Haberler:

Hukuk Forumumuza Hoşgeldiniz

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - Avukat

#1381
Merhabalar. Öncelikle geçmiş olsun. Dediğiniz gibi, işlek bir trafikte bu olayın yaşanmadığına dua etmek lazım. Yazdıklarınızdan anladığım kadarıyla arkadaşınız motorsikletin kazalı olduğunu bilerek satın almış. Ama şaşesinin kırılacağı kadar ağır bir kaza geçirdiğini bilmiyordunuz ve satıcı da söylememiş galiba? Konuyla ilgili sağlıklı bir yorumda bulunabilmek için daha detaylı açıklama yapmanız gerekiyor.
#1382
Merhabalar. 4857 sayılı İş Kanunu'nun m.24/II-e hükmüne göre, "işveren tarafından işçinin ücreti kanun hükümleri veya sözleşme şartlarına uygun olarak hesap edilmez veya ödenmezse" işçi iş sözleşmesini haklı sebeple feshedip kıdem tazminatını talep etme hakkına sahiptir. Bu durumda siz noter kanalıyla işverene bir ihtarname göndererek ............ aylarına ait maaşlarınızın ödenmediğini, 4857 sayılı İş Kanunu'nun m.24/II-e bendine istinaden iş sözleşmenizi haklı sebeple feshettiğinizi, maaş ve kıdem tazminatı alacağınızın ....... (mesela üç) günlük süre içinde ödenmesini, aksi halde kanuni yollara müracaat edeceğinizi bildirmeniz yeterli olacaktır. İhtarnamenin APS ile tebliğ edilmesini talep etmelisiniz.
#1383
Merhabalar. 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun'un konuyla ilgili maddeleri aşağıdadır:

Olayın yetkili mercie iletilmesi, işleme konulmayacak ihbar ve şikayetler

Madde 4 - Cumhuriyet başsavcıları, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin bu Kanun kapsamına giren suçlarına ilişkin herhangi bir ihbar veya şikayet aldıklarında veya böyle bir durumu öğrendiklerinde ivedilikle toplanması gerekli ve kaybolma ihtimali bulunan delilleri tespitten başka hiçbir işlem yapmayarak ve hakkında ihbar veya şikayette bulunulan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesine başvurmaksızın evrakın bir örneğini ilgili makama göndererek soruşturma izni isterler.

Diğer makam ve memurlarla kamu görevlileri de, bu Kanun kapsamına giren bir suç işlendiğini ihbar, şikayet, bilgi, belge veya bulgulara dayanarak öğrendiklerinde durumu izin vermeye yetkili mercie iletirler.

Bu Kanuna göre memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında yapılacak ihbar ve şikayetlerin soyut ve genel nitelikte olmaması, ihbar veya şikayetlerde kişi ve/veya olay belirtilmesi zorunludur. (Değişik 3. fıkra: 5232 - 17.7.2004 / m.2) Bu Kanuna göre memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında yapılacak ihbar ve şikayetlerin soyut ve genel nitelikte olmaması, ihbar veya şikayetlerde kişi veya olay belirtilmesi, iddiaların ciddi bulgu ve belgelere dayanması, ihbar veya şikayet dilekçesinde dilekçe sahibinin doğru ad, soyad ve imzası ile iş veya ikametgah adresinin bulunması zorunludur. 

Yukarıdaki fıkraya aykırı bulunan ihbar ve şikayetler, Cumhuriyet başsavcıları ve izin vermeye yetkili merciler tarafından işleme konulmaz ve durum, ihbar veya şikayette bulunana bildirilir. (Değişik 4. fıkra: 5232 - 17.7.2004 / m.2) Üçüncü fıkradaki şartları taşımayan ihbar ve şikayetler Cumhuriyet başsavcıları ve izin vermeye yetkili merciler tarafından işleme konulmaz ve durum, ihbar veya şikayette bulunana bildirilir. Ancak iddiaların, sıhhati şüpheye mahal vermeyecek belgelerle ortaya konulmuş olması halinde ad, soyad ve imza ile iş veya ikametgah adresinin doğruluğu şartı aranmaz. Başsavcılar ve yetkili merciler ihbarcı veya şikayetçinin kimlik bilgilerini gizli tutmak zorundadır. 

Ön inceleme

Madde 5 - İzin vermeye yetkili merci, bu Kanun kapsamına giren bir suç işlendiğini bizzat veya yukarıdaki maddede yazılı şekilde öğrendiğinde bir ön inceleme başlatır.

(Ek fıkra: 5232 - 17.7.2004 / m.3) Cumhuriyet başsavcılıkları ile izin vermeye yetkili merciler ihbar ve şikayetler konusunda daha önce sonuçlandırılmış bir ön inceleme olması halinde müracaatı işleme koymazlar. Ancak ihbar veya şikayet eden kişilerin konu ile ilgili olarak daha önceki ön incelemenin neticesini etkileyecek yeni belge sunması halinde müracaatı işleme koyabilirler.

Ön inceleme, izin vermeye yetkili merci tarafından bizzat yapılabileceği gibi, görevlendireceği bir veya birkaç denetim elemanı veya hakkında inceleme yapılanın üstü konumundaki memur ve kamu görevlilerinden biri veya birkaçı eliyle de yaptırılabilir. İnceleme yapacakların, izin vermeye yetkili merciin bulunduğu kamu kurum veya kuruluşunun içerisinden belirlenmesi esastır. İşin özelliğine göre bu merci, anılan incelemenin başka bir kamu kurum veya kuruluşunun elemanlarıyla yaptırılmasını da ilgili kuruluştan isteyebilir. Bu isteğin yerine getirilmesi, ilgili kuruluşun takdirine bağlıdır.

Yargı mensupları ile yargı kuruluşlarında çalışanlar ve askerler, başka mercilerin ön incelemelerinde görevlendirilemez.

Ön inceleme ile görevlendirilen kişiler birden fazla ise içlerinden biri başkan olarak belirlenir.

Ön inceleme yapanların yetkisi ve rapor

Madde 6 - Ön inceleme ile görevlendirilen kişi veya kişiler, bakanlık müfettişleri ile kendilerini görevlendiren merciin bütün yetkilerini haiz olup, bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa göre işlem yapabilirler; hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesini de almak suretiyle yetkileri dahilinde bulunan gerekli bilgi ve belgeleri toplayıp, görüşlerini içeren bir rapor düzenleyerek durumu izin vermeye yetkili mercie sunarlar. Ön inceleme birden çok kişi tarafından yapılmışsa, farklı görüşler raporda gerekçeleriyle ayrı ayrı belirtilir.

Yetkili merci bu rapor üzerine soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine karar verir. Bu kararlarda gerekçe gösterilmesi zorunludur.

Süre

Madde 7 - Yetkili merci, soruşturma izni konusundaki kararını suçun 5 inci maddenin birinci fıkrasına göre öğrenilmesinden itibaren ön inceleme dahil en geç otuz gün içinde verir. Bu süre, zorunlu hallerde onbeş günü geçmemek üzere bir defa uzatılabilir.

Yetkili merci, herhalde yukarıdaki fıkrada belirtilen süreler içinde memur veya diğer kamu görevlisi hakkında soruşturma izni verilmesi veya verilmemesi konusunda karar vermek zorundadır.

Soruşturma izninin kapsamı

Madde 8 - Soruşturma izni, şikayet, ihbar veya iddia konusu olaylar ile bunlara bağlı olarak ileride soruşturma sırasında ortaya çıkabilecek konuları kapsar.

Soruşturma sırasında izin verilen olay ve konudan tamamen ayrı veya farklı bir suç olarak nitelendirilebilecek bir fiil ortaya çıktığında, yeniden izin alınması zorunludur.

Suçun hukuki niteliğinin değişmesi, yeniden izin alınmasını gerektirmez.

İtiraz

Madde 9 - Yetkili merci, soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine ilişkin kararını Cumhuriyet başsavcılığına, hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisine ve varsa şikayetçiye bildirir.

Soruşturma izni verilmesine ilişkin karara karşı hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisi; soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet başsavcılığı veya şikayetçi itiraz yoluna gidebilir. İtiraz süresi, yetkili merciin kararının tebliğinden itibaren on gündür.

İtiraza, 3 üncü maddenin (e), (f), g (Cumhurbaşkanınca verilen izin hariç) ve (h) bentlerinde sayılanlar için Danıştay İkinci Dairesi, diğerleri için yetkili merciin yargı çevresinde bulunduğu bölge idare mahkemesi bakar.

İtirazlar, öncelikle incelenir ve en geç üç ay içinde karara bağlanır. Verilen kararlar kesindir.


Yukarıdaki maddelerin özellikle koyu renkle belirtilen bölümleri doğrudan sizin olayınızla ilgili. Buna göre öncelikle isimsiz ve imzasız bir ihbar mektubuna istinaden işlem yapılabilmesi için hakkınızdaki "iddiaların, sıhhati şüpheye mahal vermeyecek belgelerle ortaya konulmuş olması" gerekmektedir. Aksi halde böyle bir şikayet dilekçesine istinaden ön inceleme başlatılması bile mümkün değildir.

Sorunuza gelince, yukarıdaki 6. madde hükmünden de açıkça anlaşılacağı üzere, soruşturma izni, ön raporun hazırlanmasından sonra bu rapordaki bulgular/değerlendirmeler dikkate alınmak suretiyle verilebilecektir. Dolayısıyla henüz ön rapor bile hazırlanmamışken en baştan soruşturma izninin verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Hele hele "gerekirse soruşturma yapılması" şeklinde bir ibarenin kullanılmasının hiçbir anlamı yoktur. Zira soruşturma yapılıp yapılmayacağına ancak yetkili mercii karar verebilir; yetkili mercii bu yetkiyi bir başka kuruma da devredemez. Burada yetkili mercii takip edilecek yolu belirtmek için bu ibareyi kullanmış da olabilir. Yani bir sonraki aşamada gerekirse soruşturma izni verebilirim demek istemiş de olabilir.
#1384
Cengiz Hortoğlu Hukuk Fakültesi mezunu başarılı bir avukat. Ancak daha çok ulaşım, sağlık ve çocuk hakları konulu toplumsal sorunların çözümüne yönelik araştırmalara attığı imzasıyla tanıyoruz biz onu. Yaşam koçluğu eğitimi alan Hortoğlu, Akşam gazetesinde 3 yılı aşkın süre yazarlık yaptı. Pek çok başarılı kadın ve aile programının danışmanı olarak perde gerisinden toplum hayatına olumlu katkılarda bulunan ünlü yazar aynı zamanda imza atmış olduğu kitaplarla da okurların gönlünde taht kurmayı başardı.

Hortoğlu son olarak İkbal Günpınar ile birlikte imza attığı farklı kitabı ile evlilikleri kurtarmak ve çareyi boşanmakta arayan çiftleri mutlu günlerine geri döndürmek için kolları sıvadı.

Aşkın Bir Yüzü adlı kitap, çıktığı ilk günden bu yana olumlu tepkiler aldı. Erkek gözüyle Cengiz Hortoğlu'nun Kadın gözüyle İkbal Gürpınar'ın aynı evlilikteki sorunların iki ayrı cepheden nasıl yanlış algınabildiğini gözler önüne seren projenin tasarımcısı Cengiz Hortoğlu'nuna eserle ilgili merak edilenleri sorduk.

İşte sorularımız ve yazarın mütevazılığı bir an olsun elder bırakmadan verdiği cevaplar...     

> Bir evlilik hikâyesini iki ayrı yüzü ile kadın ve erkek kanadından ayrı ayrı anlatarak, eşlerin birbirini anlamasının önemini vurgulayan roman oluşturmak enteresan ve hakkı teslim edilmesi gereken bir proje. Nasıl doğdu?

>  4-5 yıldan bu yana nasıl olabileceğini düşündüğüm bir projeydi. Mesleğim gereği karşılaştığım insanları dinledikçe, toplumsal önemini fark etmiştim. Biliyorsunuz asıl gerçek algılanan şeydir. Evliliklerdeki ilişkilerde çoğunlukla iki tarafında son derece iyi niyetli ama birbirlerini tam olarak anlayamadıkları için sorun yaşadıklarını görüyordum. Aslında ikisi de iyi niyetli, ikisi de iyi şeyler istiyor ama birçok evlilikte çiftler birbirlerinin ne söylediğini algılayamama problemi yaşıyorlardı. Yaptığımız çalışmalarda eşlerin bana sürekli söylediği söz şuydu: "Eşim beni anlamıyor!"

> Her iki tarafta mı?

> Evet, aslında farklı üsluplarla iki tarafta aynı şeyi söylüyordu. İki tarafı da dinleyip de onlara "Bakın aslında eşiniz şunu söylemek istiyor" dediğim zaman "Hay Allah, ya ben bunu böyle anlamamıştım" diyorlar.  "Siz, eşini anlayamıyorsunuz, sorun burada" dediğim zaman duruyor ve düşünüyorlar.

Yeni özünde iki taraf da kendini ifade etme çabası içinde ama maalesef karşı tarafı anlama çabası içinde değil. Problemlerin en çok buradan kaynaklandığını gördüm. Yapılan boşanma başvurularının yüzde 30'unda hakikaten ciddi sorunlar yaşanıyor. Ama yüzde 70'inde sanıldığı gibi ciddi sorunlar yok, boşanmalarını gerektiren ciddi sorunlar söz konusu değil.

BOŞANMA AŞAMASINA GELEN EVLİKLERİN YÜZDE 70'İ KURTARILABİLİR

> Yani ayrılmak isteyen çiftlerin yüzde 70'inin evliliği kurtarılabilir diyorsunuz. 

> Evet, yüzde 70'i kurtarılır. Yüzde 30'unda hakikaten "bu ilişki bitmiş, çare yok" diyebiliniz ama yüzde 70'inde benim yakaladığım ortak nokta, romantizm ve sevginin yeterince yaşatılamaması. Boşanmak taleplerinin, evliliğin artık monotonluğa dönüşmesinden kaynaklandığını hissettim. Sevgide azalma olduğundan iki taraf birbirinin hatalarını önemsemeye başlıyor. "Aa, sen de işte böyleymişsin" diyor. Oysa sevgi ve romantizm yaşatılıyorsa iki taraf da birbirine daha hoşgörülü yaklaşıyor ve birbirini daha çok anlıyor. Birbirlerinin kusurlarını daha az görüyor ve onarıcı yaklaşımlar sergiliyor. 

İŞİN SIRRI ROMANTİZM

> Romantizm dediğimizde genelde sürekli olarak özel atmosferlerde, biraz daha ritüelli farklı beklentiler algılanıyor. Yani bir anlamda bulutlara götürme anlamı yakalanıyor ve öyle bir anlam çıkartılabiliyor. Romantizmden kastınız bu değil sanıyorum.

> Tabi tabi. Somutlaştırayım ben onu. Diğeri de makul ölçülerde zaman zaman olmalı ama işte asıl kastımız daha hayatın içinden davranışlar. Mesela eşinizle birlikte dışarıda, soğukta oturuyorsanız, ceketinizi çıkartıp eşinizin omzuna koymanız bir romantizmdir. El ele yürümek bir romantizmdir. Birlikte baş başa bir tiyatroya gitmek, sinemaya gitmek... Yani sadece iki kişi olmak suretiyle yapacağınız her eylem romantizmdir. Hele eşlerin birlikte bir tatil yapması bu romantizmi layıkıyla zirveye taşır. Eşlerin birbirlerini empatiyle dinlemesi ve "seni seviyorum, sana saygı duyuyorum" demesi romantizmdir. Ya da bir yemek yerken mum ışığı olur, romantizmdir. Gidip de bir akşam üzeri terasa, balkona ya da bahçeye çıkıp bir kahve içmek, hiç kimse olmadan sohbet etmesi romantizmdir.

Romantizm denildiğinde algılanacaklar çok marjinal şeyler değil. Yani benim romantizmle kastettiğim bu. Mesela bir arkadaşım anlatmıştı. İstanbul'da büyük deprem yaşandığında eşine zarar gelmesin diye ona vücudunu siper eden bir vatandaşımıza eşi "Sen beni gerçekten seviyormuşsun ben buna şimdi inandım" demiş... Budur işte romantizmin zirvesi, sevginin samimiyetinin göstergesi...

> Yani aslında çözüm çok basit ama nedense biz insanlar onu zorlaştırıyoruz....

> Maalesef biz çözümleri çoğunlukla çok başka yerlerde arıyoruz. Yani "ben seni çok seviyorum, sen benim için önemlisin seni anlıyorum" demek kadar basit ifadeleri seslendirmekten kaçınıyoruz. Oysa bunlar iki tarafın da birbirine olan duygularını müthiş şekilde dinamikleştirir. Eşlerden biri "eşim bana değer veriyor. Ben onun için değerliyim" diyebildiği zaman karşıdaki insan da bundan olumlu etkileniyor. Birbirini daha değerli görmeye başlıyorlar.

Yapılan birçok araştırma eşler birbirinden ayrıldıkları zaman,  kendileriyle ilgili konuşma süresinin 7 dakikayla sınırlı olduğunu gösteriyor. Kendileriyle ilgili konuşma süresi bu kadar. Başka onular daha uzun konuşuluyor; ev konusu, iş konusu, çocuklarıyla ilgili sorunlar... Ama birbirleriyle ilgili konuşma süreleri bu kadar az.

İşte bu birazcık özen, birazcık farkındalık ile pek çok ilişki sorununu böyle bir kitapla bir şekilde çözeceğine inandığım, onlara yardımı dokunacağını umduğum için projeyi hayata geçirmeyi çok istedim. Çünkü biliyorsunuz aile toplumun temelidir. O yüzden kutsal aile yapısı diyoruz. Bu toplumun bireyleri olarak hepimizin evlilikteki ilişkileri düzeltmek için ne yapmamız gerek diye düşündüm ve böyle bir girişim içine girdim.

İNSANLAR BİRBİRİNİN KIYMETİNİ KAYBEDİNCE ANLIYORLAR

> Boşanma davaları ile ilgili inanılmaz rakamlar veriyorsunuz, inanmak ta güçlük çektik!

> Maalesef inanılması zor ama gerçek 70 saniyede bir kişi eşinden boşanmak için mahkemeye başvuruyor. Bunların içinde velayet davaları da var, aile içi şiddet olayları da, ama ne olursa olsun bu çok ciddi bir sayı. Vahim bir artış var. Bir önceki yıla göre %10'dan fazla artış görülüyor. On yılı baz aldığınız zaman %30'un üzerinde artış söz konusu. Bu rakamlar karşısında duyarsız kalmak mümkün değildi. Sağlıklı toplum yapısının temelini oluşturan ailenin kurtarılması için çözüm aramamız gerekiyordu. Biraz da bu çözüm arayışı doğurdu bu çalışmayı. 

Biliyorsunuz, siz bir öykü yazmaya başladığınız zaman karakterler sizi yönlendirmeye başlıyor. Karakterler kendi içinde çözüm arıyor. Bu süreçte daha önceki düşüncelerimi dahi değiştiren birçok şey ortaya çıktı. Güzel bir özlü söz vardır: Sorunu çözmenin en önemli yolu sorunu yaratanları ortadan kaldırılmasıdır. Nedenleri ortadan kaldırınca sorunlar da çözülüyor. Kitabın öze ve hedefi de bu işte.  Kahramanımız Murat, sakin bir insan olmasına rağmen eşine karşı şiddet kullanıyor. Hiç istemediği halde yapıyor bunu. Ve bundan büyük pişmanlık, acı, üzüntü duyuyor.

Romanda şunu görüyorsunuz, insanlar birbirlerinin değerini kaybettiklerinde anlıyorlar. Aslında hava gibi, su gibi eşiyle 24 saat birlikteyken o insanın değerinin fazla farkına varmıyor ama ne zaman boşanmayla karşı karşıya kaldıkları anda bu işin ciddiyetini anlıyor, kavrıyor... Bu konuda gerçekten çok geniş bir çalışma yok. Ama bizim yaptığımız çalışmada...

> Kitabınızda olduğu gibi genelde bizde boşanmaya yol açan sorunlar ikili ilişkilerdeki çatlaklardan çok ikili ilişkiye müdahale edenlerden doğuyor. Bunlar da genelde yakın akrabalar oluyorlar... 

> Tamamen doğru  tespit. Yaptığımız çalışmada da bunu gördük. Aslında aileler karışmasalar çok basit şekilde çözülebilecek bir çok küçük sorun onlar karışınca büyüyor. "Sana bunu nasıl yapar?" sorusunu soruyorlar. "Sen benim kızımsın, sana bunu nasıl yapar?" ya da "Sen benim oğlumsun, sana bunu nasıl yapar?" soruları olayı çözmek yerine çıkmaza sokuyor...  Tabi ki ailelerin çocuğuna sahip çıkması önemli bir konu ama ona ne zaman sahip çıkılacağını çok iyi bilmek lazım.

"BOŞANMA DAVASI AÇMAYA ZORLAYAN ANNE BABALAR VAR"

> Ne zaman ve ne kadar müdahale edileceğinin bilincinde olmak lazım diyorsunuz? 

> Ne zaman ve ne kadar müdahale edileceği önemli çünkü bazen kaş yapayım derken göz çıkartılıyor. Bu konuda sayılamayacak kadar çok örnek vaka var. Hatta çocuklarının boşanması için avukata giden anne-babalar var. Boşanacak olan kadın gitmiyor, annesi babası geliyor. "Boşanacak hanım nerede?" diyorsunuz, "O karışmaz" diyorlar! Bu boyutlarda vahim vakalar olabiliyor. Tabi anne baba her ne yaparsa yapsın çocuğun iyiliği için yaptığını düşünüyor. Fakat iyilik zannıyla yaptığı işin vahim sonuçlar doğuracağını göremiyorlar...

Bir araştırmalarda da bunu gördük. Ailem bize karışmasa bizim evliliğimiz çok daha iyi yürürdü diyen çok çift var. İyi niyetli fakat zarar getiren müdahaleler çok oluyor ne yazık ki.

Günümüzde çekirdek aile kavramı son derece önemli, bunu kabullenmek gerekiyor. Bakıyorsunuz adam 20 yıllık evli, "ailen kim?" dediğin zaman annesini, babasını söylüyor!. Bu, çok ciddi sosyal vaka! Eşi ve çocuklarından daha önce anne, baba ve kardeşlerini sayan aile babası var! Oysa onun aileniz denildiğinde aklına öncelikle eşi ve çocukları gelmeli. 

> Evlilik konusunda bu tarz ikili bir çalışma daha önceden denendi mi?

> Ben yok olarak biliyorum. Araştırdım da ama bulamadım başka varsa da...

GÖRDÜNÜZ OLAYLAR BİLE BİLGİĞİNİZ GİBİ OLMAYABİLİR

> Evliliği konu alan benim bildiğim de yok. İki yazarın bir ilişkiyi kadın ve erkek gözü ile ayrı ayrı anlatması algılama hatalarını daha vurucu ve etkili gösteriyor. 

Yaşanan olay aynı ama algılamalar farklı. Kahramanımız Murat ile Melike'nin yaşadığı bir aşk hikâyesindeki sorunlar anlatılıyor. Murat yaşanları kitaplaştırıyor, baskıya vermeye hazırlanıyor. Masanın üzerindeki kitabı eşi Melike görüyor, okuyor! "Ama olaylar böyle değildi ki!" diyor. İkisinin ortak olay yaşadılar ama olay onun gözüyle anlatıldığı zaman bakıyorsunuz ki aslında her iki taraf da birbirini tamamen yanlış algılamış. Yani aynı olayı birlikte yaşayan iki eşin olanları aynı şekilde algılayamadığından hareketle, karşı tarafın olayı nasıl algıladığı fark edildiğinde ilişki kurtuluyor diyoruz...

> Algı farklığını neler oluşturuyor olabilir?

> Kahramanlarımızın yetişme tarzları, kültürleri, yaşam standartları tamamen farklı. Kendi değer ve yargılarına göre yorumluyorlar aynı vakaları ama farklı sonuçlara ulaşıyorlar.

İLİŞKİYİ KURTARMAK İÇİN EN İYİ YÖNTEM MEKTUP YAZMAK

> Sosyal yaşamın da kilit noktası bu söylediğiniz şey.  Yani bir olay yaşanıyor ama onu siz ayrı değerlendiriyorsunuz, öbürü ayrı değerlendiriyor. Burada ortak paydalar oluşturma önem kazanıyor sanırım. Onu nasıl yapmak lazım?

> "Ne yapayım?" diye gelenlere "Bazen konuşmak çok zor olabilir. Dinlemek de çok zor, birbirinize mektup yazı." diyorum. Konuşmaya çalışmak tartışma doğurabiliyor. Çünkü iki taraf da birazcık kişiliğe yönelik söz söylendiği anda aniden parlayabiliyor. Sorun ne ise birbirinize bunu kırmadan, dökmeden yazın tavsiyesinde bulunuyorum.

Anlaşmazlık çeken eşlere en büyük tavsiyem budur; eşinize, "şu gün şöyle bir olay yaşandı. Bende bu böyle bir etki yarattı. Aslında ben bunu senden beklemezdim. Beklediğim şuydu diye yaşadıklarını ve duygularınızı" yazın, onlar da size bunun cevabını yazsın. Bu pek çok olumsuzluğu ortadan kaldırıyor.

Çünkü insan yazarken hem daha dikkatli oluyor, hem daha çözüm odaklı düşünüyor. Yazarken o konuda hem kendinizi bir kez daha sorgulama imkânı da buluyorsunuz. Hem de yazdığınız zaman bilinçaltına iki kere gidiyor mesaj. Hem okurken hem yazarken gidiyor. Karşıdaki insan okuyunca o da kendi hataları varsa bunu görebiliyor. Bu çok önemli bir yöntem. Mesela en az 4 bin kişiyle görüştüm bu konuda yaptığım çalışmalarda. 8 yıldır, yaptığım çalışmalarda sürekli şunu görüyorum ki iki tarafın da birbirine tahammülü yoksa o evlilik kurtarılamıyor. "Sen hep böylesin" tarzı konuşmalarda 5. dakikadan sonra iki tarafta birbirinin kişilik haklarına saldırıya geçiyor. Empati ile dinleme bırakıldığı anda çözümden tamamen uzaklaşılıyor. Bu yüzden ben yazma tekniğinin çok önemli olduğunu düşünüyorum.

> Aşkın bir yüzü imza attığınız kaçıncı kitap oldu?

> Altıncı kitap. Evlilikle ilgili üçüncü kitabım oldu aynı zamanda.

> "Sonunda Kardelen" eserinde evlilikle ilgili tehlikeli sözleri konu almıştınız. Evliliğin Şifreleri vardı ondan önce de...  Üçüncü kitap da sanırım üç hafta kadar okuyucuyla buluştu. Tepkiler nasıl, neler deniyor?

> Gelen maillerden, mektuplardan bazıları gerçekten gözlerimi yaşarıyor inanın. İkbal Hanım'a da geliyor tabi. Hatta ona gelen mail sayısı benden daha çok. Çünkü hem sitesi, hem programları nedeniyle daha çok göz önünde olduğundan insanların ona ulaşmaları daha kolay oluyor.

Gelen mesajların çoğunda ortak nokta şu: "Ben okudum, çok etkilendim, eşime okutmaya çalışıyorum". Bu ifadenin yaygınlığı bizi şaşırttı. "İkinci defa okudum" diyenler var. "Eşime çok daha anlayışlı olmam gerektiğini, onu anlamaya çalışmam gerektiğini öğrendim" diyenler var. "Allah korusun, biz bu hataları devam ettirirsek biz de mi boşanmaya gideceğiz? Kendime çeki düzen vermeye başladım" diyenler var.  Seviniyoruz tabi insanları etkilemeyi başardığımızı görmekten.

"Bundan sonra nasıl davranmam gerektiğini anladım" diyerek teşekkür eden var, "Ben bunu daha önce okusaydım kesinlikle eşimden boşanmazdım, hata yapmışım, onu anlamalıymışım" diyenler oluyor.

ROMANIN İYİSİ KÖTÜSÜ YOKTUR, ETKİLEYENİ ETKİLEMEYENİ VARDIR

> Kitap yaşanmış bir öyküden mi alındı?

> Yaşanmış öykülerden diyelim. Kitap yaşanmış olayların kurgulanması. Yaşanmış hayatların kurgulanması daha doğrusu.

Bu çalışmada, her insana dokunan bir bölüm var. Her insanın hayatında bir şeyler bulabileceği bir hikâye anlattığımız. Çoğu kısmı yaşanmışlıklardan alınmış bir hikâye. İnsanların ruhuna dokunmaya çalışıyoruz.

Bilirsiniz romanın iyisi veya kötüsü yoktur. Etkileyeni ve etkilemeyeni vardır. Şunu yapmak çok kolaydır: Bir iyi, bir kötü karakter koyarsınız ortaya. Kötü hep kötüdür, kötülük yapar. İyi de ona karşı mücadele verir vs... Bizim öykümüzde insan doğallığı ile var. İşin içinde insan olunca, hatası da oluyor, sevabı da...  Ama insan yaptığı hatalardan dolayı kendini sorguluyor.  Hepimiz öyle değil miyiz? Hem iyi hem kötü taraflarımız var. Bu kitabın en önemli özelliği bu! Karakterlerin kendilerini sorgulamaları, hata yaptıklarında bunu ifade edebilmeleri, özür dileyebilmeleri, kendilerinin de haklı olabileceğini düşünmeleri. Yani burada en önemli şeylerden biri de bu. Okur kendisini kahramanın yerine koyuyor ve diyor ki "evet ben de bu hatayı yapmışım" ya da "bu hatayı devam ettirirsem bunun sonu ayrılığa gider, dikkat edeyim" de der.

NEDEN İKBAL GÜRPINAR?

> Kitapta partner yazar olarak neden İkbal hanımı seçtiniz?

> İkbal hanım çok samimi bir insan. Samimiyeti kitaba da yansıyor. Kendiside bir hayatında çok önemli sorunlar yaşamış. Aynı zamanda bir kaç sene kadın programları yaptı. Kadınların sorunlarını en iyi bilen isimlerden olması tercih nedenlerin başında geliyor. Sözünde duran ve birlikte iş yapılabilecek ahlak ve karakterde insan olması da önemliydi. Sağ olsun bu kadar işin arasında zamanını ayırıp, kitabın hazırlanmasına razı oldu. İkbal hanım ileride başka çalışmalarda da  işbirliği yapabileceğimiz değerli bir insan..

> İnsan nefsini tahrik eden bir soru sorayım. İşin psikolojik tarafı var çünkü. İkbal hanımın sonuçta bir ekran yüzü, bu da onu biraz daha öne çıkartı kitapta sanki. Nitekim siz de ona sizden fazla mail geldiğini söylediniz. Kıskandığınız anlar oluyor mu?

> İnanın, hiç önemli değil. İsterse kitapta sadece onun ismi olsun. Bunu samimiyetle ve içtenlikle söylüyorum. Önemli olan kitabın başarısı ve topluma sağlayacağı yarar, kazandıracağı artılar.  Toplumun temeli olan aile yapısına bir katkı sağlayalım da benim ismim dahi olmasın hiç önemli değil, bunu samimiyetle söylüyorum.

Amacım ismimin öne çıkması değil, kitabımın öne çıkması. İnsanlar bunu okusun, hayatlarına uygulasın hedefini gözetiyorum.  Ben Güneydoğu'da büyüdüm, kadınlara yönelik şiddetin yoğun olduğu yerlerden geldim. Bilirim yaşanan acıları. Önemli olan insanların acılarını, mutsuzluklarını azaltmak, onları başarılı ve mutlu kılma yolunda adım atabilmek. Biz sonuçta bu toplumun insanlarıyız, bu toplumun okulunda okuduk, bu toplumun vergisiyle yaşadık. Topluma olan borcumuzu bir şekilde ödemek zorundayız. Ben de o borcun bir kısmını bu kitapla ödemiş olmayı umuyorum.

AVUKATLAR MÜŞTERİSİ BOŞANSIN İSTER Mİ?

> Yaptığınız arabuluculuk ile mesleğiniz arasında çelişki yok mu? Genelde avukatlar normal olarak mesleğinin gerektirdiğini yaparak para kazanmayı hedefler diye düşünülüyor. Vatandaş boşanacak ki o parasını alsın. Ya da nafakasını alsın ki belirli bir oranını avukat kazanabilsin. Siz böyle bir meslek yürütürken, evlilikleri kurtarmaya yönelik girişimler yapmanız ve size boşanmaya gelenlere ''Boşanmayın'' demeniz tuhaf çelişki değil mi?

>Bu tamamen insanın hayat anlayışı ile ilgili bir durum. Şu an ben öncelikle danışmanlık yapıyorum artık avukatlık yapmıyorum ama bu önemli değil. Çünkü yaptığım dönemde de bakışım farklı değildi. Avukatlar için boşanma davaları çok önemli davalar. Sonuçta avukatlar da insan. Boşanma davasında ilk başta çocuğu düşünüyorsunuz. Onun hayatının alt üst olmamasının önceliyorsunuz. Bir yandan tabi ki mesleğiniz var ama öte yandan asıl önemli olan insanın hayatıdır. Herkesin düşüncesi öncelikle doğru düzgün gitmesinden yanadır.

Evlilik her şeye rağmen yürümüyorsa elbette vatandaş gidecek bir avukata, elbette boşanma davası açacak ama benim bir çok meslektaşımın da ilk tercihi evliliği kurtarabilmektir. Bir çok meslektaşımın böyle hareket ettiğini biliyorum.

İnsanların idealleri vardır bunun daha ötesi yok. İnsanlar mutsuzluktan şikayet ediyorlar.  Ben de onlara diyorum ki "siz hiç misiniz?" Tanımadığınız bir insan için iyi bir şey yapıyorsanız, bundan daha mutluluk verici ne yapılabilir? Yaşamın belki de anlamı bu. Almadan vermek, toplum için bir şeyler yapmaktan güzel şey yok. Siz de bunun aynısını yapıyorsunuz. Şu an sizin yapmış olduğunuz meslekten bu kadar keyif alma nedeniniz bu değil mi? Asıl keyif aldığınız şey yaptığınız haberlerle bir insanın hayatına katkıda bulunmak değil mi? Bence mutluluğunuzun nedeni bu. Siz mutlu olmadıktan sonra böyle sosyal içerikli haberleri istek ve hevesle yapa bilir misiniz?


http://www.haber7.com/haber/20100625/Evlilikleri-kurtarmanin-ilaci.php
#1385
Karayolları Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı, TBMM Genel Kurulunda kabul edilerek, yasalaştı.

Yasayla, bölünmüş (duble) yollardaki hız sınırı 90 kilometreden 110 kilometreye çıkarılıyor.

Hız sınırı, çift yönlü karayollarında 90 kilometre, otoyollarda ise 120 kilometre olarak uygulanmaya devam edecek.

GEÇİŞ ÜCRETİ ÖDEMEYENLERE CEZA
Yasa, otoyol ve erişme kontrollü karayollarında geçiş ücreti ödemeyen sürücülere o güzergahın en uzun mesafesi için ödenen ücretinin 10 katı tutarında idari para cezası getiriyor.

Erişme kontrolü uygulanan karayollarında kısıtlanan ve yasaklanan işleri yapanlarla koruma alanı içine giren hayvan sahiplerine 500 lira para cezası uygulanacak.

Karayollarında çevre kirliliğine neden olan, trafik güvenliğini tehlikeye sokan, atık madde, moloz bırakanlara Çevre Kanunu hükümleri çerçevesinde ceza verilecek.
Şehirlerarası yolcu ve yük taşıyanlar, umuma açık yerlerde çevreyi kirletirse en az 500 lira idari para cezası alacak.

YOLCU VE YÜK TAŞIMACILIĞINDAKİ CEZALAR
Yasayla yolcu ve yük taşımacılığı ile ilgili cezalar da yeniden düzenlendi.

Buna göre, taşıma sınırı üzerinde yolcu alanlara taşıdığı fazla yolcu başına 60 TL ceza verilecek. Araçlardaki yükleme ve taşıma gibi konularda trafik güvenliğini tehlikeye düşürenlere de 125-1000 TL arasında değişen ceza öngörülüyor.

Sorumluluk ve giderleri araç işletenine ait olmak üzere fazla yolcular, en yakın yerleşim birimlerinde indirilecek; ayrıca tehlikeli ve zararlı maddelerle, taşınması özel izne bağlı olan eşyayı taşıyan araçlar, gerekli izinler alınıncaya kadar trafikten men edilecek.

Azami yük ağırlığının üzerinde yük taşıyan araçlara verilecek ceza, fazla yükün ağırlığına göre artırılacak. Buna göre, bu yüklerin yüzde 10-25 arasında fazlasını taşıyanlara 500-3000 TL arasında ceza verilecek. Yasada, ağırlık ve boyut kontrol merkezlerine girmeyenlere de 1000 TL ceza öngörülüyor.
Uluslararası taşımacılık yapan yabancı plakalı araçlar para cezalarını ödememeleri durumunda yola çıkarılmayacak. AA

http://www.haber7.com/haber/20100626/Yollarda-yeniden-duzenlenen-hiz-limitleri.php
#1386
ABD ile AB arasında son dönemde "Türkiye'yi kim kaybediyor?" tartışması yaşanıyor. Washington, Brüksel'i Türkiye'ye çifte standart uygulamakla eleştiriyor. AB de Irak Savaşı sırasında Washington'un tavrının Türkiye'yi Batı'dan soğuttuğunu iddia ediyor. Ancak tartışmanın "ekseni kaymış" durumda. Çünkü Türkiye'nin kaybedildiği tezi yanlış.

ABD Savunma Bakanı Robert Gates'in 9 Haziran'da Londra'da Türkiye'nin Doğu'ya "itilmesinden" Avrupa Birliği'ni sorumlu tutmasından bu yana Atlantik'in iki yakasında Türkiye'yi kimin "kaybettiğine" dair hararetli bir tartışma sürüyor. ABD, Brüksel'i Türkiye'nin üyeliği söz konusu olduğunda çıtayı yükseltmekle yani bir tür çifte standart uygulamakla itham ederken AB de Irak Savaşı sırasında eski ABD'nin tavrının Türkiye'yi Batı'dan soğuttuğunu iddia ediyor. Aslında iki taraf da kendince haklı ancak tartışmanın "ekseni kaymış" durumda. Zira Türkiye'nin "kaybedildiği" tezi tamamen yanlış. Robert Gates'in ağır ithamına önce AB Komisyon Başkanı Jose Manuel Barroso ardından da ithamın doğrudan hedefi olan Almanya Başbakanı Angela Merkel'den cevap geldi. Komisyon Başkanı ile AB'nin motoru Alman liderinin Gates'e en üst düzeyde cevap vermeleri tartışmanın ciddiyetini gösteriyor.

Öncelikle Türkiye'nin herhangi bir cepheye "kaybedilmesi" söz konusu değil. Bu ülke Tanzimat'tan bu yana kendisini Batı'da görüyor, "Kızıl Elma"ya ulaşmak için mücadele ediyor. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en muhafazakâr bilinen liderlerinin Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne taşıyan adımları atması aslında çok izah edici bir tespit. "İslamcı", "gerici", "ülkeyi ortaçağ karanlığına götürüyor" ithamlarının hepsine sırasıyla maruz kalan Adnan Menderes, Turgut Özal ve şu anki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye'yi Avrupa'ya taşıyan üç lider. O zamanki ismiyle Avrupa Ekonomik Topluluğu'na müracaatı 31 Temmuz 1959'da yapan Menderes, 14 Nisan 1987'de tam üyelik başvurusu yapan Özal ve nihayet müzakereleri 3 Ekim 2005'te başlatan Erdoğan. Türkiye'nin kaybolduğu yok, Türkiye AB yolunda demokratikleştikçe kendini "buluyor".

Türkiye'nin "kaybedildiği" yanlış ama bir soğumanın yaşandığı doğru. Burada kabahatin büyüğü Avrupa Birliği'nde. 1999'da Türkiye'yi aday ilan ettiğinde tamamen "eşit" muamele sözü veren Brüksel, müzakere kararı aldığı 16-17 Aralık 2004 Zirvesi'nde bu sözünden caydı. AB tarihinde ilk defa bir aday ülkeye serbest dolaşım hakkından ve AB bütçesinin önemli bir kısmından "daimi" olarak dışlanabileceği söylendi. Bununla da yetinmedi AB. Kıbrıs meselesinin çözümü için elinden geleni yapan Türkiye'yi ve Annan Planı'na "evet" diyen Kıbrıslı Türkleri cezalandırdı. Şu an 33 müzakere faslından 18'i askıda, 14'ü Kıbrıs , 4'ü Fransa yüzünden. Bir de Merkel ve Sarkozy'nin "ağzınızla kuş tutsanız giremezsiniz" olarak yorumlanan tavırları var. 2003-2004'te yüzde 70-80 aralığında dolaşan Türklerin AB üyeliğine desteği daha sadece 12 fasıl açılmışken yüzde 30-40 aralığına gerilemiş durumda. Bu açıdan baktığımızda Gates'in Avrupa eleştirisine katılmamak mümkün değil.

Peki, Avrupa Türkiye'yi itti de, ABD kucakladı mı? 27 Nisan askerî müdahalesine ne dediği anlaşılamayan, Ergenekon sürecinde sürekli kaçak güreşen ABD'nin de demokrasisini derinleştirme mücadelesi veren Türkiye'ye ne kadar destek verdiği tartışmaya açık. Barroso'nun "ABD, Irak Savaşı sırasında Türkiye'ye saygılı davranmadı." tespitini önemsemek gerekiyor. ABD ve AB'nin, Türkiye'yi algılama eksenini değiştirmesi gerekiyor.
 
SELÇUK GÜLTAŞLI - BRÜKSEL
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=999646&title=abd-ile-ab-arasinda-turkiyeyi-kim-kaybetti-kavgasi
#1387
Son bir ayda artış gösteren terörün altından demokratikleşme adımlarını engelleme çabası çıktı. Emniyet İstihbarat'ın raporuna göre PKK, 1 Haziran'dan başlayarak referanduma kadar saldırıları yoğunlaştırma kararı aldı. Hedefte askerin yanı sıra polisin olduğunu tespit eden Emniyet, bütün birimleri alârma geçirdi.

Türkiye, tarihinin en önemli reformlarından birini hayata geçirmeye hazırlanırken, artan terör olayları gündemi değiştirdi. Başta yargı reformu olmak üzere toplumun bütün kesimlerini ilgilendiren anayasa paketi, referandumdan önce terör engeliyle karşılaştı. PKK'nın, 1 Haziran 2010 tarihi itibarıyla aldığı 'eylemsellik' kararının da anayasa değişikliğiyle ilgili olduğu ortaya çıktı. Emniyet İstihbarat, 12 Eylül 2010'da yapılacak referanduma doğru örgütün eylemleri tırmandıracağını rapor etti. Buna göre PKK, 1 Temmuz -10 Ağustos tarihleri arasında ses getirici bombalı saldırılar düzenlemeyi planlıyor. Gizli raporda, asker gibi ağır silahları bulunmadığından polisin hedefte olduğu vurgulanıyor. Söz konusu rapor üzerine Emniyet Genel Müdürlüğü, bütün birimleri alarma geçirdi. 81 il emniyet müdürlüğüne 23 Haziran'da gönderilen çok gizli yazıda örgütün polise düzenlemeyi planladığı eylemler için uyarıda bulunuldu. Yazıda, örgütün devriye gezen polis ve servis araçları ile emniyet binalarına da bombalı saldırı planladığı belirtildi. Raporda, terör örgütünün polisi neden hedef seçtiği ise özetle şöyle açıklandı: Şehir merkezlerinde polis helikopter ve jet ile bomba gibi ağır silahları kullanamayacağı için terör örgütü bir eylem sonrasında daha az zayiatla kaçabileceğini hesaplıyor.

Raporda, 1 Temmuz-10 Ağustos tarihleri arasında eylemlerini tırmandırmayı hedefleyen örgütün polisin yanı sıra AK Parti binaları, doğalgaz boru hatları, tren yolları ile trafolara da bombalı saldırılar planladığı bildirildi. Terör örgütü PKK'nın hedef aldığı birimlerde güvenlik tedbirlerinin üst seviyeye çıkarılması istenirken, polis ekiplerinin şüpheli durumlara karşı daha dikkatli olması talimatı verildi. Çok gizli raporda istihbarat faaliyetlerine de ağırlık verilmesi istendi.

Bu arada, Halkalı'da 4 asker ve 17 yaşındaki Buse'nin ölümüne sebep olan bombalı saldırıyla ilgili adliyeye sevk edilen zanlılardan biri daha tutuklandı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'ndeki sorguları tamamlanan 3 şüpheli, Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi'ne sevk edildi. Zanlılardan biri, 'terör örgütüne yardım ve yataklık etmek' suçundan tutuklanarak cezaevine gönderildi. Saldırıyla ilgili tutuklu sayısı 4'e yükseldi. Aynı olayla ilgili önceki gün adliyeye sevk edilen 9 zanlıdan 3'ü aynı suçlamalarla tutuklanmıştı.

SEDAT GÜNEÇ - ANKARA
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=999752&title=pkk-referanduma-kadar-eylem-yapma-karari-almis

Alevi Dernekleri Federasyonu Başkanı Metin Tarhan: Demokrasiyi istemeyenler, terörü tırmandırıyor

Referandumun yaklaşmasıyla birlikte tırmanışa geçen terör eylemleri toplumun farklı kesimlerinden tepki alıyor.


Alevi Dernekleri Federasyonu Başkanı Metin Tarhan da, demokrasiye dönük adımların hızlandırıldığı bir dönemde kanlı eylemlerin artmasının anlamlı olduğunu düşünenlerden. Özellikle Alevilerin provokatif eylemlere karşı uyanık olmaları gerektiğini vurgulayan Tarhan, "Ne Alevi açılımı ne de Kürt açılımı bitmedi. Terörü, demokratikleşmeyi istemeyenler hareketlendiriyor." diyor. Terörün demokrasiye düşman olduğunun unutulmamasını isteyen Tarhan'a göre, bu süreç hayırlı bir noktaya varacak ve somut adımlar devam edecek: "Madımak Oteli'nin istimlak edilmesi bir iradeyi gösteriyor. Çok iyi niyetli çabalar var. Alevi toplumunun geçmişteki kışkırtıcı söylemler yerine hükümetin bu çalışmalarını görüp sahip çıkması gerekir."

Osman Öcalan'ın "PKK da Alevilerin kontrolüne geçti" açıklamasını da eleştiren Tarhan, Alevilerin sosyolojik temelinin PKK ile ilişkilendirilmesinin mümkün olmadığına dikkat çekiyor. Tarhan, "Tesadüfen şu veya bu şekilde PKK'ya bulaşan gençler vardı. Bunların da örgüt içinde tasfiye ve yok edildiğini biliyoruz. Bu tür haberler kardeşliği huzuru bozma amaçlı. Niyeti bozuk olanlara hizmet eder." diyor.

Metin Tarhan, terörün demokratik ortama yabancı ve düşman olduğunun unutulmaması gerektiğini söylüyor. Demokratikleşmeyi istemeyenlerin terörü hareketlendirdiğini anlatıyor. Terörden medet umanların terörün ortadan kaldırılmasını istemeyeceğini belirten Tarhan, "Dolayısıyla bu hem Alevi hem Kürt'le özdeşleştirerek kafa karışıklığı oluşturularak manipüle ediliyor, arkasında birileri aranıyor. Bu, hükümeti zan altında bırakmaya yönelik bir çalışmadır. Alevilerin de öne sürülmüş olması hükümet karşıtlığı ve sıkıştırmaya dönük bir çabadır." dedi.

Alevi Dernekleri Federasyonu Başkanı Tarhan, Alevilerin de bir şekilde gerçekleri görmesi gerektiğinin altını çiziyor. Alevilerin demokratik vurguyu yapan tüm anlayışları desteklemesi gerektiğini söylüyor: "Demokrasi geliştikçe Alevi toplumu kimlik, inanç haklarını elde eder. Aleviler çok dikkatli ve sağduyulu olmalı. İyi niyetli olan tüm kesimlerin çaba harcaması gerekiyor. Bu tür ortamlarda nötr ve sessiz kalmak ülkenin istikbali açısından hepimize zarar verir."

Terörün beslendiği bataklıklara da bakılması gerektiğini dile getiren Metin Tarhan, çözüm konusunda hükümetin dirayet göstermesi gerektiğinin altını çiziyor. Demokratik açılım sürecinin yavaşlatılmasının ya da zamana yayılmasının yanlış olacağını söyleyen Tarhan, terörü bitirme konusunda en yetkin ve verimli hükümetin AK Parti olduğunu ifade ediyor. Tarhan, "Zaman hızlı geçiyor, yetmemiş olabilir ama ciddi ve somut adımlarla devam etmesi gerekiyor. Kürt sorunuyla ilgili bir eylem planını açıklamalı ve muhalefete, sivil toplum örgütlerine sunmalı. Cesur olmak zorunda. Bekleyelim olgunlaşsın demek yanlış olur." diyor.

AYŞE TOSUN - İSTANBUL
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=999753&title=demokrasiyi-istemeyenler-teroru-tirmandiriyor
#1388
İstihkak davasında haczedilen malların borçluya ait olmadığı, istihkak iddiasında bulunan kişiye/şirkete ait olduğu ileri sürülecektir. Bu iddianın kanıtlanabilmesi için hacze konu malların faturalarının mahkemeye sunulabilmesi büyük önem taşır. Faturaları bulunmuyorsa, şahit dinletilmesini talep edebilirsiniz, ancak şahit beyanları başka delillerle de desteklenmelidir. Bu da yapılamayacaksa, dava büyük ihtimalle reddedilecektir.

Haciz esnasında istihkak iddiasında bulunduysanız ve bu husus zabta geçtiyse (bulunmadıysanız veya iddianız zabta geçirilmediyse, aşağıdaki madde gereğince haczi öğrendiğiniz günden itibaren yedi günlük süre içinde icra mahkemesinde istihkak davası açmalısınız), bundan sonraki gelişmeler İcra ve İflas Kanunu'nun 97. maddesine göre şu şekilde olacaktır:

   2 - ÜÇÜNCÜ ŞAHSIN İSTİHKAK İDDİASI :
   
    Madde 97 - (Değişik madde: 18/02/1965 - 538/54 md.)
   
   İstihkak iddiasına karşı alacaklı veya borçlu tarafından itiraz edilirse, icra memuru dosyayı hemen icra mahkemesine verir. İcra mahkemesi, dosya üzerinde veya lüzum görürse ilgilileri davet ederek mürafaa ile yapacağı inceleme neticesinde varacağı kanaate göre takibin devamına veya talikine karar verir.
   
   İstihkak davasının sırf satışı geri bırakmak gayesiyle kötüye kullanıldığını kabul etmek için ciddi sebepler bulunduğu takdirde merci takibin taliki (ertelenmesi) talebini reddeder.
   
   Takibin talikine karar verilirse, haksız çıktığı takdirde alacaklının muhtemel zararına karşı davacıdan 36 ncı maddede gösterilen teminat alınır.
   
   Teminatın cins ve miktarı mevcut delillerin mahiyetine göre takdir olunur.
   
   (Değişik fıkra: 02/03/2005-5311 S.K./9.mad) Takibin devamına dair verilen icra mahkemesi kararı kesindir.
   
   Üçüncü şahıs, merci kararının tefhim veya tebliğinden itibaren yedi gün içinde icra mahkemesinde istihkak davası açmaya mecburdur. Bu müddet zarfında dava edilmediği takdirde üçüncü şahıs alacaklıya karşı iddiasından vazgeçmiş sayılır.
   
   Kiralanan yer veya sicile kayıtlı gemilerdeki hapis hakkına tabi eşya ile ilgili istihkak davaları Borçlar Kanununun 268 inci maddesinin 1 inci fıkrasında yazılı hükümlere uygun olmadıkça talik emri verilemez.
   
   Dava esnasında 106 ncı maddedeki müddetler cereyan etmez.
   
   Yukardaki hükümler dairesinde kendisine istihkak talebinde bulunmak imkanı verilmemiş olan üçüncü şahıs, haczedilen şey hakkında veya satılıp da bedeli henüz alacaklıya verilmemişse bedeli hakkında, hacze ıttıla tarihinden itibaren yedi gün içinde, icra mahkemesinde istihkak davası açabilir. Aksi takdirde aynı takipte bu iddiayı ileri sürmek hakkını kaybeder. Bu halde davacının talebi üzerine merci hakimi takibin talik edilip edilmemesi hakkında yukardaki hükümler dairesinde acele karar vermeye mecburdur. Bu karar diğer taraf dinlenmeksizin de verilebilir.
   
   İstihkak davası neticelenmeden mahcuz mal paraya çevrilmiş bulunursa merci hakimi işbu bedelin yargılama neticesine kadar ödenmemesi veya teminat karşılığında veya halin icabına göre teminatsız derhal alacaklıya verilmesi hususunda ayrıca karar verir.
   
   İstihkak davasına umumi hükümler dairesinde ve basit yargılama usulüne göre bakılır.
   
   Mahcuz eşya ile ilgili olarak icra memuruna dermeyan edilen iddiada üçüncü şahıs ve borçlunun birleşmeleri alacaklıya müessir değildir. Üçüncü şahsın bu iddiasını ispat etmesi lazımdır. Ancak üçüncü şahsın mahcuz eşyanın kendisinin mülkü veya kendisine merhun olduğu hakkındaki iddiasının borçlu tarafından kabulü kendi aleyhine delil teşkil eder ve ileride bu ikrara aykırı hiçbir iddiada bulunamaz.
   
   (Değişik fıkra: 09/11/1988 - 3494/11 md.) İstihkak davası üzerine takibin talikine karar verilip de neticede dava reddolunursa alacaklının alacağından bu dava dolayısıyla istifası geciken miktarın (Değişik ibare :02/07/2012-6352 S.K./19.md.) yüzde yirmisinden aşağı olmamak üzere davacıdan tazminat alınmasına hükmolunur.
   
   (Değişik fıkra: 02/03/2005-5311 S.K./9.mad) Davanın reddi hakkındaki karara karşı istinaf veya temyiz yoluna başvuran istihkak davacısı icra dairesinden 36 ncı maddeye göre mühlet isteyebilir.
   
   İstihkak davası sabit olur ve birinci fıkra gereğince istihkak iddiasına karşı itiraz eden alacaklı veya borçlunun kötü niyeti tahakkuk ederse haczolunan malın değerinin yüzde onbeşinden aşağı olmamak üzere itiraz edenden tazminat alınmasına asıl dava ile birlikte hükmolunur.
   
   Koca aleyhine yapılmış bir hacizde karı şahsi malları üzerindeki haklarını Medeni Kanunun 160 ıncı maddesi hükmüne tabi olmaksızın kendisi takip edebilir.
   
   İstihkak davasına karşı haczi yaptıran alacaklı bu kanunun 11 inci babı hükümlerine dayanarak ve muvakkat veya kati aciz belgesi ibrazına mecbur olmaksızın mütekabilen iptal davası açabilir. Dava ve mütekabil davada tarafların gösterecekleri bütün delilleri hakim serbestçe takdir eder.
   
   İstihkak davaları süratle ve diğer davalardan önce görülerek karara bağlanır.
       
   İSTİHKAK DAVALARINDA MÜLKİYET KARİNESİ:
   
   Madde 97/a - (Ek madde: 18/02/1965 - 538/55 md.)
   
   Bir taşınır malı elinde bulunduran kimse onun maliki sayılır. Borçlu ile üçüncü şahısların taşınır malı birlikte ellerinde bulundurmaları halinde dahi mal borçlu elinde addolunur. Birlikte oturulan yerlerdeki mallardan mahiyetleri itibariyle kadın, erkek ve çocuklara aidiyetleri açıkça anlaşılanlar veya örf ve adet, sanat, meslek veya meşgale icabı olanlar bunların farz olunur. Bu karinenin aksini ispat külfeti iddia eden kişiye düşer.
   
   İstihkak davacısı malı ne suretle iktisap ettiğini ve borçlunun elinde bulunmasını gerektiren hukuki ve fiili sebep ve hadiseleri göstermek ve bunları ispat etmekle mükelleftir.

Önemli not: Çok kısıtlı ve yanıltıcı olabilecek açıklamalara istinaden yapılan yukarıdaki değerlendirmeler, bu bölümde yer alan konu/soru ile ilgili olarak kişileri en temel düzeyde bilgilendirme amacına matuftur. Bu tür konular her yönden ayrıntılı bir şekilde inceleme/araştırma yapılmasını gerektirir ve bu da ancak profesyonel yardım ile mümkün olabilir. Bu sebeple haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz ve herhangi bir hak kaybına maruz kalmamanız için bir avukatla anlaşmanızı ve avukatınızın yönlendirmeleri istikametinde hareket etmenizi tavsiye ediyorum.
#1389
Sorunuzu çok genel ifade etmişsiniz. Tebligatın konusunun ödeme emri olduğunu düşünerek sorunuzu cevaplıyorum:

Borçlu belirtilen adreste bulunamazsa (yani borçlu bu adresi terk etmişse veya zaten borçluyla bu adresin hiçbir irtibatı bulunmuyorsa), tebligat bila ikmal ilgili icra dairesine iade edilecektir. Bu durumda alacaklı taraf borçlunun yeni adreslerini banka, vergi dairesi, nüfus müdürlüğü (veya MERNİS), ticaret sicil memurluğu, tapu sicil müdürlüğü gibi yerlerden veya kendi araştırmaları neticesinde bulmaya çalışır ve bu yolla elde edeceği yeni adreslere yeniden ödeme emri gönderir. Tapu, ticaret sicil, vergi dairesi gibi kamu kurumu niteliğindeki yerlerden elde edilen adreslere gönderilen ödeme emri de bila tebliğ iade olunursa, o zaman tebligat, Tebligat Kanunu'nun 35. maddesine göre gönderilir ve bu yolla icra takibi kesinleştirilir:

     Adres değiştirmenin bildirilmesi mecburiyeti:
   
     Madde 35 – Kendisine veya adresine kanunun gösterdiği usullere göre tebliğ yapılmış olan kimse, adresini değiştirirse, yenisini hemen tebliği yaptırmış olan kaza merciine bildirmeye mecburdur. Bu takdirde bundan sonraki tebliğler bildirilen yeni adrese yapılır.
   
     (Değişik: 19/3/2003-4829/11 md.) Adresini değiştiren kimse yenisini bildirmediği ve yeni adres tebliğ memurunca da tespit edilemediği takdirde tebliğ olunacak evrakın bir nüshası eski adrese ait binanın kapısına asılır ve asılma tarihi, tebliğ tarihi sayılır.
   
     (Değişik: 19/3/2003-4829/11 md.) Bundan sonra eski adrese çıkarılan tebliğler muhataba yapılmış sayılır.
   
     (Ek : 6/6/1985 - 3220/12 md.) Daha önce tebligat yapılmamış olsa bile, taraflar arasında yapılan, imzası resmi merciler önünde ikrar olunmuş sözleşmelerde belirtilen adresler ile kamu kurum ve kuruluşları ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına, ticaret sicillerine ve esnaf ve sanatkarlar sicillerine verilen en son adreslerdeki değişiklikler hakkında da bu madde hükümleri uygulanır.


Şayet kamu kurumu niteliğindeki yerlerde borçlunun adresi bulunamazsa ve yapılacak zabıta araştırmasından da bir netice elde edilemezse, o zaman tebligat, Tebligat Kanunu'nun 28. maddesine göre ilanen yapılacak ve icra takibi bu yolla kesinleştirilmiş olacaktır:

     İlanen tebligat:
   
     Madde 28 – Adresi meçhul olanlara tebligat ilanen yapılır.
   
     Yukarıki maddeler mucibince tebligat yapılamıyan ve ikametgahı, meskeni veya iş yeri de bulunamıyan kimsenin adresi meçhul sayılır.
   
     Adresin meçhul olması halinde keyfiyet tebliğ memuru tarafından mahalle veya köy muhtarına şerh verdirilmek suretiyle tesbit edilir. (Değişik ikinci cümle: 19/3/2003-4829/9 md.) Bununla beraber tebliği çıkaran merci, muhatabın adresini resmî veya hususi müessese ve dairelerden gerekli gördüklerine sorar ve zabıta vasıtasıyla tahkik ve tespit ettirir.
   
     Yabancı memleketlerde oturanlara ilanen tebligat yapılmasını icabettiren ahvalde tebliği çıkaran merci, tebliğ olunacak evrak ile ilan suretlerini yabancı memlekette bulunan kimsenin malüm adresine ayrıca iadeli taahhütlü mektupla gönderir ve posta makbuzunu dosyasına koyar.


Şayet "borçlunun belirtilen adreste bulunmaması" ibaresi ile borçlunun geçici olarak adreste bulunmamasını kastediyorsanız (mesela borçlunun evine tebligat memuru geldiğinde borçlunun o esnada evde bulunmadığı anlaşılmıştır), bu durumda tebligat, Tebligat Kanunu'nun 20. maddesine göre yapılacaktır:

     Muhatabın muvakkaten başka yere gitmesi:
   
     Madde 20 – (Değişik : 6/6/1985 - 3220/6 md.)
   
     13, 14, 16, 17 ve 18 inci maddelerde yazılı şahıslar, kendisine tebliğ yapılacak kimsenin muvakkaten başka yere gittiğini belirtirlerse; keyfiyet ve beyanda bulunanın adı ve soyadı tebliğ mazbatasına yazılarak altı beyan yapan tarafından imzalanır ve tebliğ memuru tebliğ evrakını bu kişilere verir. Bu kişiler tebliğ evrakını kabule mecburdurlar. Kendisine tebliğ yapılacak kimsenin muvakkaten başka bir yere gittiğini belirten kimse, beyanını imzadan imtina ederse, tebliğ eden bu beyanı şerh ve imza eder. Bu durumda ve tebliğ evrakının kabulden çekinme halinde tebligat, 21 inci maddeye göre yapılır. (Değişik son cümle: 19/3/2003-4829/4 md.) Bu maddeye göre yapılacak tebligatlarda tebliğ, tebliğ evrakının 13, 14, 16, 17 ve 18 inci maddelerde yazılı kişilere verildiği tarihte veya ihbarname kapıya yapıştırılmışsa bu tarihten itibaren onbeş gün sonra yapılmış sayılır. (1)
   
     Tebliğ imkansızlığı ve tebellüğden imtina:
   
     Madde 21 – (Değişik : 6/6/1985 - 3220/7 md.)
   
     Kendisine tebligat yapılacak kimse veya yukarıdaki maddeler mucibince tebligat yapılabilecek kimselerden hiçbiri gösterilen adreste bulunmaz veya tebellüğden imtina ederse, tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir ve memurlarına imza mukabilinde teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırmakla beraber, adreste bulunmama halinde tebliğ olunacak şahsa keyfiyetin haber verilmesini de mümkün oldukça en yakın komşularından birine, varsa yönetici veya kapıcıya da bildirilir. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır. (1)
   
     (Ek: 19/3/2003-4829/5 md.) Muhtar, ihtiyar heyeti azaları, zabıta amir ve memurları yukarıdaki fıkra uyarınca kendilerine teslim edilen evrakı kabule mecburdurlar.


Takip kesinleştirilemediği sürece borçluya karşı haciz işlemi yapılamayacaktır. Mahkeme tarafından verilen ihtiyati haciz kararları bu konunun istisnasıdır.
#1390
İcra memuru haciz mahallinin tamamını gezebilir, kilitli/kapalı yerleri ve kasaları açtırabilir, haczi kabil mal bulabilmek için gerekli tüm araştırmaları yapabilir, gerektiğinde borçlu şahsın üzerini bile arayabilir... Konuyla ilgili İcra ve İflas Kanunu'nun 80. maddesi aynen şu şekildedir:

    HACİZ YAPAN MEMURUN SALAHİYETİ:
   
     Madde 80 - (Değişik madde: 03/07/1940 - 3890/1 md.)
   
    İcra memuru haczi kendi yapabileceği gibi yardımcı veya katiplerinden birine de yaptırabilir.
   
    Borçlu haciz sırasında malın bulunduğu yerde bulunmaz ve hemen bulundurulması mümkün olmazsa haciz, gıyabında yapılır.
   
    Talep vukuunda borçlu kilitli yerleri ve dolapları açmağa vesair eşyayı göstermeğe mecburdur. Bu yerler icabında zorla açtırılır.
   
    (Değişik fıkra: 18/02/1965 - 538/45 md.) Haczi yapan memur, borçlunun üzerinde para, kıymetli evrak, altın veya gümüş veya diğer kıymetli şeyleri sakladığını anlar ve borçlu bunları vermekten kaçınırsa, borçlunun şahsına karşı kuvvet istimal edilebilir.
#1391
ENGİN ÇEBER DAVASI SONA ERDİ: İŞKENCEDEN ÖLÜME 4 MÜEBBET

Engin Çeber'in Metris Cezaevinde ''işkence ve kötü muamele'' sonucu hayatını kaybettiği iddiasına ilişkin yargılanan kamu görevlilerinden cezaevi 2. müdürü ile 3 infaz koruma memuru, müebbet hapis cezasına çarptırıldı.

1 Haziran 2010 Salı günü saat 9.30'da Bakırköy 14. Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan karar duruşmasına, tutuklu sanıklar, olay tarihinde Metris Cezaevinde 2. Müdür olarak görev yapan Fuat Karaosmanoğlu, infaz koruma memurları Selahattin Apaydın, Sami Ergazi, Nihat Kızılkaya, Yavuz Uzun ve Murat Çise ile bazı tutuksuz sanıklar ve taraf avukatları katıldı.

Davayı karara bağlayan mahkeme heyeti, olay tarihinde Metris Cezaevinde 2. Müdür olarak görev yapan Fuat Karaosmanoğlu, infaz koruma memurları Selahattin Apaydın, Nihat Kızılkaya ve Sami Ergazi'ye, maktule karşı darp eyleminde bulunarak ''işkence sonucu ölüme neden olmak'' suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verdi. Mahkeme heyeti, duruşmalardaki iyi hallerini dikkate alarak, sanıkların cezasını müebbet hapse çevirdi.

Gözaltı sürecinde görevli polis memurları Mehmet Pek ve Abdulmuttalip Bozyel'in, zor kullanma sınırını aştıkları, yaptıkları eylemlerin insanlık onuruyla bağdaşmadığı, müştekilerin bedensel ve ruhsal yönden acı çekmesine neden oldukları kanaatine varan mahkeme heyeti, bu sanıkları, Engin Çeber, Cihan Gün ve Özgür Karakaya'ya karşı ''işkence'' suçunu işledikleri gerekçesiyle toplam 7 yıl 6'şar ay hapis cezasına çarptırdı.

Polis memuru Aliye Uçak'a, müşteki Aysu Baykal'a karşı ''işkence'' suçunu işlediği gerekçesiyle 2 yıl 6 ay hapis cezası veren mahkeme heyeti, cezaevi doktoru Yemliha Söylemez'in de ''gerçeğe aykırı belge düzenlemek'' suçundan 3 yıl 1 ay 15 gün hapisle cezalandırılmasını kararlaştırdı.

Tutuklu sanıklar infaz koruma memurları Murat Çise ve Yavuz Uzun'u, Engin Çeber, Özgür Karakaya ve Cihan Gün'e karşı ''işkence'' suçundan toplam 7 yıl 6'şar ay hapis cezasına çarptıran mahkeme heyeti, tutuklu kaldıkları süreyi göz önüne alarak bu sanıkların tahliyesine karar verdi.

Ceza infaz koruma memurları Yusuf Gayır, Cuma Kaçar, Turan Günaydın ve Muharrem Çelik'i ''görevi ihmal'' suçundan 5 ay, Başmemur Nevzat Kayım ile Öncay Bozo ve Mehmet Polat'ı ''kasten yaralama'' suçundan 5 ay, Erdoğan Coşardereli ve Nuri Atalay'ı ''görevi ihmal''den 5 ay, Yılmaz Aydoğdu'yu ''suçu bildirmemek''ten 5 ay, olay tarihinde nöbetçi komutan olan Astsubay Başçavuş Abdulkadir Öztekin'i de ''kasten yaralamak'' suçundan 5 ay hapisle cezalandıran mahkeme heyeti, tüm bu sanıklara ilişkin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kararlaştırdı. Mahkeme heyeti, 39 sanığın da beraatına karar verdi.

http://www.istanbulbarosu.org.tr/Detail.asp?CatID=1&SubCatID=1&ID=5056

Engin Çeber ölüme işte böyle gitti


AJANS HABERTÜRK MUHABİRİ SERDAR KULAKSIZ'IN ÖZEL HABERİ

Engin Çeber'in Metris Cezaevi'nde "İşkence" ve "Kötü Muamele"sonucu öldüğü iddiasına ilişkin olarak aralarında cezaevi ikinci müdürü, infaz koruma memurlarının da bulunduğu 60 kamu görevlisi hakkında açılan dava dosyasına, cezaevi kamerası tarafından kaydedilen görüntüler girdi. Görüntülerde, Engin Çeber'in cezaevine girişi, ayrı odaya alınışı, elinde cop olan görevliler, revire kaldırılışı detaylı olarak görülüyor. Soruşturmayı yürüten savcılığın, cezaevi kameralarına giren görüntülerden alınan fotoğraflar üzerinde aldığı notlar, olayın meydana geliş şeklini gözler önüne seriyor. Bakırköy 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılaması devam eden, 15 Nisan'da üçüncü duruşması yapılacak olan davada, kamera kayıtları izlenecek. Dava dosyasına giren Engin Çeber ile görüntüler tarih ve saat olarak dakika dakika dava dosyasında yer alıyor.

Dava dosyasında yer alan cezaevi görüntülerine ilk olarak Çeber'in cezaevine gelişi not düşülmüş. Kamera kayıtlarına göre tarih 29 Eylül 2008'i saat olarak da 20:58'i gösteriyor. Görüntülerin devamında ellerinde poşetleri olan Engin Çeber ve başka bir kişinin ayrı odalara alınışı da kamera kayıtlarında bulunuyor. Görüntüden alınan fotoğrafların üzerine, soruşturmayı yürüten savcılık tarafından alındığı ifade edilen detaylı notlarda, Çeber ile gözaltında bulunan diğer kişinin ayrı ayrı konuldukları odada kameranın bulunmadığı notu bulunuyor. Çeber ve diğer kişinin bulunduğu odanın önünde copla bekleyen daha sonra da içeri girdiği gözlenen görevli ile ilgili olarak da "copla çıkıp diğer tarafa giriyor" şeklinde notlar bulunuyor.

Görüntülerde, elinde cop bulunan görevliler ok işareti ile belirtiliyor. Bu görüntülerin yer aldığı kamera kayıtlarında ise tarih 29 Eylül 2008'i ve saat olarak ise 21:14 ve 21:15'i gösteriyor.  Çeber'in kamera bulunmadığı belirtilen odada 22 dakika kaldığı ve daha sonra buradan çıkarılışı da kamera görüntülerinde yer alıyor. Bu görüntünün yer aldığı bölümde saat 21:24'ü gösteriyor.

8 gün sonra 7 Ekim 2008 tarihinde ise Engin Çeber rahatsızlanıyor. Koğuşta görevliler tarafından yapılan sabah sayımı ve sonrasında koğuştan çıkış görüntülerinin de yer aldığı kayıtlarda, görevliler tarafından çağrı butonuna
basılarak çağrılan nöbetçilere hasta olduğu söyleniyor. Bu karelerin yer aldığı görüntüde tarih 07 Ekim 2008'i, saat olarak ise 08:22'yi gösteriyor. Revir görevlisi gelene kadar görevliler tarafından hastaya müdahale yapılıyor. Revirde bulunan görevlinin gelerek müdahalede bulunduğu ifade ediliyor. Engin Çeber'in daha sonra revire götürülmesi ve geri getirilmesinin de yer aldığı kayıtlarda, son olarak jandarma tarafından hastaneye sevki için bekletilişi ve dışarı çıkarılması yer alıyor.

DAVANIN GEÇMİŞİ

Sarıyer Derbent Mahallesi'nde 28 Eylül 2008 tarihinde izinsiz olarak "Yürüyüş" dergisi dağıtırken polis kurşunuyla felç kalan arkadaşları Ferhat Gerçek için yürüyüş yapan Engin Çeber ve arkadaşları gözaltına alınarak Şehit Muhsin Bodur Karakolu'na sevkedildi. İddiaya göre, Çeber ve üç arkadaşı burada ifade ve imza vermemekte direnince polislerin işkencesine maruz kaldı. Polisin iddiasına göre "orantılı güç" kullanılarak ifadeleri alınan gençler, çıkarıldıkları Sarıyer Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanarak cezaevine gönderildi. Metris Cezaevi'ne konulan Engin Çeber, dayak sonucu kaldırıldığı Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde 10 Ekim'de yaşamını yitirdi. Adli Tıp Kurumu'nun ön raporunda Çeber'in "kaba dayak olarak bilinen işkence yöntemiyle" oluşan beyin kanaması sonucunda öldüğü belirtildi. Soruşturma sonunda, 39 infaz koruma personeli, 3 müdür, 13 polis, 4 jandarma ve 1 doktor toplam 60 sanık hakkında, işkence sonucu adam öldürmek, eziyet, kasten yaralama, resmi evrakta sahtecilik, görevi kötüye kullanma ve suçu bildirmeme suçlarını işledikleri iddiasıyla dava açıldı. Sanıklar hakkında 9 yıldan müebbet varan hapis cezaları isteniyor.

ENGİN ÇEBER KİMDİR?

Çeber ailesi 1965 yılında Bingöl'den İstanbul'a göç etti. İşçi olan baba Ali Çeber'in 4 çocuğundan biri olan Engin Çeber, 5 Mayıs 1979 yılında Kadıköy'de doğdu. Ortaokulu bitirdikten sonra okumayı bıraktı. Tekstil fabrikalarında işçilik yaptı.

Bir süre Gebze Temel Haklar ve Özgürlükler Derneği Başkanlığı yaptı. İlk olarak 2004'te gözaltına alınıp tutuklandı. 3 Ay tutuklu kaldı. 07 Aralık 2006'da yeniden gözaltına alınarak tutuklandı. Yargılandığı davadan 2 Eylül'de tahliye edildi.

http://www.haberturk.com/gundem/haber/140527-kare-kare-iskenceyle-olum
#1392
Yargıtay 1. Ceza Dairesi, bir kavga sırasında elini beline atarak küfür eden kişiyi öldüren sanığın meşru müdafaadan yararlanarak hiç ceza almamasına karar verdi.

Daire, yerel mahkemenin sanığı "haksız tahrik" hükümlerine uygulayarak 18 yıla mahkum eden kararını bozdu. Gebze'de bir kahvehanede çıkan olayda, kahvehane sahibi, bir kişiyi ateş ederek öldürdü. Gebze Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanan kahvehane sahibi, olay günü maktulün telefonla kendisini tehdit ettiğini, sonra da üzerinde tabanca ve bıçak olacak şekilde kahveye gelip küfür ettiğini, elini beline atarak üzerine yürümesi üzerine, silahla ateş ederek öldürdüğünü söyledi.

Mahkeme de sanığı önce "İnsan öldürme" suçundan müebbet hapse mahkum etti, ancak daha sonra haksız tahrik altında suçun işlendiği gerekçesiyle cezayı 18 yıl hapse çevirdi. Sanığın kararı temyiz etmesi üzerine dosya Yargıtay 1. Ceza Dairesi'nce incelendi.

Kararda, maktülün "adam öldürme, hırsızlık gibi suçlardan sabıkalı" olduğuna dikkat çekerek "Sanığın işlettiği kahveye arkadaşları ile birlikte gelerek içtiği çayların ücretini ödemediği, sürekli sanığı tehdit ettiği, olaydan önce sanığın yeğeni olan Erdoğan'ı dövdüğü, olay günü yine üzerinde tabanca ve bıçak olacak şekilde sanığı telefonu ile tehdit ederek oturduğu kahveye gelip küfür etmesi ve elini beline atarak sanığın üzerine yürümesi üzerine, sanığın muhtemel tecavüzü defetmek için maktule silahla ateş ederek öldürdüğü" belirtildi.

Kararda sanığın muhtemel tecavüzü defetmek için ateş ederek maktulü öldürdüğü belirtilerek yasal savunma hükümlerinin uygulanması gerekirken haksız tahrik hükümlerinin uygulanmasının isabetsiz olduğu kaydedildi. Daire bu nedenle sanığa beraat kararı verilmesi gerektiği gerekçesiyle kararı bozdu.

http://www.haber7.com/haber/20100621/Elini-beline-atani-oldurdu-serbest-kaldi.php
#1393
Terör örgütü PKK'nın ''Kürdistan Topluluklar Birliği/Türkiye Meclisi (KCK/TM) Yapılanması''na yönelik yürütülen soruşturma kapsamında hazırlanan iddianame, Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edildi.

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan ve bir süre önce 6. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilen 7 bin 578 sayfalık iddianamenin mahkemece incelemesi tamamlandı. İnceleme sonucu 6. Ağır Ceza Mahkemesi iddianameyi kabul etti.

İddianamede, 103'ü tutuklu, 151 şüpheli hakkında, TCK'nın ''Devletin birliğini ve bütünlüğünü bozmak', ''Terör örgütü üyesi ve yöneticisi olmak'', ''Terör örgütüne yardım ve yataklık etmek'' suçlarından 15 ile ağırlaştırılmış müebbet arasında değişen hapis cezası isteniyor.

Hakkında yakalama kararı bulunan terör örgütü PKK'nın sözde Avrupa sorumlusu Sabri Ok'un ilk şüpheli olarak yer aldığı iddianamede, kapatılan Demokratik Toplum Partisi'nin (DTP) 28 yöneticisi ve Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir'in de aralarında bulunduğu 12 belediye başkanı, 2 İl Genel Meclisi Başkanı ile 2 belediye meclis üyesi de şüpheliler arasında bulunuyor.

26'sı kadın olan 103 tutuklu arasında Batman Belediye Başkanı Nejdet Atalay, Diyarbakır'ın Kayapınar Belediye Başkanı Zülküf Karatekin, Şırnak'ın Cizre Belediye Başkanı Aydın Budak, Şanlıurfa'nın Suruç Belediye Başkanı Ethem Şahin ve Viranşehir Belediye Başkanı Leyla Güven, Mardin'in Kızıltepe Belediye Başkanı Ferhan Türk'ün yanı sıra kapatılan DTP'nin eski genel başkan yardımcıları Kamuran Yüksek, Bayram Altun ile Selma Irmak, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi eski Başkan Vekili Ali Şimşek, İHD Genel Başkan Yardımcısı ve Diyarbakır Şube Başkanı Muharrem Erbey, kapatılan DEP'in eski milletvekili ve Demokratik Toplum Kongresi eşbaşkanı Hatip Dicle, Dicle eski Belediye Başkanı Abdullah Akengin, Batman eski Belediye Başkanı Hüseyin Kalkan, Viranşehir eski Belediye Başkanı Emrullah Cin, Ergani eski Belediye Başkanı Nadir Bingöl, DİSKİ Genel Müdürü Yaşar Sarı, Ramazan Dede ve Abbas Çelik de yer alıyor.

Yargılamaya önümüzdeki günlerde başlanacak. AA

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=997091&title=151-sanikli-kck-iddianamesi-kabul-edildi
#1394
[Yorum - Gökhan Bacık] Cumhurbaşkanı 104. maddeyi çalıştırmalı! 

367 kararını bir başlangıç merkezi kabul edersek Anayasa Mahkemesi, yakın zaman içinde adım adım kendisini mutlak, aldığı kararlar yanlış ve usule aykırı bile olsa sorgulanamaz bir konuma getirmiştir.

Aslında olup biteni daha basit ifade etmek yerinde olacaktır: Demokratikleşmeye, normalleşmeye direnen statüko, mahkeme üzerinden keyfi ve sınırsız yorum yoluyla savunma yapmaktadır. Mahkeme, "benim kararlarım ne olursa olsun herkesi bağlar" diyerek her türlü sonsuz ve sınırsız yorum ile siyasi kararlar almaktadır. Bir bakıma fiilen Anayasa Mahkemesi hiçbir yasal ve anayasal kuralı tanımaz halde kendisine namütenahi bir hareket ve yetki alanı yaratmıştır. Bu şu anlama geliyor: Mahkeme, artık istediği konuda istediği biçimde karar alır. Demokratik yollardan ümidini kesen sivil uzantılar ise Anayasa Mahkemesi'nin siyasal sistemin bütününün en üstünde bir yerde olduğunu iddia etmektedirler. Bu görüşe göre Anayasa Mahkemesi sistemin en üstünde her şeyi kontrol etmeye muktedir bir kurumdur.

Ancak iki temel soru ile Türkiye karşı karşıyadır: 1. Anayasa Mahkemesi, bütün sistemin üstünde midir? 2. Anayasa Mahkemesi anayasal düzene ve uyuma aykırı eylemde bulunursa ne yapılmalıdır?

İlk olarak hemen belirtmek gerekiyor ki Anayasa Mahkemesi, Türk idari ve siyasal sisteminin en üstünde bir yerde değildir. Anayasa, mahkemeye ancak yasamanın anayasaya uygunluk denetimini yapmasına izin verir. Dolayısıyla bazılarının iddia ettiği gibi Anayasa Mahkemesi, bütün düzenden, siyasal sistemden sorumlu değildir. Mahkeme ancak usulüne uygun olarak yasama faaliyetlerini usul ve içerik açısından denetler. Mahkemenin bütün sistemin işleyişine nazır bir yerde olduğunu iddia etmek mümkün değildir.

Peki Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na göre bütün sistemin üstünde olan ve bütün 'devlet organlarının' işleyişini gözetmekle yükümlü kurum kimdir? TC Anayasası'nın 104. maddesi bu yetkiyi ve konumu açıkça cumhurbaşkanına vermiştir. İlgili madde, cumhurbaşkanına ithafen şöyle demektedir: 'Anayasa'nın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.' Bu madde açıkça anayasanın uygulanmasını, devlet organlarının uyumlu ve düzenli çalışmasını gözetmek yetkisini cumhurbaşkanına vermektedir. Yani Anayasa Mahkemesi de dahil bütün kurumların üstünde olarak onları uyum ve düzen açısından gözetebilecek kişi cumhurbaşkanıdır.

Asıl önemli olan Anayasa'nın 104. maddesi bize yukarıdaki ikinci soru hakkında da cevap vermektedir. Anayasa'nın bu maddesine göre cumhurbaşkanı 'devlet organlarının' anayasal düzen ve uyuma göre işlemesini gözetir. Devlet organları içinde Anayasa Mahkemesi de bulunmaktadır. Açık ifade edersek Anayasa Mahkemesi'nin anayasal düzen ve uyum içinde işlemesini gözetmek hakkına cumhurbaşkanı sahiptir. Burada üzerinde durulması gereken iki kavram 'düzen ve uyum' olmalıdır. 'Uyum' devlet organlarının birbirinin yetki alanına girmeden Anayasa'nın emrettiği biçimde iş görmesidir. Mesela Anayasa Mahkemesi kendini yasa koyucu yerine koyamaz. Yaparsa bu, anayasal uyumu ihlal anlamına gelir. 'Düzen' ise her bir devlet organının işleyişini Anayasa'nın belirttiği biçimde yapmasıdır. Mesela yine Anayasa Mahkemesi anayasa değişikliklerinin içeriğine bakmaya kalkarsa Anayasa'nın belirttiği düzeni ihlal eder.

104. maddeden Anayasa Mahkemesi'ne yönelik pratik çıkacak sonuç şudur: Eğer Anayasa Mahkemesi, sıradan bir devlet organı olarak, eğer Anayasa'nın belirlediği düzen ve uyuma göre işlev görmese cumhurbaşkanına anayasal bir görev doğmaktadır. Sorunu daha açık ifade edelim: Eğer Anayasa Mahkemesi, Anayasa'ya aykırı faaliyette bulunursa, mesela yetkisi olmadığı halde anayasa değişikliğini içerik açısından bozarsa, cumhurbaşkanı 104. maddeden kaynaklanan yetki ile müdahil olmalıdır.

104. madde açıkça cumhurbaşkanına devlet organlarının anayasal düzen ve uyuma göre çalışıp çalışmadığını gözetme yetkisi vermiştir. Böyle bir gözetme yetkisini cumhurbaşkanına verip ona takdir yetkisi vermemiş olmak mantıksız olacağına göre cumhurbaşkanı re'sen devlet organlarının anayasal düzen ve uyuma göre çalışıp çalışmadığına karar verecektir. Zaten Türk Anayasası'na göre cumhurbaşkanı kanunda belirtilmeyen yetkileri re'sen kullanılır. Ayrıca yine Anayasa'ya göre cumhurbaşkanının re'sen kullandığı yetkiler yargısal yolla denetlenemez. Bir kimseye 'anayasa uygulamak, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetmek' yetkisini verip takdir yetkisi verilmediğini düşünmek hukuk mantığı açısından tutarlı bir yaklaşım değildir.

Anayasa'nın 7. maddesi 'Yasama yetkisi Türk milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi'nindir. Bu yetki devredilemez' demektedir. Ancak Anayasa Mahkemesi, geçen süreç içinde adım adım bu yetkiye kendini ortak ilan etmiştir. Fiilen Anayasa Mahkemesi pek çok diğer maddenin yanında temel olarak Anayasa'nın 7. maddesini ihlal etmektedir. Bu süreç bütün Türk siyasal sistemi açısından bir tür kaosa yol açabilir. En kötüsü, bu süreç TBMM'nin yetkisiz ve işe yaramaz bir kuruma dönüşmesine meydan verebilir. Meclis'in yasama yetkisine mahkeme yoluyla ortak olmak bir tür 'sürekli darbe' durumu doğuracaktır. Bilindiği gibi Anayasa Mahkemesi Raportörü Osman Can, yerinde ve haklı olarak, bu sürecin muhtemel zararlarına işaret ederek Meclis'in direnme hakkından bir yöntem olarak bahsetmiştir. Ancak Meclis'in direnmesi fiilen salt AK Parti direnişi olarak yorumlanacaktır. Böyle bir direnişe MHP dahil başka bir partinin katılması mümkün görünmemektedir. Halbuki Anayasa bu konuda genel de olsa bir düzenleme öngörmektedir. Eğer Anayasa Mahkemesi yerleşik usul ve kanunları ihlal ederse görev cumhurbaşkanına düşmektedir. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 104. maddenin kendisine verdiği yetkiye dayanarak olası bir ihlal durumunda bunu en azından kamuoyuna ilan etmelidir! 104. maddeye dayanarak Cumhurbaşkanı, Anayasa'nın uygulanmasına sahip çıkmalıdır. Eğer Mahkeme, Anayasa'nın belirlediği düzen ve uyuma aykırı iş yaparsa bunu tespit etmelidir.

Gökhan Bacık - Zirve Üniversitesi
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=997234&title=yorum-gokhan-bacik-cumhurbaskani-104-maddeyi-calistirmali
#1395
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Kanal D televizyon kanalı aleyhinde açtığı davada 10 bin TL manevi tazminat kazandı.

Ankara 18. Asliye Hukuk Mahkemesindeki karar duruşmasına Haşim Kılıç'ın avukatı Ali Özkaya ile Kanal D'nin avukatı Seçil Özdikmenli katıldı.

Avukat Özkaya, daha önceki beyanlarını tekrarlayarak, davanın kabul edilmesini talep etti.

Avukat Özdikmenli ise yapılan yayının Haşim Kılıç'ın kişilik haklarına saldırı niteliğinde olmadığını, davacı tarafın olmayan bazı şeyleri ortaya atarak mahkemeyi yanılttığını ileri sürdü.

Yargıç Kayhan Duran, davayı kısmen kabul ederek, Kanal D'nin, Haşim Kılıç'a yasal faiziyle birlikte 10 bin TL manevi tazminat ödemesine karar verdi.

Davanın dilekçesinde, Kanal D'nin ana haber bülteninde 6 Ocak 2009 tarihinde yayınlanan haberde Kılıç'la ilgili olarak ''AK Parti'nin kapatma davasının kararının verildiği 30 Temmuz 2008 tarihinden 12 gün önce AK Partili Ankara Büyükşehir Belediyesine ait 6 bin metrekare miktarlı ve 6 milyon TL değerindeki taşınmazın 2 milyon TL değerindeki bina ile takas edilerek damadına ve damadının ortağına menfaat sağlandığı ve bunun karşılığında AK Parti kapatma davasında olumlu oy verdiği iddia ve imalarının'' olduğu ileri sürülmüştü.

Söz konusu haberde gerçek dışı ifadelere yer verilerek Kılıç'ın kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddia edilen dilekçede, Kanal D televizyon kanalından yayın tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte 50 bin TL manevi tazminat istenmişti. AA

http://www.haber7.com/haber/20100619/Kanal-D-Hasim-Kilica-tazminat-odeyecek.php
#1396


İzmir'de çalıştığı işyerinde 4 parmağını kaybeden işçiye 5 bin lira tazminat ödenmesine hükmedildi.

Veysel Çiçek, 2004 yılında çalıştığı plastik firmasında iş kazası geçirdi. 4 parmağı kesilen işçinin, ayak başparmağı eline dikildi. Hastane masrafları işyeri sahipleri tarafından karşılandı. Çiçek'in Adli Tıp Kurumu raporuna göre yüzde 43 oranında iş göremez olduğu belirlendi.

Veysel Çiçek, 2006'da işyeri sahipleri hakkında İzmir 9. İş Mahkemesi'nde 40 bin lira manevi, bin lira da maddi tazminat istemiyle dava açtı. Bilirkişi raporuyla işverenin kazanın oluşumunda yüzde 50 oranında kusurlu olduğu tespit edildi. Yargılama sonunda mahkeme, işverenin Çiçek'e 5 bin lira tazminat ödenmesine hükmetti. Çiçek'in avukatı Uluğ İlve Yücesoy, kararı temyiz ettiklerini belirterek, Çiçek'in açlık sınırının altında bir yaşama mahkûm edildiğini savundu. Yücesoy, "Müvekkilim yaşamını nasıl devam ettirebilir? Adli Tıp raporuna göre yüzde 43 oranında iş göremez denilen kişi iş de bulamaz. İnsanlık onuruyla bağdaşmayan bu tazminat tutarını kabul etmemiz mümkün değildir.'' dedi. AA

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=997150&title=4-parmagin-bedeli-5-bin-lira-tazminat
#1397
Dünyanın en büyük video paylaşım sitesi Youtube'a yasak çeşitli yönetmelerle deliniyordu. Ancak son olarak mahkeme siteyle bağlantılı 44 IP adresine de erişim yasağı getirdi.

Ankara 1. Sulh Ceza Mahkemesi, ''Youtube'' internet sitesiyle bağlantılı 44 IP adresine erişimin engellenmesine karar verdi.

Edinilen bilgiye göre, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Suçları Soruşturma Bürosu'nda görevli Cumhuriyet Savcısı Kürşat Kayral, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığına (TİB) başvurarak, ''Youtube'' internet sitesine erişimi sağlayan yeni IP adresleri olup olmadığını sordu.

TİB, Cumhuriyet Savcısı Kayral'a gönderdiği cevapta, erişimi sağlayan 44 yeni IP adresinin tespit edildiğini belirtti.

Bunun üzerine Kayral, Ankara 1. Sulh Ceza Mahkemesi'ne başvurarak, 44 yeni IP adresine erişimin engellenmesi istemiyle ek karar çıkartılmasını talep etti.

Mahkeme, talebi yerinde görerek, ''Youtube'' internet sitesine ait olduğu tespit edilen 44 yeni IP adresine erişimin engellenmesine karar verdi.

AA
http://www.haber7.com/haber/20100617/Youtubea-erisim-tamamen-engellendi.php
#1398
İyi günler. Babanıza karşı bir icra takibi yapıldıysa veya dava açıldıysa muhtemelen on yıllık zamanaşımı süresi de geçmemiştir. Dolayısıyla vefat eden kişinin ödemediği borcu için ilgili kurumun (yasal süre içinde mirası reddetmemiş olan) tüm mirasçılara karşı icra takibi yapması da mümkün olacaktır. Bununla birlikte, ödeme emrini tebliğ aldığınız tarihten itibaren yedi günlük yasal süre içinde ilgili icra dairesine dosya numarasını da belirterek yazılı olarak zamanaşımı itirazında da bulunabilirsiniz. On yıllık süre geçmemişse, ilgili kurumun açacağı itirazın iptali davası aleyhinize neticelecek ve bu durumda ödemeniz gereken borca yargılama masrafları ve mahkemenin ilgili kurum lehine hükmedeceği vekalet ücreti de eklenecektir. Karar sizin.
#1399
İyi geceler. Mehir sözleşmeleri hukuken geçerli bir sözleşmedir. Aşağıda konuyla ilgili bir Yargıtay Kararı bulunuyor:

T.C.
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi
E:2009/4577
K:2009/6090
T:27.05.2009

Tenkis
Bağışlama
818 s. Yasa m. 110,238
4721 s. Yasa m. 560,561

Taraflar arasında görülen davada;
Davacılar, miras bırakanları Ahmet'in 33 nolu parseldeki payını davalıya bağış suretiyle temlik ettiğini, işlemin saklı paylarını zedelemek amacıyla yapıldığını ileri sürerek saklı paylan oranında tenkise karar verilmesini istemişlerdir.
Davalı, taşınmazın evlilik hediyesi olarak verildiğini, tenkise tabi olmadığını belirtip, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, iddiaların sabit olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davalı vekilince süresinde temyiz edilmiş olmakla, tetkik hakiminin raporu okundu. Düşüncesi alındı. Dosya incelendi. Gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, tenkis isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; miras bırakan Ahmet'in 33 parsel sayılı taşınmazdaki payının intifa hakkını üzerinde bırakarak çıplak mülkiyetini 27.09.1995 tarihli resmi senetle davalı eşine bağış yolu ile temlik ettiği, murisin 07.12.2004 tarihinde öldüğü anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, miras bırakanın ölümünden önceki bir yıl içinde adet üzere olan hediyeler dışında yapmış olduğu bağışlamalar mutlak olarak tenkise tabidir. Buna karşılık ölümünden önceki 1 yıl dışında yapılan bağışlamalarda saklı pay kuraliannı zedeleme kastı ile hareket edilip edilmediğinin açıklığa kavuşturulması zorunludur.
Somut olayda, miras bırakanın çekişmeli payı davalıya mehir olarak verdiği, 29.11.1989 tarihli mehir senedi başlığı altında imzalanmış adi yazılı sözleşme ve davalı tanıklarının ifadeleri ile belirlenmiştir. Bilindiği üzere mehr, kocanın evlenme sözleşmesi anında ya da devamı sırasında bazen de sona ermesi halinde kadına belirli bir mal, para veya ekonomik değeri olan bir şeyi armağan etmesidir.
Medeni Kanun, evlenme sözleşmesi sırasında kan kocadan birinin diğerine bir mal veya para vermesini ya da vermeyi vaad edip bir süre ertelemesini yasaklamamıştır. Bu nedenle, eski hükümlere göre kurulmuş mehr, Medeni Kanun tarafından yasaklanmış bir hukuki ilişki olarak kabul edilemez (02.12.1959 günlü, 14/30 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı gerekçesi). Mehr sözleşmeleri bugün için de geçerlidir (Örnek: Yargıtay İkinci Hukuk Dairesi'nin 25.10.1965 günlü, 4557/5028 sayılı kararı).

Mehri müeccel, ileriye (evliliğin boşanma ya da ölümle son bulunması haline kadar) yönelik bir bağışlama vaadidir. Koca dışında üçüncü bir kişinin de bağışlama vaadi geçerlidir. Ancak, bu durum, Borçlar Kanunu'nun 110. maddesinde yazılı üçüncü kişi yararına borç altına girme olmayıp, Borçlar Kanunu'nun 238. maddesinde düzenlenmiş bağışlama vaadidir. Bağışlama vaadinin geçerliliği, yazılı olma koşuluna bağlıdır (BK m. 238/1) (4. HD 18.02.1985 - 1984/9153 E., 1985/1223 K., YKD 1985 Sayı, sh. 802). Bu durumda ve değinilen ilkeler çerçevesinde tespit edilen olgular birlikte değerlendirildiğinde, murisin diğer mirasçıların saklı payını zedeleme kastı ile hareket ettiğini söyleyebilme olanağı yoktur.
Hal böyle olunca, tenkis koşullarının oluşmadığı gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması doğru değildir.
Davalının temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle HUMK'nın 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA), alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 27.05.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
#1400
Ünlü İsrailli eylemci Tali Fahima, Mavi Marmara gemisinde bulunan Şeyh Read Salah'la görüştükten sonra İslamiyet'i seçtiğini ilan etti. Yardım gemisinde olan İngiliz vatandaşı Peter Venner de, yaşanan katliamdan sonra Müslüman oldu. Bu acımasız dünyada zulme ve adaletsizliğe karşı neredeyse tek itiraz İslamiyet'ten geldiği için dünyanın her tarafında mazlumlar bu dini seçiyor.

İHH'nın Gazze ambargosunu delme girişimi Türkiye'de ise bazılarını "Ben İslamiyet'ten çıkıyorum" deme noktasına getirdi. Bazıları İslami kimliği olan bir kuruluşun böylesine büyük bir organizasyonu gerçekleştirmesini neredeyse suç sayıyorlar, İsrail'in 9 gönüllüyü şehit etmesinden onlara göre İHH sorumlu. Öne sürdükleri gerekçeler şunlar: "Tekbirler, namazlar, kelime-i tevhid yazılı bayraklar... Bunların maksadı yardım değil, propaganda, bunlar Hamas'ı aklıyor." Sorumlu bir Müslüman alime yaraşır biçimde olayı değerlendiren Hayrettin Karaman Hoca yazısında "Hamas'ın topraklarını savunan ve seçimle başa gelen meşru bir örgüt olduğunu" belirttikten sonra, bu gülünç gerekçeleri öne sürenlerin asıl maksatlarının "İslamiyet'e muhalefet" olduğunu söylüyor. (Yeni Şafak, 10 Haziran 2010)

"İslamiyet'e muhalefet" saikiyle hareket edenler olduğu gibi, İsrail'in AK Parti'yi devirmek için geliştirdiği plan çerçevesinde hareket edenler de var. Bunlar basılan düğmeye göre faaliyete geçmiş bulunuyorlar. 1948'den, ama özellikle 6 gün savaşından beri "içimizde İsrailliler" var. Anlaşılan yeni plana göre önce İHH'yı "terörist veya terörizmle ilişkili örgüt" ilan ettirmek, sonra işin içine AK Parti'yi katmak istiyorlar. Nitekim Avrupa'daki ulusal Yahudi kuruluşları üst örgütü Avrupa Yahudi Kongresi (AYK), İHH'nın terör örgütleri listesine dahil edilmesini ve mal varlıklarına el konulmasını AB'den resmen istemiş bulunuyor. 18 yıldır sayısız ülkede hayır faaliyetleri yürüten İHH, Yahudi Örgütü başkanı Moshe Kantor'a göre "terörist Hamas'ın yan kuruluşu."

İHH bir "örgüt" değil, şemsiye kuruluş. Bu hayır şemsiyesinin altında onlarca İslami kuruluş, vakıf, organizasyon ve cemaatin katkıları var. İslami bir kimliğe sahip olduğu ortada. Zaten yüksek miktarlarda ve sürekliliği olan hayır ve yardım faaliyetlerini dünyada genellikle dindarlar yapar. Bunu da dinlerinden aldıkları referanslarla ve Allah'tan sevap umarak yaparlar.

"İçimizdeki İsrailliler"in başlattığı "İslami yardım-insani yardım" polemiğinin bir değeri yoktur. İslami yardım, tabiatı ve mahiyeti gereği insani yardımdır. Bir Müslüman tabii ki öncelikle ihtiyaç ve zaruret içindeki din kardeşinin yardımına koşar. Hz. Peygamber (sas), "Müslümanlar yekvücut gibidirler. Bir yerine diken batsa bütün vücut acısını hisseder." buyurur. Müslüman, dinî vecibesi gereği Müslümanların derdiyle dertlenir, acılarına katılır. Müslüman, yerine göre gayrimüslime de yardım eder, imdadına yetişir. Mazlumder'in kuruluş sloganı şudur: "Mazluma dini sorulmaz." Nitekim İHH birçok ülkede -Katrina kasırgası faciasında ABD'de bile- gayrimüslimlere yardım ulaştırmaktadır.

İHH gönüllüleri öylesine alicenap Müslümanlar ki, kardeşlerini şehit eden İsrailli katil-komandonun yarasını tedavi etmişlerdir. Uluslararası sularda insan öldüren haydut devlet -"İsrail bu, yapar" diye- tolere ediliyor da onları öldürmeye gelenleri koruyup yaralarını tedavi eden İHH gönüllüleri "suçlu" oluyor, öyle mi? Suç aletleri pet şişeler mi olacak?

İHH veya başka İslami kuruluşların ne İslami kimliklerini gizlemeye ne başkalarının mutlak manada katkılarına ve yardımlarına ihtiyaçları var. Kimsenin şehitliği sorgulama haddi değildir. Kim hangi inançta ise, istediği yere gider yardım ulaştırır. Herkes kendi şakilesine göre hareket eder. Kaldı ki yardım gemisine katılanların da İHH'nın İslami kimliğinden rahatsız olduklarını duymadım.

İHH'nın hedef tahtasına yerleştirilmesi İsrail'in içimizdeki İsraillilerle eşgüdüm halinde başlattığı kampanyanın bir parçasıdır. Amaç, önce İHH, sonra AK Parti'yi bertaraf etmektir.

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=995075