Haberler:

deneme

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - Avukat

#1461
Diyanet İşleri Başkanlığı'na ait 'Diyanet Dergi'nin son sayısında Tillolu hocalarla yapılan kardeşlik röportajları geniş yer aldı.

Diyanet İşleri Başkanlığı, aylık resmi yayın organında Siirt Tillo'daki hocalarla 'terörün önlenmesi ve kardeşlik' üzerine yapılmış söyleşilere yer verdi. Başkanlığa ait Diyanet Aylık Dergi'nin "Çoklukta Birlik, Birlikte Çokluk" kapağı ile hazırlanan son sayısı, milli birlik vurgusu yapan yazılara ayrıldı. Dergide ilk kez, Tillo'daki Kur'an Kursları'nda yaklaşık yarım asırdır ders veren Bedreddin Sancar, Bedreddin Aydın ve Burhaneddin Mücahidi ile söyleşiler dikkat çekti.

BARDAKOĞLU AYRIMCILIĞI YAZDI

Tillo'nun önde gelenleri ile Siirt Müftülüğü'nün yaptığı altı sayfalık söyleşide, birlikte huzurlu bir yaşam için din eğitimi vurgusu yapıldı.

Tilllolu hocalar birlik ve beraberlik için gerekli çalışmaların yapılmasını da istedi. Derginin bu sayısında ayrıca Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu'nun "Ayrımcılığa karşı gönül bağlarıyla birleşmek" başlıklı başyazısı da yer aldı. • YAKUP BULUT-ANKARA  

http://www.stargazete.com/politika/diyanet-ten-tillolu-hoca-acilimi-haber-245709.htm

Diyanet Dergisinin habere konu röportajı da içinde barındıran Şubat-2010 sayısını okumak için:
http://www.diyanet.gov.tr/turkish/DIYANET/2010aylik/subat/aylik.pdf

Hz. Halid bin Velîd (r.a.) komutasındaki İslam Ordularının Siirt ve yöresini fethetmesinden sonra buralara gelip yerleşen Arap kökenli vatandaşlarımızın yaşadığı, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri de dahil birçok tanınmış alim yetiştiren, Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin de bir süre eğitim görüp inzivaya çekildiği evliyalar diyarı Tillo'yla ilgili daha fazla bilgi için:
http://www.tillom.com/
#1462
5941 Sayılı yeni Çek Kanunu'nda karşılıksız çeklerle ilgili olarak yapılan temel değişiklikler özetle şu şekildedir:

* Karşılığı bulunmayan çek bedeli bin Türk Lirası veya üzerinde ise, bankanın ödemekle yükümlü olduğu tutar bin TL'na yükseltilmiştir.

* Çek hesabında hiç karşılığın bulunmaması ve hamilin sadece muhatap bankanın ödemekle yükümlü olduğu tutarın ödenmesini talep etmesi hâlinde eskiden olduğu gibi çek aslı bankada kalmayacak, hamile verilecek ve bankada çekin fotokopisi muhafaza edilecektir.

* Muhatap banka, kanunen ödemekle yükümlü olduğu miktarın hamile ödenmesinin geciktirilmesi halinde çek hamiline, her geçen gün için binde üç gecikme cezası ödeyecektir.

Bankaların karşılıksız çekler sebebiyle doğan yükümlülüklerinde yukarıdaki düzenlemeler dışında temelde önemli bir değişiklik bulunmuyor. Dolayısıyla 3167 sayılı eski Kanun dönemiyle ilgili yapılmış olan yorum ve değerlendirmeler yeni dönemde de geçerliliğini koruyacaktır.
#1463
(Yukarıdaki soruya verilen aşağıdaki cevap, mevzuatta yaşanan değişiklikler ve Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararları çerçevesinde 31.03.2013 tarihinde güncellenmiştir).

Merhabalar. 22/5/2012 Tarihinde kabul edilen "Askerlik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"la ilk kez yoklama kaçağı olan ve bakaya kalan yükümlüler için yoklama kaçağı ve bakaya suçları kabahate dönüştürülmüş ve idari para cezası yaptırımına bağlanmıştı. Dolayısıyla sizin durumunuzda olan kişilerin artık endişelenmesine hiç gerek kalmadı. İkinci kez bu suçu işleyenler içinse mevzuattaki hükümler aşağıdaki şekildedir:

Askerlik Kanunu'nun 86. maddesi aynen şu şekildedir:

   Madde 86 - (Değişik: 31/3/2011-6217/2 md.)
   (Değişik birinci fıkra: 22/5/2012 - 6318/16 md.) Yoklamada bulundukları yerdeki askerlik şubesi, elçilik veya konsolosluklara gelmeyen ve bu Kanunda yazılı bir mazereti bulunduğuna dair belge ibraz etmemiş olanlardan, birlikte yoklamaya tabi oldukları doğumluların yurt genelinde normal sevk yılı içindeki ilk celp ve sevk tarihinden sonra ve son celp ve sevk döneminin bitiminden önce ele geçen veya kendiliğinden gelenler bulundukları yerde resmi bir hekime yahut en yakın yerde bulunan asker hastanesinde muayene ettirilirler. Muayene neticesinde askerliğe elverişli oldukları anlaşılanlardan erteleme hakkı bulunmayanlar Millî Savunma Bakanlığınca tespit edilecek sınıf ve tertibat yerlerine derhal sevk olunurlar. Bu durumdakiler hakkında il veya ilçe idare kurullarınca yüz Türk Lirası idari para cezası verilir.
   (Değişik ikinci fıkra: 22/5/2012 - 6318/16 md.) Yoklamada bulundukları yerdeki askerlik şubesi, elçilik veya konsolosluklara gelmeyen ve bu Kanunda yazılı bir mazereti bulunduğuna dair belge ibraz etmemiş olanlardan, birlikte yoklamaya tabi oldukları doğumluların yurt genelinde normal sevk yılı içindeki son celp ve sevk döneminin bitimine kadar ele geçmeyenler, elde edildiklerinde bulundukları yerde resmi bir hekime yahut en yakın yerde bulunan asker hastanesinde muayene ettirilirler. Muayene neticesinde askerliğe elverişli oldukları anlaşılanlardan erteleme hakkı bulunmayanlar Millî Savunma Bakanlığınca tespit edilecek sınıf ve tertibat yerlerine derhal sevk olunurlar.
   İkinci fıkra kapsamında yoklama kaçağı kaldıktan sonra ertelemesi yapılanlar ile birliklerine sevk edilenler hakkında bu Kanunun 89 uncu maddesinin dört ila yedinci fıkra hükümleri uygulanır.
   Yoklama kaçağı iken ertelemesi yapılmış olanlar, ertelemelerinin bittiği tarihi takip eden ilk mesai günü sevk edilirler.


Askeri Ceza Kanunu'nun 63. maddesi ise aynen şu şekildedir:

Yoklama kaçağı, bakaya, saklı, firar
   Madde 63 – 1 - (Değişik: 31/3/2011-6217/4 md.) Barışta, 1111 sayılı Askerlik Kanununun 89 uncu maddesi uyarınca haklarında verilen idarî para cezası kesinleştikten sonra kabul edilecek bir özrü olmadan,
   a) Yoklama kaçaklarından birlikte (...)(1) yoklamaya tabi oldukları doğumluların yurt genelinde normal sevk yılı içindeki son kafilesi gönderilmiş bulunanlar için, son kafilenin gönderilmesi tarihinden,(1)
   b) Bakaya kalanlar için, bakaya kaldıkları tarihten,
   c) İhtiyat erattan çağrılıp da birlikte işleme tabi olduğu kişiler gönderilmiş bulunanlar için, en son gönderilme tarihinden,
   d) Yoklama kaçağı, saklı veya bakaya olup olmamasına bakılmaksızın askerlik şubesince sevk edildiği kıtasına katılmayan veya geç katılanlar için, kendilerine tanınan kanuni yol süresinin bitiminden,
   itibaren dört ay içinde gelenler altı aya kadar, yakalananlar iki aydan altı aya kadar; dört aydan sonra bir yıl içinde gelenler iki aydan bir yıla kadar, yakalananlar dört aydan bir yıla kadar; bir yıldan sonra gelenler dört aydan iki yıla kadar, yakalananlar altı aydan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.
   2 - (Değişik: 15/6/1942 - 4257/1 md.) Seferberlikte birinci fıkrada yazılı olanlarla ruhsatlılardan sevk gününün bitmesinden itibaren yedi gün içinde gelenler bir aydan bir seneye, elde edilenler dört aydan iki seneye kadar, yedi günden sonra üç ay içinde gelenler iki seneden aşağı olmamak üzere elde edilenler üç seneden aşağı olmamak üzere hapis, üç aydan sonra kendiliğinden gelenler beş seneden az olmamak üzere ağır hapis, elde edilenler ölüm cezasına mahkum edilirler. Az vahim hallerde ölüm cezası yerine müebbet veya on seneden aşağı olmamak üzere ağır hapis cezası verilir ve diğer hallerde gösterilen cezalar yarıya indirilir.


Askeri Ceza Kanunu'nun 8. ek maddesine göre "26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun genel hükümleri bu Kanunda yer verilen suçlar hakkında da uygulanır. Ancak, bu Kanunun fer'î askerî cezalara ve cezaların ertelenmesine ilişkin hükümleri ile zamanaşımına ilişkin 49 uncu maddesinin (A) bendi hükümleri saklıdır."  49. maddenin A bendinde geçen, "Yoklama kaçağı, bakaya, saklı ve firar fiilleri hakkında dava müruru zamanı, bütün askeri mükellefiyetlerin veya bizzat girmiş oldukları taahhüdün bitmesinden itibaren işlemeğe başlar." hükmü ise, Anayasa Mahkemesi'nin aşağıda tam metni bulunan 30.03.2011 tarihli kararı ile bakaya suçları yönünden, 11.04.2012 tarihli kararı ile de firar suçu yönünden iptal edilmişti.

Türk Ceza Kanunu'nun 66. maddesine göre "Beş yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adlî para cezasını gerektiren suçlarda sekiz yıl" geçmesiyle dava zamanaşımı gerçekleşmiş olur. Dolayısıyla suçun işlendiği tarihten itibaren sekiz yıl geçtiğinde, ikinci kez bakaya kalan kişilerin suçu da zamanaşımına maruz kalmış olacaktır.

İkinci kez kalınan bakaya suçunun tecil edilmesi, para cezasına veya başka bir tedbire çevrilmesiyle ilgili detaylı bilgi edinmek için LÜTFEN TIKLAYINIZ.




ANAYASA MAHKEMESİ KARARI

Esas Sayısı : 2007/95
Karar Sayısı : 2011/61
Karar Günü : 30.3.2011
R.G. Tarih-Sayı : 05.07.2011-27985

İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Kulu Sulh Ceza Mahkemesi

İTİRAZIN KONUSU : 22.5.1930 günlü, 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu'nun 11.12.1935 günlü, 2862 sayılı Kanun'un 4. maddesiyle değiştirilen 49. maddesinin (A) fıkrasının "... fiilleri hakkında dava müruru zamanı, bütün askeri mükellefiyetlerin ... bitmesinden itibaren işlemeye başlar" bölümünün Anayasa'nın 2., 10. ve 38. maddelerine aykırılığı savıyla iptali istemidir.

I- OLAY

Sanık hakkında bakaya suçunu işlediği iddiasıyla açılan kamu davasında, itiraz konusu kuralın Anayasa'ya aykırı olduğu kanısına varan mahkeme iptali için re'sen başvurmuştur.

II- İTİRAZIN GEREKÇESİ

Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir:

"Anayasa Mahkemesinin 15/10/2003 tarihli ve E.2003/84, K.2003/89 sayılı kararında özetle;

Anayasanın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da uyması gereken temel hukuk ilkeleri ve Anayasanın bulunduğu bilincinde olan devlettir. Bu bağlamda hukuk devletinde yasa koyucu yalnız yasaların Anayasaya değil, Anayasanın da hukukun evrensel temel ilkelerine uygun olmasını sağlamakla yükümlüdür.

Hukukun temel ilkeleri arasında yer alan eşitlik ilkesine Anayasanın 10. maddesinde yer verilmiştir. Buna göre, yasa önünde eşitlik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil, hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır.

353 sayılı Yasanın 13. maddesi, 5530 sayılı Yasanın 4. maddesi ile değiştirilerek As C.K. nun 63/1-A-B maddesi kapsamında bulunan Bakaya suçunun sivil kişiler tarafından barış zamanında işlenmesi halinde adli yargı mahkemeleri tarafından As.C.K. hükümleri uygulanmak suretiyle yapılacağını belirtmiştir.

Askeri Ceza Kanununa göre firar suçu sadece asker kişiler tarafından işlenebilen bir suçtur (As.C.K. m.66).

Askeri Yargıtay'ın yukarıda belirtilen firar suçu nedeniyle dava zamanaşımının başlangıcına ilişkin yerleşmiş ve istikrar kazanmış içtihadına göre 41 yaşına girildiği Ocak ayının 1. günü zamanaşımı süresi başlamaktadır. Yani somut olayımızda 15.09.1965 doğumlu olan sanığın hakkındaki bakaya suçları için öngörülen dava zamanaşımı süresinin başlama tarihi sanığın 41 yaşına girdiği Ocak ayının 1. günü olan 01.01.2007 tarihinde işlemeye başlamıştır. Suç tarihi itibariyle yürürlükte bulunan ve sanığın lehine olan asli dava zamanaşımı (765 sayılı T.C.K.m. 102/4) süresi 5 yıldır. En fazla ise 7 yıl 6 ay olmaktadır.

Askeri Yargıtay'ın asker kişilerin işlemiş oldukları firar suçlarında dava zamanaşımı süresinin başlangıç tarihinin esas alınacağı tarih konusunda yerleşmiş ve istikrar kazanmış içtihatları karşısında As.C.K. m.49/A fıkrasında firar suçu yanında bakaya suçuna da yer verilmekle bu yorum şeklinin bakaya suçu için de geçerli olacağı izahtan varestedir. Ancak bakaya suçunun adli yargı mahkemelerinin görevi kapsamına alınmakla temyiz mahkemesinin Yüksek Yargıtay olacağı açıktır. Yüksek Yargıtay'ın dava zamanaşımının başlangıcına ilişkin farklı bir yorum şeklini tercih etmesi karşısında aynı suçun dava zamanaşımı süresinin iki farklı tarihte başlamasının Anayasada ifadesini bulan hukuk devleti ve eşitlik ilkelerine aykırılık oluşturulacaktır. Devletin yetkili kılınan iki Yüksek Mahkemesinin aynı suç için farklı yorum ve uygulama yapması, kişilerin devlete olan inancını sarsacağı gibi adalet duygularını da inciteceği izahtan varestedir. Ayrıca Askeri Yargıtay'ın asker kişiler tarafından işlenebilen firar suçu ile sivil kişilerin işleyebilecekleri bakaya suçunun dava zamanaşımının başlangıcına ilişkin içtihadı, aynı hukuki konumda bulunanlara aynı kuralların uygulanması, farklı hukuki konumda bulunanlara ise farklı kuralların uygulanmasını gerektiren Anayasanın eşitlik ilkesine aykırılık oluşturacaktır.

Askeri Yargıtay'ın dava zamanaşımı süresinin başlangıç tarihinin tespitine ilişkin içtihadının uygulanması sonucu somut olayımızda sanığın 1966 doğumlu olması nedeniyle 01.01.2007 tarihinde başlayan asli dava zamanaşımı süresinin lehe yasa dikkate alındığında 5 yıl sonra yani 01.01.2012 yılında dolacağı anlaşılmaktadır. Söz konusu süre en fazla yarı oranında artarak 01.06.2014 tarihinde zamanaşımı süresi dolacaktır. Sanık hakkındaki kamu davasının 1991 yılında açıldığı dikkate alındığında 23 yıl boyunca sanığın hakkındaki isnatlar için ceza davası tehdidi altında kalması Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6.maddesinde ifadesini bulan makul sürede adil yargılanma hakkının ihlal edilebileceği izahtan varestedir.

Yasa koyucu benzeri cezalar içeren suçlar bakımından dava zamanaşımı süresi ve başlangıcı için genel hükümler koymuşken bakaya suçu için farklı bir düzenleme getirilmesinin hukuk devleti ile aynı hukuki durumda bulunan kişiler arasında farklı uygulama ve işlem yapılmasının Anayasadaki eşitlik ilkesine aykırılık oluşturacağı izahtan varestedir. Söz konusu bakaya suçu için genel hükümlere yollama yapılmış olmakla dava zamanaşımı süresinin benzeri cezalar içeren suçlar ile aynı olduğu ileri sürülebilecek ise de dava zamanaşımı süresinin başlangıcının tüm askeri mükellefiyetlerin bitmesi şartına tabi tutulması nedeniyle eylemli olarak zamanaşımı süresi uzamaktadır. Genel hükümlere göre suçun işlenip tamamlanmasından sonra işlemeye başlayan dava zamanaşımı süresi, bakaya suçu işlenip tamamlanmış olsa bile işlemeye başlamamaktadır. Hatta dava zamanaşımı süresinin başlangıcına esas alınan 1111 sayılı Askerlik Kanununun 2.maddesinde öngörülen askerlik çağına ilişkin belirlenen sürenin, Genelkurmay Başkanlığının göstereceği lüzum, Milli Savunma Bakanlığının teklifi ve Bakanlar Kurulu Kararıyla 5 yıla kadar uzatılabileceği veya kısaltabileceği öngörülmüştür. Bu durumun ise bakaya suçunun dava zamanaşımının başlangıcı ile süresinin yürütmenin tekeline bırakmak anlamına gelir ki bunun da Anayasanın 38.maddesinde ifadesini bulan suç ve cezaların kanunla konulacağını düzenleyen amir hükmünün ihlali sonucunu doğuracaktır.

SONUÇ VE İSTEM: Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında; 1632 sayılı Askeri Ceza Kanununun 49/A maddesinde geçen;"... fiilleri hakkında dava müruru zamanı, bütün askeri mükellefiyetlerin bitmesinden itibaren işlemeğe başlar." İbaresinin Anayasanın hukuk devleti ve eşitlik ilkeleri ile 38.maddesine aykırılığı iddiasıyla iptali isteminden ibarettir.

İstemin iptali Yüce Anayasa Mahkemesinin yüksek takdirlerine ait olmak üzere itiraz dilekçesi ve dava dosyası saygıyla ve önemle arz olunur."

III- YASA METİNLERİ

A- İtiraz Konusu Yasa Kuralı

1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu'nun itiraz konusu bölümü de içeren 49. maddesi şöyledir:

"MADDE 49 - ASKERİ CÜRÜMLERDE DAVA VE CEZANIN NASIL DÜŞECEĞİ

(Değişik: 11.12.1935 - 2862/4 md.) Aşağıdaki fıkralarda yazılı hükümler mahfuz olmak üzere askeri suçlarda dava ve cezanın düşmesi hususlarında Türk Ceza Kanununun birinci kitabının 9 uncu babı hükümleri tatbik olunur.

A) Yoklama kaçağı, bakaya, saklı ve firar fiilleri hakkında dava müruru zamanı, bütün askeri mükellefiyetlerin veya bizzat girmiş oldukları taahhüdün bitmesinden itibaren işlemeğe başlar.

B) Hıyanet cürümlerile maznun ve mahkum olanlar hakkıda müruru zaman yoktur.

C) (Ek : 14/6/1989 - 3574/1 md.) Sırf askeri suçlarda Türk Ceza Kanununun 119 uncu maddesi hükümleri uygulanmaz".
B- Dayanılan Anayasa Kuralları

Başvuru kararında, Anayasa'nın 2., 10. ve 38. maddelerine dayanılmıştır.

IV- İLK İNCELEME

Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 8. maddesi gereğince Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Sacit ADALI, Fulya KANTARCIOĞLU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, A. Necmi ÖZLER, Serdar ÖZGÜLDÜR, Şevket APALAK, Serruh KALELİ ve Zehra Ayla PERKTAŞ'ın katılımlarıyla 30.10.2007 günü yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.

V- ESASIN İNCELENMESİ

Başvuru kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kural, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:

A- Sınırlama Sorunu

Anayasa'nın 152. ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 28. maddesine göre, Anayasa Mahkemesi'ne itiraz yoluyla yapılacak başvurular itiraz yoluna başvuran mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulayacağı yasa kuralı ile sınırlıdır.

1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu'nun 49. maddesinin (A) fıkrasında "Yoklama kaçağı, bakaya, saklı ve firar fiilleri hakkında dava müruru zamanı, bütün askeri mükellefiyetlerin veya bizzat girmiş oldukları taahhüdün bitmesinden itibaren işlemeğe başlar" denilmektedir. Bu kuralla bakaya suçu dışında yoklama kaçağı, saklı ve firar suçları da düzenlenmiş; bu suçlarda zamanaşımı süresinin başlangıcının ise bütün askeri mükellefiyetlerin veya ilgililerin bizzat girmiş oldukları taahhüdün bitmesinden itibaren işlemeye başlayacağı belirtilmiştir.

İtiraz yoluna başvuran Mahkeme'de, sanığın bakaya suçunu işlediği iddiası ile kamu davası açılmıştır. Dolayısıyla kuralda yer alan yoklama kaçağı, saklı ve firar suçlarından açılmış bir kamu davası bulunmamaktadır.

Belirtilen nedenle, 1632 sayılı AsCK'nın 49. maddesinin (A) fıkrasının "... fiilleri hakkında dava müruru zamanı bütün askeri mükellefiyetlerin ... bitmesinden itibaren işlemeğe başlar" bölümünün esas incelemesinin "bakaya suçu yönünden" yapılmasına 30.3.2011 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.

B- Kuralın Anayasa'ya Aykırılığı Sorunu

Başvuru kararında, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir hukuk Devleti olması sebebiyle hukukun üstün kurallarıyla bağlı olduğu ve bunlardan birinin de eşitlik ilkesi olduğu, yasakoyucunun benzeri cezalar içeren suçlar bakımından dava zamanaşımı süresi ve başlangıcı için genel hükümler koymuşken bakaya suçu için farklı bir düzenleme öngördüğü, her ne kadar yasakoyucu bu alanda takdir yetkisine sahip olsa da bunun hukuk devleti ile aynı hukuki durumda bulunan kişiler arasında farklı uygulama ve işlem yapılmasını yasaklayan eşitlik ilkesi ile bağdaşmadığı, dava zamanaşımı süresinin başlangıcına esas alınan 1111 sayılı Kanun'un 2. maddesinde belirtilen askerlik çağına ilişkin sürenin, Genelkurmay Başkanlığının göstereceği lüzum, Milli Savunma Bakanlığı'nın teklifi ve Bakanlar Kurulu kararıyla 5 yıla kadar uzatılabileceğini öngören kuralın bakaya suçunda dava zamanaşımının başlangıcı ile süresini yürütmenin tekeline bıraktığı belirtilerek kuralın Anayasa'nın 2., 10. ve 38. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.

Yasakoyucunun, suç ve cezaların belirlenmesinde takdir yetkisi olmakla birlikte bu yetkisini kullanırken suç ile ceza arasındaki adil dengeyi sağlaması ve öngörülen cezanın cezalandırmada güdülen amacı gerçekleştirmede elverişli olması gibi esasları dikkate alması zorunludur. Dava ve ceza zamanaşımı ile ilgili kurallar dahi cezayı ağırlaştıran yahut suç koyan hükümler niteliğindedir. Dava ve ceza zamanaşımı sürelerinin; suçların ağırlığı, kamu düzeni için oluşturduğu etki ve ceza siyasetinin gereği olarak belirlenmesinde yasakoyucunun takdiri Anayasa ve ceza hukukunun temel ilkeleriyle sınırlıdır.

21.6.1927 günlü, 1111 sayılı Askerlik Kanunu'nun 12. maddesine göre bakaya suçu, son yoklamada bulunarak numara ile veya numarasız asker edildikleri halde, istenildikleri sırada gelmemek veya gelip de askerlik yapacakları kıtalara gitmeksizin toplandıkları yerlerden veya yollardan savuşmak biçiminde iki farklı şekilde işlenebilmektedir. Bunlardan ilki celp bakayası, ikincisi ise geç iltihak suretiyle bakaya suçları olarak adlandırılmakta ve bu suçların faillerine verilebilecek cezalar da 1632 sayılı AsCK'nın 63. maddesinin ilk fıkrasının (A) ve (B) bendlerinde yer almaktadır.

Bakaya suçu, kesintisiz (mütemadi) bir suç niteliğindedir ve ilgilinin özrünün sona ermesini müteakip suçun işlenme süreci başlar, dehalet (katılma) veya yakalanma ile de sona erer. Yakalanması ve dehaletinin ardından fail, kıtasına katılacağı ve askeri disiplin ve hiyerarşi altına gireceğinden bundan sonraki aşamada askerlik hizmet ve yükümlülüklerine aykırı faaliyetleri firar gibi farklı suçları oluşturabilir. Bakaya suçu, henüz askeri disiplin ve hiyerarşi altında bulunmayan sivil kişiler tarafından işlenebilen bir suçtur.

İtiraza konu olan 1632 sayılı AsCK'nın 49. maddesinin (A) fıkrasında, bakaya suçunda dava zamanaşımı süresinin askerlik hizmetinin özellikleri nedeniyle bütün askeri mükellefiyetlerin bitmesinden itibaren işlemeye başlayacağı hükmü getirilmiştir. Bütün askeri mükellefiyetlerin ne zaman biteceği ise 1111 sayılı Askerlik Kanununun 2. maddesinin ilk fıkrasında "Askerlik çağı her erkeğin esas nüfus kütüğünde yazılı olan yaşına göredir ve yirmi yaşına girdiği sene Ocak ayının birinci gününden başlayarak 41 yaşına girdiği sene Ocak ayının birinci gününde bitmek üzere en çok yirmibir sene sürer" şeklinde belirtilmiştir. Dolayısıyla, bakaya suçunda dava zamanaşımı süresi, ilgilinin 41 yaşına girdiği Ocak ayının birinci gününden itibaren işlemeye başlayacaktır. İtiraz yoluna başvuran Mahkeme önündeki kamu davasının 1991 yılında açıldığı dikkate alındığında 23 yıl boyunca sanığın hakkındaki isnatlar için ceza davası tehdidi altında kaldığı görülmektedir.

Yasakoyucu, zamanaşımı kurumunu düzenlerken hukuk devleti ilkesinin bir gereği ve ceza hukukunun temel prensiplerinden olan ölçülülük ilkesiyle bağlıdır. Bu ilke ise "elverişlilik", "gereklilik" ve "orantılılık" olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. "Elverişlilik", başvurulan önlemin ulaşılmak istenen amaç için elverişli olmasını, "gereklilik" başvurulan önlemin ulaşılmak istenen amaç bakımından gerekli olmasını ve "orantılılık" ise başvurulan önlem ve ulaşılmak istenen amaç arasında olması gereken ölçüyü ifade etmektedir.

Ölçülülük ilkesiyle devlet, cezalandırmanın sağladığı kamu yararı ile bireyin hak ve özgürlükleri arasında adil bir dengeyi sağlamakla yükümlüdür. Askeri disiplinin tesisinde zafiyeti önlemek amacıyla getirilen kural, bakaya suçunun failinin asker kişi olmaması nedeniyle belirtilen amaca ulaşmada elverişli değildir. Ayrıca kesintisiz bir suç olan bakaya suçunda zamanaşımı süresinin, failin askeri hiyerarşi ve disiplin altına girdiği yakalanması veya dehaletinden değil de onun bütün askeri mükellefiyetlerinin bitmesinden itibaren başlatılması askeri disiplinin sağlanması açısından gerekli bir tedbir olarak değerlendirilemez. Aynı zamanda failin lehine olan 765 sayılı TCK'da en ağır cezayı gerektiren suçlarda bile zamanaşımı süresinin 20 yıl olması karşısında itiraz konusu kuralın orantılı olmadığını kabul etmek gerekir. İtiraz konusu kural, kişileri işledikleri suçla orantısız ve makul olmayan bir süre içinde davalarının ne şekilde sonuçlanacağı endişesiyle de yaşamak durumunda bırakmaktadır.

İtiraz konusu kural suçun ağırlığını, ona verilen cezanın süresini, cezadan beklenen sosyal faydanın zaman içinde azalacağını dikkate almaması ve failin sivil kişi olmasına ve askeri disiplini bozma durumunda olmamasına rağmen böyle bir gerekçeye dayanması sebepleriyle kamu yararı ile bireyin hak ve özgürlükleri arasında adil bir denge oluşturamadığından ölçülülük ilkesine aykırılık içermektedir.

Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa'nın 2. maddesine aykırıdır. İptali gerekir.

Anayasa'nın 2. maddesine aykırı görülerek iptal edilen kuralın ayrıca Anayasa'nın 10. ve 38. maddeleri yönünden incelenmesine gerek görülmemiştir.

VI- SONUÇ

1- 7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun uyarınca, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile ilgili gerekli düzenlemeler yapılmadan, Mahkeme'nin çalışıp çalışamayacağına ilişkin ön meselenin incelenmesi sonucunda; Mahkeme'nin çalışmasına bir engel bulunmadığına, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Zehra Ayla PERKTAŞ ile Celal Mümtaz AKINCI'nın, gerekçesi 2010/68 esas sayılı dosyada belirtilen karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

2- 22.5.1930 günlü, 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu'nun, 11.12.1935 günlü, 2862 sayılı Kanun'un 4. maddesiyle değiştirilen 49. maddesinin (A) fıkrasının "... fiilleri hakkında dava müruru zamanı, bütün askeri mükellefiyetlerin ... bitmesinden itibaren işlemeğe başlar" bölümünün, "bakaya suçu" yönünden Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,

30.3.2011 gününde karar verildi.
#1464
Merhabalar, hoşgeldiniz.

Alıntı YapBundan 4 sene önce avukatla görüştüümde bankanın bu dosyayı zarara attığını söyledi, Hakkımda aciz vesikası çıktığını ve davanın ona göre bittiğini söyledi.

İcra ve İflas Kanunu'nun 143. maddesi aynen şu şekildedir:

   (Değişik fıkra: 17/07/2003 - 4949 S.K./40. md.) Alacaklı alacağının tamamını alamamış ve aciz vesikası düzenlenmesi için gerekli şartlar yerine gelmişse, icra dairesi kalan miktar için hemen bir aciz vesikası düzenleyip alacaklıya ve bir suretini de borçluya verir; bu belgeler hiçbir harç ve vergiye tabi değildir. Aciz vesikasının bir nüshası da her il merkezinde Adalet Bakanlığınca tespit edilen icra dairesi tarafından tutulan özel sicile kaydedilmek üzere bu icra dairesine gönderilir. Aciz vesikası sicili aleni olup ne şekilde tutulacağı ve hangi hususları içereceği Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan yönetmelikle belirlenir.
   
    Bu vesika ile 105 inci maddedeki vesika borcun ikrarını mutazammın senet mahiyetinde olup alacaklıya 277 nci maddede yazılı hakları verir.
   
    Alacaklı aciz vesikasını aldığı tarihten bir sene içinde takibe teşebbüs ederse yeniden ödeme emri tebliğine lüzum yoktur.
   
    Aciz vesikasında yazılı alacak miktarı için faiz istenemez.
   
    Kefiller, müşterek borçlular ve borcu tekeffül edenler bu miktar için vermeğe mecbur oldukları faizlerden dolayı borçluya rücu edemezler.
   
    (Değişik fıkra: 17/07/2003 - 4949 S.K./40. md.) Bu borç, borçluya karşı, aciz vesikasının düzenlenmesinden itibaren yirmi yıl geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Borçlunun mirasçıları, mirasın açılmasından itibaren bir sene içinde alacaklı hakkını aramamışsa, borcun zamanaşımına uğradığını ileri sürebilirler.
   
    (Ek fıkra: 17/07/2003 - 4949 S.K./40. md.) Borçlu, aciz vesikasını düzenlemiş olan icra dairesine borcunu işlemiş faizleriyle birlikte her zaman ödeyebilir. İcra dairesi ödenen parayı alacaklıya verir veya gerektiğinde 9 uncu madde hükümleri dahilinde bir bankaya yatırır. Borcun bu şekilde tamamının ödenmesinden sonra aciz vesikası sicilden terkin edilir ve borçluya borcunu ödeyerek aciz vesikasını sicilden terkin ettirdiğine dair bir belge verilir. Aynı şekilde, icra takibi batıl ise veya iptal edilirse yahut borçlunun borçlu olmadığı mahkeme kararıyla sabit olursa ya da alacaklı icra takibini geri alırsa, aciz vesikası sicilden terkin edilir ve borçluya buna ilişkin bir belge verilir.


Buna göre aciz vesikasına bağlanan alacak, aciz vesikasının alındığı tarihten itibaren yirmi yıl geçtikten sonra zamanaşımına uğrar. Aciz vesikasında yazılı alacak miktarı için faiz de istenemez, yani alacak, belgenin alındığı tarih itibariyle sabit kalır.

Alıntı Yapşu anda o bankaya gidip hesap açmak istesem ne our? Başka bankadan hesap açsam x bankası parama el koyarmı, kendi üzerime araba alsam x bankası el koyarmı

Aciz vesikası alındıktan sonra banka gibi büyük şirketler (yüksek meblağlı alacaklar hariç) genellikle o alacakla ilgili takip sürecini fiilen sonlandırmış olurlar. Dolayısıyla bu noktadan sonra bir sorun yaşama ihtimaliniz zayıftır. Ancak aynı bankada hesap açtırmanız da bu riski artıracaktır doğal olarak.

Alıntı YapTam zamanaşımı olacağı zaman yeniden haciz kararı çıkartırlarsa yeniden bi 20 sene gibi bekleyecekmiyim

Konu bu yönüyle tartışmaya açık. Uygulamada böyle bir vakanın yaşanmış olduğunu da hiç zannetmiyorum. Ancak enflasyon oranının düşük seyretmesi sebebiyle bundan sonrası için bu tür sıkıntıların yaşanabileceği ihtimalini dikkate almakta yarar var.

Alıntı YapBorçlu olduğum bankaya ve başka bir bankaya gidip hesap açtırmak kredi kartı baçvurusunda bulunmak istiyorum, artık böyle girişimlere girip önümün açılmasını istiyorum.Sizce bankaya gitsem ne ile karşılaşırım, Bir bankaya kredi için gittiğimde tc numaramdan kredi alımına uygun puanım olduğu söylendi.Acaba borçlu olduğum bankaya gitsem hesap açtırsam ne olur.Bunu deneyeyimmi,

Hesap açtırıp kredi kartı alabilirsiniz. Ancak sizin cevabını aradığınız soru, "hesap açtırayım, kredi alayım, malvarlığı edineyim ve tüm bunları yaparken de bir haciz endişesi yaşamayayım; var mıdır bunun bir yolu?" şeklindedir. Sizi borcunuzla ilgili yeni bir takipten/haciz endişesinden 20 yıl boyunca kurtaracak bir yol maalesef bulunmuyor. Yukarıda da belirttiğim gibi, bir sorun yaşama ihtimaliniz zayıftır, ancak bundan %100 emin olamazsınız.

Alıntı YapBanka malvarlığımı sürekli takipmi edecek, nasıl öğrenecek ,ömür boyu bu böyle sürüp gidecek mi? artık kurtulmak istiyorum , haksız yere ne durumlara düştüm.

Kişinin sahip olduğu araç ve gayrimenkullerine TC kimlik numarasından ulaşmak mümkün. Keza banka kayıtları için de benzer bir durum söz konusu. Yaşadığınız endişeyi ortadan kaldıracak yegane çözüm, bankayla görüşerek borcunuzu ödemekten ibarettir. Banka muhtemelen borcunuzda bir indirim de yapacaktır diye düşünüyorum.
#1465
Türkiye Barolar Birliği, TBB Adli Yardım Yönetmeliği'nin 7. maddesinin ilk fıkrasında 18.12.2008 tarihinde değişikliğe gitmiş ve ilk fıkra, "Adli yardımla görevlendirilen avukata, görevlendirmeye konu iş için asgari ücret tarifesinde gösterilen maktu ücretin üç katına kadarı baro yönetim kurulu kararı ile peşin ödenir. Aynı işe birden fazla avukat görevlendirilemez. Ancak görevden çekilen avukatın yerine görevlendirilen yeni avukata ayrıca ücret ödenir." şeklinde değiştirilmişti. Bu değişikliğe karşı Adalet Bakanlığı'nın belirlenen ücretin fazla olduğu gerekçesiyle Danıştay'da açmış olduğu dava, 16.12.2009 tarihli kararla Danıştay 8. Dairesi tarafından reddedildi.

İlgili karara aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:
http://www.barobirlik.org.tr/calisma/haberler/tbb/belgeler/tarama_20100204140000.pdf


    TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ ADLİ YARDIM YÖNETMELİĞİ

    Türkiye Barolar Birliği Başkanlığından:

    Resmi Gazete Tarihi : 30/03/2004

    Resmi Gazete Sayısı : 25418

    BİRİNCİ BÖLÜM : Amaç, Kapsam ve Dayanak

    Amaç

    Madde 1 - Bu Yönetmeliğin amacı, 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 176-181 inci maddeleri uyarınca, adli yardımla ilgili usul ve esasları düzenlemektir.

    Adli yardımın amacı, bireylerin hak arama özgürlüklerinin önündeki engelleri aşmak ve hak arama özgürlüğünün kullanımında eşitliği sağlamak üzere, avukatlık ücretini ve yargılama giderlerini karşılama olanağı bulunmayanların avukatlık hizmetlerinden yararlandırılmasıdır.

    Kapsam

    Madde 2 - Bu Yönetmelik, 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 180 inci maddesi uyarınca Türkiye Barolar Birliği hesabına aktarılan paraların, barolar arasında dağıtımı ve kullanılması ile adli yardım bürosunun kuruluşunu, görev ve yetkilerini, görevlendirilecek avukatların ve ücretlerinin belirlenmesini, işleyişini ve denetimini kapsar.

    Hukuki Dayanak

    Madde 3 - Bu Yönetmelik 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 176-181 inci maddeleri uyarınca düzenlenmiştir

    İKİNCİ BÖLÜM : Genel Hükümler

    Adli Yardım Bürosu ve Temsilcisi

    Madde 4 - Her baro merkezinde, baro yönetim kurulu tarafından belirlenip görevlendirilecek, yeterli sayıda avukattan oluşan bir adli yardım bürosu kurulur. Baro yönetim kurulu ayrıca, baro merkezi dışında, avukat sayısı beşten fazla olan her yargı çevresinde bir avukatı, adli yardım bürosu temsilcisi olarak görevlendirebilir. Gerektiğinde, yeteri kadar temsilci yardımcısı da görevlendirilir.

    Adli yardım bürosu ve temsilcileri, 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanununda öngörülen görevler ile baro yönetim kurullarının Avukatlık Kanunu ve Yönetmelikler çerçevesinde vereceği görevleri yerine getirirler.

    Adli yardım bürosu ve temsilcileri, işlerini adli yardımdan sorumlu baro yönetim kurulu üyesinin sorumluluğunda ve denetiminde yürütürler.

    Adli yardım bürosu ve temsilcilerine, hizmetin yürütülebilmesi için adli yardım ödeneğinden karşılanmak üzere yeterli mekan, büro donanımı ve personel sağlanır.

    Barolar, avukat stajyerlerine, adli yardım bürosu ve temsilciliklerinde eğitim amacıyla geçici süreli görevler verebilirler.

    Adli Yardım İstemi

    Madde 5 - Adli yardım istemi, hizmetin görüleceği yer adli yardım bürosuna ve temsilciliklerine yapılır. Başvurularda, adli yardım başvuru formu doldurulur ve adli yardım esas defterine kaydedilir.

    Adli yardım bürosu ve temsilcilikleri, istem sahibinden gerekli bilgi ve belgeleri ister, istemin haklılığı konusunda uygun bulacağı araştırmayı yapar, gerektiğinde karar verir. Bu araştırmada, kamu ve özel kurum ve kuruluşları, adli yardım bürosuna ve temsilciliklerine yardımcı olurlar.

    Adli yardım isteminin reddi halinde istemde bulunan; tebliğden itibaren on gün içinde yazılı veya sözlü olarak baro başkanına başvurabilir. Baro başkanı yedi gün içinde karar verir, bu karar kesindir. Süresinde karar verilmediği taktirde talep ret edilmiş sayılır.

    Adli yardım görevi serbest çalışan avukatlara eşitlik ilkesi esaslarına göre verilir.

    Adli Yardımın Yapılışı

    Madde 6 - a) Adli yardım isteminin kabulü halinde, durum bir tutanakla tespit edilir. İstem sahibinden, işin sonunda maddi bir yarar elde etmesi halinde, avukata ödenen para ile elde edilecek maddi yararın %5'ini baroya ödeyeceğine; adli yardım isteminin haksız olduğunun sonradan anlaşılması halinde, görevlendirilen avukata ödenen ücretin iki katı ve yapılmış masrafları yasal faizleri ile geri vereceğine ilişkin taahhütname alınır.

    Vekaletname masrafı adli yardım faslından ödenebilir.

    Yargılama giderlerini karşılayamayacaklar için 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 465-472 nci maddeleri gereğince adli müzaheret talebinde bulunulur. Bu talebin reddi halinde ilgilisi, avukatlık ücreti dışındaki diğer yargılama giderlerini karşılamak durumundadır. Aksi halde, adli yardım istemi reddedilebilir.

    Ancak, yargılama giderlerinin karşılanamayacağının açıkça anlaşılması ve adli yardım talebinde bulunanın haklılığı açısından kesin veya kuvvetli bir kanı oluşması halinde, adli yardım bürosunun veya adli yardım temsilcisinin önerisi üzerine baro yönetim kurulu kararıyla adli yardım fonundan karşılanır.

    Davanın reddi halinde iade olunacak harç, adli yardım fonuna aktarılır.

    b) Adli yardım isteminin kabulüyle, gerekli iş ve işlemleri yapmak ve yürütmek üzere bir veya birkaç avukat görevlendirilir. Görev yazısının bir örneği de istem sahibine verilir ve gerekli bilgi, belge ve vekaletname ile birlikte görevlendirilen avukata başvurması istenir. Görevlendirilen avukat, görevlendirme yazısının, işe ve ilgiliye ait bilgi, belge ve vekaletnamenin, adli müzaheret istemi reddedilmiş ise iş için zorunlu masraf avansının kendisine ulaşması ile avukatlık hizmetlerini yerine getirmek yükümlülüğü altına girer.

    Görevlendirilen avukatın yükümlülüğü, istek sahibinin hizmetin görülebilmesi için gerekli belge ve bilgiler ile avukatlık ücreti dışındaki zorunlu yargılama giderlerini vermemesi veya vekaletname vermekten kaçınması ile sona erer. Görevlendirilen avukat, bu durumu gecikmeden, kendisini görevlendiren adli yardım bürosuna ya da temsilciliğine bildirir.

    c) Görevlendirmede, avukatların mesleki faaliyet alanlarına ilişkin beyanları dikkate alınır.

    d) Görevlendirilen avukat, bu işi yapmaktan haklı bir neden olmaksızın çekinmek isterse, görevin kendisine bildirildiği tarihten itibaren on beş gün içinde, o işin tarifede belirlenen ücretini baroya ödeyerek görevden çekilebilir.

    e) Görevlendirilen avukat, 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu hükümlerine göre işi sonuna kadar takip etmekle yükümlüdür. Bağlantı ve ilişki bulunsa bile başka dava ve icra takipleri veya benzeri hukuksal işlemler, görev konusu iş kapsamında kabul edilmez.

    f) Adli yardım bürosu ve temsilcilikleri, görevlendirilen avukatın hizmeti yerine getirmesi ile ilgili aşamaları izler. Avukat, işin hangi aşamasında olursa olsun, kendisinden istenen bilgi ve belgeleri vermek zorundadır. Hizmetin sonunda da, bu konudaki raporunu ve hizmetin sona erdiğini gösterir belgeleri adli yardım bürosuna ya da temsilciliğine iletir.

    Ödenecek Ücret

    Madde 7 - (Değişik fıkra: 18/12/2008- 27084 S.R.G Yön/1.mad.) Adli yardımla görevlendirilen avukata, görevlendirmeye konu iş için asgari ücret tarifesinde gösterilen maktu ücretin üç katına kadarı baro yönetim kurulu kararı ile peşin ödenir. Aynı işe birden fazla avukat görevlendirilemez. Ancak görevden çekilen avukatın yerine görevlendirilen yeni avukata ayrıca ücret ödenir.

    Ceza davalarında şahsi davacı ve müdahil vekiline, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu gereğince yapılacak hukuki yardımlar için avukatlık ücret tarifesinde belirlenen maktu ücret ödenir.

    Yargıtayda görülecek duruşmalı işlerde ayrıca, Ankaraya gidiş-geliş otobüs ücreti ödenir. Adli yardımdan yararlananın veya vekilinin talebi halinde Ankara barosundan görevlendirilecek avukat aracılığı ile Yargıtaydaki duruşma takip edilebilir.

    Tüm masraflar belgeye dayandırılır. Belgesiz ödeme yapılamaz.

    (Mülga fıkra: 20/10/2007- 26676 S.R.G Yön/1.md.)

    Adli yardım görevini haklı nedenler dışında tamamlamayan avukat, aldığı ücretin iki katını baroya ödemekle yükümlüdür.

    Adli Yardım Bürosunun Gelirleri

    Madde 8 - Adli yardım bürosunun gelirleri şunlardır:

    a) Türkiye Barolar Birliğinden baroya gönderilecek adli yardım ödeneği,

    b) Kamu ve özel kurum ve kuruluşlarından, il veya belediye bütçelerinden baroya yapılan yardımlar,

    c) Bu amaçla yapılan her türlü bağışlar,

    d) Adli yardım görevlerinden çekilen ve haklı neden olmaksızın hizmeti sonuçlandırmayan avukatlardan geri alınan ücretler,

    e) Taahhütname gereği ilgiliden alınan paralar,

    f) Yardımdan yararlanan ilgili lehine ilamda belirlenen harca esas değerin %5'i .

    Adli Yardım Bürosunun Giderleri

    Madde 9 - Adli yardım bürosunun giderleri şunlardır:

    a) Adli yardımla görevlendirilecek avukatlara ödenecek ücretler ve zorunlu yol giderleri, gerektiğinde vekaletname, dava harç ve masrafları,

    b) Büro personelinin ücretleri,

    c) Büro donanımı, kırtasiye, kira ve diğer giderler.

    Adli yardım paraları, münhasıran adli yardım hizmetlerinde kullanılır ve baro bütçesinin ayrı bölümlerinde gösterilir. Bu bölümden kalan gelir fazlası, bir sonraki yılın aynı faslına aktarılır.

    Adli Yardım Parasının Barolara Dağıtımı

    Madde 10 - Türkiye Barolar Birliği, 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 180 inci maddesi uyarınca tahsil edilen parayı bütçesinin adli yardım faslına aktararak, bankada açacağı ayrı bir hesapta toplar. Bu hesapta toplanan paranın % 10 u Türkiye Barolar Birliğinin adli yardım giderleri ve adli yardım dengeleme fonu için ayrılır, kalanı barolara gönderilir.

    Her baroya (5) temel puan verilir. Verilen (5) temel puana;

    a) Her (25) üye avukat için (1) puan,

    b) Her (50 000) nüfus için (1) puan,

    c) Kalkınmada öncelikli yöre barolarına (3) puan,

    eklenerek adli yardım ödenek puanı saptanır.

    Puanlamada 0.5'in altındaki küsuratlar dikkate alınmaz, bunu aşan küsuratlar ise (1) puana tamamlanır.

    Barolara gönderilecek adli yardım payı aşağıdaki şekilde hesaplanır:

    TBB toplam adli yardım parası X 0.90 X baro adli yardım ödenek puanı

    Baro adli yardım ödeneği = ---------------------------------------------------

    Tüm baroların adli yardım puanları toplamı

    Yıl içinde barolara gönderilmiş olan ödenekler, yıl sonunda barolara ayrı ayrı bildirilir.

    Barolar, kendi paylarına düşen adli yardım ödeneğinin yıl içinde bitmesi halinde, adli yardım bürosunun gerçekleşen harcamalarını, ödeneğin gerekçesini ve bekleyen işleri içeren rapor ile Türkiye Barolar Birliği adli yardım dengeleme fonundan ek ödenek isteyebilirler. Türkiye Barolar Birliği yönetim kurulu tarafından, istemin uygun bulunması halinde ek ödenek gönderilir. Barolara gönderilen ödenek yıl içinde kullanılmaz ise bir sonraki yıla aktarılır.

    Barolar her yılın sonunda adli yardım yıl sonu raporu düzenleyerek Türkiye Barolar Birliğine gönderirler. Türkiye Barolar Birliğindeki kayıtlar ile bu raporlar esas alınarak hesap mutabakatları sağlanır.

    Barolara tahsis edilen ödenek, dört taksit halinde ödenir. Barolar kendilerine tahsis edilen ilk ödemeden sonra üçer aylık rapor düzenler ve Türkiye Barolar Birliğine gönderir.

    Raporların Yönetmeliğe uygunluğu tespit edildikten sonra bir sonraki ödeme yapılır. Takip eden diğer ödemelerde de aynı usul uygulanır.

    Adli Yardım Bürolarının Denetimi

    Madde 11 - Baro yönetim kurulu, adli yardım bürosu ve temsilciliklerinin çalışmalarını her zaman denetleyebilir. Baro denetçileri ayrıca mali açıdan adli yardım bürosu ve temsilciliklerini de kapsayan çalışmalarını, her 2 ayda bir düzenleyeceği raporla, baro yönetim kuruluna bildirir.

    Yürürlükten Kaldırılan Hükümler

    Madde 12 - 14/11/2001 tarih ve 24583 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Adli Yardım Yönetmeliği yürürlükten kaldırılmıştır.

    Yürürlük

    Madde 13 - Bu Yönetmelik 10/3/2004 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

    Yürütme

    Madde 14 - Bu Yönetmelik hükümleri Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu tarafından yürütülür.

#1466
Türkiye Barolar Birliği tarafından 31 Aralık 2009 tarih ve 27449 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren "Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Görevlendirilen Müdafi ve Vekillere Yapılacak Ödemelere İlişkin 2010 Yılı Tarifesi"nin, tarifedeki ücretlerin çok düşük ve Asgari Ücret Tarifesi'nde belirtilen ücretlerin çok altında olması nedeni ile, "Tarife"nin iptali için 19.01.2010 tarihinde Danıştay'da Yürütmenin Durdurulması istemli iptal davası açılmıştır.

Dava dilekçesinde özetle; CMK Tarifesindeki ücretlerin, Türkiye Barolar Birliği'nin de görüşü alınarak Adalet ve Maliye Bakanlıkları tarafından birlikte tespit edileceğinin hüküm altına alındığı, bu bağlamda, Türkiye Barolar Birliği'nin "2010 yılı Tarifesinin, 2010 yılı için hazırlanan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi ile eşitlenmesi..." hususundaki 6698 sayılı ve 14.12.2009 tarihli görüşünü Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü'ne ilettiği, ancak Türkiye Barolar Birliği'nin bu görüşünün hiç dikkate alınmadığı, 2010 yılı CMK Ücret Tarifesi ile 2009 yılı CMK Ücret Tarifesi arasında oldukça az miktarda fark bulunduğu ve 2010 yılı TBB önerisinde belirtilen ücretlerin çok altında kaldığı belirtilerek 2010 yılı tarifesinin iptaline ve yürütmenin durdurulmasına karar verilmesi talep edilmiştir.

Dava dilekçesini aşağıdaki linkten inceleyebilirsiniz:
http://www.barobirlik.org.tr/calisma/haberler/yazismalar/cmk/201002_cmk_tarife_tbb_dilekce.pdf

İşte iptali istenen 2010 yılı ücret tarifesi:

CEZA MUHAKEMESİ KANUNU GEREĞİNCE GÖREVLENDİRİLEN MÜDAFİ VE VEKİLLERE YAPILACAK ÖDEMELERE İLİŞKİN 2010 YILI TARİFESİ

             Amaç

             MADDE 1 – (1) Bu Tarifenin amacı, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince soruşturma ve kovuşturma makamlarının talebi üzerine görevlendirilen müdafi veya vekillere ödenecek meblağları belirlemektir.

             Kapsam

             MADDE 2 – (1) Bu Tarife, Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince görevlendirilen müdafi veya vekillerin yapacakları hukuki yardımlar için uygulanır.

             Dayanak

             MADDE 3 – (1) Bu Tarife, 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 13 üncü maddesi gereğince hazırlanmıştır.

             Tarife

             MADDE 4 – (1) Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince yapılan hukuki yardımlara yönelik işlemlerde;                                                                             

             a) Soruşturma evresinde takip edilen işler için 149 TL,             

             b) Sulh ceza mahkemelerinde takip edilen davalar için 231 TL,   

             c) Asliye ceza mahkemelerinde takip edilen davalar için 254 TL,   

             ç) Ağır ceza mahkemelerinde takip edilen davalar için 462 TL,   

             d) Çocuk mahkemeleri:

             1) Çocuk mahkemelerinde takip edilen davalar için 254 TL,         

             2) Çocuk ağır ceza mahkemelerinde takip edilen davalar için 462 TL,

             e) Askeri mahkemelerde takip edilen davalar için 254 TL,

             f) İcra ceza ve fikrî ve sınaî haklar ceza mahkemesi gibi mahkemelerde takip edilen davalar için 254 TL                                                                                 

             g) Kanun yolları mahkemeleri:

             1) Bölge adliye mahkemelerinde görülen duruşmalı davalar için 462 TL,   

             2) Yargıtayda görülen duruşmalı davalar için 518 TL,                               

             ödenir.

             Yürürlük

             MADDE 5 – (1) Bu Tarife 01 Ocak 2010 tarihinde yürürlüğe girer.
#1467


"İlaç firmaları korkuyu pazarlama tekniği olarak kullanıyor" diyen Prof. A. Rasim Küçükusta, polikinliğe giden insanların yüzde 30-40'ına gereksiz ilaç yazıldığını iddia etti, modern tıbbı gazozuna ilaç konmuş kıza benzetti.

ŞÜKRULLAH DOLU'nun röportajı

Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, Cerrahpaşa'da binlerce doktora hocalık yaptı. Bu süre zarfında ilaç şirketlerinin binbir türlü manipülasyonuna şahit oldu. "Modern tıbbın ilaç endüstrisi karşısında gazosuna ilaç konmuş kızlardan hiçbir farkı yoktur" diyerek yıllardır bu konuda uyarıcı olmaya çalıştı. Domuz gribinde yaşananlar Küçükusta'yı doğruluyor. Son kitabı 'Bu işte bir domuzluk var'la ilaç firmalarının korkutmayı nasıl bir pazarlama tekniği olarak kullandığına dikkat çeken Küçükusta, eğer önlem alınmazsa ilaca ödenen faturanın 30 milyar TL'ye çıkacağı uyarısında bulunuyor. Küçükusta ile ilaç sektöründe dönen dolapları konuştuk:

KORKUTARAK KAZANIYORLAR

İlaç şirketleri neden ve nasıl korkutuyor?

Korkutma, ilaç pazarlama taktiklerinden biri. Çünkü doğrudan doğruya ilaç reklamı yapılması, birkaç ülke dışında dünyada yasak. Yasak olmayanlarda da belli başlı, 'tezgahüstü' denilenlerin reklamı yapılabiliyor. İlaç firmaları da, satışları artırmak için gizli reklam veya başka türlü yollara sapıyor. Bunlardan birisi de korkutma. Bunun da değişik şekilleri var. Domuz gribi bunun son örneği. 'Aşı olmayanlar ölecek' gibi bir korkutma kampanyası yürütüldü. Oysa bu gripten çok insan hastalansa bile çok azının öleceği ilk bir-iki ayda biliniyordu, benim de 7-8 ay öncesinden yazdığım yazılar var. 2009 Haziran ayında bunun bir korkutma stratejisi olduğunu yazmıştım.

Bir de zaman zaman bir hastalık moda edilerek insanlar korkutuluyor. Reflü, kolesterol ve kemik erimesi gibi. Bunlar öyle bir anlatılıyor ki, sanki her reflüsü olan kansere yakalanacakmış gibi gündem oluşturuluyor. Amaç, insanların ilaçları daha uzun süre kullanmasını sağlamak.

Moda merkezi gibi bir yapı mı?

Evet. Bu modaların oluşturulmasında elemanlar var: Bunlardan birisi doktorlar, diğeri de medya. Bazı haberlerde ilacın ismi hiç yer almaz, ancak hastalığın geçmesi yeterli oluyor. Hastalık reklamının yapılması, dolaylı olarak ilaç reklamı yerine geçiyor. Astım, hipertansiyon gibi birçok hastalıkla ilgili dernekler var. Bunların hepsi, ilaç firmalarının bir çeşit pazarlama kuruluşu. Modern tıbbın ilaç endüstrisi karşısında gazosuna ilaç konmuş kızlandan hiçbir farkı yok.

DERNEKLERLE PAZARLAMA

Bu dernekleri ilaç firmaları mı kurdurur?

Tabii. Mali destek tamamen ilaç firmalarından gelir. Onların geliri, ilaç firmalarının reklamlarından ve kongrelerden kalan paralardan sağlanır. Dernekler de meşhur kişileri hastalık reklamında kullanarak göndem oluştururlar. Bu dernekler, 'Bin insanları bilgilendiriyoruz, farkındalık oluşturuyoruz' diyorlar. Ancak bu farkınlalık oluşturmanın amacı başka. Zaman zaman şeker taraması ve tansiyon taraması gibi bedava kampanyalar düzenlerler. Burada da maksat ilaç tüketimini artırmaktır. Çünkü bu taramalarda, 'Bak senin tansiyonun var. İlaç kullanmalısın' mesajı verilir.

PLAJDA KONGRE OLUR MU?

Yenilikleri nasıl izliyorsunuz?

Bunun için kongrelere gitmeye gerek yok. Dikkat ederseniz kongrelerin yüzde 90'ı Kuşadası, Marmaris ve Belek gibi sahil yerleşimlerinde yapılıyor. Plajda kongre mi olur? Kongreler 30-40 sene öncesinden kalma uygulama. Ulaşım ve iletişimin olmadığı bir dönemin yöntemi. Şimdi internet var. O kongrede olan her şeyi daha önceden istersen gece saat 03:00'de bile görebilirsiniz. Yazının bulunması nasıl her şeyi değiştirdiyse internet de kongreleri sıfırladı. 20 senedir hiçbir kongreye gitmiyorum ve hiçbir derneğe de üye değilim. Her şeyi de takip edebiliyorum. 3 ayda 4 tane kitap çıkardım ben.

Siz reçete yazarken neye dikkat ediyorsunuz?

Ben ilaçların daima en ucuzunu yazmaya çalışıyorum. İlk firmanın çıkardığı orijinal ilaç var, bir de bu ilacın patent süresi dolduktan sonra başka firmaların aynı içerikte çok daha ucuza ürettiği jenerik ilaç diye bir şey var. Ben daima onlardan yazarım. Çünkü bunlar 10 misline kadar ucuz olanlar var. Olabildiğince gereksiz ilaç yazmıyorum.

Tıp ahlakı diye bir kavram kalmadı

Hayy Kitap'tan çıkan, 'Adamın biri doktora gitmiş... Gidiş o gidiş!' isimli kitabınızda meslektaşlarınıza da bir sitemde bulunuyorsunuz...

Tıp ahlâkı diye bir şey kalmadı. Çünkü tıp, ilaç farmalarının denetimi altında. Bütün çalışmalar onlar tarafından sponsorlukla destekleniyor. Tıp dergileri onların yardımıyla çıkıyor. Kongreler onların sponsorluğunda düzenleniyor. Yani tıbbı gerçek bilgiler değil, ilaç firmalarının arzu ve istekleri yönlendiriyor. MR ve tomografi gibi şeyler de insanlara gereksiz yapılıyor.

Yeni bir paradigmaya ihtiyaç var mı?

Kesinlikle... Modern tıbbın eksiklerinden, hata ve günahlarından mutlaka adınması lazım. Yoksa bunun oluşturduğu boşluğu, otçular ve çöpçüler dolduruyor. TV'lerde tıpla hiç alakası olmayanlar bile insanlara otları-çöpleri yedirebiliyorlar.

Sağlam insana da ilaçlar veriliyor

İlaç firmalarının başka ne tür pazarlama tuzakları var?

En önemli tektiklerinden birisi de, sağlam insana bile ilaç satmaktır. Adamın bir şeyi yoktur. Ancak buna rağmen ona vitamin, beslenme destek ürünü, mineral ve antioksidan gibi bür sürü şeyi aldırıyorlar.

Bu ürünler faydalı değil mi?

Son senelerde adeta bir 'vitamin çılgınlığı' yaşanıyor. İnsanlar elmayı, portakalı, mandalinayı bıraktı vitamin hapı içiyor; çocuklarına balık yedirmiyor omega 3 yutturuyor. İnsanlar, açık ve gizli reklâmlarla yaşlanmayı ve hastalıkları önlediği iddia edilen bu maddeleri kullanmaya âdeta mecbur bırakılıyor. Öyle ki, artık nerdeyse herkesin kendine özel bir vitamini, doğal besin desteği olmaya başladı.

Vitamin almayalım mı?

Almayın tabii ki. Vitaminler de aslında birer kimyasal maddedir. Vitamin hapı yutacağınıza sebze ve meyve; balıkyağı hapı içeceğinize balık yiyin.

Görülmedik yöntemler!

Tamiflu taktiğini nasıl yorumluyorsunuz?

Dünya Sağlık Örgütü'nün de yönlendirmesiyle Tamiflu (Türkiye'de de rüşvet skandalına karışan Roche üretiyor), domuz gribi tedavisinde en önemli iki ilaçtan biri olarak lanse edildi. Ancak bağımsız bir bilim kurulu olan Cochrane tarafından yapılan araştırmaya göre Tamiflu'nun etkinliğinin kesin olmadığı anlaşıldı. Buna rağmen tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de Tamiflu kapsülünün kullanım süresinin 2 yıl uzatıldığı açıkladı. Bugüne kadar miadı dolmuş ilaçların kullanım sürelerinin uzatılması duyulmuş görülmüş bir şey değildi. Bu, bazıları tarafından 'elde kalmış ilaçların bir an önce bitirilmesi' amacıyla alınmış ekonomik-politik bir karar olarak değerlendirildi.

ADAM ÖLDÜRMEDEN FARKI YOK

"Yasadışı promosyonlar da cezasız kalmıyor ve Pfizer 2004 yılında bundan dolayı suçlu bulunarak 430 milyon dolar ceza ödemeye mahkum oluyor. Belki yöneticiler bu karara 'Tamam, bu işten bu küçük cezayla sıyrıldık' diye seviniyorlar, ama olay burada bitmiyor. Geçtiğimiz günlerde Boston' da firma hakkında yeni bir dava daha açılıyor. Pfizer, şimdi de bilim dünyasının açıkça aldatmak ve bilimsel gerçekleri gizlenmek gibi taammüden adam öldürmekten farksız çok ağır bir suçlama ile karşı karşıya."

İlaçların yüzde 40'ı gereksiz

İnsanların ilaç konusundaki tutumu nasıl?

İnsanlar bu konuda bilinçsiz... Hatta 'Çok ilaç yazan, pahalı ilaç yazan iyi doktordur' diye düşünenler vardır. Bunlar benim için geçerli değil. Ben birçok hastaya ilaç bile yazmam.

Bugün herhangi bir polikinliğe giderseniz kapıdan çıkanların hepsinin elinde ilaç poşeti olduğunu görürsünüz. Her poşette de en az 5 kalem ilaç vardır. Bu olacak bir şey değil. Genel bir polikinliğe gelen insanın yüzde 30-40'ına hiç ilaç bile yazmaya gerek yoktur. 'Sen şunu yemelisin, şöyle denlenmelisin veya şu şekilde spor yapmalısın' denilecek hastaya bile ilaç yazıyorlar. 100 hastanın hepsine de ilaç yazıyorsan bu işte bir sakatlık var demektir. Bu nedenledir ki Türkiye'deki ilaç harcaması 5 milyar TL'den 19 milyar TL'ye çıktı. Buna 15 milyar civarında tutmak hedef, fakat bu gidişle 10 yıl içinde 30 milyar TL'ye çıkacağı öngörülüyor. Ancak bu dünyanın meselesi. Bütün dünyayı ilaç firmaları yönetiyor. Bu artık ekonomik ve politik bir olay oldu. Tek başına bizim hükümetimizin çözmesi de mümkün değil.

http://www.yenisafak.com.tr/Ekonomi/?t=14.02.2010&i=241505
#1468


Postaneden verilen 1 liralık şifre, vatandaşın hayatını değiştirecek. e-devlet projesi kapsamında alınan şifreyle, trafik işlemlerinden askerlik yoklamasına kadar her türlü başvuru internet üzerinden yapılabiliyor, sonuçları da aynı yoldan alınıyor.
 
Şifreyle türkiye gov.tr ye girildiğinde hakkınızda açılan bir dava varsa, durumunuzu, nerede ve kim tarafından açıldığını öğrenebiliyorsunuz. Böylece, mahkeme süreci, zaman ve iş kaybı ortadan kalkıyor. Sistemin yeni ve en önemli uygulaması ise, tüketici şikâyetleri. Cep telefonundan buzdolabına her türlü şikâyet hakem heyetlerine internet üzerinden ulaştırılıyor. Şifre, herhangi bir PTT şubesinden nüfuz cüzdanı gösterilerek alınıyor.

PTT şubelerinden 1 lira karşılığında alınan e-devlet (Elektronik Devlet) şifresiyle vatandaşların, hakkında açılan bir hukuki dava var mı yok mu, varsa davanın taraflarını ve son durumunu internet üzerinden öğrenmeleri mümkün. Şifre sahipleri uygulamayla, adliye koridorlarındaki uzun bekleyişten kurtuluyor. Şifre sayesinde; araç ve sürücü belgesi sorgulama, askerlik yoklama ve celp dönemi tercihi, SSK prim ödemeleri, varsa okuyan çocuklarınızın durumları dahil çok sayıda hizmeti internet üzerinden resmi olarak yapma imkanı sunuluyor. e-devlet uygulamasında eklenen en son yenilik ise, tüketici şikâyetlerinin internet üzerinden resmi olarak yapılması ve sürecin yine internet üzerinden takibinin yapılıyor olması. Böylece, tüketiciler her türlü şikâyetleri için il ve ilçelerde Tüketici Hakem Heyeti arama zorluğundan da kurtulmuş oldu. Sanayi Bakanlığı yetkilileri, yeni uygulamayla tüketicilerin hak arama mücadelesi önündeki engellerin tamamen ortadan kalktığı bilgisini verdi.

Tüketiciler rahatlayacak

e-devlet uygulaması (www.türkiye.gov.tr) Aralık 2008'de başlatıldı. Sistemden faydalanmak için en yakın postaneden TC kimlik numarasıyla başvurup şifre almak gerekiyor. Şifre aldıktan sonra sistem üzerinden yapacağınız başvurular, resmi işlem olarak kabul edilip işleme alınıyor. Başvuru sahipleri süreci de yine internet üzerinden takip edebiliyor. Şifre kişiye özel olup, vekalet dahil hiçbir şekilde devredilemiyor ve sorumluluk kişiye ait oluyor. Ancak sistem birçok kolaylık sunmasına rağmen henüz tam olarak vatandaşlar tarafından anlaşılamadı. Tüketiciler, günlük yaşamda giyimden cep telefonuna satın aldıkları ürünlerde, zaman zaman sorunlar yaşıyor. Vakit darlığı veya bürokratik işlemlerin çokluğu, tüketicilerin mağduriyetlerini de kabullenmelerine sebep oluyor. Ancak, Sanayi Bakanlığı'nın e-devlet sistemi üzerinden kurduğu yeni sistemle kullanıcılar artık işini bırakıp veya evinden çıkarak il veya ilçelerdeki hakem heyetlerine gitmeden şikâyette bulunabilecek. Dava süreci ve sonucu da aynı şekilde internet üzerinden izlenecek. Bakanlık yetkilileri, yeni uygulamayla tüketicilerin hak arama mücadelesi önündeki engellerin tamamen ortadan kalktığı bilgisini verdi. Sistemin ikinci adımı olarak Tüketici Mahkemeleri'ne de internet üzerinden başvuru altyapısını oluşturmak. e-devlet sistemi, en çok trafik işlemlerinde kullanılıyor. Sistemin en çok kullanım alanları: Araç ve sürücü belgesi ceza sorgulama, günlük hava tahmini, döviz kurları, mahkeme dava sorgulama, SSK hizmet dökümü, sürücü belgesi iptal sorgulama, ticarî araç ve vergi levhası sorgulama, askerlik yedeklik yoklama. Sistem üzerinden birçok resmi kuruma başvuru yapılabiliyor, Sanayi ve Tarım bakanlıklarının kredi imkânları, destekleri sorgulanıp takip edilebilmekte.



Resmi büyütmek için tıklayın:
http://medya.zaman.com.tr/2010/02/13/edevlet.jpg

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=951081&title=1-liralik-sifreyle-tuketici-sikâyetleri-internetten-mahkemeye-tasinacak
#1469
Yukarıda yazdıklarım bir yanlış anlamaya sebep olmasın; tahsiliniz devam ettiğine göre, tahsil hayatınız bitinceye dek babanızın size her hal-u karda yardım etmesi gerekiyor. Mezuniyetten sonra ise kendi geçiminizi temin edebileceğiniz nitelikte bir iş buluncaya kadar size yardım etmeyi sürdürmesi lazım. Normal şartlar altında bu yardımın/desteğin babanız tarafından seve seve yapılması lazım ama maalesef bu tür nahoş durumlarla karşılaşabiliyor insan. Ve bu tür olaylar toplumumuzda sanıldığından çok daha fazla yaşanıyor. İnşaallah ailevi ilişkilerinizde bir an evvel düzelme yaşanır ve tüm bu sorunlarınızdan kurtulursunuz...
#1470
İsrâ Suresi 23. ayet: "Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara "öf!" bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle."

Lokman Suresi 14. ayet: "[Allah diyor ki:] 'Biz, insana, anne babasına karşı iyi davranmasını emrettik: Annesi onu nice acılara katlanarak karnında taşıdı ve çocuğun annesine bağımlılığı iki yıl sürdü; [öyleyse, ey insanoğlu,] Bana ve anne babana şükret, [unutma ki] bütün yollar sonunda Bana ulaşır'."

Sevgili Peygamberimizden (sav) aktarılan konuyla ilgili bazı hadisler ise şu şekildedir:

"Allah'ın rızası, anne-babanın rızasında, Allah'ın öfkesi de anne babanın öfkesindedir." Tirmizi, Birr, 3

"Büyük günahların en ağırını size haber vereyim mi? Allah'a şirk koşmak ve ana-babaya âsi olmaktır." Buhârî, Şehadet, 10

"Üç dua vardır ki, bunlar şüphesiz kabul edilir: Mazlumun duası, misafirin duası ve anne-babanın evladına duası." İbn Mâce, Dua, 11.

Özetle, babanız size aşırı derecede kırıcı davranıyor olabilir; ancak siz bu durum da bile babanıza karşı saygıda kusur etmemeye çalışın, iyilikle/güzellikle mukabelede bulunun ve sabredin. Tüm bu iyi niyetinize karşılık babanız sizi hala kovmakla tehdit eder ve kırıcı davranışlarını sürdürürse, bu durumda hukuken sahip olduğunuz hakları üslubuyla babanıza hatırlatma yoluna gidebilirsiniz. Allah yardımcınız/yardımcımız olsun.
#1471
Merhaba. Eğitim hayatınızın devam edip etmediğini yazmamışsınız. Şayet devam ediyorsa, eğitiminiz bitene kadar, etmiyorsa ve ana-babanızın yardım ve desteği olmadan yoksulluğa düşecekseniz (yani yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulasım gibi en temel ihtiyaçlarınızı karşılayamayacaksanız), yaş sınırı olmaksızın ebeveyninizin size maddi açıdan yardımcı olması gerekir. Türk Medeni Kanunu'nun konuyla ilgili maddeleri aşağıdaki gibidir:

MADDE 327.- Çocuğun bakımı, eğitimi ve korunması için gerekli giderler ana ve baba tarafından karşılanır.
Ana ve baba, yoksul oldukları veya çocuğun özel durumu olağanüstü harcamalar yapılmasını gerektirdiği takdirde ya da olağan dışı herhangi bir sebebin varlığı hâlinde, hâkimin izniyle çocuğun mallarından onun bakım ve eğitimine yetecek belli bir miktar sarfedebilirler.
MADDE 328.- Ana ve babanın bakım borcu, çocuğun ergin olmasına kadar (yani 18 yaşını dolduruncaya kadar veya bu tarihten evvel evlenmişse, evlendiği tarihe kadar) devam eder.
Çocuk ergin olduğu halde eğitimi devam ediyorsa, ana ve baba durum ve koşullara göre kendilerinden beklenebilecek ölçüde olmak üzere, eğitimi sona erinceye kadar çocuğa bakmakla yükümlüdürler.
MADDE 364.- Herkes, yardım etmediği takdirde yoksulluğa düşecek olan üstsoyu ve altsoyu ile kardeşlerine nafaka vermekle yükümlüdür.
Kardeşlerin nafaka yükümlülükleri, refah içinde bulunmalarına bağlıdır.
Eş ile ana ve babanın bakım borçlarına ilişkin hükümler saklıdır.
MADDE 365.- Nafaka davası, mirasçılıktaki sıra göz önünde tutularak açılır.
Dava, davacının geçinmesi için gerekli ve karşı tarafın malî gücüne uygun bir yardım isteminden ibarettir.
Nafakanın, yükümlülerin bir veya bir kaçından istenmesi hakkaniyete aykırıysa hâkim, onların nafaka yükümlülüğünü azaltabilir veya kaldırabilir.
Dava, nafaka alacaklısına bakmakta olan resmî veya kamuya yararlı kurumlar tarafından da açılabilir.
Hâkim, istem hâlinde, irat biçiminde ödenmesine karar verilen nafakanın gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre ne miktarda ödeneceğini karara bağlayabilir.
Yetkili mahkeme, taraflardan birinin yerleşim yeri mahkemesidir.

Konuyla ilgili emsal Yargıtay Kararları da aşağıdadır:

T.C.
YARGITAY
3. Hukuk Dairesi
E:2005/7849
K:2005/8137
T:18.07.2005

   Taraflar arasında görülen nafaka davasının yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.
   Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
   KARAR : Davacı dilekçesinde; davalı babasının aylık 75.000.000 lira iştirak nafakası öderken, yaşının 18'i geçmesi sebebi ile nafakayı ödemediğini, kendisinin lise mezunu olup üniversiteye hazırlık kursuna katıldığını, üniversitede okumak istediğini ileri sürerek; aylık 250.000.000 lira yardım nafakasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
   Davalı duruşmaya katılmamış, cevap da vermemiştir.
   Mahkemece, "davacının, dava öncesinden başlayarak kısmen yargılama dönemine kadar aylık 250 YTL ücretle O. Petrolde devamlı olarak 4 ay düzenli çalıştığı, düzenli gelir elde ettiği, bu işyerinden kendi isteğiyle ayrıldığı, üniversiteye hazırlık kursuna devam etmediği, annesiyle birlikte oturduğu" gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından süresinde temyiz edilmiştir.
   4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 328/2. maddesine göre: "Çocuk ergin olduğu halde eğitimi devam ediyorsa, ana ve baba durum ve koşullara göre kendilerinden beklenebilecek ölçüde olmak üzere, eğitimi sone erinceye kadar çocuğa bakmakla yükümlüdürler." Aynı kanunun 364. maddesine gore; "Herkes, yardım etmediği taktirde yoksulluğa düşecek olan üstsoyu ve altsoyu ile kardeşlerine nafaka vermekle yükümlüdür." 365. maddesinin 2. fıkrasında ise;"
   Dava, davacının geçinmesi icin gerekli ve karşı tarafın mali gücüne uygun bir yardım isteminden ibarettir" düzenlemeleri yer almıştır.
   Hukuk Genel Kurulunun 7.6.1998 gün, 1998/656;688 sayılı ilamında da; "... yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulasım, kültur ( egitim ) gibi bireyın maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanların" yoksul kabul edilmesi gerektiği vurgulanmıştır.
   Somut olayda; her ne kadar, davacı reşit ve sağlıklı olması nedeniyle çalışabilir konumda ise de; yaşı itibariyle henüz öğrenim çağında olduğu anlaşılmaktadır. Yukarıdaki kanun hükmünde de belirtildiği gibi eğitimi devam eden çocuğa, ana ve baba eğitimi sona erinceye kadar bakmakla yükümlüdür. Anayasa'nın 27 ve 42 maddesi uyarınca herkes, bilim ve sanatı oğrenmek, fikri ve bedeni kabiliyetlerini geliştirmek hakkına sahiptir. Günümüzdeki ağır ekonomik koşullar karşısında eğitimle çalısmayı bir arada sürdürmenin mümkün olmayacağı bir kural ve karine olarak kabul edilmelidir. Davacının, universitede okuma arzusu ve bu amaçla hazırlık kurslarına gitmek istemesi onun en tabii hakkıdır. Davanın acıldıgı sırada bir petrol ıstasyonunda cüzi bir miktar maaşla çalışması geçimini temine yönelik ( zorunluluktan doğan ) bir çalışmadır. O halde, hiçbir malvarlığı ve geliri bulunmayan henüz reşit olmuş ve okuma isteğinde olan kız çocuğunun yardıma muhtaç bulunduğunun kabulü zorunludur. Yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.
   Mahkemece yapılacak iş; davacının geçimi için gerekli davalının geliri ile orantılı olacak şekilde, TMK'nun 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesi de gözetilerek uygun bir nafakaya hükmetmek olmalıdır.
   SONUÇ : Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 18.7.2005 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


T.C.
YARGITAY
3. Hukuk Dairesi
E:2005/7985
K:2005/8310
T:21.07.2005

4721 s. Yasa m. 364,365

   Dava dilekçesinde yardım ve iştirak nafakalarının kaldırılması, karşı dava dilekçesinde yardım nafakasının artırılması istenilmiştir. Mahkemece davanın kabulü, karşı davanın reddi cihetine gidilmiş, hüküm davalı-k. davacı Raiba tarafından temyiz edilmiştir.
   Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
   KARAR : Davada, reşit çocuk Rabia'ya bağlanan yardım nafakasının ve diğer çocuk Kenan'a bağlanan iştirak nafakasının ( reşit olması nedeniyle ) kaldırılması talep edilmiş, karşı dava dilekçesinde ise davalı-karşı davacı Rabia, yardım nafakasının 75.000.000.- TL'den 200.000.000.- TL' ye yükseltilmesini talep etmiştir.
   Mahkemece nafakaların kaldırılmasına dair davacının davasının kabulüne, yardım nafakasının artırılmasına dair karşı davanın reddine karar verilmiş, hüküm davalı-karşı davacı Rabia tarafından temyiz edilmiştir.
   Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davalı-karşı davacı Rabia'nın sair temyiz itirazları yerinde değildir.
   Ancak, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 364. maddesine gore; "Herkes, yardım etmediği takdirde yoksulluga düşecek olan üstsoyu ve altsoyu ile kardeslerine nafaka vermekle yükümlüdur."
   Yine aynı kanunun 365. maddesinin 2. fıkrasında; "Dava, davacının geçinmesi icin gereklı ve karşı tarafın mali gücüne uygun bir yardım isteminden ibarettir." düzenlemesi yer almıştır.
   Hukuk Genel Kurulu'nun 07.10.1998 gün ve 1998/656-688 sayılı ilamında da: "...yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür ( eğitim ) gibi bireyin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli gorülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanların..." yoksul kabul edilmesi gerektiği vurgulanmıştır.
   Somut olayda; her ne kadar davacı reşit ve çalışabilir konumda ise de, davanın açıldığı tarih itibariyle işsiz olduğu sabittir. Günün ekonomik koşulları dikkate alındıgında da davacının is bulma imkanı oldukça güctur. Davacının annesi yanında kalması, onu sadece barınma ihtıyacından kurtarır. Davalı babanın hiçbir malvarlığı ve geliri bulunmayan kız çocuğuna uygun bir miktarda yardımda bulunması kanunun lafzına ve amacına uygun olduğu gibi, hakkaniyet de bunu icabettirir.
   Açıklanan nedenlerle, davalının reşit kızı Rabia aleyhine açtığı yardım nafakasının kaldırılmasına ilişkin davanın reddi gerekirken kabulü doğru görülmemiştir.
   SONUÇ : Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi. isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK'nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 21.07.2005 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.
YARGITAY
3. Hukuk Dairesi
E:2007/19271
K:2008/860
T:22.01.2008

4721 s. Yasa m. 2,364,365,366

Taraflar arasında görülen nafaka davasının yapılan muhakemesi sonunda, mahalli mahkemece verilen hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup, gereği düşünüldü.
Davacı, dilekçesinde banka kredi kartı borçlarından dolayı Sosyal Sigortalar Kurumu'ndan aldığı emekli aylığının haczedildiğini, aylık gelirinin 225 YTL olduğunu beyanla; yüksek gelir sahibi ve refah içerisinde bulunan oğlundan kendisi için 2.250 YTL, halen 7. sınıf öğrencisi olan küçük oğlu için 750 YTL yardım nafakası istemiştir.
Davalı cevabında; davacının dolandırıcılık ve güveni kötüye kullanmak suçlarından sabıkasının bulunduğunu, Maliye Bakanlığı ve İstanbul Defterdarlığı'na başvurarak kendisini ihbar ettiğini, Ümraniye Sulh Ceza Mahkemesinde ölümle tehdit ve hakaret suçlarından yargılandığını, yanında çalışan hizmetçisinden evlilik dışı çocuğu olduğunu, velayeti altında olmayan çocuk için de yardım nafakası isteyemeyeceğini savunmuştur.
Mahkemece, taraflar arasındaki aile bağlarının davalının kusuru ile ortadan kalktığı, davacının davalı oğlunu ölümle tehdit suçundan yargılandığı, dava dosyalarında davalıyı evlatlıktan reddettiğine ilişkin beyanların yer aldığı, sonuçta aile bağlarının temelinden sarsılması yüzünden aile birliğinin sağladığı hak ve yükümlülüklerin ortadan kalktığı, nafaka talebinin MK m. 2 ile bağdaşmadığı, küçük Kaan'ın ise MK m. 365/1 uyarınca, öncelikle anne ve babasından nafaka talep edebileceği gerekçeleri ile davanın reddine karar verilmiştir.
Sabıka sorgulamasından, Ankara Yedinci Asliye Ceza Mahkemesi'nin 1980/3921981/55 sayılı kararı ile davacının T.C.K. m. 503509 uyarınca yargılanarak cezalandırıldığı, Büyükçekmece Sulh Hukuk Mahkemesi'nin 18.12.2002 gün ve 2001/17952001/2976 sayılı kararı ile davacının davalı oğluna telefonla mesaj göndermek suretiyle tehdit ettiği, yargılanıp T.C.K. m. 191/1 uyarınca mahkum olduğu, dava ile ilgili 21.11.2001 tarihli ifade tutanağında, kendisini şikayet eden kişinin oğlu olduğunu ispat etmesi için DNA testi istediği, Ümraniye Sulh Ceza Mahkemesi'nin 2002/11752006/1116 sayılı kararı ile yine oğluna karşı işlediği tehdit suçundan T.C.K. m. 191/1 uyarınca yargılandığı ve mahkum olduğu, 1986 yılında davalının teyzesi Ö.Sebile'nin kendisini evlatlık aldığı ve soyadının bu nedenle G... olduğu, yine davacının davalı oğlunu İstanbul Defterdarlığı'na 08.06.2001 tarihinden 16 yıl önce Zeytinbumu ve Mecidiyeköy Vergi Dairelerinden adını kullanarak haksız vergi tahsilatı yaptığı konusunda şikayette bulunduğu anlaşılmaktadır.
Mahkemece Kaan hakkında nafaka istemine ilişkin davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığından, bu yöne ilişkin hükmün onanmasına;
Ancak, MK'nın 364. maddeleri uyarınca "Herkes yardım etmediği takdirde yoksulluğa düşecek olan üstsoyu ve altsoyu ile kardeşlerine nafaka vermekle yükümlüdür. Kardeşlerin nafaka yükümlülükleri refah içinde bulunmalarına bağlıdır."
MK'nın 366. maddesi uyarınca, korunmaya muhtaç kişilerin bakımı bununla yükümlü kurumlar tarafından sağlanır. Bu kurumlar yaptıkları masrafları nafaka yükümlüsü hısımlarından isteyebilir. Yasanın bu hükmü de gözetildiğinde, nafaka yükümlülüğünün yasanın emrettiği ve özellikle refah içerisinde olan altsoy (oğul) için kaçınılmaz bir yükümlülük olduğu görülmektedir.
Nafaka yükümlülüğünün ortadan kaldırılması, MK m. 365/3'te düzenlenmiştir. Bu hükme göre, "nafakanın, yükümlülerin bir ya da birkaçından istenmesi hakkaniyete aykırıysa, hakim, onların nafaka yükümlülüğünü azaltabilir veya kaldırabilir." O nedenle, kural olarak nafaka yükümlülüğünün kaldırılması için birden çok nafaka yükümlüsünden talep edilmesi ve yükümlülerden birinin nafaka yükümlülüğünü yerine getirmesi halinde, diğerinden talep edilmesinin hakkaniyete aykırı bulunması gerekir. Bunun dışında nafaka yükümlülüğünün ortadan kaldırılmasını düzenleyen herhangi bir hüküm yer almamaktadır.
Yardım nafakası, ahlak kuralları ile geleneklerin zorunlu kıldığı sosyal ödevdir ve kanun koyucu, kişinin ve toplumun vicdanına bırakmamış, kanuni bir ödev olarak düzenlemiş, bu ödevin ortadan kaldırılmasını ise, MK m. 365 ile sınırlamıştır.
Yardım nafakası, zarurete düşen hısımın yaşamını sürdürebilmesi için zorunlu yardım isteğidir. Yardım nafakası isteyenin kusuru ile yardıma muhtaç duruma düşmüş olması, yükümlüyü borcundan kurtarmamaktadır. Aile bağlarının herhangi bir nedenle zayıflamış olması da yükümlülüğü ortadan kaldıran bir neden olarak düzenlenmemiştir. Yardım nafakasının koşulları objektiftir ve bu koşulların gerçekleşmesi halinde nafaka borcu doğmaktadır (H.V. Velidedeoğlu, Türk Medeni Hukuku, İst. 1963, s. 396).
Aileye karşı vazifelerini ağır surette ihmal edenlerin, nafaka isteyemeyeceği MK m. 510 uyarınca, mirasçılıktan çıkarılma sebepleri varlığı halinde de nafaka yükümlülüğünün ortadan kalkması gerektiği öğretide (Mustafa Reşit Belgesay, Türk Kanun Medenisi Şerhi, İst. 1957, s. 298) kabul edilmektedir.
Uygulamada da aile bağlarının temelinden sarsılması halinde nafaka yükümlüğünün ortadan kalkacağı kabul edilmektedir.
Y.2.HD. 02.02.1995 gün ve 12296/1222 sayılı kararında, aile bağlarının temelinden sarsılması halinde, kurumun sağladığı hak ve mükellefiyetlerin de ortadan kalkmasının MK m. 2 uyarınca dürüstlük kuralı gereği olduğunu ifade etmiştir (nafaka borçlusunu döven altsoy).
Buna karşılık, uygulamada altsoyun yardım nafakası yükümlüğüne daha fazla önem verilmiş, annenin nafaka yükümlüsü karşısında çocukluğunda görevlerini yapmaması, oğlunu küçük yaşta ona buna terk etmesi, oğlunu başkalarına bırakması, büyüyüp iş sahibi olana kadar onunla ilgilenmemesinin, ananın nafaka hakkını ıskat etmeyeceği kabul edilmiştir (Y.2.HD. 25.12.194775846786).
Davacı 70 yaşlarında, nafaka yükümlüsü oğul refah içerisindedir. Aile bağları babanın kusuru ile zayıflamıştır. Ne var ki, MK'nın 2. maddesindeki dürüstlük kuralı, bu koşullarda davalı oğlun nafaka yükümlüğünü ortadan kaldıran bir neden olarak kabul edilmemelidir. Oğlun yardıma muhtaç duruma gelmiş olan babasına karşı asgari yaşama giderlerini karşılama borcu, dürüstlük kuralı gereği ortadan kaldırılamaz. Aksini gerektirir. Zira altsoyun (oğlun) üstsoya (babaya) karşı yardım yükümlülüğü ile üstsoyun altsoya karşı olan yardım yükümlülüğünün ahlaki, geleneksel ve toplumsal nedenleri farklıdır. MK m. 364 bu şekilde yorumlanmalıdır.
Mahkemece yapılacak yargılamaya göre, davacı babanın yardıma muhtaç olduğu, yoksul olduğu (MK m. 364) saptandığı takdirde, MK m. 365 uyarınca "davacının geçinmesi için gerekli" yardım nafakasına hükmedilmelidir.
Bu itibarla, yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK'nın 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA) ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 22.01.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
#1472
21 Temmuz 2008 PAZARTESİ Resmî Gazete Sayı : 26943
YARGITAY KARARLARI

             Yargıtay 13. Hukuk Dairesinden:
             Esas No                   : 2008/4345
             Karar No                : 2008/6088
             Mahkemesi            : Zonguldak 1. Asliye Hukuk Mahkemesi (Tüketici Mahkemesi Sıfatıyla)
             Tarihi                     : 26/9/2007
             Numarası               : 2007/182-2007/257
             Davacı                     : Yapı ve Kredi Bank. A.Ş. vekili avukat M. Hayati Çalıcıoğlu
             Davalı                     : Haluk Akdeniz
             Taraflar arasındaki satıcının Hakem Kurulu kararına itirazı davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca Kanun yararına bozulması istenilmekle dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.
KARAR
             Davacı banka, kredi kartı kullanıcısı olan davalının Tüketici Sorunları Hakem Heyetine başvurusu üzerine, bankaca kredi kartı sözleşmesine göre hesabından kesilen yıllık 30 YTL üyelik ücretinin iadesine karar verildiğini, halbuki, bu ücretin alınacağının sözleşme ile kararlaştırıldığı gibi, ücretin verilen ticari hizmetin karşılığı olup, yasaya aykırı olmadığını ileri sürerek, Zonguldak Tüketici Sorunları Hakem Heyeti Başkanlığı' nın 14.5.2007 tarih ve 2007/158 sayılı kararının iptalini istemiştir.
             Davalı davanın reddini savunmuştur.
             Mahkemece, taraflar arasında düzenlenen kredi kartı üyelik sözleşmesine göre, "kart üyelik ücretinin" hizmet karşılığı olduğu, tahsil edilen üyelik ücretinin yasal olduğu, gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiş; miktar itibarı ile kesin olan hüküm Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kanun yararına temyiz edilmiştir.
             Dava,  davacı banka  tarafından kredi  kartı  kullanıcısı olan davalıdan tahsil edilen kredi kartı üyelik ücretinin, davalı  başvurusu  üzerine  davacı  bankadan  alınmasına  dair Zonguldak Tüketici  Sorunları Hakem Heyeti kararının iptaline ilişkindir.    Taraflar    arasındaki    uyuşmazlık,    yasal düzenlemelere  ve  aralarındaki   sözleşme  hükümlerine  göre bankanın  kredi  kartı  kullanıcısından  kullanım karşılığı yıllık     ücret     isteyip,     isteyemiyeceği hususunda toplanmaktadır.  Uyuşmazlığın  çözümü  için bu  konudaki yasal düzenlemeler ile tarafların arasındaki sözleşme hükümlerinin incelenmesi gerekir.
             5464 Sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları kanununun sözleşme şekli genel işlem şartları başlıklı 6. bölümdeki 24. maddesinin 1. fıkrası "Kart çıkaran kuruluşlar ile kart hamilleri arasındaki ilişkiler, bu kanun ve ilgili diğer mevzuat çerçevesinde en az oniki punto ve koyu siyah harflerle hazırlanacak yazılı sözleşme ile düzenlenir. Sözleşmenin bir örneği kart hamiline ve varsa kefile verilir. Sözleşme hükümleri ve kartın kullanımı hakkında kart hamiline ayrıntılı bilgi verilmesi zorunludur." hükmünü, aynı maddenin 4. fırkasının son cümlesi "Sözleşmede kart hamilinin haklarını zedeleyici ve kart çıkaran kuruluş lehine tek taraflı haksız şartlar sağlayan hükümlere yer verilemez." hükmünü getirmiştir.
             4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 4822 Sayılı Kanunla değişik 6. maddesi ile sözleşmelerdeki haksız şart düzenlenmiş ve "Satıcı ve sağlayıcının tüketiciyle müzakere etmeden, tek taraflı olarak sözleşmeye koyduğu, tarafların sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerinde iyi niyet kuralına aykırı düşecek biçimde tüketici aleyhine dengesizliğe neden olan sözleşme koşulları haksız şarttır. Taraflardan birini tüketicinin oluşturduğu her türlü sözleşmede yer alan haksız şartlar tüketici için bağlayıcı, değildir. Eğer bir sözleşme şartı önceden hazırlanmışsa ve özellikle standart sözleşmede yer alması nedeniyle tüketici içeriğine etki edememişse, o sözleşme şartının tüketiciyle müzakere edilmediği kabul edilir. Sözleşmenin bütün olarak değerlendirilmesinden, standart sözleşme olduğu sonucuna varılırsa, bu sözleşmedeki bir şartın belirli unsurlarının veya münferit bir hükmünün müzakere edilmiş olması, sözleşmenin kalan kısmına bu maddenin uygulanmasını engellemez. Bir satıcı veya sağlayıcı, bir standart şartın münferiden tartışıldığını ileri sürüyorsa, bunu ispat yükü ona aittir. 6/A, 6/B, 6/C, 7, 9, 9/A, 10, 10/A ve 11/A maddelerinde yazılı olarak düzenlenmesi öngörülen tüketici sözleşmeleri en az oniki punto ve koyu siyah harflerle düzenlenir ... " hükmü, yine 4077 Sayılı Kanunun değişik 6 ve 31 maddelerine dayanılarak hazırlanan Tüketici Sözleşmelerindeki Haksız Şartlar Hakkında Yönetmeliğin 7. maddesinde "satıcı, sağlayıcı veya kredi veren tarafından tüketici ile akdedilen sözleşmede kullanılan haksız şartlar batıldır" hükmü getirilmiştir.
             Taraflar  arasındaki  22.12.1995  tarihli  sözleşmenin ?.
             maddesinde  kart  kullanıcısından  kart  kullanım ücretinin alınacağı belirtilmiştir.
             Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında 22.12.1995 tarihli sözleşme incelendiğinde; sözleşmenin davacı banka tarafından matbu, standart olarak hazırlanıp boş olan kısımların rakam, isim ve adresler yazılarak doldurulduğu, sözleşmenin on iki punto koyu siyah harflerle düzenlenmediği görülmektedir. Davacı, tüketici aleyhine olan ve tüketiciyi kart kullanımı ücreti adı altında bir külfete sokan sözleşme hükmünün tüketici ile ayrıca müzakere edilerek kararlaştırıldığını iddia ve ispat edememiştir. Böyle olunca sözleşmedeki kredi kartı üyelik ücreti alınacağına dair hükmün açıklanan yasa ve yönetmelik hükümleri karşısında haksız şart olduğu kabul edilmelidir. Dolayısıyla davacı bankanın bu sözleşme hükmüne dayalı olarak kredi kartı kullanıcısı davalıdan ücret istemesi olanaklı değildir.
             Bu durumda yasaya uygun olan, Zonguldak Tüketici Sorunları Hakem Heyeti kararının iptali istemi ile açılan davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yukarda açıklanan hususlar gözetilmeden davanın kabulü usul ve yasaya aykırı olup hükmün bozulması gerekir.
             SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle Yargıtay Cumhuriyet başsavcılığının HUMK'nun 427/6. maddesine dayalı kanun yararına bozma isteğinin kabulü ile hükmün sonucuna etkili olmamak üzere BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde iadesine, peşin alınan temyiz harcının istek halinde iadesine, 2.5.2008 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Konuyla ilgili bir diğer Yargıtay Kararı ve Tüketicinin ve Rekabetin Korunması Genel Müdürlüğü'nün konuyla ilgili Genelgesi:
http://medya.zaman.com.tr/2010/02/08/dilekce4.doc
#1473
Bankalarca kredi kartları hesap ekstrelerinde yıllık üyelik ücreti, kredi kart aidatı isimler altında yine para talep edilmeye başlandı.

Tüketiciyi kızdıran aidatta geçen yıl geri adım atılmıştı. İşte aidatı geri almanın 5 yolu

Yeni yılla birlikte bankalarla tüketici arasında yıllardır süregelen ve bir türlü çözüme kavuşturulamayan kart aidatı tartışması yeniden alevlendi.

Kredi kart kullanıcılarına gelen hesap ekstrelerinde 'yıllık üyelik ücreti', "kredi kart aidatı" vb. isimler altında muhtelif miktarlarda yine para talep edilmeye başlandı.

Bankadan bankaya farklılık gösteren bu uygulamada kimi banka yıllık ücretini taban rakamdan alırken kimi bankalar en üst sınırdan almaya devam ediyor...

Bankalarla tüketiciyi karşı karşıya getiren bu uygulamada, bankalar kart aidatlarının alınması ile ilgili uygulamanın haklı olduğunu savunuyor.

Geçen yıl bankaların yoğun lobisine rağmen son anda meclisten dönen yasa tasarısı ile tüketici yasal olmayan kredi kartı aidatının sürekli hale getirilmesinden kurtulmuştu.

Tüketici hakem heyetlerinden, tüketici mahkemelerine ve Yargıtay'a kadar bütün mahkemelerde tüketici lehine karar çıkmasına rağmen uygulamalarını sürdüren bankalar geri adım atacağa benzemiyor.

Bankalar, tüketicilerin kredi kartını kullanmak suretiyle bankanın sağladığı birçok kolaylıktan yararlandığını karşılığında da bu aidatın alındığını iddia ediyor. Oysa tüketicilerin kart aidatından dolayı banka da kredi kartını kullandırarak mal ve ürün satan kişi, kurum veya kuruluşlardan belli ölçüde ekonomik yarar sağlıyor.

Kredi kartı yıllık ücretlerine itiraz için zaman aşımı 3 ay olduğundan geçmiş ödemeler iade edilmiyor.

KREDİ KARTI AİDATINI GERİ ALMANIN 5 YOLU

İşte, tüketicilerin başvurduğu ve başarılı olduğu kredi kartı aidatını geri almanın beş yolu:

1- Kredi kartı aidatınızla ilgili olarak, her il ve ilçede kaymakamlık binası içinde bulunan Hakem Heyeti'ne başvuruda bulunabilirsiniz. Bunun için, borç ekstrenizin size ulaşma tarihi itibariyle üç ay içinde dilekçenizi vermeniz gerekiyor.

2- Kredi kartınızı aldığınız bankanın şubesine giderek, kredi kartı sözleşmenizin yenilenmesini isteyebilirsiniz. Yeni sözleşmede, kredi kartı aidatı bedelinin iptal edilmesini şart koşabilirsiniz.

3- Kredi kartı aidatını ödemek istemiyorsanız, her yıl kredi kartınızın türünü değiştirebilirsiniz. Bankalar, kredi kartlarından ilk yıl aidat almıyor. Dolaysıyla her yıl, kartınızı bir yıl kullandığınız için aidat ödeme zorunluluğunuz olmayacak.

4- Hakem Heyeti'nin tüketici lehine verdikleri kararlarını bankasına götüren müşterilere, bankalar tarafından belli miktar para harcamaları karşılığında bu aidatı almamaları teklif edilyor olsa da tüketici dernekleri bu konuda bankaların uygulamasının yasal olmadığını belirtip, tüketiciden Hakem Heyeti'ne başvurmalarını istiyor.

5-Eğer tüm bunlarla uğraşmak istemiyorsanız, kredi kartınızı iptal ettirin. Kredi kartı borçlarınızı düzenli ödüyorsanız, banka sizi kaybetmek istemeyecektir. Kredi kartı aidatınız da tahsil edildiyse size iade edilecektir.

Kredi kartı yıllık aidatları için kesinti her yıl yapıldığından aidatın iadesi için Hakem Heyetine yalnızca bir kez değil her yıl başvurmak gerekiyor.

BAŞVURUYU NASIL YAPACAKSINIZ?

1- Bankanızın herhangi bir şubesine giderek kredi kartı aidatının iptali için ekteki dilekçeyi 2 adet doldurup üzerinde kayıt numarası aldığınız dilekçenin birini kendiniz muhafaza edin diğerini bankanıza verin...

Kredi Kartı aidatının iadesi için bankaya verilecek dilekçeyi indirmek için tıklayınız!!!

2- Banka tarafından işleme alınan dilekçenizin size olan nüshası ile aşağıdaki dilekçeyi doldurup size en yakın Kaymakamlıklarda bulunan Hakem Heyetlerine veriniz... (Bu başvuruyu herhangi bir kaymakamlığa yapmanız da mümkün)

Hakem Heyetine verilecek dilekçeyi indirmek için tıklayınız!!!

3- Daha önce alınmış yargı kararlarının bir kopyasını ve 'Yıllık aidatın tebliğ edildiği Kredi Kartı Ekstrenizi' Hakem Heyeti'ne vereceğiniz dilekçenize eklebilirsiniz...

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=949395&title=kredi-karti-aidatini-geri-almanin-5-yolu
#1474
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Fransız yargıcı Jean Paul Costa, düzenlediği basın toplantısında "2009'da en fazla şikayet Rusya'dan geldi. Türkiye ise mahkumiyette ilk sırada" dedi. Basına dağıtılan bilgilere göre, 2009 yılında Rusya'dan mahkemeye 10 bin 146 başvuru ulaştı.

Rusya'yı 5 bin 260 başvuru ile Romanya, 4 bin 986 başvuru ile Polonya, 4 bin 693 başvuru ile Ukrayna, 4 bin 474 başvuru ile Türkiye ve 3 bin 626 başvuru ile İtalya izliyor.

AİHM'ye 2008 yılında Türkiye'den 3 bin 706 başvuru gelmişti.

Üye ülkelerden şikayet başvurusu sayısı, bir önceki yıla oranla yüzde 15 artarak 57 bin 100'e çıktı.

AİHM'de önceki yıllardan gelen başvurularla birlikte karar için bekleyen davaların sayısı, geçen yıl yüzde 23 artarak 119 bin 300'e yükseldi.

Mahkeme geçen yıl 2 bin 395 başvuruyla ilgili hüküm verirken, 33 bin 65 başvuruyu ya listeden çıkardı ya da incelemeye gerek görmedi.

Geçen yıl en fazla mahkumiyet kararı Türkiye aleyhine verildi. Türkiye 341 davada mahkumiyet alırken, 210 mahkumiyetle Rusya 2. sırada, 153 mahkumiyetle Romanya 3. sırada ve 126 mahkumiyetle Ukrayna 4. sırada yer aldı.

AİHM'nin 1959 ile 2009 yılları arasında verdiği toplam mahkumiyet kararlarında da Türkiye ilk sırada bulunurken, İtalya 2. sıraya, Rusya  3. sıraya yerleşti. 1959 ve 2009 yılları arasında verilen mahkumiyet karalarının yüzde 18'ini Türkiye aleyhine verilen kararlar oluşturdu.

Mahkemede karar için bekleyen davalar sıralamasında 33 bin 550 dava ile Rusya, 13 bin 100 dava ile Türkiye, 10 bin dava ile Ukrayna ve 9 bin 800 bulunuyor.

Kaynak: AA
http://www.cafesiyaset.com/haber/20100128/Turkiye-AIHMde-mahkumiyet-birincisi.php
#1475
Yargıtay, cinsel ilişkiye giremediği karısını vajinusmus gerekçesiyle boşamak isteyen kocanın isteğini "Tedavi olabilir" diyerek reddetti.
Çok sayıda kadını yakından ilgilendiren ve vajinal kasların istem dışı kasılmasıyla cinsel ilişkiyi kimi zaman olanaksız kimi zaman da kadın açısından çok zor kılan vajinismus rahatsızlığı Üsküdar 3'üncü Aile Mahkemesi'ndeki bir davada boşanma konusu oldu. Eşiyle evlendiği günden bu yana cinsel ilişkiyi yaşayamayan koca, bu durumun evlilik birliğini temelden sarstığını ve bu nedenle boşanmak istediğini belirterek dava açtı. Davaya, Üsküdar 3'üncü Aile Mahkemesi baktı. Dava sırasında, kadının da onayıyla bekâret kontrolü yapıldı. Kadın hâlâ bakireydi. Bu durumu, evlilik birliği içinde hiç cinsel ilişkiye girilmediğinin kanıtı olarak kabul eden mahkeme, çiftin boşanmasına karar verdi. Mahkeme'nin kararında, evlilik birliğinin tamir edilemeyecek ölçüde sarsıldığını belirtti. Kadın, Aile Mahkemesi'nin kararını temyiz etti. Temyiz başvurusunu Yargıtay 2'nci Hukuk Dairesi inceledi ve yerel mahkemenin kararını bozdu. Yargıtay'ın emsal oluşturacak kararında "Rahatsızlığın tedavi edilebilir nitelikte olduğu sabittir. Davalı kadının tedaviden kendi iradesiyle kaçındığına ilişkin bir delil getirilememiştir. Davacı, evlilik birliğini temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân vermeyecek başkaca bir olgu ve delil göstermemiştir" denildi. Dava, Üsküdar 3'üncü Aile Mahkemesi'nde yeniden görülecek.

http://www.sabah.com.tr/Yasam/2010/02/01/yargitay_vajinismus_bosanma_nedeni_degil
#1476
Merhabalar... Anladığım kadarıyla akrabanızın borçları bir şirkete ait değil, şahsi borç niteliğinde. Keza yeni açtığınız iş yeri de bir şirket değil, şahıs firması... Akrabanızın borcu şahsi borç olduğuna göre, bu borç nerede olursa olsun akrabanızı takip edecektir, bundan kaçış yok maalesef. Yani ortada hiç muvazaa olmasa ve akrabanız kendisiyle hiçbir irtibatı olmayan bir yerde işe girmiş olsa bile, böyle bir iş yerine hacze gidilemeyecektir ancak bu kez de akrabanızın işverenine aylık maaşın 1/4'ünün haczi için yazı gönderilecektir. Dolayısıyla tablo özet olarak şu şekildedir: Şayet akrabanız sizin adınıza açılan yeni iş yerinde haciz esnasında iş yerinde bulunup da haciz memurlarının muhatabı olmuşsa, bu durum, bu iş yerinin gerçekte akrabanıza ait olduğunun bir delili sayılır ve burada haciz yapılmasının önünü açar. Ancak tüm evrakların sizin adınıza kayıtlı olması da bu iş yerinin sizin adınıza kayıtlı olduğu yönünde bir delil oluşturacaktır. Karşılıklı olarak sunulacak diğer delilleri de gözeterek mahkeme bu iş yerinin/iş yerindeki malların size mi yoksa akrabanıza mı ait olduğu hususunda bir karar verir. Burada karşı taraf, örneğin sizin böyle iş yeri açacak kadar maddi birikime sahip olmadığınızı, olayın tamamen muvazaadan (danışıklı dövüş) ibaret olduğunu, vs. iddia edebilir. Özetle, iş yerindeki tüm belgelerin sizin adınıza düzenlenmiş olması, o iş yerinin size ait olduğunu gösterir fakat haciz esnasında akrabanızın iş yerinde bulunması, akrabanızın haciz esnasındaki beyanları, akrabanızın iş yerindeki görevi, sizin maddi birikiminiz gibi hususlar mahkemenin vereceği kararı etkileyebilecek olan hususlardır. Mahkeme, şayet bu iş yerinin gerçekte akrabanıza ait olduğuna karar verir ve bu karar kesinleşirse, her ne kadar tarafları farklı olan her dava için ayrı bir yargılama yapılacak olsa da, bu yöndeki bir kararın karşı tarafça delil olarak mahkemeye sunulduğu her dava çok büyük ihtimalle aleyhinize neticelenecektir. Son olarak akrabanıza ve size geçmiş olsun diyorum.

Önemli not: Çok kısıtlı ve yanıltıcı olabilecek bilgilere istinaden yapılan yukarıdaki değerlendirmeler, bu bölümde yer alan konu hakkında kişileri en temel düzeyde bilgilendirme amacına matuftur. Bu tür konular her yönden ayrıntılı bir şekilde inceleme/araştırma yapılmasını gerektirir ve bu da ancak profesyonel yardım ile mümkün olabilir. Bu sebeple haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz ve herhangi bir hak kaybına maruz kalmamanız için bir avukatla anlaşmanızı ve avukatınızın yönlendirmeleri istikametinde hareket etmenizi tavsiye ediyorum.
#1477
Avukatlık Sınavına ilişkin yasa hükmünün kaldırılmasını Anayasaya aykırı bularak iptal eden Anayasa Mahkemesi'nin gerekçeli kararı 08 Ocak 2010 tarih ve 27456 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi.

TBB'nin yayınladığı 20 Ocak 2010 tarih ve 2010/6 sayılı duyuruya göre, yeni bir yasal düzenleme yapılana kadar Avukatlık Sınavı yapılması söz konusu olmayacak.

Kararı okumak için aşağıdaki linke tıklayabilirsiniz:
http://www.istanbulbarosu.org.tr/images/haber/resmigazete15102009147karari.pdf
#1478
Muhtemelen taşınmazınız hisseli mülkiyete tabi. Siz de gayrimenkulün yarı hissesine sahipsiniz, yazdıklarınızdan bunu anladım. Hisseli mülkiyetten kat mülkiyetine geçiş yapmanız gerekiyor. Bu yapılmadığı sürece kimin nereye sahip olduğunu hukuken belirleyebilmek çok zordur. Hissedarlardan birinin açabileceği izale-i şuyu (ortaklığın giderilmesi) davasıyla karşılaşma ve bunun neticesinde taşınmazın mahkeme yoluyla satılma ihtimali de cabası... Hisseli mülkiyetin kat mülkiyetine çevrilmesi için bir kısım şartlar gerekiyor ve bu zor bir süreç. Sizin öncelikle tapu kaydını dikkatle incelemeniz, akabinde de taşınmaz inşaatının imar sorunun olup olmadığı, ruhsatlı ve ruhsata uygun olarak yapılıp yapılmadığını ilgili belediyeden incelemeniz gerekiyor. Bu araştırmaları yaparken elde edeceğiniz bilgiler ve muhatap olacağınız memurlar sizi zaten gerekli şekilde yönlendirecektir. Kolay gelsin.
#1479
01.01.2013 - 30.06.2013 3.129,25 TL

01.07.2012 - 31.12.2012 3.033,98 TL

01.01.2012 - 30.06.2012 2.917,27 TL

01.07.2011 - 31.12.2011 2.731,85 TL

01.01.2011 - 30.06.2011 2.623,23 TL

01.07.2010 - 31.12.2010 2.517,01 TL

01.01.2010 - 30.06.2010 2.427,04 TL

01.07.2009 - 31.12.2009 2.365,16 TL

01.01.2009 - 30.06.2009 2.260,05 TL

01.07.2008 - 31.12.2008 2.173,18 TL

01.01.2008 - 30.06.2008 2.087,92 TL

01.07.2007 - 31.12.2007 (2007/12342 Sayılı BKK) 2.030,19 TL

01.01.2007 - 30.06.2007 1.960,69 TL

01.07.2006 - 31.12.2006 (2006/10971 Sy. BKK) 1.857,44 TL

01.01.2006 - 30.06.2006 1.770,63 TL

01.07.2005 - 31.12.2005  1.727.15 TL

01.01.2005 - 30.06.2005  1.648,90 TL

01.07.2004 tarihinden itibaren  1.574.740.000.-TL

01.01.2004 tarihinden itibaren  1.485.430.000.-TL

01.07.2003 tarihinden itibaren   1.389.950.000.-TL

01.01.2003 tarihinden itibaren   1.323.950.000.-TL


DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR:

Gazeteciler için kıdem tavanı yok
4857 sayılı İş Kanunu'na tabi işçiler için tavan tutar sınırlaması bulunduğu halde, 5953 sayılı yasaya tabi gazetecilerin kıdem tazminatında herhangi bir tavan tutar uygulanmayacaktır.

Kıdem tavanının üstündeki ödemelerden vergi ve prim kesintisi yapılır
İşverenler tavan tutarın üzerindeki kısım için kıdem tazminatı ödemeye zorlanamazlar. Ancak işverenin tavan tutarın üzerinde ödeme yapmak istemesi halinde tavanı aşan kısmın prim gibi telakki edilerek vergilendirilmesi ve sigorta primine tabi tutulması gerekecektir.

İşverenin kıdem tazminatı tavanından fazla ödeme yapması suç değil
Geçmişte kıdem tazminatı tavan tutarından fazla ödeme yapılması için emir veya talimat veren veya bu yolda hareket eden özel veya kamu kurumu veya kuruluşların yönetim kurulu üyeleri, genel müdür, müessese müdürü, muhasebe müdürü gibi yetkili sorumluları hakkında, fiil daha ağır cezayı gerektiren bir suç teşkil etmediği takdirde altı aydan iki seneye kadar hapis ve ağır para cezasına hükmolunmakta iken 22.05.2003 tarihinde kabul edilen 4857 sayılı İş Kanunu ile 1475 sayılı İş Kanunu'nda düzenlenen idari para cezaları yürürlükten kaldırıldığından, 4857 sayılı İş Kanunu'nun yürürlüğe girdiği tarihten bu yana kıdem tazminatı tavan tutarından fazla ödeme yapılması halinde herhangi bir ceza uygulanması söz konusu olmayacaktır.
#1480
Aslında bu tür konular site olarak ilgi alanımızın dışında kalıyor. Ancak madem sormuş bulundunuz, biz de elimizden geldiği kadarıyla cevaplamış olalım.

Alıntı YapHesabıma illegal yollardan oynadığım bahislerden para aktarılmamıştır.Tamamen hesabım legal bahislerden kazandığım paralardan oluşmaktadır.

Bankadaki paranızın blokeye alınması ve işin içine mahkeme safahatının girmiş olması, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 34. maddesi kapsamında yapılan bir incelemeden kaynaklanıyordur. Söz konusu madde metni aynen şu şekildedir:

Kumar
Madde 34- (1) Kumar oynayan kişiye, yüz Türk Lirası idarî para cezası verilir. Ayrıca, kumardan elde edilen gelire elkonularak mülkiyetin kamuya geçirilmesine karar verilir.
(2) Bu kabahat dolayısıyla idarî para cezasına ve elkoymaya kolluk görevlileri, mülkiyetin kamuya geçirilmesine mülkî amir karar verir.

Bankadaki paranızın blokeye alınmasının ikinci bir sebebi ise şudur: Belirttiğiniz gibi, hesabınızdaki paranın yasal bahis sitelerinden elde edildiği tespit edilse bile bu para vergiye tabidir ve bu vergilendirme işlemi hususunda bankaların da sorumlulukları bulunmaktadır. Bankalar, yurt dışında gerçek veya tüzel kişilerce internet ortamında düzenlenen yarışma ve çekilişlerde hesap sahibinin kazandığı ikramiyelerle ilgili Veraset ve İntikal Vergisi kapsamındaki ödev ve sorumlulukların hesap sahibi tarafından yerine getirilmemesi durumunda, her bir ikramiye için istisna tutarını dikkate alarak, ikramiye tutarı üzerinden %15 oranında tevkifat yapmak durumundadır. Bankaların tevkif etikleri bu tutarları en geç bir hafta içinde yazı ile ilgili vergi dairesine bildirmesi ve ödemesi gerekmektedir.

Alıntı YapBu mahkeme süreci daha ne kadar devam edebilir?

Uzun süreceğini zannetmiyorum, zira burada yapılacak tek şey, banka hesabının detaylı bir şekilde incelenmesiyle paranın geldiği/gittiği adreslerin tespitinden ve bu adreslerin hukuki nitelendirilmesinin yapılmasından ibaret olacaktır. Bu hususta muhtemelen bir bilirkişi incelemesi yapılıyordur.

Alıntı YapSizce parama el konulma gibi bir durum söz konusu olabilir mi?

Hesabınızdaki paranın yasa dışı sitelerden elde edildiği tespit edilirse, böyle bir sonuçla karşılaşmanız kaçınılmaz olacaktır.

Bir kardeşiniz olarak naçizane aşağıdaki hatırlatmalarda bulunuyorum, sizi incitmez umarım:

NECM - 39
Şüphesiz insana kendi emeğinden başkası yoktur.

MÂİDE - 90 ve 91
Siz ey imana ermiş olanlar! Sarhoşluk veren şeyler, şans oyunları, putperestçe uygulamalar ve gelecek hakkında kehanette bulunmak, Şeytan işi iğrenç kötülüklerden başka bir şey değillerdir: O halde onlardan kaçının ki mutluluğa eresiniz!

Şeytan, sarhoşluk verici şeyler ve şans oyunları ile sadece aranıza düşmanlık ve nefret sokmaya ve sizi Allahı anmaktan ve namazdan alıkoymaya çalışır. O halde, (artık) vazgeçmeyecek misiniz?