Haberler:

Hukuk Forumumuza Hoşgeldiniz

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - Avukat

#1141
Alıntı Yapay başına kadar haciz söz konusu olur mu ?

Bu tamamen alacaklı vekilinin takdirinde olan bir husus. Alacaklı vekili isterse elbette haciz işlemlerine devam edebilir. Ama muhtemelen ay başında ödeme yapmanızı bekleyeceklerdir...
#1142



X-Ray cihazından geçebilen uzaktan kumanda şeklindeki silahla Kadıköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gelen Hasan Çoköz,cinayet sanığı Mehmet Emin Soylu'yu gözünden yaraladı.

İçerenköy'deki Setüstü Otomotiv'e 15 Mart 2007'de gelen 4 kişi ile işyerinde bulunanlar arasında silahlı çatışma çıktı. Olayda Mehmet Şerif Şimşek hayatını kaybederken, Serkan Başmanav, Hakan Soylu ve Abdülrezzak Şimşek yaralandı. Şimşek'in yeğeni Erkan Şimşek de 30 Ağustos 2007'de başından 8 kurşunla vurularak öldürüldü. Mehmet Emin Soylu, Mehmet Şerif Şimşek'i öldürdüğü ve Abdülrezzak Şimşek'i yaraladığı iddiasıyla tutuklandı.
Soylu toplam 24 yıl 2 ay hapis cezasına çarptırıldı. Yargıtay'ın kararı bozması üzerine yeniden yargılanmasına başlanan Soylu hakkında dün Kadıköy Adliyesi'nde 2. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada karar verilecekti.

Gözünü kaybetti
Dava görüldüğü sırada, dinleyiciler arasında bulunan Hasan Çoköz, anahtarlık görünümlü silahıyla jandarmalar arasında oturan Soylu'ya 2 el ateş etti. Kurşunlardan biri Soylu'nun sol gözüne isabet etti. Çoköz etkisiz hale getirilirken, Soylu hastaneye kaldırıldı. Soylu'nun gkaybettiği belirtilen göz bebeğinde 6.35 mm  kalibreli bir mermi çekirdeği bulundu.

'Pişman değilim'
Asayiş Şube Müdürlüğü'ne götürülen Çoköz, gazetecilere, "Benim ağabeyimi öldürdüler, ben de onları öldürdüm. Pişman değilim" dedi. Çoköz'ün saldırıyı ortağı Mehmet Şerif Şimşek ile Erkan Şimşek'in ölümünden Mehmet Emin Soylu'yu sorumlu tuttuğu için gerçekleştirdiği ortaya çıktı. Çoköz'ün ifadesinde, "Beni Mehmet Şerif Şimşek yetiştirdi. İntikam almak ve onlara acı vermek için yaptım" dediği belirtildi.

Sinyal vermedi
Olayda kullanılan silahın otopark anahtarlığa benzer bir düzenek içine hazırlandığı, 2 mermi aldığı belirlendi. Silah,  Hâkim Nuh Hüseyin Köse ile Cumhuriyet savcıları nezaretinde adliye girişindeki X-Ray cihazından geçirildi. Cihaz sinyal vermedi. Köse, "Maalesef adliyelerimizde gelişmiş arama cihazları yok" dedi.

http://haber.mynet.com/detay/guncel/adliyede-inanilmaz-olay/547587
#1143
Geçen yıl İstanbul'u sarsan sel felaketinde servis aracında ölen 8 kadın işçiyle ilgili hazırlanan ilk bilirkişi raporunda firma suçlu bulundu. İkinci bilirkişi raporunda ise suçlu doğa oldu

İstanbul'da 31 kişinin öldüğü sel felaketi sırasında servis aracında can veren 8 kadın işçiyle ilgili ikinci bilirkişi raporu şaşırttı. İlk bilirkişi raporunda 4/8 afet, 3/8 fabrika sahibi Mehmet Cevdet Karahasanoğlu, 1/8 oranında ise idare amiri Ferit Göncü'nün kusurlu olduğu belirtilmişti. İtiraz üzerine hazırlanan ikinci bilirkişi raporunda, tüm suçun doğal afette olduğu öne sürüldü.

SULARDA BOĞULDULAR
Halkalı'daki Pameks Tekstil fabrikasında çalışan Güldane Çiftçi, Özlem Ünal, Bircan Karataş, Naciye Karadeniz, Nebahat Salkım, Altun Yüksek, Fikriye Özentürk, Gençay Guli, Gülsüm Şenkoğlu, Sakine Yıldız ve Nuriye Can, 9 Eylül 2009'da fabrikanın servis aracı olarak kullanılan kapalı kasalı kamyonette sıkışıp, yükselen sel sularında boğularak hayatlarını kaybetti.

SAVCILIK CEZA İSTEDİ
Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı, Trafik Kanunu'na göre kullanılması yasak olan kapalı kasa kamyonetle servis taşımacılığı yapıldığını belirterek Mehmet Cevdet Karahasanoğlu, Ferit Göncü ve Mehmet Oğur'un "taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olmak" suçundan 3 yıldan 15 yıla kadar hapisle cezalandırılmasını istedi. Bakırköy 4. Ağır Ceza Mahkemesi, iddianameyi kabul ederek dava açtı. İlk duruşmada ölen kadınlardan dördünün aileleri firma yetkilileriyle anlaştıklarını belirterek, avukatlarıyla birlikte davadan çekildi. Mahkeme Heyeti Başkanı Mevlüt Bayraktaroğlu ise olayla ilgili bilirkişi raporu hazırlanmasını istedi. İlk rapor 4 Mart'ta mahkemeye ulaştı.

'FİRMA SAHİBİ KUSURLU'
Raporda servisin insan taşımaya uygun olmadığı belirtilerek, Mehmet Cevdet Karahasanoğlu'nun uygun araç sağlamasının gerektiği, Ferit Göncü'nün de aracı servis işinde kullandırmaması gerektiği belirtildi. Raporda doğal afetin asli derecede 8'de 4 oranında, Mehmet Cevdet Karahasanoğlu'nun tali derecede 8'de 3 oranında, Ferit Göncü'nün tali derecede 8'de 1 oranında kusurlu bulunduğu, Mehmet Oğur ile ölen kadınların ise kusursuz olduğu anlatıldı. Karahasanoğlu ve Göncü'nün avukatları bilirkişi raporuna itiraz etti. Mahkeme heyeti yeniden bilirkişi raporu alınmasını istedi.

"TEK KUSURLU SEL"
İTÜ' den Prof. Dr. Metin Ergeneman ve Öğretim Görevlisi Murat Kuruoğlu ile İstanbul Üniversitesi'nden Prof. Dr. Ömer Ekmekçi'nin hazırladığı 3 Kasım tarihli ikinci bilirkişi raporu ise 13 Aralık'ta mahkeme dosyasına girdi. Raporda, servisin camlı ya da camsız oluşunun olaya etkisinin olmadığı belirtilerek, şu ifadelere yer verildi: "Şirket yönetim kurulu başkanından, idare amirinden ve aracın şoföründen sel felaketine karşı önlem almalarını beklemek mümkün değildir. Almaları gerekli bir önlem bulunmadığı için olayın meydana gelişinde kendilerinde kusur görülmesi mümkün değildir. Kazanın oluşunda asli ve tek etken meydana gelen doğal afettir."

http://www.sabah.com.tr/Yasam/2010/12/22/butun_suc_dogada
#1144
Merhabalar. Türk Ceza Kanunu'nun 66. maddesine göre "beş yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adlî para cezasını gerektiren suçlarda kamu davası suçun işlendiği tarihten itibaren sekiz yıl" geçmesiyle düşer. Dolayısıyla sizin şikayetlerinizle ilgili şimdilik böyle bir sıkıntı bulunmamaktadır.

Savcılık, talebiniz uyarınca şikayetlerinizle ilgili bir karar verecektir. Bu çerçevede suçla irtbiatı olabilecek tüm şahısların savcılıkça ifadeleri alınacak ve konuyla ilgili tüm deliller de savcılıkça toplanacaktır. Dosyalarda herhangi bir eksiklik olmadığı anlaşıldığında da savcılıkça dosyalar incelenecek ve bu inceleme neticesinde de ya takipsizlik kararı verilecek ya da mahkumiyet kararı... Kolay gelsin...
#1145
Merhabalar. Adresinizin değişmiş olması, oturduğunuz evin başkasının adına kayıtlı olması önemli değildir; alacaklı taraf şayet araştırmalar neticesinde yeni adresinizi tespit ederse (ki bu çok da zor değildir), şu anda ikamet ettiğiniz adrese haciz için elbette gelebilir. Keza alacaklı taraf maaşınıza da haciz uygulanmasını sağlayabilir. Fakat maaşınızın ancak 1/4'ü haczedilebilecektir. Yani maaşınızın 3/4'ü size ait olacaktır. Borç bitene kadar da maaşınızdan 1/4'lük kesintiler yapılmaya devam edilecektir haliyle.

Öte yandan, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararı neticesinde mal beyanında bulunmama suçu da tarihe karıştığından, mal beyanında bulunmamanız halinde bunun herhangi bir kanuni yaptırımı olmayacaktır. Kolay gelsin...
#1146
Merhabalar. Karşılıksız bono düzenlemek, mevzuatımızda suç olarak tanımlanmamıştır. Dolayısıyla bunun bir cezası da bulunmamaktadır. Karşılıksız bono alacaklısının yapabileceği yegane şey, bu bonoya istinaden kambiyo takibine girişmek, yani icra takibi yoluyla alacağını borçlulardan tahsile uğraşmak olabilir ancak. Kolay gelsin...
#1147
T.C.
YARGITAY
15. HUKUK DAİRESİ
E. 2004/2041
K. 2004/5550
T. 2.11.2004

818/m.355,364
2004/m.67
7201/m.11

Yukarıda tarih ve numarası yazılı hükmün temyizen tetkiki davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dosyadaki kağıtlar okundu gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Dava eser sözleşmesinden kaynaklanan alacak nedeniyle yapılan ilamsız icra takibine itiraz üzerine açılmış itirazın iptali istemine ilişkindir. Yerel mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, karar davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Bir kimsenin umumi vekil olması müvekkilin talimatı olmadan bütün davaları takip etme zorunluluğunu ona yüklemez. İcra takibine maruz kalan borçlu vekil marifetiyle takibe itiraz etmiş olsa dahi, itiraz üzerine duran icra takibine devam için alacaklının açtığı itirazın iptali davası bakımından borçlunun itiraz aşamasında tayin ettiği avukatın itirazın iptali davası için de yetkili olup olmadığı davanın açıldığı sırada belli olmadığından, itirazın iptali davası dilekçesinin vekile değil asile tebliği gerekir. Somut olayda dava dosyasına vekaletname ibraz etmeyen, itirazın iptali davasını takip konusunda yetkilendirildiği belli olmayan, icra dosyasına itiraz dilekçesi veren avukata yapılan tebligatla taraf teşkili usulen sağlanmamıştır. Bu nedenle borçluya usulen tebligat yapılıp taraf teşkili sağlanmadan ve davalının savunma hakkı kısıtlanarak karar verilmiş olması doğru olmamış, kararın bozulması gerekmiştir.

Kabul şekline göre de; itiraz dilekçesinde akdi ilişki inkar edilmiş ve yazılı delil de sunulmamıştır. Dava dilekçesinde vs. delil denilmek suretiyle yemin deliline de dayanıldığı halde davacıya yemin hakkı hatırlatılıp sonucuna göre akdi ilişkinin varlığı konusunda karar verilmesi yerine HUMK.nun 288 ve 289. maddelerine aykırı olarak dinlenen tanık beyanları ile akdi ilişkinin varlığının kabul edilmesi doğru olmamıştır. Yine takipten önce temerrüt ihtarının varlığı kanıtlanmadığı halde işlemiş faize hükmedilmesi, alacağın varlığı ve miktarı yargılamayı gerektirip likit olmadığı halde icra inkar tazminatına hükmedilmesi de doğru görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davalının temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davalı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine, 2.11.2004 gününde oybirliğiyle karar verildi.
#1148
Akaryakıt fiyatları aldı başını gidiyor. Öteden beri dünyanın en pahalı benzin ve motorinini kullanan ülke şampiyonluğunu sürdürüyoruz.
Kimileri fiyat artışını vergi yüküne, kimileri yapılan promosyonlara bağlıyor.

Promosyonlar durduruldu fiyat ıkına-sıkına 15 kuruş düştü. Komik bir durum. Konunun sahibi EPDK yani Enerji Piyasaları Denetleme Kurumu. Özerk bir kurum. Ne var ki akaryakıt fiyatı belirleme veya indirme konusunda özerkliği gölgeli. Zira olaya Enerji Başkanlığı da anlayamadığım biçimde müdahil oldu. Böylelikle EPDK özerkliği bırakıp Bakanlığın yan veya bağlı kurumu konumuna düştü.

Gelelim fiyatların düşüp düşemeyeceği sorununa. Önce hampetrol ithal eden bir ülke olduğumuzu unutmayalım. İthalatı da bir devlet firması Türkiye Petrol Rafinerileri AŞ kısaca TÜPRAŞ yapıyor. Taşeron kullandığı da oluyor. Hampetrol, rafineride işlenip piyasaya benzin ve motorin olarak çıkıyor. Eğer dünyada hampetrol fiyatı yükselirse bu artış hemen pompa fiyatına yansıtılıyor. Ayrıca iç piyasada kur artışları da ithal ürünlerde olduğu gibi hampetrole yansıyor. Hem de en acımasız biçimde.

Bu artışlar zorunlu ve itiraz edilmeyecek nitelik taşıyor. Bunun dışındaki artışlar "çok bilinmeyenli denklem" ve işin püf noktasını oluşturuyor. Bu bilinmeyen denklemin aktörleri de, ithalatçı şirket, vergi uygulaması yani Maliye Bakanlığı, dağıtım şirketleri ve bayilerden oluşuyor. Şimdi akaryakıtın ucuzlaması için maliyet analizi yerine kâr maksimizasyonuna bakalım. Elde edilen kârı, 100 birim kabul edersek akaryakıtın ithalattan tüketiciye uzanan yolda ortaya çıkan kâr dağılımı şöyle oluyor: Yüzde 25,5'i TÜPRAŞ'ın, yüzde 65,5'i vergi nedeniyle Maliye Bakanlığı'nın, yüzde 4,5'i dağıtım şirketlerinin ve yüzde 4,5'i de bayilerin oluyor. Görüldüğü gibi aslan payı TÜPRAŞ ve Maliye Bakanlığı'nın olmakta. Dağıtım şirketleri ile bayilere ise yüzde 10'un altında bir kâr kalıyor. Şimdi bu ortamda akaryakıtın ucuzlaması nasıl sağlanır onu irdeleyelim. Önce, vergi indirimiyle derseniz sınıfta kalırsınız. Zira vergiden feragat etmek intihar demektir. Bu adım, bütçe açığını büyütür. Vergi gelirleri düşer. Peşinden enflasyon koşa koşa gelir. Ekonomik denge alt üst olur.

Düzen bunu gerektirir. Maliye'nin gözbebeği akaryakıttan alınan vergilerdir. Vergiyi aradan çekersek geriye hampetrol ithalatçısı şirket, dağıtım şirketleri ve bayiler kalıyor. İşte denklemin şifresi ve "püf noktası" burada. Yüzde 25'lik kâr oranıyla TÜPRAŞ göze batmaktadır. Bu arada ithalatçı şirket, her yıl Türkiye'nin en büyük 500 şirketi arasında en büyük kâr eden olarak ilk sırayı almaktadır. Yani demek istediğim şu ki, TÜPRAŞ kâr oranını yüzde 25'ten yüzde 20 civarına indirse ve yine işin en hafif yükünü üstlenen dağıtım şirketleri de yüzde 3,5 kâr payı ile yetinse, akaryakıtta fiyat optimizasyonu sağlanır. Yani pompa fiyatlarında kuruşluk indirim değil liralık düşüş sağlanır. Ayrıca, işin çilesini çeken, yirmi dört saat açık, kalan üç vardiya istihdam yaratan, dağıtım firmalarının, daha çok satış için çözüm bulduğu promosyonların yükünü çeken, otomasyon masrafı altında ezilen, bayi kârlarını da 4,5'ten 4'e çekerseniz, tüketiciye can yakmayan ve isyan ettirmeyen akaryakıt satarsınız. Bu engellerin kalkması çözüm olur, EPDK'nın kararlılığı da bu işi çözer.

TSK ihtiyacı için stok akaryakıt yanlışı

Akaryakıt fiyatlarının belirlenmesinde sıkıntı yaratan bir unsur da TSK için zorunlu stok ayrılması olmakta. Yasa gereği ki bu harp halinde kullanılması için uygulanıyor, dağıtım şirketleri TSK'ya 20 günlük satış ortalamasına göre stok akaryakıt ayırıyor, ayırmak zorunda tutuluyor.

Bunu, sayıları 50 olan dağıtıcı şirketler uyguluyor. Stok, maliyet hesaplamasında öyle veya böyle bir yük oluşturuyor. Yani savaş anında kullanılması öngörülen akaryakıt stoku barış zamanında fiyatların artmasında rol oynuyor. Bu stoklar en küçük dağıtım şirketinde en az yaklaşık 5 milyon litreyi buluyormuş. 50 şirket bağlamında bu rakam 250-300 milyon litre eder. Bunun parasal karşılığı ise 700-800 milyon lira edermiş. Büyük para. Büyük stok. Belki bu miktar barış zamanında yüzde 60-70 azaltılırsa makro anlamda akaryakıt fiyatlarının biraz daha düşmesine bile yol açar. Ayrıca söz konusu stok eylemi de artık TSK'ya bırakılmalı diye düşünebiliriz. Kendi depolarında kendi ihtiyaçlarını oluşturabilirler.

GÜNÜN SÖZÜ: Sorunlar acelecilikle çözülmez. Goethe.

http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/133840-akaryakit-fiyatinin-ucuzlamasinin-onundeki-engel-makalesi.aspx
#1149
Merhabalar. Elektronik kelepçe ile ilgili kanun değişikliği henüz gerçekleşmedi. Adalet Bakanlığı'nın yürüttüğü çalışmalar tamamlanıp kanun değişikliği bir tasarı halini aldığında konuyla ilgili sağlıklı bir değerlendirme yapılabilecektir. Çalışmalar tasarı haline dönüşmeden yapılacak değerlendirmeler spekülasyondan öteye geçmeyecektir. Kaldı ki tasarı meclise sunulduktan sonra gerek komisyonlarda gerek genel kurulda tasarıda önemli değişikliklerin yapılması da pekala mümkündür. Dolayısıyla bu konuların netleşmesi için şu aşamada beklemekten başka bir çare yok maalesef. Ancak takip ettiğim kadarıyla en azından şu aşamada bahsettiğiniz suçların kapsam dışında tutulma ihtimali yüksek görünüyor. Akşam Gazetesi'nde konuyla ilgili çıkan bir habere göre düzenlemenin şu suçları kapsaması düşünülüyormuş: Adam kaçıranlar, eğitimi engelleyenler, siyasi hakların kullanılmasının engelleyenler, insan üzerinde rızası olmadan bilimsel deney yapanlar, ibadethane ve mezarlıklara zarar verenler, dolandırıcılar, cebir ve tehdit kullanarak siyasi partinin faaliyetlerini engelleyenler, inanç düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleyenler, sendikal hakları engelleyenler, soruşturma veya kovuşturma kesin hükümle sonuçlanıncaya kadar savcı, hakim, mahkeme, bilirkişi veya tanıkları etkilemek amacıyla alenen sözlü veya yazılı beyanda bulunanlar.

Özetle beklemeye devam... Allah kurtarsın, ıslah olmuş şekilde Allah kavuştursun...

http://www.vekil.net/forum/guncel-hukuk-haberleri-paylasim-ve-yorum-bolumu/ceza-infaz-kanunu-degisiyor-elektronik-kelepce-ve-kamuda-calisma-geliyor/
#1150
Merhabalar. Şüphesiz ki O'ndan geldik ve yine O'na döneceğiz. Allah ölen kardeşimize rahmet eylesin, taksiratını affetsin ve hepimize de hayırlı ömür ve hayırlı ölüm nasip etsin inşallah.

5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 13. maddesi aynen şu şekildedir:

     Madde 13 - İş kazası;
     
     a) Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada,
     
     b) (Değişik: 17/4/2008-5754/8 md.) İşveren tarafından yürütülmekte olan iş nedeniyle sigortalı kendi adına ve hesabına bağımsız çalışıyorsa yürütmekte olduğu iş nedeniyle,
     
     c) Bir işverene bağlı olarak çalışan sigortalının, görevli olarak işyeri dışında başka bir yere gönderilmesi nedeniyle asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda,
     
     d) (Değişik: 17/4/2008-5754/8 md.) Bu Kanunun 4 üncü Maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamındaki emziren kadın sigortalının, iş mevzuatı gereğince çocuğuna süt vermek için ayrılan zamanlarda,
     
     e) Sigortalıların, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında,
     
     meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen ya da ruhen özüre uğratan olaydır.
     
     İş kazasının 4 üncü Maddenin birinci fıkrasının;
     
     a) (a) bendi ile 5 inci Madde kapsamında bulunan sigortalılar bakımından bunları çalıştıran işveren tarafından, o yer yetkili kolluk kuvvetlerine derhal ve Kuruma da en geç kazadan sonraki üç işgünü içinde,
     
     b) (b) bendi kapsamında bulunan sigortalı bakımından kendisi tarafından, bir ayı geçmemek şartıyla rahatsızlığının bildirim yapmaya engel olmadığı günden sonra üç işgünü içinde,
     
     c) (Mülga: 17/4/2008-5754/8 md.)
     
     (Değişik paragraf: 17/4/2008-5754/8 md.) iş kazası ve meslek hastalığı bildirgesi ile doğrudan ya da taahhütlü posta ile Kuruma bildirilmesi zorunludur. Bu fıkranın (a) bendinde belirtilen süre, iş kazasının işverenin kontrolü dışındaki yerlerde meydana gelmesi halinde, iş kazasının öğrenildiği tarihten itibaren başlar.
     
     Kuruma bildirilen olayın iş kazası sayılıp sayılmayacağı hakkında bir karara varılabilmesi için gerektiğinde, Kurumun denetim ve kontrol ile yetkilendirilen memurları tarafından veya Bakanlık iş müfettişleri vasıtasıyla soruşturma yapılabilir. Bu soruşturma sonunda yazılı olarak bildirilen hususların gerçeğe uymadığı ve olayın iş kazası olmadığı anlaşılırsa, Kurumca bu olay için yersiz olarak yapılmış bulunan ödemeler, ödemenin yapıldığı tarihten itibaren gerçeğe aykırı bildirimde bulunanlardan, 96 ncı Madde hükmüne göre tahsil edilir.
     
     İş kazası ve meslek hastalığı bildirgesinin şekli ve içeriği, verilme usûlü ile bu Maddenin uygulanmasına ilişkin usûl ve esaslar, Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.


Buna göre kaza iş yerinde, mesai esnasında yahut işverenin tahsis ettiği bir servis aracında gerçekleşmediğinden, bu kazayı hukuken iş kazası olarak kabul etmek mümkün olamayacaktır. Aşağıda emsal bir Yargıtay Hukuk Genel Kurul kararı bulunuyor. İyi çalışmalar...


T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

E:2005/10-496
K:2005/565
T:05.10.2005

506 s. Yasa m. 2,5,11

   Taraflar arasındaki "tespit" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Samsun İş Mahkemesi'nce davanın kabulüne dair verilen 10.05.2004 gün ve 2003/73-2004/321 sayılı kararın incelenmesi davalılar vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesi'nin 17.03.2005 gün ve 2004/11329-2005/2840 sayılı ilamı ile;
   ( ...Davanın yasal dayanağı olan 506 Sayılı Kanunun 5. maddesinde sigortalıların işlerini yaptıkları yerler "işyeri" olarak tanımlandıktan sonra, işin niteliği ve yürütümü bakımından işyerine bağlı bulunan yerler ile dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden veya meslek eğitimi yerleri, avlu ve büro gibi diğer eklentilerin ve araçların da işyerinden sayılacağı açıklanmıştır. İnceleme konusu davada çözümlenmesi gereken husus, kazanın meydana geldiği yerin, kanunun 5. maddesinin 2. fıkrasında açıklanan "işyeri sayılan yer veya eklenti" kapsamına girip girmediğidir.
   Dosya içerisinde yer alan bilgi ve belgelerden, Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı'nın istemi doğrultusunda Karadeniz Teknik Üniversitesi'nce Samsun 2. Dolgu Alanı Peyzaj Planlaması ve Kapalı Fuar Alanı / Otel / Hipermarket / Yönetici Binaları Mimari Projeleri adı altında proje hazırlandığı, mülkiyeti Büyükşehir Belediyesi'ne ait olup sosyal amaçlı restoran ve kafeterya olarak işletilmek üzere davalı A. İnş. Tic. Ltd. Şti.'ne kiralanan Y. yolcu gemisinin, anılan proje kapsamında yerleştirildiği, davalı şirketin proje kapsamındaki diğer alanlarda faaliyeti olmadığı gibi bu alanları kullanma hakkının da bulunmadığı, bu gemide garson olarak çalışan sigortalının gemiden ayrılarak kuş uçuşu olarak 70 metre, yürüme mesafesi olarak da 120 metre uzaklıkta bulunan, proje kapsamında yer alan, halka açık ve Kabotaj Bayramı kutlamalarının yapıldığı beton platformdan denize girip boğulduğu anlaşılmaktadır.
   Bir yerin işyerine bağlı bir yer sayılması için işin ve o işle güdülen amacın daha iyi bir biçimde gerçekleşmesi konusunda sözü edilen yerin işyeri ile faydalı bir bütünlük oluşturması gerekir. Somut olayda, sigortalının işyeri olan gemi ile denize girilip ölüm olayının gerçekleştiği beton platform arasında böyle bir bütünlükten söz edilemeyeceği gibi, anılan yerin eklenti olarak kabulü de olanaksızdır. Bu nedenle dava konusu olayın iş kazası olarak tanımlanamayacağı gözetilmeden, mahkemece yanılgılı değerlendirme sonucu davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
   O halde, davalıların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır... )
   Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
   Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle H.U.M.K.'nun 2494 Sayılı Yasa ile değişik 438/11. fıkrası hükmü gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
   KARAR : A- DAVACI İSTEMİNİN ÖZETİ: Davacı, Samsun'da bulunan Y. gemisinde işçi olarak çalışan eşinin denize düşerek boğulduğunu belirterek, "Meydana gelen olayın iş kazası sayılarak, hak sahiplerine gelir bağlanmasına, davalı SSK'nın aksi işleminin iptaline karar verilmesini" istemektedir.
   B- DAVALI YANITININ ÖZETİ: Sosyal Sigortalar Kurumu ve işveren şirket, sigortalının iş ve işyeri ile ilgisi bulunmayan bir nedenle kazaya uğradığını, zararlandırıcı olayın iş kazası sayılamayacağını savunmaktadırlar.
   C- YEREL MAHKEME KARARININ ÖZETİ: Sigortalının boğulduğu yerin, işverenin görüş ve hakimiyet alanı içinde bulunduğu, işyeri ile faydalı bir bütünlük oluşturup, işyerine bağlı yer olarak kabul edilmesi gerektiği belirtilerek, meydana gelen olay iş kazası olarak kabul edilmiştir.
   D- TEMYİZ EVRESİ, BOZMA VE DİRENME: Davalılar vekillerinin temyizi üzerine hüküm özel dairece yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; mahkemece, boğulma olayının meydana geldiği yerin işyeri ile faydalı bir bütünlük oluşturan, işyerine bağlı yer olarak kabulünün gerektiği belirtilerek, meydana gelen olay iş kazası olarak kabul edilerek direnme kararı verilmiştir.
   E- GEREKÇE: Yasa koyucu, SSK uygulaması yönünden hangi olayın iş kazası sayılacağını
   506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 11. maddesinde tanımlamıştır. Maddeye göre;
   "A ) İş kazası, aşağıdaki hal ve durumlardan birinde meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedence veya ruhça arızaya uğratan olaydır:
   a ) Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada,
   b ) İşveren tarafından yürütülmekte olan iş dolayısıyla,
   c ) Sigortalının, işveren tarafından görev ile başka bir yere gönderilmesi yüzünden asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda,
   d ) Emzikli kadın sigortalının çocuğuna süt vermek için ayrılan zamanlarda,
   e ) Sigortalıların, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere toplu olarak götürülüp getirilmeleri sırasında" meydana gelen olaylar iş kazası olarak tanımlanmıştır.
   Bu bakımdan 11. madde teknik yönden tanımlayıcı hukuk kuralıdır. Bunun uygulamaya ilişkin sonucu ise; bir olayın iş kazası sayılıp sayılmayacağı anılan maddenin tanımı ve öngördüğü unsurlar çerçevesinde belirlenebileceğidir. Yasanın açık hükümleri bir yana bırakılarak, iş kazası kavramının unsurlarının belirlenmesine olanak yoktur. Bir olayın iş kazası sayılabilmesi için, sigortalıyı bedence ve ruhça zarara uğratan olayın maddenin belirlediği "hal ve durumlardan" birinde meydana gelmiş bulunması gerekli ve yeterlidir. Bu sınırlı durumlar dışında meydana gelen ve sigortalıyı ruh ve bedence zarara uğratan olayların iş kazası olarak kabulüne olanak bulunmamaktadır. Anılan "hal ve durumlar", çoğunlukla iş ve işyerine ilişkindir.
   Maddenin ( a ) bendine göre sigortalıyı zararlandıran olay, işyerinde bulunduğu sırada meydana gelmişse olay bir iş kazası olarak kabul edilecektir. 506 Sayılı Kanunun 5. maddesinde işyerinin tanımı yapılmakta ise de, işyeri ve özellikle işyerinin sınırlarının belirlenmesi noktasında uyuşmazlıklar çıkmaktadır. Madde hükmüne göre;
   "Bu kanunun uygulanmasında, 2'nci maddede belirtilen sigortalıların işlerini yaptıkları yerler "İşyeri" dir.
   İşin niteliği ve yürütümü bakımından işyerine bağlı bulunan yerlerle dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden veya meslek eğitimi yerleri, avlu ve büro gibi diğer eklentiler ve araçlar da işyerinden sayılır."
   Maddede, "işyerine bağlı bulunan yer", "eklentiler" ve "işyerinden sayılır" yerlerden söz edilmektedir. Bir yerin "işyerine bağlı" ve "işyerinden sayılır" yer niteliğini kazanabilmesi için asıl işyeri ile fiziksel, ekonomik ve hukuksal bütünlük içinde bulunması gerekmektedir. Bu ayrım, iş kazası nedeniyle doğan hak ve yükümlülükler açısından farklılık yaratmamaktadır. Bu yerin "işyerinden sayılması"nın amacı; bunların asıl işyeri ile bütünlük oluşturmasından ve aralarında organik bir bağın bulunmasından ötürüdür. Dikkat edilecek husus, işin niteliği ve yürütümü açısından iki yer arasında bir bağımlılık ilişkisi bulunması gerektiğidir. "İşin niteliği yönünden bağımlılık"tan, belirli bir mal üretmek veya hizmet sunmak amacıyla yürütülen işlerin birbirlerini tamamlamaları; "işin yürütümü bakımından bağlılık"tan; üretim ya da hizmet sunma işlerinin bir elden yönetilecek biçimde örgütlenmesi, anlaşılmalıdır. Başka bir ifadeyle, bir işverene ait çeşitli işler görülen yerlerin tek bir işyeri sayılabilmeleri için, bu yerlerde görülen işlerin aynı amaca yönelik olmaları, aynı yönetim organizasyonu altında örgütlenmiş olmaları aranmaktadır.
   İşin niteliği ve yürütümü bakımından işyerine bağlı bulunma; işin ve işle güdülen amacın daha iyi bir biçimde gerçekleşmesi için sözü edilen yerin işyeriyle yararlı bir bütünlük oluşturması anlamındadır. Eğer bir yer, asıl işyeriyle böylesine bir bağ ile bir bütünlük oluşturmuyorsa, bu durumda, "işyerinden sayılan yer" değil, bağımsız ve ayrı bir işyeri söz konusu olacaktır. Bağlantının fiziki ve ekonomik bir nitelik taşıması yanında, hukuksal bir niteliği de sahip olması asıldır. Asıl işyeriyle hukuksal bağı olmayan yer, şayet koşulları varsa bağımsız ve ayrı bir yerdir. İşyeri kapsamında ele alınan "diğer eklentiler" de maddede örnekleme yoluyla sayılmıştır.
   İşyeri kavramı, asıl işyerini, işin niteliği ve yürütümü bakımından asıl işyerine bağlı bulunan yerleri, eklenti ve araçları içeren bir bütünlük ifade etmektedir.
   506 Sayılı Kanunun 11/ A-b bendinde ise; işveren tarafından yürütülmekte olan iş dolayısıyla meydana gelen kazanın iş kazası sayılması halini içermektedir. Bu hükme göre, kaza işyerinde meydana gelmese bile, diğer bir ifadeyle; işverenden alınan talimat uyarınca, görevle ya da işin gereği olarak işyeri dışında bir yere gönderilme, gitme halinde de iş kazası söz konusu olacaktır. Ayrıca 11/A-c bendi uyarınca sigortalının görevle bir başka yere gönderilmesi halinde, asıl işini yapmaksızın geçen zaman birimi içinde uğradığı tüm kazalar, sigortalının bu zaman diliminde de işverenin otoritesi altında olduğu varsayımına dayalı olarak iş kazası olarak nitelendirilebilecektir.
   Davada bu ilkeler ışığında, somut olayın özelliklerine bakarak çözüme ulaşılmalıdır.
   Davaya konu somut olayda; sigortalının, mülkiyeti büyükşehir belediyesine ait olan ve sosyal amaçlı restoran ve kafeterya olarak işletilmek üzere davalı şirkete kiralanan, karaya sabitlenmiş durumdaki Y. yolcu gemisinde garson olarak çalışmakta olduğu, geminin yerleştirildiği küçük liman-barınak alanını da içeren dolgu sahada peyzaj planlamaları ile kapalı fuar alanı, otel, hipermarket, yönetici binaları adı altında projeler hazırlandığı, dosyaya sunulan kira sözleşmesi ve Samsun Büyükşehir Belediyesi yazılarından, sadece adı geçen geminin davalı şirkete ( sosyal amaçlı restoran ve lokanta olarak ) kiraya verildiği, bu işin icrası sırasında dolgu bölgedeki diğer alanları kullanma haklarının bulunmadığı belirlenmektedir. Davacı murisi-sigortalı, öğle saatlerinde bir garson arkadaşından 10 dakika kendi yerine bakmasını istemiş, dönmemesi üzerine yapılan aramalarda, gemiden 120 metre uzakta ve halka açık, tören alanı olarak kullanılan ve demir parmaklıklarla çevrili yerde giysileri, birkaç metre ileride, denizde ise cesedi bulunmuştur. Olayın meydana geldiği yer Kabotaj Bayramlarında tören alanı olarak kullanılmakta olup, diğer günlerde halka açık gezinti yeri olarak değerlendirilmektedir. İşyeri olarak kullanılan geminin bağlı bulunduğu bölgenin çok ilerisinde, işin niteliği ve yürütümü bakımından "işyerine bağlı" ve "eklenti" niteliğiyle "işyerinden sayılır" yerler kapsamında olmadığı, o işle güdülen amacın daha iyi biçimde gerçekleşmesi konusunda sözü edilen yerin işyeri ile faydalı bir bütünlük oluşturmadığı görülmektedir.
   Zararlandırıcı olay, işveren tarafından yürütülmekte olan iş dolayısıyla meydana gelmediği gibi, işveren tarafından görev ile başka bir yere gönderilmesi yüzünden asıl işini yapmaksızın geçen zaman diliminde meydana geldiği de iddia edilmiş ve kanıtlanmış değildir.
   Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında ve yukarıda açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen özel daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
   SONUÇ : Davalılar vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının özel daire bozma kararında gösterilen ve yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı H.U.M.K.'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 05.10.2005 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
#1151
Merhabalar. Bu konu bir dönem Yargıtay Kararlarında çokça tartışılmış ve konuyla ilgili birbiriyle çelişen kararlar verilmişti. Özetle ifade etmek gerekirse, Türk Ticaret Kanunu'nun 692 ve 693 üncü maddelerinde yer alan hükümlerden bahisle;

- Yargıtay 12. Hukuk Dairesi'nin 25.5.1995 tarih, 7982 Esas, 7596 sayılı Kararında, çek üzerindeki keşide gününün resmi takvime göre imkansız bir tarih olmaması gerektiğinin, 30 Şubat tarihini taşıyan çeklerin çek niteliğinde olmadığının,

- Yargıtay 10. Ceza Dairesi'nin 5.6.1995 tarih, 4457 Esas sayılı Kararında ise takvim yılı içinde 31 gün çeken ayların mevcut bulunması nedeniyle, 30 gün çeken aylara ait çekler üzerine gün olarak 31 yazılmasının imkansız bir tarih değil, o ayın son günü keşide edilmiş gibi kabul edilmesinin kararlaştırıldığı belirtilmiş ve buna göre, Şubat ayı 28 çeken bir yılda 29 Şubat keşide tarihli bir çekin 28 Şubat günü, 31 Nisan veya 31 Kasım keşide tarihli çeklerin 30 Nisan ve 30 Kasım tarihlerinde keşide edildiğinin kabul edilmesi gerektiği, ancak takvimde 32, 33 gibi günler ile 30 Şubat gününün bulunmaması nedeniyle bu tür imkansız tarih taşıyan çeklerin çek niteliğini haiz olamayacağı vurgulanarak, keşide edildiği gün gösterilmemiş veya takvime göre imkansız bir tarihe keşide edilmiş çeklerin bankalararası takas odalarına ibraz edilmemesi istenmişti.

Ancak Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 2004/10-200 Esas, 2004/218 numaralı Kararı'nda; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 21.6.2000 tarih, 2000/1011-1076 sayılı Kararı'nda, "tanzim tarihinin 30.02.1997 yazılmasının, belgenin bono olma özelliğini ortadan kaldırmayacağı, bunun yanılgıdan kaynaklandığı, tanzim tarihinin Şubat ayının son günü olarak kabul edilmesi lazım geldiği", 12. Hukuk Dairesinin 5.11.2001 gün ve 16461-17872 sayılı Kararı'nda "çekteki keşide tarihinin 31.02.2001 olarak yazılmasının çekin niteliğini etkilemediği, çekin Şubat ayının son gününde keşide edilmiş sayılması gerektiği" vurgulandığı belirtilerek, takvimde bulunmayan 32 ve benzeri diğer tarihlerin keşide tarihi niteliğinde kabul edilemeyeceği, dolayısıyla takvimimizde bazı aylarda bulunabilen 31. günün imkansız bir tarih sayılamayacağı, keşide tarihi 31.02.2002 olarak gösterilmiş bulunan çekin 28.02.2002 tarihinde keşide edilmiş sayılması gerektiği kararlaştırılmıştır.

Yargıtay'ın yeni kararlarında 29, 30 ve 31 Şubat keşide tarihli çeklerin Şubat ayının son günü keşide edilmiş sayılacağı kabul edildiğinden, bu konuda çok fazla bir sıkıntı yaşamazsınız diye düşünüyorum. Ancak çeki ibraz edeceğiniz banka Yargıtay'ın konuyla ilgili eski kararlarını ileri sürerek size zorluk çıkartabilir; bu sebeple şimdiden banka nezdinde bir nabız yoklayarak bankanın konuyla ilgili uygulamasını öğrenmeniz, şayet banka bu tür çekleri kabul etmiyorsa, keşide tarihini düzelttirmeniz en sağlıklı yol olacaktır. Kolay gelsin...


Konuyla ilgili Yargıtay Kararlarından örnekler:

T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2001/16461
K. 2001/17872
T. 5.11.2001

6762/m.692,708/1

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı merci kararının müddeti içinde temyizen tetkiki Alacaklı vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü :
KARAR : Dayanak çeklerden 31/01/2001 tarihli, keşide yeri İstanbul olan çekte muhatab banka Gençosman/Bursa Şubesidir. Hal böyle olunca TTK. 708/1. Madde hükmü gereği keşide edildiği yerden başka bir yerde ödenecek çek, ( 1 ) ay içinde muhataba ibraz edileceğinden merciin itirazı bu kural dahilinde değerlendirmesi gerekirken 10 günlük sürede ibraz olmadığından bahisle itirazın kabulü isabetsizdir.
Takip dayanağı 31/02/2001 tarihli çeke yönelik temyiz isteminin incelenmesinde ise; Keşide tarihinin 31/02/2001 olarak yazılmış olması halinde, bu durumun belgenin çek olma özelliğini ortadan kaldıracağını kabul etmek aşırı bir şekilcilik olup, hakkın zayiine neden olacağı cihetle, Dairemizce oluşturulan içtihatlar doğrultusunda çek vasfına etkili değildir. Her ne kadar şubat ayının 31. günü sözkonusu olamaz ise de, keşide tarihinin bu şekilde gösterildiği çeklerde dahi bunun somut olayda izlendiği gibi birbirini takip eden tarihlerde düzenlenen çeklerde müteakip ayın aynı günü yazılarak anılan hatanın maddi yanılgıdan kaynaklandığının ve bu eksikliğin çekin niteliğini etkilemediğini ve şubat ayının son gününde keşide edilmiş sayılacağının kabulü gerekir. O halde, sözü edilen çek yönünden de bu gerekçeyle süresinde ibraz edilmediğine ilişkin şikayet değerlendirilmeden evrak üzerinde itirazın kabulü doğru değildir.
SONUÇ : Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile merci kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK.366. ve HUMK.428. maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA ), 05/11/2001 gününde oybirliğiyle karar verildi.


T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 1995/10-378
K. 1996/13
T. 13.2.1996

3167-1/m.16
6762/m.692,693

DAVA: Karşılıksız çek düzenlemek suçundan sanık S.G.`nin beraatine ilişkin Beyoğlu 1. Asliye Ceza Mahkemesi`nce verilen 8.3.1994 gün 554/277 sayılı hükmün katılan vekili tarafından temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesi 20.9.1994 gün 7580/11206 sayı ile;
"1. Suç konusu çekte yazılı 31.9.1992 tarihinin takvimle imkansız bir tarih olmayıp eylül ayının son gününü belirlediği bu nedenle yazılı tarihin keşide tarihi olarak kabulü gerektiği cihetle, TTK`nun 692 ve 693. maddeleriyle 3167 sayılı Yasanın 3. maddesi amir hükümlerine göre çek unsurlarını içeren belgenin yasal süre içinde muhatap bankaya ibrazında karşılıksız çıkması.
A - Düzeltme hakkı ihtarnamesinin çeki keşideci sıfatıyla imzalayan Y.G. adına düzenlenip usulüne uygun olarak tebliği,
B - S.G.`ye ait hesaptan çek keşide eden sanık Y.G.`nin bu hesaptan çek keşide etme yetkisi olup olmadığının araştırılmaması,
C - İddianamede sadece ismi yazılı Y.G.`nin nüfus kayıtları idianameye eklenerek savunmasının alınması,
D - Hususları gözönünde tutularak 3167 sayılı Yasanın 16. maddesine muhalefet suçunun oluşacağı gözetilmeden yazılı şekilde beraat kararı verilmesi.
Kabule göre de,
2 - S.E.`ye ait hesaptan suç konusu çeki keşide eden sanık Y.G.`nin bu hesaptan çek keşide etmeye yetkili olup olmadığı araştırılıp yetkili olmadığının anlaşılması halinde tasarrufa yetkili bulunmadığı hesaptan çek düzenleyip müştekiye verme şeklinde oluşan eylemin dolandırıcılık suçunu teşkil edip etmediğinin tartışılmaması,
3 - İddianame ile kamu davası açılan sanık Y.G. hakkında hüküm kurulması isabetsizliğinden bozmuş,
Yerel mahkeme 21.3.1995 gün ve 1336/271 sayı ile;
"Ceza Genel Kurulu`nun 14.2.1994 gün ve 13/40 sayılı kararında, 31.6.1990 tarihi, olmayan bir tarih olduğundan çekin yasal unsurlarının gerçekleşmediği belirtilmiştir. Bu nedenle sanığın düzenlediği çekteki 31.9.1992 olan keşide tarihi, olmayan bir tarihtir. Dosya kapsamından da dolandırıcılık suçunun unsurlarının oluşmadığı anlaşılmıştır" gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.
Bu hükmün de Yargıtay`ca incelenmesi katılan vekili tarafından süresinde istenildiğinden dosya; Yargıtay C. Başsavcılığı`nın "bozma" istemli 8.12.1995 günlü tebliğnamesiyle Birinci Başkanlığa gönderilmekle Ceza Genel Kurulu`nca okundu gereği konuşulup düşünüldü;
KARAR: Karşılıksız çek düzenlemek suçundan sanık hakkında açılan davada, Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık 31.9.1992 keşide tarihli çekin geçerli olup olmadığına ilişkindir.
Dosya içeriğine göre, Y.G. tarafından keşide edilen 31.9.1992 günlü hamiline yazılı olan çek, 2.10.1992 tarihinde bankaya ibraz edildiğinde karşılığı çıkmamıştır. Sanık, iddianın doğru olduğunu ancak borcunu ödediğini söylemiştir.
TTK`nun 692 nci maddesi uyarınca çekte, keşide gününün belirtilmesi şarttır. Keşide günü; ibraz süresi, düzenleyenin ehliyeti ve keşidecinin iflası halinde iflas tarihinden önce düzenlenip düzenlenmediği yönlerinden önem taşımaktadır. Bu nedenle çekteki keşide gününün belli ve mümkün olması gerekir. Tarihin beli olması, bu konuda değişik anlamlar çıkarılmayacak şekilde açık olmasıyla sağlanabilecektir.
Çekte, imkansız bir tarihin keşide günü olarak gösterilmesi, mesela 31 Nisan 1975 veya 29 Şubat 1975 denmesi halinde, bu durumun senedin çek olma niteliğini mutlaka düşüreceğini kabul etmek, aşırı bir şekilcilik yaratabilir. Bu gibi hallerde, keşide tarihini 30 nisan veya 28 şubat olarak kabul etmekte fayda vardır. Çünkü hususlarda kolaylıkla yanılmak mümkündür. Buna karşılık, keşide tarihinin mantığa açıkça aykırı şekilde gösterilmesi halinde, çekin geçersizliğini kabul etmekten başka çare kalmaz. Mesela 32 Nisan 1975 denmişse artık senedin çek olma niteliğinden bahsetmek mümkün değildir. ( Doç.Dr. Fırat Öztan, Kıymetli Evrak Hukuku, sh. 643 )
Suça konu çekin keşide tarihi 31.9.1992 olup, 30 yerine 31 yazılması, takvimde hiç olmayan bir tarih olarak kabul edilemez. Eylül ayının son günü olduğu düşünülerek 30 eylül yerine 31 eylül yazılmıştır. Bu nedenle keşide tarihinin ayın son günü olduğu dikkate alınarak, ibraz süresi bu tarihe göre hesaplanmalıdır. Sanık, Keşide ve ibraz tarihine itiraz etmemiştir. Sanığın iradesi dışına çıkılarak, keşide terihinin yok sayılması halinde, eylemin dolandırıcılık suçunu oluşturduğunun kabulu gerekecektir. Bu durum ise, sanığın aleyhine sonuç doğuracaktır.
Bu nedenle; keşide tarihinin takvimdeki imkansızlık söz konusu olduğu takdirde geçersiz sayılacağı, suç konusu çekte yazılı 31.9.1992 tarihinin takvimde imkansız olan bir tarih olmayıp 30 Eylül olarak kabulünün mümkün olduğu gözetilmeden önceki hükümde direnilmesi isabetsizdir. Yerel Mahkeme direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan kurul üyelerinden 4. Ceza Dairesi Başkanı Sami SELÇUK:
"Yüce Ceza Genel Kurulu`nun 1.6.1987 tarih ve 95/321 sayılı kararına yazdığım karşıoyda, mütevazi yapıtımda da ayrıntılarıyla belirttiğim üzere kusurlu ( eksik öğeli ) çek, çek olarak keşide edilmiş ve verilmişse, ceza hukuku açısından yeterlidir ve eylem 3167 sayılı Yasa`nın 16. maddesine girer. Nitekim yasamızın alındığı Fransa ile Belçika, İtalya ve bunlardan esinlenen Zaire`de öğreti ve uygulama bu konuda görüş birliği içindedir ( Çek Suçları, 1993, s. 92-107 ). Karar bu nedenle bozulmalıdır." Biçimindeki değişik gerekçeyle hükmün bozulması gerektiği doğrultusunda oy kullanmıştır.
SONUÇ: Açıklanan nedenlerle, tebliğnamedeki düşünce gibi Yerel Mahkeme direnme hükmünün bozulmasına, 13.2.1996 günü gerekçede oyçokluğu, bozmada oybirliğiyle karar verildi.


T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2001/22490
K. 2002/1007
T. 22.1.2002

6762/m.692,693

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mercii kararının müddeti içinde temyizen tetkikinin alacaklı vekilince istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : İcra takibinin dayanağı çeklerden 30.2.2001 keşide tarihli ve 350.000.000.-TL. miktarlı olan için Mercii Hakimliğince keşide tarihinin belirli olmadığından bahisle ve belgenin çek olarak kabulünün mümkün bulunmadığından söz edilip takibin iptal edildiği anlaşılmaktadır. Keşide tarihinin 30.2.2001 olarak yazılmış olması halinde bu durumun belgenin çek olma özelliğini ortadan kaldıracağını kabul etmek aşın bir şekilcilik olup hakkın zayiine neden olur. Her ne kadar Şubat ayının 30. günü söz konusu olamaz ise de, keşide tarihinin bu şekilde gösterildiği çeklerde dahi bunun yanılgıdan kaynaklandığının ve bu eksikliğin çekin niteliğini etkilemediğinin ve Şubat ayının son gününde keşide edilmiş sayılacağının kabulü gerekir. O halde sözü edilen çek yönünden de itirazın reddi yerine kabulü isabetsizdir.
SONUÇ : Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mercii kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK. 366 ve HUMK.nun 428.maddeleri uyarınca BOZULMASINA, 22.1.2002 gününde oybirliğiyle karar verildi.


T.C.
YARGITAY
19. HUKUK DAİRESİ
E. 2000/5759
K. 2000/8600
T. 12.12.2000

2004/m.67/1

DAVA: Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
KARAR : İİK'nun 67/1. maddesi hükmüne göre takip talebine itiraz edilen ve itirazın kaldırılması için mercii'e müracaat etmek istemeyen alacaklı itirazın tebliğ tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak umumi hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebilir. Somut olayda alacaklının itirazın kaldırılması talebi İcra Tetkik Mercii'nce reddedildiğinden ancak genel mahkemede alacak davası açabilir. Mahkemece bu yönler gözetilerek itirazın iptali davasının alacak davası olarak kabul edilip sonuçlandırılması gerekirken itirazın iptali davası olarak hükme bağlanması doğru görülmemiştir.
Öte yandan, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21.6.2000 tarih, 2000/12-1011-1076 sayılı kararında, tanzim tarihinin 30.2.1997 olarak yazılmış olması halinde bu durumun belgenin bono olma özelliğini ortadan kaldıracağını kabul etmenin aşırı bir şekilcilik olup, hakkın zayiine neden olacağı belirtilmiş ve ayrıca, Şubat ayının 30. günü söz konusu olamaz ise de, tanzim tarihinin bu şekilde gösterilmesi halinde bunun yanılgıdan kaynaklandığı ve bononun niteliğini etkilemeyeceği düşünülerek, tanzim tarihinin şubat ayının son günü olarak kabulü gerektiği benisenmiştir. Mahkemece, dava konusu çekin keşide tarihinin 30.2.1999 olarak yazılmış olması nedeniyle çek niteliğinde bulunmadığının kabulü de bu bakımdan isabetli değildir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün ( BOZULMASINA), bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, peşin harcın istek halinde iadesine, 12.12.2000 gününde oybirliğiyle karar verildi.



T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2004/10-200
K. 2004/218
T. 21.12.2004

3167-1/m.16
6762/m. 692, 693

DAVA : Karşılıksız çek düzenlemek suçundan sanık Yusuf Y...'ın 3167 sayılı Yasanın 16. maddesinin 1 ve 3.fıkraları uyarınca 2.500.000.000 lira ağır para cezasıyla cezalandırılmasına,1 yıl süreyle bankalarda çek hesabı açmaktan yasaklanmasına, 200.000.000 lira maktu vekalet ücretinin KDV'si ile birlikte sanıktan alınıp müdahil vekiline verilmesine ilişkin Ankara 22. Asliye Ceza Mahkemesinden verilen 18.06.2003 gün ve 252-758 sayılı hüküm sanık vekili tarafından temyiz edilmekle dosyayı inceleyen Yargıtay 10.Ceza Dairesince 20.09.2004 gün ve 7516-8771 sayı ile;
"... Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 03.01.1994 gün ve 1993/10-334 esas, 1994/4 karar ve 13.02.1996 gün ve 1995/10-378 esas, 1996/13 karar sayılı ilamlarında açıklandığı ve TTK' nun 692. maddesinin 5.fıkrasında gösterildiği üzere çek üzerinde keşide gününün yazılmış olması ve ( gün, ay, sene ) şeklinde tam olarak gösterilmesi ve yazılan tarihin de resmi takvime göre imkansız bir tarih olmaması gerekmektedir. Resmi takvimimize göre Şubat ayının 4 yılda bir 29 gün çektiği bir vakıa olup bu nedenle de imkansız bir tarih olduğundan söz edilemez ise de, suç konusu 31.02.2002 tarihli çekte Şubat ayında "31" gün bulunmayıp imkansız bir tarih olması nedeniyle keşide tarihinin varlığından söz edilemeyeceğinde kuşku bulunmamaktadır.
TTK'nun 692 ve 693.maddelerinde öngörülen zorunlu öğeleri taşımayan ve karşılığı bulunmayan suç konusu belgeyi müdahile ödeme aracı olarak vermek şeklinde oluşan eylemin di-ğer unsurları itibarıyla oluştuğunun belirlenmesi halinde "dolandırıcılık" suçunu teşkil edip etmediği karar yerinde tartışılmadan yazılı şekilde hüküm kurulması..." isabetsizliğinden hükmü bozmuştur.
Yargıtay C.Başsavcılığı bu karara karşı 19.10.2004 gün ve 173631 sayı ile;
"...3167 Sayılı Yasanın konusu olan çekin, Türk Ticaret Yasasında tanımı yapılmamış,
Ancak;
Yasanın 692 nci maddesinde unsurları düzenlenmiş, 5 inci fıkrasında yer alan "keşide günü" de zorunlu şekil unsuru olarak gösterilmiştir.
Çekte keşide tarihi, açık ve seçik, gün, ay ve yıl olarak yazılmalıdır. Takvimde, aylar yönüyle bulunmayan 30-31 Şubat, 31 Nisan gibi tarihlerin geçersiz sayılması aşırı biçimsellik olacağından; takvimde olan 31 inci gün de dahil, tarihleri geçerli sayıp bunun dışında yazılı olan tarihleri,sözgelimi; Şubat 32 ve Nisan 32'yi geçersiz saymak gerekmektedir. ( Gönen Eriş, Uygulamalı Çek Hukuku, Eylül 2000, sayfa 21 )
Yargıtay Yüksek 12. Hukuk Dairesinin 15.10.1998 tarih,1998/10040-10877 sayılı ilamında "Keşide tarihinin 30.2.1998 olarak yazılmış olması halinde bu durumun belgenin çek olma özelliğini ortadan kaldıracağını kabul etmek aşırı bir şekilcilik olup hakkın zayiine neden olur. Her ne kadar Şubat ayının 30.günü söz konusu olamaz ise de, keşide tarihinin bu şekilde gösterildiği çeklerde dahi bunun yanılgıdan kaynaklandığının ve bu eksikliğin çekin niteliğini etkilemediğinin ve Şubat ayının son gününde keşide edilmiş sayılacağının kabulü gerekir." görüşü belirtilmiş, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21.06.2000 tarih, 2000/1011-1076 sayılı kararında da aynı görüşle " 30.02.1997" tarihi, Şubat ayının son günü olmak üzere keşide tarihi niteliğinde kabul edilmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13.02.1996 tarih, 1995/378-1996/13 sayılı kararında da benzer görüşle keşide tarihi olarak yazılan "31.09.1992" tarihi de Eylül ayının son günü olmak üzere kabul edilmiştir.
Anılan kararlarda da belirtildiği gibi; takvimde bulunmayan tarihler "imkansız tarih" olmalıdır. Ocak, Mart, Mayıs, Temmuz, Ağustos, Ekim ve Aralık ayları, takvimde 31 gün olduğuna göre; 31 tarihi, imkansız tarih değildir. Bu nedenle, maddi yanılgı olup yazıldığı ayın son gününü keşide tarihi olarak gösterdiği kabul edilmelidir. Karşıt düşünce, takvim günü dışındaki takvim tarihlerinin, keşide tarihi olamayacağı sonucunu yukarda belirtilen kararlara da aykırı biçimde ortaya çıkaracaktır. Takvimde bulunmayan 32 ve benzeri diğer tarihlerin ise keşide tarihi niteliğinde kabul edilemeyeceği kuşkusuzdur.
Dava konusu çekin keşide tarihi de 31.02.2002'dir. Sanık ve müdahil, keşide ve ibraz tarihine itiraz etmemişler ve çek, yasal süresinde; 28.02.2002 tarihinde ibraz edilmiştir. 31.02.2002 tarihinin yanılgı sonucu yazıldığı ve keşide tarihinin "28.02.2002" olduğunun kabulü gerekmektedir. Aksi durumda, zorunlu şekil koşullarını taşımayan belge çek olarak kabul edilemeyecek ve sanık aleyhine sonuç doğurarak eylemi, dolandırıcılık suçunu oluşturacaktır..." görüşü ile itiraz yasa yoluna başvurarak Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, Yerel Mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle Yargıtay Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Sanığın 31.02.2002 tarihli olarak keşide ettiği çekin karşılıksız çıkması nedeniyle yargılanıp 3167 sayılı Yasanın 16/1. maddesi uyarınca cezalandırılmasına karar verilen olayda Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık, suça konu çekin keşide tarihine ilişkin öğe yönünden geçerli olup olmadığına ilişkindir.
Kambiyo senedi ve ödeme aracı olan "çek"in unsurları Türk Ticaret Yasasının 692. maddesinde sayılmış, "keşide gün ve yeri" de çekin asli unsurları arasında gösterilmiştir. Aynı Yasanın 693. maddesinde ise, unsurlardan birinin eksikliği halinde senedin "çek" olarak kabul edilemeyeceği belirtilmiştir.
Öte yandan keşide tarihi, gerek çeklerin ibrazı için TTY'nın 708. maddesinde öngörülen sürelere başlangıç oluşturması, gerekse keşidecinin hukuki ehliyetinin tayin ve tespiti bakımlarından önemlidir. Bu nedenle, keşide tarihinin belirli ve mümkün bir tarih olması, gün, ay ve yıl şeklinde tam olarak gösterilmesi gerekir. Tarihin tam belirlenmeye elverişsiz olduğu veya günün imkansız bir tarihe ilişkin bulunduğu hallerde, senedin "çek" niteliğine sahip olmadığı kabul edilmelidir.
Resmi Takvimimizde ise bir yılda 12 ay bulunmaktadır. Bunlardan Ocak, Mart, Mayıs, Temmuz, Ağustos, Ekim ve Aralık aylarında ( 31 ), Nisan, Haziran, Eylül ve Kasım aylarında ( 30 ), Şubat ayında ise her dört yılda bir ( 29 ), diğer yıllarda ( 28 ) gün mevcuttur. Dolayısıyla Takvimimizdeki bazı aylarda bulunabilen 31. gün imkansız bir tarihe ilişkin sayılamaz. Kaldı ki, aylık vadelerle ödenecek bazı borçlar için seri biçimde birden çok bono veya çek düzenlemek ve ödeme tarihini de ayın son gününe denk getirmek isteyenlerin, alışkanlığın etkisiyle, tüm aylar bakımından ödeme gününü dalgınlıkla ( 31 ) olarak yazmaları ticari hayatta sıklıkla görülebilen bir yanılgıdır.
Bu durumun belgenin çek olma özelliğini ortadan kaldıracağını kabul etmek aşırı şekilcilik olup, bir hakkın yitirilmesine neden olacaktır. Öte yandan, keşidecinin yazdığı veya imzalamak suretiyle geçerlilik kazandırdığı böyle bir çeki geçersiz kabul etmek, bizzat kendi yanılgısından keşideciyi yararlandırmak anlamına gelecektir. O halde, keşide tarihindeki 31. günün, böyle bir günü içermeyen aylar yönünden, o ayın son gününe işaret etmiş ve karşılık gelmiş sayılacağını kabul etmek gerekir. Nitekim benzer hukuki sorunlara ilişkin çeşitli kararlarda bu çözüm tarzı uygun bulunmuş, bu cümleden olmak üzere, Ceza Genel Kurulunun 13.02.1996 gün ve 10-13 sayılı kararında; "çekte yazılı 31.09.1992 tarihinin 30 Eylül olarak kabulü gerektiği", Hukuk Genel Kurulunun 21.06.2000 gün ve 1011-1076 sayılı kararında; "tanzim tarihinin 30 Şubat 1997 yazılmasının belgenin bono olma özelliğini ortadan kaldırmayacağı, bunun yanılgıdan kaynaklandığı, tanzim tarihinin Şubat ayının son günü olarak kabul edilmesi lazım geldiği", 12.Hukuk Dairesinin 5.11.2001 gün ve 16461-17872 sayılı kararında; "çekteki keşide tarihinin 31.02.2001 olarak yazılmasının çekin niteliğini etkilemediği, çekin Şubat ayının son gününde keşide edilmiş sayılması gerektiği" vurgulanmak suretiyle, yukarıda açıklanan ilkeler teyit edilmiştir.
İncelenen olayda, gerek sanık gerekse müdahilin keşide ve ibraz tarihlerine itiraz etmedikleri ve çekin süresi içinde 28.02.2002 günü ibraz edildiği de dikkate alındığında, yanılgı sonucu keşide tarihi 31.02.2002 olarak gösterilmiş bulunan çekin 28.02.2002 tarihinde keşide edilmiş sayılması gerekmektedir. Buna göre, suça konu belgenin aranan öğelerin tümünü içermesi nedeniyle çek niteliğinde olduğu belirlenmiştir. O halde, sanığın karşılıksız çek keşide etmek eyleminin 3167 sayılı Yasanın 16/1 madde ve fıkrasında yazılı suçu oluşturduğunu kabul eden Yerel Mahkeme uygulaması bu yönüyle isabetli bulunduğundan, Yargıtay C.Başsavcılığının aynı doğrultudaki itirazının kabulü ile Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına karar verilmelidir.
Ancak;
Yerel Mahkemenin, belirlediği avukatlık ücretini müdahil vekili lehine hükmettiği, ayrıca Katma Değer Vergisinin bu ücrete ilave suretiyle tahsilini kararlaştırdığı anlaşılmaktadır.
Oysa, ayrıntıları Ceza Genel Kurulunun 22.6.2004 gün ve 122-143, 20.4.2004 gün ve 47-101 sayılı kararlarında vurgulandığı üzere, yargılama giderlerinden sayılan ve dava sonunda karşı tarafa yüklenecek olan avukatlık ücretinin vekil lehine değil, kendilerini vekille temsil ettiren müdahil, şahsi davacı veya sanık lehine hükmedilmesi gerekir.
Öte yandan, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 73. maddesindeki düzenlemeye göre; "vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır." öğreti ve uygulamada "verginin yasallığı ilkesi" olarak adlandırılan bu prensip, vergi, resim, harç ve benzeri kamusal erke dayalı bütün yükümlülüklerin yasayla düzenlenmesi zorunluluğunu öngörmektedir. Vergi yükümlülüğünün konusu, yükümlüsü, matrahı ve oranı gibi unsurların yanında, vergiden doğan ödev ve usul ilişkilerinin de yasayla düzenlenmesi, anılan hükmün zorunlu bir sonucudur. 4.12.2002 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 21. maddesinde "bu tarifede yer alan ücretlere 3065 sayılı Kanun hükümleri gereği Katma Değer Vergisinin ayrıca ilave edileceği" belirtilmekte ise de, bu düzenleme bir "yasa" metni olmadığı gibi, 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Yasasının 20/4. maddesinin; "Belli bir tarifeye göre fiyatı tespit edilen işlerde ... tarife bedelinin Katma Değer Vergisi dahil edilerek tespit olunacağı ve verginin müşteriye ayrıca intikal ettirilmeyeceği," yolundaki düzenlemesi karşısında, takdir edilen ve esasen bir bölümünü Katma Değer Vergisinin oluşturduğu avukatlık ücretinin, Yerel Mahkemece ayrıca Katma Değer Vergisinin ilavesi suretiyle hükme bağlanması yasaya aykırıdır.
Bu itibarla,Yerel Mahkeme direnme hükmünün açıklanan bu iki nedenden ötürü bozulması gerekmektedir. Ancak yargılama giderine ilişkin bulunan bu bozma nedenleri yeniden yargılamayı gerekli kılmadığından, CYUY'nın 322. maddesi uyarınca diğer yönleri usul ve yasaya uygun bulunan hükmün düzeltilerek onanmasına karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının KABULÜNE, Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 20.09.2004 gün ve 7516-8771 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
2- Yerel Mahkeme hükmünün, avukatlık ücretinin belirlenmesindeki hatalı uygulamalar nedeniyle BOZULMASINA,
3- Bozma nedeni yeniden yargılamayı gerektirmediğinden, CYUY'nın 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hükümden avukatlık ücretine ilişkin bölümün çıkartılmasına, diğer yönlerinde usul ve yasaya aykırılık saptanamayan hükmün, "200.000.000 Türk Lirası avukatlık ücretinin sanıktan alınarak kendisini davada vekille temsil ettiren müdahile verilmesine" ibaresi eklenmek suretiyle DÜZELTİLEREK ONANMASINA,
Dosyanın yerine gönderilmek üzere, Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 21.12.2004 günü oybirliği ile karar verildi.
#1152
'Bekara, dula ev yok'sa ceza var

Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Kanunu'na ilişkin taslak hazır... Artık, 'bekara, dula, öğrenciye' ev vermeyen, 'ayrımcılık suçu' gereği 15 bin liraya kadar ceza ödeyecek... Taslakta 'ilkler' var...

Soner ARIKANOĞLU/ANKARA

İçişleri Bakanlığı'nca hazırlanan, 'Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Kanunu Taslağı'nda ilginç maddeler. Başbakanlığa gönderilen taslakta, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, inanç, etnik köken, cinsel yönelim, felsefi ve siyasi görüş, sosyal statü, medeni hal, sağlık durumu, özürlülük, yaş ve benzeri temellere dayalı her türlü ayrımcılık yasaklanıyor.

AYRIM TÜRLERİ:Ayrımcılık türleri şöyle sıralandı: Ayrı tutma, ayrımcılık talimatı verme ve uygulama, çoklu ayrımcılık, doğrudan-dolaylı ayrımcılık, mağdurlaştırma, makul düzenleme yapmama, taciz, varsayılan temele dayalı ayrımcılık.

MOBBİNG DE VAR: 'İşyerinde kayırma' ve 'nefret söyleminde bulunma' da ayrımcılık türleri arasında. Böylece 'mobbing' (duygusal şiddet) ve 'nefret söylemi' de ilk kez Türk hukuk sistemine girmiş oldu. İşyerinde yıldırma, 'kişiyi işinden soğutmak, dışlamak, bıktırmak amacı ile kasıtlı olarak yapılan eylemler'; nefret söylemi de 'belirli bir kişi ya da gruba karşı nefret veya şiddete tahrik veya teşvik etmek' olarak tanımlandı. Taslakta, kamu, gerçek ve tüzel kişilerin taşınır veya taşınmazlarının kiralama ve satışında, bilgi edinmede ayrımcılık yapılamayacak. Ayrımcılık kriterleri arasında 'medeni hal', 'cinsel yönelim' ve 'sosyal statü' de sayıldığı için bekar, dul, eşcinsel ve öğrencilere ev kiralamayanlar da bu suçu işlemiş sayılacak.

SİSTEM NASIL İŞLEYECEK? A KURUL DENETLEYECEK
Ayrımcılık suçuna karşı karşı idari ve mali özerkliğe sahip Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Kurulu oluşturulacak.12 üyesinden beşi Bakanlar Kurulu, dördü Cumhurbaşkanı tarafından seçilecek. Kurul, üç üyesini, STK üyeleri arasından İstişare Komisyonu tarafından önerilecek dokuz aday arasından seçecek. Kurul, başkanını da kendisi belirleyecek.

B İSPAT YÜKÜ ŞİKåYET EDİLENDE
Ayrımcılığa maruz kalanlar, Kurul'a başvurabilecek. Başvurular, raportör tarafından incelendikten sonra rapor Kurul'da ele alınacak.Rapor kabulü halinde soruşturma için bir uzman görevlendirilecek. Şikayet edilenden savunması istenecek. İspat yükümlülüğü şikayet edilende olacak. Taraflar, uzlaşmaya davet edilebilir, ya da mağdura belli bir tazminatın ödenmesine karar verilebilir.

C AYRIMCI PARA ÖDEYECEK
Suçu işleyen gerçek kişi, şahıs şirketleri ve diğer tüzel kişiliği olan kurumlara bin ila beş bin lira para cezası kesilebilecek. Sermaye şirketleri için ceza iki bin 500 ila 15 bin arasında değişecek. Kamu kurum ve kuruluşlarına kesilen cezalar, suçta kasıt ve ihmali olan kamu görevlisine rücu edilecek.

İLK KEZ 'CİNSEL YÖNELİM'
Taslakta yer alan 'cinsel yönelim' tanımlaması da Türk hukuk mevzuatına ilk defa girmiş olacak. Böylece eşcinsellerin toplumdan dışlanmaları veya ayrımcılığa uğramaları halinde bu suçu işleyenlere karşı uygulanacak yaptırımın hukuki altyapısı da gerçekleşmiş olacak.

TASLAK NELER GETİRECEK?
Taslak bu haliyle yasalaşırsa kamu kurum ve kuruluşları ile özel ve tüzel kişiler, eğitim ve öğretim, yargı, kolluk, sağlık, ulaşım, iletişim, sosyal güvenlik, sosyal hizmetler, sosyal yardım, spor, kültür, turizm ve benzeri konularda ayrımcılık yapamayacak. Sorumlu olan kişi ve kurumlar, farklı özürlü grupların ihtiyacına göre düzenleme yapmazsa ayrımcılık suçu işlemiş olacak. Örneğin kaldırımlarda engelliler için düzenleme yapmayan belediye başkanlarına işlem yapılabilecek.

http://www.aksam.com.tr/bekara,-dula-ev-yoksa-ceza-var--4099h.html
#1153
ABD'de Ermeniler, 1915 olaylarında mülklerini kaybettikleri iddiasıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Merkez ve Ziraat bankaları aleyhine yeni bir dava daha açtı. Davanın geçerliliği ise sorgulanıyor.

Dava, ABD'de Ermenilerin en yoğun yaşadığı bölgelerden biri olan Los Angeles'taki Bölge Mahkemesi'ne, eşi de davacılar arasında yer alan avukat Vartkes Yeghiayan tarafından açıldı.

"1915 olaylarında dedelerinin mülklerini kaybettiğini iddia eden" üç Ermeni, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Merkez Bankası ve Ziraat Bankası'na karşı açtığı davada, "Adana'da, İncirlik üssü de dahil olmak üzere, dedelerine ait toplamda 49,5 hektar" olduğunu savundukları topraklar için 63,9 milyon dolarlık tazminat talebinde bulundu.

"Dedelerine ait mülklere 1915 olaylarında el konulduğunu ve söz konusu arazilerin tapularına sahip olduklarını" ileri süren davacılar, Türkiye'nin İncirlik Üssü'nü ABD'nin kullanımına açarak topraktan kar sağladığını savundular.

Davayı açan avukat Yeghiayan'ın, dava dilekçesini, resmen mahkemeye sunmadan önce basın ile paylaştığı öğrenildi.

"BU DAVA, İKİ AVUKATIN ÇATIŞMASINDAN AÇILDI"

ABD'deki Ermeniler, bu yılın Temmuz ayında da "Davoyan Davası" olarak bilinen, 1915 olaylarında mülklerine el konulduğu iddia edilenlerin varislerine tazminat talebiyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Merkez Bankası ve Ziraat Bankası aleyhine dava açmıştı.

ABD'de Türk çatı kuruluşlarından Türk-Amerikan Dernekleri Asamblesinin (ATAA) Başkanı Günay Evinch (Övünç), AA muhabirine yaptığı açıklamada, bu davanın da "Davoyan Davası" ile aynı türde, ancak avukat ve davacıları farklı bir dava olduğunu söyledi.

Bu davanın avukatı Yeghiayan'ın, "Davoyan Davası" avukatı Mark Geragos ile "kavgalı olduğunu" ve Geragos'a, "davalardan kazanılan tazminatları kanuna aykırı kullandığı iddiasıyla" karşı dava bile açtığını belirten Evinch, "Yeghiayan, Geragos'un Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Merkez Bankası ve Ziraat Bankasına yönelik dava açma fikrini de kendisinden çaldığını söylüyor. Bu nedenle Yeghiayan, kendine davacı bulup, aynı davayı kendisi de açtı. Yani, aslında davanın açılmasında iki avukat arasındaki çıkar çatışması önemli rol oynuyor" dedi.

Saltzman & Evinch hukuk firmasının ortaklarından da olan Evinch, "Davoyan Davası"nda da Merkez ve Ziraat bankalarına tebligat ulaşmasına rağmen, Türkiye Cumhuriyeti Devletine henüz tebligat yapılmadığı için, o davanın da daha fiili olarak başlamadığını söyledi.

AA
http://www.haber7.com/haber/20101216/Ermeniler-Incirlik-arazisi-bizim-dedi.php
#1154
Amerikan yönetimi, Meksika Körfezi'ndeki petrol sızıntısı nedeniyle BP dahil 9 şirketi dava etti.

BP'nin yanı sıra dava edilen 8 şirket, Transocean Ltd, Anadarko Petroleum, MOEX Offshore, Triton Asset leasing GMBH ve sigorta şirketi Lloyds of London ve bunların yan şirketlerinden oluşuyor.

Davada, bu şirketlerin, Meksika Körfezi'nde meydana gelen ve ABD tarihindeki en kötü petrol sızıntı olarak görülen olaydaki rolleri ve yarattıkları zararlar araştırılacak.

Davayı New Orleans'daki federal mahkemede açan ABD Adalet Bakanlığı, konuyla ilgili soruşturmanın sürdüğüne dikkati çekerek, davalı ve suçlama sayısının artabileceğini belirtiyor.

ABD Adalat Bakanı Eric Holder de hükümetin sızıntıyı gidermedeki masrafları, ekonomik kaybı ve çevre zararlarından dolayı sanıkların, herhangi bir sınırlama olmaksızın sorumlu olduğunu kanıtlamak istediklerini söyledi.

-PARA CEZASI DA TALEP EDİLİYOR-

İddianamede, patlamanın olduğu 20 Nisan'a kadar dönemde, "Macondo kuyusunun kontrol altında tutulmasında gerekli önlemlerin alınması, kuyunun durumunu izlemede en güvenli ve uygun sontaj teknolojisinin kullanılması, sürekli gözetimin yapılması ve çevre, doğal kaynaklar, ekipman ve personelin güvenliği için gereken ekip ile materyalin kullanılmasında ihmal olduğu" belirtiliyor.

Petrol sızıntısı yaşanmasına bu ihmallerin neden olduğu ifade edilen iddianamede, bundan dolayı sanıkların, Petrol Kirliliği Kanunu'na göre herhangi bir sınırlama olmaksızın sızıntının temizlenmesinin zarar ve masraflarından sorumlu olduğu kaydediliyor.

İddianamede, ulusal sulara izinsiz petrol boşaltılmasını yasaklayan Temiz Su Düzenlemesi'ne göre sanıklardan para cezası da talep ediliyor.

Meksika Körfezi'nde, Nisan ayındaki patlama sonucunda 11 BP çalışanı hayatını kaybetmiş ve 757 milyon litreden fazla petrol denize yayılmıştı.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1065848&title=abd-bpnin-de-aralarinda-oldugu-9-sirketi-dava-etti
#1155
İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Dani Ayalon, Mavi Marmara gemisinde öldürülen 9 Türkle ilgili olarak, İsrail hükümetinin Türkiye'den özür dileme gibi bir niyetinin bulunmadığını söyledi.

İsrail parlamentosu (Knesset), bugün Likud milletvekillerinden Dani Danon'un, İsrail'in Türkiye'den özür dileyeceği ve tazminat ödeyeceği haberlerinin mecliste görüşülmesini isteyen önergesini ele aldı.

Dani Danon, çok az sayıda milletvekilinin bulunduğu gözlenen genel kurulda yaptığı konuşmada, "İsrail'in Türkiye'den özür dilemesi gerektiğini düşünen biri varsa delirmiş olması gerektiğini" öne sürdü.

Konuşması sırasında, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a hitaben yazdığını söylediği bir mektubu da okuyan Danon, "İsrail askerlerinin mutedil davrandıklarını ve sadece 9 kişiyi öldürdüklerini, İsrail'in teröristleri serbest bıraktığı" ifadelerini kullandı. Danon, "Türkiye'den özür dilemeyi düşünmenin bile yanlış olduğunu ve 1 İsrail Şekeli tutarında bir tazminatın bile ödenmemesi gerektiğini" savundu.

Aşırı sağdaki Ulusal Birlik partisi milletvekillerinden Arye Eldad ise tazminat ödemenin tehlikeli bir emsal teşkil edeceğini öne sürerek, bunun aynı zamanda operasyona katılan komandoların "yüzüne tokat atmak anlamına geleceğini" ifade etti. İsrail'in gururunu parayla satmamak gerektiğini söyleyen Eldad, "Geçmişten bugüne İsrail'e el kaldıran pek çok terörist öldürüldü, onların aileleri şimdi tazminat isteseydi herhalde bunu reddederdik" ifadelerini kullandı.

Hadaş partisi milletvekillerinden Dov Hanin ile Talib El-Sana ise Türkiye'den özür dilenmesi gereğini vurguladılar.

Hanin, hükümetin önce silahlı teröristlerden bahsedip ardından tazminat ödemeyi düşünmesine kamuoyunun mutlaka şaşırdığını belirterek, bunun olayın bir başka yüzü daha bulunduğunu ortaya koyduğunu kaydetti. Hanin, "İsrail'in insani amaç için gelen aktivistlerden özür dileyeceğini ümit ettiğini" dile getirdi.

Hükümet adına cevap veren Dışişleri Bakan Yardımcısı Dani Ayalon ise kamuoyunun basın-yayın organlarından beslendiğini belirterek, medyadaki bu tür haberlerden sorumlu olmadığını kaydetti. Ayalon, "Türk hükümetinden özür dilenmesi gibi bir niyetin olmadığını açıkça ifade ediyorum" dedi.

Ayalon'dan sonra konuşan Knesset'in Arap milletvekillerinden Ra'am Taal üyesi Talib El-Sanaa ise İsrail;in sonuçta hem özür dileme ve hem de tazminat ödeme durumunda kalacağını vurguladı. El Sanaa, İsrail'in denizin ortasında saldırı düzenlediği için bunu yapmak zorunda olduğunu ifade etti.

Konuşmaların ardından yapılan oylamada, milletvekilleri, 4'e karşı 10 oyla, önergenin gündeme alınmasını reddetti.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1065732&title=ayalon-israilin-turkiyeden-ozur-dileme-gibi-bir-niyetiyok
#1156
AİHM için aday gösterilecek yargıçları değerlendirmek ve yeterliliklerini incelemek üzere kurulan AİHM'de kurulan Danışma Paneli'ne Dışişleri Bakanlığı tarafından aday gösterilen Yargıtay eski Başkanı Sami Selçuk seçildi.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) için aday gösterilecek yargıçları değerlendirmek ve yeterliliklerini incelemek üzere kurulan Danışma Paneli'ne Türkiye'nin aday gösterdiği Yargıtay eski Başkanı Sayın Sami Selçuk'un seçimi dolayısıyla Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, "Türkiye'nin Avrupa Konseyi'nin icra, parlamenter ve yargı kanatlarında kilit noktalara geldiği" belirtildi.

Bakanlık tarafından yapılan açıklamada, Türkiye'nin son dönemde uluslararası kuruluşlarda etkileyici bir başarı grafiği yakaladığı belirtildi. Açıklamada şöyle denildi:

"Hatırlanacağı üzere, Antalya Milletvekili Sayın Mevlüt Çavuşoğlu Ocak 2010;da Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Başkanlığı'na seçilmiş, 10 Kasım 2010 tarihinde de Sayın Bakanımız Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Dönem Başkanlığı'nı devralmıştı.

Sayın Sami Selçuk'un da AİHM yargıçlarının seçimi için son derece önem taşıyan bu göreve seçilmesi, Türkiye'nin Avrupa Konseyi'nin icra, parlamenter ve yargı kanatlarında kilit noktalara geldiğini göstermektedir.

Bu gelişmeler, Türkiye;nin son dönemde uluslararası kuruluşlarda yakaladığı etkileyici başarı grafiğinin ve Türkiye'nin uluslararası planda artan etkinliğinin tezahürüdür."

Açıklamada, AİHM Danışma Paneli'nde Yargıtay eski Başkanı Selçuk;un yanı sıra, Rusya Anayasa Mahkemesi Başkanı Zorkin, İrlanda Yüksek Mahkemesi Başkanı Murray, Polonya Yüksek Mahkemesi yargıçlarından Gonera, AİHM eski yargıçlarından Finli Pellonpaa ile Alman Jaeger ile AİHM eski Başkanı Wildhaber'in de yer aldığı kaydedildi.

Açıklamada, "Sayın Sami Selçuk'un önümüzdeki dönemde yürüteceği yeni görevinin hayırlı olmasını dileriz" denildi.

AA
http://www.haber7.com/haber/20101215/AIHMe-gidecek-hakimi-Selcuk-sececek.php
#1157
ERCAN BAYSAL

Kamu alacaklarını yeniden yapılandırma paketinin içerisine vergi levhası da giriyor. İşyerleri ile özdeşleşen vergi levhasını kaldırmak için milletvekilleri tarafından verilen önerge değerlendirmeye alındı. Vergi levhalarının kaldırılmasına yönelik söz konusu maddenin torba kanun tasarısına Plan ve Bütçe Komisyonu'nda eklenmesi planlanıyor.

Maliye kaynakları ise mükellef ile vatandaş arasında güven unsuru olarak kabul edilen vergi levhasının kaldırılmasının kayıt dışı ile mücadeleye sekte vuracağını düşünüyor. Tüketicinin alışveriş yaparken vergi levhası olan yerlerden gönül rahatlığıyla mal alabildiğini aktaran üst düzey bir yetkili, "Vergi levhasının kaldırılması halinde sistemin dengesi bozulacak. Herhangi bir alışveriş sonrasında fiş alan vatandaş aldığı faturayı vergi levhası ile de karşılaştırabiliyordu. Eğer verilen önerge yasalaşırsa tüketici belge düzenlense dahi hangi firmadan alışveriş yaptığını bilemeyeceği için karşılaştırma yapamayacak. Bu da işletmeleri kayıt dışı çalışmaya itebilir. Kanuna aykırı belge düzenlenmesinin yolunu açabilir." dedi.

Vergi levhası bulundurma veya asma zorunluluğuna uymayanlara 2010 yılı içerisinde 160 lira ceza kesiliyor. Vergi levhası bulundurma zorunluluğu Türkiye'de yaklaşık 22 yıldır uygulanıyor. Vergi levhası zorunluluğu ile düşük matrah veya zarar gösteren esnafın kamuoyu baskısı ile daha çok vergi ödemesi amaçlanıyor. Vergi Usul Kanunu uyarınca Gelir Vergisi mükellefleri ile sermaye şirketleri her yıl mayıs ayının son gününe kadar vergi tarhına esas olan kazanç tutarları ile bunlara isabet eden vergi miktarlarını gösteren levhayı merkezlerine, şubelerine, satış mağazalarına iş sahipleri ile mükellefler tarafından kolayca okunup görülecek şekilde asmak zorunda.

Maliye Bakanlığı'nın 1991'de çıkardığı iç genelgeye göre bu levhanın asılmasının amacı, mükellefe ait bazı bilgilerin açıklanması suretiyle, vergilerin ödenmesinde kamuoyunun baskı ve desteğinden yararlanmak olarak açıklanıyor. Vergi levhasında mükellefin adı soyadı, unvanı, işyeri adresi, vergi numarası, vergi dairesi, vergi türü, takvim yılı, beyan edilen matrah, tahakkuk eden vergi ile tasdik eden makamın imzası ve mührü yer alıyor. Vergi levhalarının sabit işyerleri için 17,5x25 cm, taşıtlar için 8x12 cm ebatlarında olması gerekiyor.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1065367&title=vergi-levhasi-kaldirilsin-teklifi-mecliste
#1158
Merhabalar. Birinci olayda şu hususlar da önemlidir: Şayet iş yerinde bu zamana kadar yapılan fazla mesailerle kıyaslanamayacak şekilde çok daha fazla şekilde mesai yapılmaya başlanılmışsa, işçinin fazla mesai yapmayı kabul eden iradesinin, hakkaniyet gereği bu aşırı ve öngörülemeyen fazla mesaiyi de kapsadığını ileri sürmek mümkün olamayacaktır diye düşünüyorum. Şayet işin içinde kötü niyet varsa, mesela hep bir kısım işçilere fazla mesai yaptırılıyor ve aynı statüdeki diğer bir kısım işçilere ise fazla mesai yaptırılmıyorsa, bu durumda da işçiden fazla mesai taleplerine uyması beklenmemelidir.

İkinci olayda ise çalışma şartlarında esaslı değişikliğe gidildiğinden, işçinin bu değişikliği kabul etmeyip tazminatını talep ederek işten ayrılmayı istemesi haklı olacaktır. Kolay gelsin...
#1159
Merhabalar. Mahkemeden veraset ilamı almak ve taşınmazları tapuda mirasçıların adına tescil ettirmek için mirasçılardan birinin müracaatı yeterli olur. Ancak bu durumda tüm gayrimenkuller tapuda tüm mirasçılar adına iştirak halinde mülkiyet hükümleri gereğince tescil edilecektir; dolayısıyla gayrimenkuller üzerinde tasarrufta bulunulabilmesi için izalei şüyuu (ortaklığın giderilmesi) davası açılması yahut 5831 sayılı Kanunun 8 nci maddesi ile 3402 sayılı Kadasatro Kanunu'na "Elbirliği mülkiyetinin paylı mülkiyete dönüştürülmesi" başlığı ile eklenen Ek 3 ncü maddesi gereğince tebligat esasına dayalı olarak elbirliği mülkiyetin paylı mülkiyete dönüştürülmesi için tapu sicil müdürlüğüne müracaat edilmesi gerekecektir. Tüm bu işlemlerin takibi için bir avukatla anlaşmanızı tavsiye ediyorum. Kolay gelsin...
#1160
Tapuda Game Over
Kadıköy Tapu Müdürlüğü'nde, sicil müdür yardımcısının dikkati çetenin 3 milyon liralık arsa vurgununu son anda önledi.
En fazla rüşvetin döndüğü iddia edilen tapu müdürlüğü bu kez 3 milyonluk başarı öyküsüne imza attı. Bostancı Gösteri Merkezi'nin yanındaki 615 metrekarelik arsa Lütfü Taş isimli bir vatandaşa aitti. Taş, 1999 yılında hayatını kaybetti, ancak mirasçıları Fatma, Hafize, Betül, Ayşe, Muhammet Yahya ve Ahmet Eyüp Taş hiçbir işlem yapmadı. 3 milyon TL değerindeki arsa için Kadıköy Tapu Sicil Müdürlüğüne gelen ve kendini Muhammet Taş, avukat Suat Aydın olarak tanıtan iki kişi, vekaletlerini gösterip intikal işlemi istedi.

TAPUCUNUN KUŞKUSU
İşlem için 15 Ekim 2010 tarihine gün verildi. Tapu Sicil Müdür Yardımcısı A.Ö. işlemler sırasında mirasçı olduklarını söyleyen kişilerin tavırlarından şüphelendi. A.Ö. önce, vekaletler ve veraset ilamını araştırdı. Belgeler sahte çıkmayınca bu kez de kimlikleri araştıran dedektif tapucu, buradan da sonuç alamayınca, kimlikler üzerindeki fotoğrafları inceletince gerçek ortaya çıktı. Kimliklerdeki fotoğrafların gerçek mirasçılar ile ilgisi olmadığı ortaya çıktı. Randevu gününde avukat ve sahte mirasçılar işlemler bittikten sonra polis tarafından 'hayırlı olsun' denilerek yakalanıp kelepçelendi.

Takvim Gazetesi
http://www.tkgm.gov.tr/tkgm/index.php?page=basindabiz&op=medya_haber_goster&ID=14