Haberler:

deneme

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - Avukat

#1361
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 1999/12-1003
K. 1999/1017
T. 1.12.1999

2004/m.106,16,58,68,88,89

DAVA: Taraflar arasındaki "şikayet" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 11. İcra Tetkik Mercii Hakimliği`nce şikayetin kabulüne dair verilen 8.2.1999 tarih ve 1999/76, 25 sayılı kararın incelenmesi karşı taraf alacaklı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 12. Hukuk Dairesi`nin 7.04.1999 tarih ve 1999/3833-4357 sayılı ilamı ile; ( ... Borçlunun üçüncü kişilerdeki ( bankadaki ) alacağı-mevduatı İİK`nun 106/2. maddesi gereğince menkul hükmündedir. Bu nedenle, bankadaki mevduatın haczi menkul haczi gibi yapılır. Ancak, bankadaki mevduat hakkında haciz tutanağı düzenlenmesi için mahalline, yani bankaya gidilmesine gerek yoktur. Haciz tutanağı İcra Dairesi`nde düzenlenir ve haczi yapan memur, alacaklı ve borçlu tarafından imza edilir. Bu işlemlerin tamamlanması ile borçlunun bankadaki mevduatı haczedilmiş olur. Haczin tekemmülü için bankaya İİK`nun 89. maddesi gereğince haciz ihbarnamesinin de ayrıca tebliğ edilmiş olması şart değildir. İİK`nun 88. maddesinin üst başlığında da açıkça belirtildiği gibi, bankaya haciz ihbarnamesi gönderilmesi, bankadaki mevduatın borçluya ödenmesini önleyen bir muhafaza tedbiridir. Borçlunun bankada mevduatı varsa, bankaya gönderilen haciz yazısı birinci haciz ihbarnamesindeki şartları ihtiva etmese bile geçerli ve yeterli olup, borçlunun mevduatı haczedilmiş sayılır. Haciz tebliğ yazısını alan banka, artık borçluya ödeme yapamaz. Sadece İcra Dairesi`ne ödemede bulunabilir. Borçlunun, bankada mevduatı yok ya da borca yeterli değil ise, işte o zaman haciz yazısı ile 89/1 haciz ihbarnamesi arasındaki özellik ortaya çıkar.
Bir başka deyişle bankada mevduatın bulunmaması halinde İİK`nun 89. maddesindeki koşulları taşımayan haciz yazısı ile anılan maddedeki sonuçlar doğmaz ve borç bankanın zimmetinde sayılamaz. Somut olayda bankaya gönderilen haciz yazısının iptali şikayet edildiğine göre, mercice yukarıdaki ilkeler gözönüne alınarak, şikayetin reddi gerekirken, kabulü isabetsizdir... ) gerekçesiyle bozularak, dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz eden: Karşı taraf alacaklı vekili.
Hukuk Genel Kurulu`nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR: Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu`nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Karşı taraf alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK`nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 1.12.1999 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 1990/12-620
K. 1991/21
T. 30.1.1991

2004/m.89

DAVA : Taraflar arasındaki "şikayet" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İSTANBUL 1. İcra Tetkik Mercii'ne davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine dair verilen 28.9.1989 gün ve 1180-1099 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine; Yargıtay 12. Hukuk Dairesi'nin 16.11.1989 gün ve 10855- 13954 sayılı ilamı:
Borçlunun bankadaki mevduat hesabına haciz konulması için müzekkere yazılmasının uygun olduğu bu işlemden dolayı müşteki bankanın zararı söz konusu olmayıp şikayette menfaati bulunmadığı, 89 ihbarı yapılmamasının bankaya şikayet hakkı vermeyeceği kaldı ki, borçlunun bankadan olan alacağının haczi söz konusu olmayıp kendisine ait mevduatın haczinin söz konusu olduğu düşünülmeden bu kısımda şikayetin kabul olunması isabetsizdir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarını, dosyadaki tutanak ve kanıtlara bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA 30.1.1991 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.



T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2004/6537
K. 2004/10591
T. 29.4.2004

2004/m.88,89,106

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mercii kararının müddeti içinde temyizen tetkikinin alacaklı vekilince istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Mevduat yatırma, ağırlıklı olarak esas itibariyle belli oranda faiz elde etme amacına yöneldiği için karz akdine daha çok yaklaşan, ancak güvenilir bir kurumda parayı muhafaza etme fikri ile vedia akdini hatırlatan kendine özgü bir akit tipidir. Mevduata uygulanacak hükümler, ancak kıyas yolu ile ve niteliğine uygun düştüğü ölçüde karz akdi hükümleri ve istisnai hallerde vedia akdi hükümleri olacaktır ( Prof. Seza Reisoğlu, Bankalar Kanunu Şerhi, Sahife 261 - H.G.K. 15.6.1994 tarih 11-178/398 sayılı kararı ).
Borçlunun 3. kişi Bankadaki alacağı-mevduatı İİK.nun 106/2. maddesi gereğince menkul hükmündedir. Bu nedenle bankadaki mevduatın haczi menkul haczi gibi icra müdürlüğünce Bankaya yazılacak yazı ile de haczedilebilir ( H.G.K. 1.12.1999 tarih 1999/12-1003/1017 sayılı kararı ). İİK.nun 88. maddesinin üst başlığında da açıkça belirtildiği gibi bankaya haciz ihbarnamesi gönderilmesi bankadaki mevduatın borçluya ödenmesini önleyen muhafaza tedbiridir. Bu nedenle mevduatın haczi için haciz yazısı dışında bankaya ayrıca İİK.nun 89. maddesi gereğince haciz ihbarnamesi tebliği şart değilse de mevduatın 3. kişi nezdinde alacak niteliğini de arz etmesi sebebi ile sözü edilen madde doğrultusunda haciz ihbarnamesi gönderilmesi sureti ile haczedilmesine de yasal bir engel bulunmamaktadır. Bu işlem yapıldığı taktirde İİK.nun 89 ve bunu izleyen maddelerindeki hukuki sonuçlar doğar. İİK.nun 89. maddesindeki koşulları taşımayan haciz yazısı gönderilmesi halinde ise anılan maddedeki sonuçlar doğmaz ve borç bankanın zimmetinde sayılmaz.
Alacaklı İcra Müdürlüğünden borçlunun mevduatı olduğunu tespit ettiği bankaya doğrudan haciz müzekkeresi yazdırabileceği gibi, somut olayda gözlendiği gibi 6.2.2003 tarihli alacaklı vekili talebiyle Ş. Bankası Gazipaşa Şb.'nde bloke edilen borçluya ait paranın fiilen haczi için icra müdürüyle birlikte anılan şubeye gidip fiili haciz yaptırmasında Yasaya aykırı bir yön yoktur.
Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan kurallara aykırı olarak mutlak surette 89/1 haciz ihbarnamesi gönderilmesi gerekeceğinden bahisle memur işleminin iptaline karar verilmesi isabetsizdir.
SONUÇ : Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mercii kararının yukarıda yazılı nedenlerle İ.İ.K. 366 ve H.U.M.K.nun 428.maddeleri uyarınca BOZULMASINA, 29.04.2004 gününde oybirliğiyle karar verildi.


T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2002/4568
K. 2002/6335
T. 28.3.2002

2004/m.89

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı merci kararının müddeti içinde temyizen tetkiki Şikayetçi vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü :

KARAR : Bankalardaki mevduatın haczinin mutlaka İİK.nun 89. maddesindeki prosedüre göre haczi gerekmez. Böyle bir ihbar 3.kişi yönünden doğuracağı sonuçlar bakımından önemlidir. Bunun dışında, bankadaki mevduatın haczi için doğrudan müzekkere yazılarak, hesaptaki paranın haczine engel hüküm yoktur.
Müzekkere ile mevduata haciz konulabilir. Ancak, bankaya gidip icra memurunun bizzat fiili haciz uygulaması olanağı yoktur. Bu nedenle asıl icra Dairesinin fiili haciz yapılması yönündeki talimat usulsüz olduğundan Mercice şikayetin anılan husus bakımından kabulü gerekirken, yazılı şekilde reddine karar verilmesi isabetsizdir.
SONUÇ : Şikayetçi 3.şahıs vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile merci kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK.366. ve HUMK.428. maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA ), 28.3.2002 gününde oybirliğiyle karar verildi.


T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2001/1313
K. 2001/2890
T. 16.2.2001

2004/m.88,89,106/2

DAVA : Mercii kararının müddeti içinde temyizen tetkikinin alacaklı vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye 22.1.2001 tarihinde gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü.

KARAR : Mevduat yatırma, ağırlıklı olarak esas itibariyle belli oranda faiz elde etme amacına yöneldiği için karz akdine daha çok yaklaşan, ancak güvenilir bir kurumda parayı muhafaza etme fikri ile vedia akdini hatırlatan kendine. özgü bir akit tipidir. Mevduata uygulanacak hükümler, ancak kıyas yolu ile ve niteliğine uygun düştüğü ölçüde kar akdi hükümleri ve istisnai hallerde vedia akdi hükümleri olacaktır ( Prf. Seza Reisoğlu, Bankalar Kanunu Şerhi, Sahife 261 - HGK. 15.6.1994 tarih 11-178/398 sayılı kararı ).
Borçlunun 3. kişi bankadaki alacağı-mevduatı İİK.nun 106/2. maddesi gereğince menkul hükmündedir. Bu nedenle bankadaki mevduatın haczi menkul haczi gibi icra müdürlüğünce bankaya yazılacak yazı ile de haczedilebilir ( HGK. 1.12.1999 tarih 1999/12-1003/1017 sayılı kararı ). İİK.nun 88. maddesinin üst başlığında da açıkça belirtildiği gibi bankaya haciz ihbarnamesi gönderilmesi bankadaki mevduatın borçluya ödenmesini önleyen muhafaza tedbiridir. Bu nedenle mevduatın haczi için haciz yazısı dışıda bankaya ayrıca İİK.nun 89. maddesi gereğince haciz ihbarnamesi tebliği şart değilse de mevduatın 3. kişi nezdinde alacak niteliğini de arz etmesi sebebi ile sözü edilen madde doğrultusunda haciz ihbarnamesi gönderilmesi sureti ile haczedilmesine de yasal bir engel bulunmamaktadır. Bu işlem yapıldığı taktirde İİK.nun 89 ve bunu izleyen maddelerindeki hukuki sonuçlar doğar. İİK.nun 89. maddesindeki koşulları taşımayan haciz yazısı gönderilmesi halinde ise anılan maddedeki sonuçlar doğmaz ve borç bankanın zimmetinde sayılmaz.
Merciice, şikayetin bu esaslar çerçevesinde değerlendirilmesi gerekirken mevduat için İİK.nun 89. maddesi gereği haciz ihbarnamesi gönderilemeyeceğinden bahisle yazılı şekilde karar verilmesi isabetsizdir.
SONUÇ : Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mercii kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK. 366 ve HUMK.nun 428. maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA ), 16.2.2001 gününde oybirliğiyle karar verildi.


T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2000/1178
K. 2000/2594
T. 17.2.2000

2004/m.89

DAVA : Mahalli mahkemesinden verilen kararının müddeti içinde temyizen tetkikinin alacaklı vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye 24.1.2000 tarihinde gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü.

KARAR : Bankalardaki mevduatın haczinin mutlaka İİK'nun 89. maddesine göre haczi gerekmez. Böyle bir ihbar üçüncü kişi yönünden doğuracağı sonuçlar bakımından önemlidir. Bunun dışında bankadaki mevduatın haczi için doğrudan müzekkere yazılarak hesaptaki paranın haczine engel hüküm yoktur. Müzekkere ile mevduata haciz konulabilir. Ancak, bankaya gidip icra memurunun bizzat fiili haciz uygulaması olanağı yoktur.
Borçlunun bankadaki mevduatı 3. kişideki hak ve alacak niteliğinde olmadığından borçluya ait bu para üzerine Banka ilgililerince icra müdürünün talimatına uyularak haciz şerhi konulması gerekir. Şikayetçi bankanın, borçluya ait bu para üzerinde ileri sürdüğü haklar yönünden yasal yollara başvurma hakkı vardır. Mercice şikayetin reddine karar vermek gerekirken yazılı gerekçe ile kabulü isabetsizdir.
SONUÇ : Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mercii kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK. 366 ve HUMK.'nun 428. maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA ), 17.2.2000 gününde oybirliğiyle karar verildi.


T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2005/3374
K. 2005/6638
T. 29.3.2005

2004/m.89

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki üçüncü şahıs Garanti Bankası vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : İİK.nun 89. maddesi gereğince kendisine birinci haciz ihbarnamesi gönderilen üçüncü şahıs banka, 16.6.2003 tarihinde ve yasal süresinde haciz ihbarnamesine itirazlarını icra dosyasına bildirmiştir. Anılan dilekçede borçlunun bankadaki hesabı incelenerek haciz konulan miktarın belirtildiği ve başkaca bir hak ve alacağının bulunmadığının açıklandığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda borçluya ait hesaba sonradan para gönderildiğinden bahisle ve 89/1. haciz ihbarnamesi dayanak gösterilerek paranın bloke edilmesi talep edilemez. Zira üçüncü şahıs tarafından haciz ihbarnamesine itiraz edilmesi nedeni ile adı geçene 89. maddede yer alan diğer haciz ihbarnamelerinin gönderilmesi mümkün bulunmamaktadır.
Alacaklı tarafından bankaya yeniden 89/1. haciz ihbarnamesi çıkarılmadan veya doğrudan mevduatın haczi için haciz yazısı yazılmadan önceden gönderilen ve itiraz edilen ihbarname dayanak gösterilerek paranın istemesine yasal olanak yoktur. ( HGK. 1.12.1999 tarih ve 1999/12-1003 E. 1999/1017 K. )
O halde 13.8.2003 tarihli icra müdürlüğü kararının 3 numaralı bendi yasaya uygun olup şikayetin reddi yerine kabulüne karar verilmesi isabetsizdir.
SONUÇ : Üçüncü Şahıs Garanti Bankası vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK.366. ve HUMK.428. maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA ), 29.03.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi.
#1362
T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2002/4810
K. 2002/5515
T. 18.3.2002
6762/m.720
DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı merci kararının müddeti içinde temyizen tetkiki Alacaklı vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : T.T.K. 720 maddesine göre vaktinde ibraz edilmiş olan çekin ödenmemiş olduğu ve ödemeden imtina keyfiyeti protesto ve buna muadil olan ihtarname ile de ispat edilebilir. Takip yapan Alacaklı, ibraz süresi içinde ( 2.3.2001 ve 6.4.2001 tarihinde ) ihtarname çektiğinden ve bu husus ibraz yerine geçeceğinden itiraz nedenleri incelenip oluşacak sonuca göre bir karar verilmek gerekirken yazılı şeklide takibin iptaline karar verilmesi isabetsizdir.
SONUÇ : Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile merci kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK.366. ve HUMK.428. maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA )18.3.2002 gününde oybirliğiyle karar verildi.


      T.C.
  YARGITAY
12. Hukuk Dairesi

Esas : 2002/8929
Karar : 2002/10348
Tarih : 17.05.2002

(6762 sayılı TTK. m. 721/1)
KARAR METNİ :
Yukarıda gün ve numarası yazılı merci kararının müddeti içerisinde temyizen incelenmesi taraf vekillerince istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:
1) Borçlu vekilinin temyiz dilekçesi harçlandırılmadığı gibi temyiz defterine de kaydedilmediğinden adı geçene ilişkin temyiz dilekçesinin REDDİNE;
2) Alacaklı vekilinin temyiz dilekçesinin incelenmesinde; TTK. 721/1. maddesi uyarınca "çekin ibraz müddeti içinde muhatap bankaya ibrazı protesto veya buna muadil işlemle tesbit edildiği takdirde" kanuni  biçimde ibraz edildiğinin kabulü gerekir.
Somut olayda, 07.10.2000 keşide günlü çekin keşide gününden 1 gün önce 06.10.2000 gününde ibraz süresi bitmeden icra takibine konulduğu icra dairesinde yapılan resmi nitelikte işlemle kanıtlanmış olduğundan anılan madde gereğince çekin süresinde muhatap bankaya ibraz edildiği anlaşılmaktadır.
Mercice borçlunun sair itirazlarının tetkiki gerekirken ibraz tarihi belirtilmediği gerekçesiyle takibin iptali isabetsizdir.
SONUÇ : Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile merci kararının 2 no´lu bentte açıklanan sebeple alacaklı yararına İİK.366. ve HUMK.428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), 17.05.2002 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
#1363
TÜRKİYE CUMHURİYET MERKEZ BANKASI

ANKARA, 9 MART 2006

Konu: Takasa ibraz edilen çekler hak.         

İlgi: 3.12.1996 tarihli yazımız.
İlgi yazımızla, Türk Ticaret Kanunu'nun 692 ve 693 üncü maddelerinde yer alan hükümlerden bahisle;
- Yargıtay 12. Hukuk Dairesi'nin 25.5.1995 tarih, 7982 Esas, 7596 sayılı Kararında, çek üzerindeki keşide gününün resmi takvime göre imkansız bir tarih olmaması gerektiğinin, 30 Şubat tarihini taşıyan çeklerin çek niteliğinde olmadığının,
- Yargıtay 10. Ceza Dairesi'nin 5.6.1995 tarih, 4457 Esas sayılı Kararında ise takvim yılı içinde 31 gün çeken ayların mevcut bulunması nedeniyle, 30 gün çeken aylara ait çekler üzerine gün olarak 31 yazılmasının imkansız bir tarih değil, o ayın son günü keşide edilmiş gibi kabul edilmesinin kararlaştırıldığı belirtilmiş ve buna göre, Şubat ayı 28 çeken bir yılda 29 Şubat keşide tarihli bir çekin 28 Şubat günü, 31 Nisan veya 31 Kasım keşide tarihli çeklerin 30 Nisan ve 30 Kasım tarihlerinde keşide edildiğinin kabul edilmesi gerektiği, ancak takvimde 32, 33 gibi günler ile 30 Şubat gününün bulunmaması nedeniyle bu tür imkansız tarih taşıyan çeklerin çek niteliğini haiz olamayacağı vurgulanarak, keşide edildiği gün gösterilmemiş veya takvime göre imkansız bir tarihe keşide edilmiş çeklerin bankalararası takas odalarına ibraz edilmemesi istenmişti.
Bu kez, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 2004/10-200 Esas, 2004/218 numaralı Kararı'nda; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 21.6.2000 tarih, 2000/1011-1076 sayılı Kararı'nda, "tanzim tarihinin 30.02.1997 yazılmasının, belgenin bono olma özelliğini ortadan kaldırmayacağı, bunun yanılgıdan kaynaklandığı, tanzim tarihinin Şubat ayının son günü olarak kabul edilmesi lazım geldiği", 12. Hukuk Dairesinin 5.11.2001 gün ve 16461-17872 sayılı Kararı'nda "çekteki keşide tarihinin 31.02.2001 olarak yazılmasının çekin niteliğini etkilemediği, çekin Şubat ayının son gününde keşide edilmiş sayılması gerektiği" vurgulandığı belirtilerek, takvimde bulunmayan 32 ve benzeri diğer tarihlerin keşide tarihi niteliğinde kabul edilemeyeceği, dolayısıyla takvimimizde bazı aylarda bulunabilen 31. günün imkansız bir tarih sayılamayacağı, keşide tarihi 31.02.2002 olarak gösterilmiş bulunan çekin 28.02.2002 tarihinde keşide edilmiş sayılması gerektiği kararlaştırılmıştır.
Bilgi edinilmesini ve bankalararası takas odalarında ibraz edilecek çekler için söz konusu Kararın göz önünde bulundurulmasını rica ederiz.

TÜRKİYE CUMHURİYET MERKEZ BANKASI
İdare Merkezi
Rifat GÜNAY        Dr. Çiğdem KOĞAR
Genel Müdür     Genel Müdür Yardımcısı


T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2001/16461
K. 2001/17872
T. 5.11.2001
6762/m.692,708/1
ÖZET :Keşide tarihinin 31/02/2001 olarak yazılmış olması halinde, bu durumun belgenin çek olma özelliğini ortadan kaldıracağını kabul etmek aşırı bir şekilcilik olup, hakkın zayiine neden olacağından, çek vasfına etkili değildir. Her ne kadar şubat ayının 31. günü sözkonusu olamaz ise de, keşide tarihinin bu şekilde gösterildiği çeklerde dahi bunun somut olayda izlendiği gibi birbirini takip eden tarihlerde düzenlenen çeklerde müteakip ayın aynı günü yazılarak anılan hatanın maddi yanılgıdan kaynaklandığının ve bu eksikliğin çekin niteliğini etkilemediğini ve şubat ayının son gününde keşide edilmiş sayılacağının kabulü gerekir.
DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı merci kararının müddeti içinde temyizen tetkiki Alacaklı vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü :
KARAR : Dayanak çeklerden 31/01/2001 tarihli, keşide yeri İstanbul olan çekte muhatab banka Gençosman/Bursa Şubesidir. Hal böyle olunca TTK. 708/1. Madde hükmü gereği keşide edildiği yerden başka bir yerde ödenecek çek, ( 1 ) ay içinde muhataba ibraz edileceğinden merciin itirazı bu kural dahilinde değerlendirmesi gerekirken 10 günlük sürede ibraz olmadığından bahisle itirazın kabulü isabetsizdir.
Takip dayanağı 31/02/2001 tarihli çeke yönelik temyiz isteminin incelenmesinde ise; Keşide tarihinin 31/02/2001 olarak yazılmış olması halinde, bu durumun belgenin çek olma özelliğini ortadan kaldıracağını kabul etmek aşırı bir şekilcilik olup, hakkın zayiine neden olacağı cihetle, Dairemizce oluşturulan içtihatlar doğrultusunda çek vasfına etkili değildir. Her ne kadar şubat ayının 31. günü sözkonusu olamaz ise de, keşide tarihinin bu şekilde gösterildiği çeklerde dahi bunun somut olayda izlendiği gibi birbirini takip eden tarihlerde düzenlenen çeklerde müteakip ayın aynı günü yazılarak anılan hatanın maddi yanılgıdan kaynaklandığının ve bu eksikliğin çekin niteliğini etkilemediğini ve şubat ayının son gününde keşide edilmiş sayılacağının kabulü gerekir. O halde, sözü edilen çek yönünden de bu gerekçeyle süresinde ibraz edilmediğine ilişkin şikayet değerlendirilmeden evrak üzerinde itirazın kabulü doğru değildir.
SONUÇ : Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile merci kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK.366. ve HUMK.428. maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA ), 05/11/2001 gününde oybirliğiyle karar verildi.


T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 1995/10-378
K. 1996/13
T. 13.2.1996
3167-1/m.16
6762/m.692,693
ÖZET : Çekte, imkansız bir tarihin keşide günü olarak gösterilmesi, mesela 31 Nisan 1975 veya 29 Şubat 1975 denmesi halinde, bu durumun senedin çek olma niteliğini mutlaka düşüreceğini kabul etmek, aşırı bir şekilcilik yaratabilir. Bu gibi hallerde, keşide tarihini 30 nisan veya 28 şubat olarak kabul etmekte fayda vardır. Çünkü hususlarda kolaylıkla yanılmak mümkündür. Buna karşılık, keşide tarihinin mantığa açıkça aykırı şekilde gösterilmesi halinde, çekin geçersizliğini kabul etmekten başka çare kalmaz. Mesela 32 Nisan 1975 denmişse artık senedin çek olma niteliğinden bahsetmek mümkün değildir.
DAVA: Karşılıksız çek düzenlemek suçundan sanık S.G.`nin beraatine ilişkin Beyoğlu 1. Asliye Ceza Mahkemesi`nce verilen 8.3.1994 gün 554/277 sayılı hükmün katılan vekili tarafından temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesi 20.9.1994 gün 7580/11206 sayı ile;
"1. Suç konusu çekte yazılı 31.9.1992 tarihinin takvimle imkansız bir tarih olmayıp eylül ayının son gününü belirlediği bu nedenle yazılı tarihin keşide tarihi olarak kabulü gerektiği cihetle, TTK`nun 692 ve 693. maddeleriyle 3167 sayılı Yasanın 3. maddesi amir hükümlerine göre çek unsurlarını içeren belgenin yasal süre içinde muhatap bankaya ibrazında karşılıksız çıkması.
A - Düzeltme hakkı ihtarnamesinin çeki keşideci sıfatıyla imzalayan Y.G. adına düzenlenip usulüne uygun olarak tebliği,
B - S.G.`ye ait hesaptan çek keşide eden sanık Y.G.`nin bu hesaptan çek keşide etme yetkisi olup olmadığının araştırılmaması,
C - İddianamede sadece ismi yazılı Y.G.`nin nüfus kayıtları idianameye eklenerek savunmasının alınması,
D - Hususları gözönünde tutularak 3167 sayılı Yasanın 16. maddesine muhalefet suçunun oluşacağı gözetilmeden yazılı şekilde beraat kararı verilmesi.
Kabule göre de,
2 - S.E.`ye ait hesaptan suç konusu çeki keşide eden sanık Y.G.`nin bu hesaptan çek keşide etmeye yetkili olup olmadığı araştırılıp yetkili olmadığının anlaşılması halinde tasarrufa yetkili bulunmadığı hesaptan çek düzenleyip müştekiye verme şeklinde oluşan eylemin dolandırıcılık suçunu teşkil edip etmediğinin tartışılmaması,
3 - İddianame ile kamu davası açılan sanık Y.G. hakkında hüküm kurulması isabetsizliğinden bozmuş,
Yerel mahkeme 21.3.1995 gün ve 1336/271 sayı ile;
"Ceza Genel Kurulu`nun 14.2.1994 gün ve 13/40 sayılı kararında, 31.6.1990 tarihi, olmayan bir tarih olduğundan çekin yasal unsurlarının gerçekleşmediği belirtilmiştir. Bu nedenle sanığın düzenlediği çekteki 31.9.1992 olan keşide tarihi, olmayan bir tarihtir. Dosya kapsamından da dolandırıcılık suçunun unsurlarının oluşmadığı anlaşılmıştır" gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.
Bu hükmün de Yargıtay`ca incelenmesi katılan vekili tarafından süresinde istenildiğinden dosya; Yargıtay C. Başsavcılığı`nın "bozma" istemli 8.12.1995 günlü tebliğnamesiyle Birinci Başkanlığa gönderilmekle Ceza Genel Kurulu`nca okundu gereği konuşulup düşünüldü;
KARAR: Karşılıksız çek düzenlemek suçundan sanık hakkında açılan davada, Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık 31.9.1992 keşide tarihli çekin geçerli olup olmadığına ilişkindir.
Dosya içeriğine göre, Y.G. tarafından keşide edilen 31.9.1992 günlü hamiline yazılı olan çek, 2.10.1992 tarihinde bankaya ibraz edildiğinde karşılığı çıkmamıştır. Sanık, iddianın doğru olduğunu ancak borcunu ödediğini söylemiştir.
TTK`nun 692 nci maddesi uyarınca çekte, keşide gününün belirtilmesi şarttır. Keşide günü; ibraz süresi, düzenleyenin ehliyeti ve keşidecinin iflası halinde iflas tarihinden önce düzenlenip düzenlenmediği yönlerinden önem taşımaktadır. Bu nedenle çekteki keşide gününün belli ve mümkün olması gerekir. Tarihin beli olması, bu konuda değişik anlamlar çıkarılmayacak şekilde açık olmasıyla sağlanabilecektir.
Çekte, imkansız bir tarihin keşide günü olarak gösterilmesi, mesela 31 Nisan 1975 veya 29 Şubat 1975 denmesi halinde, bu durumun senedin çek olma niteliğini mutlaka düşüreceğini kabul etmek, aşırı bir şekilcilik yaratabilir. Bu gibi hallerde, keşide tarihini 30 nisan veya 28 şubat olarak kabul etmekte fayda vardır. Çünkü hususlarda kolaylıkla yanılmak mümkündür. Buna karşılık, keşide tarihinin mantığa açıkça aykırı şekilde gösterilmesi halinde, çekin geçersizliğini kabul etmekten başka çare kalmaz. Mesela 32 Nisan 1975 denmişse artık senedin çek olma niteliğinden bahsetmek mümkün değildir. ( Doç.Dr. Fırat Öztan, Kıymetli Evrak Hukuku, sh. 643 )
Suça konu çekin keşide tarihi 31.9.1992 olup, 30 yerine 31 yazılması, takvimde hiç olmayan bir tarih olarak kabul edilemez. Eylül ayının son günü olduğu düşünülerek 30 eylül yerine 31 eylül yazılmıştır. Bu nedenle keşide tarihinin ayın son günü olduğu dikkate alınarak, ibraz süresi bu tarihe göre hesaplanmalıdır. Sanık, Keşide ve ibraz tarihine itiraz etmemiştir. Sanığın iradesi dışına çıkılarak, keşide terihinin yok sayılması halinde, eylemin dolandırıcılık suçunu oluşturduğunun kabulu gerekecektir. Bu durum ise, sanığın aleyhine sonuç doğuracaktır.
Bu nedenle; keşide tarihinin takvimdeki imkansızlık söz konusu olduğu takdirde geçersiz sayılacağı, suç konusu çekte yazılı 31.9.1992 tarihinin takvimde imkansız olan bir tarih olmayıp 30 Eylül olarak kabulünün mümkün olduğu gözetilmeden önceki hükümde direnilmesi isabetsizdir. Yerel Mahkeme direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan kurul üyelerinden 4. Ceza Dairesi Başkanı Sami SELÇUK:
"Yüce Ceza Genel Kurulu`nun 1.6.1987 tarih ve 95/321 sayılı kararına yazdığım karşıoyda, mütevazi yapıtımda da ayrıntılarıyla belirttiğim üzere kusurlu ( eksik öğeli ) çek, çek olarak keşide edilmiş ve verilmişse, ceza hukuku açısından yeterlidir ve eylem 3167 sayılı Yasa`nın 16. maddesine girer. Nitekim yasamızın alındığı Fransa ile Belçika, İtalya ve bunlardan esinlenen Zaire`de öğreti ve uygulama bu konuda görüş birliği içindedir ( Çek Suçları, 1993, s. 92-107 ). Karar bu nedenle bozulmalıdır." Biçimindeki değişik gerekçeyle hükmün bozulması gerektiği doğrultusunda oy kullanmıştır.
SONUÇ: Açıklanan nedenlerle, tebliğnamedeki düşünce gibi Yerel Mahkeme direnme hükmünün bozulmasına, 13.2.1996 günü gerekçede oyçokluğu, bozmada oybirliğiyle karar verildi.


T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2001/22490
K. 2002/1007
T. 22.1.2002
6762/m.692,693
ÖZET : Her ne kadar Şubat ayının 30. günü söz konusu olmaz ise de, keşide tarihinin bu şekilde gösterildiği çeklerde dahi bunun yanılgıdan kaynaklandığının ve bu eksikliğin çekin niteliğini etkilemediğinin ve Şubat ayının son gününde keşide edilmiş sayılacağının kabulü gerekir. O halde çek yönünden itirazın kabulü hatalıdır.
DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mercii kararının müddeti içinde temyizen tetkikinin alacaklı vekilince istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : İcra takibinin dayanağı çeklerden 30.2.2001 keşide tarihli ve 350.000.000.-TL. miktarlı olan için Mercii Hakimliğince keşide tarihinin belirli olmadığından bahisle ve belgenin çek olarak kabulünün mümkün bulunmadığından söz edilip takibin iptal edildiği anlaşılmaktadır. Keşide tarihinin 30.2.2001 olarak yazılmış olması halinde bu durumun belgenin çek olma özelliğini ortadan kaldıracağını kabul etmek aşın bir şekilcilik olup hakkın zayiine neden olur. Her ne kadar Şubat ayının 30. günü söz konusu olamaz ise de, keşide tarihinin bu şekilde gösterildiği çeklerde dahi bunun yanılgıdan kaynaklandığının ve bu eksikliğin çekin niteliğini etkilemediğinin ve Şubat ayının son gününde keşide edilmiş sayılacağının kabulü gerekir. O halde sözü edilen çek yönünden de itirazın reddi yerine kabulü isabetsizdir.
SONUÇ : Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mercii kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK. 366 ve HUMK.nun 428.maddeleri uyarınca BOZULMASINA, 22.1.2002 gününde oybirliğiyle karar verildi.


T.C.
YARGITAY
19. HUKUK DAİRESİ
E. 2000/5759
K. 2000/8600
T. 12.12.2000
2004/m.67/1
ÖZET : Takip talebine itiraz edilen ve itirazın kaldırılması için Mercie müracaat etmek istemeyen alacaklı, itirazın tebliğ tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak umumi hükümler dairesinde alacağın varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebilir.
İtirazın kaldırılması talebi icra Tetkik Merciince reddedilen alacaklı ancak genel mahkemede alacak davası açabilir. Şubat ayının 30. günü söz konusu olamayacağından, çekteki bu keşide tarihinin Şubat ayının son günü olarak kabulü gerekip, belgenin çek olma özelliğini kaybettirmez. DAVA: Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
KARAR : İİK'nun 67/1. maddesi hükmüne göre takip talebine itiraz edilen ve itirazın kaldırılması için mercii'e müracaat etmek istemeyen alacaklı itirazın tebliğ tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak umumi hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebilir. Somut olayda alacaklının itirazın kaldırılması talebi İcra Tetkik Mercii'nce reddedildiğinden ancak genel mahkemede alacak davası açabilir. Mahkemece bu yönler gözetilerek itirazın iptali davasının alacak davası olarak kabul edilip sonuçlandırılması gerekirken itirazın iptali davası olarak hükme bağlanması doğru görülmemiştir.
Öte yandan, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21.6.2000 tarih, 2000/12-1011-1076 sayılı kararında, tanzim tarihinin 30.2.1997 olarak yazılmış olması halinde bu durumun belgenin bono olma özelliğini ortadan kaldıracağını kabul etmenin aşırı bir şekilcilik olup, hakkın zayiine neden olacağı belirtilmiş ve ayrıca, Şubat ayının 30. günü söz konusu olamaz ise de, tanzim tarihinin bu şekilde gösterilmesi halinde bunun yanılgıdan kaynaklandığı ve bononun niteliğini etkilemeyeceği düşünülerek, tanzim tarihinin şubat ayının son günü olarak kabulü gerektiği benisenmiştir. Mahkemece, dava konusu çekin keşide tarihinin 30.2.1999 olarak yazılmış olması nedeniyle çek niteliğinde bulunmadığının kabulü de bu bakımdan isabetli değildir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün ( BOZULMASINA), bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, peşin harcın istek halinde iadesine, 12.12.2000 gününde oybirliğiyle karar verildi.
#1364
      T.C.
  YARGITAY
12. Hukuk Dairesi

Esas : 2000/15786
Karar : 2000/18942
Tarih : 01.12.2000

ÖZET : Çekin asli unsurlarından olan keşide tarihi, gerçek keşide gününden sonraki bir gün olarak da yazılabilir. Bu husus, çekin kambiyo senedi olma vasfını etkilemez. Dolayısıyla, takip konusu çeklerde, keşide gününden önce keşidecinin ölmüş olması sonuca etkili değildir.

(6762 sayılı TTK. m. 692)

KARAR METNİ :
Merci kararının müddeti içerisinde temyizen incelenmesi alacaklı vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye 20.9.2000 gününde gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:

Alacaklı vekilinin 20.11.1999 günlü çeke ait temyiz itirazları yerinde değilse de; aslolan keşide tarihinin belirli bir gün olarak çek üzerinde yazılı olmasıdır. Çekin asli unsurlarından olan keşide günlü gerçek keşide gününden sonraki bir gün olarak da yazılabilir. Bu takdirde ibraz süresi uzatılmış olmaktadır. (F. Öztan Kıy. Ev. Huk.. SAYILI 1054) çek de keşide gününün bu biçimde göstermesi halinde, başka bir anlatımla; ileri günlü çek düzenlenmesi durumunda, çekin kambiyo senedi olma vasfını etkilemeyeceği dairemiz yerleşik içtihatlarında da benimsenmiştir.

Somut olayda; 20.11.1999 günlü çek dışında kalan takip konusu çeklerde keşide gününden önce keşidecinin ölmüş olması, yukarda açıklanan ilkeler doğrultusunda sonuca etkili olamayacağından merciin aksine düşüncelerle yazılı biçimde bu çekler yönünden de takibin iptal edilmesine karar vermesi isabetsizdir.

Sonuç: Alacaklı vekilinin temyiz isteminin kısmen kabulü ile merci kararının yukarda yazılı sebeple İİK.nun 366. ve HUMK.nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), 1.12.2000 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Kaynak : {YKD Ağustos-2001 s: 1214}
#1365


12 yıl önce polislerin işkenceyle suçlandığı davada olay çıkmış, gazeteciden avukata, davayı izleyenlerden savcıya kadar birçok kişi polis tarafından dövülmüştü. Mağdur avukat olayı AİHM ye taşımıştı.

Avukat, duruşmadaki polis dayağını AİHM'e taşıdı. AİHM Türkiye'ye sordu: Avukatı dövdünüz mü? Türkiye 24 dakikalık CD'yle yanıtladı: Bir onu dövmedik!

İsmail Saymaz'ın haberi

İSTANBUL - Aydın 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Turgut Yıldırım, 21 Nisan 1998'deki karar duruşmasına çıktığında, tedirgin olduğu her halinden belliydi. Birazdan, Baki Erdoğan adlı gencin Aydın Emniyet Müdürlüğü'nde 1993 yılında işkence sonucu öldürülmesiyle ilgili İl Emniyet Müdür Yardımcısı İbrahim Türedi, TEM Şube Müdürü Necmettin Aydınkaya, Başkomiser Abdurrahman Çetinkaya, Komiser Yardımcısı Cahit Sandıkçı ve polis Ayhan Erdal ile Ali Kumral hakkındaki karar açıklanacaktı. Yıldırım, uzun bir tereddütten sonra sanıklara beşer yıl altışar ay hapis cezası verildiğini duyurduğunda, salon birbirine girdi.

Savcıyı da dövdüler
İzleyici bölümünde sivil giysileriyle oturan polisler önce, bu karara sevinen üniversiteli Hatice Meryem Onat'a, fotoğraf çekmekte olan Milliyet muhabiri Mert İlkkutlu'ya ve İlkkutlu'yu kurtarmak isteyen dönemin Radikal muhabiri Ahmet Şık'a saldırdı. Sonra avukatlara, insan hakları aktivistlerine...
Aydın, İzmir ve İstanbul savcılıklarına yapılan şikâyetlere göre, gördükleri polis şiddeti nedeniyle, eski Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Şube Başkanı ve İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Üyesi Murat Çelik, avukat Elif Nihan Bıçkıcıoğlu, gazeteciler İlkkutlu ve Şık beşer, üniversiteli Onat dört, EMEP İl Başkanı Hüseyin Saran üç, avukatlar Halil Çağlar Akbulut, Zeki Rüzgar ve Betül Vangölü birer gün rapor aldı.
Duruşmayı izleyen Yusuf Doğru böbreğine  darbeler nedeniyle 25 gün rapor aldı. Polisler için beraat isteyen savcı Hüseyin Kaya bile, avukatları korumak isteyince dayaktan kurtulamadı.
Tam 10 avukat, üç gazeteci ve dört insan hakları aktivisti şikâyetçi oldu. Aralarında Baki Erdoğan'ın ölümünden dolayı ceza alan Ali Kumal'ın da bulunduğu yedi polisin 'müessir fiil, tehdit ve hakaret' iddiasıyla Aydın 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı dava, 2 Nisan 2001'de bitti. Polisler cezalandırıldıysa da, tarihe 'Rahşan Ecevit Affı' diye geçen 4616 sayılı yasayla kurtuldular. Yasaya göre 23 Nisan 1999'a kadar işlenen suçlarda 'hükmün ertelenmesi' kararı verilebildiğinden, bu müeyyide yedi polise uygulandı.
Ancak avukat Murat Çelik, davanın peşini bırakmayıp itiraz etti. Fakat Aydın 1. Ağır Ceza Mahkemesi, itirazı reddetti. Çelik de 2002 yılında dosyayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) taşıdı.   

Sen misin arkadaş kurtaran!
AİHM'deki yargılama sürerken; Türkiye, Ocak 2009'da mahkemeye duruşmanın görüntülerini içeren bir CD gönderdi. Hükümet, iddianın aksine Çelik'in şiddet görmediğinin 'kanıtı' olarak bu CD'yi gösteriyordu. Çelik'in, 'Ayıklanmış' dediği bu görüntülerde, kendisinin dövülme anı yoktu. Fakat kendisi dışında dövülen kim varsa, görüntülerde yer alıyordu.
AİHM, yanıt vermesi için bu kayıtları avukat Murat Çelik'e gönderdi. Çelik, 11 Şubat 2009'da verdiği yanıtında, dayak görüntülerinin eksik sunulduğunu, kendisine ait görüntülerin ayıklandığını, Şık'ın neden bayıldığının anlaşılamadığını kaydetti.
Fakat Çelik'e göre CD, şu haliyle bile işkencenin kanıtıydı:
"Hükümetin sunmuş olduğu CD kayıtlarında polislerin yaptığı fiziki şiddet bilinçli şekilde saklanmaya çalışılmıştır. Ancak mevcut görüntülerde bile polis şiddeti açıkça anlaşılmaktadır."
AİHM, 27 Mayıs 2010'da, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin, işkence yasağını düzenleyen üçüncü maddesinin ihlal edildiği sonucuna vararak, Türkiye'yi Çelik'e 9 bin avro tazminat ödemeye mahkûm etti.

24 dakikalık şiddet kaydı
AİHM'e gönderilen 24 dakikalık CD'de vahim görüntüler var:
Duruşma salonu: Çevresi polisler tarafından sarılan üniversiteli Hatice Meryem Onat'ın çığlıkları duyuluyor. Bir polis, fotoğraf çeken Mert Mustafa İlkkutlu'ya vuruyor. Ahmet Şık, "Niye vuruyorsun!" diye bağırıp İlkkutlu'yu kurtarıyor. Fakat kendisi darbe alıyor. Bir polis Şık'ın fotoğraf makinesini almaya çalışıyor. Şık, direnince üzerine dört-beş polisin yumrukları iniyor. Salona çevik kuvvet polisleri doluşuyor. İçerdekiler, Başkan Yıldırım'dan yardım istiyor. Grup, can güvenliği nedeniyle çıkmayacaklarını söylüyor. Aynı anda iki avukat itilip kakılarak salondan atılıyor. Şık ve İlkkutlu da çembere alınıp yerde tartaklanıyor.   

Adliyenin kapısı: Orta yaşlı bir kişi karnını tutarak ve aksayarak kapıdan çıkıyor. Şık belini tutarak çıkıyor, dönüp içeriyi göstererek, "Çocuğu mahvettiniz!" diye bağırıyor. Aynı anda avukat Çelik de "Bakın, haline bakın!" diye bağırıyor. Gösterdikleri kapıdan, Mert İlkkutlu, polislerin kolları arasında, yakası yırtılmış halde, topallayarak ve ağlayarak çıkıyor. "Vurmayın" diye ağlıyor. Şık, polislerin tartaklayarak götürdüğü İlkkutlu'ya sarılıp kurtarmak isteyince o da çembere alınıyor. Sivil giyimli bir kişi elindeki telsizle Şık'ın kafasına vuruyor. Şık bayılıp yere yığılıyor. 10-15 polis Şık'ı yerde sürükleyerek götürüyor. Çelik, "Bu kadar olur mu!" diye tepki gösteriyor. Bir diğer avukat, "O bir gazeteci!" diye bağırıyor. Şık, bir süre yere uzatılıyor. Alnından kan akıyor. Ardından beş polis Şık'ın el ve ayaklarından tutarak ring aracına taşıyor. Şık, güçlükle nefes alıyor.
İlkkutlu ve Çelik de aynı araca bindirilirken, kamera yeniden adliye kapısına dönüyor. Bir kişi kolu çevrilerek, gözaltına alınıyor. Bir başkası, 'Vurmayın!' diye bağırarak adliyeden koşarak çıkıyor. Fakat polis tarafından çevriliyor. Kadınlar dövülerek dışarı çıkarılıyor, gazeteciler kaçışıyor.

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&Date=12.07.2010&ArticleID=1007576
#1366
Alıntı Yapçek ve bonolar şirket adına keslimiş olup, icraya veren şahışda aynı kişi

Yani çek ve bonoların üstünde unvanı yazan şirket tarafından icra takibi yapıldıysa, bu şirkete karşı menfi tespit davası açıp takibin durdurulması için de mahkemeden ihtiyati tedbir kararı verilmesini isteyebilirsiniz. Hakkınızda mahkemeden ihtiyati haciz kararı alınmadan takip yoluna başvurulduysa, bu durum da psikolojik olarak sizi rahatlatmıştır. Bu durumda gecikmeksizin yukarıda bahsedildiği şekilde tüm yasal haklarınızı kullanmalısınız. Kolay gelsin.
#1367
Merhabalar. Öncelikle geçmiş olsun. Burada ikili bir ayrım yapmak gerekiyor. Şayet çek ve bonoları teslim ettiğiniz firma tarafından (veya aranızdaki bu durumu, yani malların teslim edilmediğini bilen ve ciro yoluyla çek ve bonoları elde eden bir başka kişi/şirket tarafından) hakkınızda icra takibi başlatıldıysa, bu kişilere karşı çeklerin/bonoların bedelsiz kaldığını, malların teslim edilmediğini, dolayısıyla ödeme mükellefiyetinizin bulunmadığını itiraz yoluyla (ki bu bir dava şeklinde görülecektir) ileri sürebilirsiniz. Fakat size karşı takip başlatan kişi/şirket çek ve bonoları teslim ettiğiniz şirketten farklı ise ve çek ve bonoları teslim ettiğiniz şirketle bu şahıs/şirket arasında herhangi bir irtibat yok ve bu şahsın/şirketin kötü niyetli olduğunu (yani malların teslim edilmediğini bildiğini) ispat etme imkanınız da bulunmuyorsa, bu çek ve bono bedellerini ödemekten kurtulmanız hukuken mümkün olamayacaktır. Bu ikinci ihtimalde çek/bono bedellerini ödeyip eşzamanlı olarak çek/bonoları teslim ettiğiniz firmaya karşı ödediğiniz bedel kadar bir alacak davası açabilirsiniz. Ancak bu dava ortalama 1,5 - 2 yıl kadar sürebilecektir.

Bunun dışında, ilk ihtimalde de tarafınıza karşı ihtiyati haciz yoluyla baskı uygulanabilir (belki de böyle olmuştur) ve bu baskı neticesinde yasal yollara başvurma fırsatı bulamadan ödeme yapmak durumunda kalabilirsiniz.

Öte yandan, bedelsiz bir senedi kullanmak Türk Ceza Kanunu'nun 156. madesine göre suç teşkil eder. Söz konusu madde aynen şu şekildedir:

     Bedelsiz senedi kullanma
   
     Madde 156- Bedelsiz kalmış bir senedi kullanan kimseye, şikayet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis ve adlî para cezası verilir.


Bu maddeye de atıfta bulunarak karşı tarafa noter kanalıyla bir ihtarname çekip malların teslim edilmemesi sebebiyle bedelsiz kalan çek ve bonoların kullanılmasının suç teşkil ettiğini, icra takibine konu edilen bu çek ve bonoların derhal tarafınıza teslimini, aksi halde savcılığa suç duyurusunda bulunmak da dahil olmak üzere tüm yasal yollara başvuracağınızı bildirebilirsiniz.

Özetle durumunuz her açıdan zor, sizi maalesef zorlu ve sıkıntılı bir süreç bekliyor. İnşaallah en kısa sürede ve en az zararla bu süreci atlatırsınız.

Önemli not: Çok kısıtlı ve yanıltıcı olabilecek açıklamalara istinaden yapılan yukarıdaki değerlendirmeler, bu bölümde yer alan konu/soru hakkında kişileri en temel düzeyde bilgilendirme amacına matuftur. Bu tür konular her yönden ayrıntılı bir inceleme/araştırma yapılmasını gerektirir ve bu da ancak profesyonel yardım ile mümkün olabilir. Bu sebeple haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz ve herhangi bir hak kaybına maruz kalmamanız için bir avukatla anlaşmanızı ve avukatınızın yönlendirmeleri istikametinde hareket etmenizi tavsiye ediyorum.
#1368
     7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un, 8., 14., 16., 19., 22., 25. ve 26. maddelerinin Anayasa'nın 4. maddesi kapsamında öngörülen teklif yasağı kapsamında incelenmesinin Anayasa Mahkemesi'nin yetkisinde olup olmadığı bir önsorun olarak görülmüş ve yapılan değerlendirmeler sonucunda, Haşim KILIÇ, Serruh KALELİ, Engin YILDIRIM ile Nuri NECİPOĞLU'nun karşıoyları ve OYÇOKLUĞU ile bu konunun incelenmesinin Anayasa Mahkemesi'nin yetkisinde olduğuna karar verilmiştir.

     7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un 2010/49 E. sayılı dosyasından yapılan değerlendirmeler neticesinde;

A- Anayasa teklifi olarak veriliş biçimi ile  Anayasa Komisyonu'ndaki görüşme şekline ilişkin iptal isteminin, Anayasa Mahkemesi'nin yetkisizliği nedeniyle REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

B- Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kabulüne ilişkin oylamalarda gizliliğin ihlal edildiğine ilişkin iddialar yönünden, Anayasa'ya aykırılık bulunmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

C- İvedilikle görüşülmeme koşuluna uyulmadığı iddiası yönünden Anayasa'ya aykırılık bulunmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Mehmet ERTEN ile Şevket APALAK'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

D- Amacı bakımından Anayasa'ya aykırılık iddialarının incelenmesi isteminin Anayasa Mahkemesi'nin yetkisizliği nedeniyle REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

E- 8. maddesiyle, 7.11.1982 günlü, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 74. maddesinin; değiştirilen kenar başlığında ve eklenen üçüncü fıkrasındaki "... ve kamu denetçisine başvurma ..." ibareleri ile dördüncü, beşinci ve altıncı fıkralarının, Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

F-  14. maddesiyle değiştirilen, Anayasa'nın 144. maddesinin, Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

G- 16. maddesiyle değiştirilen, Anayasa'nın 146. maddesinin;

1- Birinci fıkrasının, Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,  Osman Alifeyyaz PAKSÜT ile Zehra Ayla PERKTAŞ'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

2- İkinci fıkrasının, Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,  Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

3- Üçüncü fıkrasının, Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,  Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

4- Dördüncü fıkrasının;

a- Birinci tümcesinde yer alan "... bir üye ancak bir aday için oy kullanabilir; ..."  ibaresinin,

b- İkinci tümcesinde yer alan "... de her bir baro başkanı ancak bir aday için oy kullanabilir ve ..." ibaresinin,

Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,

c- Kalan bölümünün Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,  Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

H-  19. maddesiyle değiştirilen, Anayasa'nın 149. maddesinin, birinci fıkrasının "Bölümler ve Genel Kurul, kararlarını salt çoğunlukla alır." biçimindeki dördüncü tümcesi ile üçüncü fıkrasının, Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

I-  22. maddesiyle değiştirilen, Anayasa'nın 159. maddesinin;

1- İkinci fıkrasının, Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,  Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

2- Üçüncü fıkrasının;

a- Üçüncü tümcesinde yer alan "...iktisat ve siyasal bilimler ..."  ve             "... üst kademe yöneticileri ..." ibarelerinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,

b- Kalan bölümünün Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,  Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

3- Dördüncü fıkrasının, Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,  Osman Alifeyyaz PAKSÜT'ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

4- Beşinci fıkrasının;

a- Birinci tümcesinde yer alan " ... ancak bir aday için ..." ibaresinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,

b-  Birinci tümcesinin kalan bölümü ile ikinci tümcesinin, Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,  Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

5- Altıncı fıkrasının, Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,  Osman Alifeyyaz PAKSÜT'ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

6- Yedinci fıkrasının, Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,  Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

7-  Sekizinci fıkrasının, Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,  Osman Alifeyyaz PAKSÜT'ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

8-Dokuzuncu fıkrasının, Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

9-  Onuncu fıkrasının, Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,  Osman Alifeyyaz PAKSÜT'ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

10- Onbirinci fıkrasının, Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

11- Onikinci fıkrasının, Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,  Osman Alifeyyaz PAKSÜT'ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

12-  Onüçüncü fıkrasının, Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,  Osman Alifeyyaz PAKSÜT'ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

İ- 25. maddesiyle Anayasa'ya eklenen Geçici Madde 18'in;

1- Birinci fıkrasının, Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,  Osman Alifeyyaz PAKSÜT'ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

2- İkinci fıkrasının, Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,  Osman Alifeyyaz PAKSÜT'ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

3- Üçüncü fıkrasının,

a- (a) ve (b) bentlerinin,

aa- Birinci, ikinci ve üçüncü tümcelerinin, Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,  Osman Alifeyyaz PAKSÜT'ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

bb-Son tümcelerinde bulunan "... ancak bir aday için..." ibarelerinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,

cc- Son tümcelerinin kalan bölümlerinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

b- (c) bendinin, Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,  Osman Alifeyyaz PAKSÜT'ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

c- (ç) bendinin, Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

4- Dördüncü fıkrasının, Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

5- Beşinci fıkrasının, Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz  PAKSÜT'ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

J-  25. maddesiyle Anayasa'ya eklenen Geçici Madde 19'un;

1- Birinci fıkrasının,

a- (a) bendinin,

aa- Birinci tümcesinde yer alan "... iktisat ve siyasal bilimler..." ve "... üst kademe yöneticileri..." ibareleri ile ikinci tümcesinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,

bb-  Birinci tümcesinin kalan bölümünün Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,  Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

                               b- (b), (c) ve (ç) bentlerinin,

aa- İlk dört tümcelerinin, Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT'ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

bb- Son tümcelerinde yer alan "... sadece bir aday için..." ibarelerinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,

cc- Son tümcelerinin kalan bölümlerinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,  Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Şevket APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

c- (d) bendinin,

aa- " Bu seçimlerde her seçmen sadece bir aday için oy kullanabilir." biçimindeki onbirinci tümcesinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,

bb- Kalan bölümlerinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT'ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

d- (e) bendinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT'ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

2- İkinci, üçüncü, dördüncü fıkraları ile altıncı fıkrasının (b), (c), (ç) bentleri ve yedinci, sekizinci fıkralarının Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT'ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

K- 26. maddesinde yer alan "... ve halkoyuna sunulması halinde tümüyle..." ibaresinin Anayasa'ya aykırılık savlarının incelenmesi isteminin Anayasa Mahkemesi'nin yetkisizliği nedeniyle REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN ile Şevket APALAK'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

- Yürürlüklerinin durdurulması isteminin REDDİNE.

KARAR VERİLMİŞTİR.07.07.2010
http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=gundem&id=304
#1369
Merhabalar. Satış vaadi sözleşmesi sizin sorununuzu çözmeyecektir. İşin içinde aile olunca bu konuyla ilgili makul ve uygulanabilir bir çözüm üretmek de kolay olmuyor maalesef... Bununla birlikte, alacağınızı yazıya döküp bu yazıyı babanıza ve diğer tüm kardeşlerinize (ve yaşıyorsa annenize) imzalatma yoluna gidebilirsiniz. Böylelikle mirasın paylaşılması esnasında bu alacağınızın da kimsenin itirazına uğramadan dikkate alınmasını sağlayabilirsiniz.
#1370
Aleykümselam. Sorulara cevaplar kısaca şu şekilde:
1- İhalenin kesinleşmesi, yapılan ihaleden usulsüz tebligat sebebiyle haberi olmayan borçlunun açacağı ihalenin feshi davasını ve bu davada verilecek olan ihalenin feshi kararını önlemez. Yani bu durumda da ihalenin feshi kararı verilebilir.
2- Taşınmaz maliki borçlu, taşınmazı ihale alıcısından satın alan şahsın iyi niyetli olduğunu düşünüyorsa, bu kişiye karşı açacağı tapu iptali davasından bir netice elde edemeyecektir. Bu durumda malik, usule aykırı olarak yapılan ihale sebebiyle maruz kaldığı zarar ne ise, bu zararı talep edebilecektir. Bu konudaki muhatapları ise Adalet Bakanlığı, PTT Genel Müdürlüğü, dosya alacaklısı ve ihale alıcısı olacaktır.
3- İhale alıcısı, sonradan taşınmazı bir başkasına sattığından, bu işten bir kazanç elde etmişse, bu karı taşınmaz maliki borçluya ödemek durumunda kalabilir.

Aşağıda bu konuyla ilgili bir Yargıtay Kararı bulunuyor:

T.C.
YARGITAY
1. HUKUK DAİRESİ
E. 2009/7263
K. 2010/269
T. 19.1.2010

1086/m.186
4721/m.2, 988, 989, 1023, 1024

DAVA : Taraflar arasında görülen davada;

Davacı, davalı Bedri tarafından hakkında yapılan icra takibi sonucu 5627 parsel sayılı taşınmazdaki payının icra dairesince yapılan ihale sonucu davalı Şevket adına satışının yapıldığı ve adına tescil edildiğini, ihalenin usulsüz olarak yapılması nedeniyle Silivri İcra Hukuk Mahkemesinin 2005/299 Esas, 2006/3 Karar sayılı kararıyla ihalenin feshine karar verildiğini ve kesinleştiğini, bu sırada davalı Şevket'in taşınmazdaki payını davalı Mehmet'e muvazaalı olarak devrettiğini, icra dairesinin kusurlu hareket ettiğini, bu nedenle maddi ve manevi zarara uğradığını ileri sürerek tapu iptal, tescil olmazsa tazminat ve manevi tazminat isteğinde bulunmuştur.

Davalı Mehmet, davaya yanıt vermemiş; diğer davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, davacının kendi kusuruyla zarara sebebiyet vermiş olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Karar, davacı vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 19.01.2010 günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat M.G. ile temyiz edilen vekili Avukat S.K.G. ile temyiz edilen Hazine vekili Av. D.G. geldi, davetiye tebliğine rağmen diğer temyiz edilen vs. vekili Av. O.Ö. gelmedi, yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Dava, tapu iptal ve tescil, olmazsa tazminat ve manevi tazminat isteklerine ilişkindir.

Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacı aleyhine, davalılardan Bedri tarafından yapılan icra takibi sonucunda, çekişme konusu 5627 parsel sayılı taşınmazdaki davacıya ait 28/540 payın ihale sonucu davalı Şevket'in edindiği, davacı tarafından açılan ihalenin feshi davasının Silivri icra Mahkemesi'nin 07.02.2006 gün, 2005/299 Esas, 2006/3 Karar sayılı kararı ile kabulle sonuçlanarak kesinleştiği, taşınmazdaki davacı payının ihalenin feshi davasının devamı sırasında el değiştirerek diğer davalı Mehmet'e satış suretiyle devredildiği, mahkemece eldeki davanın reddine dair verilen kararın temyizinden sonra, eksiğin tamamlanması yoluyla getirtilen belgelerden, çekişme konusu taşınmazdaki payın Mehmet tarafından bu defa 09.01.2009 tarihinde Şevket oğlu Sinan'a satış yoluyla temlik edildiği anlaşılmaktadır.

Davacı, ihalenin feshedildiğini, böylece ilk el durumundaki Şevket üzerindeki sicil kaydının yolsuz tescil durumuna düştüğünü, ondan sonra edinenlerin ise el ve işbirliği içerisinde bulunduklarını ve el değiştirmelerinin muvazaaya dayandığını ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.

Gerçekten de; icra ihalesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen mahkeme kararıyla feshedilmesi nedeniyle ilk el durumundaki davalı Şevket üzerindeki kaydın yolsuz tescil durumuna düştüğü sabittir. Hemen belirtilmelidir ki; yolsuz tescil şeklindeki sicilden edinen ilk elden sonraki maliklerin TMK'nun 1023. maddesinde öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde edinimlerinin korunacağı tartışmasızdır.

Bilindiği üzere, hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Medeni Kanun'un 2. maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan bir Devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini ( herkese açık olmasını )sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak ta tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke M.K.'nun 1023. maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3'üncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024. maddenin 1. fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3'üncü kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.

Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyi niyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle kötü niyet iddiasının defi değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden ( re'sen )nazara alınacağı ilkeleri 08.11.1991 tarih 1990/4 Esas 1991/3 Karar sayılı inançları Birleştirme Kararı'nda kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir.

Somut olaya gelince; mahkemece yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde, ilk elden sonraki eller konusunda hükme yeterli bir araştırma yapılmadan, davacı tarafından, ihalenin feshi davasının devamı sırasında taşınmazın sicil kaydına tedbir konulmasının sağlanmadığı, bu sebeple el değiştirmelerde davacının kusuru bulunduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Oysa; iyi niyet araştırması defi olmayıp itirazdır. Mahkemece kendiliğinden gözetilmesi gereken bir kuraldır.

Buna göre, davacının, taşınmazın sicil kaydına tedbir koydurmamış olması neticeye etkili değildir.

Hal böyle olunca; öncelikle mahkeme kararından sonra taşınmazdaki payın el değiştirdiği gözetilerek HUMK'nun 186. maddesinde öngörülen usulü işlemlerin tamamlanması, ondan sonra yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde hükme elverişli olacak şekilde gerekli araştırma ve incelemenin yapılması, soruşturmanın eksiksiz tamamlanması, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik soruşturma ile yetinilerek, yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.

SONUÇ : Davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK'nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, 24.12.2009 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesi'nin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 750.00. TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 19.01.2010 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
#1371


Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 8 şeritli ve etrafında yerleşim yeri olmayan bir yolda önüne çıkan yayaya çarparak ölümüne neden olan şoföre ceza verilmesi gerektiğine hükmetti.

Etrafında yerleşim yolu olmayan 4 şeritli bir yola atlayan yayaya çarpan, hız sınırını aşmamış bir şoföre ceza verilir mi? Yargıtay Ceza Genel Kurulu, bu soruya hukuki açıdan son noktayı koydu. "Bir şoför her an her yerden yaya çıkabileceğini hesaplamalıdır" diyerek şoföre ceza verilmesi gerektiğini savundu.

Emsal niteliğindeki kararın dayanağı olan kaza, Ankara-Konya karayolu üzerindeki Gölbaşı ilçesi yakınlarında yaşandı. Özgür Akbıyık isimli yaya etrafında yerleşim yeri bulunmayan ve 4 şerit gidişi bulunan Konya yoluna atladı.

Şoför R.K. 70 kilometre hızla gidiyordu. Ancak yokuş aşağı olduğu için duramayarak, önüne atlayan Akbıyık'a çarptı ve ölümüne neden oldu.

HIZ SINIRINI AŞMASA BİLE SUÇLU

Kazadan sonra R.K. hakkında "Taksirle ölüme neden olmak" suçundan dava açıldı. Ankara 10'uncu Asliye Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmalarda Adli Tıp Kurumu'ndan bilirkişi raporu alındı.

Rapora göre sürücü 70 kilometrenin altında bir hızla, trafik kurallarına uygun seyrediyordu. Yaya, 1 metre yükseklikteki refüjden yola atlamıştı. Her ne kadar kusurun büyüğü yayada olsa da şoförün de dikkatli olması gerektiği belirtiliyordu.

Hâkim, sanık şoförün beraatine karar verirken şöyle dedi: "Şehir içinde ya da şehirlerarası yollarda bir sürücünün her an, her saniye sağdan, soldan, ortadan bir insan çıkacak diye araç kullanmasını beklemek de hayatın olağan akışına uygun değildir."

Ölen Özgür Akbıyık'ın yakınları kararı temyiz etti. Yargıtay 9'uncu Ceza Dairesi kararı "Adli Tıp ve bilirkişi raporlarında sürücünün de kusurunun bulunduğu belirtilmektedir, bu raporlara rağmen beraat kararı verilmesi uygun değildir" görüşüyle bozdu.

Yerel mahkeme ise kararında direndi. Dosya Yargıtay Ceza Genel Kurulu'na geldi. Genel Kurul, iki hafta boyunca tartıştı ve sonunda yerel mahkeme kararını bozdu. Şimdi 10'uncu Asliye Ceza Mahkemesi, yargıladığı şoföre "Taksirle ölüme neden olmak" suçundan 3-6 yıl arası hapis cezası verecek.

http://www.sabah.com.tr/Yasam/2010/07/08/yaya_her_yerden_cikar
#1372
Bugünkü yazısında Ertuğrul Özkök'ten okuduğuma göre önce Cumhuriyet Gazetesi yazarı Orhan Bursalı yazmış bu ''şahane'' fikri. Ertuğrul ağabey zaten sever ''orijinal'' fikirleri. Çoğu zaman, katılmasa bile şeytanın avukatlığını yapmak için tartışma konularını ortaya attığını bildiğimizden ben onun gerçekten ayrılma yanlısı olduğuna inanmıyorum.  Ama yine de tartışma davetine kendi çapımda icabet ediyorum.

Orhan Bursalı demiş ki: "Türk tarafının elinde tek koz var: Kürtlerin çoğunun ayrılmayı isteyip istemediği. Çünkü doğal veya anormal, tüm ayrılıkların, herkese bir faturası olacaktır. Bu nedenle, bu kozun güçlendirilmesi gerekir. Ayrılma kozunu, Türklerin ve Kürtlerin önüne koyalım"

Orhan Bey'i, Zaytung adlı web sitesinin taklit ettiği ve tamamen uydurma haberlerden oluşan Amerikan The Onion gazetesindeki uydurma satirik haberi, ''gerçekmiş sanıp'' Cumhuriyet Bilim Teknik'te hem de hiç kaynak göstermeden çevirip aynen vermesinden tanıyordum. Güya Amerikalı dinciler, evrime karşı çıktıktan sonra şimdi de yerçekimi olmadığını iddia ediyor, şeylerin üstün bir kudret tarafından gökyüzünden yeryüzüne itildiğini buna da zeki tasarımdan (İntelligent  design) mülhem, zeki düşüş (intelligent falling) diyorlarmış. Orhan Bey, ''dinci'' gördüğü herkesi saçmalık makamında yaşadığına ''kör bir iman'' beslediği için belki de, bu uydurma haberin de doğruluğunu araştırma gereği duymamış, vahim bir duruma düşmüştü.

Ertuğrul ağabey de, Orhan Bey'in düşüncesini, ''ezber bozan'' düşünce olarak takdim ediyor. Ama ben, Orhan Bey'in yazdığı herşeyin tastamam bir ezber üzerine kurgulandığını ve gerçekte bir ezberi korumayı amaçladığını düşünüyorum. Ezberi sürdürme çabası Orhan Beyinki... Şahsen, şiddeti övmediği sürece herşeyin ama herşeyin tartışılmasına karışılamayacağına inanan biri olarak saygı duyuyorum ama ben de birkaç ezberi sorgulamak istiyorum.

Kürtler ve Türkler ayrılmalı mı sorusundan önce öncelikle cevabı bulunması gereken soru şu: ''Kürtler kimdir, Türkler kimdir?''.

''Şu anda bu mektubu okuyan 75 milyon vatan evladı'' içinde bu soruya tamı tamına aynı cevapları verecek iki Kürt ya da iki Türk bulabileceğimize inanmıyorum. Türk ulusalcılarının kafasındaki ''Türkler'', ne kadar ''hayali bir cemaat'' ise, Kürt ulusalcıların kafasındaki ''Kürtler'' de o kadar ''hayali bir cemaat''. Haliyle, Kürt ulusalcıların kafasındaki Türklerin de, Türk ulusalcıların kafasındaki Kürtlerin de 'vehim' olduğunu söylememe gerek yok sanırım...

Ulusalcılık zaten doğası gereği vehimler üzerine kurulu bir paradigmadır. Gerçeklerden kopuktur. Güce tapması, varoluşunun mutlak bir militer unsura dayanması bundandır. Yeryüzündeki tüm ulusalcıklıklara, (Türkçülük, Kürtçülük, Siyonizm, Helenizm, Ermeni ulusalcılığı, Baas, Neocon vb...) , yönelmiş en büyük tehdidin 'gerçekler' olması bundandır.

PKK ve onun resmi ideolojisinin organik aydınlarına kulak verdiğinizde, aslında Kürtlerin büyük bölümünün ''işbirlikçi'' , ''ajan'', ''asimile olmuş'', ''yoz'' ya da ''yobaz'' olduğunu dinlersiniz. Şimdi bazı Kürtler herkesi Kürt düşmanı ilan etmeyi pek seviyor ama ben şahsen Kürtlere Apo kadar hakaret edeni görmedim, okumadım, duymadım. Çünkü vehmettikleri ''Kürtler'' ile ''gerçek Kürtler'' uyuşmuyor. Bunun sebepleri üzerine kafa yorabilecek formasyon ya da zaten gerçeğe ulaşmak gibi bir dert olmayınca, halkı yaftalayıp 'zor kullanarak sindirmek' tek çıkar yol kalıyor.

Ne tesadüf ki Türk ulusalcılar için de  Türklerin çoğu bidon kafalı, göbeğini kaşıyan ahmaklar sürüsü. Onun da PKK gibi, halkının 'güçten başka bir şeyden' anlamayacağına imanı bu yüzden... Devlet ya da örgütsel şiddete derin bağlılık ve imanları bundan...

Şimdi en fazla Türk ve en fazla Kürt kelimesine vurgu yapan kesimlerin kafasındaki Kürt ve Türk kelimesi bile birer vehimden ibaretken hangi Kürtler ve Türkler ayrılacak? Elbette ki Türk kökenli Kürt kökenli yoktur demiyorum. Vardır. Ama, gerçek Kürtlerin ve gerçek Türklerin gerçekleri, özlemleri, ihtiyaçları bize ulusalcıların çizdiklerinden çok farklı. Buna geleceğim ama bir soru daha sorayım; Ayrılık sorunu bitirecek mi?

Türkler için bitirecek mi? Kürtler için bitirecek mi? Allah korusun ama birgün ''bir şekilde'' ayrılsak bile bugünkü sorunlarımızın tamamını yaşadığımız coğrafyanın boyutunu küçültmekten başka hiçbir şey elde edemeyeceğiz. Yenilerinin eklenmesi bir yana mevcut sorunlar aynen devam edecek. Çünkü sorun 'ötekimiz' değil, 'kafa yapısı'.

Bu noktada Türk ve Kürt ulusalcı aydınları, çok küçümsedikleri halkın yarısı kadar bile gerçeklere vakıf değiller. Birer hayal dünyasında yaşıyorlar. 19'ncu yüzyılın sonu 20'nci yüzyılın başında takılıp kalmışlar. Bir Kürt ulusalcısı ile bir Türk ulusalcısının yazısında ''Kürt ve Türk kelimelerinin yeri'' dışında hiçbir farklılık olmaması bundan. Dünya, eşya, coğrafya, kültür algıları aynı. İkisininki de çağdışı.

Şimdi şehit haberlerinin geldiği böylesi acı bir günde belki yadırgayacaklar olacak ama bir başka ezberi daha reddettiğimi ilan etmek isterim. Türkler ve Kürtler ayrılmıyor aksine çok daha sıkı kenetleniyorlar. Yaşadığımız gerilim bu tarihi kenetlenmenin sancısı. Hep 1000 yıllık kardeşlikten bahsederiz ya... Türk kökenli diyeceğimiz insanlarla Kürt kökenli insanlar bu 1000 yıllık tarihin hiçbir diliminde bugünkü kadar içiçe olmadılar. Birbirlerine hiç bugünkü kadar yakın olmadılar. 1000 yıldır birbirlerinden, birbirlerinin zevklerinden, kültüründen, müziğinden hiç bugünkü kadar haberdar olmadılar.

İşte bu 'gerçek',  Türk ulusalcı çizgi ve onun aydınları ile Kürt ulusalcısı çizgi ve onun aydınlarının 'kurgusunu' fena halde bozuyor... 20'nci yüzyıla o kadar saplanmışlar ki, 20 yüzyıl kurgusu üzerinden, ''Kürtler ve Türkler arasında büyük bir kan uyuşmazlığı'' var sanıyorlar.

Ertuğrul Bey'in yazdığı gazetenin de Cumhuriyet gazetesinin de yıllardır ''irtica yükseliyor'' korkusu pompalamasının altında da bence benzeri bir cehalet yatıyordu; Türkiye cehaleti.

Türkiye'de çok daha fazla muhafazakar insanın görünür hale gelmesinin, İktidarda hangi parti olduğuyla uzaktan yakından bir alakası yoktu. Son 50 yılda ülkenin üçte ikisi köylerden şehirlere göç etmesiyle, şehirlerde ikinci üçüncü kuşağın okumaya iş kurmaya başlamasıyla alakası vardı. Dünyada, 19'ncu yüzyılın katı pozitivist anlayışının büyük bir erozyona uğraması da cabası...

Aynı mantık hatasını ben birçok dindar yazarda da okuyorum. ''40 – 50 yıl önce Kürt diye birşey yoktu'' , ''40 – 50 yıl önce Alevi diye birşey yoktu'' diye yana yakıla yazan, bütün olan biteni dış güçlerin casusluğuyla açıklayan bir Türkiye cehaleti... (PKK'nın değil genel olarak Kürtlerin, Alevilerin, dindarların taleplerinin dış mihraklardan alakasızlığından bahsediyorum)

20'nci yüzyılın Türkiyesi bir kurguydu. Türkiye'nin yüzde 80'i taşrada kendi halinde kendi karanlığında yaşıyordu. Kalan yüzde 10 – 20 ise birkaç büyük şehirde ''hayali Türkiye''lerinde yaşıyordu.

Ve 20'nci yüzyılın son çeyreğine kadar da  Kürtler ve Türkler büyük ölçüde hala ayrı yaşıyordu. Benim kuşağımdan bile birçok arkadaşımdan ''ilk kez bir Kürt görmelerinin'' hikayesini dinlemişimdir. Bin yıllık kardeşlik vardı ama, ayrı yaşıyorduk. Köyden kente göçle yanyana geldik. 1990'lara kadar bu doğal bir süreçti. Ancak 1990'lardaki ''Türkiye'nin İsrailleşmesi'' süreci, maalesef milyonları köylerinden köklerinden zorla koparıp Batıdaki büyük şehirlere savurdu.

Eşyanın tabiatında vardır. Her sosyal hareket bir gerilim yaratır. Ve hiçbir sosyal hareket, kitlesel göçün yarattığı gerilim kadar büyüğünü yaratamaz.

Edremit'te, Mersin'de, İzmir'de, Antalya'da gelen Kürt göçmenlerle çatışanlar ''ırkçı'' oldukları için bunu yapıyor değiller. ''Kürtlere karşı'' oldukları için bunu yapmıyorlar. Lazlar da aynı şekilde kitlesel olarak bu şehirlere göç etse, Çerkesler de göç etse, Orta Asya'dan da gelseler aynı olaylar yine yaşanacak. Bu eşyanın tabiatında vardır. Şehrin yerli ruhu her zaman için dışardan gelen yabancı ruhla çatışır. Ta ki bir sonraki kuşak yeni ve ortak bir ruh yaratana kadar.

Her iki tarafın ırkçılarının ve medyamızın bir ezberine daha gül atayım: Batı şehirlerinde bir Kürt – Türk çatışması yaşamıyoruz aslında, ''yerli – göçmen'' çatışması yaşıyoruz. Ve bu, ne kadar üzücü olsa da son derece doğal, son derece 'kaçınılmaz'. Sadece şiddetini düşürmenin yolunu bulabiliriz. Ama en azından bir kuşak için asla kaçınamayız.

Yani kalkıp da 'etnik savaş' yaşıyoruz diye paniğe kapılmaya gerek yok.

New York tarihini okuduğumda, her yeni göç dalgasında gelen göçmenlerle yerliler ve daha bir iki kuşak önce yerlileşenler arasındaki çoğu zaman kanlı gerginliklerin tarihiyle karşılaştım. New York'a göçen İrlandalıların aşağılanması, yerli İngiliz – Hollandalı kökenlilerle çatışmaları, sonunda yerli hale gelmeleri, nerdeyse 50 – 60 yıllık bir süreç... Derken aynı İrlandalıların ve çocuklarının, kitleler halinde gelen İtalyanları aşağılaması,  onların  çatışmaya başlamaları ancak günümüzde İtalyan ve İrlandalıların çocukları arasında en ufak bir sorun olmaması... Hatta, en büyük New York milliyetçileri İrlandalı ve İtalyanlar arasından çıkıyor. Batı şehirlerimize yeni bir göç dalgası olsun, bakın bakalım Kürt göçmenlerle Türk yerliler nasıl bir olup bu yeni dalgaya karşı direnç gösterecek...

Ki bu da yaşanacak. Vizelerin kalkması ile (ki bence çağı çok doğru okuyan bir çaba) önümüzdeki 10 – 15 yılda şehirlerimiz, komşu ülkelerden, Afrika'dan Asya'dan Orta Asya'dan gelecek yığınlarla dolacak.

Ben dindar çevreler ile seküler çevreler arasındaki gerilimi de aslında bir ayrışma ve kamplaşma gerilimi olmaktan çok, birarada yaşamaya başlama, kamusal alanı paylaşmaya başlama, birbirini tanıma süreci gerilimi olarak görüyorum.

Seküler ailelerin çocukları ile dindar ailerlerin çocukları internette forumlarda üniversitelerde, kendilerinden önceki kuşakların asla sahip olamadığı bir ötekini tanıma, gözlemleme, temaşa, dinleme imkanına sahip olarak büyüyor. Ama büyüklerimizin 'öğrenilmiş korkularından arınması' biraz daha zaman alacak. 'Mahallelerimizden çıktık'' karışıyoruz. Türkiye'yi derinden değiştiren gerçek şu ki ''birbirimizi tanıyoruz''.

Gitmeden çarmıha germek istediğim bir ezber daha var. Kürtler genetik olarak suça, yasadışılığa, mafyalığa eğilimli değiller. Şehirlerdeki suçları ''Kürtler'' değil, 'göçmenler' işliyor. ''Gangs of New York'' filmini seyredenleriniz bilir. Bir zamanlar ABD'nin New York, Boston gibi metropolleri İrlandalı sokak çetelerinin, mafyalarının kontrolündeydi. Günümüzde bu iki şehrin de asayiş gücünü büyük ölçüde İrlandalıların oluşturması çok ibretliktir. İtalyanlar büyük göç dalgalarıyla geldiği zaman, Amerikan metropolleri İtalyan mafyasının kontrolüne girdi. Çünkü göçmen kopuşun insanıdır. Zayıf karakterli olanları, her türlü çılgınlığı ve riski göze almaya hazırdır. İstanbul'a ilk kitlesel göç 20'nci yüzyılın ortasından itibaren Karadeniz'den gerçekleşti. İstanbul'un suç dünyası 60'larda, 70'lerde hatta 80'lerde Karadenizli mafya babalarının hükümranlığındaydı. Yani, bir etnik köken doğası itibarı ile suça meyyal olmaz. Göçün ve sosyal değişimlerin ceremesini yaşıyoruz. Kürtlerin çoğu 'gönüllü' olarak göç etmediği için de dozajı biraz yüksek bir kriminalizasyonu tecrübe ediyoruz.

Metin Karabaşoğlu ağabeyin deyimiyle 'ilk ırkçı, ateşten yaratılmayı topraktan yaratılmaya üstün vehmeden' şeytan olsa da 'ulusalcılık' Fransız ihtilaliyle ortaya çıkmış bir algıdır. En başta adı yalandır. ''Bağımsız ve özgür bir ulus yaratmak'' iddiası yalandır. ''Hiçbir padişahın rüyasında göremeyeceği kadar kudretli, mekanize ve merkezi bir güç olan modern devletin ihtiyaçlarını ve amaçlarını gerçekleştirecek ''disiplinli'' bir halk yaratma çabasıdır ulusalcılık. Yunanistan'da da budur, İsrail'de de, Neocon Amerikasında da, Türkiye'de de...

Millet bundan farklı bir kavramdır. Uzun yıllar siyonizme uğrunda çalıştıktan sonra yanlışını görerek karşı kampa geçen önemli Yahudi filozof Martin Buber, siyonist ulusalcılığı kritize ettiği bir yazısında muhteşem bir millet tarifi yapıyor: Millet kavramı her zaman için tek bir şeyi ima eder: kader birliği.

Elbette ki çevremizdeki insanlarla kader birliğimiz sürecek ama daha farklı derin bir kader birliği de artık hızla hayatımıza giriyor. Eskiden bir virüsün dünyada yayılması ya söz konusu değildi ya da çok yıllar sürüyordu. Ancak önceki kış Meksika'nın ücra bir köyündeki bir çocuğun kaptığı bir virüs birkaç hafta içinde tüm dünyaya yayıldı. Neyse ki insanın bağışıklık sistemine çok ters bir virus değildi. Ama çok daha tehlikeli virüsler de yolda. Sevinçleri de, tasaları da, zevkleri de çok daha sınırötesi, çok daha küresel boyutta yaşayacağımız bir çağa giriyoruz. Artık tüm dünya ile kader birliği içindeyiz. Hala 19'ncu 20'nci yüzyılın ulusalcılık kalıplarıyla dünyayı algılayanlar, hem kendilerine hem ülkelerine yazık ediyor.

Sokaktaki Kürtle sokaktaki Türkün onca provakasyon, tahrik ve fanatik şiddete rağmen gerçek gündeminde, medyadaki ve aydınlar arasındaki kadar ''Kürt – Türk düşmanlığı'' oluşmamasının sebebi budur. ''Gelirden aldıkları pay, eğitimde fırsat eşitliği, sağlık imkanlarından yararlanabilme imkanları'' gerçek sosyal fay hattıdır. Ve bu fay hattının her iki yanında da Kürtler, Türkler, Aleviler, dindarlardan insanlar var...

Ulusalcılar zihniyetlerinin doğası gereği hep geçmişe bakar. Bu yüzden ne ulusalcılardan ne de PKK'cılardan nasıl bir gelecek vaadettiklerini ''somut tariflerle'' duyamayız. Allah en başta Kürtleri korusun PKK birgün hükmedeceği bir coğrafya bulsa kuracağı düzen, ''20'nci yüzyıl boyunca Türk, Kürt farketmez hep beraber yaşadığımız kurgusal tımarhaneden'' zerre farkı olmayacak, faşizan, çağdışı ve ilkel bir düzendir.

Ve sonunda ''kendilerini, anlayışlarını'' değiştirme, çağa uyarlama yolunda en ufak bir sinyal göstermeyen çevrelerin, son bir gayretle, madem eskiden olduğu gibi bükülmüyor kırıp iki parça yapalım noktasına gelmeleri kaçınılmazdır. Yani ''küçük olsun bizim olsun'' mantığı... Ama çağın, ülkeleri küçük de olsa onların olamayacak kadar değiştirdiğini göremiyorlar.

Bir de Kürtler ve Türkleri, ayrılma ile korkutup, 'kendilerine ve çağdışı anayasaya' mecbur etmeye çalışacaklar var. Asıl onlara karşı uyanık olmak lazım. Ben hiçbir Kürt ve Türkün Anayasa üniter yapıyı öngördüğü için birarada yaşadığını zannetmiyorum. Kaderleri onları bir yapmış. Dahası, parlak 'gelecekleri' onları bir arada tutuyor.

Türkiye, demokrasi ve hukuk yolundan ayrılmazsa, ''ayrılmak, bölünmek'' diye bir gündem asla olmayacak. Ben hiç umutsuz değilim. Bağnaz ulusalcıların bu bağnaz ''son çareleri'' de 'gerçeğe' çarpacak. Kürtler ve Türkler ayrılmıyor.

İletişim ve ulaşımdaki başdöndürücü gelişmelerle son 10 yılda iyice hızlanan 20 – 30 yıllık çalkantımız, tansiyonumuz, gerilimimize tek bir şey diyecek olsam, bu ne 'bölünme' ne 'kamplaşma' ne de 'ayrışma'dır. Bu tastamam 'normalleşme'dir.

Ertuğrul ağabeyin çarmıhta gördüğü şey ise, 'birliğimiz' değil, bir önceki yüzyıla ait çağdışı devlet ve ulus anlayışıdır. Vehimlerdir...

Cemal Demir - Haber 7
cemaldemir111@gmail.com
http://www.haber7.com/haber/20100706/Turkler-ve-Kurtler-ayriliyor-mu.php
#1373
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, anayasa değişikliği paketinin bazı maddelerinin iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle açılan davada verilen kararı saat 20.20'de düzenlediği basın toplantısıyla açıkladı.

Anayasa Mahkemesi, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanuna ilişkin iptal davasında, Anayasa Mahkemesi ve HSYK ile ilgili bazı maddelerin kısmen iptaline karar verdi.

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Anayasa Değişikliği Paketi'nin iptali ve yürürlüğünün durdurulmasına ilişkin davayla ilgili Yüce Mahkeme'nin aldığı kararı, düzenlediği basın toplantısıyla açıkladı ve soruları yanıtladı.

Kılıç, Anayasa'nın bazı maddelerinde değişiklik yapılması hakkındaki Kanun'un iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi 111 milletvekilinin yaptığı başvurunun, bugün Anayasa Mahkemesi tarafından saat 09.30'da başladığı görüşme ve müzakerelerin 9,5 saatlik bir maratondan sonra karara bağladıklarını bildirdi.Kılıç, alınan kararlarla ilgili şu açıklamayı yaptı:

''Başvuran davacıların, bu Anayasa paketinin tamamının şekil yönünden iptali konusundaki iddialarının tamamı reddedilmiştir.

Ancak, Anayasa paketinin, anayasamızın 4. maddesinde ön görülen teklif edilemezlik yasağı kapsamında olduğu iddia edilen 8., 14., 16., 19., 22., 26. maddelerinin incelenmesine oy çokluğuyla karar verilmiş ve yapılan denetim sonunda kanunun 16. maddesiyle Anayasa Mahkemesi'nin yapısına ilişkin Anayasa'nın 146. Maddesinde yapılan değişikliğin 4. fıkrasında Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, Sayıştay, Yükseköğretim Kurulu ve Baro Başkanlarının Anayasa Mahkemesi'ni gönderecekleri üyeler için yapacakları seçimlerde, her üyenin bu seçimlerde kullanacağı oyda, her üyenin ancak bir aday için oy kullanabileceğine ilişkin, tırnak içinde ifade ediyorum burayı, her üyenin yani fıkrada iptal edilen bölümü söylüyorum; 'Her üyenin ancak bir aday için oy kullanabileceğine ilişkin' bu ibare iptal edildi.

Yine kanunun 22. maddesi ile Anayasa'nın 159. maddesine yapılan düzenlemenin 3. fıkrasında yer alan 'Sayın Cumhurbaşkanı'nın Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na atayacağı üyelerin iktisat ve siyasal bilim dallarıyla, üst kademe yöneticilerinden olacağına ilişkin ibare, yine bu 3. fıkradaki yine tırnak içinde söylüyorum; 'iktisat ve siyasal bilim dallarıyla', yine tırnak içinde, 'üst kademe yöneticileri' bu ibareler iptal edilmiştir. Yani geriye kalan hukuk dallarındaki öğretim üyeleri ile avukatlar arasında seçim mümkün halde devam edecektir.

Yine ayrıca Danıştay, Yargıtay, Adalet Akademisi ile adli ve idari yargı hakim ve savcılarının hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu'na üye seçiminde ancak bir aday için oy kullanabileceklerine ilişkin ibare de iptal edilmiştir.   Ve bu ibarelerin, yine tırnak içinde ifade ettiğim, 'ancak bir aday için oy kullanabileceklerine ilişkin' ibarelerin bu esas maddelerin dışında, geçici maddelerde de yansımaları var. oralarda da geçici maddelerde bu ibareler yer alıyordu. O maddeler içinden de , geçici maddeler içinde de bu ibareler çekilip alınmıştır, iptal edilmiştir.

Yürürlüğün durdurulmasına ilişkin istem oy birliğiyle reddedilmiştir. Kurulumuzun aldığı sonuçlar bunlardır: bu sonuçların ülkemiz için, milletimiz için hayırlı olmasını diliyorum.''

Yine kanunun 22. maddesi ile Anayasa'nın 159. maddesine yapılan düzenlemenin 3. fıkrasında yer alan 'Sayın Cumhurbaşkanı'nın Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na atayacağı üyelerin iktisat ve siyasal bilim dallarıyla, üst kademe yöneticilerinden olacağına ilişkin ibare, yine bu 3. fıkradaki yine tırnak içinde söylüyorum; 'iktisat ve siyasal bilim dallarıyla', yine tırnak içinde, 'üst kademe yöneticileri' bu ibareler iptal edilmiştir. Yani geriye kalan hukuk dallarındaki öğretim üyeleri ile avukatlar arasında seçim mümkün halde devam edecektir.

Yine ayrıca Danıştay, Yargıtay, Adalet Akademisi ile adli ve idari yargı hakim ve savcılarının hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu'na üye seçiminde ancak bir aday için oy kullanabileceklerine ilişkin ibare de iptal edilmiştir.   Ve bu ibarelerin, yine tırnak içinde ifade ettiğim, 'ancak bir aday için oy kullanabileceklerine ilişkin' ibarelerin bu esas maddelerin dışında, geçici maddelerde de yansımaları var. oralarda da geçici maddelerde bu ibareler yer alıyordu. O maddeler içinden de , geçici maddeler içinde de bu ibareler çekilip alınmıştır, iptal edilmiştir.

Yürürlüğün durdurulmasına ilişkin istem oy birliğiyle reddedilmiştir. Kurulumuzun aldığı sonuçlar bunlardır: bu sonuçların ülkemiz için, milletimiz için hayırlı olmasını diliyorum.''

http://www.haber7.com/haber/20100707/Hasim-Kilic-AYM-kararini-acikladi-IZLE.php

ADALET BAKANI: ANAYASA MAHKEMESİ, ESASA GİREREK YANLIŞ YAPMIŞTIR

Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Anayasa Mahkemesininin kararına ilişkin, ''Anayasa Mahkemesi işin esasına girmek suretiyle bir yanlış yapmıştır'' dedi.

AK PARTİ GRUP BAŞKANVEKİLİ KILIÇ: ANAYASA MAHKEMESİ TBMM'NİN ANAYASA YAPMA YETKİSİNE AÇIK MÜDAHALEDE BULUNMUŞTUR

AK Parti Grup Başkanvekili Suat Kılıç, Anayasa Mahkemesinin, Anayasa değişikliğiyle ilgili kararına ilişkin, ''Mahkemenin başvuruyu kabulü ve esasa ilişkin inceleme yapmasını Anayasa'nın, Anayasa değişikliklerine ilişkin hükümleri bakımından aykırılık olarak görüyorum'' dedi.

Kılıç, TBMM'de, Anayasa Mahkemesinin kararını gazetecilere değerlendirdi.

Anayasa Mahkemesine yapılan başvurunun, Anayasa'nın bilinen hükümlerine aykırı olduğunu ve bu paketi referandum öncesinde denetleyemeyeceğini söylediklerini ifade eden Kılıç, şöyle konuştu:

''Buna rağmen Anayasa Mahkemesi bu paketi değerlendirmeye aldı. Denetimini şekille tutmadı, esasına girdi. Oysa Anayasamızda, Anayasa Mahkemesinin TBMM'de yapılan Anayasa değişiklikleri üzerinde sadece şekil denetimi yapabileceği hükmü var. Buna rağmen yüksek mahkeme şekil denetimi hükmünü aşıp esasa girerek paketi değerlendirmiştir.

Ortada, milletin oyuna sunularak kabul edilmiş bir Anayasa değişikliği yoktur. Dolayısıyla bu Anayasa değişikliği ile alakalı başvuru, başvurunun kabulü Anayasa'ya aykırıdır. Şekil denetiminin ötesine geçilmek suretiyle esasa ilişkin değerlendirme yapılmış olması Anayasa'ya aykırıdır.''

-''ANAYASA YAPMA YETKİSİNE AÇIK BİR MÜDAHALE''-

Suat Kılıç, Yüksek Mahkemenin, bu kararla ''TBMM'nin millet adına Anayasa yapma yetkisine açık bir müdahalede bulunduğu'' görüşünü savunarak, şunları söyledi:

''Oysa Anayasa yapma yetkisi ya asli kurucu iktidar sıfatıyla Türk milletine aittir ya da millet adına bu yetkiyi, tali kurucu iktidar sıfatıyla TBMM Genel Kurulu kullanır. Verilmiş olan kararın, her yönüyle Türk demokrasisine hayırlı olmasını dilemekle birlikte, mahkemenin başvuruyu kabulü ve esasa ilişkin inceleme yapmasını Anayasa'nın, Anayasa değişikliklerine ilişkin hükümleri bakımından aykırılık olarak görüyorum.''

''Referandum süreci zarar görür mü?'' sorusuna Kılıç, ''Bundan sonrası YSK'nın kararına bağlı olur'' yanıtını verdi.

AK Parti Grup Başkanvekili Kılıç, iptal edilen hükümlerden dolayı bir boşluk olup olmayacağının sorulması üzerine, ''Metin elimizde yok. O nedenle yaptıkları düzenlemenin neyi ne kadar etkilediği konusunda bilgi sahibi değiliz'' dedi.

Kılıç, başka bir soru üzerine, erken seçimin kesinlikle sözkonusu olmadığını söyledi. Suat Kılıç, ''Türkiye havadan nem kapan bir ülke değil artık. Seçimler, 2011 yılının temmuz ayında yapılacak, biz bunu açıkladık. Anayasa Mahkemesinin bu kararı, siyasal iktidarın seçim tarihine bakışını hiçbir şekilde etkilemeyecektir'' diye konuştu.

ERDOĞAN KARARI BAŞBAKANLIK'TA İZLEDİ

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Anayasa Mahkemesi'nin Anayasa değişikliği paketine ilişkin kararını Başbakanlık Yeni Bina'daki makam odasında takip etti.

Kararın açıklanmasının ardından önce Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç Başbakanlıktan ayrıldı. Ardından Başbakan Erdoğan, Adalet Bakanı Sadullah Ergin ile birlikte Başbakanlık binasından ayrıldı.

CHP'Lİ ÖZYÜREK: BİZİ TATMİN EDEN BİR KARAR DEĞİL

CHP İstanbul Milletvekili Mustafa Özyürek Anayasa Mahkemesi'nin Anayasa değişikliği paketine ilişkin kararının CHP'yi tatmin eden bir açıklama olmadığını söyledi.

Özyürek ANKA'ya yaptığı açıklamada, "Bizi tatmin eden bir karar değil. Çünkü biz özellikle HSYK ve Anayasa Mahkemesi'nin yapısı ile ilgili düzenlemelerin hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu iddiasındaydık. Ama bazı üyelerin seçimi ile ilgili teknik bir düzenleme yapmışlar. Bu tabi yeterli değil. Karar çıkınca neyi amaçlıyor onu tam görmek lazım" dedi.

Tırnak içindeki bazı ifadelerin değiştirilmesi nedeniyle bu "iki madde referanduma gidecek mi gitmeyecek mi" konusunda bir belirsizliğin olduğunu söyleyen Özyürek, "Bu konuda bir belirsizlik var. Eğer bu iki madde referanduma gitmeyecekse, ayrıca referandum konusu olacaksa o takdirde işin özü halledilmiş olur. Ama sadece o küçük düzeltmelerle referanduma giderse CHP'nin iddiaları dikkate alınmamış ve o nedenle de referandumda 'hayır' çıkması için bütün gücümüzle çalışırız" diye konuştu.

YARSAV BAŞKANI TARHAN: KARAR BEKLENTİMİZİ KARŞILAMADI

YARSAV Başkanı Emine Ülker Tarhan, Anayasa Mahkemesi'nin Anayasa Değişikliği Paketi'nin iptali ve yürürlüğünün durdurulmasına ilişkin davada verdiği kararın beklentilerini karşılamadığını ifade etti. Tarhan, "Henüz süreç devam ediyor. Daha önümüzde referandum süreci var. YARSAV olarak bizim mücadelemiz sürecek" dedi.

AK PARTİ GENEL BAŞKAN YARDIMCISI ÇELİK: -''ANAYASA MAHKEMESİ, TÜRKİYE'DE İKİNCİ KEZ MAALESEF YETKİSİNİ AŞMIŞTIR. ANAYASA VE YASALARDAN ALMADIĞI BİR YETKİ KULLANMIŞTIR''

Çelik, AA muhabirinin Anayasa Mahkemesi'nin Anayasa değişikliğine ilişkin aldığı kararı değerlendirdi.

AK Parti'li Çelik, şöyle konuştu:

''Anayasa Mahkemesi, Türkiye'de ikinci kez maalesef yetkisini aşmıştır. Anayasa ve yasalardan almadığı bir yetki kullanmıştır. Anayasa Mahkemesi'nin işleyişi ile bağlı bulunduğu usul ve esaslar çok açıkça düzenlenmiştir. Anayasa Mahkemesi, Anayasa değişikliklerinde sadece şekil denetimi yapar. Fakat, tıpkı Anayasa'nın 10. ve 42. maddelerinde yapılan değişikliklerde olduğu gibi maalesef Anayasa Mahkemesi işin muhtevasına girmiştir. Ve tıpkı kanunlarda yaptığı gibi fikirler bazında değişiklikler yapmıştır. Bu, bizatihi Anayasa'ya aykırı bir durumdur. Burada Anayasa Mahkemesi tarafından bir yetki gasbı yapılmıştır. TBMM'nin, millet iradesinin bir manada gasbıdır bu. Yetki aşımıdır, yetkisi olmayan bir konuda karar vermektir.

Kesinlikle bu kabul edilebilir bir şey değil ve bu bir yol haline getirilmiştir. Artık, bundan sonra eğer bu sürdürülecekse, Anayasa Mahkemesi'nin izni olmadan TBMM'de diyelim ki, 110 milletvekilini çıkarın, 440 milletvekili ile bir Anayasa değişikliği yapsak, 110 milletvekili Anayasa Mahkemesi'ne gittiği zaman, Anayasa Mahkemesi bugün yaptığı gibi keyfi bir tasarrufta bulunabilecektir. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey söz konusu değildir.

Anayasa Mahkemesi, Anayasa değişikliklerinde sadece şekil denetimi yapar. Bu kararıyla Anayasa'dan almadığı yetki, Anayasa Mahkemesi tarafından kullanılmıştır ve bunu da olumlu karşılamak, 'iyi olmuştur' demek mümkün değildir.''

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1003569&title=anayasa-mahkemesinden-referanduma-vize&haberSayfa=0
#1374
Vekâletname yerine geçmek üzere verilen yetki belgelerinden harç istendiğine ilişkin meslektaşlarımızdan gelen yoğun yakınmalar üzerine İstanbul Barosu Başkanlığınca İstanbul İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu Başkanlığına yazılan yazıda, vekâlet harcına gerek olmadığına ilişkin mahkemelerin bilgilendirilmesi istendi.

Başkanlığın, 18 Haziran 2010 tarih ve 30332 Gündem sayılı yazısı şöyle:

Meslektaşlarımızca Başkanlığımıza iletilen yakınmalardan, Adalet Müfettişlerince düzenlenen teftiş raporlarına dayanılarak 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 56/5. maddesi uyarınca avukatların veya avukatlık ortaklığının başkasını tevkil etme yetkisini haiz oldukları bütün vekâletnamelerini kapsayacak şekilde bir başka avukata veya avukatlık ortaklığına vekâletname yerine geçmek üzere verdikleri yetki belgelerinin harca tabi olduğuna dair mahkemelerce istemde bulunulduğu anlaşılmıştır.

Anayasa'nın 73/3. maddesine göre "Vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır." Hâlbuki Harçlar Kanunu veya başka bir kanunda yetki belgelerinin harca tabi olduğuna dair yasal bir düzenleme yer almamaktadır. Yorum yoluyla veya Teftiş Kurulları düşüncesi ile harç alınabilmesi olanaklı değildir.

Kaldı ki Anayasa Mahkemesi kararlarında da belirttiği üzere "harç idarece yapılan bir hizmetten yararlananlardan bu hizmet dolayısıyla alınan para diğer bir deyimle verginin özel ve ayrık bir türüdür." Oysaki yetki belgelerinde idarece bir hizmet sunulmamaktadır. Dolayısı ile harç alınmasına konu teşkil edebilecek bir işlemde söz konusu değildir.

Belirtilen nedenler ile meslektaşlarımızın sundukları yetki belgelerinden vekâlet suret harcı alınması yolunda mahkemelerce istemde bulunulmamasını talep ederim.

Saygılarımla.

Av. Muammer AYDIN
İstanbul Barosu Başkan

http://www.istanbulbarosu.org.tr/Detail.asp?CatID=1&SubCatID=1&ID=5116
#1375
Anayasa değişikliğinin iptali istemine ilişkin raportörün raporu mahkeme üyelerine dağıtıldı.

Raportörün raporu Anayasa Mahkemesi üyelerine dağıtıldı. Raportör iptal isteminin reddi yönünde görüş bildirdi.

"PAKET KANUNLAŞMADI, BAŞVURU REDDEDİLSİN"

Anayasa değişikliğinin iptali için açılan davada raportör raporunu tamamladı. Rapor üyelere dağıtıldı. Anayasa Mahkemesi raportörü paketle ilgili iptal davasının reddedilmesini istedi.

Anayasa Mahkemesi'nin anayasa paketi ile ilgili kritik kararı bu hafta vermesi beklenirken, Anayasa Mahkemesi raportörü değişikliğin iptal istemine ilişkin raporu mahkeme üyelerine sundu. Raportörün, değişiklik teklifi yasalaşmadığı için iptal talebinin reddini istediği öğrenildi. Anayasa Mahkemesi raportörü: Yasalaşma süreci tamamlanmadan dava açılmaz.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1002922&title=raportorun-raporu-uyelere-dagitildi

#1376
Merhabalar. Satın aldığınız gayrimenkul bir mesken olduğundan, bu meskenin önceki sahibinin borçlarıyla ilgili evinizde çok fazla sıkıntı yaşamazsınız diyebilirim. Ancak zaman zaman taşınmazın eski sahibinin borçlarıyla ilgili evinize haciz için gelinebilir; o esnada evdeyseniz, kapıda gelenlere durumu izah etmek zorunda kalabilirsiniz, hepsi o kadar. Bunun dışında tek riski, siz ve komşularınızın evde bulunmadığı bir esnada evin eski sahibinin alacaklıları tarafından eve haciz için çilingir marifetiyle zor kullanılarak girilmesi olabilir ki, bu riski de siz tüm komşularınıza durumu izah ederek ve tüm kapı zillerindeki isimleri değiştirerek, özetle bu evde borçlunun oturduğu izlenimini verecek tüm izleri silerek bertaraf edebilirsiniz. Sürekli elinizin altında duracak şekilde evin tapusundan bir fotokopi bulundurmanız da faydalı olacaktır.

Bu arada umarım taşınmazı satın aldığınızda taşınmazın kaydında hiçbir haciz bulunmuyordu (veya olanları kaldırmışsınızdır). Böyle bir haciz kaydı varsa ve o kayıtlar mevcutken taşınmazı satın aldıysanız, asıl sorunu o zaman yaşarsınız; zira taşınmazın kaydına hacizleri koyduran icra dosyalarındaki tüm borçtan (taşınmaz bedeliyle sınırlı olarak) hukuken sorumlu olursunuz.
#1377
İstanbul Boğazı'nı 2002 yılında petrole bulayan gemi ile ilgili açılan tazminat davasının görüleceği mahkeme, kazanın üzerinden geçen 8 senenin ardından belirlenebildi.

Denizcilik İhtisas Mahkemesi, İstanbul 4. Ticaret Mahkemesi ile Yargıtay arasında yıllardır gidip gelen dava, İstanbul 4. Asliye Ticaret Mahkemesi'nde görülecek. Konuyu yargıya taşıyan Doğa Savaşçıları Çevre Koruma Derneği Başkanı Zafer Murat Çetintaş, geçtiğimiz pazartesi günü başlayan davanın tam anlamıyla bir hukuk ayıbı olduğunu söyledi. 2002 yılında akaryakıt taşıyan Malta bandıralı Gotia isimli gemi İstanbul Boğazı'nı geçerken kontrolden çıkıp Emirgan iskelesine çarparak büyük bir çevre kirliliğine yol açmıştı.

Doğa Savaşçıları Çevre Koruma Derneği yetkililerinin, 6 Ekim 2002 tarihinde Emirgan iskelesine çarparak, İstanbul Boğazı'nı petrole bulayan geminin neden olduğu çevre kirliliği ile ilgili açtığı tazminat davası geçtiğimiz pazartesi günü İstanbul 4. Asliye Ticaret Mahkemesi'nde görüldü. Dernek Başkanı Zafer Murat Çetintaş'ın da hazır bulunduğu duruşmada, davanın hangi mahkemede kalacağı karara bağlandı. Buna göre dava, Yargıtay 17 Hukuk Dairesi'nin öngördüğü gibi İstanbul 4. Asliye Ticaret Mahkemesi'nde görülecek. Bilirkişi için İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Su Dekanlığı'ndan 3 öğretim üyesi istenecek. Bu üç kişilik heyette 1 deniz hukukçusu, 1 uzak yol kaptanı ve 1 de deniz kirliliği ile su ürünlerinin tespitini yapabilecek uzman bulunacak. Davacı ve davalı vekilleri, tüm delillerini 30 gün içinde mahkemeye teslim edecek. Davanın gelecek duruşması 7 Ekim 2010'da yapılacak.

Konuyu yargıya taşıyan Doğa Savaşçıları Çevre Koruma Derneği Başkanı Zafer Murat Çetintaş, davanın tam anlamıyla bir hukuk ayıbı olduğunu söyledi. 2002 yılından bu yana hukuk mücadelesi verdiklerini belirten Çetintaş, yılan hikayesine dönen dava sürecini şöyle anlattı:

"Kazanın olduğu sene bir kısım küçük balıkçıların zararları uzlaşma yoluyla karşılandı. Ancak petrolün yayılma alanı adalara kadar gittiği için zarar çok daha büyüktü. Biz dernek olarak, Sınırlı Sorumlu Marmara Bölgesi Su Ürünleri Kooperatifleri Birliği adına talepte bulunduk fakat bu talebimiz kabul edilmedi. Biz de İstanbul 4. Asliye Ticaret Mahkemesi'nde geminin sahiplerine dava açtık. Davada belli bir yol aldık, delilleri topladık. O zamanlarda Denizcilik İhtisas Mahkemesi kuruldu. Bunun üzerine Ticaret Mahkemesi de 'Ben görevsizim' diyerek dosyayı Denizcilik İhtisas Mahkemesi'ne gönderdi. Bu mahkeme ise davadan sonra kurulduğu gerekçesiyle dosyayı tekrar Ticaret Mahkemesi'ne gönderdi. Dolayısıyla iki mahkeme arasında uyuşmazlık çıkınca dosya, davaya yer belirlenmek üzere Yargıtay'a gitti. Yargıtay da görevin Ticaret Mahkemesi'nde olduğuna hükmetti.''
DERVİŞ GENÇ - İSTANBUL 

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1001905&title=bogazdaki-petrol-faciasina-8-yil-sonra-mahkeme-bulundu
#1378
Bu durumda motorsikletin böylesine ağır kaza geçirmiş haliyle ederinin ne olacağını hesaplayıp şayet sizin motorsikleti satın almak için ödediğiniz bedelden yüksekse, aradaki farkı, tedavi masraflarınızı (ve kaza sebebiyle başka harcamalar yapılmak zorunda kalındıysa, bu masrafları) ve bir miktar manevi tazminatı dava yoluyla talep etmeniz mümkün olacaktır.

Önemli not: Çok kısıtlı ve yanıltıcı olabilecek açıklamalara istinaden yapılan yukarıdaki değerlendirmeler, bu bölümde yer alan konu/soru hakkında kişileri en temel düzeyde bilgilendirme amacına matuftur. Bu tür konular her yönden ayrıntılı bir şekilde inceleme/araştırma yapılmasını gerektirir ve bu da ancak profesyonel yardım ile mümkün olabilir. Bu sebeple haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz ve herhangi bir hak kaybına maruz kalmamanız için bir avukatla anlaşmanızı ve avukatınızın yönlendirmeleri istikametinde hareket etmenizi tavsiye ediyorum.
#1379
Maalesef öyle. Ancak zayıf ihtimal de olsa icra takibine işvereniniz itiraz etmeyebilir; bu durumda çok daha kısa bir sürede alacağınızı tahsil edebilirsiniz.

Önemli not: Çok kısıtlı ve yanıltıcı olabilecek açıklamalara istinaden yapılan yukarıdaki değerlendirmeler, bu bölümde yer alan konu/soru hakkında kişileri en temel düzeyde bilgilendirme amacına matuftur. Bu tür konular her yönden ayrıntılı bir şekilde inceleme/araştırma yapılmasını gerektirir ve bu da ancak profesyonel yardım ile mümkün olabilir. Bu sebeple haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz ve herhangi bir hak kaybına maruz kalmamanız için bir avukatla anlaşmanızı ve avukatınızın yönlendirmeleri istikametinde hareket etmenizi tavsiye ediyorum.
#1380
İş sözleşmenizi hemen feshedebilirsiniz. Bunun vereceğiniz süre ile ilgisi yok. Vereceğiniz süre, yasal yollara başvurmanıza gerek olmadan işvereni alacaklarınızı ödemeye zorlama amacı taşımaktadır. Sürenin başka bir amacı bulunmamaktadır. İsterseniz sözleşmenizi feshedip hiç süre vermeden de alacağınızın yasal yollardan tahsiline hemen başlayabilirsiniz. Alacağınızın yasal yollardan tahsilinin ne kadar süreceği konusunda net bir şey söylemek mümkün değildir. Şayet işveren süresi içinde ödeme emrine itiraz ederse (ki böyle bir konuda itiraz yoluna başvurulması ihtimali yüksektir) itirazın iptali davası açmanız gerekecektir ki böyle bir dava ortalama bir yıl kadar sürebilecektir. Karar tehiri icra talepli olarak temyiz edilirse, bir yıl kadar daha beklemek durumunda kalabilirsiniz. Özetle, icra takibiyle birlikte iki buçuk yıllık bir süreci göze almanız gerekecektir.