Haberler:

deneme

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - kilimanjaro

#1361
Öğrencilerin ilginç zam protestosu

Önceki gün, ODTÜ ve Hacettepe Üniversiteleri'nde ulaşım zammını protesto eden öğrenciler, bu kez de otobüs şoförlerini alıkoyup, araçlara ulaşım zammını protesto eden yazılar yazdı.

ODTÜ ve Beytepe'de bindikleri otobüslerde kart basmayarak toplu taşım ücretlerini protesto eden 127 öğrenci çevik kuvvet ekipleri tarafından göz altına alınmıştı. Gözaltı olayına tepki olarak öğrenciler, gece geç saatlerde iki belediye otobüsünü durdurdu ve şoförünü etkisiz hale getirerek, otobüslerin üzerine protesto yazıları yazdı. Bir diğer olay ise Mamak'ın Tuzluçayır semtinde gerçekleşti. Burada da bir grup, belediye otobüsünü zorla durdurarak, otobüsü boyamaya kalkıştı.

Olaylarla ilgili basın toplantısı düzenleyen Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, eylemlerin Türk Ceza Kanunu'nun (TCK)14 maddesine aykırı olduğunu ve suç teşkil ettiğini ifade ederek, "Bu eylemler aynı üniversitelerde devam ederse, buraya olan seferlerimizi kesmek zorunda kalabiliriz." dedi.

Başkent'te toplu taşımanın mahkemeye taşınmasından sonra bu sefer de protesto gösterileri baş göstermeye başladı. Metro ve otobüslerde üst üste üç ulaşım zamlarına tepki gösteren ve öğrencilerin oluşturduğu gösteriler, ODTÜ ve Hacettepe Üniversiteleri'nde yoğunlaştı. Kampüslere hizmet veren belediye otobüsleri öğrenciler tarafından alıkonarak, otobüslerin üzerine 'Ulaşım haktır satılamaz', 'Gökçek, elini cebimizden çek', 'Gözaltılar serbest', 'Ücretsiz ulaşım istiyoruz', 'Sen ben yokuz, biz varız', 'isyan', 'kaos', 'Melih, al sana kaos' yazıldı.

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, son üç günden bu yana otobüslerini hedef alan gasp olayları yaşandığını ifade ederek, "Böyle bir olayı kabul edebilmek mümkün değil. Her eylemin arkasındaki kişileri biliyoruz. Bundan da ciddi endişeler duyuyoruz. Araçlara yazılan yazılar, bu kişilerin kimliklerini ortaya koyuyor. Eylemler, devlet ve kamu faaliyetlerini gasp ve müdahaledir. Olayları yapanlar TCK'nın 14 maddesine aykırı faaliyette bulunarak suç işliyor." dedi. Kamu adına hizmet verdiklerini belirten Gökçek, bunu kim engellemeye çalışırsa yasal yollara başvuracaklarını ve sonuna kadar takipçisi olacaklarını vurguladı. Gökçek, olaydan sonra ODTÜ rektörüyle de görüştüğünü ve kendisinin olayları engellemeye çalıştıklarını aktardığını söyledi.

Tüketici derneklerine de tepki gösteren Gökçek, "Nedense Ankara ve İstanbul'daki ulaşım zamları davalık oluyor. İzmir'e dava açılmıyor?" dedi.

Otobüs şoförlerine de hitap eden Gökçek, buna benzer bir olay yaşadıklarında derhal emniyet güçlerine başvurmalarını ve kimlik tespitinde yardımcı olmaları tavsiyesinde bulundu. Gökçek, Mamak Tuzluçayır'da yaşanan olaylarda bir televizyon kanalının anlaştığını savunarak, söz konusu televizyon kanalına da suç duyurusunda bulunacaklarını söyledi.

Gökçek, Tuzluçayır'da çalıştığı otobüse müdahale edilmesine izin vermeyen ve direnen Celal Sağdıç adlı şoförü de 5 bin TL ile ödüllendirdi. (CİHAN) 

http://www.samanyoluhaber.com/s_401538_ogrencilerin-ilginc-zam-protestosu.html
#1362
33 yıl önce bugün İstanbul Üniversitesi'nde solcu öğrencilerin üzerine bomba atıldı.
7 öğrenci öldü. 41'i yaralandı.
Ecevit hükümeti yeni kurulmuştu.
Her taraf provokasyon kokuyordu.
Dönemin Emniyet Müdür muavini, 7 Mart günü şube müdürlüklerine bir uyarı yazısı yazmış, "8-10 gün içinde solcu öğrencilerin üzerine dinamit atılacağı istihbaratı aldıklarını" bildirmişti.
"8-10 gün içinde" beklenen saldırı, 9. günde geldi.
* * *
9 gün öncesinden bilinen ve adeta beklenen bu kanlı saldırı, Türkiye'de sonradan olacakların habercisiydi.
2.5 yıl sürecek ve ülkeyi askeri darbeye sürükleyecek büyük eylemlerin öncülerindendi.
1 Mayıs katliamından 10.5 ay sonra, 7 TİP'li gencin öldürülmesinden 7 ay önceydi.
Sonradan tanışacağımız aktörlerin çoğu işin içindeydi:
Tahrip kalıbı, ABD'den Silahlı Kuvvetler'e hibe edilmişti.
Bombayı bir yüzbaşı, Ülkücü Gençlik Derneği Şube Başkanı Abdullah Çatlı'ya teslim etmişti.
O da bunu Zülküf İsot'a vermişti.
Bombayı 21 yaşındaki Zülküf atmıştı.
* * *
Türkiye'nin tarihini değiştiren günlerin öykülerini işlediğimiz "O Gün" belgeselini hazırlarken, "10 önemli gün" arasına 16 Mart'ı da almıştık.
Bu belgesel için Barış Duran'la birlikte bir dizi söyleşi yapmıştık. Tanıklardan biri de Zülküf İsot'un ablası Remziye Akyol'du.
Zülküf eylemden sonra ablasının yanına sığınmıştı.
Sabaha kadar "Olmamalıydı... günah oldu... çok pişmanım" diye sayıklamıştı. Ertesi gece de ablasının dizine yatıp gözyaşları içinde her şeyi anlatmıştı:
"Oraya bir minibüsle gittik" demişti.
"Minibüste polisler de vardı. Bombayı onlar atacaktı. Ama son anda karar değiştirdiler. Bombayı bana attırdı Allahsızlar..."
Bomba patladığında doğan panik, yaşıtlarının çığlıkları, fışkıran kanlar gözünün önünden gitmiyordu.
Ablası, "Gel teslim ol. Polise itiraf et" demişti.
İkna olmuştu İsot...
Ama bir hata yaptı. Bu kararını en samimi arkadaşına açtı.
Örgüte haber uçtu.
"Davadan dönen" Zülküf İsot, en yakın arkadaşınca vuruldu.
* * *
16 Mart katliamı davası 10 yıl çözülemedi.
Bombayı yiyen öğrenciler mezun olup avukat cübbesi giydiler. 1995'te, katliamdan 17 yıl sonra davayı yeniden açtılar. Bu kez Zülküf'ün ablası da tanıklık etti.
Ertesi yıl Susurluk kazasıyla derin devlet açığa çıktı. 16 Mart'taki birçok ismin sonraki marifetleri belgelendi.
Ancak yine de devlet, ser verdi sır vermedi. Belgeler, tanıklar gizlendi.
Ve geçen hafta Yargıtay'ın aldığı bir kararla "16 Mart dosyası", 33 yıl sonra zaman aşımı nedeniyle tamamen kapatıldı.
Bombayı Silahlı Kuvvetler'e verenler, ordudan çalıp ülkücülere teslim edenler, ülkücüleri eyleme taşıyan polisler, polislerin saldırganları takip etmesini engelleyenler, itiraf etmek isteyenleri öldürenler, açık vermeyen bir koruma kalkanı sayesinde tam 33 yıl gizlenip sonunda rahata erdiler.
"Derin devlet"in zafer haftasıydı geçen hafta...
"16 Mart Adaletten Kurtuluş Bayram"ları kutlu olsun!

http://www.milliyet.com.tr/derin-devletin-kurtulus-bayrami/can-dundar/guncel/yazardetay/16.03.2010/1211974/default.htm?ver=26
#1363
Fikret Bila, Milliyet Gazetesi-İlker Başbuğ'la yapılan röportaj

'İhbarı bize haber vermemiş olmaları benim için önemli'

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ, bomba yüklü kamyona yapılan polis baskınını eleştirdi: Bizce mühimmatla ilgili olayda iki önemli nokta var. Bir, mahalli emniyet birimleri bu intikalden haberdar edilmemiştir. Yönetmelikler var. Bu konuda idari soruşturma yürüyor.

İkinci olarak da ihbarda, kamyondaki mühimmatın askere ait olduğu ifade edilmesine rağmen ilgili savcının askeri makamlarla bir bilgi teatisi içine girme ihtiyacı duymamaları benim için çok önemlidir. Böyle bir ihbarın doğru olmasının düşünülmesini bile ben ürkütücü buluyorum...

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'la söyleşimizin ikinci bölümünde ağırlıklı olarak Ankara'yı ayağa kaldıran "bomba yüklü kamyon" konusunu konuştuk. Başbuğ, ihbarda bile malzemenin askeri, araçtakilerin asker olduğunun belirtilmesine karşın emniyet ve savcılığın kendileriyle temas kurmamış olmalarına dikkati çekti. İhbardaki iddiaların doğru olabileceğinin düşünülmüş olmasını ürkütücü bulduğunu vurguladı. Olayla ilgili yaşanan sürecin "güven sarsıcı" nitelikte olduğunu söyledi.

Başbuğ, bu konudaki sorularımı yanıtlarken sözü önce Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Arslan Güner'e verdi.

Kamyonla Ankara'ya getirilen el bombaları nedeniyle gergin saatler, günler yaşandı. El bombaları Ankara'ya neden getirildi? Neden sivil kamyon kullanıldı?

Başbuğ: Mühimmat konusunu Aslan Güner Paşa'ya bırakalım

Güner: Sayın Bila, mühimmat olayında neden böyle bir intikal faaliyeti oldu oradan başlayalım. 29 Nisan 2009, yaklaşık bir yıl oluyor. Genelkurmay Başkanım bir basın toplantısında, bu mühimmat konularını sizlerle paylaşırken, mevcut düzende, NATO dahili sisteminde mühimmata kafile numaraları verildiği zaman, tek bir parçanın seri numarasının olmadığını altını çizerek söylemişti. Dolayısıyla aynı kafileden bazen 3 bin, 5 bin, belki 20 bin; cinsine göre, özellikleri noktasında lav mühimmatında aynı kafile numarası ile çıkıyor. Bunu dağıttığınız zaman, 25 - 30 ayrı birliğe, aynı kafile numaralı mühimmat gidiyor. Öyle olunca da farklı envanterini kontrol etmekte güçlükler oluyor.

Ve bildiğiniz mazideki bazı sıkıntılar yaşandı. Bunun üzerine Sayın Komutan emir verdi, 'Bu eksikliği giderelim' diye. Çalışmalar yapıldı TÜBİTAK'tan da teknik yardım alarak. Sonuçta iki şeye karar verildi. Bir, bundan sonra temin ve tedarik edeceğimiz bu tür mühimmatı, alacağımız yerlere sözleşmemize koyarak...

Başbuğ: Özellikle el bombası, lavlar. İkisi önemli.

Güner: En çok buralarda sorun olduğu için, bu ikisinin de mümkünse, sonra diğerleri tedarik edilirken sözleşmeye koyarak, seri numarası vurulmuş olarak her birine. Ama kafile numarası yine var. Ama her bombada bir numara yine olacak. Dolayısıyla yeni alacaklarımıza bu şartı getirdik. Ama elimizde çok miktarda eski numarasız olan var. Kafile numarası olan ancak seri numarası olmayan.

Dolayısıyla milyonlarca el bombası varsa, hepsini bir anda alıp, boyacı küpü gibi koyup seri numarası çıkaramayacağınıza göre, parti parti, yapan yerin imkânına bağlı olarak toplanıyor. Numara vuruluyor ve tekrar envantere alınarak, bu sefer hangi numaralı mühimmat, kime verildi kaydedilerek tekrar dağıtılıyor. Bu faaliyet kapsamında özel kuvvetlerin Güllük'teki birliğindeki 958 adet seri numarası olmayan bomba da numara basılmak üzere Ankara'ya getirildi.

Başbuğ: 'Seri numarası olmayan deyince' bazılarında var anlamı çıkıyor. Hiçbirinde yok yani. Sadece kafile numarası var hepsinde. Bunlara seri numarası vurmak amaç.

Bombalar 1953 üretimi

Güner: Ta 1953 yılında imal edilmiş, Amerikan malı el bombaları bunlar. Orada olan 958 adetin Ankara'ya getirilmesi için Özel Kuvvetler Komutanlığı 4 Mart'ta bir emir çıkarıyor. Bu görevi kimin yapacağı bir astsubay ve muhafız onbaşının adını da belirterek emri yayımlıyor. Taşımayı yapmak için ihale yapılıyor. İhale sonucu da ulaştırma hizmeti almak için bir firmanın bir aracı bu iş için kiralanıyor.

İlk defa yapılmış bir uygulama değil anlaşılan.

Güner: Özellikle Güneydoğu dahil pek çok intikalimizde, son zamanlarda hem personel intikalimizde otobüs tutuluyor, hem malzeme intikalimiz çoğunlukla bu tür araçlarla yapılıyor. Bunun güvenlik boyutu var, ekonomik boyutu var. Diyelim özel kuvvet askeri araç çıkarsaydı Ankara'dan bir boş araç gidecek birliğe, o yolu kat edecek yükleyip geri getirecek. İki kez olacak. Öbüründe belirli bir fiyata kiralıyorsunuz şoförü ve yakıtı ona ait. Dolduruyor, getiriyor, işi bitiriyor. Selamını verip gidiyor. Onun için dünyada çok uygulanan bir yöntemdir. Bizim bu konudaki yönergemiz buna cevaz veriyor. Yönergemizin ismi de milli yayın 55-4. MY 55-4.

İntikal sürecinde geçeceği yerlerde kimlere bilgi veriliyor?

Güner: Yine bu yönergeye bağlı olarak zaman içinde çıkarılan uygulama emirleri var. O diyor ki; "Böyle bir mühimmat naklini önceden geçeceğimiz güzergâhtaki ilgili askeri ve mülki makamlara bildirin." Özel Kuvvetler Komutanlığı da yönergenin bu hükmünü yerine getiriyor. 9 Mart 2010'da, intikalden bir gün evvel bir mesaj çekerek, kimlere, güzergâh boyundaki jandarmalara ve Ankara içinden geçeceği için, büyük bir meskun mahal olduğu için Ankara Merkez Komutanlığı'na mesajı çekiyor ve bu kamyonun numarası, cinsi, araç komutanları, ne zaman yola çıkacağı ve hangi güzergâh takip ederek Ankara'ya geleceği yazılı.

Ya mülki amirler?

Güner: Özel Kuvvet'in mesajını alan jandarma, il jandarma komutanlıkları ve Ankara Merkez Komutanlığı da ikisi, bir nedenle, Ankara Jandarma ve Ankara Merkez Komutanlığı, muhafız ve eskort talebini mülki ve mahalli emniyet birimlerine iletmek durumunda olmuyorlar, iletemiyorlar bir nedenle. Başbuğ: Muhafız ve eskort onlarla ilgili değil. Yani burada Ankara İl Jandarma ve Merkez Komutanlığı'nın bu intikali mülki makamlara, emniyete bildirme sorunu var.

Güner: Eskort isteme hakkı var.

Polisten?

Güner: Tabii, polis eskort isteme hakkı da var.

İhmal ve unutkanlık anlamında bir şey mi?

Güner: Burada bir eksiklik olduğunu herhalde kabul etmemiz gerekiyor.

Bu Muğla'dan çıktığına göre yol üzerinde Denizli ve Afyon valiliklerine bildirildi mi?

Güner: Oralara yapmış, kodlamış .

Valiliğe bildirmiş mi oralar da?

Güner: Hayır, jandarma kendi yapmış.

Yani jandarmanın koruması altında geliyor. Tek başına değil.

Güner: Ta Sivrihisar'a kadar. Ondan sonra bir kesiklik, kopukluk oluyor. O şu anda soruşturuluyor. Ve sonuçta bu kamyon eskortsuz bir şekilde -korumasız diyemeyiz çünkü silahlı muhafızı var- ama eskortsuz bir şekilde Eskişehir yolundan gelirken Gölbaşı'na doğru döndüğü yerde durduruluyor. Ve bu durdurulma işlemi de bir ihbar e-mailine bağlı. E-mailde bazı detaylar verilmiş. Seferberlik Bölge Başkanlığı'na ait olduğu, muhafız durumundaki asker kişinin asker kimliğinden yararlanarak polis noktalarını kolayca geçeceği falan gibi. Hatta ilaveler var. İçinde uzun namlulu silahların da olduğu iddia ediliyor.

Terörle mücadele polislerimiz konuyu yetkili savcıya aktarıyorlar. Savcımız bunu kendine göre değerlendiriyor ve ilgili mahkemeden; aracın durdurulması, şahısların üstlerinin dahi aranması ve gerekli işlemin yapılması yetkisini alıyor. Ve bu yetki ile bu araç 18.00 civarında durduruluyor. İhbardan 2 saat sonra.

Buradaki önemli nokta; saat 16.00'dan 18.00'e kadar, ihbar mektubunda bunun askeri malzeme olduğu, içindeki şahısların asker olduğu söylenmesine rağmen askerle temas kurulmuyor. Ne Merkez Komutanlığı'na ne de Garnizon Komutanlığı'na; "Böyle bir ihbar var, bu sizin midir, bilginiz var mı?" vs. hiçbir şey sorulmuyor.

'Telefona izin bile verilmemiş'

Sorulmadığı gibi, araç durdurulduktan sonra araç komutanı astsubay; "Ben asker kişiyim" deyip kimliğini göstermesine rağmen ve "Bana müsaade edin, durumu üstlerime, Merkez Komutanlığı'na haber vereyim" diye ısrarla söylemesine rağmen buna müsaade edilmiyor.

Belge gösteriyor, kimlik gösteriyor ve bir telefon hakkı istiyor. Bunlara müsaade edilmiyor. Hadi buna müsaade edilmiyor, kendileri de Merkez Komutanlığı'na haber vermiyor. Ve ondan sonra bunun askeri özellikleri biline biline araç Emniyet Müdürlüğü'ne götürülüyor. Bu konuda daha önce çıkarılmış genelgeler var biliyorsunuz. Adalet Bakanlığı'nın Emniyet Genel Müdürlüğü'nün var. Çünkü daha önce de olaylar oldu, asker kişiye yapılacak işlemleri açıklayan çok sayıda genelge var. İlgili bakanlıkların ve makamların. Ama bunlara uyulmuyor. Uyulmuyor gözüküyor burada.

'TRT ajite etti'

Şuna değinmeden geçemeyeceğim ben. TRT'nin durumu. Olay bir şekilde medyaya duyuruluyor veya medya duyuyor. Pek çok televizyon kanalı bu konuda son dakika, son dakika diye habere basıyor. Bunlara söyleyeceğimiz hiçbir şey yok. Yani haberci veya televizyonların en doğal hakkıdır. Ama TRT bir devlet televizyonu ve haber verirken el bombalarının seri numaralarının bilinçli olarak silindiği anlamına gelen, dolayısıyla ihbardaki o karışık, ajite edici bilgileri doğrular nitelikte haberler vermeye başlıyor. "Maksat sanki çok farklı" gibi polemik yaratacak haberler geçmeye başlıyor. Sonradan bu sorulduğunda bir kurum yetkilisi, "muhabirlerimiz aldıkları duyumları doğrulatarak haber yapar" dediler. Seri numaraları silinmiş gibi kafa karıştıran bir bilgiyi kime doğrulattılar doğrusu onu biz merak ediyoruz.

'Tüm kurumlar zarar görür'

Başbuğ: 17 Aralık 2009'da, Trabzon'da bir konuşma yapmıştım. Okuyorum aynen oradan: Adli makamlarımıza da bazı sorumluluklar düşmektedir. Adli makamlar, ihbar mektuplarına, özellikle itirafçıların ve gizli tanıkların verdikleri ifadelere karşı daha duyarlı ve daha dikkatli hareket etmelidirler. Özellikle TCK 250. madde kapsamındaki özel mahkemeler, bu kapsamda savcının yürüttüğü şeye baktığımız zaman genellikle iddianamelerde üç nokta öne çıkıyor. Bir, ihbar mektupları var çoğunda, itirafçılar var, gizli tanıklar var ağırlıklı olarak.

O zaman da bizim dediğimiz konu şu idi; bunlara karşı daha duyarlı ve daha dikkatli hareket etmek lazım. Dedim ki; böyle durumlarda adli makamlar TSK'yı ilgilendiren bir durum varsa bizimle bilgi teatisinde ve işbirliğinde bulunmalı. Bu ilerde, aksi durumlarda kurumlararası çatışmaya neden olabilir dedim. Ne zaman dedim? 17 Aralık 2009'da dedim. Şimdi bu tip olayları maalesef son dönemlerde yaşıyoruz sık sık.

Bizce mühimmatla ilgili olayda iki önemli nokta var. Bir, mahalli emniyet birimleri bu intikalden haberdar edilmemiştir. Kim edecekti? Silahlı kuvvetler, yani ilgili silahlı kuvvetlerin sorumluları. Bu eksiklik. Tabii bunu doğal karşılamamız söz konusu değil. Sonuçta bu konuda sorumluluğu olan varsa ki soruşturma devam ediyor, elbette sorumlu olanlar varsa sorumluluğunun karşısında ne gerekiyorsa...

Askeri soruşturma yürüyor mu?

Başbuğ: Gayet tabii yürüyor, çünkü yönetmelikler açık. Uygulanması lazım. Bu idari soruşturma. İkinci olarak 10 Mart 2010 saat 15.57. İhbarı alıyor, kim, emniyet yetkilileri. İhbarda, kamyon üzerindeki mühimmatın askere ait olduğu ifade ediliyor. Araçta da askeri personel var. Askeri personel bulunduğu ifade ediliyor. Ve askeri birlikte de ilişki kuruluyor. Şimdi bizim beklentimiz şu. 17 Aralık'ta söylediğimin aynen burada bir uygulamasını görüyorum. Böyle bir durumda aslında emniyet yetkililerinin, ilgili savcının bu ihbara ilişkin askeri makamlarla bir bilgi teatisi içine girme ihtiyacı duymamaları benim için çok önemlidir. Bakın bu e-mail ile yapılan ihbar direkt olarak TSK'yı itham ediyor. Ve eğer içeriğini görürseniz, okuyun, ben böyle bir ihbarın doğru olabileceğinin düşünülmesini bile ürkütücü buluyorum. Çok ürkütücü. Bakın böyle bir ihbarın doğru olmasının düşünülmesini bile ben ürkütücü buluyorum.

"Bu davranışlar güveni zedeler"

Bu şekildeki davranışlar kurumlar arasındaki karşılıklı güven duygusunu zedeler. Toplumda gereksiz yere gerginlik yaratır. Gereksiz yere de toplumu işgal ediyor. Gereksiz yere günlerdir bu konular üzerinde konuşuluyor. Ne oluyor, sonuçta da ilgili bütün kurumlara zarar veriyor.

Bakın burada zarar gören Türk Silahlı Kuvvetleri nihayetinde. Türk Silahlı Kuvvetleri de zarar görüyor bana göre, Emniyetimiz de zarar görüyor. Adli makamlar da zarar görüyor. Bu devletin zarar görmesi demek. Bu kadar açık.

'TSK bildirim hakkını saklı tutuyor'

Güner: Garnizon ve Merkez Komutanımız çok geç olarak öğrendikleri kamyon olayına ancak Emniyet Müdürlüğü'nde müdahil oluyorlar. Orada da bizzat sayın savcı ile, ilgili görevlilerle konuşuyorlar. Belgeleri ibraz ediyorlar. İlave belgelerle konuyu anlatıyorlar. Ama durum değişmiyor, sayın savcımız o bildiğimiz prosedürü yönetiyor. Ve tek tek kontrol ettiriyor ve sonunda sabaha karşı bırakıyor. Ertesi gün de biliyorsunuz kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildi. Medyaya yansıdı. TSK hem adli açıdan, hem idari açıdan yapılan bu uygulamadaki noksanlıkları herhalde ilgili makamlara bildirme hakkını saklı tutmaktadır.

http://www.milliyet.com.tr/-ihbari-bize-haber-vermemis-olmalari-benim-icin-onemli-/fikret-bila/siyaset/yazardetay/15.03.2010/1211373/default.htm?ver=80
#1364
Ankara'da TSK'ya ait olduğu açıklanan 958 adet el bombası yüklü kamyonu ihbar eden meçhul kişi, dün yeni bir e-posta gönderdi.

İhbarcı, İstanbul'a bomba yüklü dört kamyonun perşembe günü giriş yaptığını iddia etti. Ankara Emniyet Müdürlüğü'ne gönderilen yeni e-posta üzerine polis alarma geçti. Alınan bilgilere göre, yeni e-postayı gönderen kişiyi ve gönderilen adresi belirlemek amacıyla soruşturma yapıldı ve e-postanın İstanbul Beykoz'dan gönderildiği anlaşıldı. İhbarcının ilk e-postada izini kaybettirmek amacıyla adres karıştırıcı program kullandığı da belirlendi. Söz konusu programla ihbarcının adresinin bulunmasının neredeyse imkansız olduğu ancak çalışmaların sürdüğü kaydedildi.

Ankara'da 958 adet el bombası yüklü kamyonun yakalanmasını sağlayan meçhul ihbarcının, polise ilginç iddialar içeren yeni bir e-posta gönderdiği ortaya çıktı. Ankara Emniyet Müdürlüğü Muhabere ve Elektronik Şube Müdürlüğü'ne gönderilen yeni e-postada ihbarcı, bu kez İstanbul'a cephanelik ve silah yüklü dört kamyonun giriş yaptığını öne sürdü. Maile göre, Ankara'da el bombası yüklü kamyonun belirlenmesinden sadece bir gün sonra bomba yüklü kamyonlar İstanbul'a giriş yaptı. İhbarcı, önceki gün cephanelik yüklü kamyonların İstanbul'a giriş yaptığını yazdı. Yeni ihbar üzerine Ankara Emniyet Müdürlüğü alarma geçti. İstanbul Emniyet Müdürlüğü de ihbar konusunda uyarıldı. İkinci e-postayı gönderen kişiyi ve gönderildiği adresi belirlemek amacıyla yeni bir soruşturma yapıldı. e-postanın İstanbul Beykoz'dan gönderildiği saptandı. İhbarcının ilk e-postada izini kaybettirmek amacıyla adres karıştırıcı program kullandığı belirlendi. İncelemede polis, e-postanın adres karıştırıcı program ile ABD'den gönderilmiş gibi işlem yapıldığını belirledi.

Sivil kamyonda ele geçirilen el bombalarının seri numaralarının silik olup olmadığı son günlerin en önemli tartışma konusuydu. Genelkurmay Başkanlığı'nın, kuvvetlerin elinde bulunan silah ve cephaneliğe yeni bir seri numarası vermek için Ankara'da topladığı öğrenildi. Edinilen bilgilere göre, Muğla'dan gönderilen el bombaları da seri numarası verilmesi için Ankara'ya nakledildi. Ele geçirilen bombaların kasalarında seri ve kafile numarası bulunduğu ancak el bombalarının üzerinde seri numarasının yer almadığı öğrenildi. Genelkurmay'ın hangi cephaneliğin kimin elinde olduğunu saptamak amacıyla böyle bir çalışma yaptığı öne sürülüyor.

ÖKK belgesine göre bomba nakli polise bildirilmemiş

Genelkurmay Başkanlığı Özel Kuvvetler Komutanlığı'nca (ÖKK) Ankara'ya yapılan bomba naklinin polise bildirilmediği, Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın çok gizli yazısı ile kesinleşti. Kurmay Başkanı Albay Bilgehan Saymaz imzalı yazıya göre sadece Ankara, Afyon, Denizli ve Muğla İl Jandarma komutanlıklarından eskort talep ediliyor. Yazıda polis hiçbir şekilde nakilden bilgilendirilmiyor. Bilgehan Saymaz imzalı gizli yazıda, Genelkurmay Özel Kuvvetler Komutanlığı'nca, 06 BJ 9915 plakalı sivil MAN kamyon ile Muğla Güllük'ten Ankara Gölbaşı'na mühimmat nakledileceği yer aldı. Gizli yazıda Albay Saymaz, 10 Mart 2010'da saat 06.00'da, Güllük, Muğla, Denizli, Afyon, Ankara çevre yolu ve Gölbaşı güzergahında gerekli eskort faaliyetlerinin ve emniyet tedbirlerinin alınmasının ilgili komutanlıkların emirlerine bağlı olduğunu bildirdi.

Söz konusu yazının dağıtım yeri olarak ise Ankara, Afyon, Denizli ve Muğla il jandarma komutanlıkları gösterildi. Bu illerin jandarma komutanlıkları dışında herhangi bir dağıtım yapılmadı. Dün bazı basın yayın organlarında polisin bilgilendirildiği öne sürülmüştü. Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın çok gizli yazısı, polisin bilgilendirilmediğini ortaya koyuyor.

Bombalı kamyon hakkında takipsizlik kararı verildi

Mühimmat yüklü kamyonla ilgili soruşturmada 'suç unsuru bulunmaması' nedeniyle 'kovuşturmaya yer olmadığına' karar verildi. Özel yetkili Ankara Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği'nin takipsizlik kararında, Ankara Emniyet Müdürlüğü Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğü'ne 10 Mart Çarşamba günü, gönderilen 'Çok önemli lütfen bakınız' konulu elektronik posta içeriğine yer verildi. Kararda, ihbar postasının ardından kamyonun aynı gün saat 18.00'de Gölbaşı çevre yoluna döndüğü sırada durdurulduğu belirtilerek, olayın gelişimi ayrıntılı olarak aktarıldı. Buna göre, araç durdurulduktan sonra özel yetkili cumhuriyet savcısına bilgi veriliyor. Kamyondaki Astsubay S.H.K.'nin, araçta çok sayıda el bombası bulunduğunu belirtmesi üzerine, güvenlik amacıyla kamyon Ankara Emniyet Müdürlüğü'ne getiriliyor. Astsubay K. de kendisiyle muhafız bir onbaşıya ilişkin Genelkurmay Başkanlığı Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın görevlendirme belgesini ibraz ediyor.

EL BOMBALARINDA SERİ NUMARA MUAMMASI

Korgeneral Servet Yörük imzalı 4 Mart 2010 tarihli Destek Grup Komutanlığı'na görevlendirme konulu belgede, Milas/Güllük'ten seri numarasız el bombalarına seri numara verilmesi faaliyeti kapsamında Güllük-Milas'taki mevcut el bombalarının tümünün Oğulbey Kışlası'na nakledildiği aktarılıyor. Görevlendirme yazısında sivil aracın plakası, markası ve kullanıcısı, el bombalarının sayı, miktar ve cinsinin belirtilmemesi; görevlendirme yazısında seri numarasız olduğunun belirtildiği halde el bombalarının seri numaralı olması sebebiyle araçta cumhuriyet savcısınca bizzat arama yapılmasına karar veriliyor. İki kamera eşliğinde kamyonda arama yapılıyor. Arama esnasında araçta 25'li sandıklar içinde M26 model, Amerikan yapımı, NATO standardı, savunma tipi, kafile ve seri numaraları üzerinde mevcut 958 adet el bombasının bulunduğu tespit ediliyor. Bomba kutularının içinde 14 adet bomba bilgilerinin bulunduğu istif kartı, bir adet mühimmat teslimine dair tutanak ile normal belgeler elde ediliyor. Araçtaki el bombalarının Türk Silahlı Kuvvetleri'ne ait olduğunun aramada çıkan belgelerle belirlenmesi üzerine, el bombaları, Merkez Komutanı Tuğgeneral Orhan Büyükgüngör huzurunda, Özel Kuvvetler Komutanlığı'nda görevli bir yarbaya, kamyon da sahibine teslim ediliyor. Kararda, olayda suç unsuru bulunmaması sebebiyle "kovuşturmaya yer olmadığı'' kararı verildiği açıklanıyor. Bu arada, ihbarı yapanın bulunmasına ilişkin soruşturmanın ise sürdüğü öğrenildi.

SEDAT GÜNEÇ
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=961094&title=ihbarcidan-yeni-eposta-bomba-yuklu-dort-kamyon-istanbula-girdi&haberSayfa=0
#1365
CHP, kılık-kıyafet konusunda çelişkili bir tutum sergiliyor. CHP'li kadınlar hilafetin kaldırılış yıldönümünü Mersin'de çarşaf yırtarak kutlamış, bunun üzerine genel başkanları Deniz Baykal bu tavrı eleştirmişti.

Baykal, hafta sonu Malatya il kongresinde yaptığı konuşmada "CHP'lilerin, hiç kimsenin giyim-kuşamına müdahale hakkı yoktur. Herkes inancında, giyiminde özgürdür." diyerek kılık-kıyafet özgürlüğüne dikkat çekmişti. Ancak CHP'li İzmir Büyükşehir Belediyesi, başörtüsü yasağını genişleten bir uygulamaya imza attı. Belediye otobüslerinden indirimli yararlanmayı sağlayan öğrenci ve öğretmen kartlarına başörtülü fotoğraf verenlerin başvurusu kabul edilmiyor.

Bir süre önce Kütahya'dan İzmir'e taşınan Açıköğretim Lisesi 11. sınıf öğrencisi Zeynep Akçakaya, kişiye özel elektronik öğrenci kartı almak için ESHOT Genel Müdürlüğü'ne internet üzerinden başvurdu. Akçakaya'ya e-postayla gelen cevap, "Fotoğrafınız uygun olmadığından kart basılamadı." oldu. Bunun üzerine ESHOT'u telefonla arayan Akçakaya, fotoğrafının 'kılık-kıyafet yönetmeliğine uygun olmadığı' cevabını aldı. Daha önce yaşadığı şehirde böyle bir uygulama ile karşılaşmadığını aktaran Zeynep Akçakaya, tepkisini "Halkın vergisiyle alınan otobüslerde, başörtülü-başörtüsüz ayrımı yapılıyor." sözleriyle dile getiriyor. Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi Büşra Şahin de İzmir Belediyesi'nin mağdur ettiği öğrencilerden. Okulunun bulunduğu Manisa'da öğrenci kartı alırken başörtüsüyle ilgili sıkıntı yaşamadığını dile getiren Şahin, "Biz bu kartı okulda değil, sokakta kullanacağız. Başka öğrenciler otobüslere indirimli binerken biz başörtülü olduğumuz için tam bilet kullanmak zorundayız." diyor.

İzmir Belediyesi ise başörtülülere indirimli kart verilmemesinin sebebini okullardaki kılık kıyafet yönetmeliklerine bağladı. Uygulamanın daha önceki yıllarda da olduğu savunuldu. Ancak ESHOT'un internet sitesinde yer alan başvuru şartları arasında, başörtüsüz fotoğraf yer almıyor. Kart alacaklardan son 6 ay içerisinde çekilmiş vesikalık fotoğraf isteniyor.

ÖZDEMİR ÖZKAN İZMİR
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=960705&title=izmirde-basortulu-ogrenciye-indirimli-kart-yok
#1366
Ankara'da önceki akşam durdurulan sivil plakalı kamyondan 950 el bombası çıkması, önemli tartışmalara yol açtı.

Mühimmatın Silahlı Kuvvetler'e ait olduğu ve rutin bir sevkiyat yapıldığı belirtilirken, taşıma işlemi bazı soruları beraberinde getirdi. Bu çapta bir mühimmatın Emniyet'e bildirilmeden, sivil araçla ve korumasız taşınması ikmal ve lojistik uzmanlarının da tepkisini çekti. Kamyon kasasındaki bombaların A-4 kâğıt kutularına konulması ise güvenlik endişelerine yol açtı. Uluslararası Tehlikeli Madde Taşımacılığı (ADR) ile ilgili Avrupa anlaşması yönetim danışmanı Ümit Seçkin'in verdiği bilgilere göre, sürücünün özel sertifikası olmalı, aracın üzerinde uyarıcı levha bulunmalı, patlayıcılar özel ambalajlarda muhafaza edilmeli, nakil için özel güzergâhlar seçilmeli ve her noktada ilgili birimlere bilgi verilmeli. Emekli Tabip Albay Nevzat Tarhan yaşanan tehlikeyi şu sözlerle dile getiriyor: "Ankara şehir trafiğinde karpuz taşır gibi mühimmat taşımanın açıklanabilir bir sebebi olamaz."

Uzmanlar, tonlarca bombanın Muğla'dan Ankara'ya naklinin sivil bir araçla yapılmasının mevzuata uygun olmadığını anlatıyor. İşte görüşler:

Emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi: TSK'nin, tonajı yüksek mühimmatı, şehirler arası ve uzun mesafelere, şoförüne güvenilir sivil araçlarla, yol emniyeti alınarak(jandarma veya polise eskortlatarak, veya güvenlik timinin refakatinde) taşıtması normaldir. Daha ekonomik ve kazalara karşı daha güvenli olur. Kısa mesafelerde ise, taktik görevlerde veya atışlı tatbikatlarda kullanılacak silah payı gibi mühimmatı da askeri araçlarla taşıtır. Bazen uzun mesafelere ulaştırma birliklerinin kadrolarında bulunan büyük tonaj kapasiteli askeri nakil araçlarına da taşıtılabilir.

Lojistik uzmanı İstanbul Üniversitesi İşletme Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Murat Erdal: "Nakil yapan araç sivil olduğu için tehlikeli madde yönetmeliğine uymak zorunda. Yönetmelikte tehlikeli madde taşıyan araçların da özel olma zorunluluğu vardır. Tehlikeli madde taşıdığına dair işaret ve levhalar olmalıdır. Bu aracı kullanan sürücünün tehlikeli madde eğitimi almış, tehlikeli madde taşımacılığı sertifikası (SRC-5) almış olması gerekli. Ayrıca bu araca refakat eden bir eskort olmak sorunda. Riskli olan bütün taşımalarda çevre ve canlı ikamet koşulları göz önünde bulundurulmak zorundadır. Bunun için güzergâhı riski en asgari seviyede olacak şekilde belirlemek gerekir."

Tehlikeli Madde Lojistiği ve Uluslararası Tehlikeli Madde Taşımacılığı (ADR) hakkındaki Avrupa anlaşması yönetim danışmanı Ümit Seçkin: "Bomba gibi tehlikeli patlayıcı madde taşınan araçlara başka bir araç refakat etmeli. Bu araçların geçeceği noktaların çevresinde yerleşim yeri, hastane ve okul olmaması gerekiyor. Geçeceği yol, gerekiyorsa kapatılmalıdır."

İkmal ve lojistik uzmanı emekli Jandarma Astsubay Ömer Akçınar: "Olay askerî sevkiyat mevzuatına uygun değil. Mühimmat sevkiyatında da askerî araçlar kullanılır. Eğer askerî araç yetersizse o zaman sivil araç tercih edilebilir. Diğer bir husus da mühimmat sevkiyatında geçiş güzergâhındaki emniyet güçlerinden eskortluk edilmesi istenir. Fakat burada önemli bir husus sevkiyatta mutlaka eskort bulundurulmasıdır. Kamyonetteki 900 adet mühimmat için en az 15 kişilik güvenlik timinin oluşturulması gerekir. Sivil kamyonet ile yapılan askerî mühimmat sevkiyatı en zor durumda yani savaş halinde görebileceğimiz bir durumdur. Şehir içerisinde sevkiyat yapılsa bile mutlaka eskort eşliğinde yapılır. Ayrıca, Muğla'dan, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin mühimmat deposu olan Ankara'ya sevkiyat olması düşündürücü. Ankara'daki mühimmat depolarında el bombası bitti mi ki, Muğla'dan getiriliyor? Genelde Ankara'dan diğer şehirlere sevkiyat yapılır. Onun için bu sevkiyat normal dışıdır. Ayrıca el bombalarının A4 kâğıtlarına sarılması da garip. Çünkü el bombaları güvenlik nedeniyle hiçbir sevkiyatta özel korunaklı sandıklarından çıkartılmaz. Taşıma ve depolama işlemlerinde ise el bombaları fünyelerinden ayrı muhafaza edilir, yoksa fünye ile birlikte yapılan sevkiyat ciddi tehlike içerir."

ASDER Genel Başkanı emekli Tabip Albay Nevzat Tarhan: "Ankara şehir trafiğinde karpuz taşır gibi mühimmat taşımanın açıklanabilir bir sebebi olamaz. Malzemelerin PKK'nın veya El Kaide'nin eline geçmemesi için önlem neden alınmadı, jandarmanın böyle bir sevkiyata yetkisi var mı? İçişleri Bakanlığı'na bağlı Muğla Jandarma Bölge Komutanlığı neden Özel Kuvvetler Komutanlığı'na silah ve mühimmat sevk ediyor? Cuntacıların 'ümidin tükendiği anda işlenen suçlar veya çılgın eylemleri' ile karşı karşıya olabiliriz. Eğer böyle bir durum yoksa TSK kontrolsüz, sorumsuz ve disiplinsiz subaylarca yönetilen bir güç olarak iyi durumda değildir. Genelkurmay'ımız kendi ameliyatını kendisi yapsın; çünkü artık bu terazi bu sıkleti taşıyamıyor."

Başsavcılık, bombayı ihbar edenleri arıyor

Ankara'da Etimesgut civarında durdurulan ve daha sonra Gölbaşı'ndaki bir askerî birliğe cephane sevkiyatı yaptığı öğrenilen silah ve mühimmat yüklü kamyonla ilgili ihbarda bulunan şahıs ve şahıslar Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nca araştırılıyor. Ankara'da önceki gün durdurulan ve içerisinde 950 bomba bulunan kamyon, savcının talimatı üzerine incelenmek üzere Ankara Emniyet Müdürlüğü'ne getirilmiş, işlemlerin tamamlanmasının ardından kamyon, polis eskortuyla birlikte Gölbaşı'ndaki askerî birliğe götürülmüştü. Mühimmat yüklü kamyonun, başka bir ilden yola çıkıp Polatlı-Etimesgut güzergâhından Ankara'ya giriş yaptığı, kamyonun içindeki silah ve mühimmatın Gölbaşı'ndaki bir askerî birliğe teslim edilmesinin planlandığı ve söz konusu sevkiyattan askerî yetkililerin haberdar olduğu öne sürülmüştü. ANKARA AA

Kamyonun Muğla'daki güzergâhı trafiğe kapatıldı

Ankara Gölbaşı'nda durdurulan bomba yüklü kamyonun, yükü aldığı iddia edilen Muğla'nın Milas ilçesi Güllük beldesi yolunun bir bölümü, genişletme çalışması gerekçesiyle kapatıldı. Milas-Yatağan karayolunun Boğa Yokuşu mevkiinden, dinamit patlatılması dolayısıyla saat 14.00 ile 16.00 arasında geçişe izin verilmiyor. Valilikten bu konudaki açıklama çok geç yapıldığı için durumdan haberdar olmayan sürücüler yolda kaldı. Yaklaşık 6 kilometrelik araç kuyruğu oluştu. KAYBER AVCI MUĞLA

İşte bomba yüklü kamyonu durduran ihbar e-postası

Başkent'te bomba yüklü kamyonun durdurulması operasyonunu, Ankara Emniyet Müdürlüğü Elektronik Şube Müdürlüğü'ne gönderilen bir e-postanın başlattığı öğrenildi. Alınan bilgilere göre bomba sevkiyatıyla ilgili en ince detayların bile aktarıldığı ihbar mektubunda çarpıcı iddialar yer alıyor. Kozmik odada yapılan arama sebebiyle telaşa düşen 'Seferberlik' üyelerinin Nevruz'a hazırlandığı ileri sürülüyor. Mektupta, "Nevruz'da ortalık kana bulanacak. Bu kez Muş Bulanık'taki olay bütün bölgeye yayılacak. Yapılacak eylemler aynı zamanda kozmik aramanın da cevabı olacak." deniliyor. Bütün kirli silahların toplanarak Ankara'ya getirildiğinin iddia edildiği mesajı gönderen şahıs veya şahıslarla ilgili Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nca inceleme başlatıldı.

Ankara'da önceki gün alınan bir ihbar üzerine durdurulan kamyonda 950 adet el bombası ele geçirilmişti. Söz konusu kamyonun yakalanmasını sağlayan ihbar mektubunun ayrıntıları belli oldu. Buna göre, önceki gün saat 16.00 sularında Ankara Emniyet Müdürlüğü'ne 'Çok önemli, lütfen bakınız' başlıklı bir e-posta ulaşıyor. 'Mehmet Ali' ismini kullanan ihbarcı, yolladığı mailde, Seferberlik Tetkik Kurulu'nda yapılan aramalar sonrası Seferberlik üyelerinin telaşa düştüğünü aktarıyor. Kirli silahların toplanarak Ankara'ya getirildiğini öne sürüyor. Kamyonda bulunanların isimleri ve taşınan yükle ilgili detaylı bilgiler de verilmiş. '06 BJ 9915 plakalı Man kamyona dikkat' denilen mesajda, şu ifadeler yer alıyor: "Ankara Seferberlik Tetkik Kurulu ve kozmik odada yapılan aramalardan sonra Seferberlik üyeleri telaşa düştü. Ankara Seferberlik Tetkik Kurulu, kullanmış olduğu sivil personelden bütün kirli silahları birer birer toplayarak Ankara'ya getirtiyor. Bu silahlar arasında Keleşler, Uziler ve G-3'ler var." Mektupta, kamyonun şoförünün de Seferberlik'in sivil elemanı olduğu iddia ediliyor. "Belki de Türkiye tarihinin en kanlı olaylarını bu silahlarla çözeceksiniz."

silahlar güneydoğu'ya dağıtılacak sürücü 'seferberlik'te sivil eleman "Bu kamyonu kullanan Mehmet Ç. de Seferberlik'in sivil elemanı. Az önce Afyon'dan yola çıkan ve Ankara'ya gelecek kamyona uzun namlulu silahları olan şahıslar nezaret ediyor. Nezaret eden, uzun namlulu silah taşıyan kişi gerekirse çatışmaya girmeye de hazır olacak. Polis uygulamasından kurtulmak için araca subay kimliği taşıyan silahlı bir kişi bindirildi. Sevkiyatın ilk durağı Ankara. Silahlar burada elden geçirildikten sonra namluları temizlenecek, seri numaraları değiştirilecek. Doğu ve Güneydoğu'ya dağıtılacak ve Nevruz'da ortalık kana bulanacak. Bu kez Muş Bulanık'taki olay bütün bölgeye yayılacak. Yapılacak eylemler aynı zamanda kozmik aramanın da cevabı olacak. Kozmik dosyası bir daha açılmamak üzere tamamen kapanacak. Kamyonun içindeki silahlar birçok faili meçhul olayı çözmemizi de sağlayacak."

Gözaltına alınan şüphelilerden Astsubay Başçavuş Sadık Hüseyin Kaya'nın, emniyet sorgusunda kendilerine verilen görev gereği Muğla'dan aldıkları el bombalarını Ankara'ya getirdiklerini söylediği öğrenildi. Şüphelilerin ifadesinin ardından Merkez Komutanlığı yetkilileri ile birlikte bomba yüklü araçta inceleme yapıldı. Aramalarda 40 mühimmat sandığı içinde ABD yapımı 950 adet M 26 el bombası bulundu. El bombalarının iddia edildiği gibi kafile ve seri numaralarının silinmediği öğrenildi.

Soruşturma, Kozmik Oda'yı arayan savcıda

Emniyet'e yapılan ihbar üzerine harekete geçen polis, kamyonu aynı gün 18.00'de durdurmuştu. Araçta şoför Mehmet Ç., Jandarma Onbaşı Mustafa Kaymak, Astsubay Başçavuş Sadık Hüseyin Kaya'nın bulunduğu saptandı. Polis aramasında araçta bulunanlar asker olduklarını beyan ederek el bombası taşıdıklarına dair görev kâğıdını gösterdi. İhbar mektubunda Seferberlik Tetkik Kurulu'nun adının geçmesi üzerine soruşturma, daha önce 'kozmik oda'daki aramaları gerçekleştiren özel yetkili cumhuriyet savcısı Mustafa Bilgili'ye verildi. Kamyonun durdurulmasının hemen ardından savcı Mustafa Bilgili olay yerine gelerek şüpheli kişiler ile kamyonun Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'ne götürülmesi talimatını verdi.

BİR KAMYON DOLUSU SORU CEVAP BEKLİYOR

Ankara'da önceki gün yakalanan 980 el bombası yüklü sivil kamyon ile ilgili tartışmalar sürüyor Sivil kamyonda hiçbir güvenlik önlemi alınmadan yüzlerce el bombasının patlamaya hazır şekilde yola çıkarılması akıllara birçok soruyu da getiriyor. İşte cevabı bilinmeyen o sorulardan bazıları...



İhbarcı, kamyonu polise değil de PKK, El Kaide ve Hizbullah gibi terör örgütlerine ihbar etseydi, terör örgütleri bu bombaları ele geçirebilir miydi? Teröristlerin eline geçmemesi için nasıl önlem alındı?
 
Kamyona yüklenen mühimmatın içeriği ve miktarı ile ilgili herhangi bir yazılı belge yokken, varış yeri olan Oğulbey'e teslimatın tam ve eksiksiz yapılıp yapılamadığı nasıl kontrol edilecekti?
 
TSK daha tehlikeli mühimmatları prosedüre uygun olarak taşırken, bu bombaları sivil araçla, eskortsuz, emniyet birimlerine bildirmeden taşımasının nedeni ne?
 
Sevkiyatta neden Ankara'da konuşlu olan ve Türkiye'nin her köşesine malzeme taşıyan Ulaştırma Taburu kullanılmadı?
 
Kamyon meskun mahallerden geçmesine rağmen güzergahtaki hiçbir Emniyet Birimi'ne neden bilgi verilmedi?
 
Eskortlar eşliğinde götürülmesi gereken patlayıcılar neden gizlice ve kağıt kolileri arasında özensizce taşındı?
 
Bu nakliyatın eski ÖKK komutanı emekli Korgeneral Engin Alan'ın Balyoz'dan tutuklanmasının ardından yapılması tesadüf mü?
 
Mühimmatın TSK'nın envanterinde bulunduğunu gösteren seri numarası, kafile numarası gibi işaretlerin bulunması zorunlu. Sözkonusu mühimmatın bir kısmında seri numarasının bulunmayıp sadece kafile numarasının bulunmasının sebebi nedir?
 
Jandarmanın böyle bir sevkiyata yetkisi var mı? İçişleri Bakanlığı'na bağlı Muğla Jandarma Bölge Komutanlığı, neden Özel Kuvvetler Komutanlığı'na silah ve mühimmat sevk ediyor?
 
Neden Kırıkkale, Arifiye veya Balıkesir Ordu Donatım Komutanlığı'ndan değil de, Muğla'dan bombalar yüklenmiş?
 
Genelkurmay sadece sızdıranı mı araştıracak yoksa bu olayla ilgili ayrıntılı inceleme başlatacak mı?
 
Muğla'dan ankara'ya gönderilen bombaların yaklaşan Nevruz'la bir ilgisi var mı?
 
Bilindiği kadarıyla Muğla'da askeri mühimmat üreten bir tesis yok. 12 kamyon mühimmat Muğla'ya nasıl geldi?
 
Bombaların üzerindeki seri numaraların kazındığı iddiası doğru mu?

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=960634&title=boyle-bomba-sevkiyati-olmaz
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=960808&title=bir-kamyon-dolusu-soru-cevap-bekliyor
#1367
İsveç Parlamentosu'nda soykırım iddialarıyla ilgili tasarı, 130 'hayır' oyuna karşılık 131 'evet' oyuyla kabul edildi.

İsveç Parlamentosu'nda ermeni tasarısının kabul edilmesinin ardından 17 Martta gerçekleştirilmesi öngörülen Türkiye-İsveç Zirvesi ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın bu ülkeye yapacağı ziyaret iptal edildi.

Başbakanlık Basın Merkezi aracılığıyla yayımlanan konuya ilişkin ''Hükümet Açıklaması'' şöyle:

''İsveç Parlamentosu'nda Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde bazı halklara soykırım yapıldığına dair bir önerge kabul edilmiş olmasını esefle karşılıyoruz. Kararı şiddetle kınıyoruz.

Dayanaktan yoksun, büyük yanlışlarla malul bu kararı halkımız ve Hükümetimiz reddetmektedir.

Kararın İsveç'te 2010 Eylül ayında düzenlenecek seçimlere yönelik bazı siyasi çıkar hesapları yapılarak alındığı aşikardır. Yerel siyasi saiklerle kabul edilen bu önerge, Türkiye-İsveç ilişkilerine ve halklarımız arasındaki yakın iş birliğine ve dostluğa yakışmamıştır.

Tarihle dürüst şekilde yüzleşilmesi için çağrı yapan Türkiye'dir. Tarihle yüzleşmekten kaçınanlar, iddialarını karşılıklı olarak görüşmekten ve gerçeği bilimsel yöntemlerle çalışarak açığa çıkarmaktan korkanlardır. Bu korkuyu taşıyanlar, küçük siyasi çıkarlar peşindeki yabancı parlamenterleri istismar etmekte ve onlar tarafından istismar edilmektedirler. Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemine ilişkin iddiaların İsveç Parlamentosu gündemine girmesi böyle bir istismar döngüsünün sonucudur.

Parlamentoların ve siyasetçilerin görevi, tarih konusunda yargıda bulunmak değil, tarihten ders çıkararak geleceği inşa etmektir.

Tarihi gerçeklerin ve Türkiye'nin kendi tarihi ile ilgili görüşlerinin yabancı parlamentoların siyasi çıkar zemininde almış oldukları kararlarla değişeceğini sananlar ağır bir yanılgı içindedirler.

17 Mart 2010 tarihinde gerçekleştirilmesi öngörülen Türkiye-İsveç Zirvesi ve Sayın Başbakanımızın bu ülkeye yapacağı ziyaret iptal edilmiştir. Stokholm Büyükelçimiz, istişareler için Ankara'ya çağrılmıştır.''

KORUTÜRK: ANKARA'YA DÖNMEM İSTENDİ

Türkiye'nin Stockholm Büyükelçisi Zergun Korutürk, İsveç Parlamentosu'nda 1915 olaylarına ilişkin Ermeni iddialarının tanınmasını öngören karar tasarısının kabul edilmesiyle ilgili olarak kendisine resmi açıklama yapılmadığını ancak, şifahen ''Ankara'ya dönün" denildiğini söyledi.

Korutürk, AA'ya yaptığı açıklamada, oylamadan çıkan sonucun son derece üzücü olduğunu, bunun, mükemmel ilişkilere sahip İsveç ile Türkiye arasındaki ikili ilişkileri bozacağını, tamirinin kolay olmayacağını ve zaman alacağını kaydetti.

Büyükelçi Korutürk, "İsveç ile 2000 yılının başından itibaren ilişkilerimizde düzelme olmuştu. Neredeyse stratejik ortaklığa doğru gidiyordu. Tasarının, İsveç tarafına zarar vereceğini söyledim. Umarım zararının farkındadırlar" diye konuştu.

Korutürk, kendisine konuyla ilgili olarak henüz resmi açıklama yapılmadığını ancak, şifahen ''Ankara'ya dönün" denildiğini, en kısa zamanda da döneceğini bildirdi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=960620&title=bisvec-ermeni-tasarisini-kabul-ettib
#1368
Ankara Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı çalışan EGO ve özel halk otobüsleri ile minibüslerde ulaşım ücretlerinde altı yıl öncesine dönüldü. 8 Mart Pazartesi gününden itibaren otobüslerde tam bilet 90 Kuruş, öğrenci 60 Kuruş, minibüslerde kısa mesafe 90 Kuruş, uzun mesafe ise bir lira oldu.

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, düzenlediği basın toplantısında, Tüketici Hakları Derneği'nin, 2004 ve 2008 yılında toplu taşıma ücretlerinde indirim amacıyla 9. İdare Mahkemesine açtığı dava sonucu, şehir içi ulaşımı sağlayan otobüs ve minibüslerde altı yıl önce uygulanan ücretin geçerli olması kararı çıktığını belirterek, ''Bu durum belediye için bir kaostur. Bu işin içinden maddi anlamda çıkabilmemiz ve işin mantığını anlamak mümkün değildir'' dedi.

Ankara Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı çalışan EGO ve özel halk otobüsleri ile minibüslerde ulaşım ücretlerinde altı yıl öncesine dönüldü. Tam bilet 90 kuruş olurken, öğrenci bileti 60 kuruşa indi. Karar üzerine transfer uygulaması ise Belediye tarafından kaldırıldı.
 
8 Mart Pazartesi gününden itibaren otobüslerde tam bilet 90 Kuruş, öğrenci 60 Kuruş, minibüslerde kısa mesafe 90 Kuruş, uzun mesafe ise bir lira oldu.

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, düzenlediği basın toplantısında, Tüketici Hakları Derneği'nin, 2004 ve 2008 yılında toplu taşıma ücretlerinde indirim amacıyla 9. İdare Mahkemesine açtığı dava sonucu, şehir içi ulaşımı sağlayan otobüs ve minibüslerde altı yıl önce uygulanan ücretin geçerli olması kararı çıktığını belirterek, ''Bu durum belediye için bir kaostur. Bu işin içinden maddi anlamda çıkabilmemiz ve işin mantığını anlamak mümkün değildir'' dedi.

Karar üzerine zararlarının 200 milyon TL'yi bulacağını ifade eden Gökçek, otobüs ve metroda devam eden transfer uygulamasının tedbir amacıyla kaldırıldığını da sözlerine ekledi.

http://www.haber7.com/haber/20100302/Ankarada-bilet-fiyati-6-yil-onceye-dondu.php

Ankara Belediyesi'nden Ulaşım Kararına İtiraz

Ankara Büyükşehir Belediyesi, Ulaşımda 6 Yıl Öncesinin Ücretlerine Dönülmesine İlişkin Mahkeme Kararına İtirazda Bulundu.

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Danıştay 8. Dairesine ulaşımda indirimi sağlayan kararın iptali için başvurduklarını söyledi.

Başkentte otobüs ve minibüs taşıma ücretlerinde 6 yıl öncesinin rakamlarının geçerli olmasının belediyeye büyük külfet getirdiğini ifade eden Gökçek, mevcut kararı fiilen uygulamalarının belediye açısından yüksek bir mali sıkıntı oluşturacağını savundu.

Melih Gökçek, şunları kaydetti:

''Bu konuda önlem amacıyla transferleri iptal ettik. Sefer sayılarını da seyrekleştirmek zorunda kaldık. İstesek de, istemesek de başka çözüm yolu bulamıyoruz. Herkesin vereceği fikirlere açığız. Büyükşehir Belediyesi olarak verilen mahkeme kararının iptali için Danıştay'a itirazda bulunduk. Vatandaş olarak da dileyen olursa bu hafta Ulaştırma Koordinasyon Merkezi'nde (UKOME) alınan karar için itirazda bulunabilirler. Bugün de Ankara Minibüsçüler Odası'na bağlı şoförler indirim kararının iptali için mahkemeye başvurmuşlar.''

Alınan kararı, ''mahkeme kararı'' olduğu için uygulamak zorunda olduklarını ifade eden Gökçek, yerine getirmemeleri halinde 3 yıl hapis cezası almak durumunda kalacaklarını söyledi.

8 Mart Pazartesi gününden itibaren otobüslerde tam bilet 90 Kuruş, öğrenci 60 Kuruş, minibüslerde kısa mesafe 90 Kuruş, uzun mesafe ise 1 TL olmuştu.

http://www.hurriyet.com.tr/ankara/14022774.asp?gid=140

Erdoğan'dan Danıştay kararına rest

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Ankara'da toplu taşıma ücretlerine yapılan zam kararlarını durduran Danıştay'ı eleştirdi. Erdoğan, 'ben kararı veririm, sen başının çaresine bak anlayıyışla' bir yargı yaklaşımı olmayacağını söyledi.

Erdoğan, Ankara'da taşıma ücretlerine yapılan zam kararlarını durduran Danıştay'ı eleştirdi. Erdoğan, toplu taşıma ücretlerinde 6 yıl öncesine dönüldüğünü belirterek, "Bu ülkede hak, hukuk çok önemli. Böyle bir şeyin kararını da millet zaten en güzel şekilde verir. Halka hizmeti kalkıp da engelleme yolunda bu tür adımlara varmak, 'ben kararı veririm, sen başının çaresine bak anlayıyışla' bir yargı yaklaşımı olamaz." dedi.

Belediyenin toplu taşıma işinden aylık 41 milyon TL zarar ettiğini söyleyen Erdoğan, "Bu, bugünkü durumla alakalı. 6 yıl öncesine gidersek ne oluyor? Bu, yılda nereye varıyor? 480-500 milyon TL'ye varıyor. Bunun altından bu belediye kalkar mı? Kapıya kilidi vurur, ondan sonra gelsin Danıştay burayı işletsin, yürütsün. Başka bir şey olmaz. Ben de bu belediye başkanlığını yaptım. Bize de bu çileleri çektirdiler, olmaz. Vereceğimiz kararları adil verelim. Alacağımız kararlarla da ne neyi alıyor, ne neyi götürüyor, iyi düşünelim. Biz millete hesap veriyoruz. Ama millet adına karar verenlerin millete hesap vermek gibi bir durumu yok ki." diye konuştu.

Kendilerinin kararı alırken de hesabı verirken de milletin karşısında olduklarını hatırlatan Erdoğan, şunları söyledi: "Bizim farkımız bu. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir anlayış yoktur. Biz atanmış bir memur değiliz. Biz seçilmişiz. Memurlara saygısızlık yapmıyorum. Memur olduğun zaman zaten yaş haddiyle de 65 yaşına kadar oradasın. Sana kimse dokunmuyor. Bu ülkede atanmış-seçilmiş ayrımını yapmamamız lazım. El ele omuz omuza vereceğiz. Bu ülkeyi aydınlık yarınlara yasamasıyla, yargısıyla nasıl götüreceğiz? Bunu düşünmeliyiz. Bu ülkeyi idare etmek için siyaset yolu açık. Şehri idare etmek için siyaset yolu açık. Kurarsınız partinizi veya kurulmuş partiler vardır. Ülkem sizi seçerse, ülkeyi de şehri de siz idare edersiniz." (CİHAN)

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=960522&title=erdogandan-danistaya-rest

Ankara'nın 'indirim çilesi' kısa sürdü

Ankara Minibüsçüler Odası Başkanlığının, başkentte ulaşım ücretlerinde altı yıl önceki tarifenin geçerli olmasını sağlayan UKOME kararına ilişkin açtığı davada yürütmeyi durdurma kararı verildi, indirimli tarife iptal edildi.
 
Oda Başkanı Hacı Bekir Gani, AA muhabirine yaptığı açıklamada, oda olarak Ankara Büyükşehir Belediyesinin, UKOME'de aldığı karara ilişkin Ankara 2. İdare Mahkemesinde açtıkları davanın bugün sonucunu aldıklarını bildirdi.

Buna göre, minibüs, otobüs ve Ankaray'da altı yıl öncesinin taşıma ücretlerinin geçerli olduğu kararının iptal edildiğini bildiren Gani, yargının verdiği karardan memnun olduklarını söyledi.

Gani, 8 Mart Pazartesi gününden itibaren minibüslerde taşıma bedelinin 900 lira olmasından dolayı esnafın ''büyük sıkıntı ve mali kayıp'' yaşadığını belirterek, ''Bugün yönetim kurulunda yapacağımız toplantıyla birlikte eski taşıma ücreti olan bin 850 liradan yolcu taşımaya devam edeceğiz. Alınan karar aynı zamanda özel ve EGO otobüslerde de UKOME kararı öncesi taşıma bedellerinin geçerli olmasını sağlamıştır'' dedi.

Oda avukatı Mehmet Ali Alan da Ankara 2. İdare Mahkemesinin verdiği kararla UKOME'de alınan ulaşımdaki indirimli tarifeden vazgeçildiğini, taşıma ücretlerinin 8 Mart Pazartesi öncesindeki düzeylere geri döndüğünü söyledi.

Bu arada, Gani'nin Ankara 2. İdare Mahkemesinden aldığı iptal kararını gören minibüsçüler, odada sevinç gösterisinde bulunarak ''sıkıntıdan'' kurtulduklarını ifade etti.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=960565&title=ankaranin-indirim-cilesi-kisa-surdu
#1369


Türkiye, dün akşam Ankara'da yaşanan önemli bir operasyonla sarsıldı. Terörle Mücadele Şubesi ekiplerinin Gölbaşı yakınlarında durdurduğu sivil plakalı kamyondan yüzlerce bomba ve silah çıktı.

Alınan bilgilere göre, operasyon bir telefon ihbarı üzerine başladı. Saat 16.00 sıralarında takibe alınan 06 BJ 9915 plakalı, beyaz kamyon, Gölbaşı yakınlarında saat 18.00'de durdurularak arandı.

Şoför, kamyonda 900 el bombası bulunduğunu belirtirken, bombaların seri numaralarının silinmiş olduğu ileri sürüldü. Şoförün yanındaki bir astsubay ve bir onbaşının mühimmatın Silahlı Kuvvetler'e ait olduğunu, askeri birliğe teslim edileceğini söyledikleri ve polise görev yazısı gösterdikleri iddia edildi.

Bunun üzerine ekipler, olayı özel yetkili cumhuriyet savcısına bildirdi. Savcının talimatıyla mühimmat yüklü kamyon incelenmek üzere, çok sayıda polis eskortu ve zırhlı araçlar eşliğinde Emniyet Müdürlüğü'ne getirildi.

Gözaltına alınan astsubay, onbaşı ve sivil vatandaşın ifadesi burada alınırken, kamyonun Muğla'dan yola çıktığı, bomba ve silahların Özel Kuvvetler Komutanlığı'na teslim edileceği ileri sürüldü.

Savcılık, bu çapta bir mühimmatın neden sevkiyat kurallarına riayet edilmeden, sivil araçla ve hiçbir koruma olmadan taşındığını araştırıyor. Savcılık işlemlerinin tamamlanmasının ardından silah yüklü kamyon, dün gece yarısı Ankara Emniyet Müdürlüğü'nden bırakıldı.

Alınan bilgiye göre saat 16.00 sularında silah ve mühimmat yüklü bir aracın Ankara'ya giriş yapacağı yönündeki ihbar üzerine Terörle Mücadele (TEM) Şube Müdürlüğü ekipleri aracı takibe aldı. Saat 18.00 sularında Konutkent'te durdurulan 06 BJ 9915 plakalı kamyonu sivil bir kişinin kullandığı saptandı.

Mühimmatların TSK'ya ait olduğu iddia edilirken; kamyonda şoförün dışında bir onbaşı ile bir astsubay başçavuşun da sivil kıyafetlerle seyahat ettiği belirlendi. Şahısların görev kağıdı olduğu kaydedilirken; olaya el koyan savcılığın talimatı ile araçtaki kişilerin ifadeleri alındı. Şoförün ilk beyanında araçta bazılarının seri numarası silinmiş 900 adet el bombası olduğunu söylediği öne sürüldü.

Kamyon incelenmek üzere Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'ne çekilirken; Merkez Komutanlığı'ndan görevlendirilen askerî yetkililerin de emniyete bir araç ile geldiği görüldü. Askerî personeli getiren aracın plakalarının kapatılmış olması dikkat çekti. Özel yetkili savcılığın yürüttüğü soruşturmada, Ankara Adliyesi'nde de ilginç bir trafik yaşandı. Askerî yetkililerle araçtaki malzemelerin kriminal laboratuvarlara gönderilmesi yönünde ihtilaf yaşandığı iddialar arasında yer aldı.

Bu arada kamyonda bomba imha uzmanlarının yaptığı incelemede el bombalarının ABD menşeli olduğu saptandı. Uzmanlar, TSK'nın genelde MKE üretimi el bombası kullandığına dikkat çekiyor. Bombaların araçta özenle kamufle edildiği de dikkatlerden kaçmadı. A4 kağıdı kolilerinin arasına gizlendiği saptanan bombaların hangi amaçla kamufle edilmeye çalışıldığı da araştırılıyor.

Patlayıcı madde sevkiyatının polise bildirilmesi şart

Askeri yetkililer, dün akşamki olayın ardından Ankara'ya benzer şekilde kiralanan 12 sivil plakalı kamyonla silah ve mühimmat sevk edildiğini açıkladı. Bu kamyonların herhangi bir risk teşkil etmemesi için tercih edildiği ileri sürüldü. Ancak patlayıcı madde taşıma yönetmeliğine göre, bu tür nakillerde polisten eskort talep edilmesi gerekiyor. Alınan bilgilere göre, içinde askerlerin bulunduğu araçla ilgili Emniyet'e herhangi bir bildirimde bulunulmadı.

SEDAT GÜNEÇ-ANKARA 
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=960318&title=ankarada-bomba-ve-silah-yuklu-kamyon-yakalandi

Askerden 'sivil kamyonla sevkiyat' bilgisi

Dün akşam saatlerinde bir ihbar üzerine durdurulan silah ve mühimmat yüklü kamyonun Ankara Emniyet Müdürlüğü'ne çekilmesiyle ilgili askeri yetkililerden açıklama geldi..

Ankara'da Etimesgut civarında bir ihbar üzerine durdurulan silah ve mühimmat yüklü kamyonun başka bir ilden Gölbaşı'ndaki bir askeri birliğe cephane sevkiyatı yaptığı öğrenildi.

Askeri yetkililerden edinilen bilgiye göre, mühimmat yüklü kamyon başka bir ilden sabah saat 6 sıralarında yola çıkıp Polatlı-Etimesgut güzergahından Ankara'ya giriş yaptı.

Kamyonun içindeki silah ve mühimmatın Gölbaşı'ndaki bir askeri birliğe teslim edilmesinin planlandığı ve söz konusu sevkiyattan askeri yetkililerin haberdar olduğu kaydedildi.

Öte yandan askeri yetkililer, silah ve mühimmat sevkiyatının kiralanan sivil plakalı araçlarca gerçekleştirildiğini belirterek, bugün Ankara'ya benzer şekilde 12 ayrı sivil plakalı kamyonla silah ve mühimmat sevkiyatının yapıldığını kaydetti.

Söz konusu uygulamanın rutin olduğunu belirten yetkililer, sivil plakalı kamyonların herhangi bir risk teşkil etmemesi için tercih edildiğini bildirdi.

AA
http://www.haber7.com/haber/20100311/Askerden-sivil-kamyonla-sevkiyat-bilgisi.php
#1370
Her fırsatta kendi kendime kelam-ı nefsi ile söylenirim:- İki şey asla ihmal edilmemelidir. Okumak ve düşünmek!.. Evet okumayı, düşünmeyi ihmal eden adamın hayatını doğru yaşaması, yaşadığı olayları doğru yorumlaması zordur.

Hatta imkânsızdır da diyebilirim. Hazine üstünde oturup da dilenen adamdan farksızdır okumayan, ayrıca düşünmeyen insanın durumu. Bundan dolayı Efendimiz (sas) Hazretleri ikazını yapmıştır: "Hasibu kable en tühasebu!" Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin, yaşadığınızı, ileride yaşayacağınızı düşünün. Düşünün de ikaz olun, ibret alın, ebedi hayatınıza hazırlıklı olun..

Okumayan, okusa bile düşünmeyenlerden biri, bir sohbet sırasında okuyucuma malum tekerlemeyi tekrarlamış:

- 'Öldükten sonra dirilmek varmış, kim gitmiş de gelmiş oradan? Var mı gidip gelen, öldükten sonra dirilen?' diye bilgiççe laflar etmiş. Okumayan, okusa da düşünmeyen adamın söyleyebileceği söz ancak bu kadar olur elbette. Halbuki, bu sorunun sahibi her gece yatağına yatarken bir bakıma ölür, her sabah kalkarken de yine bir bakıma dirilir; ama yine de sorar:

-Kim gidip de gelmiş oradan? Gidip de dönen var mı?.. Başkalarını bırak, kendisi gidiyor, hem de her gece... Yine kendisi geliyor, hem de her sabah... Ama gel gör ki, düşünme olmayınca, kendi yaşadığını yorumlayıp da 'benim hayatımda bile vardır her gece ölmek, her sabah da dirilmek' diyemiyor, halini ve hayatını gözden geçiremiyor. İşte okumayan, hatta düşünmeyen insanın bu türlü gafletli dalgınlığından olacak ki, Efendimiz (sas) Hazretleri her gece yatağına uzanacağı sırada düşünmeyenleri düşündüren duasını şöyle yapıyor:

- "Bismikellahümme emûtü ve ehyâ!" Ne diyor bu duasıyla?. "Beni her akşam öldürüp her sabah tekrar dirilten Allah'ım, senin ismin ve izninle uzanıyorum yatağıma!" Sabah kalkarken de aynı gerçeği tekrar hatırlatan şu duayı okuyor:

- "Elhamdü lillâhillezî ehyana bade mâ emâtena ve ileyhinnüşûr!" "Beni öldürdükten sonra tekrar dirilten Allah'a hamd olsun. Bir gün gelecek ki, en son ölümü ölecek, en son dirilişle ona döneceğiz elbette!"

Yatarken kalkarken yaptığı bu manidar dualarıyla bizleri ikaz ve irşat eden Efendimiz (sas), her gece ölmüş sayılıp her sabah da yeniden dirilmiş olmayı düşünmemizi tavsiye etmiş oluyor. Ama bu ikaz ve irşadı kim anlar, kim yorumlar? Kim hatırlayıp değerlendirmesine alır?

Elbette okuyan ve düşünen insan. Okuma yoksa, düşünme mevcut değilse, her gece gidecek, her sabah da gelecek; ama yine de sormaya devam edecek:

- Kim gitmiş de gelmiş oradan? Var mı gidip de dönen? Yaşadığını yorumlamayı düşünemeyen adam şunu da ekliyor sorusuna:

- Ölen insana kabirde azap olurmuş, bu mümkün mü?.. Bunu soran adam her gece mezara girer gibi girdiği yatağında cansız yatarken gördüğü korkunç rüyalarında çeşitli kabir azapları yaşıyor, işkencelere maruz kalıyor, bazen de cennet güzellikleri gibi güzellikler seyrederek uyanıyor. Ama yine de soruyor:

- Kabirde azap nasıl olur, mümkün mü? Halbuki Rabb'imiz insana bu dünyada ölmeyi, dirilmeyi, kabirde azap görmeyi, zihnine yaklaştıracak olaylar yaşatıyor, aklına kapı açıyor; ama iradesini de elinden almıyor, düşünmesini istiyor. Buna rağmen düşünmeyen adam hâlâ soruyor: "Var mı giden gelen, azap gören, mükâfat yaşayan?"

Gariptir ki bunu söyleyen adam, o gece yine ölecek, o sabah yine dirilecek, gece yine korkulu rüyalar görecek. Yine de omuzlarını silkip dudaklarını bükecek... 'Var mı gidip de gelen, azap gören?' diyecek. Demek ki sebepsiz değilmiş Efendimiz (sas)'in ikazı:

- Tefekkürü saatin hayrun min ibadeti senetin! Bir saat tefekkür (düşünmek), bir sene (nafile) ibadetten hayırlıdır.

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=959430&title=her-gece-oluyor-her-sabah-diriliyor-muyuz
#1371
Bugün dünyada yaklaşık üç milyar kişi cep telefonu kullanıyor; 2003'teyse bu sayı bir milyar dolayındaydı.

Önce telsiz telefon, sonra "walky talky"lerle gelişen teknoloji, 15-20 yıl önceki basit ve 1 kilogramlık cep telefonlarının ardından, bugün bir dizi işlevli (telefon konuşması, internet bağlantısı, radyo ve müzik çalma, fotoğraf ve video çekme, takvim, ajanda, çalar saat gibi) 100 gram hafiflikteki telefonları üretti ve bunlar neredeyse ayrılmaz parçamız olarak günlük yaşamımıza girdi. Başlangıçta mesaj göndermek ve haberleşmek için kullanılması düşünülmüş olan cep telefonları, işlevlerinin iyice artması ve fiyatların gitgide düşmesiyle, ücretsiz kontör eklemeleri gibi çekici uygulamalarla, hem evlerde ve hem de işyerlerinde gerekli gereksiz, daha sık ve çok uzun konuşmalar yapılmasına yol açtı. Özellikle ülkemizde çoğumuz, yollarda, istasyonlarda, duraklarda, bekleme salonlarında, tren ve vapurlarda beklerken cep telefonlarımıza sarılıp uzun uzun konuyor ve yazışmalar yapıyor, müzik dinliyoruz. Ev ye iş yerlerimizde de çok kez cep telefonu elimizden düşmüyor.

Cep telefonlarından yayılan elektromanyetik ilgalar vücudumuzdaki dokuları ve dolayısıyla sağlığımızı nasıl etkiliyor? Bu konuda bugün bilimin eriştiği düzeyde ne gibi bulgular ve bunlardan türetilebilecek ne gibi önlem ve öneriler var?

Cep telefonlarından yayılan elektromanyetik dalgaların sağlığa olumsuz etkileriyle ilgili (kanser oluşturduğu gibi) çeşitli savlar zaman zaman medyada ve birçok internet sayfasında yer alıyor ve tartışılıyor. Bu yazıda, bilim dünyasında, yoğun olarak araştırıla gelen ve sayısız bilimsel yayının yapıldığı "cep telefonlarının yaydığı dalgaların vücudumuza etkisi", konuya yabancı okurlar için açıklanıyor ve yapılmakta olan bilimsel araştırmalardan bugüne kadar elde edilen bulgular, önlem ve öneriler özetleniyor.

Isıl Etkiler

Cep telefonlarından yayılan elektromanyetik dalgaların, girdikleri dokulara enerjilerini aktararak onların ısısını artırdığı artık kanıtlanmış bilimsel bir gerçek. Aşırı ısı artımı ise dokuların işlevlerini bozabiliyor. Uluslararası bilimsel kurulun (ICNIRP) ve Dünya Sağlık Örgütünün (WHO) saptadığı ilgili "sınır değerler", dokulardaki bu ısıl etkilere dayanıyor.

Isıl Olmayan Etkiler

Cep telefonlarından yayılan elektromanyetik dalgaların vücut dokularında ısı artımından başka etkileri de olabiliyor. Özel durumlarda, dokularda belirgin bir ısı artışı oluşturmadan, büyük moleküllerde, hücre zarlarında ya da hücre organellerinde bunların normal işlevlerini bozan ısıl olmayan olumsuz etkiler de beklenebiliyor.

Isıl olmayan etkilerle ilgili yapılmakta olan birçok bilimsel çalışma, bugün bile aradan 30 yıl geçmesine karşın, bu cins elektromanyetik dalgaların etkilerini kesin olarak ortaya koyan bulgu ya da kanıtlardan çok uzak. Zaman zaman yapılan bazı yayınlarda, kanser (tümör) olasılığının artımından uyku bozukluklarına, baş ağrısından iktidarsızlığa bir dizi bulgunun elde edildiği ileri sürülüyor. Ancak ICNIRP bilimsel kurulunun raporlarına göre bunlar çeşitli nedenlerle (bilimsel yol ve yöntemlerde bazı yanlışlar, veri eksiklikleri, yeterli süre incelenmemiş olmaları) henüz bilimsel olarak sınanamamış durumda. Cep telefonlarından yayılan dalgalar, hücrelerdeki moleküllerin birbirleriyle bağlantısını koparacak ve hücre çekirdeğindeki DNA gibi molekülleri bozacak enerjide olmadıklarından, kansere neden olabilecek etkiyi göstermeleri genellikle beklenmiyor.

Ancak yukarıda belirtildiği gibi büyük moleküllerde, hücre zarlarında ya da hücre organellerinde bunların normal işlevlerini bozan etkiler beklenebiliyor. Ayrıca yapay olarak gen teknolojisiyle bozunmuş hücrelerin elektromanyetik alanların etkisiyle daha da bozunup çoğalma olasılığı var.

Isıl olmayan etkilerle ilgili olarak, bilimsel güvenilirliği sınanmış tek bulgu, elektromanyetik dalgaların, vücuda yerleştirilmiş "kalp pili" ve benzeri aletleri bozabilmesidir. Ayrıca hastane ve uçaklardaki duyarlı bazı aletler de cep telefonlarından olumsuz etkilenebiliyorlar. Buna karşılık baz istasyonlarının çevresindeki bölgelerde yaşayan kişilerdeki kalp pillerine, baz istasyonlarının herhangi bir etki yaptığı saptanmamıştır.

Cep Telefonlarından Kaynaklanan Düşük Dozun Vücuda Etkisini Belirlemedeki Güçlükler

Tüm bu saptamalardan cep telefonlarından yayılan dalgaların vücutta ısıyı artırma dışında başka bir etkisi olmadığı ve olamayacağı anlamı da çıkarılmamalı. Bilim, bilindiği gibi gözlem (ölçüm), deney, karşılaştırmayla sonuçlar çıkarmaya ve bulguları sınamaya dayanır ve yeni hipotezler, bilimsel yol ve yöntemler sonucu elde edilen bugünkü bulgularla gerçek duruma yaklaşım sürüp gider. Cep telefonlarından yayılan dalgaların dokuların ısısını artırmasından başka etkilerinin bugüne kadar yapılan çalışmalarla kesinlik kazanmamış olmasının nedenleri özellikle şunlardır: dokularda oluşan çok düşük dozun herhangi bir etkisinin, hücrelerin doğal korunma işlevleriyle önlenerek daha hasar ortaya çıkmadan giderilmesi ya da etkinin cep telefonlardan yayılan dalgaların dışındaki daha büyük başka etkilerle perdelenip saptanamaması. Benzer durum radyoaktivite kaynaklı, iyonlayıcı düşük radyasyon dozlarının etkilerinde de görülüyor. Hatta Japonya'ya atılan atom bombalarının orada oluşturduğu çok daha yüksek radyasyon dozları bile, hayatta kalabilen 100.000 kadar insanda son 60 yıldır yapılan kapsamlı tıbbi araştırmaların bilimsel değerlendirilmesinden (epidemiolojik çalışmalardan) ortaya çıktığı gibi, vücutta kan kanseri dışında radyasyona bağlanabilecek bir hasarı kanıtlamaktan uzak.

Bu nedenle, cep telefonlarından yayılan elektromanyetik dalgaların insan vücudunda oluşturabileceği etkilerin çok daha uzun süre bilimsel çalışmalarla araştırılması gereğinin işin doğasında olduğu açık. Gerçekten de bu konuda 13 ülkede 1997den beri süregelen bilimsel araştırma çalışmalarının (interfon araştırması) da bu sonucu doğrulayacağı çeşitli yayınlarda vurgulanıyor. İnterfon araştırmasında bugüne kadar ilgili ülkelerden bazı sonuçlar açıklanmış olmasına karşılık, tüm ülkelerden elde edilen verilerin birlikte değerlendirilmelerini içeren yayınlar henüz bulunmuyor.

Sınır değerlerin belirlenmesinde izlenen yol

Özgül Soğurma Hızı Değerleri, SAR (Specific Absorption Rate)

70 kilogramlık bir kişinin vücudu, "hareketsiz durumda" yaklaşık olarak saniyede 80 Watt'a eşdeğer bir enerji tüketiyor. 80 Watt'lık bir elektrik ampulünün yanarken tükettiği enerji kadar!. Buradan, vücudun kilogramı başına güç yoğunluğu olarak kabaca 80/70=1,2 Watt bulunur, Yürüdüğümüzde, spor yaptığımızda ya da bisiklete bildiğimizde ise vücudumuzun enerji alışverişi artar ve güç yoğunluğu vücudumuzun kilogramı başına 3 ile 5 Watt'a ulaşır. Bu düzeydeki bir güç yoğunluğu, dışarıdan elektromanyetik dalgalar yoluyla vücutta oluşursa, bunun vücuttaki organ ve dokuların normal işlevleri yoluyla giderilebileceği ve vücutta herhangi bir hasar oluşmayacağı düşünülmüş ve ilk sınır değer böyle belirlenmiştir. Son 30-40 yıldır özellikle hayvanlar üzerinde yapılan deneyler ve çok çeşitli bilimsel çalışmalar, herhangi bir nedenle tüm vücut ve dokulardaki 1 dereceyi aşan sıcaklık artımı sonucu, vücutta bazı bozuklukların (hasarların) ortaya çıktığını gösteriyor. Öte yandan vücutta 30 dakika boyunca 1 derecelik sıcaklık artımına yol açan ve elektromanyetik dalgalardan kaynaklanan güç yoğunluğu ise kilogram basına 4 Watt kadardır. Bu değer "'emel SAR sınır değeri" olarak kabul ediliyor. Korunma (ya da güvenlik) payı da göz önüne alınarak, bu değerin onda biri olan 0,4 Watt/kg, ilgili mesleklerde çalışanlar için sınır değer olarak öngörülmüş. Bunun da beşte biri olan 0,08 Watt/kg halktan herhangi bir kişinin tüm vücut ışınlanması için sınır değer olarak ICNIRP bilimsel kurulunca belirlenmiş. Vücudun baş bölgesi için l,6 W/kg (Almanya'da 2 W/kg), eller, kollar, ayaklar ve bunların eklemleri için ise 4 W/kg'ltk SAR değerleri üst sınırlar olarak birçok ülkede belirlenip uygulanıyor. Elektromanyetik dalgaların vücuda aktardığı enerji yoğunluğunun üst sınırlarını belirleyen tüm bu değerler, hayvanlar üzerinde 1970'li ve 1980'li yıllarda yapılan deneylere (özellikle fare ve maymunlarda doku ısınması sonucu davranış bozukluklarının gözlenmesine) dayanıyor. Ayrıca viskoz bir sıvı karışımıyla doldurulan yapay bir kafanın yakınına konup çalıştırılan bir cep telefonunun bu sıvıya aktardığı enerjinin, kafa içindeki çeşitli noktalarda elektronik algılayıcılarla ölçüldüğü deneylerden de yararlanılıyor (Fantom modellemesiyle). Ülkemizde de yukarıdaki SAR değerleri göz önüne alınıyor.

Almanya'da yetkili kurumun yaptığı taramada, piyasadaki cep telefonlarının baş bölgesi için 0,10 ile 1,94 W/kg ve tüm vücut ışınlanması için ise 0,003 ve 1,87 W/kg arasında değerler gösterdiği bulunmuştur.

3. kuşak (3G) cep telefon sistemleri, bilindiği gibi yüksek frekansta (mikro dalgalar bölgesinde) 1900 ile 2200 MHz'lik (saniyede 1900 ile 2200 milyar kez titreşim yapan) elektromanyetik dalgalar yayıyorlar.

Not: Watt fizikte güç birimi olup 1 Watt, 1 saniyede üretilen ya da tüketilen enerji miktarını gösteriyor.

İnterfon araştırmasının ara sonuçlan özetle şöyle:

1 - Cep telefonunun on yıldan daha az kullanımı sonucu tümör riskinde bir artım belirlenmemiş.

2 - Cep telefonunun on yıldan daha uzun süreli kullanımında, işitme siniri ve beyin dokusu tümör riski artımıyla ilgili bazı bulgular varsa da, veri azlığı (uzun süre cep telefonu kullanmış olan tümörlü az sayıda kişi bulunması) nedeniyle sonuçlar istatistiksel olarak belirgin değil. Bu nedenle tüm ülkelerden gelen verilerin hep birlikte kullanılacağı bilimsel değerlendirme sonuçlarının beklenmesi gerekiyor. Öte yandan Almanya'da cep telefonlarının sağlığa etkilerinin araştırılmasıyla ilgili 17 milyon avroluk bir bilimsel araştırma programı başlatılmış olup, bu miktarın yarısını yetkili bakanlık ve diğer yarısını da cep telefonu sistemlerini işleten şirketler üstleniyorlar. Buna rağmen bu kapsamlı bilimsel çalışmada bu şirketlere, seçilecek araştırmalar ve alınacak sonuçların değerlendirmesiyle ilgili herhangi bir söz hakkı tanınmıyor. Bu araştırma tümüyle Almanya Radyasyondan Korunma Kurulunca yürütülüyor.

Her ne kadar kanser oluşumu ve DNA bozulması gibi sağlığımıza olumsuz etkiler, bugün bilimsel kesinlikle ortaya konulamıyorsa da koruyucu önlemler olarak şunları göz önüne almak yararlı olabilir:

1- Cep telefonları daha çok haberleşme için kullanılmalı (olduğunca az ve kısa konuşulmalı, uzun iş konuşmaları ve sohbetler kablolu telefonlarla yapılmalı).

2 - Bina içinde, pencereye yakın durup telefonu pencereyle araya alarak konuşmalı (telefonun yayın gücü azalacağından bize etkisi de azalacaktır).

3 - Telefonda görülen sinyalin en yüksek olduğu yerler seçilmeli (baz istasyonuna yakın yerlerde telefon daha az güçle çalışacağından kişiye etkisi az olacaktır). Çoğumuz oturduğumuz yerlere yakın baz istasyonu olsun istemiyoruz. Ancak, baz istasyonu bize uzaktaysa, telefonumuz daha büyük güçle çalışmak zorunda kalacak ve sonuçta bizi daha çok etkileyecek. Yakınımızdaki bir baz istasyonunun yaydığı radyasyonun bize etkisi, ölçümlerle saptandığı gibi, çok daha az.

4 - Numara çevirirken ve bağlantı kurulurken telefonu vücuttan biraz uzakta tutmalı (telefon yakınlardaki baz istasyonunu ararken daha büyük güçle çalışacağından bu sırada artan etkiyi azaltmak için).

5 - Telefonu göz, göğüs, (hamilelerde karından) ve üreme bölgelerinden uzakta tutmalı, kemerde ve pantolonun ön cebinde değil, arka cepte taşımalı.

6 - Özellikle küçük çocuklara cep telefonu almamalı, gerektiğinde sadece haberleşme için kısa konuşmaları sağlanmalı.

7 - Zorunlu bir durum olmadıkça otomobil ve trende cep telefonuyla konuşulmamalı, gerekiyorsa ellerin serbest kalacağı sistem kullanılmalı (Telefon metal karoserin iç kısmında oluşan elektriksel alanları yakaladığından konuşurken kulak bölgesindeki radyasyon dozu artıyor).

8 - Yeni cep telefonu satın alırken özgül soğurma yoğunluğu (SAR değerleri) daha düşük olanlar seçilmeli (aşağıdaki kaynaklardaki ilgili internet sayfasına bakınız).

9 - Cep telefonları, insulin pompası, kalp ve kulak aletlerinden en az 25 cm uzaklıkta kullanılmalı

10 - Cep telefonu çalar çalmaz hemen kulağa götürmemeli, bağlantı kurulduktan sonra kulağa yaklaştırmalı ve konuşurken kulağa iyice yapıştırmamak

Sonuç

Bilimsel araştırmalardan bugüne kadar elde edilen sonuçlara göre, sınır değerlerin altında kalındığı ve "her şeyin çoğu zarar" ilkesi göz önüne alınarak, cep telefonları bir yaşam boyu, gece gündüz aşırı derecede kullanılmadığı sürece, bunların yaydığı elektromanyetik dalgalardan sağlığımızın olumsuz etkilenmesi beklenmiyor.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=959312&title=cep-telefonlari-vucudumuzu-nasil-etkiliyor&haberSayfa=2
#1372
Anayasa değişikliklerinin halkoyuna sunulması hakkındaki kanunda değişiklik yapan kanun teklifinin tümü üzerindeki görüşmeler tamamlandı. AK Partili İyimaya düzenleme ile ilgili eleştirilere net cevaplar verdi.

Anayasa değişikliklerinin halk oylamasına sunulma süresini 120 günden 60 güne indiren kanun teklifi, TBMM Genel Kurulunda kabul edilerek yasalaştı.

Anayasa Değişikliklerinin Halkoyuna Sunulması Hakkındaki Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun'a göre, Anayasa değişikliğinin halk oylamasına sunulmasında öngörülen süre, 120 günden 60 güne inecek. Yurt dışında yaşayan vatandaşların halk oylamasında oy kullanacakları süre ise 40 günden 20 güne çekilecek.

GENEL KURUL'DA 60 GÜN TARTIŞMALARI

TBMM Genel Kurulunda, Anayasa Değişikliklerinin Halkoyuna Sunulması Hakkında Kanunda değişiklik yapılması hakkındaki yasa teklifi üzerinde AK Parti Grubu adına konuşan İyimaya, düzenlemenin, Anayasa değişikliklerinin halkoyuna sunulmasındaki sürenin 120 günden 60 güne indirilmesini içerdiğini belirterek, bu konuda partiler arasında uyuşmazlık bulunmadığını anlattı. İyimaya, halk oylamasının Türk siyasi tarihinde henüz kökleşmediğine işaret etti.

İyimaya, 1982 Anayasasının ''doğuş dönemi ve tasarım açısından ayıplı olduğunu'' savunarak, özgürlük ve insan eksenli olmadığını vurguladı. 1982 Anayasasında bugüne kadar 15 değişiklik yapılmasına karşılık ''devlet, otoriter ruh eksenli'' yapıdan insan ve özgürlük eksenine dönüştürülemediğini kaydeden İyimaya, 1985 yılından bu yana Anayasa tartışmalarının yoğun olarak gündemde kaldığını, üç anayasa yapacak birikime sahip olduğunu söyledi.

Türkiye'de seçilmiş bir parlamentonun anayasa yapıp yapamayacağı yönündeki tartışmalar yapıldığını hatırlatan İyimaya, şöyle konuştu:

''Bir tankın yapabileceğini, milletin parmaklarının yapamayacağını düşünmek kadar paradoks olabilir mi? Ayrıca, Anayasa Mahkemesinin odak tanımına muhatap olan bir partinin Anayasa yapamayacağı yargısını ortaya koymak, kelimenin en hafif anlamıyla saygısızlıktır. 12 Eylül'de siyasi partileri kapatan hangi felsefeyse, AK Parti'yi odak tespitine mahkum eden irade, aynı iradedir; vesayet iradesidir. Anayasayı yapma iradesi partilerin değil, milletvekillerinindir. Bu, devri mümkün olmayan bir iradedir.''

İyimaya, Anayasa değişikliklerinin halkoyuna sunulmasıyla ilgili yasada yapılacak değişikliğin yayımı tarihinden itibaren 1 yıl içinde yapılacak seçimde uygulanmayacağına ilişkin görüş hakkında, ''Bu bir seçim kanunu değildir. Anayasanın 67. maddesi çok açıktır ve bunun mimarı benim. Atıf hukuku ile seçim kanunları birbirine karıştırılıyor. Bu yorumun dayanağı yok'' dedi.

-''24. DÖNEME BIRAKILMALI''-

MHP Konya Milletvekili Faruk Bal da teklif üzerinde yaptığı konuşmada, 1982 Anayasasının ''ihtilal Anayasası olduğunu ve ihtilalin ruhunu taşıdığını'' ifade ederek, yapılan değişikliklere rağmen hala toplumsal kabule ulaşamadığını söyledi.

MHP'nin, Anayasa ile ilgili görüşünün belli olduğunu hatırlatan Bal, temel hak ve özgürlüklerden herkesin en geniş şekilde yararlandığı, toplumun birlik ve bütünlüğünü koruyan, devletin kurum ve kuruluşlarının iyi çalışmasını gözeten bir Anayasanın 24. Dönem Meclisi tarafından yapılmasını savunduklarını anlattı.

Hem 1961 hem de 1982 Anayasasının ''tepki anayasaları'' olduğunu ifade eden Bal, Anayasanın ömrü ve miadının dolduğunu belirtti. ''Anayasa 2 kez komaya girmiştir; 28 Şubat ve muhtırada...'' diyen Bal, seçim dönemine girildiğini, AK Parti'nin bir zıtlaşma ve inatlaşmaya girmesinin ne ülkeye, ne millete, ne kendisine yarar getireceğini söyledi.

''4-5 yıl sonra AKP'nin AB hayal ticareti yeniden başlamıştır'' diyen Bal, bu hayalin iflas ettiğini ileri sürdü. Bal, geçmişte 5 anayasa yapıldığını, 35 değişiklikte toplam 199 maddenin yeniden düzenlendiğini hatırlatarak, AB üyesi ülkelerin Anayasa konusunda bu kadar tecrübesi olup olmadığını sordu.

-''BİZ TÜRKİYE'YE GÜVENİYORUZ, SİZ DE GÜVENİN''-

Milletvekillerinin sorularını yanıtlayan Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Türkiye'nin AB üyeliğiyle ilgili soruları yanıtlarken şunları söyledi:

''Biz Türkiye'ye güveniyoruz, siz de güvenin. Korkmayın. Türkiye büyük ve güçlü bir ülkedir. Türkiye, rahmetli Menderes'in 1959 yılında ilk başvuruyu yapmasından tam 45 yıl sonra 17 Aralık 2004'te, iktidar muhalefet el ele vererek burada uyum yasalarını geçirdiği için AB'den bize tarih vermeye mecbur bıraktığı için bugün müzakereler devam etmektedir. Eğer biz Türkiye olarak üzerimize düşeni yaparsak, 27 üye ülkeden bir veya ikisinin birtakım itirazları olmasına rağmen, diğer üye ülkeler, Türkiye üyeliği konusunda itiraz edenleri mutlaka ikna edecektir. Bugün AB, kendi ekonomik krizini, enerji krizini, yasadışı göçle mücadele sürecini, uyuşturucuyla mücadele sürecini Türkiye'nin katkısı olmadan bir noktaya getiremeyecektir. Milletvekilleri burada konuşurken, Türkiye'nin darbe ruhuyla hazırlanmış anayasayla yönetilmesinin doğru olmadığını, bunun değiştirilmesi gerektiğini, ancak bunun bu dönemde değil, bir sonraki Meclisin yapması gerektiğini ifade ediyorlar. Siz kendinize güvenmiyor olabilirsiniz ama biz milletin bize verdiği yetkiye güveniyoruz.''

Bağış, görevi devraldığında ziyaret ettiği MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin kendisine ''AB devlet politikasıdır, iktidardayken bu sürece sahip çıktık, size de elimizden gelen desteği vereceğiz'' dediğini belirterek, ''Ben Sayın Bahçeli'nin sözlerinin arkasında durmasını, özellikle kendi partisinin milletvekillerinden bekliyorum'' dedi.

Yargı Reformu Stratejisinin Kızılcahamam'daki Hakimevi'nde yapılan toplantıda bütün kurumların altına imza koyduğu bir gerekçeyle hazırlandığını belirten Bağış, daha sonra Adalet Bakanlığının bir eylem planı ortaya koyduğunu kaydetti.

Bağış, İnsan Hakları Kurumu Başkanlığının Başbakanlığa bağlı olduğu söyleminin ''abesle iştigal olduğunu'' ifade ederek, ''Başbakanlığa bağlı değildir. Bağımsız bir kurum olarak kurulacaktır'' diye konuştu.

-''AB VE DÜNYA STANDARTLARINDA YARGI...''-

CHP'li bir milletvekilinin sorusuna Bağış, şu karşılığı verdi:

''Biz Türkiye'de bağımsız olduğu kadar tarafsız olduğundan endişe etmeyeceğimiz bir yargıya kavuşmak için sizlerle iş birliği yapmaya hazırız. Türkiye'nin AB ve evrensel standartlarda bir yargıya kavuşması için iş birliği yapmaya hazırız. Yargının yetkilerini daraltmak gibi bir niyetimiz yok. Tam aksine bütün vatandaşlarımızın güvenebileceği, artık vicdan ile cüzdan arasına sıkışıp sıkışmadığı tartışılmayan bir yargıya kavuşmak için hep beraber çalışmamız gerektiğini düşünüyoruz. AB'de gizli tanık olmadığı söylendi. Burada bir bilgi eksikliği var.''

Bağış, Cumhuriyet tarihinde ilk kez ders kitaplarına Alevilikle ilgili bilgileri koyan bir iktidarın mensubu olmakla onur duyduğunu belirterek, ''Cumhuriyet tarihinde ilk kez Muharrem ayında, Alevi vatandaşlarıyla aynı sofrayı ve kederi paylaşan bir Başbakanın partisinde bulunmaktan onur duyuyorum. Atatürk'ten bu yana ilk defa bir Cemevine gitmiş bir Cumhurbaşkanı'na oy vermekten büyük onur duyuyorum. Alevi vatandaşlarımızı yıllarca istismar edenlerin, onlara destek olmaya çalışan iktidara, Alevi vatandaşlarımızın üzerinden istismar yapmalarını ayıplıyorum'' diye konuştu.

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'ın bugün bir gazetede yer alan görüşlerine katılıp katılmadığı sorusunu yanıtlayan Bağış, Kılıç'ın bazı ifadelerini hatırlatarak, ''İşinize gelen yerleri okumayın. Bir uzlaşma ortamı olup olmadığını ben size sorayım. Gelin beraber uzlaşalım. Gelin Türkiye'ye yakışır anayasayı beraber yapalım. Ben Sayın Baykal'a dedim ki 'Siz bir anayasa hazırlayın, onun üzarinden gidelim' dedim. Bana hala cevap veremedi. Bana cevap veremeyen Sayın Baykal tarihe nasıl cevap verecek? Onu merak ediyorum'' dedi.

CHP'li Malik Ecder Özdemir'in oturduğu yerden tepki göstermesi üzerine Bağış, ''Keşke yargıyla ilgili gösterdiğiniz hassasiyeti yasamayla ilgili de gösterip, Türkiye'ye yakışır yargı reformunu ve Anayasa yapmaya destek verseniz'' karşılığını verdi.

Yurtdışındaki vatandaşların seçimlerde oy kullanma hakkının verilmesini benimsediklerini kaydeden Bağış, ''Bunu, o ülkelerin kendi iç kuralları çerçevesinde yapabilmemiz için kendi anayasamızda değişiklik gerekmektedir. Türkiye'nin bir Anayasa değişikliğine ihtiyaç duyduğu ortadadır. O konuda da sizinle birlikte çalışmaya hazırız'' dedi.

-''OYLAMA TEKRAR YAPILMALIYDI''-

TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu, Tunceli Bağımsız Milletvekili Kamer Genç'in sorusunu yanıtlarken, ''Bir kez daha söylüyorum; evet yapılan 367 ucubesidir. Türkiye'de anayasa hukukçularının ve normal aklın kabul etmeyeceği bir yorumdur. Ama Anayasa Mahkemesi ne yazık ki buna imza attı. 1 Mart Tezkeresi reddoldu burada. Orada da bir tartışma çıktı. 264 kabul, 261 ret almış. Normalde kabul gibi algılandı. Ama sonradan başkanlığın yorumu, çekimser oylarla beraber 276 salt çoğunluk olması gerektiği yönündeydi. Benim şahsi kanaatim, o oylamanın yeniden yapılması gerekirdi. Yanlış olmuştur'' görüşünü ifade etti.

Teklifin tümü üzerindeki görüşmelerin tamamlanmasının ardından maddelerine geçildi.

AA
http://www.haber7.com/haber/20100304/Meclis-ten-refrandumda-60-gune-onay.php
#1373
Yeni Trafik Yönetmeliği'nin bir maddesi, hem sürücülerin hem de polislerin kafasını karıştırdı.

Yürürlüğe 1 Haziran 2010'da girecek yönetmeliğe göre boyu 1,35 metreden kısa ve ağırlığı 36 kg.'dan az olan çocuklar, arka tarafa ve mutlaka özel çocuk koltuğuna oturtulacak. Buna uymayanlara ceza uygulanacak.

Yeni Asır Gazetesi'nin haberine göre tartışmaya sebep olan bu kurala, sürücülerden önce trafik polislerinden itiraz geldi. Alkol ölçümüne bile itiraz eden sürücülerin, çocuklarının boy ve kilosu yüzünden ceza kesilmesine nasıl tepki vereceği merak konusu. Polisler, kontrol için yanlarında metre ve baskül taşımak zorunda kalacaklarına dikkat çekiyor. Ayrıca alkol ölçümüne itirazların adli tıpta karara bağlandığını vurgulayan polisler, boy ve kiloya itirazlarda kimin karar vereceğini de bilmiyor.

Buna rağmen bütün bu kuralların, vatandaşların kendi iyiliği için koyulduğu da unutulmamalı. Dünya Sağlık Örgütü raporlarına göre trafik kazalarında ölen 0-14 yaş gurubu çocuklar sıralamasında Türkiye beşinci. Arabalarda çocuk koltuğunu mecburi tutan Avrupa Birliği'nde kazalarda çocuk ölüm oranı yüzde 2, Türkiye'de ise yüzde 40'lara ulaşıyor. çocukların yüzde 80'inin, arabada emniyetli yolculuğu sağlanamıyor. Kazaya bağlı ölümlerde 0-9 yaş arası çocukların yüzde 46'sı, özel koltuk kullanılmaması sebebiyle yaşamını kaybediyor. Saatte 40 kilometre hızla giderken bile meydana gelebilecek bir kazada çocuklar, ölümcül yaralar alabiliyor. çocuk koltuğunun doğru kullanılmasıyla ise bu ölümler yüzde 71 azaltılabiliyor. (CİHAN)

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=959268&title=trafik-polisi-elde-mesura-ve-terazi-ile-dolasacak
#1374
Kâfir yedi bağırsak dolduracak kadar yer, mümin ise tek bağırsak dolduracak kadar yer. (İbni Mace, Müslim)

Bir kişinin yiyeceği iki kişiye, iki kişinin yiyeceği dört kişiye, dört kişinin yiyeceği de sekiz kişiye yeter. (Müslim, Tirmizi, İbni Mace )

Resulullah Efendimizin yanında bir adam çok yediğinden dolayı geğirdi. Resulüllah Efendimiz: 'Geğirmeyi kes! Dünyada en çok doyanlar kıyamet günü en uzun süre aç kalacaklardır' buyurdu. (Tirmizi, İbni Mace)

İnsanoğlu, midesinden daha kötü bir kap doldurmuş değildir. Esasen insanoğluna, belini doğrultacak kadar, birkaç lokma yemesi yeterlidir. Yok, illa daha fazla yemesi gerekirse, o takdirde, midesinin üçte birini yemekle, üçte birini içecekle doldursun, üçte birini de nefes payı olarak boş bıraksın! (İbn Sa'd, I, 410; Müsned, IV, 132; Tirmizî; IV, 590, nu:2380; İbn Mace, II, 1111, nu:2349; el-Müstedrek, IV, 331-332)

Hz. Âişe (ra) validemiz anlatıyor: "Peygamber Efendimiz'in aile efradı, O'nun hayatının sonuna kadar, üst üste iki öğün, arpa ekmeğini doyuncaya kadar yemediler."  İbn Abbas (ra) anlatıyor: "Peygamber Efendimiz'in arka arkaya birkaç gece hiçbir şey yemeden yattığı olurdu da; O ve hane halkı, akşam sofrasında yiyecek bir şey bulamazlardı, yedikleri ekmek ise arpa ekmeği idi."

Resulullah Efendimiz bir şey yiyip içtiğinde: 'Doyuran ve sulayan, yedirip içirdiği şeyleri kolayca boğazdan geçirip hazmettiren ve onlara bir çıkış yolu yaratan Allah'a hamdolsun.' buyururdu. (Ebu Davud, Tirmizi)

Yemeği ayrı ayrı değil, birlikte yiyiniz; çünkü bereket toplulukla beraberdir. (İbni Mace)  Allah'ın en çok sevdiği yemek, üzerinde ellerin çoğaldığı yemektir. (Taberani)  Yemeklerin en kötüsü zenginlerin çağrılıp da fakirlerin çağrılmadığı düğün yemeğidir. (Buhari, Ebu Davud)  Bir davete çağrılıp da gitmeyen kimse Allah ve Resulüne isyan etmiştir. (Ebu Davud)

Enes radiyallahü anh diyor ki: 'Peygamber Efendimiz ölünceye kadar yemek masasında yemek yememiştir. Yine o, ölünceye kadar yumuşak beyaz ekmek de yememiştir.' (Buhari)

Biriniz yemek yerken: 'Bismillah' desin; başta söylemeyi unutursa hatırladığı an: 'Başında da sonunda da Bismillah' desin. (Ebu Davud, Tirmizi)

Yemeğin bereketi hem yemekten önce, hem de yemekten sonra elleri yıkamaktadır. (Tirmizî, Et'ime, 39)
#1375
Dünyadaki en yaygın hastalıklardan biri olan diyabet, insan sağlığını tehdit ediyor. Dünya çapında ölüm nedenleri arasında ilk 5 hastalık arasında yer alan diyabet, tedavi edilmediğinde böbrek yetmezliği, körlük, kalp-damar hastalıklarına yol açıyor.

Ancak uzmanlar, diyabet hastalarının doğru besin seçimi ile ilaç kullanımına gerek kalmadan hastalığın kontrol altına alınabileceğini söylüyor. Üzüm çekirdeği, yeşil çay, tarçın, kuru baklagiller gibi besinler diyabete bağlı ortaya çıkan hastalıkları önlüyor ya da hastalığın kontrol altında tutulmasını sağlıyor.

Diyabet, pankreastan salgılanan insülin hormonunun yetersizliği veya insülinin etkisine dokularda direnç olması sonucu kandaki şeker miktarının yükselmesi ile ortaya çıkan bir hastalık. Sağlıklı bireylerde kana geçen şeker, pankreastan salgılanan insülin hormonu yardımıyla hücrelere taşınır. Diyabetli kişilerde ise insülin eksik veya etkisiz olduğu için şeker hücre içine giremez ve kandaki miktarı yükselir.

Krom, diyabette kullanılması gereken en önemli doğal bileşen. Vücutta insülin etkinliğini artıran krom, kan şekerinin düzelmesine yardımcı oluyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Canan Aksoy, diyabet hastalarının tam tane ekmek veya buğday özü ilave edilmiş ekmek tüketerek krom bileşeninden faydalanabileceğini belirtti. Yulaf kepeğinin içindeki beta glukan posasının da diyabete iyi geldiğini aktaran Aksoy şunları söyledi:

"Beta glukan şekere yapışarak, şekerin daha geç emilmesini, böylece kan şekerinin yavaş bir şekilde yükselmesini sağlar. Diyabetliler süt veya yoğurdun içine yulaf ezmesi koymalı. Ayrıca günde bir çay kaşığı tarçın tüketerek kan şekerini yüzde 10-29 arasında düşürebilirler. Tarçını meyvelerin üzerine serpip tüketebilecekleri gibi çubuk tarçınların çayını da içebilirler.''

Üzüm çekirdeği ve yeşil çay da diyabette kullanılabilecek ilaç dışı doğal maddelerden. Bu gıdalar vücutta insülinin etkinliğini artırdığı gibi diyabet sonucu ortaya çıkan hastalıklara karşı da koruma sağlıyor. Üzüm çekirdeğinin iyi bir antioksidan kaynağı olduğunu ifade eden beslenme uzmanı Seyran Tombul ise bu gıdaların aç karnına tüketilmesi gerektiğini söyledi.

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Uzmanı Prof. Dr. İlhan Yetkin, beslenmeye dikkat edilerek diyabetten kurtulunabileceğini belirtti. Yetkin, "Şeker hastaları beslenme kurallarına uyarsa ek bir vitamin ya da katkı maddesine ihtiyaç duymaz. 46 yaşında bir diyabet hastam vardı. Beslenmesine dikkat edip 20 kilo verdikten sonra kullandığı ilaca ihtiyaç kalmadı. Şu anda yaşamını sağlıklı bir şekilde sürdürüyor.'' dedi.

Diyabet hastası nasıl beslenmeli?

Öğünler hemen her gün aynı saatlerde olmalı: Kan şekeri kontrolü için öğün saatleri günler içinde tutarlılık göstermeli. Örneğin kahvaltı bir sabah 7'de ertesi gün 11'de yapılmamalı.

Şeker içeren yiyecek ve içeceklerden sakının: Şeker ve şeker içeren besinler çok hızlı emilip kan şekerini çok hızlı yükseltir. Bu nedenle bu besinlerden kaçınılmalıdır. Bunların yerine sebze, meyve, süt, yoğurt, kuru baklagiller, yulaf ve kepekli ekmek tüketilmeli.

Yağ alımını azaltın ve sıvı yağları tercih edin: Yağları azaltmak, enerji alımını dengeleyerek kilo alma riskini azaltır. Diyabet hastaları sofralarında sıvı yağa daha çok yer vermeli. Yemek pişirirken sıvı yağ kullanmalı.

Posalı yiyecekleri tercih edin: Posası yüksek bir beslenme programı sürdürmek hem bağırsak faaliyetlerinin düzgün olmasını hem de kan yağlarının düşmesini sağlar. Rafine edilmemiş gıdalar (kuru baklagiller, bulgur, buğday, yulaf, tam tane ekmekleri), sebze ve meyveler yüksek posa içeriğine sahiptir.

Tuzu azaltın: Sodyum, vücudumuzda suyun tutulmasını sağlayarak tansiyonun yükselmesine neden olur. Sodyum, tuzun dışında salamura, konserve, hazır çorba, et suyu tabletleri, şarküteri ürünleri (salam, sosis, sucuk vb.), maden suyu ve sodalarda bulunur.

ZEYNEP KAÇMAZ-İSTANBUL
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=956964&title=uzum-cekirdegi-ve-tarcin-diyabete-iyi-geliyor
#1376
Hilafetin kaldırılmasının 86'ncı yıldönümü Mersin'de farklı kutlandı. CHP Kadın Kolları, beraberinde getirdikleri "çarşaf" olarak bilinen örtüleri parçaladı. Bu eylemle ilgili en iyi benzetmelerden birisini yazarımız Gülay Göktürk 5 Mart tarihli köşe yazısında yaptı:

"Kara çarşafları yırtarken, yırttıkları çarşafların üstünde tepinirken nasıl da kendilerinden geçmişlerdi.
17'nci yüzyıl sonlarında Amerika'da Boston'un Salem kasabasında cadı avına çıkan kadınlara ne çok benziyorlardı..."

CHP'li kadınlara CHP içerisinde de tepkiler yükseldi.

Mersin Kadın Kolları'na üye 12 eylemci istifa etti.

'Çarşaf yırtma ayini' birçok açıdan sakıncalar içeriyor.

Birincisi, halen toplumda tercihini çarşaftan yana kullanan kadınlar var.

Kadın Kolları onların yaşam tercihlerine açık hakaret etti.

Eylem, ötekini yok sayma ve mahalle baskısının açık delili.

İkincisi, CHP 29 Mart yerel seçimleri öncesinde "çarşaf açılımı" yaptı.

Varoşlara ve mütedeyyin kesimlere ulaşmak için çarşaflı yeni üyelere törenle rozet taktı.

İstanbul il örgütünün açılımının başarıya ulaştığı, Kemal Kılıçdaroğlu'nun aldığı yüksek oy oranıyla ortaya çıktı.

Kadın Kolları, bu açılımın sindirilmiş bir tavır değişikliği olmadığını, "istismar" amaçlı olduğunu gösterdi.

Yani CHP'nin itibarına ve inandırıcılığına darbe vuruldu.

Üçüncüsü, belki de en önemlisi, CHP'li kadınlar yakın tarihimizi de bilmiyor.

Hilafetin kaldırılması ile kılık-kıyafetin uzaktan yakından ilgisi yok.

CHP'li kadınlara, tarihçi Ali Satan'ın "Son Halife Abdülmecid Efendi" kitabını okumalarını tavsiye ediyorum.

Hiç değilse resimlere baksınlar.

Abdülmecid Efendi'nin kızı da hanımı da çarşaflı değil.

Mersin'de eylem yapan kadınlardan görüntü olarak farkları bulunmuyor.

Saraylı olmaları dışında...

Hatta Abdülmecid Efendi'nin "nü" resim çalışmaları bile var.

CHP'li kadınlara, Atatürk'ün Latife Hanım'la evlilik fotoğraflarına da bakmalarını öneriyorum.

Orada bütün zarafetiyle çarşaf var.

Latife Hanım çarşaf giyiyor.

Yani Atatürk'ün çarşaf, başörtüsü ya da etek şartı, kaba ifadesiyle "takıntısı" bulunmuyor.

Evleneceği kadının çarşaflı olmasına saygı duyuyor.

CHP de Atatürk'ün kurduğu bir parti.

Umarım nasıl bir gaf yaptıklarının farkına varırlar.

Bu ayıbın temizlenmesi için Kadın Kolları'ndan ayrılmaları yeterli değil.

"Ayin" yaptıkları meydanda, özür de dilemeliler.

Hem toplumdan hem de tarihten!

http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/95242-carsaf-yirtma-ayini-ve-tarihi-bir-ders-erhan-basyurt-makalesi.aspx
#1377
Onları seyrederken tüylerim ürperdi.

Kara çarşafları yırtarken, yırttıkları çarşafların üstünde tepinirken nasıl da kendilerinden geçmişlerdi. 17'nci yüzyıl sonlarında Amerika'da Boston'un Salem kasabasında cadı avına çıkan kadınlara ne çok benziyorlardı...

Önceki gün Mersin'deki o dehşet verici manzarayı seyrederken "tamam bu işte" diye ürperdim, ha hortladı ha hortlayacak denilen irtica sonunda mezarından uğramış, çığlıklar atarak tüyler ürpertici ateş dansına başlamıştı. Öyle ya irtica denen şey fanatikleşmiş kör bir inancın zıvanadan çıkışından başka ne olabilirdi ki! Adı ve kaynağı ne olursa olsun bir batıl itikadın saldırganlaşmasından başka nedir ki irtica?

Biliyor musunuz; Salem'deki o avın başını da kadınlar çekmişti. Kasabanın en fanatikleri onlardı. Hemcinslerini ateşe atarken tıpkı Mersin'deki CHP'li kadınların yaptığı gibi isterik çığlıklar atıyor, kurbanlarının yanışını vecd içinde seyrediyorlardı.

"Kutsal" olanın adı değişmiş. Ama ne önemi var! "Kutsal"ı yaratan fanatizm "dimdik ayakta" diye geçirdim içimden.

Epeydir sorduğum bir soru yeniden düştü aklıma:

CHP'nin ne olduğu ortada. Başkanlarının izledikleri çizgi de öyle. Mersin'deki partili kadınların çarşaf yırtma ayininin o çizgiye uygun olmadığı söylenemez. Ama yine de ortada cevaplanması gereken bir soru kalıyor: Neden bu partideki en utanç verici, en bağnaz çıkışları hep bazı kadınlar yapıyor? Canan Arıtman'ın, Nur Serter'in, Necla Arat'ın başörtüsüne yönelik o kin ve nefret dolu çıkışları geliyor aklıma. Erkek partililerin hiçbir zaman gidemeyeceği kadar ileri gidip onları bile "zor durumda" bırakan fanatik çıkışlara neden genellikle kadınlar imza atıyor? Neden böylesine kraldan fazla kralcılar?

Usturuplu konuşmayı ve davranmayı bilememelerinden mi? Siyasetteki tecrübesizliklerinden mi? Ölçü-iz'an bilmemelerinden mi? Kitle çizgisi denen şeyden haberleri olmamasından mı? Siyaseti düşmanlığa dönüştürmeye daha yatkın oluşlarından mı?

Bunları düşünürken bundan tam altmış yıl önce, feminizmin en büyük teorisyenlerinden Simone de Beauvoir'ın yazdıkları geldi aklıma. Beauvoir, Bağımsızlığa Doğru adlı kitabında, kadının politik davranışına yön veren kişilik özeliklerini tahlil ederken şöyle diyordu:

"Erkekler, kendi yarattıkları putlar önünde tam bir inançla diz çökmezler. Kadınlarsa, yaşam yolunda o ulu heykellerden birine rastladılar mı, bunları hangi elin yarattığını düşünmeden uslu uslu yere kapanırlar..."

"En tutucu erkek bile belli bir evrimin kaçınılmaz olduğunu bilir, gerek eylemini, gerek düşüncesini buna uydurur; tarihin oluşumuna katılmayan kadın, onun gereklerini anlamaz; gelecekten çekinir, zamanı durdurmak ister. Babasının, erkek kardeşlerinin, kocasının önerdiği putlar yıkıldı mı, onların yerine, göğe yenilerinin nasıl oturtulacağını hiç mi hiç bilemez; bu yüzden de canını dişine takarak onları savunmaya girişir."


Beauvoir'ın bu gözlemlerini dayandırdığı kadınlar çoktan toprak oldular. Aradan geçen altmış yılda onların kızları ve torunları her alanda çok yol aldı. Hayatı kenardan seyretmeyi bir kenara bırakıp içine daldıkça, onun devingenliğine ayak uydurmayı da karşısına çıkan putları elinin tersiyle itip ilerlemeyi de öğrendi.

Ama tabii, bu evrimden nasiplenemeyenler de var.

Görülüyor ki, CHP'li kadınlar zamanı gerçekten de "durdurabilmişler.". Babalarının, erkek kardeşlerinin, kocalarının ya da parti başkanlarının yarattığı putların yıkılışını görüyor ama yerine yenilerinin nasıl oturtulacağını da hiç bilemediklerinden canlarını dişlerine takıp putları savunmaya girişiyorlar. O putların önünde, onları yaratan erkek partidaşlarından çok daha büyük bir inançla diz çöküyorlar.
Hazin bir manzara; hazin olduğu kadar da utanç verici...

Çağdaşlık adına yapılan bu toplu tapınma ayini midemi bulandırıyor. Hem çağdaş bir insan hem de bir kadın olarak onlardan utanç duyuyorum.

http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/95043-carsaf-yirtma-ayini-makalesi.aspx
#1378
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Mersin'de yaşanan çarşaf yırtma olayının kendisini derinden etkilediğini söyledi. Yaşananların hata olduğunu vurgulayan Baykal, "CHP'lilerin hiç kimsenin giyim kuşamına, ahlâkına ve kültürüne müdahale hakkı yoktur. Herkes inancında, yaşayış biçiminde ve giyiminde özgürdür." dedi.

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, partisinin Malatya il kongresinde Mersin'de yaşanan çarşaf yırtma olayına değindi. Yaşananların kendisini derinden etkilediğini belirten Baykal, "CHP'lilerin, hiç kimsenin giyim kuşamına, ahlakına ve kültürüne müdahale hakkı yoktur." dedi. Yaşananların hata olduğunu vurgulayan Baykal, "Herkes çok iyi bilmelidir ki; CHP'lilerin yırtma, yakma gibi siyasî bir üslubu yoktur, olamaz da. Bizim siyasî üslubumuz diyalogdur. Kimsenin, kimseye böyle hükmetmeye hakkı yoktur. Herkes, inancında, yaşayış biçiminde ve giyiminde özgürdür." ifadelerini kullandı.



Mersin'de 'hilafetin kaldırılışının yıldönümü' nedeniyle çarşamba günü toplanan bir grup CHP kadın kolları üyesi, yaptıkları basın açıklamasının ardından yanlarında getirdikleri çarşafları yırtıp parçalarını ayakları altında çiğneyerek eylem yapmıştı. Eyleme CHP İl Başkanı Yılmaz Şanlı ile CHP İl Kadın Kolları Başkanı Havva Ongunsel de katıldı. Ongunsel, eylem öncesi, "Aydınlık Türkiye için kara çarşafları yırtıp, Cumhuriyet'e ve Atatürk'ün inkılaplarına sahip çıkacağımıza söz veriyoruz." dedi. Kamuoyunun tepkisi üzerine geri adım atan CHP il yönetimi, amaçlarının 'karanlık bulutları' yok etmek olduğunu savundu. Ancak parti içinden de tepki yükselince eyleme katılan kadınlar disipline verildi. Eylemci kadınlar da tepki olarak CHP'den istifa ettiklerini açıkladı.

CHP'li Kart: Bu eylemi tasvip etmek mümkün değil

CHP Konya Milletvekili Atilla Kart, Mersin'de CHP üyesi kadınların çarşafları yırtmasının halkı ayrıştıran bir yaklaşım olduğunu belirterek, bu eylemi tasvip etmenin mümkün olmadığını söyledi. Yapılan eylemin CHP'nin ilkeleriyle de bağdaşmadığını belirten Kart, "Çarşaflının da, başörtülünün de başımızın üstünde yeri var. Tavrımızı ilk andan itibaren koyduk. Bu, son derece bilinçsiz ve partimizin ilkeleriyle bağdaşmayan, halkı ayrıştıran ve ötekileştiren bir yaklaşımdır. Bunu CHP'nin ve sosyal demokrasinin ilkeleriyle bağdaştırmak mümkün değildir. Çarşaflı, türbanlı, başı örtülü, başı açık hepsi bizim aynı derecede saygın olan vatandaşımızdır. Nitekim bu olayı gerçekleştirenler istifa etmek zorunda kaldılar." dedi.

Kılıçdaroğlu: Görüntüler çok rahatsız edici

CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu, "Mersin'deki çarşaf yırtma eylemi" ile ilgili olarak, "Bu, CHP'ye karşı provokasyondur" dedi. Kılıçdaroğlu, Mersin'deki görüntülerin çok rahatsız edici olduğunu belirtti. "Bu, CHP'ye karşı yapılan bir provokasyondur" diyen Kılıçdaroğlu, şunları söyledi: "Kadınların kılık kıyafetinin günlük siyasetin bir parçası yapılması asla kabul edilemez. Kadın hakları ve sorunlarının çözülmesi gündemde tutulması gerekirken, bu tür yapay eylemler insan hakları ile bağdaşmaz. AKP'nin kan kaybettiği bir dönemde bu tür eylemlerle onun değirmenine şu taşıyanlar, CHP'nin yükselişini provoke edenlerdir."   

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=958836&title=chpnin-kimsenin-giyimine-mudahale-hakki-yoktur
http://www.bugun.com.tr/haber-detay/95038-bu-goruntuler-chp-yi-karistirdi-haberi.aspx
#1379
Osmanlı İmparatorluğu'nun kurucusu, büyük insan ve büyük Müslüman Osman Gazi, ölüm saatinin yaklaştığını anladığında oğlunu çağırmış demiş ki: "Evladım, harbe hazır olmayan millet, esarete hazır demektir. Müslümanlara istiklal yaraşır. Her bakımdan üstün olmak, dinimizin emridir."
Şahsı, ailesi için hiçbir şey istemeyen, ölüm döşeğinde dahi ulvî davasıyla meşgul olan Osman Gazi canlanmış, adeta ölümü unutmuştu, "Artık ölüyorum, fakat üzgün değilim, arkamda senin gibi bir evladım var. Adil, merhametli, çalışkan oğlum, her işini alimlere danış." demiş. Bunları söylerken ağzı iyice kurumuş, dudakları birbirine yapışıyordu. Belki daha başka şeyler de söyleyecekti fakat sözünü yarıda kesti, besmele çekerek ahiret yolculuğuna çıktı. 69 yaşında idi. İhtiyarlığın delikanlılık devrini yaşıyor sayılırdı. Yaşasaydı daha çok şeyler başarırdı. Fakat hizmet, elden ele dilden dile devredilerek gidiyordu.

Osman Gazi'yi Bursa'da Gümüşlü Kümbet'e gömdüler. Aslında gösterişli mezar da istemezdi, çünkü sağlığında ne tacı, ne tahtı, ne de sarayı vardı.

Alın, dünyalar sizin olsun alın!

Türbeler söyleyin sermayenizi,

Orada toprağa dokunan alın,

Burada karınca içer denizi!

Yine hükümdarlardan biri vasiyet etmiş, "Öldüğümde sağ elim tabuttan dışarıda kalsın." Vasiyeti yerine getirmişler. Cemaat şaşkın ve hayretler içinde. O zaman vezir şöyle konuşmuş: "Hükümdarımız sizlere son dersini veriyor. Diyor ki, tacım, tahtım, servetim, hazinem, ilim adamlarım, kumandanlarım, hakimlerim ve milletim beni kurtaramadılar, işte elim boş gidiyorum."

Selahaddin-i Eyyubi ölümünün yaklaştığını anlayınca, dellalı sokaklarda dolaştırmış, dellal hem geziyor, hem bağırıyor: "Ey ahali! Sultanımız buyuruyor ki, ibret alınız. Pek çok milletlere hükmeden Eyyubi, mal olarak kefenini, bir de günahlarla sevaplarını götürüyor. Dünya malı makamı sizi aldatmasın."

İki Cihan Serveri'nin durumu da şöyleydi: "Benim, dünya ile olan misalim, bir ağacın altında biraz gölgelendikten sonra onu bırakarak yoluna devam eden bir süvarinin misali gibidir."

Bu kıssalardan ve hadisten de anlaşılacağı gibi, masiva (Allah'tan başka her şey) fanidir. Fani olana gönül verilmez.

80 yıllık ömrümde neyi sevdimse, Allah elimden çekti aldı. Çünkü Allah, bir şeyi kendisinden daha çok sevmemize müsaade etmez! Bu herkes için geçerlidir. Rotayı değiştirmek lazım! Süfli sevgilerden ulvî sevgilere geçmemiz lazım. Bugünkü insanların ekserisi süfli şeyleri seviyor.

Bediüzzaman bu hususta bize çok güzel bir metot öğretiyor: "Allah için işleyiniz, Allah için çalışınız, Allah için görüşünüz, O'nun rızası dairesinde hareket ediniz."

Şimdi siz ölseniz, malınız gidecek, tahsil gidecek, para gidecek, mevki makam gidecek, iyisi mi şimdiden feda edelim onları Allah için... Allah'ı iyi anlayacağız. Allah'ı sıfatlarıyla öğreneceğiz, sıfatlarıyla öğrendiğimiz Allah'a itaat edeceğiz. Hayat bu, gerisi boş...

Din için, İslamiyet için, vatan için, millet için gibi lafları bir yana bırakmalı. İslam bahçesine meyvelerimizi dökmek istiyorsak, her şeyden evvel o bahçede meyve ağacı olmaya çalışmamız lazım!

Dal dal alışkanlıklar, hadis hadis hareketler, ayet ayet kararlar vermemiz lazım. Velhasıl, âdetimizi ibadete çevirmemiz lazım. İddialardan vazgeçip, insanlarla olan yarışı bırakıp, iç dünyamızdaki ebediyet koşusuna çıkmamız lazım!..


#1380
MESUT HASAN BENLİ

ANKARA - 12 Eylül askeri darbesinin mimarı Kenan Evren hakkında iddianame hazırladığı için Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından meslekten ihraç edilen eski Savcı Sacit Kayasu İstanbul Barosu'na başvurdu ve başvurusu kabul edildi. Kayasu AİHM'de açtığı tazminat davasında Türkiye'yi 41 bin avro ödemeye mahkûm ettirmişti. Kayasu'nun mesleğe dönmesi, Şemdinli iddianamesini hazırladığı için meslekten ihraç edilen Savcı Ferhat Sarıkaya için de emsal olabilir.

HSYK 2000 yılında dönemin Genelkurmay Başkanı'nın şikâyeti üzerine Kayasu hakkında soruşturma açıp, 19 Nisan 2000 günü de açığa almıştı. Kayasu üç yıl açıkta kaldıktan sonra 2003 yılında meslekten ihraç edilmişti. Bu sırada Kayasu 'görevi kötüye kullanma' ve 'devletin askeri kuvvetlerine hakaret' suçlamalarıyla yargılandığı Yargıtay'da ceza almıştı. Türkiye'deki hukuki sürecin  ardından Kayasu Türkiye aleyhine AİHM'de dava açtı. AİHM, 12 Şubat 2009 günü Türkiye'yi 41 bin avro tazminata mahkûm ederken, her savcının darbe suçlarının yargılanması amacıyla iddianame hazırlama özgürlüğüne sahip olduğuna vurgu yaptı. Mahkeme Türkiye'nin AİHS'nin 'ifade özgürlüğü'yle ilgili 10. ve 'etkili soruşturma hakkıyla' ilgili 13. maddesini ihlal ettiğine hükmetmişti.

Kayasu, AİHM kararında sonra mesleğe geri dönmek için HSYK'ya başvurdu. Ancak kurulun halen Kayasu'nun başvurusunu incelediği öğrenildi. İstanbul Barosu'na avukatlık amacıyla yaptığı başvuru ise önceki gün karara bağlandı. İstanbul Barosu Başkanı Muammer Aydın, "Yönetim kurulu toplantısında Sacit beyin başvurusu kabul edildi. HSYK'nın kimseye baskısı söz konusu değil" diye konuştu.

Kayasu ise İstanbul Barosu'na yapılan ilk başvurunun reddedildiğini belirterek, "Bu karara Türkiye Barolar Birliği nezdinde itiraz ettim. Birlik itirazımı yerinde buldu. Bunun üzerine İstanbul Barosu önceki gün mesleğe kabul etti" dedi. Kayasu'nun, Adalet Bakanlığı'na yaptığı 'göreve geri dönme' başvurusunda Anayasa'nın 90. maddesi, AİHM kararı ve Türkiye'nin AİHM kararlarına uymayı taahhüt eden kararlarını gerekçe yaptığı öğrenildi.

Şemdinli Savcısı'na emsal olabilir
Kayasu, avukat olarak da olsa mesleğe  geri dönmesi nedeniyle mutlu olduğunu belirtti: "11 yıllık bir mücadele sonunda en azından avukatlık hakkımı elde ettim. Devletin bir kamu görevlisine, bu tarzda bir cezai müeyyide uygulaması bu görevde olanlar üzerinde korkutucu etki yaratacaktır."

Bu karar kitabevine bombalı saldırıyla ilgili Şemdinli iddianamesini hazırladığı için meslekten ihraç edilen Savcı Ferhat Sarıkaya için emsal olabilir. Sarıkaya da Kayasu gibi HSYK tarafından meslekten ihraç edilmişti.

http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalHaberDetay&Date=06.03.2010&ArticleID=984006