Haberler:

Hukuk Forumumuza Hoşgeldiniz

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - kilimanjaro

#1581


CHP Genel Başkan Yardımcısı Öymen'in Dersim katliamı sözlerini değerlendiren Kılıçdaroğlu, "O dönem devrim koşulları vardı. Sadece bize özgü değil dünyada çok benzeri var' diyerek savundu

CHP Grup Başkan Vekili Kemal Kılıçdaroğlu Dersim katliamının Cumhuriyetin ilk yıllarında 'devrim' koşullarında meydana geldiğini söyleyerek "Dünyanın pek çok yerinde benzerleri" var" dedi. TBMM kürsüsünden Dersim katliamını demokratik açılıma örnek uygulama olarak gösteren CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen'in açıklamalarının tabanda ciddi sarsıntıya neden olduğunu söyledi. Bir televizyon kanalında açıklamalarda bulunan Kılıçdaroğlu dersim'de binlerce sivilin öldürüldüğü katliamı şu sözlerle değerlendirdi: 

TABANDA BÜYÜK SARSINTI VAR

"O olayları kendine özgü koşullarla değerlendirmek gerek. Cumhuriyetin ilk yıllarıdır. Bir devrim yaşanmış onun koşulları var.  Sadece bizim ülkemize özgü olan bir olay da değil, pek çok ülkede onun benzerleri var. O olayları günümüzdeki terör olayları ile kıyaslamanın doğru olmadığı ortadadır. Bu algı topluma farklı yansıdı, toplum reaksiyon gösterdi. Bizim doğal tabanımızda ciddi bir sarsıntı meydana geldi" dedi.

http://www.stargazete.com/politika/dersim-katliamina-devrim-li-savunma-haber-228597.htm
#1582


Domuz gribi aşısı konusunda Başbakan ile Sağlık Bakanı arasında yaşanan görüş farklılığı, aşılanma oranının düşük seviyelerde kalmasına neden oldu. Prof. Serhat Ünal, Cumhurbaşkanı Gül'e 'aşı olun' çağrısı yaptı.

Utku ÇAKIRÖZER'in röportajı

Domuz gribi aşısı yapılıp yapılmaması konusunda Başbakan Recep Tayip Erdoğan ile Sağlık Bakanı Recep Akdağ arasında yaşanan görüş farklılığı, Türkiye'de aşılanma oranının oldukça düşük seviyelerde kalmasına neden oldu. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Serhat Ünal, aşılanma oranının yükseltilebilmesi için Cumhurbaşkanı Abdullah Gül veya toplum önderlerinin basın önünde aşılanmasını önerirken, hükümetin de aşı kampanyasını tarafsız, siyaset üstü bir bilim kuruluna devretmesi gerektiğini vurguladı.

Türkiye'nin önde gelen enfeksiyon hastalıkları uzmanlarından olan Ünal, AKŞAM'a domuz gribi aşısında gelinen nokta ve bundan sonra nasıl bir politika izlenmesi gerektiği konusundaki görüşlerini aktardı:

KIRILMA NOKTASI BAŞBAKAN
- Hükümet bu süreçte neyi doğru, neyi yanlış yaptı?
Sağlık Bakanlığı hızla tüm tedbirleri aldı. Önce virüsün ülkeye girişini yavaşlatmaya çabaladı. Sonra vatandaşları bilgilendirdi. Yeterince aşı temin edildi. Hepsi düzgündü. Tek sıkıntı ki o da bakanın elinde değildi, konunun politize olmasıydı. Ondan sonra güven kayboldu.
- Hacettepe'de nasıl en yüksek aşılanma oranına ulaşıldı?
Düzgün anlatılırsa olur. Yüzde 90 aşılandık. Hem başhekim hem de ben enfeksiyon hastalıkları uzmanıyız. Bizim hastane bize güvenir bu konularda.
- Toplumdaki bu şüphe hali neden?
Öncelikle dünyada aşı gecikip, her şey süratle gerçekleşince insanlarda 'yeterince kontrol edilmedi' kanısı uyandı. Halbuki tüm aşamalardan geçen ve güvenilirlikleri kesin aşı bunlar. İkincisi hekimler kendi aralarında çelişti. Aslında bu işin esas uzmanı infeksiyon hastalıkları uzmanları arasında hiçbir görüş ayrılığı yok. Aşının emniyetli olduğunda ve yapılması gerektiğinde onlar hemfikir. Ama konuyla doğrudan ilgisi olmayan uzmanlar da görüş belirtince kafalar karıştı. Sonuncu sebep de Başbakan ile bakan arasındaki görüş ayrılığıdır. Zaten asıl kırılma noktası da budur.

AŞILAR GÜVENLİ

-Aşılar güvenilir mi?
Bundan önce çoluğumuza çocuğumuza yaptırdığımız aşılara ne kadar güveniyorsak buna da o kadar güvenmeliyiz. Dünyada 65 milyon doz yapıldı. Beklenmedik yan etki orada da Türkiye'de de yok.

BÖYLE MEKTUP OLUR MU
- Aşılanma oranı başarılı mı?
Hayır. Okullarda yüzde 1-2'lerde gidiyor. Velilere gönderilen mektubun çok etkisi oldu aşılanmamada. Tehlikeli yan etkiler sıralanmış. Aşı felç yapar, öldürebilir diye yazıyor. Ama gerçekleşme
olasılığının yüz binde, milyonda bir gibi çok küçük olduğu yazılmamış. Çok büyük hata.Veliler de o kağıdı okuyunca oranları bilmediğinde tabi ki korkuyor.
- Bundan sonra salgın nasıl bir seyir izleyecek?
İngiltere'den bir uzmanı dinledik. Matematiksel modelleme yaptı. Orada toplumun yüzde 35-40'ı aşılandığında ya da hastalığı geçirdiğinde salgın peak (zirve) yapacak. Sonra yavaş yavaş azalacak. Nüfusumuzun daha genç ve aşılanma oranımızın daha düşük olması nedeniyle bu bizde yüzde 50 seviyelerinde olabilir. Yani 72 milyon nüfusun 36 milyonu ya aşılanacak ya da hastalanacak.
- Aşının yan etkisinden kaç kişi ölecek?
Bir milyonda bir kişide meydana gelse 10 milyonda 10 kişi. Bunun zaten sekizi iyileşecek Geriye iki kişi kalır. Hastalık kendisi daha tehlikeli.
- Aşılanmanın ülkeye maliyeti nedir?
Aşının maliyeti 500 bin TL. Toplumun büyük kesiminin ve risk gruplarının aynı anda hasta olmasının getireceği mali yük 2.5 milyar TL.

GÜL AŞI OLSA MUHTEŞEM OLUR
- Aşılama yapılabilmesi için bundan sonra nasıl hareket etmek lazım?
Öncelikle vatandaşın güvenini kazanan insanlar aşı yaptırmalı. Keşke Cumhurbaşkanı çıkıp yaptırsa, muhteşem olur. Ya da dini liderler, toplum liderleri yaptırsa. Ama Başbakan yaptırmayınca onlar ne kadar gönüllü olur bilemem. İkincisi ise taraf olmamış, sağduyusuna güvenilecek bilim adamlarından kurulacak bağımsız, siyaset üstü bir kurul lazım. Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde bu tür konular çok çabuk günlük politika malzemesi oluyor. Bakanlığa şahsi güvensizliğim yok. Ama olay çok politize oldu. Bakanlığın bir bilim kurulu var ama o, bakanın kurulu gibi algılanıyor. Onu bakanlık dışına çıkarıp, tam yetkili siyaset üstü bir karar alma kurulu haline getirmek lazım. O kurulun kararlarını da Sağlık, Mili Eğitim ve İçişleri Bakanlıkları uygulayacak denmeli.

ORDU KAYGISI
- Salgının etkileri hissediliyor mu?
Normalde acile 100 hasta geliyorsa şimdi. 400 hasta geliyor. Sadece enfeksiyon, dahiliye bölümü değil herkesi görevlendirdik. Bir taraftan aşı yapılıyor bir taraftan tedavi. Şu an elimizdeki personelle yönetebiliyoruz. Ama doktorlarımın yarısı hastalanıp yatsa, yürümez. Onun için biz sağlık personelini yüzde 90 aşıladık. Gücümüzü kaybetmemek için ve başkalarına bulaştırmamak için.

- Başka hangi kuruluşlar riskli?
Orduda aşılanma çok önemli. Askerler koğuşlarda yatıyor. İki yüz askerden bir tanesi hapşırsın yarısı yarın, diğer yarısı öbür gün hastalanır. Özellikle sınır karakollarındaki birliklerde yerini nasıl dolduracaksın?

KKTC BİZDEN BAŞARILI
-  KKTC'de durum nasıl?
Ben KKTC Sağlık Bakanlığı'nın danışmanıyım bu konuda. Davet etti, gittim. Önce Bayrak Televizyonu'ndan halka anlattım. Sonra Bakan ile basının önüne
çıktık. 'Size güvendiğiniz bir hoca anlatsın istedik' diyerek bana verdi mikrofonu. Tüm doktor ve hemşirelere de ayrıca anlattım. Başbakanları da aşılanacağını açıkladı. Orada aşılanma oranı bizden ileride sanırım.

SERHAT ÜNAL KİMDİR?

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı olan Ünal, Türkiye'nin önde gelen enfeksiyon uzmanlarından. 1990-1992 arasında Harvard Üniversitesi'nde aynı alanda araştırma yürüten Ünal'ın yayınlanmış 150 bilimsel makalesi var.

http://www.aksam.com.tr/2009/11/30/haber/guncel/8299/_gul_asilansin_suphe_bitsin_.html
#1583
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, domuz gribinin gündemden düşürülmesi gerektiğini belirterek, medyanın bu olayı kurcalamamasını istedi. Geçen sene gripten hayatını kaybeden kaç kişi olduğunun iyi araştırılmasını isteyen Erdoğan, medyadan domuz gribinin gündemden düşürülmesi konusunda yardımcı olması ricasını tekrarladı.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bayram namazını Eyüp Sultan Camii'nde kıldı. Erdoğan namazın ardından Eyüp Sultan Türbesi'nde dua etti. Vatandaşlarla bayramlaşan Erdoğan cami çıkışında basın mensuplarına açıklama yaparak bayram mesajı verdi, gündemle ilgili soruları yanıtladı.

Basın mensuplarının domuz gribinden ölenlerin sayısının atmasıyla ilgili yönelttiği soruya Başbakan Erdoğan başka bir soruyla karşılık verdi. Erdoğan, 'Geçen yıl normal gripten kaç kişinin öldüğünü araştırırsanız herhalde bu yol gösterici olur. Zaten 1 yıla kadar domuz gribi diye bir şey duymamıştık değil mi? Bilim adamlarına bakıyorsunuz bu konuda olumlu konuşan var olumsuz konuşanlar var. Ben medyadan bir şey rica ettim. Medya bence bu konuyu bu kadar kurcalamasın. Devlet zaten kendi görevini yapıyor. 'Yan etkilerini anlatacaksınız' dedik arkadaşlar yan etkilerini anlatıyorlar. 'Bu konuyla ilgili olarak çok açık net bir şekilde, isteğe bağlı olarak aşının yaptırılması sürecini başlatacaksınız' dedik. Bu konuda da açıklamalar yapılıyor.' şeklinde konuştu.

Bu konuda sürekli soru sorulduğuna işaret eden Erdoğan, 'Medya bu konuda yardımcı olsun. Yardımcı olması nedir? Bu işin gündemden düşürülmesidir. Zaten gerekli olanı Sağlık Bakanlığı yapıyor. Bırakın ben de kendimle ilgili olarak, kendim istediğim gibi uyglayayım. Kimseye de aşı olacaksın diye dayatamam. Böyle bir şey söz konusu değil. Bilim adamlarını da dinliyoruz. Onlar da farklı farklı düşünceler ortaya koyuyorlar. Yani bu iş iki kere iki eşittir dört değil.' ifadelerini kullandı. 'Torununuza aşı yaptırdınız mı?' sorusuna Erdoğan, 'Benim ailemde hiç kimse aşı olmadı.' şeklinde yanıt verdi.

http://www.showhaber.com/227551/manset/medya-domuz-gribini-kurcalamasin.html
#1584


Danıştay'ın katsayı kararının ardından yeniden tartışmaların merkezine oturan yargıda reform projesini bir an önce hayata geçirebilmek için düğmeye basılıyor. Reformlar 2010'da hayata geçecek...

Lütfi Kaplan'ın haberi

Danıştay 8. Dairesi'nin aldığı katsayı kararı büyük tartışma yaratırken, dikkatler bir kez daha yargıya çevrildi. Adalet Bakanlığı, yargının öncelikli sorunlarını ve yargının kaybolan prestijini yükseltmek amacıyla, yargı organları ve sivil toplum kuruluşlarının da görüşünü alarak hazırladığı yargı reformu taslağını, 2010'da hayata geçirmek için harekete geçti. Değişiklikler arasında HSYK'nın yapısı ile idari yargıda uyuşmazlıkların yargı öncesi çözüm usullerinin geliştirilmesi için komisyon kurulması yönünde çalışmalar bulunuyor.

UZUN SÜREDİR ÇALIŞILIYORDU

Adalet Bakanlığı, Yargı Reformu Strateji Taslağı Eylem Planı Taslağı'nda yer alan ve yargıda önemli düzenlemeleri içeren çalışmalara 2010 yılında start verecek. Sivil toplum kuruluşları, yüksek yargı organlarının da görüşleri de alınarak uzun süreden beri süren çalışmalar, önümüzdeki yıl gerçeğe dönüşecek.

AB uygulamaları da dikkate alınarak yapılacak bazı düzenlemelere göre, 2010 yılı Aralık ayı sonuna kadar hakim ve savcılara etik ilkeler başta olmak üzere, HSYK'nın yapısının değiştirilmesi gibi konularda çok önemli çalışmalar yapılacak.

Peki neler değişecek?

• HSYK yeniden yapılandırılacak. Hakim ve savcılarla ile ilgili etik ilkeler belirlenecek. HSYK kararlarına karşı etkili bir itiraz sisteminin getirilmesi, kararlarına karşı yargı yolunun açılması gibi konularda çalışmalar yapılacak.

• Yargı organları arasında yüzde 100 oranında çevrim-içi bağlantı sağlayarak adli süreç ve hizmetleri elektronik ortama taşıyan UYAP ile başta Emniyet ve Jandarma Genel Komutanlığı olmak üzere diğer kamu kurumlarının bilişim projeleri ile bütünleştirme çalışmaları 2010 yılında tamamlanacak.

• İdari Yargılama Usulü Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun, DNA Verileri ve Milli DNA Veri Bankası Kanunu, İdari Yargıda İstinaf Kanun Yoluna İlişkin Kanun, Adli Hizmet Uzmanlığı Sisteminin Oluşturulması Hakkında Kanun, İcra ve İflas Kanunu ve Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, Denetimli Serbestlik ve Yardım Merkezleri ile Koruma Kurulları Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'da değişiklikler yapılacak.

• Hakim, savcı ve yardımcı adalet personeli sayısı artırılacak.

• Gelir düzeyi düşük olan kişilerin adli yardımdan yararlanmasının kolaylaştırılması amacıyla adli yardıma ilişkin usuller sadeleştirilecek. Adli yardım almak isteyen kişilerin kolayca ulaşabilecekleri yol gösterici belgeler ve yardım merkezleri oluşturulacak.

• İdari yargıda uyuşmazlıkların yargı öncesi çözüm usullerinin geliştirilmesine yönelik çalışmalar yapılacak.

http://www.stargazete.com/politika/hukumet-yargi-reformu-icin-dugmeye-basiyor-haber-228442.htm
#1585
Pek çok olay oluyor, ortalık her gün bir skandal haberle çalkalanıyor. Ve olanlar çabuk unutuluyor...

Hatırlayalım:

16 Nisan 2009 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne bir ihbar gelmişti. Bu ihbarda emekli Yarbay Ercan Kireçtepe'ye bağlı suikast timleri bulunduğu, suikast silahlarının Poyrazköy'deki bir arazide gömülü olduğu söyleniyordu.

Tarif edilen arazinin askeri bölge olduğu ortaya çıktı ve kazılar başladı...

İhbar gerçekti...

Sonuçta 15 dolu law silahı, 7 boş law, 14 el bombası, 24 el bombası fünyesi, 450 gr C3 patlayıcı, 7 hakem bombası, 3 gösteri bombası, 5 bubi tuzağı, 2 kullanılmış bubi tuzağı, 23 işaret fişeği, 45 sis bombası, 15 aydınlatma fişeği, 30 metre infilaklı fitil, 38 metre saniyeli fitil ve 3 bin 17 fişek bulundu...

Genelkurmay Başkanı Başbuğ etrafında tümgeneraller dahil tüm üst düzey askerleri alarak, meydan okurcasına, bu silahların orduya ait olmadığını söyleyen bir brifing verdi.

Ama, kısa bir süre sonra silahların ordu envanterinden çıktığı, "silahların orduya teslim" tutanağıyla anlaşıldı.

Milliyet Gazetesi'den Musa Kesler gelişmelerin devamını şöyle anlatıyordu üç gün önceki haberinde:

"İstek Vakfı'na ait Poyrazköy'deki arazide bulunan silah ve mühimmatla ilgili soruşturma kapsamında bugüne kadar 32 subay ve astsubay sorgulandı, bunlardan 8'i tutuklandı."

Geçelim işin diğer boyutuna...

Dünkü gazetelerde yer alan bir haberi birlikte okuyalım:

"Milli İstihbarat Teşkilatı'nın Deniz Kuvvetleri içindeki 'Karargâh Evleri' yapılanmasıyla ilgili 2007'de bilgi ve belgeleri Başbakan ve Genelkurmay Başkanı'na elden teslim ettiği ortaya çıktı."

MİT'ten mahkemeye gönderilen yazıda şöyle denildi:

"Karargâh Evlerine ilişkin hususlar, muhtelif ham bilgilerin ön incelemesi ilgili kuruluşlara intikal ettirilmiştir. Muvazzaf asker şahıslar hakkında önemli iddiaları da içeren bilgiler, 'haftalık arz' çerçevesinde 29.03.2007 tarihinde Genelkurmay Başkanı'na, hassasiyeti nedeniyle de 30.03.2007 tarihinde Başbakan'a MİT Müsteşarı tarafından elden sunulmuştur."

Genelkurmay'ı daha da zora sokan kanıt...

Kanıt üzerine kanıt...

Ve son haber...

Ergenekon davasına, tutuklu sanıklardan Cumhuriyet gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay'ın çapraz sorgusuyla devam edildi. Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel, Balbay'a darbe çalışmaları içinde yer alıp almadığını sordu. Mahkeme Başkanı Köksal Şengün de savcıya "Sorduğunuz soruyla ilgili bir tahkikat var mı?" şeklinde bir soru yöneltti. Savcı şu cevabı verdi:

"Davanın özü bu. Darbe planları Sarıkız, Ayışığı, Eldiven gibi darbe planları. Buradaki kişiler Ergenekon terör örgütüne üye olmaktan yargılanıyor..."

Darbe, kalkışma, dün, bugün hepsi iç içe...

Arazi askerin, silah askerin, tutuklu subaylar var, deliller ortada, karineler kuvvetli...

Poyrazköy soruşturması ötesinde kendi amirallerine suikast hazırlığı içinde olan tutuklu subaylar var, yine Deniz Kuvvetleri'nden...

Orduda dün neler olduğu belli...

Sorular şunlardır:

Bugün neler oluyor?

Deniz Kuvvetleri neden kaynıyor?

Bu durumu kim soruşturuyor?

Kim tehdit olarak algılıyor?

Önemlidir bunlar...

http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/Default.aspx?t=26.11.2009&y=AliBayramoglu
#1586
Yine Danıştay'dan, "Türk milleti adına.." diye başlayan, ama Türk milletinin % 90'ının hayır diyeceği bir karar çıktı.

Katsayı adaletsizliğini ortadan kaldıran YÖK kararına, yürütmeyi durdurma kararı verildi.
Peki gerekçeleri ne?

Yükseköğretim Kanunu'nun 45. maddesine aykırılık!
Açıp baktım 45. maddeye..
Madde, 1983 hali ile yürürlükte.

2001'de iki ekleme yapılmış.. Onun dışında, 1983'teki hali ne ise, aynen öyle duruyor.
Kanun aynı ama, üniversiteye girişteki sistem, 1983'ten 1999'a kadar eşit puan şeklinde yürürlükte idi.
1999'da YÖK, katsayıdaki eşitliği kaldırdı..

Oysa kanun, aynı kanun idi... Ama katsayı uygulaması değişti..
Danıştay, kanun değişmeden, katsayının bu şekilde değiştirilmesine, açılan davalarda verdiği kararla "hukuka uygundur" dedi.

Oysa, kanun aynı kanun olduğuna göre; ya 1999'a kadarki "eşit puan" uygulaması kanuna aykırı idi, ya da 1999'da yapılan değişiklik kanuna aykırı idi.

Danıştay, hem 1999'a kadarki uygulamanın kanuna uygun olduğuna, hem de 1999'da kanun değiştirilmeden katsayıda yapılan değişikliğin doğru olduğuna hükmetti.
Yani birbirine zıt iki uygulamanın da, (nasıl oluyorsa) hiç değişikliğe uğramamış sabit bir kanuna uygun olduğuna hükmetti.

Oradaki garabeti geçtik..
Şimdi YÖK, 1983'teki kanuna dayanarak, 1999'a kadarki fiilen uygulanan sisteme geçmek istedi..
Danıştay, dünkü kararla hemen karşı çıktı: "Hayır yapamazsın. Kanuna aykırı."

İyi de beyler, kanun aynı kanun..

Aynı kanuna göre, 1983'ten 1999'a kadar, "eşit puan" uygulaması zaten yapılmış.
Yüzbinlerce, milyonlarca öğrenci, bu sisteme göre üniversiteye girmiş, diploma almış!
Şimdi siz "eşit puan uygulaması kanuna aykırıdır" derseniz, 1983'ten 1999'a kadar uygulanan "eşit puan" sisteminin de kanuna aslında aykırı olduğuna ve o tarihlerdeki tüm üniversite imtihanlarının iptaline zımnen karar vermiş olmuyor musunuz?..

Bunun nasıl bir karışıklık olduğunu Danıştay tahmin edemiyor mu acaba?!
Azıcık aklı olan buyursun söylesin: 1983'ten 1999'a kadar eşit katsayı uygulanıyor.
Kanun değişmeden, 1999'da farklı katsayı uygulanıyor.

Danıştay bu değişikliğin hukuka uygun olduğuna karar veriyor.
Demek ki, Danıştay, eşit katsayıyı da, farklı katsayıyı da kanuna uygun bulmuş; değil mi?
Bu işin başka izahı olamaz ki..

Ama dün, Danıştay, önceki kararından döndü ve "farklı katsayı" uygulamak, kanunun emri imiş gibi yürürlüğün durdurulması kararı verdi!
Ne diyelim?!

Diyebileceğimiz bir şey yok!..
Hukuk iflas etmiş!

Aylar öncesinden, Egenekon klasörlerine geçen, "8. Daire'de bir üye lazım. .. isimli üyeye etki edecek güçlü bir .. lazım" sözleri ifşa olmasına rağmen, o üyeye hiçbir soruşturma açılmadı ise, açılamadı ise, o üye hâlâ görevine devam ediyor ise, tabiî ki böyle ideolojik kararlara da hazır olacağız!
Kararı uzun uzun irdelemeye hiç gerek yok..

Bir cümlesi, mantığın ne olduğunu ispata yetiyor.
Nedir o cümle?
İşte şu: "Herkese eşit bir katsayı uygulaması öngörülmüş olmakla, farklı hukuki statüdeki öğrencilerin aynı konumda değerlendirilmesi sonucu Anayasal eşitlik kuralı ile çelişkili bir durum yaratılmıştır. Bu uygulama, hukuksal statüsü farklı olanları eşit koşullara tabi kılarak, hak kaybı ve ihlâline sebep olacaktır."

Demek ki ne imiş?
Meslek liselilerin hukuksal statüleri ile liselilerin hukuksal statüleri farklı imiş!
Birileri zenci, diğerleri beyaz imiş!

Zencilerle beyazlara eşit hak vermek; farklı hukuksal statüdeki kişilere, eşitlik sağlamak olurmuş!
Danıştay'ın kararı, işte budur!

Çözüm?..
Çözüm, ideoloji ile hareket eden tüm yargı mensuplarının, ihracıdır..

Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve Yargıtay'a üye seçiminin, tümü ile değiştirilmesidir..

Hiç vakit geçirilmeden.. Bir gün bile geciktirilmeden!..

http://www.haber7.com/haber/20091126/Danistay-liseleri-ayirdi-Zenciler-ve-beyazlar.php
#1587
Sincan Hakimi Osman Kaçmaz'ın tüm dinlemeleri deşifre edecek ikinci TİB operasyonuna mahkemelerden sert tepki geldi. Gümüşhane, Tunceli, Batman ve Şanlıurfa mahkemeleri bu kararı uygulayanlar hakkında yasal işlem yapılacağını bildirdi. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi ise "Dinleme kayıtlarının deşifre edilmesi operasyonları tehlikeye sokar." uyarısında bulundu.

Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Osman Kaçmaz'ın, dinleme izinlerinin verildiği Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı'nda (TİB) yaptırmak istediği ikinci arama, ağır ceza mahkemelerini ayağa kaldırdı. Terör, organize suçlar, narkotik suçlar gibi suçlarla mücadele amacıyla dinleme kararlarına onay veren mahkemeler, TİB'e gönderdikleri yazıda, dinlemelerde gizlilik kararı olduğuna dikkat çekti. Dinlemelerin deşifresine hiçbir şekilde izin verilemeyeceğini bildirdi. Bazı ağır ceza mahkemeleri ise inceleme talebine olumlu cevap verilmesi halinde yasal işlem yapacaklarını bildirdi.

Eski YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu'nun şikayeti üzerine Kaçmaz, Ankara 1. Sulh Ceza Hakimi Hayri Keskin aracılığıyla TİB'de arama yaptırmıştı. Aramada gizlilik kararı olduğu gerekçesiyle bazı kayıtlar alınamadı. Kaçmaz'ın TİB kayıtlarını talep etmesi üzerine Telekomünikasyon İletişim Başkanı Fethi Şimşek, dinleme yapan kurumlara yazı gönderdi. MİT, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik'e gönderilen yazıda Şimşek, "Takibi yapılan numaralara ilişkin veriler talep ediliyor." dedi.

Şimşek'in, 81 ilde dinleme yapan birimlere gönderdiği yazı üzerine dinlemeye izin veren ağır ceza mahkemeleri TİB'i çok sert bir şekilde uyardı. 50'ye yakın ilin mahkemesi gönderdikleri yazıda, TİB'den alınacak bilgi ve belgelerin devam eden soruşturma ve planlı operasyonları deşifre edebileceğini vurguladı. Gümüşhane, Tunceli, Batman ve Şanlıurfa mahkemeleri Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararını infaz eden ve kararları verenler hakkında yasal işlem yapılacağını bildirdi. Bazı mahkemeler sadece konuyla ilgili verileri alabileceğini savunurken, bir kısmı hiçbir bilgi ve belgenin alınamayacağını bildirdi.

İşte mahkemelerin uyarı yazıları

Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi: CMK ve PVSK'nın ilgili maddelerine göre her türlü bilgi, belge ve hard disk verilemez. Gizliliğin ihlal edilmesi anlamına gelir.

Batman Ağır Ceza Mahkemesi: Her türlü bilgi ve belgenin verilmesi gizliliğin ihlalidir.

Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi: Sadece kendi konusuyla ilgili bilgileri alabilir.

Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesi: Konusuyla ilgili verileri alabilir. Haricinde alamaz.

Tunceli Ağır Ceza Mahkemesi: Her türlü verinin kopyalanması kısıtlanmalı.

Gümüşhane Ağır Ceza Mahkemesi: Verilerin kopyalanmasına infaz kabiliyeti bulunmamaktadır. Bu işlem cezai takibe maruz kalacaktır.

Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi: Dinleme kayıtlarının deşifre edilmesi operasyonları tehlikeye sokar.

İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi: Kayıtların alınması gizliliğin ihlali anlamına gelir. ZAMAN

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=920286&title=mahkemeler-kacmaza-karsi-ayaga-kalkti-kayitlari-alani-yargilariz
#1588
Meslek liselere üniversite yolunu neredeyse kapatan Katsayı uygulamasını kaldıran kararın Danıştay tarafından durdurulması eğitimcileri ayağa kaldırdı: Bu karar meslek liselilerin bayramını zehir etmiştir.

TÜRK EĞİTİM-SEN

Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, Danıştay 8. Dairesi'nin, YÖK'ün üniversiteye girişte katsayı farkını kaldıran kararının yürütmesini durdurmasını ''yanlış bulduklarını'' bildirdi.

Koncuk, yaptığı yazılı açıklamada, YÖK'ün üniversiteye girişte katsayı farkını kaldırmasının, mesleki ve teknik eğitimi canlandırdığını ifade etti.

Türk Eğitim-Sen olarak Danıştay 8. Dairesi'nin, YÖK'ün üniversiteye girişte katsayı farkını kaldıran kararının yürütmesini durdurmasını ''yanlış bulduklarını'' bildiren Koncuk, üniversite sınavına aylar kala Danıştay'ın böyle bir karar almasının, tüm mesleki ve teknik eğitim öğrencilerini mağdur edeceğini savundu.

İsmail Koncuk, katsayı sorununun devam etmesinin, bundan nemalanan siyasi partilerin iştahını kabartacağını ileri sürdü.

TİMAV: ''KONUYU AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİNE MÜRACAAT BAĞLAMINDA YENİDEN DEĞERLENDİRECEĞİZ''

Türkiye İmam Hatipliler Vakfı (TİMAV) Genel Başkanı Ecevit Öksüz, katsayı farkını kaldıran kararın yürütmesinin durdurulmasıyla ilgili, davanın hiç esasa girmeden reddedileceğini umduklarını belirterek, ''Bu, bizim için büyük oranda hukuk adına şaşkınlık yaşamamıza sebep oldu'' dedi.

Öksüz, yaptığı yazılı açıklamada, TİMAV olarak bu kararla ilgili hukuk komisyonlarıyla değerlendirme yapıp gerekli girişimlerde bulunacaklarını belirtti.

Davayı açan İstanbul Barosu'nun böyle bir davayı açabilmek için taraf ehliyeti olmadığını düşündüklerini ifade eden Öksüz, şunları kaydetti:

''Biz, davanın bu nedenle hiç esasa girilmeden reddedileceğini umuyorduk. Hukukun temel prensipleri bunu gerektiriyor. Bu bizim için büyük oranda hukuk adına şaşkınlık yaşamamıza sebep oldu. Yürütmenin idari yargılama hukukunda durdurulması kurumu bir tedbirdir ve davanın esasını çözecek mahiyette tedbir kararı verilemez. Oysa yürütmenin durdurulmasıyla ilgili gerekçe incelendiğinde davanın bir anlamda esastan çözümlenmiş olduğu anlaşılmaktadır. Bu durum da açıkça hukuka aykırıdır. Gerekçeye baktığımızda 'farklı hukuki statüdeki öğrencilerin aynı konumda değerlendirilmesi sonucu anayasal eşitlik kuralıyla çelişkili bir durum yaratıldığı, bu uygulamanın hukuksal statüsü farklı olanlarla eşit koşullara tabi kılınarak hak kaybı ve ihlaline sebep olacağı' iddiasının yer aldığı görülmektedir. Bu gerekçe kendisi bizatihi Anayasadaki eşitlik ilkesinin ihlalidir.''

''HUKUKİ STATÜSÜ FARKLI ÖĞRENCİ NE DEMEKTİR''

Öksüz, ''Hukuki statüsü farklı öğrenci'' ifadesine anlam veremediklerini belirterek, açıklamasını şöyle sürdürdü:

''Bu mantıkla yaklaşıldığında Anadolu Liseleri ile Fen Liseleri ve düz liselerin de farklı statülerde olduğunun kabulü gerekmez mi? Bu okullar için de üniversiteye giriş sisteminde ayrı statülerine göre katsayı belirlenmesi gerekmez mi? Meslek lisesi ayrımının yukarıda verdiğimiz örnekte olduğu gibi Anadolu ve Fen Liseleri ayrımından hiçbir farkı yoktur. Meslek lisesinde okuyan çocukları belli bir dar alanda yüksek öğrenim görmeye mahkum eden anlayışın eşitlik ilkesinden dem vurarak sözde eşitliği korumak adına böyle bir hukuk garabetine imza atılmış olması son dönemde zaten tartışmaların odağındaki hukuk sistemimizin ve hukuk anlayışımızın geldiği nokta bakımından oldukça düşündürücü ve üzüntü vericidir. Biz de bu konuda gerek sivil toplum kuruluşu olarak gerekse bir veli olarak hukuki anlamda yapabileceğimiz girişimlerle ilgili hukukçulardan görüş alıyoruz. Bu çalışmanın sonucunda ortaya çıkacak hukuki yollara müracaat etme konusunda geri durmayacağız. Hatta konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne müracaat bağlamında yeniden değerlendireceğiz.''

Yürütmeyi durdurma kararının Anayasanın 42. Maddesi'ne açıkça aykırı olduğunu düşündüklerini söyleyen Öksüz, bu kararın hukuki geçerliliği tartışmalı bir statü farklılığına dayanarak çocukların geleceğine yön verme haklarını ellerinden aldığını savundu.

Yürütmenin durdurulması kararının verilebilmesi için idari yargılama usul kanununun aradığı şartların mevcut olmadığını ileri süren Öksüz, açıklamasını şöyle tamamladı:

''Soyut olarak telafisi imkansız zararların doğacağından bahsediliyor. Buradaki zarardan kastedilen üniversite sınavına girecek bir kısım çocukların diledikleri okula girebilme adına verecekleri yarış mıdır, telafisi imkansız zarar. Bu çocuklar istedikleri okullara girdiklerinde kimin ne gibi bir zararı olacaktır merak etmekteyiz. Ülkemizin kalkınmasında, gelişmesinde ve uluslararası arenada daha itibarlı, daha başarılı ve daha önde yer alabilmesi millet olarak hepimizin ortak sorumluluğudur. Bu sorumluluğu en derinden hisseden ve taşıyan insanlar arasında meslek liseleri ve imam hatip liseleri mezunları ve mensupları en ön sıralardadır.''

EĞİTİM-BİR-SEN: BU KARAR, BAYRAM ÖNCESİ MESLEK LİSELİLERE MATEM YAŞATMIŞTIR

Eğitim-Bir-Sen Genel Merkezi'nden yapılan açıklamada, Danıştay 8. Dairesi'nin, YÖK'ün üniversiteye girişte katsayı farkını kaldıran kararının yürütmesini durdurmasının, ''bayram öncesi meslek liselilere matem yaşattığı'' ifade edildi.

Sendikadan, yapılan yazılı açıklamada, katsayı uygulamasının, ''meslek liselilerine giden öğrenci sayısının azalmasına, meslek liselerinin atölyelerine kilit vurulmasına, meslek liselilerin üniversiteyi kazanma şanslarının kaybolmasına ve gençlerin genel liselere yönelmesine'' neden olduğu savunuldu.

Uygulamanın ''bilimsellikten uzak olduğu'' öne sürülen açıklamada, YÖK'ün eşitliği esas alan yeni bir sisteme geçme kararının sevinçle karşılandığı belirtildi.

Bugün alınan kararın ''şaşkınlık'' yarattığı ifade edilen açıklamada, şu görüşe yer verildi: 

''Danıştay 8. Dairesi, dört yıl önce 'Katsayı konusunda YÖK yetkilidir' kararı vermişti. 2005 yılında Ankara Aydınlıkevler Ticaret Meslek Lisesi öğrencisi İlknur Öztürk'ün katsayı düzenlemesinin iptali için başvurduğu davada '1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu'nun ilgili maddeleri gereği yüksek öğretim kurumlarına orta öğretim kurumlarını bitirenlerin nasıl gireceğinin Milli Eğitim Bakanlığı ile işbirliği yapılarak Yüksek Öğretim Kurulu tarafından saptanacağını' ifade eden Danıştay 8. Dairesi bugün YÖK'ün aldığı kararı yok sayma kararı almıştır. Millet adına karar açıklayan yargının, milletin beklentilerinin aksine eşitlik ve adalet duygusunu rencide eden bu kararı, bayram öncesi meslek liselilere matem yaşatmıştır. Bu matem havasının dağıtılması için bir an önce YÖK'ün, hükümetin ve meclisin, hulasa bütün yetkililerin acilen bir adım atması gereklidir.''

http://www.haber7.com/haber/20091125/Egitimcilerden-Katsayi-iptaline-tepki.php
#1589
Danıştay 8. Dairesi'nin, YÖK'ün üniversiteye girişte katsayı farkını kaldıran kararının yürütmesini oy birliği ile durdurması sonrası YÖK, Danıştay'ın kararı için itiraz edeceğini duyurdu.

Özcan, YÖK'ten ayrılışında, gazetecilerin Danıştay 8. Dairesi'nin, YÖK'ün üniversiteye girişte katsayı farkını kaldıran kararının yürütmesini durdurmasına ilişkin sorularını yanıtladı. Kararı internette incelediklerini ve ellerinde resmi bir karar bulunmadığını belirten Özcan, şöyle konuştu:

''Önce resmi karar gelinceye kadar bekleyeceğiz. Ama ben bu arada öğrencilerimize seslenmek istiyorum: Onlar kesinlikle, kesinlikle herhangi bir kötü bir durumla karşılaşacaklarını düşünmesinler. En adaletli en iyi çözüm onlar için neyse o yapılacaktır. Bizim hazırlıklarımız var. Kurullarımızı toplayıp bu konuyu görüştükten sonra bu hazırlıklardan da sizi haberdar edeceğiz.''

''Kararı nasıl değerlendiriyorsunuz?'' sorusuna Özcan, ''Ben kararı değerlendirmiyorum çünkü kurullarımız değerlendirecek, bu önemli bir şey. Benim kararım çok önemli değil, burası bir kurul biliyorsunuz'' yanıtını verdi.

''Eşitsizlik devam ediyor mu?'' sorusu üzerine Özcan, ''Şimdi size bir şey söylemeyeceğim, kurullarımızdan karar çıksın, tartışalım ondan sonra görüşelim'' dedi.

''Karara itiraz edecek misiniz?'' sorusunu Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, ''Tabii itiraz ediyoruz. O hakkımız var, biliyorsunuz'' diye yanıtladı.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=920179&title=byok-baskanindan-flas-aciklamab
#1590
Danıştay 8. Dairesi, YÖK'ün üniversiteye girişte katsayı farkını kaldıran kararının yürütmesini oy birliği ile durdurdu.

İstanbul Barosu Başkanlığı, Yükseköğretim Genel Kurulunun (YÖK) yükseköğretime girişte katsayı puanı uygulamasının kaldırılmasına ilişkin 21 Temmuz 2009 tarihli kararının iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle Danıştay'da dava açmıştı.

Danıştay 8. Dairesi, YÖK'ün kararının yürütmesini oy birliğiyle durdurdu.

Dairenin kararında, milli eğitim sisteminin yönlendirmeye ilişkin kuralları ile 2547 sayılı Yasanın 45. maddesinde yer alan kurallar yürürlükte ve uygulanıyor iken, bu kuralların uygulanmasını bertaraf edecek şekilde alınan dava konusu kararın, eğitim sisteminin örgütleniş biçimindeki bütünlüğü bozacak nitelik taşıdığı ve uygulamada karşılaşılan sorunların giderilmesi amacının dışına çıkıldığının görüldüğü vurgulandı.

Kararda, ''Bu durumda, dava konusu kararın 3, 4. ve 5. maddelerinin, dayanağı yasa hükümlerine aykırı olduğu gibi eğitim sisteminin, hukuka uygun oldukları istikrar kazanmış yargı kararları ile de ortaya konulmuş olan amaç ve ilkelerine, hukuka ve hakkaniyete uygun değildir. Dava konusu kararın uygulanması halinde telafisi güç ve imkansız zararlar oluşacağı da açıktır'' denildi.

Davalı YÖK'ün bu karara itiraz hakkı bulunuyor. İtirazı, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu görüşecek.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=920136&title=bdanistaydan-katsayiyla-ilgili-sok-kararb
#1591
Pimi çekilmiş el bombasını bir onbaşıya vererek 4 askerin şehit olmasına sebep olan Teğmen Mehmet Tümer, 9 yıl 2 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Tümer, en fazla 6 yıl hapis yatıp çıkacak. Şehit ailelerini "Ülkeyi terk etmeyi düşünüyoruz" noktasına getiren gelişme, AK Parti Grup Başkan Vekili Bekir Bozdağ'ın da sert tepkisine yol açtı. Bozdağ, "Bir subayın egosuna kurban giden 4 Mehmetçik'e trafik kazazedesi muamelesi yapılmıştır. Ortada kırmızı ışıkta geçme veya hatalı sollama mı var ki, böyle bir karar çıktı? Askerî mahkemenin kararı vicdanları kanatmıştır." dedi. Bozdağ, alt sınırdan ceza verilen Teğmen'in 'olası kast' suçundan yargılanması gerektiğini savundu. TCK'ya göre böyle bir suçun cezası en az 20 yıldan başlıyor.

Vahim olay, Elazığ'ın Karakoçan ilçesinde 17 Ağustos 2009 tarihinde meydana geldi. Teğmen Mehmet Tümer, cezalandırmak amacıyla Onbaşı İbrahim Öztürk'ün eline pimi çekilmiş bomba verdi. Öztürk'ün yalvarmasına rağmen pimi yerine takmadı. Bombanın patlamasıyla Onbaşı Öztürk ile birlikte Piyade Çavuş İbrahim Yaman, Piyade Onbaşı Ali Osman Altın ve er Mesut Bulut şehit oldu. Bir süre kamuoyundan gizlenen ve 'eğitim zayiatı' olarak yansıtılan olayın ortaya çıkmasının ardından Mehmet Tümer tutuklandı. Elazığ 8'inci Kolordu Mahkemesi'nde yargılanan Tümer'in son duruşmasında, kamuoyunu ve şehit yakınlarını şaşkına çeviren karar çıktı. Tümer, 'bilinçli taksirle' birden fazla kişinin ölümüne sebep olduğu için 9 yıl 2 ay hapis cezasına çarptırıldı. Askerî mahkemenin verdiği bu karara AK Partili Bozdağ'dan da sert tepki geldi. Teğmen'in işlediği suçun "kırmızı ışıkta geçme, hatalı sollama" gibi bir trafik suçu olmadığının altını çizen Bozdağ, bu nedenle bilinçli taksir suçundan ceza verilmesinin yanlış olduğunu savundu. Askerî mahkemenin Türk Ceza Kanunu'na (TCK) uygun davranmadığını kaydeden Bozdağ, şöyle devam etti: "Askerî mahkemenin verdiği kararı kabul ve izah etmek mümkün değildir. Umarım ki askerî Yargıtay bu kararı temyiz aşamasında bozar. Çünkü, bu karar TCK'ya aykırıdır." ZAMAN

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=919944&title=tegmen-sanki-4-askerin-olumune-yol-acmadi-kirmizi-isikta-gecti
#1592


Domuz gribi salgınının başlamasıyla piyasaya çıkan sayısız antibakteriyel jel, Sağlık Bakanlığı'nın dikkatinden kaçmadı. Üzerinde 'domuz gribine karşı etkili' yazan jeli, köpüğü izinsiz üreten kozmetik şirketleri hakkında idari işlem başlatıldı.

Domuz gribinin yaygınlaşması ile kozmetik firmaları bu alana el atarak, antibakteriyel jel üretmeye başladı. Üretilen jellerin üzerine ise 'domuz gribine karşı etkili' yazılarını da ekleyen firmaların sayısı bir anda arttı. Bu ifade Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü tarafından takibe alındı. Genel müdürlük, temizlik ürünlerine 'domuz gribine karşı etkili' ibaresi yazan firmalar hakkında idari işlem başlattı.

İlaç Eczacılık Genel Müdürlüğü'nden alınan bilgiye göre, domuz gribi dolayısıyla piyasada kullanımı artan antibakteriyel el temizleme jeli, sıvısı, köpüğü gibi ürünler 'kozmetik ürün' kapsamında bulunuyor. Genel müdürlük, bu ürünlerin kozmetik kapsamında bulunmasına rağmen, ambalaj ve tanıtım materyallerinde 'H1N1, hepatit, H1N5, AIDS domuz gribi, virüs, küf, mantar hastalıklarına karşı etkilidir' yazıldığını tespit etti. Bu durumun tüketiciyi yanılttığını ve halk sağlığını tehdit edici durumların oluştuğunu belirleyen genel müdürlük kaynakları, yapılan piyasa kontrollerinde mevzuata aykırı ürün çıkaran firmalar hakkında idari işlem başlatıldığını açıkladı.

Genel müdürlük yetkilileri, kozmetik firmalarının bu ibareyi yazmak için bakanlıktan 'antiseptik ilaç üretme' izinlerinin olması gerektiğini söyledi. Kozmetik firmalarının 'antiseptik ilaç' üretebilmek için izin almadan jellerin üzerine bu ibareleri yerleştirmeleri durumunda sorumlu tutulacakları bilgisini verdi. Antibakteriyel ürünlerin gereksiz yere kullanımında direnç gelişebileceğinin ve bakteri kaynaklı hastalıkların yaygınlaşabileceğinin de göz önünde bulundurulması gerektiğine işaret eden genel müdürlük, kişisel temizlik için ellerin öncelikle su ve sabun ile yıkanması, susuz kullanılan ürünlerin ise su bulunmayan ortamlarda tercih edilmesini önerdi.

İlaç Eczacılık Genel Müdürlüğü vatandaşlara; antibakteriyel amaçlı olarak piyasaya arz edilen kozmetik tanımına uygun ürünlerin, çocuklardan uzak tutulması, kullanılması gerekiyor ise ebeveyn kontrolünde kullanılması, gözle temas ettirilmemesi gerektiği tavsiyelerinde bulundu. ZAMAN

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=919840&title=bakanliktan-jele-domuz-gribine-karsi-etkilidir-yazan-firmalara-gozalti
#1593


28 Şubat sürecinin yargı kararlarının biri daha bozuldu. Marmara Depremi'ne ilişkin sözleri sebebiyle 2 yıl 1 gün hapse mahkum edilen Yeni Asya Gazetesi İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular beraat etti.

Yargılamanın yenilenmesi ve uyarlama başvurusu üzerine Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen duruşmaya Kutlular'ın avukatı Mehmet Ali Aslan katıldı. Esas hakkındaki görüşünü bildiren cumhuriyet savcısı Mustafa Bilgili, yargılamanın iadesi talebinin, yasada öngörülen süre yönünden reddedilmesini istedi. Bilgili, ancak yeni TCK'nın sanık lehine hükümler içermesi ve davaya ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararı nedeniyle, davanın yeni TCK'ya uyarlanmasını ve Kutlular'ın beraatını talep etti. Mahkeme heyeti, yargılamanın iadesi talebini reddederken, AİHM'nin, davayla "ifade özgürlüğü hakkının ihlal edildiği" yönündeki kararı çerçevesinde Kutlular'ın beraatına karar verdi.

Bediüzzaman Said-i Nursi'nin ölümünün 39. yıldönümü nedeniyle 10 Ekim 1999'da Ankara Kocatepe Camisi'nde okutulan mevlitte 'İlahi İkaz Deprem' adlı kitapçık, Yeni Asya Gazetesi'nce hediye olarak dağıtılmış, Kutlular da gazetecilerin sorularını cevaplamıştı. Kutlular, bunun üzerine, hakkında açılan davada, "halkı, sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik ettiği'' gerekçesiyle 2 yıl 1 gün hapse mahkum edilmişti. Cezası Yargıtay tarafından da onanan Kutlular, bir süre cezaevinde kalmıştı. Kutlular, aldığı ceza üzerine AİHM'ye başvurmuştu. AİHM, Kutlular'ın sözlerinin ifade özgürlüğü sınırları içinde olduğuna karar vererek, Türkiye'nin Kutlular'a manevi tazminat ödemesine hükmetmişti. Kutlular, AİHM'nin kararı ve 5237 sayılı TCK'nın yürürlüğe girmesinin ardından yargılamanın iadesi ve cezanın uyarlaması için avukatı aracılığıyla mahkemeye başvurmuştu. ANKARA AA

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=919842&title=28-subatin-yargi-kararina-veto-kutlular-beraat-etti
#1594


İki üyelerinin Taksim'deki pankartlı eylemiyle ilgili gösteriye katılan avukatların verdiği tepkiye karşı Genç Sivillerden şöyle bir açıklama gelmişti: "Gayet medeni bir eylem. Paramızla tuttuğumuz odadan düşüncemizi ifade ettik. Ama cüppeli hukukçular 'onları bize verin' diyor. Tanrı bizi bunların dağıttığı adaletten korusun."



• İstanbul Barosu ve şekillendirdiği Türkiye Barolar Birliği'nin 'darbesever' yapısı Anadolu'daki baroları ayaklandırdı. 22 baro yönetimi, TBB'nin siyasallaştığını ve bir parti gibi hareket ettiğini belirterek, 'değişim' bayrağı açtı.
• Kayseri Baro Başkanı Ali Aydın, İstanbul Barosu'nun TBB üzerinde dükalık gibi inisiyatif kullandığını söyledi. Yozgat Baro Başkanı Yusuf Başer ise, "Baronun görevi hukuksuzluğa karşı çıkmaktır, Ergenekon'u alkışlamak değil" dedi.

FUAT ATİK / SELÇUK ATEŞASLAN
Ergenekon soruşturmasına karşı tavır alan, 367 kararına sessiz destek veren, darbecilerle birlikte hareket ettiği için eleştirilerin hedefi haline gelen Türkiye Barolar Birliği'nin, dinleme iddialarını kamuoyuna yaymak amacıyla Ankara'da ortak bildiri için toplanması, Anadolu'daki baroların isyanını gün yüzüne çıkardı. Taksim'de 'hoş geldin darbeci baro' pankartının şokunu atlatamayan TBB'nin Ankara'daki toplantısında ortak bildiri yayınlanmasını engelleyen Yozgat, Yalova, Diyarbakır, Çorum, Çankırı, Erzincan, Şırnak, Kastamonu, Mersin'in de aralarında bulunduğu 22 baro başkanı, TBB siyasallaştığı gerekçesiyle isyan bayrağı açtı.

27 NİSAN'LA BAŞLADI

TBB Başkanı Özdemir Özok'un yurtdışında olması nedeniyle İstanbul Barosu'ndan Başkan Yardımcısı Berna Besler'in başkanlığını yaptığı Ankara'daki 18. Baro Başkanları toplantısında 'hakim ve savcılar dinleniyor' gerekçesiyle ortak bildiri yayınlama girişimi birlik içindeki çatlağı ortaya çıkardı. 78 baro başkanından 42'si toplantıya katılmazken, 22 baro bildiri yayınlanmasına açıkça karşı çıktı. Anadolu'daki 22 baro adına ortak açıklamayı Yozgat Barosu Başkanı Yusuf Başer yaptı. Toplantının ardından başlayan tartışmalar ise Türkiye Barolar Birliği'nin kendi içinde sorgulanmasına neden oldu. 27 Nisan Bildirisi'ne karşı ortak tutum sergileyen, baro başkanlarının öncülük ettiği hareket TBB'nin siyasallaşarak bir parti gibi hareket etmesine ortak tepki gösterdi.

İstanbul Barosu'nun Taksim'deki yürüyüşüne karşı 22 baronun imzasıyla ortak bildiri yayınlayan Yozgat Baro Başkanı Yusuf Başer yargıyı baskı altına almaya çalışan TBB'nin, İstanbul Barosu'na hakim olan zihniyetle yönetildiğini söyledi.

ERGENEKON ALKIŞLANMAMALI

Başer seçim sistemi nedeniyle büyük illerin TBB yönetiminde etkin olduğunu belirterek "İstanbul Barosu'nun görüşü bütün baroların görüşü gibi lanse ediliyor. Nerede bir hak ihlali bir hukuksuzluk varsa baroların görevi bunların karşısında olmaktır. Ergenekon'u alkışlamak değildir" dedi.

Ankara'daki toplantıya en sert tepkiyi gösteren Kayseri Baro Başkanı Ali Aydın ise İstanbul Barosu'nun, TBB yerine dükalık gibi inisiyatif kullandığını belirterek "İstanbul'un bu tutumunu kınamak için toplantıya katılmadık" şeklinde konuştu. Diyarbakır Baro Başkanı Mehmet Emin Aktar ise, TBB'nin asli görevinden uzaklaşarak siyasallaştığını söyledi. Aktar, "TBB'nin amacı devlete sahip çıkmak, devleti savunmak değildir. TBB, Ergenekon soruşturması, dinleme iddialarındaki tavrı ve darbecilere destek veren görüntüsüyle baroları temsil etmekten uzaktır" dedi.

ANADOLU DEĞİŞTİRECEK

Aktar, Anadolu hareketiyle ilgili de şöyle konuştu: "Anadolu'daki barolar aralarında fikir ayrılığı olsa da birlikte hareket ediyor. TBB'ye hakim olan zihniyetin artık değişmesi lazım." Sivas Baro Başkanı Ünal Yılmaz da TBB'nin siyasallaştığına dikkat çekerek "Yargı üzerinde baskı kurulmak isteniyor" dedi.

'Senin benim darbecim olmaz'

İstanbul Barosu Çağdaş Avukatlar Grubu Başkanı avukat Kemal Aytaç da İstanbul Barosu'nun darbecilere sahip çıkan tavrına tepki gösterdi. Aytaç "12 Eylül'de kapatılan, 28 Şubat'a tepkisini açıkça gösteren İstanbul Barosu'nun, bugün e-muhtıra ve Ergenekon'a ses çıkartmaması statüko ve tutucu bir çizgi izlediğini göstermektedir" dedi. "Senin ya da benim darbecim" olmaz diyen Aytaç şöyle konuştu: "AK Parti karşıtı tutum sergilemek için yargının üstünlüğünü ayaklar altına alıyorlar."

Yargıçlar devleti istiyorlar

Türkiye Barolar Birliği'nin anti demokratik duruşuna tepki gösteren Anadolu hareketine öncülük eden Yozgat Barosu Başkanı Yusuf Başer "Türkiye'nin bir hukuk devleti olmasını herkesten daha çok istiyoruz. Ama İstanbul Barosu ve Barolar Birliği'nin toplumsal olaylara yaklaşımı hukuk devletinden ziyade yagıçlar devleti olma hevesinin göstergesi" dedi. Barolar Birliği'nin Ergenekon soruşturmasına sahip çıkarak darbecileri savunduğunu belirten Başer, "Baroların yapması gereken, kim tarafından nasıl yapılırsa yapılsın hukuksuzluğa karşı olmaktır. Barolar Birliği bizi çağırıyor. Başkan bir konuşma yapıyor. Sanki tüm baroların görüşüymüş gibi lanse etmeye çalışıyorlar. Biz artık onlara tahammül edemez hale geldik" şeklinde konuştu.

Muhalefet odağı gibi davranıyor

Kayseri Baro Başkanı Ali Aydın, TBB'nin Ankara'daki toplantısının tamamen siyasi amaçlı olduğunu söyledi. Toplantıyı TBB Başkanı Özdemir Özok'un yerine İstanbul Barosu'ndan yardımcısının yaptığına dikkat çeken Aydın, "TBB yerine inisiyatif kullanıyorlar. Bu tutumu kınamak için toplantıya katılmadık. İstanbul Barosu muhalefet partisiymiş gibi hareket ediyor. Bu zihniyeti kırmak için birlikte hareket ediyoruz" dedi.

12 Eylül'deki baroyu arıyoruz

Diyarbakır eski Baro Başkanı Sezgin Tanrıkulu, Barolar Birliği'nin darbecilerin yanında olduğunu ileri sürerek şunları söyledi: "TBB Ergenekon soruşturmasına karşı açıklama yaparken, Türkiye'de yaşanan diğer hukuksuzluklara aynı tepkiyi vermiyor. TBB'nin darbecilerin yanında olmak gibi izlenim verecek şekilde tutum yanlıştır. TBB, 12 Eylül yasalarına 1982'de karşı çıktı. Darbe Anayasası'na kimsenin itiraz etmediği dönemde TBB'nin mevcut yasasıyla seçilmiş yönetimi darbe yasasına karşı çıkmıştır. Bugün içinse TBB yönetimine hakim olan zihniyeti sorgulamak gerekiyor."

Yargı üzerinde baskı oluştu

Kastamonu Baro Başkanı İhsan Darende, Ergenekon soruşturmasına karşı çıkan, darbecilere destek veren İstanbul Barosu ve TBB'nin yargı üzerinde baskı kurmaya çalıştığını söyledi. "İstanbul Barosu'nun düzenlediği yürüyüşü bu nedenle katılmadık" diyen Darende şöyle konuştu: "Yargıdan elinizi çekin diye Anadolu'daki bazı barolarla ortak bildiri yayınladık. Yargı sadece yasama ve yürütmeye değil, kamuoyuna karşı da bağımsızdır."

CHP ile kolkola geriyorlar

Çankırı Baro Başkanı İdris Şahin, İstanbul Barosu ve TBB'nin CHP'lilerle birlikte hareket ederek Ergenekon soruşturmasına karşı tavır almasının toplumu gerdiğini söyledi. Şahin şöyle konuştu: "İstanbul Barosu'nun Ergenekon süreci içinde yaptığı açıklama ve söylemlerle ıslak imza tartışması ve açılımlar konusundaki tutumları hukukun dışında siyasi bir düşünceyle hareket ettiklerinin göstergesidir" dedi. Şahin Anadolu'daki hareketle ilgili de şöyle konuştu: "Bundan sonra Anadolu'nun, TBB'nin gerçek sahiplerinin sesi daha yüksek çıkacaktır."

http://yenisafak.com.tr/Politika/Default.aspx?t=25.11.2009&c=2&area=4&i=225264
#1595
PKK'nın bir numaralı ismi Murat Karayılan, Türkiye gazetesine konuştu: Habur'da o pankartları açanları araştırdık, bizden değiller.

PKK'nın bir numaralı ismi Murat Karayılan, eve dönüş sırasında Habur Sınır Kapısı'nda Abdullah Öcalan pankartını açanların kendilerinden olmadığını söyledi.

Türkiye gazetesinden Osman Sağırlı'ya konuşan Karayılan, "Habur'da tahrikler vardı. 'Biji Serok Apo' diye bağırmanın, pankart açmanın tahrikin anlamı var mıydı" sorusuna, "Eğer böyle yapıldıysa yanlış. Ama pankart açanları araştırdık bizden değilller. Güvenlik güçleri de araştırıyor. Halen kim oldukları açıklanmadı" yanıtı verdi. Milliyetçi ve muhafazakâr çizgisiyle bilinen Türkiye gazetesinde yayımlanan röportaj özetle şöyle:

Açılım Meclis'te tartışıldı. Meselenin Meclis'te tartışılması ve gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Her şeyden önce Meclis'in, Kürt sorununu ilk kez tartışmış olması bile bize göre önemli bir sonuç. Fakat Kürt sorunun, demokratik çözümü temelinde Türkiye kendi geleceğine dönük olarak yeni bir süreci başlatabilirdi. Maalesef bu olmadı. Pratik adımlar atılmadı. İlk başlarda daha ümitliydik. Şu anki durumda herhangi bir çözüm yok.

Siz nasıl bir başlangıç yapılmasını bekliyordunuz?

Kürt meselesi çok köklü bir sorun. Basit açılımlarla sorunu çözmek mümkün değil. Ağır bir akciğer hastası aspirinle tedavi edilmez. Kürt sorunu, bazı yerleşim birimlerinın isimlerinde eskiye dönüş ya da Kürtçe TV kurulmasıyla çözülmez. Kürtlerin zaten bugün bile 15'ten fazla kanalı var. Bir üniversitede Kürdoloji Enstitüsü açılması. Ne var bunda? Yurt dışında Kürtlerin açmış olduğu enstitüler de mevcut. Kürt dilinin seçmeli dil olarak okutulması da çare değil. Burada bir topluluk var. Bunların kimliğinin kabulü önemli. 85 yıllık süre içinde büyük trajedilerin yaşandığı bir sorundan bahsediyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti (düzeltiyor) Devleti, geçmişten bu yana Kürt halkı gerçekliğini, kimliğini göz ardı etti. Bu hataydı; "Biz şimdi bu yanlışı düzeltiyoruz. Kürtler de var, kimlik sahibidir. Bunların her türlü haklarını ve kimliklerini tanıyoruz. Birlikte kardeşçe yaşıyoruz. Bin yıllık tarihimiz var. Birleşerek yaşamayı ön gören yeni projeyi gündemleştiriyoruz" demeliydi.

Sayın Başbakan da bu anlama gelen sözler söyledi. Üstelik Dersim olaylarını savunanları 'insanlıktan nasibini almamış kişiler' olarak niteledi. Bu sizin için önemli bir mesaj değil mi?

Sayın Başbakanın söylediği sözlerin tabii ki bir anlamı var. Ancak yeterli değil. Eğer bir devlet politikası, yaşanan acıların nedenlerini de ortaya koysa amenna. Başbakan yakındığı o uygulamaları kınarken aslında farklı bir yaklaşım sergiliyor. O uygulamaları sürdürmek isteyenlere diyor ki; "sizin uygulamalarınız çağ dışı. Yeni metotlarla meseleye yaklaşıp Kürtleri denetim altına almak gerekiyor."

Türkiye'nin birliği bütünlüğü deniliyor. Biz de aynı şeyleri savunuyoruz. AK Parti'nin baştan beri, devletin Kürtlere yönelik sert yöntemlerini eleştirdiği doğrudur. Ancak kendileri yumuşak uygulamalarla Kürtleri terbiye etmek istiyor. AK Parti 'bu sorun sadece askeri yöntemler ve güvenlik kuvvetleriyle çözülemez' diyor. Erdoğan'ın bu sözlerini ben şöyle okuyorum: "PKK tasfiye edilmesi gereken bir mahluk. Bu sadece askerî yöntemle bitirilmez. Değişik yollar uygulayıp tasfiye edelim." Bu sözlerden sonra nasıl ümitli olayım.

Bütün bunlara rağmen hükümet diğerlerine göre iyi. AK Parti ile CHP aynı kefede değil.

Nasıl bir başlangıç yapılacağı hususunda bir tek başlık söylediniz ki o da Kürt kimliğinin tanınması şeklinde... Bunun dışındaki önerileriniz neler?

Ben bunu her defasında tek tek sıralamak zorunda değilim. Ana dil hakkının tanınması, ana dilde eğitim hakkının sağlanması, siyasal örgütlenmeye imkân tanınması, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve bir toplumsal uzlaşma projesinin imzalanması çözüm için sıralayabileceğim diğer hususlar. Barış gruplarını göndermekle kendimizce bir mesaj vermeye çalıştık.

O karşılama olayları organizeydi. DTP her türlü imkanıyla Silopi'den Diyarbakır'a adam taşıdı.

DTP'nin katkıları olabilir. Ancak; halkın bu denli sevgi gösterisinde bulunması ciddiydi. Eğer burada propaganda veya psikolojik savaş yapılacaksa o zaman bu ayrı değerlendirilir. Ancak eğer sorun masaya yatırılıp adam akıllı çözülecekse gerçekleri konuşmalıyız. Gerçekler şudur: PKK'nın yok dediği hususlar, Kürt kısmında olmaz. 30 yıldır biz de burada siyaset yapıyoruz. Mevcut Türkiye Cumhuriyetinin sorumluları da siyaset yapıyor. Yani her gün PKK'ya küfretmek temelinde sorun çözülür mü? Biz sorunu çözmek istiyoruz. Fakat böyle değil.

Ne gibi adımlar?

Niye siyasi yöntemlerden bahsedilmiyor? Başbakan'ın 'anaların gözyaşları dinsin" şeklinde kurduğu cümlelerin tümü güzel. Bazı iyi şeyler söylemek sorunu çözmez. Eğer hükümet ciddi adımlar atmazsa, süreci bozmak isteyen bazı güçler ortaya çıkacaktır.

Süreci baltalamaya çalışacak güçler kimler?

Bunlar çözümü istemeyen rant çevreleri... Savaştan siyasi ve ekonomik rant sağlayan çevreler...

Bunlar Kürt müdür Türk müdür?

Türk ve Kürt olmaktan ziyade, devlet içinde örgütlenmiş insanlar. Ergenekon örneğinde görülmedi mi? Üstelik Ergenekon yapılanmasının tamamı sorgulanmadı ki. Büyük bir kısmının devlet içinde varlığını sürdürdüğünü düşünüyorum. MHP ve CHP'nin dillendirdiği durum buna örnek. Erdoğan bu noktada doğru söylüyor. Muhalefeti kast ederek sarfettiği "şehit cenazelerinin gelmesini istiyorsunuz" sözü doğru. Devlet bürokrasisi içinde bu savaşın sürmesinden yana olan kesimler var. Şimdiye kadar bu sorunun bu kadar sarpa sarması ve çözümün engellenmesinin nedeni de bu yaklaşım. Kürtlerde olup olmadığına gelince; Kürtlerin içerisine sızdırılmış bazı insanların olduğu gerçek. Ama Kürtler zavallı bir halk. Ne çıkar sağlayabilirler ki?

30 yıllık süreçte geriye dönüp baktığınızda, bu ilişkide olduğunuz ya da size müsamaha gösteren devletlerden, bugün samimi olmadığına inandığınız devletler hangileridir?

Şu anda PKK'yı destekleyen kim var ki? 1985 yılından bu yana PKK'ya karşı ABD hep Türkiye'yi desteklemiştir. Ancak bunun altında bile farklı hesaplar oldu. Eminim ki Amerika ve benzeri devletler olmasaydı Kürt sorunu şimdiye kadar çoktan çözülmüş olurdu. Özal niye öldü? Özal, Türkiye için büyük bir kayıptı. Türkiye'nin her türlü sorununu çözmek istedi fakat uluslar arası devler ve onların Türkiye'deki uzantıları fırsat vermedi.

Çözüm sürecinde kendilerinin taşın altına ellerini koymak istediklerini söyleyen PKK'nın bir numaralı ismi Murat Karayılan, Türkiye'de siyasetçilerin detaylara takılıp kaldığını, geri dönenleri kıyafetlerindan dolayı "Teslim almaya geliyorlar" şeklinde eleştirme yanlışına düştüklerini kaydetti. Karayılan, "Biz o insanları barış için gönderdik. Bu kıyafetler Kürtlerin geleneksel kıyafetlerindendir. Zamanla değişikliğe uğramış ve askerî kıyafet olarak anılmaya başlamıştır. Ama bizim amacımız barışa katkıda bulunmaktı. Kendiliğinden gelişen olayları doğru okumak gerekir" diye konuştu. DTP'nin PKK adına karar alabileceğini ancak bunu yaparken ya Kandil'i ya da Avrupa temsilcisi Zübeyr Aydar'ın vereceği talimatları dikkate alması gerektiğini vurgulayan Karayılan ile gönderilmesi muhtemel gruplar, hükümet ve muhalefet ile ilgili görüşlerini konuştuk. işte o sorular ve Karayılan'ın ağzından cevaplar;

KIYAFETLER PROPAGANDA DEĞİLDİ

- Üzerinizdeki kıyafet askerî üniforma değil mi? Bu bile barışın önünde engel olarak gösterilemez mi?

Aslında bu Kürtlerin geleneksel kıyafeti. Fakat zamanla değişikliğe uğrayarak askerî kıyafete dönüştüğü doğru. Dağda olduğumuz için bu kıyafetleri giyiyoruz.

- Kandil'den Türkiye'ye giden 8 kişinin üzerinizdeki elbiselerin aynısını giymesi doğru muydu?

Bu kıyafetle Türkiye'ye gitmelerinin yanlış olduğunu düşünmüyorum. Türkiye toplumu siyasetçilerden daha anlayışlı. Tepki gösteren MHP ve CHP idi. İki gün sonra Başbakan da çark etti ve olup bitenleri "şov" diye niteledi.

- Gidenlerin ifadeleri hep aynıydı. Siz bu göndermeleri planlı mı yaptınız?

Kesinlikle o eylemde planlılık yoktur. Doğal gidilmiş ve doğal bir karşılanma olmuştur.

- 86 yıllık Cumhuriyet tarihinde AK Parti hükümeti bir ilki gerçekleştirmedi mi?

Bir ilk olabilir ama öz aynı. Gelinen aşamada artık Türkiye'nin kendisini yeniden düzenlemesi gerekiyor. Bunun mesajını hem Kürt halkı hem de bölgedeki konjonktürel durum veriyor. Bunu Türkiye halkı da fark etti. Başbakan yeni şeyler söylüyor olabilir ama gelişmeler de yeni. Köklü bir sorun var. Üstelik 86 yıldır kanayan bir yara var. Bunun iyileşmesi gerekiyor. Dolayısıyla sorumluların artık yapıcı ve çözücü tarzda konuşmaları şart. İnanıyorum ki, şu anda bağırıp çağıran muhalefet; eğer iktidarda olsaydı bunlar bugün savunduklarının aksini dillendireceklerdi. Biz hükümetin, konuşmalarını görmüyor değiliz. Fakat sadece sözle olmaz. Daha ciddi bir yaklaşıma ve pratik adımlara ihtiyaç var.

-Kanayan yara var diyerek empati yapılmasını istiyorsunuz ama sanki siz yapmıyorsunuz!

Fazlasıyla yaptığımızı düşünüyoruz. Karşı tarafın halkına doğrular anlatılmıyor. Tek yönlü bir pompalama yapıldığından dengesizlik oluşmuştur. Bana olup bitenler doğal geliyor. 17.500 faili meçhul terör değil mi? Toplumsal makaslar çok açılmış ve algılar farklılaşmış. Kürt toplumunda sevinç vesilesi olan bir durum, diğer tarafta tepkiyle karşılanıyor.

- "Silahların çare olmadığını, Kürt sorununun çözüm yolunun demokratik yollarla aşılabileceğini savunurken, 'gerilla Türkiye'nin gerçeğidir ve o üniformalarla gitmesi normal' diyorsunuz. Mademki silahlar çare değil, neden silah bırak mıyorsunuz? Barıştan ve siyasal çözümden kastınız nedir?

Birinci talebimiz silahların susması. Operasyon da eylem de olmasın. Yeter artık. Anaların gözyaşları ancak böyle diner.

İkincisi; bu sorunun çözümü için ister alt ister üst düzeyde olsun insanlar bir araya gelmeli ve bunu tartışmalı. Bu gerilla dağdan nasıl inebilir? Kürtlerin kimlik hakları ne şekilde tanınabilir? Bizimle görüşmeleri gerekmiyor. DTP var. Devlet hiçbir zaman DTP'yi muhatap olarak kabul etmedi.

- Açılımın tartışıldığı günden bu yana DTP'liler hiç buraya gelip sizle görüşmedi mi?

Hayır. Bu insanlar zaten olup bitenden çok ürküyor. Bu yüzden semtimize hiç uğramazlar.

- Gelip gitmiyorlarsa, aracı olamazlar. Yeterli inisiyatif sahibi olamazlar?

Bizlerle görüşmelerine gerek yok. Avrupa'daki temsilcimiz Zübeyir Aydar'dır. Daha önce milletvekiliydi. DTP'liler gidip Aydar ile görüşebilir. Devlet DTP'ye biraz inisiyatif tanısa temsilcileri buraya gelir bizimle de görüşür. DTP'den birileri buraya gelirse, hemen tutuklanır. Ya da partileri kapatılır.

- 8 askerin teslim edilmesi sırasında Kandil'e gelip görüşmeler yaptılar ama...

Askerlerin alınması sırasında geldikleri için haklarında dava açıldı. Eğer DTP'ye devlet bir rol biçse önemli gelişmeler yaşanabilir.

- DTP bizi temsil yetkisine sahiptir diyor musunuz?

Hayır, tam olarak öyle demiyorum. Karşı taraf, DTP'ye öyle bir misyon biçse, ben de "DTP bizi temsil yetkisine sahiptir" derim. Ama öyle bir durum yok ki. Şunu söylüyorum: DTP bu süreçte önemli bir rol oynayabilir. Ayrıca bu muhatap alınacak güçlerden biridir. Devlet DTP'yi muhatap alırsa, bu muhataplığı biz de kabul ederiz. Tabii karar verilirken, DTP'nin bizimle diyalog kurması gerekir.

- Mahkemede bir sanık avukata kendini temsil etmesi için noter kanalıyla tam yetki verir. Siz 'işinize gelen yerde temsil edebilir' diyorsunuz. Ara sıra da müdahale ediyorsunuz. Açıkça soruyorum: DTP sizin temsilciniz mi?

Dediğim gibi bizimle müzakere etmek şartıyla burada bir misyon üstlenebilir.

RADİKAL DEĞİLİM ÇÖZÜM TEHLİKEDE

- Yapılanları, atılan adımları tek yönlü olarak küçümsüyorsunuz sanki.

Bir şey yok ki küçümseyelim. Pratik olarak ne yaptılar? Sadece birkaç iyileştirici adım...

-Örgüt silah bıraksa, çözüm barışla halledildikten sonra tekrar şiddet ortamına dönüş olur mu?

Niye ana dilde eğitim alanında yasal bir düzenleme yapılacağı hususu gündeme getirilmiyor? Ana dilde eğitim hakkı bu çözüm perspektifinde yok.

- Tepki için aceleci değil misiniz? 30 yıllık sorunun bir anda çözülmesi mümkün mü? Radikal söylemlerle süreci baltalamış olmuyor musunuz?

Radikal konuşmuyorum. Çözüm kapılarının tümden kapandığını söylemiyorum. Fakat, bu yaklaşımla sorunun çözülmeyeceğini ifade ediyorum. AK Parti'nin kulağa hoş gelen sözleri sorunun çözümünü sağlamaz. Hatta, bu böyle devam ederse tehlikeli bir hâl alabilir.


Sayın Başbakan tarihe geçebilir

Türkiye şunu bilmeli. Kürt halkı vardır ve Türkiye ile birlikte yaşamak istiyor. Çözüme açık olduğumuzu söylüyoruz. Bu da diyalogdan geçer.

Tehlikeli bir hal almaması için atılması gereken adımlar neler? Örgüt olarak siz bu konuda bir takvim verebiliyor musunuz?

Bir kere operasyonların durması konusunda başbakanın ve AKP yetkililerinin net tavır ortaya koyması gerekiyor. Aksi halde tehlikeli durumlar gelişebilir. Bu karşı tarafa samimi bir öneridir. Söylenenler yapılmaz ve yarım bırakılırsa, çözüme karşı olanlar atak yapabilir. Ben bu işin basit ve kolay olduğunu, bir çırpıda Başbakanın bunu halledebileceğini söylemiyorum. Bu ciddi bir mesele. Başbakan Erdoğan bu işi çözerse, tarihe geçer. Ama riskler de var. Sorunu çözmek için mangal gibi bir yüreğe sahip olmak gerekiyor. Başbakan, bu mevcut tavrıyla sorunu çözemez. Çözemediği gibi altında da kalabilir. Çünkü farklı yaklaşımları dayatanlar olabilir. Onun için madem bir adım attı gerisi de gelmeli. Sorun riskli. Özal'ın başına gelenler biliniyor. Öyle basit değil.

- Bu bir tehdit mi?

Hayır, değil. Tehdit gibi algılanıyorsa, sözlerimi geri alıyorum. Başbakan'ın yükü çok ağır. Büyük devrimleri büyük adamlar yapabilir. Başbakan'da bunu görüyorum.

-Başbakan'ın yükünü hafifletmek istiyor musunuz?

Samimi adımları gördüğümüz anda üzerimize düşeni yaparız.

- Samimi değilse, niye öyle bir riskin altına girsin? Diğerleri gibi olayın üstünü örtüp yoluna devam edemez miydi?

Sayın Başbakan macera aramıyor. Sorun Türkiye'nin... Sorumlu kişi olarak çözmek zorunda. Sorunu çözmemek kurtuluş değil. Tansu Çiller, Bülent Ecevit neredeler?

- Yeni barış gruplarının gönderilmesi veya gönderilmemesi hususunda aldığınız herhangi bir karar var mı?

Barış gruplarının gönderilmesi hususunda üç grubun hazırlığını yaptırdık. İki grup gitti ancak Avrupa'dan gelecek grubun gelişi durdu. Henüz yeni bir kararımız yok.

- Kapıyı kapattınız mı?

- Devamı nasıl gelsin? Karşı taraf kapıları kapattı. Eğer tıkanma giderilirse; o zaman düşünürüz.


YENİ GRUPLAR GÖNDERECEKTİK

- Öyle planlamıştık ve bitirdik dedikten sonra adımı başkasından beklemek bir samimiyetsizlik değil mi? Yani onları teste mi tabi tuttunuz?

Devletin savcılarının Habur'da gelen gruba yaklaşımı iyi oldu. Eğer böyle devam etseydi bu iyi şeylere yol açabilirdi. Ama sonra 'şov', 'provokasyon' denildi. İş adetâ ters yüz edildi. Öyle olmasaydı belki de yeni gruplar gelecekti. Bu devletin bir kısmının çözümden yana olduğunu gösteriyor. Eğer çözümden yana olan kesim daha etkili gelirse, çözüm süreci yine gelişebilir. Ama bu kesim etkili olamazsa yeni saldırılar da muhtemel... Operasyonlar artar ve çatışma ortamına tekrar girilebilir.

- Sizin içinizde de çözümsüzlükten yana olanlar var mı?

Kesin yok demiyorum. Ama yönetim olarak çözümden yanayız. Bizde, savaş isteyenler etkili değil.

- Güneydeki (Irak'taki) Kürtler, Kandil'i yayla olarak görüyor. Kürt Federe Hükümeti eski başbakanı Neçirvan Barzani ile yaptığım görüşmede; "umuyorum bir gün silahlar susar, barış sağlanır ve Kandil de güzel bir tatil beldesi olur" dedi. Sizin de böyle bir umudunuz var mı?

Tabii ki umut ediyorum. Ama hayalci de değilim. Türkiye'nin diğer dağları ve güzel yerleri barış, kardeşlik ve birlik mekânı olsun. Ama ne yazık yakın gelecekte bu zor. Ayrıca; bölgede sıkışmış değiliz. Kandil'de de kalmak zorunda değiliz. Gerekirse silahlarımızı alır buradan gideriz.

- Nereye gidersiniz?

Ben sekiz yıl Siirt-Şırnak dağlarında yaşadım. Yine Türkiye'de kalabilirim. Stratejik müttefiklerimden birisi de coğrafyamız!


MAHMUR'DAKİLER GERİ DÖNEMEZ

- Ne olursa veya hangi adımlar olursa örgüt çözüm sürecini hızlandırır ya da yeni gruplar gönderir?

Irak'taki tüm Kürtler bize bağlı değil. Emrimizle hareket etmiyorlar. Mahmur dışında da bazı kamplarda Kürtler yaşıyor. Türkiye'deki korucular ortalık yerde ölüm saçmaya devam ederken Mahmur'dakiler geri dönemez. Çünkü zaten ölüm korkusuyla vatanlarını terk edip geldiler.

- Soruma cevap olmadı.

Biz AK Parti'nin konuyu gündeme getirmesini, Türkiye'nin temel sorunlarını çözme açısından iyi bir girişim olarak görüyoruz. Bunun karşısında; MHP'nin CHP'nin tutumunun ise "aslında öldürme devam etsin. Onur Öymen örneğinde olduğu gibi katliamların hâlâ savunulduğunun" farkındayız. Üstelik bunlar birlik-beraberlik adına yapılıyor. Bu bölücülüktür. Ortada hiçbir şey yokken muhalefet bir bardak suda fırtına koparıyor. Oysa; Türkiye'nin sorunlarını sakin tartışmak gerekir. Çözüm sadece AK Parti'nin görevi değil. Ordu, CHP ve Türkiye'yi seven herkesin görevi. Türkiye şunu bilmeli. Kürt halkı vardır ve Türkiye ile birlikte yaşamak istiyor. Çözüme açık olduğumuzu söylüyoruz. Bu da diyalogdan geçer.

KANDİL'DEN İLGİNÇ NOTLAR
* Beğenerek izledikleri dizi: Bu kalp seni unutur mu? (Diyarbakır Cezaevini hatırlatıyormuş)
* Eleştirdikleri dizi: Konusu PKK olan dizilerdeki kişi isimleri (Asla kullanmadıkları terimler varmış. 'Komutan' gibi...)
* Örgütte artık telefon ve internet yasak.
* Kandil'de radyo olarak sadece BBC Türkçe dinleniyor.
* "Mağarada yaşıyorlar" denilmesinden hoşlanmıyorlar
* Örgüt içindekilerden bazıları anılarını yazıyor. Kürtçe, Soranice (Öz Kürtçe), Türkçe, Farsça, Arapça kitaplar basılıyor.
* Bazıları film senaryosu yazıyor.
* Örgütün kendi içinde dağıtılan bir de gazetesi mevcut.

Murat Karayılan, "Grup göndererek barış adımı attık. Türkiye de operasyonları durdurmalı" dedi.

UYUŞTURUCU VE İÇKİYE KARŞIYIZ

- Size ve bazı PKK'lılara yönelik ABD Maliye Bakanlığı bir karar aldı. Kararın gerekçelerinde haklılık payı yok mu?

Perde arkasını iyi düşünmek lazım. Bu kararın, sorunun köklü çözümünü engellemek için olduğunu düşünüyorum. Bu, Türkiye'ye iyilik mi yoksa kötülük mü düşünmeliyiz. Öte yandan uyuşturucu kaçakçılığıyla ne ilgimiz olabilir ki. Hareket olarak uyuşturucu ticaretiyle mücadele ediyoruz. İçkiye bile karşıyız. Bir de çıkmış diyorlar ki; Avrupa ve Amerika bankalarındaki paralarına el koyduk. Bizim bir liramız bile yok. Neyine el koyuyorlar. Bu iftiradır. ABD gibi süper gücün neden böyle iftiraya ihtiyaç duyduğunu anlamalıyız!

- Sizce niye böyle bir karar alındı?

İşin içinde başka iş var. Böyle bir kararla Türkiye'ye 'sakın ha onları muhatap almayın. Bu sorunu sakın kökten çözmeyin' deniliyor...

- 2003 yılında Musul'da Amerikalılar ile bir temasınız oldu mu?

Evet. Amerikalı yetkililerle temasımız oldu.

- Neler konuşuldu?

O zaman örgüt adına Amerikalılar ile temas kuran kişiler, şu an saflarımızda değil.

AYRILANLARI TEHDİT ETMEDİK Kİ!

- Örgütten ayrılanlar Türkiye'ye dönmek istiyor. İtirazınız var mı?

Onlar bu işin bir tarafı değil. Örgütten ayrılarak Irak'a yerleşen kişiler Türkiye'ye dönmek için gelip bize danışsalar, gitmeyin derim.

- Silah bırakan kişiler örgütü tehdit olarak görüyor. Onlar için tehdit misiniz?

Silah bırakanları öldürmek istesek öldürürüz. Kollarımız uzundur.

- Örgütten ayrılanların çoğu "bana saldırı örgütten gelir" diyor.

Doğru söylemiyorlar. Irak Kürdistan'ında rahat şekilde geziyorlar.

NEDEN EYLEMLERİN MERKEZİ TÜRKİYE?

40 MİLYON KÜRT'ÜN GELECEĞİ TÜRKLERE BAĞLI

Kandil'de karşılaştığımız PKK'lılara yönelttiğim önemli sorular ve verdikleri cevaplar;

-Kürt halkının haklarının verilmediğini bunun mücadelesi için yola çıktığınızı söylüyorsunuz. Kürtler İran'da, Suriye'de ve Irak'ta da var. Üstelik oralarda idam edilen, sürgün edilen Kürtler var. Ama siz eylemlerinizi sadece Türkiye'de yapıyorsunuz. Mademki mücadele ediyorsunuz, eylem yapın demiyorum ama oralarda neden eylemlerinizi göremiyoruz?

Siz Türkiye'nin ne kadar büyük olduğunun farkında değilsiniz. Eğer Türkiye'ye bir kelimeyi kabul ettirebilirsek; bölge ülkeleri istediklerimizi fazlasıyla verir. Türkiye bölgenin anahtar ülkesidir. 40 milyon Kürt'ün geleceği bu ülkenin iki dudağı arasından çıkacak söze bağlıdır.

HESAPLARIMIZI DENETLESİNLER

-PKK uyuşturucu trafiğini yönlendiriyor deniliyor. Bununla ilgili suçlamalara sadece bu yalan diye cevaplamak yeterli mi?

Bize yönelik olarak sürekli uyuşturucu ve kara paradan kazandığımız söyleniyor. Bu tabii ki yalan. Bakın bizim kazançlarımızla ilgili olarak bütün hesaplarımız açıktır. Kendimiz içimizde bu tip iddiaları araştırmak için kurduğumuz 6 kişilik bir komisyon var. Bu komisyona Türkiye'den de müdahil olmak isteyen uzmanlara açığız. Gelsinler incelesinler istedikleri yerdeki hesaplarımıza bakabilirler

http://www.turkiyegazetesi.com/haberdetay.aspx?haberid=425649
#1596
80 darbesinden sonra Mamak Askerî Cezaevi'ne uğrayanlar Kafes'i çok iyi bilirler. Burası yüksek bir aslan kafesi gibiydi.
Dış kafeste cezaevi kuralları kısaca öğretildikten sonra, asıl bu kafeste eğitimi verilirdi. Demir parmaklığa yüzünüz yakın tehiyyatta oturulur. Dışarıdan bakan biri namaz kıldığınızı bile zannedebilir. Sonra askerin komutuyla ayağa kalkılır ve yine komuta göre yerinizde sayarak marşlar söylenir ve tekmil verilir. Hatanız olsun olmasın, terbiye amacıyla parmaklık arasından avucunuzu dışarı uzatırsınız. Karşınızdaki asker, elindeki copu mümkün olduğu kadar arkaya götürüp, ulaşabileceği en yüksek hızla elinize vurur. Yeteri kadar dayak yedikten sonra tekrar tehiyyat oturuşuna geçilir. Kimi birkaç saat, kimi bir ay kadar bu Kafes'te kalıp eğitildikten sonra koğuşa geçmek artık özgürlüğe kavuşmak gibidir.

Kafes, cehennemi insanlara yaşatmak içindir. Bu cehennemde kısa bir süre kalanlar, bu cehenneme tanık olanlar artık her şeye katlanabilir. Sonrasında verilen komutlara bu cehenneme dönmemek için uyulur. Kurallar, kafes korkusu ile işletilir. İtaat ve düzen için kafes, zihninizin bir yerinde kaçmanız gereken cehennem olarak durur.

Taraf'ın yayınladığı plana, hazırlayanların "Kafes" ismini vermesi tesadüf değil. Kendi ellerinizle bir dehşet tablosu yaratacaksınız. Toplumu bu cehenneme tanık edeceksiniz. İnsanlar bu dehşete tanık olduktan, yani kafese girdikten sonra artık her şeye razı olacak. Güce boyun eğecek. Şiddete rıza gösterecek. Bu cehennemin alternatifi olan silahlı zorbalığa, yani askerî vesayete katlanacak.

Planı hazırlayanlar cehennemin dehşetini artırmaya özen gösteriyor. Küçük çocukların en kalabalık olduğu anın seçilmesini istiyorlar. Daha dehşetlisi olabilir mi? Minicik çocukların cansız, parçalanmış cesetleri. Ne için? "İşte size cehennem" dedirtmek için. Sonra? Kanımız donacak. Bütün toplum ayağa kalkacak. O minicik yavruları koruyabilmek için, özenle inşa ettiğimiz her şeyin asker postalları altında ezilmesine rıza göstereceğiz. Kafesin içini göreceğiz, dehşeti yaşayacağız ve geri kalan her şeye eyvallah diyeceğiz.

12 Eylül'den önce bu kafesin içindeki kan gölüne batarak yaşamadık mı? Onca andıç, onca eylem planı bu kafesi örüp bizi içine yerleştirmek için yapılmadı mı?

Kafes'in, bir iktidar yöntemi olduğunu artık öğrenmeliyiz. Nerelere, ne tip kafesler yerleştirildiğini bilmeliyiz. Askerî vesayet sisteminin kafesler kurarak yürüdüğünü artık fark etmeliyiz. Bu kafesleri kuranlara, hayatımızı cehenneme çevirmeye kalkanlara dünyayı dar etmeliyiz.

Kimse kutsalların arkasına sığınıp bu kan emicilerin çirkin yüzünü aklamaya kalkmasın. Hiç kimse cesetler üzerine iktidar koltuğu inşa etmeye kalkan mezar soyguncularının dünyasını meşrulaştırmaya yeltenmesin. Bu işi üç beş gözü dönmüş resmî üniformalı katilin üzerine yıkarak içinden çıkmaya niyetlenmesin. Bu bir iktidar yöntemi, Türkiye'nin karanlık ve kirli askerî vesayet tarihinin sistematik olarak kullandığı bir psikolojik harp tekniği. Sağa sola kafesler inşa etmek, sadece elinde silah bulunanların diktasını kurmak için.

Kafes planını, içinde taşıdığı korkunç dehşetle birlikte basit bir provokasyon olarak görmek yanlış. Toplumun ve siyasetin farklı alanlarında aynı merkez farklı kafesler inşa ediyorlar. Mantık aynı: Cehennemi gösterip, askerî diktaya razı etmek.

Anayasa Mahkemesi'nde AK Parti kapatma davasıyla Türkiye'ye yaşatılan cehennem bir kafes değil miydi? Aynı karanlık merkezlerde birileri gece-gündüz çalışıp, acaba hangi kafesleri kurmakla meşguller? m.turkone@zaman.com.tr

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=919391&title=kafes
#1597


Milli Savunma Bakanlığı eski Teftiş Kurulu Başkanı emekli Albay Ali Belgütay Varımlı'nın şüpheli intiharı üzerine başlayan tartışmalar sürüyor.

Ergenekon'un bu noktaya gelmesinde Albay Varımlı'nın çok ciddi katkısı olduğunu söyleyen gazeteci Şamil Tayyar, Sarıkız'ı deşifre eden mektubu gönderen albayın Varımlı olduğunu savundu. Tayyar, ölmeden bir süre önce kendisiyle yüz yüze görüşen Varımlı'nın, "Operasyon Ergenekon kitabında Sarıkız'ı deşifre eden bir albayın mektubundan söz ediyorsun ya o albay benim. Darbeler konusunda hükümeti sürekli uyardım. Hilmi Paşa (Özkök) olmasaydı Türkiye bugün çok farklı olurdu." dediğini aktardı.

Star Gazetesi'nde dünkü köşe yazısında Albay Varımlı'nın şüpheli intiharını değerlendiren Tayyar, Varımlı'nın ölümünden sonra albayın eski bir silah arkadaşı olduğunu söyleyen H.İ.T. rumuzlu birinden mesaj aldığını belirtti. Şamil Tayyar'ın ifade ettiğine göre mesajda, Varımlı'nın ölümünün intihar süsü verilmiş bir cinayet olduğu ve bu cinayette de Ergenekon müdahalesi olabileceği iddiası yer alıyor. Tayyar, yazısında Varımlı ile, kendisinin isteği üzerine 2007 yılında tanıştıklarını belirtti. Gazetede buluştuklarını ve albayın çok tedirgin olduğunu yazan Tayyar, konuşmalarının başında Varımlı'nın kendisine el yazması bir kâğıt uzattığını ve kâğıtta da "Takip ediliyorsun, telefonlarınız dinleniyor, telefon ve elektrik hatlarını kontrol ettir, dikkatli konuş." notunun yazdığını ifade etti. İSTANBUL-ZAMAN

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=919514&title=samil-tayyar-sarikizi-albay-varimli-desifre-etti
#1598
İstanbul 12. Ceza Mahkemesi'nde 9 yıldır devam eden çete davasının tutuklu sanığı, duruşmada sinirlerine hakim olamadı. 8 yıldır cezaevinde olan Ejder Çetinkaya, Yargıtay'ın bozma kararına rağmen ceza isteyen savcıyı yumrukladı.

İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen çete davasında sanık dehşeti yaşandı. 8 yıldır tutuklu yargılanan sanık Ejder Çetinkaya, Yargıtay'ın bozma kararının ardından yapılan ilk duruşmada, kendisi hakkında ikinci kez ceza isteyen Cumhuriyet Savcısı Nuri Ahmet Saraç'a yumruk attı. Burnu kırılan Saraç, hastaneye kaldırılırken, sanık, suçsuz yere hapiste yattığını öne sürerek, "Haketmişti." dedi.

İlginç olay, Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi'nde 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 9 yıldır devam eden ve 'adam öldürme' suçunu işlediği iddia edilen bir suç örgütünün yargılandığı davada yaşandı. Davanın ilk kararının Yargıtay tarafından bozulmasının ardından yapılan ilk duruşmada Savcı Nuri Ahmet Saraç, Yargıtay'ın bozma kararından önceki mütalaasını tekrar etti. Bozma kararının sanıklar lehine olmasına rağmen, Saraç'ın ikinci kez ceza istemesi 8 yıldır tutuklu yargılanan sanık Ejder Çetinkaya'yı kızdırdı. Verilen arada askerler sanıkları çıkarmaya başladı. Bu sırada Çetinkaya, mahkeme kürsüsünün önünde bulunan sandalyenin üzerine çıkarak Savcı Saraç'a yumruk attı. Çetinkaya'nın ağabeyi Engin Çetinkaya da mahkeme heyetine, "Yeter ulan, bu kadar zamandır yatıyorlar." diye bağırdı. Burnu kanayan ve kırıldığı belirtilen Saraç'a ilk müdahaleyi Adli Tıp doktoru yaptı. Savcı daha sonra hastaneye kaldırıldı. Asker ve polislerin müdahalesi ile sanıklar ve izleyiciler salondan çıkarıldı.

Olaydan sonra ara kararını açıklayan mahkeme heyeti, "duruşmanın bitimi sırasında salondan ayrılmak üzereyken Cumhuriyet Savcısı Nuri Ahmet Saraç'a saldırarak burun ve göz hizasına yumruk atan ve yaralanmasına neden olan Ejder Çetinkaya hakkında suç duyurusunda bulunulduğunu" belirtti. Heyet, mahkemeye hakaret eden Çetinkaya'nın ağabeyi Engin Çetinkaya hakkında da suç duyurusunda bulundu. Sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar veren hakim, duruşmayı 5 Mayıs 2010'a erteledi. Bu arada, sanık Çetinkaya ve ağabeyi, mahkemenin suç duyurusu nedeniyle savcıya ifade vermek için İstanbul Adliyesi'ne götürüldü. ZAMAN

OSMAN ARSLAN İSTANBUL CİHAN

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=919410&title=durusmada-sanik-dehseti-yumruk-attigi-savcinin-burnunu-kirdi
#1599
Evet aynen öyle, söz konusu olan haber ise, gerisi teferruattır!
Biz gazeteciyiz çünkü.
Bizim işimiz haberle.
Biz memleket yönetmiyoruz.
Biz haberle uğraşıyoruz.
Yazın bunu bir kenara.
Gazeteci milleti haberle haşır neşirdir, haberden korkmaz. Haberden korkan gazeteci olmaz.
Geçen hafta Taraf gazetesinde patlayan ve Mart 2009 tarihini taşıyan Kafes Eylem Planı(*) haberi sapına kadar haberdir.
Asker içindeki cuntalaşmayı korkunç planlarıyla birlikte ele veren çarpıcı bir haber... Yöneticileri arasında 'üç paşa'nın ve üst rütbeli bazı subayların bulunduğu gizli bir örgütlenmeyi açığa çıkaran bir haber...
Bu haber elbette manşete çıkar, elbette işlenir, elbette yorumlanır.
Başka nasıl haber olsun ki?
Bomba bulunuyor.
Nerede?
Koç Müzesi'nde.
Neden konuyor bomba?
Müzedeki denizaltıyı gezecek olan çocukları havaya uçurmak için...
Niye böyle bir katliam?
"İrtica geliyor!" diye, "Laiklik elden gidiyor!" diye ayağa kaldırmak için bütün Türkiye'yi...
Poyrazköy'de, cuntaya ait krokilerde işaretlenmiş yerlerde, toprağın altından cephanelik çıkıyor, bomba çıkıyor.
Niçin?
Türkiye'yi karıştırmak, istikrarsızlaştırmak için... Gayrimüslimlere yönelik suikast ve korkutma eylemleriyle birlikte "İrtica ayaklandı!" çığlıklarıyla Türkiye'de bir darbe ortamı oluşturmak için...
Geçmişte de yaşandı.
Örneğin eline bomba verildi, gidip Cumhuriyet gazetesine attı. Aynı kişinin eline tabanca tutuşturuldu, gidip kanlı Danıştay baskınını düzenledi.
Sonra ne oldu?
"Laiklik elden gidiyor, irtica geliyor!" diye insanlar sokağa dökülmedi mi?.. 'Cumhuriyet mitingleri'ne giden yol böyle açılmadı mı?..
Kafes Eylem Planı'nında, aralarında üç amiralin de bulunduğu, çoğunluğu denizcilerden oluşan 41 askerin adı var. Bunlardan 7'si Ergenekon soruşturması kapsamında sivil mahkemeler tarafından tutuklanmış durumda.
Peki, diğerlerine ne oldu?
Anlaşılan onlara dokunulmuş değil. Genelkurmay, Kafes Eylem Planı'nın adı geçen askerlere dokunmuyor ama Taraf hakkında suç duyurusu yapabiliyor.
Olabilir.
Şaşırtıcı sayılmaz.
Şaşırtıcı olan, Kod Adı Kafes isimli bu kadar çarpıcı bir haberin kamuoyunu allak bullak etmemiş olmasıdır.
Niçin susuyoruz?..
Bu ülkenin çocuklarını hedef alan, bu ülkenin gayrimüslim vatandaşlarını hedef alan, suikast ve cinayet planlarıyla, psikolojik harekatlarla, kara yalanlarla, andıçlarla, dezenformasyonla Türkiye'yi karıştırarak, istikrarsızlaştırarak darbe ortamı oluşturmak isteyen planlar karşısında niçin susuyoruz, neden çekiniyoruz, neyin yanında duruyoruz?
Yazık!
Yoksa farkında değil miyiz?
Bazı duvarlar yıkılıyor.
Türkiye büyük bir değişim sürecinin içine girmiş durumda. Bütün kıvrantılar bundan kaynaklanıyor.
Büyük değişim süreçleri her zaman yaşanırken, böylesine değişimlerin içindeyken farkına varılmaz.
Kürt açılımı...
Alevi açılımı...
Ermeni açılımı...
Askerin demokrasi içinde olağan yerine oturması, bir başka deyişle askerin de hukukun içine çekilmesi...
Bütün bunlar, Türkiye'nin paçasından çeken bazı sorunların çözüm rayına oturmasıyla ilgilidir.
Türkiye gerçekten 'çağdaş uygarlığı'n gerisinde kalmayacaksa, Türkiye gerçekten ileri Batı demokrasilerindeki gibi bir demokratik hukuk devleti olacaksa, o zaman bütün bu duvarların yerle bir olması şarttır.
Bu süreç başladı.
Korkmayın.
Hiç olmazsa habere girin!
Ayağınıza gelen topa yapıştırın voleyi, ıskalamayın.
Biz gazeteciyiz.
Söz konusu olan haber ise gerisi teferruattır!

* 16 Kasım 2009 tarihli Taraf gazetesinde  Mehmet Baransu'nun iki tam sayfayı kaplayan, "Kod adı Kafes: Gayrımüslimleri vuracak, Müslümanları suçlayacaklardı" başlıklı haberi.

http://www.milliyet.com.tr/Yazar.aspx?aType=YazarDetay&ArticleID=1165678&AuthorID=63&Date=24.11.2009&ver=32
#1600
Dünyada ve Türkiye'de domuz gribi aşısından ölen kişi olmadığını açıklayan Sağlık Bakanı Akdağ, Aralık ve Ocak'ta virüsün çok hızla yayılabileceğini duyurdu. Aşı için zaman uyarısı yapan Akdağ, aşıdan nasıl bu kadar emin?

Devrim Sevimay Soru-Cevap

Başbakan'la siyasi polemik haberi mi önceliklidir, yoksa hayati önem arz eden bir konuda okuru bilgilendirme çabası mı? Bize göre ikinci yazdığımız. Dolayısıyla bugün tüm sayfayı domuz gribine ve aşısına ayırdık. Sağlık Bakanı Recep Akdağ'la bu sayfada, sadece bu konuyu konuştuk.

Peki hiç mi siyaset yok, Başbakan'ın açıklamalarıyla ilgili hiç mi soru-cevap yok? Tabii ki var, ama yarınki bölümde. Şimdi öncelik H1N1 virüsünün:

Şu ana kadar domuz gribi aşısı yüzünden hayatını kaybeden var mı?
Dünyada da Türkiye'de de yok.

Peki Türkiye'de son 25 günde (25 Ekim-19 Kasım) domuz gribinden ölenlerin sayısı kaç?
93.

Ya hastalananların sayısı?
Kesin sayı konuşmak mümkün değil, ama şu anda bir milyona ulaşmış olabilir. Ve onlardan da yoğun bakımda, solunum cihazına bağlanmış 10'larla ifade edilen hastamız var. Arka plan çok yoğun.

Domuz gribinin ölümden başka sebep olduğu en büyük tahribat nedir?
Guillain-Barre (Giyan Bare) Sendromu. Bazı antikorların sinir hücrelerine saldırması sonucu oluşan bir tür felç.

Aşıdan sonra da Guillain-Barre, yani felç riski yok mu?
Felç, domuz gribi geçirenlerde yüz binde bir görülüyor. Aşı olanlarda ise milyonda bir. Üstelik onların sebebi de aşı değil, hastanın geçirdiği enfeksiyon olarak tespit edildi.

Şu ana kadar aşı olduktan sonra hayatı risk altına giren bir vaka var mı Türkiye'de?
Yok.

Aşı yüzünden en çok aldığınız şikâyet hangisi?
Aşının yapıldığı yerde ağrı, kızarıklık, hafif baş ağrısı veya kolda uyuşma, kolda geçici his kaybı.

Ne kadar süre yaşanıyor bunlar?
Bir-iki saat. Ki herkeste bu yan etkiler görülüyor diye bir durum da yok.

O vatandaşlarımız için "Eğer aşı olsalardı ölmeyeceklerdi" diyebiliyor musunuz?
Aşının koruyuculuğunun yüzde 90 olması demek, 100 kişi aşı olmuşsa 90 kişi hastalığa yakalanmayacak demektir. Biz de bu kadarını diyebiliyoruz. Ayrıca hesaba katılması gereken iki unsur daha var: Birincisi, aşı etkisini 10 gün içinde gösteriyor. İkincisi, toplumda aşılananların, yani bağışıklık kazananların sayısı arttıkça elbette ki virüsün dolaşım hızı ve riski de düşüyor.

Batı'da tepki de var, kuyruk da

Aşıyı bizden önce (2 Kasım) uygulayan kaç ülke var?
Fransa, İngiltere, Almanya, İspanya, ABD, Çin, Brezilya, Avustralya, Kanada, İsveç, Belçika, Macaristan, Çek Cumhuriyeti.

Türkiye'dekiyle aynı aşıyı mı kullanıyorlar?
Bizdekiyle Avrupa'daki aynı. Sadece ABD'de çok küçük oranda burun spreyi olarak kullanılıyor, ama dünya onu tercih etmiyor. Çünkü denemeleri çok az yapılmış, çok yeni bir aşı. Bizim kullandığımız aşı bu açıdan daha güvenilir. 

Bu ülkelerdeki aşılanma oranı nedir?
Hiçbir ülke "Şu kadar kişiyi aşıladım" diyemiyor henüz. O belki bir ay sonra ortaya çıkacak.

Oralarda aşıya tepki yok mu?
O ülkelerde ikisi bir arada yaşanıyor. Yani kafası karışık olan, aşılanmayın diyenler de var, yüksek oranda aşı kuyrukları, hatta "Önce ben aşı olacağım" diye kuyrukta kavga edenler de var.

Türkiye'de ise büyük çoğunluk aşı olmayanlar...
Şimdilik. Çünkü ben "Biraz bakalım, hele birileri yapılsın" düşüncesinin hâkim olduğuna inanıyorum. Anketler yapıyoruz, orada da görüyoruz bunu. Mesela başlangıçta sağlık çalışanları bile ilk birkaç gün ihtiyatlı yaklaştılar, ama şimdi yarıdan fazlası aşılanmış durumda.

Aşılandığı halde altı kişinin öldüğü Almanya'daki Paul-Ehrlich Enstitüsü'nün sözcüsü "Bu ölümlerin aşıyla ilgisi yok, aşılar devam ediyor" dedi. Böyle bir durum Türkiye'de yaşansa herhalde sizin üzerinize gelmeyen kalmaz?
Gelinsin, biz kendimizi ifade ederiz. Açık söyleyeyim hiç kimse Sağlık Bakanı'na veya Hükümet'e bu konuda zarar veremez. Çünkü biz ödevimizi çok mükemmel yapıyoruz. Ama olursa ne olur, tabii insanların kafası biraz daha karıştırılır. Halkın kafası karıştıkça da aslında yine en başta halka zarar verirler.

Aşıyla doğrudan ilişkilendirilebilir ölüm hangisi?
Bir tek anafilaksi aşıyla doğrudan ilişkilendirilebilir. O da milyonda bir ihtimal. Aşırı alerjik duyarlılığı olan kimseler hassas bir yiyecek yediklerinde veya arı soktuğunda şoka girerler. Bu da benzer bir durumdur.

Bu aşı yüzünden yaşanan bir anafilaksi örneği var mı?
Yok.

Hedefi 50 yaş altındaki herkes

Domuz gribinin (H1N1) bildiğimiz gripten (H3N2) en büyük farkı ne?
Birinci farkı daha hızlı yayılması. Çünkü bu virüsü hemen hemen hiçbir insanın bağışıklık sistemi tam olarak tanımıyor. Savunma yapamayan vücut hemen yeniliyor. Zaten eğer altta kronik bir hastalığı yoksa 50 yaş üstündekiler nispeten şanslı diye bu yüzden diyoruz. Sistemleri virüsü daha iyi tanıyabildiği için.
İkinci fark ise aynı zamanda bizi asıl endişelendiren mesele: Hem Türkiye'deki hem de dünyadaki ölümlerin yarısı 50 yaş altındaki ve üstelik tamamen sağlıklı gruptan çıkıyor. Oysa normal gripte birinci risk grubu, altta başka bir hastalığı olan kişiler ve 65 yaş üstü olanlardır. Domuz gribinde ise 50 yaş altındaki sağlıklı-sağlıksız herkes risk grubunda.

Her domuz gribinden şüphelenen Tamiflu ilacına yöneldi; ancak piyasada pek kalmadığı doğru mu?
Birincisi kimse kendi kendine teşhis koyup bu ilacı almamalı. Doktorun vermesi şart. İkincisi, evet yoğun talep nedeniyle bazı yerlerde sıkıntı var, ancak yeni üretime geçildi ve yeni dağıtımları yapılacak. Bir sıkıntı yok.

"Ateş yoksa domuz gribi değildir" bilgisi yanlış mı?
Yanlış, ateşli olmayan domuz gribi vakaları da var. Zaten aslına bakarsanız bu mevsimde geçirilen grip benzeri hastalıkların en az yüzde 40'ı domuz gribi.

"Yüzde 90'ı" diyen doktorlar da var?
Oradaki yanlış anlama bizlerin nezleye de, soğuk algınlığına da "grip" dememizden kaynaklanıyor. Mevcut "grip" vakalarının yüzde 90'ı domuz gribi, ama tüm nezle, soğuk algınlığı gibi "grip benzeri" vakaları dikkate alırsanız o zaman oran yüzde 40 çıkıyor.

Bol vitaminle, sık el yıkamayla, ağza maske takmakla atlatılamaz mı bu grip?
Hepsi faydalı, ama bunların hiçbiri sizin virüsle hastalanmanızı engellemez. Hastalanmamanızın yüzde 90'ın üstünde bir tane garanti yolu var, o da aşılanmak. Düşünün, trafikte düşük hızda giderseniz mi kaza yapma ihtimaliniz daha azdır, yoksa yüksek süratleyken mi? Salgın varken risk grubunda yer almanıza rağmen aşı olmamak otobanda 90'nın üzerinde gitmek gibidir.

Eğer bir kişi farkında olmadan bu hastalığı geçirmişse sonradan aşı olmasının bir faydası olur mu?
Faydası olmaz, ama zararı da olmaz.

Aşı yüzünden yaşanan bir düşük vakası oldu mu?
Hayır, aşıyla düşük arasında bir ilişki yok. Ama yarın aşı yaptıran bir hamile düşük yaparsa "Bak gördün mü aşı yüzünden düşük yaptı" diyenler çıkacak, bunu da biliyoruz. Oysa ki Türkiye'de her ay zaten yaklaşık 20 bin hamile kardeşimiz düşük yapıyor.

Aşıdan önce domuz gribi virüsü var mı diye artık niye test yapmıyorsunuz?
Dünyanın hiçbir ülkesinde böyle yüz binler hastalanmaya başladıktan sonra bu grip virüsü H1N1 midir diye test yapılamaz. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir laboratuvar ağı yok. Hastalık ekim ayında bütün kıtalara yayıldıktan sonra gerek de yok.

Ekim ayından bu yana hastanelerde katkı payı alınıyor; hiç değilse şu dönem alınmasa olmaz mı?
Bilmiyorum, onu sosyal güvenlikle oturup konuşmak lazım.

Domuz gribi acile gidilmesi gereken bir hastalık mı yoksa bir poliklinik vakası mı?
Solunum sıkıntısı veya yüksek ateş varsa acilliktir, yoksa polikliniğe gidilmesi lazım.
Aralık 15'e kadar hızlanmalıyız

Bir toplumun kaçta kaçının bağışık hale gelmesi virüsün o toplumdan gitmesini hızlandırır?
Yüzde 40'ı.

Biz ne durumdayız?
Aşılananlar bir milyon olsa, 70 milyon içinde hesap edin.

Virüsün atak yapmasını beklediğiniz bir tarih var mı?
Önümüzdeki iki ay içinde virüsün çok hızla yayılabileceğini biliyoruz. Gerçi ben bunları söyleyince birileri önceden panik yaratıyorsun falan diyor, ama hayır, bunlar bilimin bize verdiği ipuçları. Dünya Sağlık Örgütü'nün verdiği tarih aralık ve ocak.

Neden aralık ve ocak?
Çünkü diyelim ki şimdi 10 kişi hastayken, o 10 kişi başkalarına bulaştırıyor, sonra onlar da başkalarına bulaştırıyor. Bu sayı milyonlara çıktı mı artık hızlı bir biçimde herkese bulaşıyor. Aralık ve ocakta ne yazık ki bunun pik yapacağını, inişe ancak ondan sonra geçeceğini düşünüyoruz.

Ne yapmak lazım?
Aralık ayına kadar vatandaşlarımızı ikna edebilirsek ve önemli ölçüde aşı yaparsak bu enfeksiyonun yayılma hızını kırabiliriz. Değilse zaten o zaman alır başını gider. Ocak ayına geldiğimizde sanıyorum iş işten geçmiş olur.
15 Ocak'tan sonra insanlar "Hadi gelin bizi aşılayın" deseler de yine aşılarız kuşkusuz, ama çok da yararı olmaz. İşte onun için aralık ayının ilk 15 günü bizim için çok önemli.

NEYE GÖRE "BU AŞI YAPTIRILMALI" DİYOR

İnsan sağlığından daha büyük hiçbir risk yok
Sizce bu aşı nedeniyle risk aldınız mı?
Hangi risk? Şu anda bu aşıyı Dünya Sağlık Örgütü onaylıyor. Bütün AB ülkelerinin üyesi olduğu Hastalık Kontrol Merkezi onaylıyor. ABD'nin İlaç Gıda Ajansı ve Hastalık Merkezi onaylıyor. Avrupa'nın Ortak İlaç Ajansı onaylıyor. Türkiye'nin bu hususta ruhsat veren kuruluşu onaylıyor. Bu iş için Türkiye'nin en seçkin bilim insanlarından oluşturduğumuz 40 kişilik özel Pandemi Bilim Kurulu onaylıyor.

Size gelmeden önce Türk Tabipleri Birliği'ne sorduk; bugüne kadar size hep çok sert eleştirilerde bulunan TTB yetkilileri de "Bakan çok doğru bir kurulla çalışıyor" dedi.
Zaten Sağlık Bakanı'nın ne dediğine de çok bakmayın, bilimin ne dediğine bakın. Burada bilimdir aslolan. Pandemi Bilim Kurulu bu aşıyı yapın diyor mu, Sağlık Bakanı da bundan dolayı aşıyı yapın diyor zaten. Sağlık Bakanı'nın ayrıca kendisi çocuk sağlığı hastalığı profesörü olduğu için de buna biraz hak sahibidir, o ayrı mesele.
Şimdi bütün bunları yan yana getirdiğiniz zaman bir sağlık bakanı olarak ben aşı olmam, yaptırmam diyebilir misiniz, kendinizi benim yerime koyun, bu mümkün mü?
O nedenle işini yapmanın risk almak diye bir tarafı olamaz. Ben neyin riskini alıp almadığımı çok iyi biliyorum. İnsan sağlığından doğrudan sorumlu olan bir bakan için en büyük risk o sağlığı tehlikeye atmaktır. Ondan daha büyük hiçbir risk olamaz, onun vicdani riski hiçbir şeye benzemez.

Arkanızda destek hissediyor musunuz?
Arkamda bütün dünyanın ve Türkiye'nin bilimsel desteği var. Zaten bu iş sağlık biliminin işi, siyasi bir iş değil. Tabii o desteğin arkasında toplumsal desteği de isterim ama önce bilime dayalı olacak.

Siz aşıyla ilgili bütün kararlarınızı o 40 kişilik Özel Pandemi Kurulu'yla birlikte mi alıyorsunuz?
2004'te Dünya Sağlık Örgütü uyardığından beri biz salgına karşı bu kurulla birlikte hazırlanıyoruz.

Peki, beş yıldır hazırlandığınız bu konuda, hakikaten hiç bilip bilmeden yapılan bir eleştiri aldığınızda sinir oluyor musunuz biraz?
Sinir olmuyorum, ama çok üzülüyorum. Ben çocuk hekimiyim. Kanserli bir çocuğun üç sene peşinden koşup, sonra o çocuğun iyileştiğine şahit olmuş, yüzlerce böyle çocuğun iyileştiğini görmüş bir kimseyim.
Şimdi elimizde modern tıp olarak bu imkânlar varken, 5 euro'ya ülkeye kazandırdığımız bir aşı yapılmadığı için yarın çocuklar, insanlar ağır hastalanır, hayatlarını kaybederlerse ben gerçekten çok üzülüyorum, üzüleceğim.
Ama tabii insanlar ister aşı olur ister olmazlar. Hani "Ne olursunuz, yalvarırız aşı olun" diyecek halimiz yok, bunu demenin bir yararı da yok. Biz sadece bilimin gerçeklerini söylüyoruz. Sonuçta bu hükümet halkına karşı üzerine düşeni yapmış durumdadır. Farkındalık oluşturmak için de hâlâ elimden geleni yapıyorum. Gerisi halkımızın kendi kararıdır.

Aşının en büyük düşmanı 'Bizi kısırlaştırıyorlar' propagandası
Bütün velilerin kafasına şu soru takılıyor: "Niye kızamık, boğmaca aşılarında veliden bir imza istenmiyor da şimdi isteniyor?"
Çünkü toplumda yaygın bir endişe gelişirse siz gidip bir insana doğrudan aşı yapamazsınız. Aileye sormadan bunu yapmak mümkün değil. "Benim çocuğumu niçin aşıladın" diye sorarsa ne cevap vereceksiniz. Biz aşıladık diyemezsiniz ki. Sırf bu yüzden soruyoruz.

Belki biraz abartılı bir ifade olacak, ama insanlardaki bu "aşı düşmanlığı" ilk nasıl başladı sizce?
Bu çok doğru bir soru: İlk aşı karşıtları ABD'de çıktı. Aşıdaki cıvanın otizme yol açtığı iddia edildi. Sonra bakıldı ki aşılananlarla aşılanmayan çocuklar arasında otizm açısından bir sıklık farklılığı yok. "O zaman yanlış suçlamışız" dendi, ama bir defa halkın kafasına bu orada girdi.

Yine ABD'de aşı olduktan sonra geri geri yürümeye başladığı söylenen bir vaka da etkili oldu galiba...
Tabii sonradan onun da gerçek olmadığı ortaya çıktı, ama böyle asılsız bir görüntüyü internete koyarsanız, oradan da 20 tane televizyon doğru mudur eğri midir diye bakmadan alıp bunu gösterirse herkesin zihninde bu kalır.

Türkiye'deki tepkilerin asıl kaynağı ne olabilir?
Siz biliyor musunuz, Avrupa'da çocuk felcinin en son silindiği ülke hangisi? Türkiye. Biz övünüyoruz Türkiye çocuk felcini sildi diye, ama çok da övünecek halimiz yok. 1990'lı yılların sonunu buldu silmemiz. Peki, çocuk felci dünyada nerede hâlâ temizlenemedi? Nijer ve Nijerya'da. Sebep çok basit, bizde hep de bu söylenmiştir: Nijerya ve Nijer'de birtakım kanaat önderleri "Bizi kısırlaştırıyorlar" diye yaygın propaganda yaptılar ve Nijerya hükümeti de Dünya Sağlık Örgütü de hâlâ bu yaygın kanaati yenemiyor, bu ülkelerden çocuk felci temizlenemiyor. Aynen geçmişte çiçekte olduğu gibi.

Şimdi de özellikle Güneydoğu'dan "Bu aşı kısırlaştırıcı mı?" diye Bakanlığınıza telefonlar geldiğini duyduk?
Türkiye'nin her yerinden geliyor bu tür telefonlar. Ama biz artık Sağlık Bakanlığı olarak şunu öğrendik: Aslında bu konuda ana majör iletişim. İletişim insanları bilgilendirmek için bir avantaj, ama yanlış bilginin hızla yayılması konusunda da büyük bir dezavantaj.

http://m.milliyet.com.tr/ArticleDetail.aspx?ArticleID=1165255