Haberler:

Hukuk Forumumuza Hoşgeldiniz

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - kilimanjaro

#1101
Pakistan'daki sel felaketi nedeniyle en az 10 milyon kişinin evsiz kaldığı bildiriliyor. BM sözcüsü, BM'nin karşı karşıya kaldığı en büyük insani krizlerden biri olduğuna dikkati çekti.

BM İnsani Yardım Koordinasyon Merkezinin (OCHA) İslamabad'daki sözcüsü Maurizio Giuliano, Sind eyaletindeki son yağışlardan sonra yeni tahminlere göre ülke genelinde en az 10 milyon kişinin evsiz olduğunu belirtti.

Giuliano, bu sayıya, geçici bir çatı bulan ya da okullara yerleştirilenlerin dahil olmadığını, yaklaşık yarım milyon kişinin okullarda barındığını söyledi.

Sözcü bunun, yardım edilecek kişilerin ve bölgelerin sayısı göz önüne alındığında, BM'nin de karşı karşıya kaldığı en büyük insani krizlerden biri olduğuna dikkati çekti.

Pakistan'da temmuz ayının sonunda başlayan seller nedeniyle şimdiye kadar 1700'den fazla kişinin öldüğü bildiriliyor.

BM daha önce evsiz kalanların sayısını 4,8 milyon olarak açıklamıştı.

AA
http://www.haber7.com/haber/20100907/Pakistanda-en-az-10-milyon-evsiz-kaldi.php


"Hayatta kalanların durumu, ölülerden daha kötü...''


Pakistan Kızılay Başkanı Senatör Nilüfer Bahtiyar, 22.08.2010'da Anadolu Ajansına yapmış olduğu açıklamada şunları söylemişti: "Pakistan'a ilk gelen Türk Kızılayı'nın yardım uçaklarıydı, müteşekkiriz''. Pakistan'ın 2005 depreminden sonra çok büyük bir felaketle karşı karşıya kaldığını belirten Bahtiyar, yağmurların 2 hafta daha sürmesinin beklendiğini söyledi. Geçtiğimiz günlerde BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon'un, sel bölgesini ziyaret ettiğini anımsatan Bahtiyar, selden 40 milyona yakın kişinin etkilendiğini, 2 bin kişinin kaybolduğunu belirterek, tabloyu şöyle özetledi: "Hayatta kalanların durumu, ölülerden daha kötü...''

HER ŞEY YIKILDI
Asıl sıkıntının selden sonra ortaya çıkacağını ifade eden Nilüfer Bahtiyar, şöyle konuştu: "Selin etkili olduğu bölgede ayakta hiç bir şey kalmadı. Selden etkilenenlerin barınma sorununu gidermek için çadır ve prefabrik ev kuracağımız kuru bir alan yok. Pakistan'ın güney bölgesi olan Sind'de sel devam ediyor. Önüne kattığı her şeyi yok ediyor. Pakistan'ın yüzde 70'i sular altında. Bu da selin, her 10 Pakistanlı'dan birini etkilediğini gösteriyor. Kimse kimseye yardım edemiyor.'' "Dost dosta yardım eder'' diyerek duygularını dile getiren Bahtiyar, 2005'te meydana gelen depremden sonra çalışmalarını sürdüren Kızılay'ın, daha bu çalışmalarını bitirmeden ikinci kez bölgeye geldiğini vurguladı. AA

http://www.sabah.com.tr/Yasam/2010/08/22/olenler_daha_sansli
#1102


CHP'li Avcılar Belediyesi'nin astığı, 'Müslüman kadınların rahibe gibi örtünmesi için Evet' yazılı afişlere tepki yağmaya devam ediyor.

Dün Avcılar Belediyesi önünde toplanan 6 sivil toplum örgütü, Belediye Başkanı Mustafa Değirmenci'yi istifaya davet etti. Adalet Platformu Başkanı Adem Çevik de sorumlular hakkında suç duyurusunda bulundu. Eskişehir'deki kadın dernekleri, "CHP'den özür bekliyoruz." açıklaması yaptı. Tepkiler, CHP'yi de karıştırdı. Afişten il yönetiminin haberi olduğunu belirten Belediye Başkanı Mustafa Değirmenci sırra kadem bastı, kamuoyundan kaçıyor. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise Avcılar Belediye Başkanı'nı disipline sevk edeceklerini açıkladı.

Avcılar Belediyesi önünde toplanan sivil toplum kuruluşları, Değirmenci'ye istifa çağrısı yaptı. İnsani Değerler Platformu (İDEP) öncülüğünde Avcılar Kadınları Grubu, Avcılar İlim Kültür Vakfı, Erdem Kültür Ahlak ve Dayanışma Derneği, Gülen Çocuk ve Gençlik Derneği, İlk Adım Eğitim Kültür Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, Karınca Eğitim Kültür Çevre ve Yardımlaşma Derneği üyeleri belediyeyi protesto etti. Belediye önünde 'Önce saygı' yazılı büyük bir pankart açan grup, 'Rahibin örtüsüne de saygı', 'Çarşaf açılımı rahibeye takıldı' ve 'Örtünmek Allah'ın emridir' yazılı dövizler taşıyarak çeşitli sloganlar attı.

Bu arada Adalet Platformu Başkanı Adem Çevik, CHP lideri Kılıçdaroğlu, İstanbul İl Başkanı Berhan Şimşek ve Avcılar Belediye Başkanı Değirmenci başta olmak üzere afişte sorumluluğu olan CHP yöneticileri hakkında suç duyurusunda bulundu. Çevik, dilekçesini Bolu'nun Gerede ilçesi Cumhuriyet Savcısı Uğur Ay'a teslim etti. Eskişehir Sarmaşık Eğitim ve Kültür Derneği de, afişi asan CHP'yi, inançlı inançsız bütün kadınlara hakaret etmekle suçladı. Eskişehirli kadınların eğitim ve kültür faaliyetlerinde bulunmak üzere kurduğu derneğin başkanı Elif Akarsu, "CHP, daha iyi bir Türkiye oluşturmak, hoşgörü ortamı sunmak yerine insanların kılık kıyafetleri ve inançlarıyla, özgürlükleriyle uğraşıyor. Bunun adına da demokrasi diyor. Çok yazık. Bunlar demokrasiyi de özgürlüğü de hazmedemiyor. Bu hakaretler kesinlikle unutulamaz ve kabullenilemez. CHP'den özür bekliyoruz." diye konuştu.

Öte yandan NTV Ankara Temsilcisi Murat Akgün'ün sorularını cevaplayan CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, bu konuda daha önce gerekeni yapacaklarını söylediğini hatırlattı. Avcılar Belediye Başkanı ile telefonda görüştüğünü bildiren Kılıçdaroğlu, "Rahibe afişi diye bir şey yok. Kadınların rahibe gibi giyinmesine karşı olduklarını anlatan bir afiş. Ben daha önce 'özür dilemesini biliriz' diye açıklama yaptım. Bu konu MYK'de tartışılacaktır. Disipline sevk edeceğiz." şeklinde konuştu.

Erzurum'da da aynı hakaret yapılmış

CHP'nin eski Erzurum İl Başkanı Nevzat Özpeker'in de 2 yıl önce türban için 'rahibe örtüsü' dediği ortaya çıktı. Özpeker şunları söylemişti: "Başörtüsünün kamusal alanda olmasına karşıyız. Başörtüsü Kur'an'ın hiçbir ayetinde kesin bir hüküm değildir. Kur'an'ı, Diyanet İşleri başkanı kadar bilirim. CHP'li yöneticiler olarak, dinimizi de onun nasıl uygulanması gerektiğini de biliriz. Din simsarlarının bir metre bezi Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin üzerine örtmesine izin vermeyeceğiz. Türban ile başörtüsü arasındaki farkı iyi bilmek gerekir. Başörtüsü Müslüman örtüsüdür, türban ise rahibe ve Frenk örtüsüdür." SELİM KARAHAN ERZURUM

CHP'li kadınlara dayak iddiası

CHP Bahçelievler İlçe Örgütü Kadın Kolları'ndan 3 kadın, Yenibosna'da broşür dağıtırken saldırıya uğradıklarını iddia etti. Kadının yerde uzanan fotoğrafları CHP İstanbul İl Başkanı Berhan Şimşek tarafından basına servis edildi. Başörtülülere hakaret içeren afişler nedeniyle zor günler geçiren Berhan Şimşek, henüz olayın faili yakalanmadan tahrikkar ifadeler kullandı. Şimşek, "AK Parti gerillalarını sokaklarda CHP örgütüne saldırtıyor. Çakallar gibi, kurtlar gibi saldırıyorlar." diye konuştu. Darp raporu alan kadınlar karakola giderek şikayetçi oldu. Kayıplara karışan Ç.E isimli şahsın 1 ay önce İstanbul'a geldiği belirlendi.AK Parti Bahçelievler İlçe Başkanı Hayati Güllük de söz konusu şahsın AK Parti ile hiçbir ilgisi olmadığını belirtti. Kadınların emniyet ifadelerinde de AK Parti ile ilgili herhangi bir ifadenin yeralmadığını açıkladı. CHP il örgütünün kendilerini tahrik etmeye çalıştığını ancak bunda başarılı olamayacaklarını söyledi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1025272&title=afis-tartismasi-buyuyor-sivil-toplum-ayakta
#1103
Genelkurmay, 6 askerin şehit edildiği Hantepe baskınına Heron görüntülerine rağmen müdahale edilmediği iddialarına bir ay sonra cevap vermiş ve 'yoğun sis ve toz bulutu sebebiyle helikopterlerin bölgeye ulaşamadığını' açıklamıştı. Ancak, kafalardaki soru işaretlerini gidermeyen bu bilginin de doğru olmadığı ortaya çıktı.

Meteoroloji Genel Müdürlüğü, Zaman'ın 'Bilgi Edinme Yasası' kapsamındaki sorusu üzerine Hantepe ile Zap Vadisi'ndeki 15 günlük meteorolojik harita ve diyagramlar ile uydu verilerini inceledi: "Saldırının yaşandığı 20 Temmuz 2010'da bögede 'yoğun sis ve toz bulutu' yoktu."

Meteoroloji'den Genelkurmay'a yalanlama: O gün Hantepe'de sis ve toz bulutu yoktu

Hakkâri'nin Çukurca ilçesine bağlı Hantepe üs bölgesinde 6 askerin şehit edildiği saldırıyla ilgili olarak Genelkurmay Başkanlığı'nın 'yoğun sis ve toz bulutu' sebebiyle helikopterlerin bölgeye ulaşamadığı açıklamasını Meteoroloji yetkilileri doğrulamadı. Şehit aileleri başta olmak üzere kamuoyunun yoğun baskısı ile olayın yaşandığı 20 Temmuz 2010'dan bir ay sonra Hantepe ile ilgili yazılı bir açıklama yapan Genelkurmay Başkanlığı, 'yoğun sis ve toz bulutu' sebebiyle helikopterlerin yarım saat süren iniş denemesini müteakip Hakkâri'ye dönmek zorunda kaldıklarını açıklamıştı.

'Bilgi edinme yasası' kapsamında Zaman'ın sorusu üzerine 15 günlük meteorolojik harita, diyagramlar ve uydu verilerinde Hantepe ve Zap Vadisi'ni inceleyen Meteoroloji Genel Müdürlüğü, saldırı gecesi herhangi bir sis ve toz bulutunun olmadığı bilgisini verdi. Genelkurmay'ın aynı açıklamada, 'Heron çatışma başladıktan yarım saat sonra görüntü vermeye başladı' demesine rağmen geçen hafta basında yer alan görüntüler, Heron'un çatışmadan yaklaşık yarım saat önce görüntü aldığını, ancak bu sürede karakolun uyarılmadığını da ortaya çıkarmıştı.

Genelkurmay Başkanlığı 21 Ağustos'ta Hantepe açıklamasında, "Olayın başlaması üzerine Hakkâri'de konuşlu bulunan taarruz helikopterlerine emir verilmiş, helikopterler, zorunlu hazırlıklarını müteakip havalanmış, ancak Çığlı Suyu (Zap) Vadisi'ndeki yoğun sis ve toz bulutu nedeniyle güneye, Çukurca bölgesine geçememiş, yarım saat süren denemeyi müteakip, Hakkâri'ye dönmek zorunda kalmışlardır. Aynı helikopterler, hava şartlarının iyileşmesi üzerine, saat 04.30'da Hantepe üzerinde olmuş ve bölgeden uzaklaşmaya çalışan teröristleri ateş altına almışlardır." demişti.

Meteoroloji Genel Müdürlüğü ise "Bölgeye yakın olan meteoroloji istasyonlarında yapılan ölçümlerin, meteorolojik harita ve diyagramlar ile uydu verilerinin analizi sonucunda; 19-20 Temmuz 2010 gecesi Çığlı Suyu (Zap) Vadisi civarında yoğun sis ve toz bulutu oluşumuna uygun meteorolojik şartların mevcut olmadığı değerlendirilmiştir." dedi.

Genelkurmay'ın Hantepe açıklamasını evlatları Hantepe'de şehit olan aileler başta olmak üzere, basın ve kamuoyu 'tatmin edici' bulmamıştı. Açıklamanın kuşkularını daha da artırdığını söyleyen Hantepe şehidi Ayhan Say'ın babası Hasan Say, "Nasıl bir orduyuz ki, askerlerimiz ölüyor ama hava şartları bahanesiyle müdahale edilemiyor. Bu olayın üzeri kapatılamaz. Sorumlular bunun hesabını versin." demişti.

Ölümüne akreditasyon olayında da yanılmıştı


BBP lideri merhum Muhsin Yazıcıoğlu'nun helikopterinin düştüğü Keş dağında, Cihan Haber Ajansı muhabirinin ölümüne akreditasyon uygulanarak askerî helikoptere alınmaması olayında da Genelkurmay ile Meteoroloji ters düşmüştü. Genelkurmay dondurucu ve karlı dağda sıcaklığın 13 derece olduğunu iddia ederken Meteoroloji olay yerinde hava sıcaklığının -5 ile -8 derece arasında olduğunu duyurmuştu.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1025313&title=o-gun-hantepede-sis-ve-toz-bulutu-yoktu
#1104
KPSS'de kopya iddiası nedeniyle süren soruşturmalar sonrası ÖSYM'den açıklama yapıldı. Yapılan açıklamada ertelenen sınavların tarihi ve YGS'ye yönelik açıklamalar yer aldı.

Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM), KPSS ile ilgili iddialar üzerine ertelenen 12 sınavın sorularının yeniden hazırlanması söz konusu olduğundan, sınavların daha önce duyurulan tarihlerde yapılmayacağını belirterek, ''Ertelenen bu sınavlar 2010 yılı içinde gerçekleştirilecek olup, yeni sınav takvimi yakın zamanda kamuoyu ile paylaşılacaktır'' açıklamasında bulundu.

ÖSYM'den yapılan açıklamada, şunlar kaydedildi:

''10-11 Temmuz 2010 tarihlerinde yapılan Kamu Personeli Seçme Sınavı ile ilgili iddialar üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının talimatıyla Merkezimiz Test Hazırlama Birimi'nde yer alan ana bilgisayar makineleri ile diğer makinelerin imajları incelemek üzere alındığından, 2010 yılının sonuna kadar yapılması planlanan 12 sınavın sorularının gizliliği kalmamıştır.

Bu sınavların sorularının yeniden hazırlanması söz konusu olduğundan sınavlar daha önce duyurulan tarihte yapılmayacaktır. Ertelenen bu sınavlar 2010 yılı içinde gerçekleştirilecek olup, yeni sınav takvimi yakın zamanda kamuoyu ile paylaşılacaktır.''

''YGS SORULARININ SIZDIRILDIĞINA DAİR HİÇBİR BULGU YOK''

ÖSYM Başkanlığı, Yüksek Öğretime Geçiş Sınavı (YGS) sorularının sızdırıldığına dair hiçbir bulgunun olmadığını bildirdi.

ÖSYM'den yapılan yazılı açıklamada, 10-11 Temmuz'da yapılan KPSS'de kopya ve soru sızdırma iddialarıyla ilgili yapılan incelemelerin ve çalışmaların yoğun olarak sürdürüldüğü belirtildi.

İncelemeler sürdüğü ve bilgiler netleştirilmeye çalışıldığı için ÖSYM tarafından bu süre zarfında yanlış anlaşılmaya fırsat verecek açıklamaların yapılmamasına özen gösterildiği vurgulanan açıklamada şunlar kaydedildi:

''Bazı illerin emniyet müdürlüklerinin 11 Nisan 2010 tarihinde yapılan YGS sırasında kopya çekerken yakalanan ve organize olarak bu suça katıldığı tespit edilen adaylara yönelik sürdürdükleri çalışmalarla ilgili Merkezimizden istediği tüm bilgiler verilmekte ve gereği yapılmaktadır. Bu sınavda soruların sınav öncesinde sızdığına dair hiçbir bulgu yoktur.''

AA
http://www.haber7.com/haber/20100907/Ertelenen-12-sinavin-yapilacagi-tarih.php
#1105
DÖRTYOL PROVOKASYONUNUN ŞİFRELERİ ÇÖZÜLÜYOR

Polis MHP'li Kılıç'ın aracındaki katillerin peşindeyken, 155'e başka bir araç  ihbar edildi. Takip ikiye bölündü katiller kaçtı. İhbarcı Uzman Çavuş M.D. çıktı

Hatay'ın Dörtyol ilçesinde 27 Tammuz 2010'da 4 polisin şehit edildiği saldırıdan 1 saat sonra, polis saldırının yapıldığından şüphelendiği MHP'li Payas Belediye Başkanvekili Bestami Kılıç'a ait Passat marka aracı takibe başladı. Takip sürerke 155 polis imdat hattına, polislerin dikkatini dağıtan bir ihbar geldi 19.30'daki ihbarda, saldırının sivil 3 şahsın olduğu 63 ZN 134 plakalı Renault Broadway'den yapıldığı bildirildi.

ASIL KATİLLER TAKİPTEN KURTULDU

Bu sahte ihbar üzerine içinde polis katillerinin bulunduğu gerçek araçla ilgili takipteki bazı görevlileri çekilerek ihbar edilen aracın peşine gönderildi. Polis, Şanlıurfa plakalı aracı hızla durdurup Emniyet'e götürdü. Asıl araç ortadan kaybolurken katiller de sırra kadem bastı. Emniyet'e götürülen araçtakilerin 4 polisin katili olduğu söylentisi üzerine Dörtyol halkı emniyeti basarak bu kişileri linç etmek istedi. Araçtakilerden Mehmet Bozkurt, Emniyet bahçesinde silahla vuruldu.

HER TAŞIN ALTINDAN UZMANLAR ÇIKTI

Günlerce devam eden provokasyonların başlamasına neden olan ve MHP'li Kılıç'a ait araçtaki asıl polis katillerini kurtaran "yanlış ihbarı" yapan kişinin kimliğine ulaşıldı. 155'e şaşırtmaca ihbarı yapanın Uzman Çavuş M.D. olduğu tespit edildi.

MUVAZZAFLARIN İSMİ DE BELİRLENDİ

Öte yandan MHP'li Bestami Kılıç'ın saldırıdan hemen önce saat 14:00-14:30 arasında Amanos dağlarında bir maden ocağında görüştüğü kişilerin Jandarma İstihbarat Astsubay A. U., Uzman Çavuşlar E. G. (Deniz Gezmiş'in yeğeni) ve T. L. olduğu belirlendi. • ANKARA star

Şok Kılıçdaroğlu iddiası: Göstermelik suikast

Olaylarla ilgili 27 Ağustos'ta Savcılığa gönderilen ihbar mektubunda Ülkü Ocakları ve MHP İl yöneticisinin yönlendirici oldukları iddia edildi, Hatay Ülkü Ocakları bünyesinde CHP lideriKılıçdaroğlu'na göstermelik bir suikast düzenlenmesi için hazırlık yapıldığı ifade edildi. İhbarda, "Bunu da Ak Parti'nin üzerine yıkacaklardı. Suikasti bana teklif ettiler" dedi. 

İtfaiye BDP'deki yangını söndürmedi

Dörtyoldaki provokasyonlarda MHP'li Dörtyol Belediyesi'ne ait itfaiye aracının doğu kökenli vatandaşlara ait 30 işyeri ve BDP binasındaki yangına müdahale etmediği yönündeki iddialar da belgelendi. Komiser Yardımcısı Halil Güldalı ve Polis Memuru Gökhan Murat Mergan'ın BDP binasındaki yangınla ilgili olay anında tuttukları raporda;  31 PY1 98 plakalı itfaiye aracına yangına müdahale etmesinin bildirildiği, ancak itfaiye memurlarının yangını söndürmeyeceklerini polislere beyan ettikleri yer aldı.  Polislerin tutanak tutacakları uyarılarına itfaiye görevlilerinin "ne raporu tutarsan tut" şeklinde karşılık verdikleri de raporda yer alırken, itfaiye aracının ters istikamette belediyeye döndüğü rapora yansıdı. Polis memurları, raporlarında, bu durumu anında telsiz anonsuyla Emniyet'e rapor ettiklerini belirttiler. Ancak itfaiye araçları geri dönmedi. Yangınlar ise polis panzerlerinden sıkılan sularla söndürüldü.

http://www.stargazete.com/politika/katilleri-kurtaran-sahte-ihbar-uzman-cavus-tan-haber-292182.htm
#1106
Din görevlisi Aziz Tanın şehit edilmesiyle ilgili olarak teriristler arasında geçen konuşmalar Aksiyon dergisi'nin bu haftaki sayısında yayınlandı. Haber, terör örgütünün dine bakışını ortaya koyması bakımından oldukça dikkat çekici...

PKK, imam Tan hakkında 'Kürt vatandaşların dinî duygularını istismar ederek ajanlaştırmaya çalıştığı' iddiasıyla 'infaz' kararı çıkarmış. Buna göre, cinayeti Dilşat kod adlı terörist Muhittin Yılmaz ile başka bir PKK'lı işledi. 'İnfaz' kararı örgütün Botan grubu olarak bilinen ve daha çok Hakkâri civarında eylem yapan teröristlerce verildi. İşin ilginç yanı, imamı şehit eden Dilşat kod adlı teröristin hem kırsalda hem de şehirde faaliyet yürütüyor olması. Zaten teröristlerin Toyota ciplerle şehre getirilip götürüldüğü belirtiliyor. Dilşat, M.E. isimli şahsa, Tan'ın nasıl ve neden şehit edildiğini de anlatmış. Dilşat, M.E.nin, "İmamdan ne istediniz?" sorusu karşısında onun Hakkâri'deki gençleri sokak eylemlerinden uzaklaştırdığını söylemiş. Yani imam Tan, camiye gelen gençlere devlet güçlerine taş atmamalarını, okumalarını tavsiye ediyordu. Çocuklara örgütten uzak durmalarını, bu işin sonu olmadığını, örgütün Kürt halkına acı ve ızdıraptan başka bir şey vermediğini anlatıyordu. Onu bu yüzden öldürmüşler. Dilşat ve beraberindeki teröristler cinayet öncesinde Aziz Tan'ı adım adım takip etmiş. İşte M.E.nin anlatımıyla o hain olayın gelişimi: "İmam, teravih namazından önce verdiği vaazda 'Ramazanda ölenler cennete gider' demiş. Dilşat bana 'Onu cennete gönderdim' dedi. Bunu söylerken hep beraber kahkaha attılar. Cinayet gecesi abdestsiz olarak teravih namazına gitmişler. Cemaatin arasında namaz kılıyormuş gibi hareket etmişler. Hatta uzun süre camide kaldıkları için pişman olduklarını söyleyerek tekrar kahkaha attılar. Dilşat, eylemden önce Şenler yokuşuna pusu attıklarını ve sabah namazına giderken imama 7 kurşun sıktıklarını söyledi. İmamların kediler gibi 7 canlı olduğunu, bu yüzden 7 kurşun atarak imamın 7 canını öldürdüğünü belirtti. Dilşat'ın sıktığı kurşunlardan 4'ü kafasına, l'i göğsüne isabet etmiş."

Gamze Polat/Aksiyon
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1024634&title=imami-sehit-etmeden-once-arkasinda-abdestsiz-teravih-kilmislar
#1107


Terör örgütü PKK, referanduma ilişkin net tavrını ortaya koydu. Tunceli'de bildiri dağıtan örgütün silahlı kanadı HPG, vatandaşlardan ya boykot yapmalarını ya da "hayır" demelerini istedi. Bildiride, "Bunu yapmayan parti ya da değişik kesimler hedeflerimiz arasında olacaktır." denildi.

Referanduma sayılı günler kala, terör örgütü PKK'nın silahlı kanadı HPG, Tunceli'de halka bildiri dağıtıp tehditler savurdu. Sandığın boykot edilmesi ya da 'hayır' oyu kullanılması yönünde telkinlerin yer aldığı bildiri, vatandaşa yapılan baskıyı da gözler önüne seriyor. Halkın sokağa dökülmesinin istendiği bildiride, "Özgür anayasaya karşı uyanık olmaya, BDP'nin boykot tavrına destek vermeye ve 'hayır' oyu kullanarak hükümetin oyununu bozmaya çağırıyoruz. Bunu yapmayan parti ya da değişik kesimler hedeflerimiz arasında olacaktır." deniliyor. Bildiride Alevilere yönelik propaganda da dikkat çekiyor.

HPG Dersim Saha Komutanlığı tarafından dağıtılan bildiride şunlar belirtiliyor: "Siz değerli Dersim halkı, 38'leri yaşayan bir halk olarak direniş kültürüne sahip bir halk olarak böylesi bir süreçte öncülük rolümüzü oynama sürecidir. Hareketimizin tüm çözüm girişimlerine rağmen, operasyonları sürdürerek savaşı zorlayan, Türkiye Devleti'ne karşı sesimizi duyurma zamanıdır. 12 Eylül'ün ürünü olan AKP zihniyetinin referandum diyerek darbe anayasasını süslü bir hap halinde yutturma girişimi Kürtleri kimliksizleştirme, imhayı sürekleştirme politikasıdır. Geçmişte Alevi halkımıza katliamlar gerçekleştiren bu zihniyet bugün de tekrardan bir katliam sürecine hazırlanmaktadır. Bu temelde, halkımızın sokaklara dökülmesini, onursuzluğa kimliksizliğe, asimilasyona imha ve inkar politikalarına karşı AKP'nin oyununu bozmasını istiyoruz."

SELÇUK KAPUCİ İSTANBUL
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1024810&title=pkk-tuncelide-bildiri-dagitip-hayir-oyu-verilmesini-istedi
#1108
Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, ''Yeni düzenlemede Anayasa Mahkemesinin mevcut üye sayısının çoğaltılması yerindeyse de üyelerinin tamamının yürütmenin başı olan cumhurbaşkanı ve parlamentonun salt çoğunluğuyla seçilmesi beraberinde büyük ölçüde siyasallaşma eleştirilerini getirecektir'' dedi.

Yargıtayda düzenlenen törene Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Danıştay Başkanı Mustafa Birden, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve Yargıtay üyeleri, Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi üyeleri ile çok sayıda davetli katıldı.

Yargıtay protokol kapısında konukları Başkan Gerçeker, başkanvekilleri İhsan Akşin, Erdal Sanlı ile Yargıtay Genel Sekreteri Salih Kocalar karşıladı.

Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, konuşmasına, ramazan ayının bütün insanlığa barış, sevgi ve mutluluk getirmesini dileyerek başladı.

Gerçeker, daha önceki adli yıl açılışlarında dile getirdikleri sorunların büyük ölçüde ve artarak devam ettiğine işaret ederek, en temel görevlerinin bu sorunları kamuoyuna aktarmak ve çözüm aramak olduğunu belirtti.

Bu yıl da yargı reformu ve anayasa değişikliği konularının kamuoyu gündemini büyük ölçüde oluşturduğunu kaydeden Gerçeker, ''Bu değişikliklere gerek yargı bağımsızlığına gerekse kuvvetler ayrılığı ilkesine, dolayısıyla hukukun üstünlüğü, hukuk devleti ilkelerine aykırı olduğu düşüncesiyle gerek kişisel gerekse kurumsal olarak karşı çıktık'' dedi.

Önemli kurumsal değişikliklerin mutlaka geniş bir toplumsal uzlaşıyla gerçekleşmesi gerektiğini belirten Gerçeker, şöyle konuştu:

''Adalet bir toplumda en üstün değerdir ve bu nedenle de vicdanlarda en üst düzeyde özümsenmesi gerekir. Adalet toplumların geleceğinin de en önemli güvencesidir. Adil olmayan ve yargısını adil çalıştırmayan bir ülkenin uzun bir süre huzurlu biçimde ayakta duramayacağı bilinmelidir. Bu olgu geçmişte kendisini birçok örnekleriyle göstermiştir. 'Adaletin kuvvetli, kuvvetlilerin de adaletli olmaları gerekir' sözü Pascal'a aittir ve çok önemli bir gerçeği saptamaktadır. Adaleti sağlayacak olan da yargı olduğuna göre çağdaş demokratik sistemlerde olduğu gibi, özgürlükçü demokrasinin, temel hak ve özgürlüklerin en büyük güvencesi olan, her türlü iç ve dış etkenlerden arınmış, tam bağımsız yargı sistemi oluşturmamız gerekmektedir. Yargının asli unsuru olan tarafsızlık ancak bu şekilde gerçekleşecektir. Bağımsız olmayan bir yargı siyasallaşır ve tarafsızlığını yitirir ki bu da bir toplum için en büyük tehlikedir.''

Hasan Gerçeker, hukuk ve yargı sisteminde reform yapılabilmesinin yolunun öncelikle sorunun hangi noktalarda yoğunlaştığının çok iyi saptanmasından geçtiğine işaret ederek, ''Hukuk devleti olmanın, başka bir ifadeyle hukukun üstün tutularak yaşamın her alanında egemen kılınmasının olmazsa olmaz koşulu, yargı erkinin görevini yaparken bağımsız, yansız ve bu işlevi doğrudan yerine getiren hakim ve cumhuriyet savcılarının güvenceli olmalarıdır'' diye konuştu.

-''TÜRK YARGISININ 'DEMOKRATİK MEŞRUİYET' SORUNU YOK''-

Yargı erkinin, yasama ve yürütme erkinin etki alanından uzak tutulması, bu iki erkin alt veya üst derecesinde değil ancak eşit konumda bulunmasıyla mümkün olduğunun net biçimde algılanması gerektiğini ifade eden Gerçeker, şöyle devam etti:

''Yeni düzenlemede Anayasa Mahkemesinin mevcut üye sayısının çoğaltılması yerindeyse de üyelerinin tamamının yürütmenin başı olan cumhurbaşkanı ve parlamentonun salt çoğunluğuyla seçilmesi, yüksek yargı organlarının çoğaltılan üye sayısına göre etkinliğinin azaltılması, kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı olduğu gibi, bu şekilde bir düzenleme Anayasa Mahkemesinin tamamen yürütmenin etki alanına girmesine neden olacak ve beraberinde de büyük ölçüde siyasallaşma eleştirilerini getirecektir.

HSYK'nın yapısıyla ilgili olarak da kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığına aykırı bir düzenleme söz konusudur. Yargı bağımsızlığının güçlendirilmesi için HSYK'nın objektiflik, tarafsızlık, şeffaflık ve hesap verilebilirlik temelinde geniş tabanlı temsil esasına göre yeniden yapılandırılması ve kararlarına karşı etkin bir itiraz sistemi getirilmesi hemen her adli yıl açış konuşmasında dile getirilmektedir. Kurula yürütmenin temsilcisi olan Adalet Bakanının geniş yetkilerle başkanlık etmesi, her ne kadar hakim sınıfından olsa da konumu itibariyle yürütme erkinin içinde bulunan müsteşarının kurulun doğal üyesi olması kuvvetler ayrılığı ile yargı bağımsızlığı ilkeleri ile bağdaşmamaktadır.

Adalet Bakanı ve müsteşarının kurulda yer almasının 'demokratik meşruiyet' ilkesiyle açıklanması gerçeği yansıtmamaktadır. Türk yargısının 'demokratik meşruiyet' sorunu bulunmamaktadır. Kurulun yapısında, oluşumu konusunda ilgili tüm kesimlerin hemen hemen üzerinde birleştiği temel eleştiri, siyasi irade ve yürütmenin temsilcisi olan Adalet Bakanı ve müsteşarının büyük yetkilerle kurulda yer almasıdır.''


-EGEMENLİĞİ KULLANMA YETKİSİ-

Yargıtay Başkan Gerçeker, Türk milletinin, egemenlik hakkını anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullandığını belirterek, ''Bu yetkili organlar da yasama, yürütme ve yargıdır. Egemenliği millet adına kullanma yetkisi yalnız yasama ve yürütmeye verilmiş değildir'' dedi.

Adalet Bakanı ve müsteşarının HSYK'da bulunmasının referans olarak gösterilen dış belgelere de uygun düşmediğini ifade eden Gerçeker, Avrupa Birliği Komisyonunca hazırlanan istişari ziyaret raporlarında ve Avrupa Konseyi tavsiye raporlarında Adalet Bakanı ve müsteşarının HSYK'da olmasının öngörülmediğini kaydetti.

Gerçeker, ''Anayasa'da yapılan değişikliklerle gerek Anayasa Mahkemesinde gerekse HSYK'da Yargıtay ve Danıştayın üye sayısı göreceli olarak azaltılmış, yüksek mahkemelerin etkinlikleri neredeyse yok denecek dereceye kadar indirilmiştir. Bu çok üzüntü ve kaygı verici bir durumdur'' diye konuştu.

Hasan Gerçeker, şöyle devam etti:

''Mevcut ve yasal bir üst mahkeme olgusu ve işleyişinin, hakim ve savcıların yargısal faaliyetleri üzerinde nesnel etkisinin 'vesayet izlenimi' biçiminde tanımlanması şaşırtıcı ve iyi niyetten uzak bir yaklaşımdır. Bu izlenimin ne şekilde ortaya çıktığı, bu şekilde bir görev fonksiyonunun yargının işleyişinde ne gibi bir sorun oluşturduğu açıklıkla ortaya konulmuş değildir. İma edildiği şekliyle, bu yasal durumun hakim ve savcılar üzerinde bireysel bir 'bağımlılık modeli' oluşturduğunu ileri sürmenin, yargı erkinin tüm kurum ve kuruluşları ile ilk derece ve üst derece mahkemeleri ile birlikte bütünlüğünü zedeleyici son derece isabetsiz, abartılı ve tümüyle öznel bir saptama olduğunu düşünmekteyiz.

Üstelik bu durumun HSYK'nın oluşumuyla doğrudan ilgisi bulunmamaktadır. Görev yaptıkları süre içerisinde mensubu bulundukları yüksek mahkemelerle görev ilişkileri bulunmayan kurul üyelerinin hakim ve savcılar üzerinde yüksek mahkeme üyesi olarak ne doğrudan ne de nesnel nedenlerden dolayı vesayeti bulunduğundan söz edilemez.

Anayasal bir kurum olan HSYK'nın seçilmiş üyelerinin kurul faaliyetleri yönünden ifa ettikleri fonksiyon, mensubu bulundukları üst mahkemeyi temsil görevi niteliğinde olmayıp mensubu oldukları yüksek mahkemeden bağımsız, yasayla tanımlanmış görevlerin ifasından ibarettir ve yargının tümüne yönelik bir görevdir. Üstelik mevcut yapıya göre yargının tümüne temsili nitelikte bir fonksiyonun üstlenilmesi de söz konusu değildir.''

-HSYK'NIN YAPISI-

Gerçeker, Adalet Bakanı ve müsteşarının kurulda bulunmasının kurul çalışmalarının istikrarlı bir şekilde sürmesini engellediğini öne sürerek, ''Yapılmak istenilen düzenleme gerçekleştiği takdirde bu karma ve yargı bağımsızlığına aykırı yapı kurulu çalışamaz hale getirecektir'' diye konuştu.

Hakimlerin kararını verirken dış etkilerden olduğu kadar subjektif değerlendirmelerinden de uzak kalabilmesi gerektiğine işaret eden Gerçeker, yargının kendi bütünlüğü içerisinde değerlendirme ve ölçme sistemini kurduğunu, bu sistemin yerine çok sağlıklı bir alternatif çözüm önerisi getirilmeden not sisteminden vazgeçilmesinin uygun görülmediğini belirtti.

''Bu sistem özenle yürütüldüğünde bir sakınca ortaya çıkmayacağı gibi yargı bağımsızlığının ihlali de söz konusu değildir'' diyen Gerçeker, şunları kaydetti:

''Verilen kararların sayısı iş yüzdesi bakımından önemli olmakla birlikte kararlardaki isabet oranının tespiti ve bu oranın yükseltilmesi ancak yüksek mahkemelerin denetimiyle mümkündür. Bu nedenle denetimlerin keyfilikten uzak olması mutlaka sağlanmalı, bu belgeler ilgili hakim ve savcıya tebliğ edilerek, değerlendirmenin asıl öznesi konumunda bulunan bu kişilere cevap ve itiraz hakkı tanınmalıdır.

Hakim ve savcılar arasında meslek kıdemi ve başarıya göre derecelendirme yapılması yerindeyse de 'sınıf' sözcüğü iyi bir seçim olarak görülmemektedir. Üçüncü sınıf, ikinci sınıf gibi ifadeler incitici olabileceği gibi, soruna yargılanan tarafından bakıldığında güven eksikliğini de beraberinde getirebileceği düşünülmelidir. Bu nedenle derecelendirmenin başka bir kavram üzerinden yapılması yerinde olacaktır.''

***

Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, ''Yargı, kimsenin ne arka bahçesi, ne ön bahçesi, ne de yan bahçesidir. Olmamıştır, olmayacaktır da. Buna, her türlü olanaksızlığa karşın onuru ile özveri ile meslek saygınlığını her şeyin üzerinde tutarak görev yapan, Türk yargıçları, Cumhuriyet Savcıları, hiçbir zaman izin vermeyecektir'' dedi.


Gerçeker, adlı yıl açılış töreninde yaptığı konuşmada, ''yargıda örgütlenme özgürlüğünün, tüm çağdaş demokratik sistemi benimsemiş ülkelerde olduğu gibi demokratik temel hak ve özgürlükler kapsamında kabul edilmiş ve uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış'' bir hak olduğunu ifade etti.

Yargı sistemi içerisinde de hakim ve savcılara bu hakkı tanımanın, geliştirmenin özgürlükçü demokrasinin gereği olduğunu belirten Gerçeker, örgütlenme özgürlüğü, hakim ve savcıların her türlü çalışma koşullarının iyileştirilmesi yanında, yargı bağımsızlığının korunup kollanması bakımından da büyük önem taşıdığını kaydetti.

Örgütlenme özgürlüğünü engelleyerek, yürütmenin güdümünde, amaç dışı, göstermelik bir örgütlenme modeli oluşturma çabalarından vazgeçilmesi gerektiğini vurgulayan Gerçeker, şöyle konuştu:

''Yargı mensuplarına gerek mesleki gerekse yargı bağımsızlığı konusunda eğitim verilmesi de çok önemli başta gelen konulardan birisidir. Bu nedenle de Türkiye Adalet Akademisinin yeniden yapılandırılması, idari ve mali özerklik tanınarak gerçek bir akademi haline dönüştürülmesi, kapasitesinin arttırılması gerekmektedir. Avrupa Birliği ilerleme raporlarında da öngörüldüğü gibi, böyle bir yapılanma sağlandıktan sonra hakim ve savcıların eğitimi yanında, hakim adaylarının seçimi de Adalet Akademisi ve HSYK tarafından yapılmalıdır.''

-''YARGIDA ELEŞTİRİLEBİLİR''-

Gerçeker, yargının da eleştirilebileceğini, yargı ile ilgili haber niteliğinin ötesinde yorum yapılırken bu ayrımın gözetilmesi ve çok özen gösterilmesi gerektiğini ifade ederek, ''Gerçeklere dayanılmalı, verilen haberin doğruluğu ispatlanabilmelidir. Yanlış ya da eksik bilgilerle yapılan haber ve yorumlar, yönlendirici yayınlar, kamuoyunu yanlış yönde etkileyeceği gibi, mahkemeler üzerinde bir baskı unsuru da oluşturacaktır'' dedi.

''Bağımsız ve teminatlı olmayan bir mahkemenin adalet dağıtması, temel insan hak ve özgürlüklerini koruması mümkün değildir'' diyen Gerçeker, şöyle devam etti:

''Hakim bağımsızlığı ve teminatı hukuk devleti olmanın olmazsa olmaz koşulunu oluşturmaktadır. Bağımsız, tarafsız, adil ve hızlı işleyen bir yargı, sosyal barışın, güven ve huzurun teminatı olduğu kadar Devletin de varlık nedenidir. Yargının, anayasal gücü ve işlevi ile orantılı olanaklara sahip olması zorunludur. Personel, bütçe yetersizliği gibi yıllardır süregelen sorunların yeterince çözümlenmemesinin özellikle Yargıtayı ciddi endişelere sevk ettiği bilinmelidir. Bu yetersizlikler ve anormal iş yükü sorunu nedeniyle davaların uzaması sonucunda adalete karşı inanç ve güvenin zedelenmesinin manevi sorumluluğunu yargıya yüklemenin haksızlık olacağı, Yargıtay Birinci Başkanları tarafından her adli yıl açılışında dile getirilmektedir.''

-KUVVETLER AYRILIĞI İLKESİ-

Gerçeker, ''kuvvetler ayrılığı'' ilkesinin Anayasa'nın ''değiştirilemez, değiştirilmesi teklif edilemez'' nitelikteki maddeleri kapsamında bulunduğuna işaret ederek, ''Bu ilke, temel hak ve özgürlüklerin, hukukun üstünlüğünün, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olmanın da en büyük güvencesidir'' diye konuştu. Gerçeker, şunları kaydetti:

''Anayasa hukukunun ve siyaset biliminin temel kuralı 'halkın egemenliği, her zaman halkın özgürlüğü demek değildir'. Çoğunluğun baskısının olduğu yerde özgürlükten söz edilemez. Sonuçta, demokrasi zedelenir, özgürlükler ortadan kalkar. Bu noktada 'Çoğunlukçu ve Çoğulcu Demokrasi' kavramlarına değinmek gerekmektedir. Çağdaş demokrasilerde, üyesi olduğumuz Avrupa Konseyinde demokrasi anlayışı 'çoğulcu demokrasi'den yana olmuştur. Azınlık oylarını bütünüyle yok sayan bir 'çoğunlukçu demokrasi' anlayışı çağ dışıdır. Çoğulcu demokrasilerde, çoğunluğun elindeki iktidarı sınırlayan başta yargı olmak üzere çeşitli anayasal kurumlar bulunmaktadır. Çağdaş demokrasinin temeli de budur. Bu konu insan hakları ile temel hak ve özgürlüklerle de doğrudan ilgilidir. İnsan haklarının, temel hak ve özgürlüklerin, çağdaş çoğulcu demokrasilerde hiçbir şekilde ihlali düşünülemez.

Siyasal iktidarın kötüye kullanılmaması ve özgürlükçü demokrasinin gerçekleşebilmesi için kuvvetler ayrılığı en baş koşuldur. Bağımsız yargı istiyorsak, HSYK'nın yapısı bu bakımdan çok büyük önem arz etmektedir. Arızi bir takım olaylar gerekçe gösterilmek suretiyle, kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığına ilişkin temel ilkeler göz ardı edilerek böyle bir takım düzenlemeler yapılması, hukukun üstünlüğü, hukuk devleti ilkelerini çok büyük ölçüde zedeleyecektir. Kurul'a yalnız yargı mensuplarından üye seçilmelidir. Kast gibi, jüristokrasi gibi, al gülüm ver gülüm gibi konu ile ilgisi olmayan kavramlar, hafif düşünceler hiçbir geçerlilik taşımamaktadır. Bunlar yargıyı, özellikle de yüksek yargıyı tanımamaktan kaynaklanan boş sözlerdir.

Yargı, kimsenin ne arka bahçesi, ne ön bahçesi, ne de yan bahçesidir. Olmamıştır, olmayacaktır da. Buna, her türlü olanaksızlığa karşın, onuru ile özveri ile meslek saygınlığını her şeyin üzerinde tutarak görev yapan, Türk yargıçları, Cumhuriyet Savcıları, hiçbir zaman izin vermeyecektir. Yargı, 'adalet' demektir. 'Adalet' ise, devletin temeli, devleti oluşturan kişi ve kurumların en büyük güvencesi olduğuna göre, yargı bir toplumun en büyük değerini oluşturmaktadır ve Türk toplumu, hakimine, savcısına tanıdığı saygınlıkla, verdiği değer ile bunu en iyi şekilde ortaya koymaktadır.''

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1024600&title=yargitay-baskani-gerceker-adli-yil-acilisinda-konustu&haberSayfa=0
#1109
Ülkü Ocakları Kurucu Genel Başkanı Ramiz Ongun'un referandumda 'evet' kararını açıklamasının ardından MHP Kurucular Kurulu üyeleri de zehir zemberek dille yazılmış bir açıklama yaparak, 'evet' diyeceklerini açıkladı.

''Milletin kayıtsız şartsız egemenliğinin'' darbeler sonrası yetkili organlara bırakıldığının altının çizildiği açıklamada, ''Ülkede hiç bir zaman CHP iktidara gelemeyeceğini anlayan güçler, darbe anayasaları ile CHP'yi iktidara ortak etmeyi hedeflemişlerdir.'' denildi.

MHP Kurulucular Kurulu üyeleri, rahmetli Alparslan Türkeş'in ''En kötü demokrasi en iyi darbe idaresinden daha evladır.'' sözünden hareketle 12 Eylül'de evet kararını aldıklarını açıkladılar. Kurucular Kurulu üyelerinin yaptığı açıklamada, hayır kampanyasını yürüten bugünkü MHP yönetiminin tavrına bir anlam verilemediğine de dikkat çekildi.

MHP Kurucular Kurulu üyeleri olarak basın vasıtasıyla anayasa değişikliği konusundaki fikirlerini milletle paylaşma gereği duyulduğuna işaret edilen açıklamada, "1924 Anayasası'nda tayin edilmiş olan 'milletin kayıtsız şartsız egemenliğini' 1961 Anayasası ile millet dışında CHP ve sol ideologlar tarafından 'yetkili organlar tabiri ile' yeni ortaklar getirilmiştir. Bu, çok partili düzene geçtikten sonra, aziz milletimiz tarafından asla tek başına iktidar verilmeyen CHP'yi ve sol güçleri seçimsiz, millet iradesi olmadan, millete rağmen daimi iktidar yapma projesidir. Nitekim 1961 seçimlerinde CHP'nin tek başına iktidara gelecek oyu alamaması üzerine bu durum, İnönü'nün damadı Metin Toker'in Ulus Gazetesi'ndeki makalesinde de 'Seçimi tek başına kazanamamak o kadar önemli değil, Türkiye'de iktidar olmak için ordu, Anayasa Mahkemesi, üniversite, Danıştay, Yargıtay gibi devlet kuruluşlarına da hâkim olmak gerekir.' denilerek açıkça ifade edilmiştir. Türk milliyetçileri, merhum Başbuğ Alparslan Türkeş'in liderliğinde CHP ve sol ortaklarının kurduğu bu oligarşik düzene karşı, sadece ve sadece millet iradesini esas alarak MHP'yi kurmuşlardır." ifadelerine yer verildi.

"MHP'nin milli iradeyi hakim kılmak üzerine yürüttüğü mücadele, emperyalist güçlere 'bizim çocuklar' diye tabir edilen darbeciler tarafından, 12 Eylül 1980'de hunharca akamete uğratılmıştır." denilen açıklama şöyle devam etti:"Türk gençleri; sağcısı-solcusu, ülkücüsü-devrimcisi, Sünnisi-Alevisi, önce darbe ortamının hazırlanması amacıyla birbirlerine kırdırılmış, darbeden sonra da işkencehanelerde kırılmış, heder edilmişlerdir. 'Bu millet cahil, 30–40 sene daha bu milleti askeri idare ile yönetmek lazım, bu millet için demokrasi henüz erken' diyerek milletin 1961 Anayasası'na nazaran daha çok devre dışı bırakıldığı, dışlandığı otokratik bir düzen kurmuşlardır. Bütün bu gelişmelere karşı Ülkücüler merhum Başbuğ liderliğinde MHP'yi yeniden ihya etmiş, millet iradesini hâkim kılma mücadelelerini yılmadan sürdürmüş ve onun vefatına kadar da bu çizgisini muhafaza etmişlerdir. Ne var ki; Başbuğumuzun vefatından sonra yönetime gelen şimdiki kadro bin bir zorluklar ve emeklerle yeniden kurduğumuz partimizin ülkücü misyonunu, kuruluş felsefesini terk ederek darbeciler ile aynı safta yer almıştır.''

''BAŞBUĞ DARBE ANAYASASI'NIN DEĞİŞTİRİLMESİNİ İSTEDİ''

Merhum Başbuğ'un tavrının darbe anayasasının değiştirilmesinden yana olduğu vurgulanan açıklamada, "Rahmetli Başbuğumuzun; 1982 Anayasası'nı değiştirme taahhüdüne dahi itibar edip güven oyu verdiği görmezden gelinerek, 'hayır' cephesinde yer alınması biz kurucuları derinden yaralamaktadır. Her fırsatta vatan hainlerini, teröristleri affetmeyi, genel aflar ile salıvermeyi gelenek haline getirmiş CHP ve bölücü sol blok ile MHP'mizin aynı safta yer almasını içimize sindirmemiz mümkün değildir. Darbe anayasasına karşı, ancak ve ancak milletin iradesi ve egemenliğini esas alan alternatif anayasayı herkesten önce üretmesi gereken MHP yönetiminin, darbecilerin anayasasını savunmaları kabul edebileceğimiz bir hal olamaz.'' görüşlerine yer verildi.

''EVET DEMEK AK PARTİ'YE 'EVET' ANLAMINA GELMEZ''

Açıklamada, 'evet' demenin AK Parti iktidarına değil, yeni bir anayasaya 'evet' anlamı taşıyacağı belirtildi. ''Yeterli de olmayan bu anayasa değişikliğine 'evet' demek asla ve kat'a AKP'ye destek vermek demek değildir.' denilen açıklamada, ''Sadece milletin ve onun iradesinin yanında yer almaktır. Bu anayasa değişikliğinin kimler tarafından yapıldığının önemi yoktur. AKP'ye muhalefetimiz, 'iyi yaptığı sürece takdir, kötü yaptığı zaman ihtar etmek' esası üzerinden devam etmektedir.'' ifadeleri yer aldı.

''MHP, BÖLÜCÜLERİN VE DARBE YANLILARININ SAFINDA OLMAMALI''

Kurucular Kurulu, MHP yönetimine de uyarılarda bulunarak bölücülerin ve darbe yanlısı partilerin yanında yer alınmaması gerektiğini ifade ettiler. Açıklamada; ''Biz Kurucular Kurulu üyeleri; MHP yönetimini yarım asra yaklaşan geçmişimiz, mücadelemiz ev misyonumuzu hatırlayarak darbeciler ve bölücülerin safını terk edip, milletimiz ve onun iradesi yanında yer almaya davet ediyoruz.'' denildi.

''BAŞBUĞ'UN TAVRI DEMOKRASİDEN YANAYDI''

''Rahmetli Başbuğumuzun sık sık vurguladığı gibi "en kötü demokrasi en iyi darbe idaresinden daha iyidir." diyen Kurucular Kurulu üyeleri, MHP'nin kurucusu Başbuğ gibi demokrasiden yana tavır konulmasını istediler.

Açıklamada, MHP Kurucular Kurulu üyelerinden şunların isimleri yer aldı: "Naci Meriç, Kemal İnandı, Hüseyin Ünlüer, Hayrettin Başeğmez, Mehmet Zeybek, Niyazi Ahıska, Fikret Fırat, Ahmet Özsoy, Ali Sağır, Aziz Mecit, İbrahim Faruk Evirgen, Mehmet Gümüştaş, Mehmet Küçükince, Durak Körük, Seyit Mehmet Topçu, Şahin Türkboyları."

CİHAN
http://www.haber7.com/haber/20100906/Sandiga-6-gun-kala-MHPde-evet-depremi.php
#1110
Şair Mehmet Akif Ersoy'un "Allah bu millete bir daha İstiklal marşı yazdırmasın" dediği Kurtuluş Savaşı'nın zor yıllarıydı. Maddi sıkıntılar, açlık ve yoksulluk içinde ülkemizi işgal eden yadi düvele karşı ölüm kalım savaşı veriyorduk.

Trablusgarp' ta, Bingazi' de, Çanakkale' de yalın ayak, yarı çıplak Mehmetçikler, kucağında bebekleriyle Ayşeler, Fatmalar, Nene hatunlar tarihin kaydedeceği bir destanı çile ile ilmik, ilmik örüyorlardı.  Bu mücadele İslam alemi ve dost, kardeş ülkeler tarafından takip ediliyor ve son karakol Anadolu' ya dualar gönderiliyordu.

Pakistan Lahor meydanında büyük bir kalabalık toplanmıştı. Kendileri de fakir ve muhtaç kalabalığın dillerinde dua, gözlerinde yaş vardı. Hatipler içten konuşmalar yaptılar. Meydan yek vucut olmuş, yürekler Anadolu' da çarpışan Mehmetlerin Ayşelerin ızdırbıyla inliyordu. En son kürsüye yaşlı bir zat geldi. Bu Pakistan'ın çileli günlerinin şairi Dr Muhammed İkbal idi.

Gözleri engin ufuklarda kalabalığa şöyle seslendi. " Şu anda Resululllah (a.s)  karşımda duruyor ve bana " İkbal !  bu kalabalık adına,  dua ve niyazları adına bana hediye ne getirdin " diye soruyor. Bende  " Ya Resulallah sana bir kase kan getirdim. Bu kan Anadolu da dört bir cephede hırz ı can ederek şehid olan Osmanlı ahfadı Mehmetçiklerin kanıdır."  diye cevap veriyorum.  dedi ve sözlerine daha fazla devam edemeyerek olduğu yere yığıldı. O coşkulu, fakir ama civanmert kalabalık  ellerinde, evlerinde ne varsa Lahor meydanına yığdılar.

Gözyaşlarını dualarını onların üzerlerine akıtıp  İstanbul' a gönderdiler. Gönderecek bir şey bulamayan bir ailenin bedelini Mehmetçiğe göndermek için çocuklarını satmaya kalkması  o günlerden hafızalarda kalan, Pakistan' da anlatılan acı öykülerdendir.

Bugün ise Muhammed İkbal' in torunları yürekleri burkan bir felaket ile karşı karşıya, ölüm kalım mücadelesi veriyor. BM genel sekreteri  Banki Moon  "Pakistan da sel sırasında ölenlerin, sağ kalanlardan çok şanslı olduğunu gördüm.

Daha önce benzerini hiç görmediğim bir felakete şahit oldum. "ifadeleriyle müşahadelerini tüm dünya ile paylaşıyordu. Ayrıca oradan gelen hekimlerin anlattıklarından anlaşılıyor ki kolera, sıtma, tifo ve hepatit salgınları bulanık sularda pusuya yatmış, Pakistan lı bebekleri, çocukları bekliyor. Şimdi Lahor'da ölüm kol geziyor.

Bu insanlık adına üzücü tablolara  rağmen dünyanın pek kılının kıpırdamadığına şahit oluyoruz. Ülkemizde ve İslam aleminde de sadre şifa bir yardım faaliyetinin yürütüldüğünü söylemek çok zordur. Tek geçim kaynağı olan topraklarını kaybeden , günlerini oluşan adacıklarda aç ve susuz geçiren kardeş Pakistan halkının çileli imtihanı daha uzun sure devam edecek gibi görünüyor.

Uluslararası Sağlık Eğitim Derneği, Yeryüzü Doktorları gibi sivil toplum örgütlerinin gönüllü doktorları Pakistan'da sağlık hizmetleri veriyor.  Orada yüzleri ağartacak, yaraları saracak kalıcı hizmetler vermeyi hedefliyorlar. Mağdur olan halk kardeş Pakistan halkı olunca yürekler daha bir heyecanla çarpsada  civanmert milletimizin fedakar hekimlerinin felakete uğrayan her insana el uzatma gayreti içinde olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Pakistan; sınavlarla sürüp giden hayatımızda, ufkumuzdan süzülüp gitmekte olan rahmet ayı Ramazan ikliminde karşımıza çıkan bir fırsat gibi duruyor. Halkımızın da Kızılay, Kimse Yok mu, İHH, Deniz Feneri, Yardım Eli, Can Suyu gibi yardım kuruluşları vasıtasıyla kardeş Pakistan halkına el uzatacağında şüphe yoktur.

"Ramazan'a eriştiği halde cenneti kazanamayana yazıklar olsun" hitabına mazhar olan bu kutlu ay,  fırsatlarla dolu olduğu kadar çetin imtihanlara gebe bulunuyor. Basiret, fedakarlık, feraset ile Ramazan'ı  uyanık geçirenler onun sonunda maddi ve manevi bayramları kutlamaya hak kazanacaklardır.

http://www.haber7.com/haber/20100904/Muhammed-Ikbalin-halkini-Turkiye-icin-costuran-konusmasi.php


KIZILAY: http://www.kizilay.org.tr/index1.php
Tüm operatörlerden 2868'e boş bir kısa mesaj göndererek 5 TL yardım edebilirsiniz.

KİMSE YOK MU: http://www.kimseyokmu.org.tr/kampanya84-pakistan-sel-kampanyasi.htm
Tüm operatörlerden "pakistan" yazıp 5777'e bir kısa mesaj göndererek 5 TL yardım edebilirsiniz.

İHH: https://www.ihh.org.tr/bagis/?quick=166&language=tr

DENİZ FENERİ: http://www.denizfeneri.org.tr/ramazan10/pakistan.asp

YARDIM ELİ: http://www.ramazan.yardimeli.org.tr/pakistan_sel.php

CAN SUYU: http://www.cansuyu.org/tr/haber/1/152/cansuyu-pakistanda-yaralari-sariyor.aspx
#1111
KPSS sınav sorularını hazırlayan komisyonun üyelerinden Gönül T.'nin, KPSS'ye hazırlık kursu veren bir dershanenin sahibi olduğunun ortaya çıkması, ÖSYM yönetiminde adeta şok etkisi yarattı.

Kamu Personeli Seçme Sınavı sınav sorularının çalındığı iddialarından sonra komisyonla ilgili iddialar da ÖSYM'yi karıştırdı. ÖSYM hem soruları iptal etti hem de komisyonu lağvetti.

Bu gelişmenin ardından durumu değerlendiren ÖSYM, KPSS sınav sorularını hazırlayan 7 kişilik komisyonun tüm üyelerinin 'lağvedilmesi' kararı aldı. Önümüzdeki süreçte yapılacak ilk KPSS sınavının soruları, yeni oluşturulacak sınav komisyonu tarafından hazırlanacak.

YENİ KOMİSYON
Akşam gazetesinin haberine göre; YÖK ve ÖSYM'de kapsamlı bir çalışma başlatıldı. YÖK ve savcılığın koordinasyon halinde olduğu ifade edildi. ÖSYM'de Daire Başkanı Mustafa T.'nin soru hazırlama komisyonunda görev yapan eşi Gönül T.'nin, KPSS eğitimi de veren bir dershanesi olduğunun ortaya çıkması üzerine, soruşturma derinleştirildi. Mustafa. T. ve eşinin açığa alınmalarının gündemde olduğu kaydedildi. Çiftin mal varlığı da inceleme altına alındı. KPSS sorularını hazırlayan 7 kişilik komisyonun üyelerinin tümünün değiştirilmesine de karar verildi.

PERSONELE TARAMA
YÖK Denetleme Kurulu ve ÖSYM'deki inceleme kapsamında da sadece KPSS değil diğer KPDS, ÜDS, YGS, ALES gibi çok sayıdaki sınavlarda da soruları hazırlayan komisyon üyeleri inceleme altına alındı. Gönül T. dışında bazı üyelerin dershanede çalıştıkları yönünde bilgiler elde edildiği ileri sürüldü.

SORULAR DEĞİŞİYOR
KPSS'de soruların sızdırılması üzerine ÖSYM'de yapılan incelemenin ardından KPSS sorularının yeniden hazırlanması da gündeme geldi. Binlerce sorunun polis tarafından kopyalanması ve bu soruların sızdırılmadığına dair güven kalmaması nedeniyle yeni soruların hazırlanması yönünde görüş birliğine varıldığı ifade edildi.

MAL VARLIĞI İNCELEMESİ
ÖSYM personeline ilişkin savcılığın mal varlığı incelemesi de devam ediyor. Bu konuda YÖK Denetleme Kurulu'nun da talebi ile ayrıntılı incelemelerin yapıldığı ve buradan ciddi sonuçlara ulaşılmasının beklendiği kaydedildi. Personelin cep ve işyeri ile ev telefonlarına ilişkin incelemeler de devam ediyor.

DEVLETTE KPSS KRİZİ
KPSS skandalına ilişkin sızdırma iddiasının neredeyse kesinlik kazanması, öğretmen alımının ardından devlet memur alımını da durdurdu. Savcılığın sızdırma yapan maili tespit ettiği ve bu konuda ÖSYM üzerindeki incelemesini sürdürdüğü öğrenildi. Soruşturmanın kapsamı ise genişletiliyor. Savcılık ve YÖK'te sadece bu yıl değil, geçmiş yıllarda yapılan KPSS, KPDS, ÜDS gibi sınavların sorularının sızdırılması ihtimalini de araştırıyor.

VERİLER ÇELİK KASADA
ÖSYM'deki polisin incelemesinin de dün öğle saatlerinde tamamlandığı ifade edildi. Bu incelemelerde elde edilen veriler ÖSYM dışına çıkarılamadı. Önümüzdeki dönemde KPDS, ÜDS, TUS dahil 12 sınavın olması nedeniyle arasında bu sınavlarda sorulacak soruların da bulunduğu veriler özel mühürlü bir kasaya konuldu. Bu kasanın anahtarlarının ise sadece Savcı Şadan Sakınan ve YÖK Denetleme Kurulu Başkanı Prof. Dr. Mustafa Solak da olduğu kaydedildi.

ÇUBUKÇU: BİZ HAZIRLAYALIM
Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu da soruları hazırlamaya talip olduklarını belirterek, 'Soruları bakanlık kendi yapmalı. Müzik öğretmenine matematik sorusu sorulmamalı. Alanında başarılı olanlar öğretmen olarak alınmalı. Kendi alanında yeterliliği ölçecek sınav istiyoruz' diye konuştu.

SINAV İPTAL OLACAK MI?
Son gelişmelerin YÖK ve ÖSYM'den takip edildiği ifade edilirken, zanlılar Baki S. ve Süleyman İ.'nin ifadelerinin ardından sınavın iptal ihtimali de güçlendi.

Öte yandan YÖK ve savcılıkta sınav sorularının sadece 2010 yılı değil geçmiş yıllarda da sızma şüphesinin oluştuğu öğrenildi. Sızmanın güvenliğe rağmen baskı testislerinden olma ihtimalinin de değerlendirildiği öğrenildi. KPSS sorularının ÖSYM içinden 10 bin dolara sızdırıldığı da iddialar arasında.

YÖK'ün ÖSYM'de çok sayıda güvenlik açığı tespit ettiği de öğrenildi. KPSS ile ilgili yapılan çalışmalarda soruların güvenliğinin yeterli derecede olmadığı tespiti yapıldı. Denetleme Kurulu'nun 'Kurum çalışanlarının dışarı ile bağlantılarının sınavlar açısından güvenlik açığı oluşturmaktadır' tespiti yaptığı öğrenildi.

http://www.haber7.com/haber/20100904/KPSSde-kopya-skandali-OSYMyi-bitirdi.php


Adana'da KPSS operasyonu: 45 gözaltı!


KPSS, TUS ve Açık Öğretim sınavlarında kopya çektikleri iddiası ile 45 kişi gözaltına alındı.

Bu kişilerin girdikleri KPSS, TUS ve Açık Öğretim sınavlarında kopya çektikleri iddia ediliyor.

Gözaltına alınan bu şahısların yarın sağlık kontrolüne çıkarılacakları öğrenildi.

CİHAN
http://www.haber7.com/haber/20100905/Adanada-KPSS-operasyonu-45-gozalti.php
#1113
TÜRK GIDA KODEKSİ TUZ TEBLİĞİ
(TEBLİĞ NO: 2007/53)

Resmi Gazete'de yayınlanma tarihi: 23 Ocak 2008 Çarşamba
RG Sayı : 26765

             Amaç

             MADDE 1 – (1) Bu Tebliğin amacı; gıda olarak tüketime uygun olan işlenmiş tuzun tekniğine uygun ve hijyenik şekilde üretim, hazırlama, işleme, muhafaza, depolama, taşıma ve pazarlamasını sağlamak üzere bu ürünlerin özelliklerini belirlemektir.

             Kapsam

             MADDE 2 – (1) Bu Tebliğ, ambalajlı olarak insan tüketimine sunulan işlenmiş tuzu kapsar. Özel beslenme amaçlı üretilen tuzları, sodyumu azaltılmış potasyum vb. içeren tuzları kapsamaz.

             Dayanak

             MADDE 3 – (1) Bu Tebliğ, 16/11/1997 tarihli ve 23172 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliği'ne göre hazırlanmıştır.

             Tanımlar

             MADDE 4 – (1) Bu Tebliğde geçen;

             a) İşlenmiş tuz: Ana maddesi sodyum klorür olan ve insan tüketimine uygun nitelikte üretilen ürün olup, tüketim amacına göre dörde ayrılır;

             1) Sofra tuzu: Doğrudan tüketiciye sunulan, ince öğütülmüş, iyotla zenginleştirilmiş, rafine edilmiş veya edilmemiş tuzu,

             2) Gıda sanayi tuzu: Gıda sanayinde kullanılan, doğrudan tüketiciye sunulmayan, iyotlu veya iyotsuz olarak üretilen tuzu,

             3) İri salamura tuzu: Doğrudan tüketiciye sunulan, özellikle evlerde konserve, turşu, salamura ve benzeri ürünlerin yapımında gıda muhafaza amaçlı olarak kullanılan, iyot içermeyen tuzu,

             4) Sofrada öğütme tuz: Tüketici tarafından sofrada öğütülmek üzere tüketiciye sunulan, kristal halde bulunan, iyot ilave edilmeyen tuzu ifade eder.

             b) Yabancı madde: Tuz tanecikleri dışında gözle görülebilir her türlü organik ve inorganik maddelerdir.

             Ürün özellikleri

             MADDE 5 – (1) Bu Tebliğ kapsamındaki ürünlerin özellikleri aşağıda verilmiştir.

             a) Tuz beyaz renkte olmalı ve yabancı madde içermemelidir.

             b) Rafine edilerek veya yıkanarak temizlenmemiş tuz, işlenmiş tuz olarak piyasaya sunulamaz.

             c) Bu Tebliğde geçen tuzlarda rutubet miktarı kütlece en çok % 0.5 olmalıdır.

             ç) Bu Tebliğde geçen tuzlarda Sodyum klorür miktarı; kuru maddede en az % 98 olmalıdır.

             d) Bu Tebliğde geçen tuzlarda asitte çözünmeyen madde miktarı, kütlece en çok % 0.5 olmalıdır.

             e) Bu Tebliğde geçen tuzlarda suda çözünmeyen madde miktarı, kütlece en çok % 0.5 olmalıdır.

             f) Sofra tuzu;

             1) Homojen olmalı, tane büyüklüğü; göz açıklığı 1000 µm'lik elekten tamamı, 210 µm'lik elekten ise en çok % 20'lik kısmı geçecek büyüklükte olmalıdır.

             2) Sofra tuzuna 25-40 mg/kg oranında potasyum iyodat katılması zorunludur. İyot için belirlenmiş üst limit + 3 mg/kg farklılık gösterebilir.

             3) İyot tüketmemesi gereken kişiler için iyotsuz tuz üretimi yapılabilir.

             g) Gıda sanayi tuzu;

             1) İyot eklenmesi zorunlu değildir.

             2) İyot eklenmesi durumunda sofra tuzu için belirlenen ürün özellikleri sağlanmalıdır.

             3) Gıda sanayi tuzu, perakende satış yerlerinde doğrudan tüketiciye sunulamaz; ancak, üretim yerleri ve gıda toptancılarında satışa sunulabilir.

             ğ) İri salamura tuzu; tane büyüklüğü, göz açıklığı en az 6000 µm'lik elekten tamamı, 2000 µm'lik elekten ise en çok %10'luk kısmı geçecek büyüklükte olan işlenmiş tuzdur.

             h) Sofrada öğütme tuzu; tane büyüklüğü, göz açıklığı en az 4000 µm'lik elekten tamamı, 1000 µm'lik elekten ise en çok %10'luk kısmı geçecek büyüklükte olan işlenmiş tuzdur.

             Katkı maddeleri

             MADDE 6 – (1) Bu Tebliğ kapsamındaki ürünlerde kullanılacak katkı maddeleri, 22/12/2003 tarihli ve 25324 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Türk Gıda Kodeksi-Renklendiriciler ve Tatlandırıcılar Dışındaki Gıda Katkı Maddeleri Tebliği'ne uygun olmalıdır.

             Bulaşanlar

             MADDE 7 – (1) Bu Tebliğ kapsamında yer alan ürünler, 23/9/2002 tarihli ve 24885 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Türk Gıda Kodeksi - Gıda Maddelerinde Belirli Bulaşanların Maksimum Seviyelerinin Belirlenmesi Hakkında Tebliğ'de yer alan hükümlere uygun olmalıdır.

             Hijyen

             MADDE 8 – (1) Bu Tebliğ kapsamında yer alan ürünler Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliği'nin Gıda Hijyeni bölümünde yer alan genel kurallara ve 2/9/2001 tarihli ve 24511 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Türk Gıda Kodeksi - Mikrobiyolojik Kriterler Tebliği'ne uygun olarak üretilmelidir.

             Ambalajlama ve etiketleme-işaretleme

             MADDE 9 – (1) Bu Tebliğ kapsamında yer alan ürünler; Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliği'nin Ambalajlama-Etiketleme ve İşaretleme Bölümü'nde ve 25/8/2002 tarihli ve 24857 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Türk Gıda Kodeksi-Gıda Maddelerinin Genel Etiketleme ve Beslenme Yönünden Etiketleme Kuralları Tebliği'nde yer alan hükümlere uygun olarak üretilmelidir. Bu Tebliğe ilave olarak aşağıdaki bilgiler de etikette bulunmalıdır:

             a) İyotlu tuzda, Ek-1'de yer alan sembol kolay görünen boyutta ve ürün adı ile aynı yüzde bulunmalıdır.

             b) İyot ilave edilen tuzun etiketinde son tüketim tarihi belirtilmelidir.

             c) İyot ilave edilen tuzda iyot kaybını engelleyecek ambalaj materyali kullanılmalıdır.

             ç) Bu Tebliğ kapsamında yer alan ürünlerde ürünün işleme tekniği etiket üzerinde yer almalıdır.

             d) Sofra tuzunda;

             1) Ürün adı "iyotlu sofra tuzu" olarak belirtilmelidir.

             2) Etiketinde kullanım bilgisi olarak "serin, kuru ve ışıksız ortamda ağzı kapalı olarak muhafaza edilmelidir" ifadesi yer almalıdır.

             3)  Net ambalaj miktarları 3000 g'ı geçmemelidir.

             4) İyot tüketmemesi gereken kişiler için üretilen iyotsuz sofra tuzunda ambalaj büyüklüğü 250 g'ı geçemez. Etiket üzerinde, ambalajla kontrast teşkil edecek renkte ürün adı olarak "iyotsuz sofra tuzu" ifadesi yer almalıdır.

             f)  Gıda sanayi tuzunda;

             1) Etiket üzerinde "Gıda sanayi için üretilmiştir." ifadesi ürün adıyla birlikte ve ambalajla kontrast teşkil edecek renkte yer almalıdır.

             2) İyot ilave edilip edilmediği etiket üzerinde belirtilmelidir. İyot ilave edilen gıda sanayi tuzlarında "iyotlu gıda sanayi tuzu" ifadesi yer almalıdır.

             3) Net ambalaj miktarı en az 10 kg olmalıdır.

             g) İri salamura tuzu için ambalaj büyüklüğü en az 1500 g olmalıdır.

             ğ) Sofrada öğütme tuzun etiketi üzerinde ambalajla kontrast oluşturacak şekilde "iyot ilave edilmemiştir." ifadesi yer almalıdır.

             h) Sofrada öğütme tuzu için ambalaj büyüklüğü 500 g'ı geçmemelidir.   

             Taşıma ve depolama

             MADDE 10 – (1) Bu Tebliğ kapsamında yer alan ürünlerin taşınması ve depolanmasında Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliği'nin Taşıma ve Depolama bölümündeki kurallara uyulmalıdır.

             Numune alma ve analiz metotları

             MADDE 11 – (1) Bu Tebliğ kapsamında yer alan ürünlerden numune alınmasında Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliği'nin Numune Alma ve Analiz Metotları bölümündeki kurallara uyulmalıdır. Numune uluslararası kabul görmüş metotlara göre analiz edilmelidir.

             Tescil ve denetim

             MADDE 12 – (1) Bu Tebliğ kapsamında yer alan ürünleri üreten ve satan işyerleri; tescil ve izin, ithalat işlemleri, kontrol ve denetim sırasında bu Tebliğ hükümlerine uymak zorundadır. Bu hükümlere uymayan işyerleri hakkında 27/5/2004 tarihli 5179 sayılı Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkındaki Kanun hükümlerine göre yasal işlem yapılır.

             Denetim

             MADDE 13 – (1) Bu Tebliğde yer alan hükümlerin uygulanması ile ilgili denetim, 5179 sayılı Kanun'a göre Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından yerine getirilir.

             Yürürlükten kaldırılan mevzuat

             MADDE 14 – (1) 13/1/2005 tarihli ve 25699 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Türk Gıda Kodeksi-Sofra ve Gıda Sanayii Tuzu Tebliği (Tebliğ No: 2004/44) yürürlükten kaldırılmıştır.

             Uyum zorunluluğu

             GEÇİCİ MADDE – (1) Halen faaliyet gösteren ve bu Tebliğ kapsamında yer alan ürünleri üreten ve satan işyerleri bir yıl içerisinde bu Tebliğ hükümlerine uymak zorundadır.

             Yürürlük

             MADDE 15 – (1) Bu Tebliğ yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

             Yürütme

             MADDE 16 – (1) Bu Tebliğ hükümlerini Tarım ve Köyişleri Bakanı yürütür.

Ek–1 (İyotlu tuz sembolü)


http://rega.basbakanlik.gov.tr/eskiler/2008/01/20080123-7.htm
#1114
Hekimlerin hükümdarı İbn-i Sina'dan 'Şifalı Bitkiler' Avrupa'da 700 yıl tıp hocalığı yapan ünü dillere destan, hekimlerin piri İbn-i Sina'nın 'Tıp Kanunu' kitabından bugüne kadar hiçbir yerde rastlamadığınız çok özel formülleriyle şifa bitkilerin reçeteleri... Dr. Yaman SÖNMEZ ve Tarihçi Ahmet ALMAZ hazırladı.

Fazlası birçok sağlık sorununa yol açan tuz dengeli bir şekilde kullanıldığında cildi güzelleştiriyor, dişleri beyazlatıyor ve yaralara iyi geliyor...Tuzda acılık ve burukluk vardır. Kimisi hoş, kimisi ise yara yapıcıdır. Bu cins, kirli kristaller halindedir.
Bir başka cinsi neftidir, koyu renklidir; fakat bu rengi kendi İçeriğindan ileri gelmez, içine karıştığı neftten ileri gelir. Eritilip, nefti uçurulursa, geriye kalanı kirli kristaller halindedir. Bir başka Hint tuzu; siyah renklidir; İçeriği mineral İçeriğindan kaynaklanır. Deniz tuzu, suya girer girmez erir. Kaya tuzu ise erimez.

DİŞ ÇÜRÜĞÜNÜ TEMİZLİYOR
Yakıcı tuz, dişlerin çürüğünü temizler. Haricen sürüldüğünde her türlü kan toplanması ve morartıları giderir. Normal dozda kullanılırsa, tuz, cildi ve rengi güzelleştirir.

İÇERİĞİ
İkinci derecede sıcak ve kurudur. Acılığı ne kadar fazla olursa, sıcaklığı da o kadar fazla olur.

APSELER - ŞİŞLER
Tuz, bal ve zebible (kuru hurma veya incir) birlikte merhem yapılarak, apselere karşı kullanılır. Bal ve futenc (pelin otu) ile birlikte balgami urlara haricen etkili olur. Karıncalanmayı (nemle) önler.

BAŞ ORGANLARI
Saçlı deride çıkan sivilcelere (busur) karşı tuz, hanzal etiyle karıştırılıp, sürülür. Mılh-ı endurani, zihni kuvvetlendirir. Tuz, gevşemiş olan diş etlerini sıkıştırır. Sirkeyle birlikte kulak ağrısına karşı kullanılır.

YARARLARI
Temizleyici, eritici, kabız, kurutucu yararları vardır. Kabız ve eritici özelliği nedeniyle kabız etkisi diğerlerinden daha fazladır. Gaz gidericidir. Kavrulmuş tuzun kurutucu ve eritici etkisi fazladır. Kokuşmayı önler. Sertleşmiş hıltlara da yararı olur. Kristal tuz, normal ve yakıcı tuza göre daha yumuşaktır. Toz edilmiş tuz da kristal tuza benzer. Kristal ve toz tuzların eritici etkinliği daha fazladır.
Yara yapıcı tuzun yumuşatıcı ve eritici etkinliği daha azdır. Fakat yenebilir hale geldikten sonra bu etkisi artar ve öldürücü tuza benzer. Yara yapıcı tuz uzun süre yıkanırsa, yakmadan kurutucu etki kazanır. Hoş olan tuzun temizleyici özelliği fazladır. Soğuk yemeklere katıldığında, tadını yönlendirir. Parçalayan tuz gaz gidericidir. Acılığı fazla olan tuzun eritici etkisi de şiddetli olur. Bütün tuz çeşitleri donmuş hıltları çözer. Acı tuzda eritici etkinin yanında ısıtıcı etki de şiddetlidir.

ZEHİRLENME
Keten tohumu ile birlikte tuz, akrep sokmalarına iyi gelir ve dağ futeneci (pelin otu), zufa ve balla birlikte boynuzlu yılana (nehşetü'l-müfrin) karşı kullanılır. Sirkeyle ve balla birlikte dört boynuzlu nehşe ve kırkayak (erbain) ve arı sokmalarına iyi gelir. Sekincebinle afyonun vereceği zarara karşı korur.

YARALAR
Ciltteki et benlerini ve pürüzleri temizler. Uyuz ve uyuzun sebep olduğu yarlara iyi gelir. Zeytinyağı ve sirke ile ateşe yakın bir yerde karıştırılarak hazırlanan terkip, haricen kullanıldığında, alerjik kaşıntılara karşı etkili olur, özellikle de kaşıntı balgami yapıdaysa, daha da etkilidir.
Ateş yanıkları üzerine zeytinyağı ile birlikte uygulanırsa, kızarıp kabarmasını engeller; özellikle burki ve Afrika cinsinden olanların, diğer tuz cinslerine göre kurutucu Yararları çok fazladır ve rutubetli olanları eritir. Ayrıca dokuları kurutup, büzüştürür.

GÖRME
Göz kapaklarındaki yersiz kıl ve et benlerini yok eder. Kristal tuz, özellikle gözdeki perdeye ve katarakta etkili olur. Göz morarmasına karşı haricen tuz zebib (kuru hurma veya incir) ve bal karışımı kullanılır.

HAREKET ORGANLAR
Tuz, un ve balla birlikte sinir burkulmalarına karşı dışarıdan kullanılır. Zeytinyağı karıştırılıp, yorgun kaslar bu terkiple ovulur.

BESLENME
Tuz, kusturucudur. Özellikle nefti ve endurani olanlar etkendir. Soğuk mide ağrılarına iyi gelir. Bütün tuz türleri hazmı engelleyerek, ishal etki gösterirler.

DIŞARI ATAN ORGANLAR
Tuz , kokuşmuş balgami sıvıyı, safrayı ve kara safrayı keser. Çok koyu renkte olan fakat nefti olmayan tuz, balgama ve sevdaya ishal etkisi gösterir. Acı tuz da sevdayı (kara safrayı) dışarı atar. Endurani olanı, (hem balgami hem de sevdavi olan hıltı) ishal eder. Tuzun kendisi dizanteri üzerinde etkilidir.
Müshil terkiplerde sevdayı ve rutubeti atmaya uygun bir ilaçtır. Pelin otu ve tereyağı ile birlikte hamur haline getirilir ve balgami olan yumurtalık (ünseyeyn) urlarında kullanılır. Aynı şekilde pelin otu (futenc) ve balla birlikte penis (zeker) yaralarına yararlı olur.

http://www.bugun.com.tr/haber-detay/74263-disleri-beyazlatiyor-haberi.aspx
#1115
Türkiye'de yapılan bilimsel araştırma sonucuna göre, bir kişi Dünya Sağlık Örgütü'nün önerdiği 5 gram tuz yerine yaklaşık 18 gram tüketiliyor.

Sağlık Bakanlığı tarafından 22.06.2010 tarihinde başlatılan ''Tuz Tüketiminin Azaltılması Stratejisi'' taslak programında Türkiye'deki ekmek, geleneksel gıdalar ve işlenmiş gıdalardaki tuz içeriklerinin belirlenerek veri bankası oluşturulacağı belirtildi.

Taslakta restoran, fast-food, lokanta gibi yerlerdeki menülerin incelenerek, tuz miktarlarındaki azaltma oranlarının saptanacağı ve tuz oranının kademeli olarak düşürüleceği; bu yerlerde masalardan tuzlukların kaldırılacağı, bunun yerine küçük poşetlerde iyotlu tuzların bulundurulmasının sağlanacağı ifade edildi. İsteğe bağlı olarak tuz ilave edilmesi gereken patates kızartması, salata, ayran gibi yiyecek ve içeceklere hazırlama sırasında tuz eklenmeyeceği vurgulandı. Taslakta, masalarından tuzlukları kaldıran restoran ve fast-foodların logo, bayrak veye sertifikayla ödüllendirileceği belirtildi.

Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından, ''Tuz Tüketiminin Azaltılması Ulusal Strateji Belirleme Çalıştayı''nda, Türkiye'de tuz tüketiminin azaltılmasına yönelik 2010-2015 yılları arasında uygulanacak ulusal program kapsamında temel stratejiler ile bu stratejiler paralelinde hedefe yönelik etkili faaliyetler belirlendi.

Türkiye'de bir kişinin günlük tuz tüketiminin Dünya Sağlık Örgütü'nün (DSÖ) öngördüğü 5 gramın 3 katından fazla olduğu, bunun kadınlarda 16, erkeklerde 19 gramın üstüne çıktığı vurgulanan çalıştayda, uygulama esaslarına ilişkin taslak metin ele alındı ve bilim adamları, ilgili bakanlıklar, sivil toplum kuruluşları ve sektör temsilcilerinden oluşan grupların önerileri değerlendirildi.

Ekmekteki tuz oranları belirlenecek ve kademeli olarak azaltılacak.

Farklı gıda kategorilerine göre peynir, et ürünleri, işlenmiş tahıl ürünleri, kahvaltılık gevrek ve bisküvi gibi işlenmiş ürünlerin tuz miktarları da kademeli olarak düşürülecek.

Ürünlerindeki tuz miktarını azaltan başarılı gıda firmaları basın yoluyla duyurulacak ve ödüllendirilecek. Tuzu azaltan gıda firmalarının ürün etiketlerinde slogan geliştirilmesi desteklenecek. Farklı markaların ürünlerinin tuz içerikleri karşılaştırılarak, medya yoluyla sonuçlar duyurulacak.

Toplu beslenme yapılan yerlerde tuzun azaltılması için standart yemek tarifeleri geliştirilecek. Aşırı tuz içeren yemekler yerine, daha az tuz içeren besinlerin yer aldığı menülerin hazırlanması sağlanacak.

TUZ ORANI YÜKSEK GIDAYA BÜYÜK PUNTO
Yasal düzenlemeler kapsamında ekmek başta olmak üzere tuz içeriği yüksek olan gıdaların tuz miktarları Gıda Kodeksi Tebliğlerinde kademeli olarak azıltılacak. Etiketlerde ürünlere ait tuz ve Na (Sodyum) terimlerinin en anlaşılır ve belirgin bir şekilde yer alması sağlanacak. Yüksek tuz içeren besinlerde uyarı mesajlarının yer almasının zorunlu hali getirilmesi için Etiketleme Alt Komisyonuna öneride bulunulacak. Tuz miktarı yüzde 1'in üzerinde olan gıdalardaki tuz miktarının büyük puntolarla belirtilmesi sağlanacak.

AA
http://www.haberturk.com/saglik/haber/525665-lokantalardaki-tuzluklar-kalkiyor
#1116
Üzerinde CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun fotoğrafının yer aldığı 'hayır' afişi, kamuoyunun tepkisini çekti. Afişte, 'evet' oyu vermenin yanlış olduğu, "Müslüman kadınların rahibe gibi giyinmesi için Evet" ifadesiyle anlatıldı. Hem başörtülüler hem de Hıristiyanlar tepki gösterirken, CHP afişin kendilerine ait olmadığını, asanlar hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını açıkladı.




Yerel seçimler öncesinde çarşaf açılımı başlatan, referandum sürecinde de genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun 'başörtüsü sorununu biz çözeriz' vaadini dile getiren CHP, ırkçı ve öteleyici mesajlar içeren bir afişle gündeme geldi. İstanbul'da billboardlara asılan afişlerde 'evet' oyu vermenin yanlış olacağı anlatılırken, "Müslüman kadınların rahibe gibi giyinmesi için Evet." ifadesi kullanıldı. Afişte bu madde, "Bebek katilini serbest bırakmak için Evet... Parçalanacak topraklarımızda Kürdistan'ın kurulması için Evet..." gibi öteleyici mesajlar arasında yer aldı. Afiş, Türkiye'deki Hıristiyan vatandaşları da rahatsız etti. Rahibeliğin 'dinî bir kurum' olduğu, yapılanın inançlara hakaret kapsamına girdiği vurgulandı.

AK Parti İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşcu, söz konusu afişi CHP'nin bildik tavrı olarak yorumladı. Afişin kendileri için sürpriz olmadığını söyledi. Hıristiyan kesim adına rahatsızlığını dile getiren Cemaat Vakıfları Başkanı Laki Vingas, "Vatandaş olarak insafsız bir propagandanın referandumun özüne aykırı olduğunu düşünüyorum. Başka bir parti de geçen gün Şişli'de 'Evet derseniz ruhban okulu açılacak' diye arabadan anons yapmış. Bu durumu yerel bazı parti mensuplarının hataları olarak görmek istiyorum." dedi.

HEM BAŞÖRTÜLÜLERE HEM HIRİSTİYAN kesime HAKARET VAR

"CHP böyle bir afişle insanların referanduma karşı çıkmasını istiyorsa bir sonraki adımda ülkedeki Hıristiyanlara karşı da herhangi bir kampanya başlatabilir." diyen Agos Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Aris Nalci ise afişteki kastın çarşaflı kadınlar olduğunu belirtti. "Burada kötü olanın rahibelik olduğu anlaşılıyor. Bu ülkede kökenlerde farklı dinde insanlar yaşadığına göre bunu rahibelere yapılmış bir hakaret sayabiliriz. CHP'nin kime nasıl baktığını gözler önüne seriyor." diye konuştu.

CHP'nin, başörtülüleri, rahibeye benzettiği referandum afişi çevre halkından da büyük tepki gördü. Konuyla ilgili Zaman'a konuşan CHP İstanbul İl Başkanı Berhan Şimşek, afişin kendilerine ait olmadığını iddia ederken, asanlar hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını söyledi. Şimşek, "Herkes yapmış olabilir ama yine de kimin yaptığını bilemiyorum." dedi. CHP Avcılar İlçe Sekreteri Avukat Seher Okşar da il başkanlığının talimatıyla bütün afişlerin kaldırıldığını açıkladı. CHP'lilerin 'afiş bizim değil' söylemlerini inandırıcı bulmayan AK Parti İl Başkanı Babuşcu ise, "Bizim afişlerimizi adım adım takip ediyorlar. Kendileriyle ilgili böyle bir afişe göz yummaları mümkün mü?" sorusunu yöneltti.

HÜSEYİN KELEŞ, AHMET GÖRÇÜM, FATİH YILMAZ İSTANBUL
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1023341&title=chp-referandum-afisinde-inanclara-hakaret-etti

Berhan Şimşek: O afişi bir üyemiz yaptırmış kaldırdık


İstanbul Avcılar'da asılan ve üzerinde "Müslüman kadınların rahibe gibi giyinmemesi için evet" yazılı  afiş CHP tarafından kaldırıldı. CHP'li belediye ait bildborlara asılan afişleri kendilerinin yaptırmadığını savunan İl Başkanı Berhan Şimşek, "Bir partilimiz yaptırmış. Kim olduğunu araştırıyoruz. Suç duyurusunda bulunacağım" dedi. Avcılar İlçe Belediyesi'nin bildboardlarına yapıştırılan ve üzerinde "Bu panayo izinsiz reklam yapıştırmak yasaktır. İzinsiz asanlar hakkında gerekli yasal işlem yapılacaktır. Avcılar Belediye Başkanlığı" yazısı dikkat çeken afişlerin haberler üzerine kaldırıldı.

http://www.stargazete.com/politika/chp-lideri-kirli-pazarligin-iceriginde-sorun-gormedi-haber-291486.htm

Afişleri CHP'li Avcılar Belediye Başkanının yaptırdığı tespit edildi


Bazı bilbordlara asılan ve ''türbanı rahibe kıyafetine benzeten'' afişlerle ilgili, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 'Kesinlikle biz asmadık asanlar belli' diyerek AK Parti'yi işaret etmişti..

İçişleri Bakanı Beşir Atalay, ''türbanı rahibe kıyafetine benzeten'' afişlerin CHP'li Avcılar Belediye Başkanı Mustafa Değirmenci tarafından yaptırıldığını söyledi.

Atalay, bazı bilbordlara asılan ve ''türbanı rahibe kıyafetine benzeten'' afişlerle ilgili gazetecilere yaptığı açıklamada, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun bu afişlerin partisince asılmadığını ifade ederek konuyla ilgili Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a yönelik ''hakaret içeren'' sözler sarf ettiğini söyledi. Atalay, CHP İl Başkanı Berhan Şimşek'in de afişleri kendilerinin asmadığı yönünde açıklamalarda bulunduğunu da hatırlattı.

İçişleri Bakanlığı olarak afişleri kimlerin astığını belirlediklerini belirten Atalay, ''Biz bunu bulduk. Bu afişler CHP'li Avcılar Belediye Başkanı tarafından yaptırılmış. Nerede basıldığını bulduk, kime sipariş edildiğini bulduk, ne kadar bastırıldığını bulduk. Bu kişilerin hepsi konuştular. Bilbordlara asanlar da konuştular. Bunu yapan Avcıların CHP'li başkanı'' diye konuştu.

Afişler asılırken CHP İl Belediye Meclis Üyesi Ali Oral'ın da bizzat başında bulunduğunu ifade eden Atalay, şunları kaydetti:

''Biz CHP'lilere diyoruz ki, 'Bunu siz yaptınız. Birinizin yaptığından diğerinin haberi olmayabilir. Veya haberiniz var, böyle gösteriyorsunuz ama utanmadan Başbakanımıza zavallı tabirini kullanıyorsunuz. Gelin özür dileyin.' Bunu isim isim ben açıklıyorum. Kimlerin yaptığını, hangi matbaada basıldığını, kimler tarafından asıldığını, İstanbul Avcılar Belediye Başkanı Mustafa Değirmenci'nin bizzat matbaalarla görüşerek bunu sipariş ettiğini, biz bunları açıklıyoruz.''

Kılıçdaroğlu ve Şimşek'in Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti'den özür dilemesini isteyen Atalay, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Bu CHP, kendi içlerinde birtakım numaralar çevirirler, oyunlar oynarlar. Bunun suçlusu olarak Hükümeti gösterirler. Genel Sekreterleri telefonu açıkta bırakır, karşıdaki gazeteci dinler. Ondan sonra vay 'Hükümet bizim genel merkezimizi, genel sekreterimizi dinletiyor' diye suçlamalarda bulunurlar. Hep böyle, kara kampanya. Şimdi CHP yine aynen o kara kampanyasını yürütüyor. Biz insanları ahlaklı, edepli olmaya, dürüst politika yapmaya davet ediyoruz. Şu Ramazan ayında hakaretlerle, kara kampanyalarla halk oylaması çalışması yürütmesinler, dürüstçe çalışsınlar.''

Bakan Atalay, AK Parti'nin referandum kampanyasının sadece Anayasa değişiklik paketini anlatmaya yönelik olduğunu, kimseye hakaret içermediğini dile getirdi.

Kılıçdaroğlu'nun ''AK Parti bilbordları paraları nereden buluyor?'' yönündeki sözlerine de değinen Bakan Atalay, bu paraların Devletin oy oranları doğrultusunda siyasi partilere verdiği yardımlar olduğunu söyledi. Atalay, aynı yardımdan CHP'nin de yararlandığını ifade etti.

CHP'nin dürüst politika yapmadığını ifade eden Bakan Atalay, ''Görüyorsunuz, şu iki günde yaptıklarının bile dürüstlük ile hiç ilgisi yok. CHP'nin mayasında bu var. Öyle bir genel başkanın değişmesi ile falan CHP'nin mayası değişmez. CHP bildiğiniz statükonun koruyucusu, geleneksel aynı bildiğiniz CHP'dir'' değerlendirmesinde bulundu.

AA
http://www.haber7.com/haber/20100904/Kilicdaroglunun-kizdigi-afisi-yapan-isim.php
#1117
ÖSYM'DEN KÖSTEBEK ÇIKTI

YÖK, Devlet Denetleme Kurulu ve Ankara Cumhuriyet Savcılığı, KPSS sorularını ÖSYM'nin içinden sızdıran bir şebekenin adaylara 10 bin dolara sattığını belirledi.

YAKUP BULUT ANKARA

KPSS'de kopya çekildiği iddialarının ardından gerçek gün yüzüne çıktı. YÖK Denetleme Kurulu, Devlet Denetleme Kurulu ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın üç koldan yürüttüğü soruşturmada KPSS sorularının ÖSYM içinden sızdırıldığı bilgisine ulaşıldı. 10-11 Temmuz'da yapılan sınav sorularının tamamı veya tamamına yakınını doğru yanıtlayan adayların teknik takibi sonrası bazı adayların sınavdan günler öncesinde sorulara para karşılığı ulaştığı belirlendi.

BİR SAAT KALA BİN 500 DOLAR

Kopya skandalına karışan adaylar KPSS sorularını 10 bin dolar karşılığı günler öncesinden edinirken, bu miktarın sınava az bir süre kala düşürüldüğü tespit edildi. Sınava bir saat kala soruları alan bir adayın şebeke üyelerine bin 500 dolar ödeme yaptığı öğrenildi. Kopya şebekesinin çok farklı illerde adaylara soruları ulaştırdığı tespit edilirken, kaç adayın şebeke ile yasadışı alışverişe girdiği halen araştırılıyor. Savcı, soru bankasını oluşturan üyelerin bilgisayarlarını ve telefonlarını hâlâ inceliyor.

ATAMALAR GECİKMEYECEK

Milli Eğitim Bakanlığı, KPSS'deki kopya skandalı nedeniyle ertelenen öğretmen atamalarını sınavın kısmen iptali durumunda bir ay içinde yapmayı planlıyor. Ancak kopya skandalına karışan aday sayısının binlere ulaşması ve sınavın tamamen iptali durumunda ise kısa bir süre içinde sınavın yapılması için harekete geçilecek. Bu durumda da atamaların kasım ayına sarkabileceği ifade edildi.

ÖSYM'de birden fazla güvenlik açığı   

2010 KPSS'de kopya skandalı ile çalkalanan ÖSYM'de çok sayıda güvenlik açığı tespit edildi. KPSS ile ilgili YÖK Denetleme Kurulu'nun hazırladığı raporda, sınav sorularının güvenliğinin yeterli derecede olmadığı tespiti yapıldı. Özellikle 'kurum çalışanlarının dışarı ile bağlantılarının sınavlar açısından güvenlik açığı oluşturduğu' tespiti YÖK Denetleme Kurulu raporunda yer aldı. Raporda güvenlik zafiyetinin tek tek görevli isimler üzerinden, somut örneklerle tespitlerinin yapılması ve birden fazla noktada güvenlik zaafiyeti olduğunun belirlenmesi sonrasında, Milli Eğitim Bakanlığı'nın öğretmen atamalarını erteleme kararı aldığı öğrenildi.   

Tüm bölümlerin soruları sızdı

Sınavda şebeke tarafından dışarı çıkartılan soruların sadece  Eğitim Bilimleri'ni kapsamadığı, Genel Yetenek ve Genel Kültür Olmak üzere sınavın başka bölümlerinde de soruların sızdırıldığı belirlendi. 

Başkanın da bilgisayarı incelemede

ÖSYM'deki inceleme dün de devam etti. İlk belirlemelere göre bir kurum çalışanının soruları para karşılığı şebekeye sızdırdığı tespit edildi. Soruların e- posta ile gönderildiği öne sürülen Isparta'daki Öğretmen BS' nin de bilgisayarına el konmuştu. ÖSYM Başkanı Ünal Yarımağan da dahil olmak üzere, yönetici ve çalışanların bilgisayarları incelemeye alındı. Tespitler sonrası YÖK, KPSS'de kısmi iptal seçeneği üzerinde duruyor.  Kopya skandalına karıştığı belirlenenlerin  sınavının iptali, diğerlerinin yeniden sıralamasının yapılması planlanıyor.

http://www.stargazete.com/guncel/kpss-sebekesi-sorulari-10-bin-dolardan-satti-haber-290837.htm
#1118
Devletin el değiştirmesi mi, devletin değişmesi mi?

"Parlamentodaki siyasi çoğunluk yalnızca siyasi iktidarı değil, devlet iktidarını da ele geçirmeye çalışıyor."

Yukarıdaki cümle hükümetin yargı reformu çabaları karşısında duyulan korkuyu özlü bir biçimde ifade eden bir cümle...
Geçenlerde bir muhalifin büyük bir suçu ifşa eder gibi söylediği bu cümle yaşanan krizin özünü de ifade ediyor.
Böylece bürokratik elit, parlamenter sistemden ne anladığını bir kez daha veciz bir biçimde ortaya koymuş oluyor: Siyasiler haddini bilecek; parlamentoda siyasetçilik oynayacak ama devleti ele geçirmeye kalkmayacak!
Devleti ele geçirmeye çalışmayı suçların en büyüğü olarak ortaya koyanlar, her seçimin devletin büyük oranda el değiştirmesi için yapıldığını da unutmuş görünüyorlar. Unutmakta da haklı çünkü Türkiye'de böyle bir şey olmuyor. Meclis değişiyor, hükümet el değiştiriyor, yani milli irade değişiyor ama devlet aynı zümrenin elinde kalıyor ve bütün temel meselelerde milli irade ne derse desin o zümre bildiğini okumaya devam ediyor.
İşte bugün AK Parti'nin yapmaya çalıştığı şey bu "kaderi" değiştirmek... Seçilmişlerin darbe ertesinde yapılan anayasalarla bir avuç bürokrata kaptırdığı iktidarını geri alma çabası...
Peki bu "seçilmişler" dindar insanlar olunca büyük bir tehlike mi doğuyor?
Bugün Türkiye'de bu soruya "evet" cevabı veren önemli bir toplum kesimi var. Çünkü onlar bu süreci devletin "değişmesi" olarak değil, "el değiştirmesi" olarak görüyor ve bundan korkuyorlar.
Oysa bu yaşanan zamanı anlamamaktan kaynaklanan bir korku.
Ne demek istediğimi biraz açayım:
Devletin el değiştirmesi ancak rakip bir devlet projesinin varlığı halinde ciddi bir tehlike olarak ortaya çıkabilir.
Türkiye'de devletin rakibi olan, yani devleti ele geçirip kendi devletlerini kurmak isteyen üç güçten söz edildi şimdiye kadar. Komünistler, Kürtler ve şeriatçılar... Komünistlerin ve ayrılıkçı Kürt hareketinin durumu malum. Devleti ele geçirme ya da parçalayıp bir parçasını ele geçirme konusunda herhangi bir iddialarının kalmadığını görmek için kör olmamak yeterli. Şeriatçıların 70'li yıllarda kurdukları İran Devrimi'ni ihraç hayallerinden vazgeçişlerinin, Türkiye'de bir şeriat devleti kurma umutlarını kaybedişlerinin üstünden on yıllar geçti. Özetle, geçmişte devletin rakibi olduğu söylenen üç güçten hiçbirisinin ne komünistlerin ne şeriatçıların ne de ayrılıkçı Kürtler'in rakip devlet projelerinin esamisi okunmuyor. Alternatif devlet kurma iddialarını -bir zamanlar varsa bile- kaybettiler.
İşte bu tarihi koşulları iyi okuyup tehditleri de fırsatları da ona göre yeniden değerlendirmek gerekiyor.
Öyle tarihi koşullardayız ki, bugün Türkiye'de devletin önünde belki de ilk defa, karşıt kutbu olmadığı için, doğal ve sağlıklı bir küçülme ve demokratikleşme ihtimali doğuyor. Kendi devletini kurma iddiasında olan bir başka örgütlü güç olmadığı için, ideolojik devlet sorgulanabiliyor. "Devletin bekası ya da bölünmez bütünlüğü için" özgürlüklere hayır diyenler daha çok zorlanıyor.
Kendi despot devletlerini kurmak için mücadele eden muhalif akımların yenilgisi sonucu belki de ilk kez, devletin demokratikleşmesi için uygun bir zeminle karşı karşıyayız. Ve ilk kez toplumun, Kürt devleti, şeriat devleti ya da komünist devlet korkutmacalarıyla pasifize edilmesinin zemini ortadan kalkmış durumda.
Toplumsal muhalefet, şimdiye kadar şu ya da bu devlet projesinin yedeğine düşme endişesiyle bastırdığı itirazlarını artık daha rahat ortaya koyabiliyor. Devleti yıkıp bir başka devlet kurma hayallerinin çöküşü, mevcut devletin, toplumsal muhalefet yoluyla evrilmesini imkan dahiline sokabiliyor.
Kısacası devletin el değiştirmesi tehlikesinin ortadan kalkması, devletin değişmesini daha mümkün kılıyor.
Bu değişimin bir parçası da, bir zamanlar devleti ele geçiren bir zümrenin devlet üzerindeki bu tekeline son vermek, toplumda var olan değişik eğilimlerin ve toplumsal güçlerin de devlet iktidarı içinde yer alabilmesini sağlamak; provokatif bir üslupla söylemek gerekirse, devletin o dar zümre dışında başka kesimler tarafından da "ele geçirilebilir" olmasını savunmak...
Hâlâ şeriat paranoyası içinde yaşayanların görmediği şu ki, bugün AK Parti'nin ne yönetimi ne de tabanı artık mevcut devletle rakip olan bir devlet projesinin taşıyıcıları değil; sadece dini kendi seçtikleri bir kimlik olarak taşımak, laik bir devlette dindar bir vatandaş olarak yaşamak isteyen insanlar... Yaşadıkları bunca tecrübe sonucu, bunun bugün mümkün olan tek yolunun rejimin demokratikleşmesi olduğunu büyük ölçüde görmüş bulunuyorlar. Ve bu bilinçle devletin demokratik yönde değişiminin, yani seçilmişler tarafından "ele geçirilebilir" olması mücadelesinin öncülüğünü yapıyorlar.

http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/97905-devletin-el-degistirmesi-mi-devletin-degismesi-mi-makalesi.aspx


Avcı'nın kitabı

Önce usul hakkında birkaç söz:

Birinci olarak; bir fikirle, bir iddiayla, bir suçlamayla ortaya çıkan bir insanın söylediklerini irdeleyip eğer yanlışsa yanlışını söylemek yerine, "Niyeti ne", "Neden şimdi söylüyor", "Acaba hangi kişisel menfaat için söylüyor", "Nasıl bir hayal kırıklığı sonucu söylüyor", "Söyledikleri kimin işine yarıyor", "Kimlerle aynı safa düşüyor" gibi sorular ortaya atmak ya da bu sorulara imalı cevaplar vererek iddiayı sözde "çürütmeye" kalkışmak kadar ilkesiz, ayıp, üstelik de faydasız bir tutum olamaz; ki bugünlerde hiç ummadığım kalemlerin bunu yaptığına tanık olup şaşırıyorum.
Hanefi Avcı bir kitap yazmış. Hangi saikle ve neden şimdi yazdığı -ilginç de olsa- başka bir konudur, şu aşamada beni ilgilendirmez. Tıpkı, yıllardır ordu içindeki yasa dışı oluşumların bilgilerini, belgelerini sızdıranların amaçlarının ya da zamanlamalarının ilgilendirmediği gibi... Ben kitapta yazılanların doğru olup olmadığına bakarım, kitap hakkında fikir yürüten herkesten de buna bakmasını beklerim.
İkincisi...
Kitabın ağırlık noktalarından birini Gülen Cemaati'nin polis teşkilatını "ele geçirmesi" oluşturuyor ve bu durum da gerek kitabın yazarı, gerekse okuyanların çoğunluğu tarafından suç olarak algılanıyor.
Bu suçlamanın arka planında devlet algısındaki yaygın çarpıklık var.
Çarpıklık dediğim de şu: Neden Gülen Cemaati mensuplarının Emniyet Teşkilatı'nda ya da bir başka devlet kurumu içinde etkin olmaları suç olsun? Gayrimeşru yollardan mı gelmişler oralara? Bazı makamlar bazı vatandaşlara yasak mı? Bunu engelleyen bir kanun mu var?
Aslında Türkiye'nin asıl sorunu, devletin ele geçirilmesi değil, ele geçirilememesidir. Bir zamanlar devleti ele geçiren bir zümrenin, bunu ilelebet sürecek bir imtiyaz olarak görmesi, bu imtiyazı kimseyle paylaşmaya razı olmamasıdır. Oysa demokratik devletlerde, sivil toplum içinde var olan her türlü gücün, politik toplumda yansımasını bulması doğaldır. Dini örgütlenmeler, cemaatler ve tarikatlar da sivil toplumun bir parçasıdır ve onların da, kendi Türkiye projelerini hukuk düzeni içinde ve yasal sınırlar dahilinde, devlet katlarına taşıma hakları vardır.
Dolayısıyla Gülen Cemaati mensuplarının da Emniyet Teşkilatı'nda ya da bir başka devlet kurumu içinde etkin olması suç ya da ayıp değildir.
Mesele, bu etkinliği nasıl kullandıklarıdır...
İşte bu noktada ciddi suçlamaları var Hanefi Avcı'nın.
Avcı kitabında Gülen Cemaati mensuplarının Emniyet Teşkilatı içinde komplolara, kumpaslara başvurduğunu, cadı kazanları kaynattığını, kendinden gördüklerini kayırırken karşıt cephede gördüklerinin ayağını kaydırdığını, sahte belgeler ürettiğini, şantaj kasetleri hazırladığını, yasa dışı dinlemeler yaptığını yazıyor.
Eğer doğruysa vahim gerçekten... Ama çok da şaşırtıcı değil. İktidar mevkilerinin yozlaştırıcı etkileri bizi şaşırtmaz, nice iyi insanın o koltukların kurbanı olduğuna şahit olduk. Amaca ulaşmak için her yolu mubah gören anlayışlara da yabancı değiliz. Hele hele kendine bir misyon atfeden insanlar için bunun daha kolay olacağının da farkındayız.
Avcı bizi bütün bunlara inandırabilir.
Ama Ergenekon'un düzmece olduğuna inandıramaz.
Koca bir bavul dolusu orijinal belgeyle ispatlanmış bir Balyoz Davası'nın, dava safahati boyunca bütün belgeleriyle ve ayrıntılarıyla ortaya dökülmüş bir Hrant Dink Davası'nın, siyasi tarihimizin en büyük provokasyonlarından biri olan Danıştay Davası'nın, düzinelerce savcının yıllarca üzerinde çalışıp çuvallar dolusu belge inceleyerek hazırladıkları Ergenekon İddianameleri'nin, hepimizin birlikte dinlediği dehşet verici telefon kayıtlarının, tutulan günlüklerin, kaleme alınan andıçların bilirkişi raporlarıyla teyit edilen ıslak imzaların "cemaatin tezgâhı" olduğu gibi absürt bir iddiaya kimseyi inandıramaz.
Ergenekon denen olay, birkaç emniyetçinin düzenleyeceği birkaç sahte belgeyle ne doğrulanabilecek ne de çürütülebilecek kadar büyük ve kapsamlı bir fenomendir. Öyle ki, Ergenekon'a tezgâh demek, Türkiye siyasi tarihinin uzunca bir bölümüne "tezgâh" demekle aynı şeydir. Kimler tarafından, hangi saiklerle ortaya dökülmüş olursa olsun; bu ortaya dökülüş sırasında ne gibi usulsüzlükler yapılmış olursa olsun, sonuçta varlığı inkâr edilemez bir biçimde karşımızda duran bir suç örgütü var. Bu örgüt bir kez ortaya çıkmışsa, tekrar yeraltına inemez, yok olamaz, görünmez hale gelemez.
Dolayısıyla, Hanefi Avcı'nın bu kitabı Ergenekon Davası'nı zayıflatamaz.
Peki ne olur? İki süreç birlikte işlemeye başlar. Türk Silahlı Kuvvetleri'nde yaşanmakta olan "glasnost" (aydınlanma) benzeri bir süreç Emniyet içinde de yaşanmaya başlar. Toplum sesini yükseltir, hükümet alarme olur, tıpkı ordu içindeki namuslu subaylar gibi namuslu emniyetçiler de bilgi-belge sızdırmaya başlar, Pandora'nın kutusu açılır, kirli çamaşırlar ortalığa saçılır, temizlik başlar. Ve çok da hayırlı olur.
Kimileri hâlâ, bir kötülükle (ordunun başını çektiği baskıcı rejimle) mücadele edilirken, onun yerini almaya aday bir başka kötülüğün (iktidarın başını çektiği baskıcı rejimin) büyüdüğünü ve asıl tehdit haline aldığını iddia etse de, aslında tam tersi oluyor. Askeri vesayete karşı kazanılan demokrasi mücadelesi, bütün diğer alanlarda da şeffaflık ve demokrasi talebini -ve imkânını- yükseltiyor.
Kapalı toplum açık topluma doğru evrildikçe, gözler sıradaki kapalı yapılara çevriliyor.

http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/115317-avci-nin-kitabi-gulay-gokturk-makalesi.aspx
#1119
Hız sınırı ile ilgili Karayolları Yönetmeliği bugünkü Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi. 18/7/1997 tarihli ve 23053 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Karayolları Trafik Yönetmeliğinin 11 inci maddesinin başlığı ile birinci fıkrasının (e), (g) ve (i) bentleri değiştirildi. Buna göre otomobiller artık bölünmüş yollarda 110 kilometre hızla gidebilecek...

http://www.haber7.com/haber/20100901/Hiz-Siniri-Resmen-100-kmye-Yukseldi.php
#1120
HANTEPE BASKINI'NDA YAŞANAN HERON SKANDALINDA 2. PERDE

Genelkurmay'ın Hantepe'ye saldırının başladığı saat açıklamasını Heron görüntüleri doğrulamıyor. Heron, Hantepe'nin kuşatılmasını merkeze geçerken 35 ayrı merkez Hantepe'yi uyarmamış.

Altı Mehmetçiğin şehit edildiği Hantepe Baskını'ndan bir ay sonra Genelkurmay tarafından yapılan ve hiç kimseyi tatmin etmeyen açıklamanın gerçeklerle çeliştiği ortaya çıktı. Genelkurmay "Heron çatışma başladıktan yarım saat sonra görüntü vermeye başladı" derken, Heron'un çatışmadan yaklaşık yarım saat önce görüntü vermeye başladığı, yarım saat boyunca karakolun uyarılmadığı iddia edildi. Genelkurmay çatışma 01.45'te başladı derken, Heron görüntülerinden çatışmanın 02.39'da başladığı belirlendi.

SALDIRI ÖNCESİNİN GÖRÜNTÜLERİ VAR

star'ın ulaştığı bilgiler ise Hantepe Baskını'yla ilgili yeni skandalları ortaya çıkardı. Genelkurmay, Heron'un başka bir alanda görevli olduğunu ve çatışma öncesi görüntü vermemeleri nedeniyle Hantepe'deki birliğin uyarılamadığını açıkladı. Ancak Heron görüntülerinde yapılan teknik incelemede farklı sonuçların çıktığı, saldırı öncesine ait görüntülerin olduğu öğrenildi.

02.15'TE ASKERLER ÜSTÜ AÇIK MEVZİDE

Genelkurmay, Hantepe'ye saldırının saat 01.45'te başladığını açıklamıştı. Ancak yine görüntüler üzerindeki teknik incelemede Heron'ların Hantepe'den saat 02:15'ten itibaren görüntü vermeye başladığı, çatışmanın ise 02:39'da başladığının tespit edildiği belirtiliyor. Heronlara ait görüntülerde, teröristlerin saat 02.15'ten itibaren ateş açmadan karanlıkta sessizce mevzilere ilerledikleri, bu sırada askerlerin ise toplu olarak üstü açık mevzide beklediği görülüyor.

İLK ATIŞ EL BOMBASIYLA SAAT 02:39'DA

Heron görüntülerinde 02.15'ten itibaren Hantepe'deki mevziler ile yedek mevzilerin etrafın saran PKK'lıların tam 02.39'da üstü açık mevzide bekleyen TİM'e el bombası attığı belirlendi. Asıl kayıplar ise bomba sonrası mevziden çıkan askerlerin gideceği yedek mevziyi de PKK'lıların bilmesi ve orada da beklemeleriyle oluştu. Yedek mevzide bekleyen PKK'lılar da Heron tarafından tespit ediliyor. Görüntülerde 02.55'e kadar yedek mevziye giden askerlerin ateş altına alınması izleniyor.

30 DAKİKA BOYUNCA UYARILMADILAR

PKK'lıların Hantepe çevresine yerleşmeye başladığı ve Heron'un görüntülediği çatışmasız 30 dakikalık bölümde ise Hantepe'de açık mevzide bekleyen timdeki askerlere Heron'un tespitleriyle ilgili herhangi bir uyarının gitmediği belirlendi. HEron görüntülerine rağmen sızma konusunda uyarılmayan Hantepe'deki birliğin de teröristlere her hangi bir  ateş açılmadığı, askerlerin baskına hazırlıksız yakalandıkları belirlendi. • ANKARA star

Teröristler 7 farklı noktadan geliyor

Görüntü vermeye başlayan Heron görüntülerinde 02.36 itibariyle bölgede henüz bir çatışma başlamadığı görülüyor. Teröristler mevzilere yaklaşırken, askerler üstü açık olarak mevzide toplu bekliyor.

Saat 04.00'te çatışmadan haberleri yoktu iddiası

• Genelkurmay açıklamasında dönemin 2. Ordu Komutanı'nın saat 02.00'den itibaren bilgilendirildiği ve çatışmaya "müdahil" olduğu belirtilirken, Genelkurmay Karargahı'ndan yapılan uyarının saati bu durumu da çelişkili hale getirdi. Genelkurmay'da aynı görüntüleri izleyen personelin saat 04.00 civarında 2. Ordu Komutanlığı'nı uyardığı öğrenildi.

AÇIKLAMA BEKLENİYOR

Ancak 2. Ordu'da görevli personelin bu uyarı karşısında herhangi bir çatışmadan bahsetmediği ve kendilerinin konuyu takip ettiğini ifade ettikleri iddia edildi. Bu durum Genelkurmay ve 2. Ordu Karargahı'nın olaylardan iki saat sonra hala çatışmadan haberdar olmadığı tartışmasını başlattı. Kamuoyu Genelkurmay'dan açıklama bekliyor.

30 değil daha fazla birim izliyor

Genelkurmay açıklamasında Heron görüntülerinin 30 ayrı merkezden izlendiği iddiaları yalanlanmıştı. Ancak askeri kaynaklar, Heron görüntülerinin alındıktan sonra link hatları üzerinden 5 ayrı merkeze eş zamanlı olarak aktarıldığını ve bu merkezlerin görüntüyü 35 ayrı birime gönderdiğini ifade ettiler.

http://www.stargazete.com/politika/ilk-kursun-saat-0145-degil-0239-da-atildi-haber-290145.htm


Hantepe ile Gediktepe ihmalleri


Taraf, PKK'nın 20 temmuzdaki Hakkari'nin Çukurca İlçesi'nde yedi askerin yaşamını yitirdiği Hantepe baskınında yaşanan ihmalleri 2 ağustosta "Generaller askerlerin ölümünü seyretti" başlığıyla duyurmuştu. Baskını, Genelkurmay olmak üzere 30'ya yakın birimin canlı olarak izlendiği ortaya çıkmıştı. Saldırıdan 20 dakika önce bölgeye giden Heron, PKK baskınını saniye saniye Karargâh'a iletti. Heron'un çektiği görüntülerde mevzilere yaklaşan PKK'lıların, askerlerin üzerine attığı bombalar büyük gürültüyle patlıyor. Bu sırada kaçışan askerler, pusuya yatan PKK'lılar tarafından kurşun yağmuruna tutuluyor. Bütün bunları canlı izleyen komutanlar, bölgeye bir helikopter bile göndermiyor. Görüntüleri, Balyoz davasında hakkında yakalama emri çıkarılan Tümgeneral Gürbüz Kaya'nın başında bulunduğu Hakkâri 3. Taktik Tümen Komutanlığı'ndan da canlı izlendiği ortaya çıkmıştı.

Aynı ihmaller Gediktepe'de de yaşandı

11 askerin öldüğü Gediktepe'ye ilişkin ihmaller ise 30 temmuzda yayımlanmıştı. Baskın sonrası "PKK'lıları çoban sandık" diyen Tümgeneral Gürbüz Kaya'yı, Emniyet'in saat ve gün vererek uyardığı ortaya çıkmşıtı. Emniyet çektiği faksta "Tekeli Taburu'na örgütün saldırı ihtimali çok yüksek. Bilginize arz ederim" demişti. "Geliyorum" diyen baskın, 30 saatlik bir sapmayla 19 Haziran 2010 günü saat 02:00'da gerçekleşmişti. Başka bir ihmal ise PKK'lıların saldırıdan 15 gün önce sınır girişinden itibaren insansız hava araçları Heronlar tarafından görüntülenmesiydi. İki saatlik görüntüler baskınından 15 gün önce çekilmişti. Heronlar, sınırdan sızan PKK'lıları en ince detaylarına kadar izlemişti. Bölgeye bir helikopter gitmiş, ancak ateş etmeden geri dönmüştü. Görüntüler, Genelkurmay Başkanlığı ile 30 ayrı birime de canlı olarak gönderilmişti.

http://www.taraf.com.tr/haber/hantepe-ile-gediktepe-ihmalleri.htm