Haberler:

deneme

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - Avukat

#1081


MUSTAFA TURAN - ZAMAN

Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklandığı 17 Nisan 2009'dan bu yana hastanede yatan Mehmet Haberal'a verilen 'taburcu edilebilir' raporunun gizlendiği iddialarıyla ilgili soruşturma derinleşiyor.

Zaman'ın ortaya çıkardığı 16 Ekim 2009 tarihli raporda, İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Zerrin Yiğit, kurul üyeleri olarak Prof. Dr. Cengiz Çeliker, Prof. Dr. Vedat Sansoy, Prof. Dr. Tevfik Gürmen ve Dr. Cengizhan Türkoğlu'nun imzası bulunuyordu. Söz konusu raporda, "Enstitümüzün 3. Servis'inde 304 numaralı odada yatmakta olan hasta Mehmet Haberal'ın sağlık durumu değerlendirilmiş ve tıbbî tedavisine ayaktan devam edilerek, bir ay sonra kontrole gelmek üzere taburcu edilmesine karar verilmiştir." deniliyordu. Ancak söz konusu rapordan savcıların ve hâkimlerin haberi bile yoktu. Ergenekon davasına bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, raporun saklandığına dair haberler üzerine söz konusu raporu istedi. Mahkeme ayrıca bu raporla ilgili tüm evrakların İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği'ne gönderilerek gereğinin yapılmasını kararlaştırmıştı. Mahkemenin talebi doğrultusunda Ergenekon soruşturması savcılarından Fikret Seçen tarafından raporun gizlenmesinde sorumluluğu olan şahıslar hakkında 'Ergenekon terör örgütüne yardım etmek' suçundan soruşturma açıldı. Raporda imzası bulunan doktorların ifadesinin alınması kararlaştırıldı. 1 Aralık 2009'da Haberal'ın yattığı enstitüde incelemeler yapıldı. Raporda adı geçen doktorlara tebligatta bulunuldu. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nda görevli Özel Yetkili Savcı Fikret Seçen tarafından yürütülen soruşturma kapsamında Prof. Dr. Zerrin Yiğit, Prof. Dr. Cengiz Çeliker, Kardiyoloji Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Erhan Kansız ve Prof. Dr. Hatice Sezer Karcıer şüpheli olarak sorgulandı. Şüpheliler, sorgularının ardından salıverildi. Soruşturmada dün önemli bir gelişme yaşandı. Enstitü Müdürü Prof. Dr. Erhan Kansız savcılıkça ikinci kez ifadeye çağrıldı.

Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi'nde İstanbul Cumhuriyet Savcısı Fikret Seçen'e ifade veren Kansız tutuklanarak cezaevine gönderildi. Mehmet Haberal'ın sağlık durumuyla 27 Ağustos 2009'da başka bir rapor daha hazırlandığı belirlenmişti. Doç. Dr. Cengizhan Türkoğlu tarafından hazırlanan raporda, anabilim dalı başkanlığının isteği üzerine hasta Haberal'ın aritmi açısından durumunun değerlendirilerek resmi bir rapor haline getirilmesinin istendiği belirtiliyor. Türkoğlu'nun raporunda Haberal'ın tedaviyi kabul etmediği vurgulanarak, "Tüm bu bulgular göz önüne alındığında hastanın tedavisine ayaktan devam etmesinde herhangi bir sakınca olmadığı değerlendirilmesi yapılmıştır." ifadelerine yer veriliyor. Cengizhan Türkoğlu'nun da 'tanık' olarak ifadesi alınmıştı.

HABERAL TUTUKLANDIĞI GÜNDEN BU YANA HASTANEDE YATIYOR

Mehmet Haberal 17 Nisan 2009'da tutuklanmış ancak aynı gün hastaneye kaldırılmıştı. O günden bugüne kalp ritim bozukluğu rahatsızlığı olduğu iddiasıyla hastanede bulunan Haberal tahliye taleplerini reddeden hâkimleri Yargıtay'da tazminata mahkûm ettirdi. Bu süreçte Haberal'ın sağlık durumunun tespiti için Adli Tıp'a gönderilmesine karar verildi. Ancak Kardiyoloji Enstitüsü, Haberal'ın, 'potansiyel ölüm riski taşıdığı, hareket ettirilmesinin tıbben mümkün olmadığı'nı ileri sürdü. Mahkeme de son olarak Adli Tıp görevlilerinin, Haberal'ı hastanede muayene etmesine karar verdi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1077615&title=haberalin-raporunu-gizleyen-profesor-tutuklandi
#1082
''Hukuk Muhakemeleri Kanunu Tasarısı'', TBMM Genel Kurulunda kabul edilerek, yasalaştı. Rekor sayılabilecek kadar kısa sürede Meclis'ten geçen kanun hukuk sisteminde büyük değişiklikler getiriyor.

Bankalar, tüketiciler ile yapacakları her türlü sözleşmelerde, yetkisiz bir mahkemeyi yetkili hale getiremeyecek, yani yetki sözleşmesi yapamayacak. Yapılan sözleşmelerdeki yetki kuralı da geçersiz sayılacak.

Yetki sözleşmesi, ancak tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri konularda yapılabilecek. Ayrılık, boşanma gibi kesin yetki hallerinde ise yetki sözleşmesi yapılamayacak.

Davada görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi durumunda; taraflardan birinin, dava dosyasının görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi için gerekli süre, 10 günden 15 güne çıkarılıyor.

Buna göre, taraflardan birinin, 15 gün içinde, kararı veren mahkemeye başvurarak, dava dosyasının görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekecek. Aksi halde, mahkeme davayı açılmamış sayacak.

Hakimin, davaya bakmaktan yasaklı olduğu hallerin kapsamı da genişletiliyor; hakim, kendisine ait olan davaya, eski eşinin, kendisi ve eşinin altsoy ve üstsoyunun, evlatlığının davasına, üçüncü derece de dahil olmak üzere kan veya evlilik bağı kalksa dahi, kayın hısımlığı bulunanların davasına bakamayacak. Hakim, nişanlısının davasına da giremeyecek.

-DÜŞMANLIK VARSA REDDİ HAKİM TALEBİNDE BULUNULABİLECEK-

Hakimin tarafsızlığını şüpheyi gerektiren önemli bir nedenin bulunması halinde, taraflardan biri hakimi reddedebileceği gibi, hakim de davadan çekilebilecek. Hakimin davada, iki taraftan birine öğüt vermesi ya da yol göstermesi, dava hakkında görüşünü açıklaması, davacı ve davalı ile aralarında düşmanlık olması durumunda, reddi hakim talebinde bulunulabilecek.

Reddi hakim talebinin, kötü niyetle yapıldığının anlaşılması ve esas yönünden kabul edilmemesi halinde, talepte bulunanların her biri, 500 TL'den 5 bin TL'ye kadar disiplin para cezasına mahkum edilecek.

-HAKİMLERİN FAALİYETİ-

Hakimlerin yargılama faaliyetinden dolayı devlet aleyhine tazminat davası açılabilecek.

Kayırma, taraf tutma veya taraflardan birine olan kin veya düşmanlık, sağlanan veya vaat edilen bir menfaat sebebiyle, farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması, duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verilmesi, duruşma tutanakları ile hüküm veya kararların değiştirilmesi, hakkın yerine getirilmesinden kaçınılması durumlarında tazminat davası yoluna gidilebilecek.

Tazminat davasının açılması, hakime karşı bir ceza soruşturmasının yapılması ya da mahkumiyet şartına bağlanmayacak.

-RÜCU DAVALARI YARGITAYDA GÖRÜLECEK-

Devlet ödediği tazminatı, sorumlu hakime ödeme tarihinden itibaren 1 yıl içinde rücu edecek.

Hakimlerin kusurlu davranışları nedeniyle devlet aleyhine açılan tazminat davaları ile devlet tarafından hakime karşı açılacak rücu davaları Yargıtayda görülecek.

Hakim hakkında açılacak dava esastan reddedilirse davacı, 500 TL'den 5 bin TL'ye kadar disiplin para cezasına mahkum edilecek.

Bir hakkın birden fazla kimse tarafından birlikte kullanılması veya birden fazla kimseye karşı birlikte ileri sürülmesi ve tamamı hakkında tek hüküm verilmesi gereken hallerde, ''mecburi dava arkadaşlığı'' söz konusu olacak. Mecburi dava arkadaşları, ancak birlikte dava açabilecek veya aleyhlerine de birlikte dava açılabilecek.

Dava ehliyeti olan herkes, davasını kendisini veya tayin edeceği vekil aracılığıyla açabilecek ve takip edebilecek.

Yasa göre, davaya vekalet; kanunda özel yetki verilmesini gerektiren konular saklı kalmak kaydıyla, hüküm kesinleşinceye kadar, avukatın davanın takibi için gereken bütün işlemleri yapmasına, hükmün yerine getirilmesine, yargılama giderlerinin tahsiliyle buna ilişkin makbuz vermesine ve bu işlemlerin tamamının kendisine karşı da yapılabilmesine ilişkin yetkiyi kapsayacak.

-AVUKATA AÇIKÇA YETKİ VERİLMESİ GEREKEN DURUMLAR-

Yasayla, avukata açık yetki verilmesi gereken durumlar geniş tutuldu. Buna göre, ancak açıkça yetki verilmesi halinde, avukat; hakimi reddedebilecek, davanın tamamını ıslah edebilecek, yemin teklif edebilecek, haczi kaldırabilecek, tahkim ve hakem sözleşmesi yapabilecek, konkordato, sermaye şirketleri ve kooperatiflerin uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırılması teklifinde bulanabilecek.

Avukat; ayrıca, davadan veya kanun yollarından feragat edebilecek, karşı tarafın davasını kabul edebilecek, yargılamanın iadesi yoluna gidebilecek, hakimlerin fiilleri sebebiyle devlet aleyhine tazminat davası açabilecek.

Avukat, duruşma sırasında uygun olmayan tutum ve davranışta bulunursa, hakim tarafından uyarılacak; avukat uyarıya uymaz ve fiil disiplin suçu veya adli suç teşkil eder nitelikte görülürse olay, duruşma salonunda bulunan kişilerin kimlik bilgileri ve adresleri yazılarak tutanağa geçirilecek ve duruşma ertelenecek.

Mahkeme, avukat hakkında gerekli yasal işlem yapılmak üzere, bağlı olduğu baroya bildirimde bulunacak.

-TEMİNAT GÖSTERME-

Davalı tarafın muhtemel yargılama giderlerini karşılayacak uygun bir teminat göstereceği halleri de düzenleyen yasaya göre, Türkiye'de mutat meskeni olmayan Türk vatandaşları ile borçları nedeniyle ödeme güçlüğü içinde olan davacılar teminat gösterecek.

Davacının adli yardımdan yararlanması, yurt içinde istenen teminatı karşılamaya yeterli taşınmaz malının veya ayni teminatla güvence altına alınan bir alacağının bulunması, 18 yaşını doldurmayan kişilerin menfaatini korumaya yönelik dava açılması durumlarında ise teminat gösterilmeyecek.

Sürelerin ne zaman başlayacağı ve biteceği de belirtilen yasaya göre, süreler, kanunda belirtilecek veya hakim tarafından belirlenecek. Hakim, kanunda belirtilen istisnai durumlar dışında, süreleri artıramayacak veya eksiltemeyecek.

-ESKİ HALE GETİRME TALEBİ-

Elde olmayan nedenlerle, kanunda belirtilen veya hakimin kesin olarak belirlediği süre içinde işlemi yapamayan kimse, ''eski hale getirme'' talebinde bulunabilecek. Bu talep, işlemin, süresinde yapılamamasına neden olan engelin ortadan kalkmasından itibaren, 15 gün içinde yapılacak.

İlk derece ve istinaf yargılamalarında, en geç nihai karar verilinceye kadar ''eski hale getirme'' talebinde bulunmak mümkün olacak. ''Eski hale getirme'' talebi, yargılamanın ertelenmesini gerektirmeyecek.

Adli tatil, her yıl 1 Ağustosta başlayacak, 5 Eylülde sona erecek.

Eda (tahsil) davası yoluyla mahkemeden, davalının, bir şeyi vermeye veya yapmaya ya da yapmamaya mahkum edilmesi istenebilecek.

Davanın açıldığı tarihte, alacağın miktarını ya da değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkansız olduğu hallerde; alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilecek.

İnşai (yenilik doğuran) dava yoluyla da mahkemeden, yeni bir hukuki durumun yaratılması, hukuki durumun içeriğinin değiştirilmesi ya da ortadan kaldırılması talep edilebilecek.

Dernekler ve diğer tüzel kişiler, üyelerinin veya temsil ettikleri kesimin menfaatlerini korumak için kendi adlarına dava açabilecek.

-ELEKTRONİK ORTAMDA DAVA AÇILABİLECEK-

Mahkemeler, dava dilekçelerini elektronik ortamda da kabul ve kayıt edebilecek. Dava, dilekçenin mahkemeye kaydedildiği tarihte açılmış sayılacak.

Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla, avukat ve vatandaşlar adliyeye gitmeden elektronik ortamda, güvenli elektronik imza kullanarak dava açabilecek, harç ve avans ödeyebilecek, dava dosyalarını inceleyebilecek.

''Tatil saati ve çalışma saati'' kavramı yerine, ''gün sonu'' kavramı kabul edilen ve ''7 gün 24 saat'' esasına göre çalışan UYAP sisteminin kullanılmasıyla, avukatlar ve vatandaşlar, sıraya girmeden saat 24.00'e kadar elektronik ortamda işlem yapabilecek.

-AVANS ÖDENMESİ-

Yasa, gerekli masrafların zamanında yatırılmamasından dolayı davaların gecikmesinin önüne geçmek amacıyla da düzenleme yapıyor.

Buna göre, davacı, yargılama harçları ile her türlü tebligat ücreti, keşif gideri, bilirkişi ve tanık ücretleri gibi yargılama giderlerini karşılayacak tutarı, dava açarken ''avans'' olarak mahkeme veznesine yatıracak.

Avans miktarı, davanın türü ve özelliklerine göre, her yıl Adalet Bakanlığınca ilan edilecek gider avansı tarifesine göre belirlenecek. Avansın yeterli olmadığının anlaşılması halinde, mahkeme, eksikliğin tamamlanması için davacıya 15 günlük kesin süre verecek.

Bir davada taraf değişikliği, ancak karşı tarafın açık rızası ile mümkün olacak. Fakat, maddi bir hatadan kaynaklanan veya dürüstlük kuralına aykırı olmayan taraf değişikliği talebi, karşı tarafın rızası aranmaksızın hakim tarafından kabul edilecek.

Mahkemelerde, ''Allahım ve namusum üzerine yemin ediyorum'' diye yapılan yemin, ''Namusum, şerefim ve kutsal saydığım bütün inanç ve değerlerim üzerine yemin ediyorum'' denilerek yapılacak.

TBMM Genel Kurulunda kabul edilen Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile yeni bir yargılama aşaması olarak, ön inceleme getiriliyor. Ön inceleme, esasa girilmeden mahkemece yapılacak ilk inceleme aşaması olacak. Buna göre, mahkeme, dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra ön inceleme yapacak. Mahkeme, ön incelemede, dava şartlarını ve ilk itirazları inceleyecek. Uyuşmazlık konularını tam olarak belirleyecek olan mahkeme, hazırlık işlemleri ile tarafların delillerini sunmaları ve delillerin toplanması için gereken işlemleri yapacak.

Mahkeme, incelemeyi tamamladıktan sonra tarafların sulh olmalarını sağlamak, sulh olmayacaklarsa uyuşmazlık noktalarını tespit edebilmek amacıyla ön inceleme için duruşma günü tespit ederek taraflara bildirecek. Hakim, ön inceleme duruşmasında, dava şartları ve ilk itirazlar hakkında karar verebilmek için gerekli görürse tarafları dinleyecek. Daha sonra tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tespit edecek. Ön inceleme, tek duruşmada tamamlanacak. Zorunlu hallerde bir defaya mahsus yeni bir duruşma günü tayin edilecek.

-TELEKONFERANSLA DURUŞMALARA KATILIM-

Modern teknoloji ve Ulusal Yargı Ağı Projesinin (UYAP) sağlayacağı olanaklarla duruşmaya gelemeyenlerin, internet ve telekonferans gibi yöntemlerle bulundukları yerden duruşmaya katılabilmelerine de olanak sağlanacak. Mahkemeler, tarafların rızası olmak şartıyla kendilerinin veya vekillerinin, aynı anda ses ve görüntü nakledilmesi yoluyla bulundukları yerden duruşmaya katılmalarına ve usul işlemleri yapabilmelerine izin verebilecek. Tarafların rızası olmak kaydıyla tanık, bilirkişi veya taraflardan biri, başka bir yerden elektronik araçlarla dinlenebilecek. Dinleme, ses ve görüntü olarak aynı anda duruşma salonuna nakledilecek. Hakim, duruşmanın düzenini bozan kimseyi, bunu yapmaktan men edecek ve gerekirse avukatlar hariç, derhal duruşma salonundan çıkarılmasını emredecek.

İhtara rağmen mahkemenin düzeninin bozan kişi, uygun olmayan söz söylemeye devam ederse yakalanacak ve hakkında 4 güne kadar disiplin hapsi uygulanacak.

Duruşmaya katılan taraf avukatları, tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılan diğer kişilere duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilecek.

-KAYIT VE YAYIN YASAĞI-

Duruşma sırasında fotoğraf çekilemeyecek ve hiçbir şekilde ses ve görüntü kaydı yapılamayacak. Ancak, dava dosyasında saklı kalmak kaydıyla yargılamanın zorunlu kıldığı hallerde, mahkemece çekim yapılabilecek ve kayıt alınabilecek. Bu çekim ve kayıtlar ile kişilik haklarını ilgilendiren konuları içeren dava dosyası içindeki her türlü belge ve tutanak, mahkemenin ve ilgili kişilerin açık izni olmadıkça hiçbir yerde yayımlanamayacak.

Kayıt ve yayın yasağına aykırı davranan kişi hakkında, TCK'nın 6 aya kadar hapis cezasını öngören 286. maddesi uyarınca işlem yapılacak.

Hukuka aykırı olarak elde edilen deliller, mahkeme tarafından olayın ispatında dikkate alınmayacak.

-SENETLE İSPAT ZORUNLULUĞU-

Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri 2 bin 500 TL'yi geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekecek. Bu hukuki işlemlerin miktar veya değeri, ödeme veya borçtan kurtarma gibi bir nedenle 2 bin 500 TL'den aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamayacak.

Güvenli elektronik imzayla oluşturulan elektronik veriler, senet hükmünde olacak.

Taraflardan biri, kendisi tarafından düzenlendiği iddia edilen belgedeki yazı veya imzayı inkar etmek isterse, sahtelik iddiasında bulunmak zorunda olacak. Aksi halde belge, aleyhine delil olarak kullanılacak. Sahteliği iddia edilen belge, mühürlenerek mahkeme tarafından saklanacak.

-MAHKEMELERDE YAPTIRILAN YEMİN-

Yasa, mahkemelerde yaptırılan yemini yeniden düzenliyor. Davanın çözümü bakımından önem taşıyan, çekişmeli olan ve kişinin kendisinden kaynaklanan olaylar, yeminin konusunu oluşturacak. Uyuşmazlık konusu olayın ispatı için yeminden başka delili olduğunu beyan eden taraf da yemin teklif edebilecek.

Yemin teklif edilen kimse, duruşmaya gelmediği takdirde kendisine yemin için davetiye çıkarılacak. Yemin mahkeme huzurunda yapılacak.

Yemin edecek kişiye, ''Size sorulan sorular hakkında gerçeğe uygun cevap vereceğinize ve hiçbir şey saklamayacağınıza namusunuz, şerefiniz ve kutsal saydığınız bütün inanç ve değerler üzerine yemin eder misiniz?'' diye sorulacak. Mevcut düzenlemeye göre, ''Allahım ve namusum üzerine yemin ediyorum'' diye yemin eden kişi de ''Bana sorulan sorular hakkında gerçeğe uygun cevap vereceğime ve hiçbir şey saklamayacağıma namusum, şerefim ve kutsal saydığım bütün inanç ve değerlerim üzerine yemin ediyorum'' diyecek.

Okuma ve yazma bilen sağır ve dilsizler, yemin hakkındaki beyanlarını yazıp imzalayarak; okuma ve yazma bilmeyen sağır ve dilsizler ise işaretlerinden anlayan bir bilirkişi aracılığıyla yemin edecek.

Tanık, duruşmaya davetiye ile çağrılacak ancak davetiye gönderilmeden taraflarca hazır bulundurulan tanık da dinlenebilecek. Tanığa davetiye, gerektiğinde telefon, faks, elektronik posta gibi araçlardan yararlanılmak suretiyle de yapılabilecek.

-MAZERETSİZ GELMEYEN TANIK ZORLA GETİRTİLECEK-

Mazeret bildirmeksizin gelmeyen tanık, zorla getirtilecek ve gelmemesinin neden olduğu giderleri ödemeye ve 500 TL'ye kadar disiplin para cezasına hükmolunacak.

Tanık olarak çağrılan kişi, tanıklık yapmaktan çekilebilecek.

Koruyucu aile ve çocukları ile koruma altına alınan çocuk arasında, evlatlık bağına benzer sıkı kişisel ilişkilerin varlığı kabul edilerek, bu kişilere tanıklıktan çekinme hakkı tanınacak.

Mahkeme, kendisine sorulan sorulara cevap vermeyen veya yemin etmemekte direnen tanığa, 15 günü geçmemek üzere disiplin hapsi verecek.

Hakim, tanığın, yalan söylediğini ya da menfaat sağladığını tespit ederse, bu durumu cumhuriyet savcılığına bildirecek.

Tanığa, her yıl Adalet Bakanlığınca hazırlanan tarifeye göre, kaybettiği zamanla orantılı ücret verilecek. Tanık, seyahat etmek zorunda kalmışsa yol giderleri ile tanıklığa çağrıldığı yerdeki konaklama ve beslenme giderleri de karşılanacak.

-BİLİRKİŞİYE BAŞVURMA-

''Bilirkişi'' uygulamasını yeniden düzenleyen yasaya göre, mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hallerde, taraflardan birinin talebi üzerine veya kendiliğinden, bilirkişi görüşüne başvurulmasına karar verebilecek.

Bilirkişiler, yargı çevresinde yer aldığı bölge adliye mahkemesi adli yargı adalet komisyonları tarafından, her yıl düzenlenecek listelerde yer alan kişiler arasından görevlendirilecek. Listelerde, bilgisine başvurulacak uzmanlık dalında bilirkişinin bulunmaması halinde, diğer bölge adliye mahkemelerinde oluşturulmuş listelerden, burada da yoksa liste dışından bilirkişi görevlendirilebilecek.

Bilirkişilere, il adli yargı adalet komisyonu huzurunda, ''Bilirkişilik görevimi sadakat ve özenle, bilim ve fenne uygun olarak, tarafsız ve objektif bir biçimde yerine getireceğime, namusum, şerefim ve kutsal saydığım bütün inanç ve değerlerim üzerine yemin ederim'' şeklindeki sözler, tekrarlattırılarak yemin ettirilecek.

Bilirkişi raporunun hazırlanması için verilecek süre 3 ayı geçemeyecek. Bilirkişinin talebi üzerine, kendisini görevlendiren mahkeme, gerekçesini göstererek, süreyi 3 ayı geçmemek üzere uzatabilecek.

Bilirkişi, görevini yerine getirirken, öğrendiği sırları saklamak, kendisi ve başkaları yararına kullanmaktan kaçınmakla yükümlü tutulacak.

-SOYBAĞININ TESPİTİ İÇİN ZORLA TEST YAPILMASI-

Soybağının tespiti için inceleme yapılabilecek. Uyuşmazlığın çözümü bakımından zorunlu ve bilimsel verilere uygun olmak, ayrıca sağlık yönünden bir tehlike oluşturmamak şartıyla, herkes soybağının tespiti amacıyla vücudundan kan ve doku alınmasına katlanmak zorunda olacak. Haklı bir sebep olmaksızın bu zorunluluğa uyulmaması halinde, hakim incelemenin zor kullanılarak yapılmasına karar verecek.

Dava sonunda verilen hüküm, ''Türk milleti adına'' verilecek. Hüküm verildikten sonra, gerekçeli karar imzalanmadan hakim ölür veya herhangi bir nedenle imzalayamayacak hale düşerse, yeni hakim, hükme uygun olarak gerekçeli kararı yazarak imzalayacak.

Taraflar, harcının ödenmiş olup olmamasına bakılmaksızın ilamı her zaman alabilecek. Bakiye karar ve ilam harcının ödenmemiş olması, hükmün tebliğe çıkarılmasına, takibe konmasına ve kanun yollarına başvurulmasına engel teşkil etmeyecek.

-TARAFLARA SULH OLMA İMKANI SAĞLANIYOR-

Yasayla, görülen bir davada tarafların kısmen veya tamamen anlaşarak, ''sulh'' olmalarına olanak sağlanıyor. Sulh, ''görülmekte olan bir davada, tarafların aralarındaki uyuşmazlığı kısmen veya tamamen sona erdirmek amacıyla, mahkeme huzurunda yapmış oldukları bir sözleşme'' şeklinde tanımlanıyor. Sulh, ancak tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri uyuşmazlıkları konu alan davalarda olabilecek. Dava konusunun dışında kalan konular da sulhun kapsamına dahil edilebilecek. Sulh, şarta bağlı olarak ve hüküm kesinleşinceye kadar her zaman yapılabilecek.

Yasada, kötü niyetli kişilere karşı caydırıcı bir hüküm de yer alıyor. Buna göre, kötü niyetli davalı veya hiçbir hakkı olmadığı halde dava açan taraf, yargılama giderlerinden başka, diğer tarafın avukatıyla aralarında kararlaştırılan vekalet ücretinin tamamı veya bir kısmını ödemeye mahkum edilebilecek. Bu kişilere bundan başka, 500 liradan 5 bin liraya kadar disiplin para cezası verilebilecek. Bu hallere avukat neden olmuşsa, disiplin para cezası onun hakkında da uygulanacak.

-ADLİ YARDIM-

Kamu yararına faaliyette bulunan dernek ve vakıflar ile kendisi ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin, gereken yargılama veya takip giderlerini kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun olan kimseler, iddia ve savunmalarında, geçici hukuki korunma taleplerinde ve icra takibinde, haklı oldukları yolunda kanaat uyandırmak kaydıyla, adli yardımdan yararlanabilecekler.

Yabancıların adli yardımdan yararlanabilmeleri, karşılıklılık şartına bağlı olacak. Adli yardımdan yararlanan kişinin mali durumu hakkında yanlış bilgi verdiği ortaya çıkarsa, adli yardım kaldırılacak. Adli yardımdan yararlanan kişi için atanan avukatın ücreti Hazinece ödenecek.

İlk derece mahkemelerinden verilen nihai kararlar ile ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz taleplerinin reddi ve bu taleplerin kabulü halinde, itiraz üzerine verilecek kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilecek.

Bölge adliye mahkemesi, hukuk dairelerinde karşı dava açılamayacak, davaya müdahale talebinde bulunulamayacak, davaların birleştirilmesi istenemeyecek. Bölge adliye mahkemesince resen gözönünde tutulacaklar dışında, ilk derece mahkemesince ortaya konulmayan iddia ve savunmalar dinlenemeyecek. Ancak, usulüne uygun gösterildiği halde, bölge adliye mahkemesince incelenmeden reddedilen deliller, bu mahkemelerde incelenebilecek.

Yasada, mahkemelerin iş yoğunluğu ve bazı nedenler gerekçe gösterilerek, hüküm verildikten sonra gerekçeli kararın yazılmasının geciktirilmesini önlemek için de düzenleme yapılarak, ''Gerekçeli kararın yazıldığı tarih'' de ''kararda yer alacak unsurlar'' içine alındı. Buna göre, gerekçeli karar hükümle birlikte açıklanacak.

-TEMYİZ EDİLEMEYEN KARARLAR-

Bölge adliye mahkemelerinin şu kararları hakkında temyiz yoluna başvurulamayacak:

-Miktar veya değeri 25 bin TL'yi geçmeyen davalara ilişkin kararlar.

-Özel kanunlarda sulh hukuk mahkemesinin görevine girdiği belirtilen davalarla ilgili kararlar.

-Yargı çevresi içinde bulunan ilk derece mahkemeleri arasındaki yetki ve görev uyuşmazlıklarını çözmek için verilen kararlar ile merci tayinine ilişkin kararlar.

-Çekişmesiz yargı işlerinde verilen kararlar.

-Soybağına ilişkin sonuçlar doğuran davalar hariç, nüfus kayıtlarının düzeltilmesine ilişkin davalarla ilgili kararlar.

-Geçici hukuki korumalar hakkında verilen kararlar.

-KANUN YARARINA TEMYİZ-

İlk derece mahkemelerinin ve bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinin kesin olarak verdikleri kararlar ile istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş kararlara karşı, yürürlükteki hukuka aykırı bulunduğu ileri sürülerek, Adalet Bakanlığı veya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, kanun yararına temyiz yoluna başvurulabilecek.

Temyiz talebi Yargıtayca yerinde görüldüğü takdirde karar, kanun yararına bozulacak. Bu bozma, kararın hukuki sonuçlarını ortadan kaldırmayacak.

Temyiz talebinin kötü niyetle yapıldığı anlaşılırsa, temyizi yapan taraf, yargılama giderlerini ve karşı tarafın avukatlık ücretini ödemeye mahkum edilecek.

-ÇEKİŞMESİZ YARGI-

Çekişmesiz yargı, ''ilgililer arasında uyuşmazlık olmayan'', ''ilgililerin, ileri sürülebileceği herhangi bir hakkının bulunmadığı'' ve ''hakimin doğrudan harekete geçtiği'' hallerde uygulanacak.

''Kişiler'', ''aile'', ''miras'', ''borçlar'', ''icra ve iflas'' hukuku ile ''çeşitli kanunlardaki'' çekişmesiz yargı işleri sayılan yasaya göre, listede yer alan konuların bazıları şöyle:

''Ergin kılınma, ad ve soyadın değiştirilmesi, henüz evlenme yaşında olmayanların evlenmesine izin verme, yeniden evlenmede bekleme süresinin hakim tarafından kaldırılması, terk eden eşin ortak konuta davet edilmesi, eşlerden birinin, evlilik birliğini tek başına temsil etmede yetkili kılınması, aile konutuyla ilgili işlemler için diğer eşin rızasının sağlanamadığı hallerde hakimin müdahalesinin istenmesi, sağ kalan eşe aile konutu üzerinde ve ev eşyası üzerinde mülkiyet veya intifa hakkı tanınması, mal ortaklığında eşlerden birinin mirası reddine izin verilmesi, ana babaya çocuğun mallarından bir kısmını çocuğun bakım ve eğitimi için sarf etme izninin verilmesi, velayetin kaldırılması...''

Çekişmesiz yargı işlerinde görevli mahkeme, sulh hukuk mahkemesi olacak. Çekişmesiz yargı işlerinde verilen kararlara karşı hukuki yararı bulunan ilgililer, özel kanuni düzenlemeler saklı kalmak kaydıyla, kararın öğrenilmesinden itibaren 15 gün içinde istinaf yoluna başvurabilecek.

-TAHKİM-

Tahkimle ilgili hükümler, Milletlerarası Tahkim Kanunu'nun tanımladığı anlamda yabancılık unsuru içermeyen ve tahkim yerinin Türkiye olarak belirlendiği uyuşmazlıklar hakkında uygulanacak.

Taşınmaz mallar üzerindeki ayni haklardan veya iki tarafın iradelerine tabi olmayan işlerden kaynaklanan uyuşmazlıklar, tahkime elverişli kabul edilmeyecek.

Tahkim yargılamasında, mahkeme tarafından yapılacağı belirtilen işlerde görevli ve yetkili mahkeme, tahkim yeri bölge adliye mahkemesi olacak.

Yargılama sırasında tarafların tahkim yoluna başvurma konusunda anlaşmaları halinde, dava dosyası mahkemece ilgili hakem ya da hakem kuruluna gönderilecek. Aksi kararlaştırılmadıkça, tahkim yargılaması sırasında hakem veya hakem kurulu, taraflardan birinin talebi üzerine ihtiyati tedbirin alınmasına ya da delil tespitine karar verebilecek. Hakem veya hakem kurulu, ihtiyati tedbir kararı vermeyi, uygun bir teminat verilmesine bağlı kılabilecek.

Tahkim yeri, taraflarca veya onların seçtiği bir tahkim kurumunca serbestçe kararlaştırılacak. Tahkim süresi 1 yıl olacak, ancak tahkim süresi mahkemece uzatılabilecek.

Hakem veya hakem kurulu, duruşma yapabileceği gibi, yargılamanın dosya üzerinden yürütülmesine; bilirkişi seçimine ve keşif yapılmasına karar verebilecek. Hakem heyetindeki kişilerden birisi, alanında 5 yıl ve daha fazla kıdeme sahip hukukçu olacak.

Senetle ispat, istinaf ve temyiz ile temyizde duruşma yapılmasına ilişkin parasal sınırlarla ilgili hükümler, kanunun yürürlüğe girmesinden önce açılan dava ve işlerde uygulanmayacak. Böylece, açılmış olan binlerce davanın idari yargıya gitmesi de önlenmiş olacak.

-1 SAATTE KABUL EDİLDİ-

Önergelerle 3 maddesi çıkarılan ve geçici maddeleriyle birlikte 457 maddeden oluşan tasarı, yaklaşık 1 saat süren oylama sonucu kabul edildi.

Grupların ortak önergeleriyle tasarının bazı maddelerinde değişiklik yapıldı. CHP'nin ayrı olarak verdiği iki önerge ise redddedildi.

Temel yasa olarak görüşülen tasarının son bölümü üzerinde grupları adına söz alan AK Parti Bolu Milletvekili Fatih Metin, CHP Afyonkarahisar Milletvekili Halil Ünlütepe ve MHP Ordu Milletvekili Rıdvan Yalçın, temel bir tasarının yalaştırıldığını belirterek, hayırlı olmasını dilediler.

TBMM Adalet Komsiyonu Başkanı Ahmet İyimaya da tarihi bir günün yaşandığını, 1927 yılında çıkarılan mevcut yasanın 7 kez değiştirilmek istendiğini ancak başarısız kalındığını dile getirdi.

İyimaya, grupların uzlaşması sonucu çıkarılan yasanın hayırlı olmasını diledi, emeği geçenlere teşekkür etti.

Adalet Bakanı Sadullah Ergin da yasanın hukuk yargılamalarındaki süreyi kısaltacağını belirterek, hayırlı olmasını diledi. Ergin, gruplara ve yasaya emeği geçen diğer kişilere teşekkür etti.

AA
http://www.haber7.com/haber/20110112/Hukuk-Muhakemeleri-Tasarisi-yasalasti.php
#1083
11.01.2011 - 21:56    

TBMM Genel Kurulunda, elektronik yolla da tebligat yapılmasını öngören kanun tasarısı kabul edilerek, yasalaştı.

Tebligat Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapan Kanundan, iktidar ve muhalefet milletvekillerinin ortak önergeleriyle bazı maddeler çıkarılırken, iki yeni madde eklendi.

Bir suça ilişkin soruşturma ve kovuşturma kapsamında adli sicil ve arşiv kayıtlarında; mahkeme, hakim, askeri hakim, Cumhuriyet başsavcılığı ve askeri savcılığın doğrudan doğruya sorgulama yapabilmesine; kolluk ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının, görev ve yetkileri kapsamında ihtiyaç duydukları adli sicil ve arşiv kayıtlarını, Adalet Bakanının izniyle Adli Sicil ve Arşiv Kaydı Paylaşım Sistemi'nden sorgulamasını öngören maddeler metinden çıkarıldı.

Kabul edilen yasaya göre, isteyene elektronik yolla da tebligat yapılabilecek.

Anonim, limited ve sermayesi paylara bölünmüş şirketlere elektronik yolla tebligat yapılması zorunlu olacak. Elektronik yolla tebligat, zorunlu bir nedenle yapılamazsa, diğer usullere göre tebligat gerçekleştirilecek. Elektronik yolla tebligat, muhatabın elektronik adresine ulaştığı tarihi izleyen beşinci günün sonunda yapılmış sayılacak.

Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması halinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi, bilinen en son adresi olarak kabul edilecek ve tebligat buraya yapılacak. Gösterilen adres, muhatabın adres kayıt sistemindeki adresi olup, muhatap o adreste hiç oturmamış veya o adresten sürekli olarak ayrılmış olsa dahi, tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine, zabıta amir veya memurlarına imza karşılığında teslim edecek ve ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştıracak. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılacak. Adreste bulunmama sebebi mazbataya yazılacak.

-YURT DIŞINDAKİLERE TEBLİGAT-

Yasa, yurt dışında bulunan Türk vatandaşlarına yapılacak tebligatı da yeniden düzenleniyor. Bugüne kadar Adalet Bakanlığı aracılığıyla yapılan tebligat, ilgili temsilciliğe yapılacak. Buna göre, yetkili merciler tarafından çıkarılacak tebligatta, tebliğ evrakı doğrudan o yerdeki Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğuna gönderilebilecek.

İlanen tebligat, gazetenin yanı sıra elektronik ortamda da yapılacak. Adresini değiştiren kimse, yenisini bildirmediği ve adres kayıt sisteminde yerleşim yeri adresi de tespit edilmediği takdirde, tebliğ olunacak evrakın bir örneği eski adrese ait binanın kapısına asılacak ve asılma tarihi tebliğ tarihi sayılacak. Daha önce tebligat yapılmamış olsa bile, tüzel kişiler bakımından resmi kayıtlardaki adresleri esas alınacak.

Daha önce yurt dışındaki adresinde tebligat yapılmış Türk vatandaşı, yurt dışındaki adresini değiştirir ve bunu tebliğ çıkaran merciye bildirmez, adres kayıt sisteminden de yerleşim yeri adresi tespit edilmezse; bu kişinin yurt dışında daha önce tebligat yapılan adresine Türkiye Büyükelçiliği ve Konsolosluğunca gönderilen bildirimin adrese ulaştığının belgelendiği tarihten itibaren 30 gün sonra tebliğ yapılmış sayılacak.

Sadece celse esnasında doğrudan tebligat, mahkeme, savcılık kalemlerinde ve icra dairelerinde de yapılacak.

Tapuda kayıtlı veya miras, istimlak, cebri icra veya mahkeme ilamıyla, iktisapta bulunan hak sahipleri, adreslerini ve değiştirdikleri takdirde yenisini, bulundukları yerin tapu idaresine bildirmeye mecbur olacak. Davetiyle veya tebliğ evrakı, bu suretle bilinen son adrese gönderilecek. Hak sahiplerinin adresi bildirmemeleri halinde, adres kayıt sistemindeki adresleri, tebligat adresi olarak kabul edilecek.

PTT Genel Müdürlüğü, elektronik ortamda yapılacak tebligata ilişkin her türlü teknik altyapıyı, düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en geç 1 yıl içinde kurarak faaliyete geçirecek.

-YARGILAMA GİDERİ ALINMAYACAK-

İşleteni veya sahibi devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların karıştığı trafik kazalarında oluşan zararlara ilişkin davalara adli yargıda bakılacak.

''Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davaların, sigortacının veya sigorta sözleşmesini yapan acentanın bulunduğu yer mahkemelerinden birinde ya da kazanın olduğu yer mahkemesinde de açılabileceğine'' ilişkin hüküm; yasanın yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve askeri yüksek idare mahkemesinde açılan davalara uygulanmayacak.

Kanun, Kadastro Kanununa madde ekliyor. Kadastro işlemiyle oluşan tespit ve kayıtların iptali için devlet veya diğer kamu kurum ve kuruluşları tarafından kayıt lehtarına karşı, kadastro mahkemeleri ile genel mahkemelerde açılan davalarda, davalı aleyhine vekalet ücreti dahil yargılama giderleri alınmayacak.

''Tarafların her birinin dava harcını, dinlenmesini talep ettiği tanık ve bilirkişi ücretini ve diğer yargılama giderlerini karşılamak zorunda olduğuna'' dair hüküm, henüz infaz edilmemiş yargı kararlarındaki vekalet ücreti dahil, yargılama giderleri için de uygulanacak.

Elektronik ortamda tebligata ilişkin hüküm yürürlük tarihinden 1 yıl sonra, sermaye şirketlerine elektronik yolla tebligat yapılması zorunluluğunu getiren hüküm ise 2 yıl sonra yürürlüğe girecek.

TBMM Başkanvekili Güldal Mumcu, tasarının kabul edilmesinin ardından, yarın saat 13.00'de toplanmak üzere birleşimi kapattı.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1077693&title=elektronik-yolla-da-tebligat-yapilabilecek&haberSayfa=0
#1084
TBMM Genel Kurulunda, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı kabul edildi.

30'ar maddeden oluşan her bölüm 3 dakikada geçti. Tasarı üzerinde toplam 4 önerge verilerek değişiklik yapıldı. Tasarı, yaklaşık 2,5 saatte yasalaştı.

TBMM Adalet Komisyonunda 2008'de kabul edilen tasarının görüşmelerine, 2009 yılında TBMM Genel Kurulunda başlanmış ve ilk 2 bölümünün kabul edilmesinin ardından yarım kalmıştı.

Kanuna göre, borç ilişkilerini düzenleyen bireysel sözleşmeler, tarafların iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun olarak açıklamalarıyla kurulacak.

Ismarlanmayan bir şeyi posta kutusunda veya kapısının önünde bulan ya da başka bir yolla alan kişi, söz konusu şeyi geri göndermek veya saklamakla yükümlü olmayacak. Ismarlanmamış bir şeyin ''yanlışlıkla'' gönderildiği açıkça anlaşılırsa, onu alan kişi, uygun bir sürede gönderene haber verecek.

Bir sonucun gerçekleşmesi karşılığında ödül vereceğini ilan yoluyla duyuran kimse, sözünü yerine getirmekle yükümlü olacak.

-GÜVENLİ ELEKTRONİK İMZA İLE AÇIĞA ATILAN İMZA-

Sözleşmelerde, güvenli elektronik imza kullanılabilecek. Güvenli elektronik imza, el yazısıyla atılmış imzanın bütün hukuki sonuçlarını doğuracak.

Açığa atılan imzanın üzerine sonradan yazılan metnin, imza atanın iradesine uygun olduğu kabul edilecek. Durumun özelliği aksini göstermedikçe, yazılan metnin anlaşmaya aykırı olduğunu ispat yükü, açığa imza atan kişiye ait olacak.

Okur yazar olmayanlar, imza yerine usulüne göre onaylanmış olması koşuluyla parmak izi, el ile yapılmış bir işaret ya da mühür kullanabilecek.

-KİTLE SÖZLEŞMELERİNE KARŞI BİREYE KORUMA-

Bankalar, sigorta, seyahat ve taşıma işletmeleri gibi şirketler tarafından önceden hazırlanan soyut ve tek yanlı sözleşmelere karşı bireyleri koruyan hükümler, borçlar hukukuna ilk kez girecek. ''Kitle Sözleşmesi'', ''Katılmalı Sözleşme'', ''Tip Sözleşme'' denilen sözleşmeler için belirlenen ''Genel İşlem Koşulları'' ile bireyin korunması sağlanacak.

Karşı tarafın menfaatine aykırı genel işlem koşullarının sözleşmenin kapsamına girmesi, düzenleyenin karşı tarafa, bu koşulların varlığı hakkında açıkça bilgi verip, bunların içeriğini öğrenme imkanı sağlamasına ve karşı tarafın da bu koşulları kabul etmesine bağlı olacak. Aksi takdirde, genel işlem koşulları yazılmamış sayılacak.

Sözleşmenin yazılmamış sayılan genel işlem koşulları dışındaki hükümleri geçerliliğini koruyacak.

-TEK YANLI SÖZLEŞMEYİ DEĞİŞTİREMEYECEK-

Genel işlem koşullarında yer alan bir hüküm, açık ve anlaşılır değilse veya birden çok anlama geliyorsa, düzenleyenin aleyhine ve karşı tarafın lehine yorumlanacak.

Genel işlem koşullarının belirleyicileri, ''tek yanlı, dilediği gibi sözleşmeyi değiştirme ya da yeni düzenleme yapma'' yetkisine sahip olmayacak. Genel işlem koşullarının bulunduğu bir sözleşmede veya ayrı bir sözleşmede yer alan ve düzenleyene tek yanlı olarak karşı taraf aleyhine genel işlem koşulları içeren sözleşmenin bir hükmünü değiştirme ya da yeni düzenleme getirme yetkisi içeren kayıtlar yazılmamış sayılacak.

Genel işlem koşullarına, dürüstlük kurallarına aykırı olarak, karşı tarafın aleyhine veya onun durumunu ağırlaştırıcı nitelikte hükümler konulamayacak.

-BEDENSEL ZARARLARDA TAZMİNAT-

Destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararlar, Borçlar Kanunu hükümleri ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanacak. Kısmen veya tamamen rücu edilmeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan ödemeler, bu zararların belirlenmesinde gözetilmeyecek, zarar veya tazminattan indirilmeyecek. Hakim, hesaplanan tazminat miktarını, hakkaniyet düşüncesiyle arttıramayacak veya azaltamayacak. Her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı bedensel bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine veya kişinin ölümüne bağlı zararlara ilişkin talep ve davalarda da bu hüküm uygulanacak.

-NİŞANLIYA, SEVGİLİYE TAZMİNAT İSTEME HAKKI-

Hakim, sadece ölüm halinde değil, ağır bedensel zararlarda da zarar görenin yakınlarına manevi tazminat ödenmesine karar verebilecek.

''Zarar gören veya ölenin ailesi'' ile sınırlı olan haksız fiilden doğan manevi tazminatın kapsamını genişleten yasaya göre, ağır bedensel zarar veya ölüm halinde, zarar görenin veya ölenin yakınlarına da manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verilebilecek. Yargıtay içtihatlarının bulunduğu bu konunun kanuna girmesiyle, beraber olup aralarında resmi nikah olmayanların, nişanlı ve sevgililerin tazminat istemleri, yasal dayanağa kavuşmuş olacak.

-ZARAR TEHLİKESİNİ ÖNLEME-

İntifa ve oturma hakkı sahipleri, binanın bakımındaki eksiklerden doğan zararlardan malikle birlikte müteselsilen sorumlu tutulacak.

Bir başkasına ait bina veya diğer yapı eserlerinden zarar görme tehlikesiyle karşılaşan kişi, bu tehlikenin giderilmesi için gerekli önlemlerin alınmasını hak sahiplerinden isteyebilecek.

Tehlike sorumluluğunun, genel ilkeleri belirlenen yasaya göre, önemli ölçüde tehlike arz eden bir işletmenin faaliyetinden zarar doğduğu takdirde, bu zarardan işletme sahibi ve varsa işleten müteselsilen sorumlu olacak.

Bir işletmenin, mahiyeti veya faaliyette kullanılan malzeme, araçlar ya da güçler gözönünde tutulduğunda, bu işlerde uzman bir kişiden beklenen tüm özenin gösterilmesi durumunda bile sıkça veya ağır zararlar doğurmaya elverişli bulunduğu sonucuna varılırsa, bunun önemli ölçüde tehlike arz eden bir işletme olduğu kabul edilecek. Özellikle, herhangi bir kanunda benzeri tehlikeler arz eden işletmeler için özel bir tehlike sorumluluğu öngörülmüşse, bu işletme de önemli ölçüde tehlike arz eden işletme sayılacak.

Önemli ölçüde tehlike arz eden işletmenin faaliyetine hukuk düzenince izin verilmiş olsa bile, zarar görenler, bu işletmenin faaliyetinin sebep olduğu zararlarının uygun bir bedelle denkleştirilmesini isteyebilecek.

-HAKSIZ FİİLDE ZAMAN AŞIMI-

Haksız fiilden doğan tazminat isteminde, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak 1 yıl olan kısa zaman aşımı süresi, 2 yıla çıkarılacak.

Nükleer kaza, deprem, hatalı tıbbi müdahale gibi olaylara da uygulanan uzun zaman aşımı süresi ise 10 yıl olacak.

-SOSYAL GÜVENCESİ OLMAYANLARA GEÇİCİ ÖDEME-

Hiçbir sosyal güvenceden yararlanamayacak durumda olan, uğradığı zararın giderilmesi için acil parasal desteğe ihtiyaç duyanlara, ''geçici ödeme'' yapılabilecek.

Buna göre, hakim, zarar görenin iddiasının haklılığını gösteren inandırıcı kanıtlar sunduğu ve ekonomik durumu da gerektirdiği takdirde, istem üzerine davalının, zarar görene geçici ödeme yapmasına karar verebilecek.

Zarar görenin açtığı davanın kısmen veya tamamen kabulüne karar verilirse, zarar verenin (davalı) yaptığı geçici ödemeler, tazminattan indirilecek.

Davanın reddine karar verilmesi durumunda ise hakim, ret kararında, zarar görenin (davacı) aldığı geçici ödemeleri, yasal faiziyle birlikte geri vermesine hükmedebilecek.

Böylece kusurlu sürücü, yaralanmasına neden olduğu hiçbir sosyal güvencesi olmayan kişiye, tazminat davası devam ederken, tedavi giderleri için ''geçici ödeme'' yapmakla yükümlü tutulabilecek.

Hukuka veya ahlaka aykırı bir sonucun gerçekleşmesi amacıyla verilen herhangi bir şey, geri istenemeyecek. Bu konuda bir dava açılmışsa, davanın reddine karar veren hakim, söz konusu şeyin devlete mal edilmesine karar verebilecek.

-FAİZE SINIR-

Olağanüstü faiz oranları karşısında borçlu korunacak. Faiz ödeme borcunda uygulanacak yıllık faiz oranı, sözleşmede kararlaştırılmamışsa, faiz borcunun doğduğu tarihte yürürlükte olan mevzuat hükümlerine göre belirlenecek.

Sözleşme ile kararlaştırılacak yıllık faiz oranı, belirlenen yıllık faiz oranının yüzde 50 fazlasını aşamayacak.

Uygulanacak yıllık temerrüt faiz oranı ise sözleşmede kararlaştırılmamışsa, faiz borcunun doğduğu tarihte yürürlükte olan mevzuat hükümlerine göre belirlenecek. Yıllık temerrüt faiz oranı, sözleşmede belirlenen oranın yüzde yüz fazlasını aşamayacak.

-SÖZLEŞMELERE EKONOMİK KRİZ AYARI-

Ekonomik kriz dönemleri gibi olağanüstü durumlarda, sözleşmeler değişen koşullara göre uyarlanabilecek.

Buna göre, sözleşmenin yapıldığı sırada, taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçlenmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa, borçlu, hakimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanması isteyebilecek.

Borçlu, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahip olabilecek. Borçlu, sürekli edimli sözleşmelerde ise fesih hakkını kullanacak. Bu düzenleme yabancı para borçlarında da uygulanacak.

Borca katılma durumunda, katılan da borçlu ile birlikte aynı borçtan alacaklıya karşı müteselsilen sorumlu olacak.

Sözleşme devri anlaşması ile devir konusu sözleşmeden doğan bütün hak ve borçlar üçüncü kişiye devredilebilecek.

-SATIŞ SÖZLEŞMELERİ-

Satılandaki hasardan, taşınırlarda zilyetliğin devri, taşınmazlarda ise tescil anına kadar satıcı sorumlu olacak.

Borcunu ödemeyen satıcı, alıcının uğradığı zararı giderecek.

Satıcı, alıcıya karşı herhangi bir surette bildirdiği niteliklerin satılanda bulunmamasından sorumlu olacak. Satıcı, aynı zamanda, satılanda niteliğe aykırı olan, kullanım amacı bakımından değerini ve alıcının ondan beklediği faydaları ortadan kaldıran veya önemli ölçüde azaltan maddi, hukuki ya da ekonomik ayıpların bulunmasından da sorumlu tutulacak. Satıcı, bu ayıpların varlığını bilmese bile sorumluluktan kurtulamayacak.

Satıcı satılanı ayıplı olarak devretmekte ağır kusurluysa, ayıptan sorumluluğunu kaldıran veya sınırlayan her anlaşma, hükümsüz sayılacak.

Satıcı, satış sözleşmesinin kurulduğu sırada alıcı tarafından bilinen ayıplardan sorumlu olmayacak. Satıcı, alıcının satılanı yeterince gözden geçirmekle görebileceği ayıplardan da ancak böyle bir ayıbın bulunmadığını ayrıca üstlenmişse sorumlu olacak.

Alıcı, devraldığı satılanda, satıcının sorumluluğunu gerektiren bir ayıp görürse, bunu uygun bir süre içinde satıcıya bildirecek. Yoksa alıcı, satılanı kabul etmiş sayılacak.

-ALICININ SEÇİMLİK HAKLARI-

Alıcı, satıcının satılanın ayıplarından sorumlu olduğu hallerde; satılanı geri vermeye hazır olduğunu bildirerek sözleşmeden dönebilecek. Alıcı, satılanı alıkoyup ayıp oranında satış bedelinde indirim isteyebilecek, aşırı bir masraf gerektirmediği takdirde, bütün masrafları satıcıya ait olmak üzere satılanın ücretsiz onarılmasını veya satılanın ayıpsız bir benzeri ile değiştirilmesini isteyebilecek.

Satıcı, alıcıya aynı malın ayıpsız bir benzerini hemen vererek ve uğradığı zararın tamamını gidererek, seçimlik haklarını kullanmasını önleyebilecek.

Satılanın değerindeki eksiklik, satış bedeline çok yakınsa alıcı, ancak sözleşmeden dönme veya satılanın ayıpsız bir benzeriyle değiştirilmesini isteme haklarından birini kullanabilecek.

Satış sözleşmesinden dönen alıcı, satıcıdan; ödediği satış bedelinin faiziyle birlikte geri verilmesini, yargılama giderleriyle satılan için yaptığı giderlerin ödenmesini, ayıplı maldan doğan doğrudan zararının giderilmesini isteyebilecek. Satıcı, kendisine hiçbir kusur yüklenemeyeceğini ispat etmedikçe, alıcının diğer zararlarını da karşılayacak.

Satıcı daha uzun bir süre için üstlenmiş olmadıkça, satılanın ayıbından doğan sorumluluğa ilişkin her türlü dava, satılandaki ayıp daha sonra ortaya çıksa bile, satılanın alıcıya devrinden başlayarak 2 yıl geçmekle zaman aşımına uğrayacak. Satıcı, satılanı ayıplı olarak devretmekte ağır kusurluysa 2 yıllık zaman aşımı süresinden yararlanamayacak.

-TAŞINMAZ SATIŞI-

Taşınmaz satışı sözleşmeleri, resmi şekilde düzenlenecek. Taşınmaz satışı vaadi, geri alım ve alım sözleşmeleri, resmi şekilde düzenlenmedikçe geçerli olmayacak.

Önalım sözleşmesinin geçerliliği, yazılı şekilde yapılmış olmasına bağlı olacak.

Önalım, geri alım ve alım hakları, en çok 10 yıllık süre için kararlaştırılabilecek ve kanunlarda belirlenen süreyle tapu siciline şerh edilebilecek.

Aksine anlaşma olmadıkça, sözleşmeden doğan ön alım, alım ve geri alım hakları devredilemeyecek, ancak miras yoluyla geçecek.

-ÖN ALIM HAKKI-

Ön alım hakkı, taşınmazın satışı ya da ekonomik bakımdan satışa eşdeğer her türlü işlemin yapılması durumunda kullanılabilecek.

Satıcı veya alıcı, satış sözleşmesinin yapıldığını ve içeriğini; ön alım hakkı sahibine noter aracılığıyla bildirecek.

Sözleşmeden doğan ön alım hakkını kullanmak isteyen hak sahibi, bu hak şerh edilmiş ve taşınmazın mülkiyeti alıcı adına tescil edilmişse alıcıya; aksi takdirde satıcıya karşı, satışın veya ekonomik bakımdan satışa eşdeğer başka bir işlemin kendisine bildirildiği tarihten başlayarak 3 ay ve her halde satışın yapılmasından başlayarak 2 yıl içinde dava açabilecek.

-AYIPLI YAPIDA ZAMAN AŞIMI-

Aksine sözleşme olmadıkça, satılan taşınmaz, satış sözleşmesinde yazılı yüzölçümü tutarını kapsamıyorsa satıcı, eksiği için alıcıya tazminat ödemekle yükümlü olacak.

Bir yapının ayıplı olmasından doğan davalar, mülkiyetin geçmesinden başlayarak 5 yılın, satıcının ağır kusuru varsa 20 yılın geçmesiyle zaman aşımına uğrayacak.

-TAKSİTLE SATIŞLAR-

Taksitle satış sözleşmesi, yazılı şekilde yapılmadıkça geçerli olamayacak.

Malın, satıcının ticari faaliyeti kapsamında satılması halinde taksitle satış sözleşmesinde, ''alıcının 7 gün içinde sözleşme yapılması konusundaki irade açıklamasını geri alma hakkı, temerrüt veya vadenin ertelenmesi durumunda, yasal faiz oranının yüzde 30 fazlasını geçmemek üzere ödenecek faiz'' de belirtilecek.

-YASAL TEMSİLCİSİNİN RIZASI-

Ayırt etme gücüne sahip küçük veya kısıtlı tarafından yapılan taksitle satış sözleşmesinin geçerliliği, yasal temsilcisinin yazılı rızasına bağlı olacak. Bu rızanın, en geç sözleşmenin kurulduğu anda verilmesi zorunlu olacak.

Taksitle satış sözleşmesi, satıcı bakımından sözleşmenin kurulduğu anda, alıcı açısından ise sözleşmenin bir nüshasının eline geçmesinden 7 gün sonra hüküm doğurmaya başlayacak.

Alıcı, peşin satış bedelinin en az 10'da 1'ini en geç teslim anında peşin olarak, satış bedelinin geri kalan kısmını da sözleşmeyi izleyen 3 yıl içinde ödeyecek. Bakanlar Kurulu, satılanın türüne göre peşinat miktarı ile yasal ödeme sürelerini yarıya kadar indirebileceği gibi, 2 katına kadar çıkartabilecek.

Taksit borcu kambiyo senedine bağlanmamışsa, alıcı, satış bedelinin kalan kısmını bir defada ödeyebilecek. Bu durumda, peşin satış bedeline ilave edilen bedelin ödenmemiş taksitlere isabet eden kısmı, yarısından az olmamak üzere ödeme süresinin kısaltılmasına uygun olarak indirilebilecek.

Satıcı, alıcının peşinatı ödemede temerrüte düşmesi halinde, sadece peşinatı isteyebilecek veya sözleşmeden dönebilecek. Alıcının taksitleri ödemede temerrüte düşmesi halinde ise satıcı, hemen ödenmesi gereken taksitlerin veya geri kalan satış bedelinin tamamının bir defada ödenmesini talep edebilecek veya sözleşmeden vazgeçebilecek.

-HAKİMİN SÖZLEŞMEYE MÜDAHALESİ-

Hakim, temerrüte düşen alıcının borçlarını ödeyeceği güvencesi vermesi ve satıcının da bu yeni düzenleme dolayısıyla herhangi bir zararının söz konusu olmaması koşuluyla, alıcıya ödeme kolaylıkları sağlayabilecek ve satıcının satılanı geri almasını yasaklayabilecek.

Taksitle satışa ilişkin hükümler, aynı ekonomik amaçla yapılan işlemlere de uygulanacak. Kira-satış vaadi, kira-alım ve kira-bağışlama şeklinde yapılan birleşik sözleşmelerde de taksitle satış hükümleri geçerli olacak.

-ÖN ÖDEMELİ TAKSİTLE SATIŞ-

Alıcının taşınır bir malın satış bedelini önceden kısım kısım ödemeyi, satıcının da bedelin tamamen ödenmesinden sonra satılanı alıcıya devretmeyi üstlendikleri ön ödemeli taksitle satış sözleşmesi de yazılı yapılacak. Sözleşmede, ''taksitleri kabule yetkili banka'' belirtilecek. Banka, her iki tarafın çıkarlarını gözetecek.

Alıcı bir veya daha çok ön ödemede temerrüte düşerse, satıcı, ancak vadesi gelmiş olan ödemeleri isteyebilecek.

Türk Borçlar Kanunu ile kiracı-ev sahibi ilişkilerinde, yeni bir dönem başlayacak.

TBMM Genel Kurulunda kabul edilen Türk Borçlar Kanunu'na göre, mal sahibi; kiralık yeri kararlaştırılan tarihte, sözleşmede amaçlanan kullanıma elverişli bir durumda teslim etmekle yükümlü olacak.

Kiralık yerle ilgili zorunlu sigorta, vergi ve benzeri yükümlülükleri mal sahibi karşılayacak.

Kiraya veren, kiralananın kullanımıyla ilgili olmak üzere, kendisi veya üçüncü kişi tarafından yapılan yan giderlere katlanacak. Buna göre, çatı onarımı ve dış cephe boyası gibi giderler, ev sahibi tarafından karşılanacak.

Gayrimenkulu kiralayan, mal sahibinden kiralanan yerle ilgili ayıbın uygun bir sürede giderilmesini isteyebilecek. Bu sürede ayıp giderilmezse kiracı, bu ayıbı mal sahibi adına gidertebilecek ve bundan doğan alacağını kira bedelinden kesebilecek. Ayıbın verilen sürede giderilmemesi durumunda, kiracı sözleşmeyi feshedebilecek.

Kira sözleşmesinin imzalanmasından sonra kiralanan yer herhangi bir nedenle el değiştirirse, yeni malik kira sözleşmesinin tarafı olacak.

-ELEKTRİK VE SU BORCU-

Kiracı, aksine sözleşme ve yerel adet olmadıkça, kira bedelini ve gerekiyorsa ısıtma, aydınlatma ve su gibi yan giderleri, her ayın sonunda ve en geç kira süresinin bitiminde ödeyecek.

Kiraya verenler, konut ve çatılı iş yerlerinde, sadece kira bedelini değil, elektrik ve su gibi yan giderleri de ödemeyen kiracılara karşı, temerrüt sebebiyle tahliye davası açabilecekler.

-BALKONDA MANGALA SON-

Sözleşmeye uygun olarak özenle kullanacak ve komşulara gerekli saygıyı gösterecek kiracının, bu yükümlülüğüne aykırı davranması durumunda kiraya veren, en az 30 gün süre vererek, durumunu düzeltmesi için ihtarda bulunacak. Ancak, kiracının davranışları komşular tarafından çekilmez hale gelirse, ev sahibi yazılı bildirimle sözleşmeyi hemen feshedebilecek. Uyarıya rağmen yüksek sesle müzik dinleyen, gürültü patırtı, balkonda mangal yapan kiracının sözleşmesi iptal edilebilecek.

-TEMİZLİK VE BAKIM GİDERLERİ-

Kiracı, kiralanan yerin olağan kullanımı için gerekli temizlik ve bakım giderlerini ödemekle yükümlü olacak.

Mal sahibi, konut veya iş yerinde kira sözleşmesinin feshini gerektirmeyen ve kiracıdan katlanması beklenebilecek olan yenilik ve değişiklikler yapabilecek.

-DEĞER ARTIŞININ KARŞILIĞINI İSTEYEMEYECEK-

Kiracı da ev sahibinin yazılı rızasıyla konut veya iş yerinde yenilik ve değişiklikler yapabilecek. Kiracı, aksine yazılı bir anlaşma yoksa, kiraya verenin rızasıyla yaptığı yenilik ve değişiklikler dolayısıyla kiralananda ortaya çıkan değer artışının karşılığını isteyemeyecek.

Mal sahibinin yazılı rızasını almadıkça kiracı, kira ilişkisini başkasına devredemeyecek. Ancak kiraya veren, iş yeri kiralarında ''haklı bir sebep olmadıkça'' bu rızayı vermekten kaçınamayacak.

Kiracı, sözleşme süresine veya fesih dönemine uymaksızın kiralanan yeri geri verirse, kiralananın benzer koşullarla kiraya verilebileceği makul bir süre ödeme yapmakla sorumlu tutulacak. Yeni kiracı bulunması durumunda, kiracının kira sözleşmesinden doğan borçları sona erecek.

Gayrimenkulü kiralayanın ölmesi durumunda mirasçıları, yasal fesih bildirim süresine uyarak en yakın fesih dönemi sonu için sözleşmeyi feshedebilecek.

Kiracı, kiralanan yeri ne durumda teslim almışsa, kira sözleşmesinin bitiminde o durumda geri verecek. Ancak, kiracı sözleşmeye uygun kullanım dolayısıyla kiralananda meydana gelen eskimelerden ve bozulmalardan sorumlu olmayacak.

Kiraya veren, kiracının sorumlu olduğu eksiklikleri ve ayıpları hemen yazılı olarak bildirecek. Bu bildirim yapılmazsa, kiracı her türlü sorumluluktan kurtulacak. Ancak, teslim alma sırasında olağan incelemeyle belirlenemeyecek olan eksikliklerin ve ayıpların varlığı halinde kiracının sorumluluğu devam edecek.

-DEPOZİTOYA SINIRLAMA-

Konut ve çatılı iş yerlerinde, mal sahibine verilen depozito miktarı, 3 aylık kira bedelini aşamayacak. Güvence olarak para verilmesi kararlaştırılmışsa kiracı, mal sahibinin onayı olmaksızın çekilmemek üzere, parayı vadeli bir tasarruf hesabına yatıracak. Güvence senetleri ise bankaya depo edilecek. Banka güvenceleri ancak iki tarafın rızasıyla veya icra takibinin kesinleşmesi ya da kesinleşmiş mahkeme kararına dayanarak geri verebilecek.

-KİRA ARTIŞLARI-

Kira bedelleri, bir önceki yılda gerçekleşen üretici fiyat endeksindeki (ÜFE) artış oranını geçmemek koşuluyla artırılabilecek. Bu kural bir yıldan daha uzun süreli kira sözleşmelerinde de uygulanacak.

Taraflarca bu konuda bir anlaşma yapılmamışsa, kira bedeli, bir önceki kira yılının üretici fiyat endeksindeki artış oranını geçmemek koşuluyla hakim tarafından, kiralananın durumu gözönüne alınarak hakkaniyete göre belirlenecek.

-YABANCI PARAYLA YAPILAN SÖZLEŞMELER-

Kira bedeli yabancı bir para birimiyle belirlenmişse, 5 yıl geçmedikçe kira bedelinde değişiklik yapılamayacak. Bu süre geçtikten sonra kira bedelinin belirlenmesinde, yabancı paranın değerindeki değişiklikler de dikkate alınarak emsal kira bedellerine göre güncelleme yapılacak. Ancak sözleşmenin yapıldığı dönemde öngörülmeyen olağanüstü durumların ortaya çıktığı ve aşırı ifa güçlüğünün oluştuğu durumlarda, taraflar 5 yıllık süreyi beklemeden, hakimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteyebilecekler.

-EKONOMİK KRİZ DÖNEMLERİNDE KİRA BEDELİ-

Kira sözleşmesinin kurulmasından sonra, başlangıçta belirlenen kira bedeli, özellikle kanun gereği sözleşmenin süresinin uzatıldığı durumlarda, ekonomik koşullara bağlı olarak değiştirilebilecek. Böylece kiraya verenin, konut veya iş yerinin durumuna göre uygun bir kira bedeli elde etmesine olanak sağlanacak.

Kiracıya, kira bedeli ve yan giderler dışında başka bir ödeme yükümlülüğü getirilemeyecek. Özellikle kira bedelinin zamanında ödenmemesi halinde ceza koşulu ödeneceğine veya sonraki kira bedellerinin muaccel olacağına ilişkin anlaşmalar geçersiz olacak.

-EV SAHİBİNE, SÖZLEŞMEYİ TEK TARAFLI SONA ERDİRME HAKKI-

Konut ve iş yeri kiralarında kiracı, süre bitiminden en az 15 gün önce bildirimde bulunmadığı takdirde sözleşme aynı koşullarla 1 yıl uzatılmış sayılacak. Ancak kiraya veren, 10 yıllık uzama süresi sonunda, bu süreyi izleyen her uzama yılının bitiminden en az 3 ay önce bildirimde bulunmak koşuluyla, herhangi bir sebep göstermeksizin sözleşmeye son verebilecek. Düzenlemeyle, kiraya verene, tazminat ödemekle yükümlü olmaksızın, sözleşmeyi tek taraflı sona erdirme hakkı tanınmış olacak.

-EŞ RIZASI ARANACAK-

Aile konutu olarak kullanılmak üzere kiralanan taşınmazlarda kiracı, eşinin açık rızası olmadıkça kira sözleşmesini feshedemeyecek. Bu rızanın alınması mümkün olmazsa veya eş haklı sebep olmaksızın rızasını vermekten kaçınırsa kiracı, hakimden bu konuda bir karar vermesini isteyebilecek.

-KİRA SÖZLEŞMESİNİ SONA ERDİRMEDE YENİ DÖNEM-

Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanunda, kiraya verenin, kendisinin, eşinin ve çocuklarının konut ve iş yeri ihtiyacı ileri sürülerek tahliye davası açabileceği öngörüldüğü halde, yasaya göre, ''kendisinin, eşinin, alt soyunun, üst soyunun ve kanun gereği bakmakla yükümlü olduğu diğer kişilerin gereksinimi sebebiyle, kira sözleşmesinin dava yoluyla sona erdirebilmesine'' olanak sağlanacak. Böylece, kiraya verenler, üst soyunun (örneğin, babasının veya büyük babasının) ve alt soyunun (torunlar) konut veya iş yeri gereksinimini ileri sürerek tahliye davası açabilecekler.

Bugünkü düzenlemeye göre, ''Oğlum evlenecek. Kızım gelin olacak'' şeklindeki gereksinimlerle tahliye davası açabilen ev sahipleri, bu yasadan sonra, ''Babam, dedem, torunum veya evlatlığım oturacak'' gibi gerekçelerle de kira sözleşmelerini dava yoluyla sona erdirebilecekler.

Mal sahibi, kiracının veya birlikte yaşadığı eşinin aynı ilçe veya belde belediye sınırları içinde oturmaya elverişli bir konutu bulunduğunu kira sözleşmesinin kurulduğu sırada bilmiyorsa, sözleşmenin bitiminden başlayarak 1 ay içinde sözleşmeyi dava yoluyla bitirebilecek.

-EV SAHİPLERİNE HAPİS CEZASI KALKIYOR-

Gereksinim ileri sürülerek boşaltılan konut ve iş yerlerinin, 3 yıl süreyle eski kiracıdan başkasına kiralanamayacağına ilişkin mevcut düzenleme yasada da korunmakla birlikte, ''yeniden kiralama yasağına'' aykırı hareket eden kiraya verenler için öngörülen 6 aydan 1 yıla kadar hapis ve 3 yıllık kira bedeli tutarınca ağır para cezası kaldırılacak. Bunun yerine, kiraya veren, söz konusu yasağa aykırı davrandığı takdirde, eski kiracısına, son kira yılında ödemiş olduğu bir yıllık kira bedelinden az olmamak üzere tazminat ödemekle yükümlü olacak.

İşveren, çalışanların psikolojik ve cinsel tacize uğramalarını önlemekle yükümlü olacak.

TBMM Genel Kurulunda kabul edilen Türk Borçlar Kanunu'na göre, işi özenle yapacak ve işverenin haklı menfaatinin korunmasında sadakatle davranacak olan işçi, işverene ait makineleri, araç ve gereçleri, teknik sistemleri, tesisleri ve taşıtları, usulüne uygun olarak kullanmak ve bunlarla birlikte işin görülmesi için kendisine teslim edilmiş olan malzemeye özen göstermekle yükümlü olacak.

İşçi, üçüncü kişilerle ücret karşılığında anlaşmalar yaparak işverene karşı sadakat yükümlülüğünü ihlal edemeyecek ve işvereniyle rekabete yol açacak iş ve işlemlerde bulunamayacak.

-İŞÇİYE SIR SAKLAMA YÜKÜMLÜLÜĞÜ-

Hizmet ilişkisinin devamı süresince iş gördüğü sırada öğrendiği üretim ve iş sırları gibi bilgileri, kendisi veya başkalarının yararına kullanamayacak olan işçi, hizmet ilişkisi sona erse bile işverenin haklı yararlarının korunması için gerekli olduğu ölçüde sır saklamakla yükümlü olacak.

İşçi, üçüncü kişilerden işveren için aldığı şeyleri ve özellikle paraları derhal teslim edecek.

İşveren, işin görülmesi ve işçilerin iş yerindeki davranışlarıyla ilgili genel düzenlemeler yapabilecek, onlara özel talimat verebilecek. İşçiler de bunlara dürüstlük kurallarının gerektirdiği ölçüde uyacak.

İşçi, işverene kusuruyla verdiği her türlü zarardan sorumlu olacak.

İşveren, işçiye sözleşmede veya toplu iş sözleşmesinde belirlenen; sözleşmede hüküm bulunmayan hallerde ise ''asgari ücretten az olmamak üzere emsal ücreti ödemekle'' yükümlü olacak.

İşveren, fazla çalışma için işçiye normal çalışma ücretini en az yüzde 50 fazlasıyla ödeyecek.

Belli işlerde aracılık yapması halinde, işçiye aracılık ücreti ödenecek.

-İKRAMİYE HAKKI-

İşveren; bayram, yılbaşı ve doğum günü gibi belirli günler dolayısıyla işçilerine özel ikramiye verebilecek. Ancak, işçilerin ikramiyeyi isteme hakları, bu konuda anlaşmanın yahut çalışma şartının veya işverenin tek taraflı taahhüdünün olması halinde doğacak.

Hizmet sözleşmesinin ikramiyenin verildiği dönemden önce sona ermesi halinde, işveren, ikramiyenin, işçinin çalıştığı süreye yansıyan bölümünü ödeyecek.

-ÜCRETLER, ÖZEL BANKA HESABINA YATIRILACAK-

Aksine bir adet olmadıkça, işçiye ücreti her ayın sonunda ödenecek. İş sahipleri, işçilerin ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkakını özel olarak açılacak banka hesaplarına yatıracak. Banka hesabına yatırılacak ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkakın, brüt ya da kanuni kesintiler düşüldükten sonra kalan net miktar üzerinden olup olmayacağını belirlemeye, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Maliye Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığından sorumlu Devlet Bakanlığı müştereken yetkili olacak. Her ödeme döneminde işçiye hesap pusulası verilecek.

İşveren, işçiden olan alacağı ile ücret borcunu, işçinin rızası olmadıkça takas edemeyecek.

İşçinin kasten sebebiyet verdiği mahkeme kararıyla tespit edilen zararlarda, işveren, ücretin dörtte birini geçmemek koşuluyla haciz koydurabilecek.

-ARACIN VERGİLERİNİ DE ÖDEYECEK-

İşçinin, işverenle anlaşarak işin görülmesinde kendi motorlu aracını kullanması durumunda, işveren sadece motorlu aracın işletilmesinin ve bakımının gerektirdiği olağan giderlerden değil, aynı zamanda vergi, zorunlu mali sorumluluk sigortası primleri ve aracın yıpranması karşılığında uygun bir tazminatı da ödemekle yükümlü olacak.

-PSİKOLOJİK VE CİNSEL TACİZE ÖNLEM-

İşveren, hizmet ilişkisinde işçinin kişiliğini korumak ve saygı göstermek, iş yerinde dürüstlük kurallarına uygun bir ortamı sağlamakla, özellikle işçilerin psikolojik ve cinsel tacize uğramamaları ve bu tür tacizlere uğramış olanların da daha fazla zarar görmemeleri için gerekli önlemleri almakla yükümlü olacak.

İşveren iş yerinde, iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmakla; işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlü tutulacak.

İşverenin bu hükümler dahil, kanuna ve sözleşmeye aykırı davranışı nedeniyle işçinin ölümü, bedensel bütünlüğünün zedelenmesi yahut kişilik haklarının ihlaline bağlı zararların tazmini, sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine tabi olacak.

İşçinin, işveren ile bir ev düzeni içinde birlikte yaşadığı durumlarda, işveren, işçinin beslenme ve barınma gereksinimlerini karşılayacak.

-İŞÇİNİN BİLGİSAYARINDAKİ KİŞİSEL BİLGİLER-

Bilgisayar ortamında saklanabilen verilerin kullanılması konusunda işçinin korunması amacıyla sınırlama getiren yasaya göre, işveren, işçiye ait kişisel verileri, ancak işçinin işe yatkınlığıyla ilgili veya hizmet sözleşmesinin ifası için zorunlu olduğu ölçüde kullanabilecek.

İşçi, kusuru olmaksızın hastalık veya kaza gibi sebeplerle iş göremezse, işveren, sosyal sigortalar yardımlarından yararlanamayan, bir yıla kadar çalışmış işçinin bakımını ve tedavisini, 2 hafta süreyle üstlenecek.

-İBRA SÖZLEŞMELERİ-

Hizmet sözleşmelerine, sadece işçi aleyhine konulan ceza koşulu, geçersiz olacak. İşçinin işverenden alacağına ilişkin ibra sözleşmesinin yazılı olması durumunda, ibra tarihi itibariyle sözleşmenin sona ermesinden başlayarak, en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması, ibra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi, ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka aracılığıyla yapılması şartı aranacak. Bu unsurları taşımayan ibra sözleşmeleri veya ibraname, hükümsüz sayılacak.

-TATİL VE İZİNLER-

İşveren, işçiye her hafta, kural olarak pazar günü veya durum ve koşullar buna imkan vermiyorsa, bir tam çalışma günü izin verecek. Hizmet sözleşmesinin feshi halinde ise bildirim süresi içinde işçiye ücretinde bir kesinti yapmaksızın günde 2 saat iş arama izni verilecek.

İşveren, en az bir yıl çalışmış olan işçilere, yılda en az 2 hafta, 18 yaşından küçük işçiler ile 50 yaşından büyük işçilere de en az 3 hafta ücretli yıllık izin verecek.

Yıllık ücretli izinler, kural olarak aralıksız biçimde verilecek, ancak tarafların anlaşması durumunda izin süresi ikiye bölünebilecek.

İşveren, işçiye, yıllık izin ücretini, peşin veya avans olarak verecek. İşçi, izin parasını alarak, yıllık izininden feragat edemeyecek. Hizmet sözleşmesinin herhangi bir nedenle sona ermesi durumunda, işçinin kullanmadığı izinlerin ücreti, en son aldığı ücret üzerinden işçiye, işçinin ölmesi durumunda da hak sahiplerine ödenecek. Kullanılmayan yıllık izin ücretine ilişkin zaman aşımı da hizmet sözleşmesinin sona erdiği tarihten itibaren işlemeye başlayacak.

İşçi, haklı sebep olmaksızın hizmet sözleşmesi feshedilirse, sözleşme süresince kazanabileceği miktarı, tazminat olarak isteyebilecek.

İşçinin haklı sebep olmaksızın işe başlamadığı veya aniden işi bıraktığı hallerde işveren, aylık ücretin dörtte birine eşit bir tazminat isteme hakkına sahip olacak. İşveren, ayrıca ek zararlarının giderilmesini de isteyebilecek.

İşveren, ölen işçinin eşine ve ergin olmayan çocuklarına, yoksa bakmakla yükümlü olduğu kişilere, ölüm gününden başlayarak 1 ay, hizmet ilişkisinin 5 yıldan uzun süre devam etmesi durumunda 2 aylık ücret tutarında ödeme yapacak.

Rekabet yasağına aykırı davranan işçi, bunun sonucu olarak işverenin uğradığı bütün zararları gidermekle yükümlü olacak.

-EVDE HİZMET SÖZLEŞMESİ-

İşçi, işverenin verdiği işi, evinde kendisi veya aile bireyleriyle ücret karşılığı yapabilecek. İşçi, bir mağaza için, kendi evinde giysi dikip vermeyi, ürün paketlemeyi üstlenebilecek.

İşverenin, ücret ve malzeme bedelini yazıyla bildirmediği durumlarda, bu işlerde uygulanan alışılmış ücret ve bedel geçerli olacak.

İşçi, işveren tarafından sağlanan malzeme ve araçları özenle kullanacak, kalan malzeme ve araçları işverene teslim edecek.

İşçinin ücreti, aralıksız olarak çalıştırılıyorsa, 15 günde bir ya da işçinin rızasıyla ayda bir, aralıklı olarak çalıştırıldığı takdirse ise ürünün tesliminde ödenecek.

İşçiyi aralıksız şekilde çalıştıran işveren, işçinin kişiliğinden kaynaklanan sebeplerle ve kusuru olmaksızın çalışamadığı durumlarda da ücretini ödeyecek. Yani işçi, kusuru olmaksızın tutuklandığı ya da hastalandığı durumlarda da ücretini almaya devam edecek.

-YAYIM SÖZLEŞMESİ-

Yayım sözleşmesinin geçerliliği, yazılı şekilde yapılmış olmasına bağlı olacak.

Baskı adedini belirlemede yayımcıya serbestlik tanıyan mevcut düzenleme yerine, taraflar, süreli yayım sözleşmesi yaparken, süreyi veya baskı adedini kararlaştırmak zorunda olacak.

Eser sahibinin ölümünden sonra, mirasçıları eserde güncelleştirme yapabilecek. Yayımcı, eser sahibinin haleflerine güncelleştirme olanağı vermeden yeni bir basım yapamayacak ve eseri çoğaltamayacak.

Evlenme simsarlığından doğan ücret için dava açılamayacak, takip yapılamayacak.

Otopark işletmecileri, kendilerine bırakılan araçların zarara uğraması veya çalınmasından sorumlu olacak. Ancak, otopark işletenlerin sorumluluğu, kendilerine veya çalışanlarına bir kusur yüklenmedikçe, söz konusu araç için alınan günlük ücretin 10 katını aşamayacak.

-KEFİL OLMADA EŞ RIZASI-

Kefalet sözleşmesi, yazılı şekilde yapılmadıkça ve kefilin sorumlu olacağı azami miktar ile kefalet tarihi belirtilmedikçe geçerli olmayacak. Kefil, sorumlu olduğu azami miktar ile kefalet tarihini, sözleşmede ''kendi el yazısıyla'' belirtecek.

Kefalet sözleşmesinde sonradan ve kefilin sorumluluğunu artıran değişiklikler, kefalet için öngörülen şekle uyulmadıkça hüküm doğurmayacak.

Kefil olmada eş rızası aranmasını düzenleyen yasaya göre, eşlerden biri mahkemece verilmiş bir ayrılık kararı olmadıkça veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı doğmadıkça, ancak diğerinin yazılı rızasıyla kefil olabilecek.

Kefalet sözleşmesinde sonradan yapılan ve kefilin sorumlu olacağı miktarın artmasına veya adi kefaletin müteselsil kefalete dönüşmesine ya da kefil yararına olan güvencelerin önemli ölçüde azalmasına sebep olmayan değişiklikler için eşin rızası aranmayacak.

-BORÇLUYA BAŞVURMADIKÇA KEFİLE TAKİBAT YOK-

Adi kefalette alacaklı, borçluya başvurmadıkça kefili takip edemeyecek. Ancak alacaklı, ''borçlu aleyhine yapılan takipte kesin aciz belgesi alınması, borçlunun Türkiye'de takibatının imkansız hale gelmesi, borçlunun iflasına karar verilmesi ve borçluya konkordato süresi verilmiş olması'' hallerinde, doğrudan kefile başvurabilecek.

Kefil, müteselsil kefil sıfatıyla veya bu anlama gelen herhangi bir ifadeyle yükümlülük altına girmeyi kabul etmişse alacaklı, borçluyu takip etmeden veya taşınmaz rehinini paraya çevirmeden kefili takip edebilecek. Ancak, bunun için borçlunun, ifada gecikmesi ve ihtarın sonuçsuz kalması veya açıkça ödeme güçsüzlüğü içinde olması şartı aranacak.

Birden çok kişi, aynı borca birlikte kefil oldukları takdirde, her biri kendi payı için adi kefil gibi, diğerlerinin payı için de kefile kefil gibi sorumlu olacak.

Borçluyla birlikte veya kendi aralarında müteselsil kefil olarak yükümlülük altına giren kefillerden her biri, borcun tamamından sorumlu olacak.

Kefil, kefalet sözleşmesinde belirtilen azami miktara kadar sorumlu olacak.

Sözleşmede açıkça kararlaştırılmamışsa kefil, borçlunun sadece kefalet sözleşmesinin kurulmasından sonraki borçlarından sorumlu olacak.

Borçlunun iflası sebebiyle asıl borç daha önce muaccel olsa bile, kefile karşı, vadeden önce takibat yapılamayacak.

-KEFALET SÜRESİ-

Hangi sebeple olursa olsun, asıl borç sona erince, kefil borcundan kurtulacak.

Bir kişi tarafından verilen her türlü kefalet, 10 yıl geçmesiyle kendiliğinden ortadan kalkacak.

Kefalet, 10 yıldan fazla bir süre için verilmiş olsa bile, uzatılmış veya yeni bir kefalet verilmiş olmadıkça kefil, ancak 10 yıllık süre doluncaya kadar takip edilebilecek.

-KEFALETTEN DÖNME-

Gelecekte doğacak bir borca kefalette, borçlunun borcun doğumundan önceki mali durumu, kefalet sözleşmesinin yapılmasından sonra önemli ölçüde bozulmuşsa veya mali durumunun, kefalet sırasında kefilin iyiniyetle var saydığından çok daha kötü olduğu ortaya çıkmışsa; kefil, alacaklıya yazılı bir bildirimde bulunarak, borç doğmadığı sürece her zaman kefalet sözleşmesinden dönebilecek.

-UYGULANACAK SÖZLEŞMELER-

Kefaletin şekline, kefil olma ehliyetine ve eşin rızasına ilişkin hükümler, gerçek kişilerce, kişisel güvence verilmesine ilişkin başka ad altında yapılan diğer sözleşmelere de uygulanacak. Böylece kefili koruyucu hükümler, kefalet sözleşmeleri dışındaki, ''üçüncü kişinin fiilini üstlenme, üçüncü kişi yararına sözleşme, iç üstlenme sözleşmesi, borca katılma, sözleşmeye katılma'' gibi sözleşmeler için de geçerli olacak.

1926 yılından bu yana yürürlükte olan Borçlar Kanununu uygulamadan kaldıran yasa, 1 Temmuz 2012'den itibaren yürürlüğe girecek.

-TEŞEKKÜR ETTİLER-

Tasarının yasalaşmasının ardından kısa bir teşekkür konuşması yapan Adalet Bakanı Sadullah Ergin, 23. Dönem Parlamentosunun çok önemli bir tasarıya imza attığını söyledi. Ergin, hukuk mevzuatının en temel kanunlarından biri olan Türk Borçlar Kanunu'nu yeniden inşa ettiklerini ifade ederek, 1998'den bu yana bakanlıklarda başlayan çalışmaların, 12 yıllık bir süreçten sonra bugün sonlandırıldığını belirtti.

Ergin, tasarının hazırlanmasında 120 ayrı kaynaktan görüş alındığını dile getirerek, akademisyenler, sivil toplum örgütleri ve üniversitelerin tasarının olgunlaşmasına büyük katkı sağladığını anlattı. Ergin, gruplara gösterdiği işbirliği için de teşekkür etti.

Adalet Komisyonu Başkanı Ahmet İyimaya ise ''milletin arzuladığı uzlaşma özleminin, TBMM'de gerçekleştiği mutlu zamanın içinde olduklarını'' söyledi.

İyimaya da tasarının yasalaşmasında emeği geçenlere teşekkür etti.

AA
http://www.haber7.com/haber/20110111/Borclar-Kanununa-jet-hiziyla-onay.php
#1085
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun Tasarısı, yüksek mahkemenin yapısı, görevleri, yargılama usulleri; başkan, başkanvekilleri ve üyelerinin seçimi yeniden düzenleniyor.

Anayasa değişikliği kapsamında Anayasa Mahkemesini yeniden yapılandıran tasarı TBMM Başkanlığına sunuldu.

Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun Tasarısı, yüksek mahkemenin yapısı, görevleri, yargılama usulleri; başkan, başkanvekilleri ve üyelerinin seçimi, disiplin ve özlük işleri ile raportörler, raportör yardımcıları ve personelinin nitelikleri, atanmaları, görev ve sorumlulukları, disiplin ve özlük işlerine ilişkin düzenlemeler getiriyor.

''Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun Tasarısı''na göre, Anayasa Mahkemesinde oluşturulacak iki bölüm bireysel başvuruları karara bağlayacak. Mahkeme üyeleri 12 yıllığına seçilecek ve bir kimse iki defa üye olamayacak.

Tasarıya göre, mahkeme, kanun ve kanun hükmünde kararnamelerle, TBMM İçtüzüğünün veya bunların belirli madde veya hükümlerinin şekil ve esas bakımından, Anayasa değişikliklerinin ise sadece şekil açısından Anayasa'ya aykırılığı iddiasıyla açılan iptal davalarına bakacak.

Yüksek Mahkeme, mahkemelerce itiraz yoluyla intikal ettirilen işleri de karara bağlayacak.

Bireysel başvuruları da görüşecek olan Mahkeme, Cumhurbaşkanını, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanını, Bakanlar Kurulu üyelerini, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi başkan ve üyelerini, Başsavcılarını, Cumhuriyet Başsavcıvekilini, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Sayıştay başkan ve üyelerini, Genelkurmay Başkanı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlarıyla, Jandarma Genel Komutanının görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılayacak.

Anayasa Mahkemesi, siyasi partilerin kapatılmasına ve devlet yardımından yoksun bırakılmasına ilişkin davalarla ihtar başvuruları ve dağılma durumunun tespiti istemlerini karara bağlamayı sürdürecek.

Siyasi partilerin mal edinimleriyle, gelir ve giderlerinin kanuna uygunluğunun denetimini yapmak veya yaptırmak da Mahkemenin görevleri arasında yer alacak.

Anayasa Mahkemesi, milletvekillerinin yasama dokunulmazlıklarının kaldırılmasına veya milletvekilliklerinin düşmesine ya da milletvekili olmayan Bakanların dokunulmazlıklarının kaldırılmasına TBMM tarafından karar verilmesi durumunda ilgili milletvekili veya bir diğer milletvekilinin Anayasa, kanun veya TBMM İçtüzüğü hükümlerine aykırılık iddiasına dayanan iptal istemlerini de karara bağlayacak.

Mahkemenin kendi bütçesi olacak. Bütçenin belirlenmesinde Mahkemenin görevlerini bağımsız ve eksiksiz bir şekilde yapmasına engel olacak türden kısıtlamalar yapılamayacak.

-EŞİT OYA ÇÖZÜM-

Mahkeme, 17 üyeden oluşacak. TBMM, 2 üyeyi Sayıştay Genel Kurulunun kendi başkan ve üyeleri arasından, her boş yer için göstereceği üçer aday içinden, bir üyeyi ise baro başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri 3 aday içinden yapacağı gizli oylamayla seçecek. TBMM'de yapılacak bu seçimde, her boş üyelik için ilk oylamada üye tam sayısının üçte iki ve ikinci oylamada üye tam sayısının salt çoğunluğu aranacak. İkinci oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamada en çok oy alan iki aday için üçüncü oylama yapılacak. Üçüncü oylamada en fazla oy alan aday üye seçilmiş olacak. İkinci ve üçüncü tur oylamalarda oyları eşit olan adaylar arasında eşitlik bozulana kadar oylama tekrarlanacak.

Anayasa değişikliğinden sonra Sayıştay kontenjanından üye seçiminin 2. turunda 2 aday aynı oyu almış, eleme yapılamadığı ve değişiklikte bu konu açıklığa kavuşturulmadığı için 2. tur oylama yenilenmişti.

Cumhurbaşkanı; 3 üyeyi Yargıtay, iki üyeyi Danıştay, bir üyeyi Askerî Yargıtay, bir üyeyi Askeri Yüksek İdare Mahkemesi genel kurullarınca kendi başkan ve üyeleri arasından her boş yer için gösterecekleri 3'er aday içinden; en az ikisi hukuk bilim dallarından olmak üzere 3 üyeyi Yükseköğretim Kurulunun yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında görev yapan ve kendi üyesi olmayan öğretim üyeleri arasından her boş yer için göstereceği 3'er aday içinden; 4 üyeyi üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hâkim ve savcılar ile en az 5 yıl raportörlük yapmış Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından seçecek.

Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve Sayıştay genel kurullarıyla, Yükseköğretim Kurulu ve baro başkanlarınca Mahkeme üyeliğine aday göstermek için yapılacak seçimlerde en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılacak. Seçimler tek turda yapılır ve her bir üye her boş üyelik için üç adaya oy kullanabilecek. Oyları eşit olan adaylar arasında eşitlik bozulana kadar oylama tekrarlanacak.

-EMEKLİYE SEVK EDİLEMEYECEK-

Mahkeme üyeleri 12 yıl için seçilecek. Bir kimse iki defa üye seçilemeyecek.

Başkan ve üyeler azlolunamayacak, kendileri istemedikçe görev süreleri dolmadan veya 65 yaşından önce emekliye sevk edilemeyecek.

Başkan ve üyeler, yazılı olarak emekliliklerini isteyebilecekler, görevlerinden çekilebilecek.

-EMEKLİ OLMADAN GÖREV SÜRESİ DOLANLARA TAZMİNAT-

Görev süresini tamamlayan, ancak, emeklilik şartlarını taşımayan Başkan ve üyelere, herhangi bir gelir getirici faaliyette bulunmamak kaydıyla Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda öngörülen emekliye ayrılmadaki yaş ve hizmet süresine ilişkin asgari koşullara ulaşıncaya kadar son aylıklarının net tutarlarının üçte ikisi tazminat olarak Mahkeme bütçesinden ödenecek.

Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi tarafından gösterilecek adaylar arasından seçilen üyenin, ordu mensubu olmaktan doğan emeklilikle ilgili bütün hakları saklı olacak.

Anayasa Mahkemesi Başkanı, üyeler arasından gizli oyla ve üye tam sayısının salt çoğunluğuyla 4 yıl için seçilecek. Süresi bitenler yeniden seçilebilecek.

-GENEL KURUL VE BÖLÜMLER-

Mahkeme, Genel Kurul, bölümler ve komisyonlardan oluşacak.

Genel Kurul, Mahkemenin 17 üyesinden oluşacak. Genel Kurul, Başkanın veya belirleyeceği başkanvekilinin başkanlığında en az 12 üye ile toplanacak.

Genel Kurul, iptal ve itiraz davalarıyla, Yüce Divan sıfatıyla yürütülecek yargılamalara bakacak, siyasi partilere ilişkin mali denetimi yapacak, dava ve başvuruları karara bağlayacak.

Bölümler arasındaki iş bölümünü yapmak ve bölümler arasında meydana gelen işbölümü uyuşmazlıklarını kesin karara bağlamak da Genel Kurulun görevleri arasında yer alacak.

Mahkemede, bireysel başvuruları karara bağlamak üzere bir başkanvekili başkanlığında 7'şer üyesi olan 2 bölüm bulunacak. Bölümler, bir başkanvekilinin başkanlığında 4 üyenin katılımıyla toplanacak.

Mahkemede, raportörlere yardımcı olmak üzere raportör yardımcısı da görevlendirilecek.

Anayasa Mahkemesi'ne, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla herkes başvurabilecek.

TBMM'ye sunulan Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usülleri Hakkında Kanun Tasarısı'na göre, mahkeme, görevlerini yerine getirirken ihtiyaç görülmesi halinde, hakim, savcı ve Sayıştay denetçileri ile kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanlardan memur ve diğer kamu görevlisi statüsünde olanlar Mahkemede geçici olarak görevlendirilebilecek.

Mahkeme Başkanlığında; kadroları karşılık gösterilmek suretiyle, sözleşmeli olarak basın müşaviri ve mütercim çalıştırılabilecek.

Başkan, Mahkemenin ihtiyaç duyduğu alanlarda projelerin hazırlanması, gerçekleştirilmesi, işletilmesi ve işlerliği için şart olan zaruri ve istisnai hallere münhasır olmak üzere özel bir meslek bilgisi ve ihtisasını gerektiren işlerde hizmet alımı yoluyla yerli ve yabancı uzman çalıştırmaya yetkili olacak.

Mahkemenin hizmet birimlerinde çalışan 657 sayılı Kanuna tabi personel, Adalet Bakanlığınca Bakanlık merkez ve taşra teşkilatı kadrolarına atanabilecek.

-İNCELEME VE YARGILAMA USULLERİ-

Kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin, TBMM İçtüzüğünün veya bunların belirli madde ya da hükümlerinin esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla Cumhurbaşkanı, iktidar ve anamuhalefet partisi Meclis grupları, TBMM üye tamsayısının en az beşte biri oranındaki üyeleri, doğrudan doğruya iptal davası açmaya yetkili olacak.

İktidarda birden fazla siyasi partinin bulunması halinde, iktidar partilerinin dava açma hakkını en fazla üyeye sahip olan parti kullanacak.

Anayasa değişikliklerinin, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve TBMM İçtüzüğünün şekil bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla iptal davası açmaya Cumhurbaşkanı veya TBMM üye tam sayısının en az beşte biri oranındaki milletvekilleri yetkili olacak.

-ŞEKİL BAKIMINDAN İPTAL DAVASI VE SINIRI-

Şekil bakımından denetim; Anayasa değişikliklerinde teklif çoğunluğuna, oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı; kanunların ve TBMM İçtüzüğünün son oylamasının öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı; kanun hükmünde kararnamelerin ise yetki kanununda öngörülen süre içinde çıkarılıp çıkarılmadığı ile Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu üyelerinin imzalarının bulunup bulunmadığı hususlarıyla sınırlı olacak.

Anayasa değişikliklerine karşı iptal davaları yalnız şekil bakımından aykırılık iddiası ile açılabilecek.

Şekil bozukluğuna dayanan iptal davaları Mahkeme tarafından öncelikle incelenerek karara bağlanacak.

Şekil bozukluğuna dayanan Anayasaya aykırılık iddiası mahkemeler tarafından ileri sürülemeyecek.

-İPTAL DAVASI AÇMA SÜRESİ-

Esas bakımından iptal davası açma yetkisi Resmi Gazete'de yayımlandıkları tarihten başlayarak altmış gün; şekil bakımından iptal davası açma yetkisi ise Resmi Gazete'de yayımlandıkları tarihten başlayarak on gün sonra düşecek.

İptal davası, siyasi parti gruplarının genel kurullarının, üye tam sayısının salt çoğunluğu ile alacakları karar üzerine açılabilecek.

Dava, TBMM üyeleri tarafından açıldığı takdirde dilekçede, kendilerine Mahkemece tebligat yapılmak üzere, iki üyenin adının gösterilmesi gerekecek.

Mahkemece, başvuru dilekçesinde eksiklikler varsa kararla saptanarak onbeş günden az olmamak üzere verilecek süre içinde tamamlanması ilgililere tebliğ edilecek. Belirtilen süre içinde eksikliklerin tamamlanmaması halinde Genel Kurulca iptal davasının açılmamış sayılmasına karar verilecek.

İptal davalarında Mahkemece esasın incelenmesine karar verilmesi halinde, dava dilekçesi ile ekleri TBMM ile Başbakanlığa gönderilecek ve bu makamlar, iptal davasıyla ilgili yazılı görüşlerini değerlendirilmek üzere Mahkemeye bildirebilecek.

-İTİRAZ YOLU-

Taraflarca ileri sürülen Anayasaya aykırılık iddiası davaya bakan mahkemece ciddi görülmezse bu konudaki talep, gerekçeleri de gösterilmek suretiyle reddedilecek. Bu husus esas hükümle birlikte temyiz konusu yapılabilecek.

Evrakın kayda girişinden itibaren on gün içinde başvurunun yöntemine uygun olup olmadığı incelenecek. Açık bir şekilde dayanaktan yoksun veya yöntemine uygun olmayan itiraz başvuruları, Mahkeme tarafından esas incelemeye geçilmeksizin gerekçeleriyle reddedilecek.

Anayasa Mahkemesi, işin kendisine noksansız olarak gelişinden başlamak üzere beş ay içinde kararını verecek ve açıklayacak. Bu süre içinde karar verilmezse ilgili mahkeme davayı yürürlükteki hükümlere göre sonuçlandıracak. Ancak Anayasa Mahkemesinin kararı, esas hakkındaki karar kesinleşinceye kadar gelirse mahkeme buna uymak zorunda olacak.

Mahkemenin verdiği ret kararının Resmi Gazete'de yayımlanmasından itibaren on yıl geçmedikçe aynı kanun hükmünün Anayasaya aykırılığı iddiasıyla itiraz başvurusu yapılamayacak.

-ANAYASAYA AYKIRILIĞI İLERİ SÜRÜLEMEYECEK DÜZENLEMELER-

Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar ile olağanüstü hallerde, sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnameler aleyhine şekil ve esas bakımından iptal davası açılamaz ve mahkemeler tarafından Anayasaya aykırılık iddiası ileri sürülemeyecek.

Ayrıca; Tevhidi Tedrisat Kanunu, Şapka İktisası Hakkında Kanun, Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Birtakım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun, Türk Kanunu Medenisiyle kabul edilen evlenme aktinin evlendirme memuru önünde yapılacağına dair medeni nikah esası, Beynelmilel Erkamın Kabulü Hakkında Kanun, Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun, Efendi, Bey, Paşa gibi Lakap ve Unvanların Kaldırıldığına Dair Kanun ile Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanunun 7 Kasım 1982 gününde yürürlükte bulunan hükümlerinin Anayasaya aykırı olduğu iddia edilemeyecek.

-BİREYSEL BAŞVURU HAKKI-

Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilecek.

İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ya da yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekecek.

Yasama işlemleri ile düzenleyici idari işlemler aleyhine doğrudan bireysel başvuru yapılamayacağı gibi Anayasa Mahkemesi kararları ile Anayasanın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemler de bireysel başvurunun konusu olamayacak.

Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilecek.

Kamu tüzel kişileri bireysel başvuru yapamayacak. Özel hukuk tüzel kişileri yalnızca tüzel kişiliğe ait haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilecek.

Yalnızca Türk vatandaşlarına tanınan haklarla ilgili olarak yabancılar bireysel başvuru yapamayacak.

-BİREYSEL BAŞVURU USULÜ-

Bireysel başvurular, Kanunda ve İçtüzükte belirtilen şartlara uygun olarak doğrudan ya da mahkemeler veya yurt dışı temsilcilikler vasıtasıyla yapılabilecek.

Bireysel başvurular harca tabi olacak.

Başvuru, kanun yollarını tüketen nihai işlemin başvurucuya tebliğ edildiği tarihten, kanun yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten başlayarak otuz gün içinde yapılması gerekecek.

Mahkeme, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımayan ve esas hakkında karar verilmesini gerektirmeyen ve başvurucunun önemli bir zarara uğramadığı başvuruları reddedebilecek.

Kabul edilebilirlik şartlarını taşımadığına oybirliği ile karar verilen başvurular hakkında, kabul edilemezlik kararı verilecek. Kabul edilemezlik kararları kesin olacak.

Komisyonlar ve Bölümler bireysel başvuruları incelerken her türlü araştırma ve incelemeyi yapabilecek, bilirkişi incelemesi ya da keşif yapılmasına karar verebilecek.

Mahkeme, incelemesini dosya üzerinden yapmakla birlikte, gerekli görürse duruşma yapılmasına da karar verebilecek.

Esas inceleme aşamasında, başvurucunun temel haklarının korunması için zorunlu gördükleri tedbirlere resen veya başvurucunun talebi üzerine karar verebilecek. Tedbire karar verilmesi halinde, esas hakkındaki kararın en geç altı ay içinde Resmi Gazete'de yayımlanması gerekecek aksi takdirde tedbir kararı kendiliğinden kalkacak.

Bireysel başvuru ile ilgili maddeler 23 Ağustos 2012 tarihinde yürürlüğe girecek.

AA
http://www.haber7.com/haber/20110111/Anayasa-Mahkemesi-icin-yasa-teklifi.php
#1086
Adalet Bakanı Ergin, hakim-savcı alımlarında yaşanan sıkıntılarla ilgili açıklama yaptı. Ergin, 2006 yılından bugün yaşananları özetledi, 'engellendik' imasında bulundu. Ergin, yeni alım için avukatlara "hazır olun" dedi.

Ergin, Adalet Bakanlığına gelişinde, gazetecilerin ''Danıştay Başkanı Mustafa Birden'in kendisinden özür beklediği'' yönündeki açıklamalarına ilişkin sorularını yanıtladı.

Bakanlığın yaptığı tespitlerden kimsenin rahatsız olmaması gerektiğini ifade eden Ergin, ''Bizim söylediklerimizde bir yanlış varsa, Danıştay 4 tane yürütmeyi durdurmayı vermemişse iptal kararları vermemişse Anayasa Mahkemesinin mevzuata uygunluk kararlarından sonra bile bu yürütmeyi durdurmaları vermişse bunları tekrar kendisinin değerlendirmesi lazım'' dedi.

Ergin, söylediklerinde bir yanlış varsa, bunların ortaya konulabileceğini belirterek, ancak kendilerinin olan hadiseleri alt alta koyup anlattığını, bunun dışında yaptıkları bir şey olmadığını söyledi. Ergin, ''Bir özür borcu varsa adalet bekleyen, yıllardır dosyalarında karar bulamayan vatandaşlarımızdan topyekun bir özür borcumuz var. Yüksek yargının, siyaset kurumunun hep birlikte...'' diye konuştu.

"YARGININ BAĞIMSIZ OLMASI, EGEMENLİĞİN KAYNAĞI OLAN MİLLETE KARŞI SORUMSUZ OLDUĞU ANLAMINA GELMEZ"

Adalet Bakanı Sadullah Ergin, yargının bağımsız olmasının, egemenliğin kaynağı olan millete karşı sorumsuz olduğu anlamına gelmeyeceğini belirterek, "Kamuoyunun beklediği sorulara cevap vermek yerine, Adalet Bakanlığını ve Bakanı suçlamak çözüm değildir. Bakanın yaşıyla başıyla uğraşarak, bunlara cevap vererek bu bekleyen cevapları karşılamış olmazsınız" dedi.

Ergin, Adalet Bakanlığına gelişinde, gazetecilerin "Danıştay Başkanı Mustafa Birden'in kendisinden özür beklediği" yönündeki açıklamalarına ilişkin sorularını yanıtladı. Bakan Ergin, bu noktaya nasıl gelindiğine bakmak gerektiğini belirterek, Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) tahliye sürelerine ilişkin 102. maddesinin yürürlüğe girmesiyle beraber yaşanan tahliyelere ilişkin tartışmaları hatırlattı.

Bu tartışmalarda, "İstinaf Mahkemeleri niçin devreye girmedi?", "Yeterli hakim-savcı niçin alınamadı?" sorularının kendilerine yöneltildiğini dile getiren Ergin, "Biz kamuoyuna karşı siyaseten de sorumlu bir kurumuz ve soruların cevabını elbette topluma, halka vermek zorundayız. Bu anlamda yaşanan süreci anlattık" dedi.

2006'DAN SONRA 'ENGELLENDİK' İMASI

İstinaf mahkemelerinin devreye alınabilmesi için 2007 yılında Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna (HSYK) teklif götürdüklerini, ancak HSYK'nın haklı olarak o gün itibariyle fiziki altyapının tamamlanması ve hakim-savcı sayısının yeterli noktaya sokulmasından sonra istinaf mahkemelerinin devreye alınması yönünde bir karar aldığını anımsatan Ergin, aynı yaklaşımın Yargıtay tarafından da dile getirildiğini ifade etti. Ergin, "Bu süreç içerisinde hakim-savcı sayısının yeterli noktaya taşınması için yapılan çalışmaların 2006'dan sonra çok sık kesintiye uğradığını, Danıştay'ın yürütmeyi durdurma ve iptal kararlarıyla hakim-savcı adayı alım sürecinin engellendiğini" aktardı.

"YARSAV'IN KURULMASINDAN SONRA..."

Danıştay'ın 2006 yılına kadar, hakim-savcı adayı alımı sınav ve mülakatına ilişkin davaları reddettiğini ve Bakanlığın yapmış olduğu işlemlerin hukuk normlarına uygun olduğuna dair çok sayıda içtihadı bulunduğunu kaydeden Ergin, "Ama her ne olduysa 2006'dan sonra yaşanan hadiselere baktığımızda öncelikle YARSAV'ın kurulmasından sonra açılan ilk davada yürütmeyi durdurma kararı veriliyor" dedi.

Bu karara karşı Bakanlığın yaptığı itirazın İdari Dava Daireleri Kurulunca kabul edildiğini, ancak "Bakanlığın yaptığı işlem yasaya uygun ama yasa Anayasa'ya aykırıdır" gerekçesiyle 2802 sayılı yasadaki ilgili düzenlemenin Anayasa'ya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine taşındığını anlatan Ergin, Anayasa Mahkemesinin 2007 yılının başında Adalet Bakanlığının alım işlemlerinin Anayasa'ya uygun olduğuna karar verdiğini anımsattı.

''DÜNYANIN NERESİNE GİDERSENİZ GİDİN BU SÜREÇ MAALESEF BİR ENGELLEME İZLENİMİ DOĞURUYOR''

Ergin, şunları kaydetti: "Bu tartışmanın burada bitmesi beklenirken bu defa Danıştay Başkanlığı mülakatların subjektif olduğu gerekçesiyle yeniden bir yürütmeyi durdurma kararı veriyor. Danıştay'ın vermiş olduğu karar doğrultusunda Parlamento mülakatın tanımını yapan ve objektif kriterlere bağlayan bir yasa düzenlemesi yapıyor.

'Tartışma burada bitecek, bundan sonra bir şey olmayacak' diye düşünürken, bu defa ÖSYM'nin yapmış olduğu sınavlarda puanlama sisteminin yasaya aykırı olduğu iddiasıyla yapılan itirazı Danıştay kabul ediyor ve yürütmeyi durdurma kararı veriyor.

Bu defa Bakanlık tekrar ÖSYM ile devreye girerek puanlama sisteminin değiştirilmesini ve Danıştay'ın arzu ettiği istikamette puanlamayı yapmasını istiyor ve bu düzenleme de Danıştay'ın istediği şekle getiriliyor. Tam burada 'bu sorun bitti' derken, bu defa da yine açılan bir dava ile mülakatlara kamera konulmasına dair 2008 yılı sonu 2009 yılı başında iki ayrı yürütmeyi durdurma kararları veriliyor."

Bakan Ergin, bu kararlara karşı Bakanlığın, yürütmeyi durdurma talepli temyizde bulunduğunu, yürütmeyi durdurma taleplerine karşın 2 yıllık sürede bu istemin henüz sonuçlandırılmadığını belirterek, "Ama aynı süre içinde Sağlık Bakanlığının Tam Gün Yasası'yla ilgili işlemleri anında durduruluyor, katsayı düzenlemesine ilişkin itirazlar anında karşılık buluyor ve karar çıkıyor. Sağlık Bakanlığının basın açıklamasına 24 saatte yürütmeyi durdurma kararları çıkıyor. Ama Adalet Bakanlığının 2 sene boyunca beklediği karar bir türlü çıkmıyor" diye konuştu.

Bundan sonraki süreçte sınavların tekrar durdurulmaya başlandığını, Ankara İdare Mahkemesinin 300 hakim alımıyla ilgili sınavda bu defa tüm adayların sınavlarını durdurma kararı verdiğini anlatan Ergin, şunları kaydetti: "Burada takip edilen yönteme bakılınca, bunları peş peşe sıraladığınızda, bu yaşanan hadiseleri Bakanlık anlatmış, hakim-savcı alımının niçin yeterli düzeye getirilemediğini kamuoyuna karşı izah etmiştir.

Adalet Bakanlığının kamera koymasını arayan Danıştay, Milli Savunma Bakanlığının yaptığı sözleşmeli subay alım sınavında kamera kaydına gerek olmadığına hükmediyor. Bütün bu değerlendirmeleri yaptıktan sonra bunları alt alta koyun, yan yana koyun, üst üste koyun nasıl yaparsanız yapın. Ama dünyanın neresine giderseniz gidin bu süreç maalesef bir engelleme izlenimi doğuruyor. Bütün bunları aktardık, bunları aktardıktan sonra basın mensupları şunu sordular; 'Niçin 2006'dan sonra peş peşe bunlar geldi. 2006'ya kadar hiç bir itirazı kabul etmeyen Danıştay 2006'dan sonra bu kadar iyileştirmelere rağmen tekrar tekrar yürütmeyi durdurmaları niçin verdi?' diye soruldu. Ben de o zaman gazetelerde yayınlanmış olan günlüklerdeki mülakata bakmalarını önerdim. Bakanlığın yapmış olduğu tespitlerden kimsenin rahatsız olmaması gerekir."

8 YIL İÇİNDE 4 BİN 900 CİVARINDA HAKİM-SAVCI

Sadullah Ergin, bir gazetecinin, "AK Parti bugüne kadar kaç hakim-savcı atadı. Bir rakam verebilir misiniz?" sorusu üzerine, 8 yıl içinde 4 bin 900 civarında hakim-savcı alabildiğini söyledi. Bunların bir kısmının meslekten ayrılan, emekli olan hakim ve savcıların tamamlanmasına dönük olarak alındığını, toplamda şu ana kadar yüzde 26'lık bir artış sağlanabildiğini bildiren Ergin, ama aynı dönemde diğer hizmetlerde, yazı işleri müdürü, zabıt katibi, adli işlemlerde çalışan personel artışının yüzde 54'ün üzerinde olduğunu, son alımlarla bu rakamın yüzde 74'e ulaşacağını anlattı.

''YARGIDA REFORM LAZIM, SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ DA İFADE EDİYOR. BU REFORM SÜRECİ BAŞLAMIŞTIR. ŞU ANDA O SÜRECİN İÇERESİNDEYİZ VE HER GEÇEN GÜN İLAVE TEDBİRLERLE O SÜREÇ GÜÇLENDİRİLMEKTEDİR''

İdari personel alımında sorun yaşamazken, hakim-savcı alımında 2006 yılından sonra ciddi sorun yaşadıklarını yineleyen Ergin, şöyle devam etti:

"Sadece bunun sebebini kamuoyuna izah etmek zorundayız, siyaseten topluma hesap vermek durumunda olan bir kurumuz. Yargının bağımsız olması, egemenliğin kaynağı olan millete karşı sorumsuz olduğu anlamına gelmez. Kamuoyunun beklediği sorulara cevap vermek yerine, Adalet Bakanlığını ve Bakanı suçlamak çözüm değildir. Bakanın yaşıyla başıyla uğraşarak, bunlara cevap vererek bu bekleyen cevapları karşılamış olmazsınız. Cevap bekleyen konular, bahsettiğim hususlardır. 4-5 yıl içeresinde 4 tane yürütmeyi durdurma, iptal kararları ve Anayasa Mahkemesinin uygunluk kararına rağmen ki bu karar Danıştay'ı da bağlayan bir karardır, Danıştay da Anayasa Mahkemesi kararına uymak zorundadır. Bütün bu hadiseleri anlattık. Bunlardan kimse rahatsız olmasın, burada bir sorun varsa bu sorunun çözümü için bunları söylüyoruz. Herkes kendi imkanlarıyla bu sorunun çözümüne katkı sunmak durumundadır."

Bakan Ergin, yargının problemlerine ilişkin Adalet Bakanlığının Avrupa Birliğine uyum çerçevesinde önemli çalışmalar yaptığını, Yargı Reformu Strateji Belgesi'nin ve 5 yıllık stratejik planın kamuoyuyla paylaşıldığını anımsattı.

Ergin, "Yargıda Reform lazım, Sayın Cumhurbaşkanımız da ifade ediyor. Bu reform süreci başlamıştır. Şu anda o sürecin içeresindeyiz ve her geçen gün ilave tedbirlerle o süreç güçlendirilmektedir. Bugün öğleden sonra Parlamento'da başlayacak süreçte de bir çok yasanın geçmesini sağlayacağız. Bu sorunları küçülterek, geleceğe doğru yürüyeceğiz" diye konuştu.

Adalet Bakanı Ergin, "Yeni sınavlar yapacaksınız. Bunlarla ilgili de Danıştay'dan iptal kararları bekliyor musunuz? İptal kararları çıkmaya devam ederse atacağınız farklı bir adım olacak mı?" sorusuna karşılık, ÖSYM ile çalışmaların devam ettiğini, sınav sayısını artıracaklarını belirtti.

AVUKATLARA 'SINAVA HAZIR OLUN' ÇAĞRISI

Ergin, bu yıl içeresinde 4-5 sınav yapmayı planladıklarını kaydeden Ergin, "Buradan hakim-savcı adaylığı düşünen hukuk mezunlarına, aynı zamanda avukatlarımıza da sesleniyorum; kamuda çalışan veya barolarımızda serbest olarak avukatlık yapan meslektaşlarımız, yapacağımız sınavlara şimdiden hazırlansınlar. Çok sayıda hakim-savcı alımı için sınava çıkıyoruz. Bu kadroyu güçlendirmek yapılacak ilk çalışmadır, ondan sonra diğer tedbirler de eş zamanlı olarak devam ediyor. Biz konuşmaktan çok iş yapmak durumunda olan tarafız. Dolayısıyla bundan sonraki süreçte icraatlarımızla bizi izleyeceksiniz" dedi.

HABER 7-AA
http://www.haber7.com/haber/20110111/Erginden-hakimsavci-alimi-aciklamasi.php
#1087
ERCAN BAYSAL

Siyasi partilerin, Türk Ticaret Kanunu ve Borçlar Kanunu için uzlaşmaya varmasıyla gözler tasarıların yasalaşma sürecine çevrildi.

İş dünyasının da destek verdiği uzlaşmayı değerlendiren Sanayi Bakanı Nihat Ergün, muhalefetin desteği ile düzenlemelerin 2-3 gün içinde Meclis'ten geçebileceğini söyledi. Ergün, "Ancak önergelerle tıkarlarsa zor olur. Bu yasaların çıkarılması için yoğun bir talep var. Muhalefetin de bunu dikkate alarak destek vermesini bekliyoruz." dedi.

1956 yılında yürürlüğe giren Türk Ticaret Kanunu'nun (TTK) yeniden düzenlenmesi için ilk adım 1999'da atılmıştı. Hazırlanan taslak, 2007 yılında Meclis gündemine taşındı. Ancak araya seçim dönemi girdiği için görüşmeler bir türlü başlayamadı. Kasım 2008'de görülen acil gereklilikler sebebiyle mevcut TTK'nın 70 maddesi TBMM'de yeni TTK taslağından alınan maddelerle değiştirildi. Yeni kanun, iş dünyasının iş yapma biçimini tümüyle yeniden düzenliyor. 1926 tarihli Borçlar Kanunu'nun yenilenmesi için de ilk çalışmalar 1997'de başlamıştı. Kanunun daha sade ve günün şartlarına ayak uyduran bir şekilde dönüştürülmesi hedefleniyor.

Orman vasfını kaybetmiş 2-B arazilerine ilişkin çalışmalara da değinen Bakan Nihat Ergün, bu arazilerinin satışının seçim öncesinde tamamlanabileceğini kaydetti. Bu problemin bir an önce çözüme kavuşması gerektiğini dile getiren Ergün, peşin ödeme yapanlara indirim ve taksit seçeneği gibi alternatiflerle çeşitli kolaylıklar sağlanabileceğini kaydetti. Ergün, "Bu düzenlemenin çoktan yaşama geçmesi gerekirdi. 'Orman arazilerini satıyorsunuz' denilerek durduruldu. Oysa bu, orman arazisi satışı değil. O arazilere köyler, şehirler kurulmuş. Yaşama geçerse milyonlarca kişinin mülkiyet sorunu çözülmüş olacak. Bir bedel karşılığı verilecek. İnsanların peşin parasının olması mümkün değil. Peşin alana fiyat farklı olur." diye konuştu. Ocak ayında Meclis'e sunulması düşünülen 2-B'lere ilişkin yasa taslağına göre, ilk aşamada kadastro işlemleri tamamlanan ve büyük bölümü sahil şeridinde yer alan 36 ildeki araziler satışa çıkarılacak.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1061446



BU HAFTA VE ÖNÜMÜZDEKİ HAFTA TASARILAR MECLİSTE GÖRÜŞÜLEREK KANUNLAŞTIRILACAK

TBMM - Meclis, 3 bin maddeye yaklaşan 3 temel tasarıyı yasalaştırmak için bu hafta yoğun mesai harcayacak.

TBMM Genel Kurulunun uzun süredir gündeminde bulunan Türk Ticaret Kanunu Tasarısı, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı, Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısı, Türk Ticaret Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısı ile Hukuk Muhakemeleri Kanunu Tasarısının görüşülmesine 11 Ocak Salı günü başlanacak. Genel Kurul, Salı günü 15.00-23.00 saatleri arasında çalışacak.
Genel Kurul, tasarılar için 12-13 Ocak Çarşamba ve Perşembe günleri 13.00-23.00 saatleri arasında mesai yapacak. Meclis, tasarıları yasalaştırmak için 14 Ocak Cuma günü de 14.00-23.00 saatleri arasında çalışacak.
Tasarıların gelecek hafta da salı, çarşamba ve perşembe günleri aynı saatler içerisinde çalışılarak yasalaştırılması öngörülüyor.
Adalet Komisyonunda uzun çalışmanın konusu olan tasarıların kadük olmaması için çabalar sarfedilmiş ve açıklamalar yapılmıştı.
Bunun üzerine, TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin, AK Parti, CHP ve MHP Grup Başkanvekillerinin katılımıyla 1 Aralık Çarşamba günü toplantı yapmıştı. Toplantıda, tasarıların 11-20 Ocak tarihleri arasında görüşülerek yasalaştırılması konusunda uzlaşmaya varılmıştı. Toplantıya mazereti nedeniyle katılmayan BDP Grup Başkanvekili Bengi Yıldız da uzlaşmaya katıldıklarını açıklamıştı.
Oluşturulan ''uzlaştırma komisyonu'', uzlaşmanın ardından çalışmaya başlamış ve 3 bin maddeye yaklaşan tasarılar ile ilgili değişiklik önergelerini belirlemişti. 4 siyasi partinin grup başkanvekilleri, üzerinde uzlaşılamayan önergeler için 6 Ocak Perşembe günü TBMM Başkanı Şahin başkanlığında tekrar bir araya gelerek önergeleri görüşmüştü.
Varılan prensip kararına göre, tüm gruplar İçtüzük çerçevesinde tasarıların mümkün olduğu kadar çabuk geçmesi için çaba sarfedecek.

KOMİSYONLAR
TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu, ''torba tasarının'' görüşmelerine 11 Ocak salı günü devam edecek.
''Türkiye İnsan Hakları Kurumu'' kurulmasını öngören tasarı, 13 Ocak Perşembe günü Anayasa Komisyonunda ele alınacak.
TBMM Çevre Komisyonu, Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısını 13 Ocak Perşembe günü görüşecek. Komisyon, 12 Ocak Çarşamba günü de bazı anlaşmaların onaylanmasına ilişkin 3 kanun tasarısını ele alacak.
Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu, 12 Ocak günü, Kamu Hizmetlerinin Hızlandırılması Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısını görüşecek. Söz konusu tasarı, 13 ocak günü de Adalet Komisyonunda ele alınacak.
Spor Kulüplerinin Sorunları ile Sporda Şiddet Sorununun Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu, bu hafta da çalışmalarına devam edecek.
Komisyon, 11 Ocak salı günü Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Uğur Erdener'i dinleyecek. THY, Ziraat Bankası, Telekom, Beko, Avea, Turkcell, Vodafone, Efes ve Ülker gibi sponsor firmalar, 12 Ocak Çarşamba günü sunum yapacak.
13 Ocak Perşembe günü de Milli Eğitim Bakanlığı bürokratları ile Yeditepe ve Galatasaray Üniversitesinden öğretim üyeleri komisyona bilgi verecek.

AA
http://www.aa.com.tr/tr/meclis-elinden-geleni-yapacak-2.html
#1088
ERCAN BAYSAL 

Orman vasfını kaybetmiş arazilerin satışına ilişkin Maliye Bakanlığı'nın çalışmasının detayları belli oldu.

2-B olarak bilinen bu yerlerin satışı kadastro işlemleri tamamlanan 36 ilden başlayacak ve vatandaş ödeme planında sıkıntıya düşmeyecek. Kırsal kesimde tarımsal arazi için başvuru bedeli 500 lira olarak belirlenirken, aynı rakam belediye mücavir alan sınırının dışındaki yerleşim yerlerinde bin TL olarak uygulanacak. Şehir merkezlerinde yer alan gecekondular için ise 2 bin lira başvuru bedeli alınacak. 2-B'lerin satışından ilk aşamada 10-15 milyar lira gelir elde edilebileceği hesaplanıyor.

Bu miktarlar rayiç bedel belirlendikten sonra ödenecek toplam rakamdan düşülecek. Yine borç yapılandırmasında olduğu gibi 2-B arazilerinin satışında da taksit seçeneği uygulanabilecek. Ödemeyi peşin yapan, indirimden faydalanacak. Kademeli artış öngörülen bu rakamlara ilişkin son kararı siyasi irade verecek. Hükümet, Türk Ticaret Kanunu ve Borçlar Kanunu'nun ardından orman vasfını kaybetmiş arazilere ilişkin çalışmayı tamamlamayı hedefliyor.

Haziran 2011'de yapılacak seçimlere kadar tamamlanması öngörülen 2-B'lerin satışından ilk aşamada 10-15 milyar lira gelir elde edilebileceği hesaplanıyor. Sonraki satışlarla birlikte toplam rakamın 20-25 milyar lirayı bulabileceği kaydediliyor. Teknik düzeyde tamamlanan çalışma hakkında bilgi veren üst düzey bir ekonomi yetkilisi taslağın ilk halinde hak sahiplerinden başvuru bedeli olarak 10 bin lira alınmasının yer aldığını ifade ederek, "Yeni halinde ise rakamı oldukça düşürdük. Burada asıl olan vatandaşın ödemeye ilişkin niyeti. İlk başvuru sırasında yüksek rakam istenmesi halinde birçok kişi bu parayı ödemeyebilirdi." dedi. Aynı yetkili, özellikle kırsal kesimler olmak üzere birçok arazinin toplam değerinin 10 bin liranın altında olabileceğine dikkat çekti.

Teknik çalışmaları tamamlanan 2-B'lere ilişkin düzenlemede hak sahipliği için süre şartı aranmıyor. 2-B'lerin satışını Maliye Bakanlığı koordine ederken hak sahipleri, 3-6 ay içinde başvuruda bulunacak. Bu süre, Bakanlar Kurulu kararı ile uzatılabilecek. Başvurular, illerde defterdarlıklara, ilçelerde ise mal müdürlüklerine yapılacak. 2-B'ler, rayiç bedelleri üzerinden satılacak. Rayiç bedellerinin belirlenmesinde Hazine taşınmazlarının satışındaki kurallar geçerli olacak. Bu çerçevede il ve ilçelerdeki takdir komisyonları, hak sahiplerine satılacak 2-B alanlarıyla ilgili değer tespitinde bulunacak.

En fazla 2-B arazisi Antalya'da

Türkiye'de kamuya ait taşınmaz sayısı 3 milyonu aşıyor. Hazine'nin 3 milyon 214 bin 531 adet gayrimenkulü bulunuyor. Maliye Bakanlığı verilerine göre 181 milyar 176 milyon 943 bin 189 metrekarelik bir alan Hazine mülkiyetinde kalıyor. Hazine'ye ait alanlar, Türkiye'nin yüzde 23'lük bölümünü oluşturuyor. Orman vasfını kaybetmiş arazilerin en fazla bulunduğu şehirlerin başında Antalya geliyor. Antalya'yı Mersin, Balıkesir, Ankara, Sakarya, Muğla ve İstanbul gibi şehirler izliyor. Toplamda 22 bin 254 hektarlık 2-B alanı üzerinde yerleşim yerleri bulunuyor. 2-B arazilerinin 6 bin 624 hektarının üzerinde ilçeler, 8 bin 514 hektarının üzerinde beldeler, 7 bin 35 hektarının üzerinde de köyler yer alıyor. Bu ilçeler arasında İstanbul'un Beykoz, Şişli, Sarıyer, Sultanbeyli ve Çekmeköy; Muğla'nın Bodrum, Marmaris, Fethiye ve Dalaman; Mersin'in Anamur, Sakarya'nın Karasu ve Sapanca; İzmir'in Bornova, Menderes, Karaburun, Ödemiş, Buca ve Güzelbahçe ilçeleri dikkat çekiyor.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1077081&title=2bye-muracaat-icin-koylu-500-sehirli-2-bin-lira-odeyecek
#1089


SALİH HAMURCU   

"Elektronik izleme sistemi" hayata geçiriliyor. İki yıl veya daha altı hapis cezası alanlar 'elektronik kelepçe' ile takip edilecek.

Amerika ve Avrupa başta olmak üzere, dünyanın birçok ülkesinde hüküm giymiş suçluların takibinde kullanılan 'elektronik kelepçe' sisteminin, Türkiye'de de hayata geçirilmesi planlanıyor. Denetimli serbestlik kapsamında, 2 yıl ve altındaki bütün hapis cezalarında uygulanması düşünülen sistem sayesinde, kapasitesinin üzerinde tutuklu bulunan cezaevlerindeki yoğunluğun önüne geçilecek. Elektronik izleme sisteminin kime uygulanacağına ise mahkemeler karar verecek. Bu yöntemle toplumun ve mağdurların korunmasını amaçladıklarını söyleyen Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü Nizamettin Kalaman, kontrolsüz olarak cezaevlerinden tahliye edilen kişilerin de bu yöntemle kontrol altına alınacağını ifade etti.

Elektronik kelepçe, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü'nce Sakarya'da düzenlenen 'Denetimli Serbestlik ve Elektronik İzleme Sistemi Çalıştayı'nda ele alındı. Çalıştayda konuşan Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü Nizamettin Kalaman, yöntemin hükümlülerin topluma kazandırılması için çağdaş bir uygulama olduğunu belirterek, "Ceza infaz sistemine alternatif yöntemler kazandırmak zaruri bir sonuç haline gelmiştir. Cezaevlerinde barındırılan hükümlü ve tutuklu sayısı 120 bin civarında. Buna karşın ceza infaz kurumları, 114 bin 348 yatak kapasitesine sahiptir." dedi. Bu sistemle topluma kazandırılması mümkün olan kişilere şans tanımayı arzuladıklarını ifade eden Kalaman, şöyle konuştu: "Elektronik izleme sistemi, hükümlünün aile hayatı, iş hayatı gibi sosyal çevresi içerisinde kalmasına imkan tanıyor. Bunun yanı sıra hükümlünün içinde bulunduğu durumu aile desteğini alarak kolay atlatmasına imkan veriyor. Bu sistemle şu anda kontrolsüz olarak ceza infaz kurumlarından tahliye edilen kişilerin kontrol altına alınmasını, toplumun ve mağdurların korunmasını amaçlamaktayız.'' Sistemle cezaevlerindeki doluluğun azaltılacağına, tahliye edilecek hükümlü ve tutukluların takibinin sağlanacağına işaret eden Kalaman, "Sistem sayesinde belirli alanlara gitmekten, belirli yerlere yaklaşmaktan veya belirli alanların dışına çıkmaktan yasaklanma imkanı getirilebilecek.'' ifadelerini kullandı. Kalaman, çalıştayın sonunda düzenlenecek raporu Adalet Bakanlığı'na sunacaklarını bildirdi.

İki yıldan az cezalarda uygulanacak

'Elektronik izleme sistemi'nin kime uygulanacağına ise mahkemeler karar verecek. Nizamettin Kalaman, şu anki mevzuata göre 2 yıl ve altındaki bütün hapis cezalarında, bu sistemi uygulama imkanlarının bulunduğunu belirtti. Kapsamın genişletilmesi yönünde taleplerinin bulunduğunu anlatan Kalaman, şunları aktardı: "Amerika'da üst sınır uygulaması yok. Hakimin takdirine bırakılmış. Kapsamı biraz daha genişletebilirsek, hükümlüler cezaevinde kaldıkları süre içinde 2,5 yılını cezaevinde geçirdikten sonra kalan 2,5 yılını ailesiyle birlikte, işine de gelip giderek, günde iki saat kamu hizmetinde çalışmak suretiyle tamamlama imkanına kavuşabilecek.

Projeyle ilgili olarak Adalet Bakanlığı'na teknoloji danışmanlığı yapan, San Diego State Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yusuf Öztürk, sistemin handikabı olabileceğini ama zaman içinde sistemi uyarlayarak tedbirleri alacaklarını söyledi. Öztürk, "Bunu bir kişi tasarlayıp ideal hale getirmeye çalışıyor. Bin 500 kişi de bunu bozmaya çalışacak. Bu son 20 yıldır dünyanın hemen hemen her ülkesinde yaygın bir şekilde kullanılan bir sistem. Bugün ABD'de GPS ile izlenen kişi sayısı 120 bin civarında. 'Ne kadar kişiye takılıp ne kadar kişi kaçtı' diye baktığınızda bu rakamların minimum seviyede olduğunu göreceksiniz.''

Sinyaller cep telefonundan takip edilecek

Elektronik izleme için kullanılan cihazlardan ilkinde mahkumlar GPS/GPRS tabanlı bir üniteyle takip ediliyor. Bağımsız izleme ünitesi, GPS'ten aldığı sinyallerle yer belirlemesi yapıp, bunu GSM şebekesi üzerinden yer bilgisini izleme merkezine iletiyor. Başka bir cihaz türünde hem GPS aracılığıyla kişinin yeri belirlenebiliyor hem de cihazın izlenen kişi üzerinde olup olmadığı tespit ediliyor. Diğer cihaz ise ev hapsindeki kişiler üzerinde kullanılıyor. Normal telefon hatları üzerinden merkeze bağlı sistem aracılığıyla, kişinin evinde olup olmadığını tespit ediyor.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1077087&title=cezaevlerindeki-doluluga-elektronik-kelepceli-cozum
#1090
(İşbu cevap, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren yeni Türk Ticaret Kanunu ve Türk Borçlar Kanununda yer alan hükümler dikkate alınarak 02.09.2012 tarihinde güncellenmiştir.)

Alıntı Yapborçlarda zamanaşımı varmıdır

Vardır. 6098 Sayılı Borçlar Kanunu'ndaki konuyla ilgili hükümler aşağıdadır. Bunun dışında farklı alacaklar için farklı zamanaşımı süreleri de mevcuttur. Örneğin 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 778. maddesinin yollamasıyla bonolar için de uygulama sahası bulan 749. maddesi gereğince bonolarda keşideciye karşı zamanaşımı süresi üç, cirantalara karşı ise bir yıldır. Keza Türk Ticaret Kanunu'nun 814. maddesi gereğince çeklerde çek borçlularına karşı zamanaşımı süresi, ibraz süresinin bitiminden itibaren üç yıldır (eskiden altı aydı). Buna benzer şekilde kanunda farklı alacaklar için yer yer farklı zamanaşımı süreleri öngörülmüştür. Genel zamanaşımı süresi ise on yıldır. Yani kanunlarda aksine bir düzenleme olmadığı sürece her alacak on yıllık genel zamanaşımı süresine tabidir.

       C. Zamanaşımı
   I. Kural
   Madde 72- Tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve her hâlde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Ancak, tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu zamanaşımı uygulanır.
   
   Haksız fiil dolayısıyla zarar gören bakımından bir borç doğmuşsa zarar gören, haksız fiilden doğan tazminat istemi zamanaşımına uğramış olsa bile, her zaman bu borcu ifadan kaçınabilir.
   
   II. Rücu isteminde
   Madde 73- Rücu istemi, tazminatın tamamının ödendiği ve birlikte sorumlu kişinin öğrenildiği tarihten başlayarak iki yılın ve her hâlde tazminatın tamamının ödendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar.
   
   Tazminatın ödenmesi kendisinden istenilen kişi, durumu birlikte sorumlu olduğu kişilere bildirmek zorundadır. Aksi takdirde zamanaşımı, bu bildirimin dürüstlük kurallarına göre yapılabileceği tarihte işlemeye başlar.

   II. Borçlanılmamış edimin ifası
   Madde 78- Borçlanmadığı edimi kendi isteğiyle yerine getiren kimse, bunu ancak, kendisini borçlu sanarak yerine getirdiğini ispat ederse geri isteyebilir.
   
   Zamanaşımına uğramış bir borcun ifasından veya ahlaki bir ödevin yerine getirilmiş olmasından kaynaklanan zenginleşmeler geri istenemez.
   
   Borç olmadığı hâlde ödenmiş olan edimin geri istenmesine ilişkin diğer kanun hükümleri saklıdır.

   D. Zamanaşımı
   Madde 82- Sebepsiz zenginleşmeden doğan istem hakkı, hak sahibinin geri isteme hakkı olduğunu öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve her hâlde zenginleşmenin gerçekleştiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar.
   
   Zenginleşme, zenginleşenin bir alacak hakkı kazanması suretiyle gerçekleşmişse diğer taraf, istem hakkı zamanaşımına uğramış olsa bile, her zaman bu borcunu ifadan kaçınabilir.

İKİNCİ AYIRIM
   Zamanaşımı
   A. Süreler
   I. On yıllık zamanaşımı
   Madde 146- Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir.

   II. Beş yıllık zamanaşımı
   Madde 147- Aşağıdaki alacaklar için beş yıllık zamanaşımı uygulanır:
   
   1. Kira bedelleri, anapara faizleri ve ücret gibi diğer dönemsel edimler.
   
   2. Otel, motel, pansiyon ve tatil köyü gibi yerlerdeki konaklama bedelleri ile lokanta ve benzeri yerlerdeki yeme içme bedelleri.
   
   3. Küçük sanat işlerinden ve küçük çapta perakende satışlardan doğan alacaklar.
   
   4. Bir ortaklıkta, ortaklık sözleşmesinden doğan ve ortakların birbirleri veya kendileri ile ortaklık arasındaki; bir ortaklığın müdürleri, temsilcileri, denetçileri ile ortaklık veya ortaklar arasındaki alacaklar.
   
   5. Vekâlet, komisyon ve acentalık sözleşmelerinden, ticari simsarlık ücreti alacağı dışında, simsarlık sözleşmesinden doğan alacaklar.
   
   6. Yüklenicinin yükümlülüklerini ağır kusuruyla hiç ya da gereği gibi ifa etmemesi dışında, eser sözleşmesinden doğan alacaklar.
   
   III. Sürelerin kesinliği
   Madde 148- Bu ayırımda belirlenen zamanaşımı süreleri, sözleşmeyle değiştirilemez.
   
   IV. Zamanaşımının başlangıcı
   1. Genel olarak
   Madde 149- Zamanaşımı, alacağın muaccel olmasıyla işlemeye başlar.
   
   Alacağın muaccel olmasının bir bildirime bağlı olduğu hâllerde, zamanaşımı bu bildirimin yapılabileceği günden işlemeye başlar.
   
   2. Dönemsel edimlerde
   Madde 150- Ömür boyunca gelir ve benzeri dönemsel edimlerde, alacağın tamamı için zamanaşımı, ifa edilmemiş ilk dönemsel edimin muaccel olduğu günde işlemeye başlar.
   
   Alacağın tamamı zamanaşımına uğramışsa, ifa edilmemiş dönemsel edimler de zamanaşımına uğramış olur.
   
   V. Sürelerin hesaplanması
   
   Madde 151- Süreler hesaplanırken zamanaşımının başladığı gün sayılmaz ve zamanaşımı ancak sürenin son günü de hak kullanılmaksızın geçince gerçekleşmiş olur.
   
   Zamanaşımı sürelerinin hesaplanmasında da, borçların ifasındaki sürelerin hesaplanmasına ilişkin hükümler uygulanır.
   
   B. Bağlı alacaklarda zamanaşımı
   Madde 152- Asıl alacak zamanaşımına uğrayınca, ona bağlı faiz ve diğer alacaklar da zamanaşımına uğramış olur.
   C. Zamanaşımının durması
   Madde 153- Aşağıdaki durumlarda zamanaşımı işlemeye başlamaz, başlamışsa durur:
   
   1. Velayet süresince, çocukların ana ve babalarından olan alacakları için.
   
   2. Vesayet süresince, vesayet altında bulunanların vasiden veya vesayet işlemleri sebebiyle Devletten olan alacakları için.
   
   3. Evlilik devam ettiği sürece, eşlerin diğerinden olan alacakları için.
   
   4. Hizmet ilişkisi süresince, ev hizmetlilerinin onları çalıştıranlardan olan alacakları için.
   
   5. Borçlu, alacak üzerinde intifa hakkına sahip olduğu sürece.

   6. Alacağı, Türk mahkemelerinde ileri sürme imkânının bulunmadığı sürece.
   
   7. Alacaklı ve borçlu sıfatının aynı kişide birleşmesinde, birleşmenin ileride geçmişe etkili olarak ortadan kalkması durumunda, bu durumun ortaya çıkmasına kadar geçecek sürece.
   
   Zamanaşımını durduran sebeplerin ortadan kalktığı günün bitiminde zamanaşımı işlemeye başlar veya durmadan önce başlamış olan işlemesini sürdürür.
   
   D. Zamanaşımının kesilmesi
   I. Sebepleri
   Madde 154- Aşağıdaki durumlarda zamanaşımı kesilir:
   
   1. Borçlu borcu ikrar etmişse, özellikle faiz ödemiş veya kısmen ifada bulunmuşsa ya da rehin vermiş veya kefil göstermişse.
   
   2. Alacaklı, dava veya def'i yoluyla mahkemeye veya hakeme başvurmuşsa, icra takibinde bulunmuşsa ya da iflas masasına başvurmuşsa.
   
   II. Birlikte borçlulara etkisi
   Madde 155- Zamanaşımı müteselsil borçlulardan veya bölünemeyen borcun borçlularından birine karşı kesilince, diğerlerine karşı da kesilmiş olur.
   
   Zamanaşımı asıl borçluya karşı kesilince, kefile karşı da kesilmiş olur.
   
   Zamanaşımı kefile karşı kesilince, asıl borçluya karşı kesilmiş olmaz.
   
   III. Yeni sürenin başlaması
   1. Borcun ikrar edilmesi veya karara bağlanması hâlinde
   Madde 156- Zamanaşımının kesilmesiyle, yeni bir süre işlemeye başlar.
   
   Borç bir senetle ikrar edilmiş veya bir mahkeme ya da hakem kararına bağlanmış ise, yeni süre her zaman on yıldır.
   
   2. Alacaklının fiili hâlinde
   Madde 157- Bir dava veya def'i yoluyla kesilmiş olan zamanaşımı, dava süresince tarafların yargılamaya ilişkin her işleminden veya hâkimin her kararından sonra yeniden işlemeye başlar.
   
   Zamanaşımı, icra takibiyle kesilmişse, alacağın takibine ilişkin her işlemden sonra yeniden işlemeye başlar.
   
   Zamanaşımı, iflas masasına başvurma sebebiyle kesilmişse, iflasa ilişkin hükümlere göre alacağın yeniden istenmesi imkânının doğumundan itibaren yeniden işlemeye başlar.
   
   E. Davanın reddinde ek süre
   Madde 158- Dava veya def'i; mahkemenin yetkili veya görevli olmaması ya da düzeltilebilecek bir yanlışlık yapılması yahut vaktinden önce açılmış olması nedeniyle reddedilmiş olup da o arada zamanaşımı veya hak düşürücü süre dolmuşsa, alacaklı altmış günlük ek süre içinde haklarını kullanabilir.
   
   F. Taşınır rehni ile güvenceye bağlanmış alacakta
   Madde 159- Alacağın bir taşınır rehniyle güvenceye bağlanmış olması, bu alacak için zamanaşımının işlemesine engel olmaz; bununla birlikte alacaklının, hakkını rehinden alma yetkisi devam eder.

   G. Zamanaşımından feragat
   Madde 160- Zamanaşımından önceden feragat edilemez.
   
   Müteselsil borçlulardan birinin feragat etmiş olması, diğerlerine karşı ileri sürülemez.
   
   Bölünemez bir borcun borçlularından birinin feragat etmiş olması durumunda da aynı hüküm uygulanır.
   
   Asıl borçlunun feragati de kefile karşı ileri sürülemez.
   
   H. İleri sürülmesi
   Madde 161- Zamanaşımı ileri sürülmedikçe, hâkim bunu kendiliğinden göz önüne alamaz.


Alıntı Yapzamanaşımı dolayısıyla borç silinir mi

Zamanaşımı (=müruruzaman) sebebiyle borç kendiliğinden silinmez. Borçlu tarafça zamanaşımı savunmasının süresinde ve usulüne uygun bir şekilde ileri sürülmesi lazım. Sürülmezse, zamanaşımına uğramış bir alacakla normal bir alacağın hiçbir farkı kalmaz.

Alıntı Yapkredi borcunu banka belli süre tahsil edemezse bu alacağı silinir mi yasal olarak

Kredi borcu için on senelik zamanaşımı süresi söz konusudur. Zamanaşımının hangi tarihten itibaren başlayacağını da doğru tespit etmek gerekir. Borcun kendiliğinden silinmediğini yukarıda izah etmiştim. Kolay gelsin...
#1091
Alıntı YapSigortasız olarak çalışan bir yakınım işyerinde kaza geçiriyor ve kolunda kırılmalar oluyor ve koluna metal takılacak ve araç kullanması yasaklanıyor çünkü ani hareket yapamıyor
İşveren işçiyi sigortasız çalıştırdığından hastane masraflarını karşılıyor fakat işçi uğramış olduğu kaza ve sakatlık yüzünden başka hiçbir hakkı yoktur
bu yüzden işçi ne yapmalı

İşçi tarafından "hizmet tespit davası" ve "iş kazası olduğunun tespiti" davaları açılabilir. Bu davaların akabinde tazminat davası da açılabilir. Aşağıda emsal bir Yargıtay Kararı var. Konuyla ilgili bir avukatla anlaşmanızı tavsiye ediyorum.

Alıntı YapSigortalı çalışan işçi iş kazası geçirdiğinde ve belli derecede sakat kalması durumunda işverenden tazmşnat talebi olabilir mi ?
İşverenin iş kazasında ihmali varsa isteyebilir mi ?
İşverenin iş kazasında hiçbir ihmali yoksa da tazminat talep edilebilinir mi?

İş yerinde meydana gelen iş kazaları nedeniyle işverenin hukuki sorumluluğunun niteliği kusura dayanmaktadır. Yani işveren, kusuru ölçüsünde sorumludur. Kusuru yoksa, işverenin sorumluluğu söz konusu edilemez. Aşağıda emsal bir Yargıtay Kararı var. Geçmiş olsun...


T.C.
YARGITAY
21. Hukuk Dairesi
E:2007/6213
K:2008/4090
T:13.03.2008

506 s. Yasa m. 79/10
1475 s. Yasa m. 9
1086 s. Yasa m. 46,77

Davacı, davalı işveren nezdinde çalışırken 14.10.2004 tarihinde geçirdiği kazanın iş kazası olduğunun tespiti ile uğradığı maddi zararın giderilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin reddine karar vermiştir.
Hükmün davacı vekili tarafından duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve tetkik hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan ve temyiz konusu hükme ilişkin dava, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 438. maddesinde sayılı ve sınırlı olarak gösterilen hallerden hiçbirine uymadığından Yargıtay incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasına ilişkin isteğin reddine karar verildikten sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
1- Dava, davacının davalı apartman yönetimine ait apartman işyerinde geçen ve Kuruma bildirilmeyen hizmet akdine dayalı çalışmalarının ve 14.10.2004 tarihinde geçirdiği zararlandırıcı olayın iş kazası olduğunun tespiti ile bu iş kazası sonucu uğradığı maddi zararının giderilmesi istemine ilişkindir.
HUMK'nın 46. maddesi uyarınca yargılamanın iyi bir şekilde yürütülmesini sağlamak için aralarında bağlantı bulunsa bile davaların ayrılmasına, mahkemece, davanın her safhasında karar verilebilir. Yine aynı Yasa'nın 77. maddesinde, mahkemenin, yargılamanın mümkün olduğunca hızlı ve bir düzen içerisinde seyretmesini sağlamakla yükümlü olduğu belirtilmiştir.
Sigortalılığa ilişkin, "hizmet tespiti" davası ile iş kazası olduğunun tespiti davaları 506 sayılı Yasa'dan kaynaklanmaktadır ve kamu düzenine dayalı bu tür davalarda hakim, görevi gereği doğrudan soruşturmayı genişleterek sigortalılık koşullarının oluşup oluşmadığını ve iş kazasının yasal unsurlarının gerçekleşip gerçekleşmediğini belirlemelidir.
İş kazası sonucu maluliyet nedeniyle açılan maddi tazminat davasında ise, öncelikle zararlandırıcı olayın iş kazası olduğunun belirlenmiş olması gerekir. Daha sonra müterafik kusur oranlannın belirlenmesi ve tazminatın hesaplanması için ayrı ayrı bilirkişi incelemeleri yaptırılmalıdır. Maddi tazminatın saptanmasında zarar ve tazminata doğrudan etkili olan işçinin net geliri, bakiye ömrü, işgörebilirlik çağı, işgöremezlik oranı ve karşılıklı kusur oranları, Sosyal Sigortalar tarafından bağlanan peşin sermaye değeri gibi tüm verilerin hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek şekilde öncelikle belirlenmesi gerektiği tartışmasızdır.
Öte yandan, olayın iş kazası olduğunun tespitine ilişkin mahkeme kararı kesinleşmeden Sosyal Güvenlik Kurumu'nca davacıda oluşan beden güç kayıp oranı belirlenip giderek davacıya sürekli iş göremezlik geliri bağlanmayacağından iş kazasının Kurumca tespiti ile tazminat istemli davanın da birarada görülmesi halinde gelir bağlanmadığından ve gelirin peşin sermaye değeri bilinemeyeceğinden maddi tazminat davasının sonuçlandırılabilmesi mümkün değildir. Hukuk Genel Kurulu'nun 07.02.2007 tarihli 2007/21-69 Esas, 2007/55 Karar sayılı karan da bu yöndedir.
Bu durumda; her üç dava için izlenecek yöntem ve esas alınacak kıstaslar birbirinden farklı olduğundan, her üç davanın tefrik edilerek ayrı ayrı görülmesinde yasal zorunluluk bulunmaktadır. Ayrı ayrı görülmeleri gerekli bu tür davalann birlikte görülmeleri usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
2- Öte yandan, mahkemece hizmet tespiti yönünden davanın (ve bu davaya dayanan iş kazası olduğunun tespiti ve iş kazasına dayalı maddi tazminat istemine ilişkin davaların) reddine karar verilmiştir.
Davanın yasal dayanağını oluşturan 506 sayılı Yasa'nın 79/10. maddesinde, bu tür hizmet tespiti davaları kamu düzenine ilişkin olup, kanıtlanması yönünden özel bir yöntem öngörülmemiştir. Gerektiğinde mahkemece soruşturma genişletilerek yeterli delilerin toplanması gerekir. Kimi ayrık durumlar dışında; resmi belge veya yazılı delillerin bulunması, sigortalı sayılması gereken sürelerin saptanmasında güçlü delil olmaları itibariyle sonuca etkili olurlar. Ne var ki, bu tür kanıtların bulunmaması, salt, bu nedene dayalı istemin reddine neden olmaz. Somut bilgilere dayanması, inandırıcı olmaları koşuluyla, Kuruma bildirilen dönem bordroları, tanıkları veya iş ilişkisini bilen veya bilmesi gereken işverenler tarafından Kuruma bildirilen komşu işyerleri çalışanları gibi kişilerin bilgileri ve bunları destekleyen kimi diğer kanıtlarla dahi sonuca gitmek mümkündür.
Somut olayda, dinlenen davacı tanıkları, davacı ile eşi İbrahim'in kapıcılık hizmetini birlikte yürüttüklerini beyan etmişler, davalı işveren tanıkları ise, davacı değil, fakat davacının eşi İbrahim'in kapıcılık hizmetini yürüttüğünü bildirmiş iseler de; davacının eşi İbrahim'in 01.12.2003 tarihinden 2005 yılına kadar, Zonguldak Barosu Avukatları Yardım Sandığı işyerinde 10.00-19.00 saatleri arasında tam zamanlı olarak hizmet akdine dayalı çalıştığı ve bu çalışmalarının SSK'ya tam olarak bildirildiği anlaşılmaktadır. Davalı apartman yönetiminde hizmet tespiti istenen dönemde kapıcılık hizmetinin yürütüldüğü, ancak uyuşmazlığın kapıcılık görevinin kimin tarafından yerine getirildiği, giderek eylemli çalışmanın (servis, temizlik ve alışveriş) gibi işlerin, davacı tarafından mı, yoksa kamu işyerinde (full-time) şeklinde çalışan eşi İbrahim tarafından mı yerine getirildiği noktasında toplanmaktadır.
Geçmiş hizmetlerin sigortalı hizmet olarak değerlendirilmesi için çalışanın, "zaman" ve "bağımlılık" unsurlarını gerçekleştirecek biçimde işverenin işyerinde çalışması koşuldur. Öte yandan, 506 sayılı Yasa'nın 2. maddesine göre, bir hizmet akdine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılanlar sigortalı sayılır. Anılan Kanun'un 6. maddesinde; çalıştırılanlar işe alınmalanyla kendiliğinden "sigortalı" olurlar. Sigortalılar ile bunların işverenleri hakkında sigorta hak ve yükümleri sigortalının işe alındığı tarihte başlar. Bu suretle sigortalı olmak hak ve yükümünden kaçınılmaz ve vazgeçilemez hükmü öngörülmüştür. Şu duruma göre, bir kimse hizmet akdine dayanarak çalışmaya başlaması ile kendiliğinden sigortalı olur. Başka bir anlatımla, sigortalı olmak için 506 sayılı Yasa'da, 1475 sayılı Yasa'nın 9. maddesine koşut hizmet akdinin yazılı olarak yapılması yönünden benzer, bir hüküm mevcut değildir.
Somut olayda, davalı apartman yönetimine ait apartmanın kapıcılık hizmetlerinin davacı tarafından yerine getirildiği dosyadaki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır. Esasen, kamu işyerinde full-time çalışan davacı eşinin, aynı zamanda apartman işyerinde çalıştığının kabulü hayatın olağan akışına ve yaşam deneyimlerine de uygun düşmez. Hukuk Genel Kurulu'nun 06.11.1996 gün 1996/537-735 sayılı kararı da aynı doğrultudadır. Bundan başka, kapıcı sözleşmesinin davacı eşi ile yapılması; işvereni sigorta yardımı ve yükümlülüğünden kurtarmaya yönelik olduğundan sonuca etkili değildir. Kaldı ki, davacı eşinin mesai saatleri dışında zaman zaman apartman işyerinde çalıştığı varsayılsa da, bu çalışmanın, işyerinde hizmet akdine dayalı olarak çalışan davacıya yardım niteliğinde olduğunun kabulü gerekir.
Mahkemenin bu maddi ve hukuksal olguları gözetmeksizin yazılı şekilde karar vermesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
Sonuç: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle (BOZULMASINA), bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 13.03.2008 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Kaynak:YKD Haziran 2009



T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E:2010/21-36
K:2010/67
T:03.02.2010

Taraflar arasındaki "Maddi ve Manevi Tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 6. İş Mahkemesi'nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 16.07.2008 gün ve 2000/1020 E. 2008/569 sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili, davalılardan E. Cansu Ltd. Şti. vekili, dahili davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesi'nin 03.03.2009 gün ve 2008/20034 E. 2009/3026 sayılı ilamı ile;
(... Dava 10.03.2000 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu ölen sigortalının hak sahiplerinin maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.
Mahkemece bir kısım davalılara yönelik davanın kusurlarının bulunmadığından bahisle reddine, davacıların maddi tazminat istemlerin kısmen kabulü ile hüküm altına alman maddi ve manevi tazminatların davalılar SS. İstanbul Gıda Toptancıları İmalat Sanayi ve Depocuları Toplu İşyeri Yapı Kooperatifi ile E. Cansu Tic. Ltd. Şti'den tahsiline karar verilmiş ve bu karar süresinde davacılar ile aleyhine hüküm kurulan davalılar SS. İstanbul Gıda Toptancıları İmalat Sanayi ve Depocuları Toplu İşyeri Yapı Kooperatifi ile E. Cansu Tic. Ltd. Şti. avukatları tarafından temyiz edilmiştir.
İnsan yaşamının kutsallığı çerçevesinde işveren, işyerinde işçilerin sağlığını ve iş güvenliğini sağlamak için gerekli olanı yapmak ve bu husustaki şartları sağlamak ve araçları noksansız bulundurmakla yükümlü olduğu İş Kanunu'nun 77. maddesinin açık buyruğudur.
Davacılar murisi olan Önderin davalı E. Cansu Tic. Ltd. Şti'ne ait su dağıtım işyerinde dağıtım elemanı olarak çalıştığı, 10.03.2000 tarihinde saat 13:00'te önceden teslim ettiği su bedelini almak üzere işverence M.Center isimli alışveriş merkezinde bulunan Ş. Derneği'ne gönderildiği, asansör bozuk olduğu için asansör kabini katta bulunmadığı halde asansör kapısının açılması sonucu kabinin katta olup olmadığını kontrol etmeden adımını içeri atarak 4. kattan asansör boşluğuna ve alt katlarda bulunan kabinin üzerine düşerek öldüğü, saat 15:00 sıralarında işverene ölüm haberinin bildirildiği, asansör kapısında uyarıcı levha bulunmadığı dosya içerisindeki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.
İşyerinde meydana gelen iş kazaları nedeniyle işverenin hukuki sorumluluğunun niteliği Yargıtay'ın önceki kararlarında da benimsediği görüşe göre, kusura dayanmaktadır. İsviçre ve Türk Hukuk Sistemi'nde özel bir düzenleme söz konusu olmadıkça asıl olan kusur sorumluluğudur. İşverenin kusurlu eylemi ile zarar arasında uygun bir illiyet bağı yoksa, işverenin sorumluluğundan söz edilemez.
Kusur sorumluluğunda 3 halde illiyet bağı kesilebilir. Bunlar, mücbir neden, zarar görenin ve 3. kişinin ağır kusurudur. Öğretide illiyet bağını kesen nedenlerin bütün sorumluluk halleri için geçerli olduğu vurgulanmaktadır. Kusurlu olmadığı halde işvereni, meydana gelen zarardan sorumlu tutmak adalet ve hakkaniyet duygularını incitir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 18.03.1987 tarih ve 1986/9-722 Esas, 203 Karar sayılı kararı da aynı doğrultudadır.
İlliyet bağı sorumluluğun temel öğesidir. Zararla eylem arasında illiyet bağının mevcut olması, zararın eylemin bir neticesi olarak ortaya çıkması, yani eylem olmadan zararın meydana gelmeyeceğinin kesin olarak bilinmesidir. Hiçbir hukuk düzeni mantık yasalarına göre mevcut olmayan illiyeti yaratamaz. Mantık bakımından bu illete sonsuz zincir halinde neticeler bağlanabilir. Hukuki netice olarak zararın tazmin sorumlulu­ğunun kabulü için, bir sebebe illi olarak bağlanan neticeler silsilesinin içinde hangi kesimin gerekli ve yeter olacağını belirlemek yine hukuk düzeninin görevidir. (Tandoğan, Mesuliyet, s. 74)
Türk Borçlar Kanunu Tasarısı'nm 58. maddesine uygun nedensellik bağı "Yaşam deneyimlerine ve olayın akışına göre, bir zarar belli bir fiilin beklenen uygun sonucu ise, zarar ile fiil arasında nedensellik bağı vardır" şeklinde tanımlanmıştır. Sorumluya yüklenen davranış veya olayın zararlı, sonucun zorunlu şartı olması gerekir.
Hükme dayanarak alman 05.12.2005 tarihli bilirkişi raporunda; olay tarihinde bina maliki olarak tapıda kayıtlı bulunan davalı kooperatifin %70, davacılar murisinin su bedelini tahsile gittiği iş yeri kiracısının %10, işveren E. Cansu Tic. Ltd. Şti'nin %10, işçinin ise %10 oranında kusurlu olduğu belirtilmiştir. İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliği işverenin iş yerinde işçilerin sağlığını ve iş güvenliğini sağlamak için alınması gereken sağlık ve güvenlik tedbirleri ile iş yerinde bulundurması gereken araç ve gereçleri belirlemiştir. Hükme dayanarak alman bilirkişi raporunda: bilirkişiler, İş Kanunu'nun 77. maddesinin öngördüğü koşulları göz önünde tutarak ve özellikle iş yerinin niteliğine göre, iş yerinde uygulanması gereken İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliği'nin ilgili maddelerini incelemek suretiyle, işverenin, işyerinde alması gerekli önlemlerin neler olduğu, hangi önlemleri aldığı, hangi önlemleri almadığı, önlemlere işçinin uyup uymadığı gibi hususlar ayrıntılı bir biçimde incelemek suretiyle kusurun aidiyeti ve oranı hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek biçimde saptamadıkları, işverenin İş Sağlığı ve Güvenliği Tüzüğü'nün 2. ve4. maddesine aykırı davranması nedeniyle işverene kusur izafe etmiş iseler de Tüzüğün 2 ve 4. maddesindeki düzenlemelerin işverence işyerinde alınacak tedbirler ve bulundurulması gereken araç ve gereçlerle ilgili olduğunun gözetilmediği görülmektedir. Somut olayda kazanın gündüz saat 13:00-15:00 sıralarında işyeri dışında meydana geldiği, su satışı yapan işverenin su dağıtımı yapan elemanını para tahsiline göndermeden önce gideceği her binanın durumunu, asansörünü kontrol etmesini beklenemeyeceği, kaldı ki kontrol edilse dahi bu tür tesisatların kontrol anından hemen sonra arızaya geçmesi de büyük bir olasılık dahilinde olduğundan kazanın meydana gelmemesi için işverenin İş Kanunu'nun 77. maddesi ile İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliği hükümleri gereğince alması gerekli bir önlem söz konusu değildir. Diğer bir deyişle işverenin kusursuz olduğu açıktır. Bu duruma göre de işverene kusur izafe eden raporun İş Kanunu'nun 77. maddesinin öngördüğü koşulları içerdiği giderek hükme dayanak alınacak nitelikte olduğu söylenemez. Olayın üçüncü kişiler ile kazalının müşterek kusurlu eylemleri sonucu meydana geldiğinin ve illiyet bağının kesildiğinin anlaşılmasına göre işverenin kusursuz sorumluluğunun da söz konusu olmadığı ortadadır. Hal böyle olunca davalı işveren E. Cansu Tic. Ltd. Şti'ne yönelik davanın reddi gerekirken yazılı şekilde tazminattan sorumlu tutulması usul ve yasaya aykırı olmuştur.
Öte yandan iş mahkemelerinin görevi 5521 Sayılı Yasa'nm 1. maddesi ile düzenlenmiştir. Anılan maddede, işçiyle işveren veya işveren vekili arasında iş akdinden veya İş Kanuna dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıkları İş Mahkemelerinde çözümleneceği hükmü öngörülmüştür. Maddede belirtildiği üzere, İş Mahkemesinin görevli olabilmesi için uyuşmazlığın taraflarının işçi ve işveren vekili olması,uyuşmazlığın iş sözleşmesinden veya İş Kanunu'ndan kaynaklanması koşuldur.
Mahkemelerin görev, kamu düzeni ile ilgili olup kıyas veya yorum yolu ile genişletilmez yahut değiştirilemez.
Somut olayda, davacılar E. Cansu Ltd. Şti. dışındaki davalılar arasında davanın yasal dayanağı Borçlar Kanunu'nun 41. ve devamı maddelerinden kaynaklanan tazminat davası olup sigortalı ile bu davalılar arasında hizmet sözleşmesi bulunmamaktadır.
Mahkemece yapılacak iş; davalı E. Cansu Ltd. Şti'nin kusura ya da kusursuz sorumluluğa dayalı bir sorumluluğunun bulunmadığından anılan davaya yönelik davanın reddine karar verilmek, E. Cansu Ltd. Şti. dışındaki davalılar bakımından 5521 Sayılı Yasa'nm 1. maddenin öngördüğü koşulların bulunup bulunmadığı değerlendirmek ve sonuca göre karar vermekten ibarettir.
Mahkemece bu maddi ve hukuki oldular göz önünde tutulmaksızın ve özellikle, işveren kusur veren, inandırıcı güç ve nitelikte olmayan 77. maddenin öngördüğü koşulları içermeyen kusur raporunun hükme dayanak almak suretiyle, kamu düzenine ilişkin olan görev konusu göz ardı edilerek yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde davalı E. Cansu Ltd. Şti'nin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...") gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalılardan E. Cansu Ltd. Şti. vekili, dahili davalı SS İstanbul Gıda Toptancıları İmalat Sanayi vs. Yapı Kooperatifi vekili
HUKUK GENEL KURUL KARARI
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava iş kazasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davalı işveren E. Şirketi'ne su dağıtıcısı olarak çalışan davacıların murisi Önder'in 10.03.2000 günü M. Center'da 4. katta bulunan dava dışı Ş. Mamul Sanayiciler Derneğ'ine bir gün önce götürdüğü su bedelini tahsil etmek için gittiği ve dönüşte bozuk olan asansörün katta olmamasına rağmen kapının açılması sonucu, asansöre binmek istemesi üzerine asansör boşluğuna düşmesi nedeniyle ölümün gerçekleştiği dosya içeriğindeki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.
Yerel Mahkeme İle Özel Daire arasında, gerçekleşen, bu ölüm olayının 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 11. maddesine göre bir iş kazası olduğu konusunda uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Uyuşmazlık, davalılardan işveren olan E. Şirketi'ni olayda sorumlulu­ğunun bulunmadığı noktasındadır.
Öncelikle, belirtilmelidir ki, bir olayın iş kazası olarak nitelendirilmesi, işverenin her durumda bu kazadan sorumlu tutulmasını gerektirmez. Sosyal Sigortalar Kanunu kapsamında bir kazasından işverenin sorumlu olması için, işverenin iş güvenliği önlemlerini alma ve özen gösterme yükümlülüğüne
Aykırı davranışı veya ihtimal göstermesi sonucu kaza meydana gelmiş olmalıdır. Diğer bir deyişle, Özel Daire bozma ilamında da değinildiği üzere oluşan kazadan sorumlu olabilmesi için işverenin kusurunun kanıtlanmış olması gerekir.
Yerel mahkemece oranları belirlemek için alınan her iki bilirkişi raporunda da davalı E. Şirketi'nin. "....1475 sayılı İş Kanunu madde 73. ve İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğü madde 2,4'e aykırı hareket ettiği, bu firmanın kazalının can güvenliği için su getirip götürdüğü, tahsilat için gönderdiği yerlerin durumunu kontrol etmesi, aydınlatması yetersiz olan kısımlara girilip çıkılması durumunda çalışanlarına el feneri gibi, aydınlatma araçları vermeli ve de bunlarla bu gibi yerlere gidilmesinin temin etmesi gerektiği..." bildirilerek meydan gelen iş kazasından azda olsa sorumlu olduğu belirlenmiştir
Bilindiği üzere, 4857 sayılı İş Kanunu'nun 77. (Mülga 1475 sayılı İş Kanunu'nun 73.) maddesinde, "Her işveren, işyerinde işçilerin sağlığını ve is güvenliğini sağlamak için gerekli olanı yapmak ve bu husustaki şartları sağlamak ve araçları noksansız bulundurmakla yükümlüdür."
Yine İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğü'nün 2. maddesi "Her işveren, işyerinde işçilerin sağlığını ve iş güvenliğini sağlamak için, bu tüzükte belirtilen şartları yerine getirmek araçları noksansız bulundurmak gerekli olanı yapmakla yükümlüdür."4. maddesi ise "...İşverenin, işyerinde, teknik
ilerlemelerin getirdiği daha  uygun sağlık şartlarını sağlaması; iş kazalarını önlemek üzere işyerinde alınması ve bulundurulması gerekli tedbir ve araçları ve alınacak diğer iş güvenliği tedbirlerini devamlı surette izlemesi esastır." diyerek işverenin iş yerinde, işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili her türlü tedbirleri alması ve izlemesi gerektiği bildirilmektedir.
Bu bilgiler ışığında tartışılması gereken husus, somut olayda iş kazasının oluşmaması için işverenin ne gibi bir tedbir alması gerektiği meselesidir. Kaza geçiren işçi, E. Şirketi'nde 3 hafta önce işe başlamış olup, işi, sipariş üzerine çeşitli işyeri, ev gibi yerlere su götürmektir. Elbette işini yaptığı sırada işveren tarafından alınması gerekli tedbir, bulundurulması gereken araç varsa işveren bunları temin etmekle yükümlüdür. Örneğin, işçi eğer su götürmek için araçla gittiği sırada işverenin araçta gereken bakımları yapmaması sonucu bir kaza oluşmuşsa ya da motosiklet gibi bir araçla başlıksız su götürmesine göz yumması, başlık temin etmemesi, ehliyeti olmadığı halde araç kullanımına izin verilmesi gibi durumlarda işverenin sorumluluğu söz konusu olabilecektir.
Eldeki davada ise, dosya içindeki bilgi ve belgelerden; olay tarihinde kayden dahili davalı SS. İstanbul Gıda Toptancıları İmalat Sanayi vs. Yapı Kooperatifi'ne ait olan yapının 4. katında bulunan asansörün bozuk olduğu, kata kabinsiz geldiği, merdiven boşluklarının ışıklandırılmadığı, asansör önüne uyarıcı levha konulmadığı belirlenmiş olduğuna göre, bilirkişilerin raporlarında bildirdiği gibi işverenin işçisine el feneri gibi aydınlatma aracı vermesi İstanbul gibi bir yerde bulunan binada pek de hayatın olağan akışına uygun düşmemektedir. Bilirkişi raporunda belirtildiği gibi işverenin işçinin her gittiği binayı önceden kontrol etmesi de hayatın olağan akışına aykırı olup, kendisinden beklenemez. Aksi halde, asansöre normal şartlarda binilse dahi içerisinde iken de bakımının yapılmaması ya da asansörün teknik arızası nedeniyle ipinin kopması, asansör kurallarına uymayarak ara boşluklarına sıkışması gibi sebeplerle bir kazanın gerçekleşmesine de davalı işvereni aynı düşünce ile sorumlu tutmak gerekecektir ki, bu sınırsız bir sorumluluk anlamını doğuracaktır. Gerçekleşen kazada işverenin işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili alabileceği bir tedbir bulunmadığı görüşü Kurul görüşmelerinde çoğunluk bulduğundan, işverene kusur yükleyen bilirkişilerin görüşünü esas alan Yerel Mahkemenin bu yöndeki gerekçesine iştirak edilmemiştir.
O halde, Özel Daire bozma ilamında ve yukarıda açıklanan gerekçeler­le, davalı işveren E. Şirketi'ne kusur yüklenemeyeceğinden, davalı işverene karşı açılan davanın reddine karar verilmeli, diğerleri hakkında da oluşan bu sonuca göre değerlendirme yapılarak hüküm kurulması gerekmektedir.
Öte yandan, eldeki dava, iş kazası nedeniyle davalı işveren ile birlikte genel hükümlere göre sorumlu bulundukları iddia edilen diğer davalılara karşı birlikte açılmış olup, davalılar arasında ihtiyari dava arkadaşlığı bulunmaktadır. İhtiyari dava arkadaşlığı durumunda, davalılardan biri hakkındaki dava genel mahkemenin, diğeri hakkındaki dava özel bir mahkemenin görevine giriyorsa, özel nitelikteki mahkemede davanın görülmesi gereklidir. Somut olayda, davacılar iş kazası geçiren işçinin mirasçıları, davalı E. Şirketi ise işvereni konumunda olup, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun 1. maddesi uyarınca işveren ile işçi arasındaki iş akünden kaynaklanan veya İş Kanunu'na dayalı iddiaların özel yetkili iş mahkemesinde görülerek, davanın sonuçlandırılması gerekli olduğundan, diğer davalılar yönünden de İş Mahkemesi olarak davaya bakılmaya devam edilmelidir. Dava birlikte açıldığından, her dava açıldığı zamanki duruma göre değerlendirileceğinden, işverenin kusurlu olmamasının belirlenmesi göreve değil, davanın sonucun etkilidir. Açıklanan bu gerekçelerle, Özel Dairenin bozma ilamındaki bu görüş isabetli değildir.
Açıklanan bu değişik gerekçeyle ve yasaya aykırı bulunan direnme kararının bozulmasına bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ:
1- Davalı E. Ltd. Şti. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının değişik gerekçe ile HUMK'un 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının iadesine
2- Diğer temyiz itirazlarının bozma nedenine göre incelenmesine şimdilik yer olmadığına, 03.02.2010 gününde, ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Somut olayda; Ahmet, E. Cansu Tic. Ltd. Şti'de üç haftayı aşkın bir süre çalışmaktadır. 09.03.2000 tarihinde su bedelini almak için gittiği binanın 4. katında asansörün kapısının erken açılması sonucunda düşerek ölmüştür. Asansörün bozuk olduğu hakkında bir tartışma bulunma­maktadır.
Hükme esas alınan bilirkişi raporunda diğer sorumlular yanında işverene %10 kusur verilmiştir.
Mahkemece bu kusur oranına değer verilmiştir.
Yüksek Özel Daire işverenin kusursuz olduğunu kabul etmiştir.
Uyuşmazlık işverenin ölüm olayında kusuru olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Cismani zarar ve ölüm olaylarında işverenin hukuki sorumluluğunun niteliği önem taşır Roma Justinianus Hukukunda başlayıp günümüze uzayan süreçte kusur sorumluluğu genel olarak kınamayı gerektiren bir insan davranışı olarak ele alınmaktadır. Bu sorumluluk türünde kusur tek başına sorumluluk için yeterli değildir. Zira sorumluluğun sübjektif koşulunu kusur meydana getiriyor ise de hukuka aykırılık objektif koşulunu meydan getirmektedir. Öte yandan tazminat isteminde bulunan failin kusurunu ispatla yükümlüdür. (Bkz, Koçhisarlıoğlu, Cengiz Objektif sorumluluğun Genel Teorisi "Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Ankara 1978 sh 175-28, Koçhisarlıoğlu, Cengiz; Haksız Eylem Konusu (Yayınlanmamış Doçentlik Tezi), C I/II, Ankara 1990; Rodo, Türkan; Roma Hukuku Dersleri, Borçlar Hukuku, İstanbul 1992, s37)
Tehlike sorumluluğu, işletme tesis ve şeylerin kullanılması veya işletilmesiyle doğan zararlardan, işletenlerin kusurları bulunmaz ve her türlü özeni gösterseler dahi sorumlu tutulma olayıdır.
Bu tür sorumlulukta sorunluluk koşulları sorumlular aleyhine ağırlaştırılmıştır. Burada bir işletme faaliyet ve nesneye özgü tipik tehlikenin gerçekleşmesi ile sonuç doğar. Tehlike sorumluluğu modern çağın teknoloji devriminin ürünüdür. (Eren, Fikret; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, c: II, Ankara 1989, sh 230) Yargıtay' in kusur sorumluluğundan kusursuz sorumluluğa geçişin hukuki alt yapısı ilk olarak 27.03.1957 gün 1-3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile Bk 55 kapsamında belirlenmiştir. Başka bir anlatımla Yargıtay ekonomik ve kültürel anlamdaki gelişmelere paralel kusur ve akti sorumlulukları yetersiz görmüş, tehlike sorumluluğunda karar kılmıştır. (Yargıtay HGK, 18.03.1987, E9-722 / K 2003).
Yine Yargıtay tehlike sorumluluğunda mini bir sebep, zarar görenin tam kusurlu olması halinde işvereni sorumluluktan kurtaracağı üçüncü kişinin kusuru zarara neden olarak etkenlerden biri ise illiyet bağının kesilmeyişi nedeniyle işverenin sorunlu tutulacağını kararlarında ifade etmiştir. (Y. 9 HD, 04.11.1985 E, 7797 K 1089)
Görüleceği üzere Yargıtay kademeli bir süreç içerisinde nedensellik bağını yorumlamıştır. Tüm sorumluluk tipleri için (bkz, Kılıçoğlu Mustafa: Tazminat Esasları Ve Hesap Yöntemleri; Doktora Tezi, Ankara 1997, sh 23-57)
Tehlike sorumluluğu özel yasalarda düzenlenmekle beraber yetersizliği göz önünde tutulduğunda kazustik bir düzenleme ihtiyacı bulunmaktadır. Borçlar Kanunu Tasarısı bu konuda atılan bir ilk adımdır.
Üçüncü kişinin ağır kusurunun nedensellik bağını kesme olgusunu gelince; kimse kural olarak kimse üçüncü kişinin kusurlu oluşu nedeniyle sorumluluktan kurtulamaz. Nedensellik bağının kesilebilmesi için üçüncü kişinin kusurunun zararlı sonucun tek nedeni olmalıdır. Büyük tehlike arz eden işlemelerin sorumluluğunda üçüncü kişinin kusuru nedenselliği kesmez. Örneğin uçak işletmelerinde atom santrallerinde. O halde tehlike sorumluluğunda üçüncü kişinin kusurunda kaçınılmazlık kavramına yer verilmesi adil olacaktır. (Eren,Fikret: Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C.l, A,6, İstanbul 1998 sh 551)
Olay 2000 yılında oluşu nedeniyle o günkü geçerli 1475 Sayılı Kanun'un 73. ve devamı maddelerine bakıldığında geniş bir sorumluluk alanı göze çarpmaktadır. Özellikle tartışmalar sırasında olayın işyeri dışında olduğu 73. maddenin işverenin "işyerinde" söz edildiği dolayısıyla sorumluluk doğmayacağı ifade ediliyor ise de aynı Kanunun 1/1 de "...işin yapıldığı yere işyeri denir ..." söz dizimi gözardı edilmektedir, İşverenin talimatı ile iş yapmaya giden işçinin uğradığı zararda sebep-sonuç ilişkisi gerçekleşmiş sayılır. İşverenin sorumluluğunun işyeri ile sınırlı olması Yasaya aykırı bir yorumdur.
Öncelikle işçiye güvenlik eğitimi verilecektir. Somut olayda böyle bir eğitim verilmediği tartışmasızdır. Bu durum tek başına bir sorumluluk nedenidir. Olumsuz sonucu raslantısal olarak kabul edilip kadere bağlamak sosyal adalet ve iş hukukunun işçiyi koruyucu karakteriyle bağdaşmaz.
Diğer yüksek mahkeme kararına göz atıldığında kanunun sorumluluk hukukuna uygun olarak çözüldüğünü görürüz. Örneğin, bir askerin diğer bir askeri kaza ile öldürmesinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin davacının uğradığı zararların hizmet kusuru olmasa dahi kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca davalı idare tarafından, karşılaması gerektiği sonucuna varılmıştır." (AYIM,2D,25.02.2004 T,2001/283 E, 2004/250 K).
Teröristler tarafından patlatılan bir bombanın verdiği zararı sosyal risk ilkesi gereğimce tazminine karar verilen risk teorisini kusursuz sorumluluğun ağırlaştırılmış şekli olarak kabul etmiştir. (Dens 10D, 25.01.2001 T, 1998/2268 E 2001/245 K).
Görüleceği üzere her iki Yüksek Mahkeme sorumluluğun yaygınlaştı­rılması ve kapsamının derinleştirilmesi konusunda bir çabası gözlemlen­mektedir. Nedensellik olayın niteliği toplumsallığı ve yaratılan tehlikenin ağırlığı ölçüsünde ele alınmaktadır.
Öte yandan 1475 Sayılı Kanun zamanındaki düzenleme 4857 Sayılı Kanun döneminde (m.77 vd.) daha da genişletilerek "...işçileri karşı karşıya bulundukları riskler, alınması gerekli tedbirler, yasal hak ve sorumlulukları konusunda bilgilendirerek ve gerekli iş sağlığı ve eğitimini vermek zorundadır," gibi yükümlülükler yüklemiş. Çağdaş eğilim bu yöndedir.
Yukarıdaki gerekçe ile direnme uygun düşüncesindeyim.
Mustafa Kılıçoğlu 9. Hukuk Dairesi Başkanı
Kaynak:İSTANBUL BAROSU DERGİSİ
#1092
Merhabalar. Kanun tasarısı henüz komisyonda. Komisyonda kabul edilip TBMM Genel Kurulu'na sunulacak. Orada da muhtemelen bir takım değişikliklere maruz kalarak kanunlaşacak. Kanunlaştıktan sonra konunun değerlendirilmesi gerekiyor. Bu aşamada yapılacak değerlendirmelerin bence hiçbir anlamı yok. Kolay gelsin...
#1093
Merhabalar. Bir kişinin adreste bulunmaması, o kişiye tebligatın yapılamayacağı anlamına gelmez. Posta memuru, o esnada adreste bulunan borçlunun babasına, annesine, karısına, reşit çocuğuna, işçisine, vs. tebligatı yapabilir. Adreste hiç kimse yoksa, komşusuna haber verilip (adresin bağlı olduğu muhtarlıkta borçlunun ikametgahının olması şartıyla) tebligatın muhtara teslim edilmesi suretiyle de tebligat yapılabilir. Ayrıca, adreste hiç kimse olmasa bile, bu adres aynı zamanda ticaret sicil, vergi dairesi, tapu sicil müdürlüğü gibi kamu kuruluşlarında kayıtlı olan bir adres ise, alacaklı, bu adrese Tebligat Kanunu'nun 35. maddesine göre tebligat yapılmasını da isteyebilir. Son olarak alacaklı, şayet şartları mevcutsa, tebligat gönderilmeksizin borçlu aleyhine mahkemeden ihtiyati haciz kararı alarak da borçlunun bulunmadığı adrese hacze gidebilir. Özetle durum bu şekildedir...
#1094
Alıntı Yapsözlü olarak 75 günlük vade de anlaşılmayan durumda noterden yada faks yolu ile çekilecek bir ödeme isteme yazısı ile karşı taraftan 75 gün sonunda ödeme istenmesi ve ödenmezse faiz uygulanacağına dair yazı gönderilse ve karşı taraf buna itiraz etmezse eğer yasal olarak 75 gün den sonrası için icradan yasal faiz istenebilir mi ? Temerrüte düşürmede böyle bişeymidir ?

İhtarnameye itiraz edilmemiş olması, muhatabın ihtarname içeriğini kabul ettiği anlamına gelmez. Dolayısıyla tek başına böyle bu yola başvurmakla sonuç alamazsınız, en fazla lehinize delil üretmiş olursunuz. Ödeme süresi mahkemece de 75 gün olarak kabul edilirse, bu ihtarnamenizle borçlunun temerrüde düşürüldüğü de kabul edilecektir.

Alıntı Yapvade konusu kime yada neye göre ayarlanır , mahkeme mi karar verir çünkü ortada yazılı sözleşme yoktur ve vadeyide karşı taraf kabul etmiyor böyle konularda mahkemelerde genelde ticari teamüllere göre mi bir vade belirlenir ?

Ticari teamüller, taraflar arasındaki bugüne kadarki ödeme ilişkileri, bir cari hesabın bulunup bulunmadığı, vs. birçok açıdan konu incelenir ve ona göre bir karar verilir. Kolay gelsin.
#1095


METİN ARSLAN - ANKARA    

Yoğun iş yükünün altından kalkamayan yüksek yargının durumunu özetleyen çarpıcı bir gerçek ortaya çıktı. Davaları düşen cinayet ve terör suçlularının salıverilmesi kamu vicdanını yaralarken, Yargıtay dosyaları koyacak yer dahi bulamıyor. Bu yüzden 100 bin dosya kapağı açılmadan Devlet Arşivleri'ne gönderildi.

Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) tutukluluk süresini sınırlayan 102. maddesinin yürürlüğe girmesi, yargının içinde bulunduğu durumu gün ışığına çıkardı. Öyle ki geçtiğimiz yıl Yargıtay'daki bir milyon 212 bin dosya işleme alınmadı. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nda bulunan 635 bin dosyadan 100 bin adedinin ise kayıtlara girmediği öğrenildi. Başsavcılık, bu dosyaları kapağını bile açmadan Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü'ne gönderdi. Cinayet işleyen ve terör suçlarına karışan birçok sanığın davalarına bakılamadığı için salıverilmesi tepki çekerken, dava dosyalarının devlet arşivlerinde tutulması büyük çelişki oluşturdu.

Daha önce Yargıtay'ın iş yükü sebebiyle PTT'den 3 ay boyunca 2 bin dosyayı alamadığı ortaya çıkmıştı. Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker de dosya koyacak yer bulamadıklarını belirtmişti. Adalet Bakanlığı verilerine göre bir davanın hükme bağlanması 4,5 yılı buluyor. Bu sürenin yaklaşık 1,5 yılı savcılık ve ilk derece mahkemelerinde, geriye kalan 3 yılı ise Yargıtay'da geçiyor.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcı-lığı'nda 635 bin, ceza dairelerinde 372 bin, hukuk dairelerinde 203 bin dosya, görüşülemeyerek sonraki yıla devretti. Yargıtay Başsavcılığı'nda incelenemeden devreden 100 bin dosyanın, Yargıtay depolarında yer olmadığı gerekçesiyle Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü'nün depolarında tutulduğu belirtildi. Yargıtay Başsavcılığı, 2010 yılında 216 bin dosyayı inceleyerek ceza dairelerine gönderdi. Adalet Bakanlığı'nın 2009 verilerine göre bir davanın kesin hükme bağlanması 4,5 yılı buluyor. Bu sürenin yaklaşık 1,5 yılı savcılık ve ilk derece mahkemelerinde, geriye kalan 3 yılı ise Yargıtay'da sürüyor. Davanın bozulması halinde ise kesinleşme süresi katlanıyor. Savcılığın soruşturma safhası 310, mahkemedeki kovuşturma aşaması ise 270 gün sürüyor. Mahkemenin hükmü tarafların temyizi üzerine Yargıtay'a gidiyor. Başsavcılık'ta bir dosya bir yıl 4 ay bekliyor. Ceza dairelerinde ise bekleme süresi 1 yıl. Bazı dosyalar itiraz üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulu'na gidiyor. Burada ise dosyanın ortalama bekleme süresi 5,5 ay.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1075393&title=yargitay-100-bin-dosyayi-devlet-arsivinde-bekletiyor



Yargıtay Başkanı Gerçeker: 50 bin dosyanın kapağını açmadık

Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, dün basının karşısına geçip kendileriyle ilgili eleştirileri cevapladı. Sorunun kaynağında yargılamaların makul süre içinde bitirilememesinin yattığını belirten Gerçeker, "50 bin dosyanın daha kapağını açmadık." dedi.

Bölge adliye mahkemelerinin (istinaf) hayata geçirilmesinin çözüm olacağını vurgulayan Gerçeker, 2005'ten bu yana Yargıtay'ın iş yükünün 724 binden 1 milyon 800 bine çıktığını, ancak üye sayısı ve personelin artmadığını belirtti ve ekledi: "Mevcut kadroyla ne kadar çalışılırsa çalışılsın, iş yükünü azaltmak mümkün değil."

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1075921&title=yargitay-baskani-gerceker-50-bin-dosyanin-kapagini-acmadik



Adalet Bakanı: Yargıyı hızlandıracak adımları Danıştay engelliyor

ZEKAİ ÖZÇINAR ANKARA   -   08.01.2011    

Yüksek yargıda dosyaların yıllarca beklemesinin yol açtığı tahliyeler, hâkim vesavcı eksikliğini de gündeme getirdi. Ancak bu konuda atılan her adım yine yüksek yargıdan döndü. "3.365 kadro boş, niçin doldurmadınız?" sorularını cevaplayan Adalet Bakanı Ergin de, karşılaştıkları engele dikkat çekti: "Hâkim ve savcı alımı için sınavlar yaptık. Her defasında Danıştay yürütmeyi durdurdu. Bu olay 5 yılda 4 kez yaşandı.

Yargının iş yükünü hafifletecek adımların bizzat yüksek yargı tarafından engellendiği ortaya çıktı. Hâkim ve savcı açığının kapatılması amacıyla açılan sınavlar her defasında durduruldu. Yargıtay'ın dosya yoğunluğunu büyük ölçüde azaltacak bölge adliye mahkemelerinin (istinaf) faaliyete geçirilmesi ise sürekli ertelendi. İstinaf mahkemeleri için acele edilmemesi yüksek yargı mensupları tarafından dile getirilirken, hâkim ve savcı alımı sınavlarının özellikle 2006 yılından itibaren idarî yargıya takılmaya başlaması dikkat çekti. Adalet Bakanı Sadullah Ergin de dün konuyla ilgili eleştirileri cevaplandırırken, "3.365 hâkim ve savcı kadrosu boş, niçin bunları doldurmadınız?" şeklinde sorular sorulduğunu hatırlattı. Hâkim ve savcı alım sürecinde son 5 yılda 4 kez yürütmeyi durdurma kararı verildiğini hatırlatan Ergin, "Biz her defasında hâkim ve savcı alımına çıkmışız, sınavlar yapmışız bu sınavlar Danıştay tarafından yürütmesi durdurulmuş. Kör topal yürütülmüştür bu işlemler." dedi.

Danıştay'ın daha önce mülakatlarla ilgili davalarda 'Adalet Bakanlığı bu sınavı yapar, Anayasa'ya aykırılık söz konusu değildir' şeklinde içtihatta bulunduğunu da hatırlatan Ergin, ancak 2006'dan sonra tam tersi kararın çıktığını vurguladı. Bakan Ergin, tahliye sürecini öngörüp 3 ayda acil dosyaları görüşen 6. Ceza Dairesi'ni ise örnek gösterdi: "Aynı hassasiyet gösterilebilseydi bunlar oluşmayacaktı."

İş yoğunluğu sebebiyle davaların uzaması adalet sisteminin en önemli sorunları arasında gösteriliyor. Bu soruna çözüm bulmak amacıyla son dönemde çeşitli tedbirler gündeme getirildi. 2004 yılında çıkarılan bir kanunla bölge adliye mahkemeleri (istinaf) kurulması, önemli adımlardan biriydi. Kanunla, Yargıtay'a giden dosya sayısını büyük ölçüde azaltacak bu mahkemelerin Haziran 2007'de faaliyete geçirilmesi öngörüldü. Ancak, yargı ve CHP, "Yargıtay'ın etkinliğinin azalacağı" gerekçesi ile istinaf mahkemelerinin faaliyete geçmesine itiraz etti. Dönemin Yargıtay Başkanı Osman Arslan, istinaf mahkemelerinin faaliyete geçirilmesinin Haziran 2010'a kadar ertelenmesini istedi. Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, 2009-2010 Adli Yılı açılış konuşmasında, altyapı hazırlanmaması durumunda, 'yargıda kaos ortamının doğacağı' uyarısında bulundu. Mahkemelerin ülkenin üniter yapısını bozmaya yönelik olduğunu ileri süren CHP Konya Milletvekili Atilla Kart, "Buralarda siyasallaşma, kadrolaşma tehlikesi bulunmaktadır." görüşünü ortaya attı.

Adalet Bakanlığı'nın istinaf mahkemelerinin faaliyete geçirilmesi için teklifte bulunduğu Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu da (HSYK) işi ağırdan aldı. 18 Mayıs 2007 tarihinde Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Konya, Erzurum, Diyarbakır, Bursa ve Samsun olmak üzere 9 ilde mahkeme kurulmasını kararlaştıran HSYK, hakim ve savcı sayısının artırılmasından sonra faaliyete geçirilme şartını koydu. Bu tartışmalar sürerken 2008 yılında Yargıtay Başkanlığı, iş yükünün azaltılması ve davaların makul sürede bitirilebilmesi amacıyla Yargıtay'da 6 yeni dairenin kurulması talebini gündeme getirdi.

İdari yargının hakim ve savcı alımlarıyla ilgili sınavlara ilişkin durdurma kararları da, hem personel açığının giderilmesini hem de istinaf mahkemelerinin kurulmasını geciktiren faktörlerin başında geliyor. Danıştay'ın, bu yönde verdiği kararlar ilginç seyir izledi. Özellikle 2006 yılından itibaren yaşanan süreç, yargıdaki personel açığını giderecek sınavların Adalet Bakanlığı'na yaptırılmaması yönünde bir strateji yürütüldüğünü ortaya koydu. Sınavlarla ilgili davaları reddeden Danıştay ise 2006 yılından itibaren içtihat değişikliğine gitti. Danıştay 12. Dairesi, YARSAV'ın başvurusu üzerine 13 Kasım 2006'da sınavların ve bunların dayanağı olan yönetmeliğin yürütmesinin durdurulmasına karar verdi. Bakanlık, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'na itiraz etti. Hakim ve savcı alımına ilişkin işlemlerin bakanlıkça yapılmasının yasaya uygun olduğunu belirten kurul, yasal düzenlemenin Anayasa'ya aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. Anayasa Mahkemesi, bakanlığı haklı buldu. Bunun üzerine Danıştay 12. Dairesi, yürütmeyi durdurma talebini reddetti. Aynı daire, YARSAV'ın yeni başvurusu üzerine bu kez mülakatın sübjektif olduğu gerekçesini ileri sürerek yürütmeyi durdurdu. Danıştay'ın kararında vurgulanan hususlar dikkate alınarak mevzuat değiştirildi, yazılı sınav ve mülakatlar buna göre yapılmaya başlandı. Ancak, Danıştay bu kez 19 Kasım 2007 tarihinde ÖSYM'ce yapılan yazılı sınavın yürütmesini gerekçe göstermeden durdurdu.

Danıştay, sürekli sınavları durdurma kararı verirken ilginç bir çelişkiye de imza attı. Hakim ve savcı adaylığı mülakatında başarısız olan bir adayın açtığı davada, Danıştay 12. Dairesi, mülakatın kamera kullanılarak yapılması gerektiğine hükmetti. Hakim ve savcı adayı alımında kamera kaydı şartı getiren Danıştay, Milli Savunma Bakanlığı'nın sözleşmeli subaylık mülakatında başarısız olan bir aday tarafından açılan davada ise mülakatın sesli ve görüntülü kayda alınmasına gerek olmadığına 2009 yılında hükmetti.

Hâkim-savcı alımını engelleyen ve zorlaştıran yargı, hükümet aleyhine kararları tebliğde ise bir hayli hızlı. Karar tebligatlarını posta yoluyla yapan Danıştay, hakim-savcı sınavlarının yürütmesini durduran kararlarının tebligatında istisnai bir yöntem izliyor. Kararlar 'derhal uygulanması' için bakanlığa, memur eliyle anında gönderiliyor. Mülakatta kamera kaydı kullanılması kararına karşı Adalet Bakanlığı'nın yürütmenin durdurulması talebiyle açtığı dava 2 yıl geçmesine rağmen görülmedi. Danıştay, Tam Gün Kanunu ile ilgili Sağlık Bakanlığı'na karşı açılan davada 24 saat içinde yürütmenin durdurulmasına karar vermişti.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1075911&title=yargiyi-hizlandiracak-adimlari-danistay-engelliyor&haberSayfa=1
#1096
Merhabalar. Bir af kanunu çıkmış değil. İktidarın yaptığı şey, herkesin şikayet ettiği ve AB normlarına da aykırı olan uzun tutukluluk sürelerinin kısaltılmasıyla ilgili Ceza Muhakemesi Kanunu'nda değişiklik yapmaktan ibaret bir şey. Bu değişiklik yıllar önce yapıldığı halde yürürlüğü 2010 sonuna kadar ertelenmişti, yani kanun vardı, başta yargı mensupları olmak üzere konuyla ilgili herkes tarafından biliniyordu, ancak henüz yürürlüğe girmemişti. Yürürlük süresinin yıllar sonraya bırakılmasındaki maksat da arada geçen süre boyunca mahkemelerde ve Yargıtay'da yaşanan gecikmeleri olabildiğince ortadan kaldırmaya dönük tedbirlerin alınmasını sağlamaktı. Ancak aradan geçen süre boyunca uzun yargılama sürelerinin kısaltılması sağlanamadığından ve Yargıtay'daki dosyalar arasında da 102. madde uygulamasına girecek dosyalara özel bir ayrıcalık tanınmadığından, hakkında kesinleşmiş bir mahkeme kararı olmadığı halde uzun yıllardır tutuklu olan kişilerin tahliye edilmelerine şahit olmaya başladık. Bu kişiler şayet yargılandıkları davada kesinleşen bir mahkumiyet alırlarsa, yeniden yakalanıp hapishaneye konulacak ve cezalarının kalan bölümünü çekeceklerdir. Yani ortada bir af kanunu bulunmamaktadır.

Şimdi benzer bir şeyin sizin başınıza geldiğini düşünün: Bir iftiraya uğradınız/bir kumpasa geldiniz, yani özetle masumsunuz, ancak hakkınızda ceza davası açıldı ve siz tutuklandınız. Hakkınızdaki yargılamanın uzun yıllara yayılmasını ve bu süre boyunca hapiste kalmayı ister miydiniz? Bunu sanırım kimse istemez. Meşhur bir sözdür: Gecikmiş adalet, adalet değildir. Dolayısıyla kanuni bir düzenleme yaparken kurunun yanında yaşlar da yansın diyemezsiniz. Başka bir örnek vereyim: Ceza Hukukunun evrensel bir ilkesi de "şüpheden sanık yararlanır" ilkesidir. Yani hakim bir kişinin %99 suçlu, %1 suçsuz olduğunu düşünüyorsa, bu ilke gereğince beraat kararı vermelidir. Zira bir masumun haksız bir şekilde hapse atılmasındansa hakkında yeterli delil bulunamayan ama gerçekte suç işlemiş olan bir çok suçlunun dışarıda gezmesi medeni ülkelerin tamamınca tercih edilmiştir, dinimiz açısından da durum böyledir. Dolayısıyla siz devlet olarak hiç kimseyi hakkında kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı olmadığı halde uzun yıllar hapiste tutma hakkına sahip değilsiniz. Devletin burada yapması gereken, adalet mekanizmasını hızlandırmaktan ibarettir. Aşağıdaki linkte konuyla ilgili haber ve değerlendirmeler bulunuyor. Konu özetle bu şekilde.

http://www.vekil.net/forum/guncel-hukuk-haberleri-paylasim-ve-yorum-bolumu/tutukluluk-suresini-sinirlayan-cmknin-102-maddesi-uygulamaya-giriyor/
#1097
Merhabalar.

Alıntı Yapx fotokopide adı geçen bölgesinde tanınmış 3 şahidin imzası ile sözleşmeyi hukuki olarak senete çevirerek icra ile parasını alabilirmi ?

Fotokopi belgeye istinaden ancak ilamsız icra takibi yapabilirsiniz, bu takip itiraza uğrarsa, itirazın iptali davası açılması gerekecektir. Ancak elinizdeki belge fotokopi olduğundan, itirazın iptali davasında bu belgeye ve şahitlere dayanamazsınız. Yani sorunuzun cevabı maalesef olumsuzdur. Bununla beraber, meseleyi bir avukatla enine boyuna görüşürseniz, belki başka bir çıkış yolu bulabilirsiniz. Kolay gelsin...


Önemli not: Çok kısıtlı ve yanıltıcı olabilecek açıklamalara istinaden yapılan yukarıdaki değerlendirmeler, bu bölümde yer alan konu/soru hakkında kişileri en temel düzeyde bilgilendirme amacına matuftur. Bu tür konular her yönden ayrıntılı bir inceleme/araştırma yapılmasını gerektirir ve bu da ancak profesyonel yardım ile mümkün olabilir. Bu sebeple haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz ve herhangi bir hak kaybına maruz kalmamanız için bir avukatla anlaşmanızı ve avukatınızın yönlendirmeleri istikametinde hareket etmenizi tavsiye ediyorum.
#1098
Yargıtay Yirminci Hukuk Dairesi Onursal Başkanı Ferruh Atbaşoğlu, "orman alanı vasfını yitirmiş 2B arazileriyle ilgili envanter ve istatistik bilgi olmadan kanun yapılamayacağını" söyledi.

Orman Mühendisleri Odası Batı Akdeniz Şubesi tarafından düzenlenen toplantıya katılan Atbaşoğlu ''Ormanlarımız ve 2B Gerçeği'' konulu konferans verdi. Ormanların devlet koruması altında olduğunu belirten Atbaşoğlu, ormanlardaki nitelik kaybının tamamen insan eliyle yapıldığını ileri sürdü.

Orman alanı niteliğinin ancak bitki hastalığının ormana girmesi, deprem olması, yanardağ püskürmesi ve deniz taşması gibi doğal olaylarla kaybolabileceğini ifade eden Atbaşoğlu, şunları kaydetti:

''Ormanlardaki doğal nitelik kaybı budur. Ülkemizin coğrafi ve jeolojik tarihinde böyle bir olay yok. Nasıl oluyor ormanlarda nitelik kaybı? İnsan eliyle, zorlama suretiyle, kaba kuvvetle, dozerlerle... Siz o zaman ne yapıyorsunuz? 'Ben geldim, kestim, açtım, biçtim. İstediğim gibi binamı kurdum, istediğim şeyi yaptım. Al nitelik kaybı. Burayı bana verin.' Bu nitelik kaybettirmedir ve yanlıştır. 2B kavramı bilimsel ve hukuki dayanağı olmayan yapay bir kavramdır. Ve ülkemiz şimdi o yapay kavramın sancılarını çekmektedir. Çok acıdır. Yapay kavramın sancılarını çekmekteyiz.''

Atbaşoğlu, 1961 Anayasasının ormanları çok iyi güvence altına aldığını ancak 1970 yılında ilgili kanunun değiştirilerek 2B konusunun gündeme getirildiğini vurguladı. 1982 Anayasasıyla da 2B'nin genişletildiğini anlatan Atbaşoğlu, bugün de aynı şekilde genişletilmeye devam edildiğin savunarak şöyle devam etti:

''Demek ki 2B kavramı, Anayasa değişiklikleriyle veya kanunlarla uzatılmak suretiyle ebediyete kadar devam edecek. Bunu ebediyete kadar sürdürürseniz Türkiye'de orman kalır mı? Bugün 2B tartışılırken dahi hala 2B'ye sokulacak yerlerin pazarlığı yapılıyor ve aldığımız haberlere göre de, bir çok yerde 2B kavramı içine girsin diye, bir çok yerler için özel işlemler yapılıyor. Bu ne kadar sürecektir. Bu ebediyete kadar sürecek bir olay mıdır? Sivrisinekle mücadele detanla olmaz. Bataklığı kurutmak zorundasınız. Onun yolu nereden geçer? Öncelikle bugün, Anayasanın 163 maddesinin 4. fıkrasını, 6831 sayılı yasanın 2B maddesini kaldırmasanız çözülmez. Bugün yüzme havuzundan, spor tesisine kadar 5 yıldızı otele kadar hepsi 2B kabul ediliyor. Eğer bunları 2B olgusu içine sokarsanız, 2B olarak kabul ederseniz Türkiye'de orman kalmaz. Bu tür yapılar bütün ormanlarımıza öbek öbek yayılmış durumda... Bir bina burada, 100 metre ötede başka bir bina, bir kilometre ileride 2 bina, üç kilometre ilerde bir başka bina... Peki bunların hepsi 2B mi? Toplu yaşam alanı değil ki, ayrıca tarım alanı da değil. Bunları 2B'ye sokmak, kanuna da, Anayasaya da aykırıdır. her şeye aykırıdır.''

-''BUGÜN İÇİN KANUN YAPAMAZSINIZ''-

Envanter ve istatistiki bilgi olmadan yapılacak çalışmaların facia olacağını savunan Atbaşoğlu, ''Bugün için 2B ile ilgili kanun yapamazsınız. Çünkü envanteriniz yok, istatistik yok. Eğer her yeri 2-B diye dışarı atmaya kalkarsanız facia olur. Ülkeye büyük kötülük olur'' dedi.

Envanter ve istatistiki bilgi olmadan yapılacak kanunun Anayasa Mahkemesinden de dönebileceğine işaret eden Atbaşoğlu, ''Anayasa Mahkemesinden dönünceye kadar çoktan olan olur. Alan alır, satan satar ve vahim sonuçlar olur. Buradan uyarıyorum. Kanun yapmayı düşünenleri, kanun yapacak olanları ve tüm halkımızı uyarıyorum. Buna karşı çok uyanık ve dikkatli olmak lazım'' diye konuştu.

Atbaşoğlu, 2B arazilerinin büyük bölümünün tarım toprağı olarak orman köylüsünde olduğunu hatırlattı. Orman köylüsünün maddi gücünün ortada olduğunu vurgulayan Atbaşoğlu, ''25 milyar dolarlık gelir elde edileceği düşünülüyor. Bu bir hayaldir, buna kavuşamazsınız. Niçin? Bunların büyük bir bölümü tarım toprağı olarak orman köylüsündedir. Orman köylüsü yoksuldur. Size hangi parayı verecek de siz 25 milyar doları toplayacaksınız. Onun dışındakilerden de bu parayı alamazsınız. Zaten böyle bir mevzuata giremezsiniz'' dedi.

Kanunun ancak envanter çalışması yapıldıktan sonra toplumun tüm katmanlarıyla tartışılarak yapılabileceğini belirten Atbaşoğlu, kanundan sonra arazileri satışında da önceliğin orman köylüsüne verilmesi gerektiğini kaydetti.

Atbaşoğlu, ''Orman köylüsü hayatını ve kaderini ormana bağlamış, orada yaşayan, geçinen insandır. Onun için onun elindeki yeri ona parayla satmaya kalkarsanız orman köylüsüne kötülük olur. Yazıktır, günahtır. Orman köylüsünü korumak kaydıyla, envanter yapmak kaydıyla, durumu tespit etmek gerekir ve oturup konuşmak gerekir'' dedi.

AA
http://www.haber7.com/haber/20110106/2B-arazileriyle-ilgili-Yargitaydan-farkli-tavir.php
#1099
Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, Adalet Bakanı Sadullah Ergin ve AK Partili Bekir Bozdağ'ın tutukluluk süreleri ile ilgili Yargıtay'ın ihmali olduğu şeklindeki açıklamalarına "Gelin siz yapın" diyerek sert cevap verdi. İşte o sözler:

Tutukluluk sürelerini düzenleyen Ceza Muhakemesi Kanun'un 102. Maddesi'nin yürürlüğe girmesinin ardından cezaevlerinden çok sayıda tahliye yaşandı.

Çoğu domuz bağı yöntemiyle işlenen 188 cinayetten suçlu bulunarak hüküm giyen Hizbullah üyeleri ile cinayet zanlısı 50 kişinin uzun tutukluluk süreleri nedeniyle tahliye edilmesi kamuoyunda büyük tepki toplarken Adalet Bakanı Sadullah Ergin "Tahliye edilen tutuklu dosyalarının 4'te 3'ü Yargıtay'da" diyerek Yargıtay'ı eleştirmişti.

Tahliyelerin toplum vicdanını yaraladığını ancak yasalar neyi gerektiriyorsa onu yaptıklarını ifade eden Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker ise dün Adalet Bakanı'nı "Çok talihsiz bir açıklama. Adalet Bakanı herhalde Yargıtay'ın ne şekilde, nasıl özveriyle çalıştığını, gece gündüz, bayram, tatil demeden nasıl çalıştığını bilmiyor?" sözleriyle cevaplamıştı.

Bugün de Ak Parti Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ, "Yargıtay isterse bir saat sonra Hizbullah sanıkları ya da başka sanıklarla ilgili dosyaları gündemine alabilir, karara bağlayabilir. Hükmü kesinleştirebilir. Bozabilir. Bu kararı nihayete erdirebilir. Buna engel hiçbir şey yoktur, Anayasal bir engel yoktur" dedi.

Gazetecilerin bu konuyla ilgili sorularını yanıtlayan Gerçeker, ''Arkadaşlarımın özverili çalışmalarında bir şey yok. Söylemek kolay. Gelsinler buraya iki günde bitirsinler. Biz de rahatlarız. Oldu mu?'' şeklinde cevap verdi.

NTV
http://www.haber7.com/haber/20110106/Gercekerden-hukumete-acik-rest-Video.php
#1100
Ceza Mahkelmeleri Usulü Kanunu'nun 102. maddesindeki değişiklikle yargılama süresi 10 yılı geçen sanıklar tahliye oldu. Tahliyeler kamuoyunda endişe yarattı. Adalet Bakanı Sadullah Ergin tahliyelere açıklık getirdi.

Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) tutukluluk sürelerini yeniden düzenleyen 102. maddesinin yürürlüğe girmesiyle tahliye olabilecek tutuklu sayılarının tarihe göre değişebileceğini belirterek, ''Bugün itibariyle tutuklu toplam 953 kişi civarında bu düzenlemeden istifade edebilecek gibi, ilk derece mahkemelerinden bu düzenlemeden yararlanan kişi sayısı 280 civarındadır'' dedi.

Ergin, NTV'de canlı yayına katılarak, tahliyelere ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Bir davanın ağır ceza mahkemesinde ortalama bin 622 günde bitirildiğini, bu davanın ilk derece mahkemesindeki yargılama ve savcılık soruşturmasının 580 günde bitirildiğini, aynı dosyanın da bin 42 gün yüksek yargıda beklediğini anlatan Ergin, bir dava dosyasının ortalama 473 gün Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nda beklediğini, dosyanın ilgili ceza dairesinde de 399 gün kaldığını vurguladı.

Bakan Ergin, bu sürenin azaltılması için çalıştıklarını, Adalet Bakanlığı'nın projelerinin ve planlarının bu yönde olduğunu ifade ederek, ''Bugün itibariyle tutuklu toplam 953 kişi civarında bu düzenlemeden istifade edebilecek gibi, ilk derece mahkemelerinden bu düzenlemeden yararlanan kişi sayısı 280 civarındadır. 40 bin rakamı kesinlikle doğru değil. Radikal tedbirler alınmazsa bu rakam 2 bin olur, 3 bin olur, 2014'de daha fazla da artabilir. Burada tıkanıklık yüksek yargımızda'' diye konuştu.

''TAHLİYE OLAN KİŞİLERİN İŞLEMİŞ OLDUKLARI FİİLLER, BUNLARIN TOPLUMDA UYANDIRDIĞI İNFİAL, VİCDANLARDAKİ MERHAMET DUYGUSU HEPİMİZİ İRİTE EDİYOR''

Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) 2004 yılında hazırlandığını ve yürürlüğe girmesinin 2010 yılının sonuna bırakıldığını belirterek, söz konusu düzenlemenin Ergenekon ya da Balyoz davaları sanıkları için yapıldığı yönündeki yorumların doğru olmadığını söyledi.

Bakan Ergin, televizyon programında, tahliyelerle ilgili soruları yanıtladı.

Tahliyelere ilişkin tartışmanın doğru zeminde yapılmadığını belirten Ergin, yazılı ve görsel basında 10 yıllık ve 5 yıllık tutuklu kalınabilinecek sürenin uzunluğunun tartışıldığını, bu sürelerin bile makul ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) kabul edeceği sürelerin de üzerinde olduğunu söyledi.

Tartışmaların tahliye edilenlerin kimliklerine bakılmaksızın sürdürüldüğünü ifade eden Ergin, ''Tahliye olan kişilerin işlemiş oldukları fiiller, bunların toplumda uyandırdığı infial, vicdanlardaki merhamet duygusu hepimizi irite ediyor. Ancak ceza hukukunda kanunilik prensibi esastır, vicdanı kanaatlere göre hakimlerin değerlendirme yapması ceza yargılamasında söz konusu değildir'' dedi.

AİHM'de Türkiye aleyhine açılan davaların yaklaşık yüzde 14'ünün Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 5. maddesindeki ''özgürlük ve güvenlik hakkına'' ve bu hakkın ihlaline ilişkin davalar olduğunu ifade eden Ergin, Türkiye'nin, 2004 yılında Ceza Usul Yasası'nı hazırlarken limitsiz tutukluluk süresine disiplin getirmek ve AİHM'de Türkiye'nin mahkum olmasını engellemek için çalışmalar yapıldığını kaydetti.

Söz konusu düzenlemenin 2008 yılına ertelendiğini, mevzuat nedeniyle bu sürenin daha sonra 2010 yılına uzatıldığını ve 2010 yılı sonunda düzenlemenin yürürlüğe girdiğini belirten Ergin, asıl tartışılması gereken konunun Türk yargısındaki uzun yargılamalar olduğunu ve bunun nasıl kısaltılacağı konusunun çözüme kavuşturulması gerektiğini belirtti.

Yargının iş yükünün azaltılması ve sorunların çözülmesi için gelecek hafta mecliste Tebligat Yasası'nın görüşüleceğini, ara buluculuk kanun tasarısı ve kamu denetçiliğine ilişkin düzenlemelerin tamamlanacağını, yüksek mahkemelerin insan kaynakları sorununun çözülmesine dair çalışmaların da devam ettiğini ifade etti.

-ERGENEKON VE BALYOZ DAVALARINDAKİ TUTUKLULUK SÜRELERİ-

Tahliyelere ilişkin düzenlemenin Ergenekon ve Balyoz davalarındaki tutukluluk sürelerini 10 yıla kadar çıkaracağı yönünde yorumlar bulunduğunun anımsatılması üzerine de Ergin, söz konusu yasal düzenlemenin 2004 yılında yapıldığını hatırlattı.

Ergin, ''Bu yasa 2004'te yapıldı. O zaman Ergenekon ya da Balyoz soruşturması var mıydı? 2004'te yapılmış bir yasanın 2008'den sonra ortaya çıkmış soruşturmalar için yapıldığını söylemek doğru değil. Buradaki düzenleme Türkiye'de yargılamanın uzun tutukluluğu önlemek için siyaset kurumunun ortaya koyduğu bir iradedir, doğru bir düzenlemedir'' dedi.

Bakan Ergin, 102. maddedeki düzenlemeden önce alt sınırı 7 yıl ve daha üst olan fiiller için tutuklama sınırı olmadığını belirterek, buna limit getirildiğini, bu limitin de uzun olduğunu söyledi.

AA
http://www.haber7.com/haber/20110105/Bakan-Ergin-tartisilan-tahliyeleri-anlatti.php