Haberler:

deneme

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - Avukat

#1101


İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, Hizbullah terör örgütünün sözde askeri kanat sorumlusu Hacı İnan'ın da aralarında bulunduğu 8 tutuklu sanığın CMK'nın 102. maddesi kapsamında tahliyelerine karar verdi.

Mahkeme heyeti, Hizbullah terör örgütü davası kapsamında yargılanan sanıkların tutukluluk sürelerini, yürürlüğe yeni giren CMK'nın 102. maddesi kapsamında değerlendirdi.

Heyet, örgütün sözde askeri kanat sorumlusu Hacı İnan'ın da aralarında bulunduğu 8 tutuklu sanığın tahliyelerini kararlaştırdı.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince, CMK'nın 102. maddesi kapsamında tahliyelerine karar verilen Hizbullah terör örgütünün sözde askeri kanat sorumlusu Hacı İnan'ın da aralarında bulunduğu 8 sanık hakkında yurt dışına çıkış yasağı konuldu.

Mahkeme, Hizbullah terör örgütüne ilişkin açılan dava dosyasında, CMK'nın 102. maddesi kapsamında yaptığı incelemenin ardından tahliyesini kararlaştırdığı Hacı İnan, örgütün sözde İstanbul sorumlusu İlyas Kutulman, İbrahim Evliyaoğlu, Mehmet Bayram Eren, Emin Ekinci, Sabahattin Alkan, Abdülsettar Yıldızbakan ve Burhan Ekineker hakkında adli kontrol hükümlerinin uygulanmasına karar verdi.

Buna göre mahkeme heyeti, sanıkların bağlı oldukları polis ya da jandarma birimlerine her hafta pazartesi günü giderek imza atmalarını karara bağladı. Mahkeme ayrıca, 8 sanık hakkında yurt dışına çıkış yasağı konulmasına hükmetti.

Mahkeme heyeti, aynı dava kapsamında tutuklu yargılanan, Üsküdar'da 10 kişinin cesedinin çıkarıldığı evin kiracısı Cevat Işıklı'yı ise sonradan yakalandığı ve tutuklulukta geçirdiği süre 10 yılı doldurmadığı için tahliye etmedi.

-DAVANIN GEÇMİŞİ-

Beykoz'da bir villaya 17 Ocak 2000'de düzenlenen operasyonda silahlı çatışma sonucu Hizbullah terör örgütünün elebaşı Hüseyin Velioğlu ölü olarak ele geçirilmişti. Üsküdar'da Hasippaşa Mahallesi 2. Çıkmaz Sokak 26 numaradaki gecekondunun çevresinde 19 Ocak 2000'de yapılan kazı çalışmaları sonucu ise 10 ceset çıkarılmıştı.

Kartal'da Çavuşoğlu Mahallesi Samanyolu Caddesi Görkemli Sokaktaki villa tipi evin bahçesinden de 8 ceset çıkarılmıştı. Tüm bu kurbanların ''domuz bağı'' yöntemiyle bağlanıp, boğularak öldürüldükten sonra üzerlerine kireç atılıp gömüldükleri belirlenmişti.

Daha sonra düzenlenen operasyonlarda, Hüseyin Velioğlu'nun ölü olarak ele geçirilmesi ve örgütün yöneticileri arasında yer alan Edip Gümüş ile Cemal Tutar'ın yakalanmasının ardından yeniden yapılanma çabası içinde oldukları iddia edilen Hacı İnan'ın da aralarında bulunduğu dava sanıkları ele geçirilmişti.

Sanıklar hakkında yapılan soruşturma sonucunda İstanbul DGM'deki bazı mahkemelerde açılan 3 ayrı dava birleştirilmişti. Toplam 24 sanıklı davanın iddianamelerinde, Hizbullah terör örgütünün sözde askeri kanat sorumlusu Hacı İnan ile sözde İstanbul sorumlusu İlyas Kutulman'ın da aralarında yer aldığı 9 sanığın, ''Anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmeye kalkışmak'' suçundan idam cezasına çarptırılmaları isteniyor. Ancak Türk Ceza Kanununda yapılan değişiklik, idam cezası yerine müebbet ağır hapis cezası verilmesini öngörüyor.

İddianamelerde, diğer sanıkların ise ''yasa dışı örgüt üyesi olmak'' ve ''yasa dışı örgüt üyelerine yardım ve yataklık etmek'' suçlarından 4.5 ile 22.5 yıl arasında çeşitli ağır hapis cezalarına çarptırılmaları talep ediliyor.

AA
http://www.haber7.com/haber/20110104/Hizbullahin-askeri-sorumlusuna-tahliye.php
#1102


İstanbul'daki yılbaşı kutlamaları sırasında ''cinsel tacizde'' bulundukları gerekçesiyle tutuklanan 6 kişi hakkında ''cinsel saldırı'' suçundan 7 yıla kadar hapis cezası istemiyle iddianame hazırlandı.

Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığı, Taksim Meydanı ve İstiklal Caddesi'nde düzenlenen yılbaşı kutlamalarına katılan bazı kadınlara cinsel tacizde bulundukları iddiasıyla gözaltına alınan ve tutuklanan 6 kişi hakkındaki soruşturmayı tamamladı.

Düzenlenen iddianamede, şüphelilerin ''cinsel saldırı'' başlığını taşıyan TCK'nın 102. maddesi uyarınca 2 ile 7'şer yıl arasında hapis cezasına çarptırılması istendi.

İddianamenin kabul edilmesi halinde şüphelilerin yargılanmasına önümüzdeki günlerde Beyoğlu Asliye Ceza Mahkemesinde başlanacak.

http://zaman.com.tr/haber.do?haberno=1074073&title=tacizcilere-7-yil-hapis
#1103
METİN ARSLAN

Yargıtay, anayasal düzene karşı işlenen örgütlü suçlarda tutukluluk süresinin kaç yıl olacağı tartışmasına nokta koydu.

Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 250. maddesi kapsamındaki örgütlü suçlarda tutukluluk süresinin en fazla 10 yıl olabileceğine hükmetti. Özel yetkili mahkemelerde görülen ve aralarında PKK üyeliği, Hizbullah ana davası ve yasa dışı terör örgütü davası sanıklarının yargılandığı 5 davayı inceleyen Daire, bu süreyi dolduran 26 tutuklu sanığın tahliyesine karar verdi. Yargıtay'ın kararı, Ergenekon, Balyoz, PKK ve Hizbullah gibi silahlı terör örgütü ve darbeye teşebbüs davalarında yargılanan tutuklu sanıklar için de emsal olacak. CMK'nın 102. maddesindeki hükmün Ergenekon davası sanıklarına yarayacağı iddia ediliyordu. Dava avukatları, tutukluluk süresinin en fazla 6 yıl olabileceğini savunuyordu. Yargıtay 9. Ceza Dairesi, tahliye edilen sanıklara da yurtdışına çıkış yasağı koydu. Daire, sanıkların, adreslerine en yakın polis ya da jandarma karakoluna her gün düzenli biçimde başvurarak, 'adli kontrol' altına alınmasına hükmetti. Adam öldürme suçlarının temyiz incelemesini yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesi de, ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde tutukluluk süresinin en fazla 5 yıl olabileceği hükmü gereğince 5 yıllık süreyi dolduran cinayet olayına karışan 37 sanığı tahliye etti.

102. madde de "Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.'' hükmü bulunuyordu. CMK'nın 252. maddesinin son fıkrası ise, "250'nci maddede öngörülen suçlar bakımından, kanunda öngörülen tutuklama süresi iki kat olarak uygulanır." şeklindeydi. Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin kararına göre CMK 250. maddede sayılan şu suçlardan tutuklu sanıklar için azami süre 10 yıl: "Devletin güvenliğine karşı suçlar, devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, Anayasa'yı ihlal, cumhurbaşkanına suikast ve fiilî saldırı, yasama organına karşı suç, hükümete karşı suç, hükümete karşı silahlı isyan, silahlı örgüt, örgüte silah sağlama, suç için anlaşma, devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme, casusluk, devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin bilgileri açıklama, gizli kalması gereken bilgileri açıklama, uluslararası casusluk, devlet sırlarından yararlanma, devlet hizmetlerinde sadakatsizlik, yasaklanan bilgileri temin, yasaklanan bilgilerin casusluk maksadıyla temini, yasaklanan bilgileri açıklama, yasaklanan bilgileri siyasal veya askerî casusluk maksadıyla açıklama, devlet güvenliği ile ilgili belgeleri elinde bulundurma."

CMK'nın tutukluluk süresiyle ilgili 102. maddesi 31 Aralık 2010'da yürürlüğe girdi. Madde, yerel mahkemelerde davası devam eden ya da Yargıtay'da temyiz süreci henüz sonuçlanmayan ağır cezalık suçlardan içeride bulunan 57 bini aşkın tutuklu ve hükmen tutuklu sanık için tahliye umudu doğurmuştu.

Değerlendirmelere 'fişleme' demek haksızlık olur

Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, yargıdaki fişleme iddialarıyla ilgili değerlendirme yaptı. Belli görevlere gelecek kişilerin, belli ahlakî niteliklere mutlaka sahip olması gerektiğini söyleyen Gerçeker, "Ama bunu fişleme diye gösterirsek, nitelersek, o meslek mensuplarına da haksızlık etmiş oluruz." diye konuştu. Samanyolu Haber'in sorularını cevaplayan Gerçeker, tutukluluk sürelerini indiren CMK'nın 102. maddesinin uygulamaya girmesiyle başlayan tartışmalara da değindi. Madde kapsamında ağır suç işleyen bazı tutukluların tahliye edilmesi sebebiyle toplumda meydana gelen rahatsızlıkları değerlendiren Gerçeker, "Eğer öyle bir sıkıntı varsa, yasama organının düşünmesi ve ona göre bir düzenleme yapması gerekiyor." dedi. Tutukluma sürelerinin uzamasını yargıdaki altyapı sorunu ve ağır iş yüküne bağlayan Gerçeker, "Hep söylüyoruz, bizim altyapı sorunlarımızdan, davaların çok olmasından meydana gelen bir olay. Onun için davaların bir an önce sona ermesi gerekiyor. Dava sayısının çok olması, hakim ve savcıların işlerinin çok olması, duruşmaların uzamasına neden oluyor. Duruşma uzayınca da tutukluluklar uzuyor." şeklinde konuştu. ANKARA - CİHAN

http://zaman.com.tr/haber.do?haberno=1073840&title=orgutlu-suclarla-ilgili-tutukluluk-suresi-10-yil
#1104
Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, tutukluluk süresini 3 yıla indiren CMK'nın 102. maddesinin uygulamaya girmesiyle başlayan tartışmaları değerlendirdi.

Tutukluma sürelerinin uzamasını yargıdaki alt yapı sorunu ve ağır iş yüküne bağlayan Gerçeker, "Hep söylüyoruz, bizim alt yapı sorunlarımızdan, davaların çok olmasından meydana gelen bir olay. Onun için davaların biran önce sona ermesi gerekiyor. Dava sayısının çok olması, hakim ve savcıların işlerinin çok olması duruşmaların uzamasına neden oluyor. Duruşma uzayınca da tutukluluklar uzuyor." dedi.

Samanyolu Haber'in sorularını cevaplayan Gerçeker, tutukluluk süresini 3 yıla indiren CMK'nın 102. maddesi kapsamında ağır suç işleyen bazı tutukluların tahliye edilmesi sebebiyle toplumda meydana gelen rahatsızlıkların sorulması üzerine "Eğer öyle bir sıkıntı varsa, yasama organının düşünmesi ve ona göre bir düzenleme yapması gerekiyor." karşılığını verdi.

Gerçeker, yargıdaki fişleme iddialarını da değerlendirdi. Belli görevlere gelecek kişilerin, belli niteliklere, belli ahlaki niteliklere mutlaka sahip olması gerektiğinin altını çizen Gerçeker, "Ama bunu fişleme diye gösterirsek, nitelersek, o meslek mensuplarına da haksızlık etmiş oluruz." diye konuştu.

Tutukluluk süresini 3 yıla indiren CMK'nın 102. maddesinin uygulamaya girmesi yeni tartışmaları da beraberinde getirmişti. Yargıtay'da temyiz bekleyen mahkumlar ile adam öldürme, uyuşturucu, tecavüz ve sahtecilik gibi ağır suçlardan yargılamaları 5 yıldır sürenler cezaevlerinden tahliye olmaya başladı. Örgütlü suçlarda ise süre 10 yıla çıktığı için terör davası sanıkları bu imkandan yararlanamayacak.

(CİHAN)
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1073663&title=yargitay-baskani-durusma-uzayinca-tutukluluk-suresi-de-uzuyor
#1105
-POLİSLERİN ASKERLİK DURUMU-

Çiçek, Bakanlar Kurulu'nda Askerlik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısını imzaya açtıklarını belirterek, konunun polislerin askerliğiyle ilgili olduğunu söyledi.

Hükümet Sözcüsü, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, uzun süredir beklenen ve üzerinde çalıştıkları bu tasarıya ilişkin şunları söyledi:

''Mevcut uygulamalarda polislerimiz normal askerlik görevini yapmaktadır. Polis Meslek Yüksekokulu Mezunları 15 ay, akademi, üniversite mezunları da 12 ay askerlik yapmaktadır. Mevcut polis teşkilatımız içerisinde 36 bin 213 polisimiz halen askerlik görevini yapmamış, 2 bin 202'si de şu anda askerlik görevini yapmaktadır. Dolayısıyla toplam 38 bin 415 kişiyi ilgilendiren bir tasarıyı karara bağlamış olduk. Türkiye'de polis ihtiyacı her geçen gün artmaktadır. Özellikle bir kısım yerlerde jandarma tarafından ifa edilen güvenlik nöbetleri büyük ölçüde artık belediye hudutları içerisinde polis teşkilatımız tarafından yerine getirilmektedir, beldeler hariç. Zaten Avrupa ortalamasına baktığımızda da Türkiye'de kişi başına düşen polis noktasında bir düşüklük durumu söz konusu. Onun için polislere daha fazla ihtiyaç var.

Bunu bir ölçüde gerçekleştirebilmek bakımından daha kısa süreli askerlik yapmalarına imkan verebilecek bir düzenleme getirilmektedir. Yeni düzenlemeye göre akademi mezunları 3 hafta, polis meslek yüksek okulları mezunları da 6 ay askerlik yapacaktır. İnanıyoruz ki bu tasarıyı kısa sürede kanunlaştırırız. Böylece uzun süredir beklenen bu sıkıntı da ortadan kalkmış olacaktır. Esasen zaten polislerimiz bu manada güvenlik hizmeti yapmaktadır. Emekli oluncaya kadar da bir ölçüde silah altındadır. Tabii bunun ayrıntıları var. Askerlik hizmeti sırasında emniyet teşkilatından herhangi bir nedenle ayrılan veya bu süre içinde herhangi bir sebeple meslekten ilişiği kesilen personel, genel hükümler uyarınca askerlik hizmetinin geriye kalan süresini tamamlayacaktır. Ayrıca terhis edildikten sonra 7 yılını doldurmadan herhangi bir nedenle emniyet teşkilatından ayrılan veya meslekten ilişiği kesilen personel, genel hükümler uyarınca askere alınarak askerlik hizmetinin geriye kalan süresi tamamlatılacaktır. Söylemek istediğimiz şu; polislik görevini ifa ettiği sürece getirilen bu kolaylık.''

-SORULAR-

''Polislerle ilgili düzenlemede şu anda askerliğini yapan polisler bundan yararlanabilecek mi?" sorusu üzerine Çiçek, şöyle konuştu:

''Kanunlar yayımlandığı anda yürürlüğe girer. Zaten o konumda olanlar 21 gün askerlik yapacağı için de şu ana kadar yaptıkları süre de esas itibariyle zaten dolmuş olacağından kanun çıktığı takdirde silah altında bulunan 2 bin 202 kişi de büyük ölçüde istifade etmiş olacaktır. İfade ettiğim kriterler çerçevesinde...

Çiçek, ''Polislerle ilgili düzenlemenin Meclis'e ne zaman sevk edileceği?'' sorusuna, ''Bugün imzaya açtık. Kısa sürede tamamlanır ümit ederim, ilgili komisyonda. Artık ondan sonrası Meclis'in takdiridir ama önemli bir konu. Parlamentomuzda gerekli hassasiyeti gösterip yasalaşmasını temin ederiz ama süre koymak bizim işimiz değil'' karşılığını verdi. AA

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1073787&title=polislere-askerlik-mujdesi&haberSayfa=0
#1106
Merhabalar. Anonim şirketlerde borçlu tüzelkişilerin malvarlıklarından alınamayan vergi alacaklarının Vergi Usul Kanunu'nun 10. maddesine göre, diğer kamu alacaklarının ise 'Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un mükerrer 35. maddesine göre tüzelkişilerin kanuni temsilcilerinden tahsili söz konusu olabilmektedir. Türk Ticaret Kanunu ışığında mesele ele alındığında;

- Şirket ana sözleşmesinde idare ve temsil işlerinin yönetim kurulu üyeleri arasında paylaştırılmasına veya müdüre bırakılmasına yetki verilmemiş olması durumunda, yönetim kurulu başkan ve üyelerinden her birinin,

- Şirket ana sözleşmesinde yetki verilmesi koşuluyla, kendisine şirketi idare ve temsil yetkisi bırakılan yönetim kurulu üyelerinin (murahhas üyelerin),

- Yine şirket ana sözleşmesinde yetki verilmesi koşuluyla kendisine şirketi idare temsil yetkisi bırakılan müdürün,

- Şirket ana sözleşmesinde idare ve temsil işlerinin murahhas üyeye veya müdüre bırakılması hususunda yönetim kuruluna yetki verilmesine karşın bu yetkinin kullanılmaması durumunda da, yönetim kurulu başkan ve üyelerinin her birinin kanuni temsilci sayılacağı ve sorumlu olacağı değerlendirilmiştir (Turgut Candan, Kanuni Temsilcinin Vergi ve Diğer Kamu Alacaklarından Sorumluluğu, 3. Baskı, Ankara 2006, s. 21).

Yönetim kurulu üyesinin bir tüzelkişiyi temsilen görev yaptığı hallerde alacaklı kamu idarelerinin, yönetim kurulunda görev yapan üyeye mi, yoksa temsil olunan tüzelkişiye mi müracaat edeceği mevzuatımızda açık değildir. Ticaret Hukukunda savunulan baskın görüş, bu konuda alacaklının, yönetim kurulunda temsilen görev yapan üyeye değil, hakkaniyet gereği bu üyenin temsil ettiği kuruma müracaat etmesi gerektiğini göstermektedir. Temsilen görev yapan üyenin temsil ettiği kurumda çalışıyor olması halinde, Borçlar Kanunu'nun 'istihdam edenlerin mesuliyeti' başlıklı 55. maddesi de bizi bu sonuca götürmektedir. Nitekim, Danıştay 11. Dairesi'nin E.1998/231. K.1998/2198 sayı ve 10.6.1998 tarihli "Bir anonim şirketin yönetim kuruluna, tüzelkişi ortağı temsilen katılan yönetim kurulu üyesi VUK m. 10 uyarınca sorumlu tutulamaz. TTK m. 312 dolayısıyla bu durumda sorumlu olması ve takibi gereken, yönetim kurulunda temsilcisi bulunan tüzelkişi ortaktır" şeklindeki kararı da bu görüşü teyit etmektedir.

6183 Sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un konuyla ilgili maddeleri ve 213 Sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 10. maddesi aşağıdadır. Kolay gelsin...


     Limited şirketlerin amme borçları
   
     Madde 35 – (Değişik: 22/7/1998 – 4369/ 21 md.)
   
     Limited şirket ortakları şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağından sermaye hisseleri oranında doğrudan doğruya sorumlu olurlar ve bu Kanun hükümleri gereğince takibe tabi tutulurlar.
   
    (Ek fıkra: 4/6/2008-5766/3 md.) Ortağın şirketteki sermaye payını devretmesi halinde, payı devreden ve devralan şahıslar devir öncesine ait amme alacaklarının ödenmesinden birinci fıkra hükmüne göre müteselsilen sorumlu tutulur.
   
    (Ek fıkra: 4/6/2008-5766/3 md.) Amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda pay sahiplerinin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahıslar, amme alacağının ödenmesinden birinci fıkra hükmüne göre müteselsilen sorumlu tutulur.


     Kanuni Temsilcilerin Sorumluluğu
   
     Mükerrer Madde 35 – (Ek: 25/5/1995 – 4108/11 md.)
   
     Tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mal varlığından tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacakları, kanuni temsilcilerin ve tüzel kişiliği olmayan teşekkülü idare edenlerin şahsi mal varlıklarından bu Kanun hükümlerine göre tahsil edilir.
   
     Bu madde hükmü, yabancı şahıs veya kurumların Türkiye'deki mümessilleri hakkında da uygulanır.
   
     Tüzel kişilerin tasfiye haline girmiş veya tasfiye edilmiş olmaları, kanuni temsilcilerin tasfiyeye giriş tarihinden önceki zamanlara ait sorumluluklarını kaldırmaz.
   
     Temsilciler, teşekkülü idare edenler veya mümessiller, bu madde gereğince ödedikleri tutarlar için asıl amme borçlusuna rücu edebilirler.
   
    (Ek fıkra: 4/6/2008-5766/4 md.) Amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahıslar, amme alacağının ödenmesinden müteselsilen sorumlu tutulur.
   
    (Ek fıkra: 4/6/2008-5766/4 md.) Kanuni temsilcilerin sorumluluklarına dair 213 sayılı Vergi Usul Kanununda yer alan hükümler, bu maddede düzenlenen sorumluluğu ortadan kaldırmaz.



213 Sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 10. maddesi aynen şu şekildedir:

    KANUNİ TEMSİLCİLERİN ÖDEVİ:
   
     Madde 10 - Tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, Vakıflar ve cemaatlar gibi tüzel kişiliği olmıyan teşekküllerin mükellef veya vergi sorumlusu olmaları halinde bunlara düşen ödevler kanuni temsilcileri, tüzel kişiliği olmayan teşekkülleri idare edenler ve varsa bunların temsilcileri tarafından yerine getirilir.
   
    (Değişik fıkra: 03/12/1988 - 3505/2 md.)Yukarıda yazılı olanların bu ödevleri yerine getirmemeleri yüzünden mükelleflerin veya vergi sorumlularının varlığından tamamen veya kısmen alınmayan vergi ve buna bağlı alacaklar, kanuni ödevleri yerine getirmeyenlerin varlıklarından alınır. Bu hüküm Türkiye'de bulunmayan mükelleflerin Türkiye'deki temsilcileri hakkında da uygulanır.
   
    Temsilciler veya teşekkülü idare edenler bu suretle ödedikleri vergiler için asıl mükelleflere rücu edebilirler.
   
    Tüzel kişilerin tasfiye haline girmiş veya tasfiye edilmiş olmaları, kanuni temsilcilerin tasfiyeye giriş tarihinden önceki zamanlara ait sorumluluklarını da kaldırmaz.
#1107
Merhabalar.

Alıntı Yapsavcılığa başıma bir iş gelmesi durumunda ilgili firma sahiplerinin sorumlu olacağını bildiren bir bildirimde bulunmak istiyorum

Böyle bir bildirim hiçbir işe yaramaz ve bahsettiğiniz gibi, şikayetçi olacağınız şahıslar sizin böyle bir şikayette bulunduğunuzu da bu yolla öğrenmiş olurlar. Burada şöyle bir yol izleyebilirsiniz: Ailenize ve/veya çevrenizdeki güvendiğiniz kişilere durumu anlatıp şayet başınıza bir iş gelirse, derhal savcılığa başvurmalarını ve adını vereceğiniz şahıslardan şikayetçi olmalarını istemeniz mümkündür. Şayet ihbar sonrasında tehdit edilirseniz, siz de doğrudan savcılığa suç duyurusunda bulunabilirsiniz. Allah yardımcınız olsun, işlerinizi kolaylaştırsın...
#1108
Merhabalar. Bir icra takip dosyasında borçlunun malvarlığına ulaşılabilmesi için her türlü işlem yapılmış fakat yapılan tüm işlemlere rağmen borçluya ait menkul veya gayrimenkul malvarlığı bulunamamışsa ya da bulunan malvarlığı borcu karşılamaya yetmemişse, alacaklı taraf, borcun tahsil edilemeyen kısmı için kendisine aciz vesikası verilmesini icra müdürlüğünden isteyebilir. Aciz vesikası alınabilmesi için elbette borçlunun en azından tebligat adresine hacze çıkılmış ve haczi kabil mal bulunamamış olması gerekir. İcra ve iflas Kanunu'ndaki konuyla ilgili hükümler aşağıdadır. Kolay gelsin...


    BORÇ ÖDEMEDEN ACİZ VESİKASI:
   
     Madde 105 - Haczi kabil mal bulunmazsa haciz tutanağı 143 üncü maddedeki aciz vesikası hükmündedir.
   
    İcraca takdir edilen kıymete göre haczi kabil malların kifayetsizliği anlaşıldığı surette dahi tutanak muvakkat aciz vesikası yerine geçerek alacaklıya 277 nci maddede yazılı hakları verir.

    BORÇ ÖDEMEDEN ACİZ VESİKASI:
   
     Madde 143 - (Değişik madde: 03/07/1940 - 3890/1 md.)
   
    (Değişik fıkra: 17/07/2003 - 4949 S.K./40. md.) Alacaklı alacağının tamamını alamamış ve aciz vesikası düzenlenmesi için gerekli şartlar yerine gelmişse, icra dairesi kalan miktar için hemen bir aciz vesikası düzenleyip alacaklıya ve bir suretini de borçluya verir; bu belgeler hiçbir harç ve vergiye tabi değildir. Aciz vesikasının bir nüshası da her il merkezinde Adalet Bakanlığınca tespit edilen icra dairesi tarafından tutulan özel sicile kaydedilmek üzere bu icra dairesine gönderilir. Aciz vesikası sicili aleni olup ne şekilde tutulacağı ve hangi hususları içereceği Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan yönetmelikle belirlenir.
   
    Bu vesika ile 105 inci maddedeki vesika borcun ikrarını mutazammın senet mahiyetinde olup alacaklıya 277 nci maddede yazılı hakları verir.
   
    Alacaklı aciz vesikasını aldığı tarihten bir sene içinde takibe teşebbüs ederse yeniden ödeme emri tebliğine lüzum yoktur.
   
    Aciz vesikasında yazılı alacak miktarı için faiz istenemez.
   
    Kefiller, müşterek borçlular ve borcu tekeffül edenler bu miktar için vermeğe mecbur oldukları faizlerden dolayı borçluya rücu edemezler.
   
    (Değişik fıkra: 17/07/2003 - 4949 S.K./40. md.) Bu borç, borçluya karşı, aciz vesikasının düzenlenmesinden itibaren yirmi yıl geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Borçlunun mirasçıları, mirasın açılmasından itibaren bir sene içinde alacaklı hakkını aramamışsa, borcun zamanaşımına uğradığını ileri sürebilirler.
   
    (Ek fıkra: 17/07/2003 - 4949 S.K./40. md.) Borçlu, aciz vesikasını düzenlemiş olan icra dairesine borcunu işlemiş faizleriyle birlikte her zaman ödeyebilir. İcra dairesi ödenen parayı alacaklıya verir veya gerektiğinde 9 uncu madde hükümleri dahilinde bir bankaya yatırır. Borcun bu şekilde tamamının ödenmesinden sonra aciz vesikası sicilden terkin edilir ve borçluya borcunu ödeyerek aciz vesikasını sicilden terkin ettirdiğine dair bir belge verilir. Aynı şekilde, icra takibi batıl ise veya iptal edilirse yahut borçlunun borçlu olmadığı mahkeme kararıyla sabit olursa ya da alacaklı icra takibini geri alırsa, aciz vesikası sicilden terkin edilir ve borçluya buna ilişkin bir belge verilir.
#1109
Merhabalar. Hesaba gönderilen paranın dava yoluyla geri alınması mümkündür. Tabii hala yerinde duruyorsa :) Ancak eşyaların geri alınması çok zor, zira faturaların eşinizin adına kesildiğini yazmışsınız...

Ailevi meselelerinizin en kısa zamanda çözülmesi dileğiyle... İyi günler dilerim.
#1110
Alıntı YapYani yapılan işlem suç ancak suçun işlendiği belge geçerli midir?

Evet, aynen öyle.
#1111
Merhabalar. Ceza Muhakemesi Kanunu'nun uygulamaya giren 102. maddesi aynen şu şekildedir:

Tutuklulukta geçecek süre

MADDE 102.- (Değişik 1. fıkra: 5560 - 6.12.2006 / m.18) (1) Ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işlerde tutukluluk süresi en çok altı aydır. Ancak, bu süre, zorunlu hallerde gerekçesi gösterilerek dört ay daha uzatılabilir. MADDE 102.- (Değişik 1. fıkra: 5560 - 6.12.2006 / m.18) (1) Ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işlerde tutukluluk süresi en çok bir yıldır. Ancak bu süre, zorunlu hallerde gerekçeleri gösterilerek altı ay daha uzatılabilir. 

(2) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.

(3) Bu maddede öngörülen uzatma kararları, Cumhuriyet savcısının, şüpheli veya sanık ile müdafiinin görüşleri alındıktan sonra verilir.



Bu hükme göre ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde (CMK m.250/1-c'de belirtilen suçlar hariç) tutukluluk süresi uzatmalarla birlikte en fazla beş yıl olduğundan, akrabanızın durumuyla ilgili tahliye talebinde bulunulması mümkündür. Ancak verilmiş bir ceza kararı bulunduğundan, muhtemelen mahkeme tutukluluk süresinin uzatılması yönünde karar verecektir. Ancak bir yıl sonra hala karar kesinleşmemiş olursa, bu kez tahliye talep etmeniz mümkün hale gelecektir. Kolay gelsin...
#1112
Merhabalar. 5941 Sayılı Çek Kanunu'nun 4. maddesinin son fıkrasına göre "Bankalar, hamiline çek defteri yaprağını kullanmadan hamiline çek düzenlendiğini tespit etmeleri hâlinde, mevcut delilleriyle birlikte durumu, tespit tarihinden itibaren en geç bir hafta içinde Cumhuriyet başsavcılığına ve Gelir İdaresi Başkanlığına bildirmekle yükümlüdür." Keza aynı Kanun'un 7. maddesinin 9. fıkrasına göre ise "Hamiline çek defteri yaprağını kullanmadan hamiline çek düzenleyen kişi, bu aykırılığı içeren her bir çekle ilgili olarak, bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." Dolayısıyla bu hükümler çerçevesinde çek keşide eden kişi hakkında cezai işlem takibat başlatılacaktır. İşin cezai boyutu bu şekildedir. Hukuki açıdan ise, bu şekilde düzenlenmiş olan çekin geçerliliği açısından herhangi bir sorun bulunmamaktadır; yani çek hukuken geçerli bir çektir ve bu sebeple de çekin ibraz anında hesapta karşılığı varsa ödenecek, yoksa muhatap banka tarafından çekin arkasına karşılıksız olduğunu belirtir bir şerh yazılacaktır. Kolay gelsin...
#1113
Sonat Bahar'ın haberi

Geçtiğimiz haftalarda cinsel ilişkiye giremedikleri için eşinden boşanan ve tazminat talep eden kadın haberi de bir tartışmaya neden oldu.

Ankara'da bir kadın, yedi aylık birliktelikleri sırasında eşiyle cinsel ilişki kuramadıklarını öne sürerek boşanma davası açtı. Yargıtay, cinsel ilişki sağlama görevinin erkeğe ait olduğuna karar verdi, kocayı 'ağır kusurlu' buldu. Davaya konu olan olayda, davacı kadın, çocuklarının olmadığını, eşi bilmediği için cinsel ilişki kuramadıklarını, evliliklerinin ilk gününden itibaren eşiyle aralarında geçimsizlik yaşandığını ve iletişim kuramadıklarını ileri sürdü. Ayrıca nafaka ile maddi ve manevi tazminat talebinde de bulundu. Boşanma davasını karara bağlayan Ankara 10. Aile Mahkemesi, raporlarda davacıyla davalının cinsel ilişki kuramadıklarının belirlendiğini ifade etti. Yerel mahkeme kararının temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, fiziki ve psikolojik herhangi bir sorun bulunmadığı halde, cinsel birleşmeyi gerçekleştiremeyen davalı kocanın boşanmaya neden olan olaylarda tamamen kusurlu olduğunun anlaşıldığını belirtti.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, boşanma kararını onarken, kocanın eşine tazminat ödemesi gerektiği yönünde görüş de bildirdi. Araştırmalara göre; bu vakada olduğu gibi herhangi bir nedenden ötürü iktidarsızlık yaşayan erkeklerin sayısı çok fazla. Öyle olmasa, neredeyse her köşe başında bir klinik, merkez, muayenehane açılmazdı. Biz de Türkiye'deki erkeklerin iktidarsızlık sorununu ürologlara sorduk. Sonuç bir hayli şaşırtıcı.

İktidarsızlık değil, sertleşme bozukluğu

Kadıköy Şifa Hastanesi'nden Prof. Dr. Yusuf Ziya Akçetin ve Op. Dr. Levent Gürkan, sorunun 1992'den beri 'iktidarsızlık' olarak tabir edilmediğini anlatıyor. Her iki doktora göre de 'sertleşme bozukluğu' daha doğru bir tanım. Erkeğin cinsel 'iktidarını' kaybetmesi, sadece cinsel organının sertleşmemesi durumunu değil, erken boşalma sonucu eşini tatmin edememesi veya stresli yaşamı yüzünden isteğini kaybetmesini de kapsıyor. Bu da ilişki sorununa işaret ediyor. Bu yüzden tanım, 'memnun edici seksüel performansa izin verecek yeterli ereksiyonu sağlamak ve devam ettirmedeki kalıcı yetersizlik' olarak tanımlanıyor. Yani kadın, partnerinin performansından şikâyetçi değil, erkek de kendi performansından memnunsa ortada sorun yok.

Hangi sıklıkta görülüyor?

* 40 yaşında yüzde 10 ila 40

* 70'li yaşlarda yüzde 50 ila 80

* Türkiye'de yüzde 69.2

Yargıtay'ın kadının lehine verdiği karar, olumsuz etki yapacak

CEM KEÇE (Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği Genel Başkanı)

"Ülkemizde cinsellik, hâlâ ciddi bir tabu ve cinsel eğitim hâlâ verilmiyor. Bu nedenle gençlerimiz doğruyu ve yanlışı bilemiyor, kulaktan dolma yanlış ve yetersiz bilgiler alarak, ilk cinsel ilişkiyi ürkütücü bir deneyim gibi algılıyor. Bu abartılı ve yanlış bilgiler, cinsel sorunlara neden olduğu gibi, çözüme giden yolda da en büyük engellerden birini oluşturuyor. Kocanın tamamen kusurlu olduğuna hükmeden Yargıtay, bu kararıyla, cinsel işlev sorunu yaşayan birçok çifte olumsuz örnek oldu.

Erkeğin cinselliğin yöneticisi olması gerektiği düşüncesi doğru değil. Verilen bu kararla, erkeğin de etten kemikten yapıldığı, sadece kadında değil erkekte de cinsellik konusunda kaygı ve korkular olabileceği göz ardı edilmiş. Erkeklerin her zaman ve her ortamda cinselliğe hazır olduğu cinsel mitine, yani hurafesine dayanılarak, erkek cinselliğine ağır bir yasal yük daha getirilmiş oldu. Yani Yargıtay kararında, her iki tarafın da cinsel ilişki kurmalarına fiziki ve anatomik engellerinin bulunmaması halinde, cinsel ilişkiyi sağlama görevini, cinsel ilişkide aktif olması gerektiğini iddia ettiği erkeğe ait olduğunu belirtmiştir. Erkeğin koşulsuz şartsız eşini cinsel açıdan doyurmak zorunda olduğu, yoksa kadının boşanabileceğini gösteren bu karar, cinsel mitlerin mahkeme salonlarında resmi olarak kabul edildiğinin göstergesidir."

Kadın tedavi istiyor, koca geliyor

PROF. DR. YUSUF ZİYA AKÇETİN ve OP. DR. LEVENT GÜRKAN Kadıköy Şifa Hastanesi

- Son dönemde iktidarsızlık hakkında neden bu kadar çok konuşulmaya ve şaşırtıcı olaylar duymaya başlandı?

- Daha fazla sertleşme sorunu olan erkek ile karşılaştığımız doğru fakat bu birden fazla nedenle oluyor bizce. En başta sertleşme bozukluğu yaş ile artan bir sorun. 1950'lerde 46 olan yaşam beklentisi, 2000'li yıllarda 66'ya ulaştı ve 2050'lerde 76'ya ulaşması öngörülüyor. Yaşlanan bu nüfus ile beraber sertleşme sorunlarının daha sık karşımıza çıkması doğal. Bunun yanı sıra cerrahi veya penis enjeksiyonlarının dışında, acısız tedavi seçeneklerinin de kullanıma girmesi, buna paralel olarak da bu ürünlere yönelik bilinçlendirme kampanyalarının artması, insanları sorunlarını dile getirmeleri konusuna cesaretlendiriyor. Böylece eskiden 'Kol kırılır yen içinde kalır,' yaklaşımıyla saklanan sorunlar dile getirilmeye ve tedavi aranmaya başlıyor.

- Doktorun kapısını ilk kim çalıyor? 'Kocam sertleşemiyor,' diyen kadın mı, yoksa sorunu yaşayan erkek mi?

- Kadın bir sorun olduğunu kocasına anlatıyor, zaten sorun varsa bunu erkek de biliyor. Ama kadınlar, tedavi konusunda destekleyici olmazlarsa, erkekler soruna çekingen yaklaşıyor. Bu nedenle kadın istiyor, koca geliyor, diyebiliriz.

- Sertleşme bozukluğunun nedenleri ne?

- Sertleşme, sinir ve damar öğelerinin ortak çalışmasıyla gelişir. Beyin omurilik hattından gelen sinyalin penise ulaşmasıyla penis içindeki süngersi yapının gevşeyerek kan ile dolmasını sağlayan kimyasal bir dizi olay tetiklenir. Bu sayede penis, kan ile dolar ve sertleşir. Burada iletimini engelleyecek sinirsel (cerrahi sonucu sinirlerde yaralanma ve benzeri durumlar) veya süngersi yapının gevşeyerek kan ile dolmasını engelleyecek damarsal bozukluklar (damar sertliği, şeker hastalığı, yüksek tansiyon gibi) sertleşme bozukluğuna yol açacaktır.

- Kimler daha çok risk altında?

- En başta yüksek kolesterol, yüksek tansiyon, şişmanlık, sigara tüketimi, hareketsizlik gibi kardiyovasküler risk faktörü taşıyan kişiler gelir. Bunu şeker hastalığı olanlar takip eder. Bunun dışında nörolojik hastalığı olanlar, hormonsal bozukluğu olan ve sinirlerin zarar görebileceği ameliyatlar geçirenler de daha yüksek risk altındadır. Sayısal söylemek gerekirse, hastalığı olmayan yaşıtlarıyla karşılaştırıldığında diyabetik hastalar 4.1, periferik damar hastalığı olanlar 2,,6, kardiyak problemi olanlar 1.8, hiperlipidemisi olanlar 1 ve yüksek tansiyonu olanlar 1.6 kat daha fazla sertleşme bozukluğu geliştirme riski altındadır.

- Sertleşme sorunu olan hasta, doktora başvurduğunda ne gibi testlerden geçiyor?

- Sertleşme sorunu olan hastayı değerlendirirken ilk önce hastayı dinlemek gerekir. Birçok hastada sorunun organik değil, psikolojik veya ikili ilişki kaynaklı olduğu görülür. Bunu takiben yapılacak kapsamlı bir muayene, ikincil olarak sertleşme bozukluğuna neden olabilecek hastalıkların ipucunu verir. Bunun yanı sıra son 12 ay içinde ölçülmediyse açlık kan şekeri, kolesterol ve erkeklik hormonu testosteronun seviyelerinin ölçülmesi gerekir. Bu temel değerlendirmeden sonra eğer gerek görülüyorsa ileri testlere geçilebilir. Bunların arasında en çok kullanılan penise yapılan ve yapay sertleşme sağlayan bir iğneden sonra penis ana damarlarındaki kan akımını ölçen Doppler ultrasonografidir. Bu test bize, penis fonksiyonlarıyla ilgili çok değerli bilgiler verir.

2025'te 222 milyon erkekte görülecek

1İREM HATTAT (Avrupa Cinsel Sağlık Birliği Başkanı)

- Cinsel fonksiyon bozukluğu olan kişi kendisini nasıl hissediyor?

- Bunu hastalara sorduğumuzda en sık aldığımız yanıtlar arasında, kendine güvende azalma, endişeli, öfkeli, üzgün, depresif, cazibesiz ve mutsuz hissetme yer alıyor. Aynı şekilde hastaların partnerleri de kendilerini kızgın, utanç içinde, endişeli, şaşkın hissediyor; çoğunun kendisine olan güveni azalıyor, kendilerini çekici hissetmiyor. Kısacası erkeğin sorunu kadını, kadının sorunu erkeği etkiliyor. Bu nedenle günümüzde cinsel sorunları bireysel değil, çiftin sorunu olarak ele alıyoruz. Çiftin mutlu olacağı bir cinsel beraberlik hedefliyoruz.

- Türkiye'de iktidarsızlık sorununun yüksek oranda olduğu söyleniyor, nedir oran?

- 1970'lerde ABD'de yapılan araştırmalarda 40-70 yaş arasındaki erkeklerin yüzde 52'sinde cinsel problem olduğu ortaya çıktı. Araştırmalara göre dünyada 1995'te sertleşme problemi yaşayan erkek sayısı 152 milyon ve bu rakamın 2025'te 222 milyonu bulması bekleniyor. Buna neden olarak da beslenme ve yaşam tarzındaki değişikliklerden, strese kadar birçok faktörün etkili olduğu düşünülüyor. Bu hastaların sadece yüzde 2'lik kısmında sorunlar doğru teşhis edilerek tedavi doğru yapılabiliyor. Yüzde 98'inde ise maalesef ya doğru teşhis ya da doğru tedavi eksikliği doğuyor.Türkiye'deki çalışmalarımızda tespit ettiğimize göre 40 yaş üzerindeki erkeklerde cinsel fonksiyon bozukluğu oranı yüzde 70'e kadar çıkıyor. Bunu hafif, orta, ağır olarak üçe ayırdık. Ağır derecede cinsel fonksiyon bozukluğundan yakınanlar, doktora mutlaka başvuruyor. Çünkü bunların cinsel hayatını sürdürmesi için bir yardım almaları gerekiyor. Ama ikinci grup, hafif ve orta derecede olan gruptakilerin halen doktor yardımı alması söz konusu değil. Bu grupta sıkıntı şu; bu kişiler cinsel sorunları olduğunun farkında değil. Farkında olsalar bile belki de tedavi edilebileceğini bilmiyorlar. Ülkemizde her 10 hastadan ancak birinin hekime başvurduğu ortaya çıktı. Bu nedenle telefonla yardım, hattı büyük önem taşıyor. Aile Sağlığı Araştırma Derneği'nin (0212) 282 01 01 nolu telefon yardım hattı ile ww.cinselliksor.com adlı internet sitesinden binlerce kişiye yardım ediyoruz.

- Bu rahatsızlığı yaşayanlar genelde kendi istekleriyle mi, yoksa eşlerinin baskısıyla mı geliyor?

- Sertleşme sorunu konusunda çiftlerin birbirleriyle konuşmaları çok önemli. En son yapılan uluslararası bir araştırmada, eşlerinin sorunlarına anlayış göstermeleriyle eşlerin daha kolay tedaviye yöneldiklerini, sorunların konuşulmaması durumunda ise hem erkek hem de kadının içlerine kapandıklarını ve tüm evlilik hayatının etkilendiğini görüyoruz. Tabii ki erkekte cinsel fonksiyon bozukluğu olduğunda, eşi de depresif, özgüvenini yitirmiş hissediyor. Bazen erkeğin kendisini aldattığına dair düşüncelere kapılıyor, artık cazibeli olmadığına inanıyor. Özellikle konu çiftler arasında konuşulmadığında aralarındaki duvar gittikçe büyüyor ve tüm aile birliği derinden sarsılıyor. Dolayısıyla konuşmak ve bu sorunu paylaşmak, tedavide en önemli unsur. Cinsel işlev bozukluğu için erkekleri hekime başvurmaya teşvik eden en önemli faktör eşleri. Dünyada 150 milyon erkeğin karşı karşıya bulunduğu bu sorunun dile getirilmesi tabu olmaktan çıkmalı.

http://www.sabah.com.tr/Pazar/2011/01/02/turkiyedeki_erkeklerin_yuzde_70i_agir_kusurlu
#1114
Merhabalar. 6183 Sayılı Kanun'un 70. maddesinin 11. bendine göre, Borçlunun haline münasip evi "ancak evin değeri fazla ise bedelinden haline münasip bir yer alınabilecek miktarı borçluya bırakılmak üzere haczedilerek satılabilir." Bu hükme göre borçlunun haline münasip evi mahkeme tespit edecektir. Şayet mahkeme, borçlunun haline münasip evin hacizli taşınmazdan pahaca daha düşük değerdeki bir taşınmaz olduğu kanaatine varırsa, elbette hacizli taşınmaz satılacak, fakat elde edilecek bedelden öncelikle mahkemece borçlunun haline münasip ev için belirlenen bedel borçluya ödenecek, kalan tutar ise haczi koyduran idareye teslim edilecektir. Bu arada meskeniyet itirazını, yani haczedilmezlik şikayetini haczin öğrenilmesinden itibaren yedi günlük hak düşürücü süre içinde yapmanız gerektiğini de hatırlatırım. Aşağıda konuyla ilgili emsal bir Yargıtay Kararı bulunmaktadır. Kolay gelsin...


Önemli not: Çok kısıtlı ve yanıltıcı olabilecek açıklamalara istinaden yapılan yukarıdaki değerlendirmeler, bu bölümde yer alan konu/soru hakkında kişileri en temel düzeyde bilgilendirme amacına matuftur. Bu tür konular her yönden ayrıntılı bir inceleme/araştırma yapılmasını gerektirir ve bu da ancak profesyonel yardım ile mümkün olabilir. Bu sebeple haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz ve herhangi bir hak kaybına maruz kalmamanız için bir avukatla anlaşmanızı ve avukatınızın yönlendirmeleri istikametinde hareket etmenizi tavsiye ediyorum.



T.C.
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi
E:2007/21237
K:2007/24005
T:24.12.2007

2004 s. Yasa m. 82/12

Mahalli mahkemece verilen kararın müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı vekili tarafından istenmesi üzerine, bu işle ilgili dosya mahallinden Daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü: 
İşin niteliği bakımından temyiz tetkikatının duruşmalı olarak yapılmasına HUMK'nın 438. ve İİK'nın 366. maddeleri hükümleri müsait bulunmadığından, bu yoldaki isteğin reddi oybirliğiyle kararlaştırıldıktan sonra işin esası incelendi;
İİK'nın 82/12. maddesi gereğince, borçlunun "haline münasip" evi haczedilemez. Bir meskenin borçlunun haline uygun olup olmadığı, adı geçenin haciz anındaki sosyal durumuna ve borçlu ile ailesinin ihtiyaçlarına göre belirlenir. Buradaki "aile" terimi, geniş anlamda olup, borçlu ile birlikte aynı çatı altında yaşayan, bakmakla yükümlü olduğu kişileri kapsar. İcra Mahkemesince, borçlunun sözü edilenlerle birlikte barınması için zorunlu olan haline münasip meskeni temin etmesi için gerekli bedel bilirkişilere tespit ettirildikten  sonra, haczedilen yerin kıymeti bundan fazla ise satılmasına karar verilmeli ve satış bedelinden yukarıda nitelikleri belirlenen mesken için gerekli olan miktar borçluya bırakılmalı, kalanı alacaklıya ödenmelidir.
Ayrıca, borçlu hakkında birden fazla icra takibinin varlığı halinde, her dosya için ayrı ayrı meskeniyet şikayetinde bulunulması mümkündür. Bu durumda, her takip için başvurunun süre ve esasla ilgili kuralları müstakil olarak değerlendirilmelidir. Borç miktarının toplanması suretiyle sonuca gidilmesi yukarıda açıklanan madde içeriğine aykırıdır.
O halde, mahkemece İİK'nın 82/12. maddesi esas alınarak sonuca gidilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yanlış değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.
Sonuç: Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK 366 ve HUMK'nın 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), 24.12.2007 gününde oybirliğiyle karar verildi.
#1115
Merhabalar.

Alıntı YapArkadaşımın sürekli bir işi yok, belirlenen nafakayı ödemesi imkansız

Bu durumda arkadaşınız maalesef hapis yatmak durumunda kalacaktır. Arkadaşınız belirlenen nafaka miktarının azaltılması için dava açma hakkına da sahiptir. CMK'nın 102. maddesi bu konuyla ilgili değildir. Aşağıda nafaka borcuyla ilgili ceza kararlarının çıkmasına yasal dayanak teşkil eden İcra ve İflas Kanunu'nun 344. maddesiyle ilgili Yargıtay'ın genel anlamda yaklaşımını ortaya koyan iki adet emsal karar bulunmaktadır. Kolay gelsin...


Önemli not: Çok kısıtlı ve yanıltıcı olabilecek açıklamalara istinaden yapılan yukarıdaki değerlendirmeler, bu bölümde yer alan konu/soru hakkında kişileri en temel düzeyde bilgilendirme amacına matuftur. Bu tür konular her yönden ayrıntılı bir inceleme/araştırma yapılmasını gerektirir ve bu da ancak profesyonel yardım ile mümkün olabilir. Bu sebeple haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz ve herhangi bir hak kaybına maruz kalmamanız için bir avukatla anlaşmanızı ve avukatınızın yönlendirmeleri istikametinde hareket etmenizi tavsiye ediyorum.



T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
E:2007/16-36
K:2007/38
T:20.02.2007

Nafakaya ilişkin kararın gereğini yerine getirmeyen borçlunun İİY'nın 344. maddesi uyarınca 3 aya kadar hapsen tazyikine, hapsin tatbikine başlandıktan sonra nafakaya ilişkin kararın gereğinin yerine getirilmesi halinde tahliye edileceğinin ihtarına, şikayetçinin feragati veya borcun ödendiğinin sabit olması halinde aynı Yasanın 354. maddesi uyarınca dava ve cezanın bütün neticeleri birlikte düşeceğinin ihtarına ilişkin Nevşehir İcra Ceza Mahkemesince verilen ve temyiz denetiminden geçmeksizin kesinleşen 14.12.2005 gün ve 225-677 sayılı karara karşı, Adalet Bakanınca yasa yararına bozma isteminde bulunması üzerine,

Dosyayı inceleyen Yargıtay 16. Hukuk Dairesince 09.11.2006 gün ve 3515-7165 sayı ile;

Dosya kapsamına göre, nafaka borcunu ödememek suçu 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 344. maddesinde on günden üç aya kadar hafif hapis cezası ile müeyyide altına alınmış iken, 1 Haziran 2005 tarihinde kabul edilip, aynı gün mükerrer Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nda Değişiklik yapılmasına dair 5358 sayılı Kanun'un 15. maddesi ile İİK'nun 344. maddesindeki eylemin yaptırımı üç aya kadar tazyik hapsine dönüştürülmüştür. Öte yandan, suç tarihinden sonra 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 5349 sayılı Kanun'un 3. maddesi ile değişik 7. maddesinin 1. fıkrası ile Kanunlarda hafif hapis veya hafif para cezası olarak öngörülen yaptırımlar idari para cezasına dönüştürülmüştür.>, diğer taraftan yine aynı tarihte yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 2/1-L maddesinde disiplin hapsi; kısmi bir düzeni korumak amacıyla yaptırım altına alınmış olan fiil dolayısıyla verilen, seçenek yaptırımlara çevrilemeyen, ön ödeme uygulanamayan, tekerrüre esas olmayan şartlı salıverilme hükümleri uygulanamayan, ertelenemeyen ve adli sicil kayıtlarına geçirilmeyen hapis> olarak tarif edilmiştir. Bu çerçevede 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 7. maddesi göz önünde tutulduğunda 5349 sayılı Yasa ile değişik 5252 sayılı Kanun'un 7. maddesi sanığın lehine olduğundan aynı maddenin 1. fıkra 1. cümlesi ve 5326 sayılı Kabahatler Yasası'nın 24. maddesine göre müeyyidenin İcra Mahkemesince idari para cezası olarak belirlenmesi gerekir.

Öte yandan Ceza Genel kurulu'nun 25.04.2006 gün ve 2006/123-127 sayılı kararında da açıklandığı gibi, tazyik ve disiplin hapsi kararları 5271 sayılı CMK'nun 223. maddesi anlamında bir (mahkûmiyet) hükmü niteliği taşımamaktadır. Tazyik hapsi 5271 sayılı CMK'nun 2. maddesinde tanımlanan kavramı içinde kaldığı ve kısmi bir düzeni korumak amacıyla yaptırım altına alınmış olan fiil dolayısıyla verildiğinin belirtildiği, kişinin kendisinden beklenen yükümlülüğü yerine getirdiği takdirde de serbest kalacağı düzenlendiğine göre, belirli bir süreye kadar tazyik hapsine karar verilmesi 5271 sayılı CMK'nun 232/6. maddesine aykırılık teşkil etmeyecektir.

Bu nedenle Yargıtay C.Başsavcılığının yazılı emre atfen düzenlediği tebliğname kısmen yerinde görülmekle kanuna aykırılığın giderilmesinin de başkaca çözümünün mümkün bulunmadığı anlaşılmakla, uygulamada birliğin sağlanması amacıyla Nevşehir İcra Mahkemesinin 14.12.2005 tarihli ve 2005/225-677 sayılı kararının, bozulmasına, sair işlemlerin mahallinde yerine getirilmesine, dosyanın mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine,> karar verilmiştir.

Yargıtay C.Başsavcılığınca 01.02.2007 gün ve 70228 sayı ile;

Somut olayda, Nevşehir Aile Mahkemesinin 23.03.2005 gün ve 2004/790-2005/160 sayılı kararı ile hükmedilen eş için aylık 300 YTL, müşterek çocuk için aylık 200 YTL tedbir nafakasının tahsili için borçlu Sedat Ç. aleyhine icra takibi başlatıldığı, icra emrinin 4.5.2005 tarihinde borçluya tebliğ edildiği, dosya içinde ödemeye ilişkin herhangi bir belge bulunmadığı, 23.8.2005 tarihli şikayet dilekçesi ile nafaka yükümlülüğünü yerine getirmeyen Sedat Ç. hakkında süresinde şikayette bulunulduğu anlaşılmıştır. Nafaka kararına uymama eylemi ile ilgili şikayetlerde fiil tarihinin, şikayet tarihinden geriye doğru 1 aylık nafaka alacağının muaccel olduğu tarih olması nedeniyle somut olayda eylem tarihi 1.6.2005 tarihinden sonradır.

Fiil tarihinin 01.06.2005 tarihinden sonra olması nedeniyle eylem idari para cezasını değil, 01.06.2005 gün ve 25832 sayılı mükerrer Resmi Gazetede yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 31.5.2005 gün ve 5358 sayılı Yasa ile değişik İİK.nun 344. maddesi uyarınca tazyik hapsini gerektirmektedir. Bu nedenle, mahkemenin tazyik hapsi kararının yasaya uygun olduğu, kanun yararına bozma nedeninin kabulüne ilişkin Özel Daire kararının ise yerinde olmadığı kanaatine ulaşılmıştır.

Ayrıca, kanun yararına bozma isteminin davanın esasını çözümleyen bir karara, bozma nedeninin ise cezanın kaldırılmasını gerektirmesi nedeniyle kanun yararına bozma isteminin kabulü ile yerel mahkemenin kararının bozulmasına müteakip cezanın kaldırılmasına da Yargıtay Dairesince doğrudan hükmedilmesi zorunludur. Özel Dairece, yerel mahkeme kararının bozulmasına karar verilmiş, ancak daha hafif cezaya hükmedilmemiştir. Yüksek Dairenin kararının bu yönden de isabetli olmadığı düşünülmüştür.> gerekçesiyle itiraz yasayoluna başvurularak, Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin bozma kararının kaldırılmasına ve yasa yararına bozma isteminin reddine karar verilmesi isteminde bulunulmuştur.

Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle Ceza Genel Kurulu'nca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Şikayetçi Nilgün Ç.... vekilince Nevşehir İcra Ceza Mahkemesine verilen 23.8.2005 havale tarihli şikayet dilekçesinde, borçlu sanık Sedat Ç.... hakkında Nevşehir 1. İcra Müdürlüğünün 2005/1807 esas sayılı dosyası ile nafaka borcunu ödememesi nedeniyle icra takibi başlatıldığı ancak sanığın icra emrinin tebliğine rağmen borcunu ödemediği iddia edilerek İİY'nın 344. maddesi uyarınca cezalandırılması isteminde bulunulması üzerine, Nevşehir İcra Ceza Mahkemesince eylem sabit görülerek borçlu Sedat Ç.....'in, İİY'nın 344. maddesi uyarınca 3 aya kadar hapsen tazyikine karar verilmiş, temyiz yasayoluna başvurulmaksızın kesinleşen bu karara karşı Adalet Bakanınca yasa yararına bozma isteminde bulunulması üzerine; Özel Dairece, 3 aya kadar tazyik hapsine karar verilmesinin 5271 sayılı CMY'nın 232/6. maddesine aykırılık teşkil etmeyeceği gerekçesiyle, bu nedene dayalı yasa yararına bozma isteminin reddine, 5349 sayılı Yasa ile değişik 5252 sayılı Yasanın 7. maddesinin sanığın lehine olması ve aynı maddenin 1. fıkra 1. cümlesi ve 5326 sayılı Kabahatler Yasası'nın 24. maddesine göre müeyyidenin İcra Mahkemesince idari para cezası olarak belirlenmesi gerektiği gerekçesiyle, yasa yararına bozma isteminin kabulü ile Nevşehir İcra Mahkemesinin 14.12.2005 gün 225-677 sayılı kararının bozulmasına, sair işlemlerin mahallinde yerine getirilmesine, dosyanın mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, karar verilmiştir.

Yargıtay C.Başsavcılığınca; fiil tarihinin 01.06.2005 tarihinden sonra olması nedeniyle tazyik hapsi kararının Yasaya uygun olduğu ve yasa yararına bozma nedeninin reddine karar verilmesi gerektiği,

Ayrıca, Özel Dairece, yerel mahkeme kararının bozulmasına karar verildiği halde daha hafif cezaya hükmedilmediği gerekçesiyle itiraz yasayoluna başvurularak Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin bozma kararının kaldırılmasına ve yasa yararına bozma isteminin reddine karar verilmesi isteminde bulunulmuştur.

1- Oluş ve safahatı yukarıda belirtilen somut olayda, Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasında oluşan ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümü gereken uyuşmazlıklar;

a- Eylem tarihi ve buna bağlı olarak eylemin yaptırımının tazyik hapsi mi yoksa idari para cezası mı olduğunun belirlenmesi,

b- Özel Dairece yasa yararına bozma istemi kabul edildiğine göre, bozma nedenine göre daha hafif cezaya da Özel Dairece hükmedilmesinde zorunluluk bulunup bulunmadığı,

Noktalarında toplanmaktadır.

2- Uyuşmazlıkla ilgili normlar;

a- İİY'nın 1 Haziran 2005 tarihinden önce yürürlükte bulunan hükmü;

Nafakaya ilişkin kararlara uymayanların cezası:

Madde 344 -Nafaka vermeye mahkûm olup da ilamda gösterilen ödeme şartlarına riayet etmeyen borçlu, alacaklının şikayeti üzerine icra mahkemesince tarafların hal ve vaziyetlerine göre on günden üç aya kadar hafif hapse mahkûm edilir. Cezanın infazından sonra işleyecek nafaka hakkında aynı hüküm cereyan eder.

Ancak borçlu, nafakanın kaldırılması veya azaltılması hakkında dava açmış ve borçlunun ileri sürdüğü sebepler, icra mahkemesince cezanın tehiri talebini kabul ettirecek mahiyette bulunmuş olursa, bu madde hükmünün uygulanması yargılama sonucuna bırakılabilir.

Mahkemece ara kararı ile hükmedilen nafakayı ödemeyen borçlular hakkında da birinci fıkra hükmü uygulanır.

b- İİY'nın 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren hükmü;

Nafakaya ilişkin kararlara uymayanların cezası:

Madde 344 -(Değişik: 31.5.2005-5358/15 md.) Nafakaya ilişkin kararların gereğini yerine getirmeyen borçlunun, alacaklının şikâyeti üzerine, üç aya kadar tazyik hapsine karar verilir.

Hapsin tatbikine başlandıktan sonra kararın gereği yerine getirilirse, borçlu tahliye edilir.

Borçlunun, nafakanın kaldırılması veya azaltılması talebiyle dava açmış olması halinde, ileri sürdüğü sebepler göz önünde bulundurularak, tazyik hapsinin uygulanması bu davanın sonuna bırakılabilir.>

Biçiminde düzenlemeler içermektedir.

3- Ceza Genel Kurulunca yapılan değerlendirme;

Açıklanan normlar ışığında maddi olay irdelendiğinde;

Nevşehir Aile Mahkemesinin 23.03.2005 gün ve 790-160 sayılı kararı ile davacı eş için aylık 300 YTL, müşterek çocuk için aylık 200 YTL tedbir nafakasına hükmedildiği, birikmiş nafaka ile aylık ödenmesi gereken nafakanın tahsili için borçlu Sedat Ç.... aleyhine Nevşehir İcra Müdürlüğünün 2005/1807 esas sayılı dosyası ile icra takibi başlatıldığı, icra emrinin 04.05.2005 tarihinde borçluya tebliğ edildiği, dosya içinde ödemeye ilişkin herhangi bir belge bulunmadığı, 23.08.2005 tarihli şikayet dilekçesi ile nafaka yükümlülüğünü yerine getirmeyen Sedat Ç..... hakkında şikayette bulunulduğu saptanmakla; ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 02.02.1999 gün ve 332-8 sayılı kararında da vurgulandığı üzere, İİY'nın 344. maddesinde öngörülen suçun, aylık nafakaya hükmedildiği ahvalde icra emrinin tebliğinden itibaren bir aylık nafaka borcunun tahakkuk etmesi ile oluşacağının kabulü gerekmektedir.

Somut olayda, örnek 53 nolu icra emri borçluya 04.05.2005 tarihinde tebliğ edilmiş olduğundan, 23.08.2005 tarihinde yapılan şikayet esas alındığında suç tarihinin 5 Haziran 2005 olduğu ve bu tarihte yürürlükte olan yasal mevzuata göre yaptırımın idari para cezası olacağı netlik kazanmaktadır. Bu nedenle Yargıtay C.Başsavcılığının itirazı yerindedir.

Açıklanan nedenle ikinci uyuşmazlık sebebinin değerlendirilmesine gerek bulunmamaktadır.

Anılan nedenlerle, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının kabulü ile Özel Daire kararının kaldırılmasına ve Adalet Bakanının yasa yararına bozma isteminin reddine karar verilmelidir.

Sonuç: Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,

2- Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 09.11.2006 gün ve 3515-7165 sayılı yasa yararına bozma kararının KALDIRILMASINA,

3- Adalet Bakanının, yasa yararına bozma isteminin REDDİNE,

4- Dosyanın Mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 20.02.2007 günü yapılan müzakerede oybirliği ile karar verildi.
Kaynak:ykd ocak 2009



T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
E:2001/17-281
K:2001/284
T:11.12.2001

2709 s. Anayasa m. 38
2004 s. İİK. m. 344

   Nafaka Hükmüne uymamak suçundan sanik Mustafa'nın İİY.nın 344/1. maddesi uyarınca 10 gün hafif hapis cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin (Kurucaşile icra Ceza Hakimliği)nce verilen 18.4.2001 gün ve 2-3 sayılı hüküm, sanığın temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay Onyedinci Hukuk Dairesince 17.10.2001 gün ve 7309/8227 sayı ile;
   "Sanığın üzerine atılı suçun içerik ve niteliğine, 17 Ekim 2001 tarih ve 24556 mükerrer sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 4709 sayılı Kanunun 15. maddesi ile Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 38. maddesine eklenen son fıkra uyarınca "Hiç kimse, yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz" hükmü ile yapılan bu düzenlemenin sanığın lehine bulunması ve TCK.nun 2/2. maddesi de gözetilerek sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesi zorunluluğu bulunduğu" gerekçesiyle sair yönleri incelenmeksizin bozulmuştur.
   Yargıtay C.Başsavcılığı ise; 29.11.2001 gün ve 77508 sayı ile; "Kurucaşile Asliye Hukuk Mahkemesinin 4.11.1.999 tarih ve 28-89 sayılı kararına dayalı olarak icra takibi yapıldığı, takibin kesinleşmesine rağmen nafaka borcu ödenmediğinden İİK.nun 344. maddesi uyarınca sanığın mahkûmiyetine karar verildiği, icra takibinin hukuki bir sözleşmeye dayanmadığı, 17.10.2001 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 4709 sayılı Kanun uygulama yeri bulunmadığı, mahkemenin sanık hakkında verdiği mahkûmiyet kararının yasaya uygun olduğu görüşüyle itiraz yoluna başvurarak, Özel Daire bozma kararının kaldırılıp, Yerel Mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmesini istemiştir.
   Dosya Birinci Başkanlığa gönderilmekle Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.
   Sanığın nafaka hükmüne uymamak suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda çözümlenmesi gereken hukuki sorun, Anayasa'nın 38. maddesine 4709 sayılı Yasa ile 9. fıkra olarak eklenen, "Hiç kimse yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonamaz" şeklinde kuralın İcra ve İflas Kanununun 344. maddesinde düzenlenen ve yaptırımı özgürlüğü bağlayıcı ceza olan suç bakımından nazara alınıp alınamayacağı, diğer bir anlatımla nafaka hükmüne uymamanın yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülük olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
   Sorunun çözümünde sağltkiı bir hukuki sonuca ulaşılabilmesi için, konuya ilişkin yasal düzenlemelerin, bunların TBMM'inde görüşülmesi sırasında yapılan görüşmelerin, öğretideki düşüncelerin, nafaka hükmüne uymamak suçunun ülkemizdeki tarihi gelişimi ve hukuki yapısının ele alınıp değerlendirilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
   Nafaka hükmüne uymama sucu 19.6.1932 tarihinde kabul edilerek 4 Eylül 1932 tarihinde yürürlüğe giren 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 344.maddesinde düzenlenmiştir.
   Nafaka hükmünü ifa etmiyenlerin cezası başlığını taşıyan bu maddeki ilk düzenleme;
   "Nafaka vermeğe mahkûm olupta ilâmda gösterilen ödeme şartlarına riayet etmiyen borçlu, alacaklının şikayeti üzerine tetkik mercii tarafından bir aya kadar hafif hapse mahkûm edilir. Cezanın infazından sonra işliyecek nafaka hakkında ayni hüküm cereyan eder.
   Ancak borçlu, nafakanın kaldırılması veya azaltılması hakkında dava açmışsa bu madde hükmünün tatbiki muhakemenin neticesine bırakılır." şeklinde iken, 3 Temmuz 1940 tarihinde kabul edilerek 11 Temmuz 1940 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 3890 sayılı Yasa ile; "Nafaka vermeğe mahkûm olup da ilâmda gösterilen ödeme şartlarına riayet etmeyen borçlu, alacaklının şikâyeti üzerine tetkik merciince tarafların hal ve vaziyetlerine göre üç gönden üç aya kadar hafif hapse mahkum edilir. Cezanın infazından sonra işleyecek nafaka hakkında da aynı hüküm cereyan eder.
Ancak borçlu, nafakanın kaldırılması veya azaltılması hakkında dava açmış ve borçlunun dermeyan ettiği sebepler tetkik merciine cezanın tehiri talebini kabul ettirecek mahiyette bulunmuş olursa bu madde hükmünün tatbiki muhakeme neticesine bırakılır." biçiminde değiştirilmiş, 18 Şubat 1965 tarihinde kabul edilerek, 6 Mart 1965 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 538 sayılı Yasa ile de; maddenin başlığı, "Nafaka hükmüne uymayanların cezası" şeklinde düzenlenerek, özgürlüğü bağlayıcı cezanın alt sınırı on güne çıkarılmış, ikinci fıkra ise "Ancak borçlu, nafakanın kaldırılması veya azaltılması hakkında dava açmış ve borçlunun ileri sürdüğü sebepler, tetkik merciince cezanın tehiri talebini kabul ettirecek mahiyette bulunmuş olursa, bu madde hükmünün uygulanması yargılama sonuna bırakılabilir." şeklinde değiştirilerek bu günkü halini almıştır.
   Madde, görüldüğü gibi nafaka vermeye mahkûm olup da, ilâmda belirtilen ödeme koşullarına uymayan borçluların yaptırım altına alınmalarını düzenlemektedir.
   Ancak nafaka, tarafların ekonomik ve sosyal durumları nazara alınarak taktir edilmiş olduğundan, ödeme şartlarına uymayan borçlunun bazı hallerde hükmolunan nafakayı veremeyecek bir hale gelebileceği düşüncesiyle, nafaka borçlusunun nafakanın kaldırılması veya azaltılması hususunda dava açtığının saptanması ve bu davada ileri sürülen sebeplerin tetkik merciince cezanın tehiri talebini kabul ettirecek mahiyette bulunmuş olunması halinde madde hükmünün uygulanmasının yargılama sonucuna bırakılabileceği kabul edilerek.nafaka borcunun haklı nedenlerle ödenememesi halinde bir cezasızlık hali de öngörülmüştür.
   Nafaka hükmüne uymama suçunun tarihi gelişimi açıklandıktan ve hukuki yapısı irdelendikten sonra, Anayasanın 38. maddesine 9. fıkra olarak, 4709 sayılı Yasanın 15. maddesi ile eklenen "Hiç kimse, yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz." şeklindeki düzenlemenin anlam ve amacı, Meclisteki görüşmeler, uluslararası temel metinler ve öğretide görüşler ışığında eiealmıp değerlendirilmelidir. Anılan Yasa değişikliğinin Mecliste görüşülmesi esnasında, bir soru üzerine Anayasa Komisyonu Başkanı; "Avrupa insan Haklan Sözleşmesinin Dördüncü Protokolünün 1 # maddesi, borçlar hukuku ilişkisinden kaynaklanan borçlarını rızasıyla ödeyemeyen bir borçlunun bu yüzden hapis cezasıyla cezalandırılmasını yasaklamıştır. Borcun ödenmemesi, ya borçlunun mal varlığı bulunmadığı için çaresizlikten veya buna rağmen kötü niyetten olabilir. Birinci halde, yani kendi ihmal veya kusuru olmaksızın borcunu ödemekte acze düşen, kişi bu yüzden hapis cezasına çarptırılamaz, ancak, borçlunun hileyle veya kasten borcunu ifa etmekten kaçınması halinde protokolün bu hükmünden yararlanması mümkün değildir." şeklinde açıklamalarda bulunmuş.
   Değişikliğe ilişkin Anayasa Komisyonu raporunda ise, 4 Nolu Protokol gereği değişikliğin hükme eklendiği, sözleşmeden doğan yükümlülük içinde borçlarında olduğu belirtilmiştir. 19.10.1992 tarihinde ülkemiz adına imzalanıp, 23.2.1994 tarih ve 3975 sayılı Yasayla onaylanarak, o tarihten itibaren yasa değerinde bir hüküm olan ve 4709 sayılı Yasal değişiklik ile de Anayasal bir kural haline gelen 4 Nolu Protokolün 1. maddesinin öğretide ve konuya ilişkin sempozyumlarda ele alınarak değerlendirildiği anlaşılmaktadır.
   Nitekim Prof. Dr. Tekin Akıllıoğlu 1 Aralık 2001 günü yapılan bir sempozyumda sunduğu tebliğinde ("AİHS'ine Ek 4 Nolu Protokol 1. Maddeye Gore Borç İçin Hapis Yasağı Kuralı" adlı yayınlanmamış teblig.
   "Genellikle uluslar arası andlaşmalarda hazırlık sırasında kullanılan "açıklayıcı belge" (explanatory report) buna bir çeşit gerekçe belgesi denebilir, sonradan andlasmaya eklenirken, AİHS'nın ve 4 Nolu Protokole ek acıklayıcı belge bulunmamaktadır. 4 Nolu Protokolun uzmanlar komisyonunca yapılan bir açıklayıcı raporu vardır, ancak yayınlanmadığından hizmet içi belge olarak kalmıştır.
   Fransız ceza hukukunda ve pek çok Avrupa ülkesinde borçlunun ödemeye zorlanması için hepsedilmesi (la contrainte par corps) denilen hukuki usul, kanundan doğan borçlarda veya kamu gücü iradesinden doğan borçlarda-halen uygulanmaktadır.
   Bu madde yetkili kamu makamlarının kişi özgürlüğünü kaldırma yetkisini sınırlamaktadır. Bu nedenle AİHS 5. maddesinin 1(b) hükmü ile bağlantılıdır.
Madde 5/1 (b) hükmüne göre; "Bir mahkeme tarafından yasaya uygun olarak verilen bir karara riayetsizlikten dolayı veya yasanın koyduğu bir yükümlülüğün yerine getirilmesini sağlamak için bir kimsenin usulüne uygun olarak yakalanması veya tutulması" söz konusudur.
   Başka bir anlatımla, kanunun öngördüğü yükümlülükler arasından "sözleşmeden doğan borçları" çıkarmak gerekir.
   Borçtan (obligation) ne anlaşılmak gerekir? Madde sadece "sözleşmeden doğan borcu (obligation contractuelle) korumaktadır.
   Sözleşme bir para borcuna ilişkin olabileceği gibi satın alma, satma borcuna ilişkin de olabilir. Aynı şekilde birşeyi verme, yapma yapmama taahhütleri de kapsamdadır. Sözleşme sadece özel kişiler arasında ya da özel hukuk alanında yapılanları değil, taraflardan biri kamu tüzelkişisi olan ya da kamu hukukuna giren bütün sözleşmeler (idari imtiyaz sözleşmeleri devlet ihale kanünü kapsamındaki sözleşmeler) 1. maddeye girer. Bu bakımdan AİHS 5/1 (b) de geçen "Yasanın koyduğu bir yükümlülüğün yerine getirilmesini sağlamak için" deyimi 4 Nolu Protokol 1. maddenin öngördüğü "sözleşmeden doğan borç" kavramına dahil değildir.
   Birinci madde "yerine getirememe"den (inability) söz etmektedir. Dolayısıyla borçlu ödeyebilecek durumda olup da ödemeyi reddediyorsa koruma kapsamına girmez. Ayrıca maddede "yalnızca" (merely) kelimesi de kullanılmıştır. Borçlu hileyle ya da kötü niyetle hareket etmîşse 1. madde hapsine engel değildir.
Sonradan ödemezlik durumunda olduğu anlaşılsa bile durum değişmez. Gerçekten 1. madde iradi olmayan ödeyememe durumuna ilişkindir. Maddede geçen
"yerine getirememe" (n'est pas en mesure d'executer/on the ground of inability) deyiminin "istese bile ödemeyecek" olan bir kimsenin durumunu anlattığı açıktır.
   Avrupa İnsan Hakları Komisyonunun verdiği bir karara göre; bir kimsenin kanun emrettiği halde buna uymayarak alacaklısına malvarlığı hakkında beyanda (affidavit) bulunmamış olduğu için mahkemece hapsine karar verilmesi 1. maddenin koruduğu alana girmez.
   AİHS'nin 5/1 (b) hükmü nasıl anlaşılmaktadır? Madde 5/1 (b): "Bir mahkeme tarafından yasaya uygun olarak verilen bir karara riayetsizlikten dolayı veya yasanın koyduğu bir yükümlülüğün yerine getirilmesini sağlamak için bir kimsenin usulüne uygun olarak yakalanması veya tutulması'ndan söz etmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine göre (Engel ve diğerleri kararı) "kanunun emrinden kaynaklanan borç" ifadesi, bir kimsenin o zamana kadar yerine getirmeyi ihmal ettiği belli ve somut bir borç veya edimi yerine getirmeye zorlanması amacıyla hapsedilmesini anlatmaktadır. Bu kural geniş yorumlanmamalıdır. "Bir vatandaşın genel nitelikte kanuna itaat ödevindenbahisle mecburi oturmaya mahkûm edilmesi"(Guzzardi kararı), "bir ordu mensubunun bundan böyle borçlarına sadık kalması amacıyla oda hapsinde tutulması" (Ciulla kararı) genel nitelikte ödev ifasına zorlamadır, AİHS 5/1 (b) kapsamına (koruduğu alana) girmez." şeklinde açıklamalarda bulunmuştur.
   Prof Dr. Ejder Yılmaz aynı sempozyumda sunduğu tebliğinde ("Borçlunun Sözleşmeden Doğan Yükümlülüğü Yerine Getirememesine İlişkin Anayasa Hükmü ve İcra İflâs Suçlan" başlıklı yayımlanmamıs tebligı), konuyu İİY.sında öngorulen suclar bakımından teker teker ele aldıktan sonra İİY.sının 344. maddesindeki nafaka vermeye mahkûm olupda ilamda gösterilen ödeme şartlarına uymayan borçluya hürriyeti bağlayıcı ceza verilmesine ilişkin düzenlemenin Anayasaya aykırılık teşkil etmeyeceğini tartışmasız kabul edilmesi gerektiğini bildirmiştir.
   Yine öğretide Dr. Şeref Ünal (Avrupa insan Hakları Sözleşmesi 329 ve 330 sn.) konuya ilişkin olarak;
   "Bu hüküm borçlar hukuku ilişkisinden kaynaklanan borçlarını rızasıyla ödemeyen bir borçlunun, bu yüzden hapis cezasıyla cezalandırılmasını yasaklamıştır, Borcun ödenmemesi, ya borçlunun mal varlığı bulunmadığı için çaresizlikten veya buna rağmen kötü niyetten olabilir.
   Birinci halde, yani kendi kusuru olmaksızın borcunu ödemekten acze düşen kişi, bu yüzden hapis cezasına çarptırılamaz. Ancak borçlunun hile ile veya kasten borcunu ifa etmekten kaçınması halinde, protokolün bu hükmünden yararlanması mümkün değildir.'
   Akte muhalefetin suç sayılarak hapis cezasıyla cezalandırılabilmesi için, suçun yasal unsurlarının bulunması gerekir, örneğin, borçlarından kurtulmak için ülkeden kaçma hazırlıkları yapan bir kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılması Sözleşmeye aykırı sayılamaz.
   Nitekim, bu gerekçeyle İİK'nun 331 ve onu izleyen maddelerinde kötü niyetli borçlular için cezai müeyyideler öngörülmüştür. Buna göre, alacaklısını zarara sokmak kastıyla malvarlığını eksilten, borç ödemeden aczine kendi fiiliyle sebebiyet veren borçluların hapis cezasıyla cezalandırılmaları mümkündür. Bu gibi hallerde yasal dayanak İlK'nun söz konusu hükümleri olduğu için, borçluların cezalandırılması, Protokolün bu hükmüne aykırı sayılmamalıdır.
   Borcun ifasının imkansızlığı, sonradan borçlunun mali durumunun bozulması yüzünden ortaya çıkabileceği, gibi başlangıçta, yani akdin yapıldığı anda da söz konusu olabilir. Örneğin BK'nun 117. maddesine göre, "borçluya isnat olmayan haller münasebetiyle borcun ifası mümkün olmazsa, borç sakıt olur." bu ikinci halde borç kendiliğinden ortadan kalkacağından, borcun ödenip ödenmemesi zaten söz konusu değildir.
   Öte yandan, İİK'nun 344. maddesinde, nafaka ödemeye mahkûm olup da ilamda gösterilen ödeme şartlarına uymayan borçlunun, alacaklının şikayeti üzerine hapse mahkûm edileceği öngörülmüştür. Ancak bu halde, nafaka borcu sözleşmeden değil, yasadan ve ona dayalı olarak mahkeme kararından kaynaklandığı ve ortada Sözleşmenin 5,1(a) maddesi anlamında bir mahkeme kararı olduğu için, borçlunun bu nedenle özgürlüğünden yoksun bırakılması, Protokolün söz konusu hükmüne aykırı sayılmamalıdır." şeklinde düşüncelere yer vermiştir.
   Bu belirlemeler ışığında somut olay ele alınarak değerlendirildiğinde, nafaka hükmüne uymamak suçunun yalnızca sözleşmeden doğan bir suç olmadığı, yasadan ve ona dayalı olarak da bir mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Esasen yargısal kararlar ile uygulamada cebri icradan öncesi nafaka borçlarının ödenmemesinin suç oluşturmayacağına ilişkin genel kabul de nazara alındığında, bu suç bakımından korunmak istenilen yararın "borcun ödenmemesi" olmayıp bir mahkeme hükmüne uyulmasının sağlanmasına ilişkin "kamu güveni" olduğu ortaya çıkmaktadır. Yine İİY.smm 344. maddesinin 2. fıkrasında, nafaka borcunun haklı bir nedenle ödenmemesinin cezasızlık hali olarak belirtilmiş olması da birinci fıkradaki yaptırımın özgürlüğü sınırlayıcı ceza bulunmasının Anayasanın 38. rrtaddesinin 9. fıkrasına aykırılık oluşturmayacağını göstermektedir.
   Bu itibarla, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmelidir.
   Sonuç: Açıklanan nedenlerle, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının (KABULÜNE), Özel Daire bozma kararının (KALDIRILMASINA), dosyanın esas hakkında inceleme yapılmak üzere Onyedinci Hukuk Dairesine gönderilmesine, 11.12.2001 günü oybirliğiyle karar verildi.
Kaynak:YKD - 2002/6 - Sayfa:923
#1116


Yargıda yaşanan gecikmeler vatandaşları mağdur ediyor. Özellikle çek-senet tahsilâtı gibi konularda açılan davalarda verilen uzun duruşma süreleri işadamlarının sıkıntı yaşamasına sebep oluyor.

Bunun son örneği İstanbul'da yaşandı. Müşterisinden aldığı 3 bin TL'lik çekin ödenmemesi üzerine yargıya giden işadamı Ahmet Şen, duruşma için 2 yıl sonrasına gün verilince büyük şok yaşadı. Mağdur işadamı dava sonuçlanınca 3 bin liralık çekin hiçbir kıymetinin kalmayacağını dile getirdi. Hukukçular ise iki yıl sonrasına ilk duruşma tarihi verilen davanın 4-5 yıldan önce bitmeyeceği görüşünü belirtiyor.

İstanbul'da tekstil ticareti yapan işadamı Ahmet Şen geçtiğimiz yıl sürekli mal sattığı İsa D.'ye bir parti daha mal verdi. Karşılığında ise 31.12.2009 tarihli 3 bin liralık çek aldı. Çekin vadesi dolduğunda bankaya giden Şen, karşılığı çıkmayınca müşterisine borcunu ödemesi yolunda ikazda bulundu. Ancak bu gerçekleşmeyince 29 Haziran'da Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na 'karşılıksız çek veren sanık hakkında gerekli soruşturmanın açılması ve kamu davası açılması' talebiyle İsa D. hakkında suç duyurusunda bulundu.

Cumhuriyet Savcısı Adnan Ömeroğlu, 24 Eylül'de hazırlayarak İstanbul Şişli Sulh Ceza Mahkemesi'ne gönderdiği iddianamede İsa D.'nin Ahmet Şen'e verdiği çeki ödemediğinin belirlendiğine dikkat çekerek cezalandırılması istendi. İddianamede ilgili suç sebebiyle bir kez cezalandırılması ve çek hesabı açma yasağı konulması talep edildi.

Şişli 3. Sulh Ceza Mahkemesi, Savcı Ömeroğlu tarafından gönderilen iddianameyi kabul etti. Mahkeme 15 Aralık günü duruşma günü ile ilgili olarak şu kararı verdi: "... Aradaki günlerin dolu olması nedeni ile duruşmanın 16/02/20012 günü saat 09.30'a bırakılmasına tensiben karar verildi."

Müşterisinden aldığı çekin ödenmemesi sebebiyle mağdur olan Ahmet Şen, mahkeme tarafından yaklaşık 2 yıl sonrası için duruşma günü verilmesinin kendisini hayal kırıklığına uğrattığını dile getirdi. İsa D. ile daha öncede ticari ilişkiler yaptıklarını belirten Şen, önceki yıllarda bu tür sıkıntımlar yaşamadıklarını ifade etti. Müşterisine ait başka senet ve çek'lerinde elinde bulunduğunu anlatan Şen, bunlarla ilgili herhangi bir yasal süreç başlatmadıklarının altını çizdi.

İki yıl sonra görüşülecek davada karar süresinin daha fazla uzayacağına inandığına vurgu yapan Şen, 4-5 yıl sonra ödenecek 3 bin liranın kendisine hiçbir fayda sağlamayacağını vurguladı. Ahmet Şen, yargıda yaşanan bu tür gecikmelerin ticaret yapanları bu tür olaylar için dava açmamaya ittiğini dile getirirken mağduriyetlere yol açtığını bildirdi.

YARGI İŞMEMEZSE DEVREYE MAFYA GİRER

Avukat Sinan Emiralioğlu, 2003'de çıkarılan 2010 yılında ise yeniden düzenlenen çek mevzuatının Türkiye gerçekleriyle örtüşmediğini söyledi. 2003'de çek kanunu hazırlandığında kendilerinin bazı tekliflerde bulunduğunu, bu önerilerin Meclis görüşmeleri esnasında bankaların baskısıyla kanundan çıkarıldığını dile getiren Emiralioğlu, piyasadaki çeklerin güvenilir olmadığın savundu. Ticari anlaşmazlıkların sayısının her geçen gün arttığına işaret eden avukat Emiralioğlu, şu bilgileri verdi: "Yargı sistemimizdeki aksaklıklar var.

Türkiye'nin hiçbir yerinde iş gücünü karşılayan personel ve hakim yok. Ticari anlaşmazlıkların sayısı artıyor ama ihtiyaçlara cevap verecek mekanizma yok. 2 yıl sonrasına duruşma günü veriliyor. Böyle olunca da suçun zamanaşımını uğraması söz konusu. Adalet gecikince hak sahipleri hakkını alamıyor, insanların yargı eliyle haklarına ulaşamaması sonucunu doğuruyor. Böyle bir sonuçta insanların yargı dışında bireysel mafyavari yöntemlerle alacaklarını tahsil yoluna gitmesine sebep oluyor. Mafya yoluyla alacağını tahsil edemeyecekler ise ticareti sınırlandırma veya portföyünü küçültme yoluna gidiyor. Bu da ekonomimiz açısından çok zararlı."

Avukat Akyan Şeker de, basit bir çek davası için 2 yıl sonrasına gün verilmesini 'adliyenin tıkanması' olarak görüyor. Gerek alacaklı gerekse borçlu açısından davanın biran evel sonuçlandırılmasının önemine vurgu yapan Avukat Şeker, "Her iki taraf için de yargılamanın biran evvel bitirilip ortadaki suçlunun cezalandırılması gerekir. Biz bunu Avrupa Birliği'ne anlatamayız. Bu davada 2 sene sonra bir karar verilmeyecek. Bir evrak eksikliğinden bir ifade eksikliğinden duruşma tarihi yeniden ertelenebilir. Yani bu dava 4-5 yıl sürebilir." diye konuştu. Yargıya köklü reforma ihtilaç bulunduğunu belirten Şeker, şöyle konuştu: "Alacaklılar alacakların alamıyor. Borçlular açısından ülkemiz imtiyaz ülkesine dönüştü. Korkuyoruz insanlar kendi haklarını kendi haklarını alma yoluna gider diye. Alacaklılar kamuoyuna öcü gibi gösteriliyor. Bu son derece yanlıştır."

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1073273&title=cek-davasinin-ilk-durusmasi-2-yil-sonra-gorulecek
#1117
METİN ARSLAN - ANKARA, TANJU ÖZKAYA - İSTANBUL     

Tutukluluk süresini 3 yıla indiren CMK'nın 102. maddesinin önceki gün uygulamaya girmesi yeni tartışmaları da beraberinde getirdi. Yargıtay'da temyiz bekleyen mahkûmlar ile adam öldürme, uyuşturucu, tecavüz ve sahtecilik gibi ağır suçlardan yargılamaları 5 yıldır sürenler cezaevlerinden tahliye olmaya başladı. Örgütlü suçlarda ise süre 10 yıla çıktığı için terör davası sanıkları bu imkândan yararlanamayacak.

Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 102. maddesinin önceki gün uygulamaya girmesiyle 57 bin tutuklu ve hükmen tutuklu sanık için tahliye umudu doğdu. Yerel mahkemelerde davası devam eden ya da Yargıtay'da temyiz süreci henüz sonuçlanmadığı için 5 yıldır içeride yatan ağır cezalık mahkûmlar bir bir tahliye olmaya başladı. Terör davası sanıkları ise CMK'nın 250. maddesi kapsamına giren örgütlü suçlarda bu süre iki katına yani 10 yıla çıktığı için uygulamadan yararlanamıyor. Ancak dosyası Yargıtay'da karara bağlanmadığı için 5 yıl önce Bingöl'de 5 kişiyi öldürmekten 90 yıl hapis cezası alan Mahmut K.'nin tahliye edilmesi tartışmaları da beraberinde getirdi. Tutukluluk süresini 3 yıla indiren düzenlemede imzası bulunan Prof. Dr. Bahri Öztürk, mahkemelerin bu süreyi geçen tutukluları tahliye etmesi gerektiğini belirtiyor. İstinaf mahkemelerinin bir an önce faaliyete geçmesiyle davaların daha hızlı sonuçlanacağını söylüyor. Fakat Doç. Dr. Yüksel Metin, birinci derece mahkemenin kesinleşmiş kararına rağmen mahkûmların tahliye edilmesini doğru bulmuyor. Prof. Dr. Hakan Hakeri de Yargıtay'daki ağır işleyişe vurgu yapıyor ve yeni sorunların gündeme geleceğine dikkat çekiyor.

Türkiye'de yargı sisteminin yavaşlığının, uzun tutukluluk süresinin başlıca sebebi olduğu belirtiliyor. Soruşturma safhasında savcılar ve kolluğun hızlı şekilde delil toplaması ve davayı açması gerektiği, sulh ceza hâkimlerinin de her suçta tutuklama kararı yerine adli kontrol ve diğer tedbirlere karar vermesi gerektiği kaydediliyor. Ancak hukukçular, adli kontrol uygulamasının Türkiye'de yeterince sıkı başvurulmadığını vurguluyor.

Davaların uzun sürmesinin sebeplerinden bir diğeri de Yargıtay kaynaklı. Yargıtay'ın 2009 verilerine göre ceza dairelerinde görüşülen yerel mahkemelerin verdiği her iki karardan biri bozuldu. Verilere göre, Yargıtay ceza dairelerinde incelenen 218 bin dosyanın 127 bininde yerel mahkemenin kararı bozuldu. Yalnızca 42 bin davada onama kararı verildi. 14 bin 800 dava ise zamanaşımına uğradı. Bozma kararı sonrası dosya yerel mahkemeye gidiyor ve ikinci karar sonrası tekrar Yargıtay'a geliyor. Bu sırada yargılama süreci daha da uzuyor. Yargıtay, bozma kararlarında, yerel mahkemenin usul ve esasa ilişkin eksikliklerinin giderilmesine karar veriyor. Yargıtay'ın iş yükü de tutukluluk süresinin uzamasının sebepleri arasında gösteriliyor. Halen Yargıtay'da ilk derece mahkemelerinin mahkumiyet kararı verdiği ancak iş yükü nedeniyle karar verilmeyen 21 bin tutuklunun dosyası bulunuyor. Adam öldürme suçlarına bakan Yargıtay 1. Ceza Dairesi'nde 10 bin, sahtecilik suçlarına bakan 11. Ceza Dairesi'nde 24 bin dava incelenemeden bir sonraki yıla devretti. Bazı Yargıtay daireleri 2008 yılının kararlarını yeni inceliyor. Halen Yargıtay ceza dairelerinde 300 binin üzerinde dosya bir sonraki yıla bırakıldı. Hukukçular, davaların daha hızlı sonuçlanması için istinaf mahkemelerinin faaliyete geçmesi, Yargıtay'daki daire sayısının artırılması gerektiğini kaydediyor.

2010'da Yargıtay'da zamanaşımına uğrayan dosya sayısı 19 bin 251 olarak kayıtlara geçti. Adalet Bakanı Sadullah Ergin, 2014'te de yaklaşık 55 bin dosyanın zamanaşımına uğrayabileceğini açıklamıştı. Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker de yaptığı açıklamalarda, Yargıtay'daki dosyaların yoğunluğuna dikkat çekerek, binlerce dosyayı yer olmadığı için postahanelerde beklettiklerini söylemişti.

İstinaf mahkemeleri faaliyete geçmeli

Prof. Dr. Bahri Öztürk, "Kanuna konulan süreler maksimum tutukluluk süresidir." diyor. Mahkemelerin bu süreyi geçen tutukluları tahliye etmesi gerektiğini belirtiyor. İstinaf mahkemelerinin faaliyete geçmesiyle problemlerin çoğunun biteceğini ve davaların daha hızlı sonuçlanacağını kaydeden Öztürk, "Davaların yüzde 65'i hangi yerde açıldıysa oradaki istinafta bitecek. 5 sene yargılama sürer mi? Yargıtay'a gelirken aradan dünyanın süresi geçmiş. İşi Yargıtay'da değil, yerel mahkemede bitireceksiniz." diye konuşuyor.

Kanun, bu şartlarda uygulanamaz

Süleyman Demirel Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Yüksel Metin, CMK'nın 102. maddesinin uygulanması için şu anda uygun bir ortam olmadığını söylüyor. Kanunun birkaç yıl sonra uygulamaya konulmasının daha sağlıklı olacağını ifade eden Metin, birinci derece mahkemenin kesinleşmiş kararına rağmen mahkûmların tahliye edilmesini doğru bulmuyor. Metin, "Burada üzerinde durulması gereken konu Yargıtay'ın işleyişidir. Zira sorunların asıl kaynağı burada oluşuyor." ifadelerini kullanıyor. METİN ARSLAN ANKARA TANJU ÖZKAYA İSTANBUL   -   02.01.2011    

Tutukluluk süresini 3 yıla indiren CMK'nın 102. maddesinin önceki gün uygulamaya girmesi yeni tartışmaları da beraberinde getirdi. Yargıtay'da temyiz bekleyen mahkûmlar ile adam öldürme, uyuşturucu, tecavüz ve sahtecilik gibi ağır suçlardan yargılamaları 5 yıldır sürenler cezaevlerinden tahliye olmaya başladı. Örgütlü suçlarda ise süre 10 yıla çıktığı için terör davası sanıkları bu imkândan yararlanamayacak.

Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 102. maddesinin önceki gün uygulamaya girmesiyle 57 bin tutuklu ve hükmen tutuklu sanık için tahliye umudu doğdu. Yerel mahkemelerde davası devam eden ya da Yargıtay'da temyiz süreci henüz sonuçlanmadığı için 5 yıldır içeride yatan ağır cezalık mahkûmlar bir bir tahliye olmaya başladı. Terör davası sanıkları ise CMK'nın 250. maddesi kapsamına giren örgütlü suçlarda bu süre iki katına yani 10 yıla çıktığı için uygulamadan yararlanamıyor. Ancak dosyası Yargıtay'da karara bağlanmadığı için 5 yıl önce Bingöl'de 5 kişiyi öldürmekten 90 yıl hapis cezası alan Mahmut K.'nin tahliye edilmesi tartışmaları da beraberinde getirdi. Tutukluluk süresini 3 yıla indiren düzenlemede imzası bulunan Prof. Dr. Bahri Öztürk, mahkemelerin bu süreyi geçen tutukluları tahliye etmesi gerektiğini belirtiyor. İstinaf mahkemelerinin bir an önce faaliyete geçmesiyle davaların daha hızlı sonuçlanacağını söylüyor. Fakat Doç. Dr. Yüksel Metin, birinci derece mahkemenin kesinleşmiş kararına rağmen mahkûmların tahliye edilmesini doğru bulmuyor. Prof. Dr. Hakan Hakeri de Yargıtay'daki ağır işleyişe vurgu yapıyor ve yeni sorunların gündeme geleceğine dikkat çekiyor.

Türkiye'de yargı sisteminin yavaşlığının, uzun tutukluluk süresinin başlıca sebebi olduğu belirtiliyor. Soruşturma safhasında savcılar ve kolluğun hızlı şekilde delil toplaması ve davayı açması gerektiği, sulh ceza hâkimlerinin de her suçta tutuklama kararı yerine adli kontrol ve diğer tedbirlere karar vermesi gerektiği kaydediliyor. Ancak hukukçular, adli kontrol uygulamasının Türkiye'de yeterince sıkı başvurulmadığını vurguluyor.

Davaların uzun sürmesinin sebeplerinden bir diğeri de Yargıtay kaynaklı. Yargıtay'ın 2009 verilerine göre ceza dairelerinde görüşülen yerel mahkemelerin verdiği her iki karardan biri bozuldu. Verilere göre, Yargıtay ceza dairelerinde incelenen 218 bin dosyanın 127 bininde yerel mahkemenin kararı bozuldu. Yalnızca 42 bin davada onama kararı verildi. 14 bin 800 dava ise zamanaşımına uğradı. Bozma kararı sonrası dosya yerel mahkemeye gidiyor ve ikinci karar sonrası tekrar Yargıtay'a geliyor. Bu sırada yargılama süreci daha da uzuyor. Yargıtay, bozma kararlarında, yerel mahkemenin usul ve esasa ilişkin eksikliklerinin giderilmesine karar veriyor. Yargıtay'ın iş yükü de tutukluluk süresinin uzamasının sebepleri arasında gösteriliyor. Halen Yargıtay'da ilk derece mahkemelerinin mahkumiyet kararı verdiği ancak iş yükü nedeniyle karar verilmeyen 21 bin tutuklunun dosyası bulunuyor. Adam öldürme suçlarına bakan Yargıtay 1. Ceza Dairesi'nde 10 bin, sahtecilik suçlarına bakan 11. Ceza Dairesi'nde 24 bin dava incelenemeden bir sonraki yıla devretti. Bazı Yargıtay daireleri 2008 yılının kararlarını yeni inceliyor. Halen Yargıtay ceza dairelerinde 300 binin üzerinde dosya bir sonraki yıla bırakıldı. Hukukçular, davaların daha hızlı sonuçlanması için istinaf mahkemelerinin faaliyete geçmesi, Yargıtay'daki daire sayısının artırılması gerektiğini kaydediyor.

2010'da Yargıtay'da zamanaşımına uğrayan dosya sayısı 19 bin 251 olarak kayıtlara geçti. Adalet Bakanı Sadullah Ergin, 2014'te de yaklaşık 55 bin dosyanın zamanaşımına uğrayabileceğini açıklamıştı. Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker de yaptığı açıklamalarda, Yargıtay'daki dosyaların yoğunluğuna dikkat çekerek, binlerce dosyayı yer olmadığı için postahanelerde beklettiklerini söylemişti.

İstinaf mahkemeleri faaliyete geçmeli

Prof. Dr. Bahri Öztürk, "Kanuna konulan süreler maksimum tutukluluk süresidir." diyor. Mahkemelerin bu süreyi geçen tutukluları tahliye etmesi gerektiğini belirtiyor. İstinaf mahkemelerinin faaliyete geçmesiyle problemlerin çoğunun biteceğini ve davaların daha hızlı sonuçlanacağını kaydeden Öztürk, "Davaların yüzde 65'i hangi yerde açıldıysa oradaki istinafta bitecek. 5 sene yargılama sürer mi? Yargıtay'a gelirken aradan dünyanın süresi geçmiş. İşi Yargıtay'da değil, yerel mahkemede bitireceksiniz." diye konuşuyor.

Kanun, bu şartlarda uygulanamaz

Süleyman Demirel Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Yüksel Metin, CMK'nın 102. maddesinin uygulanması için şu anda uygun bir ortam olmadığını söylüyor. Kanunun birkaç yıl sonra uygulamaya konulmasının daha sağlıklı olacağını ifade eden Metin, birinci derece mahkemenin kesinleşmiş kararına rağmen mahkûmların tahliye edilmesini doğru bulmuyor. Metin, "Burada üzerinde durulması gereken konu Yargıtay'ın işleyişidir. Zira sorunların asıl kaynağı burada oluşuyor." ifadelerini kullanıyor.

Sorunlar daha da büyüyecek

19 Mayıs Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hakan Hakeri de Yargıtay'daki ağır işleyişe rağmen CMK'nın tutukluluk süresini azaltan maddesinin yürürlüğe girmesiyle birçok sorunun gündeme geleceğini söylüyor. Yargıtay'da bekleyen dosyalar nedeniyle ortaya çıkacak mağduriyetlerin giderilmesi için Bölge İstinaf Mahkemeleri'nin kurulmasını öneren Hakeri, uzun vadede çözüm için Yargıtay'ın ağır çalışma yapısının değiştirilmesi gerektiğinin üzerinde ısrarla duruyor.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1073185&title=yargitayin-is-yuku-57-bin-tutukluya-yaradi&haberSayfa=0
#1118
Size de iyi çalışmalar. Fesihname, adından da anlaşılacağı üzere, bir hukuki ilişkiyi, sözleşmeyi, vs. sona erdirmek için taraflardan biri tarafından hazırlanıp imzalanmış olan bir bildirimdir. Şayet tarafların tamamı fesih iradesinde buluşup ortak bir metne imza atıyorsa, buna da "fesih sözleşmesi" denilebilir. Taraflardan birinin bir sözleşmeyi feshedebilmesi için kanunda veya sözleşmede bu yönde bir hükmün bulunması gerekir. Aksi halde "haksız fesih" söz konusu olabilir ve böyle bir durum, sözleşmeyi haksız olarak fesheden tarafa karşı diğer tarafın tazminat davası açmasına da zemin oluşturabilir. Fesih sözleşmesinde ya da fesih bildiriminde elbette şüpheye mahal vermeksizin ve açık bir ifadeyle fesih iradesi ortaya koyulmalı, şayet bir sözleşmenin feshi söz konusuysa, sözleşmenin feshedildiği açıkça belirtilmelidir. Tek taraflı fesihlerde, feshin noter kanalıyla diğer tarafa bildirilmesi son derece faydalıdır. Noterlerde örnek fesihnameler mevcuttur.

Alıntı Yapbir sözleşmeye ek maddeler koymak için ne yapılmalıdır ek sözleşmemi yapılmalıdır ve nasıl olmalıdır ?

Ek sözleşme yapabilirsiniz. Sözleşmenin sonunu, "İşbu sözleşme, taraflarca imzalanmış olan .......... tarihli ........ sözleşmesinin eki ve ayrılmaz bir parçasıdır." şeklinde bir cümle ilave edebilirsiniz.

Alıntı Yapalacaklı firma 75 günlük vadeyi nasıl ispat edebilir ve icraya başvursa 75 gün sonrası için nasıl faiz isteme hakkı doğar

Yazılı bir sözleşme olmadığına göre 75 günde ödenmesi gerektiğini ispatlamanız çok zordur. İyi seneler.


Önemli not: Çok kısıtlı ve yanıltıcı olabilecek açıklamalara istinaden yapılan yukarıdaki değerlendirmeler, bu bölümde yer alan konu/soru hakkında kişileri en temel düzeyde bilgilendirme amacına matuftur. Bu tür konular her yönden ayrıntılı bir inceleme/araştırma yapılmasını gerektirir ve bu da ancak profesyonel yardım ile mümkün olabilir. Bu sebeple haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz ve herhangi bir hak kaybına maruz kalmamanız için bir avukatla anlaşmanızı ve avukatınızın yönlendirmeleri istikametinde hareket etmenizi tavsiye ediyorum.
#1119
Merhabalar. Burada emniyeti ilgilendiren bir mesele olmadığından (olay cezai değil, tamamen hukuki olduğundan) polise başvurmanız bir işe yaramayacaktır. Kiracınızın borcunu ödemesi ve taşınmazı tahliye etmesi için kiracınıza karşı icra takibi yapabilirsiniz. Kiracınızın adreslerine Merkezi Nüfus İdaresi Sisteminde (MERNİS) kayıtlı adreslerinden, şu anda bir işyerinde işçi olarak çalışıyorsa, SGK kayıtlarından, vs. ulaşılabilir. Bunun için bir avukatla görüşmeniz ve tüm bu işlerin yapılmasını anlaştığınız bir avukata havale etmeniz haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz ve herhangi bir hak kaybına maruz kalmamanız için faydalı olacaktır. Kolay gelsin...
#1120
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının bir kısmı üniversite görevlisi 30 sanık hakkında hazırladığı ve Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesinin kabul ettiği iddianamede, Mart 2010'daki ÜDS, Nisan 2010'daki YGS, Mayıs 2010'daki KPDS ve ALES, Haziran 2010'daki LYS, Temmuz 2010'daki KPSS'de kopya çekildiğine ilişkin iddialara yer verildi.

İddianamede, 7 yıldan 27 yıla kadar hapis cezasına mahkum edilmesi istenen Oruç Ali Uğur'un kurduğu ve yönettiği suç örgütünün, önceden anlaştıkları kişilerin sınavlarda kopya çekmelerini sağlayarak, haksız menfaat temin ettiği savunuldu.

Edinilen bilgiye göre, iddianamede, 13 Eylül 2009'da gerçekleştirilen ve daha sonra iptal edilen Polis Meslek Yüksek Okulları Öğrenci Adaylığı Sınavının yapıldığı gün, internethaber.com sitesi muhabirinin ÖSYM'yi arayarak, ''sınavla ilgili bir haberin sitelerinde yer aldığını ve elektronik ortamda kendilerine 'Skandal yaratacak büyük iddia' başlığıyla email gönderildiğini'' bildirdiği belirtildi.

İnternet sitesine gönderilen mesajda, sınav sorularının ele geçirilerek, bazı dershanelerce özel olarak seçilen öğrencilere iletildiğine ilişkin ifadelerin bulunduğu kaydedildi.

-BURSA'DA KAYIP 2 KİTAPÇIK-

ÖSYM de savcılığa, ''sınav soru kitapçıklarının kontrolü sırasında Bursa Sınav Merkezindeki bir salona atanan 40 adaydan 37'sinin sınava katıldığını, ancak sınav sonrası 38 soru kitapçığının teslim alındığını, sınava girmeyen adaylara ait 2 soru kitapçığının bulunmadığını'' bildirirken, ''sınav sorularının deneme sınavlarından esinlenerek hazırlanmadığına ve internetteki 103 sorudan 88'inin sınav sorularıyla benzerlikler gösterdiğini'' belirtti.

İnternet sitesine email gönderen kişinin tespit edilemediği, ancak email'in ekinin incelendiği anlatılan iddianamede, olayla ilgili çalışma kapsamında, şüphelilerin tespiti amacıyla Emniyet Genel Müdürlüğü Bilişim Suçları ile Mücadele Şube Müdürlüğüne yazılan müzekkere sonucunda Oruç Ali Uğur'un da arasında bulunduğu bazı sanıkların teknik takibe alındığına yer verildi.

-UĞUR'UN GÖREV YAPTIĞI SINAVLAR-

Soruşturma sonucunda, Oruç Ali Uğur'un kurduğu ve Uğur ile birlikte Özgür Fidan, Zülfü Biçer ve Soner Gökgül'ün yönettiği bir suç örgütünün bulunduğuna kanaat getirildiği ifade edilen iddianamede, Oruç Ali Uğur'un, 19, 20, 26 ve 27 Haziran 2010'daki LYS'de gözetmen, 11 Nisan 2010'daki YGS'de salon başkanı, 2 Mayıs 2010'daki KPDS ile 10 Temmuz 2010'daki KPSS'de yine gözetmen olarak görevli olduğu kaydedildi.

Sınavlarda sınav soru kitapçığını ele geçiren Uğur'un, elde edilen cevapların, önceden belirlenen ve kopya çekilmesi konusunda anlaşmaya varılan, gerekirse teknik cihazlarla destek verilen adaylara gönderilmesini sağladığı anlatılan iddianamede, Uğur'un, bu şekilde bazen haksız menfaat sağladığı, ancak bazen de yakınlarına ve çevresindekilere karşılıksız yardımcı olduğu anlatıldı.

Uğur'un, görev yaptığı sınavlarda ''kamu görevlisi'' sıfatını taşıdığı vurgulanan iddianamede, ''örgütün haksız menfaat temini dışında, akrabalık, kişisel yakınlık gibi özel durumları tespit edilen ve bu yakınlıkları sebebiyle kopya çekilmesi faaliyeti sırasında kendilerine yardım edilen, aday konumundaki şüpheliler hakkında ek takipsizlik kararı verildiği'' ifade edildi.

-EMNİYET İFADESİ ÖRNEK GÖSTERİLDİ-

Kamu görevlisi ve üniversite öğrencilerinin de arasında bulunduğu sanıkların suçlamaları kabul etmediği bildirilen iddianamede, şunlar kaydedildi:

''Ayrıca, hakkında ek takipsizlik kararı verilen U.K.U'nun, Emniyet ifadesinde Ankara'da bir yerde kendisini Oruç Ali Uğur ve ismini bilmediği bir erkek şahsın karşıladığını, telefon kartı verdiklerini, KPSS'ye girdiğinde verdikleri numaraya kitapçığın türünü mesaj olarak yollamasını istediklerini, sınav sabahı oturumda tuvalet için dışarıya çıktığını, kitapçık türünü belirten mesaj gönderdiğini, bitime 10-15 dakika kala tekrar tuvalete girip, telefona gelen mesajı küçük bir kağıda yazıp yeniden sınav salonuna gittiğini ve cevap kağıdına işaretlemeler yaptığını, sınav sonrası kimliğini bilmediği şahısların telefon ve SIM kartı geri aldıklarını, bu iş karşılığında kendisinin bir ödeme yapmadığını, fakat 500 lira ödeneceğini bildiğini belirterek ifade vermesi, para transferiyle ilgili görüşmeler, rüşvet anlaşmasına yönelik mesaj ve konuşmalar birlikte değerlendirildiğinde, örgüt yönetici ve üyeleriyle özel ilişki ve akrabalık durumları tespit edilemeyen ve sınavlarda kopya çektikleri yönünde deliller bulunan şüphelilerin bu işlemlerinin yapılması hususunda örgüt yönetici ve üyeleriyle maddi menfaat temini konusunda rüşvet anlaşması yaptıkları kanaatine ulaşıldığından, haklarında fiilen para verilmesi, menfaat temin edilmesi olgusu tespit edilmese dahi rüşvet anlaşması yapılması sebebiyle suç tamamlanacağından, rüşvet vermek suçundan kamu davası açılması gerektiği görüşüne ulaşılmıştır.''

-LYS'DE DE KOPYA İDDİASI-

İddianamede, 21 Mart 2010'daki ÜDS, 11 Nisan 2010'daki YGS, 2 Mayıs 2010'daki KPDS, 9 Mayıs 2010'daki ALES, 19-27 Haziran 2010 tarihleri arasında yapılan LYS, 10 Temmuz 2010'da yapılan KPSS ve 31 Mart 2010'da yapılan Gazi Üniversitesi yeterlilik sınavında kopya çekildiğine ilişkin iddialara yer verildi.

İddianamede, sanıklar Oruç Ali Uğur ile Soner Gökgül'ün, teknik takibi devam eden GSM hatları ile yaptıkları görüşmelerde 19-26 Haziran 2010 arasında yapılan LYS sınavında kopya çektikleri ve elde ettikleri cevap anahtarlarını sınavlarda bulunan M.Y. ve M.K.U'ya cep telefonu vasıtası ile ilettikleri yönünde deliller bulunduğu belirtildi.

Oruç Ali Uğur, Soner Gökgül, Zülfü Biçer, Özgür Fidan yönetimindeki örgütün, örgüt üyesi ve örgüte yardım edenlerin katılımıyla, ÖSYM'nin sınavlarında teknik cihazlar kullanılarak önceden anlaşılan kişilerin sınavda kopya çekmeleri karşısında, haksız menfaat temin ettiği anlatılan iddianamede, örgüt yöneticilerinin kendi branşlarında uzman öğretmen, öğrenci ve kamu görevlilerini temin ettiği ve bu kişilerden, ücret karşılığı kendi branşlarındaki soruları çözerek kendilerine ya da örgüt üyelerine ulaştırmalarını sağladığı kaydedildi.

Bu suretle sınava giren ve örgütle önceden anlaşan kişilerin kopya çekmelerinin sağlandığı anlatılan iddianamede, suç örgütü yöneticilerinin ve üyelerinin sınav sırasında kullanılacak teknik cihazları önceden temin ettikleri, sınav çıkışı bunları tekrar toplayıp muhafaza ettikleri belirtildi.

Bu teknik cihazların sonraki sınavlarda da kullanıldığı, sınava girecek ve kendi adlarına çalışacak şahısların sınav harçlarını yatırdıkları, bu eylemlerin ülke çapında olması sebebiyle kendi ikametgahlarının bulunduğu il dışında sınava giren bu kişilerin barınma giderlerini de karşıladıklarına yer verilen iddianamede, Oruç Ali Uğur ile Karamanoğlu Mehmet Bey Üniversitesinde öğretim görevlisi olan Abdülkadir Dilber, Elazığ Fırat Üniversitesi Sivrice Meslek Yüksek Okulunda öğretim elemanı olarak görev yapan Zülfü Biçer ve Selçuk Üniversitesi Yabancı Diller Bölümünde Okutman olarak görev yapan Mustafa Dolmacı'nın da arasında bulunuğu 30 sanığın, ''suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, yönetmek ve üye olmak, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmamakla birlikte örgüte yardım etmek, rüşvet almak ve vermek, rüşvet alma ve vermeye yardım etmek'' gibi bir dizi suçtan yargılanmaları isteniyor.

AA
http://www.haber7.com/haber/20101231/OYSM-sinavinda-kopya-boyle-gerceklesti.php