Haberler:

deneme

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - Avukat

#1581
Evet, bence de bölümün yeni adına kıyasla eski adı kulağa çok daha hoş geliyor. Okuduğunuz bölümün adının, YÖK tarafından İngilizce "Hospilatit Management" adına karşılık oluşturacak şekilde "Ağırlama Hizmetleri" olarak (başka bazı bölümlerle birlikte) değiştirildiği, ancak bu değişikliğin bölüme dinamizm getirmek yerine üniversite tercihlerinde yeni adıyla "Ağırlama Hizmetleri" olan bölümünüze yapılan başvuruları ciddi şekilde azalttığı anlaşılıyor. Ben yaptığım araştırma neticesinde konuyla ilgili şu iki habere rastladım:

Yükseköğretim Kurulu (YÖK)'ün Meslek Yüksekokulları'nda yer alan programlarının bazılarının isimleri değiştirilince Pınarhisar Meslek Yüksekokulu'nun "Turizm ve otelcilik" programının adı "Ağırlama Hizmetleri" olarak değişti. Tercih kılavuzunda yeni ismiyle yer alan programımızın öğrenciler tarafından anlaşılmadığından dolayı 60 kişilik kontenjana, sadece 18 kişi başvurdu.

Yüksekokul Müdürü Yrd. Doç. Dr. Levent Günaydın konu ile ilgili olarak gazetemize şu bilgileri verdi;

"Programların adlarında yapılan değişiklik sonucunda, okulumuz kontenjanlarını dolduramadı. Bu değişikliğinin sıkıntısını yaşayan tüm üniversiteler aynı sorunla karşı karşıyalar. Her yıl ek yerleştirmeye bile gerek kalmadan bu programlar doluyordu. Ancak bu yıl kontenjan sorunu yaşadık.

Turizm ve Otel Işletmeciliği Programının yeni adı "Ağırlama Hizmetleri" olmuştur. Ingilizce "Hospilatit Management" deyimine karşılık, "Ağırlama Hizmetleri" türkçeleştirilmiştir. Bu değişikliği aday öğrencilerimiz anlayamadıkları için de, kontenjanımız henüz dolmadı.

YÖK, eğitim sınıflandırılmasına dayanan ve kısa adı ISCED olarak bilinen uluslararası Eğitim Standardı sınıflandırması sistemine uyum sağlamak için yaptığı bu değişiklikle yurdışındaki programların ingilizce çevirisini kullandı. Belki bir süre üniversite tercih kılavuzunda "Ağırlama Hizmetleri" olarak çevirilen programın aslında "Turizm ve Otel Işletmeciliği" programı olduğu bir parantez içinde belirtilmiş olsaydı, böyle bir sorun yaşanmayacaktı.

Yüksekokulumuz ek kontenjanlarda programımızın dolmasını sağlamak amacıyla kamuoyu ile bu değişikliği paylaşmak gereğini duymuştur."


http://haber.kirklareli.net/Egitim-Turizm-ve-Otel-isletmenligi-programinin-adi-Agirlama-Hizmetleri-olarak-degisti_6893782.html

Turizm ve Otel İşletmeciliği bölümünün değişen adı kontenjanları olumsuz etkiledi. Meslek Yüksokullarındaki program adlarının standart hale gelmesiyle ilgili öğrencilerin yeterince bilgilendirilmemesi, kontenjanların boş kalmasına neden oldu.

Kapadokya Meslek Yüksekokulu, bu yıl ilkbahar aylarında Yükseköğretim Kurulu tarafından Meslek Yüksekokullarındaki program adlarının standart hale getirilmesine yönelik uygulamadan zararlı çıkan ilk yüksekokul oldu. Programda yapılan değişikliklerle birlikte eski adı Turizm ve Otel İşletmeciliği olan program Ağırlama Hizmetleri'ne, Turizm Rehberliği bölümü ise Turist Rehberliği olarak değiştirildi, ancak öğrenciler ve veliler yeterince bilgilendirilmedi.

Eğitim ve öğretim hizmetini 2005 yılında vermeye başlayan Kapadokya Meslek Yüksekokulu, kuruluşundan bu yana bölge ekonomisinin önemli sektörlerinden biri olan turizme ciddiyetle eğiliyor. Bu doğrultuda program müfredatlarını ilgili sektörden kurum ve kuruluşlarla birlikte hazırlayan Kapadokya Meslek Yüksekokulu, Denizbank, Dedeman Otelleri, Garanti Bankası, Electrolux ve Unilever Foodsolutions gibi kurumlardan destek aldı.

Turizm ve Otel İşletmeciliği Program Başkanı Gülay Özaltın'ın yaptığı açıklamada, yeni düzenlemenin öğrencilere ve velilere yeterince duyurulmadığı, bu yüzden özellikle bazı programlarda yanlış anlaşılmalar yaşandığı ve yeterli sayıda tercih yapılmadığı dile getirildi.

Geçtiğimiz yıllarda en çok talep gören bölümlerden biri olan Turizm ve Otel İşletmeciliği'nin, yeni adıyla Ağırlama Hizmetleri programının, yaşanan bu sorun nedeniyle bu yıl ilk defa kontenjanını dolduramadığına da dikkat çeken Özaltın "Mezunları hem Kapadokya Bölgesinde hem de diğer turistik yörelerde büyük talep gören Ağırlama Hizmetleri, haftada iki gün otellerde uygulamalı eğitim vererek haklı bir ün edinmiştir." dedi. "Yiyecek-içecek hizmetleri, ön büro yönetimi ve kat hizmetleri konularında uzmanlaşan öğrenciler bugünün ve geleceğin bu popüler sektöründe çalışma fırsatı bulmaktadır diyen Özaltın, konuyla ilgili doğru bilgilendirilmenin gelecek için ne kadar büyük önem taşıdığına dikkat çekti.


http://www.turizmdebusabah.com/haber_detay~haber~myo__039_lardaki_b%C3%B6l%C3%BCm_ad%C4%B1_de%C4%9Fi%C5%9Fikli%C4%9Fi_kafalar%C4%B1_kar%C4%B1%C5%9Ft%C4%B1rd%C4%B1~haberNo~47930.htm

İdarenin hiçbir eylem, işlem ve kararı keyfi olamaz ve mutlaka hukuken izah edilebilir sebeplere istinat etmek durumundadır. YÖK'ün kararları için de doğal olarak aynı vaziyet söz konusudur. Dolayısıyla bu isim değişikliğine karşı hukuki yollara müracaat ederek dava açılabilmesi mümkündür. Ancak bundan önce konunun daha detaylı bir şekilde incelenmesi gerekmektedir. Bu konuyu öncelikle bölümünüzdeki öğretim görevlileriyle paylaşarak onlardan yardım ve destek istemenizi salık veriyorum. Akabinde bölümünüzde okuyan aynı düşüncedeki diğer arkadaşlarınızla birlikte toplu şekilde dava açma yoluna gidebilirsiniz. Özellikle dava açma prosedürü hususunda öğretim görevlilerinizden gerekli yardımı alabilirsiniz.
#1582
Avrupa'daki Ermeni diasporası, Türkiye ve Ermenistan arasında parafe edilen protokole sert tepki gösterdi. Erivan'ın, protokolle ilgili ken-dilerine danışmamasından rahatsız olan diaspora örgütleri, kurulacak olan tarih komisyonuyla "Ermeni soykırımını kabul et-tirme" davasının tehlikeye girdiğini savunuyor. Fakat, diasporada protokolü, büyük bir kazanım olarak yorumlayanlar da var. 
 
Avrupa Birliği kurumları nezdinde soykırım lobisi yapan Avrupa Ermeni Federasyonu, Türkiye ile Ermenistan arasında mutabık kalınan protokolle ilgili yayınladığı değerlendirmesinde anlaşmanın "Ermenistan'ın, Ermeni soykırımının uluslararası kabulü çabalarından vazgeçmesi" anlamına geldiğini bildirdi. Federasyon başkanı Hilda Çobanyan, Ermeni diasporasının, Ermenistan hükümeti gibi "siyasi danışma" sürecinin "meşru tarafları" olduğunu iddia ederek, İsviçre, Ermenistan, Türkiye tarafından yapılan üçlü açıklamanın "bu gerçeği tanımamasına" tepki gösteriyor. Öte yandan, Türkiye'nin, Ermenistan'ın şimdiye kadar sistematik olarak reddettiği ön şartlarını kabul ettirdiğini savunan Çobanyan, isim vermeden Kars Antlaşması'na referans yaparak "Türkiye'nin ön şartlarının, Ermenistan'ın bağımsızlığından çok önce imzalanan eski ve gayri meşru anlaşmaların kabulünü içerdiğinden, uluslararası hukukun temel prensiplerini ihlal ettiğini" ileri sürdü.

Protokole en sert tepki ise, Ermeni milliyetçisi sosyalist Taşnak partisinin diaspora yapılanmasından geldi. Taşnak partisinin Batı Avrupa Başkanı Murat Papazyan, dün yayınladığı değerlendirmesinde özellikle 1915 olaylarını araştırmak üzere kurulacak olan ortak komisyona tepki gösterdi. Komisyon kararıyla, Ermenilerin yanı sıra yirmi kadar ülke ve soykırım uzmanı araştırmacılar için kesin olan bir gerçeğin tartışmaya açıldığını ifade eden Papazyan, "Bu Ermeni davasına ağır bir darbedir." dedi.

'SOYKIRIM MESELESİ 20 YIL SÜREYLE DONACAK'

1915 olaylarını soykırım olarak tanıtmak için iletişime geçtikleri tüm hükümetlerin ve meclislerin artık söz konusu komisyonun sonuçlarını beklemek isteyeceklerini ileri süren Papazyan, arşivlerin açılıp incelenmesinin 20 yıl süreceğini ve bu süre boyunca soykırım davasının "dondurulacağını" ifade ederek protokolü protesto etti. Papazyan, ayrıca bu süreçte diasporanın fikrini almadığı için de Erivan'ı topa tuttu. Diasporanın, şimdiye kadar 1915 olaylarını soykırım olarak tanıtmak için tek başına mücadele ettiğini belirten Papazyan, Ermeni hükümetini, diaspora örgütleriyle görüşme yapmaya davet etti.

Papazyan, Ermeni sitelerinde yayınlanan bir çağrı olarak kaleme aldığı makalesinde "Ermeni davası tehlikede, Karabağ tehlikede. Ermeni yetkililer, Ermenistan'ın bağımsızlığını kazanmasından bu yana en büyük siyasi hatayı yapıyorlar." diyerek, diasporadaki Ermenileri tepki göstermeye ve eyleme çağırıyor.

Öte yandan, Ermeni Taşnak partisinin Fransa'daki en büyük siyasi destekçisi olan Sosyalist Parti ise Türkiye ile Ermenistan arasında parafe edilen protokolü memnuniyetle karşıladığını bildirdi. Partinin Avrupa ve uluslararası ilişkiler ulusal sorumlusu Jean-Christophe Cambadélis tarafından yapılan açıklamada, protokolün özellikle Karabağ sorununun çözümüne büyük katkı sağlayacağı ifade edildi. Bildiride, Sosyalist Parti'nin, iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleşmesinin "Ermeni soykırımının tanınmasına ilişkin pozisyonlarının da yakınlaşmasına katkıda bulunamsını" arzu ettiği de dile getirildi.

Diasporada protokole farklı yaklaşanlar da oldu. Ermeni diasporasının önde gelen militanlarından birisi olan, Nouvelles d'Armenie isimli derginin kurucusu ve yayın yönetmeni olan Ara Toranian, protokolün Ermeni ve Türk parlamentoları tarafından onaylanmaları halinde Ermenistan için büyük bir başarı olacağını ileri sürdü. Toranian, Türklerin gözünde, "Ermeni soykırımının tanınması sürecini durduracak ve zaman kazandıracak bir manevra olsa da" kurulacak olan tarih komisyonunun "katı ve sert Türk inkarcılığını" cezalandırdığını iddia etti. Toranian, ayrıca Ankara'nın, Karabağ sorunu çözülmeden sınırların açılmasına karşı çıkan Azerbeycan'ı rahatsız etme riskini aldığına dikkat çekti.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=888245&title=diaspora-erivana-ofkeli-soykirim-davasi-tehlikeye-girdi
#1583
Azerbaycan Cumhurbaşkanlığı Uluslararası İlişkiler Daire Başkanı Nevruz Memmedov, Türkiye ile Ermenistan arasındaki normalleşme süreci konusunda önemli açıklamalar yaptı. 
 
Türk basınında Azerbaycan'la ilgili yazılan yanlış haberleri okurken şoke olduklarını söyleyen Memmedov, iki ülke ilişkilerine zarar vermeyi amaçlayan bu tür haberlere Azeri ve Türk toplumunun inanmamasını istedi. Türk-Ermeni sınırı açılmadan önce Karabağ konusunda ilerleme kaydedilebileceğini de vurgulayan Memmedov, Başbakan Erdoğan'ın açıklamalarına atıf yaptı ve Türkiye'nin sözüne sadık kalmasının kendileri için önemli olduğunu belirtti. Ermenistan'ın Azerî topraklarını işgalinden sonra sınırların kapatıldığına işaret eden Memmedov, "Tüm dünya bunu böyle biliyor." dedi.

APA Ajansı'na açıklama yapan Nevruz Memmedov, Türkiye ile Ermenistan arasında ilişkilerin normalleştirilmesine dair imzalanan protokollerin ardından Türk basınında Azerbaycan ile ilgili yanlış haberlerin yer aldığını ifade ederek, "Bu tür haberler hem Türk toplumunu hem Azeri toplumunu olumsuz etkiliyor. Her iki toplum bu tür haberleri dikkate almasın ve inanmasın." diye konuştu. Memmedov, bu haberlerin, Azerbaycan-Türkiye ilişkilerine zarar getirmek amacıyla yazıldığını söyledi. Nevruz Memmedov, Türkiye ile Ermenistan arasında parafe edilen protokollerin ardından Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev'in Gürcistan ziyaretini yarım bırakarak Azerbaycan Milli Meclisi'ni olağanüstü toplantıya çağırdığı, Azerbaycan'ın, Türkiye'yi ihanetle suçladığı ve Azerbaycan ile Ermenistan arasında bir protokol imzalandığı yönünde Türk basınında çıkan haberleri hatırlatarak, bu tür haberlerin gerçeği yansıtmadığının altını çizdi. Söz konusu haberlerle ilgili Türkiye'nin Bakü Büyükelçisi Hulusi Kılıç ile de görüştüklerini belirten Memmedov, Kılıç'ın da tüm bunların dikkate alınmaması gerektiğini söylediğini kaydetti. BAKÜ AA

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=888324&title=baku-sinirlar-acilmadan-karabagda-ilerleme-olabilir
#1584
Başvuru Şekli ve Süresi:

Güvence Hesabı ile ilgili talepler için; söz konusu sigortanın tabii olduğu zamanaşımı süresi içinde yazılı olarak Hesaba başvurulmalıdır.

Başvuru Sırasında İstenen Belgeler:

Hak sahiplerinin başvuru dilekçeleri ve aşağıda belirtilen belgelerle Güvence Hesabı'na başvurmaları gerekmektedir.

Ölüm Halinde Gereken Belgeler:

Kaza tespit tutanağı resmi tastikli sureti,
Olayın mahkemeye intikal etmesi halinde mahkeme kararı,
Ölüm Raporu,
Ölenin mesleği ile gelir durumunu ve desteklik ilişkisini gösterir belge,
Hak sahiplerine Sosyal Güvenlik Kurumlarından gelir bağlanmış ise, bağlama kararı ile bağlanan gelirin peşin değerini gösteren belge,
Aile nüfus kaydı aslı ve veraset ilamı,
Kaza ile illiyeti gösteren diğer belgeler.

Yaralanma Halinde Gereken Belgeler:

Kaza tespit tutanağı resmi tasdikli sureti,
Hastane raporu aslı veya resmi tasdikli sureti,
Dökümlü tedavi faturaları asılları,
Maluliyet sözkonusu ise, maluliyet oranını gösterir hastane raporu aslı veya resmi tasdikli sureti,
Olayın mahkemeye intikal etmesi halinde mahkeme kararı,
Kaza ile illiyeti gösteren diğer belgeler.

Sigortacılık Kanunu'nun 14.(c) maddesi uyarınca bedensel zararlar dışındaki maddi zararlar için Belgeler:

Poliçe sureti,
Kaza tespit tutanağı resmi tasdikli sureti,
Eksper Raporu,
Varsa mahkeme kararı sureti,
Hasar bedeli sigortalı tarafından ödenmiş ise ödeme ile ilgili belgelerin suretleri,
Kaza ile illiyeti gösteren diğer belgeler.
NOT: Söz konusu Sigorta Şirketlerinde daha önce hasar dosyası açılmış ise bu dosyadaki belge veya bilgiler geçerli olacaktır.

Ödemeler:

Hesap yönetimince, gerekli incelemeler yapıldıktan sonra, tazminat miktarında ve hak sahiplerinde tereddüt bulunmadığı takdirde belirlenen miktar, hak sahiplerine ilgili banka aracılığı ile ödenir.

Güvence Hesabı'nın sorumluluğu; rizikonun gerçekleştiği tarihte geçerli zorunlu sigorta poliçesinin teminat limitleri ile sınırlıdır.

http://www.guvencehesabi.org.tr/basvuru.html
#1585
1. Güvence Hesabı'ndan hangi durumlarda tazminat talep edilebilir?

Sigortacılık Kanunu'nun 14. maddesinde Güvence Hesabı'ndan hangi durumlarda tazminat talep edilebileceği belirtilmiştir. Bu durumlar kısaca;             

Sigortalının tespit edilememesi durumunda kişiye gelen bedensel zararlar için,
Rizikonun meydana geldiği tarihte geçerli olan teminat tutarları dâhilinde sigortasını yaptırmamış olanların neden olduğu bedensel zararlar için,

Sigorta şirketinin malî bünye zaafiyeti nedeniyle sürekli olarak bütün branşlarda ruhsatlarının iptal edilmesi ya da iflası halinde ödemekle yükümlü olduğu maddî ve bedensel zararlar için,

Çalınmış veya gasp edilmiş bir aracın karıştığı kazada, Karayolları Trafik Kanunu uyarınca işletenin sorumlu tutulmadığı hallerde, kişiye gelen bedensel zararlar için,

Yeşil Kart Sigortası uygulamaları için faaliyet gösteren Türkiye Motorlu Taşıt Bürosunca yapılacak ödemeler için,

2. Güvence Hesabı'ndan karşılanmayacak zararlar nelerdir?

Manevi zararlar.
Bedensel zararlar dışında kalan her türlü maddi zararlar. (Hesabın yükümlü olduğu İflas etmiş veya Ruhsatları iptal edilmiş Sigorta Şirketleri hariç)
Kazaya neden olan aracın işletenin veya sürücüsünün zararları.
Motorlu aracı çalan veya gasbedenlerle, bunlara yardımcı olanların ve bu durumu bilerek araca binen sürücü veya yolcu zararları.
Motorlu araçların yarış için bulunması gereken sigortayı yaptırmaksızın yarışa katılması durumunda kişilere verdiği bedeni zararlar.
İşletenin eylemlerinden sorumlu tutulduğu kişilere karşı yöneltebileceği zararlar.
İşleten tarafından ileri sürülebilecek tazminat talepleri.
Motorlu bisikletin sebep olduğu kazalardan doğan zararlar.
Motorlu araçlarla ilgili mesleki faaliyette bulunan kimselere motorlu aracın bırakılması sırasında kişilere gelen zararlar.
Hastalık ve ferdi kaza sigortası yapan sigorta şirketlerinin rücu talepleri.

3. Plakasını alamadığım bir araç, park halindeki aracıma çarparak kaçmıştır. Güvence Hesabı, aracımda meydana gelen hasarı öder mi?

Güvence Hesabı, motorlu araçlarda meydana gelen hasarlardan sorumlu değildir. Güvence Hesabı'ndan ancak bedeni zararlar (tedavi giderleri, malüliyet ve ölüm halinde doğan zararlar) talep edilebilmektedir.

4. Çalıntı bir aracın kusurlu olarak sebep olduğu bir kazada yaralanma ve ölüm durumlarında Güvence Hesabı'na başvurulabilir mi?

KTK'nun 108.maddesi uyarınca; çalınmış veya gaspedilmiş araçların neden olduğu bedeni zararlar, KTK'nun 107. maddesi uyarınca işletenin sorumlu olmadığı durumlarda Güvence Hesabı'ndan talep edilebilmektedir.

5. Güvence Hesabı'dan talep edilebilecek tazminat tutarı ne kadardır?

Güvence Hesabı'nın sorumluluğu, kaza tarihinde Hazine Müsteşarlığı'nın belirlediği teminat limitleri ile sınırlıdır. Bu teminat limiti her durumda ödenmemektedir. Öncelikle hak sahiplerinin talep edebileceği tazminat miktarı, tarafların kusurları da dikkate alınarak alınarak tespit edilmektedir. Tespit edilen bu tazminat, teminat limitleri kapsamında kalmak kaydıyla ödenmektedir.

6. İflas eden ve bütün branşlarda ruhsatları iptal edilen sigorta şirketleri hangileridir?

Akdeniz Sigorta (İflas)
Emek Sigorta (İflas)
Universal Sigorta (İflas)
Kapital Sigorta (İflas)
Egs Sigorta (Ruhsat İptal)
GIC Dünya Sigorta (Eski Bayındır Sigorta) (Ruhsat İptal)

7. İflas eden ve bütün branşlarda ruhsatları iptal edilen sigorta şirketleri ile ilgili olarak nasıl başvuru yapabilirim?

İflas eden sigorta şirketlerle ilgili olarak Güvence Hesabı'na, bütün branşlarda ruhsatları iptal edilmiş sigorta şirketleri ile ilgili olarak bu sigorta şirketine yazılı olarak başvurmak gerekmektedir. İkinci durumda ilgili şirket tarafından hasar dosyası tanzim edilerek Güvence Hesabı'na gönderilmektedir.

8. Ödemeler nasıl yapılmaktadır?

Kanun ve Yönetmelik gereği Güvence Hesabı tarafından talep edilen belgeler tamamlandıktan sonra hak sahibine, banka aracılığıyla ödeme yapılmaktadır.

9. Güvence Hesabı'nın ödediği tazminat nedeniyle rücu hakkı var mıdır?

Güvence Hesabı, ödediği tazminatın tahsili amacıyla KTK'nun 108. ve Güvence Hesabı Yönetmeliği'nin 16.maddesi uyarınca zarar veren aracın işletenine, sürücüsüne,sigortacısına veya sigortacının iflas masasına rücu etmektedir.

10. Güvence Hesabı'na ne kadar sürede başvurmak gerekmektedir?

Hak sahiplerinin,zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten itibaren iki yıl ve herhalükarda 10 yıl içinde bizzat yazılı olarak veya taahütlü mektupla Güvence Hesabı'na başvurmaları gerekmektedir.

11. Sürücüsü bulunduğum araçla, kendi kusurumla kaza yaptım.Trafik poliçem bulunmamaktadır. Zararımı Güvence Hesabı'ndan talep edebilir miyim?

KTK ve Güvence Hesabı Yönetmeliği'nin 14/b maddesi uyarınca kazaya neden olan aracın işleten ve sürücüsü tarafından ileri sürülecek zararlar Hesaptan karşılanmaz.

http://www.guvencehesabi.org.tr/sss.html
#1586
Kazazedelerin bilmediği 'güvence'

Trafik kazalarındaki yaralanma, sakat kalma ve ölüm gibi hallerde vatandaşların zararını karşılamak için kurulan ve mağdurlara 150 bin TL'ye kadar ödeme yapabilen ''Güvence Hesabı'' pek bilinmiyor.

Güvence Hesabı Müdürü Abdülkadir Küçük, yaptığı açıklamada, her yıl trafik kazalarında binlerce insanın hayatını kaybettiğini, binlercesinin de yaralanıp sakat kaldığını ancak trafik kazalarında mağdur olan vatandaşların, sigorta şirketlerinden kesilen küçük paylarla oluşturulan ''Güvence Hesabı''ndan 150 bin TL'ye kadar para alabileceğini bilmediğini söyledi.

Resmi verilere Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı sorumluluk bölgelerinde 2008 yılında meydana gelen 929 bin 304 trafik kazasında, 4 bin 228 kişinin hayatını kaybettiğini, 183 bin 841 kişinin yaralandığını belirten Küçük, şöyle devam etti:

''Türkiye'de her 14 araçtan biri kazaya karışıyor. Bunun yanında ülkemizde bulunan toplam 14 milyon araçtan yüzde 30'a yakın kısmı trafik sigortasını yaptırmıyor. Yani 14 milyon araçtan zorunlu yaptırılması gereken Mali Sorumluluk Sigortası'nı (trafik sigortası) 4 milyon araç yaptırmamış. 2008 yılında meydana gelen 929 bin 304 trafik kazasında, 4 bin 228 kişi hayatını kaybetmiş, 183 bin 841 kişi yaralanmış.

Gelinen noktada trafik kazalarında insan sağlığı ile ilgili durumlarda yaralanma, sakat kalma ve ölüm olaylarında mağdur olanlar, gerekli evrakı (kaza tespit tutanağı, kaza zaptı gibi) uğramış oldukları zararları gösteren belgeleri gönderenlere 150 bin TL'ye kadar ödeme yapıyoruz. Mağdur vatandaşlarımız sadece 3-5 evrakı hiçbir aracı kullanmadan posta yolu ile bize göndererek bu parayı alabilirler.''

-HESABIN DEVREYE GİRMESİ-

''Zarara sebep olan araçların trafik sigortası varsa, zararların ilgili sigorta şirketinden talep edilmesi ve giderilmesi mümkün. Ancak aracın trafik poliçesi yoksa durum ne olacak'' diye soran Küçük, sözlerine şu bilgileri verdi:

''Tabii ki esas olan, zararın zarar veren tarafından karşılanmasıdır. Zarar veren zararı karşılayamayacak durumda ise veya zarar veren araç bilinmiyor ise zarar nasıl karşılanacak? İşte burada Güvence Hesabı devreye giriyor. Meydana gelen zararlar aracın trafik poliçe yokluğu nedeniyle sigorta şirketi tarafından veya zarar verenler tarafından karşılanamıyorsa bu durumda zararın Güvence Hesabı tarafından karşılanması mümkündür.

Zarar veren aracın sigortasının olmaması veya tespit edilememesi halinde veya aracın çalıntı olması hallerinde meydana gelen bedeni zararları Güvence Hesabı'ndan talep etmek mümkündür. Güvence Hesabı bu zararları aynı trafik poliçesinde olduğu gibi ölümlerde ölenin desteğinden yoksun kalanlara maksimum 150 bin TL veya sakat kalması halinde yine 150 bin TL sakatlık tazminatı veya yaralanmalar halinde 150 bin TL tedavi giderleri ödenmektedir.''

-GÜVENCE HESABINDAN SON 5 YILDA 80 MİLYON TL ÖDEME YAPILDI

Trafik kazalarında üçüncü şahısların zararlarının karşılanması için 1983 yılında ''Garanti Fonu'' adında kurulan, 1998 yılında ''Garanti Sigortası Hesabı'' adını alan son olarak da 2007 yılında ismi ''Güvence Hesabı''na dönüştürülen sistem 2004 yılından beri geçmiş yıllara göre yoğun ilgi görmeye başladı.

Güvence Hesabı Müdürü Abdülkadir Küçük, mağdur insanlara şimdiye kadar sistem sayesinde 80 milyon TL ödeme yaptıklarını kaydederek şöyle devam etti:

''Bu hesaptan 31 Temmuz 2009 tarihi itibariyle son 5 yılda yaklaşık 15 bin dosya için 80 milyon TL ödeme yapılmıştır. Zarar görenlerin, geçirmiş oldukları trafik kazasına ait belgeler ile birlikte (kaza tespit tutanağı, kaza zaptı gibi) uğramış oldukları zararları gösteren belgelerle Güvence Hesabı'na bizzat başvurmaları mümkündür. Bu belgelerin uygun bulunması halinde hesaplanan tazminatlar hak sahiplerinin banka hesaplarına ödenmektedir. Bu başvurunun, aracı kullanılmadan bizzat hak sahibi tarafından posta yoluyla yapılması mümkündür. Güvence Hesabı'ndan sadece ölüm, sakatlanma ve yaralanma gibi bedeni tazminat ödenir. Araca gelen zararlar ile diğer maddi şeylere gelen zararlar ödenmez.''

-ÖRNEKLER-

Güvence Hesabı, 2007 yılının ilk günü sigortasız bir aracın karıştığı trafik kazasında yüzde 94 oranında sakat kalan Galip Türkmen isimli vatandaşa kaza tarihindeki poliçe teminatı üst limiti olan 60 bin TL sakatlık tazminatı ödemiş. Ayrıca yine bu hesaptan Türkmen'e, malul olarak gerekli olan yataktan kalkma, doğrulma, yürüme gibi fonksiyonları icra eden sağlık cihazları temin edilmiş ve bunlar için de 45 bin 695 TL ödeme yapılmış.

Denizli'de 1 Mart 2008 tarihinde plakası tespit edilemeyen bir aracın çarptığı 9 yaşındaki küçük Şirvan Duran bu kazadan sonra yüzde 96 oranında sakat kalmış. Güvence Hesabı küçük Şirvan için 100 bin TL sakatlık tazminatı ve ayrıca Almanya'da yapılan kök hücre nakli operasyonu, yol masrafları dahil tüm sağlık harcamaları için toplam 65 bin 850 TL tedavi tazminatı ödemiş.

-SİMSARLARA DİKKAT-

Abdülkadir Küçük, vatandaşın bu hakkından haberdar olmadığını bu konuda bilgisi olan kişi ve kişilerin de kaza yapan kişileri bularak ''ben sana hiç bir masraf yapmadan 100-150 bin TL alayım mı'' teklifini götürdüklerini ve ardından vekaletname ile yüzde 50'lere varan komisyonla 'Güvenlik Hesabı'ndan para aldıklarını söyledi.

Vatandaşların bu tip kişi ve kuruluşlara itibar etmemelerini isteyen Küçük, doğrudan Güvence Hesabı'na göndereceği evrakla hak ettiği parayı alabileceğini sözlerine ekledi.

Güvence Hesabı'na son 5 yılda ve bu yılın ilk 6 ayında yapılan başvuralar ve hesaptan yapılan ödemelere ilişkin bilgiler şöyle:

YIL    BAŞVURU  ARTIŞ  ÖDEME   ARTIŞ    ÖDENEN      ARTIŞ
        SAYISI  (YÜZDE) SAYISI (YÜZDE)     TL       (YÜZDE)

2004     1.127  223          201    116     2.629.722    250 

2005     1.696   50           567    182     8.897.207    238 

2006     2.595   53        1.183    109    12.116.507     36   

2007     5.632  117       2.653    124    15.464.845     28 

2008     7.126   27        4.700     77    22.990.780     49 

2009/6   5.677   --        5.115     --    19.996.087     --

TOPLAM: 23.853   --    14.419     --    82.095.148     --

http://www.haber7.com/haber/20090902/Kazazedelerin-bilmedigi-guvence.php
#1587
Bankaların genel olarak yaptıkları bazı işlemler sebebiyle hiç sözleşme imzalamadığı kişilerden masraf alıp alamayacağı hususu tartışılabilir. Bankaların masraf tahsil etme hususunda TTK hükümlerine istinat eden kimi gerekçeler öne sürmeleri mümkündür. Ancak mahkemeler bu tür ihtilaflarda genelde bankalar aleyhine karar veriyorlar ve dava konusu bedeller temyiz sınırının altında kaldığı için bu tür kararlar temyiz de edilemeden kesinleşiyor. Sizin konunuz ise çok daha özel. Anladığım kadarıyla bankaların karşılıksız çekler sebebiyle sorumlu olduğu tutarın tahsili için bankaya gitmişsiniz, banka ise ödemesi gereken bedelden masraf kesmiş. Bu tür bir uygulamanın haksızlığı ve hukuka aykırılığı hususunda en küçük bir tereddüt bile söz konusu değildir. Banka, 3167 sayılı Kanun gereğince bu ödemeyi yapmak durumunda olan bir "borçlu" konumundadır ve hiçbir borçlu, ödeme yaparken "ben sana hizmet sunuyorum" gibi mantıksız bir gerekçe ileri sürerek alacaklıdan masraf talep edemez. Dolayısıyla uygulama haksız ve hukuka aykırıdır. Aşağıdaki haber, daha genel olarak bankaların aldığı bir kısım masraflarla ilgilidir ama size de yardımcı olacaktır:

Masraf alan bankaya ceza
Bahri KARATAŞ/İZMİR, (DHA)

Başkasının hesabına para yatırandan masraf alınması haksız bulundu.

İZMİR Barosu avukatlarından Hürriyet Akgün ile meslektaşı ve eşi Berrin Akgün, müvekilleri adına bir banka şubesine ayrı ayrı yatırdıkları para için 20'şer YTL BSMV (Banka ve Sigorta Muammeleleri Vergisi) ve masraf alınmasına itiraz ederek, iki ayrı mahkemede açtıkları davayı kazandı. Mahkemeler, bankanın Akgün çiftine 20 YTL'yi iade etmesine, yasal faiz harçlar, yargılama giderleri ve avukatlık ücretiyle birlikte toplam 452'şer YTL ödemesine karar verdi.
İzmir Barosu üyesi 25 yıllık avukat Hürriyet Akgün ile meslektaşı ve eşi Berrin Akgün geçen yıl, bir bankanın Cumhuriyet Bulvarı Şubesi'nde, ayrı zamanlarda müvekkillerinin hesaplarına para yatırdı. Banka görevlileri Akgün çiftinden 20'şer YTL BSMV ve masraf aldı. Bunun üzerine aynı büroyu paylaşan Akgün çifti, İzmir 9'uncu ve 12'inci Sulh Hukuk Mahkemesi'nde 'geri alma' davaları açtı.

Hürriyet Akgün dilekçesinde, banka ile aralarında bir akit bulunmadığını, paranın hiçbir hukuki neden ve haklı gerekçeye dayanılmadan alındığını belirterek şöyle dedi:
"Nedenini sorduğumda genel müdürlükten bu şekilde talimat verildiğini belirttiler. Bu parayı ödemek istemiyorsak, aynı şubede hesap açtırmamız ve otomotik ödeme talimatı vermemiz gerektiği belirtildi. Banka ile çalışmaya ve orada hesap açmaya zorlandık. Bankanın bu işlem nedeniyle tarafımıza sunduğu bir hizmet de yoktur. Banka tarafımızca hesabına para yatırılan müvekkilime hizmet vermektedir. Ücret alınacak ise hizmet sunduğu kişilerden ve onlarla yapacağı anlaşma çercevesinde alması gerekmektedir. Talep edilen hizmetin yerine getirilmesi ile taraflar arasında akit kurulduğu, davalı bankanın alt yapısı ve bilgisayar sistemi ile personelinin emeğinin kullanıldığı belirtiliyor. Banka altyapısını, personelini ve bilgisayar sistemini bankacılık hizmeti vereceği kişiler için kurmuştur. Bizim açımızdan davalı bankanın bize bir hizmeti yoktur. Hizmete dayalı olarak da tarfımızdan ücret veya komisyon alması doğru ve yasal değildir. Bu tür uygulamaları başka bankalar yapmamaktadır."
Avukat Berrin Akgün de aynı doğrultuda itirazların yer aldığı dilekçeyi mahkemeye verdi.

BANKA AVUKATI: PARA ALINMASI HAKLI

Banka avukatı ise savunmasında, sözkonusu paranın alınmasında bankanın haklı olduğunu iddia ederek şunları söyledi:
"Davacı, müvekkiline ait hesaba para yatırmak suretiyle bankamızdan hizmet alan kişi konumundadır. Davacı ile bankamız arasında akit olmadığı hususu tamamı ile hatalıdır. Hizmeti alıyor ise, genelgelerle öngürülmüş bedeli de ödemek zorundadır. Davacı şubenin kapısından girip gişeye yaklaştığı andan itibaren gerek işlemi yapan personelin zamanını ve emeğini, gerekse işlem yapılırken bankanın bilgisayar, iletişim ve bilişim sistemlerini kullanmaya başlamıştır. Davaya konu şekilde işlem yaptıran her kişi için personelin ve bankanın tüm sistemlerinin asgari 4 dakika kullanıldığını varsaysak bile, bu tür işlemlerin maliyeti açıkça ortaya çıkmaktadır. Sayılan tüm bu kalemlerin bankamız aleyhine bir maliyeti vardır ve tacir olan müvekkil banka hem bu masrafları tahsil etme, hem de kar elde etme hakkına sahiptir. Bankalar maliyetleri düşürmek, uzmanlaşmak, daha nitelikli hizmet verebilmek için şubesiz bankacılığı özendirme yolunu seçmektedir. Davacı bu işlemi bankanın İnternet Şubesi'ni kullanmak sureti ile ya da Bankamızın hizmet telefonunu arayarak şubeye gelmeden ve personeli meşgul etmeden, hiçbir ücret ödemeden yapma hakkına da sahiptir. Davacı işlemi bu usullerden biri ile yapmış olsaydı kendisine hiçbir masraf çıkmayacaktı. Bankalar tacir sıfatına haizdirler. Türk Ticaret Kanunu'nun 22'inci maddesi tacirin 'ücret isteme' hakkını düzenlemektedir. Bankacılık işlemleri için alınması gerekli tarifeye göre davacılardan 20'şer YTL masraf alınmıştır. Bu yüzden talepleri yerinde değildir. Davanın reddini istiyoruz."

EMSAL OLUŞTURUR

İzmir 9'inci ve 12'inci Sulh Hukukuk Mahkemesi ise avukat çifti haklı bularak, bankanın aldığı 20 YTL'yi iade etmesine, yasal faizi, harçlar, yargılama giderleri ve avukatlık ücretiyle birlikte toplam 452'şer YTL ödemesine karar verdi.
Avukat Hürriyet Aygün, mahkemenin verdiği kararın örnek oluşturduğunu belirterek, "Vatandaşlar bu konuda dikkatli olsun. Fazladadan para yatırmasınlar. Nasıl olsa alınan para az deyip dava açmaktan kaçınmasınlar. Adalet gereken cevabı veriyor" dedi.

DAHA ÖNCE DE KAZANMIŞTI

Avukat Hürriyet Akgün, daha önce de işyerinin sahibinin hesabına bürosunun kira bedelini yatırırken aynı bankadan kendisinden 20 YTL masraf alınması üzerine dava açmıştı. Hakim Akgün'ü haklı bulmuş, bankanın parayı faizi, yargılama giderleri ve avukatlık ücretiyle birlikte geri ödemesine karar vermişti.

http://www.milliyet.com.tr/default.aspx?aType=SonDakika&ArticleID=875679
#1588
Elektrik borcunda zamanaşımı süresi Borçlar Kanunu'nun 125. maddesi gereğince on yıldır. Dolayısıyla bahsettiğiniz şekilde bir takibin yapılması hukuken mümkündür. Bu hususta Yargıtay'ın emsal bir kararı aşağıdadır:

T.C.
YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ
E. 2005/1381
K. 2005/7233
T. 28.4.2005

• ELEKTRİK ALACAĞI İÇİN YAPILAN TAHAKKUKA KARŞI AÇILAN MENFİ TESBİT DAVASI ( Zamanaşımı Süresi )
• ZAMANAŞIMI SÜRESİ ( Elektrik Alacağı İçin Yapılan Tahakkuka Karşı Açılan Menfi Tesbit Davasında )
• MENFİ TESBİT TALEBİ ( Elektrik Alacağı İçin Yapılan Tahakkuka Karşı - Zamanaşımı Süresi )

818/m.125
2004/m.67

ÖZET : Davacı mal müdürlüğü, davalı kurumun Hükümet Konağında kullanılan elektrik bedeli için tahakkuk ettirdiği borca karşı menfi tesbit talebinde bulunmuştur. Davacının 1986 yılında davalının elektrik abonesi olduğu, ne varki 1986 yılından 31.5.2002 yılına kadar elektrik sayacının 6 haneli olmasına rağmen 5 haneli olarak okunduğu ve bu nedenle bu tarihler arasında eksik yapıldığı uyuşmazlık konusu değildir. Davalı, kurum elemanlarının bu durumu tesbiti üzerine, 31.5.2002 tarihli fatura ile eksik tahakkuk edilen elektrik bedelinin ödenmesini istemiştir. Mahkemece yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda faturada 1.6.2001 tarihinden 31.5.2002 tarihine kadar olan dönem gösterildiğinden, sadece bu döneme münhasır olmak üzere davalının alacağı hesaplanarak 4.149.539.423 TL davacının borçlu olduğunun tesbitine karar verilmiştir. Ne varki davacının da kabul ettiği üzere, davaya konu olan alacak 1986 yılından 31.5.2002 tarihine kadarki eksik tahakkuku içermektedir. Davacı bunu kabul etmekle birlikte, davalının öğrenme tarihinden itibaren ancak 1 yıl her halükarda 5 yıllık elektrik bedelini isteyebileceğini, dava konusu alacağın zamanaşımına uğradığını ileri sürmektedir. Davacının da kabul ettiği üzere dava özünde bir alacak davası olup, BK.nun 125. maddesine göre 10 yıllık zamanaşımına tabidir. Hal böyle olunca davalı 31.5.2002 tarihinden geriye doğru 10 yıl süre için eksik tahakkuk edilen elektrik bedelini davacıdan isteyebilir.
DAVA : Taraflar arasındaki menfi tesbit davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde taraflar avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı mal müdürlüğü, davalı TEDAŞ tarafından 31.5.2002 tarihli fatura ile Hükümet Konağı'nda 1.6.2001-31.5.2002 tarihleri arasında 304-807 kw/h. elektrik tüketilmiş olduğundan bahisle 48.290.780.000 TL elektrik bedeli tahakkuk ettirildiğini, faturaya itirazları üzerine, 1986 yılında aboneliğin başladığı tarihten bugüne kadar elektrik sayacının 6 haneli olmasına rağmen 5 haneli olarak okunduğu, bu nedenle eksik tahakkukun hesaplandığının bildirildiğini, hatalı bir okuma var ise kusurlarının olmadığını ve 1 yıllık her halükarda 5 yıllık elektrik bedelinin istenebileceğini, alacağın zamanaşımına uğradığını ileri sürerek, 48.290.780.000 TL borçlu olmadıklarının tesbitine karar verilmesini istemiştir.
Davalı, davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, elektrik sayacının yanlış okunması nedeniyle 1.6.2001-31.5.2002 tarihleri arasında fatura edilmeyen, davacı tarafından davalıya ödenmesi gereken elektrik bedelinin 49.290.000.000 TL olmayıp, 4.149.539.423 TL olduğunun tesbitine karar verilmiş; hüküm, davalı ve davacı tarafından temyiz edilmiştir.
1- Davacının 1986 yılında davalının elektrik abonesi olduğu, ne varki 1986 yılından 31.5.2002 yılına kadar elektrik sayacının 6 haneli olmasına rağmen 5 haneli olarak okunduğu ve bu nedenle bu tarihler arasında eksik yapıldığı uyuşmazlık konusu değildir. Davalı, kurum elemanlarının bu durumu tesbiti üzerine, 31.5.2002 tarihli fatura ile eksik tahakkuk edilen elektrik bedelinin ödenmesini istemiştir. Mahkemece yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda faturada 1.6.2001 tarihinden 31.5.2002 tarihine kadar olan dönem gösterildiğinden, sadece bu döneme münhasır olmak üzere davalının alacağı hesaplanarak 4.149.539.423 TL davacının borçlu olduğunun tesbitine karar verilmiştir. Ne varki davacının da kabul ettiği üzere, davaya konu olan alacak 1986 yılından 31.5.2002 tarihine kadarki eksik tahakkuku içermektedir. Davacı bunu kabul etmekle birlikte, davalının öğrenme tarihinden itibaren ancak 1 yıl her halükarda 5 yıllık elektrik bedelini isteyebileceğini, dava konusu alacağın zamanaşımına uğradığını ileri sürmektedir.
Davacının da kabul ettiği üzere dava özünde bir alacak davası olup, BK.nun 125. maddesine göre 10 yıllık zamanaşımına tabidir. Hal böyle olunca davalı 31.5.2002 tarihinden geriye doğru 10 yıl süre için eksik tahakkuk edilen elektrik bedelini davacıdan isteyebilir. Öyle ise mahkemece bilirkişiden ek rapor alınarak 31.5.2002 tarihinden geriye doğru 10 yıl süre için davacının borçlu olduğu miktar saptanmalı ve hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmelidir.
2- Öte yandan davacı yararına tarifede gösterilen miktarın altında vekalet ücretine hükmedilmiştir. Yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 20. maddesinde "Avukatlık Ücretinin taktirinde hukuki yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan tarifenin esas alınacağı" belirtilmiştir. Bu hükmün gözardı edilerek kabul edilen miktar üzerinden davacı yararına eksik vekalet ücretine hükmedilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
SONUÇ : Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenle temyiz olunan kararın davalı, 2. bentte açıklanan nedenle davalı yararına BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde davalıya iadesine, 28.4.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi.
#1589
3167 Sayılı Kanun'un 10. maddesinin ilk cümlesi aynen şu şekildedir: "Muhatap banka, süresinde ibraz edilen çekin karşılığının bulunmaması halinde her çek yaprağı için üçyüzmilyon liraya kadar ve kısmen karşılığının bulunması halinde ise bu miktarı her çek yaprağı için üçyüzmilyon liraya tamamlayacak biçimde ödeme yapmakla yükümlüdür."

Bu hüküm uyarınca bankanın ödeme yükümlülüğünün doğması için çekin hukuken "karşılıksız çek" konumunda olması gerekir. Oysaki ödemeden men talimatının yasal dayanağını teşkil eden TTK.m.711/3 hükmü yürürlükteyken keşidecinin vermiş olduğu men talimatına istinaden çekin arkasına düşülmüş olan şerh, hukuken o çeki "karşılıksız çek" konumuna sokmuyordu. Bu sebeple bu tür çekler için banka yasal sorumluluk tutarının talep edilemeyeceği kanaatindeyim. Ancak, çek hamili bu çekle ilgili olarak keşideciye karşı takip başlatmış ve bizzat keşideci tarafından tebliğ alınan ödeme emri neticesinde keşidecinin herhangi bir itirazı olmaksızın (veya itirazı mahkeme tarafından reddedilerek) takip kesinleştirilmişse, bu safhadan sonra bu tür bir çek için bankadan yasal sorumluluk tutarının talep edilip edilemeyeceği tartışılabilir. Ben (zamanında ödemeden men talimatlarının çoğunlukla amacı dışında kötü niyetle kullanıldığını da dikkate alarak) keşideci hakkında kesinleşmiş icra takibine istinaden bankadan ödeme talep edilebileceğini düşünüyorum.

Bu konuda mahkemelerin vermiş olduğu kararlar bazen bankaların bazen de çek hamilinin lehine olabilmektedir. Size tavsiyem, yukarıdaki bilgiler ışığında şayet yasal yollara başvuracaksanız, elinizdeki çekle evvela muhatap bankaya yazılı olarak müracaat edip ödeme talebinde bulunmanız, talebiniz banka tarafından reddedilecekse (ki muhtemelen reddedilir), bunu da yazılı bir cevap şeklinde istemeniz ve bu süreçten sonra da bankaya karşı icra takibi yapmanız olacaktır. Ancak tüm bu sürecin aleyhinize neticelenebileceğini, dolayısıyla yapmış olduğunuz masrafların (ve bir dava açılması halinde karşı taraf vekalet ücretinin) cebinizden çıkabileceği riskini göğüslemeniz gerekiyor.
#1590
Cumartesi gününün "iş günü"olarak değerlendirilmesi, İş Kanunu m.46/3-a bendine istinat ediyor:

Hafta tatili ücreti

MADDE 46.- Bu Kanun kapsamına giren işyerlerinde, işçilere tatil gününden önce 63 üncü maddeye göre belirlenen iş günlerinde çalışmış olmaları koşulu ile yedi günlük bir zaman dilimi içinde kesintisiz en az yirmidört saat dinlenme (hafta tatili) verilir.

Çalışılmayan hafta tatili günü için işveren tarafından bir iş karşılığı olmaksızın o günün ücreti tam olarak ödenir.

Şu kadar ki;

a) Çalışmadığı halde kanunen çalışma süresinden sayılan zamanlar ile günlük ücret ödenen veya ödenmeyen kanundan veya sözleşmeden doğan tatil günleri,

(...)

Çalışılmış günler gibi hesaba katılır.


İş Kanunu m.46/3-a hükmünün eski kanundaki karşılığı şu şekildeydi: Çalışılmadığı halde kanunen iş süresinden sayılan zamanlarla günlük ücret ödenen veya ödenmeyen kanuni veya akdi tatil günleri ve 38 ve 62 nci maddelere göre kısmen veya tamamen çalışılmayan Cumartesi günleri...

Yeni düzenlemede görüldüğü gibi konuyla ilgili açık bir hüküm yok. İş Kanunu m.46/3-a hükmünün gerekçesinde ise şöyle bir ifade bulunuyor: Madde metninden, çalışılmadığı halde iş sürelerinden sayılan hallerle ilgili üçüncü fıkranın (a) bendinde yeni getirilen iş süreleri sistemine göre Cumartesi günleri çalışılıp çalışılmadığına bakılmaksızın iş günü sayıldığından ve Cumartesi günü yarım gün çalışılmasının da artık bir anlamı olmadığından, Cumartesi gününe ilişkin cümle çıkarılmıştır.

Getirilen bu yeni düzenleme, iş günü olarak belirlenen sürelerin hesabını etkileyecek bir niteliğe sahip değil. Yani sürelerin hesabında eskiden olduğu gibi 2429 sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun'un 3.maddesi dikkate alınacak ve Cumartesi günleri "iş günü" olarak sayılmayacak.

Konuyla ilgili emsal Yargıtay Kararları:

T.C. YARGITAY
9.Hukuk Dairesi
Esas: 1995/5441
Karar: 1995/5874
Karar Tarihi: 23.02.1995
ÖZET: Somut olayda itiraz davasının açılacağı mahkeme cumartesi ve pazar günleri açık bulunmadığı için bu günlerin işgünü olarak kabulü mümkün değildir. Bu olgulara göre yetki tesbit yazısı davacı sendikaya 16.12.1994 tarihinde tebliğ edilmiş olduğundan, bu tarihten sonraki cumartesi ve pazar günleri dikkate alınamıyacağından itiraz davasının 26.12.1994 tarihinde 6 işgünü içinde yani süresinde açıldığının kabulü gerekir.

Davacı A) Sendikası adına Avukat T.E. ile 1-(B) Sendikası adına Avukat E.L.,2-Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı adına Avukat A.D. aralarındaki dava hakkında İstanbul 1.İş Mahkemesi'nden verilen 31.01.1995 günlü ve 2013/40 sayılı hüküm,davacı avukatınca temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Karar Davalı,(B) Sendikası işyerinde çoğunluğa sahip olduğunu bildirerek Bakanlıktan TİS.yapma yetkisine sahip olduğunun tespitine karar verilmesini istemiş Bakanlıkça davalı sendikanın çoğunluğu bulunduğu 07.12.1994 tarihli kararla tespit edilmiş, bu karar 16.12.1994 tarihinde davacı sendikaya tebliğ edilmiştir. 2822 sayılı TİSGLK'nun 15.maddesine göre, itiraz davasının çoğunluk kararının tebliği tarihinden itibaren 6 iş günü içinde İş Mahkemesinde açılması gerekir. Yargıtayın yerleşmiş uygulamasına göre 6 iş gününün hesabında başvuru yapılacak merciin çalışma günleri gözönünde tutularak Cumartesi günlerinin dikkate alınıp alınmaması icap eder. Somut olayda itiraz davasının açılacağı mahkeme cumartesi ve pazar günleri açık bulunmadığı için bu günlerin işgünü olarak kabulü mümkün değildir. Bu olgulara göre yetki tespit yazısı davacı sendikaya 16.12.1994 tarihinde tebliğ edilmiş olduğundan, bu tarihten sonraki cumartesi ve pazar günleri dikkate alınamıyacağından itiraz davasının 26.12.1994 tarihinde 6 işgünü içinde yani süresinde açıldığının kabulü gerekir.
Mahkemece işin esasının da incelenerk davanın reddine karar verilmiş ise de, taraflardan diyecekleri açıkça sorularak gösterecekleri deliller toplanıp, gerektiği takdirde bilirkişi incelemesi yaptırılarak sonucuna göre bir karar verilmesi icap eder. Bu hususlar gözönünde tutulmadan yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz olup,bozmayı gerektirmiştir.
Sonuç:Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 23.02.1995 gününde oybirliği ile karar verildi.


T.C. YARGITAY
9.Hukuk Dairesi
Esas: 1984/6206
Karar: 1984/6745
Karar Tarihi: 20.06.1984

Dava: Davacı, davalı sendikaya verilen yetkinin iptaline karar verilmesini istemiştir. Yerel mahkeme yetki itirazının reddine karar vermeştir.
Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü :
Karar: Karşı taraf D... Gemi İş Sendikası işyerinde üye çokluğuna sahip olduğundan bahisle Toplu İş Sözleşmesi yapmaya yetkili olduğunu ileri sürmüştür.
İşveren T.. Gemi Endüstrisi AŞ. ise Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın hatalı tespitleri sonucu üye çoğunluğuna sahip olmayan sendikaya verilen yetkinin iptalini istemiştir.
Yerel mahkeme, işyerinde çalışan 25 işçiden 13 adedinin davalı sendika üyesi olduğunu ve 2822 sayılı Yasanın 13. maddesinin öngördüğü çoğunluğa haiz olduğundan bahisle yetki itirazını reddetmiştir.
2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanununun 13. maddesi aynı yasanın 22. maddesinin öngördüğü merkezi bir sicil sistem kurarak bu merkezi sistemin istatistiki verilerine göre yetki tespiti saptanması hükmünü getirmiştir. Çalışma Bakanlığı yazılı başvurusu üzerine kendi kayıtlarına göre sendikanın çoğunluğu haiz olması halinde, toplu iş sözleşmesi yapma başvurusunu, işyerindeki işçi ve üye sayısını başvurunun alındığı tarihten itibaren 6 iş günü içinde başvurusu tarihteki kayıtlara göre o işkolunda kurulu işçi sendikaları ile işverene bildirilecektir.
Aynı yasanın 14. maddesi de işveren veya işveren sendikanın işçi sendikasını TİS. çağırma yetkisinin usul ve prosedürünü açıklamıştır.
Diğer yandan aynı Yasanın 15. maddesinde yetki itirazını düzenlemekte ve 13 ve 14. maddelere göre yetki yazısı kendilerine tebliğ edilen işçi ve işveren sendikalar veya sendika üyesi olmayan işverenin taraflardan birisinin veya her ikisinin gerekli yetkiyi haiz olmadığı veya kendisinin o işyerinde çoğunluğu haiz bulunduğu yolundaki itirazını gerekçeleri ile birlikte tespit yazasının kendisine tebliğinden itibaren altı iş günü içinde işverenin bağlı bulunduğu Bölge Çalışma Müdürlüğü'nün bulunduğu mahal İş Mahkemesine (iş davalarına bakmakla görevli mahkemeye) yapabileceğini öngörmüştür.
Aynı madde ikinci fıkrasında işçi ve üye sayılarının tespitinde maddi hata yapıldığı veya bu konuda yasanın tespit ettiği sürelere uyulmadığı yolundaki itirazların kesin olarak karara bağlanacağı ve bunların dışında kalan itirazların duruşma yapılarak temyiz yolu açık olmak üzere karar verileceği hükümlerini içermektedir.
Uyuşmazlık konusu olayda maddi hata dışında belgelerin bulunduğu ve inceleme konusu yapılmadığı ve yetkiyi haiz olmadığı nazara alındığında iddianın maddi hata olmadığı ve Resmi Mercilere başvurma bakımından cumartesi günlerinin 6 iş günlük sürenin hesabında gözönünde tutulmaması yerleşmiş uygulama gereği olup yasada da işgününden bahsedilmiş bulunmasına göre itirazın süresinde yapıldığı anlaşılmış bulunmaktadır. Gerçekten işverene tebliğ 18.4.1984 olup itiraz 25.4.1984'de yapılmıştır.
Uyuşmazlık karşı sendikanın başvurusu tarihinde çoğunluğu haiz olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Çalışma Bakanlığı, D...Gemi İş Sendikası'nın 21.2.1984 tarihinde TİS. yapmak amacıyla başvurusu üzerine anılan tarih itibarıyla 25 işçiden 13 işçiyi üye kaydettiğini ve bu miktara göre de çoğunluğu haiz olduğunu işverenliğe bildirmiştir. Diğer yandan işverenliğin 21.5.1984 tarihinde Bölge Çalışma Müdürlüğü'ne başvurması üzerine de işyerinde 21.2.1984 tarihinde 45 işçinin çalıştığının saptandığı işverenliğe bildirilmiş bulunmaktadır.
İşverenlik giriş ve çıkışları muntazam olarak Çalışma Bakanlığı ve Bölge Çalışma Müdürlüğü'ne bildirmiştir.
Nitekim İstanbul Bölğe Çalışma Müdürlüğü'nün 5.6.1984 günlü yazısında işyerinde Şubat 1984 itibarıyla 46 işçinin çalıştığı ve 21.2.1984 tarihinde ise 40 işçinin çalışmakta olup, 19.2.1984 tarihinde 6 işçinin ayrıldığının saptandığı belirtilmiş bulunmaktadır.
Nitekim 2821 sayılı Sendikalar Yasasının 62. maddesinde de işverenin yeni işçi alınması veya işçinin hizmet akdinin herhangi bir nedenle sona ermesi halinde durumun Çalışma Bakanlığı ile Bölge Çalışma Müdürlüğü'ne 15 gün içinde bildirmek zorunda olduğu hükmü öngörülmüştür. Bu hüküm uyarınca da yukarıda belirtilen bildiriler yapılmıştır.
Dosyada mevcut 3 adet ücret bordrolarının biri tarihsiz diğer ikisi ise Şubat 1984 tarihli olup ne şekilde değerlendirildiği belirgin olmadığı gibi Vergi dairesine yazılan yazıda da Şubat 1984'te 46 kişinin istihkak sahibi olduğunun belirtilmiş olduğu görülmektedir. Maliyeye verilen muhtasar beyanname ve SS.Kurumu'na verilen aylık bildirgeler, Bölge Çalışma Müdürlüğü'nce yapılan bildiriler ve tespitlere göre işyerinde 46 kişinin çalıştığı açıklanmış bulunmakta olup sendikanın başvuru tarihinde 7 üyesi bulunduğu ileri sürülmüştür.
Bütün bu izahat Bakanlık istatistiki verilerinin farkılılık nedenlerinin belli olmadığını göstermektedir.
Hal böyle olunca yukarıdan beri açıklandığı üzere bütün bu belgeler ve yazılar ve bildiriler ve deliller birlikte değerlendirilmek, savunma üzerinde yeterince durulmak, Çalışma Bakanlığı ve Bölge Çalışma Müdürlüğü yazıları arasındaki açık aykırılık nedenleri araştırılmak ve sonucuna göre bir karar vermek gerekirken eksik ve yetersiz inceleme ile hüküm tesisi isabetli değildir.
Bu nedenlerle usul ve yasaya aykırı olan hüküm bozulmalıdır.
Sonuç: Yukarda açıklanan nedenlerle temyiz olunan hükmün itiraz eden davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 20.6.1984 gününde oyçokluğuyla kesin olarak karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
2821 sayılı Sendikalar Kanunu'nun geçici 3. maddesinde, bu kanunun yayımı tarihinde, işverenlerin, çalıştırıldıkları tüm işçileri en geç altı ay içerisinde Çalışma Bakanlığı'na ve işyerinin bağlı olduğu Bölge Çalışma Müdürlüğü'ne bildirmek zorunda olduğu belirtilmiş,geçici 2. maddesinde sendikalara kayıtlı üyelerin tespiti için bun abenzer yükümlülükler getirilmiş, aynı kanunun 22 ve 25. maddelerinde, sendika üyeliğinin kazanılması ve sona ermesi halleri düzenlenmiş, bu durumların hangi yerlere ve kaç gün içinde bildirileceği açıklanmış, 62.maddesinde, işe alınan ve ayrılan işçilerin yine Çalışma Bakanlığı ve Bölge Çalışma Müdürlüğü'ne bildirileceği öngörülmüş, 2822 sayılı kanunun 13. maddesiyle Çalışma Bakanlığı'nın yetki tespiti ile ilgili bilgileri başvuru tarihindeki kayıtlara göre bildirileceği hükme bağlanmıştır.
Bu maddelere göre yapılacak bildirimlerde yer alan işçi sayısı, sendika üyeliği gibi bilgilerin ve istatistiki rakamların başvuru tarihindeki kayıtları oluşturacağı ve Çalışma Bakanlığı'nın yetki tespitinde bu kayıtları esas alacağı açıktır.
Bu durumda bir işveren ancak, Çalışma Bakanlığı'na ve Bölge Çalışma Müdürlüğü'ne vermiş olduğu bu bilgi ve belgeler hilafına hareket edildiğini ileri sürerek yetki tespitine itiraz edebilecektir.
Uyuşmazlıkta işverenin bu yolda açık bir itirazı olmamış, sadece işyerinde çalışan içi adedinin Çalışma Bakanlığı'nca nasıl ve ne şekilde saptandığının anlaşılamadığını bildirmekle yetinmiştir. Oysa bu tespitin hangi kayıtlara göre yapılacağı az önce açıklanmıştır. Bu itibarla işverenin işçi sayısına ilişkin itirazı yerinde olamaz.
Bazı işçilerin sendikadan istifa ettiklerine ilişkin itirazı ise, istifa tarihlerine göre, 2821 sayılı Kanunun 25.maddesinin 3. fıkrasının son cümlesindeki "Çekilme notere başvuru tarihinden itibaren üç ay sonra geçerli olur" şeklindeki hüküm karşısında geçersizdir.
Bu nedenle kararın onanması gerektiği görüşündeyim.
KARŞI OY YAZISI
Dava 2822 sayılı kanunun 25. maddesine dayanılarak açılmıştır. Konuda itirazın, sebepleri de göstermek suretiyle yazının kendilerine tebliğ tarihinden itibaren 6 işgünü içinde işyerinin bağlı olduğu Bölge Çalışma Müdürlüğü'nün bulunduğu yerdeki iş davalarına bakan mahkemeye yapılacağı açıkça belirlenmiştir. Çalışma Bakanlığı yazısı davacı işverene 18.4.1984 tarihinde tebliğ edildiği halde dava İş Mahkemesi'ne 26.4.1984 tarihinde götürülmüştür. Hafta ve genel tatil günleri kanunla belirlenmiş olup 21 Nisan Cumartesi günü ile 23 Nisan Ulusal Egeemnlik ve Çocuk Bayramı'na rastlayan Pazartesi günü 2739 sayılı sayılı kanunun 2. fıkrasının son cümlesi gereğince işgünüdür. 6 işgünlük sürenin sonu da böylece 25 Nisan 1984 gününe isabet eder. Şu halde itiraz kanunda gösterilen süre içinde yetkili ve görevli mahkemeye götürülmemiş. Mahalli mahkemenin ret kararı sonucu itibariyle doğru olup onanması gerekir.
#1591
Bu sonuçlara göre en başarılısı Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Başarı oranı %42. Onu %33'lük başarı yüzdesiyle Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve %30'luk başarı yüzdesiyle İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi takip ediyor. Küsuratları yukarı tamamlarsak Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nin başarı yüzdesi için de %30 oranını kullanabiliriz.

Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi en başarılı üniversite; ancak bu üniversiteden sınava giren mezun sayısının diğer başarılı üniversitelere kıyasla çok daha düşük olması, bu başarının kalıcı olup olmadığı sorusunu akla getirebilir. Ancak söz konusu üniversiteden daha az mezunun sınava girdiği üniversitelerin sınavda başarısız oldukları düşünüldüğünde, bu başarının tesadüf eseri olmadığını düşünmek daha akla yakın duruyor. Şayet bu başarıyı kalıcı bir başarı haline dönüştürebilirse, Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi kısa sürede en gözde hukuk fakültesi haline dönüşebilir. Bu sonuç sebebiyle (bir İst. Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olarak) Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi akademik kadrosunu tebrik etmek istiyorum.
#1592
20 ARALIK 2008 TARİHLİ ADLİ YARGI HAKİM VE SAVCI ADAYLIĞI YAZILI SINAVINA AİT İSTATİSTİKİ ÇİZELGE

S.NO ÜNİVERSİTELER                  YAZILIYA MÜRACAAT       YAZILIYI KAZANAN           MÜLAKATI KAZANAN
1      AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ                   37                               8                                     5
2      ANADOLU ÜNİVERSİTESİ                186                              38                                    20
3      ANKARA ÜNİVERSİTESİ                  758                             254                                  128
4      ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ                132                               31                                    13
5      ATILIM ÜNİVERSİTESİ                      6                                --                                    --
6      BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ              13                                1                                     --
7      BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ                  57                                 6                                     3
8      BİLKENT ÜNİVERSİTESİ                   15                                 3                                     2
9      ERCİYES ÜNİVERSİTESİ                   14                                 6                                     3
10    ÇAĞ ÜNİVERSİTESİ                         17                                 1                                     --
11    ÇANKAYA ÜNİVERSİTESİ                  99                                 9                                     1
12    DİCLE ÜNİVERSİTESİ                     169                                26                                   12
13    DİĞER ÖĞRETİM KURUMLARI            299                               16                                    10
14    DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ           388                              101                                    44
15    GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ             5                                 1                                     --
16    GAZİ ÜNİVERSİTESİ                       236                                70                                   37
17    İSTANBUL BİLGİ ÜNİVERSİTESİ          29                                 2                                     1
18    İSTANBUL KÜLTÜR ÜNİVERSİTESİ       38                                 4                                     3
19    İSTANBUL TİCARET ÜNİVERSİTESİ       9                                --                                    --
20    İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ                481                               145                                   76
21    KADİR HAS ÜNİVERSİTESİ                 12                                --                                    --
22    KIRIKKALE ÜNİVERSİTESİ                113                                29                                    14
23    KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ                    93                                18                                     7
24    MALTEPE ÜNİVERSİTESİ                   46                                 --                                    --
25    MARMARA ÜNİVERSİTESİ                 621                              160                                    80
26    SELÇUK ÜNİVERSİTESİ                    793                              170                                    88
27    YEDİTEPE ÜNİVERSİTESİ                   19                                 1                                    --

       TOPLAM                                        4685                            1100                                   550

SINAVA BAŞVURAN KİŞİ SAYISI: 4685
BAYAN : 2030 ERKEK :2655

YAZILIYI KAZANAN: 1100
Bayan: 407 Erkek: 693

MÜLAKATI KAZANAN: 550
Bayan:193 Erkek: 357

http://www.hukuk.selcuk.edu.tr/abc.html
#1593
Yargıtay, aldatıldığından şüphelendiği için eşinin haberi olmaksızın eve ses kayıt cihazı yerleştirerek ortam dinlemesi yapan ve elde etiği ses kayıtları sonrası eşi hakkında boşanma davası açarak tazminat talep eden kocayı haklı buldu. Yargıtay, verdiği emsal kararda, yasadışı yollarla elde edilen delilin, delil kabul edileceğine hükmetti.

Mahkeme, yasadışı yollarla elde edilen ses kayıtlarının delil olamayacağına karar vererek, açılan boşanma davasını reddetti. Kararın temyiz incelemesini yapan Yargıtay, özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamayacağına dikkat çektikten sonra, "Ancak evlilik birliğinde eşlerin evliliğin devamı süresince birbirlerine sadık kalmaları da yasal bir zorunluluktur" dedi.

MAHKEME: YASADIŞI DELİLE İTİBAR EDİLEMEZ

Pendik Aile Mahkemesi, davacı koca tarafından mahkemeye delil olarak sunulan ses kayıtlarına ilişkin CD'nin eşinin özel hayatının gizliliğinin ihlal edilmek suretiyle hukuka aykırı yolla elde edildiği, bu nedenle delil olarak kullanılamayacağını ileri sürerek davanın reddine karar verdi.

Mahkeme, davacı kocanın delil olarak sunduğu ses kaydının, eşinin bilgisi dışında özel hayatın gizliliği ihlal edilerek hukuk dışı yollardan oluşturulduğu, bu sebeple itibar ve kabul edilemeyeceğine dikkat çektikten sonra, davalının sadakat yükümlülüğüne aykırı davranışta bulunduğunu gösteren başkaca bir delil de getirilmediği gerekçesiyle kocanın açtığı boşanma davasının reddine hükmetti.

İŞTE, YARGITAY'IN BOŞANMA DAVASINDA "YASADIŞI DELİL'İ KABUL GEREKÇESİ

Davanın temyiz incelemesini yapan Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, yerel mahkemenin kararını bozarak emsal bir karara imza attı. Yargıtay, verdiği kararda şu görüşleri dile getirdi:

"Sunulan delil eşlerin birlikte yaşadığı konutta davalının bilgisi dışında koca tarafından hazırlanan bir sistemle elde edilmiştir. Yapılan bilirkişi incelemesi sonucu CD'deki ses kayıtlarının orijinal olduğu, üzerinde ekleme, çıkarma, kesinti ve kopyalama bulunmadığı tespit edilmiştir. Davalı-davacı kayıt altına alınan konuşmaların kendisine ait olmadığına ilişkin bir iddia ileri sürmemekte bu delilin özel hayatın gizliliği ihlal edilerek elde edildiğini belirterek karşı çıkmaktadır. Bir delilin elde edilişi kişilerin anayasa ile tanınmış haklarının ihlali suretiyle gerçekleşmiş ise, onun hukuka aykırı olarak elde edildiğinin kabulü gerekeceğinde duraksama bulunmamaktadır.

Delilin elde edilişinde hukuka uygunluk nedenleri varsa o zaman kanuna aykırılık ortadan kalkar. Kuşkusuz, Anayasaya göre herkes özel hayatına ve Aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz. (Anayasa: Madde:20/1) Ancak evlilik birliğinde eşlerin evliliğin devamı süresince birbirlerine sadık kalmaları da yasal bir zorunluluktur."

YARGITAY, "EVLİLİKTE ÖZEL YAŞAM ALANI OLMAZ"

Yerel Mahkemenin kararı bozan Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, evlilik hayatında özel yaşamın nasıl olacağını da betimlediği kararında şöyle dedi:

"Eşlerden birinin bu alana ilişkin özel yaşamı evlilikle bir araya geldiği ve birlikte yaşadığı hayat arkadaşı olan diğer eşi de en az kendisininki kadar yakından ilgilendirir. O nedenle, evlilikte, evlilik birliğine ilişkin yasal yükümlülükler alanı eşlerin her birinin özel yaşam alanı olmayıp, aile yaşam alanıdır. Bu alanla ilgili de, eşlerin tek tek özel yaşamlarını değil, bütün olarak aile yaşamının gizliliği ve dokunulmazlığı önem ve öncelik taşır. Bu bakımdan, evliliğin, yasal yükümlülükler alanı, diğer eş için dokunulmaz değildir. Bu nedenle, eşinin sadakatinden kuşkulanan davacı-davalının birlikte yaşadıkları her ikisinin de ortak mekanı olan konuta eşinin bilgisi dışında ses kayıt cihazı yerleştirerek eşinin aleni olmayan konuşmalarını kaydetmesinde, bu suretle sadakat yükümlülüğü ile de bağdaşmayan davranışlarını tespit etmesinde özel hayatın gizliliğinin ihlalinden söz edilemez ve hukuka aykırılık bulunduğu kabul olunamaz.

Aksine, aile birliğine ilişkin ortak yaşanılan mekana davalının meşru olmayan bir amaç için arkadaşları kabul etmesinde aile hayatının gizliliğini ihlal söz konusudur. Bu bakımdan sözü edilen delilin elde edilişinde hukuka aykırılık bulunduğundan söz edilemez. O halde yapılan soruşturma ve toplanan delillerle davalı-davacının meşru olmayan bir amaç için karşı cins de dahil olmak üzere arkadaşlarını müşterek konuta aldığı ve sadakat yükümlülüğüne aykırı davrandığı gerçekleşmiştir. Bu halde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir.

Gerçekleşen olaylar karşısında davacı dava açmakta haklıdır. Bu koşullar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın artık kanunen mümkün görülmemesine göre davacı-davalı koca tarafından açılan boşanma davasının da kabulüne karar verilmesi gerekirken isteğin reddi doğru bulunmamıştır."

KRİTİK KARAR

Yerel Mahkeme, verdiği karara direnirse, davada son sözü Yargıtay Hukuk Genel Kurulu verecek. Yerel Mahkeme, Yargıtay'ın bozma kararına uyarsa, aldatıldığından şüphelenen eşlerin yasadışı yollarla yapacakları dinlemeler, boşanma davalarında delil olarak kabul edilecek.

http://arsiv.sabah.com.tr/2009/01/03/haber,31932D530E8D404480A13A6338EBC1C4.html
#1594
Çeklerde keşide tarihi, ibraz süresinin tespiti açısından çok önemlidir. Bu sebeple keşide tarihi hususunda ihtilaf bulunmaması gerekir. Keşide tarihinde tahrifat bulunması halinde ise Yargıtay çeki geçersiz saymamakta, keşide tarihinde tahrifat varsa, gerçek tarih saptanarak, ibrazın süresinde olup olmadığının tespiti gerektiği sonucuna varmaktadır (10. Ceza Dairesi, 02.07.1992, 6933/7919; Prof. Dr. Seza Reisoğlu, Türk Hukukunda ve Bankacılık Uygulamasında Çek, sayfa 54).

Ancak gerekli inceleme yapılmasına rağmen gerçek tarihin saptanamaması durumunda tahrifat sebebiyle çekin geçersiz olduğuna hükmetmek kaçınılmaz olacaktır.
#1595
"Emre yazılı değildir" veya "Ciro edilemez" gibi kayıtlar içeren bir çekin ve bononun ciro ile değil, Borçlar Kanunu'nun alacağın temliki hükümlerine uygun bir temlik beyanı ile devredilebileceğini yukarıda belirtmiştim. Şayet böyle bir çek/bono, "İşbu çekten doğan hak ve alacaklarımı ..................'na devir ve temlik ettim." gibi bir temlik beyanı ile değil de ciro ile bir başkasına devredilirse ne olur?

Devir ancak bir temlik beyanı ile olabileceğinden ve ciro içeriğinde temlik beyanı bulunmayacağından, böyle bir devir hukuken geçersiz olur; yani böyle geçersiz bir devirle çeki/bonoyu devralmış olan kişi "meşru hamil" sıfatını kazanmaz ve böyle bir çek/bono ibraz edildiğinde hukuken ödenmemesi gerekir.

Sonuç olarak "ciro edilemez" kaydı, çekin/bononun devrini engellemez; ancak bu devir ciro ile değil sadece ve sadece temlik beyanı ile gerçekleştirilebilir.
#1596
Bir ticaret veya bir kişisel ilişki neticesinde çek veya bono keşide ederek karşı tarafa teslim ettiniz. Bu çeki/bonoyu keşide etmenizin mutlaka bir sebebi vardır. Ancak kambiyo senetleri (poliçe, bono ve çek) sebepten mücerret (soyut) ve bağımsız bir ilişki tesis eder. Dolayısıyla keşide ettiğiniz çek/bono, çeki teslim ettiğiniz şahsın dışında (kötü niyet taşımayan) bir diğer şahsa ciro yoluyla geçerse, siz bu yeni çek/bono hamiline, çek/bono keşide etmenize yol açan olaylarla ilgili defilerinizi (ödemeden alıkoyan savunmaları) ileri süremeyeceksiniz demektir.

Bir örnek vermek gerekirse; bir satım sözleşmesinde alıcı borcunu nakit olarak ödemek yerine satıcı emrine üç ay vadeli bir "emre muharrer senet" yani bir bono düzenlemiş ve senedi teslim etmiş olsun. Alıcı, satıcının sonradan kendisine gönderdiği malların sözleşmeye aykırı özellikler taşıması sebebiyle bu malları kabul etmemiş olsun. Veya satıcı alıcıya hiç malı teslim etmemiş olsun. Bu tür durumlarda çek/bono satıcının elinde kaldığı sürece alıcı bu çek/bono için satıcıya ödeme yapmak durumunda kalmayacaktır. Ancak satıcı bu çeki/bonoyu bir başkasına devretmişse, alıcı yeni hamile karşı bu defileri ileri süremeyecek ve çek/bono bedelini ödemek mecburiyetinde kalacaktır.

İşte çek/bono keşide edilmesine yol açan temel ilişkiden kaynaklanan geçersizlik, hata, gabin, zapt, ayıp, sözleşmenin kısmen veya tamamen ifa edilmemesi, zamanaşımı gibi defileri ve bu gruba girmeyen takas, kambiyo senedinin vadesini uzatmaya, bedelini indirmeye, ödemeyi şarta bağlamaya dönük keşideci ve lehdar arasındaki anlaşmaları ve hatır ilişkisinden kaynaklanan anlaşmaları kambiyo senedi ne kadar el değiştirirse değiştirsin tüm çek/bono hamillerine karşı ileri sürmek istiyorsanız, mutlaka çekin/bononun arkasına "emre yazılı değildir" veya "ciro edilemez" gibi bir kayıt düşmeniz gerekecektir (TTK.m.697, 700/1). Bu tür bir kaydı taşıyan çek/bono artık ciro (veya hamiline yazılı çeklerde sadece teslim) yoluyla devredilemeyecek, Borçlar Kanunu'nun alacağın temliki hükümlerine uygun şekilde gerçekleştirilmek mecburiyetinde olunan bir temlik beyanı ile çekin/bononun devri mümkün olabilecektir. Çeki/bonoyu bu yolla devralmış olan kişilere karşı da çek/bono keşidecisi tüm bu defileri ileri sürme, dolayısıyla çek/bono bedelini ödemekten kaçınma hakkı kazanmış olacaktır.

Ticari hayatta kimi çek keşidecilerinin çeklerin arkasına bu maksatla "İşbu çek ...............'na verilmiş olup hiçbir şekilde başkasına ciro edilemez." şeklinde kayıtlar düştükleri görülmektedir.
#1597
Çizilmiş ciro yazılmamış hükmündedir (TTK.m.598). Kural, cironun hakkı olan kimse tarafından çizilmesidir. Bir kambiyo senedinin (poliçe, çek, bono) bedelini ödemiş olan her ciranta kendi cirosunu ve kendisinden sonra gelen borçluların cirosunu silebilir (TTK.m.639/2). Çizme hakkına sahip olmayan şahsın ciroyu çizmesi tahrifattır. Ancak, kambiyo senetlerinde dış görünüş esas olduğundan, çizilmiş cirolar yazılmamış sayılarak ciro zincirinden sonuç çıkarılır ve bu sonuca göre hareket edilir.

Soruya dönersek, tam ciro (tam ciro, belirli bir kişiye ödenmesi kaydını içeren ciroya verilen addır) kısmen çizilerek iptal edilmiş ve altındaki imza kısmına dokunulmamışsa, beyaz ciro sadece imza konularak yapıldığına göre, bu ciroyu beyaz ciro saymak mümkün müdür? 1938 tarihli bir Yargıtay Ticaret Dairesi Kararı ciro çizilip imza bırakılsa da, bu durumun beyaz ciro olarak kabul edilemeyeceği görüşünü kabul etmiştir. Bu görüş gayet makul ve yerindedir. Zira aksi düşüncenin kabulü, kötü niyetli kişilere fırsat vermiş olur. Mesela, kötü niyetli bir hamil, daha doğrusu kambiyo senedini herhangi bir şekilde (örneğin çalarak) eline geçiren bir kişi, son cironun üst kısmını çizip sadece imza bölümünü bırakabilir ve böylece senet kendisine beyaz ciro ile gelmiş gibi bir görüntü oluşturabilir. Borçlunun kıymetli evrakı öderken hile veya ağır kusuru bulunmamalıdır (TTK.m.558). Dolayısıyla, göze çarpan bir aksaklık veya bilmesi gereken bir durum var ise, borçlunun kıymetli evrakı ödememesi gerekir. Bu açıdan, böyle bir kısmi ciro iptali söz konusu ise, bu cironun tümden iptal edilmiş olduğu kabul edilerek ciro silsilesi kontrol edilmelidir. Bu tümden iptal edildiği kabul edilen cironun üstündeki ciro da şayet tam ciro ise, kıymetli evrak meşru hamil tarafından usulüne uygun şekilde ciro edilmemiş sayılacağından, ciro silsilesinin kopuk olduğu sonucuna varılacak ve bu eksiklik giderilmediği sürece kıymetli evrakla ilgili herhangi bir ödeme yapılmaması gerekecektir.

Kaynak: Poroy/Tekinalp, Kıymetli Evrak Hukuku Esasları, Arıkan Yayınları, 16. Baskı, Sayfa 155-156.
#1598
Avukatlık Kanunu'nun "Avukatlık Ücreti" başlıklı 164. maddesinin son fıkrası aynen şu şekildedir: "Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekalet ücreti avukata aittir. Bu ücret, iş sahibinin borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez."

Bu hükme göre dava sonunda belirlenen vekalet ücreti avukata ait olduğundan, avukatınızın size söylediklerinde herhangi bir yanlışlık bulunmuyor.






#1599
Aralarında çok önemli bir fark var: İbrazdan sonra yapılmış olan bir ciro alacağın temliki neticelerini doğuracağından, Prof.Dr. Seza Reisoğlu'nun "Türk Hukukunda ve Bankacılık Uygulamasında Çek" isimli kitabının 184.sayfasında belirtildiği gibi "...keşidecinin çek lehtarına karşı olan def'ilerini hamile karşı da ileri sürebileceği..." Yargıtay tarafından da kabul görmektedir (Prof.Dr. Abuzer Kendigelen de "Çek Hukuku" adlı kitabının 171.sayfasında aynı görüştedir). Dolayısıyla çek hamilinin lehdar dışında (kötü niyet taşımayan) diğer cirantalara karşı normalde ileri süremeyeceği defiler (mesela çek karşılığında satın alınan malın teslim edilmemiş olduğu, vs.) ibrazdan sonra atılmış olan ciro ile hak sahipliğini kazanan çek hamiline karşı ileri sürülebilecektir.
#1600
Konusu açılmışken "ahz-u kabz" teriminin anlamını belirtmemek olmaz :)

"Ahz" kelimesinin lugat anlamı "almak"tır. "Kabz" kelimesinin lugat anlamı ise "alma, elde tutma, edinme"dir. Terim anlamı olarak, Yargıtay'ın yukarıdaki kararda kullandığı açıklamayı aynen kullanmak yerinde olacaktır: "Davaya vekalette (...) vekilin hükmolunan şeyi alabilmesi (tahsil edebilmesi) için vekaletnamesinde özel bir ahzu kabz yetkisinin bulunması gerekir. Vekil, bu ahzu kabz yetkisine dayanarak, hükmolunan şeyi ilamların icrası yoluyla icra dairesi aracılığı ile tahsil edebileceği gibi, icra dairesi dışında da tahsil edip borçluya makbuz verebilir."