Haberler:

deneme

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - Avukat

#1261
Merhabalar.

Alıntı Yapo zaman A.Ş. lerde verilen kısıtlayıcı yetkilerde 3.kişiler açısından hüküm ifade etmez mi ?
o zaman A.Ş. lerde verilen kısıtlayıcı yetkilerde 3.kişiler açısından hüküm ifade etmez mi ?
veya Ltd de müdür olan kişinin yetkisi kısıtlanamaz mı ?
yada A.Ş.de kanuni temsilci de kısıtlanamaz fakat kanunen temsilci olmayanlara kısıtlı yetkilendirme verilebilinir mi?

Yukarıda da belirttiğim gibi, temsil yetkisinin sınırlandırılması sadece yer itibariyle (mesela şu kişi şu şubeyle ilgili işlemleri yapmaya yetkilidir gibi) mümkündür, yetkinin konu bakımından sınırlandırılması sadece kötü niyetli, yani bu yetki sınırlandırmasını bilen veya halin icabına göre bilmesi gereken kişilere karşı ileri sürülebilecektir. İyi niyetli kişilere karşı yetki sınırlandırmasının ileri sürülebilmesi ise mümkün değildir. Özetle, yetkisi konu bakımından sınırlandırılan şirket temsilcisinin iyi niyetli kişilerle yapmış olduğu işlemler hukuken geçerli olacak, bu sınırlandırmalar sadece şirketle yetkisi sınırlandırılan temsilci arasındaki ilişki açısından hüküm ifade edecektir (mesela şirket yetkisini aşan temsilcinin yapmış olduğu işlemler sebebiyle bir zarara maruz kalmışsa, bu zararı temsilciden talep edebilecektir).

Alıntı Yap3.kişileri bağlaması için tescil edilip gazetede ilan mı edilmelidir kısıtlı temsilcilikler

Elbette yetki sınırlandırması yapılırken bu sınırlandırmaların ticaret sicilde tescil ettirilmesi ve ilanı gereklidir, ancak bu tescil ve ilan yukarıdaki sonucu değiştirmemektedir.

Aşağıda konuyla ilgili bir Yargıtay Kararı bulunmaktadır. Kolay gelsin...

T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2005/400
K. 2005/2118
T. 8.2.2005
6762/m.321,542
DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlular vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Alacaklı Fultan Enerji Sistemleri Ltd. Şti. tarafından bonoya dayalı olarak kambiyo senetlerine mahsus yolla icra takibine geçilmiş ve borçlulara örnek 163 nolu ödeme emri tebliğ ettirilmiştir. Alacaklı şirketi temsilen Güray Karaduman İcra Müdürlüğüne verdiği 16.06.2004 tarihli dilekçe ile alacaktan feragat ettiğini bildirerek feragat harcı yatırmıştır. Feragat dilekçesi ekinde ibraz edilen 15.01.2004 tarihli Ticaret Sicil Gazetesine göre, 30.12.2003 tarihli ortaklar kurulu kararı ile Güray Karaduman'ın 3 yıl süre ile alacaklı şirketi temsil ve ilzama münferiden yetkili kılındığı anlaşılmaktadır.
TTK.nun 542. maddesi göndermesi ile limited şirketler hakkında da uygulanması gereken aynı Kanunun 321. maddesi uyarınca; "Temsile salahiyetli olanlar şirketin maksat ve mevzuuna dahil olan her nevi işleri ve hukuki muameleleri şirket adına yapmak ve şirket unvanını kullanmak hakkını haizdirler. Temsil salahiyetinin tahdidi, hüsnüniyet sahibi üçüncü şahıslara karşı hüküm ifade etmez. Ancak temsil salahiyetinin sadece merkezin veya bir şubenin işlerine hasrolunduğuna veya müştereken kullanılmasına dair tescil ve ilan edilen tahditler muteberdir." Bu yasal düzenleme karşısında limited şirket yetkilisinin alacaktan feragati için açıkça feragat yetkisi verilmesi gerekmediği açıktır.
Alacaklı şirket ortaklar kurulunun 29.01.2004 tarihli kararı ile takip dayanağı alacakları ile ilgili feragat yetkisi M.Halis Türkyılmaz'a verilmek suretiyle şirketi münferiden temsil ve ilzama yetkili Güray Karaduman'ın temsil yetkisi sınırlandırılmıştır. Birlikte temsil şartı ile temsil yetkisinin bir şube veya merkeze özel tutulması dışında kalan temsil yetkisi sınırlamaları, tescil ve ilan edilmiş olsa bile, şirketle temsilciler arasındaki ilişkilerde değerlendirilir ve iyiniyetli 3.kişilere karşı geçerli değildir. ( Ord.Prof.Dr. Halil ARSLANLI-Prof.Dr. Hayri Domaniç, Türk Ticaret Kanunu Şerhi, III.cilt, s.666, Temel Yayınları, İstanbul-1989 ) Somut olayda, TTK.nun 321. maddesine uygun bir yetki sınırlaması bulunmadığına ve borçluların kötü niyetli oldukları da iddia edilmediğine göre temsil yetkisinin sınırlanması 3.kişi durumunda olan takip borçlularına karşı ileri sürülemez. Kaldı ki, anılan ortaklar kurulu kararı ticaret sicilinde tescil ve ilan edildiğine dair dosyada bir belgede mevcut değildir. O halde, Mahkemece şikayetin reddine karar vermek gerekirken yazılı gerekçe ile kabulü isabetsizdir.
SONUÇ : Borçlular vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK.366. ve HUMK.428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, 08.02.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi.
#1262
Merhabalar. Yeni Çek Kanunu'nun 2. maddesinin konuyla ilgili 7, 8 ve 9. fıkraları aynen şu şekildedir:

[7] Çek defterinin her bir yaprağına;

a) Çek hesabının numarası,

b) Çek hesabının bulunduğu banka şubesinin adı,

c) Çek hesabı sahibi gerçek kişinin adı ve soyadı, tüzel kişinin adı,

ç) Çek hesabı sahibi gerçek veya tüzel kişinin vergi kimlik numarası,

yazılır.

[8] Tüzel kişi adına çek düzenleyen kişinin adı ve soyadı, düzenlenen çek üzerine açıkça yazılır.

[9] Türk Ticaret Kanunundaki unsurları taşıması kaydıyla, düzenlenen çekin bu maddede yer alan koşullara aykırı olması çekin geçerliliğini etkilemez.


Türk Ticaret Kanunu'nun 692 ve 693. maddeleri aynen şu şekildedir:

    Çeklerin Keşidesi ve Şekli
     
     A) Şekil:
   
     I - Unsurlar:
   
     Madde 692 – Çek:
   
     1. "Çek" kelimesini ve eğer senet Türkçeden başka bir dille yazılmış ise o dilde "Çek" karşılığı olarak kullanılan kelimeyi;
   
     2. Kayıtsız ve şartsız muayyen bir bedelin ödenmesi için havaleyi;
   
     3. Ödeyecek kimsenin "muhatabın" ad ve soyadını;
   
     4. Ödeme yerini;
   
     5. Keşide gününü ve yerini;
   
     6. Çeki çeken kimsenin (Keşidecinin) imzasını;
   
    ihtiva eder.
   
     II - Unsurların bulunmaması:
   
     Madde 693 – Yukarıki maddede gösterilen hususlardan birini ihtiva etmiyen bir senet aşağıdaki fıkralarda yazılı haller dışında, çek sayılmaz.
   
     Çekte sarahat yoksa muhatabın ad ve soyadı yanında gösterilen yer, ödeme yeri sayılır. Muhatabın ad ve soyadı yanında birden fazla yer gösterildiği takdirde çek, ilk gösterilen yerde ödenir. Böyle bir sarahat ve başka bir kayıt da mevcut değilse çek muhatabın iş merkezinin bulunduğu yerde ödenir.
   
     Keşide yeri gösterilmemiş olan çek, keşidecinin ad ve soyadı yanında yazılı olan yerde çekilmiş sayılır.


Özetle, çekteki ad-soyad ve unvan bilgilerinin yazılmamış olması çekleri geçersiz kılmayacaktır. Kolay gelsin...
#1263
Merhabalar. Bonolarda bonoyu düzenleyen borçluya karşı vade tarihinden itibaren üç yıllık zamanaşımı süresi içinde icra takibi yapabilirsiniz. Üç yıl geçtikten sonra bonoya istinaden bir kambiyo takibi yapmanız halinde borçlu tarafından zamanaşımı itirazında bulunulabilir ve böyle bir itirazla icra takibiniz durdurulabilir. Böyle bir durumda borçluya karşı sebepsiz zenginleşme temelinden bir alacak davası açabilirsiniz ancak ve böyle bir davayı kazanamama ihtimaliniz de bulunmaktadır. Dolayısıyla vade tarihinden itibaren üç yıllık süreyi geçirmemeye bakın.

Kolay gelsin...
#1264
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, uğradığı saldırıda hayatını kaybeden gazeteci Hrant Dink'in ailesinin yaptığı başvuruda Türkiye'yi suçlu buldu. Karar gereği Türkiye, Dink'in yakınlarına mahkeme masrafları da içinde olmak üzere 133 bin Euro ödeyecek. Gerekçeli kararda Yargıtay'a dönük ağır eleştiriler var. Dışişleri Bakanlığı, AİHM'nin kararına itiraz edilmeyeceğini açıkladı.

AİHM, Dink'in ve ailesinin farklı tarihlerde yaptıkları beş ayrı başvuruyu birleştirerek ele aldığı davada ortak bir karar verdi. Dink'in ailesi, yaptığı başvuruda, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin yaşama hakkıyla ilgili 2, ifade özgürlüğüyle ilgili 10 ve etkili başvuru hakkıyla ilgili 13. maddesinin Türkiye tarafından ihlal edildiği suçlamasında bulunmuştu. AİHM davayı sonuçlandırdı. Kararda Dink'in 2003-2004 döneminde Agos gazetesince yayımladığı ve Ermeni kökenli Türk vatandaşlarının kimliğine ilişkin görüşlerini dile getirdiği sekiz makalenin sonucunda 'Türk kimliğine hakaret'ten dolayı mahkûm olmasının ardından 2007 yılında öldürüldüğüne dikkat çekildi. Türkiye'deki Dink hakkındaki yargı sürecine ilişkin ayrıntılı bilginin de verildiği kararda suikast olayı ve buna ilişkin tartışmalı soruşturmalara da vurgu yapıldı.

Mahkemenin 30 sayfayı aşan kararında yaptığı ilginç saptamaların bazıları özetle şöyle: "Dink, TCK 301. maddeden suçlu bulunmasıyla aşırı milliyetçi çevrelerin gözünde Türk kökenli tüm insanlara hakaret eden bir kişi olarak gösterildi. Yargıtay'ın, Dink'i suçlu bulan alt mahkemenin kararını onaylamasından sonra aşırı milliyetçi militanların saldırılarına karşı devlet tarafından koruma önlemlerinin alınmaması, Dink'in ifade özgürlüğü hakkının ihlali anlamına geliyor. İfade özgürlüğünün etkin bir biçimde kullanılması, koruma önlemlerini gerektirebilir. Esasen bazı vakalarda devletin, ifade özgürlüğünü, özel kişilerden gelen girişimlere karşı da koruma mecburiyeti var. Tehdit altındaki Dink'in korunmaması, meşru hiçbir amaçla bağlanamaz. İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun en başlıca temellerinden biridir. Yargıtay tarafından yapılan 'Türklük' tanımı, uluslararası anlaşmalar ile tanınan veya tanınmayan, tüm dini, dil veya etnik azınlıkları dışlıyor."

Türk yargıcı Işıl Karakaş'ın da yer aldığı mahkemenin oybirliği ile aldığı karara göre, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 'yaşam hakkı'na ilişkin 2'nci, 'ifade özgürlüğü'ne ilişkin 10'uncu, 'etkin çare'ye ilişkin 13'üncü maddesinin ihlal edildiğine hükmetti. Buna karşın AİHM, 'adil yargılanma hakkı'na ilişkin 6'ncı ile 7'nci ve 14'üncü maddelere ilişkin şikâyetlerin incelenmesine gerek olmadığına da karar verdi.

Rakel DİNK: eşime doğum günü hediyesi oldu

Dava kararında ihlallerin olduğunu vurgulayan mahkeme, yüklü bir tazminat da belirledi. Buna göre, Türkiye'yi, manevi tazminat olarak Dink'in eşi ve çocuklarına toplam 100 bin, kardeşi Hosrof Dink'e beş bin olmak üzere 105 bin Euro manevi tazminat ödemeye mahkûm etti. Türkiye buna ek olarak mahkeme masrafları olarak ise toplam 28 bin 595 Euro ödeyecek.

AİHM'nin kararı Dink ailesini mutlu etti. Hrant Dink'in eşi Rakel Dink, kararın, bugün doğum günü olan eşine bir hediye niteliği taşıdığını söyledi. Eşinin hayattayken en çok canını acıtan şeyin 'ırkçı' yaftanın üzerine yapıştırılmaya çalışılması olduğunu anlatan Dink, "Çünkü o bütün yaşamı boyunca ırkçılık ve ayrımcılıkla mücadele etti. AİHM'nin bugünkü kararı, onun haklılığının tescilidir. "Yarın Hrant'ın doğum günü. AİHM'nin oybirliğiyle verdiği bu karar, bir doğum günü hediyesi. Aile olarak mahkeme tarafından uygun görülen manevi tazminatın tamamını bağış olarak 3 kurum arasında paylaştıracağımızı duyurmak istiyoruz." ifadelerini kullandı.

Ailenin avukatı Arzu Becerik ise, "AİHM beklediğimiz bir tespit yaptı. Dink'in ifade özgürlüğü ile ilgili mahkum edilmesi önemli bir hak ihlaliydi ve yaşam hakkının ihlaline de yol açtı. Karar Türkiye'deki davayı da etkileyecektir." şeklinde konuştu.

AİHM, ilk kez Ergenekon'a atıf yaptı

Hrant Dink kararı, Ergenekon davası açısından da büyük önem taşıyan bir gelişmeye sahne oldu. AİHM, ilk kez bir kararında Ergenekon'a yer verdi. Gerekçeli kararda, cinayeti işleyen Ogün Samast, Erhan Tuncel ve Yasin Hayal gibi isimlerin Ergenekon örgütüyle ilişkisini inceleyen davaya değinildi. Strasbourg Mahkemesi, Ergenekon'u ise şu şekilde tanımladı: "Askeri darbeyi kolaylaştırmak amacıyla siyasi rejimin istikrarını sarsmak için terör eylemleri düzenleyen, laikliği ve ulusal çıkarları koruma iddiasındaki gizli bir örgüt" Mahkeme, Dink cinayetinin yaşandığı dönemde gayrimüslimlere yönelik başka saldırılar da olduğunu hatırlatarak, devletin içinde yer alan bir grubun bu saldırılarda ihmalinin olup olmadığının da araştırılmasını istedi.

EMRE DEMİR - STRASBOURG
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1027771&title=aihmnin-dink-kararinda-yargitaya-agir-elestiri


Türkiye AİHM'deki davaya skandal savunma göndermişti


Türkiye Hükümetinin Dink cinayetiyle ilgili AİHM'e gönderdiği savunmadaki ifadeler, Dink cinayetiyle ilgili yargılanan sanıkların 'haksız tahrik' iddialarıyla örtüşmüş ve Dink'in sözleri ile bir Nazi'nin sözleri arasında paralellikler kurulmuştu. İşte o haber:

Hrant Dink'in ailesinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne yaptığı başvuruya hükümetin gönderdiği savunmada skandal ifadeler yer aldı. Hükümetin AİHM'e gönderdiği yazıda Dink'in 'Türklüğe hakaret'ten yargılanması savunuldu. Dink'i hedefe koyan ve 301. maddeden ceza almasına neden olan yazıyla Agos'u tehdit eden bir kişinin eylemi bir tutuldu. Savunmada bununla da yetinilmedi ve Dink konusunda emsal gösterilen ikinci kişi bir Nazi'ydi. Hrant Dink'in tehditlere ve cinayet planlarının bilinmesine karşın korunmadığı iddialarına yönelik verilen yanıtta da cinayetle ilgili bugüne kadar ortaya çıkan gerçekler hiçe sayıldı: "Dink gerçek ve yakın bir şekilde tehdit edilmiş olsaydı, koruma isterdi."
Hükümetin savunmasında cinayet davası ve Dink'in öldürülmesi konusundaki soruşturmaların 'derinlemesine ve etkin bir şekilde' yürütüldüğü öne sürüldü. Oysa yargılamada suikastın perde arkasına dair herhangi yeni bir bilgiye ulaşılamazken, kamu görevlilerinin dosyalarında da hiçbir sonuç yok.

Bu savunmaya Hrant Dink'in kardeşi Orhan Dink yanıt verdi: "Hükümetin savunması bizi şaşırttı. Dava dosyasında da sanıkların avukatları ya da ağabeyime ceza çıkan mahkemeler Türklükle ilgili sözleri 'haksız tahrik'ten söz ediyordu. Bu savunmada da öyle demeye getiriliyor. Dosyadaki zihniyetin hükümet tarafından savunulması bizi çok şaşırttı. Tedirgin etti ve umutsuzluğa sürükledi."
Hrant Dink ölümünden önce hakkında verilen 'Türklüğü tahkir' cezasıyla ilgili olarak AİHM'e başvurmuştu. Ölümünden sonra ise ailesi AİHM'e Hrant Dink'e yönelik suikasttan jandarma ve polisin haberdar olmasına karşın cinayeti önlemediği gerekçesiyle yeni bir başvuru yaptı. AİHM bu iki başvuruyu birleştirerek tek davaya dönüştürdü. AİHM Dink ailesi ve davanın diğer tarafı hükümete dokuz soru yöneltti. Hükümetin bu sorulara verdiği yanıtlar içinde çok sayıda skandal ifade vardı.

Dink'i hedef yapan karar savunuldu
AİHM'in Dink cinayetiyle ilgili Türkiye'ye 1'inci sorusu şöyleydi: Hrant Dink'in ifade özgürlüğü ve özellikle de Sözleşme'nin 10/1. maddesine göre haber ve fikir verme hakkı Yargıtay'ın Türklüğe hakaretten dolayı mahkûmiyetini esastan onamış olması itibariyle ihlal edilmiş midir?  Hükümet bu soruya ve türevlerine yanıtında Dink'e ceza verilmesini haklı kılan önemli ve yeterli sebepler olduğu, acil bir toplumsal ihtiyaç yüzünden ceza verildiği iddia edildi. Sorulara yanıt şöyleydi:

'Öldü mağdur kalmadı'
"Dink hakkında Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun da onayladığı 301. madde mahkûmiyetine ilişkin dava, öldürüldüğü için düştü, ceza kesinleşmedi. Bu yüzden Dink'in başvuru hakkı yok. (Oysa Dink'e verilen ceza Yargıtay Ceza Kurulu tarafından onaylanmıştı. Yerel mahkemenin kendisine karar ulaşınca bu mahkûmiyet kararını vermek dışında bir seçeneği yoktu. Dink öldürüldüğü için dava düştü.)

301 davası cinayetin ilk adımı
Dink ailesi de 301. madde mahkûmiyetinden doğrudan zarar görmediği için 'mağdur' sayılamaz. (Hükümetin Dink ailesinin mağdur olmadığını iddia ettiği bu dava sanıklara göre cinayetin ilk adımıydı. Çünkü bu davanın ardından pek çok yayın organı ve internette Hrant Dink'in 'Türk kanına pis dediği' yayılıyordu. Hrant Dink bu davayla hedefe dönüştü. Davanın duruşmalarına bu gün Ergenekon sanığı olan Veli Küçük, Kemal Kerinçsiz geliyor, üzerine tükürülüyor, tehditler artıyordu. Tetikçi Ogün Samast ifadesinde azmettiricinin Yasin Hayal olduğunu anlattıktan sonra "Bana Hrant Dink'in 'Türk kanına pis dediği'ni söyledi" diyordu. Yasin Hayal ve diğer sanıklar da ifadelerinde Dink'i hedef almaları için gerekçe olarak hep bu sözü gösterdi.)

Utanç verici Nazi emsali 
AİHM, daha önce Almanya'da bir Nazi örgütü liderine nasyonal sosyalizmi savunan yazısı için verilen cezayı yerinde buldu. Demokratik bir toplumda bu tür yazılar (Dink'in mahkûmiyetine neden olan yazısı) halkı tahrik etmek suçunu oluşturacak ve kamu düzenini bozacaktır. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin "nefret söyleminin engellenmesine" ilişkin tavsiye kararı bulunmaktadır.
(Oysa Hrant Dink'in yargılandığı mahkemedeki bilirkişi raporlarında Dink'in yazısının tamamına bakıldığında 'Türklüğe bir hakaret içermediği' belirtiliyordu.  "Türk'ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni'nin Ermenistan'la kuracağı asil damarında mevcuttur" ifadesi Ermeni diasporasına yönelik bir eleştiriydi ve onların anlayışında olduğunu düşündüğü çarpıklığı ortaya koymaya yönelik sözlerdi. Ancak mahkeme mahkûmiyet kararı verdi ve Yargıtay bu cezayı onayladı. Yargıtay Savcısı Ömer Faruk Eminağaoğlu'nun Hrant Dink'in yazısında bir suç unsuru olmadığına yönelik olarak karara yaptığı itiraz da Yargıtay Ceza Kurulu'nca reddedildi.
Dink'in cezalandırılmasına emsal gösterilen Nazi örgüt lideri Alman Kuhnen'in Yahudi soykırımını inkâr ettiği ve "Karşımıza çıkan herkesi tasfiye edeceğiz" dediği için mahkûm olmuştu. Kuhnen bir yazısında "Her kim bu davaya hizmet ederse eylem yapabilir. Her kim buna karşı çıkarsa karşısında bizi bulacak ve nihai olarak tasfiye edilecektir" diye yazmıştı. Ülkesinde bu yazısı nedeniyle ceza alan Kuhnen'in mahkûm olması üzerine Kuhnen, 1988 yılında o tarihte AİHM'in işlevini gören Avrupa İnsan Hakları Komisyonu'na başvurmuş ve başvurusu reddedilmişti.)

Devlet cinayet planını bildiğini gizliyor
Dink ailesinin başvurusunda Hrant Dink'in tehditlere karşın hükümet tarafından korunmadığı belirtiliyordu. Suikast hazırlığını polis, jandarmanın önceden bilmesine karşın gereken tedbirlerin alınmadığı ifade ediliyordu. AİHM'in bu konuda hükümete sorusu şöyleydi: "Kamusal makamların önceden haberdar olmalarına rağmen başvuran Dink'e, düzenlenen saldırıyı engellemek için kendi kaza yetkisi içerisinde bulunan kişileri koruma pozitif yükümlülüğünü yerine getirilmiş midir?"

İstihbarat yalanları
Devlet yaşam hakkını korurken önleyici tedbir almasını gerektiren bilgilere sahip olması gerekir. AİHM içtihatlarına göre yaşam hakkının ihlalinden bahsedebilmek için "Mağdur gerçek ve yakın biçimde tehdit ediliyor muydu, yetkili makamlar bunu biliyor muydu ve bu tehlikenin önüne geçmek için makul tedbirler alındı mı?" sorularının sorulması gerekir. Dink gerçek ve yakın biçimde tehdit edilmiş olsaydı koruma için yerel makamlara başvurur ve koruma isterdi. 
(Hrant Dink'in öldürülmesinden sonra incelenen bilgisayarında küfürler ve tehditlerin bir dosya klasöründe toplandığı görülmüştü. 'Bir güvercin tedirginliğinde' yaşadığını öldürülmesinden hemen önce kaleme aldığı yazısında anlatıyordu. Ancak tehditlerden birinin de  2006'da İstanbul Valiliği'nde vali yardımcısı Ergün Güngör'ün odasında yapıldığını düşünüyordu. İki MİT personeli Dink'i 'kendisine dikkat etmesi' için uyarmıştı.
Hrant Dink'in koruma istemediği doğruydu ancak emniyet ve jandarmanın bildiği cinayet planlarından habersizdi.
Emniyet güçleri cinayetinin planlarından yaklaşık bir yıl önce haberdar olmuştu. Dink cinayeti davasında azmettiricilikten yargılanan Erhan Tuncel'in polisin haber elemanı olduğu planlarını düzenli olarak polise bildirdiği ortaya çıktı. Trabzon emniyeti de bu konudaki istihbaratlarını Emniyet Genel Müdürlüğü'ne bildirmişti. Emniyet Genel Müdürlüğü de böylesi bir tehdit karşısında yasalara göre koruma sağlaması gerekirken bunu yapmamış ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne Trabzon'dan gelen bilgileri iletmekle yetinmişti. Erhan Tuncel ile bir istihbarat polisinin cinayetten hemen sonra yaptığı telefon konuşmasından polisin suikastın  kafasına kurşun sıkılarak yapılacağını bildiğini ortaya koymuştu.
Ayrıca Yasin Hayal'in eniştesinin de Trabzon İl Jandarma Komutanlığı'ndaki istihbarat görevlilerine suikast planları konusunda bilgi verdiği, bu bilgilerin İl Jandarma Komutanı Albay Ali Öz'e ulaştırıldığı ortaya çıkmıştı. 
Hafızalarda kalan bir kare ise devletin bu konudaki sorumluluğunu simgeliyor. Dink'i öldüren Ogün Samast ile yakalandığı Samsun'daki emniyet müdürlüğü binasında polis ve jandarmalar sırayla fotoğraf çektiriyordu.)

Tehdit edenle bir tutuldu
Hükümetin Dink'in nefret suçu işlediğine yönelik savunmasında Agos'u tehdit ettiği için hapis cezasına mahkûm edilen sanıkla Dink'e Türklüğü tahkir suçundan verilen cezanın aynı kapsamda olduğu iddia edildi. Savunmada "Dink'e ceza verilmeliydi, tehdit edene de verilmemesi gerekirdi" görüşü savunuldu: "Türk mahkemeleri, Hrant Dink'in öldürülmesinden sonra Agos gazetesini tehdit eden ve içeriği nefret söylemi niteliğindeki mektupları gönderen kişiye 3 yıl 3 ay hapis cezası vermiştir. Düşünce özgürlüğünün korunmasının devletin pozitif bir yükümlülüğü olduğu kabul edilirse, bu mektupları gönderen kişinin de tartışmalı bir konuda kendi fikrini söylediği kabul edilmeli ve fikirlerine koruma sağlanmalıdır.

Orhan Dink: Aynı zihniyet
Hrant Dink'in kardeşi Orhan Dink ise Türkiye'nin AİHM savunmasına tepkili: Hükümetin savunmasını biz de gazeteden okuduk. Gazetede okuduğum haliyle çok şaşırdım. Ağabeyimin son iki yazısı AİHM'e yaptığı savunmaydı. Çünkü AİHM onun son çaresiydi ve son umuduydu. Oradan aklanarak çıkıp, Türklüğü aşağılamak konusunda 'bakın siz böyle böyle dediniz ama öyle değildi' diyecekti. Böyle bir karar onu rahatlacaktı. Bizim AİHM'e başvurmamızın en önemli nedeni cinayetten sonra da aynı zihniyetin sürüyor olmasıydı. Ağabeyim artık yok. Ama AİHM kararı onun mirası açısından da bizim için de önemli. Hükümetin savunması bizi şaşırttı. Dava dosyasında da sanıkların avukatları ya da ağabeyime ceza çıkan mahkemeler Türklükle ilgili sözleri 'haksız tahrik'ten söz ediyordu. Bu savunmada da öyle demeye getiriliyor.
Dosyadaki zihniyetin hükümet tarafından savunulması bizi çok şaşırttı. Tedirgin etti ve umutsuzluğa sürükledi."

Hrant Dink'in o sözleri çok farklı yerlere çekildi
Hrant Dink'in Türk kanına pis dediği iddia edilen yazısının konusu çok farklıydı. 301. maddeden yargılandığı Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi'ndeki davaya gönderilen bilirkişi raporunda yazının içeriği şöyle anlatılmıştı:
"Sanığın müsnet suç bakımından söz konusu ifadeleriyle anlatmak istediği husus tüm yazıları ardı ardına okunduğunda ortaya çıkmaktadır. Buna göre 1915'te yaşanan olaylar soykırım niteliğindedir. Bu olaylar Ermeni kimliğinde gerek oluşları gerekse daha sonra dünyanın ilgisizliği nedeniyle ciddi tahribatlara yol açmıştır. Sonrasında Ermeni toplumu bu olayı ayakta kalmak için kullanmış, zamanla ise bu olayların gerçekliği ve dünyaya kabul ettirilmesi bir inada dönüşmüştür. Bu inat, yani soykırım ve dünyaya kabul ettirme sorunu zamanla Ermeni kimliğinin asıl unsuru haline gelmiştir. Bu durum Ermeni kimliğine zarar vermekte ve Ermeni kimliğini tüketmektedir, sağlıksız bir ruh halinin göstergesidir.
... Ermenilerin tek hedefi bu olayları Türkiye'ye ve dünyaya kabul ettirmek olamaz. Ermeni kimliğinin sağlığı başka ülkelerin soykırımı  kabul edip etmemesine bağlı olamaz. Bu yaklaşım hatalıdır... Ermenilerin tüm çabalarını dünya üzerinde 'Türk'e baskı uygulamaya ve soykırımı kabul ettirmeye ayırması, kimliğin oluşumunu engelleyen bir zaman kaybıdır. Bu anlamda Ermeni dünyası kendini Türk'ten kurtarmalıdır.

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID=1013675&Date=15.08.2010&CategoryID=97


Skandal savunma ortaya çıktığında Hükümet de kabullenememiş ve dostane çözüm teklifi gündeme gelmişti. Ancak Dink ailesi olası bir dostane çözüm teklifinin kendileri tarafından kabul edilmeyeceğini açıklamıştı.


Hükümet, uğradığı suikast sonucu hayatını kaybeden Hrant Dink'in ailesinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) yaptığı başvuruya karşı dostane çözüm teklifinde bulunmaya hazırlanıyor. Tepki çeken savunma krizini aşmak için dün bir araya gelen Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Adalet Bakanı Sadullah Ergin ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay, dostane çözüm kararının Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a iletilmesinin ardından hükümet kararı kamuoyuna açıklanacak. Bakanlar, benzer savunma skandallarını önlemek için çalışma grubu oluşturulmasını da kararlaştırdı.

Türkiye, AİHM'ye gönderdiği müdafaada Hrant Dink'in Türklüğe hakaret ettiğini savunmuştu. Ermeni asıllı gazeteci Dink, savunmada bir Nazi liderine emsal gösterilmişti. Diplomatik kaynaklar, davayı kazanmak adına AİHM'nin bu yöndeki içtihadını esas alarak teknik sebeplerle böyle bir savunma hazırlandığını bildirdi. Ancak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Dışişleri Bakanı Davutoğlu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin, savunmadan rahatsızlıklarını açıkça dile getirmişlerdi.
Dünkü toplantıda Dink davasını masaya yatıran üç bakandan Davutoğlu ve Ergin, yapılan müdafaanın savunulacak bir tarafının olmadığını dile getirdi. Müzakereler sonunda dostane çözümün Türkiye adına en uygun seçenek olduğuna karar verildi. Görüşmede Türkiye'nin imajına büyük zarar veren benzer skandalların önüne nasıl geçileceği de ele alındı. Bu doğrultuda AİHM davalarında devlet içinde koordinasyonu sağlamak için ilgili bakanlık ve kurumların katılacağı bir çalışma grubu oluşturulacak. İç hukuk daha hızlı çalıştırılarak AİHM'ye yapılan başvurusu sayısının azaltılması da hedefleniyor. Ayrıca gönderilen savunmaların AİHM içtihadına ve evrensel değerlere uygun olmasına özen gösterilecek. Davutoğlu, bu konularda neler yapılabileceği konusunda fikir almak için önceki gün AİHM eski yargıcı Rıza Türmen'le uzun bir görüşme gerçekleştirmişti.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1019681&title=dink-davasinda-ibre-dostane-cozumden-yana

Dostane çözüm artık çok geç

Türkiye, Hrant Dink'in öldürülmesi konusunda AİHM'de görülen davada dostane çözüme gitme kararı aldı. Önceki gün İçişleri Bakanlığı'nda biraraya gelen Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Adalet Bakanı Sadullah Ergin ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay, AİHM'deki Dink davasını masaya yatırdı. Toplantıda AİHM'in, Ankara'yı mahkum etme gerekçeleri olan 2. ve 10. maddelerine dayanarak mahkemeyle dostane çözüme gidilmesini kararlaştırıldı. Bu maddeler Türkiye'nin "Vatandaşının yaşam hakkını koruyamadığı" ve "kendi kusurunu kabul ettiği" anlamına geliyor. Dink ailesinin avukatı Fethiye Çetin, hükümetin bu adımını "hukuki değil siyasi" olarak değerlendirdi. Taraf'a konuşan Çetin, şunları söyledi: "Ben de bu sabah gazetelerden okudum. Dostane çözüm deniyor. Dostane çözümün hem süreç bakımından, hem de ilkesel bakımdan zamanı geçti. Geç kalındı. Dava artık karar aşamasında. Dostane çözüm ancak Hrant Dink yaşasaydı, ifade özgürlüğü davası sürerken mümkün olabilirdi. Siz Hrant Dink'i ortadan kaldırdıktan sonra dostane çözüm olmaz."

Süren davaları ciddiye alsın
Hükümetin tek taraflı yaptığı beyanların "özür niteliği" dışında anlamı olmadığını ifade eden Çetin, uzlaşma çabalarının altında hukuki değil siyasi nedenlerin olduğuna dikkat çekti. Çetin, savunma skandalının basına yansımasıyla hükümetin zor durumda kaldığını anımsatarak, "Şimdi dostane çabaların hukuken bir anlamı yok" dedi. Çetin, karar aşamasına gelmiş davalar için bu çabaların boşa olduğunu belirtmekle birlikte devam eden davalarla ilgili yapılması gerekenleri anımsatarak, şöyle konuştu:
"Karar sürecine gelinmişken, bu çabalar boşa. Ama yürüyen davalar, soruşturmalar var. Cinayet davası devam ediyor, İstanbul Emniyeti, Trabzon Emniyeti ile ilgili devam eden pek çok şey var. Eğer tekrar bir mahkumiyet yaşanması istenmiyorsa, bunların ciddiye alınması gerekiyor. Biz henüz bu yönde bir adım göremedik, yalnızca demeçler var. Biz AİHM'den karar açıklanmasını bekliyoruz. Karar açıklandıktan sonra Türkiye gereğini yapmalı."

http://www.taraf.com.tr/haber/dostane-cozum-artik-cok-gec.htm
#1265
Anayasa değişikliği paketinin referandumda kabul edilmesiyle birlikte aralarında milletvekili, yazar, gazeteci ve sanatçıların da yer aldığı bir grup, 12 Eylül darbesini yapanlar hakkında suç duyurusunda bulundu. 'Darbe yapmak, anayasayı değiştirmek, adam öldürmek ve işkence' iddialarıyla yargılanması istenenlerin başında cuntanın lideri Kenan Evren geliyor. 120 kişinin imzasını taşıyan suç duyurusu dilekçesi, Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcı Vekili Turan Çolakkadı'ya teslim edildi.

Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi'ne gelen yaklaşık 80 kişi, adliye önünde basın açıklaması yaptı. Grup, 'Yetmez! yeni anayasa istiyoruz' ve 'Darbeci Evren 12 Eylül'ün hesabını vereceksin' yazılı pankart açtı. Grup adına basın açıklamasını okuyan Yıldız Önen, "12 Eylül 2010 günü millet devlete el koymak zorunda kaldı. 50 yıllık darbeler tarihinin sonuna gelindi. 30 sene sonra, 12 Eylül'le hesaplaşmak için büyük fırsatımız doğdu." dedi. Artık askeri darbelerde darbecilere selam duran yüksek yargıçların olmayacağını belirten Önen, "12 Eylül 1980'in 'Asmayalım da besleyelim mi?' diyen kudretli komutanından hesap sormak için 12 Eylül 2010'da bütün engeller kalktı. Darbe yapmak suçtur. Kenan Evren ve o gün darbe suçuna ortak olanlar yargılanmalıdır. Evren ve hayatta olan 12 Eylül darbecilerinden şikâyetçiyiz. Özgürlük için, adalet için, eşitlik için, darbe yapmanın ağır bir suç olduğunu hafızalara kazımak için bugün darbeciler hakkında suç duyurusunda bulunuyoruz." diye konuştu.

Dilekçede imzası bulunan isimlerden Milletvekili Ufuk Uras, "Bu bizim açımızdan çifte bayram. Bir yandan sandıktan demokrasi çıktı. Diğer yandan da Kürt demokrasi hareketi 'Biz buradayız.' dedi. 'Yeni bir anayasa yapacaksan beraber yapalım.' dediler. Batı ile doğu arasında köprü kuracağız. Biz 30 yıldır bunu bekliyorduk. Kenan Evren ve arkadaşlarının yargılanması için bir zemin oluştu. Çocuklarımıza vereceğimiz en büyük hediye de budur. Kenan Evren'in gönüllü avukatları yanılıyor.'' diye konuştu.

Daha önce Kenan Evren hakkında iddianame hazırladığı için HSYK'nın görevden attığı eski Savcı Sacit Kayasu ise yargılamanın başlaması için hiçbir engel olmadığını vurguladı. Şu ifadeleri kullandı: "Zamanaşımı tehlikesi yok. Şu ana kadar yargılama olamadığından böyle bir durum yoktu. Ama artık tüm darbeciler yargı önüne çıkabilecek. O dönem savcı olarak bile dava açma yetkimiz yoktu. Biz öç peşinde değiliz. Sadece suçlunun cezalandırılmasını istiyoruz. Yargılanmak her zaman bir haktır. Suçsuzlarsa mahkemede de beraat ederler.'' dedi.

Şikâyetçi olan 80 kişi arasında Milletvekili Ufuk Uras, yazarlar Nihal Bengisu Karaca, Ferhat Kentel, Yasemin Çongar, Anayasa Mahkemesi Raportörü Osman Can, Sacit Kayasu, eski İstanbul Baro Başkanı Yücel Sayman ve sanatçı Zeynep Tanbay da bulunuyor. Şüpheliler ise Kenan Evren ile birlikte dönemin kuvvet komutanları Nurettin Ersin, Tahsin Şahinkaya, Nejat Tümer, Sedat Celasun, eski komutanlardan Bedrettin Demirel, Ali Haydar Saltık, eski Başbakan Bülend Ulusu ile diğer bakan, bürokrat, vali, kaymakam, emniyet müdürü, asker, amir ve memurlar olarak gösterildi. Darbe sonrasında yaşanan gelişmelerin hatırlatıldığı dilekçede, asılanlar, öldürülenler, gözaltına alınan, fişlenenler olduğu kaydedildi. Dilekçede, "İzah edildiği üzere şüphelilerin hapis cezasıyla tecziyeleri için haklarında kovuşturma yapılarak kamu davası açılmasını arz ve talep ederiz." denildi.

EMİNE DOLMACI İSTANBUL
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1027317&title=referandumdan-evet-cikinca-magdurlar-mahkemeye-kostu
#1266
En son güncellemesi 20.09.2008 tarihinde yapılmış olan Ceza Hukukuyla ilgili faydalı ve ücretsiz bir program. Aşağıdaki linkten indirebilirsiniz. Programı indirebilmek için siteye kayıt yaptırmanız gerekmektedir.

http://www.adalet.org/program/ana.php
#1267
Programın sabit diskte kapladığı alan 101.7 mb.
Programın yapımcısı ve hak sahibi: Adalet Bakanlığı
Program Adalet Bakanlığı tarafından sürekli olarak güncelleniyor.

Programı aşağıdaki linkten indirebilirsiniz:
http://www.uyap.gov.tr/mevzuat.html
#1268
Merhabalar. Sizin de geçmiş bayramınız kutlu olsun. İşverenin yapmış olduğu uygulama doğrudur. Aşağıda bu konuyla ilgili İş Müfettişi Erol Güner'in bir makalesi bulunmaktadır, konu bu makalede detaylı bir şekilde açıklanmıştır. Kolay gelsin...

MAZERETSİZ BİR GÜN İŞE GELMEYEN İŞÇİNİN HAFTA TATİLİ ÜCRETİ VAR MIDIR?

Erol GÜNER
İş Müfettişi, İş Teftiş Ankara Grup Başkan Yrd.
E- Yaklaşım / Haziran 2009 / Sayı: 198

I- GİRİŞ

Hafta tatili Türkiye'de 1924 yılında çıkarılan Hafta Tatili Kanunu ile düzenlenmiştir. Bu Kanun'a göre, "On bin veya on binden fazla nüfusu bulunan şehirlerdeki fabrika, imalathane, tezgah, dükkan, mağaza, yazıhane, ticarethane, sınai ve ticari bilumum müesseselerin .... haftada bir gün tatil edilmeleri mecburidir." (394 sayılı Hafta Tatili Kanunu md. 1). Resmi daireler ile genel, özel, ticari ve sınai müesseselerde işçilerin haftada altı günden çok süreyle çalıştırılması yasaklanmıştır (md. 394/2.). Kanun sadece sanayi dışında kalan işçilerden tarım, avcılık, balıkçılık, ormancılık ve benzeri işlerdeki çalışmaları kapsam dışında bırakmıştır (md. 394/3).

Hafta Tatili Kanunu'na göre, işyerlerinin Pazar günü açık olabileceği düzenlenmiştir. Pazar günü açık olan bir işyerinde, haftanın başka bir gününde işçiye izin verilmesi Kanun'da düzenlenmiştir. Postalar halinde çalışma yapılması halinde Pazar günü çalışan işçiye hafta içinde ve 24 saatten az olmamak üzere hafta tatili verilmelidir. Bunlar dışında, dinsel ve toplumsal gerekler göz önüne alınarak, Ramazan ve Kurban Bayramı Arifesine rastlayan Pazar günlerinde işyerinin kapalı tutulmasına istisna getirileceği de Kanun'da düzenlenmiştir (md. 394/5).

II- HAFTA TATİLİ ÜCRETİNE HAK KAZANMA

4857 sayılı İş Yasası'nın 46. maddesine göre, "Bu Kanun kapsamına giren işyerlerinde, işçilere tatil gününden önce yasanın 63. maddesine göre belirlenen iş günlerinde çalışmış olmaları koşulu ile yedi günlük bir zaman dilimi içinde kesintisiz en az 24 saat dinlenme verilir." hükmü bulunmaktadır. Buna göre, hafta tatili ücretinden yararlanabilmek için, İş Yasası'nın uygulama alanı içinde olmak ve haftanın tatilden önceki iş günlerinde çalışmış olmak şartları bulunmaktadır.

A- İŞ YASASI KAPSAMI İÇİNDE OLMAK

Hafta tatili ücretinden yararlanabilmenin ilk şartı, İş Yasası kapsamı içinde olmaktır. Borçlar Yasası uygulama alanı içinde olanlar ve İş Yasası'nın 4. maddesinde belirtilen istisnalar içinde yer alan işler ve yerlerde çalışanlar hafta tatili hakkından yararlanamayacaklardır.

B- HAFTANIN TATİLDEN ÖNCEKİ İŞ GÜNLERİNDE ÇALIŞMIŞ OLMAK

Hafta tatili hakkından yararlanmanın ikinci şartı, haftanın tatilden önceki iş günlerinde İş Yasası'nın 63. maddesinde belirlenen iş günlerinde çalışmış olmaktır. Kanun, koruyucu yapısı içinde fiilen çalışılmayan bazı halleri çalışılmış gibi kabul etmektedir.

İş Yasası'nın 46. maddesine göre, hafta tatiline hak kazanmak için aşağıdaki süreler çalışmış gibi kabul edilmektedir;

1- Çalışmadığı halde kanunen çalışma süresinden sayılan zamanlarla günlük ücret ödenen veya ödenmeyen kanundan ve sözleşmeden doğan tatil günleri,

2- Evlenmelerde üç güne kadar, ana veya babanın, eşin, kardeş veya çocukların ölümünde üç güne kadar verilmesi gereken izin süreleri,

3- Bir haftalık süre içinde kalmak üzere işveren tarafından verilen diğer izinlerle hekim raporuyla verilen hastalık ve dinlenme izinleri.

İşyerinde çalışmanın, zorlayıcı ve ekonomik bir sebep olmaksızın haftanın bir veya birkaç gününde tatil edilmesi halinde haftanın çalışılmayan günleri hafta tatiline hak kazanmak için çalışılmış gibi sayılacaktır.

4857 sayılı İş Yasası'nın 46. madde hükümleri dikkate alındığında, çalışmış gibi sayılan günler ve işverenden izin alınarak çalışılmayan günler dışında işçinin hafta içinde herhangi bir işgününde işine devam etmemesi durumunda hafta tatiline hak kazanamadığı gibi, hafta tatili ücreti de söz konusu olmayacaktır. Bu durumdaki işçinin aylık toplam çalışılan gün sayısı, bir gün işe devam etmediği düşünüldüğünde 2 gün eksik olacaktır. Çalışılan gün sayısı 30 değil, 28 gün olarak gösterilecek, 28 gün ücret tahakkuk ve tediyesi yapılacaktır. İşçilerin bu durum ile karşılaşmamaları için haklı bir mazeretleri dışında işlerine devam etmeleri yerinde olacaktır.

III- HAFTA TATİLİ ÜCRETİ

Kanun'da düzenlenmiş şartları yerine getiren işçiye, işveren tarafından çalışılmayan hafta tatili günü için bir iş karşılığı olmaksızın o günün ücreti tam olarak ücret ödenecektir (md. 4857/46-II). İşçinin tatil günü ücreti, çalıştığı günlere göre bir güne düşen ücretidir (md. 4857/49-I). İşçiye ödenecek olan hafta tatili ücretinde, sadece çalışmanın karşılığı olan çıplak ücret esas alınacak fazla çalışma ücreti, primler, hazırlama, tamamlama ve temizleme işlerinde çalışan işçilere bu işler için verilen ücret ve sosyal yardımlar dikkate alınmayacaktır (md. 4857/50) İşyerinde; işin bir haftadan fazla süre ile tatil edilmesini gerektiren zorlayıcı sebepler ortaya çıktığında, 4857/24 ve 25. maddelerinin III. bentlerinde gösterilen zorlayıcı sebeplerden dolayı çalışılmayan günler için işçilere bir hafta süreyle ödenen yarım ücret, hafta tatili günü için de ödenecektir (md. 4857/46-V).

Yüzde usulünün uygulandığı işyerlerinde, hafta tatili ücreti işçiye işveren tarafından ödenecektir (md. 4857/46-VI). Parça başı, akort, götürü veya yüzde usulü ücret sistemleriyle çalışan işçiler için tatil günü ücreti, ödeme döneminde kazandığı ücretin aynı süre içinde çalıştığı günlere bölünmesi suretiyle hesaplanır (md. 4857/49-II). Saat ücreti ile çalışan işçilerin tatil günü ücreti saat ücretinin yedi buçuk katıdır (md. 4857/49-III). Aylık ücretle çalışanların aldıkları ücret, Ulusal Bayram ve genel tatil ücretlerini de içerdiği için ayrıca bir ödeme yapılmayacaktır (md. 4857/49-IV).

Geçici iş göremezlik ödeneği alan işçilere hafta tatili ücreti, kurum veya sandıklar tarafından geçici iş göremezlik ölçüsü üzerinden ödenecektir (md. 4857/48-I). Hastalık nedeni ile çalışılmayan günlerde Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından ödenen geçici iş göremezlik ödeneği aylık ücretli işçilerin ücretlerinden mahsup edilir (md. 4857/48-II).

İş Yasası'na göre haftalık 45 saati aşan çalışmalar fazla çalışma olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle, işçi hafta tatili gününde çalışmaksızın dinlenmesi esas olmakla birlikte Kanun'da düzenlenmiş fazla çalışma sebeplerinden birinin ortaya çıkması halinde hafta tatili gününde dinlenmeksizin çalışacak olursa bu İş Yasası anlamında fazla çalışma olarak kabul edilecektir. Hafta tatilindeki çalışmanın fazla çalışmayı meydana getirmesi halinde hesaplanacak fazla çalışma ücreti ile normal çalışma saatleri içinde meydana gelen fazla çalışma için ödenecek fazla çalışma ücreti arasında hesaplanma yöntemi bakımından bir farklılık bulunmamaktadır. Örneklemek gerekirse işçi hafta içinde 7,5 saat fazla çalışma yapmış ise, %50 artırımlı olarak fazla çalışma ücreti tahakkuk ve tediye edilecek, hafta tatilinde çalışarak 7,5 saat fazla çalışma yapmış ise yine %50 artırımlı olarak fazla çalışma ücreti tahakkuk ve tediye edilecektir. Bu hesaplanma yöntemi işverenlerce ve yetkililerce yanlış olarak algılanmakta, farklı tahakkuk ve tediyelerin olduğu denetimlerimiz sırasında görülebilmektedir.

IV- HAFTA TATİLİ KULLANDIRMAMANIN VE ÜCRETİNİ ÖDEMEMENİN CEZASI

Hafta tatili izni kullandırmamanın ve ücretinin ödenmemesi ile ilgili olarak 4857 sayılı İş Yasası'nda açıkça bir idari para cezası öngörülmemiştir. Ancak, hafta tatili ücreti işçinin normal ücreti içinde yer almaktadır. Hafta tatili ücretinin ödenmemesi halinde 4857 sayılı İş Yasası'nın 32. maddesinde belirtilen ve işçinin ücretini ve ödeme usullerini gösteren hükümlere muhalefetten, 4857/102-a bendine göre, bu durumda olan her işçi ve her ay için idari para cezası uygulanması mümkündür. Hafta tatilinde izin verilmeyip çalışma yaptırılması durumunda ise, işçinin çalışması fazla çalışmayı meydana getireceğinden, fazla çalışma ücreti olarak hafta tatili çalışma ücretinin tahakkuk ve tediye edilmemesi durumunda, 4857/102-c bendine göre, idari para cezası uygulanacaktır.

İşçiye hafta tatili izninin verilmemesi 394 sayılı Hafta Tatili Kanunu'na muhalefeti meydana getirmekte olup, bu durumda olan işyerleri ve işverenler hakkında ilgili Belediyelere ihbarda bulunulmaktadır. Hafta tatillerinde çalışma yapabilme konusunda Belediyeler tarafından işyerlerine izin verilmekte olup, işyerlerinin bu izni alması gerekmektedir. Aksi takdirde kapatılması ve idari para cezası verilmesi söz konusu olacaktır.

V- SONUÇ

Anayasamızın "Çalışma Şartları ve Dinlenme Hakkı" başlıklı 50. maddesine göre, dinlenmek çalışanların hakkıdır. Ücretli hafta ve bayram tatili ile ücretli izin hakları ve şartları kanunla düzenlenir. Bu madde bağlamında 4857 sayılı İş Yasası'nın 46-50. maddelerinde hafta tatili izni ile ücreti konusunda düzenlemeler yapılmıştır. Ayrıca 394 sayılı Hafta Tatili Kanunu ile de hafta tatilinin usul ve esasları belirlenmiştir. Bu yasal mevzuat doğrultusunda işçilere haftada 24 saatten az olmamak üzere, ücret kesintisi yapmaksızın (bir iş karşılığı olmaksızın) hafta tatili izni verilmesi ve hafta tatili ücretinin tahakkuk ve tediye usulleri de 49 ve 50. madde hükümlerine göre yapılması gerekmektedir. Hafta tatili izninin kullandırılmaması ve çalıştığı hafta tatili ücretinin tahakkuk ve tediye edilmemesi halinde yukarıda bahsedildiği üzere idari para cezaları ve idari düzenlemeler söz konusu olabilecektir. Hafta tatili çalışması karşılığı ödenecek ücret artık fazla çalışma ücreti niteliğinde olup, fazla çalışma ücreti ile ilgili 4857/41. maddesinde belirtilen usul ve esaslara göre tahakkuk ve tediyelerin yapılması zorunludur. İşçinin çalışmadan alması gereken bir günlük ücrete ilaveten, çalıştığı ve hepsinin de fazla çalışmayı meydana getirmesinden dolayı, hafta tatili çalışma saatinin tamamı için %50 artırımlı olarak fazla çalışma ücreti tahakkuk ve tediye ettirilecektir. İşçinin çalışmadan aldığı ücretin 30 günlük çalışma ücreti içinde yer aldığı da unutulmamalı, bazı işveren ve yetkililerinin yaptığı gibi, ek 2,5 günlük ücret tahakkuk ve tediyesi yapılmamalıdır.

İşçilerin hafta tatili ücretine hak kazanabilmek için haftanın tatilden önceki günlerde çalışmış olmaları veya çalışmış gibi sayılan günlerin söz konusu olması gerektiğinden, haklı bir mazereti olmaksızın işe devam etmeyen işçilerin hafta tatiline ve hafta tatili ücretine hak kazanamadıklarının bilinmesi, ücret tahakkuk ve tediyelerin bu durum göz önünde bulundurularak yapılması yerinde olacaktır.

Hafta tatilinin işçinin Anayasal ve yasal bir hakkı olduğu, hafta tatili yapmayan işçiden yeterli verim alınamayacağı, işyeri disiplinine zararının olacağı, işçi için hafta tatili izninin kullandırılmamasının, haklı bir nedenle hizmet akdini bildirimsiz ve tazminatsız feshetme yolunu açarak yasal kıdem tazminatını talep edebileceği de işverenlerimizce unutulmamalıdır.
#1269
Yanlış anlamışsınız. Öncelikle hissesini devreden ortağın şirkete olan borçlarının sebebi nedir, bunu belirlemek gerekiyor. Şayet madde metninde de açıkça belirtildiği şekilde, nama yazılı hissesini devreden ortak, devrettiği hisse bedelini şirkete tam olarak ödememişse, yani bir sermaye borcu bulunuyorsa, böyle bir borç, hisseyi devralan şahsa intikal edecek ve bu devirle eski hissedar borcundan kurtulmuş olacaktır. Fakat hissesini devreden şahsın şirkete ticari veya diğer sebeplerle şahsi borcu bulunuyorsa, elbette bu tür şahsi borçlar hisseyi devralan şahsa geçmeyecektir. Durum özetle bu şekildedir.
#1270
Anayasa değişiklik paketi için yapılan referandumda sandıktan 'evet' çıkmasının ardından darbecilerin yargılanmasının önü açıldı. Kenan Evren ve arkadaşlarıyla ilgili savcılıklara suç duyurusu yapılıyor.

Kenan Evren ve yönetiminin yargılanması için Ankara'da savcılara başvuru yapıldı. Başvuruyu Mazlum-Der, İHD ve Emek Platformu üyeleri yaptı.

MAZLUMDER adına Genel Başkan Ahmet Faruk Ünsal, MAZLUMDER Ankara Şubesi Başkanı Üstün Bol 12 Eylül Darbecileri hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundular.

Öte yandan Eşitlik ve Demokrasi Partisi (EDP) İzmir İl Yönetimi de, ''12 Eylül darbesini yapanlar'' hakkında suç duyurusunda bulundu. EDP İzmir İl Başkanı Arif Ali Cangı, İzmir Adliyesi önünde gazetecilere yaptığı açıklamada, dünkü halk oylamasıyla kabul edilen anayasa değişikliğinin, Anayasanın geçici 15.maddesini yürürlükten kaldırdığını ifade etti.

Cangı, şu bilgileri verdi: ''Anayasa değişikliğinden sonraki ilk işimizi gerçekleştiriyoruz. 12 Eylül darbecileri ve diğer sorumluları hakkında darbe yapmak, anayasa değiştirmek, hükümeti yıkmak, sistemli bir şekilde planlayarak ve tasarlayarak adam öldürmek, kasten yaralamak, işkence yapmak, eziyet etmek, hürriyetten yoksun bırakmak ve cinsel saldırıda bulunmak gibi suçlardan suç duyurusunda bulunuyoruz.''

Türkiye'nin eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik bir anayasayı hak ettiğini belirten Cangı, ''Suç duyurusu dilekçimizde, darbeyi gerçekleştiren generallerin yanı sıra, darbe sırasında görevde olan ve daha sonra görev alan kuvvet komutanları, bakanlar kurulu üyeleri, sıkıyönetim komutanları, valiler, emniyet müdürleri şüpheli olarak gösterilmiştir'' dedi.

Genç Siviller de suç duyurusunda bulundu

Genç Siviller, 12 Eylül darbesini yapanlar hakkında Bursa Adliyesi'nde suç duyurusunda bulundu.

Sabah saatlerinde Bursa Adliye Sarayı önünde toplanan Genç Siviller adına açıklama yapan Emin İleri, 12 Eylül 1980 darbesini gerçekleştiren dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan evren ve kuvvet komutanları hakkında 'Darbe yapmak, anayasayı değiştirmek, hükumeti yıkmak, sistemli bir şekilde planlayarak ve tasarlayarak adam öldürmek, kasten yaralama, işkence yapmak, eziyet etmek, hürriyetten yoksun bırakmak, cinsel saldırıda bulunmak' iddiasıyla suç duyurusunda bulundu. Hazırladıkları şikayet dilekçesinde Evren ile dönemin kuvvet komutanları Nurettin Ersin, Tahsin Şahinkaya, Nejat Tümer, Sedat Celasun, Bedrettin Demirel, Ali Haydar Saltık, Eski Başbakan Bülend Ulusu'nun yanı sıra dönemin vali, bürokrat, kaymakam ve emniyet müdürlerinin yargı karşısına çıkması gerektiğini isteyen Genç Siviller, Anayasa'nın geçici 15. maddesinin kaldırıldığına işaret etti.

Darbecilerin yüz binlerce insanı mağdur ettiğini belirten Emin İleri, "12 Eylül 1980 darbesinde halk iradesi meclis ortadan kalkmış, siyasi partilerin kapısına kilit vurulmuştur. 650 bin kişi gözaltına alınmış, 1 milyon 683 bin kişi fişlenmiştir. Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılanmıştır. 7 bin kişi için idam cezası istenmiştir. 517 kişiye idam cezası verilmiş, bunlardan 50'si asılmıştır. 30 bin kişi işten atılmış, 388 bin kişiye pasaport verilmemiştir. Gazetecilere hapis cezaları verilmiş, 300 gün gazeteler çıkmamıştır. 39ton gazete ve dergi imha edilmiştir. Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirmiştir." dedi.

Darbeyi gerçekleştiren dönemin komutanlarının hapis cezasıyla cezalandırılmasını isteyen Emin İleri, şüpheliler hakkında soruşturma açılması gerektiğine vurgu yaptı. Açıklamanın ardından Emin İleri ve arkadaşları hazırladıkları dilekçeleri Cumhuriyet Başsavcılığına verdi.

(CİHAN)
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1027030&title=darbecilere-yargi-yolu-acildi
#1271
Şu ana kadar yüzde 99,9 oranında açılan sandıklara göre en yüksek oranda "EVET" diyen ilk on il şöyle:

Ağrı % 95.80
Bingöl % 95.30
Siirt % 95.20
Batman % 94.70
Van % 94.50
Şanlıurfa % 94.40
Hakkari % 94.30
Diyarbakır % 94.10
Mardin % 93.50
Bitlis % 93.00

En yüksek oranda "HAYIR" diyen ilk on il ise şöyle:

Tunceli % 80.80
Kırklareli % 74.20
Edirne % 73.50
Muğla % 68.90
Tekirdağ % 65.40
Aydın % 64.10
İzmir % 63.20
Mersin % 62.80
Çanakkale % 59.80
Antalya % 56.70

http://www.haber7.com/haber/20100913/Referandumda-EVET-ve-HAYIR-rekoru-kiran-iller.php
#1272


Türkiye, 12 Eylül darbesinin 30. yıldönümünde tarihî bir karar verdi; darbe anayasasını kısmen değiştirip daha özgür ve demokratik bir dönemin kapısını açtı. Halkın yüzde 58'i sivil anayasanın ilk adımına 'evet' derken, katılım oranı yüzde 77'yi geçti. Artık Türkiye'de yüksek yargının yapısı ve seçim sistemi değişti. YAŞ ve HSYK kararlarına mahkeme yolu açıldı. Engellilerden kadınlara, çocuklardan memurlara kadar bütün toplum kesimlerinin temel hak ve özgürlükleri teminat altına alındı.

Yargı reformu başta olmak üzere toplumun geneliyle ilgili önemli değişikliklerin yer aldığı 26 maddelik anayasa paketi, dün tarihî referandumda halktan büyük destek buldu. Aylardır yürütülen 'hayır' ve 'boykot' kampanyalarına rağmen millet, tercihini demokrasi ve özgürlüklerden yana kullandı. Darbe anayasasını değiştiren düzenlemeler için 12 Eylül'ün 30. yıldönümünde sandığa koşan halkın yüzde 58'i değişime 'evet' dedi. 'Hayır' oyları yüzde 42'de kaldı. Seçime katılım oranı ise yüzde 77'yi geçti; halk sandığa sahip çıktığını gösterdi. Zaman zaman küçük çaplı gerginlikler yaşansa da, genel olarak referandum sakin ve olaysız geçti.

Reform paketi, Anayasa Mahkemesi ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) yapısında ve üye seçimlerinde önemli değişiklikler içeriyor. Darbecilerin yargılanması, bireysel özgürlükler, ekonomik ve sosyal haklar alanında köklü reformlar getiriyor. Pakette, memurlardan işadamlarına, Yüksek Askerî Şûra mağdurlarından engellilere kadar hemen herkesi ilgilendiren değişiklikler var.

İşte Türkiye'de yeni dönemi başlatan ÖNEMLİ reformlar:

*Darbecilerin koruma zırhı kalktı.
*Siviller hiçbir şekilde askerî mahkemelerde yargılanmayacak.
*Yüksek Askerî Şûra ve HSYK kararları yargı denetimine açıldı.
*Partiler kapatılsa bile milletvekillerine siyasî yasak getirilemeyecek.
*Fişleme artık anayasal bir suç.
*Kadın, çocuk ve engelli hakları pozitif ayrımcılıkla teminat altına alındı.
*Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkı getirildi.
*Yüksek yargı üyelerinin seçiminde kürsü hâkimleri de belirleyici olacak.
*İşadamları için yurtdışına çıkış yasağı kararını ancak mahkemeler verebilecek.
*Memurlar toplu sözleşme hakkına kavuştu. Kamudaki zam oranından emekliler de yararlanacak.

Sandıktan EVET çıktı, Türkiye kazandı
Türkiye, 12 Eylül askerî darbesinin 30. yıldönümünde demokrasi ve özgürlüklere 'evet' dedi. Kıran kırana bir propaganda yarışından sonra, kazanan Türkiye oldu. Yüzde 58 oranında 'evet' çıkarken 'hayır' diyenlerin oranı yüzde 42'de kaldı. Türkiye, büyük oranda 'evet' oylarının rengi olan 'beyaz'a büründü. Bugünden itibaren artık yepyeni bir dönem başlıyor.

Türkiye, 12 Eylül darbesinin 30. yıldönümünde dün tarihî bir halkoylamasına gitti. Halk, statüko ve vesayet karşısında kendi kaderini oyladı; demokrasi ve özgürlüklere 'evet' dedi. Sandıktan, yüzde 58 oranında 'evet' çıkarken 'hayır' oyları yüzde 42'de kaldı. Böylece, 26 maddelik anayasa değişikliği paketi kabul edilmiş oldu.

Referandumda, 49 milyon 446 bin 369 seçmen, 151 bin 546 sandıkta oy kullandı. 'Evet' oyları beyaz, 'hayır' oyları da kahverengi ile temsil edildi. Sonuçta, Türkiye büyük oranda 'beyaz'a büründü. Geleneksel olarak CHP'nin güçlü olduğu sahil illerinde 'hayır' çıkarken iç bölgelerde 'evet'ler ağır bastı. Büyük şehirlerde de sonuçlar beklendiği gibiydi. İstanbul ve Ankara'da 'evet'ler önde çıkarken İzmir 'hayır' dedi. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde, BDP'nin boykot kararı etkili olurken bazı yerlerde zaman zaman gerginlikler yaşandı. Fakat genel olarak referandum sakin ve sağduyulu olarak geçti. Bölge illerinde sandığa giden vatandaşların tercihi 'evet' yönünde oldu, yüzde 90'ları aşan 'evet' oyları geldi. Katılım oranının yüzde 77,55 olduğu referandumda seçmenlerden yüzde 58,02'si (21 milyon 815 bin 460) 'evet', yüzde 41,98'i (15 milyon 789 bin 968) ise 'hayır' oyu verdi. Seçmenlerden 11 milyon 338 bin 169'u ise sandığa gitmedi.

Halkın onayladığı yeni paket, yargı reformu, darbecilerin yargılanması, bireysel özgürlükler, ekonomik ve sosyal haklar alanında vesayetçi yönetimi sona erdirecek köklü reformlar getiriyor. 26 maddelik yeni Anayasa'da memurlardan işadamlarına, Yüksek Askerî Şûra (YAŞ) mağdurlarından engellilere, yüksek yargı mensuplarından emeklilere kadar hemen herkesi ilgilendiren değişiklikler var.

Paketteki önemli maddelerden biri de 12 Eylül darbecilerine koruma zırhı getiren Anayasa'nın geçici 15. maddesinin değişmesiydi. Yeni düzenleme ile 12 Eylül darbecilerine yargı yolu açıldı. Kenan Evren ve arkadaşları ile Danışma Meclisi üyelerinin hesap sorulamazlığına son verildi. Artık darbe planı dahil, askerlik mesleği dışında işlerle uğraşanlar sivil mahkemede yargılanabilecek. YAŞ kararlarıyla ordudan ihraç edilen askerî personele, yargıya başvurma hakkı getirildi. Ayrıca, kişisel verilerin korunması ilk kez anayasal güvence altına alındı. Bundan sonra kişisel ya da inanca dönük fişleme faaliyeti 'anayasa suçu' sayılacak.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1026912&title=12-eylulde-son-sozu-millet-soyledi-demokrasinin-zaferi&haberSayfa=0


Dünya medyası: Halk, güçlü destek verdi


Referandumun sonuçları dünya medyasında geniş yankı buldu. BBC, CNN, Deutsche Welle gibi dünyaca ünlü yayın kuruluşları, sandık sonuçlarını internet sitelerinde manşetten verirken, AFP ve Reuters gibi uluslararası haber ajansları da referandumu 'acil' koduyla abonelerine geçti.

CHP Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu'nun oyunu kullanamaması da haberlerde yer buldu. İngiliz yayın kuruluşu BBC, halkın anayasa değişikliğine güçlü destek verdiğini belirtirken, 'hayır' kampanyası yürüten MHP'nin referandumdan ağır yara alarak çıktığına işaret etti. Reuters, sonuçların Başbakan Erdoğan için 2011 seçimleri öncesinde büyük bir destek olduğu yorumunda bulundu. Fransız haber ajansı AFP, "İslami-muhafazakar AKP, laik muhalefetin ve askerin karşısında elini güçlendirdi." ifadelerini kullandı. Fransız Le Figaro gazetesi de referandumun 12 Eylül darbesinin 30. yıldönümünde yapıldığını hatırlatarak, "Seçmenler, kampanya boyunca 'askerlerin anayasası yerine milletin anayasasına evet' mesajını veren Erdoğan'ı takip etti." diye yazdı. Sağ eğilimli gazete, bu sonucun ardından Erdoğan'ın gelecek sene yapılacak genel seçimlerde de üçüncü kez zafer kazanma yolunda büyük adım attığını savundu. Alman Deutsche Welle, haberinde Akdeniz ve Ege'nin sahil kentlerinde sandıktan ağırlıkla hayır çıktığını, İç Anadolu, Karadeniz, Güney ve Doğu Anadolu'nun evet dediğini belirtti. Danimarkalı Politiken gazetesi de, "Sonuç Erdoğan'ın kesin bir zaferidir. Türk halkı bu pakete evet diyerek 12 Eylül darbesi sonunda yapılan anayasanın demokratik olmadığını ortaya koymuştur. Bu sonuç ayrıca Erdoğan'a gelecek seçimde de iktidar yolunu açmıştır." diye yazdı. Arap medyasının yakından takip ettiği referandum, El Cezire ve El Arabiye televizyonları tarafından canlı yayınlarla Arap dünyasına iletildi. Her iki kanal da referandumun özellikle Erdoğan için önemli bir başarı olduğunu kaydetti.

Dış Haberler Servisi
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1026886&title=dunya-medyasi-halk-guclu-destek-verdi

AB sonuçtan memnun


Anayasa değişikliği paketinin referandumda kabul edilmesi Avrupa Birliği'nde memnuniyetle karşılandı. Paketin, Türkiye'nin AB üyeliği yolunda bazı sorunlarına cevap teşkil edeceğini vurgulayan Genişleme Komiseri Füle, paketin ilave paketlerle desteklenmesi gerektiğini belirtti. AP Türkiye Raportörü Ruijten de Türk vatandaşlarını tebrik ederek, reform sürecinin hızlandırılmasını istedi.

Sürecin başından beri anayasa değişikliği paketini destekleyen Avrupa Birliği, "evet" oylarının önde çıkmasının ardından "memnuniyet" açıklamaları yaptı. İlk açıklama CHP'nin, aldığı hediyeler karşılığında anayasa paketini desteklediği ithamına maruz kalan Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye raportörü Ria Oomen-Ruijten'den geldi. Oomen-Ruijten, yazılı açıklamasında sonuçtan duyduğu memnuniyeti ifade ettikten sonra, ombudsmanlık kurumu, askeri mahkemelerin yetkilerinin sınırlandırılması, toplu sözleşme hakkı gibi adımların "ileri hamleler" olduğuna dikkat çekti. Türk vatandaşlarını tebrik eden Oomen-Ruijten, reform sürecinin hızlandırılmasını istedi. Bilhassa Kürt ve Alevi vatandaşların hakları için adımlar atılması gerektiğine işaret eden Türkiye raportörü, iktidar ve muhalefetin yapıcı şekilde beraber çalışmalarını umduğunu kaydetti. Yüksek katılımın Türk vatandaşlarının reform arzusuna işaret ettiğini kaydeden Oomen-Ruijten, anayasa değişikliği paketinin ülkenin modernleşmesi için "ilk adım"ı oluşturduğunun altını çizdi.

FÜLE: yeni paketlerle desteklenmeli

AB Komisyonu genişleme komiseri Stefan Füle de yazılı bir açıklama yaparak, sonuçtan memnun olduğunu vurguladı. Sürecin başlangıcından beri paketin doğru yönde atılmış bir adım olduğunu vurguladıklarını hatırlatan genişleme komiseri, kabul edilen paketin Türkiye'nin AB üyeliği yolunda bazı sorunlara cevap teşkil edeceğini vurguladı. Paketin etkisinin anlaşılması için uygulamayı çok yakından takip edeceklerine işaret eden Füle, hükümeti paketi uygularken şeffaf ve diyalog yanlısı olmaya çağırdı. Kabul edilen paketin ifade hürriyeti ve dini hürriyetler alanında ilave paketlerle desteklenmesi gerektiğini kaydeden Füle, yeni bir anayasanın elzem olduğunu kaydetti. Füle, yeni anayasa çalışmalarının mümkün olan en geniş mutabakatla yapılması çağrısında bulundu.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1026885&title=ab-sonuctan-memnun


Halk oylamasının yankıları Amerikan basınında


Anayasa değişikliğiyle ilgili halk oylamasının sonuçları ABD basınında ''Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın zaferi'' olarak yorumlandı.

CNN'in internet sitesinde yer alan haberinde, ''referandumun Başbakan Erdoğan ve AK Parti için ses getiren bir zafer'' olduğu belirtildi.

Anayasa değişikliğinin kadın, çocuk, yaşlı ve engellilere yönelik düzenlemeler getirdiğini ancak en tartışmalı bölümünün yargı sisteminde yapılan değişiklik olduğu ifade edilen haberde, Başbakan Erdoğan'ın bir danışmanının CNN'e ''değişikliğin yargının kast sistemini kıracağını'' söylediği kaydedildi.

Başbakan Erdoğan'ın anayasa değişikliğinin daha çok özgürlük ve demokrasi getireceğini belirttiğini ancak karşıt görüşlerin de ''bu düzenlemelerin Türkiye'nin laik sisteminin altını kazacağı ve Başbakan Erdoğan'a yargının üzerinde çok fazla güç vererek onu modern zamanların sultanı haline getireceği'' yönünde olduğu bildirilen haberde ''referandumla AK Parti iktidara geldiğinden bu yana sürekli çatışan Başbakan Erdoğan'ın İslami kökenli partisi ile Türkiye'nin laik kurumlarının da tekrar karşı karşıya geldiği'' belirtildi.

Los Angeles Times'da Borzou Daragahi imzalı yazıda da referandumla Başbakan Erdoğan'ın büyük bir zafer kazandığı ifade edildi. Yazıda, referandum sonuçlarının Erdoğan için gelecek yılki seçime yönelik itici güç olacağı yorumunda bulunuldu.

Washington Post'un internet sitesindeki haberinde de ''referandumdan 'evet' oyu çıkmasıyla Türk halkının askeri dönemin kanunlarını reddettiği'' belirtildi.

Halk oylamasının sonucunu internet sitelerinde ilk sayfadan veren NYT ve WSJ gazeteleri, İstanbul mahreçli haberlerinde, resmi olmayan sonuçlara göre Türklerin anayasa reform paketini büyük farkla kabul ettiklerini ve bunun AK Parti hükümetine büyük destek sağladığını duyurdu.

NYT, seçimin hükümet açısından büyük bir zafer olduğunu, pek çok seçmen ve siyasetçi tarafından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın hükümeti için bir anlamda güven oylaması olarak görüldüğünü yazdı.

Gazete, halk oylamasını değerlendiren analistlerin ''halk oylamasının sonucunun hükümetin gelecek yılki seçimleri kazanma ihtimalini güçlendireceğini ancak aynı zamanda derin şekilde kutuplaşmış ülkedeki keskin ideolojik bölünmeleri daha da güçlendireceğini'' düşündüklerini kaydetti. NYT, ''Batılı diplomatlar, halk oylaması sonucunun Başbakan Erdoğan'ın iddialı dış politikasını da teşvik edeceğini belirtiyorlar'' diye yazdı.

WSJ de haberinde, halk oylamasının sonucunun Başbakan Erdoğan'ın ''inandırıcı şekilde'' kazandığını gösterdiğini, kamuoyu yoklamalarının aksine sonucun az farkla değil büyük farkla ''evet'' olduğunu bildirdi. Haberde, ABD Başkanı Barack Obama'nın Başbakan Erdoğan'ı telefonla arayarak halk oylamasına yüksek katılım oranının Türk demokrasisinin ne derece canlı olduğunu gösterdiğini söylediği belirtildi.

Ekonomistler ve iş adamlarının görüşlerine de yer verilen haberde, gelecek yılki seçimlerde hükümetin tek parti olarak başa gelmesi yönünde işaretler arayan yatırımcıların Başbakan Erdoğan'a verilen bu açık desteği memnuniyetle karşılamalarının beklendiği ifade edildi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1026962&title=halk-oylamasinin-yankilari-amerikan-basininda


Ülkücü vicdan 'evet' dedi


Ülkücüler 'evet' oyu ile 12 Eylül'de gördükleri 'insanlık dışı' işkencelerin rövanşını aldı. MHP'nin 'hayır' kampanyasına rağmen ülkücü oyların yoğun olduğu illerde seçmenlerin darbe anayasasının değişmesine evet dediği görüldü. Bahçeli'nin memleketi Osmaniye de 'evet' dedi.

Referandumun kesin olmayan sonuçlarına göre 'evet' oyu yüzde 58, 'hayır' oyu ise yüzde 42 oranında çıktı. Bu tabloya göre, 'ülkücü vicdan' referandumda 'evet' oyu kullandı. Ülkücülerin 'evet' oyu kullanması için aslında birçok sebep peşi peşine sıralanabilir. Bunların başında, ülkücülerin 12 Eylül'de gördükleri 'insanlık dışı işkenceyle hesaplaşması' geliyor. Ayrıca paketteki hiçbir maddeyi, ülke ve partilerinin aleyhine de görmediler. Ancak asıl ayrışma noktası, ülkücü vicdanın 'sistemi' oylarken, parti yönetiminin referandumu 'AK Parti muhalifliği' olarak görmesinde yaşandı. Ayrışma da zaten bu noktada derinleşti.

Referandum sonuçları da 'tavan' ile 'ülkücü vicdan' arasındaki 'ayrışmayı' net bir şekilde ortaya koyuyor. 29 Mart 2009'da yapılan yerel seçimde, MHP'nin en yüksek oy aldığı illerin başında Bahçeli'nin memleketi Osmaniye (% 48,8) ve sırasıyla Kastamonu (% 49,03) ile Çankırı (% 44,05) geliyor. Referandumda, çıkan 'evet' oyları ise çok farklı bir tabloyu önümüze koyuyor. Osmaniye'de 'evet' oyları yüzde 53'e, Kastamonu'da yüzde 62,57'ye, Çankırı'da ise yüzde 77,43'e yükseliyor. Bu sonuca göre, ülkücü vicdanın 'evet' yönünde oy kullandığı da tescillenmiş oluyor. Bu durumu ortaya koyan belki de en belirgin gösterge, MHP lideri Devlet Bahçeli'nin doğup büyüdüğü ilçe Bahçe'den geldi. Çünkü, referandumda Bahçe'den çıkan sonuç oldukça düşündürücüydü... Zira, Bahçeli'nin hemşehrileri, yüzde 67,81 'evet', yüzde 32,19 'hayır' dedi. Oysa MHP, 29 Mart seçimlerinde Osmaniye'nin Bahçe merkez ilçesinde 48,79 oy almıştı. Referandumun neticesi, MHP'nin 29 Mart seçimlerinde aldığı oyun çok çok altında kaldığını gösteriyor. Bir başka örnek ise Ankara'dan. Başkent'te, 'hayır cephesi'nin toplam oyu; MHP (26,9), CHP (31,5) ve DP (0,26), toplam 58,66. Buna karşın referandumda çıkan 'hayır' oyu yüzde 45.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Ankara Anıttepe İlköğretim Okulu'nda oyunu kullandıktan sonra parti genel merkezine geçti. Sandıkların açılmaya başlamasıyla MHP'de moraller bozuldu. İlk saatlerde kimsenin ağzını bıçak açmadı. Bahçeli, daha sonra yaptığı yazılı açıklamada, bir yandan referandum sonuçlarına herkesin saygı duymasını isterken, diğer yandan karanlık bir tablo çıkarttı. Türk milleti tarafından kabul edilen değişikliği, 'karanlık bir döneme girildi' şeklinde yorumladı ve erken seçime gidilmesini istedi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1026926&title=haber-izlenim-ulkucu-vicdan-evet-dedi


Boykot sınırlı kaldı, doğuda rekor oranda 'evet' çıktı


Barış ve Demokrasi Partisi (BDP), Kürt sorununa kaynaklık eden 12 Eylül anayasasına en büyük darbenin indirileceği gün sandığa gitmeyerek tarihi sınavda başarısız oldu.

Bugüne kadar barış ve demokrasi mücadelesi verdiğini savunan BDP'li siyasetçiler, bu konularda büyük kazanımlar içeren 26 maddelik değişikliğe, "İçinde Kürtler yok" gerekçesiyle karşı çıktı. Seçmenine 'sandığa gitmeyin' baskısı yapan parti, siyasi mücadelesinde inandırıcılığını kaybetmiş olacak ki bu konuda istediği başarıyı tam anlamıyla sağlayamadı.

Diyarbakır'da 2007 Cumhurbaşkanlığı referandumunda katılım oranı yüzde 53'lerde kalmıştı. Bu oran, yapılan tüm baskılara rağmen dün de yüzde 36 olarak gerçekleşti. Doğu ve Güneydoğu'da çıkan evet oyları, pakete destek veren partilerin son seçimlerde aldıkları toplam oy oranını ciddi oranda aştı. 2007 seçimlerinde 'evet'çi partiler Diyarbakır'da 195 bin oy alırken, dünkü referandumdan 300 binin üzerinde 'evet' oyu çıktı. Bu da BDP'nin boykot baskısına boyun eğmeyen on binlerce partilinin sandığa giderek anayasa paketinden yana oy kullandığını ortaya koydu.

Yine Tunceli'de 2007'de yüzde 62 olan katılım oranı dün yüzde 66'ya ulaştı. Van'da yüzde 44 oranında katılım sağlandı.

Halkın 'evet' dediği anayasa değişikliği geçen yıl yapılmış olsaydı, bugün Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk siyasi yasaklı olmayacak, milletvekili görevlerini sürdürecekti. Daha önceki yıllarda yapılmış olsa, on binlerce vatandaş haksız yere fişlenmeyecek, yurtdışına çıkma hakkından mahrum kalmayacak, askeri mahkemelerde yargılanamayacaktı. 12 Eylül'ün failleri yargılanacak; teröre ve Kürt sorununa kaynaklık eden yapı ortadan kaldırılacaktı. BDP ise yıllardır mücadelesini verdiği bu değişikliklere hem TBMM görüşmeleri sırasında hem de referandum sürecinde karşı çıktı. Ancak BDP'nin baskısından yılmayan, barış ve demokrasi özlemi içindeki milyonlarca Kürt kökenli vatandaşın da desteğiyle bu yöndeki düzenlemeler Anayasa'ya girdi.

Demokratik siyaset iddiasına karşılık illegal yapılanmaların yönlendirmelerine maruz kalan BDP, demokratikleşme sandığını boykot ederek yapmaya çalıştığı güç gösterisi çabasında başarılı olamadı. BDP'nin kendi tabanını dahi boykot konusunda ikna edememesi, partinin yeni süreçte ciddi bir özeleştiri yapmasını gerektirecek. Kürt sorununu demokratik yollarla çözme yerine, terör örgütü PKK'nın sözcüsü konumuna geldiği eleştirilerine maruz kalan BDP, referandum tavrı nedeniyle uzun vadede de sıkıntı yaşayacak.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1026923&title=haber-analiz-boykot-sinirli-kaldi-doguda-rekor-oranda-evet-cikti


Kılıçdaroğlu 'hayır' diyemedi


Referandum sandığından umduğunu bulamayan CHP, dün sabah saatlerinden itibaren 'Kemal Kılıçdaroğlu krizi' yaşadı. Referandum sürecinde çeşitli gaflarıyla partisini zor durumda bırakan Kılıçdaroğlu, adres değişikliği beyanında bulunmadığı için oy kullanamadı ve partilileri hayal kırıklığına uğrattı. Oysa Zaman, Kılıçdaroğlu'nun oy kullanamayacağını haftalar önce duyurmuş ancak CHP sözcüleri tarafından 'masa başı habercilik' yapmakla suçlanmıştı.

Moral bozukluğu nedeniyle Kılıçdaroğlu dün gün boyu ortalıklarda görünmedi. Sevgi Kılıçdaroğlu, Ankara'da tek başına oy kullanmak zorunda kalırken eşinin İstanbul'da olduğunu belirtti. Ancak İl Başkanı Berhan Şimşek bile Genel Başkan'ın nerede olduğunu bilmediklerini söyledi. Saatler 17.00'yi geçip Kılıçdaroğlu'nun oy kullanamayacağı kesinleştiğinde ise partiden bir açıklama yapıldı. Kılıçdaroğlu'nun son yerel seçimlerde İstanbul'da oy kullandığı belirtilen açıklamada, Emniyet'in bir tutanakla Kılıçdaroğlu'nun İstanbul'daki adresten ayrıldığı yönünde işlem yaptığı ve isminin sandık seçmen listesinden çıkarılmasına neden olduğu savunuldu. CHP'de Genel Başkan'ın oy kullanamaması nedeniyle yaşanan moral bozukluğu, referandum sonuçlarının açıklanmaya başlanmasının ardından had safhaya vardı. Sessizliğin hakim olduğu koridorlarda sadece gazeteciler boy gösterdi. Kılıçdaroğlu'nun nerede olduğuna ilişkin çelişkili açıklamalar yapıldı. Sav, "Genel Başkan'ımız evde dinleniyor." derken, bazı parti yöneticileri de İstanbul'da olduğunu söyledi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1026913&title=zaman-bir-ay-once-yazmisti-kilicdaroglu-hayir-diyemedi
#1273
Merhabalar. Öncelikle Ramazan Bayramınızı tebrik ederim.

634 Sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu'nun 18, 25 ve 33. maddeleri aynen şu şekildedir:

    DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
   
    Kat Maliklerinin ve Kat İrtifakı Sahiplerinin Borçları
   
     A) Kat Maliklerinin borçları:
   
     I - Genel kural:
   
     Madde 18 – Kat malikleri, gerek bağımsız bölümlerini, gerek eklentileri ve ortak yerleri kullanırken doğruluk kaidelerine uymak, özellikle birbirini rahatsız etmemek, birbirinin haklarını çiğnememek ve yönetim planı hükümlerine uymakla, karşılıklı olarak yükümlüdürler.
   
     Bu kanunda kat maliklerinin borçlarına dair olan hükümler, bağımsız bölümlerdeki kiracılara ve oturma (Sükna) hakkı sahiplerine veya bu bölümlerden herhangi bir suretle devamlı olarak faydalananlara da uygulanır; bu borçları yerine getirmiyenler kat malikleriyle birlikte, müteselsil olarak sorumlu olur.

     VIII - Kat mülkiyetinin devri mecburiyeti:
   
     Madde 25 – Kat maliklerinden biri bu kanuna göre kendisine düşen borçları ve yükümleri yerine getirmemek suretiyle diğer kat maliklerinin haklarını, onlar için çekilmez hale gelecek derecede ihlal ederse, onlar, o kat malikinin müstakil bölümü üzerindeki mülkiyet hakkının kendilerine devredilmesini hakimden istiyebilirler.

     (Değişik ikinci fıkra: 14/11/2007-5711/12 md.) Bu gibi bir kat maliki hakkında, bağımsız bölümün mülkiyetinin hükme en yakın tarihteki değeri o kat malikine ödenerek bu mülkiyetin diğer kat maliklerine, arsa payları oranında devredilmesi için davanın açılması, aksi kararlaştırılmış olmadıkça, diğer kat maliklerinin sayı ve arsa payı çoğunluğuyla karar vermesine bağlıdır. Bu karara rağmen kat maliklerinden bir kısmı bu davayı açmak istemezse, davayı öteki kat malikleri açar ve hâkim hüküm vermeden önce devir bedelinin ileride hak sahibine ödenmek üzere bankada üçer aylık vadeli hesaba yatırılması ve makbuzunun ibrazı için davacılara resen belirleyeceği uygun bir süre verir. Devir bedelinin süresi içinde yatırıldığına ilişkin belge ibraz edildiğinde ve davanın kabulü halinde hâkim, davalının bağımsız bölümünün mülkiyetinin davayı açmış olan kat maliklerine arsa payları oranında devredilmesine ve devir bedelinin işlemiş faiziyle birlikte davalıya ödenmesine karar verir.
   
     Aşağıdaki durumlarda, birinci fıkrada yazılı çekilmezlik, her halde mevcut farz edilir :
   
     a) Ortak giderlerden ve avanstan kendine düşen borçları ödemediği için hakkında iki takvim yılı içinde üç defa icra veya dava takibi yapılmasına sebep olunması;
   
     b) Anagayrimenkulün bulunduğu yerin sulh hakimi tarafından 33 üncü madde gereğince verilen emre rağmen, bu kanunda yazılı borç ve yükümleri yerine getirmemek suretiyle öteki kat maliklerinin haklarını ihlal etmekte devamlı olarak bir yıl ısrar edilmesi;
   
     c) Kendi bağımsız bölümünü randevu evi veya kumarhane veya benzeri yer olarak kullanmak suretiyle ahlak ve adaba aykırı harekette bulunması.
   
     (Değişik dördüncü fıkra: 14/11/2007-5711/12 md.) Bu maddedeki dava hakkı, devir konusunda kat maliklerince alınan dava açma kararının öğrenilmesi tarihinden başlayarak altı ay ve her halde dava hakkının doğumundan başlayarak beş yıl içinde kullanılmazsa veya dava sebebi ortadan kalkmışsa düşer.

     V - Hakimin müdahalesi:
   
     Madde 33 – (Değişik birinci fıkra: 14/11/2007-5711/17 md.) Kat malikleri kurulunca verilen kararlar aleyhine, kurul toplantısına katılan ancak 32 nci madde hükmü gereğince aykırı oy kullanan her kat maliki karar tarihinden başlayarak bir ay içinde, toplantıya katılmayan her kat maliki kararı öğrenmesinden başlayarak bir ay içinde ve her halde karar tarihinden başlayarak altı ay içinde anagayrimenkulün bulunduğu yerdeki sulh mahkemesine iptal davası açabilir; kat malikleri kurulu kararlarının yok veya mutlak butlanla hükümsüz sayıldığı durumlarda süre koşulu aranmaz. Kat maliklerinden birinin yahut onun katından kira akdine, oturma hakkına veya başka bir sebebe dayanarak devamlı surette faydalanan kimsenin, borç ve yükümlerini yerine getirmemesi yüzünden zarar gören kat maliki veya kat malikleri, anagayrimenkulün bulunduğu yerin sulh mahkemesine başvurarak hâkimin müdahalesini isteyebilir.
   
     Hakim, ilgilileri dinledikten sonra, bu kanuna ve yönetim planına ve bunlarda bir hüküm yoksa, genel hükümlere ve hakkaniyet kaidelerine göre derhal kararını verir ve bunun, tesbit edeceği kısa bir süre içinde yerine getirilmesi lüzumunu ilgiliye tefhim veya tebliğ eder.
   
     (Değişik üçüncü fıkra: 14/11/2007-5711/17 md.) Tespit edilen süre içinde hâkimin kararını yerine getirmeyenlere, aynı mahkemece, ikiyüz elli Türk Lirasından ikibin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir. 25 inci madde hükmü saklıdır.



Konuyla ilgili Yargıtay kararları:

T.C.
YARGITAY
18. Hukuk Dairesi
E:2004/9658
K:2005/1122
T:22.02.2005

   Dava dilekçesinde 634 Sayılı Yasanın 25. maddesi gereğince tapu iptali ve tescile karar verilmesi istenilmiştir. Mahkemece davanın reddi cihetine gidilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
   Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
   KARAR : Davacı vekili dava dilekçesinde, davalıların gecenin geç saatlerinde televizyon ve radyonun sesini sonuna kadar açmak, koridorlarda yüksek sesle ve küfürlü sözlerle çevreye sataşmak, yine geç saatlerde sigortaları attırıp elektrikleri kesmek, su saatlerini kapatarak dairelere su gelmesini önlemek gibi eylemleriyle diğer bağımsız bölümlerde oturanları rahatsız ettiklerini ileri sürerek davalıların eylemlerinin Kat Mülkiyeti Yasası hükümleri uyarınca engellenmesine bir önlem olarak anılan yasanın 25. maddesine göre bağımsız bölümlerinin mülkiyetinin diğer kat maliklerine devredilmesi isteminde bulunmuştur.
   Mahkemece davalılardan kat maliki olan Mirza'nın bağımsız bölümde oturmadığı, bu davalının kızı olan diğer davalı Nemciye de kat maliki bulunmadığından davanın reddine karar verilmiş ise de aşağıda açıklanacak nedenlerle mahkemenin hükmü isabetli değildir.
   Şöyle ki; Kat Mülkiyeti Yasasının 18. maddesi hükmüne göre kat malikleri, gerek bağımsız bölümlerini gerekse eklentileri ve ortak yerleri kullanırken doğruluk kaidelerine uymak, özellikle birbirini rahatsız etmemek, birbirinin haklarını çiğnememek ve yönetim planı hükümlerine uymakla karşılıklı olarak yükümlüdürler.
   Bu yasada kat maliklerinin borc ve yükümlerine ilişkin hükümler onların bagımsız bölümlerindeki kiracılara ve oturma ( sükna ) hakkı sahiplerine veya bu bolumlerden herhangi bir sekılde devamlı olarak yararlananlara da uygulanır ve bu borç ve yükümleri yerine getirmeyenler kat malikleriyle birlikte müteselsilen sorumlu olurlar.
   Somut olayda davalı Mirza anataşınmazda kat maliki, diğer davalı ise onun bağımsız bölümünde sürekli oturmakta olan kızıdır.
   Dava dilekçesinde ve yargılama aşamasında davacı tarafın ileri sürdüğü hususlar Kat Mülkiyeti Yasasının yukarıda açıklanan 18. maddesi kapsamında olup, bu durumda davalı tarafın diğer bağımsız bölümlerde oturanlara verdikleri rahatsızlığın saptanması ile bunların giderilmesi için alınması gereken önlemlere hükmedilmesi gerekir. Davacı dava dilekcesinde önlem olarak Kat Mülkiyeti Yasasının 25. maddesi uyarınca davalıların bağımsız bölümlerinin mülkiyetinin diğer kat maliklerine devrini istemis ise de, olayın niteliği gözönünde tutulduğunda sozü edilen eylemlerin istek gibi Kat Mulkiyeti Yasasının 25. maddesinin degıl 18. maddenin kapsamında kaldığı anlaşılmaktadır. Taraflar arasındaki uyuşmazlığın nitelendirilmesi ve olaya uygun yasa maddesinin belirlenmesi hakimin görevi olduğu cihetle, uyuşmazlığın Kat Mülkiyeti Yasasının 18. maddesi kapsamında olduğunun kabulü ile bu madde hükmü çerçevesinde değerlendirme yapılıp oluşacak sonuç doğrultusunda karar verilmesi gerekirken, taraflar arasındaki uyuşmazlığın 25. madde açısından değerlendirilip, bu maddede öngörülen koşulların gerçekleşmediği gerekçesiyle davanın reddine hükmedilmesi doğru görülmemiştir.
   SONUÇ : Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 22.02.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi.


T.C.
YARGITAY
18. Hukuk Dairesi
E:2003/8423
K:2003/10272
T:22.12.2003

   Dava, Kat Mülkiyeti Kanununun 25. maddesinde açıklanan çekilmezlik hali nedenine dayalı olup, malikin bağımsız bölümü üzerindeki mülkiyet hakkının devri istemine ilişkindir.
   Davacı vekili, tarafların kat maliki olduğunu, davalı ortak giderleri ödemediği için, hakkında üç defa icra takibi yapıldığını, ayrıca Kat Mülkiyeti Kanununu aykırı davranışı nedeni ile açılan davanın kabul edilip kesinleştiğini, böylece kendisine düşen yükümlülükleri yerine getirmemek suretiyle, diğer kat maliklerinin haklarını onlar için çekilmez derecede ihlal ettiğini açıklayarak, davalıya ait bağımsız bölümün tapusunun iptalini, davacıya devrini istemiş; davalı ise, davanın yerinde olmadığını savunmuştur.
   KARAR :
   Mahkemece, olayda Kat Mülkiyeti Kanununun 25. maddesinde yazılı koşulların oluştuğu gerekçesiyle, davanın kabulüne karar verilmiştir.
   Kat Mülkiyeti Kanununun 25. maddesinin birinci fıkrasında kat maliklerinden birinin bu kanuna göre kendisine düşen borçları ve yükümleri yerine getirmemek suretiyle diğer kat maliklerinin haklarını, onlar için çekilmez hale gelecek derecede ihlal ederse, onların, o kat malikinin bağımsız bölümü üzerindeki mülkiyet hakkının kendilerine devredilmesini hakimden isteyebilecekleri kurala bağlanmış, aynı maddenin üçüncü fıkrasında, ortak giderlerden ve avanstan kendisine düşen borçları ödemediği için, hakkında iki takvim yılı içinde üç defa icra veya dava takibine neden olunmasını veya ana gayrimenkulün bulunduğu yerin sulh hakimi tarafından 33. madde gereğince verilen emre rağmen bu kanunda yazılı borç ve yükümleri yerine getirmemek suretiyle öteki kat maliklerinin haklarını ihlal etmekte devamlı olarak bir yıl ısrar edilmesini çekilmezlik hali saymıştır.
   Her ne kadar davada, yukarıda açıklandığı üzere davalının ortak giderlerden kendisine düşen borçları ödemeyip, diğer kat maliklerinin haklarını çekilmez derecede ihlal ettiği de iddia edilmiş ve hakkında iki takvim yılı içinde üç defa icra takibi yapıldığı anlaşılmış ise de bu borçların iki icra takibi ile ilgili olanı, davadan önce, diğer icra takibi ile ilgili olanı dava sırasında odendigi için bu konuyu ilgilendiren dava sebebi ortadan kalkmıs bulunmaktadır. Esasen bu husus mahkemenin de kabulündedir.
   Dava, 25. maddesinin ücüncü fıkrasının ( b ) bendinin yorumu ile ilgilidir. Bu madde mulkıyet hakkını kısıtlayan hükümler içermektedir.
   Anayasa, mülkiyet hakkını, kişinin temel hakları arasında saymıştır. Bu hakkın kısıtlanmasına ancak sınırlandırmanın kaçınılmaz olduğu zorunlu durumlarda başvurulması gerekir. 25. maddeye ilişkin hükümet tasarısı gerekçesinde de bu hükmü mahkemenin gayet istisnai hallerde ve son derece zorunlu olan durumlarda uygulayabileceği belirtilmiştir. Bu bakından mülkiyet hakkını sınırlayan bu hükmün yorumunu adil, hak ve nesafet kurallarına uygun şekilde yapmak icap eder.
   Somut olaya dayanak yapılan dava, Kat Mülkiyeti Kanununun 33. maddesi gereği müdahalenin men'i ve kal istemi ile davalı aleyhine açılmış, sonuçta davanın kabulüne karar verilip kesinleşmiştir. Davanın bu karar gereğini yerine getirmediği duruşma tutanağındaki imzasız beyanından anlaşılmaktadır.
   Kat Mülkiyeti Kanununun 25. maddesinde yazılı koşulların oluşması için, aynı Kanunun 33. maddesine göre açılan davanın kabul edilip kesinleşmesi, sonra da davalının bir sene içinde bu kararı kendiliğinden yerine getirmesinin beklenmesi yeterli degildir. Bu koşulların gerçeklesmesi için boyle bir mahkeme kararı ile birlikte bu kararın infazı icın davalının usulune uygun biçimde uyarılması, veya icraya başvurularak, bu konudaki davranışının kesin olarak belirlenmesi gerekir. Bu koşullara uyulmadıkça davalının, mahkemenin emrine rağmen diğer kat maliklerinin haklarını ihlal etmekte ısrarlı olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Aksine bir yorum, Anayasada ifadesini bulan mülkiyet hakkının ve özellikle 25. maddenin özüne uygun düşmeyecektir. Maddede sözü edilen ısrar unsuru, ancak bu koşulların varlığı halinde bertaraf edilebilir. Oysa, dosyadaki bilgi ve belgeler davalının bu konuda uyarılmadığını ve hükmün infazı için icraya başvurulmadığını ortaya koymaktadır. Öyle ise devir koşulları olayla gerçekleşmemiştir.
   SONUÇ :
   Açıklanan esaslar dikkate alınarak davanın reddine karar verilmesi gerekirken, salt Kat Mülkiyeti Kanunun 33. maddesine göre davalı hakkında açılan dava sonucu verilen hükmün yerine getirilmediği gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiş olması usul ve kanuna aykırı bulunduğundan kararın bozulması gerekmiştir.
   Ne var ki bu karar, daha önce onanmış olduğundan, davalının karar düzeltme istemi kabul edilmeli onama kararı kaldırılmalı ve mahkeme kararı gösterilen nedenle bozulmalıdır.


T.C.
YARGITAY
18. Hukuk Dairesi
E:2003/6121
K:2003/6852
T:25.09.2003

   Davacı Mehmet Tuygar ile davalı Ramazan Palancı ve davaya katılan Bülent Özcan aralarındaki "rahatsız edici gürültünün önlenmesi ve tahliye" davasında Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesince verilen 1.10.2002 günlü ve 2002/219-971 sayılı kararın onanmasına ilişkin Dairenin 5.5.2003 günlü ve 2003/3107-3708 sayılı ilamına karşı davalı vekili tarafından karar düzeltme isteminde bulunulmuştur.
   Bu isteğin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
   KARAR : Davacı dava dilekçesinde, davalı kiracının davaya katılan kat malikinden kiraladığı bağımsız bölümü kahvehane olarak kullanmasından dolayı çıkan aşırı gürültüden diğer bağımsız bölümlerde oturanların rahatsız olduklarını ileri sürerek, kahvehanenin kapatılmasını ve davalının burayı boşaltmasını ( tahliye etmesini ) istemiştir.
   Mahkemece, yerinde yapılan inceleme sonunda tapu kütüğünde dükkan ( işyeri ) olup, kahvehane olarak kullanılan dava konusu bağımsız bölümden çevreye yayılan ses ve gürültünün diğer bağımsız bölümlerde oturanları rahatsız edici boyutlarda olduğu saptanarak, bu bölümün tavan taban ve duvarlarının -bilirkişi raporunda öngörüldüğü biçimde- kaplanıp tecrit edilerek rahatsız edici gürültünün giderilmesine, belirlenen önlemlerin alınması için davalı yana iki ay süre tanınmasına, aksi takdirde ( gereği yerine getirilmediğinde ) davalı kiracının bağımsız bölümünden tahliyesine karar verilmiştir.
   Kat Mülkiyeti Yasasının 18. maddesine göre kat malikleri, gerek bağımsız bölümlerini gerek eklentileri ve ortak yerleri kullanırken doğruluk kurallarına uymak, özellikle birbirini rahatsız etmemek ve birbirinin haklarını çiğnememekle karşılıklı olarak yükümlüdürler. Anılan Yasa maddesi, kat maliklerinin borçlarına ilişkin olan bu genel kuralın bağımsız bölümlerdeki kiracılara da uygulanacağını öngormüş ve bu borçları yerine getirmeyen kat maliklerini kiracıları ile birlikte müteselsilen sorumlu tutmuştur. Aynı Yasanın 33. maddesinde ise, bu yasa uyarınca borc ve yükümlülüklerini yerine getirmeyenler hakkında, diger kat maliklerine hakimin mudahalesini isteme hakkı tanınmıs; hakimin, ilgililerı dinlendikten -ve kanıtları topladıktan- sonra, kat maliklerine rahatsızlık veren, haklarının çiğnenmesine yol açan durumların giderilmesi için alınması gereken önlemleri saptayıp, belirleyeceği kısa bir süre içinde bunların yerine getirilmesi gerektiğinin ilgilisine tefhim ve tebliğine karar vermesi hükme bağlanmıştır. Bundan ayrı, belirlenen süre içinde hakimin kararının yerine getirilmemesi durumunda ve bu yolda bir başvuru söz konusu olduğunda ise, maddenin son fıkrasında yazılı olan cezai yaptırım uygulanacaktır. Özetle, Kat Mülkiyeti Yasasının 18. ve 33. maddeleri birlikte değerlendirildiğinde; rahatsız edici durumlar nedeniyle bağımsız bölümlerin tahliyesinin öngörülmediği, bu hususun ancak 24. maddede düzenlenen yasak işler için geçerli olduğu anlaşılacaktır. Rahatsız edici kullanımın önlenmesi için hakimin verdiği kararın süresinde yerine getirilmemiş olması durumunda ise, 33. maddenin son fıkrasındaki yaptırım ya da koşulları gerceklestiğinde 25. maddeye göre bagımsız bölüm mulkiyetinin devri soz konusu olacaktır ki; ıncelenmekte olan dava bu nitelikte olmadığı gibi, yanlar arasındaki uyuşmazlık henüz bu aşamaya da gelmiş değildir.
   Hukuki nitelendirme ile buna uygun yasa hükümlerinin uygulanmasının doğrudan hakimin işi olduğu gözetilerek mahkemece, dava konusu bağımsız bölümde rahatsızlık veren kullanımın giderilmesi için bilirkişi raporunda saptanan önlemlerin alınmasına, bunların belirlenen süre içinde davalı tarafça yerine getirilmesine hükmedilmesi ile yetinilmesi gerekirken, bağımsız bölüm maliki ile kiracısı arasındaki kira bağıtını sona erdiren sonuç doğuracak nitelikte ve yasal dayanağı olmayan biçimde -karar gereği yerine getirilmediği takdirde- davalı kiracının bağımsız bölümden tahliyesine de karar verilmesi doğru görülmemiştir.
   SONUÇ : Açıklanan nedenle yerinde olan karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin 5.5.2003 gün ve 2003/3107-3708 sayılı onama kararının kaldırılmasına, mahkeme kararının yukarıda değinilen nedenle BOZULMASINA, temyiz onama harcı ile karar düzeltme harcının istek halinde düzeltme isteyene iadesine,25.9.2003 gününde oybirliğiyle karar verildi.


Özetle konuyla ilgili mevzuat ve Yargıtay Kararları çerçevesinde öncelikle yapabileceğiniz şey, ilgili kişiye karşı Kat Mülkiyeti Kanunu'na ve komşuluk hukukuna aykırı kabul edilemez davranışların tespiti ve önlenmesi için dava açmak olacaktır. Bu dava lehinize neticelenir ve fakat buna rağmen ihlaller devam ederse, bu durumda Kat Mülkiyeti Kanunu'nun 25. maddesi çerçevesinde bir çözüm yoluna müracaat edilip edilemeyeceği tartışılabilir. Konu özetle bu şekilde. Umarım sorunlarınızı kısa zamanda çözersiniz. Esasen İslamiyet'te de komşu hakkı, kul hakkı olmanın da ötesinde özel bir öneme ve ağırlığa sahiptir. Nitekim Peygamber Efendimizden aktarılan bir hadis aynen şu şekildedir:

Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Hz. Cebrail aleyhisselam bana komşu hakkında o kadar aralıksız tavsiyede bulundu ki, komşuyu (komşuya) varis kılacağını zannettim." Buhari, Edeb 28; Müslim, Birr 140, (2624); Ebu Davud, Edeb 132, (5151); Tirmizi, Birr 28, (1943).

Dolayısıyla hiç kimse komşusunu üzme hakkına sahip değildir. Tekrardan hayırlı bayramlar diliyorum. Kolay gelsin...
#1274
Merhabalar. Öncelikle Ramazan Bayramınızı tebrik ederim. Aşağıdaki linklerde konuyla ilgili çeşitli açıklamalar bulunuyor. Şayet okumadıysanız öncelikle bu bölümleri okuyun. Ondan sonra sorularınızı cevaplarım. Bu arada moralinizi bozmayın, bir çok ailede maalesef buna benzer son derece nahoş olaylar yaşanabiliyor. Anneniz muhakkak sizi seviyordur. Belki yaptırmak istediği fakat sizin yanaşmadığınız bir şeyi size kabul ettirebilmek için sinirlilikle böyle bir yola başvurmuş olabilir. Çekirdek ailede yaşanan sorunların hukuk yoluyla kalıcı çözümlere kavuşturulabilmesi maalesef mümkün değil. Allah kimseyi anası-babası, kardeşi, eşi ve çocuğuyla imtihan etmesin... İnşaallah bu sıkıntıları en kısa sürede atlatırsınız.

http://www.vekil.net/forum/soru-cevap-ve-yardimlasma-bolumu/evden-atilan-gencin-haklari/

http://www.vekil.net/forum/soru-cevap-ve-yardimlasma-bolumu/anne-cocugunu-evden-atabilirmi/
#1275
Merhabalar.

Alıntı YapBabanın artırılan nafakadan haberi olmadığından ödememe şansı varmı?

Yok. Ancak baba nafaka artırım davası neticesinde mahkemenin vermiş olduğu kararı tebliğ almadıysa veya tebliğ almış olsa da henüz temyiz süresi geçmediyse ve mahkemenin kararına göre artırılan yıllık nafaka miktarı temyiz sınırının altında da kalmıyorsa (örneğin aylık 250 TL nafaka miktarını mahkeme 350 TL'ye çıkarmışsa; burada artan kısım 100 x 12 = 1.200 TL'dir ve bu rakam 2010 yılı için temyiz sınırı olan 1.430 TL'nin altında kaldığından, böyle bir karar temyiz edilemeyecektir) kararı temyiz etme hakkına sahiptir.

Alıntı YapGelen haczi kaldırtabilir mi?

Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde baba temyiz hakkına sahip olsa bile HUMK. mad. 443/3 ve İİK.m.36/4 gereğince nafaka borçlarının tahsiline yönelik icra takiplerine karşı borçlunun tehiri icra yoluna başvurması mümkün bulunmadığından, böyle bir icra takibinde borcu ödeme seçeneğinden başka bir yolla haciz tehdidi bertaraf edilemeyecektir. Baba temyiz hakkına sahipse ve temyiz neticesinde karar Yargıtay tarafından bozulur ve yerel mahkeme de bozma istikametinde karar verilirse, baba bu süre zarfında fazla ödediği bedelleri iade almak hakkına sahip olacaktır.

Alıntı Yap2.500 tl için babanın emekli maaşına haciz koyulabilinir mi?

Konulabilir. 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 93. maddesinde aynen şu ifadeler bulunmaktadır:

     Madde 93 - (Değişik fıkra: 17/04/2008-5754 S.K./56. mad) Bu Kanun gereğince sigortalılar ve hak sahiplerinin gelir, aylık ve ödenekleri, sağlık hizmeti sunucularının genel sağlık sigortası hükümlerinin uygulanması sonucu Kurum nezdinde doğan alacakları, devir ve temlik edilemez. Gelir, aylık ve ödenekler; 88 inci maddeye göre takip ve tahsili gereken alacaklar ile nafaka borçları dışında haczedilemez.(Ek ibare: 18/02/2009-5838 S.K./32.mad) Bu fıkraya göre haczi yasaklanan gelir, aylık ve ödeneklerin haczedilmesine ilişkin talepler, borçlunun muvafakati bulunmaması halinde, icra müdürü tarafından reddedilir.

Bu hükme istinaden babanın emekli maaşı haczedilebilir. Haczin uygulanması sonucunda ortaya çıkabilecek sorunlara Av. Talih Uyar bir makalesinde şu şekilde değinmiştir:

Borçlunun maaş ve ücretine; nafaka alacağından dolayı haciz koydurulursa; nafaka miktarı, mahkemece borçlu ve nafaka alacaklısının geçinmeleri gzönünde tutularak saptanmış olduğundan ve esasen, nafaka alacaklısının, borçlunun maaşından ve ücretinden yararlanma, pay alma hakkı da bulunduğundan; «işlemekte olan» nafaka miktarının tamamı için, borçlunun maaş ve ücreti haczedilebilir. Borçlunun maaş ve ücreti nafaka alacaklısından önce, başka bir alacaklı tarafından haczedilmişse, aynı gerekçe ile; borçlunun maaş ve ücretinden ilk önce «işlemekte olan» nafaka alacağı kesilir ve kalan miktardan borçlu ve ailesinin geçinmeleri için ayrılacak para dışındaki maaş ve ücret üzerine, kalan maaş ve ücretin 1/4'inden az olmamak üzere, ilk haciz koyduran alacaklının haczinin devam etmesine karar verilir.(47)(48)(49)

Eğer borçlunun maaş ve ücretine -çok kez olduğu gibi- hem «birikmiş (işlemiş)» ve hem de «işleyecek» nafaka alacağı için haciz isteminde bulunulursa, borçlunun maaş ve ücretinden önce «işleyecek nafaka alacağı» kesilir maaş ve ücretin kalan bölümünün 1/4'i de «birikmiş (işlemiş) nafaka alacağı» için kesilir.(50)

Eğer borçlunun maaş ve ücreti üzerinde daha önce bir başka borcundan dolayı haciz varken, nafaka alacaklısı hem «işleyecek» ve hem de «işlemiş» nafaka alacağı için haciz isteminde bulunursa; önce borçlunun maaş ve ücreti «işleyecek nafaka alacağı» için kesilir, sonra; maaş ve ücretin kalan bölümünün 1/4'i -nafaka alacaklısından önce haciz koydurmuş olan alacaklı için- kesilir ve bu alacaklının alacağı tamamen ödendikten sonra; borçlunun maaş ve ücretinin kalanı 1/4'ü, «işlemiş nafaka alacağı» için kesilmeye başlanır.

(47) KURU, B. a.g.m. s: 321 – ÜSTÜNDAĞ, S. a.g.e. s: 220
(48) Aynı doğrultuda; Bknz: 12. HD. 28.9.1993 T. 8934/14230; İİD. 13.2.1958 T. 866/821
(49) Karş: POSTACIOĞLU, İ. a.g.e. s: 373, dipn. 96 (Değerli hocamız ise; «»nafaka alacaklarının maaş ve ücretin 3/4'ünden tatmin olunacağını ve 1/4'in ise âdi alacaklılara ayrılması gerekeceği» görüşündedir...)
(50) Bknz: İİD. 25.11.1954 T. 4910/5076


Kolay gelsin...
#1276
İkbal'in Torunları Yardım Bekliyor!...

İslam dünyasının çilekeş coğrafyası Pakistan yine taze bir acıyla gündeme geldi. Öyle bir acı ki ne yürekler taşıyabilir ne de kelimeler ifade edebilir.

Bu acıyı ancak biz hissedebiliriz. Sözün bittiği yerdeyiz şimdi. Rahmet ve mağfiret ayında vefa sırası bizde. Nice milyonlar, viraneler arasında bir ses bekliyor. Nice yetimler, başlarını okşayacak bir şefkat eli. Şimdi hep birlikte her nefeste Pakistan'a "yalnız değilsiniz" demenin ve nice yıllar içinde birikmiş bir borcun ödenmesinin vaktidir. O Pakistan ki nice yüzyıllardır tarihi paylaştığımız, ecdadımızın dilini "Urduca" konuşan bir ülkedir. Ve halkı en sıkıntılı günlerimizde hep bizimle olmuş, gün gelmiş yürekleri kendi dertlerini unutup bizim için çarpmış, gün gelmiş kendilerini Türkiye'nin bir vilayeti olarak takdim edecek kadar bizimle olmuş, hatta belki de yeryüzünde eğer varsa bizi bizden çok sevebilmiş, dostluğun, kardeşliğin, kadirşinaslığın, vefanın, fedakarlığın dünya durdukça parlayacak en mümtaz misallerini sergilemiş çilekeş bir halktır.

En zor zamanlarında Osmanlı'nın imdadına yetiştiler...

Bir zamanlar (Hindistan ve Bangladeş ile beraber 1206'dan 1858'e kadar) değişik Türk hanedanlarına ev sahipliği yapmış olan bu ülke, sömürgecilik çağının vahşi piyasasında İngiliz hakimiyetine girince kendi çaresizliklerine karşı bir varlık ümidi olarak, insanlık onurlarını ve İslamlık şereflerini Türklerin ve Osmanlı Devleti'nin varlığına rabt ederek yaşaya gelmişlerdir. Henüz haberleşme vasıtalarının hiç yaygın bulunmadığı 1854 Kırım Savaşı'ndan itibaren dualarını ve varlıklarını bizim için paylaşmayı bir hayat tarzı olarak benimsemiş olan Güney Asyalılar gün gelmiş yalınayak nice yalçın kayalıklar, yüksek dağlar aşarak ulaştıkları Anadolu ve Balkanlarda bizimle aynı safta savaşa gönüllü olmuşlar, gün gelmiş oluşturdukları Kızılay ve tıp heyetleriyle yaralarımızı sarıp gözyaşlarımızı silmişler, dünyada savunmasız ve sahipsiz kaldığımızı düşündüğümüz zamanlarda her zaman yanı başımızda oluvermişlerdir. Tarihin hafızasında kayıtlı, sayısız misaller bulunmaktadır. Mesela 93 Harbi (1877-78)'nin en karanlık safhalarında "Türkler için yapabileceğimiz her şeyi yapmak bizim için farzdır; zira yeryüzünde Müslümanların taşıdıkları haysiyet Türkler yüzündendir." (Urdu Ahbar, 17 Agustos 1876, Enverul-Ahbar, 1 Ağustos 1877) diyerek başlattıkları yardım kampanyaları ile o tarihler için muazzam sayılabilecek bir meblağı (125.000 Osmanlı Lirası) İstanbul'a ulaştırmışlardır (Osmanlı Arşivi, Defter-i İane-i Hindiyye, s. 108-109).

Bu rakamın ve fedakarlığın önemi, eğer aynı tarihlerde o ülkenin yaşadığı ve birkaç milyon insanını kaybettiği kuraklık ve açlık felaketi dikkate alınırsa daha net anlaşılacaktır. 1897 Osmanlı-Yunan savaşında Karaçi halkının İstanbul'a çektiği bir telgraf metninde yer alan şu ifadeler de kayıtlardadır: "Bütün servetimiz, evlerimiz, mülklerimiz, bedenimiz ve ruhumuz büyük İslam hükümetinin yoluna feda olsun." (Malumat, 5 Haziran 1897). İşte 1911 Trablusgarb Savaşı sırasında zamanı donduran bir hemhal olma keyfiyeti. Osmanlı Devleti'ne haksız yere savaş açan İtalyan hükümetini ve mallarını boykot mitingi: "Bir kuruş bile düşman cebine gitmemelidir." Sebilürreşad bu boykotun maliyetinin İtalyanlara yıllık en az 5 milyon sterlin olduğunu not etmiştir (19 Receb 1330).

Balkan savaşlarında oluk oluk Osmanlı kanı aktığı zamanlarda şimdi belki de yıkıntılar arasında kalmış bir meydanda, binlerce km uzaklıktaki kardeşlerinin acısını yüreklerinde hisseden çaresiz halk bir telaş içindedir. Osmanlı için yardım sandıkları açılmış, herkes ellerinde ne varsa buraya yetiştirmektedir. Genç kızlar çeyizliklerini, öğrenciler harçlıklarını velhasıl herkes ne imkanları varsa 'tek Osmanlı yaşasın diyerek' buraya taşımaktadır. O topraklar o zamanlar İngiliz hakimiyetindedir. Gelişmeleri takip eden bir İngiliz görevlinin kaleminden rapor edilen şu ifadeler kelimelerin anlam sınırlarını zorladığı bir vakayı da kaydetmiştir: "Herkes elindeki her şeyi Osmanlı'ya yardım için getirip bırakıyordu. Bir ara kalabalık telaşlandı, bir hareketlilik görüldü. Kucağında bebek bulunan fakir bir kadın can havliyle sağa sola koşuşturuyor, 'Yok mudur bir hayırsever, Allah rızası için bu çocuğumu satın alsın, bedelini Osmanlı'ya göndereyim.' diyordu. Herkes şaşkın, herkes perişandı. Yürekler parçalanmıştı sanki. Hemderd olmanın bu derecesi mümkün müydü? Neyse ki bir hayır sahibi kadın adına istediği meblağı yardım sandığına, çocuğu da annesine bıraktı." (Hindistan Arşivi, H. Pol, Ekim 1913) Birinci Dünya Savaşı yılları tam bir kader imtihanı idi o insanlar için. Bir tarafta ülkenin hakimi İngilizler bir taraftan gönüllerin hakimi Osmanlılar vardı. Binlercesi hapsedildi, bütün aydınları sürgün. Gazeteleri kapatıldı. Yine de yürekleri Osmanlı için çarpmaya devam etmişti. Mevlana Muhammed Ali'nin Comrade gazetesinde yer alan "Türklerden bizim için de dua etmelerini bekliyoruz, zira sadece onlar bizim ızdırabımızı ve çilemizi tahayyül edebilirler." ifadeleri belki de başka söze hacet bırakmayan netliktedir. Ve savaşın akabinde yaşanan sonu belirsiz bir fedakarlık imtihanı "hilafet ve hicret hareketleri". İngiliz hükümetinin resmi tarihçisi Theodore Morison'un gözlemleri şöyle: "Peşaver'den Argot'a bütün Müslümanlar Türkiye üzerine yoğunlaşmışlar. Evlerine kapanmış kadınlar bunun için gözyaşı döküyorlar... Artık başka hiçbir şey konuşulmuyor ve düşünülmüyor."

Vefa sırası Osmanlı'nın torunlarında!

Siz hiç Sevr'e karşı başka bir ülkede milyonlarca insanın bütün varlıklarını feda edip, evlerini, yurtlarını terk ederek, yalınayak yollara düşerek karşı çıktığını işitmiş miydiniz? Pakistan da onlardan biriydi. Milli Mücadele'mizde kendi çaresizliklerine rağmen yemeyip içmeyip gönderebildikleri ianelerle bizi hiç yalnız bırakmadıkları da hafızalarımızdadır. O günlerin halet-i ruhiyesini destansı bir şekilde bize aktaran bir başka kayıt sahibi de şair Muhammed İkbal'dir. Lahor'da binlerce kişinin katıldığı bir Osmanlı gündemli toplantıda dudaklarından şu sözler dökülür: "Bu dünyadan göçmüştüm. Melekler beni rahmet ayetinin sahibi Hz. Peygamber'in huzuruna çıkardılar. Hz. Peygamber buyurdu: 'Ey Hicaz bahçesinin bülbülü, senin her goncan senin terennümünün ateşi ile ısındı, senin gönlün aşk şarabıyla coşkundur. Senin coşkunluğun Allah'a secde ve niyazda bulunmaktır. Dünyanın alçaklığından göklere doğru uçtuğun zaman melekler sana yüksekliğin sırrını öğrettiler. Cihan bahçesinden çıkıp bana bir koku gibi yaklaştın, söyle bana ne gibi bir hediye getirdin.' dedi. 'Ya Muhammed (sas) varlık aleminde binlerce gül, lale var; ama ne renk ne de koku hepsi vefasızdır. Yalnız bir şey getirdim; bir şişe kan ki eşi yoktur cennette bile. Bu senin ümmetinin namusu, vicdanıdır. Bu, şehid Mehmetçiğin kanıdır.' dedim."

O İkbal'in, o 'fakir kadın'ın halkı şimdi bizden bekliyor aynı duyguyu. Tıpkı Mevlana Muhammed Ali'nin yazdığı gibi, bu acıyı en iyi biz hissederiz. Bu rahmet ve mağfiret ayında dualarımızda, iftar sofralarımızda onlarla beraber olmak vaktidir. Şimdi bizim de tarihe onlar gibi bir kardeşlik ve vefa sahifesi daha kaydetme zamanıdır. Şimdi Ramazan gibi Ramazan zamanıdır.

Prof.Dr. Azmi ÖZCAN
Bilecik Üniversitesi Rektörü
http://www.ayb.org.tr/index.php?option=com_content&task=view&id=162&Itemid=39
#1277
Pakistan, tarihinin en büyük felaketlerinden birini yaşarken, bölgedeki sel felaketi her geçen gün büyümeye devam ediyor. Sel ve muson yağmurlarının Pakistan'ın 4'te birini sular altında bıraktığı felaket, en fazla kadınlar ve çocukları etkiliyor.

AA muhabirinin sel bölgesindeki izlenimlerine göre, sele neden olan muson yağmurlarının devam ettiği bölgede felaketin boyutları da büyüyor.

Güney Asya'da Arap Denizi kıyısında İran ve Afganistan arasında, Kuzey'de Çin sınırında yer alan Pakistan, 803 bin 940 kilometrekare yüzölçüme sahip. Yaklaşık, 180 milyon civarında insanın yaşadığı Pakistan'da ortalama yaşam süresi 61 yıl.

Pencabi, Sindhi, Pashtun, Beluci ve Muhacirlerden oluşan Pakistan'ın nüfusunun yüzde 97'si Müslümanlardan, geriye kalanı ise Hristiyan, Hindu ve diğer dinlere mensup kişilerden oluşuyor.

Hemen hemen herkesin İngilizce konuşabildiği Pakistan'da halkın satın alma gücü ise oldukça düşük.

Her yıl muson yağmurlarının etkisine giren Pakistan, bu kez bereket yerine felaketle karşılaştı. Normalin 10 katı kadar yağan muson yağmurları, tarım ülkesi olan Pakistan'a bu yıl hayat değil ölüm getirdi.

Temmuz ayının ortalarında başlayan afette bir çok ev, yol, köprü hasar gördü ve ülkenin neredeyse tamamının alt yapısı yok oldu.

Pakistan'ın kuzeyinde yer alan Svat Vadisinden doğan İndus Nehri, Cammu Keşmir'de doğan Celum, Cenab ve Hindistan'dan doğan Ravi ve Sutlej nehirleri, muson yağmurlarının etkisiyle taştı ve önce ülkenin kuzeyindeki Peşaver bölgesini etkiledi.

Bu felaket sonrasında ulusal ve uluslararası kuruluşlar Peşaver ve civarına yardım götürürken muson yağmurlarının güneyde hala devam etmesi nedeniyle bu bölgedeki hasar her geçen gün büyüyor.

Özellikle selden en çok etkilenen Belucistan, Pencap, Khyber Paktunkhwa ve Sindh bölgelerinde evler, yollar ve köprülerin yanı sıra tarım alanları da kullanılmaz hale gelmiş durumda.

Pakistan'ın yüzde 70'inin etkilendiği bu sel felaketinin ardından Pakistan Hava Kuvvetleri, uluslararası yardım kuruluşlarının desteğiyle arama kurtarma çalışmaları yapıyor.

Selden etkilenen insanların çoğu başka bölgelere helikopterler ve botlarla taşınırken, bu bölgelerde küçük adacıklar oluştu.

Uluslararası sivil toplum kuruluşları ise önce görmezlikten geldikleri vehametin farkına, BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun ve İslam Konferansı Teşkilatı (İKT) Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu'nun ziyareti sırasında vardı.

BM Genel Sekreterinin Pakistan'da yaşananları son yüz yıl içerisindeki en büyük felaket olarak nitelemesiyle durumun ne denli kötü olduğu ayrıca gözler önüne serildi.

Yirmi milyon insanın etkilendiği, iki bin civarında insanın hayatını kaybettiği afette, suların çekilmesiyle felaketin boyutunun daha vahim ortaya çıkacağı belirtiliyor.

-TARIM ARAZİLERİ YOK OLDU-

Pakistan'ın en büyük gelir kaynaklarından biri olan tarım arazilerinin büyük bölümü de sular altında kaldı.

Mango, elma, ayva üretimi yapılan yerlerle domates, salatalık, buğday ve pamuk tarlalarının büyük bölümü kullanılamaz hale geldi.

Şu ana kadar dünya ülkeleri Pakistan'a bir milyar dolar yardım taahhüdünde bulunurken, uluslararası yardım kuruluşlarının bölgede ciddi çalışma yaptığı görülüyor.

Afetin ilk gününden itibaren Pakistan'a gelen Türk yardım ekipleri de başarılı çalışmalarıyla halkın büyük takdirini kazanıyor.

Türkiye'nin Pakistan Büyükelçisi Babür Hızlan, Türkiye'den gelen bütün yardım kuruluşları ile tek tek ilgilenirken, yardımların amacına uygun dağıtılması için de yoğun bir çalışma sarf ediyor.

Başta Türk Kızılayı olmak üzere bölgede TİKA, Kimse Yok Mu, Deniz Feneri, İHH, Yeryüzü Doktorları gibi birçok Türk kuruluşu da çalışmalarını sürdürüyor.

Pakistan Genelkurmayı'nın isteği üzerine Türkiye'den personeliyle gönderilen bir adet C-130 tipi askeri nakliye uçağı kara ulaşımının zorlukla gerçekleştirildiği yerlerde dağıtılmak üzere yardım malzemesi taşıyor.

Bu arada, Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığına bağlı tam donanımlı iki sahra hastanesi de selin en fazla zarar verdiği iki ayrı bölgede hizmet veriyor.

Selin ilk vurduğu bölgelerden biri olan Nowshara'da Türk Kızılayı Mevlana evleri kurarken, Yeryüzü Doktorları da bu bölgede selzedeleri sağlık taramasından geçiriyor.

-TÜRK KIZILAYI'NDAN İFTAR-

Türk Kızılayı, selzedeler için verdiği iftar yemeklerinin yanı sıra sağlık, gıda, temiz su paketleri de dağıtıyor.

Türkiye'den yola çıkan 7 ayrı tren katarı ve 62 tırdan oluşan yardım konvoyunun getirdiği malzemeler de Türk Kızılayı'nın organizasyonuyla insanlara dağıtılacak.

Öte yandan, 2005'de Muzafferabad'da meydana gelen depremde Pakistan'a gelen Türk Kızılayı, Pakistan Kızılayı'na Afet Kriz Merkezi yaparak buradaki personeli eğitmişti.

Burada eğitilen personel, felaketinin olduğu ilk günden itibaren bölgede çalışmalarını sürdürüyor.

Pakistan Kızılayı ve Türk Kızılayı, buradaki bir çok çalışmaları birlikte yürütüyor.

Ayrıca, İKT Genel Sekreteri İhsanoğlu da Pakistan'a gelerek buradaki yardımların selden etkilenen vatandaşlara ulaştırılabilmesi için uluslararası yardım kuruluşlarıyla İslamabad'da bir toplantı yaptı.

Toplantı sonrasında sel bölgesini de gezen İhsanoğlu, tüm dünyanın bölgeye daha fazla yardım etmesi çağrısında bulundu.

-SALGIN HASTALIK TEHLİKESİ-

Bu arada, bölgeye yardım için gelen ülkelerden ABD Hava Kuvvetleri ve Pakistan Hava Kuvvetleri'ne ait helikopterler, arama kurtarma çalışmalarını birlikte yapıyor.

İnsanlar kuru alanlara gitmek için bot, teleferik ve helikopter yardımına ihtiyaç duyuyor.

Sel bölgesinden kaçan bazı aileler ise okul ve askeri bölgelere sığınmak zorunda kaldı.

Suların çekilmeye başladığı bölgelerdeyse, evleri yıkıldığı için sokakta kalan selzedelerden şanslı olanlar çeşitli yardım kuruluşlarınca sağlanan çadırlarda ikamet ediyor.

Salgın hastalıkların can almaya başladığı bölgede en büyük sıkıntıyı ise kadın ve çocuklar yaşıyor.

Pakistanlı çocuklar, sıcakların 50 dereceyi bulduğu ülkede serinlemek için adeta salgın hastalık yuvası durumunda olan su yataklarında ve yağmurun oluşturduğu göletlerde hayvanlarla birlikte serinlemeye çalışıyor. Çocuklar, tehlikelerden habersiz sel sularının oluşturduğu gölete kendilerini bırakıyor.

Suların çekilmesiyle çocuk felcinin yanı sıra kolera salgını gibi hastalıkların yayılmasından endişe ediliyor.

Dindarlığı ile de bilinen Pakistanlılar, Ramazan ayında evlerinden uzak, çeşitli yardım kuruluşlarının dağıttığı bir tas çorbayla iftar etmeye çalışıyor. Pakistanlı çocukların bir kısmı da Kuran kursuna dönüştürülmüş çadırlarda dua ediyor.

Bu arada Pakistan'da 500 bin kadının hamile olduğu, bunları tehlikeli bir sürecin beklediği görülüyor. Olumsuz hayat şartlarının hüküm sürdüğü Pakistan'a barınacak yer ihtiyacının yanı sıra temiz su, gıda ve sağlık malzemesine ihtiyaç duyuluyor.

Pakistan'da, insanların yaşadığı yerlere geri dönmemesi halinde sosyal problemlerin ortaya çıkacağı ifade edilirken, felaket sonrasında selzedelerin ciddi bir rehabilitasyondan geçirilmesi gerektiği vurgulanıyor.

Ülkenin büyük bir kısmını vuran sel nedeniyle, ülke genelinde halen ulaşılamayan yerlere havadan yardım dağıtılmaya çalışılıyor. Milyonlarca kişinin yardım beklediği Pakistan'a başta Türkiye olmak üzere bir çok ülke ve uluslararası kuruluş yardımlarını sürdürüyor.

Ancak yetkililer, felaketin boyutlarının çok büyük olduğunu ve yardımların yeterli gelmediğini bildirerek, ''Pakistan'daki sel yavaş ilerleyen bir tsunami görünümünde'' ifadesini kullandı.

Bu arada, karayollarında askerlerce her 50 metrede bir güvenlik noktaları oluşturulurken, olası terör saldırılarına karşı ordu da alarm durumunda bekliyor.

Terör tehditi nedeniyle, yardım kuruluşlarının dağıtımları gün içinde sınırlı saatlerde yapılabiliyor.

AA
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1023007&title=pakistanda-felaketin-boyutu-buyuyor&haberSayfa=0

-EMİNE ERDOĞAN SEL BÖLGESİNDE-

Tarihinin en büyük afetiyle karşı karşıya kalan Pakistan'a destek için bu ülkeye giden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan dün selden en çok etkilenen bölgeleri gezdi.

Ülkenin güneyindeki bölgede helikopterle incelemede bulunan Erdoğan ve beraberindeki heyet karşılaştıkları acı manzara karşısında hayretini gizleyemedi. Topraklarının 4'te biri sel suları altında kalan Pakistan için yardım çağrısını yineleyen Erdoğan, "Bir başbakanın eşi olarak dünyaya yalvarıyorum, gerçekten durum çok kötü. Bu felakete kör ve sağır kalınmasın.'' dedi. Erdoğan ve beraberindekiler, daha sonra Sağlık Bakanlığı'nın selzedeler için kurduğu Sahra Hastanesi'ni ziyaret etti. Burada Erdoğan, Türk girişimcileri tarafından Pakistan'da açılan PAKTÜRK eğitim kurumları öğrenci ve öğretmenleri tarafından çiçekler ile karşılandı. Hastanede tedavi gören hasta ve hasta yakınlarıyla bir süre sohbet eden Erdoğan ve heyetteki bazı kadınlar, hasta çocukların yardıma muhtaç durumlarını görünce gözyaşlarını tutamadı. Bir tarım ülkesi olan Pakistan'ın sel sularına nasıl boyun eğdiğine şahit olduğunu belirten Erdoğan, binlerce dönüm arazinin sular altında kaldığını, hayvanların telef olduğunu, özellikle çocuk ve kadınların çok büyük sıkıntılar ile karşı karşıya kaldığını anlattı. Herkesi Ramazan ayında Pakistan'daki felakete karşı duyarlı olmaya çağıran Erdoğan, "Öldüler, ölüyorlar, yardım elimizi uzatmazsak bunlar da gidecek. Bunun için bir şeyler yapmak lazım. Umarım insanlık ölmemiştir. Herkes bu mübarek Ramazan ayında elinden gelen her yardımı yapar. Bir başbakanın eşi olarak dünyaya yalvarıyorum, gerçekten durum çok kötü. Bu felakete kör ve sağır kalmasınlar.'' diye konuştu. Daha sonra çocuk merkezi haline dönüştürülen bir çadırı ziyaret eden Emine Erdoğan, çocuklarla yakından ilgilenerek "Korkmayın biz sizin yanınızdayız.'' dedi.

OSMAN EROL SUKKUR, CİHAN
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1023810&title=emine-erdogan-dunyaya-seslendi-yalvaririm-pakistana-yardim-edin
#1278
Avukatlık stajı yapanlar için, Avukatlık Kanunu gereğince staj süresince sigorta primi ödenememektedir. Sosyal güvenlik reformu ile Avukatlık stajı yapanlara da borçlanma hakkı getirilmiştir.

Bu nedenle staj süresince sigorta primi ödenmediği için mağdur olan stajyer avukatların da borçlanma yapabilmesine ilişkin bir düzenleme yapılmıştır.

Sigortalı olmaksızın avukatlık stajını yapanların stajda geçen sürelerini borçlanabilmeleri için "Borçlanma Talep Dilekçesi"nin ilgili baro başkanlıklarına onaylatılarak SGK müdürlüğüne verilmesi gerekmektedir.

Borçlanılacak sürelere ait prim tutarı, sigortalıların veya hak sahiplerinin talepte bulundukları tarihte yürürlükte olan asgari ücretle ve asgari ücretin 6,5 katı olan  SGK tavan tutarı arasında sigortalının kendisi tarafından belirlenecek tutarın yüzde 32'si oranında hesaplanacaktır. Asgari ücretle borçlanma tutarı 760,50 * 0,32= 243,36 TL olacaktır.

Hesaplanan borç, tebliğ tarihinden itibaren bir ay içerisinde sigortalı veya hak sahipleri tarafından Kurum'a ödenmelidir.

Resul KURT
http://www.haber7.com/haber/20100903/Avukatlar-staj-suresini-borclanabilir-mi.php
#1279
Merhabalar. Hamiline çek verilmesi konusunda tacir olan/olmayan yahut tüzel kişi/gerçek kişi ayrımı yoktur. Buna göre isteyen herkes hamiline yazılı çek defteri kullanabilecektir. Ancak hamiline verilecek çekler için ayrı çek hesabı açılacak, hamiline çek yapraklarının üzerinde mutlaka "hamiline" ibaresi matbu olarak yer alacaktır (m.2/6).
Hamiline çek hesabı sahiplerinin açık kimlikleri, vergi kimlik numaraları, bu hesaplardan ödeme yapılan kişilere ait bilgiler ile bu kişilere yapılan ödemelerin tutarları ve üzerinde kimlik numarası bulunmayan çeklere ilişkin bilgiler ilgili bankalar tarafından dönemler itibariyle Gelir İdaresi Başkanlığına elektronik ortamda bildirilecektir (m.4/1).
Hamiline çek defteri yaprağını kullanmadan, hamiline düzenlenen çeklerin geçerli olup olmadığı konusunda Yasada açık bir düzenleme yoktur. 2. maddenin 9. fıkrasında "Türk Ticaret Kanunundaki unsurları taşıması kaydıyla, düzenlenen çekin bu maddede yer alan koşullara aykırı olması çekin geçerliliğini etkilemez" denildiğinden; matbu "hamiline" ibaresi taşımayan hamile yazılı çekler, T. Ticaret Kanunu hükümlerine uyulması şartıyla geçerli sayılacaktır. Ancak hamiline çek defteri yaprağını kullanmadan hamiline çek düzenleyen kişi, bu aykırılığı içeren her bir çekle ilgili olarak bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacaktır (m.7/9).
Bankalar, hamiline çek defteri yaprağını kullanmadan hamiline çek düzenlendiğini tespit etmeleri halinde, mevcut delilleriyle birlikte durumu, tespit tarihinden itibaren en geç bir hafta içinde C. Başsavcılığına ve Gelir İdaresi Başkanlığına bildirmekle yükümlüdür (m.4/3). Ancak bu konuda yeni Çek Kanunu'nda cezai yaptırım öngörülmemiştir. TCK'na göre – örneğin m. 278 – banka görevlilerinin savcılığa bildirim yükümlülüğünün bulunup bulunmadığı tartışılabilir.

Özetle, tüzel kişiler de herkes gibi bankalarda hamiline çek hesapları açtırıp hamiline yazılı çek karneleri alabilir. Kanunda bu hususla ilgili herhangi bir sınırlandırma bulunmamaktadır. Yeni Çek kanunu'yla ilgili daha detaylı bilgileri aşağıdaki linklerde yer alan çalışmalarda bulabilirsiniz:

http://www.tbb.org.tr/Dosyalar/Konferans_Sunumlari/SR_yeni_cek_kanunu_ve_degerlendirilmesi_07012010.pdf
http://www.tbb.org.tr/Dosyalar/Yasal_Duzenlemeler/Cek_Kanunu_Tasarisi/Cek_Kanunu_Degerlendirme_08012010.pdf

Kolay gelsin...
#1280
İstanbul 1. Tüketici Mahkemesi, bir mağazada düşerek omurgasını kıran emekli doktor Şadan Yazıcı'ya iş yerinin toplam 8 bin 275 TL maddi ve manevi tazminat ödemesine karar verdi.

Göztepe Devlet Hastanesinden emekli olan Şadan Yazıcı, 14 Kasım 2006 tarihinde eşiyle birlikte gittiği Kadıköy'deki bir alışveriş merkezinde sıvı deterjanların bulunduğu bölümde, daha önce zemine dökülen sıvı deterjana bastığı için kayarak sırt üstü yere düştü.

Hastaneye kaldırılan Yazıcı'nın omurgasının bir bölümünde düşme nedeniyle oluşan komperesyon kırığı tespit edildi. Tıbbi tedavi uygulanarak, kırık nedeniyle 6 ay süresince çelik korse takılan ve bu sürede tedavisi yatağa bağımlı olarak gerçekleşen Yazıcı, kendisine ve evine bakacak ücretli yardımcı kişiler tuttu.

Yazıcı, avukatı aracılığıyla zemindeki sıvı deterjanı temizlemeyerek düşmesine ve omurgasının kırılmasına neden olarak gördüğü alışveriş merkezi aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açtı.

Şadan Yazıcı'nın avukatı İsmet Ülman tarafından Kadıköy 4. Asliye Hukuk Mahkemesine olaydan yaklaşık bir yıl sonra açılan davanın dilekçesinde, alışveriş merkezinde meydana gelen kaza ve Yazıcı'nın tedavi süreci anlatıldı.

Dilekçede, müşterinin şikayeti sonrası alışveriş merkezi müdiresinin ''Buraya bakan kişiyi yeni işe aldık. Yemeğe gittiği için temizlenememiştir'' ifadesini kullandığı belirtildi.

Davacı Yazıcı'nın kazadan sonra bir yıla yakın bir süre geçmesine rağmen eski sağlığına kavuşamadığı, ağrılarının devam ettiği, hareket kabiliyetinin kısıtlandığı, eğilip yerden bir şey alamadığı ve raflardan bir şey almak için uzanamadığı kaydedilen dilekçede, göğüs hastalıkları doktoru olan Yazıcı'nın tedavisinin yıllarca çalıştığı ve emekli olduğu Göztepe Devlet Hastanesinde çalıştığı doktor arkadaşları tarafından yapılması nedeniyle maddi tazminat talebinin düşük olduğu dile getirildi.

Dava dilekçesinde, davalı alışveriş merkezinin kazanın meydana gelmesinde yüzde 100 kusurlu olduğu, gerekli özenin gösterilmediği, yere dökülen sıvının temizlenmediği ve kazanın meydana gelmesine sebebiyet verildiği aktarılarak, Yazıcı'ya 4 bin TL maddi ve 10 bin TL de manevi olmak üzere toplam 14 bin TL tazminatın davalı şirketten alınarak davacıya verilmesi talep edildi.

-ALIŞVERİŞ MERKEZİ VE TEMİZLİK ŞİRKETİNİN SAVUNMASI-

Davalı alışveriş merkezinin avukatlarınca mahkemeye sunulan cevap dilekçesinde ise davacı tarafın dava konusu iddiayı ispatlayacak hiçbir delil tebliğ etmediği savunuldu.

Dilekçede, olayda alışveriş merkezinin sorumlu olmadığı, asıl sorumluluğun alışveriş merkezinin temizlik işlerini götürü bedelli anahtar teslimi iş olarak yürüten firmada olduğu belirtilerek, alışveriş merkeziyle 5 yıllık yönetim sözleşmesi imzalayan söz konusu firmanın, kendi hesabına, kendi personeliyle, şirketlerle dilediği gibi çalışarak bu hizmeti bir bedel karşılığında yapmayı üstlendiği ifade edildi.

''Tazminat talebinin söz konusu olabilmesi için haksız bir eylem neticesinde bir zararın meydana gelmesi, eylem ve netice arasında illiyet bağının olması gerekmektedir'' ifadeleri kullanılan cevap dilekçesinde, davacının tazminat talebinin fahiş olduğu, manevi tazminata hükmetmeyi gerektirecek koşulların oluşmadığı ve tazminat talebinde indirim yapılması gerektiği dile getirildi.

Dilekçede, davanın söz konusu temizlik şirketine ihbar edilerek, kendileri yönünden reddedilmesi talep edildi.

Mahkemece ''ihbar edilen'' olarak davaya katılımı kabul edilen temizlik şirketinin avukatınca mahkemeye sunulan dilekçede ise temizlik ve hamaliye hizmetinin davalı şirketin bilgisi dahilinde başka bir şirketin kanalı ile yürütüldüğü, bu konuya ilişkin 27 Ağustos 2004 tarihli sözleşme imzalandığı ve kendi şirketlerinin hizmetin temini dışında herhangi bir taahhüdünün söz konusu olmadığı kaydedildi.

Dilekçede, manevi tazminata hükmetmeyi gerektirecek koşulların oluşmadığı, kendilerinin sağlanan hizmete ilişkin hiçbir sorumluluklarının bulunmadığı ve doğan zarardan sorumluluğun sözleşme imzalanan firmada olduğu belirtilerek, söz konusu davanın bu temizlik firmasına ihbar edilmesi ile kendi yönlerinden talebin reddine karar verilmesi istendi.

-MAHKEME DEĞİŞİKLİĞİ-

İhbar edilen temizlik şirketinin başka bir temizlik şirketini ihbar etme talebini reddeden Kadıköy 4. Asliye Hukuk Mahkemesi, 5 Haziran 2008 tarihinde ''4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunu'nun 3 ve 23. maddelerine göre, tüketici davacı ile satıcı ve hizmet sunan davalı arasında mal satışından kaynaklanan bir ilişki bulunduğu ve bu durumda davaya Tüketici Mahkemesi'nin bakması gerektiği'' görüşüyle görevsizlik kararı verdi.

Mahkemenin bu kararının temyiz edildiği Yargıtay 13. Hukuk Dairesi de 10 Şubat 2009'da bu kararı onayarak davanın Tüketici Mahkemesi'ne görülmesine hükmetti.

-TÜKETİCİ MAHKEMESİNİN KARARI-

Görevsizlik kararı ile gelen dosyaya bakan İstanbul 1. Tüketici Mahkemesi hakimi Dursun Kaya, davayı 1 Temmuz 2010 tarihinde karara bağladı.

Buna göre Kaya, davacı Yazıcı'nın kazadan sonra tedavi gördüğü dönem içinde bakıma ihtiyaç duyması nedeniyle evinde ücretli bakıcı çalıştırdığı, bunun için toplam 2 bin 800 TL ödediği, emekli doktor olan davacının tedavilerinin emekli olduğu hastanede yapılmasına ve masraflarının büyük kısmının devlet tarafından karşılanmasına rağmen devletçe karşılanmamış olan 475 TL masrafın da mevcut olduğu ve davacının toplam talep edebileceği maddi zarar tutarının başka belge sunulmadığı için toplam 3 bin 275 TL olarak belirlendiğini ifade etti.

Kararda ''Davalı şirket, alışveriş için iş yerine gelen müşterilerinin sağlığını korumak ve güvenliğini sağlamak için her türlü önlemi almakla yükümlüdür'' ifadesini kullanan Hakim Kaya, iş yerlerinin verilen hizmet nedeniyle 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun'un 4/A maddesi gereğince tüketicilerin uğradıkları zararlardan sorumlu olduklarını ve iş yerinin temizlik işlerinin başka bir şirkete verilmiş olmasının davalının tüketicilere karşı sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağına hükmetti.

Hakim Kaya, davacının ayrıca 10 bin TL manevi tazminat talep ettiğini de hatırlatarak, iş yeri sahibinin ağır kusuruyla meydana gelen olay sonrasında davacının önemli sıkıntılar yaşadığının ve korse takıp uzun süre bakıma muhtaç hale geldiğinin anlaşıldığını ifade etti.

''Davacının gerçekleşen olayda manevi yönden zarar gördüğü kuşkusuzdur'' sözlerini kullanan Hakim Kaya, olayın gerçekleşme şekli, tarafların ekonomik ve sosyal durumu ile zararın ağırlık derecesine göre, 3 bin 275 TL maddi ve 5 bin TL manevi olmak üzere 8 bin 275 TL'nin davalı alışveriş merkezinden alınarak davacı Şadan Yazıcı'ya verilmesini kararlaştırdı.

http://www.stargazete.com/ekonomi/-haber-290299.htm