Uzun yıllar bu açıklamanın neden yapılmadığını soran Tarımcıoğlu, o dönemde de suikastın arkasında resmî makamların olduğu yönündeki şüphenin herkes tarafından bilindiğine dikkat çekiyor. Olayın yaşandığı kongrede makineli tüfekle birinin salondan kaçtığına şahit olduğunu vurgulayan Tarımcıoğlu, "Suikastın gerçekleştiği kongrenin kimler tarafından düzenlendiği ve salonun organizasyonu dikkate alınsaydı, savcılar somut gerçeklere ulaşabilirdi." diyor. Rahmetli Turgut Özal'ı o gün ölümden kurtaran üç olaya dikkat çeken Tarımcıoğlu, birbirini tetikleyen bu olayların tesadüf olmadığını söylüyor. Tarımcıoğlu o üç olayı şu şekilde anlatıyor: "Bakanlar için ayrılan yere rahmetli Özal oturmamıştı. Çünkü Özal, eşi Semra Hanım rahatsız olduğu için bir an önce konuşmayı yapıp salondan ayrılmayı planlıyordu. Bu nedenle Özal konuşmasını erken yapmıştı. Özal kongre salonunda konuşma yapmak için kürsüye çıktıktan kısa bir süre sonra suikasta maruz kalmıştı. Saldırgan Kartal Demirağ'ı fark eden bir muhtar, saldırganın ikinci atışında dengesini bozdu. Olay anında salonda bulunan Maliye Bakanlığı koruma memuru saldırganı fark eder etmez tek kurşunla etkisiz hale getirdi." Rahmetli gazeteci-yazar Uğur Mumcu'nun da bu suikastın arkasındaki isimlerin tahkikatını yaptığını söyleyen Tarımcıoğlu, o dönemin önde gelen sermaye sahiplerinin bu araştırmadan rahatsız olduğunu dile getiriyor. MUSTAFA GÜRLEK, BÜŞRA ERDAL İSTANBUL

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1030908&title=ozal-suikasti-icin-22-yil-sonra-sorusturma-acildi


Ahmet Özal, suikastın arkasında Orgeneral Yirmibeşoğlu'nun olduğunu belirtmişti


Ölüm nedeni yıllardır tartışılan 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın oğlu Ahmet Özal, 1988 yılında babasına karşı gerçekleştirilen suikastın arkasında dönemin MGK Sekreteri Özel Harpçi Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu'nun bulunduğunu öne sürdü.

Habertürk Gazetesi'ne konuşan Ahmet Özal, "Babam ülke karışmasın diye bu isimleri açıklamadı. Bunlardan biri de Sabri Yirmibeşoğlu'ydu. Bu isimlerin hepsi Emniyet ve MİT'in arşivlerinde var. Arşivler açılsın." dedi.

Suikast girişiminin bireysel olmadığını belirten Özal, "Arkası çok kalabalık bir olaydı. Hatta araştırıldı, babam bunu açıklamak istemedi. 'Bu arşivlerde var, bunun zamanı değil. Türkiye'nin karışmasını istemiyorum. Benim suikastımdan daha önemli olan Türkiye'dir. Türkiye'nin kalkınması daha önemli.' demişti." ifadelerini kullandı. Babasının ölümüyle suikastın birlikte araştırılması gerektiğini söyleyen Ahmet Özal, suikastın arkasında günümüzde Ergenekon olarak ifade edilen JİTEM ile derin devletin parmağının olduğunun görüleceğini kaydetti. Suikasta karıştıkları tespit edilen isimlerden birinin eski MGK Genel Sekreteri Sabri Yirmibeşoğlu olduğunu ifade eden Özal, "O zaman savcı Uğur Tönük, soruşturmayı yaptı. Yıllar önce savcıyla görüştüm. Bana suikast soruşturmasıyla ilgili Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Sabri Yirmibeşoğlu'nun kendisine bu konunun üzerine fazla gitme dediğini söyledi." dedi. Ahmet Özal, suikastı gerçekleştiren Kartal Demirağ'ın 2 yıl hapis yattıktan sonra kayıplara karıştığını, Orgeneral Yirmibeşoğlu'nun ise emekli edildiğini belirterek, arşivlerin açılması durumunda olaya karışan tüm isimlerin açığa çıkacağını dile getirdi. Sabri Yirmibeşoğlu ise Turgut Özal suikastı ile ilgili hakkında çıkan iddiaları yalanladı. Yirmibeşoğlu, "Bir noktası dahi doğru değil. Bana sevgisi, saygısı vardı. Görevde kalmamı istiyordu." açıklamasında bulundu. Bir dönemin 'karakutusu' olarak da bilinen eski Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri ve eski Özel Harp Dairesi Başkanı Yirmibeşoğlu, 6-7 Eylül 1955'te İstanbul'da gayrimüslimlere yönelik saldırılar için de, "6-7 Eylül bir Özel Harp işidir ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı." demişti.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1030516


Sabri Yirmibeşoğlu: Deli zırvası!


Turgut Özal'ın oğlu Ahmet Özal'ın "Özel suikastının ardında o vardı" dediği MGK eski Genel Sekreteri Sabri Yirmibeşoğlu iddialara cevap verdi.

CNN TÜRK yayınına katılan Sabri Yirmibeşoğlu Özal'a düzenlenen suikasta ilişkin iddialarla ilgili olarak konuştu. Ahmet Özal'ın "Suikastın arkasındakilere ulaşmayı Sabri Yirmibeşoğlu engelledi" şeklindeki sözlerini değerlendiren Yirmibeşoğlu iddialarla ilgili şunları söyledi:

"Kendisine suikast tertiplediğim söylenen Sayın Özal'ın beni neden MGK Genel Sekreterliği'ne getirdiğini anlayabilmiş değilim. 'Özal'ı olsa olsa 2 kişi öldürmek isteyebilir. Biri cumhurbaşkanı olmak isteyen Kaya Erdem diğeri Sabri Yirmibeşoğlu' dediler.Bunları okuyunca hayretler içinde kaldım. Bunlara eskiden insanlar deli zırvası derlerdi. Ahmet Bey'in böyle bir beyanat verdiğini sanmıyorum. Ortada bir yanlış anlaşılma var.

"6-7 EYLÜL'Ü MİT YAPTI"

6-7 Eylül olayları ile ilgili sözlerim akademik düzeydeydi. Bu dava bir defa mahkemede yargılandı. Ben o zaman 1955'te garip bir üsteğmendim. Olaylarla ilgili isimler varken Sabri Paşa diye ortaya atmanın saçmalığını anlayamıyorum. "Muhteşem bir örgütlenme" demişim. Ben deli miyim bunları söyleyeyim. Bunları MİT'in yaptığı sonradan ortaya çıktı sanırım. Öyle gibi görüşüldü. O zamanlar Özel Harp Dairesi yok."

KORKUT ÖZAL: "VEFATI SIRASINDA AĞZINDAN KÖPÜK GELİYORDU"

Canlı yayına katılan Turgut Özal'ın kardeşi Korkut Özal da şunları söyledi: "Kendisi bunun kimin tarafından organize edildiğini biliyordu. Kendisi bana isim verdi. O ismi DGM'ye bildirdim. Ama o ismi elimde delil olmadığı için söyleyemiyorum. O isim Özal'a yakın bir isim değildi. Kartal Demirağ'ın yaptığı suikastın arkasında kimin olduğunu kendisi tespit etmişti. Vefatı sırasında da ağzından köpükler gelmiş maalesef. O sırada Çankaya Köşkü'nde de tıbbi müdahale yapacak kimse yoktu."

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1030396&title=ozala-suikast-iddiasina-cevap-o-general-konustu


Özal suikastının tutanakları


18 Haziran 1988 günü Ankara'da Atatürk Kapalı Spor Salonu'nda yapılan ANAP kongresinde Kartal Demirağ saat 12.30 civarında kürsüde konuşan Başbakan Turgut Özal'a iki el ateş etti. Demirağ birinci kurşunda Özal'ın göğüs bölgesini, ikinci kurşunda ise karın bölgesi olmak üzere öldürücü noktaları hedef aldı. Ancak birinci kurşun Özal'ın sağ eline, ikinci kurşun mikrofon borusuna isabet etti.

Demirağ'ın kullandığı İngiliz yapımı tabancada beş kurşun vardı, tabanca ikinci kurşundan sonra tutukluk yaptı. Bu sırada Maliye Bakanı Ahmet Kurtcebe Alptemoçin'in koruma polisi Ziya Ayaz, Demirağ'ı sağ kolundan vurdu. Demirağ yerde yuvarlanarak kaçmaya çalışırken, diğer koruma polislerinin ateşiyle sağ koluna iki kurşun daha isabet etti ve yakalandı.

Her şey 18 saniyede olup bitti

O günden bu yana, Kartal Demirağ'ın spor kıyafetli ve silahlı olarak nasıl kongre salonuna girebildiği, salonda yalnız olup olmadığı, kimler adına hareket ettiği soruları hep soruldu. Sağlığında, kameraların salonda çektiği görüntüleri defalarca uzmanlarla birlikte izleyen Özal, Kartal Demirağ'ın içeride yalnız olmadığı inancındaydı. Kartal Demirağ'ın silahından çıkan kurşun seslerinden hemen sonra ikinci bir silahtan çıktığı sanılan başka bir sesin de kameralara yansımış olması, Özal'ın bu inancını kuvvetlendirmişti.

Kartal Demirağ'ın Özal'a ilk kurşunu sıkmasından, polislerin açtığı karşı ateşle yaralanıp yakalanmasına kadar 18 saniye geçmişti. İşte bu 18 saniyelik zaman diliminde tam olarak ne olup bittiği, yıllar sonra Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi savcılarının yaptığı soruşturma tutanaklarıyla biraz daha netleşti.

Turgut Özal suikastı soruşturmasını dönemin Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet savcıları Nusret Demiral, Tevfik Hancılar ve Ülkü Coşkun yaptı. 12 gün boyunca tedavi edilen Kartal Demirağ, 16 gün boyunca sorgulandı. Savcılar olay günü salonda olan kişiler başta olmak üzere pek çok kişinin ifadesini aldılar. İkisi gazeteci olmak üzere üç kişi, suikast anı ve öncesini savcılara anlatırken, Kartal Demirağ'ın yanında ikinci bir kişi daha bulunduğunu belirtiyorlar.

Üç tanık ikinci suikastçıyı gördü

O gün salonda olan Mamak Ortaköy Muhtarı Ali Ünal, ifadesinde şunları söyledi:

"Birkaç kişiyi iterek öne geçmek isteyen bir kişinin tabancasını çekip öndeki kişinin omuzuna koymak suretiyle Sayın Turgut Özal'a ateş ettiğini gördüm. Bu kişiye müdahale edip önlemek istedim. Ancak tabanca kabzasıyla yüzüme vurdu, beraber yere düştük. Sonradan bu kişi bağırarak geriye doğru kaçmaya çalıştı. Ancak boğuşma sırasında yine tanımadığım ve göremediğim bir kişi arkadan bana vurdu."

Gazeteciler Nevzat Turgay Esmer ve Bülent Hamdi Eşkinat, kongreyi izlemek üzere Atatürk Spor Salonu'na geldiklerinde bahçede Kartal Demirağ'ı nasıl gördüklerini şöyle anlatıyorlar:

Turgay Esmer: "İki kişinin, kongre salonuna girilmeyecek bir tarzda spor giyinerek geldiklerini ve bahçede durduklarını fark ettim. Bu kişilerden bir tanesi Sayın Turgut Özal'a ateş eden kişiydi."

Hamdi Eşkinat: "Bahçede, kongreye girmeyi bekleyen ve üzerlerinde kongreye gelinecek kıyafet olmayan iki kişiyi fark ettim. Bunlardan uzun boylusu, sonradan olay mahallinde olayı yapan kişiydi."

Suikastın hedefi, Özal'ın hangi özelliğiydi?

Nusret Demiral, Tevfik Hancılar ve Ülkü Coşkun'dan oluşan Ankara DGM'nin 3 savcısı, 3,5 ay süren soruşturmaları sonucunda hazırladıkları 30 Eylül 1988 tarihli 44 sayfalık Turgut Özal suikastı iddianamesinde, suikastın amacını şöyle anlattılar:

"1983 yılı içinde çıkarılan Siyasi Partiler Kanunu içinde yeni düşüncelere yer vermek ve devleti bundan sonra 12 Eylül 1980 öncesine sürükleyebilecek düşünceleri silmek veya bir tarafa bırakmak kayıt ve şartıyla yeni partiler kurulmuştur. Bu partiler içinde Anavatan Partisi seçmenlerin çoğunluk oyuyla iktidara gelmiş, seçimden itibaren Sayın Turgut Özal, Anavatan Partisi genel başkanı olarak Anayasa ve yasalar çerçevesi içinde başbakanlık görevini üstlenmiştir.

Anavatan Partisi ve diğer partilerin siyasi düşüncelerinin hangi çerçeve içinde olduğunu, iktidar partisi olarak Anavatan Partisi'nin 1983 yılından bu yana icraatının ne olduğunu, demokratik düzen içinde her aklı selim sahibi vatandaş bilmektedir.

Anavatan Partisi'nin bu iktidarı sırasında görülebilen önemli faaliyetlerden bir tanesi 12 Eylül 1980 tarihinden önce sıkıntısı duyulan bazı tüketim mallarındaki ferahlama ortamıdır.

Bugün için denilebilir ki, gayrimeşru ve yasadışı ortam içinde piyasada karaborsa olarak tanımlanan ortam mümkün olduğunca kaldırılmıştır. Bu yönüyle, bazı çıkar sahiplerinin iktidarda bulunan partinin genel başkanına elbette ki, sempati duymayacakları ve çok kısa zaman içinde her ne şekil ve şartta olursa olsun iktidardan uzaklaştırılması için faaliyete geçecekleri açıktır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde başbakanlık görevini üstlenmiş bulunan Sayın İnönü'ye yapılan saldırı ile yine eski başbakanlardan Sayın Demirel'e yapılan tecavüz olayı, içeriği itibariyle politik bir amaca dayalıdır.

İşte sonuç itibariyle devlet büyüklerine yapılan saldırılardaki, diğer bir deyimle suikast girişimlerindeki kişi ve kişilerin amacı,

1. Demokratik düzen içinde seçim yoluyla elde edemeyecekleri politik çıkarlarını,

2. Ekonomik düzen içinde meşru yollar dışında elde etmeye çalıştıkları menfaatlerini sağlamaktır.

Bu bakımdan Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Turgut Özal'a silahlı saldırıda bulunma olayı da, esas maksatların bu iki çerçeve içinde incelenmesi ve soruşturmanın o yönde geliştirilmesi düşünülerek her yönüyle araştırmaya tevessül edilmiş ve bu soruşturmada elde edilen bulgular da nazara alınarak 18 Haziran 1988 günü Ankara Kapalı Spor Salonu'nda meydana gelen olayda, yakalanan asli fail Kartal Demirağ hakkındaki soruşturmada, yukarıdaki iki tür amaç ele alınarak sürdürüldüğü ve soruşturmada öncelikle olayın cereyan tarzı ve genel açıklaması ile olay failinin özgeçmişi ve olaydaki hareketinin anlatımına yer verilmesi düşünülmüştür..." (Özal suikastı iddianamesi, sayfa 6—7).

Demirağ'a Horzum kancası

Kartal Demirağ, birinci sorgusunda, "Kemal Horzum ve ekibi, Özal hükümetinin uygulamalarından şikayetçiydi. Özal hükümetinin kaçakçılığı önleme konusundaki ekonomik politikası ile af çıkarmama konusundaki politikası Kemal Horzum ve yurtdışında bulunan kişileri rahatsız etti." diyerek soruşturmaya yön verdi. , birinci sorgusunda, "Kemal Horzum ve ekibi, Özal hükümetinin uygulamalarından şikayetçiydi. Özal hükümetinin kaçakçılığı önleme konusundaki ekonomik politikası ile af çıkarmama konusundaki politikası Kemal Horzum ve yurtdışında bulunan kişileri rahatsız etti." diyerek soruşturmaya yön verdi.

1956 yılında Afyon'un Dazkırı ilçesinde dünyaya gelen Kartal Demirağ'ın babası devlet memuruydu. İlk ve ortaokulu çeşitli ilçelerde bitirdikten sonra babasının tayini Güney ilçesine çıktı. Ülkü Ocakları ile burada, Şevki Acaroğlu vasıtasıyla tanıştı, onun verdiği kitapları okudu. İlk defa bu dönemde, 1971–73 yıllarında çeşitli eylemlere katıldı. Öğrenciler arasında yaşanan taşlı, sopalı, bıçaklı kavgalara katıldı. Bu kavgaların birinde Dev–Gençli olan Hüsnü Dereli'yi yaraladı ve tutuklandı. Bir hafta cezaevinde kaldı, yaşı küçük olduğundan serbest bırakıldı.

Burada lise yoktu. O yüzden liseye, Buldan ilçesinde yurtta kalarak devam etti; ama başarısız oldu. Babasının tayini Çardak ilçesine çıkınca onun yanına döndü. 1973 sonlarında Çardak'ta solcu bildiği Raşit Yener'le kavga edince yeniden tutuklandı. Bir süre Çardak cezaevinde yattı. 1975–76 döneminde karşıt gruplardan iki öğrenci "Bize silah çekti" iddiasıyla savcıya şikayette bulununca bir daha tutuklandı.

1977'de burada liseyi bitirdi. 1977–78 döneminde, Çardak'ta Kör Dede lakabıyla anılan Dede Acılı'dan Çek marka bir tabanca satın aldı: "Öğrenciler arasında ülkücü ve solcu ayırımı vardı. Silahlı kavgalar vardı. Kendimi korumak maksadıyla tabanca aldım." Üniversite sınavında Denizli Eğitim Enstitüsü'nü kazandı. 1979'da burada hakimiyet ülkücü gençlerden solcu gençlere geçince okula devam edemedi. 1978–79 döneminde Dazkırı'da Kemal Duruhan'ın başkanlığında Ülkücü Gençlik Derneği kurulduğunda ikinci başkanlık görevini üstlendi. Bu görevi 1980 başlarına kadar sürdü.

Horzum'un adamı cezaevine geliyor

Denizli'deki okulu bıraktıktan sonra Ankara Eğitim Enstitüsü'ne kayıt yaptırarak bir süre burada okudu. Kütahya Eğitim Enstitüsü'ne nakil yaptırdı. 1980 sonlarında Kütahya Eğitim Enstitüsü'nden mezun oldu. Ocak 1981'de Çanakkale Öğretmen Yetiştirme Merkezi kurslarına katıldı. Öğretmen olarak ilk görev yeri, Adıyaman'ın Yedioğlu köyüydü. 1981 sonunda Muğla'da öğretmen yetiştirme merkezi kursuna katıldı, bu kursu yarım bıraktı. Köyceğiz'in Akköprü köyüne tayini çıktı. Özal'a ateş ederken kullanacağı tabancayı bu yıllarda Mehmet Çermek isimli bir kişiden satın aldı. İngiliz malı Webley–Scott marka 7.65 çapındaki bu tabanca sekiz mermi alıyordu. 1983'te yarım bıraktığı kursu Mersin Öğretmen Yetiştirme Kursu'nda tamamladı ve Ardahan'ın Çağlacık köyüne tayini çıktı.

1983–85 döneminde Ardahan'da öğretmenlik yaptı. Ardahan Belediye Oteli resepsiyonunda tanıştığı Hayati İpek'in nüfus cüzdanını alıp kendi fotoğrafını yapıştırdı. İleride kullanmak üzere kitapları arasına koyup sakladı. 1985 Ağustos'unda Dazkırı'da Abdullah Şengül isimli bir kişiyle bir düğünde kavga etti. Şengül'ün kendisine çektiği bıçağı elinden alıp onu yaraladı. Birkaç gün kaçtıktan sonra teslim oldu. Adam öldürmeye teşebbüs suçundan 10 yıl ağır hapis cezası aldı. Dinar Cezaevi'ne konuldu. 19 Ocak 1988 günü Dalaman Tarım Açık Cezaevi'ne nakledildi.

Osman Atay, Kartal Demirağ'ın Dazkırı'dan arkadaşıydı. Atay, 1980 öncesi İsviçre'ye gitmiş, gece kulübü ve kumarhanelerde çalışmıştı. Türkiye'deyken işsizdi, İsviçre'ye gitmesinden sonra zenginleştiği gözlenmekteydi. Hakkında çeşitli soruşturmalar olduğu için yurtdışında bulunan Afyonlu işadamı Kemal Horzum'un yanındaydı. Osman Atay, Dinar Cezaevi'nde Şeref Ünal isimli kişiyi ziyarete gittiğinde Demirağ'ı da ziyaret etti. Demirağ'a, "İsviçre'ye gelseydin bu işler başına gelmezdi, rahat ederdin." dedi ve biraz para verdi. 1987 yılı yaz aylarında Kurban Bayramı gününde Osman Atay, Dinar Cezaevi'ne tekrar geldi. Kartal Demirağ, olayın bundan sonrasını özetle şöyle anlatıyor:

"Sen ufak işlerin adamı değilsin"

"Kemal Horzum, Türkiye'de cezaevlerinde ve yurtdışında adamlarına yardımlarda bulunurdu. Bu kişilere para yardımı yapardı. Genel af çıkarılmasını, cezaevlerindeki ve yurtdışındaki adamlarının serbest kalmasını sağlamaya çalışıyordu. Osman Atay bana, Özal hükümetinin affa kesinlikle karşı olduğunu söyledi. Tarım Açık Cezaevi'ne naklolacağımı söylediğimde, Osman Atay, cezaevi müdürüne söyleyerek yardımcı olabileceğini, cezaevinden çıktığımda bana yardım yapabileceklerini belirtip İsviçre Basel şehrinde Uzvil otelinin adresini verdi. 'Senin gibi mert, gözüpek, yiğit kişilere ihtiyacımız var.' deyip 50 bin lira para yardımında bulundu. 31 Aralık 1987 tarihinde Osman Atay tekrar bana geldi. Açık görüş yaptık. Bundan sonra Dalaman Tarım Açık Cezaevi'ne nakil için dilekçe verdim. Buradan firar edebileceğimi Osman Atay'a söylediğimde bana Caddebostan'da (İstanbul) Levinglom gece kulübünün adresini verdi. Pasaport çıkartmak için benden bir fotoğraf aldı. Osman Atay, pasaport işini, Caddebostan'daki gece kulübünde Şeyh Bedrettin isimli kişinin çözümleyeceğini açıkladı. Kemal Horzum ve ekibi Özal hükümetinin uygulamalarından şikayetçiydi. Özal hükümetinin kaçakçılığı önleme konusundaki ekonomik politikası ile af çıkarmama konusundaki politikası Kemal Horzum ve yurtdışında bulunan kişileri rahatsız etti. Osman Atay bana, 'Sen ufak işlerle cezaevinde çürüyorsun, yapacaksan büyük iş yap.' dedi."

Cezaevi'nden kaçışı

Kartal Demirağ, Dalaman Cezaevi'nden 22 Ocak 1988 günü kaçtı. Daha önce Ardahan'da temin ettiği Hayati İpek kimliğine kendi resmini yapıştırıp kullanmaya başladı. Demirağ'ın cezaevinden kaçtığı günden 16 Haziran günü Ankara'ya gelene kadar geçen yaklaşık beş aylık sürede tam olarak ne yaptığı bilinmiyor. Kendi anlatımlarına göre, 26 Ocak günü Antalya'ya, ertesi gün Ankara'ya gidiyor, dayısına uğruyor. Bir cezaevi arkadaşının kardeşiyle görüşmek için Zonguldak Ereğlisi'ne gidiyor. 30 Ocak günü İzmir'e geliyor. Şubat ayında Dazkırı'ya geliyor. Haziran başına kadar Dazkırı'da kalıyor, annesinin evinde saklanıyor. Nisan ayında Semra Özal'a bir mektup gönderiyor. Annesine ait bir arsayı 900 bin liraya satıyor, bankaya yatırıyor. Bu paranın bir bölümüyle 300 mark alıyor ve Webley–Scott marka tabancasını da yanına alıp Adana'ya gidiyor. Burdur'a geçip 4 Haziran günü Semra Özal'a, Türk Kadınını Güçlendirme Vakfı'nın Ankara'daki adresine ikinci mektubunu gönderiyor. Bu mektubunda Başbakan Özal'ın af çıkarmasını istiyor. Adana'da üniversite hastanesinde çeşitli muayenelerini yaptırıyor. Mersin'e geçiyor, bir kiralık ev arıyor. Gözüne kestirdiği bir sarrafı soymaya karar veriyor; ancak sonradan vazgeçiyor.

Suikast sabahı midesinde ağrı

16 Haziran Perşembe günü Adana'dan Ankara'ya geliyor. O gece kaldığı otelin adını vermiyor. 17 Haziran gecesi Numune Palas Oteli'ne yerleşiyor. 18 Haziran Cumartesi sabahı kalktığında midesinin ağrıdığını hissediyor. Bir lokantaya gidip işkembe çorbası içiyor. Saat 11.00'e doğru otelde tabancasının ağzına mermi sürüyor. Silahını ve küçük Kur'an–ı Kerim'ini el çantasına koyuyor. "Özal, ya sen öleceksin ya da ben" yazısını yazdığı takvim yaprağını da cebine koyup aşağıya iniyor. Otelin parasını ödüyor ve bir taksiye atlayıp kongrenin yapılacağı salona geliyor. Kartal Demirağ bundan sonrasını şöyle anlatıyor:

"Arama yapılmadığı için kongreye girdim. Başbakan Turgut Özal'ın oturacağı yerin tam karşısına geldim. Turgut Özal kürsüde konuşmaya başladığında iki el ateş ettim. Üçüncü elde tabanca tutukluk yaptı. Bu arada beni bir şahıs geriye doğru çekti ve tuttu. Onun yüzüne tabancayla vurdum. Tabancalar patladı, bu arada sağ kolumdan yaralandığımı hissettim. Hadiseden sonra İstanbul'da Osman Atay'ın söylediği Caddebostan'da Şeyh Bedrettin'in bulunduğu Levinglom isimli gece kulübüne gitmeyi düşündüm. Ancak yaralandığım için yakalanıp hastaneye getirildim."

Kartal Demirağ savcılara, "Eylemi af çıkarılmaması sebebiyle yaptım." dedi ve şöyle devam etti: "1971–72'de Denizli'nin Güney ilçesinde Kanlıgöl denilen bölgede ülkücü gençlik olarak topluca jimnastik ve spor yaptık. Ankara Ticari İlimler Akademisi'nde okuyan Şevki Acaroğlu'ndan karate dersleri aldık. 1978–79 yıllarında Dazkırı'da Ülkücü Gençlik Derneği İkinci Başkanlığı yaptığım dönemde silahlı eğitim atışları yaptık. Olayda kullandığım tabanca ile daha önceden çalışmalar yaptım. Bu tabancayla altmışa yakın mermi atışı yaptım, tabanca daima üçüncü mermide tutukluk yaptı."

Polis laboratuvarında Kartal Demirağ'ın kanı üzerinde yapılan incelemede herhangi bir uyuşturucu, uyarıcı madde ve alkol bulunmadı. Adli Tıp Kurumu incelemesi de aynı sonucu verdi. Soruşturma sırasında, Kartal Demirağ'la boğuştuğunu söyleyen muhtar Ali Ünal, ikinci suikastçıyı gördüklerini söyleyen gazeteciler, Demirağ'ın eli tabancalı resmini çeken foto muhabiri ve Kartal Demirağ'a salonda tatbikat yaptırıldı. TRT ve Emniyet kameralarının kaydettiği bu tatbikatta anlatımların gerçeğe uygun olduğu tespit edildi.

Demirağ'ın kişiliği ve örgüt bağlantısı

Turgut Özal suikastı iddianamesini yazan üç savcı, Kartal Demirağ'ın kişiliğini şöyle anlattılar:

"Sanık Kartal Demirağ'ın çoğu suçlu tipinin dışında bir benliğe, diğer suçlulardan farklılıklar gösteren bir kişiliğe sahip olduğu görülmüş ve öğrenilmiştir. Diğer bir anlatımla sanık Kartal Demirağ'ın soğukkanlı, yaptığı eylemin bilincinde, taviz vermekten kaçınan, katı, insanca olan merhametten yoksun suçlu örneğini verdiği müşahede edilmektedir. Bu tür suçlu tipinde bir yasal veya yasadışı örgüte sığınma şartı olmadığı, yalnız tasarladığı eylemi düşüncesi ve yapacağı fiili kabul etmesinin yeterli olacağı bilinmektedir. Bu tür suçlu tipinin üçüncü kişilerce elde edilmesi, sevk ve idare edilmesi de kolaydır. Hatta üçüncü kişiler olayda görülmeksizin suçlunun yapacağı eylemden her zaman çıkar sağlayabilirler. Bu durumdan kimsenin de haberi olmaz.

İşte sanık Kartal Demirağ ifadesinde bildirdiği Osman Atay da, sanığın bu karakterinden faydalanmaya, eylemini çabuklaştırmaya, ileriye yönelik birtakım vaatlerde de bulunarak sanığın fiilini öncelikle işlemesini dolaylı olarak iknaya çalıştığı sezilmiştir. Eylemin geciktirilmeksizin ifasında suçluya kolaylık ve vaadin önem taşıdığını çok iyi bilen Osman Atay, bunu her hareketi ile göstermiştir. Yine sanık Kartal Demirağ'ın ideolojik fikirlerinden hareketle bu durumundan faydalanmaya kalkışan yasal veya yasadışı örgütlerin yöneticileri, fertleri olabileceği varsayımıyla soruşturmanın bu yönünün araştırılması, soruşturmanın bu yönden sürdürülmesi cihetine gidilmiştir."

Ne var ki, savcılar Kartal Demirağ'ın örgüt bağlantısını tespit edemedi. Dolayısıyla davayı Türk Ceza Kanunu'nun adam öldürmeye yönelik maddesinden açtılar. Ancak 44 sayfalık iddianamenin altına şu notu düştüler: "Olayda üçüncü kişilerin takip ve tespiti ile soruşturmanın sürdürülmesi için evrak tefrik olunmuştur."

O günden bugüne, bu üçüncü kişiler tespit edilemedi.

'Orgütümüz sizi yok edecek'


Kartal Demirağ gibi Afyonlu olan Kemal Horzum, Emlak Bankası'ndan aldığı 80 milyon dolar krediyi geri ödemeyip 1985'te yurtdışına kaçmıştı.

Horzum, İsviçre'de yakalanıp Türkiye'ye getirildiğinde Nusret Demiral tarafından ifadesi alındı; ancak olayla bağlantısı ortaya çıkarılamadı. Horzum'un adamı Osman Atay için de takipsizlik kararı çıktı. Kartal Demirağ, Ankara 1 No'lu DGM'de yargılandı. Mahkeme 23 Kasım 1988 günü Demirağ'ı 20 yıl ağır hapis ve ömür boyu kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezasına çarptırdı. Demirağ dört yıl cezaevinde yattıktan sonra 15 Nisan 1992 tarihinde meşruten tahliye edildi. Cezaevinden çıktığı gün, "Allah Özal'ı öldürmemi istemedi. Onu öldürdüğümde kendimin de öleceğini biliyordum." dedi.

Yakın tarihte Ankara DGM Başsavcısı Cevdet Volkan, suikastla ilgili olarak şimdi yurtdışında yaşayan eski bir medya patronunun ismini veren Korkut Özal'ın ifadesini aldı. Bunun dışında önemli bir gelişme yaşanmadı.

ANAP içinde 75 milletvekilimiz var

Özal suikastına ilişkin Ankara DGM dosyasında en çarpıcı belgelerden iki tanesini, Kartal Demirağ'ın olaydan kısa süre önce Başbakan Turgut Özal'ın eşi Semra Özal'a gönderdiği iki mektup oluşturuyor. Bu mektuplardan biri suikasttan 1,5 ay önce Nisan 1988'de, diğerini 4 Haziran 1988'de, "Sayın Semra Özal, Türk Kadınını Koruma ve Yüceltme Genel Başkanı, Ankara" adresine gönderildi. Birinci mektup şöyleydi:

"Sevgili Semra Hanım,

Bu mektubu lütfen sonuna kadar okuyun. Sizin ve aileniz için büyük önem taşımaktadır. Sizi çok takdir ediyoruz, yaptığınız olumlu çalışmalar ve iyilikler hep gündemde. Sayın Yeğinmen Semra, bizler yıllarca bu vatan için çalışan Atatürk milliyetçileriyiz. Şimdiki durumu kısaca özetlersek milliyetçi mukaddesatçıların bir kısmı Türkiye'de, bir kısmı yurtdışında, bir kısmı hapishanelerde, bir kısmı da mezarda. Milliyetçiler, Tanrı'dan başka hiçbir şeyden korkmaz, tertemiz kanlarını bu vatan için akıttılar. Komünizme karşı set oldular. Eğer bizler olmasaydık, siz de olmayacaktınız. Güzel arabalarınız, evleriniz, tatlı rüya gibi yaşantınız olmayacaktı. Ve biz Özal'ı destekledik, iktidara geldi. ANAP içinde 70–75 arası milletvekilimiz var. Bizden mezara giden kurtuldu, ya hapishanedekiler, Ortaçağ yaşantısının, her türlü işkencenin sürdüğü hapishaneler adeta bir cehennem misali, bizleri buradan, yani arkadaşlarımızı buradan kurtaracak olan sensin. (LÜTFEN OKUMAYA DEVAM EDİN, SON PİŞMANLIK FAYDA VERMEZ.)

Önce çocuklarınız sonra siz

Şu anda dışarıda milliyetçiler büyük bir teşkilat içinde (her türlü silahlı eylem için). Bütün istediğimiz bir af. Bütün dünya devletleri af verdi. Sovyet Rusya, Doğu Almanya, Filipinler, İran, Afganistan, Polonya, Libya gibi. Biz sizden hırsızların, fiili livatacıların, ırz düşmanlarının, uyuşturucu kaçakçılarının affını istemiyoruz. Bizim istediğimiz sadece kader kurbanları, mert, yiğit, milliyetçilerin affedilmesi. Özal'a baskı yapın. Biz biliyoruz ki eğer af olmazsa, af yoksa siz de yoksunuz. Örgütümüz sizi ve ailenizi yok etmeyi amaçlıyor. 1– Önce çocuklarınız yok edilecek, 2– Sonra sen ve Özal sülalesi. Bu imkansız, diyeceksiniz. Belki ben diyorum ki, (Zafer benimdir diyenindir, K. Atatürk). O güzel çocuklarınız. Efe, Ahmet, Zeynep Amerika'da da okusa, İngiltere'de de okusa peşindeyiz. Evlat acısının ne demek olduğunu bilir misiniz? Yeryüzünde en büyük acıdır. Size yemin ediyorum ki bu acıyı tattırırız. Bizim fidan gibi yiğit gençlerimiz komünizm kurşunuyla toprağın bağrına girerlerken, anaları, babaları evlat acısını tattılar.

Cehennem nedir bilir misin?

Ansızın en mutlu anınızda bu acıyı size tattırabiliriz, Azrail sizi bulmadan, kara haberi almadan, gel af için Özal'ı ikna et. Eğer af yoksa, (Gök girsin kızıl çıksın) yeminimiz kutsaldır. Kurban bayramına kadar size müsaade, af varsa en güzel günler senin, yoksa siz de yok olacaksınız.

T. Özal diyecek ki, korkma hiçbir şey yapamazlar. O her şeyi bildiğini sanıyor. Ama onun son siyasi hayatı. 4,5 yıl sonra Başbakanlığı kaybedecek, bir tek koruma polisi ile kalacak. O zaman onun en karanlık günleri olacak. Son sözümüz. AF MİLLİYETÇİLER İÇİN YA ÖZGÜRLÜK ÇİÇEKLERİ GİBİ AÇACAK YA DA ÖLÜM SİZLERİ YAKALAYACAK.

Sen Sayın Yeğinmen, hapishanelerde birkaç gün yatsaydın intihar ederdin. Hapishaneler cehennemden farksız. Cehennem nedir bilir misin sen? Biliyorsan öğren."

Aile resminin etrafına yazdıkları

19 Temmuz 1988 tarihli ekspertiz raporunda bu mektubun Kartal Demirağ'ın el yazısı olduğu tespit edildi. Demirağ ikinci mektubunda daha ilginç bir yöntem uyguladı. İkinci mektubuna Özal ailesinin resimlerini yapıştırdı ve resimler etrafına şu yazıları yazdı:

"Şu güzelliğe, temizliğe, saflığa bakın. Bunlara kıyılır mı hiç. Bunlara, iki prens ve prensese kıyılmazsa Türk milliyetçileri affedilmeli, Kurban'da kutsal bayramda, en güzel bayramda. Semra Hanım günah değil mi bu çocuklara, onları nasıl seviyorsan bizleri de sev ve (af) et milliyetçileri. Siz affederseniz hapishaneler boşalmalı, milliyetçiler kurtarılmalı, Semra Hanım yazık değil mi bu güzelliklere."

Bu mektup için de yapılan ekspertiz incelemesi sonucunda verilen 11 Temmuz 1988 tarihli raporda, yazıların Kartal Demirağ'a ait olduğu belirlendi.

http://arsiv.zaman.com.tr/2001/02/08/odosya/ozalsuikasti.htm