Haberler:

deneme

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - kilimanjaro

#1321
İşte suçüstü yakalanma budur!, Ekrem Dumanlı, Zaman

Danıştay saldırısının yapıldığı günü hatırlayın lütfen. Gözü dönmüş genç bir avukat (Alparslan Arslan) Danıştay binasına giriyor ve toplantı halindeki heyete kurşun yağdırıyor.

Türkiye şoka giriyor bir anda. Ardından büyük bir öfke patlaması. O zamanlar ülkenin zirve makamında oturan A. Necdet Sezer bile -daha hadise netleşmemesine rağmen- sağduyusunu kaybediyor. Eski Cumhurbaşkanı, "Bu, aslında laik Cumhuriyet'e yapılan bir saldırıdır. Cumhuriyet tarihine bir kara leke olarak yazılacaktır. Bu saldırıya neden olanlar, davranışlarını yeniden gözden geçirmelidirler." diyor. CHP lideri, "Siyasete kan bulaştı!" demekten çekinmiyor. Dönemin Danıştay Başkan Vekili Tansel Çölaşan, "Allahuekber dedi, ateş etti!" diyerek (ilginçtir bu bilgi yalan çıktı) yangına körükle gidiyor. Ve bir kısım medya! "Türkiye'nin 11 Eylül'ü" deyip yola çıkanı mı ararsın, "Kaşıya Kaşıya" diyerek hain saldırıyı Danıştay'ın aldığı başörtüsü kararına bağlayanı mı ararsın, daha sanık hakkında somut bir gerçek elde edilmediği ve bağlantıları ortaya çıkarılmadığı halde, "28 yaşında, dindar, ülkücü" diyerek kimlik göndermelerinde bulunanı mı ararsın... Bazılarına göre o hain saldırıyı yapan(lar) daha ilk saniyeden belliydi: İrticacılar ve onlara cesaret veren hükümet. Cenaze törenine katılan Cemil Çiçek'i cami avlusunda kovaladılar. Tamam da kimdi bu Alparslan Arslan, eylemi nasıl yapmıştı, kimler kışkırtmıştı, kimler desteklemişti, nasıl olmuş da Danıştay'a silahlı bir şekilde girip elini kolunu sallayarak cinayet mahalline ulaşabilmişti? Bunlar hiç sorulmadı.

Kamera kayıtları kanlı eylemdeki esrarı çözecekti. Ancak "Kamera bozuktu." dediler. Ve dün çok önemli bir gelişme yaşandı. Yüzyılın en büyük skandalı! TÜBİTAK, Danıştay saldırısıyla ilgili bilimsel raporunu 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderdi. TÜBİTAK özetle diyor ki: "Kameralar bozuk değildi. Cinayetten bir gün önce Arslan, keşif yaparken görüntülendi ancak birileri bu görüntüleri izledi, görüntülerin dosya isimlerini değiştirdi ve bu görüntüleri bilinçli olarak sildi." Anlaşılıyor ki, cinayet günü de Danıştay'ın kameraları yine bilinçli olarak çalıştırılmamış...

İnsanın kanını donduran bir gelişme bu!

Danıştay binasının güvenliği OYAK'a ait olduğuna göre hesap verecek kişi ve kurumlar belli demektir. Kim, hangi hakla, hangi endişeyle güvenlik kamerasındaki görüntüleri silmeye cesaret edebildi?

Bilindiği gibi Danıştay davası, Ankara'da görülmüş ve bir sonuca bağlanmıştı. Ergenekon davasına bakan yetkililer elde ettikleri bilgi ve belgeler ışığında dosyayı İstanbul'a istedi. Eğer bu dosya Ergenekon soruşturmasının kapsamına alınmasaydı kamuoyu asla bazı gerçekleri öğrenemeyecekti. Düşünebiliyor musunuz önce seyredilmiş, sonra başka dosyalarla karıştırılmış, daha sonra da silinmiş güvenlik görüntülerini hiç bilemeyecekti! Çünkü Danıştay saldırısı adeta örtbas edilmişti.

Ülkeyi kaosa sürüklemek, darbe şartlarını oluşturmak ve psikolojik harp taktikleriyle masum kitleleri sindirmek isteyenler Danıştay saldırısını vesile ederek korkunç bir proje ortaya koydu. O kadar ki, cinayetin yaşandığı ilk saniyelerden itibaren kara bir propaganda başlatıldı. Apar topar sokaklara dökülenler, lanet okuyanlar, faturayı muhafazakâr kitlelere kesenler... Bugün ortaya çıkan gerçekler karşısında büyük bir üzüntü duyuyorlar mı acaba? Hele kendini toplumun önüne atarak insanları hedef gösterenler o gün yaptıkları yanlıştan pişman oldular mı?

Keşke herkes o gün konuştuklarını, yazdıklarını hatırlasa. Ve sorsa kendi kendine: "Cumhuriyet tarihimizin en korkunç cinayeti işlenirken neden x-ray cihazları çalışmadı? Neden güvenlik kameraları silindi? Neden?"

Türkiye, büyük badireler atlattı. Ayışığı, Yakamoz, Balyoz gibi darbe planları. AKP'yi ve Gülen'i Bitirme Eylem Planı, Kafes Eylem Planı, Erzincan'da düzenlenen kirli mizansen... Cuntacılar pes etmedi; belki de hiç etmeyecek. Darbe sevdasıyla yanıp tutuşanlar kaos çıkarmak için ha bire planlar hazırlayacak. Unutmamak lazım; artık bu millet kalleş planlara, sinsi komplolara boyun eğmeyecek ve sosyal barışı tehdit eden bir sürece dahil olmayacak... Hem darbeci başarılı olsa ne olacak ki? Bakın dün Arjantin, 25 yıl sonra darbecisini 81 yaşındayken yargıya teslim etti. Zulüm, darbe yapanın yanına kâr kalmıyor, adalet bir gölge gibi onu takip ediyor ve bir gün sanık sandalyesine mutlaka oturtuyor...

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=975870&title=iste-sucustu-yakalanma-budur
#1322
Ahmet Türk'e ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız'a atılan yumrukların anlattığı şudur: Provokasyonlara açık bir sürece girdik.

Ergenekon davası ile anayasa değişikliği hamlesi, vesayet rejiminin temellerini sarsıyor. Dokunulamayanlara dokunulması, asker içindeki cuntalardan hesap sorulmaya başlanması, vesayet sahiplerini şaşkına çevirdi. O şaşkınlıkla bütün adamlarını, yargıda, bürokraside, medyadaki bütün kozmik elemanlarını sahaya sürüyorlar. Direniyorlar, direnecekler...

Şu an gözdağı veriyorlar. Provokasyonlar, suikastlar, cinayetler ve kaos planlarını devreye soktular. Ergenekon davasında yukarılara çıkıldıkça, PKK'nın varlığının olmadığı coğrafyalarda, başka terör örgütleriyle ortak eylemlerin karşımıza çıkması tesadüf olabilir mi?

Hatırlayalım. DTP'nin kapatılması için düğmeye basıldığında, Tokat'ın Reşadiye kasabasında çarşıdan dönen silahsız askerlerimiz, tuzağa düşürülerek şehit edildi. İki günlük tereddütten sonra, PKK eylemi üstlendi. Kürt açılımının konuşulduğu sırada, bu şaibeli eylem, Kürt sorununun barışçı çözümünü isteyenleri sarstı. Taraf gazetesi, olay üzerine, "PKK, iki halkın düşmanı" diye manşet attı. Sonrasını, Ahmet Altan 4 gün önce Taraf'ta yazdı. PKK'ya yakın internet sitelerinde ve Roj TV'de, Taraf'a yönelik bir saldırı kampanyası başlatıldı. Taraf, daha sonra Öcalan'ın, "bu Reşadiye işini ben anlamadım" diyen açıklamasını yayınladı. Bu defa bir PKK yöneticisi, Reşadiye baskınına sahip çıktı. İki gün önce de, Habertürk gazetesinde Amberin Zaman'ın, Murat Karayılan ile yaptığı mülâkat yayınlandı. Karayılan, "Hareketin merkezi olarak tertiplediği bir eylem değildi. Bizim tasvip etmediğimiz bir şey olarak eleştirilmiştir. Biz açıklama istedik. 'Neden' diye sorduk..." diyordu.

Eylemi PKK üstleniyor ama başka PKK'lar, eleştiriyor. Kaç tane PKK var ve hangileri derin yapılarla irtibatlı?

Aynı soru, Samsun'da Ahmet Türk'e atılan yumruktan sonra da sorulabilir. Ahmet Türk, "bu olay provokasyondur" diyor. Ama yumruktan bir hafta sonra, Samsun'un Lâdik ilçesinde iki polisimiz şehit ediliyor. PKK'lı Fırat Haber Ajansı, eylemin misilleme olduğunu duyuruyor.

Ahmet Türk bir daha konuşuyor, "bu da provokasyondur" diyor.

Önceki akşam CNN Türk'te Ahmet Türk, Cengiz Çandar ve Hasan Cemal'e bir şey daha söylüyor: "Evet, anayasa paketi, birçok bakımdan yetersiz. Fakat mevcut duruma göre olumludur, sınırlı da olsa bir iyileşmedir. Bu nedenle desteklenmelidir. Barış ve Demokrasi Partisi'nin, CHP-MHP çizgisine düşmesi doğru değildir." (Anayasa Mahkemesi DTP'yi kapatırken, sadece Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk gibi en ılımlı iki isme, siyaset yasağı getirilmesi de manidar değil mi?)

Kürt sorununun, siyaset alanında çözümünü istediğini söyleyen DTP'nin, CHP-MHP safında olması, Ergenekon eylemlerine sahip çıkan PKK'nın tavrı ile yan yana gelince, "derin" şüphelerin artması doğal değil midir?

PKK-Ergenekon ilişkisi çözülmeden, Kürt sorunu çözülemez. Konunun önemi için sadece bir şeyi hatırlatacağım. 19 Ekim 2009'da İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi şu kararların altına imza attı:

"PKK elebaşısı Abdullah Öcalan'ın, iddia olunan Ergenekon Terör Örgütü üyesi olup olmadığının, Genelkurmay Başkanlığı, MİT ve Emniyet Genel Müdürlüğü'nden sorulması.

PKK'nın MİT tarafından kurulduğu iddialarının, Genelkurmay Başkanlığı, MİT ve Emniyet Genel Müdürlüğü'nden ayrı ayrı sorulması. (Danıştay saldırısı faili) Alparslan Arslan'ın MİT görevlisi veya muhbiri olup olmadığının MİT Müsteşarlığı'na sorulması."

Dünün bir haberi ile bitirelim: "TÜBİTAK, Danıştay saldırısı sırasında bozuk olduğu ileri sürülen kameraların kayıtlarının bazılarının silindiğini belirledi. Güvenlik kameralarının sahibi şirketin müdürlüğünü, eski Özel Harekâtçı ve MİT elemanı emekli Albay Orhan Çoban'ın yaptığı anlaşılmıştı."

Anayasa değişikliğine ve Ergenekon davasına paralel giden provokasyonlar karşısında, milletçe uyanık olmalıyız...

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=975873
#1323
Meclis, Anayasa değişikliği için yoğun bir çalışma yürütüyor. Önceki gün başlayan ilk günkü görüşmeler, dün sabah tamamlanabildi. 333 vekil oylamalara geçilmesi için 'evet' derken, paketin iki maddesiyle ilgili oylamada, 'kabul'ler 337'ye ulaştı.

Böylece referandum sınırı (330) aşılmış oldu. 335 sandalyesi bulunan AK Parti Grubu, beklentilerin aksine fire vermedi ve sürpriz bir destekle karşılaştı. AK Parti'den istifa ederek bağımsız kalan isimler oylama öncesi görüştüğü arkadaşlarına 'evet' oyu kullanma sözü verdi. CHP ve MHP'nin şiddetli muhalefetine rağmen kabul edilen maddelerden ilki kadın-erkek eşitliği konusunda alınacak tedbirleri, ikincisi 'kişisel verilerin gizliliğini' içeriyor.

CHP, Meclis'teki oylamalara katılmama geleneğini sürdürdü. MHP ise tam kadro girdiği oylamada "hayır" oyu verdi. MHP yönetiminin, milletvekillerinden "beyaz pul" isteyerek fire ihtimalini sıfıra indirdiği öne sürülüyor.

BDP, "siyasÎ pazarlık" için oylamaya katılmadı

Meclis'te günün sürprizi DSP ile birlikte BDP'nin de oylamalara katılmaması oldu. Anayasa paketine aralarında Sırrı Sakık, Nuri Yaman gibi önde gelen isimlerin de bulunduğu çok sayıda BDP'linin destek vereceği biliniyordu. Buna rağmen oylamaya girilmemesi BDP'nin 'siyasî pazarlık' peşinde olduğu izlenimi verdi. BDP, AK Parti'nin 330'u bulmakta zorlanacağını ve kendi oylarına muhtaç kalacağını düşünüyordu. Ancak, oylamalarda 337 rakamına ulaşılması BDP'nin planlarını altüst etti. AK Parti kurmayları, oy desteği karşılığı hiçbir siyasî pazarlık içine girmeyeceklerini söyledi.

Anayasa değişikliğinin tümü ve ilk maddeleriyle ilgili oylamalar paketin akıbeti açısından gösterge olarak değerlendiriliyor. Referandumun işaret fişeği sayılabilecek sonuçlar ilk gün elde edildi. Anayasa'nın maddelerine geçilmesine 333, ilk maddesine 336, ikinci maddesine ise 337 oy çıktı. İlk oylamaya AK Parti'den Ahmet Koca (Afyonkarahisar) yetişemedi. İkinci ve üçüncü oylamalarda AK Parti tam kadro olarak 335 milletvekili oy kullandı. İlk oylamada çıkan iki boş oyun AK Parti milletvekillerince yanlışlıkla verildiği sonraki oylamada ortaya çıktı. Bu turlarda AK Parti'ye dışarıdan oy geldiği gözlendi. Oylamalara CHP, BDP ve DSP katılmadı. MHP'liler ise 69 milletvekiliyle "hayır" oyu kullandı.

Anayasa paketine verilen desteğin bağımsızlardan geldiği öğrenildi. AK Parti kurmayları, oylama öncesi temas ettiği bazı milletvekillerinden destek sözü almıştı. Bu isimler arasında geçen hafta AK Parti'den istifa eden Zekai Özcan da (Ankara milletvekili) bulunuyor. Başbakan Tayyip Erdoğan da Özcan'ın "evet" oyu verebileceğini söylemişti. Özcan ile birlikte yine geçtiğimiz aylarda AK Parti'den ayrılan Feyzi İşbaşaran'ın da (Elazığ milletvekili) destek sözü verdiği söyleniyor. Yine AK Parti'den milletvekili seçilmesine rağmen seçimden kısa bir süre sonra istifa ederek Abdüllatif Şener'in genel başkanlığını yaptığı Türkiye Partisi'ne geçen Yaşar Öztürk (Yozgat milletvekili) ile Şanlıurfa bağımsız milletvekili Seyit Eyyüpoğlu'nun da anayasa paketine destek sözü verdiği gelen bilgiler arasında.

Muhalefet, görüşmeleri uzatma taktiğini sürdürdü

Meclis Başkan Vekili Sadık Yakut başkanlığında toplanan Genel Kurul'un dünkü görüşmeleri de taktik savaşlarına sahne oldu. Muhalefet, görüşmeleri uzatmak için önerge üstüne gönerge sundu. İlk olarak, önceki gün CHP tarafından okunmadığı için tartışma konusu olan "Başkanlığın sunuşları'' okundu. Daha sonra, TBMM Danışma Kurulu'nda uzlaşma sağlanamadığı için BDP'nin grup önerisi görüşüldü. BDP'nin Yatılı İlköğretim Bölge Okullarının (YİBO) sorunlarıyla ilgili araştırma önergesinin görüşülmesine ilişkin grup önerisi reddedildi. Ardından MHP'nin esnaf ve sanatkârın sorunlarıyla ilgili araştırma önergesinin görüşülmesine ilişkin grup önerisinin görüşülmesine geçildi. Bu öneri de kabul görmedi.

Meclis Genel Kurulu'nda CHP'nin 1 Mayıs 1977 ile ilgili grup önerisi görüşmeleri sırasında da tartışma yaşandı. CHP Grup Başkan Vekili Kemal Anadol, 1 Mayıs 1977 olaylarının karanlık yönlerinin aydınlatılması gerektiğini belirtirken, AK Parti Çorum Milletvekili Agah Kafkas'ın, 1 Mayıs'la ilgili bir demecini hatırlattı ve Kafkas'tan araştırma önergesine kabul oyu beklediğini söyledi. Meclis Başkan Vekili Sadık Yakut'un CHP'li Kılıçdaroğlu'na söz vermemesi üzerine MHP Grup Başkan Vekili Oktay Vural, söz verilmesi gerektiğini söyledi. Yakut "Muhatabım değilsin, Meclis'i nasıl yöneteceğimi sizden öğrenecek değilim." diye karşılık verdi. Oktay Vural ise Sadık Yakut'a "Ne biçim konuşuyorsun?" şeklinde hitap etti. SELİM KUVEL ANKARA

Erdoğan ve Bahçeli Meclis'te sabahladı

Anayasa değişikliği teklifinin ilk gün görüşmeleri muhalefet partilerinin yoğun engelleme girişimlerine ve tartışmalara sahne oldu. Sürekli yoklama isteyen ve usul tartışması açan muhalefetin engellemeleri nedeniyle ilk gün mesaisi yaklaşık 18 saat sürdü. Her önergenin oylamasında Genel Kurul Salonu'nda yeterli milletvekili olmasına rağmen CHP'li 20 milletvekili ayağa kalkarak yoklama talebinde bulundu. AK Partili milletvekilleri CHP'nin her yoklama talebine alkışlayarak tepki gösterdi. Birleşimi yöneten TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin de, yoklama süresini 2, bazen 1 dakika ile sınırlı tuttu.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, teklifin tümü, 1. ve 2. maddeler üzerindeki oylamaların sonuna kadar Meclis'te kaldı. CHP ve DSP'li milletvekilleri oy kullanmazken, BDP oylamalar sırasında Genel Kurul Salonu'ndan ayrıldı. Başbakan Erdoğan, Meclis'ten ayrılmazken Genel Kurul'a oylamalar sırasında geldi. Oy kullanırken görme engelli milletvekili Lokman Ayva'ya da yardımcı olan Başbakan, bir ara milletvekili sıralarına oturarak vekillerle sohbet etti. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ise teklifin tümü üzerindeki konuşmasından sonra Genel Kurul'a bir daha gelmedi.

İlk gün iki madde kabul edildi

Yumruklu saldırıya uğrayan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, burnu sarılı olarak oy kullandı. AK Parti Afyonkarahisar Milletvekili Ahmet Koca, teklifin 1. maddesi oylamasını kaçırdı. Genel Kurul'da teklifin maddelerine geçilmesine ilişkin gizli oylamada 333 kabul oyu kullanılırken, 1. maddeye 336, 2. maddeye 337 kabul oyu çıktı. Ret oyu verenlerin sayısı ise teklifin maddelerine geçilmesinde 73, 1. maddede 70, 2. maddede 68 oldu. Teklifin ilk maddesi için 16 ve 2. maddesi üzerinde 14 önerge verildi. Kurayla belirlenen 7'şer önerge görüşüldü. Uzun ve aralıksız süren anayasa mesaisinde yorgun düşen milletvekilleri kulislerde dinlendi, zaman zaman Meclis bahçesine çıkarak uykularını dağıtmaya çalıştı. Genel Kurul Salonu'nda ve kulislerde uykuya yenilen vekiller oldu. Uyuyan vekillerin fotoğraflarını ise yanındaki vekil arkadaşları cep telefonuyla çekti. İBRAHİM ASALIOĞLU ANKARA

Başbakan Erdoğan, uyuyan vekilleri espri yaparak uyandırdı

Sabah 07.00'ye kadar süren görüşmelerde yorgun düşen, zaman zaman da uyuyakalan milletvekillerini Başbakan Recep Tayyip Erdoğan uyandırdı. Sabah 05.00 sularında kulise gelen ve vekillerle sohbet eden Erdoğan, uyuyan vekillerin yanına gidip omzuna dokunarak uyandırdı. Bayan milletvekillerinin uyanık olduğunu fark eden Erdoğan, erkek vekillere, "Tabii siz çocuk bakmadığınız için sabaha kadar dayanamadınız. Bakın bayan vekiller nasıl uyanık?" diye espri yaptı. Kulisin kenarında oturan bayan vekiller ise saati hatırlatıp Başbakan'ı '5 çayına' davet etti. Başbakan, Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu'nun aracılık yaptığı bayan vekillerin davetine hemen icabet ederken uzun süre onlarla sohbet edip fotoğraf çektirdi. Bayan vekiller ayrıca 'kadınlara pozitif ayrımcılık getiren' anayasa değişikliği maddesi nedeniyle Başbakan'a teşekkür etti.

Ayva: Bayrama hazırlanıyoruz

Anayasa değişikliği teklifi görüşmelerinde yakasına karanfil takan AK Parti İstanbul Milletvekili Lokman Ayva, "Çiçeğin ve bayramlık tıraşımın anlamı, bugün benim gibi özürlü olanların arifesi, inşallah işlemler bittikten sonra bayramı olacak." dedi.

Kabul edilen iki madde neyi içeriyor?

CHP ve MHP'nin şiddetli muhalefetine rağmen kabul edilen maddelerden ilki kadın-erkek eşitliği konusunda alınacak tedbirleri içeriyordu. Buna göre çocuklar, yaşlılar ve özürlülerle, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleriyle, malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmayacak. Teklifin 2. maddesi ise 'kişisel verilerin gizliliğini' içeriyor. Böylece herkes kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahip duruma geliyor.

Anayasa maratonunda yorulan bakanlar gündüz resmî programlarını şaşırdı

Meclis'te başlayan anayasa maratonu bakan ve milletvekillerini yorgun düşürdü. Bazıları daha önceden onay verdikleri programlara katılamazken, bazıları da katıldıkları programda salonları karıştırdı. Dün gece sabaha kadar süren anayasa oylamasına katılan Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün ile Devlet Bakanı Mehmet Aydın sabah 10.00'da Rixos Otel'deki toplantıya katılamadı. Dizayn Group'un toplantısına katılmak için otele gelen eski Devlet Bakanı AK Parti Milletvekili Kürşad Tüzmen ise salonu şaşırarak başka bir programa katıldı. Devlet Bakanı Faruk Nafiz Özak'ın bulunduğu bir alt kattaki salona inen Tüzmen, Sporda Hoşgörü ve Sevgi Çalıştayı programında protokol sandalyelerine oturdu. Tüzmen, yanlış programa katıldığını ancak İstiklal Marşı'nı okuduktan sonra fark etti.

Daha sonra bir üst kattaki Dizayn Group toplantısına gelen Tüzmen, "Aldılar götürdüler aşağıya, sporcuyuz diye. Baktım İstiklal Marşı okunuyor falan. Ayıp olmasın diye biraz oturdum. Gece uyumayınca böyle oluyor." dedi. Daha sonra Dizayn Group Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Mirmahmutoğulları'na, "Yeterince bakan yok diyorsan aşağıdan spor bakanını getireyim istersen." diyerek salondan ayrıldı. Tüzmen, yaşadıklarını anlatıp Bakan Özak'ı ikna ederek asansörle Dizayn Group toplantısına getirdi. Burada da konuşan Özak ve Tüzmen, anayasa maratonundan bahsetti. Dizayn Group'un 'Beyin Göçüne Karşı Beyin Gücünü Teşvik Ediyoruz' tabelalarını ellerinde taşıyan Özak ve Tüzmen, ilginç espriler yaptı. Yönetim Kurulu Başkanı Mirmahmutoğulları, "Spor yapan iki bakanımız uyumadı. Yapmayan iki bakanımız uyudu." esprisi yaptı. Özak, "Karadenizlilerde beyin yoktur derler ama bu bir iftiradır. Karadenizlilerde çift beyin var. O yüzden Karadeniz'den beyin göçüne izin vermemeliyiz." sözleri gülüşmelere sebep oldu. HASAN BOZKURT ANKARA, CİHAN

Kabul edilen 5 madde neyi içeriyor?

İlk iki günde kabul edilen maddelerden birincisi kadınlar, çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleriyle, malul ve gazilere pozitif ayrımcılık getiriyor. Onlar için ek tedbirler alınmasının eşitliğe aykırı olmadığını öngörüyor. Teklifin 2. maddesi ise 'kişisel verilerin gizliliğini' içeriyor. Üçüncü madde, vatandaşların seyahat özgürlüğünü düzenliyor. 'Ailenin korunması' başlıklı dördüncü madde çocukların korunmasını, beşinci madde ise sendikal hakları içeriyor.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=975373&title=paket-330u-asti-reforma-sandik-yolu-gorundu&haberSayfa=0
#1324
CHP'den Anayasa Mahkemesi'ne en hızlı dosya taşıma yarışması düzenleyen, İstanbul Barosu'na Hitler'in akıl hocası ve Nazi hukukçusu Carl Schmitt adına çelenk gönderen Genç Siviller, ilginç protestolarına bir yenisini daha ekledi.

Sokağı tiyatro sahnesine çeviren eylemin adresi Bursa'ydı. Sivil örgüt, çalışanların başörtülü eşlerinin sosyal tesislere girmesini yasaklayan Renault'yu protesto etti. Bursa'daki kaporta-montaj ve mekanik şasi fabrikasının önüne eski model bir araba konuldu. Başörtülü bir vatandaş, araca binmek için çok uğraştı ancak başarılı olamadı. Otomobil için "Kontağı çevirmeden başörtünüzü çıkarın" gibi cümlelerin yer aldığı kullanma kılavuzu hazırlayan Genç Siviller, şirkete ise şu çağrıyı yaptı: "Ailesinde başörtülü olana araba satmayın, talimatı vermenizi bekliyoruz."

Renault'nun matruşkaya benzetildiği Bursa'daki eylemde hazırlanan kullanma kılavuzu şöyle izah edildi: "Yasakçı zihniyetin içinden Oyak, Oyak'ın içinden Renault diye birbirinin içinden çıkıp 'CE' 'EEEE' yapan matruşkalar, başörtüsü ayrımcılığını yayıldıkları her alanda hissettiriyorlar. Reklamın iyisi kötüsü olmaz bilirsiniz. Yoksa bu başı açık-başı kapalı muhabbeti piyasaya yeni çıkacak olan üstü açık spor arabanın reklamı mı? Yok, değilse Oyak Renault'nun daha samimi davranıp, ürettiği araçların kullanım talimatına kılık kıyafet prosedürü eklemesini, satış bayilerine, 'Ailesinde başörtülü olana araba satmayınız' talimatı vermesini bekliyoruz. Hadi iyisiniz, kullanma kılavuzunu biz hazırladık."

Genç Siviller adına açıklama yapan Murat Fırat, amaçlarının toplumun dikkatini yasakçı zihniyete çekmek olduğunu söyledi. Fırat şöyle konuştu: "Renault'nun yaptığı bu yasaklayıcı zihniyeti kınıyoruz. Onların 'adreslerinin değiştiğini, alıştığımız hizmetin hâlâ değişmediğini' hâlâ başörtülü arkadaşlara bu yasakları uyguladıklarını görmekteyiz. Onların bu saçma düşüncelerini ciddiye almıyoruz. Herkesin başörtüsü olmadan da Renault fabrikalarına rahatlıkla girebilmelerini istiyoruz."

Renault'nun Bursa'daki fabrikasındaki başörtüsü yasağı, 27 Şubat'ta bir çalışanın, başörtülü annesiyle kooperatife alışverişe gitmek istemesiyle ortaya çıktı. Kapıdaki görevliler çalışan işçi ile başı açık eşini içeri almış, başörtülü annesi ile babasının girmesine izin vermemişti. Yaşlı çifti yağmur altında bekçi kulübesinin önünde bekleten görevliler, talimatın yönetimden geldiğini bildirdi. Yasağa gerekçe gösteremeyen Oyak Renault yönetimi, kooperatifi adres göstermişti. Aralık 2008'de krizi bahane edip 150 kişinin işine son veren fabrikanın namaz kılan çalışanlara baskı yaptığı da iddia edilmişti. Oyak-Renault'da yaşanan insan hakları ihlalinin 17 Mart'ta Zaman'da yayınlanmasının ardından sivil toplum örgütleri ve vatandaşlar olaya tepki göstermişti. Mazlum-Der ise Renault'yu devlet erkânına ve şirketin Fransa'daki merkezine şikâyet etti.

Akrabanız da örtülü olmamalı

Genç Siviller tarafından hazırlanan Renault'yu kullanma kılavuzu şöyle:

Aracın anahtarını kapıya sokunuz.

Kapısını açınız.

Şoför mahalline oturunuz.

Emniyet kemerini takınız.

Dikiz aynasından kendinizi dikizleyiniz ve kılık kıyafetinizi iyice süzünüz.

Başörtünüzü çıkartınız (Kadınlar için).

Debriyaja basınız.

Anahtarı kontak deliğine sokunuz ve çeviriniz.

Bu sırada gaza basınız.

Eğer arabanız çalışmıyorsa üzerinizde eşarp, fular gibi başörtüsü benzeri bir aksesuar kalmış olabilir. Onları çıkarıp tekrar deneyiniz.

Eğer arabanız çalışmayı ısrarla reddediyorsa, aile bireyleriniz veya akrabalarınızdan biri başörtülü olabilir. Bu durumda size en yakın nüfus müdürlüğünü arayabilirsiniz.

Eğer kılavuzdaki şartları sağlamadığınız halde arabanız çalışmışsa bizi arayın.

Mutlaka bir yanlışlık olmalı. ZAMAN

ENİS ÖZNÜK, ADEM ELİTOK-BURSA
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=974366&title=genc-sivillerden-renault-eylemi-kontagi-cevirmeden-once-basortunuzu-aciniz
#1325
Önce Genç Siviller'i gönülden tebrik etmek gerekiyor. Bunlar demokrat gençler. Müthiş zekiler. Hele espri kabiliyetlerine gerçekten şapka çıkartılır. Daha geçenlerde, CHP'nin önünden, Anayasa Mahkemesi'ne dosya yetiştirme yarışı düzenlediler.
İstanbul Barosu'na "darbeci baro" adını da onlar verdiler. Baro'nun meslek liseleri ile ilgili YÖK kararlarını, ha bire Danıştay'a götürmesi üzerine de; "Danıştay at, Darbeci Baro tut..." pankartı açtılar. Yine hatırlayacaksınız, CHP'li vekiller, askere sivil yargı yolunu açan yasaya, TBMM'de evet oyu vermişti. Sonra "vakit hayli ilerlemişti, biz uyumuşuz" mazereti uydurdular. Bunun üzerine Genç Siviller, CHP Genel Merkezi önüne gittiler ve basın açıklaması yaparak; "CHP uyuma, vesayete sahip çık" dediler... Bir de CHP'nin anayasa değişikliği paketini, tek madde ile açıklamışlardı: "Tek parti olsun, temiz olsun..."

En son ne yaptılar biliyorsunuz. Fotoğrafı Zaman'da çıktı. İstanbul Barosu, geçen hafta HSYK Başkan Vekili Kadir Özbek'e, "Mahmut Esat Bozkurt Hukuk Ödülü" verdi ya. Bu Genç Siviller tuttular törene Nazi hukukçusu, Hitler'in akıl hocası Carl Schmitt adına, gösterişli bir çelenk gönderdiler. İsminin altına da Nürnberg Barosu yazdılar. Adam 1985'te vefat etmiş. Ama İstanbul Barosu yöneticileri uyanamamışlar. Almanya'dan bir avukatın, kendilerine destek verdiğini düşünerek çelengi, salonun girişine başköşeye, Türkiye Barolar Birliği çelenginin yanına koymuşlar.

Vesayet rejiminin payandaları, medyada, barolarda, yarı resmi sivil toplum kuruluşlarında, inanınız bir akıl tutulması yaşıyorlar. Şaşkınlık içerisindeler. Neye el atsalar ellerinde kalıyor, hangi hamleyi başlatsalar ellerine yüzlerine bulaştırıyorlar.

Hazır gündeme getirmişken, şu İstanbul Barosu'nun, adına hukuk ödülü verdiği Mahmut Esat Bozkurt'tan da birkaç cümle ile bahsedelim. Bozkurt, Ulusalcı-Kemalist ideolojinin teorisyenliğini yapan birisi. 1922-1923'te iktisat vekili, 1924'te Ali Fethi Okyar ve 1925-1927'de, İsmet İnönü hükümetlerinde adliye vekili olarak görev yaptı. Atatürk İhtilâli kitabında, Hitler'e ve Mussolini'ye övgüler diziyor. Hatta "nasyonal sosyalizm ve faşizm, Mustafa Kemal rejiminin, az çok değiştirilmiş birer şeklinden ibarettir" diyen Alman tarihçiyi tasdik ediyor ve "çok doğru bir görüştür" ifadesini kullanıyor. Ama asıl, Mahmut Esat Bozkurt'u, darbeci barolar nezdinde yücelten başka bir özelliği var. Soyadını, Atatürk'ün verdiği Bozkurt, "Türk'ün en kötüsü, Türk olmayanın en iyisinden iyidir." diyor.(Cihan Yamakoğlu, M.Esat Bozkurt. Sayfa 49. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1987)

21 Eylül 1930 tarihli Son Posta gazetesine verdiği demeçte ise aynen şunları söylüyor: "Benim fikrim, kanaatim şudur ki, bu memleketin kendisi Türk'tür. Öztürk olmayanların, Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır..."

Bu ifadeler, Kemalist ideolojinin, vesayet rejiminin amentüsüdür. İstanbul Barosu boşuna Mahmut Esat Bozkurt Hukuk Ödülü vermiyor. Bu ödülün, şimdiye kadar kimlere verildiğini de hatırlatırsam, herhalde meramımı daha net ifade etmiş olurum. İlk ödül 2005'te, 367 hukuk hokkabazlığının mucidi Sabih Kanadoğlu'na veriliyor. 2008'te, dönemin YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu ödüle layık görülüyor. Nasıl, tam isabet değil mi?

"Türkiye'de neden bir Kürt sorunu vardır?" sorusunun, asıl cevabı da Mahmut Esat Bozkurt'un yukarıdaki zihniyetinde ve o zihniyeti yaşatmakta direnen statüko bekçilerinin varlığındadır. 27 Nisan 2007 muhtırasındaki son ifadeleri de hatırlayalım. Genelkurmay Başkanı e. Org. Yaşar Büyükanıt'ın "ben kendim yazdım" dediği de şuydu: "Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Atatürk'ün, 'Ne mutlu Türk'üm diyene' anlayışına karşı çıkan herkes, Türkiye Cumhuriyeti'nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır."

Anayasa değişikliği tartışmaları, yargıdaki direnç, medyadaki Ergenekon dava sürecini sulandırma, bulandırma çabalarını, bir bütün olarak bu açıdan görmek gerekir...

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=970600&title=istanbul-barosuna-hitler-celengi
#1326
İmza tartışmalarıyla üzerine gölge düşürülen anayasa değişikliği teklifi, yenilendi. Muhalefetin 'korsan liste' itirazları ve CHP'nin 'Anayasa Mahkemesi'ne gideriz' tehdidi, AK Parti'ye dün sürpriz bir hamle yaptırdı.

61 milletvekilinin imzalarını geri çekmesi üzerine teklif düştü. AK Parti teklif üzerinde küçük değişiklikler yaparak yeniden imzaya açtı. 'Islak imza' tartışmaları nedeniyle vekiller listeye isimlerini kendileri yazdı, sonra imzalarını attı. Yeni teklifte ilk imzayı AK Parti İstanbul Milletvekili sıfatıyla Başbakan Recep Tayyip Erdoğan attı. 265 imzayla yenilenen teklif, AK Partili milletvekilleri tarafından 16.30'da Meclis Genel Sekreterliği'ne sunuldu. Teklifin perşembe günü komisyonda ele alınması ve görüşmelerin iki-üç gün sürmesi bekleniyor.

YENİ TEKLİFTE MADDE SAYISI BİR ARTTI

Önceki teklifte imzaları olmayan bakanlar ve parti yöneticileri de yeni teklifi imzaladı. Bu arada geçici maddelerle birlikte 29 maddeden oluşan paket, 30 maddeye çıktı. Daha önce 'Askeri Yargıtay'ı düzenleyen 156. maddede yapılan değişikliğin aynısı, 'Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'ni düzenleyen 157. maddede de yapıldı. Bu maddelerde askeri mahkemelerin kuruluşuna ilişkin kanun çıkarılırken 'askerlik hizmetlerinin gereklerine göre' ifadesi yer alıyor. Teklifte ise bu ifade anayasa maddesinden çıkarılıyor. Böylece askeri hakimlere de 'hakimlik teminatı getirilirken, Anayasa Mahkemesi'nin kararlarına uygun bir değişiklik yapılmış oluyor.

Yeni teklifte, daha önceki maddelerin bazılarında da değişiklik yapıldı. Parti kapatmada Anayasa Mahkemesi'nin 'üye tamsayısının üçte ikisi' yerine 'toplantıya katılan üye sayısının üçte ikisi' ile karar vermesi şeklinde bir düzenlemeye gidildi. Ayrıca Anayasa Mahkemesi ile HSYK'nın kuruluş ve yapısıyla ilgili kısmın gerekçesinde de oynama yapıldı. Bu düzenlemelerin Anayasa'nın 104. maddesindeki düzenlemeyle bir bütünlük arz ettiği, çelişmediği, bu nedenle 104'te ayrıca bir düzenlemeye gerek olmadığına dair ilaveler yer aldı.

CHP, 216 milletvekilinin imzasını taşıyan ilk teklifte tarafsız olan Meclis Başkanı M. Ali Şahin'in de imzasının bulunduğunu, bazı milletvekillerinin üstünün çizildiği ve daksillendiği iddialarını ortaya atmıştı. Teklifteki imzaların çok önceden atılan 'depo imzalar' olduğunu öne süren CHP, bunun usul hatası olduğunu ve teklifi Anayasa Mahkemesi'ne götürürken bunu özellikle dile getireceklerini açıklamıştı. AK Parti ve Anayasa Mahkemesi Başkanı Burhan Kuzu ise teklifteki imzalarda herhangi bir sorun olmadığını, Şahin'in imzasının da teklifte yer almadığını savunmuştu. Birkaç gündür teklifteki imzalar üzerinden yürütülen tartışmalardan rahatsız olan AK Parti, çareyi imzaları yenilemekte buldu.

TEKLİFİN ÖZÜ VE RUHU TARTIŞILSIN

AK Parti Grup Başkan Vekili Suat Kılıç, 'demokrasi, hukuk ve özgürlükleri genişletecek düzenlemenin bir imza tartışmasının gölgesinde kalmaması' için teklifteki imzaları çektiklerini söyledi. Teklif ve imzaların arkasında olduklarını ancak imza tartışmasının teklifin özünün tartışılmasını engellendiğini ifade eden Kılıç, "Anayasa değişikliği teklifinin şu andan itibaren imzalar bakımından değil, özü ve ruhu bakımından tartışılmasını istiyoruz.'' dedi.

Suat Kılıç, paketin özü itibarıyla daha fazla demokrasi vaat eden, daha fazla özgürlük vaat eden, Türkiye'de bireyin hukukunu öne çıkaran ve hukuk devletini güçlendirmeyi hedefleyen bir anayasa teklifi olarak hazırlandığını belirtti. "Türkiye'nin demokrasi hayatındaki en kapsamlı özgürlük düzenlemesini, bu en kapsamlı hukuk devleti düzenlemesini, bu en kapsamlı demokrasi düzenlemesini bir imza tartışmasının gölgesinde bırakılmasına razı olmadık. Türkiye'nin çağdaşlaşması, muasır medeniyete erişmesi, gerçek ve tam bir hukuk devleti olması yönüyle anayasa değişikliği teklifinin basında, kamuoyunda ve siyasette tartışılmasını istiyoruz." diye konuştu.

Bir diğer Grup Başkan Vekili Bekir Bozdağ da, "Teklif yeni bir tekliftir. Madde sayısı 27 artı geçici üç maddeden oluşuyor." açıklamasını yaptı. ZAMAN

İBRAHİM ASALIOĞLU ANKARA
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=969825&title=basbakanin-da-imzaladigi-degisiklik-teklifi-meclise-sunuldu
#1327
Hafta içinde önemli bir mektup okundu. "Hayata Çağrı Platformu" adı altında sivil örgütler, aydınlar ve sanatçılar, hayata dair bir deklarasyon okudular. Ardı ardına gelen il dışı toplantılarım sebebiyle istişare toplantılarına iştirak edememiştim. Selma Aliye Kavaf'ın eşcinsellik üzerinden kullandığı "hastalık" tabiri, insan hak ve hürriyetleri hakkında iştigal eden sivil örgütler başta olmak üzere, ciddi bir polemiğe yol açmıştı...
Her şeyden önce meselenin farklı boyutları var; dini ve felsefi boyutta pek de kapağı açılmayan, ertelenen bu konu, öyle gözüküyor ki önümüzdeki dönemde önemli tartışma başlıklarımızdan birisi olacak. Bu bağlamda gazetecilerden çok din bilginlerinin ve felsefecilerin daha aktif ve güncel performansları, hepimizin ufkunu açacaktır. Niye felsefe vurgusu yaptığıma gelince, bahsedilen mevzunun "varlık" sorgusu içeriyor oluşu, yaratılış ve ontolojik varoluşla ilgili kısmı elbette, felsefeyi de davet ediyor konuşma alanına... Yani aslen "olmayan" bir durumdan bahsetmiyoruz. Yaygın olmasa da yaşanan bir durum olduğu ortadadır... Tıp ve psikiyatrinin de bu konuda söyleyeceği sorumluluk alanları olduğu kesin. Detaylı/detaysız, pek de bir bilgimiz olmadığı ortada. Yani eşcinsellik bir hastalık mıdır, yoksa bir özellik mi veya bilinçli bir tercih mi? Kendi durumu adına her üçünü de kullanan farklı eşcinseller var, tek tip bir eşcinsellik tanımı yoktur. Dolayısıyla tartışmalar ister istemez politiktir, yüzeyde, sekter ve yıpratıcıdır...
Bir de meselenin daha aktüel kısmı var, medyada ve hukuk çevrelerinde tartışılan kısmı ki beni mesleki olarak daha çok bu kısım ilgilendiriyor. Hayatım insan onuru ve hukukun üstünlüğü mücadelesi içinde geçti, geçiyor. Mazlumun kim olduğuna bakmadan, onun yanında durmak ve zalime karşı çıkmak, kişisel varoluş zeminimdir. Kim, hukuk dışı fena bir muameleyle karşılaşmışsa, onun hak arama girişimini önemserim. Aynı görüşte olmam gerekmiyor. İnsanların mahremine tecavüz, adalet ve hukukta yer bulamaz.
Meselenin dini kısmında durduğum koordinatlarsa bellidir: Müslümanım. Bu demek değil ki kusurlarım, hatalarım, günahlarım yoktur. Hepsi için üzüntü ve nedamet duyarım, kendimi iyi ahlaklı, iyi davranışlı bir kul olmak noktasında hakkaniyete davet ederim. Kur'an, ferdi aydınlanmayı (hidayet) insanın biricikliği üzerinden, teklif ettiği toplumsal sistemiyse, aile bilgisi üzerinden açıklar. Peygamberimizin hayatı, Kur'an tefsiri olarak, aileyi ve aile değerlerini yüceltmesiyle anlam bulur. Hatta o kadar ki komşuluk hakkını, akraba hukukunu ve yetimler bahsini de büyük bir aile örgüsü içinde tanıttığı kardeşlik ve dayanışma esasına, infak ve yardımlaşma konusuna bağlayarak teklif eder. Kur'ani toplumda fazlalık yoktur. Hiç kimse, diğerine fazla gelmez. Hatalarımızla, eksikliklerimizle, çocukların, yaşlıların, divanelerin, mahkumların, özürlülerin, hastaların da en az erişkinler, sağlıklılar, işi gücü yolunda olanlar, hatasızlar ve kusursuzlar kadar onurla yaşamaya hakkı vardır... Müslüman kişi, başkasında hata arayacağı yerde dönüp önce kendine bakar, sürekli nefis muhasebesi de diyebileceğimiz bu iç bakış, alçakgönüllülük ahlakını getirir. Beraat-i masumiyet esastır. Yani bir iddia varsa, bunu ispat etmek, iddia edene düşer... Yoksa masumiyet her bir fert için esastır. Mahremiyetse, hukuk ve adalet bilgisidir, saygı değer, kutsaldır. Doğuştan suçlu olunmayacağı gibi, sonradan pişmanlık da insanlık hallerindendir...
İslamın toplumsal önerisi aile bilgisi üzerine inşa olduğu için, eşcinselliği onaylamadığı ortadadır. Bir Müslüman olarak bunu eğip bükemeyiz. Ama bu değildir ki; eşcinsellere uygulanacak hukuk dışı, onur dışı zulümleri de onaylayalım hatta hukuk düzenimizi bu lince göre dizayn edelim... Bizler hayata dair sorumluluğu olan Mü'minlersek, hukukun hepimiz için hukuk olması gerektiğini biliriz.
Hayata Çağrı Platformu'nun deklarasyonu bu bakımdan sorumluluk taşıyan bir çağrıdır. Dindar kişilerin eşcinselliği niçin destekleyemeyecekleri, 1- "Allah'ın emri" ve 2- "nesil" kavramındaki hikmetle açıklanmıştır.
Hayatın devamı anlamındaki karşıt cinslerin çiftleşerek çoğalması üzerinden yürüyen varoluş, bizim politik tercihimiz değil, varoluşla ilgili doğal, biyolojik bir kaderdir. Bununla birlikte; biyoloji ve genetiğe vurgu yapan her düşünce, bir ucu ırkçılığa varabilecek bir telaşa düşürür çoğu kez beni. Şüphesiz bu benim kişisel hassasiyetlerim ve uzun yıllar tabi tutulduğum ayrımcılıklarla da ilgilidir. İstenmeyen ve sakıncalı hemen her durumu "hastalık" veya "anormallik" üzerinden açıklamak da beni aynı gerekçelerle tedirgin edegelmiştir... Hele bundan bahseden şahıslar politikacılar ise, daha da şüpheci kesilirim. Ne ki Hayata Çağrı Platformu'ndaki arkadaşlarımızdan hiçbiri politikacı olmadığı gibi politikacılarla ilişki içinde olan insanlar da değiller. Kavaf aleyhine başlatılan lobi, onları dini-felsefi-vicdani hassasiyet noktasında sorumluluk almaya yöneltmiştir...
Doğan her çocuk için Tagore'a benzer şeyler hissediyorum; Yaratıcının dünyadan hâlâ umudunu kesmemiş olduğunun göstergesi olarak selamlıyorum tüm bebekleri...
Dolayısıyla Hayata Çağrı Platformu'nun söylemini salt eşcinsel karşıtı bir söylem olarak okumak, kolaycı olduğu kadar daraltıcı bir reaksiyondur da... Erkekle kadın arasındaki çekim gücünü, politik güç eleştirisi bağlamında imha etmek, sorumluluktan azade kılınmış cinsel hazzı olmazsa olmaz kılmak... Bizi sadece kendi kıyametimize götürür...
Kadınlar olarak cinsiyet üzerinden tabi tutulduğumuz "ötekileştirilme"ye karşıt olarak inşa ettiğimiz muhalif siyasal eleştiri, "diğeri"ni (yani erkeği) imha edici/yoksayıcı bir dönemeci aştığı zaman, eleştiregeldiğimiz kontrolsüz eril gücün bir benzerini de biz yapılandırmış olmuyor muyuz?
Bu aynı zamanda çokça karşı çıktığımız tektipleştirici siyasete, paralel bir baskı kuşağı oluşturmuyor mu? Özellikle kadını, erkeklerden arındırılmış ütopya gereği kısmen güven içinde olsa da, kuvantum deneylerini andıran bir tür parçalanmaya, yapayalnızlığa mahkum eden atomizasyon sürecine benzemiyor mu?
Eşcinsellik talebinin, varoluş karşıtı Apocalypse fikri ile yüzleşmesi gerekiyor...
Her dinden mütedeyyin kesimlerinse, hukuk güvenliği, emniyet ve eman kavramlarıyla...

http://www.habervaktim.com/yazar/22741/escinsellik_tartismasi.html
#1328
"Komşusu açken tok yatan bizden değildir" diyen Hz. Peygamber'in (sav) sözünü çok söyleriz de bunun İslam adına anlamı üzerinde hiç durmayız. Oysa, "bizden değildir" diyor Sevgili Efendimiz, buna riayet etmeyi unutanlara...

Modern zamanlar, komşuyu komşuya yabancı kıldı. Oysa Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri "Marifetnâme" adlı eserinde, İslâm ahlâk ve yaşayışından çıkardığı esasları, edep ve erkan olarak büyük bir ciddiyetle ele almış... Bakınız neler söylüyor:

Ey Aziz, mâlum olsun ki, edep ehli kimseler: "Komşunun komşularıyla geçiminin edep ve erkânı kırktır" demişlerdir.

1. Kişinin kendi evine bitişik olanlarla, karşısında bulunup da kapıları görünenlerden kırk eve kadar oturanlar, -zımmî de olsalar- komşularıdır. Bunlara, iyilik etmek ve gerçekten akrabalarmış gibi güzel davranmaktır.

2. Komşunun ev halkına, kötülük etmeyip, onların namusunu korumaktır.

3. Komşuya gelip gidene uzun uzun bakıp, rahatsız etmemektir.

4. Komşusu açken, kendi tok yatmamaktır.

5. Komşuyu el veya diliyle incitmekten sakınmaktır.

6. Komşunun evine, penceresinden, duvarından izinsiz bakmamaktır.

7. Komşularına azdan çoktan –zımmî de olsa- hediye vermektir...

8. "Komşu çanağı" göndermektir. Yani kokusu duyulacak bir yemek pişirildiğinde, bitişik komşuya hediye etmektir.

9. Satın aldığı meyveden, rastladığı komşusuna hediye etmektir.

10. Komşuları borç isterse, vermektir.

11. Komşuları muhtaç kaldıysa, ihtiyaçlarını gidermektir.

12. Komşusunu bayramlarda ziyaret etmektir.

13. Komşunun hayvanlarına taş atmamaktır.

14. Komşunun çocuklarını, kendininkilere dövdürüp sövdürmemektir.

15. Komşuların izni olmadan, kendi binasını, onlarınkinden yüksek ve önlerini kapayacak şekilde yaptırmamaktır.

16. Komşularını, kendi taraflarından, duvara ağaç kakmaktan menetmektir.

17. Komşularına, kendi oluklarının akıntısıyla veya yolunun toprak kazıntısı ve kar kürüntüsüyle rahatsız vermemektir.

18. Komşuların sırlarını ve ayıplarını soruşturmamaktır.

19. Komşuların hallerini ve işlerini başkalarına söylememektir.

20. Komşularına yolda rastladıkça ilk önce selâm vermektir.

21. Komşularla konuşurken lâfı uzatmayıp, lüzumu kadar konuşmaktır.

22. Komşularından su, tuz ve ateş gibi zarurî maddeleri esirgemeyip vermektir.

23. Komşuların hediyesini, az da olsa kabul edip, çok bilmektir.

24. Komşuların ayıplarını örtmektir.

25. Komşularına dert ortağı olmaktır.

26. Komşularından izin almadan evini yabancıya satmamaktır.

27. Komşusu bir yerden dönünce ziyaret etmektir.

28. Komşularını kederli günlerinde teselli etmektir.

29. Komşuları tarafından davet olununca, kabul edip gitmektir.

30. Komşularını davet etmektir.

31. Komşusu bir şey isteyince memnuniyetle vermektir.

32. Komşusu bir kusur işleyince, af ederek, sevgi uyandırmaktır.

33. Komşuları hasta olunca ziyaret etmektir.

34. Komşulardan biri vefat edince, cenazesinde hazır bulunmaktır.

35. Komşuların yetimlerini himâye etmektir.

36. Komşularıyla buluşunca, güleç yüzlü olup, tatlı söz söylemektir.

37. Komşuların kendisine nasıl davranmasını istiyorsa, onlara öyle muamele etmektir.

38. Başkalarından gelse tahammül edemeyeceği eziyete, komşusundan gelince tahammül etmektir.

39. Komşulardan kabalık edenlere aldırmamaktır.

40. Komşulardan sert söyleyenlere, mülâyim davranmaktır.

Komşuluk esaslarını bu kadar ince çizgilerle ve sorumluluk bilinciyle gözeten toplum, şüphesiz ki yabancılaşmaya, yalnızlaşmaya, egoizme, sevgisizliğe çareyi de bulacaktır.

sibeleraslan@hotmail.com
http://www.habervaktim.com/yazar/22995/komsuluk_hukukunu_unuttuk.html
#1329
Devlet eliyle kumar 

İddaa çığ gibi büyüyor. Başlangıçta 150 bin kişi oynuyordu. Bugün ise rakam 3,5 milyona ulaştı. Vatandaşlarının ruh ve beden sağlığını korumakla görevli devlet, para kazanmakla övünüyor. Peki, ne kaybettiğinin farkında mı?

-Dayı hoş geldin?

-Hoş bulduk.

-Milan-Catania maçı kaç kaç biter?

-Anlamadım.

-Milan-Catania maçı dedim, kaç kaç biter?

-Milan'ı anladık da Catania neyin nesi?

-Ooo... Bir de gazeteci olacaksın!

Nereden bilebilirdim ki Catania'nın o yıl İtalya Ligi Serie A'ya çıktığını. Ama 15 yaşındaki yeğenim, az sonra Catania konusunda beni daha da bilgilendirecekti. Anladım ki, İddaa kuponu dolduruyordu ve spor muhabiri olduğum için benim bu maçın skoru hakkında isabetli tahminde bulunabileceğimi, kendisine yardımcı olabileceğimi düşünüyordu. Şaşırmış ve şoke olmuştum. Bu şaşkınlığım bugün daha da artmış durumda. Zira bu haberi hazırlarken öyle şeyler öğrendim ki...

Türk medyası çok şanslı. Öyle bir memleket ki burası, gündemden bol bir şey yok. Yeni anayasanın iklimine girmişken, darbeci oldukları iddia edilen kişiler salıveriliyor, arada da şike skandalları patlak veriyor. Aralarında millî futbolcuların da bulunduğu bir çete yakalanıyor. Hapse atılanlar, ifadesi alınıp serbest bırakılanlar oldu. Suçları, son yıllarda Avrupa'da sık sık duymaya başladığımız, ülkemizde de ara ara kapalı kapılar arkasında konuşulan ama gün yüzüne çıkması pek istenilmeyen bahis çetesi kurmaktı. Zaten Alman Bochum Savcılığı'nın geçtiğimiz kasımda başlattığı ve aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 9 ülkede 200'e yakın maçta şike yapıldığı iddiası gündeme bomba gibi düşmüştü.

Eskiden şike olayları iki-üç takımla sınırlıydı. Hatta iki-üç futbolcuyu bağladığınızda iş halloluyordu. Ancak şimdi uluslararası bir şebeke söz konusu. Zira artık şampiyonluk veya bir takımın tur atlaması için oyuncu ya da hakem ayarlama devri geçti. Belki bir yerlerde bu tür şikeler de yapılıyordur ama artık moda bahis şikesi yapmak.

Bochum Savcılığı'nın iddia ettiği 200 maç ve geçtiğimiz günlerde Sarıyer Cumhuriyet Savcılığı'nın yaptığı tutuklamalar tam bu tür şikenin ürünü. Futbolun cazibesi gün geçtikçe artıyor, ekonomisi büyüyor, bu büyüme de beraberinde birtakım sorunları getiriyor.

Biz bu dosyada kim şike yaptı, bundan sonra kimler tutuklanacak gibi soruların cevaplarını aramıyoruz. Şikeye yol açan bahis oyunlarının hem spor camiasında hem de toplumumuzda açtığı yaralara göz atmak istiyoruz.

Türkiye'de 1959 yılında kabul edilen 'Futbol Müsabakalarında Müşterek Bahisler Tertibi Hakkındaki 7258 Sayılı Kanun'la beraber Spor-Toto oynanmaya başlandı. Spor-Toto, Spor-Loto gibi oyunlar zamanla değişti, iştirakçiler için daha cazip hâle getirildi. Ancak hiçbiri 17 Nisan 2004'te tanıştığımız 'İddaa' gibi olmadı. Bu oyun bir çığ gibi büyüdü. Hem de devlet eliyle...

Bugün dünyanın her tarafında değişik adlarla bu oyun oynanıyor. Türkiye'de ve Avrupa ülkelerinde duyduğumuz şike olaylarının perde arkasında bu oyunun yasa dışı bahis şirketleri tarafından da oynatılması yatıyor. Bütün dünya yasa dışı bahis şirketlerini ortadan kaldırmak için çaba sarf ediyor. 2003 yılı itibariyle Türkiye'de interneti kullanarak bahis oynayanların sayısı 150 bin kişiydi ve bahis yoluyla Türkiye'den yurt dışına çıkan para da yıllık 600 milyon dolardı. O gün için bu para büyüktü. Hükûmet ise yasa dışı bahsi önlemek ve üzerine gitmekten ziyade, yasalaştırıp Türkiye'de de oynatmaya başladı. Böylelikle 17 Nisan 2004'ten itibaren bu oyun gündemimize girdi. Amaç ise gayet masum görünüyordu: 600 milyon dolar niçin yurt dışına gitsin? Bir kez daha altını çizelim; 2003'te yurt dışına giden para 600 milyon dolardı, bahis oynayan kişi sayısı ise 150 bin.

Hatta dönemin spor bakanı, yurt dışına çıkan yıllık 600 milyon doları ülke ekonomisine aktarmak amacıyla yurt içinde oynanmasına karar verdiklerini söylüyordu, DYP Iğdır Milletvekili Dursun Akdemir'in yazılı soru önergesini cevaplandırırken. Bakan, 'İddaa' oyunundan Hazine'nin 34 trilyon 331 milyar (paradan sıfır atılmadan önceki rakamlar), kamu kurumlarının toplam 1 trilyon 993 milyar TL kazandığını açıklıyor, sektörün denetiminin sağlandığını, aynı şekilde futbol kulüplerine 15 trilyon ödendiğini belirtiyordu. Devlet, bu kumar ortamından kazanılan paranın ortadan kaldırılması gibi bir girişimde bulunmuyor, tam tersine ortaya çıkan paranın Hazine'ye ve kamu kurumlarına aktarılmasından memnuniyet duyuyordu.

Peki, bugün durum ne? İddaa'nın 2009 yılı sonu hasılatı 2 milyar 792 milyon 787 bin lira. Oynayan kişi sayısı ise 3,5 milyon. Korkunç bir rakam değil mi? Başlangıçta 150 bin kişinin internet yoluyla oynadığı oyun, bugün 5 bin civarındaki bayi ağıyla ülkenin en ücra köşesine kadar yayılmış durumda. Devlet interneti de unutmadı. 5 şirket de internet üzerinden 'iddaa' oynatıyor. Pastanın büyük kısmını da bu şirketler paylaşmış durumda. Şirketleri merak ediyorsanız söyleyelim: Nesine, Doğan Grubu'nun; Bilyoner, Karamehmet'in; Oley, Doğuş Grubu'nun; Misli, Şansal Büyüka'nın bir yakınının; Tuttur ise Saran Grubu'nun. Online İddaa bayileri içinde Bilyoner ve Nesine bir adım öne çıkıyor. Bu iki şirketin 1 milyar liraya yakın ciroya ulaştıkları belirtiliyor. Hatta işi daha da ilerletmek için futbol takımlarına sponsor olmaya başladılar.

Yine bugün neredeyse bütün gazeteler 'İddaa' ekleri veriyor. İddaa ekleri verdikleri gün tirajlar yükseliyor. Kazanmanın çok kolay olduğu vurgusu yapılıyor. Bu eklerde 'en çok biz kazandırıyoruz' temaları işleniyor. Zaman içinde birçok 'İddaa' yorumcusu türedi. Televizyon ekranları 'İddaa' programlarından geçilmiyor. İddaa çılgınlığı çığ gibi büyüyor. Hatta geçtiğimiz günlerde Spor-Toto Teşkilat Müdürü Bekir Yunus Uçar, "Seyyar İddaa bayileri oluşturacağız." müjdesi verdi! Teşkilatın yeni projesiyle plajlar, statların çevresi, alışveriş merkezleri gibi bayi bulmanın zor olduğu yerlerde seyyar bayi uygulamasıyla 'sporseverler' bahis oynayabilecekti. Ne kadar çok bayi, o kadar çok insan, o kadar çok para... Devlet çok para kazanıyor, bayiler kazanıyor, büyük şirketler kazanıyor ama kimse kimin kaybettiğini sormuyor.

Bugün Türkiye'deki 5 bin 'İddaa' bayisinin kapısında '18 yaşından küçükler oynayamaz' yazıyor. Ancak bu kimin umurunda! Eline kuponu alan herkes bu oyunu rahatlıkla oynayabiliyor. 2 liraya kupon doldurmak mümkün. Üstelik denetleme yok. İnternette ise durum biraz daha farklı. TC kimlik ve bir banka hesap numarası lazım. Bugün herhangi bir İddaa bayiinin önünden geçtiğinizde göreceğiniz manzara hemen hemen aynıdır: Tavana monte edilmiş bilgisayar ekranına bakan gözler ve elinde kağıt kalem kupon doldurmaya çalışan onlarca genç... İddaa oynayanların Yunanistan, İsveç, Norveç ve Kuzey İrlanda 2. liglerine kadar tüm liglerden haberi var.

Psikiyatr Dr. Hasan Sezeroğlu, gidişatı sağlıklı bulmuyor. Ona göre dünyada zaman zaman bu tür salgınlar oluyor. Tıpkı internet örneğinde olduğu gibi... Bahis oyunları da bir salgın. Ancak Sezeroğlu, toplumun kitle hâlinde bir bağımlılığının söz konusu olduğunu belirtiyor: "İnsanlar bu tür şans oyunları yüzünden, emeksiz, zahmetsiz para kazanma hayalleri kuruyor. Zamanla bu hırsa dönüşüyor ve bağımlı hâle geliyorlar. Oynamadığı zaman mutsuz, huzursuz oluyor. İradesine hükmedemiyor." Sezeroğlu, "Buna bir nevi hastalık hâli diyebiliriz." diyor. Ona göre yasaklamakla sonuç alınamaz. "Dünyada sınır kalmadı. Yasaklarsanız gizliden gizliye oynarlar. Önemli olan, toplumun bilinçlenmesi. Bu tür oyunlardan gençleri korumak gerekiyor. Devletin toplumu bilinçlendirmek, eğitmek ve korumak gibi görevleri var."

Zaten sorun da burada. Devlet eliyle bu oyunların oynanması ve teşvik edilmesi... Hasan Sezeroğlu, medyanın da gençleri eğitmesi gerektiğinin altını çiziyor. Oysa medya bu oyunu daha da yaygın hâle getirmek için çaba sarf ediyor. Sezeroğlu, ısrarla devletin gençlere enerjilerini harcayacağı imkânlar sunması gerektiğini söylüyor. Ona göre İddaa gibi oyunlar küçük paralarla oynanan bir kumar: "İnsanların aklı fikri bu oyunda. Herkes cebine göre kumar oynar. İddaa da bana göre küçük paralarla oynanabilen bir kumardır."

Ege Üniversitesi'nden Sosyolog Yrd. Doç. Dr. Ahmet Talimciler ise medya yoluyla İddaa ve bahis oyunlarına talep oluşturulduğunu söylüyor. Ona göre toplum bir anlamda bu tarafa doğru itiliyor. İddaa'nın devlet eliyle ön plana çıkartılmasına ise içerliyor. Talimciler'e göre toplum giderek kolaya kaçıyor. Kısa yoldan para kazanma mantığı artık bugün net biçimde kendisini hissettiriyor. Ona göre ortada tuhaf bir durum var. Çünkü insanlar minibüste bile İddaa eklerini didik didik etmeye başladı. Devlet yurt dışında oynanmasını yasaklamakla doğru yaptı. Ancak yurt içinde bu kadar yaygınlaştırmak zorunda değildi. Talimciler de İddaa'nın kumar olduğunu düşünüyor. Uzun vadede bu tip şans oyunu adı altında toplumun yavaş yavaş kumara alıştırıldığını belirtiyor ve bu tip şans oyunları oynayan bireylerin, fırsatını buldukları her ortamda bir üst aşamaya geçeceğini, yani yurt içinde yasak olduğu ileri sürülen kumar türlerini denemeye başlayacaklarını iddia ediyor. Bilim insanları bahis oyunlarına kumar gözüyle bakıyor. Ve devletin eliyle yaygınlaştırılmasına tepki gösteriyor. İşin ilginç yanı Türkiye'de kumar da yasak!

TÜRKİYE'DE BAHİS ŞİKESİ SUÇ DEĞİL!

Futbol ekonomi pazarı, şans oyunlarıyla, televizyon gelirleriyle, sponsorlarla büyüyor. Dedik ya pazar büyüyünce beraberinde büyük sorunları da getiriyor. Bu sorunlardan biri de girişte biraz değindiğimiz bahis skandalları. Futbolcuların, yöneticilerin bahis oynamaları yasak. Ancak bu yasak da lafta kalıyor. Kendi maçına bahis oynayan oyunculara rastlıyoruz. Kendi maçına oynamak bir kenara, kendi maçında 'rakip takım kazanır' şeklinde oynayan oyuncular var.

Sarıyer Savcılığı'nın sürdürdüğü operasyona gelince... Bazı iddialara göre bu operasyon tamamen göstermelik. 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası'nı almak isteyen Türkiye Futbol Federasyonu'nun oy kullanacak üyelere 'bakın biz şike ve bahis olaylarının üzerine gidiyoruz' mesajı verdiği iddia ediliyor. Zaten soruşturmayı da Bochum Savcılığı başlatmıştı. Daha sonra TFF 'biz başlattık' dedi.

Türkiye'de şike ve bahis skandalına karışanlara dair bir yasa bulunmuyor. Yakalananlara yapılan suçlama ise çetecilik. Spor Bakanlığı bu konu ile ilgili yeni bir yasa taslağını Meclis'e sunmaya hazırlanıyor. Şike yapanlara sadece TFF futbol sahalarından men cezası veriyor. Bu cezalar da göstermelik. Korkutan cinsten değil. Sistem öyle çarpık ki 2005 senesinde Akçaabat Sebat-Kayserispor maçında şike yapılacağını önceden duyuran o dönemin Akçaabat Sebatspor kalecisi Hakan Olgun, bazı çevrelerce tu kaka edildi. Hatta 5 ay kulüp bulamadı. Böyle bir ortamda şikeyi ihbar etmek de sıkıntı. Şike çetesi o gün Hakan Olgun'a 200 bin avro para teklif etmişti. Bu oyuncu parayı kabul etmemiş, gerekli yerlere ihbarda bulunmuştu. Hakan Olgun'un yaptığını her futbolcu yapabilir mi? Öyle bir düzen var ki buna gönül rahatlığı ile 'evet' demek mümkün değil.

Devlet, İddaa'dan kulüplere kaynak aktarmakla övünüyor. Ayırdığı kaynağı ise denetlemiyor. Bugün birçok kulüp borç batağında. Gelen paraların nereye gittiği belli değil. Bundan en çok etkilenen ise futbolcular. Alacaklarını doğru dürüst alamıyorlar. Ev kirasını ödeyemeyen futbolcular var. Çoğu lise öğrenimi bile görmeyen bu oyuncuların bahis çetelerinin eline düşmeleri çok kolay. Ne ilginçtir, ekonomik şartları çok iyi futbolcuların da çeşitli yollar kullanılarak bu tip şike skandallarına alet edildiklerini görüyoruz.

Teknik Direktör Bülent Uygun, oyuncuları bahis şikesine art niyetli menajerlerin ittiğini iddia ediyor. Ona göre devlet, spor mahkemeleri kurmalı ve bu tip sorunları orada ele almalı. Uygun'a göre, eğer 5 yıl önce Akçaabat Sebat-Kayserispor maçında yapılan şikenin üzerine gidilseydi bugünkü sorunlar ortaya çıkmazdı. Peki, tüm bu sorunlara rağmen çözüm ne olmalı sorusuna ise Bülent hocanın verdiği cevap bir hayli ilginç: "Oğuz, Aykut, Hakan Şükür, Bülent Uygun altyapılarda Ekrem Karaberber'in elinde yetişti. Ekrem hocamızın elinde bizden çok daha yetenekli oyuncular vardı. Ama hocamız, bu çocukların karakterlerinde problem olduğu için onlara şans vermedi. Bence altyapılarda Ekrem Karaberber'in bu modeli uygulanmalı. Karakterli çocuklara öncelik verilmeli."

SPORA MI KAYNAK AKTARILIYOR, HAZİNE'YE Mİ?

İddaa, spor, hatta futbol organizasyonu. Lakin buradan kazanılan paranın sadece yüzde 10'u spora aktarılıyor. İddaa'nın çıktığı ilk günden 2009 yılının sonuna kadar futbola, yani kulüplere aktardığı tutar 670 milyon lira. 17 Nisan 2004 tarihinden bugüne kadar 'iddaa'dan elde edilen hasılat 11 milyar 355 milyonu aştı. Bu paranın yüzde 10'unun altındaki bir kısmının spora aktarıldığını gördüğümüzde 'İddaa, Türk sporunun hizmetinde' demek ne kadar doğru olur? Hasılatın yarısı iştirakçilere dağıtılıyor. Geriye kalan paranın aslan payı ise Hazine'nin. Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü verilerine göre, Spor Toto Teşkilatı'nın 2008'de elde ettiği 1 milyar 862 milyon 521 bin 539 liralık hasılattan vergiler yoluyla Hazine'ye 363 milyon 33 bin 859 lira aktarıldı. Futbol kulüplerine ise 127 milyon civarında para verildiği düşünülürse devlet için 'İddaa'nın büyük bir gelir kapısı olduğu daha net görülecektir.

2007 yılından sonra 'İddaa', futbolun dışında basketbol, voleybol, bilardo gibi sporları da kapsamına aldı. Ancak bu spor dallarına rağbet gösterildiği pek söylenemez.

İddaa, Türkiye'de Gençlik Spor Genel Müdürlüğü bünyesinde Spor-Toto Teşkilat Başkanlığı'nın kontrolünde oynatılıyor. Ancak burada da çarpıklıklar göze batıyor. İddaa, her şeye rağmen birçok kulüp için en büyük gelir kapısı. Yani kulüpler dolaylı yoldan kontrol ediliyor. Süper Lig'deki takımların 'İddaa' listesine girmek gibi bir endişesi yok. Ancak alt liglerdeki takımlar için durum öyle değil. Hangi maçın 'İddaa'da yer alacağına Spor-Toto Teşkilatı Yönetim Kurulu Başkanlığı onay veriyor. Burada da haksızlıklar meydana geliyor. Bu haberin konusu olmadığı için detaylandırmayacağız ancak aynı grupta yer alan takımlardan bir tanesi 5 kez 'İddaa' programında yer alırken, rakibi durumundaki bir başka takımın 15 kez 'İddaa' listesine alınması gibi haksız durumlar kulağa geliyor.

İddaa oyunlarının operasyonunu, Spor Toto Teşkilat Başkanlığı'ndan 10 yıllığına aldığı yetki ile oyunların operatörü konumundaki İnteltek AŞ'nin Risk Yönetim Merkezi yürütüyor. İddaa oranlarını da bu şirket belirliyor. Şirket, Türkiye çapında kurduğu merkez vasıtasıyla yurt içindeki futbol maçlarının manipüle edilip edilmediğini büyük oranda önceden belirleyebiliyor.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=969887&title=devlet-eliyle-kumar&haberSayfa=2
#1330
Ev kazalarında sıkça rastlanan yanıklara karşı ciddi önlemler alınmalı. Bir yanık durumu olduğunda yanan yer hemen soğuk suya tutulmalı. Samsun Mehmet Aydın Devlet Hastanesi Yanık Merkezi sorumlusu Opr. Dr. Ali Osman Katrancı, soğutmanın yanan yerin genişlemesini ve derinleşmesini önleyeceğini söyledi.

Evde veya işyerinde meydana gelebilecek herhangi bir yanık vakasında uygulanacak ilkyardım, kazazedenin hayatı boyunca taşımak zorunda kalacağı izleri en aza indirebiliyor. Kızgın sobaya değen veya üzerine kaynar su dökülen bir çocuğa uygulanacak en önemli ilkyardım, yanık bölgeyi uzun süre soğutmakla başlıyor. Samsun Mehmet Aydın Devlet Hastanesi Başhekim Yardımcısı ve Yanık Merkezi sorumlusu Opr. Dr. Ali Osman Katrancı, "Yanan bölge hiç vakit kaybedilmeden hemen çeşme suyu altına tutulmalı ve bu işlem en az yarım saat uygulanmalı." dedi.

Hiç beklenmedik zamanda yaşanabilecek muhtemel bir kazada oluşan en basit yanık bile kişide hayatı boyunca taşımak zorunda kalacağı ize sebep olabiliyor. Bu durumlarda zararı en aza indirmek veya yanık derecesine göre tamamen yok etmenin değişik yolları bulunuyor. Dr. Ali Osman Katrancı, literatürde 1. ve 2. derece yanık olarak isimlendirilen durumlarda hastada kolayca iz kalmadan basit tedavilerle iyileşme sağlanabileceğine dikkat çekti. 3. derece veya 2. derece derin yanıkların çok ciddi sorunlar çıkaracağının altını çizen Dr. Katrancı, "3. derece bir yanıkta, örneğin sadece el içindeki bir yanık hayati tehlike oluşturmaz belki ama iyileşme sonrası ciddi sakatlık oluşturabilir." uyarısında bulundu. Katrancı, yanan kısmın vücudun yüzde 10'undan fazlasını oluşturduğu durumlarda hastanın mutlaka hastaneye yatırılarak tedavi edilmesi gerektiğini vurguladı.

Yanık vakasının yaşandığı durumlarda yapılacak en acil ilkyardım hastayı yakıcı etkenden uzaklaştırmakla başlıyor. Yanığın soğuk su ile soğutulması yanan yerin genişlemesini ve derinleşmesini engelliyor. Soğutma ile yanığın yüzeysel kalmasının sağlanacağını aktaran Dr. Katrancı, küçük yanıklarda özel bir tedaviye gerek bırakmasızın hiç iz kalmadan yaranın iyileşebileceğinin altını çiziyor. Dr. Katrancı, soğutulmayan böyle bir yanığın ise kolayca 2. derece derin yanığa dönüşebileceğine, tedavisinin daha zor ve iz kalma ihtimalinin yüksek olduğuna dikkat çekti.

Ne şekilde yanık olursa olsun temel yaklaşımın, yanan bölgenin hemen soğutulması ve steril sargı bezi veya temiz bir bezle kapatılıp sağlık kuruluşuna başvurulması olduğunu ifade eden Dr. Katrancı, "Özellikle alev, ateş, soba, ütü gibi etkenlerle oluşan ve yine özellikle fonksiyonel anlamda önemli olan el, ayak, eklem, genital bölge, yüz, ağız çevresi, göz kapağı gibi yerlerde oluşan yanıklarda yüzey genişliği az olsa bile mutlaka sağlık kuruluşuna başvurmak gereklidir." uyarısında bulundu.

Yanlış bilinen tedavi yöntemleri

Yanık yarasının iyileşmesinde sürülen hiçbir ilacın yarayı iyileştirme etkisi yok.

Derinin kendini yenileme tabakası etkilenmemiş ise vücut kendi kendine yarayı en güzel şekilde iyileştiriyor. Bu tabaka etkilenmişse iyileşme normal deri ile olamayacağı için ne sürülürse sürülsün iz kalması engellenemez.

Tedavi için ne yapılmalı?

Yara temiz ve nemli tutulmalı.

Her gün yapılacak pansuman öncesi yara etkili bir şekilde yıkanarak ölü dokulardan ve artık maddelerden arındırılmalı.

Yaranın pansumanın ardından nemli ortamını sağlamak için sıvı vazelin emdirilmiş sargı ile sarılmalı.

Enfeksiyon gelişmişse doktora başvurmalı.

Kaza anında yapılacak ilkyardım

Kazazedeyi yanıcı maddenin etkisinden kurtarın.

Yanan yeri en az yarım saat musluğun altında bekleterek soğutun.

Yanık yeri temizleyerek nemli kalmasını sağlayın.

Yanık büyükse hiç zaman kaybetmeden sağlık kuruluşuna başvurun. ZAMAN

MÜKREMİN ALBAYRAK SAMSUN
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=967585&title=yanikta-bilincli-ilkyardim-kalici-izleri-onleyebilir
#1331
Beslenmede sağlıklı ürün seçimi kadar gıdaların uygun şekillerde saklanması da önemlidir. Özellikle yiyeceklerin buzdolabına yerleştirilmesinde yapılan hatalar gıdaların erken bozulması ve bakteri oluşumuna sebep oluyor.

Yapılan en büyük yanlışlardan bir tanesi yiyeceklerin alışveriş sırasında kullanılan poşetlerle buzdolabına yerleştirilmesi. Alışveriş sonrası poşetlerin kesinlikle değiştirilmesi gerektiğini söyleyen Beslenme ve Diyet Uzmanı Ayşe Cengiz, dışarıda poşetlere bulaşmış bir bakterinin buzdolabındaki diğer gıdalara da geçebileceğini vurguladı.

Ayrıca gıdaların kesinlikle siyah poşetlere koyulmaması gerektiğini söyleyen Cengiz, "Siyah poşetler atık plastiklerin geri dönüşümünden elde ediliyor. Zamanla siyah poşetlerin boyası akar, bu da sağlığımızı ciddi boyutlarda etkiler. Yiyeceklerin saklanmasında beyaz poşetleri veya plastik kapları tercih etmeliyiz." şeklinde konuştu.

Beslenme ve Diyet Uzmanı Canan Aksoy ise poşetlerin üzerine birkaç delik açılarak meyve ve sebzelerin dayanma sürelerinin artırılacağını belirtti. Aksoy, "Yeşil sarı sebzeler, patlıcan, karnabahar, çilek, şeftali gibi meyve ve sebzeler buzdolabında 3-7 gün tazeliklerini koruyabilir. Bu tip meyve ve sebzeleri alışverişten sonra temiz poşetlerin içine koyup, poşetlerin üzerine birkaç delik açarak bırakmak yiyeceklerin daha taze olmasını sağlar.

Eğer yiyecekler yıkanarak dolaba kaldırılacaksa mutlaka çok iyi kurutulmalı. Meyve ve sebzeler ıslak bırakılması durumunda daha çabuk çürür." dedi. Buzdolabında raflar arası sıcaklık farkları vardır. Buzluğa en yakın olan raf her zaman en soğuktur ve aşağı raflara doğru soğukluk derecesi azalır. Bu nedenle bakteri üremesi olabilecek ürünlerin her zaman en üste yerleştirilmesi gerekir.

En üst kata et, balık, tavuk, ikinci rafa peynir, süt, yoğurt daha aşağıya yemekler ve en alta da sebzeler yerleştirilmelidir. Gıda Mühendisi Eda Dilem Gergin, yiyeceklerin buzdolabına yerleştirilmesinde yapılan birtakım hataların bakterilerin oluşmasına neden olduğunu dile getirdi. Yumurta gibi kirli ürünlerin buzdolabının kapaklı kısımlarına yerleştirilmesi gerektiğini söyleyen Gergin şöyle konuştu:

"Bazı buzdolaplarının yumurta kısımları kapaklı olmuyor. Yumurta da temiz olmadığından dolayı dolabın içinde sürekli bir mikrop oluşumuna neden oluyor. Yumurta kısımları kapaklı dolaplar tercih edilmeli. Ayrıca dolapta ağzı açık ürün bulundurulmamalı."
#1332
Samsun'da, birlikte çalıştığı binbaşıyla internette seks yapan eş, 14 bin TL tazminata mahkûm oldu. Mahkeme, kadının yaptığını "zina" olarak değerlendirdi, Yargıtay da kararı onadı.

Sigortacılık yapan Samsunlu Candemir E. (40) ve eşini karşı karşı getiren olay 4 yıl önce yaşandı. Bir askeri birlikte sivil memur olan 11 yıllık eşi N.E.'nin, sürekli internette chat yapmasından şüphelenen Candemir E. evdeki bilgisayardan, üst kattaki annesinin bilgisayarına bağlantı kurdu. Ardından da eşine telefon açarak eve geç geleceğini söyledi, daha sonra da üst kattaki bilgisayarın başına geçti.

Bir süre sonra, bağlantıdan habersiz internete giren N.E., kendisiyle aynı yerde görev yapan binbaşı Turgay A. ile sanal seks yapmaya başladı. Candemir E. de kamera karşısında soyunan ve birbirlerinin karşılıklı cinsel içerikli isteklerini yerine getiren eşiyle binbaşının konuşmalarını, cep telefonuna kaydetti.

Ertesi gün eşine ilişkiyi itiraf ettirip bu konuşmayı da gizlice telefonuna kaydetti. Olayın ortaya çıkmasının ardından iki taraf da birbirine boşanma davası açtı. Candemir E., 50'si maddi, 75'i de manevi toplam 125 bin TL tazminat talep etti. Ayrıca, oğlunun velayetinin kendisine verilmesini, bu sebeple 500 TL nafaka bağlanmasını istedi. N.E. ise eşinin, eski bir mesai arkadaşıyla internette yaptığı sohbeti yanlış anladığını, uyuşturucu ve alkol alıp kendisini dövdüğünü ve evden attığını öne sürerek 30 bin TL tazminat, 8 altın bilezik, nafaka ve ev eşyası talep etti.

ÇOCUK ANNEYE VERİLDİ
Bu arada N.E.'nin şikâyeti üzerine, savcılık, koca hakkında "haberleşmeyi ifşa etmek" ve "aleni olmayan konuşmaları rızası olmadan bir alet ile dinlemek ya da ses kayıt cihazı ile kaydetmek" suçlarından dava açtı. Bilirkişinin konuşma çözümünü değerlendiren Samsun 2. Asliye Ceza Mahkemesi ise, "Dinlemenin yapıldığı yer karı ve kocanın ortak yaşamıdır" ve "Konu boşanma davasını etkiler" diyerek bu davayı reddetti. Boşanma davasını gören Samsun 2. Aile Mahkemesi de N.E.'nin, yaptığı sanal seksi "zina" olarak kabul etti. Candemir E.'nin eşine şiddet uyguladığı kanaatine de varan mahkeme, kocayı kusurlu, N.E.'yi de ağır kusurlu bularak N.E.'nin tazminat ve nafaka taleplerini reddedetti. Ayrıca kocasına 14 bin TL tazminat ödemesi kararlaştırıldı. Şu an 9 yaşında olan çocuğun velayetini anneye veren mahkeme, babanın çocuğu için 100 TL nafaka ödemesine de hükmetti. Temyizi değerlendiren Yargıtay 2. Hukuk Dairesi de kararı onadı.

Paralel hattı nasıl çekti?

Kendi evindeki bilgisayara 2 monitör kablosu çıkışı bulunan küçük bir cihaz takan Candemir E. bir hattı evdeki bilgisayarın monitörüne, diğerini de üst kata çektiği kabloyla, annesinin evindeki bilgisayarın monitörüne bağladı. Eşi alt katta bilgisayara girdiğinde, bu paralel bağlantı sayesinde kendisi de üst kattan izleyip kaydetti. Bu arada N. E.'yle sanal seks yaptığı iddia edilen Tabip Binbaşı Turgay A. da eşinden boşanıyor. Ev hanımı İ.A.'nın açtığı boşanma davası, geçen ay Eskişehir 2. Aile Mahkemesi'nde görüldü. Hâkim, binbaşının dava sonuçlanana kadar 14 yaşındaki kızına, ayda 500 TL tedbir nafakası ödemesine hükmetti. Dava, bu paranın binbaşının maaşından kesilerek eşine verilmesi için Genelkurmay Başkanlığı'na yazı yazılması ve bazı şahitlerin dinlenmesi için ertelendi.

Hukukçular: Bu deliller kullanılır

Doç. Dr. Halil Akkanat (İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi): Evlilik sadece kadının ya da erkeğin tek başına özel hayatı olarak nitelenen bir ilişki değildir. Mahkemenin bu
şekilde elde edilmiş delilleri kullanmasına engel yoktur.

Muammer Aydın (İstanbul Barosu Başkanı): Eşler arasında olduğu için özel hayatın gizliliği kavramına girmiyor. Mahkeme delil olarak kabul edebilir. Eşler arasında bir ceza davası da olsa bu veriler delil olarak kullanılabilir.

Paralel hattı nasıl çekti?

Kendi evindeki bilgisayara 2 monitör kablosu çıkışı bulunan küçük bir cihaz takan Candemir E. bir hattı evdeki bilgisayarın monitörüne, diğerini de üst kata çektiği kabloyla, annesinin evindeki bilgisayarın monitörüne bağladı. Eşi alt katta bilgisayara girdiğinde, bu paralel bağlantı sayesinde kendisi de üst kattan izleyip kaydetti. Bu arada N. E.'yle sanal seks yaptığı iddia edilen Tabip Binbaşı Turgay A. da eşinden boşanıyor. Ev hanımı İ.A.'nın açtığı boşanma davası, geçen ay Eskişehir 2. Aile Mahkemesi'nde görüldü. Hâkim, binbaşının dava sonuçlanana kadar 14 yaşındaki kızına, ayda 500 TL tedbir nafakası ödemesine hükmetti. Dava, bu paranın binbaşının maaşından kesilerek eşine verilmesi için Genelkurmay Başkanlığı'na yazı yazılması ve bazı şahitlerin dinlenmesi için ertelendi.

Hukukçular: Bu deliller kullanılır

Doç. Dr. Halil Akkanat (İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi): Evlilik sadece kadının ya da erkeğin tek başına özel hayatı olarak nitelenen bir ilişki değildir. Mahkemenin bu
şekilde elde edilmiş delilleri kullanmasına engel yoktur.

Muammer Aydın (İstanbul Barosu Başkanı): Eşler arasında olduğu için özel hayatın gizliliği kavramına girmiyor. Mahkeme delil olarak kabul edebilir. Eşler arasında bir ceza davası da olsa bu veriler delil olarak kullanılabilir.

http://www.sabah.com.tr/Yasam/2010/04/03/sanal_seks_yapti_zina_cezasi_aldi
#1333
Başbakanlık Etik Kurulu'ndan tartışılacak karar: Kurul, tapu işlemlerini hızlı tamamlayan memura 20 lira vermeyi rüşvet değil 'İyi niyetli hediye' ve 'bahşiş' kabul etti. Ancak aynı kararda 'Amirine kavun getiren memur', 'Özel kolaylık tanıyan memura hindi vermek' çıkar amaçlı sayıldı.

Başbakanlık Etik Kurulu, merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın 'Benim memurum işini bilir' sözünü hatırlatacak tartışmalı bir karara imza attı. Etik Kurulu, bastırdığı kitapçıkta 'İşinizi çabuk halleden memura sembolik para vermeniz iyi niyetli hediye ve bahşiş olarak değerlendirilebilir' dedi.

MEMNUNİYETE NAKİT 
Kitapçıkta 'İyi Niyetle Verilen Hediyeler' başlıklı bölümde şu ifadelere yer verildi:
'... Hediye verenin herhangi bir menfaat beklentisi bulunmamaktadır. Örneğin, yabancı bir ülkeyi ziyaretinde devlet adamlarına verilen hediyeler, yılbaşında verilen ajanda ve benzeri hediyeler ile aldığı kamu hizmetinden memnun kalan bir vatandaşın, memnuniyetini ifade etmek için kamu görevlisine içinden gelerek verdiği hediyeler ya da para (bahşiş), bu kapsamda değerlendirilebilir. Bu tür hediyeler daha çok sembolik niteliktedir.'

PASTAYA OLUR HİNDİYE YASAK
Kitapçıkta 'İyi Niyetli Hediye' başlıklı bölümde şu örnekler verildi:
Örnek 1: 'Mehmet Bey, hastanede yattığı sürece kendisine samimi ve güler yüzle davranan hemşirelere taburcu olduktan sonra bir pasta hediye etmiştir.'
Örnek 2: 'Sadık Bey, ilk kez ev sahibi olmanın ve işlemlerin hızlı tamamlanmasının mutluluğuyla, tapu memuru Semra Hanım'a 20 TL vermiştir.'
Kitapçıkta bu konuya da özel yer ayrılarak, 'İlk anda masum, zararsız ve tehlikesiz olarak görülebilecek hediyeler, çoğu zaman kamu görevlisinin tarafsızlığını, kararını ve görevi etkilemekte, adeta 'bubi tuzağı'na dönüşmektedir' denildi ve şu örnek verildi:  'Devlet hastanesinde memur olarak görev yapan memur Sinan Bey, izin dönüşünde hemşerisi vali yardımcısı Serhat beyi ziyaret etti. Yerinde olmadığını öğrenip getirdiği kavunu bırakıp evine döndü. Serhat bey kavunu evine götürüp ailece yedi. 3 gün sonra Sinan bey, tekrar Serhat beyi ziyaret etmiş, döner sermayeden daha iyi bir ücret alacağı bir göreve getirilmesine yardımcı olmasını istedi. Normalde böyle ricaları kabul etmeyen Serhat bey, hediye edilen kavunu hatırlayarak, Sinan beyin ricasını yerine getirmek için girişimde bulunmuştur...'
Etik Kurulu, memurun  ikinci iş  yapmasının yasal olmadığını anımsatarak  öğrencisine özel ders veren öğretmenin durumunu örnek gösterdi. Kurul, bedava kömür dağıtan kişinin 'hemşerilerini kayırması'nı  etik dışı buldu.

TATİL RÜŞVETİ
Kitapçıkta 'çıkar amaçlı' ilişkiler arasında sayılanlar şunlar :
- Araba, ev tahsis etmek
- Tuttuğu takımın kombine biletlerini hediye etmek
- Konferans verdirmek
- İnceleme amaçlı gezi daveti.
- Tatil masraflarını karşılamak
- Kamu görevlisine kendisine yönelik yaptığı özel kolaylıktan dolayı hindi vermek.

ORTAYLI HOCA 'BAHŞİŞ VERDİM'  DEMİŞTİ
GEÇTİĞİMİZ yıllarda tapu dairelerindeki rüşvet iddiaları üzerine Tapu Kadastro Genel Müdürü Mehmet Zeki Adlı 'Vatandaşın verdiği 15-20 lira rüşvet olarak yansıtılıyor'  demişti.
Aynı konuda dönemin Bayındırlık Bakanı Faruk Özak da 'Bahşişle rüşveti birbirine karıştırmamak lazım' açıklaması yapmıştı.
Tartışmaya, ünlü tarihçi Topkapı Sarayı Müdürü Prof. Dr. İlber Ortaylı da katılmış ve 'Ben de ev aldım, sattım. 10-15 TL parayı ben de verdim hediye diye. Rüşvet değil, bahşiş ve hediyedir' demişti.

Ali Ekber ERTÜRK / ANKARA
http://www.aksam.com.tr/2010/04/02/haber/siyaset/5640/_etik_kurulu__rusvet_tarifesi.html
#1334
Onur Ö. isimli genç yaptığı planla hem ailesinin istediği eski sevgilisiyle hem de yeni sevgilisiyle aynı gün, üç saat arayla iki kez nikâh masasına oturarak resmen evlendi.

KİMYAGER Onur Ö. (28), bir yıldır birlikte olduğu Özlem P. (27) ile evlenmek istedi. Ancak ailesi, eski sevgilisi Gülcan D. (30) ile evlenmesini şart koştu. Ailesinin ve eski sevgilisinin baskılarına dayanamayan Onur Ö., sevgilisi Özlem P. ile evlenmek için plan yaptı.

Aynı güne ayarladı

Onur Ö., hem Özlem'e hem de Gülcan'a evlenmek istediğini söyleyerek hazırlıklara başladı. Onur Ö., Özlem P. ile evlenmek için Yenimahalle Belediyesi Evlendirme Memurluğu'na giderek nikâh için 18 Nisan 2009 saat 14.00'e gün aldı. Aynı gün Mamak Belediyesi Evlendirme Memurluğu'ndan da Gülcan D. ile evlenmek için saat 17.00'de nikâh saati aldı. Nikâh günü saat 14.00'te sevgilisi Özlem P. ile evlenen Onur Ö., gelini kiraladığı eve bırakarak, ikinci nikâh masasının yolunu tuttu. Onur Ö. bu kez Mamak Belediyesi Evlendirme Memurluğu'na giderek ailesinin de katıldığı törende saat 17.00'de, Gülcan D. ile evlendi.
   
Kendini ihbar etti

Onur Ö., ailesinin baskısıyla evlendiği Gülcan D.'den nafaka ve tazminat ödemeden kurtulmak için nikâhtan dört ay sonra Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na kendini ihbar etti. Onur Ö. hakkında, "Evli olduğu halde kasıtlı olarak ikinci kez evlendiği" gerekçesiyle dava açıldı. Savcılık, "İkinci evliliğin iptali" için de aile mahkemesine suç duyurusunda bulundu. Ankara 10. Aile Mahkemesi hakimi Mustafa Ateş, 14 Eylül 2009'da, Onur Ö.'nün saat farkından dolayı Gülcan D. ile yaptığı ikinci evliliği iptal etti. Hakim Ateş, Türk Medeni Kanunun 145/1 maddesinde yer alan, "Eşlerden birinin evlenme sırasında evli bulunması halinde, ikinci evlilik iptal olur" hükmüne dayanarak, bu kararı verdi. 

Sonunda sevdiğine kaldı

Onur Ö. ailesine, evlenmesi için baskı yaptıkları Gülcan D. ile geçinemedikleri için boşandığını söyledi. İkinci evliliği mahkeme kararı ile iptal edildiği için Onur Ö., Gülcan D.'ye herhangi bir nafaka ve tazminat da ödemedi. İstediği kızla evliliğini sürdüren Onur Ö., mahkeme masrafı olarak sadece 28 TL ödeyecek.

http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=14169701

Haberle ilgili not: Gülcan D.'nin manevi tazminat davası açması halinde kazanacağını söylemek için hukukçu olmaya gerek yok... Ayrıca Onur Ö. hakkında doğal olarak kamu davası da açılacaktır. Dolayısıyla "uyanık" kimyagerimiz ucuz kurtulduğunu düşünmesin...
#1335
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda, 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda yer alan hakaret ve sövme suçu ayrımı kaldırılmıştır. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Hakaret" başlıklı 125. maddesi aynen şu şekildedir:

MADDE 125 - (1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden (...) (*) veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir.

(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.

(3) Hakaret suçunun;

a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,

b) Dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı,

c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle,

İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz.

(4) Ceza, hakaretin alenen işlenmesi halinde, altıda biri; basın ve yayın yoluyla işlenmesi halinde, üçte biri oranında artırılır. (Değişik 4. fıkra: 5377 - 29.6.2005 / m.15) (4) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır. 

(5) Kurul halinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi halinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır. (Değişik 5. fıkra: 5377 - 29.6.2005 / m.15) (5) Kurul halinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi halinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır. Ancak, bu durumda zincirleme suça ilişkin madde hükümleri uygulanır
Hakaret fiillerinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin şeref, haysiyet ve namusu, toplum içindeki itibarı, diğer fertler nezdindeki saygınlığıdır. Bu suçun oluşabilmesi için, davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleştirilmesi gerekir.
_____

(*) Madde 125 in 1. fıkrasında geçen "ya da yakıştırmalarda bulunmak" ibaresi, 8.7.2005 tarih ve 25869 sayılı R.G.'de yayımlanan, 29.6.2005 tarih ve 5377 sayılı Kanunun 15. maddesi hükmü gereğince madde metninden çıkarılmıştır.
_____


"Ulan" kelimesi TDK sözlüğünde "kaba konuşmada kullanılan bir ünlem" şeklinde tanımlanmış ve günlük yaşamda iki farklı anlamda kullanıldığı belirtilerek kelimeyle ilgili aşağıdaki örnek ve açıklamalara yer verilmiştir:

1 . Ey:
    "Ulan, bizim sokak çocukları ne insan şeyler be!"- M. Ş. Esendal.
2 . Öfke ve nefret anlatan bir seslenme sözü:
    "Uşaktım ulan ne olacak, dediği zaman kimse sesini çıkarmazdı."- S. F. Abasıyanık.

Türk Ceza Kanunu'nun 125. maddesi ve kelime anlamı çerçevesinde Yargıtay önüne gelen bir dosyada "ulan" kelimesinin hakaret içerdiğini tespit etmiş ve beraate hükmeden yerel mahkeme kararını bu sebeple bozmuştur:

T.C.
YARGITAY
2. CEZA DAİRESİ
E. 2004/9137
K. 2005/25385
T. 16.11.2005

5237/m.125

DAVA : Sövme suçundan sanık Hüseyin'in yapılan yargılaması sonucunda; BERAATİNE dair ( MALKARA ) Sulh Ceza Mahkemesinden verilen 27.3.2003 tarihli hükmün Yargıtayca incelenmesi şahsi davacılar tarafından istenmekle ve dosya C.Başsavcılığının 5.4.2004 tarihli tebliğnamesiyle dairemize gelmekle yapılan inceleme sonunda gereği düşünüldü.

KARAR : Sanığın olay tarihinde şahsi davacıların evinin balkonuna konan güvercinleri uçurmak için balkona taş attığını göre şahsi davacı Şennur´un, sanığı uyarması üzerine, "gir ulan içeri, ben kadın denen mahlukla konuşmam, kocan nerede" diyerek aşağılayıcı nitelikte sövme unsuru içeren sözler sarfettiği, daha sonrada Şennur´un eşi olan şahsi davacı Yıldıray´a "gel ulan buraya" demek suretiyle sövme suçunu işlediği, şahsi davacıların iddiası, tanıklar, Münevver, Turgut ve Bahar'ın ifadeleri ile anlaşılmasına rağmen yetişme tarzı ve kültür seviyesi gibi yasal olmayan gerekçe ile beraat kararı verilmesi,

SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş şahsi davacıların temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı iste gibi BOZULMASINA, 16.11.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi.
#1336
Eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'nun, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç hakkındaki yakışıksız ifadeleri davalık oluyor.
 
Haşim Kılıç, kendisine isim vermeden 'keçi' benzetmesinde bulunan Kanadoğlu'na tazminat davası açıyor. Kılıç, dava açmak için haber ajanslarından Kanadoğlu'nun konuşmasının bulunduğu kamera kayıtlarını istedi. Atatürkçü Düşünce Derneği Van Şubesi'nce 28 Mart'ta düzenlenen panelde konuşan Kanadoğlu, AK Parti'nin hazırladığı 26 maddelik anayasa değişiklik paketini eleştirmişti.

Daha sonra isim vermeden Haşim Kılıç'a gönderme yapan Kanadoğlu şu ifadeleri kullanmıştı: "Şimdiki Anayasa Mahkemesi'nde bir tek hukukçu olmayan üye var. O da başkan. Yeni değişiklikle şartlar oluşursa 13 hukukçu olmayan kişi mahkemeye üye olabilir. Biz bir 'keçi' ile baş edemiyorduk. Şimdi 13 hukukçu olmayan üye ile karşı karşıya kalacağız."

Kanadoğlu'nun sözleri kamera kayıtlarına takılırken, bu ifadelerin ardından salondan gülüşmeler ve alkışlar yükselmişti. 'Keçi' benzetmesinin haber olmasından sonra Kanadoğlu, konuşmasında Kılıç hakkında küçük düşürücü, hakaret taşıyan hiçbir söz sarf edilmediğini öne sürmüştü.

Kanadoğlu daha önce de Kılıç'la ilgili hakaret içeren konuşmasından dolayı 5 bin lira manevi tazminata mahkum olmuştu. Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi, Kılıç'ın açtığı dava üzerine "Haşim Kılıç, gerçekte layık olmadığı bir mevkiye getirilen, hukukçu da olmayan..." sözlerinden dolayı Kanadoğlu'nun tazminat ödemesine karar vermişti. ZAMAN

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=968123&title=kendisine-keci-diyen-sabih-kanadogluna-dava-aciyor
#1337
GENEL GEREKÇE

150 yıllık anayasa geleneği içinde, halkın katılımı ve demokratik yöntemlerle Anayasa yapılamamış olması ülkemiz bakımından büyük bir eksikliktir.
Diğer anayasalar gibi, 1982 Anayasası da olağanüstü koşullar altında kabul edilip yürürlüğe konulmuştur. Devlet tecrübemiz, birikimimiz ve toplumsal talep ekseninde, 1982 Anayasasının tamamen değiştirilmesine ihtiyaç vardır. Aslında tüm toplum kesimleri de bu ihtiyaç konusunda mutabakat halindedir. Ancak bu mutabakat, bugüne kadar Anayasanın tümünün değiştirilmesine yetmemiştir. 2007 yılında yeni bir Anayasanın hazırlanması amacıyla çalışmalar yapılmış, ancak bu girişimler de değişik nedenlerden dolayı başarılı olamamıştır.
Yürürlüğe girmesinden kısa bir süre sonra 1982 Anayasasında değişiklikler yapılması zorunlu hale gelmiş ve günümüze kadar farklı gerekçelerle 16 kez değişiklik yapılmıştır. Bu kapsamda Anayasanın toplam 85 maddesi ile Başlangıç metni kısmen değiştirilmiştir.
Bununla birlikte hâlen, Anayasada değiştirilmesi gereken çok sayıda hüküm yer aldığı gibi, toplumsal ihtiyaçlar ve beklentilerin karşılanması amacıyla bazı alanlarda yeni düzenlemelerin yapılması zorunluluğu bulunmaktadır. Bu kapsamda; kadın-erkek eşitliğinin sağlanması; toplumun bazı kesimlerinin, sosyal devlet ilkesinin bir gereği olarak daha iyi korunması ve gözetilmesi; kişisel verilerin korunması; bireylerin yurt dışına çıkmalarının sınırlandırılmasına ilişkin hükümlerin daraltılması; çocuk haklarının anayasal temele kavuşturulması, her türlü istismara karşı çocukların korunması; sendikal haklar ile grev hakkında öngörülen bazı sınırlamaların kaldırılması, memurlara ve diğer kamu görevlilerine toplu sözleşme hakkının tanınması; demokratik hayatın vazgeçilmez unsurları olan siyasî partilerin kapatılmasına ilişkin hükümlerin, uluslararası belgelerde yer alan objektif kriterler de dikkate alınarak yeniden düzenlenmesi; bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkının düzenlenmesi; bir siyasî partinin kapatılmasına sebep olan milletvekilinin milletvekilliğinin düşmesine son verilmesi; Yüksek Askerî Şûra kararlarının yargı denetimine açılması; memur ve diğer kamu görevlilerine disiplin cezası olarak verilen uyarma ve kınama cezalarının da yargı denetimine açılması; askerî yargının görev alanının daraltılması ve sivillerin askerî mahkemelerde yargılanmasının tamamen önlenmesi; mukayeseli hukuk uygulamaları ve ülkemizin ihtiyaçları göz önüne alınarak Anayasa Mahkemesinin yeniden yapılandırılması, üye sayısının artırılması, mahkeme üyelerinin belirli bir süre için bu göreve seçilmesi ve pek çok ülkede uygulanmakta olan bireysel başvuru müessesesinin yürürlüğe konulması; Askerî Yargıtayın bağımsızlığının güçlendirilmesi; Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun demokratik, şeffaf ve geniş tabanlı bir yapıya kavuşturulması, hâkim ve savcıların da haklarında kararlar alan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda temsili; ekonomik ve sosyal politikaların oluşturulmasında hükümete istişarî nitelikte görüş bildirmek amacıyla Ekonomik ve Sosyal Konseyin anayasal dayanağa kavuşturulması; demokratik hayata yapılan kabul edilemez müdahalelerde görev alanların cezaî, malî ve hukukî sorumluluklarını kaldıran geçici 15 inci maddenin ilgası gibi hususlar Anayasanın mutlaka değiştirilmesi gereken hükümlerinin başında yer almaktadır.
Ülkemizde, yukarıda belirtilen hususlarda, Anayasa değişikliği yapılması gerektiğine ilişkin bir mutabakat bulunmaktadır. Değişik sivil toplum kuruluşları ve partiler tarafından hazırlanan Anayasa taslaklarında da ana hatlarıyla Teklifte yer alan konularda, benzeri düzenlemelere yer verilmektedir. Ayrıca, düzenleme yapılan konular, uzmanlar ve kamuoyu tarafından uzun zamandan beri tartışılan ve sorunlu olduğu kabul edilen alanlar olup, bunlardan bir kısmı daha, Teklifle çözüme kavuşturulmaktadır.
Anayasa değişikliğine ilişkin bu Kanun Teklifi, yukarıda belirtilen amaçlar doğrultusunda hazırlanmıştır.

MADDE GEREKÇELERİ

MADDE 1- 7/11/1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 10 uncu maddesinin ikinci fıkrasına göre "Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür."
Yapılması öngörülen değişiklikle, kadın ve erkek arasındaki eşitliği sağlamaya yönelik olarak Devlet tarafından bazı tedbirlerin alınabilmesine imkan tanınmakta ve alınacak bu nitelikteki tedbirlerin, eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamayacağı vurgulanmaktadır. Öte yandan, özel surette korunması gereken kesimler için alınacak tedbirlerin de eşitlik ilkesine aykırı sayılamayacağı hükme bağlanmaktadır. Bu sayede Devletin, tüm toplum kesimleri arasında bir yandan eşitliği sağlamaya, diğer yandan da korunması gerekenleri korumaya yönelik özel tedbirler alabilmesinin önü açılmakta ve bu amaçla yapılan düzenlemelerin eşitlik ilkesine aykırı kabul edilemeyeceği anayasal güvenceye kavuşturulmaktadır.
MADDE 2- Anayasada kişisel verilerin korunmasına yönelik dolaylı hükümler bulunmakla birlikte yeterli değildir. Mukayeseli hukukta ve tarafı olduğumuz uluslararası belgelerde de kişisel verilerin korunması önemle vurgulanmaktadır.
Maddeyle, herkesin, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı, anayasal bir hak olarak teminat altına alınmaktadır. Bu bağlamda, bireylerin kendilerini ilgilendiren kişisel veriler üzerinde hangi hak ve yetkilere sahip olduğu ve kişisel verilerin hangi hallerde işlenebileceği hükme bağlanırken, kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usullerin kanunla düzenleneceği öngörülmektedir.
MADDE 3- Maddede yapılan değişiklikle, idare tarafından, vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyetinin sınırlandırılmasına son verilmekte; yurt dışına çıkma hürriyetinin, sadece suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle ve hâkim kararına bağlı olarak sınırlandırılabilmesi ilkesi benimsenmektedir.
MADDE 4- Maddeyle, tarafı olduğumuz Çocuk Haklarına Dair Sözleşme ve Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi ile diğer uluslararası belgelerde yer alan ve çocuk haklarıyla ilgili kabul gören evrensel ilkeler, Anayasa metnine dahil edilmekte; her çocuğun himaye ve bakımdan yararlanma hakkı olduğu vurgulanmakta ve çocuğun ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Getirilen düzenlemeyle ayrıca Devlete, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukların korunmasına yönelik gerekli tedbirleri alma ödevi yüklenmektedir.
MADDE 5- Anayasanın 51 inci maddesinin dördüncü fıkrası, sendika özgürlüğünü iş kolu ile sınırlamakta ve aynı zamanda aynı iş kolunda birden fazla sendikaya üye olunamayacağını hükme bağlamaktadır. Bu düzenleme, Uluslararası Çalışma Teşkilatının (ILO) Sendika Özgürlüğüne ve Örgütlenme Hakkının Korunmasına İlişkin 87 Sayılı Sözleşmesine aykırı bulunmaktadır. Bu nedenle, söz konusu aykırılığın giderilmesi amacıyla 51 inci maddenin dördüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmaktadır.
MADDE 6- Anayasanın 53 üncü maddesinin mevcut düzenlemesinde, memur ve diğer kamu görevlilerinin sadece toplu görüşme hakkına sahip olduğu hükme bağlanmaktadır. Toplu görüşme kapsamında anlaşma sağlanması halinde, mutabakat metni imzalanmakta ve gereği için Bakanlar Kurulunun takdirine sunulmaktadır. Anlaşma sağlanamazsa, konu yine Bakanlar Kurulunun takdirine bırakılmaktaydı. Uzlaştırma Kuruluna gidilmesi de mümkündü. Ancak, Uzlaştırma Kurulunun kararları Bakanlar Kurulunu bağlayıcı nitelikte olmadığından, anlaşmazlık, her zaman Bakanlar Kurulunun takdir ettiği şekilde sonuçlandırılıyordu.
Maddeye eklenen yeni hükümlerle, memur ve diğer kamu görevlilerine toplu sözleşme yapma hakkı getirilmektedir. Toplu sözleşme konusunda kamu işvereni ile memur ve diğer kamu görevlileri anlaşırlarsa, toplu sözleşme imzalanacak ve uygulamaya konacaktır. Eğer anlaşma olmazsa, konu Uzlaştırma Kuruluna götürülecektir. Uzlaştırma Kurulunun vereceği karar kesin olacak ve toplu sözleşme yerine geçecektir. Mevcut düzenlemedeki Bakanlar Kurulunun takdir yetkisi sona erdirilmektedir. Ayrıca, memur ve diğer kamu görevlilerine tanınan toplu sözleşme hakkının, emeklilere yansıtılmasına ilişkin esas ve usullerin kanunla düzenlenmesi öngörülmektedir. Bu şekilde emeklilerin de kanunda öngörülen çerçevede toplu sözleşmenin sonuçlarından faydalanması imkanı getirilmektedir. Yapılan bu yeni düzenlemenin bir sonucu olarak 53 üncü maddenin üçüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmaktadır.
Öte yandan, maddeyle, Uluslararası Çalışma Teşkilatının (ILO) Teşkilatlanma ve Kollektif Müzakere Hakkı Prensiplerinin Uygulanmasına Müteallik 98 Sayılı Sözleşmesinin 4 üncü maddesinde öngörülen "serbest ve gönüllü toplu pazarlık" ilkesiyle bağdaşmayan 53 üncü maddenin dördüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmaktadır.
MADDE 7- Maddeyle, tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmeler ile çağdaş demokratik toplumlarda çalışma hayatını düzenleyen ve genel kabul gören evrensel ilkelerle bağdaşmayan, grev ve lokavt hakkına gereksiz sınırlamalar getiren, 54 üncü maddenin üçüncü ve yedinci fıkraları yürürlükten kaldırılmaktadır. Söz konusu hükümlerin kaldırılmasıyla, sendikal haklar ile grev ve lokavt hakkının kullanılabilmesi bakımından, ileri bir adım atılmış olmaktadır.
MADDE 8- Ülkemizde siyasî partilerin bağlı olduğu hukukî rejimin, yapılan tüm iyileştirmelere rağmen, siyasî partilerin aleyhine işlemesi önlenememiş ve bu rejim, ağırlıklı olarak özgürlükleri daraltıcı nitelikte işlemiştir. 1961 Anayasasından bugüne kadar ülkemizde, Anayasa Mahkemesi kararıyla yirmi beş siyasî parti kapatılmış olup bu sayıya askerî müdahale dönemlerinde kapatılan siyasî partiler dahil değildir. Buna karşın, bugüne değin, Avrupa ülkelerinin tamamında kapatılan siyasî parti sayısı altıdır. Ayrıca siyasî partilerin kapatılmasına ilişkin kararlara karşı ülkemiz aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuruların —biri hariç— tamamında "ihlâl kararı" verilmiştir. Yaşanan bunca tecrübe, Türkiye'nin istikrarı ve ülkemizin muhatap olduğu ihlâl kararları gözetildiğinde; parti kapatma rejimini, sistemin taşıyamayacağı bir yük olmaktan çıkaracak nitelikte bir reform yapılmasına ihtiyaç olduğu açıkça görülmektedir.
Değişik tarihlerde Anayasa ve yasalarda yapılan iyileştirmelerin amaçlarına uygun olarak uygulanamamış olması, kapatma kararlarının ulusalüstü yargıda sözleşme ihlâli olarak nitelendirilmesi, siyaset kurumuna ölçüsüz müdahalelerin yol açtığı istikrarsızlık gibi etkenler, bu düzenlemeyi zorunlu kılmıştır.
Maddede yapılan değişiklerin birincisi, siyasî partilerin malî denetiminin Sayıştaya verilmesidir. Mevcut düzenleme uyarınca, siyasî partilerin malî denetimi Anayasa Mahkemesince yapılmaktaysa da Anayasa Mahkemesi bu denetimi yaparken Sayıştaydan yoğun şekilde yardım almaktadır. Bugüne kadar konuya ilişkin dile getirilen öneriler de, siyasî partilerin malî denetiminin Sayıştaya bırakılması yönünde olmuştur. Bu konuda oluşan genel mutabakat dikkate alınarak, bu yönde bir değişikliğe gidilmiştir.
Öte yandan, siyasî partiler, milletvekilleri ve bakanlar, siyaset kurumunun başlıca özneleridir. Milletvekilleri ve bakanların yargılanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin iznine bağlıdır. İki özne için öngörülen kurumsal güvencenin, Türkiye'nin yaşadığı deneyimler de göz önüne alındığında, demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez unsuru olan siyasî partiler için de getirilmesi mutlak bir zorunluluktur. Bu zorunluluktan hareketle, maddeyle, siyasî partilerin kapatılması; mukayeseli hukuk ve uluslararası belgeler de dikkate alınmak suretiyle, yeni bir hukukî rejime bağlanmaktadır.
Yapılması öngörülen değişiklikle, siyasî partilerin kapatılması davasının açılması, Türkiye Büyük Millet Meclisinde oluşturulacak özel bir Komisyonun izin vermesi koşuluna bağlanmak suretiyle, bir dava şartı getirilmektedir. Bu Komisyonda, izin talebinin Türkiye Büyük Millet Meclisine ulaştığı tarihte Mecliste grubu bulunan siyasî partiler, beşer milletvekiliyle temsil edileceklerdir. Komisyona, Meclis Başkanı başkanlık edecek ve Komisyon izin konusundaki kararını gizli oyla ve üye tam sayısının üçte iki oy çokluğuyla verecektir. Bu Komisyonun vereceği kararların, yargı denetimi dışında tutulması öngörülmüştür. Yine kapatma davası izin talebi konusunda Meclisteki siyasî parti gruplarınca, görüşme yapılamayacağı ve karar alınamayacağı hükme bağlanmaktadır. Bu husus düzenlenirken, Mecliste sürüncemede kalmasının önlenmesi bakımından izin konusunun karara bağlanması için bir süre şartı da getirilmektedir. Ayrıca, Komisyonun oluşumuna, izin talebinin görüşülme usul ve esaslarına ilişkin hususların Meclis İçtüzüğüyle düzenleneceği de maddede hükme bağlanmaktadır.
Venedik Komisyonu olarak bilinen ve Avrupa Konseyinin danışma organı olan Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu, 13-14 Mart 2009 tarihinde Venedik'te yapmış olduğu 78 inci Genel Kurul toplantısında kabul ettiği "Türkiye'de Siyasî Partilerin Yasaklanmasına İlişkin Anayasal ve Yasal Hükümlere Dair Görüşü"nde; ortak Avrupa uygulaması ile karşılaştırıldığında, Türkiye'deki parti yasaklama ve kapatma davalarını başlatma sürecinin Avrupa ülkelerine nazaran daha keyfi ve daha az demokratik kontrole tabi bir süreç olduğunu ve parti kapatmaya ilişkin mevcut Türk kurallarının temel sorununun hem parti yasaklama veya kapatma sürecinin başlatılmasına hem de partilerin gerçekten yasaklanmasına ve kapatılmasına ilişkin eşiğin çok düşük olduğunu belirttikten sonra, Türkiye'deki genel parti koruma seviyesinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa ortak demokratik standartları seviyesine yükseltilmesi için, Cumhuriyet Başsavcısının parti kapatma davası açma yetkisinin bir tür demokratik kontrole tabi tutulacağı bir sistemin getirilmesini tavsiye etmiştir.
Yapılan yeni düzenlemeyle, siyasî partilerin kapatılmasına ilişkin sistem, Venedik kriterlerine kısmen de olsa uyumlu hale getirilmiş ve siyasal örgütlenme özgürlüğü güçlendirilmiş olmaktadır.
Odak haline gelme nedeniyle siyasî partilerin kapatılmasına ilişkin maddî unsurlarda herhangi bir değişiklik yapılmamıştır. Ancak, Meclis çalışmalarındaki oy ve sözler, Mecliste ileri sürülen görüş ve düşünceler ile idarenin eylem ve işlemlerinin odak olmanın tespitinde gözetilemeyeceği hükme bağlanmaktadır. Gerçekten de burada sayılanların bir kısmı yasama sorumsuzluğu kapsamında kalan, diğer bir kısmı ise zaten yargı denetimi altında olan konulardır.
69 uncu maddenin yedinci fıkrasında, kapatma kararı yerine Devlet yardımından kısmen ya da tamamen yoksun bırakma kararının da verilebileceği belirtilmektedir. Getirilen düzenlemeyle, Devlet yardımından yoksun bırakılmanın da, bağlı olduğu kapatma davasının ve kapatma kararının usulüne tabi olduğu ve tek başına dava konusu yapılamayacağı hükme bağlanmaktadır.
Maddeyle yapılan diğer bir önemli değişiklik ise, 69 uncu maddenin beşinci fıkrasındaki "Bir siyasî partinin tüzüğü ve programının 68 inci maddenin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı bulunması halinde temelli kapatma kararı verilir." hükmünün yürürlükten kaldırılmasıdır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları da bu doğrultudadır. Yine siyaset alanının genişletilmesi amacıyla 69 uncu maddenin sekizinci fıkrasındaki, temelli kapatılan bir partinin bir başka ad altında kurulamayacağına ilişkin hüküm de yürürlükten kaldırılmaktadır.
Yapılan bu değişikliklere ilave olarak, bir siyasî partinin kapatılmasına beyan veya faaliyetleriyle sebep olan kurucuları dahil üyeleri için öngörülen siyaset yasağı süresi beş yıldan üç yıla indirilmektedir. Ayrıca, "temelli kapatma" ve "kapatma" şeklinde Anayasada yer alan farklı kullanımların giderilmesi ve terim birliğinin sağlanması amacıyla maddede geçen "temelli" ibareleri de yürürlükten kaldırılmaktadır.
MADDE 9 - Bireylerin, kamu kurum ve kuruluşları tarafından yürütülen iş ve işlemlerle ilgili olarak bilgi edinebilmesi, kamu yönetiminde şeffaflığın sağlanması bakımından büyük öneme sahiptir. Bilgi edinme hakkı, bu konuda çıkartılan özel bir Kanunla düzenlenmiş bulunmasına rağmen, Anayasada bu hakkı doğrudan düzenleyen açık bir hüküm yer almamaktadır. Günümüz toplumunda büyük önemi haiz olan bu hakkın garanti altına alınmasının ileri bir adım olacağı düşünüldüğünden, maddede yapılan değişiklikle bilgi edinme hakkı, Anayasada açıkça düzenlenmektedir.
Öte yandan, maddeyle, Kamu Denetçiliği Kurumunun kurulması öngörülmektedir. Kamu Denetçiliği Kurumu, bireylerin idarenin işleyişiyle ilgili şikâyetlerini incelemekle görevlendirilmektedir. Pek çok Avrupa ülkelerinde işletilen bu müessesenin, idarenin işleyişi konusunda standartlar oluşturacağı, ilkeler belirleyeceği ve önemli katkılar sunacağı düşünülmektedir. Kamu Denetçiliği Kurumunun kurulup faaliyete geçirilmesi, Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programının da bir gereğidir. Bu kapsamda, idarenin işleyişi ile ilgili olarak, bireylere, kamu denetçisine başvurma hakkı getirilmektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bağlı olarak kurulması öngörülen Kamu Denetçiliği Kurumunda görev yapacak Kamu Başdenetçisinin seçimine ilişkin anayasal esaslar düzenlenmektedir. Bunların yanında, Kamu Denetçiliği Kurumuna ilişkin diğer hususların kanunla düzenleneceği hükme bağlanmaktadır.
Bilindiği gibi konuyla ilgili Kanun daha önce yürürlüğe girmiş olmasına rağmen, anayasal dayanağının bulunmadığı gerekçesiyle Anayasa Mahkemesince iptal edilmiştir. Sorun, Anayasa normu düzeyinde ve kurulu iktidarı bağlar şekilde çözüme kavuşturulmaktadır.
MADDE 10- Maddeyle, Anayasanın 84 üncü maddesinin son fıkrası yürürlükten kaldırılmaktadır. Söz konusu fıkra, partisinin kapatılmasına beyan ve eylemleriyle sebep olan milletvekillerinin, milletvekilliğinin düşürülmesiyle ilgilidir.
Milletvekilliği, seçmen iradesi ile oluşan ve öznesi, seçilmiş kişi olan demokratik bir statüdür. Partinin kapatılması, millet ile milletvekili arasında kurulu olan bağı sona erdiremez. Kaldı ki milletvekilliği düşen kişi, ilk seçimlerde bağımsız milletvekili olarak yeniden Meclise dönebilmektedir. Bu durum göz önüne alındığında, milletvekilliğinin düşürülmesi yaptırımının bir mantığı kalmamaktadır.
Öte yandan bu yaptırım, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Ek 1 Nolu Protokolün 3 üncü maddesinde yer verilen "Yüksek Sözleşmeci Taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde... seçimler yapmayı taahhüt ederler." şeklindeki hükümle de bağdaşmamaktadır. Kaldı ki, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, konuyla ilgili olarak, ülkemiz hakkında vermiş olduğu kararı da bu yöndedir.
Ayrıca milletvekilinin, bir suç işlemesi durumunda dokunulmazlığının kaldırılması ve yargılanması yolu her zaman açıktır. Maddeyle, seçme ve seçilme temel hakkının özünü yok eden ölçüsüz bir yaptırım niteliğinde olan bu müessese, yürürlükten kaldırılmaktadır.
MADDE 11- Bilindiği gibi Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerinin beş yılda bir yapılmasını emreden Anayasanın 77 nci maddesinin birinci fıkrası, 21/10/2007 tarihli ve 5678 sayılı Kanunla değiştirilmiş ve milletvekili seçimlerin her dört yılda bir yapılması hükme bağlanmıştır.
Bu düzenlemenin bir sonucu olarak, Anayasanın 94 üncü maddesinin üçüncü fıkrasında değişiklik yapılmaktadır. Buna göre, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı seçimlerinin her yasama döneminde iki kez yapılması ve ilk seçilenlerin görev süresinin iki yıl olması, ikinci devre için seçilenlerin görev süresinin ise o yasama döneminin sonuna kadar devam etmesi öngörülmektedir.
MADDE 12- Anayasanın 125 inci maddesinde, idarenin her türlü eylem ve işlemlerinin yargı denetimine tâbi olduğu genel ilke olarak belirlenmiş, ancak bazı istisnalar öngörülmüştür. Bunlardan birincisi, Cumhurbaşkanın tek başına yapacağı işlemler, ikincisi ise, Yüksek Askerî Şûra kararlarıdır. Yüksek Askerî Şûranın silahlı kuvvetlerden ilişik kesme kararları kamuoyunda çok tartışılmış ve değişik eleştirilere konu olmuştur. Diğer askerî merciler (kuvvet komutanlıkları) tarafından verilen Silahlı Kuvvetlerden ilişik kesme kararları Askerî Yüksek İdare Mahkemesi tarafından yargı denetimine tabi tutulurken, Yüksek Askerî Şûra tarafından verilen ilişik kesme kararlarının yargı denetimine tabi olmaması, Anayasanın 10 uncu maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesine de aykırılık oluşturmaktadır. Bu eşitsizliğin giderilmesi amacıyla, mukayeseli hukuk uygulamaları ve tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmeler göz önüne alınarak, maddeyle, Yüksek Askerî Şûranın Silahlı Kuvvetlerden ilişik kesme niteliğindeki kararları yargı denetimine açılmakta ve bu sayede hukuk devleti ilkesinin daha da güçlendirilmesi amaçlanmaktadır.
Öte yandan, 125 inci maddenin dördüncü fıkrasında, yargı yetkisinin, idarî eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olduğu; yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idarî eylem ve işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verilemeyeceği hükme bağlanmış ve maddenin gerekçesinde "...yargı organının idarî işlemin yerindeliğini denetlemeyeceği..." belirtilmiş olmasına rağmen, uygulamada bu hükme uymayacak şekilde yargı kararlarının verildiği görüldüğünden, bu tür uygulamaların önüne geçilmesi amacıyla, fıkrada yargı yetkisinin, hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamayacağı açıkça vurgulanmıştır. Bu ilkenin Anayasada yer almasının yargı pratiğimizden kaynaklandığı ve önleyici işlevi olacağı açıktır. Yerindelik denetimi, yürütme iktidarının negatif kullanımı anlamına gelir.
MADDE 13- Anayasanın 53 üncü maddesinde yapılan değişiklikle, memur ve diğer kamu görevlilerine toplu sözleşme yapma hakkı verilmektedir. Anayasanın 128 inci maddesinde ise, memur ve diğer kamu görevlilerinin nitelik, atanma, aylık, ödenek gibi özlük haklarının kanunla düzenleneceği hükmü yer almaktadır. 53 üncü maddede yapılan değişikliğe paralel olarak, memur ve diğer kamu görevlilerinin malî ve sosyal haklarına ilişkin toplu sözleşme hükümlerinin saklı olduğu hükme bağlanmaktadır.
MADDE 14- Anayasanın 129 uncu maddesinin üçüncü fıkrasında disiplin kararlarının yargı denetimine tabi olduğu belirtilmekte, ancak uyarma ve kınama cezaları yargı denetimi dışında tutulabilmekteydi. Cezanın hafifliğinin, insan onurunu zedeleme niteliği yönünden diğer cezalara göre daha az etki doğurmayacağı dikkate alınarak, maddenin üçüncü fıkrasında yapılan değişiklikle, memurlar ve diğer kamu görevlilerine verilen uyarma ve kınama cezalarının da yargı denetimine açılması öngörülmektedir.
MADDE 15- Anayasanın 144 üncü maddesinde hâkim ve savcıların denetimi ile haklarında inceleme ve soruşturma işlemlerinin yapılması düzenlenmektedir. Hâkim ve savcılarla ilgili denetim, inceleme ve soruşturma işlemleri, halen Adalet Bakanlığının izni ile adalet müfettişleri tarafından yapılmaktadır. Adalet müfettişleri ise Teftiş Kurulu bünyesinde ve Adalet Bakanlığına bağlı olarak görev yapmaktadır. Maddenin mevcut hükmü, içeriğinde çok az değişiklik yapılmak suretiyle, 159 uncu maddede düzenlenmektedir. Hâkim ve savcıların denetimi yetkisi Adalet Bakanlığından alınarak, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna devredilmektedir.
144 üncü maddede yapılan değişiklikle, "Adalet hizmetlerinin denetimi" kenar başlıklı yeni bir hüküm getirilmektedir. Hâkim ve savcıları denetim yetkisinin Kurula devredilmesi üzerine, Kurulun denetim yetkisinin dışında kalan ve yargı göreviyle ilgili olmayan adalet hizmetlerinin denetimi için Adalet Bakanlığına bağlı yeni bir Teftiş Kurulunun kurulması öngörülmektedir. Bu bağlamda, icra daireleri, noterler, cezaevleri gibi yerlerde sunulan adalet hizmetleri ile savcıların idarî görevleri yönünden denetim, araştırma, inceleme ve soruşturma işlemlerinin Adalet Bakanlığına bağlı adalet müfettişleri ile hâkim ve savcı mesleğinden olan iç denetçiler eliyle yapılacağı, buna ilişkin usul ve esasların kanunla düzenleneceği hüküm altına alınmaktadır.
MADDE 16- Maddeyle, askerî yargının görev alanı yeniden düzenlenmektedir. Mevcut hükümde askerî yargının görev alanı oldukça geniş düzenlenmiş olup bu durum, değişik uluslararası belgelerde (Katılım Ortaklığı Belgesi, İlerleme Raporları, İstişari Ziyaret Raporları vb) vurgulanmıştır. Yine, Yargı Reformu Stratejisinde ve Avrupa Birliği müktesebatının Türkiye Cumhuriyeti tarafından üstlenilmesine yönelik olarak hazırlanan ve Bakanlar Kurulu tarafından onaylanarak yürürlüğe giren 2008 Yılı Ulusal Programında, askerî mahkemelerin görev alanının demokratik hukuk devletinin gerektirdiği ölçüler çerçevesinde yeniden tanımlanması öngörülmüştür.
Mukayeseli hukuk da göstermektedir ki, pek çok ülkede ayrı bir askerî yargı sistemi bulunmamakta ve asker kişiler de adliye mahkemelerinde yargılanmaktadır. Bazı ülkelerde ise, askerî mahkemeler sadece disiplin mahkemesi olarak, oldukça sınırlı bir alanda görev yapmaktadır. Buna karşın askerî yargı ülkemizde, demokrasi ve hukuk devleti standartlarının dışında, geniş bir görev alanına sahiptir. Askerî yargının görev alanının geniş belirlenmiş olması, bazen yargı mercileri arasında görev uyuşmazlıklarına da neden olabilmektedir.
Getirilen düzenlemeyle askerî mahkemelerin görev alanı, askerî suçların yargılanmasıyla sınırlandırılmaktadır. Askerî suç ise yüksek mahkemelerce tanımlanmış bir kavramdır. Anayasa Mahkemesinin 25/10/1994 tarihli ve E. 1994/2, K. 1994/76 sayılı kararında, askerî suçun unsurları, askerî bir yararı ihlâl etmek ve askerî nitelikte olmak biçiminde açıklanmıştır. Bir suçun Askerî Ceza Kanununda açıkça yer almış olmasının, onun askerî suç sayılmasına yetmeyeceği belirtilmiştir. Yine 1/7/1998 tarihli ve E. 1996/74, K. 1998/45 sayılı kararında askerî mahkemelerin görev alanının, "askerî hizmetlerin yürütülmesindeki özellikler, disiplinin korunması, asker kişilerin astlık üstlük ilişkileri dikkate alınarak ..." belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu veriler göz önüne alınarak, askerî mahkemelerin görev alanı, çağdaş ülkelerde olduğu gibi daraltılmakta ve asker kişilerin, sadece askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri askerî suçlara ait davalarla sınırlı tutulmaktadır. Maddede yer verilen "asker kişi", "askerî hizmet ve görev" ve "askerî suç" kavramları tahdidi ve daraltıcı bir düzenleme olarak; askerî gerekler ile demokratik hukuk devleti ve adil yargılanma hakkı gereklerini ölçülü bir şekilde denkleştirmektedir.
Öte yandan, Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçların, her halde adliye mahkemelerinde görüleceği düzenlenmektedir. Devletin güvenliğine karşı suçlar ile anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar ibaresi ile 26/09/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun Dördüncü Kısmının Dördüncü ve Beşinci bölümlerinde yer alan suçlar kastedilmektedir. Dolayısıyla, bu suçların, kim tarafından işlenirse işlensin, adliye mahkemelerinde yargılanacağı hükme bağlanmaktadır.
Maddenin ikinci fıkrasında yapılan değişiklikle, asker olmayan kişilerin, savaş hali haricinde, askerî mahkemelerde yargılanamayacağı anayasal teminat altına alınmaktadır.
Üçüncü fıkrada yer alan mevcut düzenlemede, savaş veya sıkıyönetim hallerinde, askerî mahkemelerin hangi suçlar ve hangi kişiler bakımından yetkili olduklarının kanunla düzenleneceği öngörülmüştür. Bu hüküm, ikinci fıkrada yapılan değişikliğe rağmen, sıkıyönetim halinde, askerî mahkemelerin, sivilleri de yargılamasına imkan verebilmektedir. Yine bu hüküm, birinci fıkrada askerî mahkemelerin görev alanının yeniden belirlenmesine ve daraltılmasına rağmen, sıkıyönetim halinde, kanunla, görev alanının genişletilmesine imkan vermektedir. Bu tür yorumlamaların önlenmesi ve olası tereddütlerin giderilmesi amacıyla, üçüncü fıkrada yapılan değişiklikle, sıkıyönetim dönemlerinde de, kanunla, sivillerin yargılanmasının ya da askerî mahkemelerin görev alanlarının genişletilmesinin mümkün olamayacağı hükme bağlanmaktadır. Bu nitelikteki düzenlemelerin, sadece savaş hali için mümkün olabileceği belirtilmektedir. Mukayeseli hukuka bakıldığında da, sadece savaş ve barış hali olmak üzere ikili bir ayrıma gidildiği ve savaş haline münhasır olmak üzere bazı istisnaî düzenlemelere yer verildiği görülmektedir. Yine değişik sivil toplum kuruluşları tarafından hazırlanan Anayasa taslaklarında da, sıkıyönetim dönemiyle ilgili olarak yargı konusunda özel hükme yer verilmediği görülmektedir. Bu doğrultuda yapılan değişiklikle, sıkıyönetim dönemlerinde de temel hak ve özgürlüklerin korunması ve adil yargılanma hakkının garanti altına alınması amaçlanmaktadır.
Anayasanın mevcut 145 inci maddesinin dördüncü fıkrasında, askerî yargı organlarının kuruluşu, işleyişi, askerî hâkimlerin özlük işleri, askerî savcılık görevlerini yapan askerî hâkimlerin mahkemesinde görevli bulundukları komutanlık ile ilişkilerinin; mahkemelerin bağımsızlığı, hâkimlik teminatı ve askerlik hizmetinin gereklerine göre kanunla düzenleneceği belirtilmektedir. Anayasa Mahkemesinin 07/05/2009 tarihli ve E. 2005/159, K. 2009/62 sayılı kararında, Anayasanın 9, 138 ve 140 ıncı maddelerindeki düzenlemeler gereğince, adlî ve idarî yargı için öngörülen yargı bağımsızlığının, askerî yargı için de geçerli olduğunda kuşku bulunmadığı vurgulanmaktadır. Bu nedenle, söz konusu fıkrada yer alan ve askerî yargının bağımsızlığını zedelediği düşünülen "askerlik hizmetinin gerekleri" ibaresi çıkartılmakta ve fıkranın aynı mahiyetteki son cümlesi yürürlükten kaldırılmaktadır. Bu durumda, askerî mahkemelerin komutanlıkla ilişkilerinin, sadece "mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı" esaslarına göre kanunla düzenlenmesi hükme bağlanmaktadır.
MADDE 17- Maddeyle, Anayasa Mahkemesinin kuruluşunda değişiklik yapılmaktadır.
Mevcut düzenlemeye göre, Anayasa Mahkemesinin onbir asıl ve dört yedek üyesi bulunmakta ve Mahkeme tek kurul şeklinde çalışmaktadır. Üyeler altmışbeş yaşına kadar görevlerine devam edebilmekte ve üyelerin tamamı tek bir merci (Cumhurbaşkanı) tarafından seçilmektedir.
Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün, Anayasaya uygunluğunu esas ve şekil yönünden incelemek, Anayasa değişikliklerini ise şekil yönünden denetlemekle görevlidir. Bundan başka Mahkeme, Anayasada gösterilen diğer görevler ile Yüce Divan görevini de yapmaktadır. Sayılan bu görevler nedeniyle Mahkeme önemli bir iş yükü altındadır.
Öte yandan ülkemiz aleyhine, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine her yıl binlerce başvuru yapılmaktadır. Bu başvuruların iç hukuk yollarında çözüme bağlanması amacıyla bireysel başvuru hakkının getirilmesi öngörülmektedir. Bu hak doğrultusunda yapılacak insan hakları ihlâl başvurularının da incelenmesi ve karara bağlanması, Anayasa Mahkemesince gerçekleştirilecektir. Mevcut görevlerinin yanında, bireysel başvuruyla ilgili görevini de yerine getirebilmesi için Mahkemenin yapısında değişiklik yapılması kaçınılmaz hale gelmiştir.
Maddede değişiklik yapılırken, 2003 yılında Anayasa Mahkemesi tarafından hazırlanan taslak başta olmak üzere, değişik kişi, kurum, parti ya da sivil toplum kuruluşları tarafından hazırlanmış olan taslaklar da gözetilmiştir.
Tüm bu veriler göz önüne alınmak suretiyle, Anayasa Mahkemesinin yapısı değiştirilmekte ve üye sayısı artırılmaktadır. Halen onbir asıl ve dört yedek olan üye sayısı onyediye yükseltilmekte, yedek üyelik statüsüne son verilmekte ve mevcut yedek üyelerin asıl üye statüsüne geçmeleri öngörülmektedir. Üyelerin geldikleri alanlar çeşitlendirilmektedir.
Öte yandan, mukayeseli hukuka bakıldığında, parlamentoların anayasa mahkemelerine üye seçmesinin neredeyse ortak bir uygulama olduğu görülmektedir. Örneğin; Almanya, İsviçre, Macaristan, Polonya, Portekiz, Makedonya, Litvanya ve Hırvatistan'da anayasa mahkemesi üyeleri yasama organı tarafından seçilmekteyken, Avusturya, Belçika, Bulgaristan, İtalya, Romanya, İspanya ve Amerika Birleşik Devletleri'nde anayasa mahkemesi üyelerinin seçilmesi yetkisi, yasama, yargı, hükümet ve devlet başkanı arasında paylaşılmaktadır. Fransa'da ise Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçilmesi yetkisi Devlet Başkanı, Meclis Başkanı ve Senato Başkanına ait bulunmaktadır.
Mukayeseli hukukun ortak uygulaması dikkate alınarak, Türkiye Büyük Millet Meclisinin de Anayasa Mahkemesine üye seçebilmesine imkan tanınmaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, iki üyeyi Sayıştay başkan ve üyeleri arasından Sayıştay Genel Kurulunca, her boş üyelik için gösterecekleri üçer aday içinden, bir üyeyi de serbest avukatlar arasından, baro başkanlarının göstereceği üç aday içinden seçecektir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin yapacağı seçimlerde, uzlaşmayla seçim yapılması amacıyla, öncelikle nitelikli oy çokluğu aranacaktır. Nitelikli çoğunluğun sağlanamaması halinde, üye tamsayısının salt çoğunluğunun aranması, salt çoğunluğun sağlanamaması halinde ise ikinci oylamada en fazla oy alan iki adayın katılımı ile yapılacak üçüncü oylamada en fazla oy alan adayın Mahkeme üyesi seçilmesi ilkesi benimsenmiştir.
Cumhurbaşkanı, mevcut düzenlemeye göre onbir asıl ve dört yedek olmak üzere onbeş üyenin hepsini seçerken, getirilen yeni düzenlemede, bu sayı ondörde indirilmektedir. Cumhurbaşkanı, Mahkeme üyelerinden dördünü, üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hakim ve savcılar ile Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından doğrudan seçecektir. Diğer üyeleri ise, Cumhurbaşkanı, mevcut düzenlemede olduğu gibi, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ve Yükseköğretim Kurulu tarafından her boş üyelik için gösterilecek üçer aday içinden seçecektir.
Mahkeme üyelerinin aday gösterilmesinde, çoğulcu demokratik yöntemlerle, her boş üyelik için üçer adayın belirlenmesi usulü benimsenmiştir. Aday gösterme seçimlerinde ise, her seçmenin ancak bir aday için oy kullanması öngörülmüştür. Bu düzenlemeyle, seçimlerin tek seferde sonuçlandırılması ve çalışma performansının düşmesinin önlenmesi amaçlanmaktadır. Bir diğer amaç ise, seçmen iradesinin "temsilde adalet" ilkesine uygun olarak sonuçlara yansımasının sağlanmasıdır.
Mahkeme üyeliğine, yükseköğretim kurumları öğretim üyelerinden seçileceklerin profesör veya doçent unvanını kazanmış, avukatlardan seçileceklerin en az yirmi yıl fiilen avukatlık yapmış, üst kademe yöneticilerinden seçileceklerin yükseköğrenim görmüş ve en az yirmi yıl kamu hizmetinde fiilen çalışmış, birinci sınıf hâkim ve savcılardan seçileceklerin adaylık dahil en az yirmi yıl çalışmış olmaları ve sayılan bu kişilerin kırkbeş yaşını doldurmuş bulunmaları gerekir.
İki bölüm hâlinde çalışması öngörüldüğünden, Mahkemenin, kendi üyeleri arasından, gizli oyla ve üye tam sayısının salt çoğunluğuyla, iki başkanvekili seçmesi öngörülmektedir. Bu görevlere seçilenlerin dört yıllık görev sürelerinin bitimini müteakip yeniden seçilebilmeleri imkanı da bulunmaktadır.
MADDE 18- Anayasa Mahkemesi üyeliğinin süresi oniki yıl olarak düzenlenmektedir. Bu değişiklikle, Mahkemedeki üye profilinin, yeni toplumsal koşullara ve yeni anlayışlara göre makul bir süre içinde kendini yenilemesine olanak tanınmaktadır. Oniki yıllık sürenin, bir taraftan üyelerin yeterince tecrübe kazanması ve bu tecrübelerini Mahkeme çalışmalarına yansıtması açısından yeterli, diğer taraftan da toplumsal değişimin Mahkeme profiline yansımasına olanak sağlamak için de makul bir süre olduğu değerlendirilmektedir. Mukayeseli hukukta da mahkeme üyeliğinin süreli olduğu görülmektedir. Örnek vermek gerekirse, bu süre; Almanya'da 12, Fransa, İtalya, İspanya, Bulgaristan, Macaristan, Portekiz, Polonya, Romanya ve Slovenya'da ise 9 yıldır.
Özellikle Anayasada, bir davaya bakmakta olan mahkemenin, uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararname hükümlerinin Anayasaya aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurması üzerine, Anayasa Mahkemesinin işin esasına girerek verdiği ret kararlarına konu kanun ya da kanun hükmünde kararnamelere karşı, ancak on yıl geçtikten sonra yeniden başvuru imkanının getirildiği de dikkate alındığında, üyelik süresinin oniki yıl ile sınırlandırılmasının gerekliliği ortaya çıkmaktadır.
Bu düzenlemeler karşısında, zorunlu emeklilik yaşı öncesinde görev süresi dolan üyelerin atandığı kaynağın özellikleri de dikkate alınarak başka görevlere atanabilmeleri, maaş ve özlük işleri ile emekliliklerine ilişkin konuların, kanunla düzenlenmesi esası benimsenmektedir.
MADDE 19- Maddede, Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkilerinin arasına, bireysel başvuruların incelenmesi de dahil edilmektedir.
Bireysel başvuru ya da anayasa şikâyeti, kamu gücü tarafından, temel hak ve özgürlükleri ihlâl edilen bireylerin başvurdukları olağanüstü bir kanun yolu olarak tanımlanmaktadır. Günümüzde, temel hakların korunması amacıyla bireysel başvuru yolu, pek çok uygar ülkede anayasa yargısının ayrılmaz bir parçası kabul edilmektedir. Bireysel başvuru yolu, kapsamı ülkeden ülkeye farklılık göstermekle birlikte, başta Federal Almanya olmak üzere Avusturya, İspanya, İsviçre, Belçika, Macaristan, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovak Cumhuriyeti, Meksika, Brezilya, Arjantin gibi pek çok ülkede uygulanmaktadır. Doğu Avrupa ülkelerinin çoğunda da bireysel başvuru kurumu kabul edilmiş ve işletilmektedir. Anglo-Amerikan hukukunda teknik anlamda bireysel başvuru kurumu olmasa da, bireysel başvuruyla benzer işlevlere sahip kanun yolları bulunmaktadır.
Türkiye'nin konumuna baktığımızda, bireysel başvuru müessesesinin kabul edilmediği, ancak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine bireysel başvuru hakkının ve bu Mahkemenin zorunlu yargılama yetkisinin tanındığı görülmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yoluyla, iç hukukta halledilemeyen temel hak ihlâllerine ilişkin şikâyetlerin, ulusalüstü düzeyde ele alınması kabul edilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde her yıl Türkiye'ye karşı çok sayıda dava açılmakta ve Türkiye pek çok davada tazminata mahkum edilmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, iç hukuk yollarının tüketilmiş olup olmadığını araştırırken, ilgili ülkede bireysel başvuru kurumunun bulunup bulunmadığını da dikkate almakta ve bunu hak ihlâllerinin ortadan kaldırılmasında etkili bir hukuk yolu saymaktadır. Bu nedenle, bireysel başvuru müessesesinin getirilmesiyle, hak ihlâllerine maruz kaldığını iddia edenlerin önemli bir bölümünün bireysel başvuru aşamasında, başka bir ifadeyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gitmeden önce, tatmin edilebilmesinin mümkün olabileceği ve böylece Türkiye aleyhine açılacak dava ve verilecek ihlâl kararlarında azalma olacağı değerlendirilmektedir. Bu itibarla, Türkiye'de de iyi işleyen bir bireysel başvuru sisteminin kurulması, haklar ve hukukun üstünlüğü temelindeki standartları yükseltecektir.
Diğer yandan, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin 2004(6) Sayılı Tavsiye Kararında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesindeki dava yükünün azaltılabilmesi için bireysel başvuru yönteminin iç hukukta tanınmasının gerekliliğine değinilmiş; aynı şekilde, Venedik Komisyonu da 2004 yılında kamuoyuna duyurulan bireysel başvuruya ilişkin Anayasa değişikliği önerisini olumlu bulduğunu ifade etmiştir.
Türkiye'de bireysel başvuru yolunun kabul edilmesi, bir yandan bireylerin sahip oldukları temel hak ve özgürlüklerin daha iyi korunmasını sağlayacak, öte yandan da kamu organlarını, Anayasaya ve kanunlara daha uygun davranma konusunda zorlayacaktır. Bu amaçlarla yapılan değişiklikle, bireysel hak ve özgürlüklerin korunması ve teminat altına alınması için, vatandaşlara bireysel başvuru hakkı tanınmakta ve Anayasa Mahkemesine de bu başvuruları inceleme ve karara bağlama görevi verilmektedir.
Buna göre herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurma hakkına sahiptir. Bireysel başvuruda bulunabilmek için, olağan kanun yollarının tü¬ketilmiş olması şarttır. Şu kadar ki, bireysel başvuru kurumunun niteliği dikkate alındığında, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların bu kapsamda incelenmeyeceği kuralı benimsenerek, diğer yüksek yargı organları ile Anayasa Mahkemesi arasındaki olası görev uyuşmazlıklarının ortaya çıkmasının önlenmesi amaçlanmaktadır. Bu müessesenin işleyişine ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenecektir. Yapılan yeni düzenlemeyle, bireysel başvuruları inceleme görevi verilmek suretiyle, Anayasa Mahkemesine, özgürlükleri koruma ve geliştirme misyonu da yüklenmektedir.
Öte yandan, Yüce Divan kararlarının yeniden incelenmesini talep etme imkanı getirilmek suretiyle bu yargılama yönteminde sağlanan güvenceler geliştirilmektedir. Ayrıca, Anayasa Mahkemesinin Yüce Divan sıfatıyla yargılayacağı kişiler arasına Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, Genelkurmay Başkanı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları ile Jandarma Genel Komutanı da eklenmektedir.
MADDE 20- Maddeyle, Anayasa Mahkemesinin, iki bölüm ve Genel Kurul şeklinde çalışması öngörülmekte, bölümlerin, başkanvekilinin başkanlığında dört üyenin katılımıyla; Genel Kurulun ise Mahkeme Başkanının veya Başkanın belirleyeceği başkanvekilinin başkanlığında en az oniki üye ile toplanması prensibi benimsenmektedir. Ancak bölümler ve Genel Kurul tarafından alınacak kararlar bakımından üye tam sayısının salt çoğunluğu esası getirilmektedir.
Bireysel başvuru müessesesinin yapısı, öngörülen başvuru sayısı ve müessesenin niteliği göz önüne alındığında, başvuruların öncelikle bir kabul edilebilirlik incelemesinin yapılmasına ve bunun için bir komisyon oluşturulmasına imkan tanınmaktadır.
Bölümler, esas itibariyle bireysel başvuruları incelemekle görevlendirilmektedir. Siyasî partilere ilişkin dava ve başvuruların, iptal ve itiraz davalarının ve Yüce Divan sıfatıyla yürütülecek yargılamaların Genel Kurulca yapılması benimsenmektedir.
Genel Kurul kararları kural olarak salt çoğunlukla alınır. Ancak, niteliği gereği daha özellikli görülen; Anayasa değişikliğinin iptaline, siyasî partilerin kapatılmasına ya da Devlet yardımından yoksun bırakılmasına karar verilebilmesi için, üye tamsayısının üçte iki oy çokluğu aranmaktadır. Nitelikli oy çokluğu aranan hususlardan birisi, Anayasa değişikliklerinin iptaline ilişkin kararlardır. Anayasanın 148 inci maddesinin birinci fıkrasına göre Anayasa Mahkemesinin, Anayasa değişiklikleri bakımından yetkisinin, sadece şekil bakımından inceleme ve denetleme ile sınırlı olduğu açıktır. Nitelikli oy çokluğu aranan hususlardan ikincisi ise, siyasî partilerin kapatılmasına ilişkin kararlardır. Maddeyle, nitelikli oy çokluğu aranan hususlara bir ekleme daha yapılmakta ve siyasî partilerin Devlet yardımından yoksun bırakılmasına ilişkin kararların da siyasî parti kapatma kararlarıyla aynı nitelikli oy çokluğu ile alınabileceği hükme bağlanmaktadır. Mevcut düzenlemede Anayasa Mahkemesinin nitelikli oy çokluğu nisabı beşte üç olarak belirlenmişken, getirilen düzenlemeyle bu nisap üçte ikiye yükseltilmektedir.
Anayasa Mahkemesinin kuruluşu, Genel Kurul ve bölümlerin yargılama usulleri, Başkan, başkanvekilleri ve üyelerin disiplin işleri kanunla; Mahkemenin çalışma esasları, bölüm ve komisyonların oluşturulma biçimi, bölümler arasındaki işbölümü ise İçtüzükle düzenlenecektir.
Bireysel başvuruya ilişkin incelemelerin kural olarak dosya üzerinden yapılması esası benimsenmektedir. Ancak Mahkeme, başvurunun niteliğine göre, gerekli gördüğü takdirde, duruşmalı inceleme de yapabilecektir.
MADDE 21- Askerî yargıyla ilgili 145 inci maddede yapılan değişikliğe paralel olarak, Askerî Yargıtayın kuruluşu, işleyişi, mensuplarının disiplin ve özlük işlerinin, mahkemelerin bağımsızlığı ile hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenmesi öngörülmekte ve mevcut metinde yer alan "askerlik hizmetinin gerekleri" ibaresi, yargı bağımsızlığının ve tarafsızlığının güçlendirilmesi amacıyla madde metninden çıkarılmaktadır.
MADDE 22- Maddeyle, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun oluşumu, Kurul üyelerinin nitelikleri ve seçimi, Kurulun çalışma usul ve esasları yeniden düzenlenmektedir.
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun mevcut yapısı, üye sayısının azlığı, üyelerin sadece yüksek yargıdan gelmesi, ilk derece mahkemelerini yönetmekle görevli olmasına rağmen Kurulda, buralarda görev yapan hâkim ve savcılardan hiçbir temsilcinin yer almaması, Kurul kararlarının tamamen yargı denetimine kapalı olması, Kurul kararlarına karşı etkili iç itiraz sisteminin öngörülmemiş olması, hâkim ve savcıların denetimi, haklarında inceleme ve soruşturma izni verilmesi, adalet müfettişlerinin atanması gibi önemli bazı yetkilerin Adalet Bakanına ait olması, Kurulun kendisine ait sekretaryasının, binasının ve bütçesinin bulunmaması gibi hususlar gerek iç ve gerekse uluslararası kamuoyunda eleştiri konusu yapılmıştır.
Bir yandan bu eleştirilerin karşılanması ve diğer yandan da Yargı Reformu Stratejisinde öngörüldüğü üzere, yargı bağımsızlığının ve hâkimlik teminatının güçlendirilmesi amacıyla, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısında önemli değişiklikler öngörülmektedir. Bu değişiklikler yapılırken, uluslararası belgeler ve diğer kişi, kurum, parti ya da sivil toplum kuruluşları tarafından hazırlanan anayasa taslakları göz önünde bulundurulmuştur. Bunların yanında mukayeseli hukuk uygulamaları da dikkate alınmıştır. Yüksek yargı kurullarıyla ilgili olarak mukayeseli hukuka bakıldığında, bu kurulların Fransa'da 18, İtalya'da 27, İspanya'da 21, Polonya'da 25 ve Portekiz'de 17 üyeden oluştuğu ve bu kurullarda hakim ve savcıların da yer aldığı görülmektedir.
Yapılan değişiklik kapsamında, öncelikle, Kurulun üye sayısı, yedi asıl ve beş yedek üyeden, yirmibir asıl ve on yedek üyeye yükseltilmektedir. Adalet Bakanı, Kurulun Başkanı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabiî üyesidir.
Kurulun üç daire ve Genel Kurul şeklinde çalışması öngörülmektedir. Kurul üyelerin geldiği kaynaklar çeşitlendirilmektedir. Bu bağlamda, Kurul üyelerinden dördü, yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri, üst kademe yöneticileri ve avukatlar arasından Cumhurbaşkanınca doğrudan seçilecektir. Bundan başka Kurulun;
•   Üç asıl ve iki yedek üyesi, Yargıtay üyeleri arasından, Yargıtay Genel Kurulu tarafından,
•   Bir asıl ve bir yedek üyesi, Danıştay üyeleri arasından, Danıştay Genel Kurulu tarafından,
•   Bir asıl ve bir yedek üyesi, Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulu üyeleri arasından, Akademi Genel Kurulu tarafından,
•   Yedi asıl ve dört yedek üyesi, birinci sınıf adlî yargı hâkim ve savcıları arasından, tüm adlî yargı hâkim ve savcıları tarafından,
•   Üç asıl ve iki yedek üyesi ise, birinci sınıf idarî yargı hâkim ve savcıları arasından, tüm idarî yargı hâkim ve savcıları tarafından,
seçilecektir.
Kurul üyeliklerinin herhangi bir nedenle boşalması halinde, o üyenin geldiği yerden seçilen yedek üye tarafından kalan süre tamamlanacaktır. Sadece Cumhurbaşkanının seçeceği üyelerin yedeği öngörülmemiştir. Cumhurbaşkanı kontenjanından gelen Kurul üyesinin, herhangi bir nedenle üyeliğinin boşalması halinde, Cumhurbaşkanı kısa süre içinde yeniden atama yapabilecektir. Kaldı ki, bu durum, Kurulun yeni oluşumunda, kanunla düzenlenmesi öngörülen toplantı ve karar yeter sayıları karşısında Kurulun çalışmalarını etkilemeyecektir.
Getirilen düzenlemelerden birisi de, Yargıtay, Danıştay ve Türkiye Adalet Akademisi genel kurulları ile ilk derece mahkemelerinde, dört yılda bir yapılacak seçimlerde, her seçmenin ancak bir aday için oy kullanmasına ilişkin hükümdür. Bu düzenlemenin iki amacı bulunmaktadır. Birincisi, seçimlerin tek seferde sonuçlandırılmasıdır. Gerçekten, Yargıtay Genel Kurulunda yapılan ve aday gösterilmek için salt çoğunluğun arandığı bu nitelikteki seçimlerin onlarca, hatta bazen yüzlerce defa tekrarlanması yoluna gidildiği görülmektedir. Benzer şekilde ilk derece mahkemelerinde yapılacak seçimlerde salt çoğunluğun aranması halinde de, aday gösterme seçimlerinin defalarca tekrarlanması söz konusu olabilecektir. Bu durum, yüksek mahkemelerin ve ilk derece mahkemelerinin çalışma performansını düşürecek ve esasen ağır iş yükü altında olan yargının ilave sorunlarla karşı karşıya kalmasına sebep olabilecektir. Getirilen düzenleme öncelikle bu olumsuzluğa meydan vermeme amacını içermektedir. Bu hükmün ikinci amacı ise, seçmen iradesinin sonuçlara en iyi şekilde yansımasıdır. Halen Yargıtay ve Danıştay genel kurullarında yapılan aday gösterme seçimlerinde, her aday adayının salt çoğunluğun oyunu alması aranmaktadır. Örneğin, Yargıtayda 250 üyenin olduğu düşünülürse, 126 oy alan kişi aday gösterilmektedir. Bu işlemler tekrar edilmekte ve aynı 126 oy, her üç aday adayını da belirleyebilmektedir. Buna karşın geriye kalan 124 kişinin iradesi hiçbir şekilde sonuçlara yansımamaktadır. Bu durum ise Anayasada öngörülen "temsilde adalet" ilkesi ile bağdaşmamaktadır. Bu amaçlarla, aday belirleme seçimlerine ilişkin söz konusu hüküm getirilmiştir. Getirilen bu hükümle, yapılacak seçimlerde "çoğunlukçu" değil, "çoğulcu" bir anlayışın benimsenmesi öngörülmüştür.
Getirilen bir diğer hükme göre, Kurulun Başkanı olan Adalet Bakanı ile Kurulun doğal üyesi olan Adalet Bakanlığı Müsteşarı dışındaki diğer Kurul üyeleri, kanunda belirlenenler dışında, başka bir görev alamayacak; Kurul tarafından başka bir göreve atanamayacak ve seçilemeyecektir. Bu nitelikteki Kurul üyelerinin hangi görevleri alabilecekleri ilgili kanunda gösterilecektir.
Mevcut düzenlemede olduğu gibi, Kurulun yönetim ve temsili Kurul başkanına, yani Adalet Bakanına ait olacaktır. Ancak, getirilen bir yenilik olarak, Adalet Bakanı, dairelerin toplantılarına katılamayacak ve oy kullanamayacaktır. Kurul üyeleri kendi arasından üç daire başkanı ve daire başkanlarından birini de Başkanvekili olarak seçecektir. Kurul Başkanı yetkilerinin bir kısmını, başkanvekiline devredebilecektir.
Kurulun görevleriyle ilgili mevcut düzenlemede yer alan hükümler esas itibariyle aynen korunmaktadır. Mevcut metinde "kadro dağıtma" işlemi de Kurulun görevleri arasında sayılmakla birlikte bu hüküm, daha önceden yapılan değişikliklerle anlamsız ve hükümsüz hale geldiğinden madde metninden çıkartılmıştır.
Kurulun görevlerine ilave olarak getirilen en önemli yenilik ise, halen Adalet Bakanlığına ait olan hâkim ve savcıların denetlenmesi yetkisinin tamamen Kurula devredilmesidir. Yine hâkim ve savcılar hakkında inceleme ve soruşturma izni, Kurulun ilgili dairesinin teklifi üzerine, Kurul Başkanının oluruyla verilecektir. Denetim ile inceleme ve soruşturma işlemleri, Kurul müfettişleri tarafından yapılacaktır. Kurul müfettişleri, muvafakatleri alınmak suretiyle Kurul tarafından atanacaktır. Buna karşın yargısal faaliyetler dışında kalan, icra, noter, cezaevi gibi mercilerin denetlenmesi ile savcıların tamamen idarî nitelikteki iş ve işlemlerinin denetimi Adalet Bakanlığına bağlı olarak görev yapan adalet müfettişleri ile hâkim ve savcı mesleğinden olan iç denetçiler eliyle yapılacaktır. Şu halde Kurula bağlı olan Kurul müfettişleri ile Adalet Bakanlığına bağlı olan adalet müfettişleri ayrı alanlarda görev yapacaktır.
Yürürlükteki düzenlemede, Kurul kararları tamamen yargı denetimine kapalı iken, yapılan değişiklikle meslekten çıkarma cezalarına ilişkin kararlar yargı denetimine açılmaktadır. Kurulun diğer kararları için ise etkili iç itiraz sistemi öngörülmektedir.
Mevcut düzenlemede, Kurulun kendi sekreteryasının olmaması, bu işlemlerin Adalet Bakanlığı tarafından yapılması, yine bina ve bağımsız bütçesinin bulunmaması eleştiri konusu yapılmaktaydı. Getirilen düzenlemeyle Kurula bağlı bir Genel Sekreterlik kurulmaktadır. Genel Sekreterlik, Kurulun tüm sekreterya işlemlerini yürütecektir. Yine Anayasa hükmü olarak yazılmamışsa da ilgili kanunlarda yapılması düşünülen değişikliklerle, Kurulun binasının ve bütçesinin olmasının sağlanması öngörülmektedir. Kurul Genel Sekreterinin birinci sınıf hâkim ve savcılar arasından, Kurulun teklif ettiği üç aday arasından Kurul Başkanı tarafından atanması hükme bağlanmaktadır. Yukarıda da değinildiği gibi Kurul müfettişleri ile Kurulda çalışacak hâkim ve savcıların atanması, muvafakatleri alınmak koşuluyla, Kurul tarafından yapılacaktır.
Adalet Bakanlığı merkez, ilgili ve ilişkili kuruluşlarında geçici veya sürekli olarak çalıştırılacak hâkim ve savcıları atama yetkisi ise Adalet Bakanına ait olacaktır.
Son olarak maddede, kanunla düzenlenmesi gereken hususlara yer verilmiştir.
MADDE 23- Maddeyle, Ekonomik ve Sosyal Konsey uygulaması anayasal dayanağa kavuşturulmaktadır. Demokratik sistem içinde ve uluslararası uygulamalarda; ekonomik ve sosyal politikaların oluşturulmasında, sivil toplum kuruluşlarının daha fazla görüş ve katkılarının alınması önem taşımaktadır.
Yapılan yeni düzenlemeyle; Ekonomik ve Sosyal Konseye, geniş bir yelpazede, toplumun çeşitli kesimlerinin temsilcilerinin katılımıyla, ekonomik ve sosyal sorunlar ile bunlara ilişkin çözüm yolları hakkında görüş üreten fonksiyonel bir kurumsal yapı kazandırılması hedeflenmektedir.
Avrupa Komisyonu ilerleme raporlarında, Türkiye'nin, ekonomik ve sosyal politikaların belirlenmesinde, iyi işleyen ve fonksiyonel bir yapıya kavuşturulmamış olması eleştiri konusu yapılmaktadır. Söz konusu eleştiriler de dikkate alınmak suretiyle anayasal dayanağı oluşturulan yeni Konsey yapılanması içinde; sivil toplum kuruluşları, meslek odaları ve hükümet temsilcileri bir araya gelerek, istişari nitelikte görüş bildirme fonksiyonu ifa edecektir.
Ekonomik ve Sosyal Konseyin kuruluş ve işleyişi kanunla düzenlenecektir.
MADDE 24- Maddeyle, demokrasi ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmayan, Anayasanın geçici 15 inci maddesi yürürlükten kaldırılmaktadır.
MADDE 25- Maddeyle Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına üç geçici madde eklenmektedir.
GEÇİCİ MADDE 18 - Siyasî partilerin kapatılması konusunda, Anayasanın 69 uncu maddesinde değişiklik yapılmış ve demokratik sistemin vazgeçilmez unsuru olan siyasî partilerin kapatılması zorlaştırılmıştır. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte, Anayasa Mahkemesi önünde derdest durumda olan kapatma davaları hakkında da Anayasanın 69 uncu maddesinde yapılan değişikliğin bir bütün olarak uygulanacağı hükme bağlanmaktadır.
GEÇİCİ MADDE 19 - Anayasa değişikliğinin yürürlüğe girmesinden sonra, mevcut Anayasa Mahkemesinin yapısının, yeni hükümlere uyarlanmasına ilişkin geçiş hükümleri düzenlenmektedir.
Anayasa Mahkemesinde halen görev yapan yedek üyelerin, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte asıl üye sıfatını kazanacakları öngörülmektedir.
Mahkemenin üye sayısının artırılması nedeniyle yapılacak yeni üye seçimlerinin hangi makam tarafından ve hangi kontenjanlardan seçileceği belirtilmektedir.
Bireysel başvuru müessesesinin alt yapısının hazırlanma süresi belirlenmektedir.
Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte, Anayasa Mahkemesi asıl veya yedek üyesi olanların görev süresinin, kazanılmış hak kapsamında, 65 yaşına kadar devam edeceği hükme bağlanmaktadır. Bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce, Mahkemede, değişik görevlere seçilmiş olanların, görevlerinin, seçildikleri sürenin sonuna kadar devam edeceği de hükme bağlanmaktadır.
GEÇİCİ MADDE 20- Anayasanın 159 uncu maddesinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısında önemli değişiklikler yapılması öngörülmüştür. Anayasa değişikliğinin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren, başta 2461 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu olmak üzere bir çok kanunda, çok sayıda değişiklik yapılması gerekmektedir. Bu değişikliklerin yapılmasının belirli bir zaman alacağı da açıktır.
Bu husus da göz önüne alınmak suretiyle, yeni Kurulun oluşması ve görevine başlayabilmesi için gerekli olan geçiş hükümleri bu maddede düzenlenmiştir. Bu bağlamda, üye sayısındaki artışın bir sonucu olarak, yeni üyelerin nasıl ve hangi süre içinde seçileceği, seçmeye yetkili merciler bazında hükme bağlanmaktadır.
Seçilen üyelerin göreve başlama zamanları belirlenmektedir. Mevcut Kurul üyelerinin seçildikleri sürenin sonuna kadar görevlerine devam edeceği öngörülmüştür.
Adlî ve idarî yargı hâkim ve savcıları arasından yapılacak seçimlerin, Yüksek Seçim Kurulunun genel yönetim ve denetimi altında yapılması öngörülmektedir. Bu seçimlerin; adlî yargı hâkim ve savcıları bakımından her ilde ve il seçim kurullarının yönetim ve denetiminde, idarî yargı hâkim ve savcıları bakımından ise, bölge idare mahkemelerinin bulunduğu illerde ve bölge idare mahkemesinin bulunduğu ildeki il seçim kurullarının yönetim ve denetimi altında yapılması hükme bağlanmaktadır.
İlgili kanunlarda gerekli düzenlemeler yapılıncaya kadar Kurul üyelerine ödenecek ücret ile Kurulun nasıl çalışacağına ilişkin temel ilkeler de bu maddede düzenlenmektedir.
MADDE 26- Madde, yürürlük ve halkoylamasına ilişkindir.
#1338
AK Parti Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ ve bir grup milletvekili, Anayasa değişikliği teklifini TBMM Başkanlığına sundu. İşte tam metin...

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASININ BAZI MADDELERİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN TEKLİFİ

MADDE 1- 7/11/1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 10 uncu maddesinin ikinci fıkrasının sonuna "Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz." cümlesi ve aynı maddeye ikinci fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiş, devamındaki fıkralar buna göre teselsül ettirilmiştir.

"Çocuklar, yaşlılar ve engelliler gibi özel surette korunması gerekenler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılamaz."

MADDE 2- Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 20 nci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

"Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir."

MADDE 3- Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 23 üncü maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyeti, ancak suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle hâkim kararına bağlı olarak sınırlanabilir."

MADDE 4- Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 41 inci maddesinin kenar başlığı "I. Ailenin korunması ve çocuk hakları" şeklinde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.

"Her çocuk, yeterli himaye ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir.

Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır."

MADDE 5- Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 51 inci maddesinin dördüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır.

MADDE 6- Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 53 üncü maddesinin kenar başlığı "A. Toplu iş sözleşmesi ve toplu sözleşme hakkı" şeklinde değiştirilmiş, üçüncü ve dördüncü fıkraları yürürlükten kaldırılmış ve maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.

"Memurlar ve diğer kamu görevlileri, toplu sözleşme yapma hakkına sahiptirler.

Toplu sözleşme yapılması sırasında uyuşmazlık çıkması halinde taraflar Uzlaştırma Kuruluna başvurabilir. Uzlaştırma Kurulu kararları kesindir ve toplu sözleşme hükmündedir.

Toplu sözleşme hakkının kapsamı, istisnaları, toplu sözleşmeden yararlanacaklar, toplu sözleşmenin yapılma şekli, usulü ve yürürlüğü, toplu sözleşme hükümlerinin emeklilere yansıtılması, Uzlaştırma Kurulunun teşkili, çalışma usul ve esasları ile diğer hususlar kanunla düzenlenir."

MADDE 7- Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 54 üncü maddesinin üçüncü ve yedinci fıkraları yürürlükten kaldırılmıştır.

MADDE 8- Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 69 uncu maddesinin üçüncü, dördüncü ve yedinci fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, altıncı fıkrasının sonuna "Meclis çalışmalarındaki oy ve sözler, Mecliste ileri sürülen düşünceler ile idarenin eylem ve işlemleri, odaklaşmanın tespitinde gözetilemez." cümlesi eklenmiş, dokuzuncu fıkrasındaki "beş yıl" ibaresi "üç yıl" şeklinde değiştirilmiş, altıncı ve dokuzuncu fıkralarındaki "temelli" sözcükleri, onuncu fıkrasındaki "temelli olarak" ibaresi ile beşinci ve sekizinci fıkraları yürürlükten kaldırılmıştır.

"Siyasî partilerin gelir ve giderlerinin amaçlarına uygun olması gereklidir. Bu kuralın uygulanması kanunla düzenlenir. Siyasî partilerin malî denetimi Sayıştay tarafından yapılır. Sayıştayca siyasî partilerin mal edinimleri ile gelir ve giderlerinin kanuna uygunluğunun tespiti, bu hususun denetim yöntemleri ve aykırılık halinde uygulanacak yaptırımlar kanunda gösterilir. Sayıştayın bu denetim sonunda vereceği kararlar kesindir.

Siyasî partilerin kapatılmasına ilişkin davalar, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının talebi üzerine, talebin Türkiye Büyük Millet Meclisine ulaştığı tarihte Mecliste grubu bulunan her bir siyasî partinin beşer üye ile temsil edildiği ve Meclis Başkanının başkanlığında oluşturulacak Komisyonun üye tam sayısının üçte iki çoğunluğu ve gizli oyla vereceği izin üzerine açılır ve Anayasa Mahkemesince kesin olarak karara bağlanır. Komisyonun kararları, yargı denetimi dışındadır. İzin talebinin Meclise ulaşmasından itibaren otuz gün içinde Komisyon oluşturulur ve Komisyon, kararını izin talebinin Meclise ulaşmasından itibaren en geç altmış gün içinde verir. Meclisteki siyasî parti gruplarınca, izin talebiyle ilgili görüşme yapılamaz ve karar alınamaz. İzin talebini karara bağlayacak Komisyonunun oluşumu, izin talebinin görüşülme usul ve esasları Meclis İçtüzüğüyle düzenlenir."

"Anayasa Mahkemesi, yukarıdaki fıkraya göre kapatma yerine, dava konusu fiillerin ağırlığına göre ilgili siyasî partinin Devlet yardımından kısmen veya tamamen yoksun bırakılmasına karar verebilir. Devlet yardımından yoksun bırakılma, bağlı olduğu kapatma davasının ve kararının usulüne tabi olup tek başına dava konusu yapılamaz."

MADDE 9- Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 74 üncü maddesinin kenar başlığı "VII. Dilekçe, bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkı" şeklinde değiştirilmiş, maddenin üçüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmış ve maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.

"Herkes bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkına sahiptir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bağlı olarak kurulan Kamu Denetçiliği Kurumu idarenin işleyişiyle ilgili şikâyetleri inceler.

Kamu Başdenetçisi Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından gizli oyla dört yıl için seçilir. İlk iki oylamada üye tamsayısının üçte iki ve üçüncü oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğu aranır. Üçüncü oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamada en çok oy alan iki aday için dördüncü oylama yapılır; dördüncü oylamada en fazla oy alan aday seçilmiş olur.

Bu maddede sayılan hakların kullanılma biçimi, Kamu Denetçiliği Kurumunun kuruluşu, görevi, çalışması, inceleme sonucunda yapacağı işlemler ile Kamu Başdenetçisi ve kamu denetçilerinin nitelikleri, seçimi ve özlük haklarına ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir."

MADDE 10 - Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 84 üncü maddesinin son fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır.

MADDE 11- Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 94 üncü maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"İlk seçilenlerin görev süresi iki yıldır, ikinci devre için seçilenlerin görev süresi ise o yasama döneminin sonuna kadar devam eder."

MADDE 12- Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 125 inci maddesinin ikinci fıkrasına "Ancak, Yüksek Askeri Şuranın Silahlı Kuvvetlerden her türlü ilişik kesme kararlarına karşı yargı yolu açıktır." cümlesi eklenmiş, dördüncü fıkrasının birinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Yargı yetkisi, idarî eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz."

MADDE 13- Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 128 inci maddesinin ikinci fıkrasına aşağıdaki cümle eklenmiştir.

"Ancak, malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri saklıdır."

MADDE 14- Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 129 uncu maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Disiplin kararları yargı denetimi dışında bırakılamaz."

MADDE 15- Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 144 üncü maddesi kenar başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"G. Adalet hizmetlerinin denetimi

MADDE 144- Adalet hizmetleri ile savcıların idarî görevleri yönünden Adalet Bakanlığınca denetimi, araştırma, inceleme ve soruşturma işlemleri adalet müfettişleri ile hâkim ve savcı mesleğinden olan iç denetçiler eliyle yapılır. Buna ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir."

MADDE 16 - Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 145 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"MADDE 145- Askerî yargı, askerî mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür. Bu mahkemeler; asker kişilerin, sadece askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri askerî suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler. Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her halde adliye mahkemelerinde görülür.

Savaş hali haricinde, asker olmayan kişiler askerî mahkemelerde yargılanamaz.

Askerî mahkemelerin savaş halinde hangi suçlar ve hangi kişiler bakımından yetkili oldukları; kuruluşları ve gerektiğinde bu mahkemelerde adlî yargı hâkim ve savcılarının görevlendirilmeleri kanunla düzenlenir.

Askerî yargı organlarının kuruluşu, işleyişi, askerî hâkimlerin özlük işleri, askerî savcılık görevlerini yapan askerî hâkimlerin görevli bulundukları komutanlıkla ilişkileri, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir."

MADDE 17- Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 146 ncı maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"MADDE 146 – Anayasa Mahkemesi onyedi üyeden kurulur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi; iki üyeyi Sayıştay Genel Kurulunun kendi başkan ve üyeleri arasından, her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden, bir üyeyi ise baro başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri üç aday içinden yapacağı gizli oylamayla seçer. Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılacak bu seçimde, her boş üyelik için ilk oylamada üye tam sayısının üçte iki ve ikinci oylamada üye tam sayısının salt çoğunluğu aranır. İkinci oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamada en çok oy alan iki aday için üçüncü oylama yapılır; üçüncü oylamada en fazla oy alan aday üye seçilmiş olur.

Cumhurbaşkanı; üç üyeyi Yargıtay, iki üyeyi Danıştay, bir üyeyi Askerî Yargıtay, bir üyeyi Askerî Yüksek İdare Mahkemesi genel kurullarınca kendi başkan ve üyeleri arasından her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden; üç üyeyi Yükseköğretim Kurulunun kendi üyesi olmayan yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri arasından göstereceği üçer aday içinden; dört üyeyi üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hâkim ve savcılar ile Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından seçer.

Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve Sayıştay genel kurullarından, Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday göstermek için yapılacak seçimlerde, her boş üyelik için, bir üye ancak bir aday için oy kullanabilir; en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır. Baro başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri üç aday için yapılacak seçimde de her bir baro başkanı ancak bir aday için oy kullanabilir ve en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır.

Anayasa Mahkemesine üye seçilebilmek için, kırkbeş yaşın doldurulmuş olması kaydıyla; yükseköğretim kurumları öğretim üyelerinin profesör veya doçent unvanını kazanmış, avukatların en az yirmi yıl fiilen avukatlık yapmış, üst kademe yöneticilerinin yükseköğrenim görmüş ve en az yirmi yıl kamu hizmetinde fiilen çalışmış, birinci sınıf hâkim ve savcıların adaylık dahil en az yirmi yıl çalışmış olması şarttır.

Anayasa Mahkemesi üyeleri arasından gizli oyla ve üye tam sayısının salt çoğunluğu ile dört yıl için bir Başkan ve iki başkanvekili seçilir. Süresi bitenler yeniden seçilebilirler.

Anayasa Mahkemesi üyeleri aslî görevleri dışında resmi veya özel hiçbir görev alamazlar."

MADDE 18 - Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 147 nci maddesinin kenar başlığı "2. Üyelerin görev süresi ve üyeliğin sona ermesi" şeklinde, birinci fıkrası ise aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Anayasa Mahkemesi üyeleri oniki yıl için seçilirler. Bir kimse iki defa Anayasa Mahkemesi üyesi seçilemez. Anayasa Mahkemesi üyeleri altmışbeş yaşını doldurunca emekliye ayrılırlar. Zorunlu emeklilik yaşından önce görev süresi dolan üyelerin başka bir görevde çalışmaları ve özlük işleri kanunla düzenlenir."

MADDE 19- Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 148 inci maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinin sonuna "ve bireysel başvuruları karara bağlar" ibaresi, üçüncü fıkrasındaki "Cumhurbaşkanını," sözcüğünden sonra gelmek üzere "Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanını," ibaresi eklenmiş, beşinci fıkrası "Yüce Divan kararlarına karşı yeniden inceleme başvurusu yapılabilir. Genel Kurulun yeniden inceleme sonucunda verdiği kararlar kesindir." şeklinde değiştirilmiş, maddeye ikinci fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkralar ve üçüncü fıkradan sonra gelmek üzere "Genelkurmay Başkanı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları ile Jandarma Genel Komutanı da görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divanda yargılanırlar." şeklinde yeni bir fıkra eklenmiş ve devamındaki fıkralar buna göre teselsül ettirilmiştir.

"Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tü¬ketilmiş olması şarttır.

Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.

Bireysel başvuruya ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir."

MADDE 20- Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 149 uncu maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"MADDE 149 – Anayasa Mahkemesi, iki bölüm ve Genel Kurul halinde çalışır. Bölümler, başkanvekili başkanlığında dört üyenin katılımıyla toplanır. Genel Kurul, Mahkeme Başkanının veya Başkanın belirleyeceği başkanvekilinin başkanlığında en az oniki üye ile toplanır. Bölümler ve Genel Kurul, kararlarını salt çoğunlukla alır. Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik incelemesi için komisyonlar oluşturulabilir.

Siyasî partilere ilişkin dava ve başvurulara, iptal ve itiraz davaları ile Yüce Divan sıfatıyla yürütülecek yargılamalara Genel Kurulca bakılır, bireysel başvurular ise bölümlerce karara bağlanır.

Anayasa değişikliğinde iptale, siyasî partilerin kapatılmasına ya da Devlet yardımından yoksun bırakılmasına karar verilebilmesi için üye tamsayısının üçte iki oy çokluğu şarttır.

Şekil bozukluğuna dayalı iptal davaları Anayasa Mahkemesince öncelikle incelenip karara bağlanır.

Anayasa Mahkemesinin kuruluşu, Genel Kurul ve bölümlerin yargılama usulleri, Başkan, başkanvekilleri ve üyelerin disiplin işleri kanunla; Mahkemenin çalışma esasları, bölüm ve komisyonların oluşumu ve işbölümü kendi yapacağı İçtüzükle düzenlenir.

Anayasa Mahkemesi Yüce Divan sıfatıyla baktığı davalar dışında kalan işleri dosya üzerinde inceler. Ancak, bireysel başvurularda duruşma yapılmasına karar verilebilir. Mahkeme ayrıca, gerekli gördüğü hallerde sözlü açıklamalarını dinlemek üzere ilgilileri ve konu üzerinde bilgisi olanları çağırabilir ve siyasî partilerin kapatılmasına ilişkin davalarda, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısından sonra kapatılması istenen siyasî partinin genel başkanlığının veya tayin edeceği bir vekilin savunmasını dinler."

MADDE 21- Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 156 ncı maddesinin son fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Askerî Yargıtayın kuruluşu, işleyişi, mensuplarının disiplin ve özlük işleri, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir."

MADDE 22- Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 159 uncu maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"MADDE 159- Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kurulur ve görev yapar.

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yirmibir asıl ve on yedek üyeden oluşur; üç daire halinde çalışır.

Kurulun Başkanı Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabiî üyesidir. Kurulun, dört asıl üyesi, nitelikleri kanunda belirtilen; yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri, üst kademe yöneticileri ile avukatlar arasından Cumhurbaşkanınca, üç asıl ve iki yedek üyesi Yargıtay üyeleri arasından Yargıtay Genel Kurulunca, bir asıl ve bir yedek üyesi Danıştay üyeleri arasından Danıştay Genel Kurulunca, bir asıl ve bir yedek üyesi Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulunca kendi üyeleri arasından, yedi asıl ve dört yedek üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adlî yargı hâkim ve savcıları arasından adlî yargı hâkim ve savcılarınca, üç asıl ve iki yedek üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş idarî yargı hâkim ve savcıları arasından idarî yargı hâkim ve savcılarınca, dört yıl için seçilir. Süresi biten üyeler yeniden seçilebilir.

Kurul üyeliği seçimi, üyelerin görev süresinin dolmasından önceki altmış gün içinde yapılır. Cumhurbaşkanı tarafından seçilen üyelerin görev süreleri dolmadan Kurul üyeliğinin boşalması durumunda, boşalmayı takip eden altmış gün içinde, yeni üyelerin seçimi yapılır. Diğer üyeliklerin boşalması halinde, asıl üyenin yedeği tarafından kalan süre tamamlanır.

Yargıtay, Danıştay ve Türkiye Adalet Akademisi genel kurullarından seçilecek Kurul üyeliği için her üyenin, birinci sınıf adlî ve idarî yargı hâkim ve savcıları arasından seçilecek Kurul üyeliği için her hâkim ve savcının; ancak bir aday için oy kullanacağı seçimlerde, en fazla oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilir. Bu seçimler her dönem için bir defada ve gizli oyla yapılır.

Kurulun, Adalet Bakanı ile Adalet Bakanlığı Müsteşarı dışındaki asıl üyeleri, görevlerinin devamı süresince; kanunda belirlenenler dışında başka bir görev alamazlar veya Kurul tarafından başka bir göreve atanamaz ve seçilemezler.

Kurulun yönetimi ve temsili Kurul Başkanına aittir. Kurul Başkanı dairelerin çalışmalarına katılamaz. Kurul, kendi üyeleri arasından daire başkanlarını ve daire başkanlarından birini de başkanvekili olarak seçer. Başkan, yetkilerinden bir kısmını başkanvekiline devredebilir.

Kurul, adlî ve idarî yargı hâkim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapar; Adalet Bakanlığının, bir mahkemenin kaldırılması veya yargı çevresinin değiştirilmesi konusundaki tekliflerini karara bağlar; ayrıca, Anayasa ve kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirir.

Hâkim ve savcıların görevlerini; kanun, tüzük, yönetmeliklere ve genelgelere (hâkimler için idarî nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetleme; görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hal ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma işlemleri, ilgili dairenin teklifi ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanının oluru ile Kurul müfettişlerine yaptırılır. Soruşturma ve inceleme işlemleri, hakkında soruşturma ve inceleme yapılacak olandan daha kıdemli hâkim veya savcı eliyle de yaptırılabilir.

Kurulun meslekten çıkarma cezasına ilişkin olanlar dışındaki kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulamaz.

Kurula bağlı Genel Sekreterlik kurulur. Genel Sekreter, birinci sınıf hâkim ve savcılardan Kurulun teklif ettiği üç aday arasından Kurul Başkanı tarafından atanır. Kurul müfettişleri ile Kurulda geçici veya sürekli olarak çalıştırılacak hâkim ve savcıları, muvafakatlerini alarak atama yetkisi Kurula aittir.

Adalet Bakanlığının merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında geçici veya sürekli olarak çalıştırılacak hâkim ve savcılar ile adalet müfettişlerini, muvafakatlerini alarak atama yetkisi Adalet Bakanına aittir.

Kurul üyelerinin seçimi, dairelerin oluşumu ve işbölümü, Kurulun ve dairelerin görevleri, toplantı ve karar yeter sayıları, çalışma usul ve esasları, dairelerin karar ve işlemlerine karşı yapılacak itirazlar ve bunların incelenmesi usulü ile Genel Sekreterliğin kuruluş ve görevleri kanunla düzenlenir."

MADDE 23 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 166 ncı maddesinin kenar başlığı "I. Planlama; Ekonomik ve Sosyal Konsey" şeklinde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

"Ekonomik ve sosyal politikaların oluşturulmasında hükümete istişarî nitelikte görüş bildirmek amacıyla Ekonomik ve Sosyal Konsey kurulur. Ekonomik ve Sosyal Konseyin kuruluş ve işleyişi kanunla düzenlenir."

MADDE 24 – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının geçici 15 inci maddesi yürürlükten kaldırılmıştır.

MADDE 25- Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına aşağıdaki geçici maddeler eklenmiştir.

"GEÇİCİ MADDE 18- Bu Kanunun 8 inci maddesiyle Anayasanın 69 uncu maddesinde yapılan değişiklikler, Anayasa Mahkemesinde görülmekte olan davalarda da uygulanır."

"GEÇİCİ MADDE 19- Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Anayasa Mahkemesinin mevcut yedek üyeleri asıl üye sıfatını kazanır.

Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren otuz gün içinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi bir üyeyi Sayıştay Genel Kurulunun ve bir üyeyi de baro başkanlarının gösterecekleri üçer aday içinden seçer.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin yapacağı üye seçimi için aday göstermek amacıyla;

a) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş gün içinde, Sayıştay Başkanı adaylık başvurusunu ilan eder. İlan tarihinden itibaren beş gün içinde adaylar Başkanlığa başvurur. Başvuru tarihinin sona erdiği günden itibaren beş gün içinde Sayıştay Genel Kurulunca seçim yapılır. Her Sayıştay üyesinin ancak bir aday için oy kullanabileceği bu seçimde en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır.

b) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş gün içinde, Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı adaylık başvurusunu ilan eder. İlan tarihinden itibaren beş gün içinde adaylar Türkiye Barolar Birliği Başkanlığına başvurur. Başvuru tarihinin sona erdiği günden itibaren beş gün içinde Türkiye Barolar Birliği Başkanlığının ilanında gösterilen yer ve zamanda baro başkanları tarafından seçim yapılır. Her bir baro başkanının ancak bir aday için oy kullanabileceği bu seçimde, en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır.

c) (a) ve (b) bentleri uyarınca yapılan seçimlerin sonucunda aday gösterilmiş sayılanların isimleri seçimin yapıldığı günü takip eden gün Sayıştay ve Türkiye Barolar Birliği başkanlıklarınca Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bildirilir.

ç) (c) bendi uyarınca yapılan bildirimden itibaren on gün içinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde seçim yapılır. Her boş üyelik için yapılacak seçimde, ilk oylamada üye tamsayısının üçte iki ve ikinci oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğu aranır; ikinci oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa bu oylamada en çok oy alan iki aday için üçüncü oylama yapılır; üçüncü oylamada en fazla oy alan aday üye seçilmiş olur.

Cumhurbaşkanı, birer üyeyi Yargıtay ve Danıştay kontenjanlarından olan ilk üyeliklerin boşalmasından sonra Yükseköğretim Kurulunun kendi üyesi olmayan yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri arasından göstereceği üçer aday içinden seçer.

Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday gösteren kurumların halen mevcut üyeleri ile kendi kontenjanlarından seçilmiş yedek üyeler, tamamlama seçiminde göz önünde bulundurulur.

Anayasa Mahkemesinde halen belli görevlere seçilmiş olanların bu sıfatları seçilmiş oldukları sürenin sonuna kadar devam eder. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte üye olanlar yaş haddine kadar görevlerine devam ederler.

Bireysel başvuruya ilişkin gerekli düzenlemeler iki yıl içinde tamamlanır. Uygulama kanununun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bireysel başvurular kabul edilir."

"GEÇİCİ MADDE 20- Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren otuz gün içinde aşağıda belirtilen esas ve usuller dahilinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeleri seçilir.

a) Cumhurbaşkanı, hâkimlik mesleğine alınmasına engel bir hali olmayan; yüksek öğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında en az onbeş yıldan beri görev yapan öğretim üyeleri, üst kademe yöneticileri ile meslekte fiilen onbeş yılını doldurmuş avukatlar arasından dört üye seçer. Cumhurbaşkanı, üst kademe yöneticileri arasından seçeceği Kurul üyesini, bakanlık, müsteşarlık, müsteşar yardımcılığı, valilik, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, kamu kurum ve kuruluşlarında genel müdürlük veya teftiş kurulu başkanlığı görevlerini yapanlar arasından seçer.

b) Yargıtay Genel Kurulu, Yargıtay üyeleri arasından üç asıl ve iki yedek üye seçer. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi gün içinde Yargıtay Birinci Başkanı adaylık başvurusunu ilan eder. İlan tarihinden itibaren yedi gün içinde adaylar Birinci Başkanlığa başvurur. Başvuru tarihinin sona erdiği günden itibaren onbeş gün içinde Yargıtay Genel Kurulu seçim yapar. Her Yargıtay üyesinin sadece bir aday için oy kullanabileceği seçimde, en fazla oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilmiş olur.

c) Danıştay Genel Kurulu, Danıştay üyeleri arasından bir asıl ve bir yedek üye seçer. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi gün içinde Danıştay Başkanı adaylık başvurusunu ilan eder. İlan tarihinden itibaren yedi gün içinde adaylar Başkanlığa başvurur. Başvuru tarihinin sona erdiği günden itibaren onbeş gün içinde Danıştay Genel Kurulu seçim yapar. Her Danıştay üyesinin sadece bir aday için oy kullanabileceği seçimde, en fazla oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilmiş olur.

ç) Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulu, kendi üyeleri arasından, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna bir asıl ve bir yedek üye seçer. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi gün içinde Türkiye Adalet Akademisi Başkanı adaylık başvurusunu ilan eder. İlan tarihinden itibaren yedi gün içinde adaylar Başkanlığa başvurur. Başvuru tarihinin sona erdiği günden itibaren onbeş gün içinde Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulu seçim yapar. Her üyenin sadece bir aday için oy kullanabileceği seçimde, en fazla oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilmiş olur.

d) Yedi asıl ve dört yedek üye birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş olan adlî yargı hâkim ve savcıları arasından, adlî yargı hâkim ve savcıları tarafından Yüksek Seçim Kurulunun yönetim ve denetiminde seçilir. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş gün içinde Yüksek Seçim Kurulu adaylık başvurularını ilân eder. İlân tarihinden itibaren üç gün içinde adaylar Yüksek Seçim Kuruluna başvurur. Başvuru tarihinin sona erdiği günden itibaren iki gün içinde Yüksek Seçim Kurulu adayların başvurularını inceler ve aday listesini belirleyerek ilân eder. Takip eden iki gün içinde bu listeye karşı itiraz edilebilir. İtiraz süresinin sona erdiği günden itibaren iki gün içinde itirazlar incelenir, sonuçlandırılır ve kesin aday listesi ilân edilir. Yüksek Seçim Kurulunun kesin aday listesini ilân ettiği tarihten sonraki ikinci Pazar günü her ilde, il seçim kurulunun yönetim ve denetimi altında yapılacak seçimlerde, o ilde ve ilçelerinde görev yapan hâkim ve savcılar oy kullanır. İl seçim kurulları o ilde oy kullanacak hâkim ve savcıların sayısına göre sandık kurulları oluşturur. Sandık kurullarının işlem, tedbir ve kararlarına karşı yapılan şikâyet ve itirazlar il seçim kurulunca karara bağlanır. Adaylar propaganda yapamazlar; sadece, Yüksek Seçim Kurulu tarafından belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde özgeçmişlerini bu iş için tahsis edilmiş bir internet sitesinde yayımlayabilirler. Bu seçimlerde her seçmen sadece bir aday için oy kullanabilir. Seçimlerde en çok oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilmiş olur. Kullanılacak oy pusulalarıyla ilgili diğer hususlar Yüksek Seçim Kurulu tarafından belirlenir. Yüksek Seçim Kurulu, oy pusulalarını kendisi bastırabileceği gibi gerektiğinde uygun göreceği il seçim kurulları vasıtasıyla bastırmaya da yetkilidir. Yapılacak seçimlerde, 26/4/1961 tarihli ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun bu bende aykırı olmayan hükümleri uygulanır.

e) Üç asıl ve iki yedek üye birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş idarî yargı hâkim ve savcıları arasından, idarî yargı hâkim ve savcıları tarafından Yüksek Seçim Kurulunun yönetim ve denetiminde seçilir. Bölge idare mahkemelerinin bulunduğu illerde, il seçim kurulunun yönetim ve denetimi altında yapılacak bu seçimlerde, o bölge idare mahkemesinde ve yargı çevresi içerisinde kalan yerlerde görev yapan idarî yargı hâkim ve savcıları oy kullanır. Bu seçimler hakkında da (d) bendi hükümleri uygulanır.

Birinci fıkranın (a), (ç), (d) ve (e) bentleri uyarınca seçilen Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun asıl üyeleri bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonraki otuzuncu günü takip eden iş günü görevlerine başlarlar.

Bu madde uyarınca seçilen üyelerin göreve başlamasını müteakip yapılacak ilk Kurul toplantısında, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun Yargıtaydan gelen yedek üyelerinden ad çekme suretiyle belirlenen bir üyesinin görevi sona erer. Kalan asıl ve yedek üyeler ise seçilmiş oldukları sürenin sonuna kadar görevlerine devam eder. Bu üyelerden görev süresini tamamlayanların yerine birinci fıkranın (b) bendi uyarınca seçilenler göreve başlarlar.

Bu madde uyarınca seçilen üyelerin göreve başlamasını müteakip yapılacak ilk Kurul toplantısında, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun Danıştaydan gelen asıl ve yedek üyelerinden ad çekme suretiyle belirlenen bir asıl ve bir yedek üyesinin görevi sona erer. Kalan asıl ve yedek üye ise seçilmiş oldukları sürenin sonuna kadar görevlerine devam eder. Bu üyelerden görev süresini tamamlayanların yerine birinci fıkranın (c) bendi uyarınca seçilenler göreve başlarlar.

Birinci fıkranın (b) ve (c) bentleri uyarınca seçilen üyelerden, üçüncü ve dördüncü fıkra uyarınca göreve başlayanların görev süresi, birinci fıkranın (a), (ç), (d) ve (e) bentleri uyarınca seçilen diğer Kurul üyelerinin görev süresinin bittiği tarihte sona erer.

İlgili kanunlarda gerekli düzenlemeler yapılıncaya kadar, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna seçilen asıl üyeler, Yargıtay daire başkanı için ilgili mevzuatında öngörülen tüm malî ve sosyal haklar ile emeklilik hakkından aynen yararlanırlar. Ayrıca, Kurulun Başkanı dışındaki asıl üyelerine, 30000 gösterge rakamının memur aylıklarına uygulanan katsayı ile çarpımı sonucu bulunacak miktarda aylık ek tazminat ödenir.

İlgili kanunlarda düzenleme yapılıncaya kadar, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu,

a) Anayasa hükümlerine aykırı olmamak kaydıyla, yürürlükteki kanun hükümlerine göre Kurul şeklinde çalışır.

b) İkinci fıkra uyarınca asıl üyelerinin göreve başladığı tarihten itibaren bir hafta içinde Adalet Bakanının başkanlığında toplanır ve bir geçici Başkanvekili seçer.

c) En az onbeş üye ile toplanır ve üye tam sayısının salt çoğunluğu ile karar verir.

ç) Sekreterya hizmetleri Adalet Bakanlığı tarafından yürütülür.

Kurul müfettişleri atanıncaya kadar, mevcut adalet müfettişleri, Kurul müfettişi sıfatıyla da görev yaparlar.

Bu madde hükümleri, ilgili kanunlarda gerekli düzenlemeler yapılıncaya kadar uygulanır."

MADDE 26 – Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer ve halkoyuna sunulması halinde tümüyle oylanır.
#1339
Morris Şinasi adını daha önce duymadıysanız, o halde arkanıza yaslanın ve bu ilginç hikayeyi okumaya başlayın.

Geçenlerde Manhattan'daki ofisime heyecanla giren arkadaşım beni Op.Dr. Fahrettin Er ile tanıştırdı. Op.Dr. Er, Manisa Merkez Efendi Devlet Hastanesi'nde  üroloji uzmanı olarak çalışan araştırmacı ruha sahip bir doktor.

Hayatını Manisa tarihini, kültürünü ve geçmişini araştırmaya adamış desek yeridir. Araştırdığı konulardan birisi de Moris Şinasi'nin çok ilginç hayat hikayesi.

Asıl adı Mouse (Musa) Aşkenazi olan Moris 9-10 yaşlarında kuş palazı hastalığına yakalanır, Manisa'daki yüzlerce çocuk gibi. Yıl 1864'tür. O tarihte çocukların gidebileceği tek bir hastane vardır Manisa'da. O da Kanuni Sultan Süleyman'ın annesi, Yavuz Sultan Selim'in karısı, Kırım Hanı Meng'li Giray'ın  kızı olan Hafsa Sultan'ın yaptırdığı Manisa Sultan Camii Darüşşifası'dır.

Küçük Mouse günlerce hastanede kalır. Sonunda iyileşir ve taburcu olma vakti gelir. Küçük Mouse'in babası tedirgin ve mahcup bir edayla, hiç parası olmadığını söyler hastanenin Başhekimi ve aynı zamanda küçük Mouse'nin de doktoru olan Şinasi Bey'e. Bunun üzerine Doktor, 'üzülmeyin, burası vakıf hastanesidir, parası olmayanlardan para alınmaz' der.

Bu konuşmayı odasında sessizce dinleyen küçük Mouse işte orada, o dakikada, bir gün zengin olursa eğer, doğup büyüdüğü bu beldeye bir hastane yaptıracağı sözünü verir kendi kendine. İşte Morris Şinasi'nin inanılmaz öyküsü böyle başlar.

15 yaşında, önce fakir ailesine destek sağlamak için Yahudi mezarlığında bekçi olarak işe girer.

Okuma bilmediğinden bir aileye mezar yeri gösteremeyince işinden olur. 1870 yılında Mısır'da  bir tütün tüccarının yanında çalışmaya başlar.

Kısa zamanda patronunun gözüne girer ve 1892 yılında patronundan aldığı 25 bin dolarla ABD'ye gider.

Gümrükten geçerken Mouse olan adını Morris diye, Aşkenaz olan soyadını ise bir vefa örneği olan hayatına silinmez izler bırakan onu ücretsiz tedavi eden doktoru Şinasi Bey'in adı ile değiştirir. Morris Şinasi adıyla yeni hayatına devam eder.

Yıll 1903'tür. Osmanlı ile ABD arasındaki tütün anlaşması Morris'in önünü açar. Ege tütününü iyi tanımaktadır.  Erkek kardeşi Solomon'u da Manisa'dan getirterek işlerini iyice büyütür.

Kurduğu fabrikada Türk tütünü kullanılmaktadır. Kısa zamanda üne kavuşur. Türkiye'den özellikle Manisa ve Akhisar civarından aldığı tütünleri yine bu bölgeden götürdüğü usta ve kalifiye işçilerle işler.

1903 yılında Selanik'te iş arkadaşı olan Jozef Ben Rubi'nin kızı Laurette ile tanışıp evlenir. Victoria, Juliette ve Altina isimli üç kızı ile Leon isimli bir erkek çocuğu olur. Artık çok zengindir. Yunan Yahudisi eşi için o döneme göre oldukça gösterişli bir malikane yaptırır.

Morris Şinasi Yunanistan'daki bir basın toplantısında kendisine uzatılan kağıdı yanındakine verir ve 'Ben okuma bilmem sen oku' der.

Bir gazetecinin 'okuma yazma bilmeden bu kadar zengin oldunuz, bir de tahsilli olsanız kim bilir ne olurdunuz?' diye sorunca Morris 'İyi bir mezar bekçisi olurdum.' cevabı verir.

SERVETİNİN DÖRTTE BİRİNİ HASTANEYE BAĞIŞLAR

1916 yılında şirketinin tüm haklarını Amerikan Tabacco Company'e satar. Ve iş hayatından çekilir. 

Morris Şinasi hayatını 1929 yılında kaybeder. Şinasi, 9 yaşındayken verdiği sözü tutmuştur. Ölümünün ardından vasiyeti açıklanır. Ve Ameirka'yı kasıp kavuran o büyük buhran döneminde tüm birikiminin neredeyse 4'te birini Manisa'da hastane yapılması için bağışladığı ortaya çıkar.

'Vasiyeti doğrultusunda vakfedilen bir milyon dolarlık bağışın 180 bin doları hastanenin inşaatına ve gerekli donanımın alınmasına, bakiye 820.000.- doların ise menkul kıymetlere yatırılıp bu yatırımdan elde edilecek gelirin, her yıl hastaneye gönderilmesine karar verilir. Chemical Bank temsilcisi Huntington Turner, Ankara'ya gidip Dr. Refik Saydam ve başvekil İsmet İnönü ile görüşür ve 27 Mayıs 1930 tarihinde Ankara'dan ayrılır.

Ayrılmasından hemen sonra Dr. Refik Saydam, Chemical Bank and Trust Co.'nun gönderdiği yazıda hastanenin inşaası için nakden ödenecek olan 180 bin dolarlık tutarla kırk yataklık bir hastanenin inşa edilebileceğini bildirir. Turner'a, kendisinin teklif ettiği gibi, vakfedilen 820.000.- dolarlık kısmın menkul kıymetlere yatırılmasından elde edilecek yıllık yaklaşık otuzüç-bin dolar gelirin her yıl hastaneye bağışlanmak üzere T.C. Ziraat Bankası A.Ş.'ye havale edilmesinin uygun olduğunu söyler.' *

Ardından Hastane'nin kurulması çalışmalarına başlanır.

'1932 yılında doların Türk lirası karşılığı ortalama değeri 2,1193 liradır. Dolayısıyla yıllık toplam 28.560.- lira tutarındaki personel maaşları yaklaşık 13.500.- dolara tekabül etmekte olup vakfedilen 820.000.- doların yıllık menkul sermaye geliri hem personel hem de diğer hastane giderlerini rahatça karşılayabilmektedir. 

Morris Şinasi'nin vakfettiği 820.000.- dolar yatırıldığı menkul kıymet fonu Chemical Bank tarafından yönetilmeye devam eder. Chemical Bank 31 Mart 1996 tarihinde 'The Chase Manhattan Bank' ile birleşir ve fon The Chase Manhattan tarafından devralınır. Fon banka tarafından başarılı bir şekilde yönetildiğinden 1933 yılından beri her yıl düzenli bir şekilde yıllık getirişi Morris Şinasi Hastanesi'ne bağışlanmaya devam eder.'*

*Musa'nın Evlatları Cumhuriyet'in Yurttaşları - Rıfat N.Bali - Sayfa:83-101 - İletişim  Yayınları - İstanbul  2003^

http://www.haber7.com/haber/20100214/Saglik-Bakanliginin-teptigi-buyuk-servet.php

Not: Yazının orijinalinde Manisa'daki hastanenin bir başka hastane ile birleştirildiği ve Morris Şinasi'nin adının bu yeni hastanede yaşatılmadığı ve bu sebeple de vasiyet hükümlerini yerine getiren bankanın para ödemeye yanaşmadığı ifade ediliyordu. Ancak bu kısımlar sonrada açıklığa kavuştuğundan (ismin yaşatılması ve paranın ödenmesi hususlarında herhangi bir sorun yok) bu kısımları yazıdan çıkardım. İsteyen linkten yazının orijinalini okuyabilir.
#1340
Şehriban OĞHAN'ın haberi

Olurdu olmazdı derken hayatımıza giriveren sigara yasağını daha tam hazmedemeden, dünya yeni bir yasağa gebe. Sigara yasağının da ilk uygulayıcılarından olan ABD, New York Kent Meclisi'ne sunulan ve yemeklere tuz koyan aşçılara ceza verilmesini öngören tasarıyla, şimdi tuz yasağını tartışıyor. Gerekçe aynı: Sağlık. Zira üç beyazın en tehlikelisi tuz kalbi yaralıyor.

Peki, diğer toplumlardan iki kat fazla tuz tüketen bizler, "Çengelköy bademi tuzsuz mu yenir!" nidalarıyla bu yaraya tuz basmayı sürdürecek miyiz? Yoksa olası yasak, tıpkı sigarada olduğu gibi dalga dalga yayılıp bizi de mi sarmalayacak?

BİZİM MECLİS'TEN GEÇMEZ
Zafer Üskül (TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı, diyabet hastası)

Dünyanın her yerinde değişik sağlık sorunları olan insanlar, sorunlarının gerektirdiği diyeti yaparlar. Ancak bu diyetin ne olacağına hekimler, diyetisyenlerle birlikte karar verirler. Tansiyon hastaları tuzdan kaçınırlar; diyabetliler şekerden, hamur işlerinden. Elbette sağlığı bozuk kişiler için de uygun mönüler olmalıdır. Yurtdışında diyabetliler için çok çeşitli ürün bulabiliyorsam Türkiye'de de bulabilmeliyim. Ama böyle hastalar veya bu tür hastalık riskleri var diye tüm insanları şekerden, tuzdan mahrum bırakamaz, tatlıyı yasaklayamazsınız. İkisini birbirinden ayırmalıyız. Bu, insan hakları açısından kabul edilebilir değil. Bu olası yasağın dünyaya yayılması ve Türkiye'de uygulanmasını ihtimal dışı görüyorum. Böyle bir kararın bizim Meclis'ten geçeceğini de tahmin etmiyorum.

ÖNCE GDO'LARI YASAKLAYALIM
Mehmet Gürs (Restoran ve işletmecilik eğitimini ABD'de tamamladı; Mikla Restoran'ın sahibi)

Tamam hepimiz biliyoruz; fazla tuz sağlığa zararlı ama restoranlarda tuzu yasaklamak delilik. Bırak o tercih bana kalsın. Ona gelmeden bütün GDO'ları yasaklamak gerek. Konserveler, cipsler, hazır, proses edilmiş gıdalar, asıl vahşi tuz oranı bunlarda. Bunlardaki tuz oranı azaltılsa belki de sorun ortadan kalkacak. Evet, restoranlarda evlerden daha fazla tuz kullanılıyor; çünkü tuz lezzeti artırıyor. Bence mutfak için en önemli tat geliştirici tuz. Bazen çikolatalı tatlının içine de tuz konulabiliyor; zeytinyağlılara şeker konulduğu gibi. Ancak bir yemekte tuz dengesi çok önemli. Tuzu tat yoğunlaştırıcı olarak kullandığınızda yemeğin tadını arttırıyor ama onu fazla kaçırdığınız an yemek lezzetli değil tuzlu oluyor. Fazla tuzlu yemek, kayatuzu yalamak kadar sevimsiz.

ÇENGELKÖY BADEMİ TUZLAMADAN YENİLİR Mİ?
Deniz Gürsoy (Araştırmacı, yazar; "Hayatın Tadı Tuz" kitabı yakında çıkacak)

Tuz sofrada eklenebileceğinden özgürlüğe kısıtlama getirilmeyeceği düşünülüyor. Oysa tuzun pişen yemeğin nefasetine büyük katkısı var. Bazı yemeklerde lezzet, pişme sırasında atılan tuzla sağlanır. Hatta bazılarında pişme etabının neresinde tuz atılacağı bile önemli. Mesela pilavı ocaktan indirmeden en geç on dakika önce tuz atılmalıdır. Yoksa sofrada atılan tuz pirince ulaşmaz. Bazılarında ise tuz atılmazsa yemek tutmaz. Amaç sadece beslenmeyse tuz olmasa da olur. Fakat eğri oturalım, doğru konuşalım: Çengelköy bademini boylamasına dörde bölmüşsünüz, tuzlamadan yemek olur mu? Sonra haşlanmış veya kızarmış patates, yumurta? Peki tuzsuz ayranı içebilir misiniz? Ben yüksek tansiyon hastasıyım. Doktorum tuzu azaltmamı söyledi ve uzun bir pazarlık sonucunda damak zevkim için yemek yediğimi anlatınca sofrada tuz ilave etmeden tuzlu yiyebileceğim konusunda anlaştık. Tuzu azaltmaya varım da, hepten unutmaya hiç mi hiç niyetim yok.

DOĞAL BESİNLERDEN ALDIĞIMIZ TUZ YETERLİ TUZLUKLAR KALKARSA HEDEFİMİZE ULAŞMIŞ OLACAĞIZ
Prof. Dr. Gültekin Süleymanlar (Türk Nefroloji Derneği Başkanı)

2009'da yaptığımız çalışmaya göre her üç kişinin birinde hipertansiyon var. Yani yetişkin yaş grubunun (18 yaş üstü) yüzde 32.5'inde. Böbrek, şeker ve kalp hastalıklarında da çok hızlı artış var. Dolayısıyla bizim de birtakım tedbirler almamız gerekiyor. Tuz bu tedbirlerin sadece birisi. Ekmeğimiz bile dünya ekmeklerinden daha tuzlu. Hastalarımıza, tuzsuz ekmek yiyin, zeytinden uzak durun, ev salçası kullanmayın diyoruz; bir de tuzluğu kaldırırsanız zaten hedefimize ulaşılıyor. Tuzlu yemek, edinilmiş bir alışkanlık. Bu nedenle bebeklikte ilk yıl tuz kısıtlı verildiğinde hipertansiyon riski düşük oluyor. Tuz da hayatın vazgeçilmezi değil. Besinlerden aldığımız tuz yaşamımız için yeterli, bir de yemeğe tuz atmaya gerek yok. Ama bizim insanımız taviz vermiyor. Bir hastam "lanet olsun böyle tuzsuz yemeğe" diyerek tencereleri dördüncü kattan aşağı atmıştı. Böyle bir yasağın Türkiye'de uygulanabileceğini sanmıyorum.

BELKİ TORUNLARIMIZ GÖREBİLİR AMA BÖYLE BİR YASAK GEREKLİ
Ümit Yüksel (Türkiye Aşçılar Milli Takım Kaptanı, Sheraton İstanbul Maslak Hotel Executive Chef)

Ortaçağ'dan beri ekmeği hep bandırarak yemişiz ya, tuzsuz yemek kimyamızı bozar; 6 gramla lezzetli yemek mümkün değil. Zira Ortadoğu kültürüyle yoğunlaşmışız ve her etnik köken yemeği bizde mevcut. Mezeli akşam sofralarına bayılıyoruz. Hangi mezenin tuz oranı yüksek değil ki? Çiroz, lakerda tamamen tuz içinde yapılıyor. Fümeler ve haydaride de tuz oranı normalin üzerinde. Çorba tuz tüketimini çok artırıyor. Çorbasız akşam yemeğine oturulmayan Orta Anadolu'da ölüm 60'lı yaşlarda yakalıyor, Ege'de ise yemeğe zeytinyağlı ile başlanıyor ve ortalama ömür yaşı 75. Pizzada da tuz oranı çok yüksek. Bir kilo unun içine 20 gram tuz atıyorsunuz. Sosuna 3 gram, üzerindeki ürünlerde 5 gram derken, 14-15 gram tuz sadece bir pizzadan geliyor. Böyle bir yasak gerekli ancak belki torunlarımızın torunları görebilir. Ama belki sağlıklı restoran konseptleri açılmasına katkı sağlar.

3 GRAMLIK BİR AZALTMAYLA BİRLERCE HAYAT KURTARABİLİRİZ
Prof. Dr. Vedat Sansoy (İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji Enstitüsü Kardiyoloji Anabilim Dalı)

Türkiye'de kalpten ölümlere fazla tuz tüketiminin katkıda bulunduğu kesin ama bunun etkisi için bir rakam vermek mümkün değil. Saygın tıp dergilerinden "New England Journal of Medicine"in 2010 Ocak sayısında günlük tuz alımında yapılacak 3 gramlık azalmayla ABD'de yıllık kalp krizlerinin 54-99 bininin ve herhangi bir nedene bağlı ölümlerin 44-99 bininin önlenebileceği öngörülmüş. Aşçılara yemeklere tuz koyduğu için ceza verilmesi aşırı bir uygulama ancak yemek siparişi verilirken tuz konusunda isteğe göre yemeğin hazırlanması çok yerinde. Toplum sağlığı için mutlaka ulusal eylem planı hazırlanmalı, kamuoyu tuz ve zararları konusunda bilgilendirilmeli, yiyeceklerdeki tuz miktarının azaltılması ve gıda paketleri üzerine günlük tuz ihtiyacının ne kadarını içerdiğinin yazılması faydalı olur.

JAPONLARDAN AZ, ABD'DEN ÇOK TÜKETİYORUZ

Araştırmalar, normali günlük 5-6 gram olan tuz tüketiminin, Türkiye'de 18 gram olduğunu, Türklerin ABD ve İngilizlere oranla iki kat daha fazla tuz tükettiğini gösteriyor. Prof.Dr. Gültekin Süleymanlar, Amazon havzasında bazı kabilelerin eski yaşam tarzlarını muhafaza ettiklerini belirterek günlük tuz tüketiminin bizim onda birimiz kadar olduğuna işaret ediyor ve "Onlarda tansiyon problemi yok" diyor. Süleymanlar'a göre tuzlu balık ve deniz ürünleriyle beslenen Kuzey Japonya'da ise tuz tüketimi bizim üç katımız kadar.

ERKEKLER DAHA FAZLA TÜKETİYOR

Türk Hipertansiyon ve Böbrek Hastalıkları Derneği'nin 14 ilde 1970 kişi üzerinde yaptığı araştırma Türk erkeklerinin kadınlardan daha fazla tuz tükettiğini ortaya koyuyor. Ağır yemeklere alışkın erkekler günde 19.3 gram tuz tüketirken, kadınların günlük tüketimi 16.8 gram. Aynı çalışma öğrenim durumu arttıkça tuz tüketiminin azaldığı saptaması da yapıyor. Araştırmaya göre kırsal bölgede yaşayanlardaki hipertansiyon artış hızı da daha yüksek. Şişmanlık da vücutta tuz tutmaya meyil yaratan bir metabolik hastalık gibi değerlendiriliyor. Doktorlar tuz kısıtlamasıyla hipertansiyonun önüne geçilip kalp, böbrek ve beyin hastalıklarının engellenebileceğini savunuyor.

TUZUN ALTERNATİFİ SİRKE

Bazı gurmeler tuzun alternatifsiz olduğunu savunurken Türkiye Aşçılar Takım Kaptanı Ümit Yüksel ilginç alternatifler öneriyor: "Kaliteli sirke tuzu aratmaz. Mesela Balsemiko sirkesi kullandığınızda tuz atmadığınızın farkına varmazsınız. Taze kurutulmuş baharatlar da özellikle et yemeklerinde tuzu çok fazla aratmaz. Kırmızı toz biber de tuza alternatif olabilir."

MICHELIN'Lİ MASALARDA TUZ ŞEFE HAKARET

Yemek konusunda araştırmacı-yazar Deniz Gürsoy, Michelin yıldızlı restoranlarda masada tuzluk ve biberliğin yer almadığına işaret ediyor. Zira müşterinin yemeğe ilave tuz katması şefin tuzu ayarlayamamış olduğu anlamına geliyor ve şef de bunu hakaret sayıyor.

YEMEĞİ TATMADAN TUZ ATMA TARTIŞMASI

Uluslararası firmalara iş başvurusu yapanlara, "Görüşmeniz yemekte olacaksa, yemeğin tadına bakmadan tuz dökmeyin. Önyargılı olduğunuz, problemi tespit etmeden çözüm ürettiğiniz gerekçesiyle işe alınmayabilirsiniz" uyarısı yapılır. O zaman Türklerin çoğu önyargılı diyebilir miyiz? Mehmet Gürs, Türklerde bunu önyargıyla değil, nezaketle açıklıyor: "Yemeğe tadına bakarak tuz konulduğunda o yemeğin beğenilmediği anlamına geleceği gerekçesiyle bizde bu durum zamanla kültürel bir alışkanlık halini almış." Türkiye Aşçılar Milli Takım Kaptanı Ümit Yüksel ise iğneyi kendimize batırıyor: "Demek ki Türk milleti olarak yeterince lezzetli yemekler yapmıyoruz!"

MARKET ALIŞVERİŞLERİNE DİKKAT

Türk Hipertansiyon ve Böbrek Hastalıkları Derneği Genel Sekreteri Doç. Dr. Ülver Derici uyarıyor:
* Market alışverişlerimizde alacağımız ürünün içeriğine bakmak alışkanlık haline getirilmeli. Eğer 100 gramında 1.5 gram tuz (0.6 gram sodyum) varsa yüksek tuzlu ürün, 0.6 gram tuz (0.1 gram sodyum) varsa düşük tuzlu ürün grubuna girer.
* Bir porsiyon döner-kebap yendiğinde 8.6 gram, bir porsiyon pizzada 4, hamburger ve patates kızartmasında 2.9, kızarmış balık ve patates kızartması yendiğinde 1.2 ve 100 gram ekmek yendiğinde 1.4 gram tuz tüketiliyor. Size sormadan çayınıza ya da kahvenize şeker ekleyebiliyorlar mı? Öyleyse neden size sormadan yemeklerinize tuz ekleyebiliyorlar?

HİMALAYA ELMAS, DENİZ TUZU LİNYİT

Dünyanın en iyi kristal tuzlarından biri olarak tanımlanan Himalaya tuzunun yaygınlaştırılması için çalışan "Yaşamın Gizemi: Su ve Tuz" kitabının yazarı Yücel Aydemir, tuzu önce doğal tuz ve rafine edilmiş sofra tuzu olarak ikiye ayırıyor. Doğal tuzu da deniz tuzu, kaya tuzu ve kristal tuz olarak üçe... Kaya ve deniz tuzu ile kristal tuz arasındaki farkı ise ilginç bir benzetmeyle açıklıyor: "Aynı karbon atomlarından yapılmış olmasına rağmen aradaki fark elmasla, linyit (kömür) arasındaki fark gibi." Aydemir'e göre rafine edilmiş saf sodyumklorür olan sofra tuzu vücut için çok agresif bir madde: "Çünkü sodyumklorür insan vücudunda kendi başına reaksiyonlara girer. Bu nedenle vücut sofra tuzunu vücuttan dışarı atmaya çalışır. Onu yalnızca suyla dışarı atar. Ancak toplumun büyük çoğunluğu su içmeye küstüğünden, vücut bu sofra tuzunu dışarı atamıyor. Aşırı sofra tuzu, yüksek tansiyona, kemik ağrılarına, mide ve bağırsak kanseri gibi birçok sağlık sorununa sebep oluyor.

7 MİLYAR DOLARLIK EKONOMİ

Çeşitli kaynaklara göre tam 120 ülkede tuz üretiliyor. Dünya tuz üretimi yıllık 220 milyon tonu buluyor ve bu da yaklaşık 7 milyar dolarlık bir ekonomi. ABD 40 milyon tonla en büyük üretici. Onu, 30 milyon tonluk üretimle Çin izliyor. Tuz üretiminde 2.5 milyon tonla 19. sırada yer alan ülkemizde her yıl evlerde 300, gıda sanayinde 400, diğer ağır sanayilerde ise 1.5 milyon ton tuz kullanılıyor.

http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=14233135