Haberler:

Hukuk Forumumuza Hoşgeldiniz

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - Avukat

#1401
Amerikalı jeologlar ve Pentagon ekiplerinin Afganistan'da, ülkeyi dünyanın en karlı madencilik merkezi haline getirebilecek büyük bir maden zenginliği keşfettikleri bildirildi.

New York Times'ın haberine göre, Amerikalılar Afganistan'da aralarında demir, bakır, altın, kobalt ile lityum gibi kritik sanayi metallerinin bulunduğu yaklaşık 1 trilyon dolar değerinde maden kaynağı keşfettiler.

Gazetenin haberinde, bir Pentagon iç yazışmasında, Afganistan'ın "Lityumun Suudi Arabistan'ı" olabileceği ifadesinin yer aldığı belirtiliyor. Lityum, dizüstü bilgisayar ve cep telefonlarının pillerinde kullanılıyor.

Haberde, ABD Jeolojik Araştırmalar kurumunun Afganistan'ın maden kaynaklarını 2006'da havadan araştırmaya başladığı bildirildi. Amerikalılar bu araştırmalarında, Afganistan'ın Sovyetlerin işgali sırasında Sovyet uzmanlarca toplanmış verilerden yararlandılar.

Geçen sene de bir Pentagon görev gücü Afganistan'a gelerek jeologların bulgularını inceledi. Amerikalı maden uzmanları da araştırmayı değerlendirirken, Afgan yetkililerine konuyla ilgili bilgi verildi.

ABD Merkez Kuvvetler Komutanı General David Petraeus, "Burada şaşırtıcı bir potansiyel var. Kuşkusuz birçok belirsizlik var, ancak bunun potansiyel olarak çok çok önemli olduğunu düşünüyorum" dedi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=995265&title=iste-afganistandaki-savasin-gercek-nedeni
#1402
Hollandalı Prof. Tijn Kortmann, Avrupa'da anayasa alanında en yetkili isimlerden biri. AB üyesi 27 ülkenin anayasalarını inceleyip 'Avrupa Birliği'nde Anayasa Hukuku' adıyla kitaplaştırdı.

Devletler hukuku konusunda Hollanda'da bir fenomen. 2005'te 'Avrupa Anayasası Referandum Komisyonu'nun başkanlığını yaptı. 2009'dan beri Hollanda Anayasa Komisyonu üyeliğini yürütüyor. Türkiye'deki gelişmeleri de yakından takip eden Kortmann, referanduma sunulan anayasa değişikliğiyle ilgili süreci Avrupa normları açısından değerlendirdi. Yüksek Mahkeme'nin referanduma götürülen bir değişikliğe müdahale etmesini doğru bulmuyor. "Mahkemenin parlamento süreci ile referandum süreci arasında karar verdiğini daha önce ne duydum ne de buna benzer bir örnek hatırlıyorum." diyor. Benzer bir referandum sürecinin Fransa'da da gündeme geldiğini hatırlatan Kortmann, bu ülkedeki Anayasa Mahkemesi'nin yetkisizlik kararı verdiğinin altını çiziyor.

--------------------------------------------------------------------------------

'AB ANAYASA HUKUKU' KİTABINI YAZAN PROF. KORTMANN'DAN ZAMAN'A ÖNEMLİ AÇIKLAMALAR:
Mahkemenin Meclis'le referandum süreci arasında karar alması görülmüş şey değil.
Bir yargıç kurulu siyasî konularda hüküm verirse yasamanın yerine geçmiş olur. Bu çok ürkütücü.
Benzer tartışma Fransa'da oldu. Mahkeme 'yetkisizlik' kararı verdi.
Reformun hayata geçmesi, Türkiye'nin demokrasi ve hukuk devletine yöneldiğini gösterecek.

--------------------------------------------------------------------------------

Anayasal alanda neler olacağına, üç-beş hâkimin bir araya gelerek karar veremeyeceğine işaret eden Avrupalı hukukçu, "Bunu, temsil keyfiyeti olan meclis yapar. Aksi durum, sürekli hale gelirse siyaset, orada dur bakalım der ve mahkemeyi Hollandaca tabiriyle yerine oturtur." uyarısında bulunuyor. Kortmann, bir yargıç kurulunun hukuki değil de siyasi konular hakkında karar vermesini ise çok ürkütücü buluyor: "Çünkü o zaman hâkim yasamanın yerine geçmiş olur."

"Avrupa Anayasası ve Avrupa ülkeleri anayasası" alanında en yetkili isimlerden Kortmann, Türkiye'deki anayasa değişikliği ve referandum süreci konusunda Zaman'a önemli açıklamalar yaptı. Kortmann'a göre anayasa değişikliği teklifi, mevcut Anayasa'ya göre birçok alanda daha modern daha demokratik ve hukuk devletine daha uygun bir metin. Paketteki Anayasa Mahkemesi'nin teşekkülü, devlet ve askeriyenin birtakım alanlarda geri çekilmesi gibi konuların çok önemli olduğunu kaydediyor.

Ancak Kortmann, referanduma sunulan teklifin Mahkeme tarafından incelenmesini anlayamadığını belirtiyor. Anayasa Mahkemesi'nin Parlamento süreci ile referandum süreci arasında bir karar verdiğini daha önce duymadığını aktaran Hollanda Devleti Anayasa Komisyonu Üyesi, "Mahkeme, teklifi anayasaya aykırı bulursa referandum devam edebilir mi? Bu safhada Anayasa Mahkemesi'ne gidilmesi bana göre halkın bu konuda fikrini beyan etmesini engellemek için yapılmış bir oyun gibi geliyor. Anayasa'da, anayasa değişikliği teklifinin 367'den az oy alması durumunda bu teklifin halkın oylamasına sunulacağı belirtilmişse Parlamento ile referandum arasındaki bu süreçte Anayasa Mahkemesi bu olaya karışamaz. Çünkü diğer türlü, alternatif bir yasama süreci meydana getirmiş oluyorsunuz." ifadelerini kullanıyor.

Prof. Dr. Tijn Kortmann, referandumda kabul edilen bir anayasa değişikliği hakkında Anayasa Mahkemesi'nin yetkisini ise şöyle değerlendiriyor: "Bence bu aşamada da yetkisi yoktur. Nitekim hakimiyet kayıtsız şartsız milletin. Hal böyle olunca Anayasa Mahkemesi, milletin sözünün üstüne söz söyleyemez. Aynı örnek Fransa'da meydana geldiğinde Fransız Mahkemesi geri adım atmıştı. Olması gereken de bu zaten. İrlanda, Polonya ve birçok yeni Avrupa Birliği ülkesinde, referandum bağlayıcıdır."

ANAYASA MAHKEMESİ, YETKİLERİNİ GENİŞ YORUMLAMAMALI

Kortmann, Batı Avrupa'da yaygın olan doktrine göre Anayasa Mahkemeleri'nin yetkilerini kesinlikle geniş yorumlamaması uyarısında bulunuyor. Siyasi erkin Yüksek Mahkeme'nin bir daha böyle bir karar vermemesi için anayasa değişikliğine gidebileceğine işaret ediyor. Anayasa'daki değiştirilemez maddeleri şekil bakımından değil de geniş yorumlayarak esastan görüşmesi halinde yasamanın Anayasa Mahkemesi'nin hükmü altına gireceğini dile getiren Kortmann, şöyle devam ediyor: "Bu kesinlikle kabul edilemez. Anayasa Mahkemesi, anayasa yapıcı tarafından meydana getirilmiştir, Anayasa Mahkemesi'nin Anayasa'ya, dolayısıyla anayasa yapıcıya tabi olması gerekir."

Prof. Dr. Tijn Kortmann, Fransa'da yaşanan bir olayı şu şekilde aktarıyor: "Fransa'da bu durum meydana geldiğinde Yüksek Mahkeme, anayasa değişikliği hakkında karar vermekten kaçınmıştır ve demiştir ki: 'Ben anayasa yapıcı değil, anayasa sayesinde meydana gelmiş bir kurumum. Bu nedenle bu konuda karar verme yetkim yoktur.' 9 veya 10 kişiden oluşan bir yargıç kurulunun hukuki değil de siyasi konular hakkında karar vermesi çok ürkütücü; çünkü o zaman hâkim yasamanın yerine geçmiş oluyor. Özellikle laiklik gibi hassas konularda anayasa yapıcının son sözü söylemesi gerekir ve Anayasa Mahkemesi'nin de buna tabi olması gerekir."

Prof. Dr. Kortmann kimdir?

1981'den 2009'a kadar Nijmegen Radboud Üniversitesi'nde doçentlik yapan Tijn Kortmann, 2005 yılında Avrupa Anayasası ile ilgili kurulan referandum komisyonunun başkanlığını yürüttü. 2009'dan beri Hollanda Devleti Anayasa Komisyonu üyeliğini yürütüyor. Tijn Kortmann; Hollanda Antilleri, Belçika, Almanya, Fransa, Lüksemburg, Rusya ve ABD'de ders verdi. 1997'da anayasa alanındaki çalışmaları nedeniyle Hollanda Anayasası'nın mimarı olan Thorbecke'nin adını taşıyan bir ödül aldı.

ADEM KOTAN-HOLLANDA, NIJMEGEN
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=995114&title=mahkeme-referandum-surecine-mudahale-edemez&haberSayfa=0
#1403
Anayasa Mahkemesi yok sayılabilir!

Anayasa Mahkemesi eski raportörü Osman Can, mahkemenin Anayasa paketinin bazı maddelerini iptal etmesinin yok hükmünde olacağını söyledi: Bu durumda hükümet paketi referanduma sunmalı.

CHP'nin başvurusu üzerine Anayasa Değişikliği Paketi'ni incelemeye alan Anayasa Mahkemesi'nin, paketin yargı ile ilgili bazı maddelerini iptal edebileceği ve referanduma bu maddeler dışında kalan bir metnin sunulacağı tartışmalarına son noktayı Osman Can koydu. Hukuksuzca alınan bir kararın üzerine ikinci kez hukuksuz bir karar alınamayacağını belirten Can,Taraf'a yaptığı değerlendirmede "Yüksek Mahkeme'nin Anayasa Değişikliği Paketi'ndeki bazı maddeleri iptal etmesi halinde bu kararı yok hükmünde olacaktır. Hükümet, söz konusu maddelerin iptal edilmesi halinde, bu hukuksuz kararı kale almadan, iptal edilen maddeler de dahil olmak üzere paketi bir bütün halinde referanduma sunmalıdır" dedi.

Hükümetin bu yöndeki adımının hukuki olarak herhangi bir sorun teşkil etmeyeceğini belirten Can, asıl hukuksuzluğun, Mahkeme'nin, Anayasa'nın kendisine çizdiği sınırların dışına çıkıp değişiklik paketini esastan incelemesi ve bazı maddeleri iptal etmesi olacağını da sözlerine ekledi.

1970'e dönülür
TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu da, Anayasa Mahkemesi'ne, Anayasa değişikliği ile ilgili verdiği yetkinin, 1971'den bu tarafa hep tartışmalı olduğunu belirterek, 1971 yılında yapılan bir değişiklikle, Anayasa Mahkemesi için, "Sırf şekil bakımından bakabilir" dendiğini, ancak Anayasa Mahkemesi'nin, "şekil" adı altında esastan denetime devam ettiğini söyledi.

Kuzu, "Anlaşılan o ki şekil bakımından bakarım derken, 1970'teki o yanlış yola tekrar gitme eğilimi seziyorum. Bu, çok yanlış olur. Çok hatalı olur. Anayasa Mahkemesi'nin konumunu ciddi olarak tartıştırır. Anayasa'nın açık ihlali olur'' dedi.

"Anayasa'nın ihlali olur"
Anayasa Mahkemesi'nin, konuya ''teklif çoğunluğu var mı, kabul çoğunluğu var mı ve iki defa bu oylama işlemi yapılmış mı'' gibi unsurlar dışında bakamayacağını savunan Kuzu, şöyle devam etti: "Fakat Anayasa Mahkemesi, 2008'deki, halk tarafından başörtü kararı olarak bilinen, aslında onunla alakası olmayan karar çerçevesinde, yetkisini aşıp, maalesef çok yanlış bir karar vererek 1970'e geri dönmüştür. İnşallah o döndüğü yanlış yoldan çıkar bu sefer. Çünkü, 1982'den bu tarafa verdiği 4 karar var ve hep doğru kararlar. Dördünde de, 'ben şekil bakımından bu üç hususa bakarım, başkasına bakamam' diyor. Şimdi sırf bu üç hususla sınırlı olmuş olsa hemen bakıp karar da verebilirdi."

Milletin kararı değiştirilemez"
Anayasa Mahkemesi'nin referanduma giden bir metne bakamayacağını belirten Kuzu, şunları söyledi: Böyle bir dava bizim hukuk modelimizde yok. Kabulden sonra da bakamaz çünkü, bütün şekil eksikliklerini millet gidermiş olur. Asli yetkili o. Anayasa Mahkemesi diyor ki 'Türk milleti adına'. Türk milleti adına diyorsan, milletin bizzat kendisi karar vermişse, zaten bakamazsın. O bakımdan her halükârda bu talebin daha geldiği gibi reddedilmesi gerekirdi. Ama maalesef Anayasa Mahkemesi herhalde o eski yanlışlara devam edecek gibi gözüküyor. İnşallah böyle bir şeye girmez. Hiç olmazsa bu sefer düzgün bir karar bekliyorum, her şeye rağmen.''

MELİH ALTINOK-FİKRET KARAGÖZ
http://www.taraf.com.tr/haber/anayasa-mahkemesi-yok-sayilabilir.htm

Yücel Sayman'dan Osman Can'a destek: Paket bölünürse karar geçersizdir


Demokrat Yargı Birliği Eşbaşkanı Osman Can'ın, "Mahkeme bazı maddeleri iptal ederse, yok hükmündedir. Hükümet kaale almadan referanduma gitmelidir." görüşüne eski İstanbul Barosu Başkanı Doç. Dr. Yücel Sayman'dan destek geldi.

Maddeler değişmediği için anayasa paketinin henüz yürürlüğe girmediğini belirten Sayman, bu sebeple Mahkeme'nin referandum öncesi maddeleri teker teker inceleyemeyeceğini vurguladı. Anayasa Mahkemesi'nin yalnızca referanduma sunmaya yönelik maddeyi görüşebileceğini kaydeden Sayman şu değerlendirmelerde bulundu: "O kanunu da ya toptan iptal eder ya da etmez. Ama paketin içine girip tek tek maddeler ile ilgili karar veremez. Verirse geçersizdir, referanduma sunulur. O bakımdan Osman Can'a katılıyorum.''

Anayasa'da değişiklik getiren düzenlemelerin henüz yürürlüğe girmediğini belirten Sayman, "Anayasa'nın o maddeleri değiştirilmiş değil. Onun için mahkeme teker teker maddeleri referandum öncesi inceleyemez. Hukuk alanına girmiş herhangi bir düzenleme yok." tespitlerini yaptı. Sayman, Anayasa Mahkemesi'nin yalnızca referanduma sunmaya yönelik çıkarılan kanunu inceleyebileceğini kaydetti ve "O kanunu da ya toptan iptal eder ya da etmez. Ama paketin içine girip tek tek inceleme yapamaz." değerlendirmesinde bulundu. Mahkeme'nin ancak referandum sonrası gerekli bir durum varsa denetleyebileceğine işaret eden eski Baro Başkanı, bunun da ancak şekil bakımından olabileceğinin altını çizdi. Yani referanduma sunulmasında şekil bakımından bir aykırılık olmaması halinde yine denetim yetkisinin olmadığını dile getirdi.

Yücel Sayman'ın vurgu yaptığı bir başka nokta da 'şekil şartı'yla ilgili. Anayasa Mahkemesi paketi sadece şekil yönünden inceleyebiliyor. Fakat eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden, Anayasa'nın değiştirilemez ilk üç maddesine aykırı hususların iptal edilmesi halinde bunun 'esas'a girmeyeceğini, 'şekil' yönünden iptal edilmiş olacağını öne sürmüştü. Sayman ise Mahkeme'nin anayasa değişikliğini ilk 3 maddeye aykırı olsa bile denetleyemeyeceğini savundu. Anayasa'nın 148. maddesinin bunu net bir şekilde ortaya koyduğunu belirterek, şunları kaydetti: "Anayasa Mahkemesi bu değişikliğin hukuk devleti ilkesini ortadan kaldırdığını ya da değiştirdiğini kanıtlamak zorunda. Aykırı olduğunu değil, 'aykırıdır' derse denetleyemez. Yani bu HSYK ve Anayasa Mahkemesi'ne yönelik yapılan değişiklik kabul edildiği zaman 'hukuk devleti değişiyor' demek onun iddiası. Ne değişiyor, ne geliyor yerine, ona bakmak gerekiyor. İki madde hukuk devletini falan ortadan kaldırmıyor, tam tersine hukuk devletine doğru adım atıyor. Anayasa Mahkemesi ve özellikle CHP nasıl düşünüyor bunu anlayamıyorum."

Yücel Sayman, Anayasa'nın başlangıcında hukuk devleti diye bir kavram bulunmadığını da ileri sürdü. Tam tersine 'despotik bir devlet anlayışı' tarifi olduğunu iddia etti. "O hukuk devleti değil; o Halk Partisi'nin zihniyetindeki hukuk devletidir." diyen Sayman, 12 Eylül Anayasası ile de Anayasa Mahkemesi'ne bu zihniyeti koruma görevinin yüklendiğini ifade etti. Anayasa hukukçusu, "Bunun değiştirilmesi ve hukuk devletinin kurulması lazım." vurgusunu yaparken, "Zaten Mahkeme iptal ederse o zaman sizin anayasa hukukçuluğunuzdan kuşku duyulur. O zaman 'yargının bekçiliğini yapıyorsun' denir, 'yargı güvenlik gücü oynuyorsun' denir." görüşlerini dile getirdi. Sayman, referandumdan 'evet' sonucunun çıkacağına inandığını da sözlerine ekledi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=995115&title=yucel-saymandan-osman-cana-destek-paket-bolunurse-karar-gecersizdir
#1404


Yardım gemilerine yönelik İsrail müdahalesine Başbakan Erdoğan'ın gösterdiği şiddetli tepki İslam coğrafyasında bayram havası estiriyor. Dün de Türk bayrakları ve Erdoğan posterini kapan meydanlara koştu.

Hayatlarını kaybedenleri temsil eden, Türk bayraklı tabutların önünde gıyabi cenaze namazı kılındı. Gösteri alanı Türk, Lübnan ve Hizbullah bayraklarıyla donatıldı. Gösteriye video konferansla katılan Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, hayatlarını kaybedenleri saygıyla andığını belirterek, "Gazze'ye uygulanan ambargoyu delmek için şimdi daha büyük bir şans doğmuştur" dedi. Nasrallah, Müslümanların Mısır ve Türkiye'nin arkasında durarak, İsrail ve ABD'nin baskılarından kurtarması gerektiğini de söyledi.

Gazze'ye yardım götürürken öldürülen 9 Türk Beyrut'ta Hizbullah tarafından düzenlenen törenle anıldı. Tören alanı Türk, Lübnan ve Hizbullah bayraklarıyla donatıldı. Hayatlarını kaybedenleri temsil eden Türk bayraklı tabutların önünde onbinlerin katılımıyla gıyabi cenaze namazı kılındı.

http://www.haber7.com/haber/20100606/Burasi-Turkiye-degil-Lubnan-GALERI.php
#1405
Merhabalar. Kat Mülkiyeti Kanunu'nun 20. ve 42. maddesi doğrudan bu konuyla ilgili:

     III - Anagayrimenkulün genel giderlerine katılma :
   
     Madde 20 – (Değişik birinci fıkra: 13/4/1983 - 2814/9 md.) Kat maliklerinden her biri aralarında başka türlü anlaşma olmadıkça:
   
     a) Kapıcı, kaloriferci, bahçıvan ve bekçi giderlerine ve bunlar için toplanacak avansa eşit olarak;
   
     b) Anagayrimenkulün sigorta primlerine ve bütün ortak yerlerin bakım, koruma, güçlendirme ve onarım giderleri ile yönetici aylığı gibi diğer giderlere ve ortak tesislerin işletme giderlerine ve giderler için toplanacak avansa kendi arsa payı oranında; (1)
   
     Katılmakla yükümlüdür.
   
     c) Kat malikleri ortak yer veya tesisler üzerindeki kullanma hakkından vazgeçmek veya kendi bağımsız bölümünün durumu dolayısıyla bunlardan faydalanmaya lüzum ve ihtiyaç bulunmadığını ileri sürmek suretiyle bu gider ve avans payını ödemekten kaçınamaz.
   
     (Değişik: 13/4/1983 - 2814/9 md.) Gider veya avans payını ödemeyen kat maliki hakkında, diğer kat maliklerinden her biri veya yönetici tarafından, yönetim planına, bu Kanuna ve genel hükümlere göre dava açılabilir, icra takibi yapılabilir. Gider ve avans payının tamamını ödemeyen kat maliki ödemede geciktiği günler için aylık yüzde beş hesabıyla gecikme tazminatı ödemekle yükümlüdür. (1)
   
     Birinci fıkradaki giderlere, kat maliklerinden birinin veya onun bağımsız bölümünden herhangi bir suretle faydalanan kişinin kusurlu bir hareketi sebep olmuşsa, gidere katılanların yaptıkları ödemeler için o kat malikine veya gidere sebep olanlara rücu hakları vardır.


     Madde 42 – Kat malikleri,anagayrimenkulün ortak yerlerinde kendi başlarında bir değişiklik yapamazlar; ortak yerlerin düzgün veya bunları kullanmanın daha rahat ve kolay bir hale konulmasına veya bu yerlerden elde edilecek faydanın çoğaltılmasına yarıyacak bütün yenilik ve ilaveler, kat maliklerinin sayı ve arsa payı çoğunluğu ile verecekleri karar üzerine yapılır.
   
     (Ek fıkra: 1/7/2005-5378/19 md.) Özürlülerin yaşamı için zorunluluk göstermesi hâlinde, proje tadili kat maliklerinin en geç üç ay içerisinde yapacağı toplantıda görüşülerek sayı ve arsa payı çoğunluğu ile karara bağlanır. Toplantının bu süre içerisinde yapılamaması veya tadilat talebinin çoğunlukla kabul edilmemesi durumunda; ilgili kat malikinin talebi üzerine bina güvenliğinin tehlikeye sokulmadığını bildirir komisyon raporuna istinaden ilgili mercilerden alınacak tasdikli proje değişikliği veya krokiye göre inşaat, onarım ve tesis yapılır. İlgili merciler, tasdikli proje değişikliği veya kroki taleplerini en geç altı ay içinde sonuçlandırır. Komisyonun teşkili, çalışma usûlü ile özürlünün kullanımından sonraki süreç ile ilgili usûl ve esaslar Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ile Özürlüler İdaresi Başkanlığı tarafından müştereken hazırlanacak yönetmelikle belirlenir.
   
     Bu işlerin giderleri, yeniliklerden faydalananlar tarafından, faydalanma oranına göre, ödenir.
   
     (Değişik dördüncü fıkra: 18/4/2007-5627/16 md.) Kat maliklerinden birinin isteği üzerine ısı yalıtımı, ısıtma sisteminin yakıt dönüşümü ve ısıtma sisteminin merkezi sistemden ferdi sisteme veya ferdi sistemden merkezi sisteme dönüştürülmesi, kat maliklerinin sayı ve arsa payı çoğunluğu ile verecekleri karar üzerine yapılır. Ancak toplam inşaat alanı ikibin metrekare ve üzeri olan binalarda merkezi ısıtma sisteminin ferdi ısıtma sistemine dönüştürülmesi, kat maliklerinin sayı ve arsa payı olarak oybirliği ile verecekleri karar üzerine yapılır. Bu konuda yapılacak ortak işlerin giderleri arsa payı oranına göre ödenir. Merkezi ısıtma sistemlerinde ısınma giderlerinin paylaştırılmasına ilişkin usûl ve esaslar Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından yürürlüğe konulacak yönetmelikle düzenlenir.       
     (Değişik beşinci fıkra: 18/4/2007-5627/16 md.) Isıtma sisteminin merkezi sistemden ferdi sisteme veya ferdi sistemden merkezi sisteme dönüştürülmesine karar verilmesi halinde, yönetim planının bu karara aykırı hükümleri değiştirilmiş sayılır.


Aşağıda konuya ilişkin bir Yargıtay Kararı bulunuyor:

T.C.
YARGITAY
18. Hukuk Dairesi
E:2002/3247
K:2002/3777
T:08.04.2002

   Dava dilekçesinde, kat mülkiyeti kurulmuş bulunan anagayrimenkulde 27 adet bağımsız bölüme malik olan davalının ortak giderlerden payına düşeni ödemediği, hakkında yapılan icra takibini itiraz ile durdurduğundan bahisle itirazın iptali talep edilmiştir.
   Davalı taraf, maliki olduğu bağımsız bölümlerde ısıtma sistemi olmadığını ve yakıt giderlerine 25 yıldır katılmadığını öne sürerek davanın reddini savunmuş, mahkemece 25 yıl yakıt gideri istenilmemiş olan davalının bağımsız bölümlerinin, merkezi kalorifer sisteminin doğalgaza dönüşümü işlemleri sırasında da sistem dışında bırakılmış olduğu gerekçesi ile yakıt gideri talep edilemeyeceği kabul edilerek karar verilmiştir.
   KARAR : Dairemizin bozma kararında, İstanbul 3.Sulh Hukuk Mahkemesinin 2000/226-Sayılı dava dosyasında mahallinde yapılan keşif sonucu düzenlenip bir örneği bu dosyaya da ibraz edilen bilirkişi raporlarına yollama yapılarak ve yönetim planı hükümleri esas alınmak suretiyle, anayapının onaylı asıl projesinde davalı dükkanlarını da içine alacak şekilde kalorifer sisteminin mevcut olduğu, bu bakımdan kalorifer tesisatının davalıya ait dükkanlarda projeye uygun şekilde kurulmamış veya sonradan sökülmüş olmasının davalıyı yakıt giderlerinden sorumlu tutulmaktan kurtarmayacağı belirtilerek bu yönden de davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği belirtilmiş ise de, bu defa yeniden yapılan incelemede, İstanbul 3.Sulh Hukuk Mahkemesinin yukarıda sözü edilen 2000/226 esas sayılı dosyasından alınıp, bozma kararına da dayanak yapılan ve davalı dükkanlarının onaylı İGDAŞ doğalgaz dönüşüm projesinin dışında tutulduğunu bildiren 1.12.2000 tarihli raporu düzenleyen bilirkişi Mehmet Nuri Toplu'nun, mali müşavir olup, teknik bilgiyi gerektiren sıhhi tesisat ve doğalgaz projesi üzerinde inceleme yapıp görüş bildirmek konusunda uzman olmadığı anlaşıldığından bu kere, mahkemece, yeterli olmayan bu rapordaki saptamalar esas alınarak, doğalgaza dönüşüm işlemleri sırasında davalı dükkanlarının kalorifer sistemi dışında bırakıldığı kabul edilip buna göre hüküm kurulmasının doğru bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
   Ayrıca, anayapının kalorifer tesisatı asıl projesi yonünden de İstanbul 3. Sulh Hukuk Mahkemesinin yine 2000/226 Esas sayılı dosyasında alınan 16.10.2000 tarihli bilirkişi kurulu raporu ile yetinilmeyip bu hususun da mahallinde, secilecek uzman bilir-kişiye incelettirilip ayrıntılı rapor alınması, saglıklı bir sonuca ulaşılması bakımından yerinde olacaktır. Mahkemece dinlenen hesap bilirkişisi yeminli mali musavir Muammer Kocatepeli'nin tarihsız raporu da ısınma giderlerinden davalının sorumlu tutulmasının gerekip gerekmediğinin belirlenmesi icin yeterli değildir.
   Bu durumda mahkemece, anayapının onaylı asıl kalorifer tesisat projesinin de dosyaya getirtilmesinden ve ilgili kurumdan doğalgaza dönüşüm projesinin ne suretle hazırlanıp onaylandığının ve dönüşüme kat maliklerinden hangilerinin yazılı muvafakatının bulunduğunun saptanmasından sonra mahallinde uzman bilirkişilere inceleme yaptırtılarak gerek asıl kalorifer tesisat projesinin ve gerekse doğalgaza dönüşüm projesinin yerinde uygulanması sağlanıp özellikle dava konusu edilen davalıya ait dükkanların, bu projelerin her ikisi bakımından da kapsamda olup olmadığını gösterecek şekilde bilirkişilerden ayrıntılı rapor alınıp dükkanların asıl projede kapsamda olmalarına karşın doğalgaza dönüşüm projesinde kapsam dışında tutulduğunun anlaşılması durumunda, dönüşüm projesinin hazırlanıp onaylanması konusundaki tesbit sonucuna göre; davalı dükkanlarının diğer kat maliklerinin istek ve iradesi ile dönüşüm kapsamı dışında tutulduğunun veya davalı dükkanlarının ayrık tutulduğu bu donüşüm sisteminin kapasitesinin, davalıların dukkanlarının da bağlanması halinde bunları taşımayacagının anlasılması durumunda davalının yakıt giderlerınden sorumlu tutulmaması yolunda karar verilmeli, aksi halde, Kat Mülkiyeti Kanununun 20. maddesinin ilk fıkrasının ( c ) bendi hükmü gözetildiğinde dükkanlarında projeye uygun tesisatın kurulmamış olmasının davalıyı sorumluluktan kurtarmayacağı esas alınarak takip ve davaya konu edilen dönemdeki saptanacak yakıt giderlerinin davalıdan tahsiline ve ayrıca şartları oluştuğu takdirde gecikme tazminatı ile icra inkar tazminatına da hükmedilmelidir.
   Bundan ayrı, davalı tarafından yapılan kısmi ödemenin tam ve doğru tarihinin ( 19.7.2000 ve 5.2.2001 ) saptanması ve gecikme tazminatının hesaplanmasında bu tarihin esas alınması gerektiğinin düşünülmemiş olması da usul ve yasaya aykırıdır.
   SONUÇ : Mahkeme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulması gerekirken eksik bilgi ve yeterli olmayan raporlara göre değerlendirme yapılarak değişik gerekçe ile kesin bozma kararı verilmiş bulunduğundan tarafların karar düzeltme istemlerinin kabulü ile 28.1.2002 tarih 2002/308 Esas 725 Karar Sayılı Daire Bozma kararının kaldırılmasına ve Mahkeme kararının yukarıda yazılı olduğu şekilde BOZULMASINA, tarafların sair karar düzeltme taleplerinin reddine, peşin yatırılan karar düzeltme harçlarının istek halinde düzeltme isteyenlere iadesine, 8.4.2002 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Özetle, boruları iptal edip merkezi ısınmadan hiç faydalanmasanız bile kat malikleri aralarında anlaşamadığı sürece maalesef payınıza düşen ısınma giderini ödemeniz gerekecek.
#1406
Gazze'ye yardım götüren gemilere askeri operasyon düzenleyerek gemide bulunanların öldürülmesi ve yaralanmalarına ilişkin olağan üstü toplanan BM Güvenlik Konseyi'nden açıklama geldi.

BM GÜVENLİK KONSEYİ BİLDİRİSİNDE İSRAİL'İN GÜÇ KULLANIMI NET ŞEKİLDE KINANDI

Türkiye'nin talebi üzerine acil olarak toplanan BM Güvenlik Konseyi, İsrail'in Gazze'ye yardım götüren gemilere müdahalesini net şekilde kınadı.

Türkiye'nin kabul edilmesi için büyük çaba gösterdiği başkanlık bildirisi, New York'ta gece yarısından sonra Konsey dönem başkanlığının Lübnan'dan Meksika'ya geçmesi nedeniyle Meksika'nın BM Daimi Temsilcisi Büyükelçi Claude Heller tarafından Konsey salonunda okundu.

Konsey'de yarım gün süren danışma ve toplantıların ardından kabul edilen ve güçlü bir dilde yazılan başkanlık bildirisinde, İsrail'den, gemide saldırı sırasında ölenlerin ve yaralıların ülkeleri tarafından geri alınmasına izin vermesi, gemilerin insani yardımlarını Gazze'ye ulaştırmalarını sağlaması da istendi.

İSRAİL'DEN, GEMİDE ÖLENLERİN VE YARALILARIN ÜLKELERİ TARAFINDAN GERİ ALINMASINA İZİN VERMESİ VE GEMİLERİN İNSANİ YARDIMLARINI GAZZE'YE ULAŞTIRMALARINI SAĞLAMASI DA İSTENDİ

İsrail tarafından tutulan gemilerin ve sivillerin derhal bırakılması talep edilen bildiride, BM Genel Sekreterinin konuyla ilgili olarak tam bir soruşturma yapılması gereğine yönelik açıklamasına atıfta bulunuldu. Konsey bildirisinde, "acil, tarafsız, güvenilir ve şeffaf soruşturma" yapılması çağrısında da bulunuldu.

Bildiride, Gazze'deki durumun südürülebilir olmadığı da vurgulanarak, Konsey'in 1850 ve 1860 sayılı kararlarının tam olarak uygulanmasının önemini işaret edildi. Bu kapsamda Konsey, Gazze'deki insani durumdan duyduğu ciddi endişeyi dile getirirken, Gazze'ye devamlı ve düzenli şekilde malların ve insanların girmesi, ayrıca insani yardımın da engelle karşılaşmadan Gazze'ye girişinin ve orada dağıtılmasının gereğini vurguladı.

Bildiride, İsrail-Filistin ihtilafının tek yaşayabilir çözümünün iki taraf arasında müzakereler sonucunda varılmış bir anlaşma olduğu da belirtilirken, sadece iki devletli çözümün bölgeye barış getirebileceği ifade edildi.

Konsey iki taraf arasında başlayan dolaylı müzakerelere de destek vererek, gemilere yapılan müdahale sonucundaki gelişmelerin, bu müzakerelerin devam ettiği bir sırada olmasından endişe duyduğunu belirtti. Bildiride taraflar itidal içinde davranmaya davet edilerek, tek taraflı, kışkırtıcı hareketlerden kaçınılması gereğinin altı çizildi.

-BAKAN DAVUTOĞLU WASHİNGTON'DAN MÜZAKERELERİ YÜRÜTTÜ-

Bu arada diplomatik kaynaklardan alınan bilgiye göre, New York'taki temaslarının ardından Washington'a geçen Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Washington'da kaldığı otelden BM'de kapalı kapılar ardında devam eden görüşmeleri, BM Daimi Temsilcisi Büyükelçi Ertuğrul Apakan'la sürekli telefonda görüşerek yürüttü ve bu şekilde başkanlık bildirisine son hali verildi.

BİLDİRİ, İSRAİL KONUSUNDA BM GÜVENLİK KONSEYİNDE KABUL EDİLEN EN SERT AÇIKLAMA

Diplomatik kaynaklar, ABD'de "Anma Günü" nedeniyle tatil ve Konsey'in kapalı olmasına rağmen, Türkiye'nin acil olarak toplantıya çağırdığı Konsey'in, Orta Doğu gibi son derece hassas ve zorlu bir konuda, olayın üzerinden 24 saat geçmeden bir bildiri üzerinde uzlaşma sağlamayı başardığını belirtiler. Bu başkanlık bildirisinin, İsrail konusunda BM Güvenlik Konseyinde kabul edilen en sert açıklama olduğunu vurgulayan kaynaklar, olayın ardından bu denli kuvvetli bir açıklama yapılmasının çok önemli olduğunu belirttiler.

Kaynakların verdiği bilgiye göre, BM Güvenlik Konseyinin üyelerinin Türkiye'nin kabul edeceği bir bildiriyi kendilerinin de kabul edeceklerini açıklamalarının ardından kapalı kapılar ardındaki müzakereler, daha çok ABD ve Türkiye arasında devam etti.

Bu arada toplantının ardından gazetecilere açıklama yapan Meksika Büyükelçisi Claude Heller, metinde İsrail'in askeri operasyonunun ve güç kullanımının net bir şekilde kınandığını söyledi.

Heller'in, tarafsız soruşturma açılması kapsamında da BM ve BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun'un sorumluluğu olduğunu söylemesi dikkati çekti.

Filistin'in BM Temsilcisi Riyad Mansur da karardan memnuniyet duyduğunu belirterek, "kardeş Türkiye"ye tüm çabalarından dolayı teşekkür etti.

Haber7-AA
http://www.haber7.com/haber/20100601/BM-10-saat-tartisarak-kinama-karari-aldi.php
#1407
İSRAİL ordusunun düzenlediği operasyon İsrailli avukatları da harekete geçirdi.

Aralarında Avigdor Feldman, Yiftah Cohen, Itamar Mann ve Ömer Shatz gibi isimlerin bulunduğu bir grup avukat, İsrail'in Cenevre konvansiyonunun uluslararası deniz hukukuna ilişkin kurallarını ihlal ettiği gerekçesiyle İsrail Yüksek Mahkemesi'ne başvurdu. İsrailli avukatlar, İsrail ordusunun gemileri "zorla" alıkoyduğunu, operasyonun yasa dışı olduğuna dikkat çekti. İsrailli avukatlar, "Bu bir hırsızlıktır, bir gasptır, adam kaçırmadır, korsanlıktır" dedi.

http://haber.gazetevatan.com/israilli-avukatlar--hukumeti-dava-etti/308656/30/Dunya
#1408


Filistin'e ilaç, tıbbi malzeme vb. insani yardım malzemesi taşıyan gemiler Kıbrıs'ın güneyinde buluştu. Diğer gemiler ve milletvekilleri gelince gemiler yeniden hareket edecek. Bu arada İHH İnsani Yardım Vakfı Başkanı Bülent Yıldırım, sürecin kendi lehlerine doğru ilerlediğini kaydetti.

Mavi Marmara gemisi ile 3 yük gemisi Kıbrıs'ın güneyinde buluştu. Buluşma noktasına 3 gemi daha bekleniyor.

Gemiler, Kıbrıs açıklarında Avrupa Parlamentosundan gelecek milletvekillerini de bekliyor. Güney Kıbrıs Rum kesimi, parlamenterlerin geçişine izin vermediği için milletvekillerinin gemilere ulaşması gecikmişti.

15 Milletvekillerinin gemilere ulaşmasıyla Akdeniz'e doğru yola devam edilecek. 7 geminin 25 saatlik bir yolculuktan sonra yarın Gazze sularında olması bekleniyor.

Bu arada İHH İnsani Yardım Vakfı Başkanı Bülent Yıldırım, sürecin kendi lehlerine doğru ilerlediğini kaydetti. Yıldırım, "Dış İşleri Bakanlığımız, Avrupa Parlamentosu, Fransa Dış İşleri Bakanlığı ve daha bir çok ülkeden hareketimizi destekleyen açıklamalar yapıldı. Ben İsrail'e sesleniyorum. Bu hareketin arkasında bütün dünyanın desteği var. Yapacağınız şey, bu gemilerin geçişine izin vermek. En doğrusu da bu. Eğer Gazze'ye yardım ettiğinizi iddia ediyorsanız o zaman gelin bu gemilerin geçişine izin verin. Samimiyetinizi kanıtlayın" diye konuştu.

Başından beri geri adım atmayacaklarını deklare ettiklerini ifade eden Yıldırım, "Biz geri dönmek için yola çıkmadık. 10 bin ton insani yardım malzememiz var. Bize bu emanetleri teslim edenlere söz verdik Gazze'ye gireceğiz diye. İsrail, gerilimi ne kadar tırmandırırsa tırmandırsın asla geri dönmeyeceğiz" dedi.

Yıldırım, İsrail'in operasyon hazırlıklarına ise "İstedikleri gibi hazırlık yapsınlar. Biz tek bir çakı bile taşımıyoruz. Tamamen sivil ve insani bir hareketiz. Biz siyaset yapmıyoruz. İsrail'in savunduğu gibi Hamas'ın propagandasını yapmıyoruz. Hamas kendi siyasetini yapar. Bizim işimiz Gazze'de 2006 yılından beri ambargoya maruz kalan insanlara bir nebze yardım etmek. Gemilerde taşıdığımız 10 bin ton malzeme, Filistin halkı için hayati bir öneme sahip. Taşıdığımız ilaç ve tıbbi malzemeler, belki de binlerce çocuğun hayata bağlanmasını sağlayacak. Biz suç işleyecek bir eylem yapmıyoruz ki, İsrail donanmasıyla bize askeri operasyon yapsın. İsrail basını bile bugün gemilere olası bir operasyonun İsrail'i işgalci göstereceğini yazdı. İsrail kendi içerisinde ambargoyu hararetli bir şekilde tartışmaya başladı. Bütün dünyanın gördüğü gerçeği, İsrail halkı da görmeye başladı. İsrailli siyasetçiler de artık bu gerçeği görmeli. Ambargoyu kaldırmalı" şeklinde konuştu.

Mavi Marmara gemisinde bulunan 578 barış eylemcisi, Gazze'ye ulaşacakları günü bekliyor. Gemide herhangi bir sıkıntı yok. Aktivistler, Filistin'e girmeye kenetlenmiş durumdalar. Gemide herhangi bir rahatsızlığa karşı 9 doktor, 2 hemşire, 2 sağlık memuru hazır bekliyor. Gemide Mescid-i Aksa'nın muhafızı olarak bilinen Şeyh Raid Salah da bulunuyor.

http://www.ihh.org.tr/gemiler-guney-kibris-ta-bekliyor/

İSRAİL: FİLO DURDURULACAK
Öte yandan İsrail'in "Yediler" olarak adlandırılan dar kabinesi, Gazze'ye yardım taşıyan uluslararası filonun durdurulmasına ve gemilerdeki yardım malzemelerinin Gazze'ye transfer edilmesine karar verdi.

EYLEMCİLER TUTUKLANIP GERİ GÖNDERİLECEK
"Yediler"in dün yaptığı toplantıda "gerekirse güç kullanılarak gemilerin Aşdod limanına getirilmesi kararına varıldığı", gemideki eylemcilerin tutuklanması ve ülkelerine geri gönderilmesinin de kabinece benimsendiği bildirildi.

Toplantıdaki bir bakanın "Gazze'den Sderot'a atılan roketlerin Aşdod'a getirilerek, gemideki eylemcilerin ve basın mensuplarının görmelerinin sağlanmasını" önerdiği kaydedildi.

İsrail Savunma Kuvvetleri, gemilerin Gazze yolculuğuna izin verilmeyeceğini sık sık tekrarlıyor.

ANKARA DEVREDE
Ankara ise ambargo altındaki Gazze'ye insani yardım malzemesi taşıyan gemileri durdurmaya hazırlanan İsrail'i vazgeçirmeye çalışıyor.

Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Burak Özügergin, İnsani Yardım Vakfı ve uluslararası kuruluşlar tarafından yapılan organizasyonun amacının iyi anlaşılması için girişimde bulunduklarını söyledi.

Türkiye'nin İsrail'deki büyükelçiliğinin devrede olduğunu kaydeden Özügergin, "İsrail tarafına bunun siyasi bir şov olmadığı söylendi. Bu, insanlara, ihtiyaç duydukları yardım malzemesinin sıradışı yollardan da olsa ulaştırılması meselesedir" dedi.

GERİ ADIM ATMAYACAĞIZ

Rotamız Filistin, Yükümüz İnsani Yardım filosunun organizasoyonunu yapan İnsani Yardım Vakfı İHH Başkanı Bülent Yıldırım İsrail'den gelen açıklamalar karşısında, "Geri adım atmayacağız. Bu gemiler yola çıkacak ve Gazze'ye girecek" dedi.

Reuters ajansının haberine göre ise, adı açıklanmayan İsrail ordusundan bir yetkili, ''İsrail savunma güçleri ve donanması, hükümetin verdiği talimat doğrultusunda Gazze kıyısına ulaşılmasını engellemek amacıyla hazırlık yapıyor'' dedi.

Daha önce Gazze kıyılarında ambargo uygulamasının delinmesini engellemeyi amaçlayan tatbikatlar yapıldığını belirten ordu yetkilisi, ''yardım gemilerinin yapılacak uyarıyla geri dönmemeleri halinde İsrail donanmasına ait gemiler tarafından İsrail limanlarına çekileceğini'' söyledi.

TERÖR MALZEMESİ KONTROLÜ YAPILACAK
Daha sonra gemideki yolcu ve mürettebatın ülkelerine gönderileceğini, gemideki yükün ise Gazze'ye transfer edileceğini belirten İsrail ordu yetkilisi, ''İsrail güçlerinin söz konusu gemileri limana çekmeden önce taşınan yüklerde terör malzemesi ve patlayıcı olmadığını kesinleştireceklerini'' kaydetti.

Hamas'ın seçimleri kazanarak Gazze'de kontrolü ele aldığı 2007 yılında İsrail ve Mısır bu bölgeyle olan sınırlarını kapattı. Yaklaşık 1,5 milyon insanın yaşadığı Gazze'de ilaç, gıda ve içecek su temini ciddi bir sorun haline geldi.

TOPLAM 9 GEMİ BULUNUYOR
Gazze'ye yol alan ve "Özgürlük Filosu" olarak adlandırılan yardım filosunda Türkiye'den 3, İngiltere'den 2, İrlanda, Cezayir, Kuveyt ve Yunanistan'dan birer olmak üzere toplam 9 gemi bulunuyor.

Çeşitli ülkelerden insan hakları savunucuları, milletvekili, doktorlar ve gazetecilerin bulunduğu gemiler yaklaşık 10 bin ton tıbbi malzeme, inşaat malzemesi ve çeşitli insani yardım malzemesi taşıyor.

http://www.ntvmsnbc.com/id/25099830
#1409
'Paket esastan değil şeklen incelenebilir'

Anayasa Mahkemesi Anayasa değişikliğinin iptali başvurusunu 3 Haziran'da görüşecek. Raporda başvurunun 148. maddeye uymadığı için esastan incelemeye geçilmeden reddedilmesi gerektiği görüşünün de yer aldığı öğrenildi.

Anayasa Mahkemesi (AYM), 111 milletvekilinin 12 Eylül'de referanduma sunulacak Anayasa değşiikliğinin iptali istemiyle yaptığı başvurunun ilk incelemesini 3 Haziran Perşembe günü yapacak. AYM Raportörü Ali Rıza Çoban'ın hazırladığı ilk inceleme raporunda, AYM'nin Anayasa değişikliklerini sadece Anayasa'da yazılı şekil şartları açısından inceleyebileceği hükmüne dayanılarak, başvurunun esas incelemeye geçilmeden reddedilmesi görüşünün de olduğu belirtildi. AYM, referandumu sunulacak Anayasa değişiklikleriyle ilgili ilk incelemesinde CHP, DSP, DP ve bağımsız milletvekillerinin yaptığı başvuruda bir eksiklik olup olmadığını inceleyecek. Yüksek Mahkeme, dosyada eksiklik bulunmadığına karar verirse, davayı daha sonra belirlenecek bir günde esastan karara bağlayacak. Başvuruda Anayasa değişikliklerinin şekil yönünden iptali istendiği için Anayasa'nın 149. maddesine göre esastan inceleme diğer davalara göre öncelikli olarak yapılacak. Yüksek Mahkeme'nin davayı esastan incelemeye karar vermesi halinde, yürürlüğün durdurulması istemi hakkında öncelikli olarak karar vermesi bekleniyor.

Dr. Çoban 367'ye karşı

Edinilen bilgiye göre, raporu Dr. Ali Rıza Çoban hazırladı. Çoban, Anayasa Mahkemesi'nin Cumhurbaşkanlığı seçiminde en az 367 milletvekilinin toplantıya katılması gerektiği gerekçesiyle verdiği iptal kararını sert şekilde eleştiren makalesiyle biliniyor. Çoban, Terazi Hukuk Dergisi'nde yayınlanan makalesinde, 367 kararının Anayasa'ya aykırı olduğunu savunmuş ve kararı "Yargıçlar oligarşisi yolunda adım" olarak nitelemişti. Çoban, AYM'nin bu kararla "parlamentonun yetkilerini gasp ederek, demokratik rejimi tehlikeye attığını" da öne sürmüştü. Bu makaleden 7 ay sonra AYM'ye raportör olarak atanan Çoban, "Akademisyen olarak bilimsel eleştiri hakkını kullandım. Bir kararını eleştirmem, o mahkemede raportör olmama engel değil" demişti. Çoban'ın ilk inceleme ile ilgili raporu AYM üyelerine dağıtıldı. Edinilen bilgiye göre Çoban, Anayasa'nın 148. maddesinde yer alan "Anayasa değişikliklerinin şekil bakımından denetlenmesi, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır" hükmünü tartıştı. Çoban, 111 milletvekilinin iptal başvurusunda Anayasa paketindeki hükümlerin Anayasa'nın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek maddelerine aykırı olduğu, bunun "teklif edilme" şartlarına aykırı olduğu için iptal edilmesi gerektiği yönündeki görüşlerini de değerlendirdi. Çoban'ın raporunda, başvurunun Anayasa'nın 148. maddesindeki şartlara uymadığı için esastan incelemeye geçilmeden reddedilmesi gerektiği görüşünün de yer aldığı öğrenildi.

Çoban kimdir?

Çoban 39 yaşında. Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. Doktorasını İngiltere'de, University of Leeds, Department of Law'da tamamladı. Kırıkkale Üniversitesi'nde Anayasa Hukuku dersleri verirken Nisan 2008'de AYM'ye atandı. İnsan hakları, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasa Teorisi konularında çalışmalarını yürüten Çoban'ın biri İngilizce, iki kitabı bulunuyor.

KILIÇ: İPTAL SÖZ KONUSU DEĞİL

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, yaptığı açıklamada şöyle dedi: "Tamamını iptal etmek gibi bir durum söz konusu değil" dedi.

CHP neye itiraz etmişti?

Anayasa Mahkemesi'ne iptal ve yürürlüğün durdurulması başvurusunu, 97 CHP'linin yanı sıra 7 bağımsız, 6 DSP'li ve 1 DP'linin imzası yer alıyor. Başvuruda, şu şekli itirazlar sıralanmıştı:

- Anayasa değişikliği, Anayasa'ya aykırı olarak milletvekillerinin teklifi değil, Başbakan'ın başkanlığında bir "tasarı" gibi hazırlandı.

- Değişikliğin Genel Kurul'daki oylamaları sırasında oy gizliliğine uyulmadı.

Kemal Göktaş-Vatan Gazetesi
http://www9.gazetevatan.com/raportorun-yorumu/308154/1/Manset
#1410
İstanbul Barosu İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Komisyonu ve Kadir Has Üniversitesi Hukuk Fakültesince "İş Güvencesi ve İşe İade Davaları" konulu bir seminer düzenlenecek.

Seminer, 29 Mayıs 2010 Cumartesi günü saat 9.30 – 17.30 arasında Cibali'de Kadir Has Üniversitesi, Kadir Has Kampusu, D Blok Büyük Salonda yapılacak.

Seminerin açılışında İstanbul Barosu Başkanı Av. Muammer Aydın, Kadir Has Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Aydın, Kadir Has Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ali Güzel ve İstanbul Barosu İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Komisyonu Başkanı Av. Ahmet Şükrü Eymirlioğlu konuşacak.

Seminerde, Yargıtay 9. Hukuk Dairesi Başkanı Mustafa Kılıçoğlu, Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesinden Prof. Dr. Devrim Ulucan, Doğuş Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinden Prof. Dr. Öner Eyrenci, Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesinden Prof. Dr. Sarper Süzek, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden Doç. Dr. Erdem Özdemir ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden Doç. Dr. Talat Canbolat konuya ilişkin birer bildiri sunacaklar.

http://www.istanbulbarosu.org.tr/Detail.asp?CatID=1&SubCatID=1&ID=5012
#1411
Antik Yunan şehirlerinde, yurttaş olanlara davalara kendilerini destekleyecek bir arkadaş çağırma izni verilmişti. Roma hukukunda bu kişilere ''avocat'' dendi. Bu da ''yardım için çağrılmış kişi'' anlamındaki ''advocatus'' kelimesinden geliyordu. 

İspanyollar Amerika'ya geldiklerinde ilk defa gördükleri bir meyveye yerli halkın ''ahuakatl'' dediklerini duydular. Kelimeyi tam telaffuz edemeyen İspanyollar, o dönem İspanyolcasında avukat anlamındaki 'avocado'yu kullandılar bu meyve için. Ahuakatl'ın Kızılderili dilinde 'testis' demek olduğunu ve söz konusu meyvenin de testise şekli benzerliği sebebiyle bu adı aldığını öğrendiklerinde artık iş işten geçmişti.

Avukatlık Roma'dan sonra başlıbaşına bir iş olarak İngiltere'de 1500'li yıllarda gelişti. Ancak, bunun eğitimini alanların hepsi zengin, hepsi zaten toprağı malı mülkü olan adamlardı. 1500'li yılların ortasında birşey daha oldu. Katolik Kilisesi, aziz ilan edilmesi istenen kişilerin adaylık sürecinde, karar oturumlarında adayın neden aziz olmaması gerektiğini savunacak bir kişi görevlendirmeye başladı. 1980'li yılların başına kadar devam eden bu görevliye, ''advocatus diaboli'' yani ''şeytanın avukatı'' dendi. 'Şeytanın avukatlığını yapmak' deyimi burdan geliyor.   

Hukuk eğitiminin herkese açılması Amerikan kolonilerinde oldu. Bir para kazanma ve kariyer mesleği olarak avukatlık en mükemmel haline ABD'de ulaştı. Geçen mektubumda bahsetmiştim, Amerikan Anayasasını yapanların yarısı hukuk mezunuydu. ABD, avukatların kurduğu, bugün bile avukatların yönettiği bir devlet. Ancak sadece Amerikan devleti değil, Amerikan toplumu da avukatların işgali altında. İnsanlar artık hak hukuk işlerinde vicdanlarının sesi yerine avukatlarının sesini dinliyorlar.

Avukatlardan korunmak için avukat tutmak


ABD Yüksek Mahkemesinin eski üyelerinden David Brewer, ''Amerika avukatların cennetidir'' diye boşuna dememiş. Bu avukat okyanusunda sizi avukatlardan koruyabilecek tek şey bir başka avukat. O yüzden avukatlara nükleer silah diyorlar. Rakibin bir tanesine sahip olursa, sen de sahip olmak zorundasın.

Baba'nın yazarı Mario Puzo, "Bir avukat bond çantasıyla, bin silahlı adamdan daha çok para kaldırabilir'' diye yazıyordu. Karakterini Puzo'dan alan Michael Corleone de, sokak mafyalığından çok daha büyük paraların döndüğü salon mafyalığına geçmeye karar verdiğinde bıçkın yeğenine ''Artık kabadayılara ihtiyacım yok, daha çok avukata ihtiyacım var'' diye konuşacaktı.

Bu destursuz girişten sonra hukuk mektebini beraber okuduğum birçok avukat arkadaşım, sırtlarından bıçaklanmış, cüppelerinden çekiştirilmiş hissiyle yüzlerini ekşitmeye başlamıştır. Gerald Lieberman, ''Avukatlar hakkında duyduğumuz herşeye inanmak haksızlık olur. Bunlardan bir ya da iki tanesi doğru olmayabilir'' diyor.

Avukatlığa bir lanetname, bir reddiye yazmak amaçlı değil mektubum. Türk kızı Zeynep vesilesiyle, lafı ABD'de geçen yıl yayınlanan bir kitapla başlamış güzel bir tartışmaya getirecekken ayağım takıldı, dilim dışarı çıktı...

Türk kızı Zeynep, Starbucks'a karşı


Reuters'in birkaç gün önce geçtiği habere denk gelenleriniz olmuştur. Zeynep İnanlı adlı bir Türk kızı, New York, Manhattan'daki Starbucks şubelerinden birinde 'sıcak çay' ısmarlıyor. Ancak sıcak çayı üzerine dökünce, çayın suyunun çok sıcak olduğu gerekçesiyle ünlü kafe zincirine, ''fiziksel ve ruhsal olarak acı duymama neden oldular'' diyerek yüklü bir tazminat davası açıyor.

Bu olay Reuters'e, Amerikan hukuk literatürüne ''Liebeck v. McDonald's'' teknik adıyla geçen 1994 yılındaki davayı hatırlatmış. 27 Şubat 1992 günü New Mexico eyaleti Albuquerque kırsalındaki McDonalds'ın arabalı servis penceresinden 49 cent'e aldığı kahvesini dizlerinin arasına koyan 79 yaşındaki Stella Liebeck adlı hanfendi, kahvenin kapağını açmaya çalışırken, bacaklarına döker. Bacaklarında üçüncü derece yanıklar oluşması sebebiyle 8 gün hastanede kalır. Tedavisi 2 yıl sürer. Liebeck, McDonalds'tan 20 bin dolarlık tedavi masraflarını karşılamasını ister. Ancak ketçap McDonalds, 800 dolara kapatalım konuyu deyince olan olur.

Bu anı kollayan Texaslı tazminat avukatı Reed Morgan pusudan çıkarak devreye girer.  McDonalds aleyhine, tehlikeli madde satarken ağır ihmalden dava açar. Kahve bardağının üzerindeki 'dikkat! sıcak kahve sıcaktır' ibaresinin de yeterli etkinlikte ve büyüklükte olmadığına karar veren 12 kişilik mahkeme jürisi, yüzde 80 McDonalds'ı, yüzde 20'i Liebeck'i suçlu bulur. Jüri, McDonalds'ın bir ya da iki günlük tüm kahve cirosunu (günlük 1,35 milyon dolardı) kadına tazminat olarak ödemesini ister ancak, taraflar, hakimin nihai kararından önce 640 bin dolarda anlaşır.

Tabii bencileyin Seinfeld seyircisi, dizinin 7'nci sezonunda, nizami insan Cosmo Kramer'ın, Java World adlı hayali kahve zincirinden aldığı kahveyi, kendi kantini iş yapsın diye dışardan yiyecek içecek almayan sinemaya cebinde gizlice sokmaya çalışırken, üzerine döküp yakması sonucu verdiği ''tazminat mücadelesini'' hatırlamıştır hemen. Seinfeld'in en komik bölümlerinden biri olan hikaye, McDonalds davasından esinlenmişti.

Şimdi hem Reuters ve hem de ondan alıntı yapan Türk medyası, New Mexico'lu Stella hanımın 2,86 milyon dolar kazandığını yazmışlar ki gerçeği yansıtmıyor. 640 bin dolara iş bağlandı. Durumu hiç de Stella hanım kadar ağır olmayan Türk kızı Zeynep'in de medyadaki ''milyonlar kazanacak'' şişirmeleriyle büyük hayallere kapılıp, sonra yeni bir ''ruhsal acı hissetmemesi'' için temkinli olmasında fayda var.

ABD'deki birçok ürünün üzerindeki ve hizmet mekanındaki uyarılar Türkiye'de de dünyanın her yerinde olduğu gibi dalga konusu oluyor. Ancak hepsinin işte böyle yaşanmış bir nedeni var. Muhtemelen Starbucks da bundan sonra sıcak çay bardaklarının üzerine, ''Dikkat sıcak çay sıcaktır'' yazısı koyacak. Bu da ''Fwd: Amerika'da komik uyarılar!!! Çok komikkk!!!'' konulu emaillere yeni bir paragraf daha ekleyecek.

Avukatlık meslek olmaktan çıktı, ticarete dönüştü


Engin Ardıç, birkaç gün önce yazdığı yazıda ''hukuk fetişizmi'' demiş. Ancak ben bu kavramın çok açıklayıcı olduğunu sanmıyorum. Çünkü 'hak hukuk saplantısından' kaynaklanmıyor olan biten.

Avukatlığın ve mahkemelerin ABD'de son 40 yılda bürünmeye başladığı yeni rolden kaynaklanıyor.

Şüphesiz ki avukatlık mesleğinde son 40 yılın kırılma anı ise, ABD Yüksek Mahkemesinin, John Bates adlı bir avukatın, Arizona eyalet barosu aleyhine açtığı dava için 1977 yılında yaptığı içtihatla, avukatlara reklam yapma izni vermesidir. Avukatlığın bir ''meslek'' olmaktan, 'ciddi paraların döndüğü bir ticari faaliyet'e dönüşmesinde bu dava ciddi bir rol oynadı.

ABD, sadece ekonomik ve politik hayata değil, sosyal hayatın da her alanına mevzuatın hükmetmeye başladığı bir ülke. Dışardan bu ülkeye ilk geldiğinizde, bu durumu önce hayranlıkla seyrediyorsunuz. ''Adamlar yapmış. Her şeyin kanunu yazısı var'' diye iç geçiriyorsunuz. Ancak bir süre sonra, evinizin kapısında oynayan çocuklara, ''naber lan keratalar?'' diye hal hatır soramayacağınızı, zenci iş arkadışınızın ensesine 'sen diyon len bu işe karaoğlan?'' diye takılamayacağınızı farkettikçe, onların bu dediklerinizi anlamalarını imkansız kılan Türkçe bilmemesi dışında birşeylerin yanlış ve gayri insani olduğunu hissediyorsunuz.

Avukatsız bir hayat


New Yorklu avukat Philip K. Howard, geçen yıl yayınladığı, ''Life Without Lawyers (Avukatların olmadığı bir hayat)'' adlı kitabıyla, bu ''kaybedilen değer'' ile ilgili tartışmaya ciddi bir boyut getirdi. Soru şu; Avukatlar ve mevzuat hayatı kolaylaştırıyor mu yoksa aksine hayatın tabiiliğini öldürerek yaşanmaz hale mi getiriyor?

Çocuğa kötü muameleyi savunduğum gibi yanlış bir sonuç çıkarılmayacaksa bir türlü alışamadığım kültüre bir örnek vereyim; Çocuklar, kendilerine 'dokunan' anne babalarını 911 acil yardım hattını arayarak polise ihbar edebiliyorlar. Ve polis gelip o anne babalar hakkında işlem yapıyor. Alkolik, dengesiz, ya da çocuklarını tedibinden gayrı vicdansızca 'dayak atan' ebeveynin vahşetinden çocukları korumak önemli ama bunun bedeli bütün anne babaların bu potansiyele sahip olduğunu varsaymak olmamalı. Ebeveynliğin ev içindeki otoritesini yıkan yasalar, hayatın doğal akışının da yönünü değiştirmiş oluyor.

''Bu noktaya nasıl gelindi merak ediyorum'' diye dert yanıyor Wyomingli bir öğretmen Philip Howard'a. ''Öğretmenler, dava edilme korkusuyla sınıfta otoritelerini kuramıyorlar. Veliler, dava edilme korkusuyla, çocuklarının eğitim gezilerine katılmaktan korkuyor.''

Okulların çoğu, dava korkusuyla öğretmenlerine her ne yaparlarsa yapsınlar asla ama asla öğrenciye fiziksel olarak dokunmama anlaşması yapar. Aklınıza gelmiştir peki öğretmen yaramazlığıyla eğitimi aksatan öğrenciye karşı ne yapar? O da polis çağırır! Örneğin, Florida'da ana okulunda kalemiyle okul bültenini ve panoları yırtan 5 yaşındaki öğrenciye hiçbir öğretmeni engel olamamıştı. Çünkü kurallar açıktı. Ne olursa olsun öğrenciye dokunulamaz. 5 yaşındaki çocuk, öğretmenin ihbarıyla sınıfa gelen polis tarafından tutuklanarak kelepçelenerek sınıftan çıkarıldı.

Howard'ın kitabındaki bilgiye göre ABD'de 2004 yılında orta okul ve lise öğretmenlerinin yüzde 78'i en az bir kez, öğrencilerince, kural ihlali ya da kendi haklarının ihlali gerekçesiyle şikayet edildi.

Okulların bir kısmı, çocuklar düşer bir taraflarını kırar, dava eder diye okul pencerelerini yükseğe ve küçük yapıyor. Çocukları oyun bahçelerine çıkarmıyor. Çocuklar içerde kapanıyor ve şişmanlaşıyor. Florida eyaletinin Miami'yi de içeren Broward idari bölgesi, çocuk parklarında düşen çocuklar yüzünden bir yılda 189 kez dava edilince, çareyi tüm çocuk parklarında koşmayı yasaklamakta buldu.

ABD'de doktorların yüzde 80'i 'defensive medicine' olarak nitelendirilen muayeneyi yapıyor hastalarına. Yani, bir hastalığı çıkar, dava edilirim korkusuyla birçok gereksiz test, tahlil, röntgen yaptırıyorlar kendilerine gelen her hastaya...

Kendi kendine 5 milyon dolarlık tazminat davası açan adam


Tabii ki, insanların uğradıkları haksızlıklara karşı dava yoluyla hak aramalarını yanlış buluyor değilim. İyiniyetle açılmış bir yolun, otoyola dönüşmesinin yol açtığı sorunlardan bahsediyorum.  Mevcut sistemin, insanları ''neyi dava edersem voleyi çakarım'' noktasına getirdiğini gösteren birkaç davadan bahsedeyim.

1991 yılında Richar Overton adlı bir kişi Budweiser biralarını üreten Anheuser-Busch firmasına, birayı içtiği halde reklamlarındaki gibi tropikal bir ortama gidip tropikal bir kızın karşısına çıkmadığı gerekçesiyle 10 bin dolarlık dava açtı.

Oregon eyaletinden Allen Heckard adlı bir vatandaşın özel bir problemi vardı. Onu gören herkes hemen ünlü basketbolcu Michael Jordan'a ne kadar benzediğini söylüyordu. Heckard'ın iddiası ise farklıydı; ''Michael Jordan bana benziyor.'' Sonunda, ''ruhsal acı çekmesine ve sıkıntı yaşamasına'' sebep oldukları gerekçesiyle Jordan ve sponsor firması Nike aleyhine 832 milyon dolarlık  dava açtı.

1995 yılında Robert Lee Brock adlı bir mahkum, alkol içerek suç işleyip kendi sivil haklarını çiğnediği gerekçesiyle kendisi aleyhine 5 milyon dolarlık tazminat davası açtı. Diyeceksiniz ki, deli mi bu adam parayı kendisinden nasıl alacak? Hayır aksine adamımız uyanığın önde gideni. 23 yıl hapse mahkum olan Brock, hapiste olduğu için bu parayı kendisi adına kendisine devletin ödemesi gerektiğini savunuyordu. İyi bir kontrataktı, ama hakimi geçemedi.

Long Islandlı bir doktor, boşandığı eşine, kendisine 8 yıl önce bağışladığı böbrek için tazminat davası açtı. Doktorumuz, böbreğin piyasa değeri olarak biçtiği 1,5 milyon doları talep etti. Böbreği istememiş en azından...

Tomas Delgado adlı Amerikalı arabasıyla seyir halindeyken çarptığı bisikletli çocuğun ölümüne sebep oldu. Çocuğun gece vakti koyu renk elbise ve ışıksız bisiklet sürmesi sebebiyle Delgado ceza almaktan kurtuldu. Ama mahkemeyi terk etmedi. Ölen çocuğun Audi'sinde açtığı hasarı tazmin etmek için ailesini dava etti.

1996 yılında bir kadın, yağmurda yeni elbisesi ıslanınca, hava açık ve güneşli diye rapor veren televizyon aleyhine 1000 dolarlık dava açtı.

Christopher Roller normal bir Minnesotalı. Tek kusuru, kendisini 'tanrı' sanması. ''Kendisine ait tanrısal gücü'' kullandıkları gerekçesiyle, ünlü sihirbazlar David Copperfield ve David Blaine aleyhine yüklü bir tazminat davası açtı.

Diyeceksiniz ki bu davaları açanlar hep deli manyak! Akıllısını diyeyim. Hem de hakim. Washington DC'de idari hakim Roy Pearson, pantolunu birkaç günlüğüne kaybeden Koreli kuru temizlemeci aleyhine 67 milyon dolar talebiyle tazminat davası açtı. Dava gerekçesinde, kuru temizleme servisinde ''Satisfaction guaranteed (memnuniyetiniz garanti)'' levhası bulunduğunu belirten çılgın hakim, meslektaşlarının ''yuh yani, bir pantolon için o kadar para mı istenir? Nerde bu kuru temizlemecide o kadar para..?'' çıkışmasından etkilenerek , yeni bir hesap yaptı ve tazminat talebini 54 milyon dolara indirdi. 13 milyon dolarlık indirimin pek de mutlu etmediği gariban Koreli kuru temizlemeci, 'Ne manyak ülke lan burası' diye dükkanı kapatıp ülkesine kaçtı. Gerçi sonra geri geldi ve hukuk mücadelesini kazandı. 

Kanunun çok olduğu yerde adalet az olur


Howard kitabının başında soruyor; ''Nasıl oldu da özgürlükler ülkesi, yasal mayınlar ülkesine dönüştü...'' Yasal mayınlar ülkesi,  sosyal hayatta nerdeyse her kişisel temasın, bir dava riski taşıdığı ABD için güzel bir benzetme,.

Howard diyor ki, ''Özgürlük, doğallığın coşkusunu, kişisel kanaatin gücünü ve içtimai sağduyunun otoritesini de içermeli.'' Çeşitliliği ve sayısı her geçen gün artan mevzuatla, kanunlarla, sosyal hayata yön vermek mümkün mü?

Çicero, ''kanunların çok olduğu yerde adalet az olur'' diyor. Her insani ilişkinin yasalarla düzenlendiği toplumlar, işi kitabına uyduran yolsuzluk çetelerinin, organize güçlerin ve mevzuatın hakim olduğu toplumlardır, adaletin, insaniyetin ve doğallığın hakim olduğu değil...

Her yeni duruma göre, yeni bir muhakeme geliştirme özgürlüğünün olmadığı yerde, ne sağlık sistemi, ne okullar, ne demokrasi, ne de sosyal ilişkilerde ideal bir seviye yakalanır. Bana öyle geliyor ki, ifrat ve tefritin neticesini yaşıyor Amerikan toplumu. Ölçüsüz özgürlük duygusu pompalanarak yok edilen 'sorumluluk duygusu'nun boşluğunu, 'dava edilme korkusu' ikamesiyle dolduruyor. Tabi, bu da insani ve spontane hayatın neşesini her geçen gün biraz daha eritiyor.

1,2 milyon avukat


Böyle yasa mayınlarıyla dolu bir toplumda da avukatsız yaşamak imkansız. ABD'nin Resmi Gazetesi olan Federal Register her yıl 70 bin yeni sayfa ekliyor mevzuata. Avukat nüfusunun artış hızı, Hispanik nüfusunun artış hızıyla yarışıyor. 1970'li yıllardan günümüze iki katına ulaştı. ABD Barolar Birliğinin (ABA) verilerine göre ülkede 1,2 milyondan fazla avukat yaşıyor. Sadece New York eyaletinde (ki bunların büyük bölümü New York şehrinde) 155 bini aşkın avukat var.

Ve 2009 yılında hukuk eğitimi popülasyonu tüm zamanların rekor seviyesine ulaştı. Sadece 2009 sonbaharında hukuk fakültesi olan LSAT sınavına 60 bin Amerikalı girdi. ABA, 2013 yılında ''avukatı çok, müvekkili yok'' bir sektör buhranı yaşanacağını açıklayarak, Baro sınavına yeni düzenlemeler getireceğini duyurdu geçenlerde. Kendisi de Ankara Hukuk mezunu olan kıymetli müzik adamı İlhan Mimaroğlu, bu tür durumlar için bizim bir halk deyimini ''increment is excrement'' diye çeviriyor ki, pek eğlencelidir.

Avukat sayısındaki fazlalık, mesleğin niteliğini de derinden dönüştürüyor.

Yale Hukuk'un dekanı Anthony Kronman'ın 1993 yılında yayınladığı ''The Lost Lawyer: Failing Ideals of the Legal Profession (Kayıp Avukat: Legal Mesleğin İdeallerinin Çöküşü)'' adlı son derece önemli kitabında, avukatlığı temel olarak, uyuşmazlıkları ve çıkarlar çatışmasını uzlaştırarak çözen, düzenleyici bir sosyal enstrüman olarak tanımlıyor. Avukatların, kendilerini barıştırıcı ve uzlaştırıcı yerine, savaşçı olarak görmelerini eleştiriyor. Hukuk fakültelerinin, avukat adaylarına, uzlaşma ve sorun çözme yeteneği kazandırma yerine, savaşçı kimliği kazandırmasından yakınıyor. Uzlaşma arayışı teknikleri dersi alan Amerikan hukuk öğrencilerinin oranı yüzden 5'ten az. Tabii bu ''ne pahasına olursa olsun davayı kazanma'' eğitimi, dindar bir kadının oğlu başarılı avukat Kevin Lomax'ı, şeytanın avukatına dönüştürüyor. Hukuk ve meslek etiği hak getire...

Ambulans avcısı avukatlar

ABD'de tazminat ve ticaret avukatları hakkındaki en yaygın argo benzetmelerden biri, ''ambulance chaser (ambulans avcısı)'' ifadesidir. Avukatların, bir yerde ambulans varsa, hastanın dava edeceği birileri de kesin vardır diye dikkat kesileceği imasıyla...  ''Avukatların burnu neden hep kırıktır?'' diye şaka sorusu da var bunun.  ''Sürekli takip mesafesinin altında ambulans takip ettikleri için''.

Tabii ki hiçbir meslek hakkında olmadığı gibi avukatlık hakkında da genelleme doğru olmaz. Ayrıca, bu mektupta mevzuatın erozyona sebep olduğunu söylediğim şeyin ''sosyal hayat'' olduğunun altını çizeyim. Devlete ve hukuka bakan konularda hukuku ve yasaları son derece gerekli bulduğumu defalarca paylaşmışımdır.

Türkiye'de insanların birçok sosyal sorunu yasal kurumlara ve profesyonel temsilcilere bırakmadan kendi aralarında çözmelerinin, kaybedilmemesi gereken ne kadar önemli bir haslet olduğunu hatırlayalım istedim.

Türk kızı Zeynep'in, şube sayısı Amerika'daki avukat nüfusundan bile hızlı artan Starbucks'tan milyonlarca dolar kazanmasını ise yürekten dilerim.  Yeryüzünün futboldan sonra en demokratik keyfi olan kahve içmeyi, standardize eden, endüstralize eden, sosyal statü meselesine dönüştüren bu küresel snopluğa az bile...

http://www.haber7.com/haber/20100514/Avukatsiz-bir-dunya.php
#1412
Aralarında eski 4 kuvvet komutanının da bulunduğu 312 general, ''Onbaşı bile olamayacakların general olduğu ülke'' başlıklı köşe yazısı nedeniyle açtıkları davada, Anadolu'da Vakit Gazetesi'nden her bir davacı için 2 bin TL olmak üzere toplam 624 bin TL manevi tazminat kazandı.

Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde görülen davanın karar duruşmasına, davacı generallerin avukatı Bilgin Yazıcıoğlu ile davalı Nuri Aykon'un avukatı Hacı Ali Özhan ve eski RTÜK üyesi Mehmet Doğan'ın avukatı Eda Değirmenci katıldı.

Yargıç Adem Albayrak, avukat Yazıcıoğlu'nun, Türk Telekom yetkilileri hakkında suç duyurusunda bulunulması talebiyle mahkemeye dilekçe sunduğunu kaydetti.

Avukat Yazıcıoğlu, dilekçesindeki hususların dikkate alınması gerektiğini belirterek, ayrıca Nuri Aykon'un avukatı Özhan'ın mahkemeye sunduğu dilekçenin de gerçeği yansıtmadığını ileri sürdü.

Avukat Özhan ise, ''2. Ergenekon davasının iddianamesinde, Vakit Gazetesi'ne karşı alınacak tedbirler başlığıyla hazırlanan bir takım hususların yer aldığını'' ifade ederek, bu konunun şu anda mahkemede görülmekte olan davayı etkileyecek bir konu olduğunu öne sürdü.

Özhan, ''Davacıların emir komuta zinciri içinde ve üst makamların emirleriyle dava açtıklarını'' iddia ederek, ''Kişi, bir başkasının isteğiyle dava açarsa davanın reddi gerekir'' dedi.

Avukat Özhan, aynı konudaki Bakırköy 16. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülen ceza dosyasının da beklenmesi gerektiğini belirtti.

Yargıç Albayrak, ara kararında, avukat Özhan'ın dilekçesinde talep ettiği hususların reddini ve avukat Yazıcıoğlu'nun, Türk Telekom yetkilileri hakkında suç duyurusunda bulunulması şeklindeki talebi konusunda da karar verilmesine yer olmadığını kararlaştırdı.

Avukat Yazıcıoğlu, daha önceki beyanlarını tekrarlayarak, davanın kabulüne karar verilmesini istedi.

Avukat Özhan da dava konusu yazının, bir eleştiri yazısı olduğunu, hakaret kabul edilse bile Aytaç Yalman ve Çetin Doğan ile ilgili bir yazı olduğu belirterek, diğer davacıların aktif husumet ehliyetlerinin bulunmadığını kaydetti. Özhan, davanın reddine karar verilmesini talep etti.

Avukat Değirmenci ise müvekkili Mehmet Doğan yönünden davanın reddine karar verilmesini talep etti.

Yargıç Adem Albayrak, Mehmet Doğan yönünden pasif husumet yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verildiğini açıkladı.

Albayrak, diğer davalılar Harun Aksoy ve Nuri Aykon yönünden davanın kabul edildiğini belirterek, her bir davacı için 2 bin TL olmak üzere toplam 624 bin TL manevi tazminatın, 25 Ağustos 2003 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verdi.

-DAVA KONUSU-

Eski Kara Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Aytaç Yalman, eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral İbrahim Fırtına, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek ve eski Jandarma Genel Komutanı emekli Orgeneral Şener Eruygur'un da aralarında bulunduğu 312 general, Asım Yenihaber imzasıyla yayımlanan ''Onbaşı bile olamayacakların general olduğu ülke'' başlıklı köşe yazısında kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla Anadolu'da Vakit Gazetesi ve eski RTÜK üyesi Mehmet Doğan aleyhinde 624 bin TL'lik manevi tazminat davası açmıştı.

Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi, her bir davacı için 2 bin TL olmak üzere toplam 624 bin TL'nin, Nuri Aykon, Harun Aksoy ve Mehmet Doğan'dan (Asım Yenihaber) müştereken tahsiline karar vermişti.

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi ise yerel mahkemenin bu kararını, eksik inceleme gerekçesiyle bozmuştu.


[Haber Yorum - Av. Hacı Ali Özhan]   

312 generalin bir araya gelerek, üçüncü sayfada yayımlanan bir makale üzerine Vakit gazetesine açtığı davada, haklı, makul ve yeterli savunma yapmamıza karşın, maalesef mahkeme 06.05.2010 tarihli duruşmada tazminata karar verdi.

Davanın konusunu kısaca özetlersek; Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman'ın Hürriyet gazetesinde "Kuzey Irak dağlarında Mussogorski'yi damarlarımda hissederim" şeklindeki açıklaması ile 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan'ın "Mehmetçiğin kanını Yemen'de niçin akıttık? Hâlâ soruyoruz" şeklindeki açıklamaları Ağustos 2003 tarihli gazete ve televizyonlarda "vatan-müstemleke" konulu geniş tartışmalara konu oldu.

Vakit gazetesinde "Onbaşı bile olamayacakların General olduğu ülke" başlıklı 25 Ağustos 2003 tarihli yazıda, adı geçen iki generalin açıklamaları belirtilerek Türk generalin Rusların Kars'ı işgali üzerine beste yapmış aşırı Rus milliyetçisi olan Mussogorski'nin bestesine duyduğu hayranlık ile Yemen'in vatan sınırı olduğunun bir general tarafından bilinmemesi, örnekler verilerek, general seçiminde nelere dikkat edilmesi gerektiğini yazar, kendi mizahi üslubu içinde değerlendirmiştir.

Bu karar üzerine Vakit gazetesine kızanlar sevinebilir, ancak ortada ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü ve hukuk tekniği açısından bir sorun vardır. Yazının içinde kişiliğe hakaret vardır-yoktur ayrı tartışma konusu ancak davanın hepimizi ilgilendiren bir yönüne değinmek istiyorum.

Köşe yazısı iki generali doğrudan hedef almış iken bütün generalleri kapsar şekilde yorumlanması hukuk tekniği açısından bir sorun ortaya çıkarmaktadır. Bir meslek mensubuna karşı yapılan hakaret halinde, o meslek mensuplarının tamamının dava açma hakkının varlığı hukuki bir sorundur. Bir kişinin söylediği bir söz yüzünden veya bir gazete makalesinde yapılan hakaret halinde binlerce kişiye dava açma hakkı tanınmasının yaratacağı sorunlar açıkça gözükmektedir.

Mahkemeye sunduğumuz emsal Yargıtay kararında, bir partiye hakaret edildiği ileri sürülerek partinin üyesi olan kişinin açtığı davada "Uygun illiyet bağı teorisiyle ilgili açıklanan ilkeler göz önünde tutulduğunda, davacının manevi üzüntüsü (zararı) ile davaya konu haksız eylem arasında, hukuk düzeni açısından değil, mantık bakımından bir bağlantı söz konusu olabilir. Aksinin kabulü halinde ise, saldırıya uğrayan siyasi partiye (tüzel kişiye) mensup her gerçek kişiye manevi tazminat davası açma hakkını tanıma gibi bir sonuç hasıl olur ki, bu durumda haksız eylem faili altından kalkamayacağı çok ağır bir tazminat borcu altına girer ve bu da hukuken kabul edilebilecek bir sonuç olamaz..." şeklinde değerlendirmede bulunulmuştur. (4. Hukuk Dairesi 1994/6307 E.-1995/5051 K.sayılı)

Vakit'i tazminat ödemeye mahkum eden Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi 2001 yılında verdiği bir kararında "Beş genel başkanın seçtiği, yalakalık yapan insanlar meclise geldi" sözü nedeniyle bir milletvekilinin açtığı davada, "yalaka sözcüğüyle tüm milletvekilleri hedef alındığı açıktır ...ancak yansıma suretiyle davacının bundan alındığını ileri sürüp manevi ödence dilemesi yerinde bulunmamıştır." diyerek davayı reddetmiştir. (20. Asl.H. 2001/490 E. 2001/794 K)

Aynı söz üzerine başka milletvekillerinin açtığı davalar üzerine verilmiş kararlarda da "tüm milletvekillerinin hedef alınmadığı, isim zikredilmediği veya belirleyici nitelemede bulunulmadığı, dava hakkının yansıma yoluyla genişletilemeyeceği, doğrudan davacıyı hedeflemediği, ancak doğrudan muhatap alınma halinde kişiliğe saldırının var olabileceği" gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiştir. (Ankara 24. Asliye Hukuk 2001/479 E. 2001/794 K., Ankara 17 Asliye Hukuk 2001/488 E.Yargıtay 4. HD 2001/13316 Esas ile onaylanmıştır.)

Yansıma yoluyla dolaylı olarak mantıki ilgi kurularak dava açma hakkı tanındığında fahiş bir tazminat yükü de ortaya çıkmaktadır. 312 general davasında olduğu gibi 2.000 TL tazminatın toplamı 624.000 TL gibi aşırı, orantısız bir miktar ortaya çıkarmıştır. Bir yazı için bu miktar bir tazminatın, katlanılamaz mağduriyete neden olacağı, basın özgürlüğünü zedeleyeceği, ticari hayatı yok edici olacağı açıktır.

Bu nedenle 312 general davası, Vakit gazetesine karşı olmakla, kızmakla geçiştirilecek bir sorun değildir. Sorunu Vakit gazetesinin değil bütün basının sorunu olarak görmek, ifade hakkını Asım Yenihaber'in değil bütün köşe yazarlarının, basın mensuplarının sorunu olarak görmek gerekir.

Bu nedenle davanın (matufiyet-aktif husumet ehliyeti) yönü üzerinde ayrıntılı değerlendirme yapması ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Mahkeme kararını temyiz edeceğimizden nihai durum Yargıtay 4. Hukuk Dairesi kararı ile kesinleşecek. Umarım ifade özgürlüğüne, basın özgürlüğüne ve hukuk tekniğine uygun, en doğru karar verilecektir. ZAMAN

Av. Hacı Ali Özhan-Vakit gazetesi sahibi Nuri Aykon vekili
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=981916&title=yorum-av-haci-ali-ozhan-312-general-davasi-uzerine
#1413
Merhabalar. Bir süredir sitede yaşanan teknik aksaklık sebebiyle maalesef gecikmeli bir şekilde cevap verebiliyorum, kusura bakmayın.

Alıntı Yap...sorusturma izni verilmemesine karar verilmiştir.
ben kaymakamın kamu personelini korudugunu düşünüyorum...
tüm yetkiler hakkında yapacagım iş ve işlemler hakkında bilgi verebilir misiniz?

Öncelikle geçmiş olsun. 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun'un 9.maddesi aynen şu şekildedir:

Madde 9 – Yetkili merci, soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine ilişkin kararını Cumhuriyet başsavcılığına, hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisine ve varsa şikayetçiye bildirir.

Soruşturma izni verilmesine ilişkin karara karşı hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisi; soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet başsavcılığı veya şikayetçi itiraz yoluna gidebilir. İtiraz süresi, yetkili merciin kararının tebliğinden itibaren on gündür.

İtiraza, 3 üncü maddenin (e), (f), g (Cumhurbaşkanınca verilen izin hariç) ve (h) bentlerinde sayılanlar için Danıştay İkinci Dairesi, diğerleri için yetkili merciin yargı çevresinde bulunduğu bölge idare mahkemesi bakar.

İtirazlar, öncelikle incelenir ve en geç üç ay içinde karara bağlanır. Verilen kararlar kesindir.


Yukarıda belirtildiği şekilde Valiliğin kararına itiraz için tebliğ tarihinden itibaren on günlük süre içinde bölge idare mahkemesine müracaat etmeniz gerekiyor. Aslında bu durum size gönderilen karar içeriğinde veya tebligat zarfında da yazıyor olmalı. Aşağıda konuyla ilgili emsal bir Danıştay kararını okumanız faydalı olabilir:

T.C.
DANIŞTAY
Birinci Daire
Esas No   : 2007/326, Karar No   : 2007/546
Özeti : Şikayetçiyle birlikte oturmayan kızına yapılan tebligatın usulsüz olması nedeniyle, tebliğ işlemlerinin yenilenmesi gerektiği hakkında.
KARAR
Çevre ve Orman Bakanlığının 19.3.2007 tarih ve 664,196 sayılı yazısıyla gönderilen dosya, Çevre ve Orman Bakanının 19.2.2007 tarih ve B.18.0.TKB.0.00.01/020-11 sayılı soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararı ve bu karara şikayetçi ... tarafından yapılan itiraz, Tetkik Hakimi Bihter Akdaş'ın açıklamaları dinlendikten sonra, 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca incelendi;
Gereği Görüşülüp Düşünüldü :
4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun 9 uncu maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında, yetkili merciin, soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine ilişkin kararını Cumhuriyet Başsavcılığına, hakkında ön inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisine ve varsa şikayetçiye bildireceği, soruşturma izni verilmesine ilişkin karara karşı hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisi; soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet Başsavcılığı veya şikayetçinin itirazı yoluna gidebileceği belirtilmekte olup itiraz süresinin yetkili merciin kararının tebliğinden itibaren on gün olduğu hükmüne yer verilmiştir.
Tebligat Kanununun "Aynı konutta oturan kişilere veya hizmetçiye tebligat" başlıklı 16. maddesinde kendisine tebliğ yapılacak şahıs adresinde bulunmazsa tebliğin kendisi ile aynı konutta oturan kişilere veya hizmetçilerinden birine yapılacağı, Tebligat Tüzüğünün "Aile efradına tebligat" başlıklı 22. maddesinde ise kendisine tebliğ yapılacak şahıs adresinde bulunmazsa tebliğin, ailesi efradından veya hizmetçi ve uşak gibi müstahdemlerinden birine yapılacağı, ancak muhatab namına kendisine tebligat yapılacak olan aile ferdi veya müstahdemin, muhatapla birlikte oturmasının şart olduğu hükmü yer almıştır.
Tebligat ilgili kişinin belli bir durumdan haberdar olmasını ve böylece haklarını korumak için gerekli işlemleri yapmasını sağlar. Bu anlamda tebligat hukuku kişilerin yasal haklarını idari ve yargı mercilerinin önünde savunmasına olanak veren, kişinin hukukunu koruyan ve mutlaka uygulanması gereken usuli hükümler içerir. Kişilere tanınan bu yasal savunma hakkının kullanılması için ilgili yasada belli süreler öngörülmüşse, muhatabına usulüne uygun bir şekilde yapılmış tebliğ tarihinin bu sürelerin başlangıcı olduğunu kabul etmek gerekir. Bu durumda 4483 sayılı Kanunun 9 uncu maddesinde yetkili merci kararlarına yapılacak itiraz süresi olan 10 günlük süre usulüne uygun olarak yapılmış tebliğ ile başlar.
Dosyanın incelemesinden, Çevre ve Orman Bakanının 19.2.2007 tarih ve B.18.0.TKB.0.00.01/020-11 sayılı kararı ile Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanı ... hakkında soruşturma izni verilmemesi kararı verildiği, kararın şikayetçi ...'in bilinen en son adresinde kızı ...'a 24.2.2007 tarihinde tebliğ edildiğinin dosyada mevcut posta alındısından anlaşıldığı, Ankara Cumnuriyet Başsavcılığı aracılığıyla gönderdiği ilk itiraz dilekçesinin Cumhuriyet Savcısının 12.3.2007 tarihli havalesi ile kayda girdiğinin görüldüğü, Dairemiz Başkanlığına sunulmak üzere Mersin İdare Mahkemesi Başkanlığı aracılığıyla gönderilen ek dilekçesinde ise kendisine usulüne uygun tebligat yapılmadığını, kendi adresinde ancak ayılı çatı altında oturmadığı kızına yapılan tebligatın geçersiz olduğunu, bu nedenle itirazının süresinde olduğunun kabulü ile incelenmesini talep ettiği anlaşılmaktadır.
Bu durumda itirazın süresinde olup olmadığının tespiti açısından Tebligat Kanunu ve Tüzüğüne uygun olarak yapılmış bir tebliğin varlığı gerektiğinden, olayda ise yetkili merci kararının şikayetçinin birlikte oturmadığı kızına tebliğ edilmesi nedeniyle tebliğin usulsüz yapıldığı anlaşıldığından, tebligat kanunu ve tüzüğü hükümlerine uygun olarak tebliğ işlemlerinin yenilenmesi için dosyanın Çevre ve Orman Bakanlığına iadesine, kararın bir örneğinin şikayetçiye gönderilmesine 16.5.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
#1414
İstanbul'da 20 yaşındaki kadın hakkında 5 yıl önce 14 yaşında olan kocasına tecavüz ettiği iddiasıyla dava açıldı!

20 yaşındaki 1 çocuk annesi Sultan Günden'e, kocasına 5 yıl önce 14 yaşındayken tecavüz etti diye dava açıldı. Annenin 15 yıl hapsi isteniyor.

İLK İFADE: "TECAVÜZ ETTİ"
İstanbul'daki trajikomik tecavüz hikâyesi 2005 yılına dayanıyor. O dönem 15 yaşında olan Sultan Günden, âşık olduğu 14 yaşındaki İ.G.'yle sevişti. Savcılığa başvuran ailesinin baskısıyla da "İ.G. bana tecavüz etti" diye ifade verdi.

AİLELER BARIŞTI AMA...

Soruşturma sürerken aileler barıştı, iki sevgili evlendi. Sultan Günden hamile kaldı, bir de çocukları oldu. Savcı "Olay tarihinde koca henüz 14 yaşındaydı. Kız yargılanmalı" diye dava açtı. 15 yıl hapsi istenen anne, şaşkın.

Küçük koca aldı tecavüzcü oldu

1 çocuk annesi Sultan Günden (20) 15 yaşındayken birlikte olduğu kendisinden 1 yaş küçük eşi İ.G.'ye "tecavüzden" sanık oldu. Çiftle ilgili soruşturmayı yürüten savcı, genç kadının, olay tarihinde 14 yaşında olan eşine "cinsel istismar" suçunu işlediğini ileri sürdü. Günden'in 15 seneye kadar hapsi isteniyor.

Trajikomik "tecavüz" davasının hikâyesi 5 yıl önce İstanbul Kartal'da başladı. 2005 yılında 14 yaşındaki İ.G., kendisinden bir yaş büyük olan Sultan Günden adlı kıza âşık oldu. Küçük âşıklar evlenmek istedi ancak aileleri bu duruma karşı çıktı. İki çocuk ise 4 Ekim 2005'te kimsenin olmadığı sırada İ.G.'nin evine gitti. Çocuklar burada cinsel ilişkiye girdi. Durumu öğrenen Sultan Günden'in ailesi soluğu Kartal Cumhuriyet Savcılığı'nda aldı. Günden, ailesinin de baskısıyla İ.G.'nin kendisini kaçırıp tecavüz ettiğini ileri sürdü.

'BASKI ALTINDAYDIM'

Habertürk'ten Özner Berber'in haberine göre; Kartal Cumnuriyet Savcısı Mustafa Cevad Telli, İ.G. hakkında "reşit olmayanla cinsel ilişki, evi terk eden çocuğu, ailesine ve yetkili makamlara haber vermeksizin yanında tutmak" suçlarından soruşturma başlattı. Fakat soruşturma sürerken iki aile barıştı. İlişkiden 4 yıl sonra yani Sultan Günden 20, İ.G. 19 yaşına geldiğinde genç kız hamile kaldı. Sultan Günden, Ocak 2009'da savcılığa giderek sevgilisiyle isteyerek birlikte olduğunu ancak ailesinin baskısı altında ifade verdiğini anlattı.

Sevgililer sorunların bittiğini düşünürken Savcı Telli, soruşturmaya bambaşka bir boyut getirdi. Olay tarihinde genç kızın, sevgilisinden 1 yaş büyük olmasını dikkate alan savcı, Sultan Günden hakkında "cinsel istismar" suçundan Şubat 2009'da dava açtı. İddianamesinde istismarın "vücuda organ ve sair cisim sokmak suretiyle" işlendiğini ileri süren Telli, genç kızın 8 yıldan 15 yıla kadar hapsini istedi. Telli, isteyerek ilişkiye girmelerine rağmen İ.G.'nin olay tarihinde 12-15 yaş grubunda olduğu gerekçesiyle, genç kızın Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanmasını istedi.

ADLİ TIP'A GİDECEK

Ağustos 2009'da evlenen çiftin sonra da bir kız çocuğu oldu. Kısa bir süre sonra da Sultan Günden "bebeğinin babasına tecavüz" iddiasıyla hâkim karşısına çıktı ancak avukatı olmadığı için ifade veremedi. Davanın görüldüğü Üsküdar Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi, şimdi İ.G.'nin, "ruh ve beden sağlığının bozulup bozulmadığının tespiti için" Adli Tıp Kurumu'na gönderilmesine karar verdi.

KANUN NE DİYOR ?

Türk Ceza Kanunu'na göre 15 yaşını doldurmamış her küçüğe karşı rızası olsun ya da olmasın işlenen cinsel saldırı, suçtur. Türk Ceza Kanunu'nda sadece 15 yaşı doldurmama ve 18 yaşı doldurmama ayrımı esas alınmaktadır. 15 yaşından küçük çocukların cinsel istismarı ise tek kategoride düzenlenmiştir.

'Cezaevinde mi yatacakmışım'?

Hakkında dava açılan Sultan Günden ve eşi İ.G. Habertürk'e konuştu. Açılan davadan bilgisi olmadığını söyleyen taksici İ.G., "Bize herhangi bir tebligat gelmiş değil. Eşim hakkında 15 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldığını sizden duyuyorum. Böyle bir davanın neden açıldığını anlamış değilim. Ayrıca eşimle nikâh kıydık; kızımız da oldu" dedi. Sultan Günden ise şaşkınlığını "Ben 15 yıl hapis mi yatacakmışım?" sorusuyla dile getirdi.

http://www.aksam.com.tr/2010/05/07/haber/yasam/4943/kocasina_tecavuzden_15_yil_hapsi_isteniyor.html
#1415


Antalya'da bir kadın avukat, imitasyon ürün tespiti için baskın düzenlenen tarihi İki Kapılı Han'da öfkeli esnaf tarafından linç ediliyordu. Esnafı biber gazı ile durduran polis avukata çelik yelek giydirdi.

Bir spor markasının avukatı olan Zeynep K. (24), imitasyon ürün tespiti için Antalya'nın tarihi ve turistik çarşısı İki Kapılı Han'a baskın düzenledi. 780 işyerinin bulunduğu çarşıda 100 işyerinde arama yapmak isteyen avukat, esnafın öfkesiyle karşılaştı.

Çarşı esnafı ve genç avukat arasındaki tartışma kısa sürede arbedeye dönüştü.

ÇELİK YELEK GİYDİRİLDİ

Avukat Zeynep K. bir işyerine sığınırken, olay yerine gelen polis öfkeli kalabalığı biber gazı sıkarak engelledi. İşyerine sığınan Zeynep K.'yı dışarı çıkarmakta zorlanan polis, çelik yelek giydirmek zorunda kaldı. Polis otosuyla karakola götürülen Zeynep K. esnaf hakkında şikayetçi oldu.

BİZİ YOK ETMEYE ÇALIŞIYORLAR

İmitasyon ürünlerin Türkiye'nin her yerinde satıldığını belirten çarşı esnafı siftahsız dükkan kapattıklarını, ekonomik krizin bellerini büktüğünü söyleyerek kendilerini savundu. Polisin biber gazından çarşıda bulunan küçük çocuklar ve turistler de etkilendi.

http://www.haber7.com/haber/20100507/Kadin-avukata-taklit-ayakkabi-dayagi.php
#1416
Bahar aylarıyla birlikte tezgahlardaki yerini alan enginar, sahip olduğu vitamin ve minerallerle tam bir sağlık dostu olan enginarın yapraklarının da yenmesi öneriliyor.

Posa yönünden çok zengin olan ve karaciğeri temizleyici özelliği bulunan enginarın, faydaları saymakla bitmiyor. Damar sertleşmesini engelleyen, kanı temizleyen, beyin hücrelerini yenileyen enginar, aynı zamanda kolesterol düşmanı olarak da biliniyor.

Uludağ Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi Baş Diyetisyeni Sevinç Yetişen, AA muhabirine yaptığı açıklamada, daha ilk çağlardan beri faydaları bilinen enginarın, içerdiği bazı maddeler sayesinde birçok önemli özelliklere sahip, besin değeri yüksek bir sebze olduğunu söyledi.

Enginarın protein, karbonhidrat, lif, fosfor, kalsiyum, demir, sodyum, potasyum, magnezyum, çinko, A, B1, B2, B6 ve C vitaminlerini bünyesinde barındırdığını dile getiren Yetişen, buna karşılık besin değeri son derece yüksek olan bu sebzenin kolesterol içermediğini vurguladı.

-''HER DERDE DEVA''-

Yetişen, enginarın antioksidan özellikleri nedeniyle karaciğere çok faydalı olduğunu dile getirerek, enginarda bulunan ''Cynarin'' maddesinin karaciğer, safra kesesi, böbrekler ve bağırsak sisteminin düzenli çalışmasına yardım ettiğini söyledi.

Yiyeceklerin sindirimini kolaylaştıran enginarın, mide ve bağırsakları dezenfekte edici özelliği sayesinde ishale de iyi geldiğine işaret eden Yetişen, bu şifalı sebzenin güçlü bir idrar söktürücü olduğundan böbreklerin çalışmasını düzenleyerek vücuttaki zararlı sıvıların dışarı atılmasını kolaylaştırdığını, böbrekteki kumların dökülmesine de yardım ettiğini anlattı.

Yetişen, enginarın kanı temizlediğine, toksik maddelerin idrarla dışarı atılmasını sağlayarak yorgunluğu giderdiğine dikkati çekerek, şöyle konuştu:

''Yapılan araştırmalarda enginarın sindirim sisteminin yanı sıra kalp için de yararlı olduğu, kalp kaslarını güçlendirerek kalbin daha rahat çalışmasını sağladığı, kolesterolü ve trigliseridi düşürdüğü ve damar sertliğine iyi geldiği saptanmıştır. Enginar, içerdiği bir tür nişasta olan inülin sayesinde kandaki şeker düzeyini düşürülmesine yardım eder, bu nedenle şeker hastalarını da rahatlıkla tüketebilir. Devam eden araştırmalarda enginarın içerdiği sylmarin sayesinde, hücrelerin hasar görmesinin yavaşladığı prostat, meme ve rahim ağzı kanserlerini önleme konusunda da etkili olduğu görülmüştür.''

-''YAŞLANMANIN ETKİLERİNİ AZALTIYOR''-

Enginarın, içerdiği posa, mineral ve vitaminler sayesinde vücudu dinlendirdiğini, dinçlik ve gençlik verdiğini belirten Yetişen, hücrelerin yıpranmasını engelleyerek yaşlanmanın da etkilerini azalttığına işaret etti.

Yetişen, yabancı ülkelerde çocuk mamalarının yapımında, kozmetikte, içki ve boya sanayisinde de kullanılan enginarın düşük kalori içerdiği için zayıflamak isteyenler tarafından da rahatlıkla tüketilebileceğini söyledi.

-SATIN ALIRKEN DİKKAT EDİN-

Türkiye'de sınırlı miktarda üretildiği için yüksek fiyatlarla satışa sunulan enginar sağlık için taze olarak ve mevsiminde tüketilmesi gerektiğini ifade eden Yetişen, şöyle devam etti:

''Satın alırken yeşil yapraklarının ucuna bakarak satın alınmalıdır. Ucu siyah olan yaprağa sahip olan, yaprakları birbirinden çok ayrı olan ve üstünde siyah lekeleri olan enginar bayattır. Enginarın ortası sert olmalı ve tüylerinin iğne gibi batması gerekir. Sapında delik olması içinin kurtlu, esmer lekelerin olması enginarın ortasının çürümüş olduğunu gösterir. Ağırlığı fazla olanı tercih etmelidir. İyi bir enginarın sapının uzunluğu 8-10 santimetreyi geçmemelidir.''

-YEŞİL YAPRAKLAR ATILMAMALI-

Yetişen, yemek yapmadan önce enginarın çok iyi yıkanması gerektiğini dile getirerek, temizlerken yapraklarının da ayrılarak sökülmesi gerektiğini bildirdi.

Enginarın sadece göbeğinin yenmemesi, yeşil yapraklarının da haşlanarak tüketilmesinin önemine dikkati çeken Yetişen, ''Haşlama suyu da atılmamalı. İçine biraz pirinç katılarak çorba olarak da tüketilmelidir. Enginar yemeği iyi çiğnenerek yenmeli ve pişirildiği gün tüketilmelidir. İçinde çok çabuk toksin oluşabileceğinden pişmiş enginar bekletilecekse buzdolabında 24 saatten fazla bekletilmemelidir'' diye konuştu.

http://www.haber7.com/haber/20100501/Yaslanmamak-icin-enginarin-yapraklarini-yiyin.php
#1417
Şişli Etfal Hastanesi Endokrinoloji Klinik Şefi Prof. Dr. Yüksel Altuntaş, Türkiye'de mutfak alışkanlığının değişmesi gerektiğini belirterek, ''Pirinç pilavının kan şekerini yükseltme hızı fazla. Türk halkı geleneksel yemeği bulgura dönmeli, bunu da sebze ile pişirmeli'' dedi.

Metabolik Sendrom Derneği'nin bu yıl 7'ncisini düzenlediği Metabolik Sendrom Sempozyumu, Belek'te devam ediyor.

Sempozyum dolayısıyla düzenlenen basın toplantısına, Metabolik Sendrom Derneği Başkanı Prof. Dr. Oğuz'un yanı sıra Şişli Etfal Hastanesi Endokrinoloji Klinik Şefi Prof. Dr. Yüksel Altuntaş, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kubilay Karşıdağ, Türkiye Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kardiyoloji Kliniği Şef Yardımcısı Doç. Dr. Ahmet Temizkan, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sadi Güleç katıldı.

Obezitenin dünyanın ve Türkiye'nin en önemli problemi olduğuna dikkati çeken Prof. Dr. Aytekin Oğuz, ''Prospective Urban and Rural Epidemiological'' (PURE) Türkiye Sağlık Çalışması hakkında bilgi verdi.

Türkiye'de diyabet görülme sıklığında artış olduğunu kaydeden Oğuz, şunları ifade etti:

''Gizli şekeri olanların oranı yüzde 9,6 olarak bulunmuştur. Yapılan çalışmaya göre, 35 yaş üstü her 4 kişiden birinin kan şekeri değeri normal sınırda değildir. Her diyabetliden 3'ü kan şekerini kontrol edememektedir. Diyabet sıklığı 50 yaşından sonra artış göstermektedir, 60 yaşından sonra oran yüzde 30'lara çıkmıştır. Diyabet, kentlerde diğer yerleşim birimlerine oranla yüzde 2 oranında daha fazla görülmektedir.''

Çalışmaya göre, 10 kişiden birinin diyabet hastası olmamasına rağmen kalp krizi geçirme riski taşıdığını söyleyen Oğuz, zayıflama ilaçları konusunda ise ''En riskli şey farklı yaklaşımlarla obezite ile mücadele etmek. Şu ana kadar şişmanları zayıflatacak mucize bir ilaç bulunamadı'' dedi.

-''PİRİNÇ YERİNE BULGUR YİYİN''-

Prof. Dr. Yüksel Altuntaş ise karın bölgesi yağlanan kişilerin kalp zarlarının da yağlandığını belirterek, şu uyarılarda bulundu:

''Vücuda en zararlı yağ dokusu kalbin etrafındaki yağ dokusudur. Toplumun 3'te 2'sinde inisülin direnci var. 1997'ye kadar diyabet sınırı kan şekeri 140'dı. Şimdi 100'e indi. Türkiye'de mutfak alışkanlığı değişmeli. Pirinç pilavının kan şekerini yükseltme hızı fazla. Türk halkı geleneksel yemeği bulgura dönmeli, bunu da sebze ile pişirmeli. Beyaz ekmeğin sofradan kalkması gerekiyor.''

Doç Dr. Ahmet Temizhan da bel çevresi genişliği tüm toplumlarda aynı olmadığını ifade ederek, bel çevresi genişliğinin Türkiye'de erkeklerde 94, kadınlarda ise 85-88 santimetre kabul edildiğini dile getirdi.

Temizhan, ''Göbek çıkmaya başladıysa çok büyük ihtimal metabolik sendrom, diyabet başlayacaktır'' uyarısında bulundu.

-''YEDİĞİNİZİN 3'TE 1'İNİ YEMEYİN''-

Prof. Dr. Kubilay Karşıdağ ise iki erkek maymun üzerinde yapılan araştırmayı kamuoyu ile paylaştı.

Karşıdağ, ''Kardeş iki maymunu alıyorlar, aynı ortama koyuyorlar, yaşam şartları ve yemek aynı. İkisine de 2 bin kaloriye eşdeğer yemek veriliyor. 20 yıl takip ediyorlar. Birinin yaşlanmadığı görülüyor, hareketli davrandığı, kireçlenmesi olmadığı görülüyor ve kanında kolesterol değeri normal bulunuyor. Diğerine ise verilen yemeğin miktarı yüzde 30 artırılıyor. Bu maymunda ise 20 yıl sonra sırtta kamburlaşma, kireçlenme görülüyor, hareketleri yavaşlıyor. Daha az kalori verilen hayvan daha genç görünüyor. Yediğinizin üçte birini yemeyin, bir kenara koyun'' diye konuştu.

Prof. Dr. Karşıdağ, asla yenilmeyecekler listesinde sofra şekeri ve bundan yapılan her şey, mayonez, ketçap, cips, meyve suyunu sıralarken, ekmeğin yemeğin suyuna asla batırılmaması gerektiğini de vurguladı.

Karşıdağ, makarna, pilav, ekmek, kızartma ve hamur işlerinin yüzde 50 azaltılmasını önerirken, az ve sık beslenilmesini, günde 3-5 öğün meyve ile salata, yoğurt, peynir ve süt tüketilmesini önerdi.

-ŞİKAYETİNİZ OLMAMASI SAĞLIKLI OLDUĞUNUZ ANLAMINA GELMİYOR-

Prof. Dr. Sadi Güleç de yapılan çalışmalarda Türkiye'de tansiyon kontrol oranlarının yükseldiğinin altını çizerek, bunun sevindirici olduğunu söyledi.

Metabolik sendromun temelinde yatan şeyin bel çevresi kalınlığı olduğunu öne süren Güleç, şöyle devam etti:

''Göbek eskiden estetik kaygı olarak görülürdü ama artık değil. Bel çevresinde toplanan yağlar vücuda daha çok zarar veriyor. Bel çevresindeki yağlardan salgılanan maddeler kalbe ve damarlara çok zararlı. Kalp krizlerinin yüzde 90'ının sebebi kolesterol, şeker, sigara ve tansiyonla izah edilebilir. Bunlar olmasaydı kalp krizi geçirenlerin yüzde 90'ı ölmeyecekti. Bunlar önlenebilir sebepler. Bu kaza olacağı kesinken, arabada emniyet kemeri takmamak gibi bir şey. Kalp krizlerinin yüzde 60'ı hiç şikayeti olmayanların başına geliyor. Şikayet olmaması sağlıklı olduğunuz anlamına gelmiyor. Üç önlenebilir sebebin hepsi göbekte var. Göbeği olan insanda şeker bozuluyor, tansiyon oluyor, kolesterol oluyor. Göbek hastalığa davetiye çıkarıyor.''

http://www.haber7.com/haber/20100501/Pirinc-pilavini-birakin-bulgura-donun.php
#1418
Diyarbakır'da boşaltılan yerleşim yerlerinden biri olan Şaklat köyü sakinleri 'terörden doğan zararlarının karşılanması için avukat tuttular. Davayı kazanan avukat köylülere ödemeyi gerçek para yerine sahtesi ile yaptı.

Köylüler adına bankadan çektiği terör tazminatını sahte parayla değiştiren avukat 7.5 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 175 bin lira para cezası verilen avukat, cezanın infazı tamamlayınca kadar avukatlık da yapamayacak.

Filmlere konu olacak hadise Diyarbakır'da yaşandı. Güvenlik gerekçesiyle boşaltılan ilk yerleşim birimi Şaklat köyü sakinleri, 2004 yılında yürürlüğe giren 'Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Kanunu'ndan yararlanmak istedi. Terör nedeniyle uğradıkları zararlarının karşılanması için dava açan köylüler, avukat Mehmet Kaya'ya vekalet verdi.

Uzun uğraşlar sonucunda mahkemeden tazminat kararı çıktı. Ancak köylülerin sevinçleri kısa sürdü. Avukattan aldıkları parayı bankaya yatırmak isteyen vatandaşlar, acı bir sürprizle karşılaştı. Paranın sahte olduğunu öğrenen köylüler polise koştu. Yapılan soruşturma sonucunda, paranın Merkez Bankası Diyarbakır Şubesi'nden alındıktan sonra İstanbul'daki bir matbaada bastırılan sahtesiyle değiştirildiği ortaya çıktı. Bunun üzerine avukat Mehmet Kaya hakkında 'piyasaya sahte para sürmek' iddiasıyla dava açıldı. Diyarbakır 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen dava 4 yıl sonra karara bağlandı. Karar duruşmasına, nerede olduğu bilinmeyen sanık Mehmet Kaya katılmazken, avukatı Sinan Tanrıkulu hazır bulundu. Sanık avukatı, 'Merkez Bankası'ndan kesinlikle sahte para çıkmaz' kanaatinin doğru olmadığını savundu.

Mahkeme heyeti, 'bilerek sahte para nakletmek, muhafaza etmek ve tedavüle koymak' suçlarından sanık avukat Mehmet Kaya'yı 9 yıl hapis ve 210 bin 30 TL para cezasına çaptırdı. Mahkeme, 1/6 oranında indirim yaparak cezayı 7,5 yıl hapis ve 175 bin 20 TL'ye çevirdi. Ceza infazı tamamlayınca kadar sanığın avukatlık yapamamasına da karar verildi.

SAHTE PARALARI İMHA ETMEK İSTEMİŞ

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianamede, şüpheli Mehmet Kaya'nın banka görevlilerinin 'hak sahiplerinin her biri için ayrı hesap açarak paralarının buraya aktarılması' teklifini reddettiğine yer verilmişti. Hak sahiplerinin bürosunda beklediklerini belirten sanığın, parayı aldıktan yaklaşık 6 saat sonra hak sahiplerine ödeme yaptığı vurgulandı. İddianameye göre, paranın sahte olduğunu anlayan köylüler yeniden avukata gitti. Bunun üzerine mağdurlarla birlikte bankaya giden avukata, görevliler, 'paranın sahte olduğunu polise bildirmemiz lazım.' dedi. Bunun üzerine avukat görevlilere, 'sahte paraları imha edin, gerçek parayı alıp gideyim' teklifinde bulundu. İddianamede, avukat Mehmet Kaya tarafından bankaya getirilen paraların 24 Mart 2007 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından bir çeteye yönelik yapılan operasyonda ele geçirilen sahte paralar ile aynı seri numaralarını taşıdığı kaydedildi.

(CİHAN)
http://www.haber7.com/haber/20100501/Teror-magduru-koyluye-avukat-oyunu.php
#1419
İçişleri Bakanlığınca yayınlanan 48119 sayılı genelge uyarınca, kendi meslek kuruluşlarından izin alan iş sahiplerinin de belediyelere ayrıca işyeri açma izni harcı ödemeleri gerektiği yolundaki belirlemenin avukatlara uygulanmasının mümkün olmadığına ilişkin Danıştay 9.Dairesinin 2008/2956 E-2009/830 K.sayılı 17.02.2009 tarihli kararı aşağıdadır:

T.C.
DANIŞTAY
DOKUZUNCU DAİRE
Esas No  : 2008/2956
Karar No: 2009/830

Davacı: Ankara Barosu Başkanlığı
Vekili  : Av. Sadık Erdoğan
Davalılar : 1 -İçişleri Bakanlığı -ANKARA
2-Ankara Valiliği - ANKARA
3-Çankaya Belediye Başkanlığı-ANKARA
Vekili  : Av. Cengiz Demirkan -Aynı Yerde

Davanın Özeti : İçişleri Bakanlığınca çıkarılan İşyeri Açma İzin Harcı konulu 4,9.2000 tarih ve 48119 sayılı Genelgenin ve buna dayanılarak baroya kayıtlı olarak avukatlık mesleğinin icrasına ilişkin açılan işyerleri için işyeri açma izin harcıödenmesi gerektiği yolunda tesis edilen işlemin iptali istemiyle açılan davayı, 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanununun 81 inci maddesinde, belediye sınırlan veya mücavir alanlar içinde bir işyeri açılmasının işyeri Açma izni Harcına tabi olduğunun hükme bağlandığı, bu düzenleme ile işyeri açma izninin belediye tarafından verilmesi şartı aranmaksızın belediye hudutlar ve mücavir alanlar içinde herhangi bir işyeri açılması halinde işyeri açma izin harcının alınacağının öngörüldüğü, diğer yandan, anılan Kanunun 85. maddesi gereğince yayımlanan 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanununun Çeşitli Harçlarla ilgili Hükümlerinin Uygulanmasına ilişkin Yönetmeliğin 10 uncu maddesinin 1 inci bendinde, belediye sınırları veya mücavir alanlar içinde bir işyeri açmanın işyeri açma izni harcına tabi olduğu, 2 nci bendinde ise bu harcın uygulamasında işyerinin; mağaza, yazıhane, idarehane, muayenehane, imalathane, fabrika, şube, depo, otel, kahvehane, eğlence, dinlenme ve spor yerleri, tarla, bağ, bahçe, çiftlik, hayvancılık tesisleri, dalyan ve voli mahalleri, madenler, taşocaklan, inşaat şantiyeleri, vapur büfeleri gibi ticari, sınai, arai ve mesleki bir faaliyetle başka bir iş ve girişimin yapılmasına ayrılan ya da bu faaliyet, iş ve teşebbüslerde kullanılan yerler olduğunun belirtildiği, uyuşmazlıkla, barolara kayıtlı olarak avukatlık mesleğinin icrası için açılan işyerlerinin, açıklanan yasal düzenlemeler uyarınca, işyeri açma izin harcına tabi tutulmasında ve bu hususa ilişkin dava konusu Genelge ile buna dayanılarak tesis edilen işlemde hukuka aykırılık görülmediği, gerekçesiyle reddeden Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 9.12.2004 günlü ve E:2000/6986. K:2004/6517 sayılı kararının Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun 27.1 2006 tarih ve E:2005/128, K:2006/1 sayılı kararı ile bozulmasından ibarettir.

Savunmanın Özeti: Davalılar tarafından; 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanununun 81. maddesi uyarınca belediye veya mücavir alan sınırları içinde bir işyeri açılmasının işyeri açma izin harcına tabı olduğu, meslek mensuplarının mesleklerini icra için açacakları işyerleri için kendi özel yasaları uyarınca Meslek teşekküllerden izin almalarının işyeri açma izin harcı alınmasına engel teşkil etmediği, bu nedenle davanın reddi gerektiği savunulmaktadır

Danıştay Savcısı Zerrin Güngör'ün Düşüncesi: Vergi Dava Daireleri Kurulunun 27.1.2006 tarih ve E:2005/128. K:2006/1 sayılı kararındaki gerekçede belirtilen nedenler doğrultusunda, İçişleri Bakanlığınca çıkarılan 4.9.2000 tarih ve 48119 sayılı Genelge ve bu genelgeye dayanılarak, tesis edilen işlemin iptali istemiyle açılan davanın kabulüne karar verilmesinin uygun olacağı düşünülmüştür.

Tetkik Hakimi Aydemir Savdan'ın Düşüncesi: Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 9.12.2004 günlü ve E:2000/6986, K:2004/6517 sayılı kararını bozan Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun 27.1.2006 tarih ve E:2005/128, K:2006/1 sayılı kararındaki belirtilen gerekçe doğrultusunda, dava konusu genelge ve bu genelgeye dayanılarak tesis edilen işlemin iptali istemiyle açılan davanın kabulüne karar verilmesi gerekeceği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Dokuzuncu Dairesince Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun 27.1.2006 tarih ve E:2005/128. K;2006/1 sayılı kararına uyularak işin gereği görüşüldü:
2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanununun işyeri açma izni harcını düzenleyen 81 inci maddesinde; belediye sınırlan veya mücavir alanlar içinde bir işyerinin açılmasının işyeri açma izni harcına tabi olduğu düzenlemesi getirilmiş, 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanununun Çeşitli Harçlarla ilgili Hükümlerinin Uygulanmasına ilişkin Yönetmeliğin işyeri açma izni harcına ilişkin 10 uncu maddesinde de; belediye sınırlan veya mücavir alanlar içinde bir işyeri açmanın işyeri açma izni harcına tabi olduğu belirtildikten sonra, bu harcın uygulanmasında işyerinin; mağaza, yazıhane, idarehane, muayenehane, imalathane, fabrika, şube, depo, otel, kahvehane, eğlence, dinlenme ve spor yerleri, tarta, bağ, bahçe, çiftlik, hayvancılık tesisleri, dalyan ve voli mahalleri, madenler, taş ocakları, inşaat şantiyeleri, vapur büfeleri gibi ticari, sınai, zirai ve mesleki bir faaliyetle başka bir iş ve girişimin yapılmasına ayrılan ya da bu faaliyet iş ve teşebbüslerde kullanılan yerler olduğu ifade edilmiştir.
1136 sayılı Avukatlık Kanununun Avukatlığın Mahiyeti başlıklı 1 inci maddesinde avukatlığın kamu hizmeti ve serbest bir meslek olduğu; aynı Kanunun 43 üncü maddesinde de büro edinme zorunluluğu ve esasları belirlenmiş, büronun niteliklerinin barolarca belirleneceği düzenlemesine yer verilmiştir.
Uyuşmazlığın özü, işyeri açma iznini barodan alan ve açacağı büronun nitelikleri barolarca belirlenen avukatların belediyelere ayrıca işyeri Açma İzni Harcı ödemeleri gerekip gerekmediğinin belirlenmesine ilişkindir.
Harç, karşılığında belirli kamu hizmetlerinden yararlananların bu hizmet karşılığında devlete ödemeleri gereken para olup, harcın yükümlüsü de, kamu hizmetinden yararlanan veya harca tabi işlemi yaptıran kişidir.
Avukatlık Kanununun 9 uncu maddesi uyarınca, ilgili baro tarafından ruhsatname verildiği andan itibaren unvanını kullanabilen avukatların levhaya yazıldıktan sonra kanunda belirtilen süre içinde baro bölgesinde nitelikleri barolarca belirtilen bir büro kurarak faaliyette bulunması yasal bir zorunluluktur. Avukatlık bürolarının açılması veya çalıştırılması hususunda belediyelerce izin verme veya kapatma yetkisi bulunmadığı hususu davalı belediye başkanlığınca verilen savunmada da kabul edilmekte olduğundan, bu bürolar nedeniyle belirti bir kamu hizmeti karşılığı alınması esas olan işyeri açma izni harcının alınması hukuken mümkün değildir
Bu durum karşısında, İçişleri Bakanlığınca yayımlanan 4.9.2000 tarih ve 48119 sayılı genelgede yer alan kendi meslek kuruluşlarından izin alan iş sahiplerinin de belediyelere ayrıca İşyeri Açma izni Harcı' ödemeleri gerektiği yolundaki belirlemenin avukatlara uygulanması mümkün olmadığından avukatlar yönünden iptali gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle davanın kabulüne, dava konusu 4.9.2000 tarih ve 48119 sayılı genelgenin avukatlara ilişkin kısmı ile buna dayanılarak tesis edilen işlemin iptaline, aşağıda dökümü yapılan 122,35 TL. yargılama gideri ile Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca 575,00 TL. vekalet ücretinin davalılardan alınarak davacıya verilmesine 17.02.2009 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Başkan  Üye  Üye  Üye  Üye
#1420
Bursa'nın merkez Osmangazi ilçesinde bir yakınına ait barda sigara içen kişileri uyaran avukat, 14 yerinden bıçaklanarak öldürüldü.

BURSA - Alınan bilgiye göre, Ünlü Cadde'de faaliyet gösteren bir barda Ankaragücü-Beşiktaş maçının oynandığı sırasında henüz kimliği belirlenemeyen kişiler sigara içmeye başladı.
Bu sırada, Bursa Barosu avukatlarından 53 yaşındaki Celal Sezgin bir yakınına ait olduğu öğrenilen barda, sigara içmemeleri konusunda bu kişileri uyardı.
Avukat Sezgin ile bu kişiler arasında çıkan tartışma kısa sürede büyüyerek kavgaya dönüştü.
Kavgada 14 yerinden bıçaklanarak yaralanan Sezgin, olay yerine gelen 112 Acil ekibi tarafından kaldırıldığı Bursa Devlet Hastanesi'nde yapılan müdahaleye rağmen kurtarılamadı. Polis, olaydan sonra kaçan zanlıların yakalanması için çalışmalarını sürdürüyor.  (aa)

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=989399&Date=03.04.2010&CategoryID=77

Ne feci bir hadise! Meslektaşımıza Allah'tan rahmet, ailesine ve yakınlarına baş sağlığı dilerim.
Sigara illetinden bir türlü kurtulamayan kişiler! Kendinizi düşünmüyorsanız bile hiç değilse başkalarını düşünün ve sigaranızla kimseyi rahatsız etmeyin! Kimse sizin sigara dumanınıza katlanmak zorunda değil!