Haberler:

deneme

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - kilimanjaro

#1521
EMİN AKDAĞ-AKSİYON DERGİSİ   
Sayı: 761/ Tarih : 06-07-2009

Bir kişi 10 yıl boyunca 2 bin saat aynı kulağıyla cepten konuşursa beyin tümörü riski yüzde 30 artıyor. Türk halkı sınırsız konuşma girdabında sağlığını kaybediyor. Günde bir saat konuşanlar ciddi tehdit altında. Cep telefonu operatörlerinin rekabet adına başlattığı 'sınırsız konuşma' paketlerinin acı faturasını yıllar sonra ödeyeceğiz. Sağlığımızla oynandığının farkında değiliz.

Tıpkı sigaradaki gibi. 1960'larda, sigaranın sadece öksürüğe sebep olduğu söyleniyordu. Bugün artık çok iyi biliyoruz ki, kanserin baş etkenlerinden biri. Veriler gösteriyor ki abone başına aylık ortalama kullanım dakikası verileri (MoU) incelendiğinde, 2009'un ilk üç ayında 2008'in aynı dilimine göre hayli artmış. Anlayacağınız ceple yatıp ceple kalkmışız. Artış yüzdeleri Turkcell'de 45, Vodafone'da 13,7, Avea'da ise 8. Bir ayda Turkcell'li 107,1 dakika, Vodafone'lu 141 dakika, Avea'lı ise 188 dakika konuşmuş. Tabii bu sayılar ortalama. Günde yarım ya da bir saat konuşanlar var. Konuşma alışkanlığının yanı sıra teknolojiyi takipte de, kelimenin tam anlamıyla, 'cep telefonu' müptelasıyız. Ortalama cihaz yenileme süresi Avrupa'da 2 yıl iken, Türkiye'de 11 ay.

Her an ve her yerde ulaşılmayı sağlayan bu teknolojik ürün dünya genelinde büyük ilgi görüyor. Uluslararası araştırma şirketlerinden IDC'nin çalışması bunu doğruluyor. Geçen yılın ocak, şubat ve mart aylarında 290 milyon cep telefonu satılmış. Bu yılki satış global ekonomik krizin tesiriyle 244 milyona gerilemiş. Dünya Telekomünikasyon Birliği (ITU), bu yılbaşı cep abone sayısının 4 milyarı geçeceğini duyurmuştu. Mobil telefon daha ziyade gençler arasında revaçta. Türkiye'de Turkcell'in 36,4, Vodafone'un 15,5 ve Avea'nın 12,6 milyon abonesi var. Avrupa'nın en genç nüfusuna sahibiz. Bu durum, cep telefonunun sağlığa zararında ülkemiz için yadsınamaz bir dezavantaj oluşturuyor.

TEHLİKEYİ KİM ÖRTÜYOR?

'Elektromanyetik dalgaların insanda yol açtığı tahribatın açık bir dille ortaya konulmamasında teknoloji firmalarının baskıları ne derece etkin?' sorusunun muhatapları, elbette ki hükûmetler. Birkaç dikkat çekici bilgiyle başlayalım. Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı (IARC), cep telefonları ve baz istasyonlarının yaydığı radyo dalgalarının meydana getirdiği elektromanyetik alanları, muhtemel kanserojen içeren 2-B grubuna dahil etti. İngiltere Radyolojik Koruma Kurulu da, cep telefonunun bilhassa küçük çocuklarda tümör riski doğurduğunu bildirdi. Çok yeni ve geniş çaplı araştırma sonuçları gerçekten vahim. ABD'li ve Danimarkalı bilim adamları 1990'ların sonunda dünyaya merhaba diyen 13 bin 159 çocuğu inceliyor. Belirliyorlar ki; hamileyken günde 2-3 defa cep telefonu kullananlarda, davranış bozukluğu yaşayan çocuk ihtimali yüzde 54 yükseliyor. Risk, çocuk ceple 7 yaşından evvel tanışırsa yüzde 80'lere fırlıyor. Bu annelerin çocuklarının karşı karşıya bulunduğu diğer risk yüzdeleri; hiperaktivitede 35, duygusal ve psikolojik problem yaşamada 25, arkadaşlarıyla sıkıntılı iletişim kurmada 34 ve çevresiyle uyum bozukluğunda 49 çoğalıyor.

Cebin sağlığa verdiği zararda ana unsur cihazın kullanım süresi ve kullanırken vücuda yakınlığı. Cep telefonu üreticileri ve onları destekleyen araştırmacılar maalesef bu kriterleri önemsemiyor. Radyo frekans dalgaları ve elektromanyetik alan iki türlü. İlki iyonlaştırıcı, ikincisi iyonlaştırıcısız. Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroşirurji Klinik Şefi Doç. Dr. İlhan Elmacı, cep telefonu kaynaklı dalga ve alanların iyonlaştırıcısızlığına sığınıldığının ve bu yüzden sağlığa zarar öngörülmediğinin altını çiziyor. Oysa gerçek sanıldığının tersine. Amerikan Ulusal Sağlık Örgütü'nün yayınlarını tarayan Doç. Dr. Elmacı, 'mobil phone - brain' (cep telefonu ve beyin) konulu 293 yayınla karşılaşıyor. 20'si 2009 tarihli. Yayınların çoğu, insan sağlığına maksimum değer atfeden Kuzey Avrupa ülkeleri ile Japonya'dan. "Bu alandaki araştırmalarda ciddi bir yoğunlaşma var." diyen Doç. Elmacı, şu ana kadarki çalışmalarda varılan sonucu şöyle özetliyor: "10 yıl süreyle aynı el ve kulağını kullanarak cep telefonuyla konuşan kişide glial (beynin kendi hücrelerinden köken alan) beyin tümörü ve işitme siniri kökenli tümör oluşma ihtimali yüzde 30 artmaktadır." Süredeki eşik 10 yıl, başka bir söyleyişle 2 bin saat. Zaten günde yarım saat cepten konuşan bir kişi yaklaşık 10 yılda saat limitini dolduruyor. GSM operatörlerinin 'sınırsız konuş' kampanyalarıyla olayın hangi boyutlara ulaştığını tahmin etmek zor olmasa gerek. Kaba bir hesapla, günde 1 saatlik görüşme, tehlikenin kapıyı çalacağı yıl limitini 5'e indiriyor.

Çevreye dağılan radyasyon cep telefonu çaldığında ve aranan numaranın bağlandığı anlarda yoğunlaşıyor. Telefonun kulak mesafesindeki hayatiyet derecesi, konuşma süresindekini aratmıyor. Ha bir inç (1 inç 2,54 cm), ha 8 inç dememek gerekiyor. Telefondaki çağrıyı onayladıktan ya da karşıya bağlandıktan bir iki saniye sonra kulağı cihaza yaklaştırmak da sağlık açısından göz ardı edilemez bir tedbir.

ÇOCUKLARI CEPTEN UZAK TUTUN!

Doç. Dr. Elmacı'nın anlattığı bir ayrıntı, aynı zamanda biraz ürkütücü. Beynimiz yaratılıştan koruma altında. 'Kan beyin bariyeri' sayesinde her mikrop beyne geçemiyor. Bazı deney hayvanları üzerinde bu nüans irdelenmiş. Fareler bir hafta boyunca günde ikişer saat elektromanyetik alana bırakıldığında, koruyucu bariyerin bozulduğu; durumun, hayvanlarda baş ağrısı ve ateşlenme yaptığı belirlenmiş. Elmacı, araştırmaların, "cep telefonu sigaradan daha tehlikedir", "çocuk elindeki cep telefonunu hemen bırak" netliği kazandığını söylüyor. Niçin çocuklar? Cevabı, Hayykitap'ın yayınladığı 'Tehlikeli Oyuncak' adlı eserin yazarlarından Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selim Şeker'den öğreniyoruz. Cep görüşmesinde radyasyonun yüzde 40-50'si kulak bölgesiyle kafatasını çevreliyor. Artanı geriye dönüyor. Ama çocukların kafatasları yetişkinlere nazaran bir hayli ince. Radyasyon çocuktaki beynin tümünü etkiliyor. Öte yandan gelişim çağındayken, vücuttaki her mekanizma etkilenmeye müsait. Şeker, "Fizikte rezonans denen bir olay vardır. Çocukların ölçüleri ile cep telefonu dalgaları birbirine çok yakındır. O nedenle çocuklar büyüklerden çok daha fazla enerjiye maruz kalırlar." diyor. Medya çalışanları ve havaalanı radar görevlilerinin sık sık baş ağrısından yakınmalarının ardındaki gerçek de, elektromanyetik ortam imiş.

DOMATES BİLE BÜZÜLÜYOR!

Şeker ilginç bir anekdot aktarıyor. Rusya'daki ABD elçiliğine Ruslar bilgi kotarmak gayesiyle epey bir müddet elektromanyetik şok uyguluyor. Amerikalılar olayı fark etmesine rağmen 'zararsızdır' düşüncesiyle aldırmıyor. 30 yılda dört elçiden üçü kanserden ölünce, elçilik Doğu Almanya'nın Bonn şehrine taşınıyor. Fransa'nın Clerment Ferrand Üniversitesi'ndeki cep telefonu deneyi de çok ilgi çekici. Le Parisien Gazetesi'nin manşetten duyurduğu deneyde, 10 dakika çalışan bir telefonun yanında duran domatesler yüksek oranda stres hormonu salgılıyor. 6 saat bittiğinde ezilip büzüşerek kendiliklerinden parçalanıyor.

Sakarya Üniversitesi Elektrik Elektronik Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Osman Çerezci'nin cep araştırmasında, 'biyokimyasal reaksiyon' ve 'psikolojik bozukluk' sonuçlarıyla karşılaşıldı. Cep başta konsantrasyonu ters yüz ediyordu. Sinirlilik, uyku düzensizliği, huysuzluk ve bitkinlik hâlleri sebebiyle yaşam kalitesi düşüyordu.

Dünyaca tanınan çok ödüllü beyin cerrahlarından Dr. Vini Gautam Krurana, cep telefonu hakkında yüzü aşkın araştırma ve incelemeye imza atmanın tecrübesiyle, kesinlikle bu cihazdan uzak durulmasını tavsiye ediyor. Önümüzdeki 10-15 yılda bu cihazdan dolayı ölen insan sayısında olağanüstü artışlar kaydedileceğini ileri süren uzman; cihazın sağlığı sigara, hatta asbestten dahi fazla zarara uğrattığını ifade ediyor. Krurana'ya göre, mutlaka bir gün cep telefonlarının üzerine de 'sağlığa zararladır' ibaresi yazılacak.

ABD'de şişmanlık hiç de uzun sayılmayacak geçmişte, 15-20 yıl önce müstakil hastalık kapsamında görülmüyordu. Bazı hastalıkların sonucu zannediliyordu obezite. Bugün çok iyi biliniyor ki, ülke sosyal güvenlik sistemlerini çökerten hastalıkların sebebi aynı zamanda. Şeker, kalp-damar ve hipertansiyon hastalıklarıyla kader arkadaşı... Tartışılan teknoloji harikaları arasına kablosuz internet 'Wireles Fidelity' (Wi-Fi) katıldı son aylarda. Fransa, okul ve kütüphanelerde yasakladı. İngiltere'de her an böyle bir karar yürürlüğe girebilir. Avusturya'da da bu yönde kamuoyu oluşmakta. Kablosuz interneti bir şehrin geneline yayan sistemlerin (WiMax) kurulması da tartışılıyor öte yandan.

Aslında cep telefonu yakın tutulan her organı sağlıksızlaştırıyor. İşin açıkçası cebimizde baz istasyonu taşıyoruz. Genellikle kulak ve beyne yaklaştırıldığından bu organlarda gelişen zararlar öne çıkıyor. Dünyaca meşhur beyin cerrahımız Prof. Dr. Gazi Yaşargil'in cep telefonu kullanmayı hiç tercih etmediği bilgisini dilediğiniz gibi yorumlayabilirsiniz. Üstelik yakın çevresine telkin ediyor bunu. İnsanlık acaba sigaradaki acı sonucun bir benzerini cepte de görmek için onlarca yıl bekleyecek mi? Genç Türkiye, 'genç kanserliler ülkesi'ne dönüşmeden uyanma vakti şimdi!

Cep telefonunun tespit edilen zararları

KISA VADELİ: Geçici işitme aksaklıkları, Gözlerde kararma, sulanma ve yanma, Kalp ritminde bozukluk, Kalp pilinin arızalanma riski, Yoğun stres ve yorgunluk hâli, Konsantrasyon ve dikkat dağılması, Baş ağrısı ve sersemleme, Unutkanlık, refleks zafiyeti, Kulakta çınlama ve ısınma, Görüş alanında daralma, Gözlerin çapaklanması.

UZUN VADELİ: Beyin tümörü, işitme siniri kökenli tümörler, Lenfoma (beyaz kan hücresi) kanseri, Cilt kanseri, Yüksek tansiyon, Görme bozukluğu, Kan hücrelerinin deformasyonu, Kan beyin bariyerinin zedelenmesi, Kalıcı işitme kayıpları, Kalp hastalıkları, Hafızada zayıflama, Embriyo gelişiminin zarara uğraması, Düşük ihtimalinde artış, Sperm sayısının azalması, Bağışıklık sisteminde arızalar.

Birkaç önemli ikaz

Kısa sürelerle konuşun. Gerekmedikçe konuşmayın. Sabit hatları tercih edin. Zararı tümden engelleyemese de kulaklıkla görüşün. Kısa bilgi iletimlerini mesajla gerçekleştirin. Geceleri cep telefonunu kapatın. Hamileyseniz, mecbur kalmadıkça kullanmayın. Cihazlardan mümkün olduğunca uzak durun. Acil vaziyetler haricinde çocukları cepten görüştürmeyin. Siz görüşürken yakınınızda çocuk bulundurmayın. Telefon çalar çalmaz ya da karşı tarafı arar aramaz cihazı kulağınıza dayamayın. Cep telefonu bilhassa kalp, beyin ve üreme organlarına yakın yerlerde taşınmamalı. Dar ve kapalı alanlarda görüşme yapmaktan kaçının. Örneğin asansör ve otomobil gibi mekânlarda cihaz çekmediği için iletilen radyasyon artacaktır. Cep telefonu bir oyun ya da müzik dinleme aracı değildir.

http://www.aksiyon.com.tr/news-24446-ne-kadar-kontor-o-kadar-tumor.html
#1522
Türkiye Eczacılar Birliği, Başbakan Erdoğan'ın 'marketlere eczane açılmasına ilişkin düzenleme yapıldığı' yönündeki açıklamasana karşı çıktı. Eczacılar, ABD'deki sistemin zararlarına dikkat çekiyor. Bir de talepleri var.

Eczacılar Birliği ilaçların marketlerde satılmasının ilaç satan şirketlerin çıkarına olacağı ve kişi başına düşen ilaç tüketimini artıracağını iddia etti.

Türkiye Eczacılar Birliği'nden yapılan açıklamada, Başbakan Erdoğan'ın katılmış olduğu bir açılış törenindeki konuşmasında, 'marketlerde eczane açılmasına ilişkin düzenleme yapıldığı' yönünde açıklamasının olduğu hatırlatıldı. Başbakan Erdoğan'ın açıklamalarının yanlış yönlendirme sonucu yapıldığına işaret edilen açıklamada, bürokratların daha öncede 4 Aralık'ta eczanelerin kapanmayacağını ileri sürdüklerini, Türkiye genelinde ise eczanelerin yüzde 100 yakın bir oranda kapandığı iddia edildi.

İlaçların marketlerden satılmasının eczanelerin yaşamasından öte, hastaların yaşaması için çok büyük bir tehlike oluşturduğunu yıllardır ifade ettiklerine dikkat çekilen açıklamada şöyle devam edildi: "Dünyada sadece Amerika'da yaygın olarak uygulanan bu sistem, sadece ilaç şirketlerinin çıkarlarını korumaya yöneliktir. Amerika bu sistem nedeniyle kişi başı ilaç harcamalarının en yüksek olduğu ülkedir. Bunun hükümetimizin 'tasarruf' yaklaşımı ile uzaktan yakından ilgisi yoktur."

Sadece reçetesiz ilaçları markette sattıran bazı Batılı ülkelerin bundan bile geri dönmeye başladıklarının öne sürüldüğü açıklamada, "Bu sistemin Türkiye'de uygulanmasının akılcı olmayan ilaç kullanımının, buna bağlı sağlık zararlarının ve maliyetlerinin katlanarak artıracağının altını çiziyoruz. Sorunun çözülmesinin yolu, hasta sağlığını ve eczacılık mesleğini tehlikeye atmak, ortadan kaldırmak değil, eczacıların ve hastaların yaşamasına izin verecek düzenlemeler yapmaktır." denildi.

Açıklamada, Türk Eczacıları Birliği'nin eczacının, hastanın ve kamunun yararını aynı anda ve birlikte gözetecek çözümlerden her zaman yana olduğu, bundan sonra da olmaya devam edeceği ifade edildi. Açıklamada, Başbakan Erdoğan'dan randevu talebi yenilendi.

CİHAN
http://www.haber7.com/haber/20091227/Isyanci-eczacilardan-Erdogana-cevap.php
#1523
Bir günlük kapatma eylemi yapan ve sözleşmeleri feshedilen eczanelere bir kötü haber daha... Başbakan Erdoğan, ABD'de olduğu gibi marketlerde de ilaç satılmasına yönelik bir çalışma yürüttüklerini açıkladı.

Katıldığı DEİK'in 2009 yılı Olağan Genel Kurulu'nda, eczanelerin yaptıkları eylem sonrasında sözleşmelerinin feshedilmesi konusunu değerlendiren Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, tıpkı ABD'de olduğu gibi Türkiye'de de market ve süpermarketlerde ilça satılması için çalışma başlattıklarını açıkladı.

Erdoğan'ın sözleri şöyle:

FAZLA KAZANMANIN NOKTASI YOK

Göreve geldik hemen bütün SSK hastanelerinde ne kadar eczane varsa hepsini kapattık. 2003 rakamıyla söylüyorum. Yaklaşık 2,5 trilyonluk matrahtı. O 2,5 trilyonluk matrahı o günün eczanelerine devrettik. Böyle bir imkânı sağlamışız. Kimlerle görüşüyorsak, "Sağ olun var olun, çok iyi kazanmaya başladık" diyorlar. Fazla kazanmanın bittiği nokta yok ki. Batı'nın limitleri neyse bu limitlerde süreci götüreceğiz. İlaç sanayisiyle anlaşmışız. Mutabık kalmışız. Eczacılar "hayır olmaz" dedi. "Ne olacak" dedik. "Biz 1 günlük kapatma eylemi yapacağız" dediler. Bakın bu iş yanlış dedik. Hatta ilaç sanayi "aradaki farkı biz ödeyeceğiz" demesine rağmen onlar da böyle bir eyleme girdi.

MARKETLERDE DE İLAÇ SATILACAK

Ama siyasi ne yaptı. Hemen onu da kullanmaya başladı. Biz şimdi ne diyoruz. Buyurun size 15 Ocak'a kadar müsaade. Direk olarak gelirsiniz SGK ile anlaşmayı yaparsınız. Biz eczacılarla başa baş bu işi götürürüz. Artı, artık Amerika'da olduğu gibi, marketlerde süpermarketlerde vesaire ecza ile ilgili olarak stantlar kurulması yönünde çalışma yürütüyoruz. Bu işi geliştireceğiz. Başka çaresi yok. Çünkü tekel oluşturmayacağız. Her yerde rekabet alanını geliştireceğiz. Bilimden sanata her yerde. Aksi takdirde uluslar arası camiada beklediğimiz o sıçramayı yapamayız.

http://www.haber7.com/haber/20091227/Erdogan-acikladi-Marketler-de-ilac-satacak-VIDEO.php
#1524
Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir'in, küfürlü açıklamasını ayetle savunmasına ilahiyatçılardan tepki geldi. Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu eski Üyesi Prof. Dr. Saim Yeprem, "Hiç kimse yaptığı yanlışı ayete dayanarak belgelendiremez. Ayet, hiçbir zaman küfretmeyi emretmiyor." dedi.

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hakkı Ünal ise ayette kastedilenin küfür etmek olmadığının altını çizdi.

Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir'in, küfürlü açıklamalarını savunurken, Nisa Suresinin 148. ayetini okuması yeni bir tartışmayı da beraberinde getirdi.

Konuyla ilgili CİHAN'a açıklamalarda bulunan Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu eski Üyesi Prof. Dr. Saim Yeprem, "Olayın bilimsel tarafını söyleyecek olursak, hiç kimse yaptığı bir yanlışı ayete dayanarak belgelendiremez. Buna kimsenin yetkisi yok. Ayet bize hiçbir zaman küfretmeyi emretmiyor, buna izin de vermiyor." diye konuştu. 
Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu eski Üyesi Prof. Dr. Saim Yeprem, "Hiç kimse yaptığı yanlışı ayete dayanarak belgelendiremez. Ayet, hiçbir zaman küfretmeyi emretmiyor." dedi.

Kur'an-ı Kerim'deki ayetlerin kendi bağlamlarında anlaşılması gerektiğinin altını çizen Yeprem, "Dünyada yapılan bir işi yorumlamak suretiyle, Kur'an-ı Kerim'deki ayetlerle bağlantı kurmak, o kişinin kendi zihniyetinin faaliyetidir. Kişinin, kendi yorumlarını Allah'ın sözlerine bağlama gibi bir yetkisi yoktur. Bütün İslam alimleri Kur'an ayetlerini yorumlarken, 'Allah kendi muradını daha iyi bilir.' derlerdi. 'Bu benim yorumumdur, Allah ne kastettiğini kendisi daha iyi bilir.' diye cümle eklerdi. Hiç kimse kendi yaptığı bir davranışı 'Allah böyle emrettiği için yapıyorum' deme yetkisine sahip değil. Diyorsa o kendi yorumudur, bir tek kendisini bağlar." şeklinde konuştu.

Ayetlerin, kendinden önceki ve sonrakilerle hangi bağlamda olduğuna bakılması gerektiğinin altını çizen Yeprem, "O bağlamda bakıldığında, Nisa suresinin 148-149. ayeti hiçbir zaman kişinin küfretmesine izin vermez. Kötü söz lafı kişinin küfretmesi anlamına gelmiyor. Ancak, başka kişilerden zulme uğrayan kişilerin, kendilerine zulüm edenlerin yaptıklarını söylemeleri mümkündür. Onlara küfretmek değil, yaptıkları kötülükleri söylemeleri mümkündür. Ama bunları affetmeleri Allah katında daha sevaptır." ifadelerini kullandı.

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hakkı Ünal da Nisa suresi 148. ayetin küfretmeye delil olarak kullanılamayacağını vurguladı. Ünal, zulme uğrayanın kendisine yapılan zulmü açıklaması anlamının yanı sıra, aynı zamanda uygun bir şeklide tepkisini dile getirmenin de olduğunu söyledi. Prof. Ünal, şöyle dedi: "Allah'a havale etmek, Allah'tan onun cezasını beklemek, Allah kahretsin demek. Bunlar tepkidir. Kişi tepkisini dile getirirken, ağızdan beddua çıkarsa (küfür değil) bundan dolayı sorumlu olmaz."

http://www.haber7.com/haber/20091227/Nisa-Suresi-Baydemire-kufretmeyi-emrediyor-mu.php
#1525
Baydemir, Diyarbakır Adliyesi çıkışında gazetecilere açıklamada bulundu. Gerilimli atmosferin hem Diyarbakır, hem ülke, hem de bölgede bir daha geri gelmeyecek şekilde ortadan kalkmasını istediğini belirten Baydemir, ''Hem Türk, hem Kürt halkına söylüyorum; siyaset tüm sorunların çözüm adresidir. Şüphesiz siyaset nezaket ve zarafetiyle olma durumundadır. Buna hiçbir itirazım yok'' diye konuştu.

Baydemir, şunları söyledi:

''Türkiye'deki bütün siyasetçiler, özellikle liderler ile siyasetin üslubunu tartışalım. Ama bundan daha vahim tablo var. Demokratik irade çiğneniyor. Halkın özgür iradesi ile seçilmiş belediye başkanlarının evinin kapısı kırılarak giriliyor. O belediye başkanı davet edilirse iki saat içerisinde, bir gün içerisinde gidip savcıya ifade verebilecek durumdadır. Ortada bambaşka bir hadise var. Savunma olsun diye söylemiyorum. Söz bir noktadan sonra uçup gider. Ama kurşunun izi gitmez. Gitmediğini de hep beraber gördük ve yaşadık. Bundan sonra da bütün eleştiri okları bize yönelsin. Ama kadınlarımıza, gençlerimize ve çocuklarımıza zarar gelmesin. Çabamız bundan ibarettir.

Nisa süresinin 148. ayetini okumak istiyorum. 'Allah kötü sözü açıkça söylemeyi sevmez, ancak zulme uğrayan kişi dışında. Allah işiten ve bilendir.' Ben, siz ve bütün insanlarımızın zulme uğradığını düşünüyorum. Bardağı taşıran bir damladır.''

AA
http://www.haber7.com/haber/20091225/Baydemirin-kufure-ayetli-savunmasi.php
#1526
Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir'in KCK operasyonları kapsamında belediye başkanlarının gözaltına alınmasına ilişkin sarf ettiği küfürlü sözlere AK Partili Çelik ve Kılıç'tan sert tepki geldi.

Devlet Bakanı Faruk Çelik, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir'in, terör örgütü PKK'nın sivil oluşumu ''Kürdistan Topluluklar Birliği/Türkiye Meclisi (KCK/TM) Yapılanması''na yönelik yürütülen soruşturma kapsamında bazı belediye başkanlarının gözaltına alınmasına ilişkin sözleriyle ilgili, ''Ağzından çıkan cümle neyse kamu görevliliği çerçevesinde o cümleyi ölçüp, biçip, tartıp ona göre kullanması gerek. Eğer bu vasıflardan sıyrılmışsa bir insan, kamu görevi yapmamalı'' dedi.

Bursa Büyükşehir Belediyesince Soğanlı Bulvarı'nda 30 metre genişliğindeki imar yolunun açılması için satın alınan binaların yıkımı için düzenlenen törene katılan Çelik, gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Çelik, Baydemir'in sözlerine ilişkin değerlendirmesinin sorulması üzerine, kamu görevi yapan herkesin, üzerine düşen sorumluluğun bilinciyle hareket etmesi gerektiğini belirtti.

Özellikle kamu görevlilerinin ağızlarından çıkan sözlere çok dikkat etmeleri gerektiğini ifade eden Çelik, şunları söyledi:

''Ağzından çıkan cümle neyse kamu görevliliği çerçevesinde o cümleyi ölçüp, biçip, tartıp ona göre kullanması gerek. Eğer bu vasıflardan sıyrılmışsa bir insan, kamu görevi yapmamalı. 'Ben kamu görevlisiyim' diyorsa laflarını ölçüp tartmalıdır. Aksi durum kamuda güvensizliği, otoritenin bozulmasını sağlar. Kamu görevlisi olup kamu düzeninin bozulmasına hiç kimsenin neden olması kabul edilebilir bir hadise değildir. Ben ilgili belediye başkanının birebir ne dediğini doğrusu bilmiyorum. Ama medyaya yansıyan, kamu görevlisine yakışmayan bazı ifadelerin kullanıldığı şeklindedir. İnanıyorum ki bütün milletimiz bunları ayıplıyordur, kınıyordur. Bu ifadelerden sonra, alması gereken, takınması gereken, bir kamu görevlisi sorumluluğu içinde yeni ifadelerle bunları mutlaka düzeltmesi gerekiyor. Aksi takdirde göreviyle ters düşen bir davranış içerisinde demektir. Son derece yakışıksız bir durum.''

Çelik, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'a yönelik suikast iddialarıyla ilgili soruya da ''Gerekli araştırmalar yapılıyor. İşin aslı nedir, bu mutlaka ilgili kurumlarımız tarafından ortaya çıkarılacaktır. İlave bir şey söylemek doğru olmaz'' yanıtını verdi.

AK Parti Grup Başkanvekili Suat Kılıç

AK Parti Grup Başkanvekili Suat Kılıç, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir'in kullandığı küfürlü sözleri, ''ayıp, çirkin ve hukuk dışı'' olarak değerlendirdi.

Kılıç, terör örgütünün ''KCK-Türkiye Meclisi'' yapılanmasına yönelik 11 ilde düzenlenen operasyonlarda 16 belediye başkanının gözaltına alınmasının ardından Baydemir'in yaptığı küfürlü konuşmayla ilgili  gazetecilerin sorularını cevapladı.

Baydemir'in açıklamalarını, ''ayıp, çirkin ve hukuk dışı'' olarak değerlendiren Kılıç, şöyle konuştu:

''Bu üslup, Türkiye'de demokrasiye de hukuka da insan haklarına da insanlığa da insanlığın erdemine de hizmet eden bir üslup değildir. Bu üslup, ancak sahibine yakışır diye düşünüyoruz. 'Üslubu lisan aynı ile insan' demiş atalarımız. Bu üsluba daha farklı bir cevap verebilmek şu aşamada mümkün görülmüyor. Bu üslup, Anadolu insanı tarafından 72 milyon insanımız tarafından, ahlaklı, erdemli, haysiyetli bütün insanlarımız tarafından aynı ile sahibine iade edilecek bir üsluptur.''

Kılıç, Baydemir'in bu üslubunun arkasında hiç kimsenin durmayacağını da sözlerine ekledi.

AA
http://www.haber7.com/haber/20091225/AK-Partiden-Baydemirin-kufrune-tepki.php
#1527


Kış aylarının vazgeçilmez meyvelerinden olan nar, grip başta olmak üzere kolesterol, tansiyon, ishal gibi birçok hastalığa yakalanma riskini en aza indiriyor.

Yorgunluğu gideren nar, kansere neden olan serbest radikallerle savaşan koruyucu bir etki gösteriyor. Özel Konya Farabi Hastanesi Diyet ve Beslenme Uzmanı Hilal Acar, 1 su bardağı nar suyunun günlük C vitamini ihtiyacının yüzde 25'ini karşıladığını söyledi. Narın C, B1 ve B2 vitaminleri ve potasyum bakımından çok zengin olduğunu belirten Acar, "Nar ayrıca bağışıklık sistemini kuvvetlendirecek antosiyanlar ve flavonoitler içerir. 100 gram narın içerisinde 259 miligram potasyum, 63 kalori, 8 miligram C, binde 3 de B2 vitamini bulunuyor." dedi.

Hilal Acar'ın verdiği bilgilere göre, nar, içerdiği antioksidanlar sayesinde gribe neden olan virüsleri zararsız hale getirmeye yardımcı oluyor. Antioksidan etkisi yeşil çay, portakal gibi besinlerden üç kat daha fazla. Bakteri kaynaklı enfeksiyonlara karşı da koruyucu etkisi kanıtlanmış bir meyve. Gripten korunmak için tablet şeklinde vitamin almak yerine nar yiyerek daha fazla antioksidan madde ve C vitamini sağlanabilir. Bu şekilde kansere neden olan serbest radikallere karşı vücudu koruyacak bir silah görevini de üstlenir.

Narı yemesinin zahmetli olduğunu, ancak sağlığa olan faydaları düşünülerek tüketilmesi gerektiğini vurgulayan Hilal Acar şöyle konuştu: "Narı meyve olarak tüketebileceğimiz gibi suyunu sıkıp içmek de sağlık açısından oldukça faydalıdır. Suyunu sıkarken zar kısmındaki faydalı bileşiklerin de suyuna geçerek antioksidan etkisini artırmış oluruz. Narın tanelerini tatlılarda, kompostolarda kullanarak yiyeceklerimize lezzet katmış olduğumuz gibi, nar ekşisi olarak sos şeklinde salatalarda kullanırsak bağışıklık sistemimizi daha fazla kuvvetlendirmiş oluruz." ZAMAN

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=927000&title=nar-yemek-zahmetli-ama-faydasi-cok
#1528
Danıştay, Tarım Bakanlığı'nın GDO yönetmeliğinin yürütmesinin durdurulmasına karşı yaptığı itirazı kabul etti.

Danıştay, Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) yönetmeliğine ilişkin yeni bir karar daha verdi. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın GDO yönetmeliğinin yürütmesinin durdurulmasına karşı yaptığı itirazını kabul etti. (CİHAN)

GDO YÖNETMELİĞİ'NDE 20 KASIM'DAKİ DEĞİŞİKLİĞE DÖNÜLMÜŞ OLDUĞU BELİRTİLİYOR

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nun, GDO'lu ürünlerle ilgili yönetmeliğin bazı maddelerinin yürütmesinin durdurulmasına yapılan itiraza istinaden yürürlüğü durdurma kararını kaldırmasından sonra, uygulamada hukuken, yönetmeliğin, 20 Kasım'da yapılan değişikliğe göre uygulanması gerektiği belirtiliyor.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan ''Gıda ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol ve Denetimine Dair Yönetmelik'' 26 Ekim tarihli Resmi Gazete'de yayımlanmıştı. Yönetmelik ile GDO'lu ürünlerin ithalatına denetim zorunluluğu getirilirken, piyasada sorunlar yaşanması üzerine, 20 Kasım'da yapılan değişiklikle, 26 Ekim'den önce kontrol belgesi alan ithalatçılara bazı kolaylıklar sağlanmıştı.

Yönetmeliğin 26 Ekim'de Resmi Gazete'de yayımlanmasından sonra bazı sendikalar, dernekler ve vatandaşlar, 26 Ekim 2009 tarihli GDO yönetmeliğinin iptali ve öncelikle ithalatta denetimlere ilişkin 11'inci ve yönetmeliğin yürürlüğüne ilişkin 20'inci maddelerinin yürütmesinin durdurulması istemiyle Danıştay'da ayrı ayrı dava açmıştı. Danıştay 10. ve 13. Daireleri Müşterek Heyeti, yönetmeliğin 11 ve 20. maddelerinin yürütmesini oy çokluğuyla durdurmuştu.

Gerekçede, gıda ve yem amaçlı genetik yapısı değiştirilmiş organizmalar ve ürünlerin ithalatı, işlenmesi, ihracatı, kontrol ve denetimi konularının çıkarılacak bir yasayla düzenlenmesi gerektiğine işaret edilmişti.

Davalı Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, karara itiraz ederek kaldırılmasını istedi.

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, itirazı kabul etti. Kurulun oy çokluğuyla aldığı kararın gerekçesinde, ''Anayasa ve ilgili yasalara göre Tarım ve Köyişleri Bakanlığının gıdalarla ilgili düzenleme yapma yetkisi bulunduğu'' belirtildi. Kurul, ''Yönetmeliğin ilgili yasalara aykırı olup olmadığının madde madde incelenmesi gerektiğine'' karar verdi.

Danıştay 10. ve 13. Daireleri Müşterek Heyeti, yönetmeliğin bazı maddelerinin iptal istemini daha sonra esastan karara bağlayacak.

Bakanlık yetkilileri, Danıştay'ın kararına ilişkin herhangi bir belgenin henüz kendilerine ulaşmadığını belirtirken, bu kararı incelemeleri gerektiğini belirttiler. Hukuken bu durumda, ''yönetmeliğin, 20 Kasım'da yapılan değişiklikleri ile birlikte yürürlükte olduğu'' şeklinde yorum yapmanın mümkün olduğunun düşünüldüğünü söyledi.

Yönetmeliğin yürürlüğünün durdurulmasından sonra, bakanlık ve ZMO ''artık GDO'lu ürünlerin hiç bir denetime tabi tutulmadan ithal edileceği'' yorumunda bulunmuşlardı.

Yürürlüğü durdurma kararının kaldırılmasından sonra, bu durumda, yönetmelikte 20 Kasım'da yapılan değişiklik uyarınca, 26 Ekim 2009 tarihinden önce kontrol belgesi alınmış ürünlerin ithalatında, bu ürünlerin AB kriterlerine uygun olması koşuluyla ithalatına 1 Mart 2010 tarihine kadar izin verilecek. Böylece, yönetmeliğin çıkarılmasından önce kontrol belgesi almış ithalatçılara 1 Mart 2010 tarihine kadar süre tanınmış oldu.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Koruma ve Kontrol Genel Müdür Yardımcısı Ahmet Arslan, 20 Kasım'da AA'ya yaptığı açıklamada, yönetmelikte 20 Kasım'da gerçekleştirilen değişiklikten sonra yapılacak uygulama hakkında şu bilgiyi vermişti:

''GDO'lu ürünlerin transit geçişinin yasaklanmasının uluslararası ticaret açısından sakıncalı olduğunun belirtilmesi üzerine, bakanlık tarafından geçiş şartlarının düzenlenmesi şartıyla, transit geçişe imkan tanındı. Bu konu bakanlığa müracaat edilerek değerlendirilecek. Denetim ve kontrol dahilinde geçiş imkanı sağlanacak. Uluslararası ticaret önlenmeyecek.

AB, genetik bulaşmaları dikkate alarak, yüzde 0,9'a kadar GDO'lu ürünü (klasik ürün) kabul ediyor. Yönetmelikteki bu oran, kamuoyundan gelen tepkiler üzerine kaldırıldı. GDO'yu sıfır düzeyine çektik. Yani bir ürünün GDO'lu sayılabilmesi için orana bakılmayacak. Milyonda 1 düzeyinde olsa bile GDO'lu sayılacak. Artık bir üründe (GDO var) veya (GDO yok) sınıflandırması yapılacak.

Yönetmeliğin yayımlandığı tarih olan 26 Ekim'den önce kontrol belgesi alan ürünlere, AB kriterlerini sağlamaları, AB mevzuatında belirtilen belgeleri sunmaları, yönetmelikteki etiketleme, kontrol ve denetimle ilgili hükümlere uymaları şartıyla 1 Mart 2010'a kadar ithalat imkanı getirildi. GDO'lu ise AB mevzuatında yer alan belgeyi sunmazsa, ithalatına izin verilmeyecek.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=931703&title=danistay-bakanligin-itirazini-kabul-etti
#1529
Bugün, PKK'nın şehir yapılanması olan KCK'ya yönelik operasyonları eleştirdiği basın açıklamasında devlet ve hükümete yönelik galiz küfürler eden Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir sözlerinin arkasında durdu.

CNN TÜRK'te yayınlanan "Gündemin Rengi" programında Rıdvan Akar'ın sorularını yanıtlayan Baydemir neden küfür ettiğini açıkladı.

Baydemir şöyle konuştu: "Lütfen bağışlayın ama bunu kullanmak şart oldu. Neden? Çünkü 3 aydır bu ülke bir süreçten geçiyor. Canımızla, dişimizle, tırnağımızla uğraşıyoruz, ama bize siyaset yapma deniyor. Arkadaşlarımız gözaltına alınıyor. Siyaset karşılıklı saygıdır. Ama lütfen şunu görün: Ankara'da trafik polisi bir parlamaneteri yolda çevirdi. 'Vay efendim bu nasıl yapılır?' diye haber yapıyorsunuz. Ama kimse çıkıp da bizim için bir şey yapmıyor. Bırakın biz siyasetçiler sert konuşalım, ama sokaklar ve silahlar konuşmasın. Sözlerimin arkasındayım..."

NE DEMİŞTİ?

Barış ve Demokrasi Partisi (BDP), gözaltına alınan belediye başkanları için Diyarbakır'dan eylem çağrısı yaptı. Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir ve eski DTP milletvekilleri, gözaltına alınan belediye başkanları ile ilgili olarak BDP Diyarbakır İl Başkanlığı önünde bir açıklama yaptı. Baydemir kendilerini şahin ve güvercin olarak ayıranlara "Hass.tirin... Hass..tirin..." diye küfretti.

http://www.haber7.com/haber/20091224/Baydemirden-hukumete-galiz-kufurler.php
#1530


KCK operasyonuna tepki gösteren Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, ağzını bozup, küfürler etti. Yeni partileri BDP'nin logosuna gönderme yapan Baydemir açıkça küfür etti.

PKK terör örgütünün şehir yapılanması KCK'ya yönelik operasyona tepki gösteren Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, ağzını bozarak küfretti. "Meşe ağacının hangi dalı nerenize battı sayın hükümet?" diyen Baydemir, tasfiyenin sürecinin bu şekilde devam etmesi halinde gün gelecek hükümetin el uzatacak tek bir insanı bulamayacağını savundu.

HASS..TİRİN... HASS..TİRİN...

Barış ve Demokrasi Partisi (BDP), gözaltına alınan belediye başkanları için Diyarbakır'dan eylem çağrısı yaptı. Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir ve eski DTP milletvekilleri, gözaltına alınan belediye başkanları ile ilgili olarak BDP Diyarbakır İl Başkanlığı önünde bir açıklama yaptı. Baydemir kendilerini şahin ve güvercin olarak ayıranlara "Hass.tirin... Hass..tirin..." diye küfretti.

Osman Baydemir şöyle konuştu: "Her kim ki milletvekilliğinin düşürülmesinden, belediye başkanlığının düşürülmesinden korkar, o namerttir. Gözaltında olan 16 arkadaşımız hangi yasayı çiğnediyse biz de o yasayı çiğnedik. Günlerdir AKP'li milletvekilinin arabasının polis tarafından çevrilmesi konuşuluyor. Allah'tan korkmaz mısınız 16 belediye başkanı gözaltında neden kimse ses çıkarmıyor. Lüften akıllı davranın akıllı davranın ki söz tükenmesin. Ey devlet kafası ne yapmaya çalışıyorsun? Aldığın bu kararla insanları sokağa mı dökmek istiyorsun? Yarın adliyenin kapısına gieceğiz. Ya bizi de alacaksınız, ya da onları da bırakacaksınız. Devleti ve hükümeti yönetenlere sesleniyorum, bizi şahin ve güvercin olarak ayırmayın, hass.. diyorum, hass.."

Bu konuşmanın ardından Barış ve Demokrasi Partisi önünde toplanan partililer, "Amed seninle gurur duyuyor" sloganlarıyla Baydemir'e destek verdi.

CİHAN
http://www.haber7.com/haber/20091224/Baydemirden-hukumete-galiz-kufurler.php
#1531
PKK'nın şehir yapılanması KCK'ya 11 ilde baskın, Belediye başkanlarına gözaltı!

Terör örgütü PKK'nın KCK yapılanmasına yönelik 11 ilde sürdürülen eşzamanlı operasyon kapsamında aralarında belediye başkanlarının da bulunduğu çok sayıda kişi gözaltına alındı.

Edilen bilgiye göre, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'nca 8 ilde bu sabah erken saatlerde eş zamanlı operasyon başlatıldı. Terör örgütünün KCK Türkiye yapılanmasına yönelik Ankara, İstanbul, İzmir, Diyarbakır, Siirt, Hakkari, Tunceli, Batman, Şanlıurfa, Şırnak ve Van'da  başlatılan operasyonda 31 kişi gözaltına alındı.

Gözaltına alınanlar arasında Siirt Belediye Başkanı Selim Sadak, Şırnak'ın Cizre ilçesi Belediye Başkanı Aydın Budak, Diyarbakır Kayapınar Belediyesi Başkanı Zülküf Karatekin, Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş, Çınar Belediye Başkanı Ahmet Cengiz, Viranşehir Belediye Başkanı Leyla Güven, Kızıltepe Belediye Başkanı Ferhan Türk, eski Dicle Belediye Başkanı Abdullah Akengin, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Ali Şimşek, kapatılan DTP'nin il başkanı Fırat Anlı, İHD Genel Başkan Yardımcısı ve Diyarbakır Şube Başkanı Muharrem Erbey de bulunuyor.

SADAK'IN EVİNDE ARAMA

Şu ana dek alınabilen bilgilere göre; Siirt Belediye Başkanı Selim Sadak Diyarbakır Sur ilçe Belediye Balkanı Abdullah Demirbay, Kayapınar Belediye Başkanı Zülküf Kayatekin, Bağlar Belediye Başkanı Yüksel Baran kapatılan DTP' nin Diyarbakır il Başkanı Fırat Anlı, İHD Diyarbakır Şube Başkanı Muharrem Erbey, Cizre Belediye Başkanı Aydın Budak da gözaltına alınanlan arasında.

Sabah 07.40 sıralarında Siirt Emniyet Müdürlüğü tarafından Siirt Belediye Başkanı Selim Sadak'ın evine operasyon düzenlendi. Yapılan baskında Selim Sadak gözaltına alınırken, Sadak'ın evinde polis arama yapıyor. Sadak'ın niçin gözaltına alındığı açıklanmadı.

VİRANŞEHİR'DE GÜVEN GERGİNLİĞİ

8 ilde yapılan operasyonda Şanlıurfa'nın Viranşehir Belediye Başkanı Leyla Güven'in de sorgulanmak üzere Şanlıurfa'ya buradan da Diyarbakır'a götürüleceği bildirildi.

Edinilen bilgiye göre, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'nca 8 ilde sabahın erken saatlerinde eş zamanlı operasyon başlatıldı. Terör örgütünün KCK Türkiye yapılanmasına yönelik başlatılan operasyonda Viranşehir Belediye Başkanı Leyla Güven, evine sabaha karşı saat 04.00 civarlarında yapılan baskınla yakalanarak gözaltına alındı. Haberi alan eski DTP ilçe Başkanı Adnan Etli ve Belediye meclis üyelerinin oluşturduğu bir grup eski DTP'li Belediye Başkanı Leyla Güven'in gözaltında bulunduğu Viranşehir Emniyet Müdürlüğü'nün önünde gelerek tepki gösterdi. Belediye Başkanı, operasyonun yürütüldüğü Diyarbakır'a götürülmek üzereyken BDP'li grup slogan atarak gözaltına tepki gösterdi. Kısa süreli yaşanan arbedede Diyarbakır'a götürülmek üzere araca bindirilen Belediye Başkanı Leyla Güven, sakin olmaları konusunda partilileri uyardı. Güven, Emniyet Müdürlüğü'nden ayrılırken grup, "Operasyonlar bizi yıldıramaz" sloganlarıyla BDP ilçe binasına geçti.

Bu arada ilçede çevik kuvvet ekibi olası bir duruma karşı hazır bekletiliyor.

BATMAN BELEDEİYE BAŞKANI NECDET ATALAY GÖZALTINDA

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının terör örgütü PKK'nın sivil oluşumu ''Kürdistan Topluluklar Birliği/Türkiye Meclisi (KCK/TM) Yapılanması''na yönelik yürüttüğü soruşturma kapsamında başlattığı operasyonlarda, kapatılan DTP'li Batman Belediye Başkanı Necdet Atalay ve bir kişi daha gözaltına alındı. Gözaltına alınanların sayısı 33 oldu.

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca bu sabah erken saatlerde Ankara, İstanbul, İzmir, Diyarbakır, Siirt, Hakkari, Tunceli, Batman, Şanlıurfa, Şırnak ve Van'ı kapsayan 11 ilde başlatılan operasyon, devam ediyor. Operasyon kapsamında, siyasi yasaklı olan, kapatılan DTP'li Batman Belediye Başkanı Necdet Atalay ve bir kişi daha gözaltına alındı.

KCK'YA YÖNELİK 5. OPERASYON

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca, terör örgütü PKK'nın sivil oluşumu KCK/TM yapılanmasına yönelik ilk operasyon, 2009 yılının Nisan ayında düzenlendi, bunu 3 operasyon takip etti.

Devam eden ve gözaltına alınanların sayısında artış olabileceği kaydedilen 5. operasyonun, uzun süren teknik, fiziki takip ve telefon dinlemesi sonucu gerçekleştirildiği ve 33 kişinin örgüt üyesi ve yöneticisi olmaktan gözaltına alındığı belirtildi.

Gözaltına alınanlar, ifadeleri alınmak üzere, soruşturmanın yürütüldüğü yer olan Diyarbakır'a gönderildi.

AA - İHA
http://www.haber7.com/haber/20091224/PKKnin-sehir-yapilanmasina-11-ilde-baskin.php
#1532


Türk teknoloji firması nano teknolojiyi kullanarak, bor madeninden araç yakıtı üretmeyi başardı.
 
NNT Nanoteknoloji Bor Ürünleri AR-GE Sanayi Ticaret A.Ş Genel Müdürü Mehmet Can Arvas, AA muhabirine yaptığı açıklamada, şirketlerinin araştırma geliştirme dairesi çalışmalarının olumlu sonuç verdiğini belirterek, bor madeninden araç yakıtı ürettiklerini söyledi.

Petrol rezervlerinin tükenecek olmasının kendilerini böyle bir araştırmaya ve üretmeye yönelttiğini ifade eden Arvas, ''Dünya da petrol rezervlerinin tükenmesi bizi nano teknoloji ve bor ile üretim yapan Türk firması olarak harekete geçirmiştir. Uzun yıllar üzerinde çalıştığımız Ar-Ge sonucunda bor madenini sonunda araç depolarına koymayı başarmanın heyecanını yaşıyoruz'' dedi.

Bilim insanlarının temiz ve çevreci bir yakıt olarak petrole alternatif olarak gördüğü hidrojenin, bordan üretilen yakıtla kıyasla depolama sorunu olduğunun altını çizen Arvas, şöyle devam etti:

''Son yıllarda yaşanan ekolojik sıkıntılar, küresel ısınma problemi, tükenen petrol rezervleri ve karbon içerikli yakıtların çevre kirliliği yaratmasına karşın alternatif yakıt sistemleri üzerinde çok ciddi çalışmalar yapılmaktadır. Dünyanın önde gelen bilimsel araştırma laboratuvarlarında gerçekleştirilen bu çalışmalarda Hidrojen yakıt sistemlerinin temiz, verimli ve güvenilir olduğu görülmüştür. Fakat depolama problemi hidrojen yakıtlı araç üretiminin önünde en büyük engeli teşkil etmektedir.

Hidrojen depolama problemi bilim ve teknoloji çevrelerini alternatif madde arayışına itmiş, yapılan araştırmalar ve deneyler 1970'li yılların ikinci yarısından itibaren bor elementinin alternatif yakıt olarak kullanılabileceği üzerinde görüş birliğine varılmış, günümüze kadar sayısız ar-ge çalışmaları sonunda borun yakıt olarak kullanılabilirliği otoritelerce kabul edilmiştir.''

-20 YILLIK ÇALIŞMANIN ÜRÜNÜ-

Bordan yakıt üretmenin haklı gururunu yaşadıklarını ve bunun 20 yıllık bir araştırmanın ürünü olduğunu vurgulayan Arvas, sözlerini şöyle sürdürdü:

''NNT Nanoteknoloji Bor Ürünleri AŞ, ar-ge laboratuvarlarında 20 yıla yakın bir süredir yaptığı çalışmalar sonucunda nano ve nano altı (angstrom) bor kristallerinde, 23 proje geliştirilmiş ve bu alternatifsiz projeleri etap, etap endüstriyelleştirmeye başlamıştır. Firmamız dünyada ve ülkemizde ilk defa bor madenini yakıt olarak üretmiş, 'Nano fuel' markasıyla yurt dışında ve yurt içinde satışa arz etmeye başlamıştır.

Bizim ürettiğimiz yakıttır, ancak şuan araçların sistematiği benzin ve mazotla hareket etme özelliğine sahip olduğu için şuanda yakıtlara katkı maddesi olarak kullanılıyor. Ancak, bor yakıtına uygun araçlar üretildiğinde benzin ve mazota ihtiyaç duyulmadan bu tür araçlar bor yakıtı ile ilerleyebilecek. Bizim firmamız, bu tür araçların üretilmesinde de çalışmalarda bulunmaktadır.

NNT AŞ'nin diğer proje ürünlerinde olduğu gibi Bor Power Nanofuel'de dünyada bir ilk olarak yakıt ve otomotiv sektöründe heyecan oluşturmuştur. ''

-YAKITIN KULLANIMI-

Bor yakıtının hem benzinle hem mazotla çalışan araçlara konulabileceğini bildiren Arvas, şöyle konuştu:

''Ürettiğimiz bor yakıtı direk aracın yakıt deposuna konuluyor. Hem benzine hem mazota katkı olabiliyor. Bor uzay araçlarında da kullanıyor. Yanması çok yüksek. Yakıta katıldığı zaman, araçlar en az 300 - 350 kilometre fazla gidecektir.

Benzinle bin kilometre giden bir araç bu katkıyla bin 350 kilometre yapar. Gelecek zamanlarda benzin istasyonları gibi, bor istasyonları kurulacak ve bor yakıtı benzinden 10 kat daha düşük olacak. Çünkü madenin kaynağı Türkiye'de. Biz teknolojiyi üreterek dünyanın hizmetine sunduk, henüz bor yakıtına fiyat biçmedik. Biz Türk borunun depolara girdiğini göstermek istedik, bunu da başardık.''

-BOR YAKITININ AVANTAJLARI-

Bor yakıtının çevreci, güvenli oluşu ve kolay taşınabilirliği ile avantajlı bir yakıt olduğunu ifade eden Arvas, ''Bor yakıtı, kolaylıkla yanmayan bir yapıdadır. Dolayısıyla infilak etme, kıvılcımla, ateşle tutuşma riski yoktur. Bir kaza anında patlama meydana gelmeyecektir. Bu yönüyle bor çok önemli bir yakıttır ve nakliyesinde risk olmayışı Bor yakıtı için bir üstünlük ve alternatifsizlik kazandırmaktadır. Bor çevre dostudur, yanma sonrası gaz emisyonu oluşturmamaktadır. Bor yakıtı kara ve deniz kazalarında toprağa ve suya karışması halinde hiçbir zaman kirlenmeye neden olmayacak, toprakta doğal bitkiler için besleyici olacak ve, denizlerde de kolay çözülerek, zaten deniz suyunda olan Bor elementi ilave bir risk oluşturmayacaktır'' diye konuştu.

-TÜRK MİLLETİ İÇİN ÇALIŞIYORUZ-

Arvas, şirketlerinin Türk milletinin kalkınmasında rol almayı düstur edindiğini ifade ederek, şunları kaydetti:

''Teknoloji ve otomotiv sektörü gelecek 5-10 yıl içerisinde tamamen bor yakıtı ile çalışan arabalar üretecek. Ancak, Türk nano teknolojisinin ''nano fuel infinite'' ürünlerini kullanmak mecburiyetinde olacaklardır. Bu da bizlere gösteriyor ki nano yağlayıcı ürünlerinde olduğu gibi, yakıt sektöründe de ilkleri başarmanın onur ve gururunu tüm milletimize yaşatacak ve paylaşacaktır.

Bor madeninin depoya girmesi konusunda dünya teknoloji firmaları birbirleri ile yarışırken biz NNT AŞ olarak bunu başardık ve depoya koyduk. Şimdi bütün dünyanın kullanımına sunuyoruz. Gelişmiş ülkelerde bir çok firma bu teknolojiyi bizden talep etti, talepler devam ediyor. Bu teknoloji Türk milleti adına gerçekleştirmiştir ve bu başarı bir milli Türk firması olarak 70 milyon insanımıza aittir.''

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=931101&title=iste-araclarda-35-yakit-tasarrufu-saglayan-katki-maddesi&haberSayfa=0
#1533
Fener Rum Patriği Bartholomeos bir Amerikan televizyonuna ruhban okulunun açılmayışı nedeniyle yaşadığı sıkıntıları anlattı.

Çektiği azabı anlatmak için ''Çarmıha geriliyorum'' deyince kıyamet koptu.

Muhafazakar hükümetimizin muhafazakar bakanları patriğe haddini bildirdiler.

''Hattini bi hattini, Trabzoncell al'' diyeceğim ama adama bu kez Pontus sevdalısı demelerinden çekiniyorum.

İşin şakası bir yana, sayıları parmakla sayılacak kadar azalan Rum kökenli yurttaşlarımızın nasıl çarmıha gerildiği Vatan'ın dünkü manşetinde yeraldı.

İstiklal Marşı'nı mükemmel bir şekilde okuduğu için kimi gazetelerin manşete çıkardığı Marina'nın yürek burkan öyüsüydü bu.

Gerçi Vatan haberin özünü ustaca spotlara gizlemişti ama olsun.

Onlar olmasa gerçeklerden haberimiz olmayacaktı.

Önce, Marina İstiklal Marşı'nı şahane okuduğu için şaşıranların ''Türkiye Türkler'indir'' şiarına nasıl yürekten inandığını gördük.

Bir Rum'un ülke sevgisi onlar için manşetlik haberdi.

İkinci olarak Marina'nın ailesine Madımak'ta yapılanları yapmıştık.

Kimse bunun farkında değildi.

Marina henüz 15 aylıkken Gökçeada'daki evleri iki asker tarafından yakılmış.

Marina'nın o zaman 4 yaşında olan ağabeyi yanarak can vermiş.

Buna rağmen annesi Marianti Türkiye'yi terk etmemiş, İstanbul'a yerleşmiş.

Belki de adalarda Rumlara katlanamayan kontr-gerillanın bir eylemiydi bu da.

Bilmek mümkün değil.

Bir evi içindeki insanlarla yakmak gibi bir vahşeti nasıl adlandırmak lazım bilmiyorum.

Ama bu dram ülkemizin kimilerinin iddia ettiği gibi hoşgörü kalesi olmadığını gösteriyor.

Tıpkı mübadele ile gönderemediğimiz İstanbul Rumları'nı 6-7 Eylül vahşetiyle göçe zorlamamız gibi.

Oysa 'vahşi Yunanlılar'ın elinde kalmış olan Batı Trakya Türkleri hala oradalar.

Biz olağanüstü hoşgörümüz (!) sayesinde Rumların sayısını neredeyse sıfırlamayı başardık.

Hoşgörümüz sayesinde...

Bir çocuğu diri diri yakacak kadar Öteki'ne düşman insanlar yetiştirdik.

Herhalde suçlular Rahşan Affı ile özgürlüklerine kavuşmuş ve şimdi ballandıra ballandıra eylemlerini anlatıyorlardır.

Siz bence Patriğe cevap vermeyin.

4 yaşındaki kardeşi yakılarak öldürülen Marina'ya cevap verin.

''Bak kızım biz de çarmıha germe yoktur, biz sizi evinizle birlikte yakarız'' dersiniz belki.

Marina'nın öyküsü tıpkı Onur Öymen'in Dersim savunması gibi yakın tarihimizle bir yüzleşme fırsatı.

Yalanlar üzerine kurulu yakın tarihimiz hakkındaki gerçekleri tüm çıplaklığıyla öğrenirsek, belki de

gerçekten hoşgörülü bir toplum olmayı başarırız.

Fırkateyn ve intihar

Genelkurmay Başkanı Trabzon'da bir fırkateynden kendince medyanın haddini bildirirken Deniz Kuvvetleri'ndeki subay intiharlarına bir yenisi eklendi.

Deniz Kuvvetleri'nde ciddi bir cunta yapılanması olduğu açık.

Silahları yeraltına gömüyorlar, kendi komutanlarına suikast planlamakla suçlanıyorlar.

Şaşırmayın.

Kıvrıkoğlu'na atıldığı iddia edilen bir kurşunun nasıl arkasındaki bir albaya isabet edip öldürdüğünü ve olayın nasıl örtbas edildiğini hatırlayın.

Albay eğitim zayiatı kabul edilmiş ve olay kapatılmıştı.

''Kol kırılır yen içinde kalır'' devri geçti.

Şimdi savcılar devrede.

Subaylar da esrarengiz bir biçimde ölüyorlar.

Belki Başbuğ bir basın toplantısı daha düzenler ve Deniz Kuvvetleri'nde neler olup bittiğini anlatır.

http://www.stargazete.com/gazete/yazar/ergun-babahan/carmiha-germeyiz-evlerinizi-yakariz-233363.htm
#1534
Birkaç yıldır anlatmaya çalıştığımız gerçekleri, İsrail basını bir günde özetledi! 'Kemalizm hayranlığı, Erdoğan düşmanlığı' üzerine kurulu ama aslında Türkiye ile İsrail arasındaki gerilimin ipuçlarını veren bu özet, aşırı sağcı Jarussalem Post gazetesinde yer alsaydı sorun yoktu. Önemsemez, "bildiğimiz hezeyanlar" der, geçerdik.. Ancak liberal Haaretz gazetesinde yayınlanması, üstelik İsrail'in resmi bakışının bu yazıda ifade edilenden bile sert olduğu, ciddi bir hazımsızlığın yaşandığı gerçeği ortadayken önemsememek mümkün değil.

Zvi Barel imzalı yazı, Türkiye'nin Kürt sorununa çözüm bulma amacıyla büyük enerji harcadığı "Açılım"ı konu alıyor ve Türkiye-Irak-ABD arasında, PKK'nın tasfiyesi amacıyla, Bağdat ve Erbil'de yapılan toplantılarla aynı zamanda yayınlandı.

"Demokratik açılımın Türkiye'nin ulusal kimliğinde 'dramatik bir değişime' neden olduğu" belirtilen yazıda, "söz konusu inisiyatifin Kürtler için mücadele eden lider statüsündeki PKK'nın altını oyma olasılığı" mesajı veriliyor. Önce şu cümleleri okuyalım:

"Nüfusunun çeşitli parçalarını birleştiren Kemalist ilkeleri bozmayı denediğinden kuşkulanılan yanlış adam ve yanlış parti tarafından öncülük edilmesinden dolayı stratejinin başarısız olma olasılığı var. (Eminim İsrail bunu çok istiyor ve elinden geleni yapıyordur. İ.K.) Erdoğan'ın dini partisinin seçimlerde büyük zafer kazandığı bir gerçek, fakat bu yanıltıcı bir zafer. Partinin Meclis çoğunluğu, temelde nüfusun yarısını temsil edilmemiş halde bırakan, anlaşılması güç bir seçim mekanizması ve karmaşık bir sandalye dağılımı süreci sonucunda biçimlendi. 'Ülkenin bütünlüğünü' vazgeçilemez ilke olarak gören ve 14 milyon Kürt'e etnik haklarının verilmesini kabul etmeyecek olan da bu aynı 'yarı' dır. Erdoğan'ın partisi, terörle savaşın bedelini ödeyen ve partinin dini bir ajandayı güçlendirmeyi hedeflediği görüşünde bulunan ordu mensuplarını kızdırdı."

"Kemalist ilkeleri bozmayı denediği", "Yanlış adam ve yanlış parti" ve "ordu mensuplarını kızdırdı" ifadelerine özellikle dikkat çekmek istiyorum. Çünkü bu ifadeler, yıllardır İsrail'in Türkiye'ye bakışının temelini oluşturuyor. Sivil asker gerilimine, laik-İslamcı çatışmasına yatırım yapmak, İsrail çıkarları zarar gördüğü anda içerideki müttefik çevrelerle, ABD'deki Musevi lobisi ve neocon çevrelerle şiddetli bir kampanya başlatmak, darbe çağrıları hatta iç savaş senaryoları tartıştırmak öteden beri İsrail'in ve yerel müttefiklerinin klasikleşen yöntemleri oldu.

Daha iktidara geldiği andan itibaren senaryolar her fırsatta uygulamaya sokuldu. Erdoğan için; "Türkiye'nin Batı ile ilişkilerindeki en büyük sorun", "Bin Ladin'den bile daha tehlikeli", "Türkiye'yi uçuruma götürüyor", "ABD yönetimi buna müdahale etmeli", "Türkiye şeriata gidiyor" şeklinde yaygaralar koparan, Türkiye içindeki mali ve siyasi bağlantılarıyla darbe tezgahlayan, aynı anda Türkiye'yi istikrarsızlaştıracak olaylara zemin hazırlayan, bir yandan müttefik görünüp diğer yanda terörü destekleyen hep aynı çevreler oldu.

İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, bir süre önce Defense News dergisine verdiği söyleşide, "Erdoğan ülkesini İsrail'le ortaklıktan uzaklaştırıp radikal İslam'a doğru mu götürüyor?" sorusuna şu cevabı veriyordu: "Türkiye dünya üzerinde, demokratik olmayan bir kurumun, yani ordunun, demokrasiyi korumakla görevli olduğu tek ülkedir. Gerçekten de öyleydi. Ancak ordunun rolü değişti. Şimdi soru, Erdoğan'ın kendi Müslüman nüfusunu demokrasiye doğru mu götüreceği, yoksa demokratik güçlerin daha İslamcı bir devlet mi isteyeceğidir.."

Erdoğan'a yönelik öfkenin sebebi "One Minute" değil. Öfkenin sebebi, Anadolu Kartalı'ndan dışlanmak değil, İsrail'le askeri teknolojide yaşanan kriz değil. Öfkenin sebebi Gazze katliamına Türkiye'nin verdiği sert tepkiyle sınırlı da değil.

Birileri Türkiye'yi yönetme, yönlendirme, bölgesel ve uluslararası ilişkilerini şekillendirme, iç politikasını dizayn etme, toplumunu kamplara bölme, başkalarıyla korkutarak hizaya sokup ehlileştirme, bütün enerjisini içerideki çatışma alanlarına yönlendirip kafasını kuma gömme ehliyetini, imkanını kaybediyor.

Türkiye'deki "sivil-asker ayrışmasına yatırım" yapanlar, tatbikat iptali sonrasında da; "İsrail'e hükümet karşı, asker tatbikatın devamını istiyor" diyordu. Yıllardır bu ayrışma üzerine yatırım yaptılar ve hep kazandılar. Çok güçlü, bütün bölgeyi hizaya sokmaya yarayan Türkiye kartı gibi bir iktidar ellerinden kayıp gidiyordu çünkü.

"Türkiye kendi çıkarlarına zarar veriyor" yaygarasını kopararak, Çevik Bir'li, 28 Şubat'lı günlerde temellerini attıkları düzeni korumak istiyorlar. Darbe tehditleriyle, sivil asker ayırımı korkutmalarıyla, Ermeni teziyle, "Türkiye'yi şeriattan kurtarma" kampanyalarıyla şekillendirdikleri politikaların ömrü bitti, kabullenemiyorlar. Ortadoğu'daki en güçlü müttefikleri kontrollerinden çıktı, hazmedemiyorlar. Gerçek bu..

Suriye'yi yeniden düşman ilan etmezse, Irak'ı düşman ilan etmezse, İran tehdidini onlar gibi kabul etmezse, yakın çevresiyle arasına yeniden duvarlar örüp kendini İsrail'e dostluğa hapsetmezse Türkiye çok tehlikeli bir yola girmiş demektir! Bunu söylemeye çalışıyorlar! "Atatürk mezarında ters dönmüş" derken, Türkiye toplumunu derin bir iç hesaplaşmaya sürüklemek istiyorlar.

Düşman oldukları, öfke duydukları Tayyip Erdoğan değil aslında. Onlara bu korkuyu hatırlatan herkes!

http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/Default.aspx?t=22.12.2009&y=IbrahimKaragul
#1535
Çok sayıda kişi doktor tavsiyesi olmaksızın kanserden korunmak veya vücut direncini artırmak amacıyla bilinçsizce vitamin tabletleri kullanıyor.

Ancak, tabletlerin bilinçsiz tüketilmesi çeşitli organlarda hasara yol açabileceği gibi kanser başta olmak üzere birçok hastalığın oluşmasına da zemin hazırlayabiliyor. Bu yüzden vitamin takviyelerinin mutlaka hekim bilgisi dahilinde kullanılması gerekiyor. Hacettepe Üniversitesi (HÜ) iç hastalıkları ve medikal onkoloji uzmanı, kanser epidemiyolojisi bilim uzmanı Prof. Dr. İsmail Çelik, her gün yüksek dozda folik asit (folat) içeren vitamin tableti alan kişilerde, kanser ve kalp damar hastalığına yakalanma riskinin yüksek olduğunu bildirdi. Çelik'e göre, mevsiminde yenilen sebze ve meyvelerin gün içerisinde fazla tüketilmesi de yararlı değil. Bu gıdaların aşırı tüketilmesi durumunda, vücut sadece gerekli olan miktarı depoluyor, fazlasını ise atıyor. +++++Bu nedenle doğal yollarla alınan vitamin fazlalığı önemli bir risk taşımıyor. Vitamin tabletlerinin ise ciddi sorunlara yol açabileceğini ifade eden Prof. Dr. Çelik, şu bilgileri verdi: "Bir vitamin tabletinin içinde, normal bir gıdada olması gerekenden çok miktarda vitamin bulunur. Bir kişi, bir mandalinadan vücudu için o gün gereken miktarda vitamini alabilirken, bir vitamin tableti aldığında kilolarca mandalina yemiş gibi olur. Doğal yolla aldığında vücut bu miktarı atabilirken, tablet olarak alındığında vitaminler aynı ilaç gibi vücuda dağılıyor. Bu sefer de vücutta fazla miktarda biriken vitaminler, yarar değil zarar vermeye başlıyor.'' Yiyeceklerden doğal alınan folik asitin kanserden koruyucu etkisi olduğunu vurgulayan Çelik, "Her gün yüksek dozda folik asit içeren vitamin kullanan kişilerde kanser ve kalp damar hastalığı riski yükselmektedir.'' dedi. Prof. Dr. İsmail Çelik'in verdiği bilgilere göre, bazı çalışmalarda folik asitin felç ve kalp hastalığı riskini azalttığı ve kalın bağırsak kanserini engelleyici bulguları nedeniyle 1998'den itibaren ABD, Kanada ve Şili'de un, ekmek ve bunun gibi bazı gıdaların içerisine folik asit eklendi. 2009 yılında bu ülkelerde kalın bağırsak ve prostat kanserlerinde yüzde 200'e varan artışlar tespit edildi. Folik asitin yüksek dozlarının normal hücreler yanında kanser hücrelerinin çoğalmalarını kolaylaştırdıkları ve artırdıkları ortaya çıktı. Norveç'te de folik asit takviyesi alan erkeklerde prostat kanserine yakalanma oranının 3 kat fazla olduğu tespit edildi. Prof. Dr. İsmail Çelik, sadece hamilelerde folik asit takviyesinin verilmesinin uygun olduğunu söyledi. ZAMAN

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=930032&title=yuksek-dozda-alinan-folik-asit-vitamin-tabletleri-kanser-riskini-artiriyor
#1536
İnanan bir insan için en önemli hususlardan biri hiç şüphesiz Rabbisi ile kurmuş olduğu, kurduğu veya kuracağı münasebettir.
Kurmuş, kurduğu ve kuracağı diyerek meseleyi mazi, hal ve istikbale delalet eden üç zaman kipiyle anlatmak istemem, söz konusu münasebetin sürekliliğine işaret etmek için. Çünkü insanın dünya hayatında Rabbisi ile münasebeti ana rahmine düşmesiyle başlar, son nefese kadar devam eder.

Bu münasebetin en can alıcı çeşitlerinden birisi ibadetlerdir. İbadetler arasında ise ilk sırayı namaz alır. Çünkü namaz Efendimiz'in (sas) beyanıyla hem dinin direğidir hem de günde beş defa tekrarı dolayısıyla en sürekli olanıdır.

İnsan fıtrat itibarıyla sürekli tekrar eden şeylere karşı daha çabuk ülfet ve ünsiyet içine girer. Bir defa ülfet içine girildikten sonra da, yapılan şey insana haz ve zevk vermez. Namaz için de maalesef aynı şey geçerlidir. Dün, bugün, yarın ayırımı yapmadan rahatlıkla söylüyorum bunu; çünkü insan fıtratına ait tabii bir olgu bu. Sadece imanın insan üzerindeki yaptırım gücüne göre değişir tavır almalar. Kimileri bütünüyle terk eder, kimileri halk tabiriyle "ağır-aksak" kılar.

"Ağır-aksak" dediğimiz vasfın göstergelerinden biri; namazların her ne kadar vakti içinde eda edilse de, vaktin en son cüz'ünde kılınmasıdır. Saatine baktığında; "aaaa, ikindi vakti gelmiş, öğle geçiyor" deyip insanın kendini telaşla abdest ve namaza salmasıdır. Diğer namazlar için de durum bundan farklı değildir. Tabii bu telaşe ile kılınan namazdan ne kadar haz alınır, bununla kulluk borcu hangi ölçüde eda edilmiş olur; ayrıca ele alınması gereken bir mevzu.

Böylelerine Efendimiz'in (sas) bir hadisinden hareketle haddimi aşarak bir tavsiyede bulunmak istiyorum; namazı vaktin evvelinde kılmaları. Hadis şu: Nebiler Serverine yeni bi'at eden birisi "Hangi amel faziletlidir?" diye soruyor; Efendimiz (sas) "Vaktin evvelinde kılınan namaz." buyuruyor. (Buhari, Mevakit, 5; Müslim, İman, 137)

Tecrübelerim bana şunu gösterdi; Allah Rasulü'nün (sas) bu hadisinde beyan buyurduğu hususa tavsiye diyeceksek, bu tavsiyeye uyup namazlarını vaktin hep evvelinde kılmayı hayatına hayat kılan insanlar, yine saatlerine bakacaktır ama bu defa, "öğle namazı geçiyor!" yerine, "aaa, ikindiye şu kadar kalmış" diyecek ve yine telaşla abdeste, namaza yönelecektir. Namazı kaçırmamak ile vaktinde eda etmek arasında gösterilen telaş ve tabii ki huzur farkı izahtan varestedir sanırım.

Kaldı ki bu hal dünyevi açıdan ayrı hayır ve bereketlere, uhrevi açıdan da ayrı sevaplara kapı açacaktır. Dünyevi açıdan Bediüzzaman Hazretleri'nin namaz vakitlerinin günde beş defa olmasının hikmetlerini anlattığı 9. sözü isterseniz bir de bu gözle okuyun. Zihniniz çok farklı ufuklara yelken açacaktır.

Uhrevi açıdan da hiçbir yorum yapmadan aktaracağım şu hadisin yeterli olacağını düşünüyorum: 'Allah Rasulü (sas) bir gün ashabına şu soruyu sorar: "Allah'ın onunla hataları affedip bağışlayacağı, dereceleri yükselteceği bir şeyi size söyleyeyim mi?' Ashabın 'evet' cevabının ardından devam eder Efendimiz(sas): "Abdest üstüne abdest almak, camide cemaatle namaz kılmaya devam etmek ve her namazdan sonra diğer namazı beklemek. İşte ribat budur!. İşte ribat budur!. İşte ribat budur!." (Müslim, Taharet, 41; Tirmizi, Taharet, 39)

Son söz; yanılıyor olabilirim, bununla birlikte sizlerle paylaşmakta mahzur görmüyorum; Rabbisi ile münasebetinde ciddi ve disiplinli olmayan insanlar, ailevi, iktisadi, sosyal ve kültürel münasebetlerinde uzun soluklu ciddiyet ve disiplini yakalayamıyorlar. Bilmem siz ne dersiniz?

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazarno=1106
#1537
31 Ekim tarihli "Kısaca fikrim" başlıklı yazımın ilk cümlesi şöyle: "Türk Silahlı Kuvvetleri'ne karşı, "psikolojik" boyutu aşan bir operasyon yürütülmektedir". Yine aynı kanaatteyim.

Genelkurmay Başkanı Başbuğ da aynı şeyleri söylüyor; teşhiste beraberiz fakat sebepler faslında yollarımız ayrılıyor. Öyle anlaşılıyor ki Sayın Başbuğ ile aramızdaki zihni beraberlik, "demokratik bir kamu idaresinde Silahlı Kuvvetler'in yeri ve görevi" üzerinde ayrışmaktadır.

Sayın Başbuğ, ne yazık ki orduya yönelen her eleştiriyi vatana, millete, devlete karşı kötü niyet gösterisi olarak kabul ediyor; tenkidlerde haklılık payı bulunabileceği ihtimalini hesaba katmıyor ve askerî vesâyet rejiminin hâlâ sürdüğü zannıyla, o beylik, o alışıldık, o herkesi hizaya getirmeyi tasarlayan bir edâ ile sert çıkıyor. Theatral mekânlarda muhtıravari basın toplantıları yapıyor; bu toplantılarda, dramatik tarzlarda daha sonra doğru olmadığı gün yüzüne çıkan sivri iddialarda bulunuyor; gelişmeler yanıldığını gösterdikçe daha sertleşiyor.

Askerî tabirle Başbuğ Paşa, "konvansiyonel taarruz taktikleri"nden vazgeçmiyor fakat ilginçtir, kamuoyunda umduğu tesir yoktur. Basında Org. Başbuğ'u eleştiren yüzlerce yazı ve habere mukabil, "gayret paşam yanındayız" makamında yazıp çizen birkaç kişi dışında destekleyeni kalmadı.

Evet, TSK asimetrik psikolojik harekâtın mağduru durumundadır ve kurum olarak TSK, en yüksek rütbelisinin ağzından, bu krizi doğru okuyamadığını, doğru yönetemediğini ve isabetli karşı tedbirler geliştiremediğini belli ediyor. Bu durumda Başbuğ Paşa'nın bir kamu görevlisi olarak işini ne derece iyi yapıp yapmadığı artık tartışma mevzusu haline gelmiştir.

Şahsî kanaatim böyledir: Orgeneral Başbuğ'un, bu zorlu dönemeçte TSK'yı "lâyık-ı vechile" yönetemediğini düşünüyorum. Türkiye'de pek gelenek haline getiremedik ama işini iyi yapamayan kamu görevlilerinin istifa etmesi kavramı, artık Sayın Başbuğ'u da kapsamına almaktadır.

Ordu yönetimi, ciddiye alınması gereken, hukukî delillerle tahkim edilmiş ithamları ciddiye alıp aklanmak için evvela var gücüyle iç denetim mekanizmalarını devreye sokması ve TSK'yı her türlü şaibeden esirgemesi gerekirken kontra ataklarla, itham sahiplerini suçlama yolunu seçiyor; denetim mekanizmalarını etkilemeye, delilleri ulaşılamaz hale getirmeye çabalıyor. Zaafını teşhis edemediği için, istemese de Ordu aleyhine yürütülen psikolojik harekâtın en önemli parçası haline geliyor.

Evet- böyle bir harekât vardır; ordu bu esnada zayıflatılmak isteniyor ve orduyu yönetenler, yanlış algı ve eğri hesap sebebiyle ordunun zafiyetini gidermek yerine derinleştiriyorlar. Biz bu hengâmede ordumuzu, telâş içinde üst üste hata yapan ve bu yüzden aslî faaliyetini ihmâl eden asabî bir çehreyle görmek istemeyiz. Esas endişemiz budur ve bu endişe, orduyu yönetenlerin, duruş yeri ve zihnî engellilik yüzünden bir türlü anlamadığı türden bir endişedir; fakat anlamaları gerekir. Bu ordu, ne yönetenlerin, ne başkasının babasının ordusu değil, millî ordu. Doğru-dürüst yönetilmeli ve hizmet etmeye nâmus sözü verdiği ülkeye ve topluma karşı görevini aksatmamalı.

TSK Yönetimi, bundan bir sene önce, "İndir o parmağını general!" başlıklı manşete muhatap olduğunda, "Nerede yanlış yapıyoruz?" endişesiyle içe dönük bir özeleştiri cehdini göstermeliydi; aksi yapıldı ve suçlular dışarıda arandı; netice ortadadır ve ben hâlâ anlayabildiklerini sanmıyorum! O yüzden Başbuğ'un istifası tek çare gibi görünüyor.

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=929294
#1538


Domuz gribi nedeniyle vitamin tüketiminin arttığını belirten uzmanlar, gelişigüzel kullanılan vitaminlerin yarardan çok zarar getirebileceğini söylüyor.

İSTANBUL - Soğuk havalar ve domuz gribi salgını doğal beslenmeye, vücut dengemizi koruma ihtiyacına ve vitaminlere olan talebi artırdı. Oysa eczanelerden satın alınıp gelişigüzel kullanılan ya da internet sitelerinden sipariş edilen vitaminler yarardan çok zarar getirebiliyor. Vitaminlerin kesinlikle doktor kontrolünde ve dozunda tüketilmesi gerektiğini söyleyen Memorial Ataşehir Tıp Merkezi Dahiliye Bölümü'nden Prof. Dr. Birsel Kavaklı, vitamin kullanımında dikkat edilmesi gereken noktalara değindi.

SAĞLIĞIN ANAHTARI: VİTA-AMİNE
Vitaminler, birçok fizyolojik olayda anahtar rol üstlenen moleküllerdir. Vitaminler insan vücudu tarafından sentezlenemedikleri için besinlerden sağlanması gerekmektedir. Vitaminlerin isimleri latincede hayat anlamına gelen 'vita' ve nitrojen içeren anlamına gelen 'amine' kelimelerinin kombinasyonundan türetilmiştir. Aslında günümüzde bilinen bütün vitaminler nitrojen içermez fakat ilk bulunan vitaminler içerdiği için isim bu şekilde kalmıştır. Sağlıklı bireylerde gıdalara ek olarak vitamin almaya gerek yoktur. Ancak vitamin ihtiyacını artıracak durumlar veya eksikliğinin saptandığı olgularda vitamin verilmesi gerekir.

BİLİNÇSİZ VİTAMİN KULLANIMININ SAKINCALARI
Bilinçsiz vitamin kullanımı karaciğer bozukluğundan böbrek rahatsızlıklarına kadar pek çok hastalığa neden olabilir. Vitaminin doktor kontrolünde kullanılması gerekir. Kişinin kafasına göre ya da eş dost tavsiyesi ile vitamin alması kesinlikle yalnıştır. Mutlaka doktor önerisiyle alınmalıdır. Bilinçsizce tüketilen A vitamini karaciğer bozukluğuna, fazla C vitamini böbrek taşına ve mide rahatsızlıklarına, D vitamini intoksikasyona sebep olabilir. 

ÇOÇUĞA D, SİGARA İÇENE C, VEJETARYENE B12
Büyüme ve gelişme çağında, hamilelikte, ileri yaşlarda, kronik hastalığı olanlarda, alkolizmde eksikliği saptanan vitaminler kullanılmalıdır. Gerekli olan vitamin miktarı genellikle tavsiye edilen günlük miktar RDA olarak tanımlanmaktadır. Bu değerler ürünlerin etiket bilgilerinde yer almaktadır. Ama yine de ihtiyaç duyulan miktar kişiden kişiye farklılık gösterebilmektedir. Örneğin belirli hastalıklarda kişiye daha yüksek oranda vitamin tavsiye edilir; ayrıca ilaçlar vitaminlerin aktivitelerini engelleyebilmektedir. Belirli grupların özel vitaminlere daha fazla ihtiyacı vardır. Örneğin çocuklar (D vitamini), hamile bayanlar (folik asit), yaşlılar (D vitamini), sigara içenler (C vitamini), çok alkol tüketenler (B1 vitamini) veya vejeteryanlar (B12 vitamini) belirli vitaminlere daha fazla ihtiyaç duyarlar.

ANTİBİYOTİK TEDAVİSİNDE VİTAMİN
Gerekmedikçe vitamin kullanmak vücuda yarar yerine zarar getirecektir. Vitaminlerin bilinçli ve doğru kullanılması şarttır. Örneğin antibiyotik tedavisinde bağırsaktaki yararlı bakteriler de etkilenir. Buna bağlı olarak pamukçuk gibi mantar hastalıkları, ishal, hazımsızlık ve gaz şikayetleri ortaya çıkar. Bu nedenle antibiyotik tedavisinde özellikle B kompleks vitamini almak yararlıdır.

SAĞLIĞIN ABC'SİNİ GELİŞİGÜZEL KULLANMAYIN
A, D, E, K ve C vitaminlerine ait zarar ve yan etkiler iyi bilinmektedir. A vitamini vücutta birikip karaciğer toksisitesine yol açar. A vitamini toksisitesi, onu bağlayan proteinlerin yok olması ve bu yüzden A vitamininin hücrelere hücum etmesiyle belirir. Bu genellikle vitaminlerin diyetten alınması durumunda ortaya çıkmaz; fakat kişinin takviye kullanması durumunda belirebilir. Belirtileri mide bulantısı, kusma, karın ağrısı, ishal ve kilo kaybıdır. Kas ve sinir sistemi de iştahsızlık, sinirlilik, yorgunluk, uykusuzluk, bitkinlik, baş ağrısı ve kaslarda zayıflık belirtileri göstererek etkilenir.

D vitamini uzun etkilidir ve birikir. D vitamininin fazlası kandaki kalsiyumun yüksek konsantrasyonda olmasına neden olur. Kalsiyum böbrek taşı oluşturabilir. Kandaki yüksek kalsiyum seviyesi ayrıca kan damarlarının sertleşmesine neden olur ki; özellikle bu da kalp ve akciğer arterleri için tehlikelidir ve ölümcül olabilir. D vitamini toksisitesinin ek belirtileri ise; iştahsızlık, baş ağrısı, zayıflık, halsizlik, aşırı susuzluk, sinirliliktir.

E vitamini ile zehirlenme çok fazla miktarda alınırsa olur; fakat A ve D vitaminlerinde olduğu gibi kolay olmaz. Belirtileri baş ağrısı, zayıflık, baş dönmesi, halsizlik ve görme bozukluklarıdır.

K vitamini zehirlenmesi sadece K vitamini için suda çözünen kaynakları tüketen insanlarda meydana gelir. Belirtileri ise kırmızı hücrelerin hemolizi, sarılık ve beyinde hasarlanmadır.

Tiaminin (B1)anormal bir şekilde çok alımı sinir sistemini etkiler. Güçsüzlük, baş ağrısı, alınganlık ve uyku bozukluğuna yol açar. Ayrıca taşikardi yapabilir.

Yüksek miktardaki niasin (B3) sinir sisteminde, kandaki glukoz ve yağda uyuşturucu etkisi yaratabilir. Kusma, dilin şişmesi, bayılma gibi belirtiler meydana gelebilir. Ilaveten, karaciğerin fonksiyonunu etkileyebilir ve düşük kan basıncına neden olabilir.

B6 vitamininin uzun süreli yüksek dozda alımı, kimi zaman geri dönüşümü olmayan sinir hasarlarına neden olur. Ayaklarda uyuşmayla başlar, sonra ellerde his kaybolabilir ve ağız uyuşabilir. Daha başka toksik semptomlar ise yürümede zorluk, bitkinlik ve baş ağrısıdır. Alımı azaltıldığı zaman bu semptomlar azalır; fakat her zaman tamamen kaybolmaz.

Folat'ın toksisite belirtileri ishal, uyku bozukluğu ve alınganlıktır. B12 vitaminiyle olan yakın ilişkisinden dolayı, folatın yüksek miktarı B12 vitamini eksikliğini kapatır. C vitamini toksisitesi kusma, karın krampları uyku bozukluklarıdır. Böbrek taşına da yol açabilir.

VİTAMİN KULLANIMI KANSERİ TETİKLER Mİ?
ABD'de yapılan bir bilimsel araştırmada aşırı vitamin kullanımınıyla ilerlemiş prostat kanseri arasında bağlantı olabileceği bildirildi. Araştırma kapsamında 300 bin erkeğin sağlık durumlarına ve beslenme alışkanlıklarına bakıldı. Bunlardan üçte birinin, her gün çeşitli vitaminler aldıkları ve yüzde 5'inin aşırı vitamin tükettiği belirlendi. Araştırmanın başlamasından itibaren geçen 5 yıl içinde, 10 bin 241 erkeğe prostat kanseri teşhisi konuldu. Journal of the National Cancer Institute dergisinde yayınlanan araştırmada, aşırı miktarda vitamin kullananlarda öldürücü prostat kanserine yakalanma riskinin hiç kullanmayanlara oranla iki kat fazla olduğu sonucuna varıldı. Bununla birlikte araştırmacılar, vitamin kullanımıyla prostat kanserinin ilk safhası arasında ilişki bulamadılar. Araştırmacılar, yüksek dozda vitaminin tümör ortaya çıkana kadar etkisinin fazla olmadığı; ancak tümör oluştuktan sonra muhtemelen hızla büyümesine yol açtığı tahmiminde bulundular. Daha az kapsamlı benzer araştırmalarda da aynı sonuca varılmasına karşın, aşırı miktarda vitamin kullanımıyla prostat kanseri arasında kesin bir ilişki bulunduğunu kanıtlamak için başka araştırmalara ihtiyaç olduğu da vurgulandı.

SOĞUK ALGINLIĞANA KARŞI C VİTAMİNİ KULLANIRKEN...
C vitamininin fazlası böbrekler yoluyla dısarı atılır. Ana metabolitlerinden birisi oksalattır. Bu nedenle yüksek dozda uzun süre vitamin C alımında oksalat taşları oluşabildiği bildirilmiştir. Ayrıca C vitamininin mide asidini artırdığı ve midenin saldırgan faktörlerinden biri olduğu da bilinmektedir. Demir emilimini artırır. Anemik hastalarda demirle birlikte C vitamini alınması önerilir; ancak demir birikimi olan hemokromatoz durumlarında ve hemolitik anemilerde C vitamini önerilmez. Vitamin C nitratlardan "nitrosamin" oluşumunu engeller. Bu nedenle nitrit, nitrat katkısı yapılmış besinlerden sindirim sisteminde nitrozamin oluşumunu engellemek için C vitamininden zengin bir besin alınması önerilir.

Böylece mide ve özefagus kanserlerine karşı koruyucu olduğu belirtilmektedir. Uzun yıllardan beri C vitamininin soğuk algınlığından koruyucu etkisi üzerinde durulmaktadır. Bu konuda yapılan çalışmalar sonucunda C vitamininin profilaktik etkisi tesbit edilmemiştir. Ancak soğuk algınlığı geçiren kişilerde hastalık süresini kısaltığı ve semptomların ciddiyetini azaltığı bildirilmektedir. Sigara içiminin C vitamininin kandaki düzeyini düşürücü etkisi olduğundan, sigara içenlerin normallere göre 2 kat daha çok C vitamini almaları gerekmektedir. Vitamin C yetersizliğinde skorbüt ortaya çıkar. Vitamin C' nin günlük alınması gerekli miktar yetişkinler için günde 50-75 mg' dır.

http://www.ntvmsnbc.com/id/25031730/#storyContinued
#1539
Başbakan Erdoğan hele şükür "terörün" (ki "kısmi iç savaş" da denebilir) ekonomik boyutuna da değindi. Şöyle diyordu dün Konya'da:
"Terörden kim kazandı? Türk mü kazandı, Kürt mü, Alevi mi, Sünni mi?
Kim kazandı? Doğu mu, Batı mı kazandı, kim kazandı? "Kimin kazandığını ben sizlere söyleyeyim: Silah satan, mayın satan kazandı, uyuşturucu pazarlayan kazandı. Gençlerin kanıyla beslenenler kazandı, şehitleri, dağa çıkanları istismar edenler kazandı."
"Bakın 300 milyar dolar kaynağımız terör yüzünden heba oldu. Bu sorun zamanında çözülebilseydi bu imkânlarla Türkiye neleri başarabilirdi? Bu kaynaklarla ne kadar yol, okul, baraj yapılabilirdi?"

***
Bu konuşma için 'hele şükür' diyorum, çünkü sadece 'anneler ağlamasın' söylemiyle açılıma yeteri kadar meşruiyet sağlayamazsınız.
Siyasi propagandada elbette duygulara hitap etmek çok önemlidir. Ancak cüzdanlar da yabana atılmamalı.
Şimdiye dek terör piyasasından çıkar sağladıkları için, bundan sonra da kanlı piyasanın devam etmesini isteyenlerin maskesini düşürmek gerekir.

***
Bu piyasanın işleyiş biçimini anlatmaya çalışırken balon örneğini vermeyi çok severim.
İki yıl önce yazmıştım:
"Doğu ve Güneydoğu sınırında gözetleme yapmak için Türkiye zeplin satın alıyor. Radarından lazerine çeşitli izleme araçlarıyla donatılacak bu özel balonların tanesi 50 milyon dolar. İşletme gideri ise saatte 300 dolar.
Düşünsenize... Birileri bundan komisyon alacak... Birileri kullanacak... Birileri lojistiğini sağlayacak...
Balonun çevresinde bir ekonomik alan oluşacak.
Amaç ne? PKK'lıları izlemek. Peki, PKK olmazsa ne olur? Eyvah, gitti bizim 'ekonomi'! PKK olmalı ki o 'ekonomi' çalışsın." (Sabah, 13 Mart 2007)
Lafı bir çağrıyla bağlayalım:
Devletin kayıt tutma geleneği güçlüdür. Başbakan Erdoğan terör ekonomisinin bir dökümünü yaptırsa ne iyi olur:
25 yılda kimlere, kaç para ödendi?
Cefakâr vatandaş, "Ülkem için feda olsun" der ama paraların belli odaklara gittiği anlaşılırsa, seyredin gümbürtüyü!

GK Başkanı'nın tuhaf mantığı
Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ dün yine had bildirmeye çalıştı. Bakın ne demiş:
"Terör olaylarını, TSK ile ilişkilendirmeyi, PKK destekleyicileri ve PKK sempatizanları yapabilir. Ancak böyle ilişkilendirmeleri, bu amaca yönelik imalı konuşmaları siyasiler, akademisyenler ve medya mensupları yapamaz, yapmamalıdır. Türkiye Cumhuriyeti hukuk devletidir. Her şey, yasalara uygun olarak yürütülür. Ciddi hukuk devletinde imalı konuşmalara, dedikodulara yer yoktur."
O halde soralım:
*Şemdinli'deki Umut Kitapevi'ne bomba konulması neydi? Bombacılardan biri için dönemin KKK Org. Yaşar Büyükanıt'ın "Tanırım iyi çocuktur" demesi neydi? Olaya bakan Van Savcısı'nın doğduğuna pişman edilmesi neydi?
*Başbuğ'un, "TSK'nin gömülü silahı yoktur" ve "Bu silahlar ordunun değil" açıklamalarının ardından topraktan çıkan ve TSK malı silahlar neydi?
*Eylem Planları neydi?
Başbuğ'un mantığına göre bu olaylar hukuk devletine uygun. Onun mantığına katılmayanlar da PKK sempatizanı. Mantıkla mıntıka karışmış galiba.

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/akoz/2009/12/18/gk_baskaninin_tuhaf_mantigi
#1540
Danıştay'ın iptal kararından sonra katsayı sorunun çözüme kavuşturmak amacıyla yeni formülü açıklamak üzere toplanan YÖK, tercih yapacak adaylara iki farklı katsayı uygulaması üzerinde karar aldı.. İşte rakamlar:

YÖK Genel Kurulu, üniversiteye giriş sınavında adaylara ''farklı katsayı'' uygulanmasını kararlaştırdı. Bu çerçevede adayların, puanları hesaplanırken kendi alanıyla ilgili program tercihinde Ağırlıklı Ortaöğretim Başarı Puanları (AOBP) 0.15, alan dışı tercihte 0.13 ile çarpılacak.

Üniversiteye giriş için yapılacak birinci ve ikinci aşama sınavlarında Türkiye genelinde ilk bine giren adaylara lise türü gözetilmeksizin yüksek olan katsayı (0.15) uygulanacak.

YÖK Genel Kurulu'nun bugünkü toplantısının ardından alınan kararları, YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan açıkladı. Özcan, açıklamasında şunları kaydetti:

''YÖK Genel Kurulu'nun 21 Temmuz 2009 tarihinde aldığı karardaki 3,4 ve 5. maddeleri hakkında Danıştay 8. Dairesi tarafından yürütmenin durdurulması kararı verilmesi üzerine ortaya çıkan hukuki boşluğun doldurulması zorunluluğu karşısında herhangi bir karışıklık olmaması için 3,4 ve 5. maddeler kaldırılmıştır. Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) puanlarıyla yerleştirme yapılan programlar ile Lisans Yerleştirme Programı (LYS) puanları esas alınarak, yerleştirme yapılan programlarda ilgili AOBP adayın kendi alanında bir programı tercih etmesi halinde 0.15, alanı dışında tercih yapması halinde 0.13 ile çarpılır. Ortaya çıkan sayının sınav sonucuna eklenmesi suretiyle bu aşamadaki yerleştirmeye esas olacak puan belirlenir.

Adaylardan öğretmen lisesi ve meslek lisesi mezunu olanların sınavsız kayıt hakkı olanlar dışında kendi alanlarındaki programları tercih etmeleri halinde ilgili AOBP'lerinin 0.05 ile çarpımı sonucunda bulunan puan, diğer puanlarına ayrıca eklenir.

Meslek Yüksekokullarının sınavsız geçişten boş kalan kontenjanlarına, açıköğretim programlarına ve meslek liselerinin devamı niteliğindeki lisans programlarına YGS puanları esas alınarak yerleştirme yapılır.

Sınavsız geçiş dışındaki önlisans ve açıköğretim programlarını tercih edebilmek için en az 140 YGS puanı gerekir. YGS puan türlerinden en az birinden 180 puan alan adaylar, LYS sınavlarından istediklerine girme hakkı kazanırlar. Lisans programlarını tercih edebilmek için ilgili puan türünde en az 180 puan almak gerekir.

YGS ile LYS sonucu oluşan her puan türünde Türkiye genelinde ilk bin kişi arasına giren adayların yerleştirme puanı hesaplanırken AOBP'lerinde tercih edeceği bütün programlar için alan içi katsayı değeri (0.15) kullanılır.''

YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, katsayı farkı belirlenirken Danıştay kararında belirtilen ''yönlendirme'' ve Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen ''ölçülülük'' ilkelerinin esas alındığını söyledi.

Özcan, YÖK Genel Kurulu toplantısının ardından yaptığı açıklamada, 1998 yılında üniversiteye giriş sisteminde esaslı bir değişikliğe gidildiğini anımsatarak, ''1999 yılına kadar ortaöğretim müfredatının tamamına dayalı bilgi ölçmeye yönelik bir sınav sistemi uygulanıyorken, bu değişiklikle sınav sistemi ilköğretimin tamamı ile ortaöğretim kurumlarının birinci sınıflarında okutulan ortak derslerden edinilen bilgiye dayalı bir yetenek sınavına dönüştürülmüştür'' dedi.

Ortaöğretimin diğer sınıflarında okutulan derslerdeki başarının ve ortaöğretimdeki alanlardan yükseköğretime yönlendirmenin ise katsayı uygulamasıyla sağlanmaya çalışıldığını anlatan Özcan, ''Ancak bu uygulama öğrencilerin yetenek sınavına odaklanmasına yol açmış ve ortaöğretimin diğer sınıflarındaki derslere ilgiyi azaltmıştır. Bu durum da öğrencilerin yükseköğretime daha az donanımla gelmeleri sonucu doğurmuştur'' diye konuştu.

Bu olumsuzlukları gidermek amacıyla 2005 yılında yetenek sınavının yanında ortaöğretim müfredatının tüm derslerinde verilen bilgiyi ölçmeyi amaçlayan yeni bir sınav sistemine geçildiğini dile getiren Özcan, 2009 yılında ise bu sistemin daha da geliştirildiğini ve sınavın iki aşamalı hale getirildiğini anlattı.

Bilgi ölçmeyi amaçlayan bu sistemde her bir alana ilişkin soru sayılarının artırıldığını belirten Özcan, farklı puan türleri oluşturularak, öğrencilerin belirli alanlara yönlendirilmelerinin ve daha donanımlı olarak yükseköğretim programlarına yerleştirilmelerinin amaçlandığını kaydetti.

Özcan, 1999-2008 döneminde uygulanan sınav sistemlerinde ''adayların ortaöğretimden kazandığı alan bilgileriyle tam örtüşmeyen, aynı puan türü içinde değerlendirilen ama farklı yeterlilikler gerektiren programlara yerleştirme yapıldığını'' söyleyerek, ''Artık 2010 yılında uygulanacak olan yeni sistem ile her programın gereksinim duyduğu yeterlilikler esas alınmıştır. Böylece yeni yerleştirme sistemiyle öğrenciler doğal olarak, ortaöğretimdeki alan ve kazanımları doğrultusunda yükseköğretim programlarına yerleşme imkanına kavuşmuşlardır'' dedi.

Yükseköğretime giriş sınav sisteminde 1999-2009 döneminde ortaya çıkan bu gelişmelerin 1998 yılında alınan kararla oluşturulan katsayı sisteminin 2010 yılı itibarıyla uygulanmasını imkansız hale getirdiğini ifade eden Özcan, YÖK'ün 21 Temmuz 2009 tarihindeki 1266 sayılı kararının bu gerekçeyle alındığını söyledi.

Özcan, Danıştay'ın, söz konusu kararın katsayıya ilişkin düzenlemelerinin yürütmesini durdurduğunu hatırlatarak, Danıştay kararı nedeniyle oluşan hukuki boşluğu gidermek amacıyla yeni bir karar alınması gereğinin ortaya çıktığına dikkati çekti.

Yeni düzenleme yapılırken, yargı kararının gerekçelerinin irdelendiğini belirten Özcan, Anayasa'nın 2, 5, 12, 13 ve 42. maddelerinin, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu'nun ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun ilgili hükümleriyle yükseköğretime giriş sınav sistemindeki gelişmelerin bir bütün halinde ve karşılaştırmalı olarak değerlendirildiğini vurguladı.

Özcan, şöyle devam etti:

''Bu doğrultuda her ne kadar iki aşamalı yeni sınav sisteminde sınav soruları ve puan türleri yoluyla yönlendirme yapılıyor ise de Danıştay kararı uyarınca, bu yönlendirmenin farklı katsayı uygulamasıyla desteklenmesi yoluna gidilmiştir. Katsayı farkı belirlenirken, Danıştay kararında belirtilen 'yönlendirme' ve Anayasamızın 13. maddesinde belirtilen 'ölçülülük' ilkesi esas alınmıştır. Nitekim Anayasa'nın 13. maddesinde ortaya konulan ölçülülük ilkesi esas olarak bireyin temel haklarını devlete karşı korumayı amaçlamaktadır. Bu çerçevede yönlendirme amacıyla getirilen sınırlama, hiçbir zaman bireyin yükseköğretim hakkını ortadan kaldırmamalı. Sadece istediği takdirde beklenebilecek makul seviyede bir gayretle bu sınırlamayı aşabilmesine imkan vermelidir. Tersine bir uygulama hem yönlendirme hem de ölçülülük ilkesinin amaçladığı sınırları aşan, bireyi katlamayacağı bir sorumluluk altına sokarak, Anayasa'nın beşinci maddesinde güvence altına alınan bireyin maddi ve manevi varlığının gelişmesini engelleyecek bir niteliğe dönüşebilecektir. Bu temel ilke ve yaklaşım, farklı katsayıların belirlenmesinde ölçüt olarak alınmıştır.''

YÖK yetkilileri, 0.15 ve 0.13 olarak belirlenen kat sayılar arasındaki farkın ''sembolik'' olmadığını bildirdi.

AA muhabirinin sorularını yanıtlayan YÖK yetkilileri, YÖK Genel Kurulu Toplantısı'nda, adayların kendi alanlarıyla ilgili bir yüksek öğretim programını tercih etmeleri halinde Ağırlıklı Ortaöğretim Başarı Puanlarının (AÖBP) 0.15, kendi alanları dışında bir yüksek öğretim programını tercih etmeleri halinde ise 0.13 ile çarpılacağı yönünde karar alındığına işaret etti.

Bu iki katsayı arasındaki farkın ''sembolik'' olmadığını söyleyen yetkililer, farkın ortalama 10 puana denk geldiğini kaydetti. Yetkililer, bu 10 puanın da ortalama 8 soru çözülerek alınabileceğini ifade etti.

Öte yandan, bugün gerçekleştirilen YÖK Genel Kurulu Toplantısı sürerken Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) Başkanı Prof. Dr. Ünal Yarımağan da YÖK'e geldi.

Yarımağan, toplantının ardındın YÖK'ten ayrılırken gazetecilerin soruları üzerine,  toplantıya katılmadığını ancak teknik bazı konularda kendisine görüş sorduklarını kaydetti.

Ünal Yarımağan, gazetecilerin ''Alınan kararlardan memnun musunuz?'' sorusuna, ''memnunum'' karşılığını verdi.

Yarımağan, sınav takviminin de daha önce planlandığı şekilde uygulanacağını, herhangi bir değişiklik olmayacağını bildirdi.

AA
http://www.haber7.com/haber/20091218/YOK-yeni-katsayi-oranlarini-acikladi.php