Haberler:

deneme

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - kilimanjaro

#1561
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, Danıştay 8. Dairesi'nin, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı'nın (YÖK) üniversiteye girişte katsayı farkını kaldıran kararın yürütmesinin durdurulması kararına yaptığı itirazı reddetti.

Danıştay 8. Dairesi, İstanbul Barosu'nun açtığı davada, YÖK'ün 21 Temmuz 2009 tarihli kararının 3,4 ve 5. maddelerinin yürütmesini oy birliğiyle durdurmuştu.

YÖK de 8. Daire'nin bu kararına itiraz ederek, kararın kaldırılmasını istemişti. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, itirazı bugünkü toplantısında görüştü.

Kurul, YÖK'ün itiraz gerekçelerini yerinde görmedi ve reddetti.

Danıştay 8. Dairesi, dava konusu YÖK kararının iptal istemini, daha sonra esastan karara bağlayacak.

http://www.haber7.com/haber/20091210/Danistay-YOKun-itirazini-reddetti.php
#1562


Almanya'nın ciddi ve saygın gazetelerinden Süddeutsche Zeitung, dün Türkiye'deki siyasî gelişmeleri değerlendiren bir haber yoruma yer verdi.

Gazetenin Türkiye muhabiri Kai Strittmatter'in kaleme aldığı yazıda Türk toplumunu ikiye bölen bir güç mücadelesinin yaşandığı dile getirildi. Ancak bu mücadelenin sanılanın aksine laiklerle İslamcılar arasında değil, demokratlar ve demokrat olmayanlar arasında yaşandığını belirtti. AK Parti hükümetini, muhalefetin karşı çıkmasına rağmen başlattığı demokratik açılım konusunda gösterdiği cesaretten dolayı öven Strittmatter, "Ankara'daki bu muhalefet Erdoğan'ı İslamcı olarak adlandırıp, Avrupa ve Amerika'da yankı uyandırıyor. Bu grubun bir taraftan AK Parti'yi İslamcı örgüt olarak tanıtmaya çalışarak, diğer taraftan Hıristiyan ve Alevi azınlığın haklarına karşı insanları kışkırtmaları tam bir zıtlık oluşturuyor. Tezat, zira onlar kendilerini cumhuriyetin savunucusu olarak takdim ediyorlar, ancak AB ve ABD'ye karşı kamuoyu oluşturmaya çalışıyorlar." yorumunu yaptı.

Türk dış politikasında eksen kayması olduğu iddialarının da doğru olmadığının ifade edildiği yazıda, "Kısa süre öncesine kadar Ankara'da 'Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur' parolası geçerliydi. AK Parti'nin dış politikasının ise yeni bir sloganı var: 'Komşularla sıfır problem.' Türkiye yarım asırdır kendini soyutladığı komşularını yeniden keşfediyor. Kendini NATO'nun Güneydoğu kanadı olarak değil, dinamik ve tartışmalı bir bölgenin merkezinde görüyor." denildi. Yorumda, Demokratik Toplum Partisi aleyhine açılan kapatma davasına da değinilerek, "Bu partinin kapatılması, Ankara hükümetinin en cesaretli açılımlarından biri olan Kürt açılımını sabote edecek." değerlendirmesi yapıldı. ZAMAN

BAYRAM AYDIN MÜNİH 

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=925483&title=turkiyedeki-mucadele-demokratlar-ile-demokrat-olmayanlar-arasinda
#1563


Taraf Gazetesi muhabiri Mehmet Baransu, telefonlarının Jandarma tarafından yasadışı dinlenmesi nedeniyle suç duyurusunda bulundu.

Dilekçesini dün savcılığa veren Baransu, bugün de İçişleri Bakanlığı aleyhinde 30 bin TL'lik tazminat davası açacak. Jandarma tarafından, PKK'lı bir kişiyi dinlemek üzere alınan izinle telefonları üç ay boyunca dinlenen gazeteci Mehmet Baransu, avukatı Ergin Cinmen ile adliyeye gelerek suç duyurusu dilekçesini savcılığa verdi. Baransu adına dilekçeyi hazırlayan avukat Ergin Cinmen, "Van İl Jandarma Komutanlığı'nda görevli olan faillerin kimliklerinin tespiti ile gereken davanın açılması" talebinde bulundu. Cinmen dilekçesinde; Baransu'nun, bazı siyasî odaklar tarafından yıpratılması gereken bir hedef haline getirildiğine dikkat çekerek, dinleme olayında değişik suçlar bulunduğunu ifade etti. Söz konusu fiilin, TCK 204/2. maddede yazılı olan 'resmî bir belgenin sahte olarak tanzimi', TCK 132/1. maddesindeki 'haberleşmenin gizliliğini ihlal' ve TCK 257/1. maddede yer alan 'Görevi kötüye kullanma' suçlarını teşkil ettiğini belirten Cinmen, dilekçesinde, "Gerek mahkeme kararı doğrultusunda teknik takibe alınma isteminde, gerekse dinlemeye son verilmesi isteminde bulunan yazıların altındaki imza İl Jandarma Komutanı Vecihi Halil İyigün'e ait olmasına rağmen bu suçu işleyen başkaca kişilerin de bulunduğu kanısını taşıyoruz. Bu nedenlerle geniş bir soruşturma yapılmasını ve suçun işlenmesine karışmış olan diğer kişilerin de ortaya çıkarılmasını diliyoruz." ifadelerini kullandı.

BARAN TAŞ İSTANBUL CİHAN ZAMAN

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=925504&title=yasadisi-dinleyen-jandarma-hakkinda-suc-duyurusunda-bulundu
#1564
Gündemde grip virüsü olsa da soğuk algınlığı, tüberküloz, uçuk, suçiçeği, beta mikrobu gibi birçok hastalık da sarılma, öpme veya küçük kapalı mekânlarda aynı havayı soluma yollarıyla bulaşıyor. Dr. Sevil Elçin Kızılok, özellikle kış aylarında enfeksiyon bulguları olan kişilerle yakın temastan kaçınılması uyarısında bulundu. Kalp hastaları, küçük bebekleri olanlar ve kanser hastaları daha dikkatli olmalı.

Pandemik grip virüsü ülkemizde yayılmaya başladığından itibaren salgın yüzünden yakın akrabalar bile sarılarak, öperek, tokalaşarak selamlaşma alışkanlıklarından geri durmaya başladı. Bu çekingenlik yakın temasla bulaşan diğer hastalıkları da gündeme getirdi. Çünkü sadece grip değil, tüberküloz, uçuk, suçiçeği gibi birçok hastalık da bu şekilde bulaşıyor. Bakırköy Acıbadem Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Sevil Elçin Kızılok, öpme sırasında solunum yolları salgıları ile doğrudan temas sağlandığını, bu sırada basit bir soğuk algınlığından daha ciddi hastalıklara kadar değişen hastalıkların geçebildiğini söyledi. Enfeksiyon etkenlerinin pek çoğunun giriş bölgesinin boğaz-burun olduğuna dikkat çeken Dr. Kızılok, öpüşmenin çok sayıda etkenin bulaşmasında önemli rol oynadığını ifade etti. Kızılok, "Özellikle kış aylarında ve enfeksiyon bulguları olan kişilerle öpüşmekten kaçınılmalı. Kalp hastaları, küçük bebekler, bağışıklık sistemi baskılanmış kanser hastaları ve önemli ameliyatlar geçirmiş kişiler de nekahet döneminde tümüyle öpüşmekten uzak durmalı." dedi. Dr. Sevil Elçin Kızılok, yakın temas ile bulaşan hastalıkları şöyle anlattı:

Soğuk algınlığı: Soğuk algınlığı, 200'e yakın virüs sebebiyle oluşan ve üst solunum yolu enfeksiyonu bulgu ve belirtileri ile hafif seyreden bir hastalıktır. Virüsler burun mukozasında ürer ve yakın temas ile rahatlıkla bulaşabilir. Öpüşme ile de bu risk oldukça artar ve yoğun bir şekilde virüs alımı olur. Virüs, bulaştığı yüzeylerde saatlerce kalabilir. Bu yüzeylere temastan sonra da virüsler rahatlıkla buruna ve gözlere transfer olabilir. Bunu engellemek için el hijyenine dikkat edilmeli ve yakın temastan -buna öpüşme de dahil- kaçınılmalı, eller yüzden uzak tutulmalıdır. Aslında bu kurallar hemen bütün enfeksiyonlar için geçerlidir.

Grip (influenza): Ateş, öksürük, baş ağrısı, halsizlik ve kas ağrısı ile seyreden akut viral bir enfeksiyondur. Epidemi (ülke/şehir çapında) veya pandemi (dünyada) gibi geniş çapta salgınlar yapabilmesi ve akciğerle ilgili komplikasyonlarının özellikle bazı hasta gruplarında öldürücü olması nedeniyle diğer akut solunum sistemi enfeksiyonlarından ayrılır. Bulaşma virüs içeren küçük partiküllerin solunması ve solunum salgılarının fiziksel transferi ile bulaşır. Öpüşme ile de rahatlıkla geçebilir. Korunmada, aşı ve kapalı küçük alanlardan ve gripli kişilerle yakın temastan kaçınmak önemlidir.

A grubu B- hemolitik streptokoklar (beta mikrobu): Sıklıkla hava yolu ve öpüşme dahil yakın temas ile bulaşır. Deri döküntüleri ile de bulaşabilir. Aile içinde, kreş gibi toplu yaşam yerlerinde bulaşabilir. Bu hastalık, yutak ve bademciklerdeki enfeksiyonlar dışında kalp ve eklem ve böbrek komplikasyonları oluşturması açısından da önemlidir.

Herpes virüsler (uçuk): Birincil enfeksiyon genellikle yutak ve ağızda oluşur. Direkt temas ile bulaşır. Hastalık birincil enfeksiyondan sonra sessiz kalıp daha sonra bağışıklık sistemi baskılandığında yeniden harekete geçer ve yineleyen enfeksiyonlara neden olur. Bunların başında 'uçuk' meydana gelir. Genellikle çocukluk yaş grubunda yakın temas ile duyarlı kişilerin deri ve mukozalarındaki çatlak veya sıyrıklardan etkenin girmesi ile bulaşır.

İnfeksiyöz mononükleoz (öpüşme hastalığı): Yılın her mevsiminde görülebilen hafif bulaşıcı bir enfeksiyondur. Virüs insandan insana sıklıkla ağız ve yutak (orofarinks) salgıları ile yakın temas sonucu bulaşır. Genç erişkinde akut enfeksiyon; yüksek ateş boğaz ağrısı, lenf bezi büyümesi görülür. Hastalar en sık boğaz ağrısından yakınır.

Tüberküloz (verem): Kaynak vakaların öksürme, hapşırma gibi hareketleri ile bulaşır. Bu manevralar sırasında üst solunum yollarından yüksek hava akım hızları oluşur. Hava yolu mukozasını kaplayan sıvıdan ve akciğerlerdeki enfeksiyon odaklarından çok sayıda sekresyon damlacıkları ile tüberkülozlu hastalardan sağlam kişilere geçiş olur. Özellikle öksürük ve balgam çıkarımının eşlik ettiği akciğer tüberkülozu geçiren kişilerle öpüşme dahil yakın temas, tedavi başlanana kadar bulaşma açısından risklidir.

Çocukluk çağı döküntülü hastalıklar: Bu hastalıkların hemen hemen hepsi ağız salgılarında bulunduğu için rahatlıkla öpüşme dahil yakın temasla ve damlacık yoluyla bulaşır. Kızamık geçiren kişiler döküntü ortaya çıkmadan önce hastalığı bulaştırmaya başlar ve bulaşıcılık döküntü başladıktan sonra da devam eder. Kızamıkçık, hastaların solunum salgıları ile bulaşır. Döküntüden itibaren iki hafta daha bulaşıcılığı devam eder. Kabakulak, damlacık enfeksiyon ile bulaşır. Tükürük bezlerinden tükürük kanalları yoluyla ağızdan direkt temas ile de bulaşır. Suçiçeği, ateş ve deri döküntüsü ile seyreden çok bulaşıcı bir çocukluk hastalığıdır. Erişkinlerde, bağışıklık sistemi bozuk olanlarda ağır seyreder. Solunum yolu ve yakın temas ile bulaşır. ZAMAN

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=925410&title=opme-ve-sarilma-ile-sadece-grip-degil-ucuk-sucicegi-ve-tuberkuloz-da-bulasiyor
#1565
Atatürk'e hakaret içeren video yayınladığı gerekçesiyle erişimi engellenen internet sitesi YouTube, HP Türkiye'nin 20. yılı kutlamalarına damgasını vurdu.

Esma Sultan Yalısı'nda düzenlenen gecede konuşan Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, "Mahkeme kararı yanlış olabilir ama onu düzeltecek yine mahkemedir. Biz düzeltmeye kalkarsak ülkede kaos olur. Gelin Türkiye'ye temsilcilik açın. Yargı, vegi daireleri burada sizi temsilen bir muhatap bulsun. Yanaşmıyorlar. Ben ticari firmayım, şimdilik açmayı düşünmüyorum diyorlar. Ama faaliyetlerine devam etmek istiyorlar. Ne kadar büyük olursanız olun, böyle bir hakkınız yok. Kamuoyu doğruyla yanlışı bilsin. Zannediyorlar ki yasaklamak istiyorum." dedi. Türkiye'deki bu yanlı yasak tartışmasının ilgili site yetkililerinin hoşuna gittiğini söyleyen Bakan, "Türk halkına bedava reklam yapıyorlar. Bundan büyük zevk alıyorlar. Ama kimse Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını görmezden gelemez. Burada içerik hizmet sağlayan herkes TC kanunlarına uymak zorunda. Hizmet veriyorsan burada bir merkezin olmak zorunda. Yoksa biz sizinle nasıl haberleşeceğiz? Bundan kaçarsanız yapacak bir şey yok. Burada kralların değil kuralların dediği geçerli. Demokrasinin derinleşmesi, insan haklarının gelişmesi için herkes kurallara uyacak." diye konuştu.

Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanı Tayfun Acarer de, söz konusu sitenin Atatürk'e hakaret içeren video yayınladığı için 5816 sayılı kanun gereği mahkemece erişime kapatıldığını hatırlattı. Acarer, "Bunu biz kapatmadık. Ulaştırma Bakanı'mız ilgili site yetkilileri ile defalarca görüştü. Son görüşmede ben de vardım. İki saat sürdü. Çüzüm önerileri üzerine tartıştık. Bakanlığımız da biz de YouTube yasağı üzerinde çözüm için kafa yoruyoruz. Bunu onlar da görüyor. Fakat Ulaştırma Bakanı'mızın girişimlerine rağmen kamuoyunun devlet kurumlarına ve hükümete olan haksız baskılarına kayıtsız kalıyorlar." dedi. Hiçbir ticari kuruluşun Türkiye'nin hassasiyetlerinden daha üstün olamayacağını vurgulayan Acarer, şu an YouTube gibi 31 sitenin daha kapatılma istemiyle mahkemede olduğunu açıkladı.

Konuyu AİHM'ye taşıyacaklarını açıklayan İnternet Teknolojileri Derneği Başkanı Mustafa Akgül ise yasağın Türkiye'nin ayıbı olduğunu savundu. "Filtreleme sistemi olsaydı bu durum yaşanmazdı." diyen Akgül, "Şu an bir deli kuyuya taş attı meselesi hakim. Türk milletine zarar verdi. İnsanlar aklına estiğini yapamasın diye uzman mahkeme kurulmalı." ifadelerini kullandı. ZAMAN

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=925450&title=youtube-yasaktan-memnun-bedava-reklamini-yapiyor
#1566
Evet, yapmaya çalıştığımız şey tam olarak bu...Epey uzun bir zamandır, Türkiye'nin bütün demokratları el ele vermiş DTP'yi DTP'ye rağmen açık tutmaya çalışıyoruz.

O kendini kapattırmak için çırpınıyor, biz ise koro halinde Anayasa Mahkemesi'ne yalvarıyoruz, aman kapatma diye...

DTP parlamentodaki kısa hayatı süresince Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın dolgun bir iddianame yazması için elinden geleni yaptı. Parti kapatmanın ne kadar zorlaştırılmasını savunursanız savunun bütün bu sınırları aşmayı başardı! Venedik Kriterleri'nin bile kolay kolay kurtaramayacağı bir noktaya geldi. Hani, belki dosyadaki deliller eksik kalmıştır diye, Emine Ayna karardan önceki son konuşmalarıyla delillerin tamam olmasını garanti altına aldı.

Öyle ki, gelinen bu noktada bir terör örgütüyle olan organik bağını bu kadar açık deklare eden bir partinin demokratik rejim içinde siyaset yapmasını savunmak hiçbir demokrat için kolay görünmüyor.

Ama öte yandan, kapatma kararının siyaseten doğru olmadığını; kötü sonuçlar vereceğini, özellikle Açılım'ın geleceğini olumsuz etkileyeceğini düşünüyor ve bu ikilem içinde ne yapacağımızı bilemiyoruz. DTP'nin yaptığı hataların faturasının Kürt halkına çıkarılmasına, sonuçta onun temsil hakkının elinden alınmasına, onun umutsuzluğa kapılmasına ve belki bu umutsuzluk içinde şiddete meyletmesine gönlümüz razı olmuyor.

Bu durumda yapabildiğimiz tek şey, Anayasa Mahkemesi'ni siyasi düşünmeye ve siyasi davranmaya çağırmak oluyor!

X x x

Her neyse, sonuçta bu hikâye de bu hafta içinde sonuçlanacak.

Ya DTP muradına erecek ve kapatılacak ya da biz, yani demokratik kamuoyu ve Anayasa Mahkemesi'nin siyasi yarar açısından düşünen üye çoğunluğu onu kendine rağmen kapattırmamayı başaracağız.

Ama doğrusu ben, özellikle son dönemde yaşananlara baktıkça, bunun artık çok da önemli olmadığını düşünmeye başladım.

Geldiğimiz noktada tekrar başa sarıp bakalım:

Biz DTP'nin açık kalmasını ne için istemiştik bu kadar?

Kürt halkının muhatap alınacak bir temsilcisi olsun diye... Demokratik reformların yürütülmesi sırasında Kürt halkıyla parlamento arasında bir bağ olsun diye...
Ama DTP kendisinin muhatap olamayacağını kendisi söyledi. Beni değil, Öcalan'ı muhatap alın dedi açıkça. Zaten Kürt halkının taleplerini, çıkarlarını, duyarlılıklarını temsil için de hiçbir şey yapmadı. "Fırat'ın Doğusu" aydınlanırken, Kürtler'in acılı tarihi ceset çukurlarından çıkıp aydınlığı kavuşurken bile heyecan duymadı, ilgilenmedi, bu aydınlanmayı hızlandırmak ve genişletmek için parmağını kıpırdatmadı. Devletin resmi televizyonunda Kürtçe bir kanal açılması bile sevindiremedi DTP'yi. Kendi başına bir devrim niteliğindeki bu reforma bile kulp takmaya, küçümsemeye çalıştı.

Öcalan'ın kurtarılması, kurtarılamıyorsa da muhatap alınması bunca yıllık siyasi faaliyetinin tek amacı oldu.

Ve bu durum, kaderinin Öcalan'ın kaderine endekslenmesine tepki duyan milyonlarca Kürt'ün gözleri önünde yaşandı.

Parti bu haldeyken kapatılsa ne olacak, kapatılmasa ne olacak...

Bence hepimiz psikolojik olarak, DTP'nin varlığını Açılım'ın kilidi olarak görmekten kurtulmalı, eğer bir kapatma kararı çıkarsa paniğe kapılmamalıyız.

Açılım bu karardan ve DTP'den bağımsız olarak sürmeli ve sürecektir.

Eğer DTP varlığını sürdürürse, onu Kürt sorunun çözümünün önünde bir engel olmaktan çıkarıp pozitif bir unsura dönüştürmek için siyaseten mücadeleye devam edeceğiz.

Kapatıldığı takdirde ise gasbedilen hakları ve talepleri hiçbirimiz için meçhul olmayan koskoca bir kitle orada duruyor. O kitleye kulak vererek, onunla empati kurmaya çalışarak ve Kürtler'in yakın zamanda kendi içlerinden çok daha sağlıklı yeni temsilciler, yeni muhataplar çıkaracağını umarak ilerlemeyi sürdüreceğiz.

http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/86129-dtp-yi-kendisine-ragmen-acik-tutmaya-calismak-gulay-gokturk-makalesi.aspx
#1567
Taraf / MEHMET BARANSU - Istanbul - 07.12.2009

Son günlerin en tartışmalı konularından biri telefon dinlemeleri. Türkiye'nin büyük bir bölümü dinlendiğini düşünüyor. Düne kadar ben de dinlendiğini düşünenlerdendim. Artık düşünmüyor, dinlendiğimi biliyorum. Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı ve Van Jandarma Alay Komutanlığı tarafından bir yıldan fazladır dinleniyormuşum. Dinlendiğim ortaya çıkmasın diye de bir dizi kanunsuz işleme imza atılıp suç işlenmiş.

Öncelikle, ismim ve telefon numaram "tesbit edilemediği" gerekçesiyle mahkemeden gizlenmiş. Mahkemeye ise cep telefonumun IMEI numarası ibraz edilmiş. Bununla da yetinmeyip, dinlendiğim ortaya çıkmasın diye sahte bir isim üzerinden dinleme kararı çıkartılmış. 'Mehmet Baransu' ismini ve telefon numarasını mahkemeden saklayan Jandarma, kullandığım telefon cihazının IMEI numarasını nöbetçi hâkime sunup, "PKK/Kongre-Gel Terör örgütüne yönelik olarak yürütülen çalışmalar kapsamında Serdar Kod isimli Şükrü Özkan'a ait olan IMEI numarasını dinleyeceğiz" diyerek, beni dinlemeye başlamış.

IMEI numarasını kontrol etmeyen Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi de böylece PKK'lı Şükrü Özkan adına dinleme kararı verdiğini zannederek, dinlenmeme yeşil ışık yakmış. Anlayacağınız, PKK'lı dinliyoruz adı altında, telefonlar Jandarma tarafından uzun bir dönemdir dinleniyor.
Hukuk tarihine skandal olarak geçecek bu dinleme kararının ayrıntılarını tüm belgeleriyle aşağıda anlatacağım ama en son söylemem gerekeni en başta söyleyerek konuya girmek istiyorum. Sahte delillerle, numaram gizlenip üstüne üstlük bir de PKK'lı birini dinliyoruz diye hakkımda bu kararı alanlarla yargı önünde hesaplaşacağım.

Birçok vatandaş gibi telefonlarımın mahkeme kararı olmadan dinlendiği yönünde benim de şüphelerim vardı. 12 Haziran 2009'da duyurduğum "İrticayla Mücadele Eylem Planı" haberinden sonra resmî olarak beni de dinleyeceklerini düşünmeye başlamıştım.

Yanılmadığımı anlamam uzun sürmedi. Telefon görüşmelerimin iki veya üçüncü saniyesinde, 'bippp' sesiyle birilerinin kayda girdiğini duyabiliyordum. Bazen -işlerinin yoğunluğundan olsa gerek- konuşmanın 20. saniyesinde, koştur koştur kayda girdikleri de oluyordu.
Birkaç gün önce bana ulaşan belgeleri görünce, deyim yerindeyse, küçük dilimi yuttum. Dinlendiğime dair mahkeme kararlarının yanı sıra artık beni dinleyen kişiyi de öğrenmiş, fotoğrafı da ele geçirmiştim.

Karar ben askerdeyken alınmış
Hakkımdaki ilk dinleme kararı 24 Ekim 2008'de, Çanakkale Boğaz Komutanlığı'nda "Bahriyeli" olarak vatani görevimi yaptığım dönemde alınmış. Van Jandarma İl Komutanı Jandarma Kurmay Albay Vecihi Halil İyigün, dinlenmem için Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi Nöbetçi Hâkimliği'ne müracaat etmiş. Albay İyigün, dört adet IMEI numarası ve iki adet GSM telefon numarasının dinlenilmesi için karar verilmesi talebinde bulunmuş. Bu listedeki iki IMEI numarası da bana ait.

Hukuksuz ve kanunsuz talepte bulanan Albay İyigün, dinlemenin ortaya çıkmaması için adıma kayıtlı gizli olmayan telefon numarasını "tesbit edemediklerini" belirtmiş. Numara yerine de telefon cihazlarımın IMEI numaraları listeye konmuş. Listede bana ait olan iki adet IMEI numarasının 'Serdar' kod isimli 'Şükrü Özkan' adında bir PKK'lıya ait olduğunu belirtip, 'Özkan'ı dinleyeceğiz' adı altında, mahkemeyi kandırarak, hakkımda dinleme kararı talep etmiş.

Konunun daha iyi anlaşılması için şunu hemen belirteyim. Kullandığım iki telefon cihazının da ilk ve son kullanıcısı benim. Bu telefonları daha önce kimse kullanmadığı gibi halen ben kullanıyorum. Yani ne hattımı ne de telefon numaramı başka biri hiç kullanmadı. Telefon cihazlarımdan birini, 2005'te yurtdışından getirip adıma kayıt yaptırdım. Diğerini ise 2008'de Motorola bayisinden satın alıp, ilk kullanıcı olarak yine adıma kayıt ettirdim. Bu kayıtlarda Telekomünikasyon Kurumu Başkanlığı başta olmak üzere, GSM operatörü şirketinde kayıtlı. Adıma kayıtlı tek hattımı da zaman zaman radyolu diğer telefonuma taktığım için mahkemeye her iki telefonumun IMEI numarası verilmiş.

Albay İyigün'ün, isim sahtekarlığı ve IMEI oyununun yanı sıra mahkemeye sunduğu dinleme gerekçesi de bir o kadar ilginç; "PKK/Kongra-Gel Terör örgütüne yönelik olarak yürütülen çalışmalar kapsamında, iletişimin dinlenmesi, izlenmesi, tesbit edilmesi, sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi ve kayda alınmasına üç ay süre ile karar verilmesini talep ederiz."

Albay İyigün'ün sahte evrak düzenleyip, Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sunduğu dinleme talebi, aynı gün karara bağlanmış. Hâkim Müslüm Uzun, IMEI numarasının kimin üzerine kayıtlı olduğuna bakmaksızın, PKK'lı dinlenecek diye Jandarma'dan gelen bu talebe onay vermiş. Jandarma'nın PKK'lı Şükrü Özkan'ı dinleyeceğini düşünen Hâkim Uzun, araştırma ve inceleme yapmadan skandal bir karara imza atarak, böylece dinlenmemin yolunu açmış.
Mahkemeye sunulup, mahkemenin kabul ettiği dinleme listesinde, benimle birlikte de iki telefon numarası ve iki IMEI numarası daha var. Gazetede üzeri siyah bantla taranmış bir halde göreceğiniz listedeki bu IMEI ve telefon numaralarının da yakınlarıma ait olup olmadığını araştırıyorum.

Aldığı emir gereği, evrakta sahtecilik yapıp, mahkemeyi aldatarak hakkımda dinleme kararı aldıran Albay İyigün, 24 Ekim 2008 günü Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı'na da "Gizli" damgalı bir yazı yazdı. Ankara'ya gönderilen yazıya, mahkeme kararı başta olmak üzere, IMEI ve telefon numaralarının yer aldığı liste de eklenip, "Belirtilen numaraların teknik takibe alınması" istendi. Ankara'da aynı gün yazıya onay verip, hakkımdaki teknik takip işlemini başlattı.

Bana gelen "Gizli" ibareli dinlenmem yönündeki kararların altına küçük bir de not düşülmüş. "Bağlantı noktası: Jandarma Kademeli Başçavuş Yusuf Ataman." Bu nottan anladığım ise dinleme kayıtlarını bu ismin tuttuğu ve her gün üst makamlara rapor olarak sunduğu.
Hakkımda alınan bu üç aylık ilk dinleme kararı, 12 Ocak 2009 tarihli bir kararla süre dolduğu için sonlandırılmış. Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı, 12 Ocak günü aldığı "İptal Kararıyla" ilk dinleme kararına son vermiş.

Hakkımdaki teknik takip ve izleme kararı ise halen devam ediyor. Aynı gerekçe ve sahte belgelerle, Ocak 2009'dan sonra da her üç ayda bir teknik izleme kararı, Van Ağır Ceza Mahkemesi tarafından çıkartılmış.

İşin ilginç tarafı, Jandarma İstihbaratı'nın sahte belge düzenleyip, sahte isimlerle hakkımda dinleme kararı alıp, daha sonra sonlandırmasına rağmen, TİB'in bu güne kadar bana dinlendiğimi ve dinleme esnasında bir suç bulunmadığını bildirmemiş olması. Kanunun dinlenen kişiyle ilgili suç bulunamaması durumunda, bu durum dinleme kararı alınan kişiye iletilmek zorunda. TİB yetkilileri dinlemenin sonlanmasından sonra karardaki IMEI numarasına, yazı yazmak üzere baksaydı, bunun PKK'lı birine değil bana ait olduğunu anlayıp, Jandarma'nın hukuksuz dinleme yaptığını tesbit edebilirdi.

Şimdi başta yetkililer olmak üzere Genelkurmay Başkanı, İçişleri Bakanı, Jandarma Genel Komutanı, TİB, Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı ve Albay Vecihi Halil İyigün'den açıklama bekliyorum. Bu suçüstü durumu hiç kimse başını kuma gömerek kapatamaz.

TİB kayıtlarında dinlendiğim mevcut
Telefon numaram gizlenip, sahte isimle dinleme kararı alınan telefon cihazlarımdan birinin IMEI numarası 358 257 000 955 082. Mahkemeye gönderilen numara ise 358 257 000 955 080. İkinci cihazımın IMEI numarası ise 359 621 010 984 722. Mahkemeye gönderilen numara ise 359 621 010 984 720. Son rakamların değişik olması kafaları karıştırabilir. IMEI numarası TİB kayıtlarına göre resmi olarak 14 rakamdan oluşuyor. Bazı telefonlarda 15, bazılarında da ise 17 rakam çıkabiliyor. TİB'den görüştüğümüz yetkililer, numaraların 14 rakamdan oluştuğunu, 15'inci rakamın bu yüzden 0 olarak görünebileceğini söylediler. Bazen 15. rakamın farklı olabileceğini de belirttiler. Bu yüzden 15. rakam resmi olarak önemli değil. Telefonlar 14 rakam üzerinden kayıt altına alınıyor. TİB, yetkilisi sonu 80 ve 20 ile biten IMEI numarasının bana ait olduğunu da yaptığımız görüşmede doğruladı.

Bu yüzden de LAW silahına boru, İrticayla Mücadele Eylem Planı'na kağıt parçası diyenler, son rakama güvenip, kafaları karıştıracak açıklamalar yapmasın. IMEI numarası 14 rakamdan oluşuyor ve 15. rakamın önemi yok. Dinlettirdiğiniz numaraların bana ait olduğu TİB kayıtlarında mevcut.

PKK itirafçısı Karataş, Jandarma İstihbarat'ta dinleme görevlisi olarak çalışıyor
Bu fotoğraf yakın bir tarihte çekildi. Fotoğraftaki kişi, beni dinlemek üzere görevlendirilen Abdulkadir Karataş. Bu şahıs eski bir PKK'lı. Şimdilerde ise itirafçılık yapıyor. Temizlik işçisi olarak Van Jandarma Komutanlığı'nda çalışıyor. Sivil işçi olmasına rağmen Van İstihbarat Şubede, Alay Komutanı Albay Vecihi İyigün'ün emriyle dinleme yapıyor. Abdulkadir Karataş Hakkari'li. İsmi askeri istihbarat arşivinde de sıkça geçiyor. PKK'lı olduğu dönemde
bir çok baskına katılan bu isim, şimdi "İtirafçı" kontenjanından askerle kol kola
geziyor. Van'da çevresine sık sık "Batıya gideceğim, bana iş ayarlayacak. Asker tanıdıklarım var" diyor.

Bana gelen bilgilere göre birçok karanlık işe de karışmış. Ergenekon haberlerini izlerken renkten renge giriyor. Eski PKK'lı, yeni itirafçımız, benimle birlikte başka dinlemeleri de yapıyor. Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Dairesi Başkanlığı, sahte delillerle mahkemelerden aldıkları dinlemeleri fotoğrafta gördüğünüz bu odadan gerçekleştiriyor. Jandarmanın yaptığı yasal olmayan dinlemelerin yeni adresi Van İl Jandarma Alay Komutanlığı.

http://www.taraf.com.tr/haber/45205.htm
#1568
33 er katliamı vakasını hatırlatan,12 yıldır terör olmayan Tokat Reşadiye'de karanlık pusu,

Dursun Çiçek'in Reşadiyeli olması ve bir türlü yargılanamaması,

Ordu'dan ihraç edilen subaylarının çoğunun denizci olması,

DTP kapatma davası,

7 askerin çatışmada öldürülmesi,

Amerika gezisinden iki saat önce olayın olması,

İmralı'nın koşullarının kötüleştirilmesi ve Öcalan'ın tepki vermesinin sağlanması,

PKK taraftarlarının intifada tepkileri,

bu olayların hepsini aynı zamanda denk getirmek neyi gösteriyor?

Bu veriler ve bağlantılara göre hangi anlamları çıkarabiliriz?

Birinci anlam Dursun Çiçek zannedildiğinden daha çok önemli birisidir.

İkinci anlam Ergenekon çetesinin denizci ayağı farklı bir yapı oluşturuyor ve irtica ile mücadele görevi onlara verilmiştir.

Üçüncü anlam Kürt adına hareket eden Ergenekon uzantısı vardır.

Dördüncü anlam Kürt kökenli gençler şehirde intifada yapmaya yatkındırlar.

Beşincisi demokratik açılım süreci barış getirme konusunda taraftar toplamaya başladığı gerçeği;

Altıncı anlam, darbeci ve cuntacı damarın kendilerine yardım etmeyen komutanlara "Bize ışığı göstermezseniz, biz de size ışığı göstermeyeceğiz" blöfü.

Terörü siyasi yöntem olarak düşünenlerin stratejik hedefleri şöyledir:

Birinci hedef kaos ortamı oluşması,

İkinci hedef DTP'nin kapatılması,

Üçüncü hedef demokratik açılımın bloke edilmesi,

Dördüncü hedef Ergenekon davasında bilgi sahibi bazı kişileri susturma zorunluluğu,

Beşinci hedef 'Biz güçlüyüz Albay Çiçek'i size yedirmeyiz' gözdağı verme,

Altıncı hedef ETÖ davasının güdük bırakılması.

Sağduyu sesi "Acı ve öfkenin, adaleti ve merhameti teslim almaması"

Tokat'ın Reşadiye İlçesi'nde gerçekleşen saldırıyla ilgili olarak TOKAD (Toplumsal Dayanışma Kültür Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Derneği) bir basın açıklaması yaptı.

TOKAD bir basın açıklamasıyla Reşadiye'deki karanlık saldırıyı kınarken, faillerin ve bağlantılarının bir an önce ortaya çıkartılmasını istedi. Açıklamada "Acının ve öfkenin, adaleti ve merhameti teslim almaması" çağrısı yapıldı.

Reşadiye'nin seçilmesi milliyetçi duyguların yüksek olduğu Orta Anadolu olması nedeniyle anlamlıdır. Dursun Çiçek Albayın memleketidir. Bir yerlere mesaj vardır.

Eğer Kürt kökenli gençlerin başlattığı molotof kokteylli tepkilere ülkücü gençler ve üniversiteler karşılık verirlerse bölünme korkusunun toplumda kabul görme ihtimali yükselir.

Etnik çatışma için önemli olan Erzurum, Adapazarı, İzmit, Sivas, Kayseri, Çankırı, Çanakkale... gibi bölgelere dikkat etmek gerekir.

Yerel sivil toplum örgütünün provokasyona gelmemesi Türkiye'nin eski Türkiye olduğunu zannedenlere 'Tokat' gibi cevap oldu.

Asker gelsin diyenlerin acımasız son çırpınışları olarak düşünmek en akla uygun açıklamadır yani olayların dili böyle söylüyor.

Ancak olan yine erlere ve annelere oluyor. Herkese rahmet ve sabır dileyelim.

Evet militarizmin çirkin yüzünü daha fazla görmek istemeyenler bir şeyler yapmalılar.

Prof. Dr. Nevzat TARHAN / Haber 7
ntarhan@gmail.com

http://www.haber7.com/haber/20091209/Tokatta-verilen-Dursun-Cicek-mesaji.php
#1569
Manidar olmaktan çıktı... Ne zaman çözüm konusunda bir umut belirse, memlekette tuhaf şeyler oluyor.

Bütün bir 28 Şubat ve "darbeler süreci"ni eylemsizlikle geçiren terör örgütü PKK, "önderleri"nden esirgenen 17 santimetrekarelik alanın hesabını sormak için arbede çıkarıyor, karakol basıyor, şehirleri ateşe veriyor, masum insanları öldürüyor.

Bu mudur?

Manidar olmayan rastlantıları sıralayalım... Bakalım ortaya nasıl bir tablo çıkacak?

İçişleri Bakanı Beşir Atalay, "şiddete izin vermeyeceklerini" söylüyor.

Sokak gösterileri başlıyor.

Hükümet, açılımın süreceğini, bu çalışmalarda DTP'nin muhatap alınacağını söylüyor.

DTP'li Demirtaş, "Ama Sayın Öcalan'ın hücresi küçük... Avluya açılan pencerede de sineklik var" diyor.

Sayın Öcalan'larının penceresindeki sineklik kaldırılıyor.

Bir başka DTP'li, "Sorun odanın şekli şemaili değil. Sayın Öcalan muhatap alınmak istiyor. Muhatap almazsanız, üzülür" diyor.

Ergenekon davasının en önemli cüzü tamamlanıyor, sorgulanamaz sanılan üst düzey görevliler ifadeye çağrılıyor.

Molotof kokteylli saldırganlar sokakları ateşe veriyor, insanları yakıyor.

DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, "Bu olayları bize fatura etmeyin" diyor.

Molotof kokteylli saldırganlar alay eder gibi DTP'nin sloganlarını çığırıyor.

DTP'yle ilgili kapatma davasının görüşmeleri başlıyor.

DTP'li Emine Ayna, "Dağa çıkarız... Bu kez eskisinden daha kötü olur" diyor.

Başbakan Erdoğan, Kuzey Irak'taki PKK varlığının tasfiyesi için ABD'de pazarlığa oturuyor...
Reşadiye'de Jandarma karakolu basılıyor.

Bütün bu sevimsiz görüntülere, barışa yönelik her türlü girişime karşı çıkan ve "Açılım bitmiştir, Türkiye yönetilemez hale gelmiştir" diyen muhalefet partilerinin çözümsüzlük politikaları eşlik ediyor.

Peki, kimler el ovuşturuyor?

Memleketi şiddet politikalarıyla yönetmeye alışmış kesim el ovuşturuyor.

Kargaşadan medet uman ve kandan beslenen "müntesipler" el ovuşturuyor.

Başlangıçta işi ciddiye almayan, ama iş ciddiye binince, "Bu kadarını öngörememiştik, Bari muhterem Öcalan'a da özgürlük olsun" diyen DTP'nin şahin kanadı el ovuşturuyor.

Muhterem Öcalan'ları el ovuşturuyor.

Muhterem Öcalan'larını sevk ve idare eden "derin bakıye" el ovuşturuyor.

Dersim tenkili'ni çözüm olarak sunan ve bundan hiç utanmayan monşer takımı el ovuşturuyor.

Dersim önermesini öpüp başına koyan "dürüst siyasetçiler" el ovuşturuyor.

Muhtemeldir ki, Sayın Baykal da "vetire"den hoşnuttur... Dün, grup toplantısında yaptığı konuşmada, "Hükümet başarısız oldu... Cumhuriyet bu işin üstesinden gelecektir" diyordu.

Bugüne kadar bu işin üstesinden gelemeyen cumhuriyet bundan sonra kuş mu konduracak, "demokratik açılım" dışında ne önerecek?

Bilmiyoruz...

Bildiğimiz şu:

Bir yerde kan varsa, o kan herkesin üzerine sıçrar... Baykal ve "el ovuşturanlar takımı" bundan vareste değildir.

http://www.stargazete.com/gazete/yazar/ahmet-kekec/bu-kan-sizin-uzerinize-de-sicrar-haber-230416.htm
#1570
Modern sömürgeci, militer zihniyet, dünyayı 'felaket ve kötülükten' koruma bahanesiyle 'işgalci' politikalarını yaygınlaştırıyor.
Emperyal heveslerle başlatılan savaşları günümüzde nihayetlendirmek mümkün görünmüyor.
Yani Afganistan işgali de daha onlarca yıl sürecek ve Obama açıkladığı üzere 2011 Temmuz'unda Afganistan'dan çekilmeyecek.
Obama, Bush ile arasındaki makası kapatarak ABD'nin 21. yüzyıldaki stratejisinin omurgası Afganistan'a 30 bin asker daha gönderecek.
ABD'nin hegemonik hedefinde Afganistan ve Pakistan bölgesinin yeniden tanzimi ve kalıcı biçimde yerleşmek var.
Dünyanın cazibe bölgelerinin çelişik gelse de çok uzun yıllar bu coğrafyalar olacağı biliniyor. 
ABD, büyük askeri üsse dönüştüreceği Afganistan'la, Irak'tan sonra bölgedeki etkin askeri varlığı pekiştirecek.
İran, Çin, Hindistan. Orta Asya üzerinde hakim güç olarak konuşlanacak.
Dağınık Taliban gerillaları ve nerede olduğunun bilinmediği geçen gün ABD Savunma Bakanı tarafından itiraf edilen Amerikan yapımı El-Kaide, işgalin vitrin figürleri...
Batı'nın hegemonya mücadelesinde kilit ülke Afganistan'ın kontrolü küresel güç olmanın  gereği...
Asya-Pasifik hattındaki yeni ekonomik dinamiklerin kontrolü için Afganistan'da işgalin sürekliliği ve yayılımı çok önemli.
2001'den beri ülkeye bir düzen getirmeyen işgalin öyle bir niyetinin olmadığı, aksine Afganistan'ın yağmasını kolaylaştırıldığı anlaşıldı.
Irak'a benzer bir bataklığa dönüşen Afganistan'da da her gün onlarca sivil öldürülüyor.
Amerikan kuklası siyasetçiler, enkaz devlet, şaibeli seçimler, tırmanan etnik ve dini çatışmalar, her gün radikalleşen direniş hareketi ve yoksulluk, Batı tipi ihraç demokrasinin ortak özellikleri.
Afganistan'daki NATO birliklerinin Taliban'a lojistik destek verdikleri iddiaları artıyor...
İstikrarsız hükümetler, aşırılaşan köktenci direnişler ve işgalci güçler arasında kalan halklar şiddetin yatağına terk edildiler.
Modern dünyanın sahiplerinin bu, gücünü tüketmiş ülkelerden ne istediği ise ortada.
Doğalgaz kaynakları, petrol rezervleri, enerji yollarını ele geçirmek.
Afganistan'ın kuzeyinde 300 milyon ton petrol ve 700 milyar metreküp doğalgaz rezervi bulunuyor.
Pakistan'ın güneyindeki Belucistan'da da 6 trilyon varillik petrol rezervi var.
Üretilen dini ve etnik çatışma mevzileriyle, bu stratejik enerji rezervlerine sahip coğrafyalar ve devlet yapıları paramparça edildi.   
İlişki ve çıkarlar ağının arapsaçı olduğu bölgede uyuşturucu simsarları, silah tüccarları cirit atıyor.
Silah ve uyuşturucu ticaretiyle kirlenmiş yerel siyasetçiler halk arasına çıkamıyor.
Pakistan ve Afganistan'daki yolsuzlukların paydaşlarının yine direniş liderleri ve siyasetçilerin olması tesadüf değil.
Bu bölgede kurulan savaş ekonomisinin yarattığı büyük zenginlik, yoksul halk dışında taraflarca adilce bölüşülüp savaş müesses kılınıyor.   
Yeni strateji gereğince Afganistan'da yapılacak yatırım değil, askeri yığınak oluyor ve Afganistan sınırından Pakistan'a doğru başlatılacak kara harekatıyla Pakistan da hızla bölünme eksenine yerleştirilecek,
Irak, Afganistan, Pakistan, Belucistan sınırlarını kapsayan bölge askerileştirilerek göstermelik seçimlerle yönetmek.
Böylelikle de Asya'nın yükselen güçleri Hindistan ve Çin'in enerji erişimini kontrol etmek.
Bu karanlık savaş projesine Türkiye'nin dahil olacak tek bir askeri bile olmamalı.
nihal.kemaloglu@aksam.com.tr

http://www.aksam.com.tr/2009/12/08/yazar/15462/nihal_kemaloglu/bitmeyecek_isgal__afganistan.html
#1571
ANAYASA Mahkemesi DTP'nin kapatılması için açılan davaya bakmaya bugün başlıyor. Mahkeme üyeleri önce, delilleri teker teker ele alarak "geçerli, geçersiz" diye ayıracaklar, ardından da "geçerli" delillere göre bir karar verecekler.
Bu işlem bir hafta, on gün zaman alır; demek ki, DTP hakkındaki karar çok yakın!
Anayasa Mahkemesi delillere "Bu parti terör örgütüyle ilişkili mi? Terör örgütünü destekleyen eylemlere 'odak' olmuş mu?" diye bakacak.
Bir Allah'ın kulu çıkıp da "DTP'nin PKK ile ilişkisi yok" diyebilir mi?!
PKK'nın siyasi uzantısı olduklarını kendileri de kabul ediyor zaten.

İki seçenek?
Anayasa Mahkemesi bu tip davaları ortalama bir yılda sonuçlandırıyor; HEP davası öyle olmuştu mesela... DTP davası 16 Kasım 2007'de açıldığına göre iki yıl geçmiş, Mahkeme DTP'ye belli bir müsamaha bile göstermiş. Fakat DTP, bırakın özenli davranmayı, eski partilerden daha fazla PKK'nın uzantısı oldu.
Hukuk açısından iki seçenek var:
-  Mahkeme DTP'yi kapatırsa bunu AİHM de onaylar. Nitekim AİHM, DTP'nin yanında sütten çıkmış ak kaşık gibi duran Herri Batasuna adlı Bask partisinin kapatılmasını "ETA ile ilişkileri olduğu" ve böyle bir partiyi kapatmanın "terörizmin kınanması konusunda uluslararası düzeyde oluşan arzuyla uyumlu" bulunduğu gerekçesiyle onaylamıştır.
-  Mahkeme'nin kapatma yerine "Hazine yardımı"nı kesme yaptırımını uygulaması düşünülebilir. Fakat DTP halen Hazine yardımı almıyor, böyle bir karar ancak yeni içtihatla mümkün olabilir. Böyle bir yaptırım DTP için vız geleceği gibi, genel kamuoyunu da tatmin etmez.
Sıkıntılı bir durum... Siyaseten daha da sıkıntılı, çünkü kapatma kararı PKK güdümündeki Kürt milliyetçiliğini tahrik edecektir!

Çatışmadan besleniyorlar
Etnik milliyetçilik, bütün aşırılıklar gibi, çatışmadan beslenir; zira çatışma, etnik kimlikleri keskinleştirir.
Onun içindir ki, biraz sakinlik olduğunda, mesela "Öcalan zehirlendi" diye tahrikler yapıp tabanlarını çatışmaya sürmüşlerdi.
Şimdi "Odası dar" diye aynı çatışmayı tahrik ediyorlar.
İstanbul'da belediye otobüslerine atılan yangın bombalarından, 17 yaşındaki Serap Eser, yanıklar içinde kıvranarak can verdi; Ahmet Türk bile bir defa olsun "Sakin olun" çağrısı yapmadı.
Bir haftadır kitlevi çatışmalar oluyor, DTP memnun!
Dahası, kapanma ihtimaline karşı, "Sine-i millete döneriz" diyerek yeni ve daha sert çatışmaları tezgâhlıyorlar.
DTP'nin kapatılması hukuken doğru olacak ama siyaseten etnik milliyetçiliği kışkırtacak sonuçlara yol açacaktır.
Hukuki ve siyasi gerçekler karşı karşıya!

Çözüm uzun vadede
Çatışmaları tırmandırarak Öcalan'ı kurtaracaklarını sanıyorlar. Kitlelerde Türk-Kürt karşıtlığı yaratacak eylemlerle, DTP'nin 28 Ekim 2007 tarihli Sonuç Bildirgesi'nde ifade edilen "halkların birbirini boğazlamasına kadar gidebilecek bir süreci" kendileri tetikliyorlar.
Ne için bütün bu kanlı oyun?
Demokratik özgürlükler için mi? Öyle ise "açılım"ı desteklemeleri gerekmez miydi? Hayır, sabote ediyorlar!
Bütün bunlar sırf Öcalan'ı yüceltmek için!
Stalinist dozda bir kişilik kültü!
Çok tehlikeli bir oyun!
Tahriklerle Türkleri ve Kürtleri bir arada yaşayamaz hale getirirlerse, bu Öcalan'a asla yarar sağlamayacağı gibi, ülke genelinde "halkların birbirini boğazlaması" felaketine de yol açabilir. Bunu bile göremeyecek bir bağnazlık içindeler.
Bütün bunlara rağmen, Türkiye açılıma devam etmeli, demokrasinin siyasi gücünü yanında tutmaya özen göstermelidir.

http://www.milliyet.com.tr/Yazar.aspx?aType=YazarDetay&ArticleID=1171047&AuthorID=62&Date=08.12.2009&ver=91
#1572
Metin Taş-Sezgin Özcan/Akşam Gazetesi

Geçtiğimiz pazar günü bir gazetede 'Kimliği çalındı dünyası karardı' başlıklı bir haber vardı.
Mümine Hancıoğlu adlı vatandaşın sekiz yıl önce içinde kimliği de bulunan çantası çalınmış... Çanta çöp bidonunda bulunmuş ama içinden nüfus cüzdanı alınmış... Kimliği kullanılarak adına tekstil şirketi kurulmuş, bankalardan kredi çekilip, çek koçanı alınmış...
Hancıoğlu, durumu hakkında açılan davalar nedeniyle mahkemeden gelen yazıları görünce öğrenmiş... Hakkında 'dolandırıcılık' suçundan yedi yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açılmış...
Oysa piyasayı dolandıranlar, Hancıoğlu'nun kimliğini çalıp, bu kimlikle adına şirket kuranlar. Muhtemelen şirket, vergi dairesi ve SGK'ya da borçlandırılmıştır.

SADECE POLİSE GİTMEK YETMİYOR
Hancıoğlu, çantası çalındığında polise gitmiş, içinden nüfus cüzdanı alınan çanta çöp bidonuna atılmış olarak bulunmuş. Polise başvurduğunun rahatlığı içinde nüfus cüzdanının yenisini çıkartmış. Ancak sadece polise başvurması kendisini kurtarmamış. Çalınan nüfus cüzdanının başına açtığı bela, sekiz yıl sonra karşısına çıkmış. Şimdi suçsuzluğunu ispatlamak için uğraş verecek.
Hancıoğlu'nun başına gelen ilk defa yaşanan bir olay değil. Bu tür haberlere zaman zaman rastlıyoruz. Nüfus cüzdanını kaybeden veya çaldıran, polise başvuruyor, gazetede kayıp ilanı veriyor ve yeni bir nüfus cüzdanı çıkarıp, hayatına devam ediyor. Oysa bu yapılanlarla konu kapanmıyor. Eski nüfus cüzdanınız yıllar sonra arkanızdan gelebiliyor.

VERGİ DAİRESİNE BİLDİRİM
Eğer nüfus cüzdanınızı kaybeder veya çaldırırsanız, sonradan üzülmemeniz, mahkeme kapılarında sürünmemeniz hatta hapse girmemeniz için polisten sonra gideceğiniz ikinci adres vergi dairesi olmalı.
Nüfus cüzdanını kaybeden veya çaldıran kişilerin, gazete kayıp ilanı veya emniyetten alacakları tutanağı ekleyecekleri bir dilekçe ile vergi dairesine başvurması halinde, kayıp veya çalıntı nüfus cüzdanı bilgileri sicil kayıtlarına alınıyor.
Böylece, nüfus cüzdanını eline geçiren kötü niyetli kişi herhangi bir vergi dairesine gidip mükellefiyet tesis ettirmek veya şirket kurmak istediğinde sistem uyarı veriyor ve çalıntı nüfus cüzdanıyla mükellefiyet tesisi engelleniyor.

BAŞVURU
Nüfus cüzdanını kaybeden veya çaldıran kişilerin, nüfus cüzdanlarının kaybolduğunu veya çalındığını belirterek, kaybettikleri ya da çaldırdıkları nüfus cüzdanlarıyla vergi dairelerince mükellefiyet tesisi yapılmasının engellenmesini talep edecekleri bir dilekçe ile;
l Vergi mükellefiyetini terk edenler ile vergi mükellefiyeti bulunmayanların (potansiyel vergi kimlik numarası bulunanlar dahil) herhangi bir vergi dairesine,
l Vergi mükellefiyeti bulunanların bağlı bulundukları vergi dairesine,
başvurmaları ve dilekçe ekinde, TC kimlik numaraları ve nüfus cüzdanının kaybedildiğine veya çalındığına dair gazete ilanının ya da emniyet birimlerince düzenlenmiş belgenin aslını ibraz etmeleri gerekiyor.
Başvuru üzerine, kayıp veya çalıntı nüfus cüzdanı bilgileri sicil kayıtlarına alınıyor.

http://www.aksam.com.tr/2009/12/08/yazar/15460/metin_tas_sezgin_ozcan_/nufus_kagidinizi_kaybederseniz_sizin_de_dunyaniz_kararabilir_.html


Kimliğinizi kaybettiğinizde hemen yenisini çıkartın

Günümüzde başta vergi daireleri, bankalar, noterler ve tapu müdürlükleri olmak üzere önemli kamu kurumlarının kullanmakta olduğu bilgisayar programları, işlem için müracaat eden kişilerin kimlik bilgilerinin doğruluğunu MERNİS sistemiyle online bağlantı kurarak kontrol etme imkanına sahip. Dolayısıyla kimliğinizi kaybettiğinizde hemen yenisini çıkartırsanız, yeni kimlikte yer alacak olan seri ve numarası, verildiği yer, veriliş sebebi ve tarihi bölümleri eski kimlikten farklı olacağından, eski kimliğinizle vergi dairesi, banka, noter ve tapu dairelerinde kötü niyetli şahıslarca herhangi bir işlem yapılamayacaktır. Özetle, kimliğinizi kaybettiğinizde hiç ihmal etmeden hemen yenisini çıkartın. Bu dolandırıcı ve kötü niyetli şahıslara karşı günümüzde alınabilecek en etkili önlemdir.
#1573


30'dan fazla aracın görücüye çıktığı 'Los Angeles Auto Show 2009' başladı. Fuarın en çok ilgi çeken otomobili 1 litre yakıtla 100 km yol gidebilen Volkswagen L1 oldu. İşte Volkswagen L1;

"LA Oto Show" bu sene 50'den fazla yeni nesil arabanın ilk tanıtıldığı fuar oldu.

Bunların içinde Hybrids, modern temiz-dizel, elektrikli, Hidrojenli yakıt, doğal gaz ve ethanol güçlendirilmiş araçlar var.

Bunların arasında en ilgi çeken Volkswagen'in turbo dizel hybrid arabası "L1"in, bir litre yakıtla yaklaşık 100 km gidebildiği ve bunun büyük bir rekor olduğu söyleniyor.

Mercedes-Benz'in yeni s400 hybrid ise en çok ilgi gören lüks arabalar kategorisinde...

Öte yandan bu sene Los Angeles otomobil fuarına ilk kez Ferrari ve Lamborghini katılmadı, bu da kulislerde ekonomik krizin bu şirketleri etkilediğine dair söylentiler çıkardı.







http://www.haber7.com/haber/20091206/1-litre-yakitla-100-km-gidiyor-VIDEO.php
#1574
Bayındırlık Bakanlığı tarafından geçen yıl yayımlanan, "Binalarda Enerji Performansı Yönetmeliği" dün itibarıyla yürürlüğe girdi.

Yeni yönetmeliğe göre, toplam kullanım alanı bin metrekareyi geçen binalarda kombi kullanımı yasaklandı. Bu binalarda ısınma, merkezi sistem ile yapılacak. Yönetmelik sadece yeni binaları kapsıyor, eski binalar uygulamadan etkilenmeyecek. Merkezi ısıtmada katı yakıt verimi en az yüzde 75, sıvı ve gaz yakıtlarda ise Sanayi Bakanlığı'nın yayımladığı yönetmelikte yer alan iki yıldız verim sınıfından daha düşük olamayacak. Ayrıca merkezi ısıtma sistemlerinde, kazana geri dönüş su sıcaklığı ile dış hava sıcaklık kontrolünü sağlayan ekonomik sistemler kullanılacak. Yönetmelik ayrıca, 2 bin metrekare üzeri işyerleri ve hizmet binalarında merkezi soğutma sistemini zorunlu hale getirdi.

Enerji verimliliğini ve ekonomik ısınmayı amaçlayan yönetmeliğe göre, isteyen herkes yaşadığı ortamı kombi veya klima kurarak istediği gibi ısıtıp soğutamayacak. Toplam alanı bin metrekareyi geçen toplu konut veya sitelerle, kullanım alanı 2 bin metrekareyi aşan ticaret ve hizmet binalarında merkezi soğutma zorunlu hale getirildi. Binalarda ısıtma ve soğutmayı merkezi hale getiren yönetmelik, ısı ve soğutma sistemlerinin faaliyeti için de kaliteli malzeme kullanmayı zorunlu tutuyor.

Enerji Performansı Yönetmeliği, kamuoyunda da tartışma konusu oldu. Kombi sektörü uygulamayı eleştirirken Kazan ve Basınçlı Kap Sanayicileri Birliği Derneği, yönetmeliğin son derece faydalı olacağı görüşünde. Derneğe göre, merkezi ısıtma sistemiyle binalarda tüketilen enerji verimli kullanılacak, israfın önüne geçilecek. Yıllık sağlanacak tasarruf ise 500 milyon dolar.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=923912&title=kombi-ile-isinmak-artik-yasak
#1575
2003-2004 döneminde görev yapan üç kuvvet komutanı, darbeye teşebbüs suçlamasıyla Ergenekon savcılarına 9 saat ifade verdi. 'Şüpheli' sıfatıyla sorgulanan ve darbe günlüklerini kabul etmedikleri öğrenilen üç emekli komutan savcılıkça serbest bırakıldı.

Türk yargı tarihinde dün bir ilk yaşandı ve üç eski kuvvet komutanı darbe teşebbüsü suçundan sivil savcılığın önüne çıktı. Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek, eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman ve eski Hava Kuvvetleri Komutanı H.İbrahim Fırtına, 2003-2004'te darbe planlamak suçlamasıyla sorgulandı. "Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz ve Eldiven" kod adlı darbe planlarında isimleri geçen emekli kuvvet komutanları, darbe soruşturması kapsamında 'şüpheli' sıfatıyla ifade verdi. Üç eski komutan, daha sonra serbest bırakıldı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili Turan Çolakkadı, üç isimle ilgili soruşturmanın sürdüğünü açıkladı.

Emekli kuvvet komutanları Örnek, Yalman ve Fırtına dün sabah 09.30'dan itibaren peş peşe İstanbul Adliyesi'ne geldi. Yalman ve Örnek'i Genelkurmay'ın tahsis ettiği araç getirirken Fırtına, avukatının cipini tercih etti. Adliyedeki savcı odalarında sorguya alınan paşalardan İbrahim Fırtına'ya, Ergenekon sanıklarından Yalçın Küçük ve Ergenekon şüphelisi Sabih Kanadoğlu'nun avukatlığını yapan Hasan Fehmi Demir refakat etti. Aytaç Yalman'ın sorgusuna ise 'sahte çürük operasyonu'nda tutuklanan askeri savcı Ahmet Zeki Üçok'un avukatı Tarık Kale'nin girmesi dikkat çekti.

İkinci Ergenekon iddianamesinde yer alan darbe planlarında isimleri geçen ancak dosyaları tefrik edilen kuvvet komutanları hakkında yargı süreci başlatıldı. Şüpheli olarak ifadeye çağrılan emekli kuvvet komutanları Özden Örnek, Aytaç Yalman ve İbrahim Fırtına dün sabah 09.30'dan itibaren peş peşe Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi'ne geldi. Üç kuvvet komutanı, saat 10.00'da savcı odalarında sorguya alındı. Özden Örnek'i savcılar Zekeriya Öz ile Fikret Seçen, Aytaç Yalman'ı savcı Ercan Şafak, İbrahim Fırtına'yı da Murat Yönder sorguladı. Kuvvet komutanlarının ifadeye alınmaları sürecine İstanbul Başsavcı Vekili Turan Çolakkadı nezaret etti. Öğle yemeği için verilen arada komutanlara korumaları tarafından dışarıdan tavuk dürüm, ayran ve salatadan oluşan menünün getirildiği öğrenildi. Yemekten sonra, ilk olarak Özden Örnek adliyenin terasına çıktı. Daha sonra elinde

Türk kahvesi ile Fırtına göründü. Fırtına gelince Örnek'in terastan ayrılarak içeri girmesi dikkat çekti.

Ergenekon savcılarından Ercan Şafak'a ifade veren Aytaç Yalman'ın ifadesi saat 17.30'da bitti. Diğer iki ismin sorgusu ise 19.50'de sona erdi. Sabah 10.00'da başlayan savcılık sorgusu yaklaşık 10 saat sürdü. Komutanlar, sorgularının ardından serbest bırakıldı. Üç emekli komutan, 20.55 sıralarında adliyeden ayrıldı. Paşalar ayrılırken görüntü almaya çalışan gazeteciler ile polis ekipleri arasında arbede yaşandı. Emekli Orgeneral İbrahim Fırtına'nın avukatı Hasan Fehmi Demir, müvekkilinin, savcılıkta kendisine yöneltilen iddiaları reddettiğini söyledi. Örnek'in de ifadesinde, kendisinin yazdığı iddia edilen günlükleri kabul etmediği öğrenildi. Komutanların adliyeden ayrılmasının ardından İstanbul Cumhuriyet Başsavcı vekili Turan Çolakkadı, gazetecilere açıklamalarda bulundu. Öncelikle bir şeyi açıklamak istediğini ifade eden Çolakkadı, "Az önce bir TV kanalında, 'Başsavcı vekili ile sohbet ediyorlar.' denildi. Öyle bir şey olmadı. İfadesi bitenler benim sekreteryada oturup, sonucu bekledi. Son kişi de bitince işlemlerini yaptık. Biz içeride değerlendirme yaptık, onlar dışarıdaydı.'' dedi.

ÇOLAKKADI: SORUŞTURMA SÜRÜYOR ELİMİZDE BAŞKA BİLGİLER DE VAR

"Eski kuvvet komutanlarının hangi suçtan sorgulandıkları" sorusunu Çolakkadı, "Suçları soruşturmanın sonunda tam olarak anlaşılır. Ama özü bu. Bildiğiniz günlüklerle ilgili sorgulamaydı esası. Başka sorularımız da var. Bunun dışında ifadenin içeriğine giremeyiz, o kısmı gizli. Günlüklerle ilgili şüpheli olarak sorguladık. Başka bilgilerimiz de var tabii. Bu soruşturmada başka bilgileri de sorduk, ama bunları açıklayamayız. Soruşturma devam ediyor." şeklinde yanıtladı. Daha önce Ergenekon sanıklarından emekli general Kemal Yavuz, eski YÖK Başkanı Kemal Gürüz gibi isimler savcılıkça serbest bırakılmıştı. Ancak bu kişiler hakkında iddia olunan Ergenekon terör örgütü davası kapsamında iddianame hazırlanmıştı. Eski komutanlarla ilgili de benzer bir hukuki sürecin işleyebileceği belirtiliyor.

İbrahim Fırtına'ya aynı davanın sanıklarından Yalçın Küçük ve Ergenekon şüphelisi Sabih Kanadoğlu'nun avukatı Murat Demirel refakat etti. Aytaç Yalman'ın sorgusuna ise 'sahte çürük raporu' davasında Albay Zeki Üçok'un avukatı Tarık Kale katıldı.

Sorguya yazılı tebligatla çağrıldılar

1 Aralık 2009: Savcılık tarafından emekli kuvvet komutanları Örnek, Yalman ve Fırtına'ya "şüpheli" olarak ifadelerinin alınması için yazılı tebligat çıkarıldı.

3 Aralık 2009: İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili Turan Çolakkadı, yazılı bir açıklama yaparak emekli kuvvet komutanlarının hafta sonu ifadeye gelmeyeceğini duyurdu.

4 Aralık 2009: Darbe soruşturmasını yürüten savcılar, yazılı tebligatın çıkarıldığını doğruladı.

5 Aralık 2009: Eski kuvvet komutanları Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi'ne geldi.

Dakika dakika tarihî sorgu
09.30 İlk olarak eski Kara Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Aytaç Yalman, Genelkurmay Başkanlığı'nın kendisine tahsis ettiği arabayla adliyeye giriş yaptı.

09.35 Eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Org. İbrahim Fırtına, avukatının siyah Mercedes cipiyle geldi ve hakim ve savcıların kullandığı kapıdan içeri girdi.

09.40 Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek, Genelkurmay Başkanlığı'nın kendisine tahsis ettiği arabayla adliyeye geldi.

10.00 Adliye binasının beşinci katında savcıların odasında kuvvet komutanlarının savcılık sorgusu başladı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili Turan Çolakkadı da sorgularına nezaret etti.

12.30 Savcılık sorgusuna ara verildi. Kuvvet komutanları öğle yemeği için adliyenin yemekhanesinde hâkim ve savcıların kullandığı bölüme geçti. Daha sonra adliyenin balkonuna çıkan komutanlardan İbrahim Fırtına'nın kahve içtiği görüldü.

13.00 Kuvvet komutanlarının sorgusu tekrar başladı.

19.50 Sorguları tamamlanan kuvvet komutanları Yalman, Fırtına ve Örnek, serbest bırakıldı.

KİM NE DEDİ?
Deniz Baykal (CHP Genel Başkanı): Türkiye'de herkes yargıya hesap vermek zorunda. Hiç kimse özel bir himaye altında tutulamaz.

Oral Çalışlar (Radikal Gazetesi Yazarı): Farklı bir sürece girildi. Türkiye, hep yaralı bir demokrasi temsilcisi olarak anıldı. Artık hukuk işliyor.

Yiğit Bulut (Habertürk Yayın Yönetmeni): Darbe yapanların sorgulanamadığı dönemden darbeye teşebbüsün sorgulandığı döneme geldik.

Sedat Laçiner (USAK Başkanı): Suçu kimin işlediğinin önemi yok. Bir an önce yargılanmalılar. Çürük elmalar temizlenmelidir.

Cüneyt Ülsever (Hürriyet Yazarı): Gelişmeyi çok hayırlı görüyorum. Merak ettiğim, darbe yapanların ne gibi bir muameleye tabi tutulacağıdır.

Prof. Eser Karakaş (Öğretim üyesi): Cuntaya karışanlar muhakkak cezalandırılmalıdır. Bunların ayıklanması TSK için gereklidir. ZAMAN

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=923928&title=turk-yargi-tarihinde-bir-ilk-yasandi-kuvvet-komutanlari-darbeye-tesebbusten-sorgulandi&haberSayfa=1
#1576
Sezgin Tanrıkulu (Eski Diyarbakır Barosu Başkanı):

Diyarbakır Barosu'nun açtığı davayı niçin reddettiniz?

Danıştay'ın taraf ehliyeti konusundaki farklı kararları, olaya siyasal baktığını ortaya koymaktadır. 2004 ve 2005 yıllarında RTÜK'ün çıkardığı özel yayın kuruluşlarının yayınları hakkındaki yönetmeliğe karşı Diyarbakır Barosu'nun açtığı davalarda Danıştay'ın 8. Dairesi ve İdari Davalar Genel Kurulu baroların bu tür davalar açmakta ehliyeti olmadığına karar vermişti. Bize, "sen barosun, meslek örgütüsün, buna hakkın yok" demişti işin esasına girmeden. Şimdi o Danıştay başka bir baroya 'dava açabilirsin' diyor. Sadece ehliyet açısından bile bakarsak çifte standart var. Danıştay, davanın içeriğine göre siyasal yaklaşım ortaya koyuyor. Davayı açan baronun ve davanın içeriğine göre yaklaşımda bulunuyor. Sadece bu bile Danıştay'ın siyasal yaklaştığını gösteriyor.

http://www.zaman.com.tr/wap.do?method=getMansetHaber&haberno=921749&sirano=3&sayfa=0
#1577
Batıda "Türkiye yönünü Doğuya çevirdi. Elden gidiyor" şeklinde bir fırtına koparmaya çalışan konsorsiyum bugünlerde yeniden pek bir faal. Türkiye Cumhuriyeti, İsrail'in "dinci" hükümetinin ajandasına uymadığı için rahatsız olan dinci ve radikal İsrailliler, pek yadırganmayacak, dahası kendilerinden beklenecek şekilde Türkiye'yi bütün Batılıların gözünde şüpheli hale düşürmeye, böylece Batı ülkelerini Türkiye'deki demokratik düzeni bozacak gelişmelere destek vermeye ikna etmeye çalışıyor.

Şüphesiz Batı basınında yer alan her hükümet eleştirisini bu şekilde görmüyorum. Açıkçası, katıldığım eleştiriler de var. Hükümet ile ilgili kendi eleştirilerimi de önümüzdeki günlerde paylaşırım. Ama, "yanlış bulduğu bir politikayı eleştirenlerle" , "Türkiye'nin başına çorap örmek isteyenler" fena halde karışıyor bu hengamede.

Doğrusu 3-4 hafta kadar önce Radikal'in internet sitesinin manşetinde böylesi bir tetikçi kalemin imzasını görünce üzülmüştüm. Yazınının içeriğinden değildi üzüntüm. Yazı, o "yazar"ın yıllardır savunduğu radikal görüşlerinin bir tekrarıydı. Ama, o "yazar"ın çeviri dışında hiçbir açıklama konmadan, "Amerikalı muteber bir think tank uzmanı" gibi takdim edilmesi bence önemli bir hataydı. Sonuçta bir başka gazetede yayınlanan yazı alıntılandığında özünü korumak önemli ama yazar ile ilgili not, kişiseldir. Hangi gazete o notu yayınlarsa onun da bu takdime katıldığı kabul edilir. Daniel Pipes'tan sözediyorum.

Adamımız bugün yine "solcu, demokrat" Radikal'in sitesinin manşetinde. Bu kez de, Jerusalem Post'ta takdim edildiği gibi, "Ortadoğu Forumu'nun başkanı ve Stanford Üniversitesi'nde misafir öğretim görevlisi" olarak takdim edilmiş. İsmet Berkan bence Doğan grubunun en zeki yayın yönetmeni. Açıkçası ciddiye aldığım saygı duyduğum bir gazeteci büyüğüm. Ancak 15 gün içinde Daniel Pipes'ın yıllardır savunduklarından farklı olmayan iki yorumunu, "Daniel Pipes'ın tartışmalı kimliğine vurgu yapmadan" site manşetine koyması, haddimi aşarak diyorum bence hata.

Bu vesile ile o "yazarı" henüz tanımayan mektup arkadaşlarıma ve Radikal'deki dostlarıma tanıtayım istedim. Türkiye'de sanıyorum en iyi Cumhuriyet okurları tanıyordur kendisini zira Cumhuriyet'in gözünde pek bir muteber. AKP hükümetinin İslamcı politikalarıyla Türkiye'yi Batıdan kopardığını anlatıyordu Pipes, Radikal'in 3-4 hafta önce web sitesinin manşetine koyduğu yorumunda. Jerusalem Post'ta önceki gün yayınlanan yazısında ise uçmuş; "Erdoğan, Keith Ellison ve Tarık Ramazan, Bin Ladin'den bile tehlikeli" demiş. Yazısının bir çevirisi, Haber7'nin bugünkü haber akışı içinde var.

Bir konuya daha dikkat çekmek isterim. Bu yazıda "İsrail sağı ve siyonist ırkçılar" eleştiri konusudur. Mektubumun asla katılmayacağım tam tersi bir ırkçılığa alet olmasına üzülürüm. Dünyada İsrail hükümetine tepki gösteren sadece Türkiye değil. Artık, BM'den üst düzey Amerikalı yöneticilere, Avrupa'dan Rusya'ya kadar birçok odak, sağcı İsrail hükümetinin bölgeyi bir felakete götürebilecek politikalarına tepki gösteriyor. Ancak bence daha önemlisi, Yahudiler içinde de hatırı sayılır bir oran Netanyahu hükümetine ve Likud politikalarına tepki gösteriyor. 

Gelgelelim, İsrailin dinci ve ırkçı politikacılarını eleştirenlere tepki gösterenler arasında İsrailli olmayan bir tek ABD'deki bir kısım Neoconlar ile bizim bir kısım hızlı kalemşörümüz kaldı. 

"1990'lı Yıllar Ne Güzeldi Partisi"

Pipes'ı tanımayan biri Radikal'de tercümesi yayınlanan yazıları okuduğunda, bir Batılı uzmanın Türkiye'nin son aylardaki dış politika açılımı hakkında ya da hükümet politikaları hakkında yazdığını sanabilir. Oysa ki adamımız benzer yazılarını AKP'nin iktidara geldiği ilk günden beri yazıyor. Şahsen Batı'da fanatik ırkçılar dışında Pipes'ı ciddiye alan pek olmadığı için değer vermiyorum analizlerine.

Daniel Pipes, gerek, milli bir kurumumuzun gücünün ve itibarının bazı kesimlerce istismar edilebildiği ara dönemlerin yaşanmadığı, gerekse de bugünlerde yeniden birleşerek gündemimize yeniden giren "1990'lı yıllar ne güzeldi partisi"nin yönetmediği her Türkiye'yi İsrail'e tehdit gören aşırı sağcı siyonistlerin en önde gelen sözcüsü.

Kendisinin sitesinde 1995 yılında yazdığı bir Türkiye yazısı var. Okuyunca adeta bir cennet tasviri görüyorsunuz. Doğal güzelliklerimizi değil tabii ki Türkiye'nin o günkü ekonomik ve politik düzenini övüyor. O ekonomik ve politik düzeni özleyen kaç Türk var çok merak ediyorum. Pipes'ın ve İsrail'in bugünlerde 1990'lı yılların Türkiye'sini çok araması normal.

Arşivinde 2002 senesinden beri onlarca "Türkiye elden gidiyor" yazısı olan Pipes'ı tıpkı ekürisi Michael Rubin gibi "Amerikalı uzman" sanan büyük hata yapar. İkisi de herşeyden önce ve önemlice İsrail için çalışır. Ve bunu Amerika'da bilmeyen yoktur, Görüyorum ki Türkiye'de gizleyen çoktur.

İsrailli "aşırı dinciyi" seven Türk "profesyonel laikler"

Daniel Pipes gerçek bir "profesyonel". Bir fabrikatör. Ömrünü, "dünya İslamdan ve Müslümanlardan kurtulmadıkça 'bize rahat yok" kör inancına adamış bir fanatik. Bugünkü yazısında Başbakan Erdoğan, Tarık Ramazan ve Keith Ellison'u Bin Ladin'den tehlikeli göstermesi de bunun bir başka delili. Radikal Erdoğan'ı görünce atlamış hemen. Belli ki diğer isimlerle çok ilgilenmiyorlar. Erdoğan'ı savunmak benim işim değil. Pipes'ı biraz olsun bilen de onun İslamla sorunun Erdoğan ile başlamadığını bilir.

Karşımızda Keith Ellison'u bile "Ladin'den tehlikeli" gören hasta ve "dinci" bir zihniyet var. Ellison, ABD Kongresinin ilk Müslüman üyesi. Midwest'in en ilkeli adamları olan Minneapolisli solcuların adayıdır ve onların oyuyla kazandı. Ellison'ı seçildiği 2006 yılından beri takip ediyorum. Bu adamın politik çabalarında, açıklamalarında, katıldığı toplantılarda "Müslüman olmak" dışında tek bir "İslamcı" vurgu yok.

Ben Pipes'ın bu nefret dolu beyanının, Ellison'ın Amerikalıları, "Müslümanlar da öcü değilmiş, bizim gibi insanlar" diye düşündürmeye başlamasından başka bir sebebini bulamadım. Ellison namaz kılıyor. Sanıyorum onu tehlikeli yapan da bu. Pipes, namaz kılan bir Müslümana güven olmayacağına inanır. Ne tür Müslümandan hoşlandığını da geçen yıl "Ilımlı İslam nedir?" başlıklı mektubumda aktarmaya çalışmıştım.

Zaman zaman İsrail Likud Partisini hatta onun eski lideri Ariel Şaron'u bile ılımlı bulup eleştirebilecek kadar "aşırı dinci" biri. Beni şaşırtan noktalardan biri bu. Nasıl oluyor da "dincilik" konusunda bu kadar hassas olan bazı çevrelerimiz, "İsrailli aşırı dincilere" bu kadar yakınlık duyabiliyor. Saçmalık dolu yazılarını manşetten yayınlayacak, yorumlara referans yapacak kadar değer veriyor.

Daniel Pipes ve kankası Michael Rubin, Ergenekon takımının en hızlı günlerinde Türkiye'yi adeta mesken tutmuştular. En milli kurumlarımızın, birçok Türk kökenli gazeteciyi bile güvenilir bulmadığı için sokmadığı en mahrem mekanlarında en mahrem konferanslara katılıyor "tebliğler" sunuyorlardı. Demek o kurumumuzda da, "bazı dinlerin dincilerini" akredite görenler bulunabilmiş vaktiyle.   

Daniel Pipes'ın liderlik ettiği iki güzide oluşumu da tanıtmak isterim. Birincisi, Middle East Forum. Radikal'in çevirisinde Ortadoğu Forumu dediği şey bu. 1990'larda Daniel Pipes tarafından kurulmuş Philadelphia merkezli çakma bir think tank. Türk ulusalcılar ve İsrailli sağcılar dışında bu müesseseyi ciddiye alanı görmedim. Middle East Quarterly diye de bir yayın organları var. O derginin şu andaki yayın yönetmeni ise bazı Türk ulusalcıların bir başka kahramanı Michael Rubin. 

Irak'taki ABD yönetimin danışmanı olarak Irak'ta çalıştı Rubin. Pentagon'da görevliydi aynı yıllarda. 2002 - 2004 yılları arasında Kuzey Irak'ın Selahadin ve Zaho şehirlerinde "öğretim üyeliği" yaptıktan sonra 2008 senesinde Türkiye'ye geldi ve "Barzani'yi de İmralıya tıkmadığınız sürece Kürt sorununu çözemezsiniz" diye ara dönem gazı vermeye kalktı. Ne tesadüf Türkiye'de bazı çevrelerin "Türkiye Kuzey Irak'a girsin" havalesi geçirdiği günlerdi. Allah'tan ki basiretli komutanlarımız da hükümet de bu gaza ve tahrike prim vermedi.

Bu iki faşist ırkçının sözcülüğünü yaptığı Neocon hareketi, Ortadoğu'da "askeri müdahaleyle modernleştirme" stratejisinin mimarı. "Kültür savaşına" inanıyorlar. Pipes ve Rubin'in Middle East Forum'u da bu düşünceye yürekten bağlı. "Ortadoğu'daki Amerikan çıkarlarını savunmak için" kurulduğunu söylerler ama ABD'de herkes ve orta seviyede Amerika bilgisine sahip her yabancı, "İsrail'in çıkarları ve ABD'nin bu çıkarlara göre yönlendirilmesi" için kurulduğunu bilir. Peki Türkiye'deki en yakın müttefikleri kim? Uçan kuşu bile "Amerikacılıkla ve İsrail'e hizmetle" suçlayan bazı çevreler.

Tabi bu kurumun ABD'den sonra en önemli takip konusu Türkiye'dir. Middle East Forum da, Daniel Pipes da, Michael Rubin de, son 8-9 yıldır nerdeyse her ay bir kez, "Güçlü bağımsız onurlu Türkiye elden gidiyor. Uygar Türk ordusu bu gidişata dur desin" makaleleri yayınlıyorlar. Bu cümlelerdeki "oksimoron" benim eserim değil. Böyle bir manzara var. "Onurlu bağımsız devlet" olmamız için kendini paralayan "İsrail kökenli Amerikalı uzmanlar" var. Geri sardırayım da bir daha seyredelim pozisyonu;

- Bazı ulusalcılar, Türkiye'nin bağımsızlığını savunuyor ve sabah akşam AKP'yi bu bağımsızlığı ortadan kaldırdığını iddia ediyor. ABD'de Türkiye'de dahil bölgedeki herşeye gerekirse askeri güçle müdahale edilmesini isteyen Pipes, Rubin gibi ırkçı fanatikler ve nerdeyse önde gelen bütün Neoconlar da bu ulusalcılara destek veriyor.

- Ulusalcı gazetelerde (mesela Cumhuriyet gazetesi) Rubin ve Pipes gibi adamlar sıklıkla "Amerikalı objektif uzmanlar" olarak referans gösteriliyor. Cheney'nin ve sağcı İsraillilerin tetikçileri Washington Times ve New York Sun, Cumhuriyet mitinglerini destekliyor, açıkça "askeri darbe olmadan Türkiye düzelmez" diye yazıyor, gün aşırı AKP'ye giydiriyor.

- İsrail tankı üzerinde ihtiyaç gideren güvercini bile anti semitizmle damgalayan İsrailli sağcı bir takım adamlar, Türkiye'de, uçan kuşun şeceresinde Yahudilik arayan ulusalcı kalemşörlerle ittifak içinde. 

Ve bütün bu garip tablo Türkiye'de hiç yadırganmıyor.

"Fişlemenin ustası, fişçi cuntalar hastası"

Daniel Pipes efendinin bir diğer görkemli oluşumu "Campus Watch" adlı ispiyon şebekesidir. Benim bu adamı Radikalin manşetinde gördüğümde en büyük şaşkınlığım da bundan kaynaklandı. Hadi Radikal, Pipes'ın Müslümanlık karşıtı tavrında çok da yadırgatıcı şeyler bulmuyor. Ama hem "solculuğun evrensel değerlerinden yana olduğunuzu" söyleyeceksiniz hem de solculuğun her türlü evrensel değerine küresel savaş açmış Pipes'ı dipnottan "akademik uzman" olarak tanıtıp manşete çekeceksiniz. Masaya turşuyu koyup perhiz konusunu açarım.

ABD üniversitelerinde Neocon ajandayı eleştiren solcu ve objektif akademisyenleri ve akademik kurumları fişleyen faşist bir çetenin fikri ve organik lideri var karşımızda. Pipes bugün birçok Amerikan Üniversitesine konferans vermeye bile gidemiyor. Öğrenciler ve öğretim üyeleri "akademik özgürlüğün esas olduğu bir kampüste ispiyoncu faşist istemeyiz" deyu ayaklanıyor da ondan... 2005 yılında Toronto Üniversitesine konferans için çağrıldı da, üniversite ayağa kalktı. Solcu Türk medyasının böyle birine hala "yazı adamı" muamelesi yapması son derece düşündürücü.

"Campus Watch (Kapüs Takip)" adından da anlaşılacağı üzere bir ihbar mekanizması. Bir üniversite Ortadoğu sorununda İsrail tezlerine uymayan bir makale mi yayınladı, bunlar hemen fişliyor. Bir üniversite Ortadoğu kökenli bir akademisyen mi aldı, ihbarcılarımız orda. Üniversitelerde ABD ya da İsrail politikaları mı eleştirildi. "Eyvah üniversitelerimiz İslamistlerce, İslamist aşıklarınca ele geçirildi."

"İslamsever, Arapsever, Amerika düşmanı akademisyenler listesi" yapma çılgınlığı bile gösterdiler. Amerikalı sağcı öğrencilerden üniversitelerinde Neocon ajandayı eleştiren her akademisyeni, her öğretmeni her kitabın adını ihbar etmelerini istediler ve sitelerinde yayınladılar. Yüzlerce akademisyen bu ucuz McChartyciliğe tepki göstererek gönüllü şekilde siteye kendi adlarını ekleyince listeyi sitelerinden kaldırdılar. Ama listelemeye fişlemeye bugün bile devam ediyorlar.

Ulusalcılığın evrensel solculukla hiçbir alakası olmadığını görmek için siyaset bilimi akademisyeni olmaya gerek yok, "emekçi" olmak yeterli. 8 yıldır cüretkar bir şımarıklıkla Amerikan solcularının ve gariban göçmenlerin ensesinde boza pişiren ihbarcı ve ırkçı bir faşistin, sol ve demokrat bir gazete tarafından Türk okuruna akademisyen diye takdim edilmesi son derece rahatsız edici.

Kaldı ki birçok akademisyen Pipes'ın "üniversite düşmanlığının" sebebinin çok istediği halde bir türlü akademisyen olamaması olduğunu belirtiyorlar. Türkiye'de yayınlanan çeviride Pipes, nerdeyse Stanford Üniversitesi öğretim üyesi gibi takdim edilmiş ki, akademisyenlikle uzaktan yakından ilgisi yoktur.     

Pipes efendi şapkasından "Campus Watch"tan sonra bir de "İslamist Watch" çıkardı. CW, ABD ile sınırlıydı çok yerel kalıyordu. İW ise daha küresel bir mücadelenin karargahı oldu. 2006 yılında kurulan küresel fişleme organizasyonunun başına Belçikalı faşist ve yabancı düşmanı Paul Belien getirildi. Avrupa'nın ve Amerika'nın Müslümanlardan ve Müslüman aşığı solculardan temizlenmesi mücadelesi veriyor. Batı aleminde "islamizmin işgali tehdidi altında olunduğu" korkusunu yaymaya çalışıyor. İslamist Watch'ın sizi fişlemesi için, "Müslümanlardan ölesiye nefret etmemeniz" yeterli.

Türkiye'deki irtica edebiyatı ile dolu birçok makaleyi okuduğumda internette hangi sitelerden beslendiklerini anlamamak mümkün değil. Bazı aydınlarımızın, İsrail, Avrupa ve Amerika'nın en bağnaz, en faşist en ırkçı insanlarıyla bu derece hemhal olmasını sorgulamaması ne acı... 

Nostradamus halt etmiş

Pipes'ın İslamla küresel mücadele eylem planı yeni değil aslında. Fikren daha eskiye dayansa da 1990'ların ortasında ilk defa eyleme dönüştü. 1995'te Oklahoma'da patlayan bombadan hemen sonra olayı İslamcıların yaptığı yalanını ABD'de yayan iki kişi Daniel Pipes ve bugünlerde bir başka projede yoldaşlık yaptığı, her Müslümanı potansiyel bombacı gören araştırmacı (!) gazeteci Steven Emerson'du. Pipes, Oklahoma'daki olayın sıcaklığı içinde USA Today gazetesine "Amerika, İslamcıların saldırısı altında" açıklaması bile yaptı. Saldırıyı yapanın federal hükümet karşıtı Amerikalı terörist Timothy McVeigh olduğu ortaya çıkıncaya kadar, birkaç günde birçok Amerikalının kafasında "İslamcı terörizm" kavramını yerleştirmeyi başardılar. Bu yalana balıklama atlayan bizim medyayı da hatırladım şimdi. Hey gidi...

Tabi Pipes'ın her öngörüsü böyle isabetsiz çıkmadı, hakkını vereyim. 11 Eylül'den tam 3,5 ay önce 31 Mayıs 2001 günü ne tesadüf yine araştırmacı (!) gazeteci yoldaşı Emerson ile beraber Wall Street Journal gazetesine yazdığı "Terrorism on Trial" başlıklı makaleyle, El Kaide'nin, İran'ın kendisine sağladığı mühimmatla Lübnan'da "yüksek binalar nasıl çökertilir" eğitimi aldığını yazdı. Aynı yazıda, El Kaide'nin World Trade Center takıntısı olduğu da belirtiliyor. Bir tek tarih vermemişler. Kadir İnanır gibi karşısına geçip, "Ulen sen ne öngörülü ne nostradamus bir nadam çıktın nöyle" diye iki tokat aşkedesim var.  Doğrusu, Amerikalı istihbarat yetkilileri, dağlarda El Kaide teröristi takip edeceklerine Pipes'ın yazılarını takip etseler, 11 Eylül faciasını engelleyebilirmiş. 

Bush, işte bu Pipes'ı ABD Barış Enstitüsü'ne üye atamaya kalktı. Tabi  Demokrat Partili Senatörler gerekirse kürsüyü işgal edip(filibuster) bu akıl almaz atamanın onaylanmasını engelleyecekleri tehdidinde bulununca Bush atamayı geri çekmek zorunda kaldı. Irak savaşına gönülden destek veren neo- ateizm mücahidi Christopher Hitchens bile Pipes gibi bir fanatiğin adı barış olan bir enstitüye üye atanmasına  "oha!" dedi.

Hitchens, Popüler internet sitesi Slate'te 11 Ağustos 2003 günü yayınladığı "Pipes the Propagandist" başlıklı yazısında, Pipes'ın akademik analiz ile propagandayı fena halde karıştıran duygusal bir saplantı içinde olduğunu çeşitli örneklerle anlatarak, "Pipes" ile "barışı" bağdaştıramadığını kaydetti. "İslamla küresel savaş isteyen Pipes'ın felsefesine ters şekilde neden bir barış kurumuna girmekte ısrarlı olduğunu anlamadığını" da ekleyerek... Yani kısaca "dostum bu ne bu takiyye?" demeye getiriyordu. Pipes, adı ne kadar barış enstitüsü olsa da Cheney yönetiminin marifetiyle dönemin savunma bakan yardımcısı Douglas Feith ve AIPAC'tan Harriet Zimmerman gibi üyeleri olan bir yere "bile" aşırı kalmıştı.

Obama dini bütün bir müslüman iddiası da onun eseriydi

Obama'nın seçim sürecinin başında, "Obama dini bütün bir Müslüman" yalanını ilk dolaşıma sokanın Pipes olmasına da artık şaşırmazsınız. O ve şürekası, o günlerde yazdıkları birçok makalede, "ABD'nin Müslümanlarca içten ele geçirilmekte olduğu" zırvasını dillendirmekten çekinmediler. Ben Pipes'ın, "Ladin'den tehlikeliler listesinin" kendinde mahfuz kısmında Obama'nın adının da bulunduğuna eminim.     

Daha düne kadar Avrupa Birliği üyeliği çabalarını Türkiye'yi satmak olarak göstererek bizi korkutmaya çabalayan hızlılarımızın, "Türkiye'nin Avrupa'da işi ne" diyen ırkçı Batılılı tetikçilerle kolkola dünyaya "Türkiye batıdan uzaklaşıyor" korkusu pompalamaya çabaları hem komik hem de çok ibret verici.

"İslamcı terörizm" korkusunun artık çalışmadığı ortadaydı. Korku esnafı, 20 senedir pazarladığı korkunun aniden önemsiz olduğuna karar vermiş ve dilinin altındaki 2.0 sürümünü piyasaya sürmüş. Ucuzluğu daha ilk bakışta anlaşılan bu yeni ürünün de ilk müşterilerinin Türkiye'den çıkması ne üzücü...     

Allah ülkemizi, bölgemizi ve tüm insanlığı fanatiklerin şerrinden, herbirimizi de içimizdeki fanatikten korusun.

Cemal Demir - Haber 7
cemaldemir111@gmail.com

http://www.haber7.com/haber/20091126/Kim-bu-Daniel-Pipes-denilen-yazar.php
#1578
Yükseköğretim Kurulu (YÖK), Danıştay'ın katsayı uygulamasını geri getiren kararına çarşamba günü itiraz edecek. Arefe günü kararı tebliğ eden Danıştay'ın 7 gün süre vermesi sebebiyle bayram boyunca çalışan Kurul, itiraz dilekçesinde kararın gerekçelerini tek tek çürütüyor.

Katsayının kaldırılmasının 'hukuka ve yasalara aykırı olmadığı' kanun maddeleri eşliğinde anlatılıyor. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nun iptal kararını kaldırması gerektiği vurgulanıyor. Danıştay'ın gerekçeli kararında yer alan 'liseler arasındaki statü farkı' iddiasının kanuni dayanaktan yoksun olduğu belirtilen taslakta, tüm liselerin ortaöğretim kurumu olduğu hatırlatılıyor. "Danıştay 8. Dairesi'nin görüşünün kabulü; uluslararası sözleşmeler ve Anayasa'mızda var olan kişinin kendini geliştirmesi, eğitim hakkı ve özgürlüğüne aykırı eğitimde adeta kast sisteminin kabulüdür." deniliyor. Mevut uygulumanın, öğrencinin ailesi tarafından alınan kararları değiştirmesini imkânsız kıldığına dikkat çekilen dilekçede, bunun da modern kast sistemleri oluşturacağının altı çiziliyor.

Geçmiş yıllarda yapılan başvuruları 'yetki YÖK'te' diye reddeden Danıştay, katsayının kaldırılması üzerine açılan davada bu kez YÖK'ün bu yetkilerini görmezden gelmişti.


Danıştay, katsayı kararıyla eğitime 'kast sistemi' getirdi

Danıştay kararının 'hukukî dayanaktan yoksun, bilimsel olmayan, yüzeysel ve kanunlar arasında zoraki bağ kurduğu' savunulan dilekçede, şu ifadeler yer alıyor: "Meslekî ve teknik öğretimin tüm paydaşlarının görüşleri ile katsayı uygulaması öncesi ve sonrasındaki durumu gösteren sayısal veriler katsayının meslekî eğitimi olumsuz etkilediğini açıkça göstermesine rağmen, mahkemenin soyut iddialar dışında hangi bilimsel araştırma bulguları kullanılarak yürütmeyi durdurma kararı verdiği anlaşılamamıştır. Bu yüzden eksik inceleme yapıldığı kanaatindeyiz."

Tüm üniversitelerden alınan görüşler doğrultusunda daha sağlıklı bir seçme ve yerleştirme sistemi kurmak amacıyla yeni bir sistem getirildiğini anlatan YÖK, 'Anayasa, kanunlar, hukuk devleti ve fırsat eşitliği ilkesine uygun bir değişiklik yaptıkları'nın altını çizdi. Anayasa'da ve yasalarda YÖK'ün yetkileri hatırlatılırken üniversiteye giriş sınavının hangi esaslara göre yapılacağının belirlenme yetkisinin YÖK'te olduğu vurgulandı.

Katsayının yasal dayanağının olmadığına dikkat çekilen taslak itiraz dilekçesinde şu görüşler dile getirildi: "Ne 2547 sayılı kanunun 45. maddesinde, ne de yükseköğretime ilişkin diğer yasal düzenlemelerin hiçbirinde, meslekî ve teknik öğretim mezunlarının, sınavda genel lise mezunları ile aynı seviyede başarılı olmaları halinde, genel lise mezunları lehine bir düzenleme yapılmasını ima eden bir hüküm bulunmaktadır. Tersine, tüm hukukî düzenlemeler ve verilen haklar meslekî ve teknik ortaöğretimi ilköğretim mezunu öğrenciler için genel liseye göre daha cazip kılmaya, bu yolla daha çok öğrencinin genel lise yerine meslek lisesine gitmesini sağlamaya yöneliktir. Ülkemizin ihtiyacı da bu yöndedir."

Dilekçede üniversiteye giriş sınavının genel lise mezunlarının gördükleri müfredat esas alınarak hazırlandığı, bu açıdan genel lise mezunlarının zaten dezavantajlı olduğuna işaret ediliyor. Sadece meslek liseleri açısından değil, genel liselerin farklı alanlarındaki öğrencilerin de farklı katsayı uygulamasından olumsuz etkilendiği belirtiliyor. Ardından şu örnek veriliyor: "Birisi Anadolu lisesi, diğeri meslek lisesi mezunu iki öğrencinin üniversite yerleştirmedeki sıralama sınavında aynı soruları cevapladığını varsayalım. Meslek lisesi mezunu öğrencinin ortaöğretim sırasında daha az matematik, fizik veya biyoloji dersi görmüş olmasına rağmen Anadolu lisesindeki öğrenciyle aynı düzeyde başarı göstermesi, ya çok çalışmasının veya daha yetenekli olmasının bir sonucu olabilir. İki durumda da meslek lisesi öğrencisi cezalandırılmayı değil, ödüllendirilmeyi hak etmektedir."

Kararın hukukî temeli yok çarşamba günü itiraz ediyoruz

YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, Danıştay'ın katsayı kararının 'hukuki temelini bulamadıklarını' söyledi. 'Zorlama ve sırıtan bir karar' değerlendirmesinde bulunan Özcan, öğrencileri mağdur etmeyecek bir çözüm getireceklerini açıkladı. Meslek liseleri ile genel lise öğrencileri arasına küçük bir katsayı konulması, ortaöğretim başarı puanının etkisinin düşürülmesi gibi birkaç alternatif üzerinde çalıştıklarını belirten Özcan, gerekirse Meclis'ten kanuni düzenleme isteyeceklerini kaydetti. "Kanunda meslek liselerine katsayı uygulanır diye bir hüküm yok. Mahkeme nasıl böyle bir karar verdi, bilemiyorum." diyen Özcan, üniversiteye girişi düzenleme yetkisinin Anayasa ve yasalar gereği YÖK'te olduğunu vurguladı. Kararın kendilerine bayramdan bir gün önce geldiğini ve itiraz için bayramda çalıştıklarını belirten YÖK Başkanı, itiraz dilekçesinin son halini verdikten sonra çarşamba günü Danıştay'a göndereceklerini dile getirdi.

Öğrenci velileri davaya müdahil olacak

Meslek liselerinde okuyan öğrencilerin aileleri, Danıştay'a itiraz etmeye hazırlanan YÖK'ü yalnız bırakmıyor. Mağdur olduklarını belirten aileler, davaya müdahil olma talebinde bulunacak. Hukukçular Derneği Başkanı Kamil Uğur Yaralı, birçok ailenin kendilerine başvurduğunu açıkladı. Hukukçuların oluşturduğu bir dernek olarak, haksızlığı kabul edemeyeceklerini belirten Yaralı, ailelere gerekli desteği hiçbir çıkar beklemeden vereceklerini söyledi. Boğaziçi Avukatlar Derneği Başkanı Bilal Çalışır da bu konuda ailelere yardımcı olacaklarını dile getirdi.

Meslek liselilerin üniversiteye girişlerini engelleyen katsayı uygulamasının ilk mağdurlarından İnönü Teknik Lisesi Elektronik Bölümü mezunu Yahya Yardım, kız kardeşi Hülya Yardım'ın aynı akıbeti yaşamasını istemiyor. Bunun için de gerekli hukuki mücadeleyi vereceğini kaydediyor. Meslek liseli ailelerin artık tahammülünün kalmadığını vurgulayan Yardım, "Bu haksızlık artık bitsin. Umutlar suya düşürülmesin. Ülkenin genç beyinleri boş yere harcanmasın." diyor. Konya Meram Atatürk Kız Meslek Liseli Bilgisayar bölümü öğrencisi Halime Sarp'ın babası İbrahim Sarp, "Yıllardır var olan bir haksızlık ortadan kalktı diye sevinmiştik. Kızımın sevinci tarif edilmeyecek kadar yoğundu. Ama bayram öncesi verilen karar başta kızım olmak üzere hepimizi üzdü. YÖK itiraz edecek fakat mağdur ailesi olarak biz de bu karara müdahil olmaya hazırlanıyoruz." ifadelerini kullanıyor. Başakşehir Özel Burç Anadolu İletişim Meslek Lisesi Radyo Televizyon bölümü öğrencisi Fetullah Eser'in velisi Mehmet Akif Eser ise şöyle konuşuyor: "Ortada açık bir hukuksuzluk var. Hukuk camiası bu konuda hemfikir. Konuştuğumuz hukukçular öğrenci velisi olarak YÖK ile birlikte Danıştay'ın yürütmeyi durduran kararına müdahil olma hakkımızın olduğunu söyledi. Mağdur olmuş bir öğrenci velisi olarak, her türlü hukuki hakkımızı kullanacağız." TANJU ÖZKAYA İSTANBUL

Mahmut Çelikus (Esnaf ve Sanatkârlar Derneği Başkanı)
Bu karar çağdışı ve hak gaspı

Türkiye'nin muasır medeniyetler seviyesine yükselmesi için 28 Şubat döneminden kalma uygulamalara son verilmesi şart. Danıştay ve İstanbul Barosu'nun girişimi Türkiye'nin hafızasında kötü bir anı olarak kalacak. Yanlış hesap Bağdat'tan döner. Bu mağduriyetin giderileceğini umuyor ve gençliğimize hakkı olanın verileceğine inanıyoruz. Yüz binlerce gencimize ve ailelerine büyük üzüntü yaşatıldı. Dünyada meslekî eğitimin yaygınlaştırılması için yoğun çaba sarf ediliyor, Türkiye'de ise köstek vuruluyor. Muasır devlet seviyesine çıkmak için meslekî eğitimden başka yol yok. Karar çağdışı bir uygulama ve hak gaspı.

Hüseyin Akça (Bağımsız Eğitimciler Sendikası Genel Hukuk Sekreteri)
Gençlerin geleceğini heba ediyorlar

Gençlerin geleceği, eğitime pedagojik değil ideolojik bakanların elinde heba oluyor. Türkiye'de, meslekî ve teknik eğitimin ortaöğretim içerisindeki payı düşük. Avrupa Birliği ülkelerinde bu oran bizimle ters orantılı. Yaklaşık yüzde 70 meslekî ve teknik eğitim, yüzde 30 akademik eğitim seviyelerinde. Bu nedenledir ki AB'de üniversite önlerinde büyük yığılmalar olmaz. Hiçbir AB ülkesinde ortaöğretimden yükseköğretime geçişte böyle bir adaletsizlik yok. Tam tersine meslek lisesi mezunları lehine ayrıcalık tanınır. Üniversiteye girişte, meslek lisesi mezunları aleyhindeki bu farklı katsayı uygulaması, ekonomik olarak düşük gelir düzeyindeki sosyal tabakalara mensup vatandaşlarımıza karşı yapılan ekonomik koşullara dayalı bir ayrımcılıktır.

Raşit Güntaş (Denizli Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği Başkanı)
Ülkenin önünü tıkıyorlar

Ülkemiz 2023 yılında 500 milyar dolarlık ihracat hedefi koyduysa, buna ulaşmak demokrasinin bütün haklarının kullanılmasıyla mümkün olur. Meslek liselerinde okuyan çocuklar, Türkiye Cumhuriyeti'nin kalkınmasına, ekonomisine en büyük faydası olacak insanlardır. İşyerlerimizde kalifiye elemanlara ihtiyaç var, onların yolu da buradan geçiyor. Meslek liselerinin önünün bu şekilde tıkanması, ülkenin önünün tıkanması anlamına gelir. Eşitlik kurallarının uygulanması gerekir. Bu okullar da diğerleri gibi hak ve hürriyetlere sahip olmalı.

Necdet Özer (Denizli Ticaret Odası Başkanı)
Düz lise sayısı azaltılmalı

YÖK'ün düzelttiği karar doğruydu. Sanayi, ticaret ve ihracatı konuştuğumuz bugünlerde ara eleman açığı söz konusu. Katsayılar eşitlenmeli ki ara eleman ihtiyacı karşılansın. Türkiye'nin kalkınmasının yolu, meslek liselerinden geçiyor. Bunu yapmadan sanayide hamlenin imkânı yok. Düz liseler mümkün olduğunca azaltılmalı, meslek liseleri artırılmalıdır. Öğrendiğimiz kadarıyla bu konuda meslek liselerine haksızlık yapıldığı kanaatindeyim, çünkü bu öğrenciler düz lise müfredatını okuyor, ayrıca ek dersler alıyor. Aslında bunun ödüllendirilmesi lazım. Bence puanlarını azaltmak bir yana, meslek liselerine giren kişilere daha fazla puan verilmeli ki, herkes bu okullara yönelsin.

Rıdvan Kaya (Özgür-Der Genel Başkanı)
Karar, Ergenekon'un hukuksal kılıfı

Karar bütünüyle hukukun dışında, ideolojik örgütlenmenin ortaya çıkardığı Ergenekon mantığının hukuk kılıfına büründürülmüş hali. Danıştay'da dava açılırken İstanbul Barosu başvuru yapmıştı ve Baro Başkanı, eşitlik kararının anlamsız olduğunu ve adaletin ancak eşitler arasında sağlanacağını söylemişti. Burada halkın bir kesimini diğer kesimi ile eşit görmeyen bir anlayışın mahkeme kararı ve oybirliği ile tescillendiğini görüyoruz. Hukuktan değil, Ergenekon zihniyetinin hukuk adına halka dayatılmasından söz edebiliriz.

İbrahim Solmaz (Eski ÖNDER Başkanı)
Tam bir çifte standart örneği

Meslek lisesi öğrencilerinin mağduriyeti sebebiyle başvurular vardı. Danıştay, YÖK'ü haklı buldu. 'YÖK'ün aldığı her karar geçerlidir, bu hususta tek merci YÖK'tür' dedi. Şimdiki kararı çifte standarttır. Öğrencilerin eşitlenmesi, başarabilen öğrencilere istediği alanda okuyabilme imkanı sunulmasının reddedilmesi haksızlıktır. YÖK yeni bir düzenleme yaparak, mağduriyeti ortadan kaldıracaktır. Öğrenciler çalışsınlar, mağduriyetle ilgili konuları kafalarına takmasınlar.

Ahmet Gündoğdu (Memur-Sen Genel Başkanı)
Yargıçlar Anayasa'yı çiğnedi

Danıştay, meslek liselilere bayram öncesi matem yaşattı. Bazı okulların önünü kesebilmek için eğitimde fırsat eşitliğinin ihlal edildiği dünyada başka ülke yok. Anayasa'ya niçin eğitimde fırsat eşitliği maddesi konuldu? Anayasa'ya en uyması gereken yargıçlar neden bu karara uymuyor? Türkiye'nin geleceğinin aydınlatılmasını engelleme adına talihsiz bir karar. Evrensel hukuk nezdinde bir kötü not daha almış oldular. Anayasa nezdinde kendi öğrencilerinin başarısını, hakkını hukuka engellettiler.

Gençler, yaşadıkları mağduriyetin öfkesini ömür boyu taşıyacak

Kanuni düzenlemeler, yönetmelikler, iptaller, yargı kararları... Kâğıt üzerinde yapılan bir değişikliğin insan psikolojisinde neye karşılık geldiği çoğu kez görmezden geliniyor. Bir çırpıda verilen bir karar, bazen binlerce insanın hayalini yıkıyor... Danıştay'ın son kararı da on binlerce ailenin ve gencin psikolojini etkiledi. Psikiyatrist Prof. Dr. Kemal Sayar, belirsizlik ortamı kadar gençleri üzen, yaralayan başka hiçbir şeyin olmayacağını vurguluyor. Meslek hayatında gerek katsayı gerekse başka alanlardaki ayrımcılık yüzünden ciddi sıkıntılar yaşamış insanlarla karşılaştığını söylüyor. Sayar'a göre bu tür olayların geleceğe dönük ciddi yansımaları var: "Bu karar, ciddi bir ümitsizlik buhranına dönüşebilir. Bu buhran çocuğun, kendi ülkesini daha iyiye taşıma noktasında ideallerini törpüleyebilir. Hatta gençlerde, kendilerini bu kararla engellediğini düşündüğü kesime karşı bir öfkeye dönüşebilir." Sayar, böylesi bir öfkenin yansımasının yalnızca şiddet olmayacağına dikkat çekiyor. Gençlerin yurttaş olarak sorumluluklarını ihmal etmesine, "Zaten ben çok büyük bir haksızlığa uğradım, bu devlete ne vereceğim ki?" tarzında düşüncelere yol açabileceğine işaret ediyor. Hayal kırıklığının 'pasif agresyon' denilen ve açık bir şekilde şiddete dönüşmeyen 'ihmalkârlık, umursamazlık, memleketi sahiplenmezlik' gibi bir tavra dönüşebileceği uyarısında bulunuyor. Sayar, toplumun her kesimindeki gençlere umut verilmesi gerektiğinin altını çiziyor.

Gençlerin yaşadığı bu sancılı süreçte en büyük görev ailelere düşüyor. Prof. Dr. Sayar, ailelere, 'alternatif yolları araştırmaları, çocuklarının mağdur olmamaları için gayret sarf etmeleri' tavsiyesinde bulunuyor. Psikolojideki 'koşulsuz sevgi' kavramına dikkat çeken Sayar, şöyle devam ediyor: "Çocukların kendi elinde olmayan sebeplerle böyle bir engellemeye uğramaları, onların başarısız oldukları anlamına gelmez. Çocuk ellerinden ne geliyorsa yapmaya, aileler de koşulsuz bir şekilde onları sevmeye devam edecek."

Aslıhan Köşşekoğlu-İstanbul

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=921497&title=yokten-danistayin-kararina-hukuk-manifestosu-gibi-itiraz&haberSayfa=0
#1579
Poyrazköy'ün izini süren savcılar, Deniz Kuvvetleri'ndeki cuntanın gayrımüslimler üzerinden AKP'yi bitirmeye yönelik Mart 2009 tarihli Kafes Eylem Planı'nı deşifre etti.

Beykoz Poyrazköy'deki mühimmatın bir kısmı 3 Şubat 2009 tarihinde Kaynarca Köyü Hocaoğlu Mevkii ormanlık arazide köylülerin bir araçla birlikte şüpheli birtakım kişileri görüp jandarmaya haber vermesiyle bulundu. Jandarma, köylülerden gelen bilgi üzerine vakit geçirmeden harekete geçti. Köylülerin ihbar ettiği bölgede tornavidalarla işaretlenmiş bir ağacın altında yeni kazılmış toprak yığınına rastlandı. Jandarmanın yaptığı inceleme ve kazı çalışmaları sonucu su termosu içerisinde gizlenmiş 27 adet TNT kalıbı (her biri yaklaşık 500 gr. civarında), 100 gr C4 patlayıcı, 155 cm infilaklı fitil, üç adet elektrikli fünye ve bir adaptör bulundu.

Hücre, eylem için Göktaş'tan haber bekliyordu
Bu olayın üzerinden yaklaşık 25 gün sonra (29 Şubat 2009) Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılara gelen bir ihbar mektubunda, Beykoz'da Jandarma tarafından bulunan mühimmatın Ergenekon tutuklusu Emekli Albay Levent Göktaş'a bağlı, Emekli Binbaşı Levent Bektaş, Yarbay Ercan Kireçtepe, Binbaşı Erme Onat, Binbaşı Eren Günay ve Yarbay Mustafa Turhan Ecevit'ten oluşan bir hücreye ait olduğu iddia edildi. Bu ekibin eylem için Göktaş'tan haber beklendiği de ihbar mektubundaki iddialar arasındaydı.

Dalan'ın bilgisi dahilinde patlayıcı gömüldü
Bu bilgiler doğrultusunda çalışmalarını derinleştiren emniyet güçlerine, 14 Nisan 2009 tarihinde başka bir ihbar mektubu daha geldi. İhbar mektubunda, Emekli Binbaşı Levent Bektaş, Yarbay Ercan Kireçtepe, Binbaşı Erme Onat, Binbaşı Eren Günay, ve Yarbay Mustafa Turhan Ecevit'ten oluşan hücre tipi illegal yapının, Göktaş'ın serbest bırakılmaması durumunda, Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılara yönelik bir suikast planı yaptıkları anlatılıyordu.

Ayrıca bu kişilerin SAT Komutanlığı'nın arkasında bulunan Bedrettin Dalan'a ait araziye Dalan'ın bilgisi dahilinde çok sayıda silah ve patlayıcı gömdükleri de mektupta iddia edilmişti. Silah ve mühimmatın gömülü olduğu yerler de tarif edilmişti.

Emniyet güçleri aldıkları mahkeme kararıyla birlikte 21 Nisan 2009 tarihinde belirtilen arazide arama ve kazı çalışmalarına başladı. Kazı çalışmalarına emniyet güçlerinin yanı sıra, Jandarma yetkilileri ve İstanbul Üniversitesi'nden üç akademisyen de katıldı. Akademisyenler, yerin 30 metre altını gösterebilen jeoradar isimli cihaz ile arama yaptılar. 21 nisanda başlayan kazı çalışmaları bir hafta sonra bitirildi.

Kazı çalışmaları sonucu Poyrazköy'de 15 adet dolu, yedi adet boş lav silahı, 450 gr. C4 patlayıcı madde, 14 adet el bombası, 45 adet sis bombası, yedi adet hakem bombası, 23 adet işaret fişeği, beş adet bombalı bubi tuzağı, 38 metre saniyeli fitil, 30 metre infilak fitili, 24 adet fünye, üç adet gösteri bombası, yaklaşık 3000 adet fişek bulundu. 

Ardından ele geçirilen mühimmat ve silahlarla ilgili olarak şüphelilerin ev ve iş yerlerinde arama yapıldı ve 24 Nisan 2009 tarihinde Levent Bektaş, Ercan Kireçtepe, ve Erme Onat, 27.04.2009 tarihinde Eren Günay, 27.05.2009 tarihinde ise yurtdışı görevinde bulunduğu için
gözaltına alınamayan Mustafa Turhan Ecevit tutuklandı.

Bir ihbar mektubu daha geldi
23 Mayıs 2009 tarihinde bir TSK mensubu tarafından savcılara bir ihbar mektubu daha gönderildi. Mektupta Kurmay Albay A. T. liderliğinde, Astsubay Kıdemli Başçavuş H. C., Astsubay Kıdemli Başçavuş S. D. ve Astsubay Kıdemli Başçavuş F. A'nın tutuklanan Deniz subayları ile aynı illegal yapıda yer aldığı iddia edildi. Bu kişilerin ev ve iş yerlerinde Ergenekon hakkında çok önemli belgeleri sakladıkları da mektuptaki iddialar arasındaydı. 28 Mayıs 2009 tarihinde söz konusu kişilerin ev ve iş yerlerinde yapılan aramalarda iddia edilen Ergenekon hakkında çok sayıda bilgi ve belgeye ulaşıldı. Astsubay H. C. ile BTP Genel Başkan Yardımcısı Abdullah Ağar arasındaki ilişkileri ortaya koyan çok önemli dokümanların da bu aramalarda ele geçirildiği de iddia edilmişti.

Patlayıcıların bulunduğu dönemde H. C., F. A. ve S. D'nin, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından gözaltına alındığı ancak herhangi bir cezai müeyyide uygulanmadan serbest bırakıldığı da iddialar arasındaydı.

Albay, Perinçek'in internet grubuna üye
24 Mayıs 2009 tarihinde yine bir başka subay tarafından gönderilen ihbar mektubunda ise Deniz Kurmay Kıdemli Albay Şafak Yürekli, Deniz Kur. Kd. Alb. Mert Yanık, Deniz Kur. Kd. Alb. Dora Sungunay, Deniz Kur. Kd. Alb. Muharrem Nuri Alacalı, Deniz Kur. Kd. Alb. Levent Görgeç, Deniz Kur. Kd. Alb. Tayfun Duman, Deniz Kur. Kd. Alb. İ. Koray Özyurt ve Emekli Deniz Albay Aydın Ortabaşı'nın Ergenekon bağlantısı olduğu iddiası detaylı bir şeklinde anlatıldı. 28 Mayıs 2009'da bu şahıslarında ev ve iş yerlerinde yapılan aramalarda da çok sayıda Ergenekon belgesinin ele geçirildiği iddia ediliyor.

Albay Yürekli'nin, Doğu Perinçek'in internet ortamındaki faaliyetleri kapsamında kurulmuş olan "Aydınlık Gelecek Hareketi" isimli internet grubuna üye olduğu ortaya çıkarıldı. Ayrıca Yürekli ve Sunguray'ın, DHKP/C örgütü ile irtibatlarını deşifre eden çok önemli belgelere el konulduğu da iddialar arasında.

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ile bağlantılar
Yapılan aramalarda ayrıca Koramiral K. S., Albay M. Y., 2009 YAŞ kararları ile tuğamiralliğe terfi ettirilen L. G. ve emekli Albay A. O'nun, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ile irtibatı olan bağlantılarını içeren belgeler ortaya çıkarıldı.

ÇYDD'den burs alan kız öğrencileri, genç teğmenlerle irtibata geçirerek teğmenleri Ergenekon terör örgütü adına kullandıkları iddia ediliyordu. Bu iddiayla ilgili savcıların elinde belge ve bilgi olduğu da belirtiliyor. 

Teğmenler suikast hazırlığındaydı
Tüm bu gelişmeler yaşanırken, 18 Temmuz 2009'da Gölcük Donanma Komutanlığı'nda görevli teğmenlerde ilginç belge ve bilgiler ele geçirildi. Dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Metin ATAÇ ve Dönemin Donanma Komutanı Oramiral Eşref Uğur YİĞİT'e teğmenlerin suikast planı yaptıkları iddia ediliyordu. Teğmenlerin evinde 500 gr civarında Datasheet patlayıcı ele geçirildi. Teğmenler ile ÇYYD'den burs alan kızların gizli çekilmiş özel görüntüleri de yapılan aramalarda ele geçirildi. Ardından da gözaltına alınan teğmenler tutuklandı.

Poyrazköy kazıları sonrası ev ve iş yerinde arama yapılan Emekli Binbaşı Levent Bektaş'ın ofisinden ele geçirilen bir CD'de de inanılmaz bir plan yakalandı. CD'nin içeriğinde "data stash" isimli bir programın yer aldığını gören uzmanlar, bu programın film,
resim veya metin dosyalarının arkasına normal kullanıcılar tarafından görülmeyecek şekilde bilgi ve doküman saklandığını tespit ettiler. Dosyalar şifrelendiği için tüm çalışmalar bu boyuta kaydırıldı. Yapılan incelemeler sonucu bir film CD'sinin arkasına "data stash" programı yardımı ile gizlenmiş, şifreli bir dosya tespit edildi. Profesyonel bir biçimde gizlenen ve şifrelenen bu dosya uzman ekiplerin uzun süren çalışmaları sonucu açıldı ve içinden "Kafes Eylem Planı" isimli dokümana ulaşıldı.

http://www.taraf.com.tr/haber/44228.htm
#1580


Demokrasiye darbe vurmak amacıyla hazırlanan Kafes Eylem Planı'nın Ergenekon'un 4. iddianamesine gireceği öğrenildi. Planın yürütmesinde yer aldıkları öne sürülen 3 amiral bayramdan sonra sorguya alınacaklar.

ABDÜLKADİR SELVİ'nin haberi

Kafes Eylem Planı'nın Ergenekon'un 4. iddianamesinde yer alacağı öğrenildi. 10 subayın tutuklandığı Kafes Planı ile ilişkili oldukları gerekçesiyle emekli Koramiral A.Feyyaz Öğütçü ve Koramiral Kadir Sağdıç ile Tuğamiral M.Fatih Ilgır'ın da bayramdan sonra ifadeleri alınacak.

29 subay ve astsubayın sorgulandığı, çeşitli rütbelerde 10 subayın ise tutuklanarak cezaevine konulduğu Kafes Planı ile ilişkili oldukları gerekçesiyle emekli Koramiral A.Feyyaz Öğütçü ve Koramiral Kadir Sağdıç ile Tuğamiral M.Fatih Ilgır'ın da bayram'dan sonra ifadelerinin alınacağı belirtildi.

Kafes Eylem Planı'nda 2012 yılında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimini önlemeye yönelik bir dizi eylem planı ve AK Parti'ye yönelik bir projenin olduğu ortaya çıktı.

CUMHURBAŞKANINI HALK SEÇMESİN

Kafes Planı, gayri müslim vatandaşlara yönelik suikast hazırlıkları ve Koç Müzesi'ni gezen öğrenci gruplarının denizaltıya yerleşti-rilen bombaların patlatılarak öldürülmesi gibi ürkütücü eylem planları ile gündeme gelmişti.

Yapılan sorgulamalarla Kafes Planı'na ilişkin soruşturma derinleştirilirken, 2012 yılında yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimi ile AK Parti'ye yönelik eylem planlarının ortaya çıkarıldığı öğrenildi. 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri'nden sonra hazırlandığı ortaya çıkan Kafes Planı'nın 2012 yılında ilk kez halk tarafından yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimini engellemeye yönelik bir dizi eylem planını içerdiği belirlendi.

VEKİLLERE PROVOKASYON

Ergenekon'un 4'üncü iddianamesinde yer alacağı öğrenilen Kafes Planı'nın da 2012 yılında yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimine ve AK Parti'ye yönelik bölümlerin olduğu ortaya çıktı. 2012 yılında cumhurbaşkanının halk tarafından seçilecek olmasından rahatsız olan cuntanın, Kafes Eylem Planı'nda bunu önlemeye dönük bir dizi eylemi öngördüğü belirlendi. Kafes Planı'nda ayrıca, 2011 yılında yapılacak olan milletvekili seçimlerinin üzerinde durularak, sandıktan cumhurbaşkanının halkın seçmesiyle ilgili düzenlemeyi değiştirecek bir çoğunluğun çıkması için yapılacak olan bir dizi provokasyonun amaçlandığı öğrenildi.

Kafes Planı 4. Ergenekon iddianamesinde

Pozrazköy'deki cephaneliğin soruşturması kapsamında tutuklanarak cezaevine konulan emekli Binbaşı Levent Bektaş'ın ofisinden ele geçirilen CD'nin şifrelerinin kırılması sonucunda ortaya çıkarılan,"Kafes Planı"nın Ergenekon'un 4'üncü İddianamesinde yerini aldığı öğrenildi.

Düşman unsurun tasfiyesi

Kafes Planı'nın iddianamede yer alacak olan bölümünde AK Parti'ye karşı yapılacak çalışmaların yer aldığı 11 sayfalık bir bölümün olduğu öğrenildi. Kafes Planı'nın ilgili bölümünde AK Parti hakkında,"düşman unsur" başlığı altında bir çalışmanın yer aldığı öğrenildi. "Düşman unsurun tasfiyesi" adı altında yapılan çalışmada ise, AK Parti'nin ekonomik kriz ve etnik kökenli gerilimlerle yıpratılması ve parti içinde rahatsız olan bir grup milletvekilinin koparılması suretiyle parçalanmasının hedeflendiği öğrenildi. Başbakan Erdoğan da ortaya çıkan "Kafes Eylem Planı"na göndermede bulunarak, "Bu millet kendisini kafeslere hapsetmek isteyenlere her zaman yanıtını vermiştir" diye konuşmuştu.

http://yenisafak.com.tr/Politika/Default.aspx?t=30.11.2009&c=2&i=225985