Yahudi başkan camiyi gözyaşı dökerek savundu, Cemal Demir, haber7.com
New York'ta 11 Eylül terör saldırısında yıkılan Dünya Ticaret Merkezi kulelerinin yakınında inşa edilen ''Kurduba Evi'' kültür merkezi ve camiine karşı günlerdir kampanya yürütenlerin son umudu olan komisyon da camiye olur verdi. New York Belediyesi Anıtlar Komisyonu, Kurduba Evi'nin inşa edileceği binanın tarihi bina ilan edilmesi başvurusunu oy birliğiyle reddetti. Böylece, Kurduba Evi binayı Kültür merkezi ve camiiye dönüştürebilecek.
Tahmin edeceğiniz gibi, karar ABD'deki bağnaz Hıristiyan ve bağnaz Yahudilerin büyük tepkisine neden olurken, New York Belediye Başkanı Michael Bloomberg, Salı günü New York'taki çeşitli inançların din adamlarını yanına alarak bir basın toplantısıyla Camiiyi savundu. Toplantı için New York limanındaki Governor Adasını seçmişti. Bu New York'a 400 yıl önce ilk gelen göçmenlerin ayak bastığı yerdi. Arkada Özgürlük Anıtı ve Manhattan adası olduğu halde konuşarak, çok önemli mesajlar verdi.
Bloomberg'in New York'un anlayış, kültür ve tarihinin bu camiinin inşa edilmesine engel olunmasına izin vermeyeceğini zaman zaman gözleri dolarak vurguladığı konuşması gerçekten etkileyiciydi.
Belediye başkanını dinlerken, New York'un neden dünyanın en çekici şehri olmaya devam ettiğini bir kez daha anladım.
Dünyanın en çekici şehri ifadem İstanbulseverleri üzebilir. Ama ben kendim de bir İstanbul fanatiği olarak şehrin bizim için ifade ettiği anlamı değil, yaşadığımız dünyadaki realitesini kastediyorum. Bir şehri binalar büyük yapmaz. Bir şehri büyük yapan insanıdır, kültürüdür. Sadece eğitim ve gelir seviyesi yüksek insanları kastetmiyorum. Çoğulcu bir kehkeşanda barış içinde yaşamaya hazır insanlardan bahsediyorum. Kendi geleneklerini inançlarını dilini, yaşam tarzını devam ettirirken, komşusununkine de saygı duyabilen kültürden bahsediyorum.
İstanbul'un 1500'li yıllarda en büyük problemlerinden biri neydi biliyor musunuz? Avrupa'nın heryerinden dini ve politik baskılardan ya da fakirlikten kaçarak gelen Hıristiyan ve Yahudi göçmenlerin sebep olduğu iskan problemleriydi. Bugünkü Galata, Beyoğlu Avrupa göçmenleriyle doluydu. Dünyada, sanatçının, entelektüel zekanın, tüccarın, dini özgürlük arayanın, politik baskıdan kaçanların sığındığı bir limandı 16'ncı yüzyıl İstanbul'u.
Bugünkü İstanbul ise, 3 bin nüfuslu Rum cemaatine, kendi din adamlarını yetiştirmek için okulunu açamadığı bir şehir. Rum komşularımızın, Ermeni komşularımızın, Yahudi komşularımızın, maalesef ürkek bir güvercin tedirginliğiyle yaşadığı bir şehir. Daha 50 yıl önce utanç verici 6-7 Eylül olaylarına, varlık vergilerine sahne olmuş bir şehir.
''İstanbul yeniden dünyanın en çekici şehri olsun'' istemek yetmez. Buna hazır olmak gerek. Şehirde onlarca hatta yüzlerce dilin konuşulabilmesine, kendi dillerinde alfabelerinde tabelalarını asabilmesine, isteyen inancın müntesiplerinin mabedini kurup hürriyet içinde ibadetini yapabilmesine hazır olmak gerek. O zaman bu şehir kendi küresel dilini yaratır ve dünyaya yön veren bir medeniyet beşiği olur.
Tek bir dilin, tek bir ırkın, tek bir inancın katı egemenliğindeki bir şehir asla dünya metropolüne dönüşemez. İstanbul dünyanın olmadan, dünya İstanbul'un olamaz. Dünyanın neresinden gelirse gelsin her insan ikinci gün kendini evinde hissetmezse, İstanbul asla dünyanın başkenti olamaz.
Bakın New York Belediye Başkanı Bloomberg dün yaptığı muhteşem konuşmasında şehrini nasıl anlattı: ''Kapılarımız herkese açık. Rüyası olan, sıkı çalışmaya ve şehrimizin kurallarına uymaya razı herkese... New York şehrini göçmenler kurdu ve halen 100'den fazla ülkeden, 200'den fazla dili konuşan ve yeryüzündeki her dinin müntesiplerinden göçmenlerle kaim. İster kuşaklardır burada yaşıyor olsun ister daha dün gelmiş olsun farketmez, bu şehirdeki herkes New Yorkludur.''
Medeniyet başkentliği lafla olacak iş değil. Buna herbirimizin tek tek hazır olması gerek. Medeniyet askeri güçle kurulabilen birşey değil. Öyle olsaydı, tarihin en büyük askeri gücü haline gelen ABD, kurucu babalarının kurduğu 200 yıl önceki medeniyetinin etkinliğinin ve itibarının bugün yüzde 10'una bile sahip olamayan durumda olmazdı.
Hala birçoğumuz laf geldikçe ''üç kıtaya hükmeden atalarımız'' diye övünüyoruz. Böylesi bir kafanın George Bush'a ve destekçilerine kızmaya hakkı yoktur. Bu kafa atalarımızın kafası değil. ''Üç kıtadaki insanlara hizmet götüren, hayır götüren, adalet götüren, üç kıtadaki insanı din dil ırk ayrımı yapmadan kucaklayabilen bir ecdadın torunu olmaktan'' gurur duymalıyız.
Türkiye'de, yeniden küresel bir aktör olmanın heyecan ve şevkinin yükselişine şahit oluyoruz günbegün... Bu çok güçlü bir duygudur. Türkiye yeniden bir medeniyet beşiği olabilir ama önce bunu bizim gerçekten istediğimize karar vermemiz lazım. Daha Anadolunun etnik çeşitliliğine, inanç çeşitliliğine tahammül edemeyen bizler, nasıl bütün dünyanınkine tahammül edeceğiz? Teröristleri bahane ederek, bir etnik topluluğu toptan şeytanlaştırabilenlerin sesi herkesinkinden daha gür çıkıyor.
Bloomberg, konuşmasında ibretlik bir vurgu daha vardı: ''Unutmayalım, Müslümanlar da 11 Eylül'ün kurbanları arasındaydı. New York'un Müslüman mahalleleri de diğer New Yorklular gibi müteesir oldu saldırılar karşısında. Müslümanlara, herkesten farklı davranırsak kendi değerlerimize ihanet etmiş ve teröristlerin ekmeğine yağ sürmüş oluruz. Camiiyi engellemek teröristlerin zaferi olur.''
Şunun için bu vurguları yapıyorum. Lafa gelince hepimiz istiyoruz da, ''yeni çağın medeniyetini inşa etmeye ve Anadolu'yu bu medeniyetin beşiği yapmaya ne kadar hazırız?'' Bu sorunun cevabını arıyorum.
Gelip bana New York'u bu kadar övüyorsun ama ABD'nin Irak'ta Afganistan'da yaptıklarına bak diyeceklere de bu mektubun Amerikan dış politikası ile ilgili olmadığını tekrar hatırlatayım. Onlarla ilgili düşüncelerimi defalarca paylaştım.
İstanbul'u bir zamanlar İstanbul yapan, Roma'yı Roma yapan, Bağdat'ı bir zamanlar Bağdat yapan, Kurtuba'yı Kurtuba yapan, New York'u tarih içinde New York yapan ruhun önemine dikkat çekiyorum.
New York'un tarihinde yaşadığı en büyük saldırıdan 9 yıl sonra, teröristlerin saldırının gerekçesi yaptıkları dinin devasa bir mabedi, saldırının uğradığı yerin yakınına inşa edilecek. Ve bu şehir yönetimiyle, halkıyla, medyasıyla büyük ölçüde bu mabede destek oluyor, ona öfkeyle karşı çıkan bağnazlara değil...
Bugünlerde Endonezya'dan da benzeri bir tartışmanın haberi düştü ajanslara. Cakarta'nın banliyölerinden Bekasi'de kilise inşaatı yapmak istedikleri arazide pazar ayini yapan küçük Hıristiyan grup, yüzlerce Müslümanın sözlü saldırısına uğruyor. İzlediğim videoda, polisin koruma altına aldığı çoğunluğu kadınlardan oluşan Hıristiyanların ağlamaları ve etraflarında polisi aşmaya çalışan Müslüman erkeklerin öfkeli yüzlerinden bir Müslüman olarak utandım. ''Bizi Hıristiyan yapacaklar, defolun'' diyorlardı kendileri de Endonezyalı Hıristiyanlara. O yüzlerde haftalardır Kurduba Evinin önünde öfkeyle bağıran bağnaz Hıristiyanları ve bağnaz Yahudilerin yüzünü gördüm. Başörtüsüyle üniversitelere girme izni verildiğinde üniversitelerine geri dönen başörtülü öğrencilere tükürükler saçarak öfkeyle engel olmaya çalışan fanatik ulusalcıların yüzünü gördüm.
İkiz kuleleri İslam yıkmadı, fanatizm yıktı
Bloomberg'in yanında camiiye destek veren din adamlarından Katolik St. Francis Assisi Kilisesi Rahibi Brian Jordan de en az Bloomberg kadar etkili bir konuşma yaptı. Kulelerin hemen yanındaki kilisenin rahibi olan kıymetli din adamı Peder Jordan, 11 Eylül saldırısında görev yaptığı kilisede bir rahiplerini ve bir kısmı çocukluk arkadaşı 10 cemaat mensubunu kaybettiğini hatırlatarak, ''İkiz Kuleleri İslam yıkmadı. Fanatizm yıktı. Kardeşlerim, İslamı sorumlu tutamazsınız, Müslümanları sorumlu tutamazsınız. Sorumlu arıyorsanız fanatiklerdir. Ve fanatikler her dinin içinde var. Sadece Müslümanların içinde yok. Hıristiyanların içinde de Yahudilerin içinde de var. Ve ben de bu kültür merkezinin ziyaretçileri arasında olacağım.'' dedi.
Yahudi Toplum Konseyinden Haham Bob Kaplan da, din ve inanç özgürlüğünün demokrasinin çekirdeği olduğunu ifade ederek, ''Müslümanların mabet kurma hakkını ve ibadet özgürlüğünü savunmak için Belediye Başkanımız Bloomberg'in yanındayız. Tanrı hepimizi kutsasın ve güzel yollardan yürütsün'' dedi.
Cami teröristlerin değil New York'un zaferidir
Ulusal Yahudi Merkezinden Haham Irwin Kula da, ''Bu camii, fanatiklerin göstermeye çalıştığı gibi teröristlerin zaferi değil bu camii, New York'un zaferidir'' dedi. Haham Kula, ''11 Eylül'de kaybettiğim yakınımı ve kızlarımı düşündüğümde bu camiinin inşa edilebilmesi bana gelecek için daha büyük umut veriyor'' diye konuştu. İmam Şemsi Ali de, New York Belediye Başkanına ve toplantıya katılan New York Meclisi Başkanı Christine Quinn'e Müslüman New Yorklular adına teşekkür ederek, ''Bu şehri sadece ekonomik fırsatları için sevmiyoruz. Buranın kültürünü özgürlüğü de seviyoruz. Bu şehirde her dinden insanla barış içinde beraber komşuluk yaparak yaşamayı seviyoruz'' dedi.
Bloomberg'in bir sözü de ''laiklik dersi'' niteliğindeydi. Bu tartışmanın içinde kaybolan temel soru şu'' diyen Bloomberg devam etti; ''Devletin, vatandaşın özel mülkünde mabed inşa etmesine müdahale yetkisi var mıdır? Bu yetki başka ülkelerde devlete verilebilir ama burada asla vermemeliyiz. Bu ülke, devletin hiçbir dini diğerlerinden üstün tutmaması ilkesi üzerine kuruldu. Manhattan'ın bu kesiminde Camiye hayır dersek kendimizi inkar etmiş oluruz.''
Gerçek bir medeniyette devlet vatandaşına hizmet götürürken ya da haklarını korurken, din ayrımı yapmaz. Hepsine aynı mesafede olur. Ama aynı zamanda, yaşam tarzı da dayatmaz. Başörtüsünü yasaklamakla, başörtüsünü zorla giydirmek arasında laiklik ihlali açısından zerre fark yoktur. Milletvekillerinin evlerine muhbir yollayıp hanımının başının kapalı olduğunu öğrendiği milletvekilerine davetiye göndermeyen bağnazlığın da laiklik ile ilgisi yoktur. Bir yere atama yaparken eşi başörtüsü takıyor mu takmıyor mu diye bakacak kamu anlayışının da... Daha 10 yıl önce İstanbul sokaklarından, cami önlerinden amcaların dedelerin inkılap kanunlarına aykırı elbiseler giyindikleri gerekçesiyle polislerce toplandıklarını utanç içinde şahit olduk. Alkollü içki içmemenin kariyerin sonunu getireceği kurumlar var. Nerde bu çağdışı laiklik anlayışı nerde Bloomberg'in laiklik anlayışı...
Biraz keskin cümlelerle dolu bir mektup oldu. Keskinliğin amacı, kendimizi sorgulayabilmemize vesile olması. Şuna inanıyorum. Dünyanın başındaki en büyük bela fanatizmdir. Başkasının haklarını varlığını kabul etmeme, yok etme isteğidir. Birkaç gündür camii tartışmasıyla ilgili haberlerin altındaki okuyucu yorumlarını dikkatle okuyorum. Maalesef Türkiye'de değişik vesilelerle okuduğum birçok yorumun bir örnek kopyası:
''Almanlardan nefret ediyor değilim ama Holokost müzesinin yanına Alman Kültür Merkezi kursalar ona da karşı çıkardım.''
''Amerikalılar uyandığında iş işten geçmiş olacak. Camiiyi bugün durdurmalıyız.''
''Bu camiye izin veren komisyondan devlet yetkililerinden utanıyorum. Gerçek Hıristiyanlar bu camiinin inşasına asla izin vermeyecektir. ''
''Camiye izin vererek, 3000 kişinin katillerini şereflendirmeyin.''
''Müslümanlar, bütün camilerini de toplayıp defolup ülkelerine gitsin. Madem camilerinden vazgeçemiyorlar, bu ülkede yaşamasınlar.''
Ve daha nicesi...
Son sözü Bloomberg'e vereyim: ''Politik tartışmalar gelir geçer. Ancak değerler ve gelenekler kalıcıdır. Bu şehirde Tanrının rahmet ve merhametinden uzak görebileceğimiz tek bir mahalle yoktur. Şu an yanıma toplanmış dini liderlerimiz şahittir.''
Bu tartışma sadece New York için değil, dünyanın her yeri için ibretlik bir bağnazlık imtihanı. Tartışmaların hangi tarafına daha çok empati duyabildiğinize göre bu bağnazlık imtihanında nerde durduğunuzu öğrenebilirsiniz.
Cemal Demir - Haber 7
cemaldemir111@gmail.com
http://www.haber7.com/haber/20100804/Yahudi-baskan-camiyi-gozyasi-dokerek-savundu.php
New York'ta 11 Eylül terör saldırısında yıkılan Dünya Ticaret Merkezi kulelerinin yakınında inşa edilen ''Kurduba Evi'' kültür merkezi ve camiine karşı günlerdir kampanya yürütenlerin son umudu olan komisyon da camiye olur verdi. New York Belediyesi Anıtlar Komisyonu, Kurduba Evi'nin inşa edileceği binanın tarihi bina ilan edilmesi başvurusunu oy birliğiyle reddetti. Böylece, Kurduba Evi binayı Kültür merkezi ve camiiye dönüştürebilecek.
Tahmin edeceğiniz gibi, karar ABD'deki bağnaz Hıristiyan ve bağnaz Yahudilerin büyük tepkisine neden olurken, New York Belediye Başkanı Michael Bloomberg, Salı günü New York'taki çeşitli inançların din adamlarını yanına alarak bir basın toplantısıyla Camiiyi savundu. Toplantı için New York limanındaki Governor Adasını seçmişti. Bu New York'a 400 yıl önce ilk gelen göçmenlerin ayak bastığı yerdi. Arkada Özgürlük Anıtı ve Manhattan adası olduğu halde konuşarak, çok önemli mesajlar verdi.
Bloomberg'in New York'un anlayış, kültür ve tarihinin bu camiinin inşa edilmesine engel olunmasına izin vermeyeceğini zaman zaman gözleri dolarak vurguladığı konuşması gerçekten etkileyiciydi.
Belediye başkanını dinlerken, New York'un neden dünyanın en çekici şehri olmaya devam ettiğini bir kez daha anladım.
Dünyanın en çekici şehri ifadem İstanbulseverleri üzebilir. Ama ben kendim de bir İstanbul fanatiği olarak şehrin bizim için ifade ettiği anlamı değil, yaşadığımız dünyadaki realitesini kastediyorum. Bir şehri binalar büyük yapmaz. Bir şehri büyük yapan insanıdır, kültürüdür. Sadece eğitim ve gelir seviyesi yüksek insanları kastetmiyorum. Çoğulcu bir kehkeşanda barış içinde yaşamaya hazır insanlardan bahsediyorum. Kendi geleneklerini inançlarını dilini, yaşam tarzını devam ettirirken, komşusununkine de saygı duyabilen kültürden bahsediyorum.
İstanbul'un 1500'li yıllarda en büyük problemlerinden biri neydi biliyor musunuz? Avrupa'nın heryerinden dini ve politik baskılardan ya da fakirlikten kaçarak gelen Hıristiyan ve Yahudi göçmenlerin sebep olduğu iskan problemleriydi. Bugünkü Galata, Beyoğlu Avrupa göçmenleriyle doluydu. Dünyada, sanatçının, entelektüel zekanın, tüccarın, dini özgürlük arayanın, politik baskıdan kaçanların sığındığı bir limandı 16'ncı yüzyıl İstanbul'u.
Bugünkü İstanbul ise, 3 bin nüfuslu Rum cemaatine, kendi din adamlarını yetiştirmek için okulunu açamadığı bir şehir. Rum komşularımızın, Ermeni komşularımızın, Yahudi komşularımızın, maalesef ürkek bir güvercin tedirginliğiyle yaşadığı bir şehir. Daha 50 yıl önce utanç verici 6-7 Eylül olaylarına, varlık vergilerine sahne olmuş bir şehir.
''İstanbul yeniden dünyanın en çekici şehri olsun'' istemek yetmez. Buna hazır olmak gerek. Şehirde onlarca hatta yüzlerce dilin konuşulabilmesine, kendi dillerinde alfabelerinde tabelalarını asabilmesine, isteyen inancın müntesiplerinin mabedini kurup hürriyet içinde ibadetini yapabilmesine hazır olmak gerek. O zaman bu şehir kendi küresel dilini yaratır ve dünyaya yön veren bir medeniyet beşiği olur.
Tek bir dilin, tek bir ırkın, tek bir inancın katı egemenliğindeki bir şehir asla dünya metropolüne dönüşemez. İstanbul dünyanın olmadan, dünya İstanbul'un olamaz. Dünyanın neresinden gelirse gelsin her insan ikinci gün kendini evinde hissetmezse, İstanbul asla dünyanın başkenti olamaz.
Bakın New York Belediye Başkanı Bloomberg dün yaptığı muhteşem konuşmasında şehrini nasıl anlattı: ''Kapılarımız herkese açık. Rüyası olan, sıkı çalışmaya ve şehrimizin kurallarına uymaya razı herkese... New York şehrini göçmenler kurdu ve halen 100'den fazla ülkeden, 200'den fazla dili konuşan ve yeryüzündeki her dinin müntesiplerinden göçmenlerle kaim. İster kuşaklardır burada yaşıyor olsun ister daha dün gelmiş olsun farketmez, bu şehirdeki herkes New Yorkludur.''
Medeniyet başkentliği lafla olacak iş değil. Buna herbirimizin tek tek hazır olması gerek. Medeniyet askeri güçle kurulabilen birşey değil. Öyle olsaydı, tarihin en büyük askeri gücü haline gelen ABD, kurucu babalarının kurduğu 200 yıl önceki medeniyetinin etkinliğinin ve itibarının bugün yüzde 10'una bile sahip olamayan durumda olmazdı.
Hala birçoğumuz laf geldikçe ''üç kıtaya hükmeden atalarımız'' diye övünüyoruz. Böylesi bir kafanın George Bush'a ve destekçilerine kızmaya hakkı yoktur. Bu kafa atalarımızın kafası değil. ''Üç kıtadaki insanlara hizmet götüren, hayır götüren, adalet götüren, üç kıtadaki insanı din dil ırk ayrımı yapmadan kucaklayabilen bir ecdadın torunu olmaktan'' gurur duymalıyız.
Türkiye'de, yeniden küresel bir aktör olmanın heyecan ve şevkinin yükselişine şahit oluyoruz günbegün... Bu çok güçlü bir duygudur. Türkiye yeniden bir medeniyet beşiği olabilir ama önce bunu bizim gerçekten istediğimize karar vermemiz lazım. Daha Anadolunun etnik çeşitliliğine, inanç çeşitliliğine tahammül edemeyen bizler, nasıl bütün dünyanınkine tahammül edeceğiz? Teröristleri bahane ederek, bir etnik topluluğu toptan şeytanlaştırabilenlerin sesi herkesinkinden daha gür çıkıyor.
Bloomberg, konuşmasında ibretlik bir vurgu daha vardı: ''Unutmayalım, Müslümanlar da 11 Eylül'ün kurbanları arasındaydı. New York'un Müslüman mahalleleri de diğer New Yorklular gibi müteesir oldu saldırılar karşısında. Müslümanlara, herkesten farklı davranırsak kendi değerlerimize ihanet etmiş ve teröristlerin ekmeğine yağ sürmüş oluruz. Camiiyi engellemek teröristlerin zaferi olur.''
Şunun için bu vurguları yapıyorum. Lafa gelince hepimiz istiyoruz da, ''yeni çağın medeniyetini inşa etmeye ve Anadolu'yu bu medeniyetin beşiği yapmaya ne kadar hazırız?'' Bu sorunun cevabını arıyorum.
Gelip bana New York'u bu kadar övüyorsun ama ABD'nin Irak'ta Afganistan'da yaptıklarına bak diyeceklere de bu mektubun Amerikan dış politikası ile ilgili olmadığını tekrar hatırlatayım. Onlarla ilgili düşüncelerimi defalarca paylaştım.
İstanbul'u bir zamanlar İstanbul yapan, Roma'yı Roma yapan, Bağdat'ı bir zamanlar Bağdat yapan, Kurtuba'yı Kurtuba yapan, New York'u tarih içinde New York yapan ruhun önemine dikkat çekiyorum.
New York'un tarihinde yaşadığı en büyük saldırıdan 9 yıl sonra, teröristlerin saldırının gerekçesi yaptıkları dinin devasa bir mabedi, saldırının uğradığı yerin yakınına inşa edilecek. Ve bu şehir yönetimiyle, halkıyla, medyasıyla büyük ölçüde bu mabede destek oluyor, ona öfkeyle karşı çıkan bağnazlara değil...
Bugünlerde Endonezya'dan da benzeri bir tartışmanın haberi düştü ajanslara. Cakarta'nın banliyölerinden Bekasi'de kilise inşaatı yapmak istedikleri arazide pazar ayini yapan küçük Hıristiyan grup, yüzlerce Müslümanın sözlü saldırısına uğruyor. İzlediğim videoda, polisin koruma altına aldığı çoğunluğu kadınlardan oluşan Hıristiyanların ağlamaları ve etraflarında polisi aşmaya çalışan Müslüman erkeklerin öfkeli yüzlerinden bir Müslüman olarak utandım. ''Bizi Hıristiyan yapacaklar, defolun'' diyorlardı kendileri de Endonezyalı Hıristiyanlara. O yüzlerde haftalardır Kurduba Evinin önünde öfkeyle bağıran bağnaz Hıristiyanları ve bağnaz Yahudilerin yüzünü gördüm. Başörtüsüyle üniversitelere girme izni verildiğinde üniversitelerine geri dönen başörtülü öğrencilere tükürükler saçarak öfkeyle engel olmaya çalışan fanatik ulusalcıların yüzünü gördüm.
İkiz kuleleri İslam yıkmadı, fanatizm yıktı
Bloomberg'in yanında camiiye destek veren din adamlarından Katolik St. Francis Assisi Kilisesi Rahibi Brian Jordan de en az Bloomberg kadar etkili bir konuşma yaptı. Kulelerin hemen yanındaki kilisenin rahibi olan kıymetli din adamı Peder Jordan, 11 Eylül saldırısında görev yaptığı kilisede bir rahiplerini ve bir kısmı çocukluk arkadaşı 10 cemaat mensubunu kaybettiğini hatırlatarak, ''İkiz Kuleleri İslam yıkmadı. Fanatizm yıktı. Kardeşlerim, İslamı sorumlu tutamazsınız, Müslümanları sorumlu tutamazsınız. Sorumlu arıyorsanız fanatiklerdir. Ve fanatikler her dinin içinde var. Sadece Müslümanların içinde yok. Hıristiyanların içinde de Yahudilerin içinde de var. Ve ben de bu kültür merkezinin ziyaretçileri arasında olacağım.'' dedi.
Yahudi Toplum Konseyinden Haham Bob Kaplan da, din ve inanç özgürlüğünün demokrasinin çekirdeği olduğunu ifade ederek, ''Müslümanların mabet kurma hakkını ve ibadet özgürlüğünü savunmak için Belediye Başkanımız Bloomberg'in yanındayız. Tanrı hepimizi kutsasın ve güzel yollardan yürütsün'' dedi.
Cami teröristlerin değil New York'un zaferidir
Ulusal Yahudi Merkezinden Haham Irwin Kula da, ''Bu camii, fanatiklerin göstermeye çalıştığı gibi teröristlerin zaferi değil bu camii, New York'un zaferidir'' dedi. Haham Kula, ''11 Eylül'de kaybettiğim yakınımı ve kızlarımı düşündüğümde bu camiinin inşa edilebilmesi bana gelecek için daha büyük umut veriyor'' diye konuştu. İmam Şemsi Ali de, New York Belediye Başkanına ve toplantıya katılan New York Meclisi Başkanı Christine Quinn'e Müslüman New Yorklular adına teşekkür ederek, ''Bu şehri sadece ekonomik fırsatları için sevmiyoruz. Buranın kültürünü özgürlüğü de seviyoruz. Bu şehirde her dinden insanla barış içinde beraber komşuluk yaparak yaşamayı seviyoruz'' dedi.
Bloomberg'in bir sözü de ''laiklik dersi'' niteliğindeydi. Bu tartışmanın içinde kaybolan temel soru şu'' diyen Bloomberg devam etti; ''Devletin, vatandaşın özel mülkünde mabed inşa etmesine müdahale yetkisi var mıdır? Bu yetki başka ülkelerde devlete verilebilir ama burada asla vermemeliyiz. Bu ülke, devletin hiçbir dini diğerlerinden üstün tutmaması ilkesi üzerine kuruldu. Manhattan'ın bu kesiminde Camiye hayır dersek kendimizi inkar etmiş oluruz.''
Gerçek bir medeniyette devlet vatandaşına hizmet götürürken ya da haklarını korurken, din ayrımı yapmaz. Hepsine aynı mesafede olur. Ama aynı zamanda, yaşam tarzı da dayatmaz. Başörtüsünü yasaklamakla, başörtüsünü zorla giydirmek arasında laiklik ihlali açısından zerre fark yoktur. Milletvekillerinin evlerine muhbir yollayıp hanımının başının kapalı olduğunu öğrendiği milletvekilerine davetiye göndermeyen bağnazlığın da laiklik ile ilgisi yoktur. Bir yere atama yaparken eşi başörtüsü takıyor mu takmıyor mu diye bakacak kamu anlayışının da... Daha 10 yıl önce İstanbul sokaklarından, cami önlerinden amcaların dedelerin inkılap kanunlarına aykırı elbiseler giyindikleri gerekçesiyle polislerce toplandıklarını utanç içinde şahit olduk. Alkollü içki içmemenin kariyerin sonunu getireceği kurumlar var. Nerde bu çağdışı laiklik anlayışı nerde Bloomberg'in laiklik anlayışı...
Biraz keskin cümlelerle dolu bir mektup oldu. Keskinliğin amacı, kendimizi sorgulayabilmemize vesile olması. Şuna inanıyorum. Dünyanın başındaki en büyük bela fanatizmdir. Başkasının haklarını varlığını kabul etmeme, yok etme isteğidir. Birkaç gündür camii tartışmasıyla ilgili haberlerin altındaki okuyucu yorumlarını dikkatle okuyorum. Maalesef Türkiye'de değişik vesilelerle okuduğum birçok yorumun bir örnek kopyası:
''Almanlardan nefret ediyor değilim ama Holokost müzesinin yanına Alman Kültür Merkezi kursalar ona da karşı çıkardım.''
''Amerikalılar uyandığında iş işten geçmiş olacak. Camiiyi bugün durdurmalıyız.''
''Bu camiye izin veren komisyondan devlet yetkililerinden utanıyorum. Gerçek Hıristiyanlar bu camiinin inşasına asla izin vermeyecektir. ''
''Camiye izin vererek, 3000 kişinin katillerini şereflendirmeyin.''
''Müslümanlar, bütün camilerini de toplayıp defolup ülkelerine gitsin. Madem camilerinden vazgeçemiyorlar, bu ülkede yaşamasınlar.''
Ve daha nicesi...
Son sözü Bloomberg'e vereyim: ''Politik tartışmalar gelir geçer. Ancak değerler ve gelenekler kalıcıdır. Bu şehirde Tanrının rahmet ve merhametinden uzak görebileceğimiz tek bir mahalle yoktur. Şu an yanıma toplanmış dini liderlerimiz şahittir.''
Bu tartışma sadece New York için değil, dünyanın her yeri için ibretlik bir bağnazlık imtihanı. Tartışmaların hangi tarafına daha çok empati duyabildiğinize göre bu bağnazlık imtihanında nerde durduğunuzu öğrenebilirsiniz.
Cemal Demir - Haber 7
cemaldemir111@gmail.com
http://www.haber7.com/haber/20100804/Yahudi-baskan-camiyi-gozyasi-dokerek-savundu.php