Haberler:

deneme

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - kilimanjaro

#1621
Artık insaf edin. Gözlerinizi açıp uyanın!

Bin yıldır İslam'ın ana rahmi merhametine sahip sinesinde kucak kucağa, ikiz kardeşler gibi yaşadınız.

Namaza birlikte koştunuz.

Savaşlara birlikte gittiniz.

Bayramları birlikte yaşadınız.

Resmi tarihin dehşetli ve hainane yalanlarını da biliyorsunuz.

Şehit olurken Türk-Kürt olmanız bir şey ifade etmedi.

Allah yolunda savaşan müminler oldunuz.

Kız alıp kız verdiniz.

Türk'tünüz, Kürt'tünüz.

Kiminiz "Ne Mutlu Türküm diyene" uçurumundan, kiminiz "Kürtçülük" uçurumuna düştünüz.

Bir asırdır birlikte yaşadığınız halde bugün gözlerinizi açamıyorsunuz.

Boğmak istediğiniz kardeşiniz, tecavüz etmek istediğiniz kardeşinizdir.

Ey Müslüman Kürtler ve Türkler insaf edin!

Bugün sesinizi yükseltmez, bugün bir asırdır heba edilmekte olan hukukunuza sahip çıkmazsanız yarınınız da olmayacak.

Bu fırsat bir daha gelmeyebilir.

Diyarbakır Cezaevi'nde yaşadıklarınıza bakıp Türkler'e düşmanlık beslemeye hakkınız yok.

Size bunları yapanlar bir avuç şuursuz ırkçı ve süfyan çarpıklarıydı.

Cehennem onlara yeter.

Türkler de bunların dehşetli zulümlerine uğramıştır.

Türkler'in de dağa çıkmış bir avuç ırkçı teröristi bahane ederek bütün Kürtler'i düşman ilan etmeye hakkı yok.

Kürtçülüğün Kürtler'e, Türkçülüğün Türkler'e hiç faydası yok.

Hepimizin kurtuluşu bizi bin yıldır birlikte yaşatan İslamiyet'in parlak hakikatlerinde ve sımsıcak sinesindedir.

Değilse bu dehşetli asırda düşmanlarınızın boyunduruğu altına gireceksiniz.

Yaşasın Türkler ve Kürtler'in kardeşliği.

Kahrolsun kardeşi kardeşe kırdıran kafatasçı ırkçılar.

Ey AK Partili devlet ricali...

Sizin bugün verdiğiniz destansı mücadeleyi ancak gelecek nesiller anlayacak ve sizi rahmetle yadedecekler.

TBMM ilk defa ülkenin en önemli sorununu tartışıyor. Bundan daha önemli gelişme olabilir mi?

Devlet Bahçeli'nin, Deniz Baykal'ın gürültüsüne, ortaya çıkardıkları dehşetli hercümerce bakıp yılmayın.

Allah doğruların yardımcısıdır!

Dersimiz Dersim!

Dersim'in adını önce Tunceli yapıp sonra da yakıp yıkan, çoluk çocuk yaşlı, kadın kız demeden zehirli gazla yok eden Onur Öymen'in CHP'sidir!

Dersim Osmanlı zamanında özerkti. Dersimliler Osmanlı'ya da zaman zaman ayaklandılar.

Önce, 1935'te Dersim'in adı Tunceli olarak değiştirildi. Tunceli'ye General Abdullah Alpdoğan vali olarak atandı.

Başbakan İnönü Tunceli'de iki yıldır izlenen reform programının bölgeyi uygar hale getirmek için uygulandığını belirtti ve buna direniş olduğunu söyledi.

Askere gitmek ve vergi vermek istemeyen aşiretlerce bir ayaklanma çıkarıldı.

General Abdullah Alpdoğan komutasında başlatılan askeri harekat 13 Eylül 1937'de sona erdi.

Harekata Hava Kuvvetleri'nden üç uçak filosu katıldı.

Sabiha Gökçen bu harekatta görev aldı.

Ancak olaylar durdurulamadı ve 1938'de yeni bir ayaklanma çıktı. Eylül 1938'de Dersim tamamen söndürüldü.

Şimdi...

İhsan Sabri Çağlayangil o zaman Malatya Emniyet Müdürü'dür.

Kendi ses kaydında şöyle demekte:

"...Neticeyi söylüyorum. Mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içinden. Bunları fare gibi zehirledi. Yediden yetmişe o Dersim Kürtleri'ni kestiler. Kanlı bir harekat oldu, Dersim davası da bitti. Hükümet otoritesi Dersim'e girdi..."

Dersim'de kurulan mahkeme Türkçe bilmeyen sanıkları yargıladı ve çoğunu idama mahkum etti.

Ne savunma, ne avukat vardı.

Seyyid Rıza'nın oğlunun yaşı 17 idi, asmak için 21 yaptılar.

Çağlayangil şöyle anlatıyor:

"Seyyid Rıza'yı meydana çıkardık. Etrafta hiç kimse yoktu. Seyyid Rıza bağırdı:

"Evladı Kerbelayık. Bihatayık. Ayıptır, zulümdür, cinayettir."

Benim tüylerim diken diken oldu.

Bu yaşlı adam rap rap yürüdü. Çingene'yi itti, ipi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağı ile tekme vurdu ve kendini astı.

Gömüleceği yerde türbe olmasın diye cenazesi yakıldı..."

http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/83838-ey-musluman-turkler-ve-kurtler-nuh-gonultas-makalesi.aspx
#1622
CHP Genel Başkan Yardımcısı, emekli büyükelçi Onur Öymen'in, 1937-38 yıllarında Dersim'de (Tunceli) yaşananları değerlendirme biçimi, Kemalizm adını verdiğimiz otoriter devlet ideolojisinin 'aslında' ne olduğunu sanırım herkese göstermiştir.
Bu konuyu irdelemeden önce, gelin olayı baştan alalım. Ne demişti Öymen?
Geçenlerde yaptığı konuşmada, önce demokratik açılımın gerekçesi olarak, 'Analar ağlamasın' denildiğini hatırlattı. Ardından da şu sözleri sarf etti:
"Bu ülkenin anaları çok ağladı. Tarihimiz boyunca çok şehit verdik. Çanakkale Savaşı'nda 200 bin şehidimiz vardı, hepsinin anası ağladı. Kimse çıkıp 'bu savaşı bitirelim' demedi.
Kurtuluş Savaşı'nda, Şeyh Sait isyanında, Dersim isyanında, Kıbrıs'ta analar ağlamadı mı? Kimse 'analar ağlamasın, mücadeleyi durduralım' dedi mi? İlk siz diyorsunuz. Çünkü sizin terörle mücadele cesaretiniz yok."
Onur Öymen daha sonra da bu sözlerinde ısrar etti, "Yanlış anlaşıldım" filan diyerek geri adım atmadı.

***
Bu sözlerde sürüyle arızalı yön var:
1) "Tarih boyunca çok şehit verdik". Öymen, bunu sanki mağdur edilmişiz, kendimizi savunmuşuz gibi sunuyor... Valla sen buralardan kalkıp Viyana'lara kadar gidersen, elbette çok şehit verirsin. Hem giderken verirsin, hem dönerken.
2) Çanakkale'deki şehit sayısı 60 bindir. (Benim değil, Genelkurmay'ın rakamı.)
3) Çanakkale büyük bir dünya savaşının parçasıdır. Kurtuluş Savaşı, Türk/Müslüman Anadolu'nun, özellikle Yunanistan işgali karşısında var olma mücadelesidir. Kıbrıs deseniz, etnik katliama karşı müdahaledir.
Bu örneklerin hepsinde düşman devletler vardır. Halbuki biz burada iç meselemizi konuşuyoruz.
Şeyh Sait, Dersim ve PKK isyanlarında ortak olan şudur: Ölen de bizim vatandaşımız, öldüren de...
Demek ki ortada "çözülmesi gereken" bir toplumsal-siyasi mesele var.
4) Hükümetin terörle mücadeleye cesareti olmamasına gelince: Artık bu kadar da saçmalanır mı yahu?
Tayyip Erdoğan, Mart 2003'ten bu yana Başbakanlık koltuğunda oturuyor. Bu süre içinde sürüyle iç ve dış operasyon yapıldı.
Kaldı ki olayın cesaretle bir ilgisi yok. Çünkü pratikte mücadeleyi zaten Silahlı Kuvvetler yürütüyor.
Sorunun silahla çözülemediği 25 yılın sonunda apaçık görünmüş. Artık siyasi çözüme geçiliyor. Olay bundan ibaret...

***
Dönelim Kemalizm meselesine:
Onur Öymen, Dersim'de yapılanları olumlayınca, Aleviler onu Hitler'e benzetti.
Haksız değiller. Çünkü Dersim'de, mağaralara sığınan kadın, yaşlı ve çocuklar, zehirli gazla yok edilmişlerdir. Bu bir insanlık suçudur.
(O dönemin şahidi, eski dışişleri bakanlarında İhsan Sabri Çağlayangil "fareler gibi" tabirini kullanıyor.)
Bazılarının sandığının aksine, Onur Öymen burada gaf yapmıyor. Dili sürçmüyor.
Tam da Kemalizm'in halka ve sorunlara bakışını özetliyor: "Sus ve itaat et. Aksi halde seni yok ederim."
Özetle: Bir devlet ideolojisi olarak Kemalizm'e işte bu yüzden karşıyım.
Eğer Kemalist isen, dün Dersim'i, bugün de yargısız infazları çözüm olarak görüyorsun demektir.
Bilinçli Kemalistler bu bağlantının farkındadır.Tabii bir de Kemalizm'i 'Atatürk'ü sevmek' zanneden Etrak-ı Biidrak var ki geçiniz...

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/akoz/2009/11/14/kemalizmin_en_saf_hali_onur_oymen
#1623


''Demokratik açılım'' konusunda Mecliste yapılan Genel Görüşme önergesi üzerinde söz alan Erdoğan, üç gün önce, vefatının 71. yılında minnetle anılan Gazi Mustafa Kemal'in, TBMM'nin açılışı öncesinde yayınladığı tebliğde, ''O günden, yani 23 Nisan 1920'den itibaren, askeri ve sivil bütün makamlarla, bütün milletin, tek mercinin, Büyük Millet Meclisi olacağını'' ifade ettiğini hatırlattı.

TBMM'nin o günden itibaren, aziz milletin tek merci olduğunu belirten Erdoğan, ''Bu Meclis, Gazi, Kurtuluş Savaşımızı sevk ve idare eden Meclis'tir. Bu Meclis, millet iradesinin tezahür ettiği, tecessüm ettiği Meclistir. Bu Meclis, açıldığı 23 Nisan 1920'de, bu ülkenin bütün renklerini, bütün çiçeklerini, bütün kokularını, bu ülkenin topyekün sesini, nefesini bünyesinde toplamış, bu ülkeyi teşkil eden, Cumhuriyeti kuran bütün unsurları çatısı altında birleştirmiş bir Meclistir'' dedi. Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

''1920'de ilk Meclis'te Ankara Mebusu Mustafa Kemal, Afyonkarahisar'dan Ömer Lütfi Ergoşa, Ardahan'dan Filibeli Hilmi, Balıkesir'den Abdulgafur Efendi, Bilecik'ten Mostarlı Boşnak Ahmet Lakşe, Bitlis'ten Derviş Sepunç, Burdur'dan Mehmet Akif, Çankırı'dan Müştak Torbo, Diyarbakır'dan Abdülhamit Hamdi, Manisa'dan Çerkes Reşit, Dersim'den Diyab Ağa var.

Kurtuluş Savaşı'na başkumandanlık yapan, Türkiye Cumhuriyeti'ni inşa eden ruh ve irade, Türkiye'nin tüm unsurlarını işte bu Meclis'te cem etmiştir.

Atatürk'ün en büyük başarılarından biri, her türlü farklılığı önce TBMM çatısı altında, ardından Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı paydasında birleştirmek, millet olma bilincini güçlendirmek olmuştur.''

İlk Meclisin açılışında Gazi'nin dile getirdiği, ''Efendiler... Burada maksut olan ve Meclis-i Alinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkez değildir, yalnız Kürt değildir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep anasır-ı İslamiyedir, samimi bir mecmuadır...'' ifadelerinin her an hatırda bulundurulması gerektiğini kaydeden Başbakan Erdoğan, ''Bu Meclis, aziz milletimizin hamurunu çokluk içinde birlik anlayışıyla yoğurmuş, milletimizin birlik ve bütünlük ruhunu tesis etmiştir'' dedi.

-''HER MESELESİNİN ÇÖZÜM YERİ BU MECLİSTİR''

Büyük Millet Meclisi'nin Kayseri'ye taşınması teklifi karşısında söz alan ve ''Biz buraya Ankara'dan kaçmak için gelmedik. Savaşmaya, dövüşerek ölmeye geldik'' diyen Dersim Mebusu Diyab Ağa'nın, bu Cumhuriyetin hangi ruh ve ideal üzerine inşa edildiğinin en somut abidelerinden yalnızca bir tanesi olduğunu ifade eden Erdoğan, ''89 yıl boyunca da bu Meclis hep milletin Meclisi olarak kalmıştır ve hep öyle kalacaktır. Türkiye'nin her meselesinin çözüm yeri bu Meclistir. Türkiye'de her meselenin cesaretle, samimiyetle, açık seçik konuşulacağı zemin işte bu Meclistir. Bu Meclis, 89 yıl öncesinin gerisine düşemez. Bu Meclis, 89 yıl önce, renklilik üzerine, özgürlük üzerine, en önemlisi de demokrasi üzerine inşa ettiği temellerinden ve ilkelerinden taviz veremez'' diye konuştu. Başbakan, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Varlık yokluk mücadelesi veren, istiklal mücadelesi veren, bir milleti küllerinden ayağa kaldıran bu şanlı Meclis, elbette her türlü sorunu ele alabilecek, her türlü sorunu çözüm yoluna koyabilecek bir tarihi geçmişe, derin bir tecrübe ve sağduyuya sahiptir.

Türkiye'nin en önemli sorun alanlarıyla ilgili meseleleri de elbette Meclis'te konuşmak, tartışmak durumundaydık ve bu amaçla genel görüşme yapılmasını istedik. Bundan daha doğal ne olabilir. Her meselenin özgürce konuşulduğu, cesaretle konuşulduğu, millet adına konuşulduğu, nezaketle, edeple, adapla, karşılıklı saygıyla, hoşgörüyle ele alındığı İlk Meclis, bugünkü Meclis için bir model olmak, bir ilham kaynağı olmak zorundadır.

İktidar kadar muhalefet de demokrasinin olmazsa olmaz unsurudur. Muhalefetin, iktidarla her konuda bire bir düşünmesini, mutabık olmasını, her konuda ittifak etmesini asla bekleyemeyiz, bu, demokrasinin de doğasına aykırıdır.

Ancak, her konuya, sırf iktidarın önerisidir, fikridir, girişimidir diyerek karşı çıkmak; yapıcı bir öneri, yapıcı bir eleştiri getirmek yerine, temelden her meselenin karşısında durmak millet istifadesine de değildir, memleket yararına da değildir. Demokrasinin en temel şartı diyalogtur, müzakeredir, uzlaşı aramaktır. Her konuda uzlaşmak, her konuda aynı düşünmek demokrasinin bir gereği değildir, ama her türlü farklılığa rağmen konuşmak, tartışmak, sorunlara çözüm aramak demokrasinin bir gereğidir. Konunun özüne dönük görüş beyan etmek, eleştiri getirmek yerine, hükümet kendisini anlatamasın diye çaba göstermek, farklı polemiklerle konuyu saptırmaya çalışmak bir muhalefet tarzı olamaz.

Bizler bu Meclis'te yeni değiliz. Uzun yıllardır bu Mecliste olan milletvekilleri var. Bu Meclis'in kurulduğu günden beri tutanakları var. Bugün, Türkiye'nin her tarafında bizi izleyen aziz vatandaşlarımız, siyasette tutarlılık istiyor. İzleyici tribünlerine eli tutularak getirilenler olursa bunlar, bu Meclisin asaletiyle bağdaşmaz. Milletin Meclisi'ndeki üslup, elbette çocuklara, elbette gençlere, elbette tüm bir millete örnek teşkil edecek bir üslup olmalı, sağduyuyu ve aklı selimi yansıtan bir üslup olmalıdır.'

-''KİN GÜTMEMİŞ, İNTİKAM HİSSİ İÇİNDE OLMAMIŞ''-

86 yıl önce, birlik, beraberlik ve dayanışma üzerine inşa edilen Cumhuriyet'in, 86 yıl boyunca gelişerek, güçlenerek, bölgesinde ve dünyada, tarihine, kültürüne, medeniyetine yaraşan bir ağırlık kazanarak bugünlere ulaştığını belirten Erdoğan, Cumhuriyet'in, 86 yıl boyunca, dünyadaki değişime ayak uydurduğu ölçüde, demokrasisini ilerlettiği ölçüde, kendisini yenilediği, reformları hayata geçirdiği ölçüde ilerlediğini ve kalkındığını dile getirdi.

Trablusgarp Savaşı'nda, Tobruk ve Derne'de savaşan; Balkan Savaşı'nda, Gelibolu, Bolayır, Dimetoka ve Edirne'yi savunan; Çanakkale Savaşı'nda Anafartalar Grup Komutanı olarak zafere imza atan ve Kurtuluş Savaşımızın Başkumandanı olarak bu ülkeyi istiklaline kavuşturan Gazi Mustafa Kemal'in, Cumhuriyetin ilanının hemen ardından, savaştığı tüm ülkelerle diplomatik ilişkileri geliştirmenin gayreti içinde olduğunu anlatan Başbakan Erdoğan, ''Atatürk, kin gütmemiş, intikam hissi içinde olmamış, küsmemiş, husumet beslememiş, tam tersine, işgalci ülkelere Kurtuluş Savaşı'nda gereken cevabın verildiği düşüncesiyle yeni bir dönem başlatmıştır'' dedi.

Erdoğan, Gazi Mustafa Kemal'in, ülkenin etrafına duvarlar örmediğini, ülkenin ufkunu daraltmadığını, tam tersine, ''Yurtta sulh, cihanda sulh'' diyerek Türkiye'yi büyütmenin mücadelesine, istikbal mücadelesine yoğunlaştığını söyledi. Başbakan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Soruyorum; Yurtta sulhu tesis edemeyenleri cihanda sulhu tesis edebilir mi? Bunun başarılması lazım. Bugünün, ulusal ve uluslararası meselelerini, dar kalıplar üzerine inşa edenler, meselelere hissi yaklaşanlar, ulusal ve uluslararası problemleri kin, nefret ve intikam duygusuyla mülahaza edenler, Cumhuriyet'in kuruluş ruhuna ve kurucusuna haksızlık ederler.

Biz, 'Türkiye'nin üç tarafı denizlerle, dört tarafı düşmanlarla çevrili' diyen bir anlayışla değil, 'Yurtta sulh, cihanda sulh' anlayışıyla hareket ediyoruz. Biz, düşman üretmek değil, dost kazanmak yaklaşımıyla dış politika belirliyoruz. Bizim barışçı aktif dış politikamızı eleştiren anlayış o gün var olsaydı, ne Kurtuluş Savaşı son bulurdu, ne Lozan olurdu, ne Cumhuriyet, ayakları üzerinde doğrulurdu. Emin olun ki bu anlayış, Atatürk'ün diplomatik temaslarına da 'dünyada sulh' anlayışına da karşı gelir, ayak direrdi. Türkiye Cumhuriyeti, 29 Ekim 1923'te ne kadar büyük düşündüyse, bugün de o kadar büyük düşünmek durumundadır... Bu devlete ve bu millete Büyük düşünmek yakışır. Bizler, küçük meselelere takılıp kalamayız. Biz, ülke olarak, millet olarak, devlet olarak, tarih boyunca her zaman büyük düşündük, büyük adımlar attık, büyük hedefler belirledik ve büyük ideallerin peşinden koştuk. Bugün de aynı ruh ve aynı heyecanla büyük düşünmek ve büyük hedeflere doğru kararlı adımlarla ilerlemek, bizim ve tabii ki bu yüce Meclisin asli vazifesidir.

Bu Yüce Meclis, memleketin meselelerine çözüm üretecek güce sahip bir Meclistir. Hiçbir ülke, topluluk, grup ya da zümre, milletin bu aziz Meclisine hiçbir şey dayatamaz. Bu Meclis yıllar yılı hayali tehditlerle meşgul edilmiştir, şimdi olduğu gibi. İçini bildikleri için değil, gerçekleri bildikleri için değil, dış güçlerin talimatlarıyla, oralardan verilen emirlerle, Büyük Ortadoğu Projesi gibi ifadelerle. 'Nedir' diye sorsanız, içeriğinde ne var diye sorsanız bilmezler. Söyledikleri bir şey de zaten yok. Hiç bir zaman bir belgeye, delile bağlı olarak da konuşamazlar. Çünkü o kapasiteleri de yok. Böyle bur durumları var.

Bu ülkenin enerjisi, var olmayan tehditler nedeniyle israf edildi. Dünya değişirken, dönüşürken, gelişirken, bu ülke sonu gelmeyen tartışmalarla, çözüm üretilmeyen meselelerle oyalandı, duraklatıldı, geri bırakıldı. Bugün, o eski anlayışla, o eski siyaset tavrıyla, artık tedavülden kalkmış siyasi üslupla, Türkiye'ye yeni tehditler, yeni korkular, var olmayan ve var olmayacak yeni düşmanlar üretmek suretiyle kimsenin sanal tehditler üretmeye hakkı yoktur.''

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye'nin tüm sorun alanlarına el atmak, sıkıntıları hafifletmek, demokrasiyi her alanda hakim kılmak için ''demokratik açılım'' sürecini başlattıklarını bildirdi.

''Demokratik açılım'' konusunda TBMM'de yapılan genel görüşmede, eleştirileri hükümet adına yanıtlayan Erdoğan, Hükümet olarak, 7 yıldır bu ülkenin kronik meselelerini çöze çöze bugünlere geldiklerini söyledi. Erdoğan, enflasyondan faizlere, dış ticaretten uluslararası yatırımlara, turizm gelirlerinden ücretlere, bölünmüş yollardan dersliklere, modern teknolojiyle donatılmış okullardan üniversitelere, yüksek standartlı demokrasiden dış politikaya kadar her alanda ezberleri bozduklarını, statükoyu değiştirdiklerini ve Türkiye'ye yeni bir ufuk çizdiklerini bildirdi.

7 yıl boyunca, ekonomiyi, toplumsal yaşamı, dış politikayı sağlam bir zeminde yüceltmek ve büyütmek için, demokratik hak ve özgürlükleri olabildiğince genişlettiklerini belirten Erdoğan, şunları söyledi:

''Bu iktidar döneminde, temel hak ve özgürlüklerin almış olduğu irtifa hiçbir dönemde olmamıştır. Bugün çağdaşlığın da modernliğin de evrensel değerlerle buluşmanın da yolu demokrasiden, daha ileri, daha gelişmiş bir demokratik standarda ulaşmaktan geçiyor. Ülkemizdeki tüm sorun alanlarına el atmak, sıkıntıları hafifletmek, demokrasiyi her alanda hakim kılmak için demokratik açılım sürecini başlattık. Yani bu olayı sadece terör sorunu olarak algılamak veya anlatmak ayrı bir yanlıştır. Sadece Kürt sorunu olarak algılamak veya anlatmak ayrı bir yanlıştır. Hedef, milli birlik ve kardeşlik projesidir. Süreç, demokratik açılım sürecidir. Burada tabi ki öncelikli sorun terörle, terör sorunuyla mücadeledir. Etnik unsurların sorunlarıyla mücadeledir. Bunun içinde Kürt sorunu da vardır, Arnavut sorunu da vardır, benim Türk vatandaşımın sorunu da vardır. Abaza, Arnavut, Roman... Hepsinin sorunu vardır, kendilerine göre, bunları çözmek durumundayız. Bunun yanında azınlıkların da sorunları var, inanç gruplarının da sorunları var.''

Bu sözlerine karşın, muhalefetin söz atması üzerine Erdoğan, ''Sana gelmiyor, bana geliyor bunlar. Bu sorunlar bana geliyor, size gelmiyor çünkü kimse sizi zaten muhatap olarak kabul etmez. Sizin ilafta yeriniz yok'' diye konuştu.

Erdoğan, daha sonra sözlerine şöyle devam etti: ''İstiyoruz ki her sorun alanı demokratik standartların yükselmesiyle, temel hak ve özgürlüklerin gelişmesiyle, adalet ve hakkaniyetin her vatandaşı kuşatmasıyla, ezilen, horlanan, dışlanan herkesin kucaklanmasıyla aza insin... 7 yıl boyunca bu anlayıştan, bu yaklaşımdan, bu kucaklayıcı tavırdan taviz vermedik. 72 milyon vatandaşımızın her birinin sofrasındaki ekmeğin, özellikle büyütülmesi gayreti içinde olduk.''

Muhalefet partilerinin konuşmasını laf atarak bölmesi üzerine Erdoğan, ''Sayın Başkan, şahsım ve grubum diğer liderler konuşurken en ufak bir müdahalede bulunmadılar. Şurada bakıyorum iki muhalif grup sürekli laf atıyor. Ben hem Hükümet hem de grubumun başkanı sıfatı ile konuşuyorum. Lütfen anlayın ki anlatabilesiniz. Dinlemesini öğrenin. Dinlemediğiniz sürece de hiçbir şey anlatamazsınız bu ülkede'' diye konuştu.

Daha sonra konuşmasını sürdüren Erdoğan, çözüm üretmeyen bir siyasetin, sorunları ele almayan, hafifletmeyen bir demokrasinin, halkın taleplerine duyarsız kalan bir devlet anlayışının olamayacağını ifade ederek, ''Bu noktadan hareketle, bizler dedik ki insanı yaşat ki devlet yaşasın, insanı yücelt ki devlet yücelsin'' dedi.


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 7 bölgenin 7'sinde de birinci parti, 81 vilayetin 80'inde milletvekili çıkartan tek parti olduklarını belirterek, ''Niçin? Çünkü halkımızın tümünü kucaklıyoruz, dışlamak bizim anlayışımızda yok. Ayrımcılık bizim anlayışımızda yok'' dedi.

''Demokratik Açılım'' konusunda TBMM'de yapılan genel görüşmede, eleştirileri hükümet adına yanıtlayan Erdoğan, demokrasiden hiç kimsenin korkusu, çekincesi ve tereddüdünün olmaması gerektiğini bildirdi.

''Demokrasi bu ülkeyi bölmez, tam tersine birleştirir, bütünleştirir, kardeşliğimizi daha da pekiştirir'' diyen Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Demokrasi korkuların pazarı değil, panzehridir. Demokrasi en temel meşruiyet zeminidir. Meşru siyasetin görevi, iktidarıyla muhalefetiyle, bütün sivil mekanizmalarıyla meşruiyet alanını genişletmektir. Bütün sistemler, dinler, insanın mutluluğu için birer araçtır. Amaç insanın mutluluğudur. Bunu öğren. Bizim demokratik açılımdan, milli birlik ve kardeşlik projesinden kastımız budur. Yani sorunların minimize olduğu bir Türkiye. Her yönüyle. Bunun için de bizim muhatabımız, ele aldığımız bu devlet projesiyle, millettir. Destek veren olur, olmayan olur, millettir. Biz bugün milletimizin vekillerinin huzurunda bunu konuşuyoruz. Yarından itibaren milletimize gidiyoruz. 81 vilayette milletimize anlatacağız. Sivas'ın ötesine gitmemek gibi bir durumumuz, kaygımız yok. 81 ilin 81'ine de gideceğiz.

Aksini iddia edenler, bize eski yöntemleri önerenler, (yangını niye söndürmek istiyorsunuz, bırakın devam etsin, bırakın bu yara açıkta kalsın, kanama devam etsin) demiş olmuyorlar mı? Hayır, doğru yol bu değil. Aklın ve vicdanın yolu bu değil. Demokrasinin yolu bu değil. Biz diyoruz ki; peki nedir onu söyleyin. Biz diyoruz ki Türkiye'ye güvenin, demokrasiye güvenin.''

İçişleri Bakanı'nın bir çok başlığı ifade ettiğini dile getiren Erdoğan, ''Ama siz anlamakta zorlanıyorsanız benim söyleyecek bir şeyim yok'' dedi.

-''FARKLILIKLAR ZENGİNLİK''-

Erdoğan, farklılıkların zenginlik ve renk olduğunu dile getirerek, şunları kaydetti:

''Gökkuşağı ne kadar güzelse, ne kadar muhteşemse, ne kadar etkileyiciyse, farklılık da o kadar güzeldir, o kadar muhteşemdir, o kadar etkileyicidir. Bu ülkenin dağlarını, Ağrı'yı, Munzur'u, Kaçkar'ı, Erciyes'i, Uludağ'ı döşeyen, binlerce, onbinlerce çiçek, farklılıklarıyla, farklı renkleri, farklı kokuları, farklı güzellikleriyle bizimdir. Hepsinin kökü bu topraktadır. Burada herhangi bir sıkıntısı benim grubumun yok. Ama bunu benim gruba sormaya da kimsenin hakkı yok.

Her biri suyunu Kızılırmak'tan, Dicle'den, Fırat'tan, Yeşilırmak'tan, bu ülkenin nehirlerinden, derelerinden alır. Hepsi bu toprakların çiçeğidir. Hepsi bizim çiçeğimizdir. Hep beraber... Derdimiz bu zaten. Biz, yanı başımızdaki komşumuzun derdini biliriz, hastalığını biliriz, ihtiyaçlarını biliriz ama etnik kökenini bilmeyiz. Bilsek de inkar etmeyiz, hor görmeyiz, sadece saygı duyarız. Biz, millet olarak öyle bir medeniyetten geliyoruz.''

Erdoğan, ''Komşusu açken, kendisi tok yatan bizden değildir'' anlayışıyla, bir tas çorbayı komşusuyla paylaşabilme anlayışına sahip olduklarını bildirdi. Erdoğan, ''Bunu küçümsemeye de kimsenin hakkı yok. Bu farklı bir alicenaplıktır, farklı bir kadirşinaslıktır. Kimsede bunu bir sadaka kültürü olarak vasıflandıramaz'' diye konuştu.

-''YARADILANI YARADANDAN ÖTE SEVİYORUZ''-

Burada da bir dalalet ve gaflet olduğunu vurgulayan Erdoğan, şunları ifade etti:

''Biz insanı insan olduğu için, ne Türk olduğu için, ne Kürt olduğu için, ne Gürcü, Abaza, Pomak vesaire olduğu için sevmiyoruz. Biz yaradılanı yaradandan ötürü seviyoruz. Zaman zaman benim alındığım gücendiğim bazı durumlar oldu. Bazı topluluklarda örneğin, Kürt kökenli bir vatandaşıma birisi kalkar (şu Kürt, şu Laz...) Bu tür ifadeleri yakıştırmak bile yanlış. Sanki o ifadeyle orada küçümseme mantığı yatıyor. Bunlardan bir defa kurtulmak lazım. Sen söyleme, ben duyduklarımı, bildiklerimi gördüklerimi söylüyorum. Zaten sıkıntının altında bu var.''

İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın genel görüşmenin öngörüşmeleri sırasında söylediği sözler karşısında kıyametlerin kopartıldığını ifade eden Erdoğan, şunları söyledi:

''Ben söylüyorum, son seçimlerde ve ondan önceki 22 Temmuz seçimlerinde, sizlerin seçim neticesi olarak Güneydoğu ve Doğuda aldığınız oylar ortadadır. Sizlerin oralarda bir bölge partisi olduğunuz ortadadır. Benim milletim niçin size oralarda oy vermiyor, ortadadır. Niçin? Biz oraların birinci partisiyiz. Güneydoğu Anadolu'da da birinci partiyiz, Doğu Anadolu'da birinci partiyiz. Toplamında birinci partiyiz. 7 bölgenin 7'sinde de birinci partiyiz. 81 vilayetin 80'inde milletvekili çıkartan tek parti biziz. Niçin? Çünkü halkımızın tümünü kucaklıyoruz, dışlamak bizim anlayışımızda yok. Ayrımcılık bizim anlayışımızda yok. Dedim ya yaradılanı yaradandan ötürü seviyoruz. Bizim anlayışımız bunun üzerine inşa edildi.''

Erdoğan, Halepçe'de katledilen masum yavruların, masum insanların acısını yüreğinde hisseden yegane milletin Türk milleti olduğunu dile getirerek, 1991'de yerinden, yurdundan, köyünden, toprağından edilen bir milyon Iraklı Kürt kardeşlerine kucak açan yegane milletin yine Türk milleti olduğunu bildirdi.

Kendisinin o dönemde bir partinin il başkanlığında bulunduğunu söyleyen Erdoğan, tırlarla ilaç, yiyecek, gıda götürdüğünü söyledi.

-''SANA NE? ARAŞTIR BAK''-

Hangi partinin olduğu yönünde laf atılması üzerine Erdoğan, ''Sana ne? Bir partinin il başkanıydım. Eğer sen yakın siyasi tarihi bilmiyorsan ben ne yapayım, aç biraz araştır bak. Siyasetçisin, politikacısın, nerede siyaset yaptığımı bilirsin'' karşılığını verdi.

''Bizim tarihimiz bir, kültürümüz bir, medeniyetimiz bir, türkülerimiz bir, acılarımız, sevinçlerimiz bir'' diyen Erdoğan, ''Sarı gelin türküsü çalındığında, sözleri hangi dilde olursa olsun, ezgisiyle yürekleri titreyen biziz. Hazreti Hüseyin Kerbela'da Sahra'ya düşenden beri göz yaşı döken hep birlikte biziz. Sema ile elini göğe ve yere açan da biziz, semah ile kainat gibi dönen de biziz'' ifadelerini kullandı.

Laf atılması üzerine Erdoğan, ''Genel başkanınla beraberdik, semaları beraber izledik'' dedi.

-''STATÜKOYU SÜRDÜRMEK...''-

Erdoğan, siperlerde yan yana düşerek, bu toprakların kardeşliğini parçalanamaz şekilde birleştiren şehitlerin bulunduğunu ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Malazgirt'te nasıl bir ve berabersek, bütün Haçlı seferlerine karşı da bir ve beraber olduk, aynı sancak altında toplandık. Biz, artık bu ülkenin kronik meselelerine, ekonomik sorunlarına, işsizliğe, teröre, hiç bir demokratik hak ve özgürlük talebine karşı kulaklarımızı tıkayamayız. Yaklaşık 25 yıldır devam eden terör meselesine, tutucu, statükocu, ezberini değiştirmeyen tek boyutlu bir anlayışla çözüm üretemeyiz. Statükoyu devam ettirmenin ülkemize, milletimize menfaati varsa devam ettirelim. Ama görüyoruz ki yok. Türkiye'yi daha büyük tehlikelere, daha büyük risklere sokacak olan statükoyu benimsemek ne aklen, ne mantıken, ne vicdanen mümkündür. Statükoyu sürdürebilmek mümkün ise buyurun sürdürelim. Ama geçmişin yanlış politikalarının, bildik ezberlerin artık sürdürülebilir bir tarafı kalmamıştır. Sürdürülemez bir yaklaşımda ısrar etmek, büyük devletlere yakışmaz. Yakın tarihimiz bize şunu çok net olarak göstermiştir; sorunları yok saymak, sorunları ortadan kaldırmıyor, tam tersine daha karmaşık hale getiriyor.''

Erdoğan, ''Komşusu açken, kendisi tok yatan bizden değildir'' anlayışıyla, bir tas çorbayı komşusuyla paylaşabilme anlayışına sahip olduklarını bildirdi. Erdoğan, ''Bunu küçümsemeye de kimsenin hakkı yok. Bu farklı bir alicenaplıktır, farklı bir kadirşinaslıktır. Kimsede bunu bir sadaka kültürü olarak vasıflandıramaz'' diye konuştu.

-''YARADILANI YARADANDAN ÖTE SEVİYORUZ''-

Burada da bir dalalet ve gaflet olduğunu vurgulayan Erdoğan, şunları ifade etti:

''Biz insanı insan olduğu için, ne Türk olduğu için, ne Kürt olduğu için, ne Gürcü, Abaza, Pomak vesaire olduğu için sevmiyoruz. Biz yaradılanı yaradandan ötürü seviyoruz. Zaman zaman benim alındığım gücendiğim bazı durumlar oldu. Bazı topluluklarda örneğin, Kürt kökenli bir vatandaşıma birisi kalkar (şu Kürt, şu Laz...) Bu tür ifadeleri yakıştırmak bile yanlış. Sanki o ifadeyle orada küçümseme mantığı yatıyor. Bunlardan bir defa kurtulmak lazım. Sen söyleme, ben duyduklarımı, bildiklerimi gördüklerimi söylüyorum. Zaten sıkıntının altında bu var.''

İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın genel görüşmenin öngörüşmeleri sırasında söylediği sözler karşısında kıyametlerin kopartıldığını ifade eden Erdoğan, şunları söyledi:

''Ben söylüyorum, son seçimlerde ve ondan önceki 22 Temmuz seçimlerinde, sizlerin seçim neticesi olarak Güneydoğu ve Doğuda aldığınız oylar ortadadır. Sizlerin oralarda bir bölge partisi olduğunuz ortadadır. Benim milletim niçin size oralarda oy vermiyor, ortadadır. Niçin? Biz oraların birinci partisiyiz. Güneydoğu Anadolu'da da birinci partiyiz, Doğu Anadolu'da birinci partiyiz. Toplamında birinci partiyiz. 7 bölgenin 7'sinde de birinci partiyiz. 81 vilayetin 80'inde milletvekili çıkartan tek parti biziz. Niçin? Çünkü halkımızın tümünü kucaklıyoruz, dışlamak bizim anlayışımızda yok. Ayrımcılık bizim anlayışımızda yok. Dedim ya yaradılanı yaradandan ötürü seviyoruz. Bizim anlayışımız bunun üzerine inşa edildi.''

Erdoğan, Halepçe'de katledilen masum yavruların, masum insanların acısını yüreğinde hisseden yegane milletin Türk milleti olduğunu dile getirerek, 1991'de yerinden, yurdundan, köyünden, toprağından edilen bir milyon Iraklı Kürt kardeşlerine kucak açan yegane milletin yine Türk milleti olduğunu bildirdi.

Kendisinin o dönemde bir partinin il başkanlığında bulunduğunu söyleyen Erdoğan, tırlarla ilaç, yiyecek, gıda götürdüğünü söyledi.

-''SANA NE? ARAŞTIR BAK''-

Hangi partinin olduğu yönünde laf atılması üzerine Erdoğan, ''Sana ne? Bir partinin il başkanıydım. Eğer sen yakın siyasi tarihi bilmiyorsan ben ne yapayım, aç biraz araştır bak. Siyasetçisin, politikacısın, nerede siyaset yaptığımı bilirsin'' karşılığını verdi.

''Bizim tarihimiz bir, kültürümüz bir, medeniyetimiz bir, türkülerimiz bir, acılarımız, sevinçlerimiz bir'' diyen Erdoğan, ''Sarı gelin türküsü çalındığında, sözleri hangi dilde olursa olsun, ezgisiyle yürekleri titreyen biziz. Hazreti Hüseyin Kerbela'da Sahra'ya düşenden beri göz yaşı döken hep birlikte biziz. Sema ile elini göğe ve yere açan da biziz, semah ile kainat gibi dönen de biziz'' ifadelerini kullandı.

Laf atılması üzerine Erdoğan, ''Genel başkanınla beraberdik, semaları beraber izledik'' dedi.

-''STATÜKOYU SÜRDÜRMEK...''-

Erdoğan, siperlerde yan yana düşerek, bu toprakların kardeşliğini parçalanamaz şekilde birleştiren şehitlerin bulunduğunu ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Malazgirt'te nasıl bir ve berabersek, bütün Haçlı seferlerine karşı da bir ve beraber olduk, aynı sancak altında toplandık. Biz, artık bu ülkenin kronik meselelerine, ekonomik sorunlarına, işsizliğe, teröre, hiç bir demokratik hak ve özgürlük talebine karşı kulaklarımızı tıkayamayız. Yaklaşık 25 yıldır devam eden terör meselesine, tutucu, statükocu, ezberini değiştirmeyen tek boyutlu bir anlayışla çözüm üretemeyiz. Statükoyu devam ettirmenin ülkemize, milletimize menfaati varsa devam ettirelim. Ama görüyoruz ki yok. Türkiye'yi daha büyük tehlikelere, daha büyük risklere sokacak olan statükoyu benimsemek ne aklen, ne mantıken, ne vicdanen mümkündür. Statükoyu sürdürebilmek mümkün ise buyurun sürdürelim. Ama geçmişin yanlış politikalarının, bildik ezberlerin artık sürdürülebilir bir tarafı kalmamıştır. Sürdürülemez bir yaklaşımda ısrar etmek, büyük devletlere yakışmaz. Yakın tarihimiz bize şunu çok net olarak göstermiştir; sorunları yok saymak, sorunları ortadan kaldırmıyor, tam tersine daha karmaşık hale getiriyor.''

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Bu Meclis, Şırnak'taki asker oğlunu bekleyen Ayşe Hanım'a da yıllardır haber alamadığı dağlarda oğlunu yitiren Fatma Hanım'a da bugün bir şeyler söylemek zorundadır. Artık bebekler, çocuklar, gençler kaybettikleri yakınlarının acısını büyüterek, intikam hissini kabartarak, kinine kin katarak büyümemelidir'' dedi.

''Demokratik Açılım'' konusunda TBMM'de yapılan genel görüşmede konuşan Erdoğan, terörle mücadele meselesinin yaklaşık 25 yıldır, salt bir güvenlik meselesi olarak görüldüğünü ifade ederek, şunları kaydetti:

''25 yıl boyunca acaba güvenlik sorunu olarak ele aldığımız terörle mücadelede dağlar bombalandı mı? Bombalandı. Sınır ötesi operasyonlar yapıldı mı? Yapıldı. Terör sıfırlandı mı? Hayır, devam ediyor. Demek ki terörle mücadele salt olarak güven sorunu olarak, sadece güvenlik güçleriyle çözülebilecek bir sorun değil. Bunun psikolojik, sosyolojik, diplomatik, ekonomik boyutu var. Bütün bunların üzerinde yoğunlaşmamız gerekiyor. İşte bizler 2005'teki Diyarbakır konuşmamdan itibaren yoğun bir çalışmayı bu alanlar üzerinde geliştirmeye başladık. Bizim sadece Güneydoğu ve Doğu'da yaptığımız yatırımların, ekonomik olarak söylüyorum... Eğitimde, sağlıkta, adalette, emniyette, enerjide, tarımda, bütün toplu konut yatırımlarında yaklaşık 15 katrilyon lirayı bulmuştur. Bunlar cumhuriyet tarihinde bu bölgede görülmemiş yatırımlardır.''

Baykal'ı, ''lütfedip Güneydoğu'yu, özellikle de Hakkari'yi ziyarete davet eden Erdoğan, şunları söyledi:

''Hakkari'de bir tane Yüksekova'da bir tane merkezde gayet modern iki tane hastane var. Oradaki okulları bizzat kendim gidip açtım. Oradaki okullarımızda bilişim teknoloji sınıflarını göreceksiniz. Bütün bunlarla beraber orada atılan adımlar, yapılan yol çalışmalarıyla birlikte Van-Hakkari arasındaki yolların yapılmasıyla ihmal edilmiş olan bu ilimizi ele aldık. Şemdinli'de suyu yoktu... Bizzat kendim gittim. Şemdinli'nin susuzluğunu giderdik. Bütün bunları anlatırken... Ankara'dan izlemiyorum veya bana gelen bilgilerle hareket etmiyorum. Ama ben muhalefette lütfetsin de oraları şöyle bir dolaşsınlar istiyorum. Gidin bir gezin oraları. Ne var, ne yok bir görün. Görmeden olmuyor bu işler. Okullarda neler var neler yok... Size anlatılanlarla konuşmayın. Bizzat yerinde inceleyin.''

CHP Grup Başkanvekili Kemal Anadol'un laf atması üzerine Başbakan Erdoğan, ''Ben sana anlatmak durumunda değilim zaten. Çünkü diyorum ya... Kulağın var duymuyorsun, gözün var görmüyorsun, dilin var doğru söylemiyorsun. Ne yapayım ben?'' diye konuştu.

-''72 MİLYON VATANDAŞA KONUŞUYORUM''-

Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı olarak, milletin vekillerine konuşurken, ''aziz millete'' de hitap ettiğini belirtti. Erdoğan, şöyle devam etti:

''Ben bugün, sizlerin vekaletiyle, 81 vilayetimize, ülkemin 780 bin kilometrekaresine, 72 milyon vatandaşıma konuşuyorum. Ben bugün, gözü yaşlı, yüreği yaralı annelere konuşuyorum. Canından can kopmuş, can parelerini yitirmiş, yürekleri dağlanmış analara sesleniyorum. Nişanlısından mektup beklerken, şehadet haberini alan, ölüm haberini alan bacılara, hanım kardeşlerime sesleniyorum.

Bu Meclis, Şırnak'taki asker oğlunu bekleyen Ayşe Hanım'a da yıllardır haber alamadığı dağlarda oğlunu yitiren Fatma Hanım'a da bugün bir şeyler söylemek zorundadır. Artık bebekler, çocuklar, gençler kaybettikleri yakınlarının acısını büyüterek, intikam hissini kabartarak, kinine kin katarak büyümemelidir.''

Birilerinin, kabaran hissiyatı biraz daha kabartmak, bilenen hissiyatı biraz daha bilemek, kızgınlığa kızgınlık katmak isteyebileceğini, yangına körükle gitmeyi siyasetine uygun görenlerin de olabileceğini belirten Erdoğan, ''Ama böyle bir siyaset, milletimizin birlik ve bütünlüğüne güç katmaz, böyle bir siyaset sevgi ve barış dolu bir geleceğe hizmet etmez'' dedi.

-''GÜN, BÜYÜK DÜŞÜNME GÜNÜDÜR''-

Ne Hükümet olarak, ne de AK Parti olarak, gündelik ve popülist siyaset kaygılarıyla hareket etmediklerini kaydeden Erdoğan, şunları söyledi:

''Türkiye'nin derdi bizim derdimizdir. Türkiye'nin meselesi bizim meselemizdir. Bu ülkenin her neresinde olursa olsun, sorunu olan, derdi olan, acısı olan her bir vatandaşımın vebali bizim üzerimizdedir. İşte onun için, biz, görmezden gelemeyiz, duymazdan gelemeyiz, bilmezden gelemeyiz. Başımızı kuma gömüp, kendimizi karanlığa mahkum edip, ışığa, aydınlığa gözümüzü kapatamayız.

Gün, bağırıp çağırma günü değildir. Gün, sesi en yüksek çıkanın rantı toplayacağı gün de değildir. Gün, oy kaygısıyla, koltuk sevdasıyla ülkenin sancıya, ateşe, ağrıya, sızıya terk edileceği gün hiç değildir. Gün büyük düşünme günüdür, kucaklayıcı ve kuşatıcı düşünme günüdür, nezih bir üslupla, yapıcı bir üslupla, birleştirici bir söylemle, ortaya, millet adına, memleket adına bir vizyon koyma günüdür.

Ne güzel ifade etmiş Şair Orhan Veli: 'Neler yapmadık şu vatan için. Kimimiz öldük, kimimiz nutuk söyledik.' İşte gün, hamaset dolu, heyecan dolu, tahrik dolu nutuklar atma değil, ölümlere çare bulma günüdür. Herkes elini vicdanına koysun ve lütfen, sadece ve sadece vicdanıyla konuşsun. Bir çocuk, bir bebek, anne ve babasının ırkından olduğu için, mezhebinden olduğu için, annesinin dilini konuştuğu için, dışlanabilir mi, eleştirilebilir mi, mağdur bırakılabilir, ötelenebilir, itilip kakılabilir mi? İnsanlar, etnik aidiyetlerinden, dillerinden, dinlerinden, mezheplerinden dolayı ikinci sınıf, üçüncü sınıf vatandaş muamelesi görülebilir mi? Böyle bir tavır hakkaniyete sığar mı?''

-''TERÖRLE SONUNA KADAR MÜCADELE EDECEĞİZ''-

Başbakan Erdoğan, güvenlik güçlerinin, 25 yıldır terörle başarıyla mücadele ettiğini, sonuna kadar da mücadele edeceklerini belirterek, şunları kaydetti:

''Ancak, terörle mücadelenin ötesinde, sinsi bir öfkenin, sinsi bir intikam duygusunun, sinsi bir kin ve nefretin, gizliden gizliye bu toplumun kardeşliğini, birlik ve bütünlüğünü kemirmeye çalıştığını daha ne kadar görmezden gelebiliriz? Terör belası yüzünden, komşuların, akrabaların, kardeşlerin birbirine kuşku duymaya başladığını daha ne kadar inkar edebiliriz? Siyasetçilere, aydınlara, medyaya sirayet etmiş olan farklı dil ve üslubun, tahrik edici tavırların, toplumun değişik tabakalarında dalga dalga ayrışmayı körüklediğini daha ne kadar kayıtsızlıkla izleyebiliriz? Ülkenin sorunlarını bölen, gündemini bölen, hassasiyetlerini bölen, hissiyatını bölen bir anlayış nasıl bölücülükten yakınabilir? 25 yıl bu sorun görmezden gelindi. Güneydoğu'nun, Doğu'nun, Karadeniz'in belli bölgelerinde aynı sıkıntıları hep beraber gördük. Orta Anadolu'nun belli bölgelerinde hep gördük. Onun için de yola çıkarken bir şey söyledik, o da şu; 'biz etnik milliyetçiliğe, bölgesel milliyetçiliğe, dinsel milliyetçiliğe karşıyız.' Neyi kapsıyor biliyor musunuz? İşte bunu kapsıyor... Bu ülkede biz, bütün etnik unsurları, kaç adet olursa olsun fark etmez, Türküyle, Kürdüyle, Çerkeziyle, Lazıyla, Gürcüsüyle, Abazasıyla, Romanıyla hepsiyle... Hepsine saygı duyarız, sevgi duyarız, yaradandan ötürü severiz. Hepsini Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından topladık, topluyoruz, toplarız ve bundan dolayı da bu üst kimlikle hareket ederiz. Olay budur.''

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Sizin hiç köyünüz boşaltıldı mı? Sizin ekip biçtiğiniz tarlalarınız, hayvanlarınızın otladığı yaylalarınız yasak bölge ilan edildi mi? Oğlunuzu, kızınızı, malınızı mülkünüzü aldı mı, sizden haraç topladı mı? Köylerinizin yollarına mayın döşendi mi? (Analar tabii ki ağlayacak) diyenler, sizin hiç oğlunuz, yavrunuz öldü mü?'' diye konuştu.

''Demokratik açılım'' konusundaki genel görüşmede eleştirileri yanıtlayan Erdoğan, bölgesel milliyetçiliğe karşı olduklarını yineledi.

Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti:

''Biz bölgesel milliyetçiliğe de karşıyız. O da nedir? Güneydoğu, Doğu, Doğu Karadeniz acaba buralara bugüne kadar ne kadar yatırım yapıldı. Hiç incelediniz mi, üzerinde durdunuz mu? Bunlar, tabii en iyi yaşayan, o bölgede yaşayan vatandaşlarımdır. Bütün o çileleri onlar çektiler. Ama şu anda 11 bin kilometre bölünmüş yolla Güneydoğu'nun, Doğu'nun, Doğu Karadeniz'in bu karanlık talihini ortadan kaldırdık. Oralara şimdi bölünmüş yollarla ulaşabiliyoruz. Oralarda havaalanları... Adı vardı kendisi yoktu. Şimdi artık havadan ulaşımda orada var. Ağrı'ya git bak çalışıyor, Kars, çalışıyor, Van çalışıyor, Siirt'te pisti uzatıyoruz, uzatınca daha rahat ineceksin. Hakkari'dekinin de adımları atıldı. Orada da havaalanı göreceğiz. Bütün bunlarla birlikte Türkiye modern bir dünyanın yakaladığı imkanlar neyse o imkanları bizim dönemimizde yakaladı ve yakalamaya devam ediyor. İnanın şu anlattıklarımdan muhalefetin haberi yok. Biliyor musunuz? Böyle bir şey var mı yok mu haberleri yok. Olamaz da... Bu ülkede hızlı bir tren var mı yok mu bunların haberi yoktur. Şöyle Ankara'dan Eskişehir'e bin git, tadını gör.''

-''RAYDAN ÇIKAN SENSİN''-

Başbakan Erdoğan, CHP'li Anadol'un ''Hızlı tren raydan çıktı'' şeklinde laf atması üzerine, ''Sen öyle zannet. Raydan filan çıkmadı. Aynen yoluna devam ediyor. Raydan çıkan sensin. Dünyanın her yerinde kazalar mukadderdir. Amerika'sında, Avrupa'sında her yerde olur. Kazaların olmadığı yer var mı? Her yerde var. Dolayısıyla kalkıp da sataşmak için kendine malzeme arama'' karşılığını verdi.

Başbakan Erdoğan, bu ülkenin hangi coğrafi bölgesinde olursa olsun bölgesel ayrımcılıkları ortadan kaldırdıklarını vurgulayarak, ''Ülkemizin yüzde 99'u Müslüman. Yüzde 1 farklı inançta insanlar var. Yüzde 99 Müslümanın içinde farklı mezhep, meşreplerde olanlar var. Şu anda biz Alevi çalıştaylarını başlattık, 5'ncisi bitti'' dedi.

CHP Sivas Milletvekili Malik Ecder Özdemir'in laf atması üzerine Başbakan Erdoğan, ''Rahatsız olma. Siz yapamadınız, biz yaptık devam ediyor. Bundan sonra da kararını vereceğiz. Yapamadıklarınızı biz yapıyoruz, onun için rahatsız oluyorsunuz. Zaten sıkıntının altında yatan temel esas bu... AK Parti, sizin yapamadıklarınızı yaptığı için rahatsız oluyorsunuz'' diye konuştu.

Recep Tayyip Erdoğan, hangi coğrafi bölgede, hangi ilde olursa olsun, hangi mezhebe, siyasi görüşe sahip olursa olsun, her bir vatandaşın kendisine ötekinin yerine koymasını ve düşünmesini istedi.

TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin, laf atmaya devam eden CHP'li Özdemir'i uyardı. Başbakan Erdoğan da ''Sayın Baykal, lüften grubunuza hakim olun. Edep, adaptan uzak hareket ediyorlar. Siz konuşurken ben grubuma böyle bir saygısızlık yaptırttım mı? Lütfen grubunuza hakim olun'' dedi.

-''SİZİN HİÇ KÖYÜNÜZ BOŞALTILDI MI?''-

Erdoğan, ''Sizin hiç köyünüz boşaltıldı mı? Sizin ekip biçtiğiniz tarlalarınız, hayvanlarınızın otladığı yaylalarınız yasak bölge ilan edildi mi? Gece yarısı köyünüzü teröristler sarıp, camide namaz kılanların üzerine kurşun yağdırdı mı? Oğlunuzu, kızınızı, malınızı mülkünüzü aldı mı, sizden haraç topladı mı? Köylerinizin yollarına mayın döşendi mi? (Analar tabii ki ağlayacak) diyenler, sizin hiç oğlunuz, yavrunuz öldü mü?'' diye konuştu.

TBMM Başkanı Şahin, Erdoğan'a laf atan milletvekillerini tekrar uyardı. Konuşmasını sürdüren Erdoğan, ''Dersim'de olanları savunanları ben insanlık noktasından nasibini almamış olarak değerlendiriyorum. Benim aziz milletimin her bir ferdi bu soruları kendisine sorsun. Kendisini ötekinin yerine koysun. Samimi bir şekilde vicdan muhasebesi yapsın. Terör örgütüne yönelik öfke, tüm bir etnik gruba veya toplumun bir bölümüne yöneliyorsa, bu son derece hatalı bir bakış açısıdır. Terör örgütüyle benim Kürt kökenli vatandaşlarımı, kardeşlerimi biraraya getiremezsiniz, getiremezsiniz... Kürt kökenli vatandaşlarımın, kardeşlerimin sorunu farklıdır, terör örgütü farklıdır. Ne yazık ki burada, bu kürsüde Sayın Bahçeli'nin AK Parti'yi terör örgütüyle el ele adeta kol kola benzetme yapmasını çok sakil buluyorum. Tabi kendi grup toplantılarında da çok yaptılar. Ama bunların hepsini hukuka havale ettim, hukukta görüşülüyor. Orada devam edecek. Çünkü buna, içinden kendisi de inanmıyor, biliyorum. Ama buradan nemalanıyor, nemalanıyor mesele bu...'' diye konuştu.

-CHP, GENEL KURUL SALONUNUN TERK ETTİ-

Her milletin kutsal değerleri olduğuna işaret eden Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Bizim toprağımız, vatanımız, bayrağımız, İstiklal Marşımız, Cumhuriyetimiz tartışmaya açamayacağımız kutsallardır. Bunu bir kere söylemedik ki yüzlerce binlerce kez söyledik. Bunun için de zaten siz bizi test edemezsiniz. Bizim mazimiz, tarihimiz bunun en açık ifadesidir. Benim hangi kültürle, hangi değerlerle yetiştiğimi, benim mazim ortaya koyar. Bunu siz test edemezsiniz, onu edecek kalitede de değilsiniz. Bu konuda bize bu şekilde saldıranlar benim milletimden gerekli dersi, cevabı, dersi, vakti geldiğinde alacaktır. Bölünmekten bahsetmek, ihanetten bahsetmek, bu milletin en hassas olduğu konuları tamamen bir hayal ürünü olarak sürekli gündeme getirmek, vatanseverlik de olamaz milliyetçilik de olamaz.

Sürece karşı çıkanları da kabaca 3'e ayırıyorum. Birincisi bu açılım sürecine, içeriğini bilmediği için karşı çıkanlar var. Onları bilgilendirmek boynumuzun borcudur. Benimle beraber seyahat ediyorsun. Taa Orhun Abidelerinden Karakurum'a, oraya yapılanları gören sen değil miydin? 3,5 yıl iktidar oldunuz. 3,5 yıllık iktidarınızda soruyorum size Türk Cumhuriyetlerinin hangisine hangi yardımı götürdünüz? Edirne'den Ardahan'a kadar karış karış, mahalle mahalle, sokak sokak, ev ev dolaşıp bunları anlatacağız.''

Erdoğan, sürece karşı çıkanlardan ikinci grubun ise açılımın sonunda rant kapıları kapanacak olanlar olduğunu belirterek, ''Bu açılımın sonunda rant kapıları kapanacak olan istismarcılar var. Şiddet üzerinden, şehit cenazeleri üzerinden siyaset yaptığını zannedenler var. Bunlar tabii ki bu sürece karşı çıkıyorlar. Hatta 'şehitler gelsin de biraz daha fazla bağıralım' diye bekleyenler var'' dedi.

Milletvekillerinin tepkisi üzerine Erdoğan, ''(Yok) diyorsanız niye bağırıyorsunuz? Siz yapmıyorsanız niye alınıyorsunuz? Alınmayın rahat olun. Niye rahatsız oluyorsunuz?'' karşılığını verdi.

Bu sözler üzerine CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ile CHP'li milletvekilleri Genel Kurul Salonunu terk etti. Erdoğan, ''CHP grubuna 'güle güle' diyorum. Siz olmadan (laf atılmadığı için) daha rahat konuşurum. Bunların düşünceye tahammülü yok, bunların meseleleri konuşmaya tahammülü yok. Bunlar izleyici tribününü provoke edenleri buraya getirenlerdir. Anlayış bu...'' diye konuştu.

Başbakan Erdoğan, partiyi kurduklarında, ''sorunun toplum hayatımızda neden olduğu olumsuzlukların bilinciyle, bölge halkının mutluluğunu, refahını, hak ve özgürlüklerini gözeten, Türkiye'nin bütünlüğü ve üniter devlet yapısıyla birlikte bölgeyi tehdit eden terörün önlenmesinde zaaf yaratmayacak bir şekilde; kalıcı, tüm toplumun duyarlılıklarına saygılı, etkili ve sorunları kökünden çözmeye yönelik bir politika izleyecektir'' ibaresini programlarına koyduklarını bildirdi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye için hayati bir süreç başlattıklarını belirterek, ''Ben, bugünün Türkiye için bir milat, bir yeni başlangıç kabul edilmesi gerektiğine inanıyorum'' dedi.

Genel Kurulda, ''Demokratik Açılım'' konulu genel görüşmede Hükümet adına konuşan Erdoğan, süreçten Güneydoğu ve Doğu'daki iller kazanırken, 81 ilin de atılan adımlardan olumlu etkileneceğini ifade ederek, kendilerinden önce her iki bölgenin ihracatının yaklaşık 800 milyon iken, bugün 5 milyara ulaştığını söyledi. ''Bu bir hareketlenmeyi gösteriyor'' diyen Erdoğan, bunun yeterli olmadığını ve daha da hareketleneceğini kaydetti.

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın ''Terör bu işin engeli değil'' dediğine işaret eden Erdoğan, ''Nasıl engeli değil canım? Bir defa ekonomide bir kaide var; yatırımcı güven ve istikrar arar. Güven ve istikrarın olmadığı yere yatırımcı gelmez. Bütün bunlara rağmen bizim girişimcimiz orada yatırımları sağ olsun yaptılar ve şu andaki noktaya geldik'' diye konuştu.

Televizyonlar ile ilgili yeni bir düzenlemenin ortaya konulduğunu, eylemlerde istismar edilen çocukların hukuki durumunun yeniden gözden geçirileceğini, üniversitelerin attığı adımların kendilerini imrendirdiğini kaydeden Erdoğan, tüm bunların yanında daha büyük hedefleri olduğunu vurguladı.

Erdoğan, ''Bu bir süreç...Bu süreç içerisinde gelişmelerle bizler, o sorun alanlarını minimize edeceğiz. Bunlar bir anda hemen çözülebilecek ya da bir anda neticelendirilecek sorunlar değil. Dünya değişiyor, dönüşüyor. Bu değişim ve dönüşüm içinde tabii ki karşımıza farklı alanlarda farklı sonuçlar çıkabiliyor. Bu sorunlar da çıktıkça çözüme kavuşturacak olan biziz'' diye konuştu.

Erdoğan, meselelerin ilk kez bu dönemde ortaya çıkmadığını, ''Gazi Mustafa Kemal'e kadar uzanan bir geçmişi olduğunu'' belirterek, konuşmasını şöyle sürdürdü:

''Biz diyoruz ki bu sorunları minimize edelim ve gelecek nesillere sorunun çok daha azaldığı bir Türkiye bırakalım. Liderlerin geçmişte söyledikleri var. Gıyabında konuşmak işime gelmez ama maalesef kaçıp gittiği için söylemek zorundayım. 1989'da SHP Genel Sekreteri Sayın Deniz Baykal tarafından hazırlanmış rapordan alınmış ifadeleri söylüyorum; 'Kürt kökenli yurttaşlarımız da dil, kültür, folklor ve kimliklerini koruma, geliştirme ve açıklayabilme, kendi ana dillerinde yazılı basın, radyo ve televizyon dahil her türlü medya aracılığı ile yayın yapabilme, özel okullarda kendi ana dilleri ile eğitim yapabilme, Kürt dil ve kültürü üzerinde araştırma yapacak enstitüler ve benzeri kurumların kurulabilmesi, haklarına kavuşmalıdırlar.' Nereden nereye, sıkıntı burada...

Özellikle Sayın Bahçeli'nin Başbakan Yardımcısı olduğu koalisyon hükümeti tarafından atılmış adımlar var. Ama Sayın Bahçeli bütün bunlar olurken meseleyi, kendi dilinden 'Üniversite sınavında bir soruya takılıp kalmazsınız, onu atlar, diğer sorulara geçersiniz' diyerek izah etmiş, ama o atladığı soruya geri dönmeyi asla düşünmemiştir. Yine bu, o dönemde Yabancı Dil ve Öğretimi Kanunu değişikliğiyle, Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçeleri öğrenmelerinin önündeki hukuki engellerin kaldırılmasıyla olmuş.''

-''TÜRKİYE SİYASETİ KENDİSİNİ POPÜLİZMDEN KURTARMALI''-

Türkiye siyasetinin, popülizmden kendisini kurtarması gerektiğini belirten Erdoğan, şunları kaydetti:

''Bunu beraber çözeceğiz. Burada sizin bir öneriniz yok mu? Biliyoruz ki açık yaraları kanatmak isteyenlerin işi kolaydır, ama bu yarayı sarmak isteyenlerin işi zordur. Söyleyeceğimiz her sözün, atacağımız her adımın, alacağımız her kararın bu ülkenin hangi köşesinde nasıl yankılanacağını hesap etmek durumundayız. Biz, Türkiye ölçeğinde, dünya ölçeğinde büyük düşünmeye devam edeceğiz. 4 aydır, siyasi bir terbiyeyle, nezaketle, tevazuyla, bu süreci muhalefete anlatmak, bu tarihi süreçte onların da mutabakatını almak için gayret gösterdik. Ama masaya gelmediler veyahut da kendi merkezlerine kabul etmediler, lütfetmediler. Şehitleri istismar eden bir tavır var ortada. Gazileri istismar eden bir tavır var ortada. Şehit ve gazi derneklerini tahrip eden bir tavır var ortada. Atatürk'ü istismar eden bir tavır var ortada. Hıyaneti, ihaneti, bölünmeyi, Sevr'i dilinden düşürmeyen, vehim ve korku üreten, toplumu geren ve provoke eden bir tavır... Bu tavrın, ne aziz milletimize, ne memleketimize, ne devletimize bir faydası vardır.''

-''SON DERCE SAMİMİYİZ''-

Erdoğan, Türkiye için hayati bir süreç başlattıklarını, Türkiye'nin büyümesine, gelişmesine, ilerlemesine engel teşkil eden kronik meseleleri çözmek için cesur bir adım attıklarını söyledi. ''Son derece samimiyiz'' diyen Erdoğan, 72 milyon vatandaşın her birinin bu süreçte kazanacağını, Türkiye için çok daha geniş ufuklar açılacağını vurgulayarak, şöyle devam etti:

''İnanıyorum ki Cumhuriyetimizin 100. kuruluş yıldönümü, 2023'ü Türkiye bambaşka, çok farklı bir Türkiye olarak karşılayacak. Umudumuz var, heyecanımız var, coşkumuz var. Aşkla, sevdayla, barış ve kardeşlik içinde hep birlikte yarınların Türkiyesini inşa edeceğiz. Kimseyi kırmak, duygularını örselemek istemiyorum. Elimizde tarihi bir imkan var. Milletimiz bizimle, milletimizin hayır duaları bizimle... Bizim yolumuz, bizim üslubumuz ise milletin yoludur, milletin üslubudur. Türkiye 72 milyon vatandaşımızın vatanı, bu bayrak 72 milyon vatandaşımızın bayrağı, bu istiklal Marşı hepimizin, ama hepimizin istiklalinin, bağımsızlığının sembolüdür. Demokratik laik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye, Cumhuriyetimizin güvencesidir. Devlet ile millet arasındaki kaynaşma duygusunu yediden yetmişe bütün vatandaşlarımızın yürekten hissetmesi en büyük rüyamızdır. Herkes emin olsun ki Türkiye bu yolda emniyet içinde mesafe alıyor. Evet, bugün yeni bir gün ve yeni şeyler söylemeliyiz; Ben, bugünün Türkiye için bir milat, bir yeni başlangıç kabul edilmesi gerektiğine inanıyorum.''

Erdoğan, kendisine laf atan bir milletvekiline, ''Çok çirkin oluyor. Sen zillet içindeysen onu bilemem. Ama bu toplum, bu milletvekilleri asla zillet içinde değiller'' karşılığını verdi.

Türkiye'nin yarın geleceğe daha umutla bakan bir Türkiye olarak uyanacağını belirten Erdoğan, buna gönülden inandığını dile getirdi. Erdoğan konuşmasını, ''Şuna bütün kalbimle inanıyorum; biz birlikte Türkiyeyiz. Allah yar ve yardımcımız olsun'' diyerek tamamladı.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=915513&title=bu-sorun-25-yildir-gormezden-gelindi&haberSayfa=0
#1624
Limon yaz-kış insanoğlunun sofrasından eksik etmediği bir meyve. Et yemeklerine, özellikle tavuğa eşlik eden limon, salataların da vazgeçilmez tadıdır.
 
Tatlıda da kullanılır, tuzlu yemeklerde de; çaya da sıkılır, çorbaya da... Daha bitmedi; limonun yararları saymakla tükenmez! Gribe iyi gelir, iştah açar, insanı güzelleştirir, cildi temizler... Daha neler neler...

1- Lezzet katma: Limon, güçlü narenciye tadı veren popüler bir meyve. Bu tat kabuğundaki yağlardan geliyor. Tipik olarak süslemede kullanılan limonu, yemeğin tarifine göre uzun dilimler halinde kesebilir ya da küçük küçük kıyabilirsiniz. Yemeklere limon lezzeti katmak için, sadece limon kabuğunun dış parçasını rendeleyin ya da keskin bir bıçakla ince ince dilimleyin. Daha acı olan alttaki beyaz kısımdan uzak durun.

2- Gremolata yapmak: Gremolata, İtalya'da meşhur olan, et, balık, dana incikle kullanılan bir çeşni. Sarımsak ve narenciye tadını seviyorsanız gremolata tuz ve biberin yerine servis edilebilir. Gremolata için, eşit oranlarda limon, sarımsak ve maydanozu karıştırın. Birkaç damla zeytinyağı sarımsak tadının yoğunluğunu azaltır.

3- Kaynayan yumurtalar: Pişerken kabuklarının çatlamaması için yumurtayı limon suyuyla fırçalayın. Eğer suya bir çay kaşığı limon suyu eklerseniz, piştikten sonra yumurtalarınızın kabuğu daha kolay soyulur. Ayrıca, limon suyu patateslerin ve karnıbaharın kararmasını da önlüyor.

4- Pörsümüş salataya can verir: Hiçbir şey buruşmuş, pörsümüş salata kadar kötü olamaz. Ancak, limon salataya ikinci bir can verir. Kendini bırakmış yeşilliklerin önceki lezzetli durumuna gelmesi için, bir kâse soğuk suyun içine sadece yarım limon sıkmanız gerekiyor. Sonra kâseyi bir saat kadar buzdolabında bekletin, yeşillikleri dışarı çıkarıp kurulayın.

5- Koruma malzemesi: Limonlar, yeni kesilen birçok meyveyi kararmaktan koruyor. Dilimlenmiş meyveler üzerine biraz limon sıkmak meyvelerin orijinal rengini korumasını sağlar. Bu etki birkaç dakikadan birkaç saate kadar sürebilir ve avokado, elma, şeftali, kayısı ve armut gibi birçok meyveyle birlikte kullanılabilir. Birçok insan, limonun birçok gıdanın tadını geliştirdiğini düşünüyor.

6- Tat geliştirici: Yemeklere limon sıkmak tuz tüketimini azaltır. Fazla tuz, kan basıncını, kalp krizi ile felç riskini de artırır. Amerikalılar günde 7 bin mg'a yakın tuz tüketiyor. Günlük tuz ihtiyacı ise sadece 2 bin 300 mg'dır. Limon suyu, en sevdiğiniz yiyecekler için farklı bir lezzet geliştirmede iyi bir seçenek. Tavuğa, bifteğe, ve sebzeler limon sıkarak lezzetini artırabilirsiniz.

7- Kanserle savaşır: Limon kabuklu siyah ya da yeşil çay içmenin, belirli kanser türlerini, yüzde 70'e varan oranlarda azalttığı belirtiliyor. Limon, cilt kanseri koruyucusu olarak güneş yanığını önlemeye yardım ediyor. Çay ve limon kabuğu kombinasyonunda bulunan doğal içerikler, vücudu cilt kanserine yol açan güneşin zararlı UV ışınlarından koruyor.

8- İçecekleri soğuk tutar: Buz kalıplarınıza bir damla limon suyu ekleyebilirsiniz. Suya, sodaya ve hatta çaya limon eklemek, içeceklerinizin tadının daha iyi olmasını sağlar. Buz kalıbınızı doldurduğunuzda taze limonu ortadan ikiye kesin ve suyun içine sıkın. Birkaç saat sonra herhangi bir soğuk içeceğinize eklemek için harika bir buzunuz olacak.

9- Limonata yapmak: Birkaç limonunuz varsa, limonata yapmayı deneyin. Sıradan bir limonata yapmayın. Yenilikçi olun ve limonatayı ananas veya karpuz suyuna karıştırabilirsiniz. Karışık limonatayı sevmiyorsanız, buz, limon, su ve şekeri karıştırarak hazırladığınız sıradan limonata da içebilirsiniz. Bu klasik içecek her zaman rağbet görecek.

10- Sağlığınıza iyi gelir: Limon suyu birçok yaygın hastalık için doğal, lezzetli bir tedavi. Boğazınız ağrıyorsa günde 3 kez limonlu suyla gargara yapabilirsiniz. Limon böbrek, karaciğe ve kanınızı temizliyor. Ilık ya da sıcak limon suyu, sindirim sisteminize iyi gelir. Sabahları uyanınca limon suyu içerseniz, sindirim ve dolaşım sistemi daha iyi çalışır. ZAMAN

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=914966&title=limondan-vazgecmemeniz-icin-10-neden&haberSayfa=1
#1625
Tünel Meydanı'ndan CHP İl binasına yürüyen kalabalığı, cadde girişinde karşılamak isteyen CHP İl Başkanı Gürsel Tekin ve beraberindekiler yuhalandı. CHP'lilerin karanfillerini geri atan kalabalık, CHP'lilerin üzerine yürüdü.

Tunceli Dernekleri Federasyonu ile Alevi Bektaşi Federasyonu üyeleri, CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen'in 10 Kasım'da TBMM Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmasını protesto amacıyla Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul İl Başkanlığı'na siyah çelenk bıraktı.

Tünel Meydanı'ndan CHP İl binasına yürüyen kalabalığı, cadde girişinde karşılamak isteyen CHP İl Başkanı Gürsel Tekin ve beraberindekiler yuhalandı. CHP'lilerin attığı karanfilleri geri atan kalabalık, CHP'lilerin üzerine yürüdü. Gerginlik, partililerin grubun yanından uzaklaşması ile olaysız sona erdi.

Tunceli ve Alevi dernekleri federasyonlarına üye 8 dernek üyesi yaklaşık 200 kişilik grup, CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen'i protesto etmek için Beyoğlu Tünel Meydanı'nda toplandı. Ellerinde, 'Katliamı çözüm olarak sunmak insanlık suçudur Onur Öymen suç işliyor', 'Arşivler açılsın 37-38 Dersim katliamının hesabı verilsin, şehit Rıza ve arkadaşlarının mezar yerleri açıklansın', '71. yılında Dersim 37-38 katliamını unutmadık unutturmayacağız' yazılı pankartlar taşıyan grup, Şişhane'de bulunan CHP il binasına doğru yürüyüşe geçti. Kalabalık, yürüyüş boyunca, 'Katliamı unutmadık unutturmayacağız', 'CHP Munzur'da boğulacak', 'Irkçı CHP-Irkçı Öymen', 'Faşit CHP Dersim'den defol', 'Irkçı Öymen hesap verecek', 'Onur'un varsa istifa et' şeklinde sloganlar attı.

İl binasının bulunduğu caddeye giren kalabalığın önü CHP'ye 50 metre mesafede çevik kuvvet polisince kesildi. Polis müdürleriyle dernek yetkilileri arasında geçen görüşmelerin ardından, grubun CHP il binasına 10 metreye kadar yaklaşmasına izin verildi. Bu arada il binasından çıkan CHP İl Başkanı Gürsel Tekin ve beraberindekiler, polis barikatını aşarak gruptakilere karanfil vermek istedi. Tekin ve arkadaşlarını yuhalayan göstericiler, CHP'lilerin üzerine yürüdü. CHP'liler ellerindeki karanfilleri gurubun üzerine attı, gruptakiler ise karanfilleri CHP'lilerin üzerine geri fırlattı. Artan protestolar nedeniyle Tekin ve beraberindekiler, grubun yanından ayrılmak zorunda kaldı.

Grup adına açıklama yapan Tunceli Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı Özkan Tacar, TBMM Genel Kurulu'nda CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen'in son dönemde yaşanan olayları "Teröre taviz vermek." olarak değerlendirmesini utanç verici olarak niteledi. "Katliamı çözüm olarak sunmak, insanlık suçudur." diyen Tacar, "CHP'li Onur Öymen'i ve buna sessiz kalan CHP'yi şiddetle kınıyoruz. Öymen'i istifaya çağırıyoruz. CHP'nin içindeki Dersimlileri de istifa etmeye çağırıyoruz." değerlendirmesini yaptı.

Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkan Yardımcısı Ali Kenanoğlu da, Öymen'in açıklamalarını kınayarak CHP'den bir an önce özür beklediklerini söyledi.

Açıklamaların ardından grubu temsilen dernek başkanları polis barikatını geçerek CHP il binası önüne siyah çelenk bıraktı. Türküler söyleyen kalabalık, dernek başkanlarının geri gelmesi ile dağıldı.

(CİHAN)

http://www.haber7.com/haber/20091113/Gursel-Tekinin-uzerine-yuruduler.php
#1626
Gripten kurtulmak için ilaç kullanmak istemiyorsanız, uzmanlar doğal yollar öneriyor. Özellikle çorbaların soğuk algınlığı döneminde tüketilmesinin önemini belirten uzmanlar, gribe en iyi çarenin tavuk suyu çorbası olduğunu söylüyor.

İlaç alır gibi yemeklerden önce tavuk suyuna bol karabiberli ve limonlu çorba içmek gribi kolayca ve zahmetsizce atlatmanızı sağlıyor.

Soğuk havaların gelmesiyle yediden yetmişe hepimizi hasta olma korkusunun sardığı şu günlerde 'grip' en çok konuşulan hastalıklar arasında. Sadece grip mi? Hayır. Bir domuz gribi furyası almış başını gidiyor. Aylardır dünyanın; son zamanlarda da Türkiye'nin gündemi 'domuz gribi' ile meşgul. Salgından kendini korumak isteyenler, virüse karşı alınması gereken önlemleri uzmanların tavsiyelerini göz önüne alarak hayata geçirmeye başladı bile. Aşılar, anti-bakteriyel jeller, çeşitli dezenfektanlar ile H1N1 virüsünü kendimizden uzaklaştırmaya çalışıyoruz. Fakat soğuk algınlığı neticesinde dolan sinüslerimizi, bademciklerimizi unutuyoruz. Hava sıcaklıklarının düşmesi ile şu günlerde artan grip, aslında yıllardır korkmadan yakalandığımız, hatta kendi yöntemlerimizle atlattığımız bir hastalık. Nasıl mı? Besin değerleri ve kolay sindirimi bakımından kış aylarında soframızı süsleyen, içimizi ısıtan çorba ile. Bağışıklılık sistemimizi güçlendiren çorbalardan öyle biri var ki uzmanlar tarafından "Gribin ev yapımı ilacı" olarak tabir ediliyor. Tavuk suyuna çorba, çoğumuzun gribe yakalandığında annesinin iyi gelir diye içirdiği lezzet. Uzmanlar da pek çok insanı yatağa düşüren kış enfeksiyonlarına karşı tavuk suyuna çorbayı öneriyor. Eskiden nine tavsiyesi olarak görülen tavuk suyu çorbasının soğuk algınlığına sağladığı faydaları tıp dünyası da kabul ediyor. Beslenme uzmanı Osman Müftüoğlu'na göre de bu çorba gribin kolay ve rahat atlatılmasını sağlıyor.

Tavuk suyuna çorbanın önemi bu kadar vurgulanırken hatta antibiyotik etkisi yaptığı söylenirken, faydalarını, nasıl yapıldığını söylemeden geçmek olmaz. İşte tavuk suyu çorbasının bilinmeyen tarafları ve tarifi...

Tavuk suyu nasıl elde edilir?

Farklı lezzetlerin ustası Ayfer Ünsal, birçok yemeğe tat kattığını düşündüğümüz tavuk suyu hazırlamadaki özel yöntemini sizlere sunuyor. Peki, bu kadar sıradan olan ve uzmanlar tarafından gribe çare olarak gösterilen tavuk suyu nasıl hazırlanıyor?

***

Malzemeler: 1 litre su, 2 tane tavuk but,1 tane havuç, tepesi kalın bırakılmış ve dört parçaya kesilmiş bir adet soğan, 1 çubuk tarçın, 2 adet defne yaprağı.

Yapılışı: Bir litre suya derisi soyulmuş iki tavuk budu, 2–3 santim kalınlığında kesilmiş havuç parçalarını, soğanı, tarçını ve defne yaprağını ilave edin. Bir-bir buçuk saat civarında kaynatın. Bu sürenin sonunda tencerenin içine katılan malzemeler ve tavuk butlarını alın. Ve elde ettiğiniz tavuk suyunu buzlukta saklayabilir, soğuk havalarda sofranızı ısıtacak bir tavuk suyu çorbası yapabilirsiniz.


Tavuk suyuna çorba iyi gelir
Malzemeler: 1 adet tavukgöğsü, 1 adet tavuk but, 2 baş kuru soğan, 2 yemek kaşığı un, 3 diş sarımsak, 2 yemek kaşığı tereyağı, tuz, karabiber.

Yapılışı: Tavuk butlarını derisinden ayırıp göğüs ve 2 baş kuru soğan ile birlikte haşlayın. Haşlanmış etleri suyun içinden alıp minik minik doğrayın. 2 yemek kaşığı unu 2 yemek kaşığı tereyağı ile ayrı bir çorba tenceresinde 3–4 dakika kavurun. Hazırladığınız un kavurmasının üzerine tavuğun suyunu azar azar katın. Daha sonra dövülmüş sarımsakları, doğranmış tavukla birlikte tencereye ilave edin. 15-20 dakika pişirdiğiniz çorbayı üzerine karabiber ekleyerek servis edebilirsiniz.

***

Tavuk suyu çorbasının faydaları
Sinüslerimizin açılmasını sağlar.
Gripli iken zorlaşan nefes alıp vermemizi kolaylaştırır.
Öksürüğü hafifletir.

İçindeki mineraller bakımından eklem ağrılarını hafifletiyor ve vücut kırgınlığının geçmesini sağlıyor.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=914972&title=gribin-ilaci-tavuk-suyu-corbasi&haberSayfa=0
#1627
"Demokratik Açılım" tartışmalarının başladığı günlerden bu yana iktidara, muhalefetle diyalog kurması çağrısı yapıp durmaktayız.Önce İçişleri Bakanı, sonra da Başbakan, muhalefet liderleri ile görüşme çabası içinde oldu.

Görüşülemedi.

İktidar, belki bir diyalog zemini oluşabilir ümidiyle konuyu, genel görüşme talebiyle Meclis'e getirdi.

Olur ya, belki de Meclis ortamı, muhalefetin ister eleştiri boyutunda olsun, ister öneri boyutunda, bazı açılımlar yapılmasına zemin hazırlayabilirdi.

Ortada bir sorun bulunduğu açıktı.

Sorunun tarifi değişik de olsa, "sorun yok!" diyen yoktu.

Sadece "terör" üzerinde yoğunlaşılsa bile, 25 yıldan bu yana askeri operasyonlarla bitmeyen bir terör olgusu, daha ötede arkası gelmeyen bir dağa çıkış olgusu bulunmaktaydı.

Kaldı ki, Doğu-Güneydoğu bölgesinde, terörle ilgisi bulunmayan toplum kesimlerinde bile bir sızlanma mevcuttu.

Sancı vardı ve bunu dindirmek için çare bulunmalıydı.

Öyleyse, iktidarın açılımının içi boşsa, içi dolu bir açılım önerilmeliydi.

10 Kasım oturumu, bu açıdan çok verimli oldu denemez.

Ama bir şeyin ortaya çıktığı kesin: CHP'nin çözüm mantığı...

CHP adına konuşan Onur Öymen, eski bir diplomat. Sakin konuşuyor. Ama o sükûnetin altında bir yanardağ var sanki.

"Sözün şehveti" mi denir ne denir bilmem, o sakin söylem, tam da "Analar ağlamasın" tema'sını tartışırken, bir bilinç altı fışkırışı ile gidiyor, Takrir-i Sükun'la, İstiklal Mahkemesi ile, Dersim operasyonu ile buluşuyor.

Çözüm: Tek parti zihniyeti.

Çözüm: Şeyh Sait çözümü.

Çözüm: Dersim çözümü.

Çözüm İstiklal Mahkemesi, maznunların idamına ba'dehu şevahidin istimaına (sanıkların idamına sonra şahitlerin dinlenmesine) kararları, darağacı, şehrin bombalanması, sürgünler, göçler...

Yıl 2009.

Diplomat kökenli bir CHP milletvekili, Doğu-Güneydoğu'nun, bizzat Tunceli halkının kanını donduran bir konuşma yapıyor.

-Dersim'de analar ağlamadı mı?

-Şeyh Said olayında analar ağlamadı mı?

Yani:

Öyle zamanlar olur ki, "Bırakın analar ağlasın" denilir. Tercümesi bu.

Şöyle bir şey denir:

-Türkiye çok partili hayata geçti ama sistemde tek parti zihniyeti sona ermedi.

Onur Öymen'in bilinç altından fışkıran sözlerine baktığımızda bu söz, CHP için el hak sonuna kadar doğru gözüküyor.

"Şu anda CHP iktidar olsaydı ne yapardı" sorusu Öymen'in konuşmasından sonra çok daha anlamlı durmuyor mu?

Bu, Srilanka modeli bir mücadele yani bire kadar kırma ya da "kök kazıma" yöntemi.

Ama ne garip, Türk Silahlı Kuvvetleri bile, 25 yıl süreyle düşük yoğunluk savaş halinde terörle mücadele ettikten sonra, "Bu iş sadece askeri yöntemle olmaz, terörle mücadelenin ekonomik, kültürel, sosyal boyutları da devreye konulmalı" dedi. Hatta bir Genelkurmay Başkanı "Tüm TSK'yı Kandil'e göndersek terör yine de bitmez" deyiverdi.

Siyasi irade, devletin tüm birimlerini devreye soktu ve sonra terörün uluslararası bağlantılarını da keserek, içeride, terörün toplum zeminini ortadan kaldırmak üzere adımlar atmaya yöneldi.

Siz, ana muhalefet olarak ne diyorsunuz?

Bire kadar kırmak mı?

Dersim'de kırıldı da ne oldu?

Şeyh Said isyanından sonra, idamlarla, "Kürt sorunu" çözüldü mü?

İstiklal Mahkemesi ruhundan süzülerek oluşturulan Şark Islah Planı, tüm Kürtler'i Türk haline getirdi mi?

Memleketin orasına burasına sürülen insanlar, Türkleşti mi?
Yoksa bugün yaşanan sancıda, o dönemin yüreklerde bıraktığı ve henüz tamamı bile ortaya çıkmayan tortular mı var?

Analar ağlamasın!

Evet ağlamasın! Bundan bile rahatsız olan bir CHP dünyası nasıl bir şeydir?

Yoksa analar ağlasın mı Sayın Baykal, siz ne dersiniz sözcünüzün sözüne?

Cumhurbaşkanı Tunceli'ye gidiyor, "Dersim'e hoş geldiniz" afişi ile karşılanıyor, cemevine gidip Semaha katılıyor, yani devlet adına bir barış ve duyguları imar hamlesi yapıyor.
Siz ise, "Dersim diye bir model var" söylemiyle ortaya çıkıyorsunuz.

Üstelik en diplomat sözcünüzün diliyle...

Hani insan sormak istiyor:

-Ya diplomat sözcü yerine bıçkın bir sözcü olsaydı?

Acaba o neyi hatırlardı tek parti döneminden?

-İstiklal Mahkemeleri anaları ağlatmadı mı?

Doğru ağlattı ve tarihe kanlı bir not olarak düştü.

Çok yazık!

Böyle bir ana muhalefeti bulunduğu için Türkiye ne kadar hayıflansa çok değil.

http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/83706-chp-2009-takriri-sukûn-kafasi-ahmet-tasgetiren-makalesi.aspx
#1628


İngiliz Independent gazetesi, domuz gribiyle ilgili rakamsal verileri değerlendirdiği "Salgın mı? Ne salgını?" başlıklı haberinde, "2009 domuz gribi, tarihin en zayıf salgını olabilir" diye yazdı.

Gazete, domuz gribinin nisan ayında Meksika'da ortaya çıkmasının ardından İngiltere'de 65 bin kişinin ölebileceğinin açıklandığını, eylül ayında bu rakamın 19 bine, geçen ay da 1000'e düşürüldüğünü hatırlattı. Bugüne kadar İngiltere'de 154 kişinin domuz gribinden öldüğünü belirten gazete, mevsimsel gribinse yılda ortalama 4-8 bin kişinin hayatını kaybetmesine yol açtığını yazdı.

'Yine de temkin' uyarısı
Bu veriler ışığında, "2009 domuz gribi tarihin en zayıf salgını olabilir" diye yazan gazete, hastalığın beklenenden daha yavaş yayıldığını ve yeni vaka sayısının da azaldığına dair verilerin elde edildiğini belirtti. Ancak gazeteye konuşan uzmanlar yine de temkinli olunması gerektiğini vurguladı. Londra'daki Dünya Grip Merkezi'nin direktörü John McCauley, "Domuz gribi geçen yüzyılda yaşadığımız diğer üç salgından 1918 İspanyol gribine hiç benzemiyor, 1957 Asya gribinden ve 1968 Hong Kong gribinden de daha hafif olabilir. Ama yine de bir şey söylemek için erken. 1968-69 salgınında hastalıkların çoğu 1969'da görülmüştü" dedi.

Stockholm'deki Avrupa Hastalık Kontrol Merkezi grip programı başkanı Profesör Angus Nicoll da, "Bu kontrol edilebilir bir salgın olabilir ancak insanların aşı yaptırmasına engel olabileceği için buna en zayıf salgın demek istemem" dedi.

http://www.euractiv.com.tr/abnin-gelecegi/article/the-independentdan-domuz-gribi-yorumu-salgin-mi-ne-salgini-007701
#1629
Sincan 1. Ağır Ceza Hâkimi Osman Kaçmaz hakkındaki iddianame kabul edildi. Kaçmaz hakkında dava açılıyor. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Kaçmaz hakkında nasıl bir iddianame hazırladı? Kaçmaz neyle suçlanıyor?

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Osman Kaçmaz hakkında, ''görevi kötüye kullanma'' ve ''soruşturmanın gizliliğini ihlal'' suçlarından iddianame hazırladı.

Kaçmaz, avukatı Baykal Doğan ile birlikte adliyeye gelerek, Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesinden, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının hakkında düzenlediği iddianameyi aldı.

Avukat Doğan, adliyeden ayrılırken gazetecilere yaptığı açıklamada, iddianamede, basına yansıdığı şekilde, ''Kaçmaz'ın 20 yıla kadar hapis cezasıyla yargılanması'' yönünde bir talebin bulunmadığını ifade etti.

İddianamede, müvekkili hakkında istenen dört soruşturma konusu fiilden yalnızca ikisiyle ilgili son soruşturma açılmasının talep edildiğini bildiren Doğan, Başsavcılığın, diğerleriyle ilgili soruşturma açılmasına gerek görmediğini belirtti.

Soruşturma açılmasına karar verilen fiillerin ''görevi kötüye kullanma'' ve ''hazırlık soruşturmasının gizliliğini ihlal'' olduğunu açıklayan Doğan, şöyle devam etti:

''Ancak (iddianamede) bunlara esas, müfettişlerce alınan delillerin, telefon delillerinin usul ve yasaya uygun olmadığından bahisle, mahkemece bu delillerin değerlendirilmesinin yapılması gerektiği söyleniyor. Bizce, sayın savcının bu tespiti, başından beri söylediğimiz gibi, Adalet Bakanlığı müfettişlerince soruşturmaya esas alınan, dinleme kayıtlarının usul ve yasaya aykırı olduğunu ortaya çıkartmıştır. Sayın savcılık da iddianamede bunu bir anlamda tespit etmiş ve mahkemeden değerlendirmesini istemiştir.''

Mahkemenin iddianameyi kabul ettiğini belirten Doğan, kendilerine tanınan süre içinde savunma hazırlayacaklarını, mahkemenin de savunmayı aldıktan sonra kovuşturma açılıp açılmayacağına karar vereceğini kaydetti.

Doğan, ''İfade olarak, net bir usulsüz dinleme tespiti var mı?'' sorusu üzerine, iddianamede, İstanbul Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinden alınan telefon kayıtlarının soruşturmaya esas alındığının belirtildiğini kaydetti. Doğan, ''Ancak bu telefon kayıtlarının Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) 135. maddesinde belirtilen suçlarla ilgili olup olmadığı belli değil. 'Bunların, bu soruşturmaya kullanılıp kullanılmayacağına ilişkin alınan mahkeme kararı yok' diyor'' diye konuştu.

Avukat Doğan, müvekkili hakkında dinlemeyi önlemek için odasına yerleştirdiği ''jammer'' ile ilgili soruşturma yer olmadığına karar verildiğini aktardı.

Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesi, söz konusu fiilerden kovuşturma açılmasına karar verirse, Osman Kaçmaz birinci sınıf hakim olduğu için yargılama Yargıtay'ın ilgili ceza dairesinde yapılacak.

Edinilen bilgiye göre, iddianamede, ''telefon görüşmelerine ait tapelerin, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığından temin edildiği anlaşılmıştır. Soruşturma evrakı arasında telefon dinleme isteminin ve dinleme kararının bulunmaması nedeniyle, CMK'nın 135. maddesinde sayılan suçlardan hangisiyle dinlenen kişilerin bağlantılı olduğu anlaşılamamıştır. Mahkemece bu konuda yapılacak araştırma sonucu, telefon dinleme yöntemiyle elde edilen kanıtların hukuki değerlendirilmesinin yapılmasının gerektiği kanısına varılmıştır'' denildi.

Adalet Bakanlığı, Osman Kaçmaz hakkında disiplin soruşturması kapsamında da 1 kez ''meslekten ihraç'', 2 kez ''yer değiştirme'' cezası istemişti. Bu istemlerle ilgili kararı ise Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu karara bağlayacak.

20 YILA KADAR HAPİS İSTEMİ

Adalet Bakanlığı'nın fezlekesini inceleyen Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Sincan 1. Ağır Ceza Hâkimi Osman Kaçmaz hakkında, 4 yıldan 20 yıla kadar hapis cezası istemiyle iddianame hazırladı.

Başsavcı vekili Mehmet Çavuşoğlu'nun hazırladığı iddianamede, Kaçmaz hakkında TCK 109'da "Hürriyeti tahdit", TCK 288'deki "gizliliği ihlal", TCK 257'deki "görevi kötüye kullanma" suçlamalarıyla yaklaşık 4 yıldan 20 yıla kadar hapis cezası istendi.

Kaçmaz'ın kamu görevi yaptığı gerekçesiyle bu suçlarda artırım yapılması da istendi. Yargılanmasına karar verilirse 1. Sınıf Hâkim olduğu için Kaçmaz, Yargıtay'da yargılanacak.

"İzinsiz Jammer kullanmak" suçundan da dün sabah çağrıldığı Ankara Adliyesi'ne giden Kaçmaz, "HSYK'ya güveniyor musunuz" sorusunu, "Ben herkese güveniyorum" diyerek yanıtladı. 

Haber 7-AA-Hürriyet

http://www.haber7.com/haber/20091111/Kacmazla-ilgili-iddianame-kabul-edildi.php
#1630
Kaliforniya Üniversitesi'nde görevli 31 yaşındaki Prof. Dr. Aydoğan Özcan'ın buluşuyla cep telefonuna takılan 10 dolarlık bir mekanizma, tahlili yapıp sonucu hastaneye mesajla yolluyor.
 
Genç yaşına rağmen ABD'nin en çok tanınan bilimadamlarından biri olan ve Kaliforniya Üniversitesi (UCLA) Elektrik Mühendisliği Bölümü'nde görev yapan Prof. Aydoğan Özcan (31), tıpta devrim yaratacak bir icada imza attı. Özcan'ın ekibiyle birlikte geliştirdiği cihaz, sıradan bir cep telefonunu hassas tahliler yapan bir mikroskoba çeviriyor. Böylece her yere taşınması mümkün olmayan, pahalı aletlerle, uzun sürede yapılan kan testleri yerine hastalıklar herhangi bir yerde, kısa sürede ve ucuz bir şekilde teşhis edilebiliyor. Sistem, cep telefonunun kamerası üzerine takılan özel bir aparatla çalışıyor. Filtre edilen bir ışık kaynağı bulunan bu aparat, telefonun kamerası üzerine yerleştirilen kan örneğinde yer alan yaklaşık 50-100 bin hücrenin aynı anda ve birkaç saniye içinde görüntülenmesini sağlıyor. Telefona yüklenen özel bir yazılım da hücrelerdeki değişimi algılayarak, sıtma, verem. tüberküloz, anemi ve AIDS gibi hastalıkları teşhis edebiliyor. Bu sonuçlar istenilen sağlık kurumuna da mesaj olarak gönderilebiliyor. Bu cihazın özellikle Afrika gibi laboratuvarların az ancak cep telefonu kullanımının yoğun olduğu bölgelerdeki hastalıklara karşı etkili olacağı belirtiliyor. İcadıyla dün ABD'nin en saygın gazetesi New York Times'a da konu olan Özcan cihazın satışı için Microskia adlı bir şirket kurdu. Cihazın fiyatı ise sadece 10 dolar.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=913672&title=mikroskoba-donusen-cep-telefonu
#1631
Para çekiminde ortak ATM kullanımına geçen bankalar, artık bu iş için kestikleri ücretleri anında ekranda gösterecek. Ortak ATM Paylaşımı kapsamında işlem yapacak olan banka kartı kullanıcılarının bankaların belirlediği hizmet bedellerini, işlem öncesinde ATM ekranlarından öğrenmelerini sağlayacak yeni uygulama hayata geçiyor. 

Bankalararası Kart Merkezi (BKM), Ortak ATM Paylaşımı ile ilgili yeni gelişmeleri duyurdu. 13 Kasım 2009 Cuma gününden itibaren, müşteri olmadığı bir başka bankanın ATM'sinden bakiye sormak veya para çekmek isteyen banka kartı kullanıcıları, işlem öncesinde ATM ekranından bilgilendirilecek. Banka kartı sahipleri, böylece kullandıkları kartın ATM'si dışında, diğer bir ATM'den işlem yapmaları durumunda ödeyecekleri hizmet bedelini, işlem öncesinde öğrenecek. Kart kullanıcıları söz konusu ücretlendirme ile ilgili bilgilendirme mesajı sonrası işleme devam edebilecek ya da işlemden vazgeçebilecek.

BKM ayrıca kart kullanıcılarını bilgilendirici şu konulara da dikkat çekti:

* Banka kartı kullanıcıları banka kartının ATM'sinden para çekme, bakiye sorma işlemlerinde hiç bir ücret ödememektedir. Bu hizmet karşılığında herhangi ek bir ücret ödenmesi kesinlikle söz konusu değildir.

* Banka kartı kullanıcılarının, ancak Ortak ATM paylaşımından faydalanmak istemesi ve banka kartı ile başka bir banka ATM'sinden para çekmesi durumunda bir hizmet bedeli söz konusudur. Ücretlendirme, tamamen bankaların kendi inisiyatifleri doğrultusunda gerçekleşmektedir.

* Söz konusu hizmet bedeli, bakiye sorgulama/para çekme işleminin yapılacağı ATM'nin bankası tarafından değil, kullanıcının banka kartını kullandığı banka tarafından belirlenmektedir. Bu nedenle bu bedel kullanıcının banka kartının ATM'si hariç, o banka kartı ile işlem yapılan tüm ATM'lerde aynıdır.

* Bankalar kendi müşterilerine, başka banka ATM'sinden para çekme/bakiye sorma işlemi yapmaları durumunda ödemeleri gereken hizmet bedelini, e-posta, SMS, posta gibi farklı iletişim kanalları ile de duyurmaktadır.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=913551&title=bankalarin-atm-soygununa-tedbir
#1632


Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan'ın yargılanmasını isteyen, geçtiğimiz günlerde Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı'na yapılan baskının talimatını veren Sincan Hakimi Osman Kaçmaz'ın meslekten ihracı istendi...

Habertürk Gazetesi Ankara Haber Müdürü Selahattin Bostan'ın verdiği bilgiye göre, Adalet Bakanlığı Sincan 1. Ceza Ağır Mahkemesi Hakimi Osman Kaçmaz'ın meslekten ihraç edilmesini istedi.

Kaçmaz için 4 ayrı kovuşturma da talep edildi. Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu bir süredir Osman Kaçmaz'la ilgili soruşturma yürütüyordu. Kaçmaz, geçtiğimiz günlerde Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı'na yapılan baskının talimatını vermişti.

Baskında hakim ve bilirkişiler, usülsüz dinleme ile ilgili inceleme yapmışlardı. Osman Kaçmaz ile ilgili son kararı Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) verecek.

Öte yandan konuyla ilgili bir çaıklama yapan Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Osman Kaçmaz'ın ihracıyla ilgili soruşturmanın yeni olmadığını 2008'de yapıldığını açıkladı.

http://www.haber7.com/haber/20091109/Sincan-Hakimi-Kacmazin-ihraci-istendi.php
#1633


Ünlü Türk tasarımcı Murat Günak'ın Mindset adıyla prototipini ortaya koyduğu elektrikli Türk otosunun üretimine dönük "güçbirliği" netleşti. İki Türk, 3 elektrikli oto üretecek, dünya devlerine meydan okuyacak...

Ufuk Sandık'ın haberi

Dünyaca ünlü tasarımcı Murat Günak'ın Mindset projesinden, üç yeni elektrikli model doğdu. Küçük, orta ve hafif ticari araç sınıfında yer alan araçlar 2010'da vitrine çıkacak.

Otomobilde Türk markası nihayet gerçek oluyor. Tasarımından finansmanına, üretiminden pazarlamasına yüzde 100 Türk olan elektrikli otomobiller, 2011 yılında yollara çıkacak.

Küçük, orta ve küçük hafif ticari araç sınıflarında yer alan bu araçlar, halkın ulaşabileceği fiyatlarla satılacak. Bu büyük projeyi hayata geçirecekler ise dünyaca ünlü Türk tasarımcı Murat Günak ile Türkiye'nin Bill Gates'i olarak tanınan Alphan Manas.

İşbirliklerini 'yaratıcı ortaklık' olarak adlandıran bu ikiliye, işdünyası, mühendislik ve otomotiv yan sanayi gibi farklı sektörlerde faaliyet gösteren 8 Türk girişimci de destek veriyor.

Günak ve Manas'ın hedefi dünya otomotiv devlerinden önce, seri üretim ilk elektrikli otomobilleri yollara çıkarmak. Kuralların yeniden yazıldığı dünya otomotivinde, Türkiye'nin başrolü oynamasını sağlayacak elektrikli araç projesinin detaylarını öğrenmek için Murat Günak ve Alphan Manas'la İstanbul'da bir araya geldik. Günak ve Manas'la projenin hedefleri, teknik detayları ve finansmanıyla ilgili konuştuk.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın aracı kullanmasının ardından Mindset projesinde gelinen son noktayı anlatır mısınız?

Günak: Mindset projesini tamamen unutmanızı istiyorum. Bugün anlatacaklarımızın Mindset'le ilgisi yok. Mindset, fiyatı 60 bin Euro civarında olan, üst sınıf bir otomobil.

Biz bu araçla hem hükümete hem de dünya kamuoyuna, elektrikli araçta neler yapabileceğimizi gösterdik. Şimdi halkın ulaşılabileceği maliyette 3 farklı elektrikli araçtan oluşan bir proje üzerinde çalışıyoruz.

FİYAT 15 BİN EURO

Bu araçları ilk ne zaman göreceğiz. Fiyatları ne kadar olacak?

Günak: Başbakan Tayyip Erdoğan'ın aracı kullanmasının hemen ardından çalışmalara başladık. Asıl projede 3 kişilik bir küçük otomobil, 4 kapılı bir aile otomobili ve küçük hafif ticari araç bulunuyor.

B sınıfındaki küçük aracın yaklaşık 15 bin euro, aile otomobilin fiyatının ise 30 bin euro olması için çalışıyoruz. Araçların prototipleri 2010'da ortaya çıkacak. Piyasaya ise 2011'de sunmak istiyoruz.

Tasarım çalışmalarında önemli yol katettik. Bu araçlar, yaşam stili yaratacak. İnsanların zevkle ve eğlenerek kullanacakları araçlar olacak.

Bugün Apple (Macintosh) bilgisayar dünyasında nasıl farklı ve eğlenceli bir yere sahipse biz de aynen öyle olmak istiyoruz. Diğer taraftan Swatch nasıl pahalı saatlerin arasından sıyrılıp, düşük maliyetle dikkat çekici modeller yaptıysa, biz onu da yapmak istiyoruz.

Projenin finansmanını nasıl sağlayacaksınız?

Manas: 5 milyon dolarlık yatırımla prototipleri oluşturup, otomobilleri seri üretime hazır hale getireceğiz. Bu noktadan sonra seri üretim için büyük finansman gerekiyor.

Bunun için Türkiye'de otomotiv sektörünün alışık olmadığı farklı bir yatırım modeli deneyeceğiz. Bu konuda çok tecrübem var. Borsada girişimci şirket olarak halka açılacağız.

Bu sayede emeklilik fonların desteğini alabiliriz. Yatırım için işadamlarına ayağına gidip para istemeyeceğiz. Kapılarımız açık ama böyle bir beklentimiz yok.

Dev markalar da, elektrikli araç konusunda çalışmalar yürütüyor. Onlarla rekabet etmek kolay değil. Bu konuda nasıl bir çalışma yürütüyorsunuz?

Günak: Şu anda hiçbir firma elektrikli araç konusunda birbirinden önde ya da geride değil. Herkes eşit şartlara sahip. Geçmişiniz, altyapınız ne kadar kuvvetli olsa da, eletrikli araçta yüzde 70 dışarı bağımlısınız.

Bu araçların parçalarının çoğunu dışarıdan almak zorundasınız. Bu bize bir avantaj sağlıyor. Büyük küçük herkes elektrikli araç konusunda aynı süpermarketten alışveriş yapıyor ve yapacak.

Dev firmalar ellerindeki güce bağlı olarak kendi marketlerini kullanıyordu. Bunun nedeni, elektrikli araç teknolojisinde dünyada çok fazla sayıda firma yok. Belli başlı firmaların sayısı belli.

Dolayısıyla hiç kimseyle rekabet konusunda sorunumuz yok.

Türkiye'nin kendisine ait bir otomobil markası olmaması hep eleştirildi. Nihayet, bu kompleksimizi üzerimizden atacağız. Otomobilin ismi konusunda bir çalışma var mı?

Günak: Otomobillerin ismi ne olursa olsun, herkes bunun Türk malı olduğunu bilecek. Manas: Elektrikli otomobil teknolojisi konusunda çalışan, daha önce yola çıkmış firmalar var.

Dolayısıyla biz her türlü gelişmeden, bu işi yapan firmalardan yararlanacağız. Baştan yaratma gibi bir kaygımız yok. Zaten şu anda da hali hazırda Türk firmalar da var. Onların desteğini de alıyoruz.

Bazı eleştiriler var. Projenizi Devrim ve İmza'ya benzetiyorlar. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Manas: Devrim ve İmza'ya benzetmek yanlış. Bazıları projemizin, Devrim'in çıktığı tarih olan 29 Ekim'de üretilmesi gerektiğini söylüyor.

Devrim, kısıtlı bir süre verildiği için aksilikler yaşanan bir projeydi. İmza ise sadece bir prototipti. Herkesin yakın bir zamanda şahit olacağı bir projenin peşindeyiz.

Projemiz ikisine de benzemiyor.

Estée Lauder'in patronuyla hidrojenli aracı araştırmış

Türkiye'nin Bill Gates'i Manas, Estee Lauder'in patronuyla hidrojenli araç üretmek için ABD'de araştırmalar yapmış. Pininfarina ile bile görüşmüş.

Deniz Taksi, İddaa, OGS ve Bilyoner.com gibi projelerle adınızı duyurdunuz. Son olarak ise Eclips uçak markasını satın almaya çalıştınız. Bu projede Murat Günak'la bir araya geldiniz. Bu yaratıcı ortaklığı anlatır mısınız?

Manas: Günak projelerin başında. Ben ise daha önceki tecrübelerimi kullanarak işin altyapısını, finansmanını çözeceğim.

Hayalimde hep uçaklar ve otomobiller vardı. Uçak projem olmadı ama otomobili başaracağız. Zamanında Estee Lauder'in sahibi Ronald Lauder ile beraber Hidrojenli Araba üretmek için Amerika'da 3-4 firmayı satın almak için gezmiş ve İtalyan Pininfarina ile de konuşmuştum. Neler yapılması gerektiğini çok iyi biliyorum.

İHRAÇ EDİLECEK

Ama ikimizin en büyük hedefi elektrikli otomobiller konusunda hergün bir açıklama yapan büyük otomotiv üreticilerinden daha önce ilk olarak Türk malı elektrikli otomobilleri piyasa sunmak.

Amacımız sadece Türkiye ve çevre ülkeler değil. Tüm dünyayı hedefliyoruz. Müzelik otomobil yapmayacağız.

'Herkes elektrikli araçlardan söz ediyor, yapabilen çok az'

Otomotiv dünyasında elektrikli araçların yerini nasıl görüyorsunuz?

Manas: Otomotivin geleceği artık elektrikli otomobillerde. Kısa bir süre önce hibrid otolardan, hidrojene geçileceği ve elektrikli otonun bu süreçte sadece kısa bir geçiş olacağı düşünülüyordu.

Şimdi ise sadece pil teknolojisi için yılda 1 milyar dolar Ar-Ge yatırımı yapıyor. Otomotiv dünyasında bir panik havası hakim. Herkes elektrikli araçtan söz ediyor ama ortada bir şey yok. Yapabilenlerin sayısı çok az.

Cari açık varken destek istemek ayıp

Elektrikli araç üretimi için devletten beklentileriniz nedir?

Manas: Devletten parasal destek beklemiyoruz. Zaten 50 milyar dolarlık cari açığın olduğu bir dönemde böyle bir destek beklemek haksızlık olur. Tek beklentimiz dünyada elektrikli araçlara yönelik verilen teşviklerin bize de verilmesi.
O da vergi desteği ve elektriği şarj etme noktalarında ayrı bir sayaç koyarak, farklı tariflendirme yapmaları. Bu sadece bizim için değil, eletrikli araç üretecek herkes için geçerli olmalı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ve Yatırım Ajansı Başkanı Alpaslan Korkmaz'ın projeye büyük katkılarını görüyoruz.

Otomobilin ismi belli değil

Günak, isim konusunda çalıştıklarını belirterek, "İsmi ne olursa olsun, herkes bunun Türk malı olduğunu bilecek" dedi.

Otomotiv dünyası yakından tanıyor

9 Ağustos 1957 İstanbul doğumlu olan Murat Günak, Almanya'da Kassel Sanat Akademisinde tasarım eğitimi aldı ve ardından Londra'daki Royal College of Art'da otomotiv tasarımı alanında yüksek lisans derecesini aldı.
Günak, Mercedes 190 serisinin devamı olan C Sınıfının tasarımı ile çıkışını yaptı. Günak, Mercedes SLK'nın birinci jenerasyonundan sorumluydu.
Maybach, SLR ve CLS modellerinin geliştirilmesinde de etkin rol sahibi oldu. PSA grubunda Peugeot 206, 307 ve 607 modellerinin tasarımlarında da görev aldı.

Şimdi kendi otolarını çiziyor
Günak, VW'da Tasarım Bölümü Başkanlığı görevinde Bentley, Skoda, Seat, Audi gibi markalardan da sorumlu olarak çalıştı. Ayrıldıktan sonra kendi işini kurdu.
Swatch ve Apple'ı örnek aldılar.
Günak: "Apple bilgisayar dünyasında nasıl farklı bir yere sahipse, Swatch pahalı saatlerin arasından nasıl sıyrıldıysa, biz de onu yapmak istiyoruz."

http://www.sabah.com.tr/Ekonomi/2009/11/09/3_elektrikli_oto_2011de_yolda
#1634
Tüketiciler Birliği Ankara Şube Başkanı Hakan Tokbaş, bütün tüketicileri, hesaplarından tahsil edilen yıllık hesap işletim ücretinin iptali için vakit geçirmeden Tüketici Sorunları Hakem Heyetleri'ne başvurmaya, bankaları ise kanuni dayanağı olmayan hesap işletim ücreti uygulamasından bir an evvel vazgeçmeye çağırdı.
Tokbaş, yaptığı yazılı açıklamada, son yıllarda bankaların, karlarını artırmak için yeni gelir kapıları oluşturup tüketiciye yeni maliyetler çıkardığını, bankaların ''birçok gelirinde olduğu gibi'' haksız ve sözleşmeye aykırı olarak hesap işletim ücretlerini de tüketiciden kestiğini savundu.

Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun (4077 Sayılı) 6. maddesinde ''Satıcı veya sağlayıcının tüketiciyle müzakere etmeden, tek taraflı olarak sözleşmeye koyduğu, tarafların sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerinde iyi niyet kuralına aykırı düşecek biçimde tüketici aleyhine dengesizliğe neden olan sözleşme koşulları haksız şarttır. Taraflardan birini tüketicinin oluşturduğu her türlü sözleşmede yer alan haksız şartlar tüketici için bağlayıcı değildir'' denildiğini bildiren Tokbaş, hüküm ile yıllık hesap işletim ücretinin alınamayacağının belirtildiğini ifade etti.

Tokbaş, tüketicinin tepkisine yol açan hesap işletim ücretine karşı mücadele verdiklerini kaydederek, açıklamasında şu görüşlere yer verdi:

''Tüketicinin tepkisine yol açan hesap işletim ücretine karşı verilen mücadelenin son örneğinde, bir tüketicimizden kesilen 21 TL yıllık işlem ücreti hakkında önce Üsküdar Tüketici Sorunları Hakem Heyeti tarafından ücretin tüketiciye iadesi kararlaştırılmış; daha sonra yargı merciinin kararına rağmen parayı iade etmemekte direnen banka icraya verilmiştir. Ankara 32. İcra Dairesi'ne 2009/16340 Esas numarası ile açılan icra dosyasındaki 21 TL esas alacak, 2,75 TL faizi, 160 TL vekalet ücreti ve harçları ile birlikte toplam 210 TL olarak belirlenen dosya alacağı İcra Müdürlüğü tarafından bankadan tahsil edilmiştir.

Bütün tüketiciler, hesaplarından tahsil edilen yıllık hesap işletim ücretinin iptali için vakit geçirmeden Tüketici Sorunları Hakem Heyetleri'ne başvurmalıdır. Bankalar ise kanuni dayanağı olmayan hesap işletim ücreti uygulamasından bir an evvel vazgeçmelidir.''

http://www.sabah.com.tr/Ekonomi/2009/11/03/banka_hesabi_olanlar_dikkat
#1635
"Dağlıca'da açık açık satıldık" Dağlıca baskınından sağ kurtulan er Demirkaya'nın anlattıkları Taraf'ın bugüne kadar yazdıklarını doğruluyor. 'Helikopter geç geldi. Silahlar bozuktu. Yardım göndermediler'

Dağlıca baskınındaki ihmaller başta olmak üzere perde arkasında yaşananları anlattığımız dizimizin son bölümünde, baskında sağ kurtulan bir erin ses kaydına yer vereceğiz. Er Levent Demirkaya'nın baskınla ilgili anlattıkları Taraf'ın bu güne kadar yazdığı tüm ihmalleri doğruluyor. Kayıt çok uzun olduğu için küçük bir bölümünü yayımlıyoruz. İşte o gün yaşananlar.

"Akşam saatlerinde saat 12'ten sora çatışma başladı. Keri ve meri bölgesinde. Çatışmadan önce  Çağdaş Üsteğmenimiz "Arkadaşlar, sağda solda adamlar olabilir. Gündüzcüler uyumaya devam etsin ama silah hücum yeleğini giysin" dedi. Daha 1 dakika veya 30 saniye geçmemişti, çok yoğun bir şekilde bize ateş edilmeye başlandı.

Çok hâkim noktalardan ateş ediyorlardı. Çevremizden de el bombası geliyor devamlı. Çadırın arkasına atladım. Ateş etmeye başladım. Emirsiz. Yarım saat kırk beş dakika kadar o şekil de çatıştık. Ondan sonra İşte Soner astsubayın vurulduğunu gördüm. Çok boğuk bir sesle, acayip bir ses tonuyla "Galiba vuruldum" dedi. Kulağımda hala. Sonra, önce silahı sonra kendi yuvarlandı yanıma geldi. Biz bir tane ateş ediyoruz, adamlar bize on tane ateş ediyor. Biz zaten üç tane roket yemişiz. Devamlı roket atıyorlar bize. El bombası, roket.

Ondan sonra ben kafamı kaldırdım, yukardan bir tane adam "asker ağalar teslim olun" dedi. PKK'lı. Öbür tarafın ele geçirildiğini fark ettim. Çünkü "Bizi öldürmeyin, bizi de öldürmeyin" diye sesler geliyordu.

Bize "teslim ol" dediler. PKK'lı adam bayrağı kaldırdı, fırlattı. Biz de ona ateş ettik. Bir arkadaşım artık şehit mi ettiler bilmiyorum "sen ne zaman Türk askerinin teslim olduğunu gördün" dedi. Ondan sonra sesi soluğu kesildi. Kimdi bilmiyorum. Ondan sonra Lokmanla iki arkadaşımız "biz buraya çatışmaya geldik" dedi ve peşlerine doğru gitti. Şehit oldular.

Komutansız savaştık
Biz iki saat kimseden emir almadık. Komutan yoktu çünkü. Üç tane asker yaralı komutanın başında bekledi. Ortada devamlı roket yediler, bomba yediler.  O yaralı komutanı  3'ü kurtardı. Allah mermi değdirmiyor mu? Değdirmiyor. Açıkta böyle. Bir tane mermi gelmedi adamlara. Gelmeyince gelmiyor.

Helikopter çatışmadan beş saat sonra geldi. Öbür tarafın hepsinin çöktüğünü biliyorum. Çünkü oradan ses kesildi. Sadece bize çalışıyor adamlar. Helikopterler çok geç kaldılar. Biz çatışıyoruz, 56 kişiyiz. Adamlar 300 kişi. Her yerden ateş ediyorlar. Büyük ağır dokça silahlar kurmuşlar. Beş saat gelmeyen helikopterin sesini duyan adamlar 'JÖH'ler geliyor' deyip kaçmaya başladı.

Alay komutanımız PKK'lıları megafonla tahrik ederdi
Bir de bizim alay komutanımızın onları çok tahrik ediyordu. Bir kaset var, devamlı dağın tepesinde kasetini dinletiyor. "Siz bize ne yapabildiniz bu güne kadar? Attığınız hangi mermi bize geldi? Hangimizi öldürdünüz? Biz sizi öldürürüz, siz bize hiçbir şey yapamazsınız."

Çatışma saatlerce sürdü. Çağdaş Üsteğmen "10 taneye yakın şehidimiz var çocuklar, dikkatli olun" dedi. Sağa sola yayıldı 5 -6 arkadaşımız. Ondan sonra şehitleri bulduk. Ben üç dört tanesini bulunca dayanamadım artık. Ben dedim aramayacağım.

Mühimmatlarını (PKK'lıların) bulduk. Mühimmatlarını buluyoruz adamlar yok. Ben deliriyorum. 'Ya ben kaç tane ateş ettim' diyorum. 'Dün adamlar önüme diziliydi' diyorum. Arkadaşım diyor ki "Ben iki kişiyi burada öldürdüm Levent." Silahı var, kendisi yok.

Helikopter geldi. Dağılmadılar. Adamlar hala dağlarda bekliyor. Kobraya karşılık veriyorlar. F-16'ya karşılık veriyor. Ondan sonra saat sekize doğru, JÖH tim geldi. İlk timi çok kolay indirdik. Üçüncü indirmede son inene mermi sekti, kafasına geldi. Ondan sonra Çağdaş Üsteğmen'e bağırdı yukardan bizimkilerden birisi. Çağdaş Üsteğmenimiz ateşlerin içine girmek istedi. Bizde koşuyoruz yani ateşe koşuyoruz. Adamı alacağız ama ölmek için alacağız. Adamı işte zor bela çektik oradan.

Helikopterler bir türlü gelmiyor
Bekliyorum ben böyle. Adamın başında. Ya kısmetsizlik. Saat sekiz helikopter istiyoruz, helikopterler gitti gelmiyor, gece 12 ye kadar. 12'de düşen havan bu sefer adamın ayağına düştü. Aynı adamın ayağına düştü. Ayağı sallanmaya başladı. Saat oldu 10, yine helikopter gelmiyor. Artık ben çıldırdım. Kafayı yiyorum. Ben Allah'a yalvarıyorum. Bir kişi daha olmasın, bu da şehit olmasın.

Yemek için tüp getirmiştik. Tüpü attırıyorum. Tüpün yanına el bombası düşüyor. O tüpü attırmasam, belki 10 kişi aynı yerde öleceğiz. Yani öyle şeyler.  Çatışma hala sürüyor ama bekle bekle bekle bekle. Çatışma sırasında bazen ben bırakıp gitmek zorunda kalıyorum. Ateş ediyorum sağa sola. Adamlar aç.  Zaten 72 saattir uyumamışız. Helikopter gelmiyor.

Bozuk silahlar bizde yenileri depoda
Onların silahları çok kuvvetli. Bizde de var. Bizimki de kuvvetli ama adamlar nerde bozuk silah var,  kusura bakmayın devlet bize vermiş. Nerde lanet makine var, bizde. Hiç biri çalışmadı. O silahların hiç biri çalışmadı. Bizim kayıplarımız bu yüzden. Benim elim armut toplamıyor. Ben aslanlar gibi, beni esir alan adama karşılık verdim. Ama arkadaşlarımın hiç birinin silahı çalışmadı. Çalışmıyor ya. Büyük bir ihtimal.  Ondan sonra depolardan bir silah, bir silah. Kanaslar manaslar çıktı. Tı tı tı tı tı. Böyle tarıyor, ateş ediyor. Ses yok silahta. Sonradan çıktı. İki timimiz, 40 tane bixi çıkmış. Gıcır gıcır. Sonradan çıkıyor. Mg3'ler çıkıyor. Olay yerinde var ama askerde yok. Yatıyor orada.  Depolar dolu. Görüntü işte. Ben derdim hep komutana depoyu düzeltirken. 'Komutanım bunu niye vermiyorsunuz, şunu niye vermiyorsunuz, bunu niye vermiyorsunuz?' Yasak derdi.

Şehitlerin kollarını kırmışlar
Tabur sabah sekiz de vuruluyor, Gece 10' da helikopter yolluyorlar. Ya böyle bir şey görmedim. Saat 8'i sekiz geçe oraya helikopter gelmesi gerekiyor. Sekiz dakikada Yüksekova'dan,  15 dakika Hakkari'den geliyor.

Şehitlere tören düzenlendi. Elbiselerini falan gördüm. Aralarına girdim, kimlik aradım. Yani isimlik.  Birde o. ç..., PKK'lılar  sırf iz olsun diye şehitlerin sağ kollarını  kırmışlar. Moralim bir bozuldu. Belki ömrüm boyunca unutamayacağım tek şey budur.

Yardım göndermediler
Eksiklikler şöyle. Şimdi çatışmaya girdik saat 12 de. Saat sekiz de, sekiz dakikada helikopter geliyor. 12 de çatışmaya girsek, 12 buçuk ta Skorsky,  kobralar gelseydi olay daha farklı olurdu. Şehit sayımız az olurdu.  İçimize girip adam alamazlardı. Ondan sonra özel JÖH'lerden duyuyorum ben.  Adam diyor ki "Saat 12 buçukta hazırdık ama bizi olay yerine atmadılar" diyor adam. "Biz çok gelmek istedik." Adamlar çok gelmek istemiş, yalvarmışlar, adamları atmamışlar olay yerine. Bizi yalnız bırakmışlar. Yani biz orada çatışmışız beş saat. Mühimmatımız bitmiş, silahımız bitmiş, paramparça olmuşuz.

Ama beşte geldi helikopter. Kobra helikopteri bana diyor ki "Bana ateş ediyorlar." Bu çatışma. Adam sana ateş edecek. Kobraya ateş ediyormuş. Mantıklı bir şey mi? Diyor ki bana ateş ediyor. Ya sen iyi misin dedim.  Ateş edecek senin söylediğin laf mı?  "İnersem (lap lap böyle yaptı) beni vuracaktı" diyor. Çatışmanın ortasındasın gerekirse vurulacaksın ya. Ben de vurulacağım. 12 kişi vuruldu şehit oldu. Bunun açıklamasını yap dedim bana.

Bugün göstermelik faaliyet yapıyorlar
Şimdi günde 25 helikopter faaliyeti var. Niye önceden yoktu? Niye şimdi var? İşte bunlar aklında kalıyor adamın.  Adam beşten önce gelebilirmiş. Niye beşte geldi? Sekiz'den önce gelebilirmiş. Niye sekiz de geldi? İşte kızdığım nokta.

Taburdan gelme yok. Köprüyü patlatmışlar, sonra bir tim aldık biz. İkide filan. O adam vurulduktan sonra. Çatışarak, çatışarak timi çıkardık yukarı. Bir timimiz geldi o şekilde. 25 kişilik. İnsan taburdan sürüne sürüne gelir yardıma.

Teröristlerin hazırlık yaptığını görüyorduk ama komutanlar tedbir almadı.
Sağımızdan geçiyorlar solumuzdan geçiyorlar. (PKK'lılar) Bırakın geçsinler. Çatışmadan önce adamlara diyoruz ki iki tane katır iki tane adam buzul dağına gidiyor. Bir kobrayla vuralım, gelsin. Gelmeeezzz. Devletin parası az. Tabur komutanına aynen söyledim. Beşer milyon bu devlet para verecek kadar bu devlette adam yoksa, çıkarıp vermezse, ben toplarım dedim.

Katırları önceden görmüştük
Ondan sonra işte dokuz katır gördük. Onlar uzaktan gidiyor. Bu sefer emniyeti almışlar. Atıyoruz vuramıyoruz. Atıyoruz vuramıyoruz. Adamlar gidiyor diyoruz. Komutan tamam diyor. 'Ben uzmana söylüyorum, uzman gidiyor oradaki üsteğmene, üsteğmen gidiyor aşağıdaki yüzbaşıya, yüzbaşı tabur komutanına, tabur komutanı Yüksekova'ya, Yüksekova da gidiyor tugay komutanlığına, tugay komutanlığından gidiyor 2. Ordu Komutanı'na, oradan Ankara'ya gidene kadar adam arkamızı dolaşıyor, bizim etrafımızı sarıyor. 12 tane şehit verdik. Niye? Hiç yoktan 20 yaşında adam öldü.

Adamların Cudi kampı önümüzde. Adamın mağaradan çıktığını görüyoruz. Bunu bildiriyoruz. Kale almıyorlar. Komutana 'PKK'lılar karşımda, mağarada' diyorum. Telsizle bildiriyorum. "Bırakın geçsinler, orada otursunlar, yatsınlar, bir şey olmaz" diyor.  Adam orda karşımda mağarada, sigara içiyor, bana el sallıyor. Ama adamın (komutanların) umurunda değil. Bırakmışlar, boşlamışlar orayı. Devletin politikası bu işte.

Sonradan da ben iyi olmadım mı niye olmuyorsun sakin olmuyorsun diyor. Bana 'git, gelme. Sana rapor verirler' diyor. Sen bana bu saatten sonra 50 yıllık rapor yazsan ne olur. Benim ömrüm boyunca o 12 kişi aklımdan gitmeyecek. Beni satan devletle işim olmaz . Adamlar göz göre göre çıktı gitti. Açıkça söyleyeyim. Siz olsanız böyle bir devleti, böyle insanlar olsa bekler misiniz? Ne diyorum, üç kişi bir tane adamı kurtarmak için, yanından 3-5 saat ayrılmadı. Bir de devamlı küfreden adamdı yaa. Ama bırakabilir, gidebilirdi. Bırakmadılar.

Şu anda gitmek istemiyorum. (Dağlıca'ya) Beni satan devletle orada işim olmaz benim. Diyorum 'satıldık ya, açık açık satıldık.' Ben bunun aynısını söyledim. Böyle bir şey görmedim dedim. Ben milliyetçiyim kardeşim. Benim milliyetçiliğim stadın önüne gidene kadar değil. Her zaman, ben her zaman devletimi savunurum. Şu anda bile göreve hazırım ama orada değil. Orada bir takım işler dönüyor, karışık işler, karanlık işler. Ben de çözemiyorum. Adamlar oraya yeniden mühimmat yığıyor. Niye?

Milletin gözünü boyamak için mühimmat yığıyor. Diyarbakır'dan mühimmat getiriyor. Bugüne kadar Hakkâri'de mühimmat mı yoktu? Ya orası acayip bir yer.

http://www.taraf.com.tr/haber/43510.htm
#1636
Baskında günah keçisi ilan edilen kaçırılan erlerin PKK'yla üç saat aralıksız çatıştıkları belirlenirken, üç komutanın da aynı gün izin yaptığı ortaya çıktı. PKK'nın bölgedeki hareketliliği ise saldırı öncesi Genelkurmay'a rapor edilmişti.

Erler çatışmada komutan düğünde
Taraf, 13 Ocak 2008'den itibaren 10 gün boyunca Dağlıca baskınındaki ihmaller zincirini açıklamaya başladı. Erlerin avukatlarından alınan iki klasör iddianameyi tek tek inceleyen Taraf'ın ortaya çıkardığı gerçekler kamuoyunda deprem etkisi yarattı.

Dağlıca baskınından önce taburun emniyetini sağlayan bölükteki asker sayısı 250'den 80'e düşürülmüştü. Bu bölükteki askerlerin bir kısmı taburun emniyetini sağlamak için Keri Tepesi'ni tutuyordu. Baskının yapıldığı ve taburu korumakla görevli tepedeki nöbetçi erlerin sayısı 100'den 26'ya indirildi. Baskından yaralı olarak kurtulan Piyade Ufuk Çelik, baskın sonrasında bölükteki asker sayısının azaltılmasıyla ilgili olarak şu bilgileri verdi: "Taburun emniyetini sağlamak için Keri Tepesi'ni bizim bölük tutuyordu. Bölüğün mevcudu yaklaşık 250 kişi idi. Ancak 20 Ekim 2007 tarihine kadar 1986/3 tertip erler terhis olup gidince, tabur komutanının emriyle her bölükten yaklaşık 30'a kişi seçilip alınarak Buğra Bölük Timi oluşturuldu. Bu tim tabur karargahının olduğu bölgede operasyon için hazır tutuluyordu. Bölük mevcudumuz 80 kişiye düştü. 26 kişi de Keri mevzilerinde 10 gün görevde kalmak durumunda oldu.

Mevziler boş bırakıldı
Yeterli sayıda asker olmaması nedeniyle hakim tepeler boş bırakıldı. Her mevzide üç asker bulunması gerektiği halde, bu sayı bire düşürüldü. Her iki uçtaki mevzilerin orta noktasındaki bir mevzi de, yine asker sayısının yetersizliği nedeniyle boş bırakıldı. Hakim tepeler olan Geper, Gerçek Keri ve 2522 rakımlı Oramar Tepesi, asker yetersizliğinden boş kalan mevzilerdendi.
Bu mevziler PKK'lıların geliş yolu üzerindeydi ve korunmasız oldukları için PKK'lılar bu bölgeleri herhangi bir direnişle karşılaşmadan ele geçirdi, daha sonra da baskın düzenlendi. Hava soğuk olduğu için çadırda ısınan erlerin bir kısmı baskın anında panikten tabura doğru kaçtı.

Tim bir mermi bile atmadı
Bir görevi de nöbet tutan erleri korumak olan yeni oluşturulmuş Buğra Bölük Timi, baskın anında taburda bekletilmesine rağmen çatışmaya girmedi, taciz ateşi bile açmadı. Asker sayısının yetersizliği nedeniyle iki ağır makineli silah mevzisinin boş olduğu da ortaya çıktı. MK19 bomba atar mevzi de boş bırakılmıştı. Bunun üzerine PKK'lıların baskından önce görüldüğü bölgeye ateş açıldı. Ancak tüm mermiler ve toplar kısa düştü. Dağlıca'da görevli Piyade Çavuş Ufuk Çelik, bu olayı ifadesinde şöyle anlattı: "Telsizle durumu tabura ilettik. Bu bölgeye taburdan havan ve topçu ateşi açıldı, ama mermiler hep kısa düştü. Havan ve topçu menzili dışında kaldılar."

Komutan düğündeydi
Dağlıca baskınından altı saat önce, PKK'lılar bölgede yine görüldü. Tabur Komutanı Yarbay Onur Dirik'in düğünde olduğu ortaya çıktı. Çelik ifadesinde "Tabur komutanı o sırada köydeki düğünde olduğundan üsteğmenimize telsizden herhangi bir emir verilmedi. Bu yüzden bölük komutanımız gece uyumamamız ve dikkatli olmamız gerektiğini söyledi" diyerek yaşananları ve komutanın düğünde olduğunu açıkladı. Dirik baskından sonra Hakkâri Asliye Ceza Mahkemesi tarafından alınan ifadesinde "Baskın günü bölgenin gözetlendiği ve teröristlerin görüntüsü bana telsizle bildirildi" diyerek görüntü alındığını kabul etti.

Projektörlerle aydınlatma yapıldı
Baskın sırasında, yüksek noktalardaki bölgeler projektörlerle aydınlatıldığı için nöbet tutan erler çok rahat görülüyordu. Çelik, ifadesinde bu olaya da yer verdi: "Herkes önemli bir olayın olabileceğinden endişe duyarak gerilmişti. Hepimiz diken üstündeydik. O gün sis vardı ve ortalık projektörlerle aydınlatılıyordu. Bu nedenle bulunduğumuz tepede personel, yakın mesafeden rahatça görülüyordu."

Nöbete el bombasız gönderildiler
Dağlıca baskını sonrası ifadeleri alınan tüm erler bölgeye el bombasız gönderildiklerini açıkladı. Erlerin tümü "Son 10 günde, göreve gelirken her askerin üzerinde bulunan taarruz el bombaları savunma bombalarıyla değiştirilmek üzere tabur komutanının emriyle toplatıldı. Biz yeni el bombalarını almadan, yani el bombasız Keri Tepesi'ne gelmiştik. Sadece mevzilerde 30 kadar el bombası vardı. Üç saat çatıştıktan sonra bu bombalar da bitti" şeklinde ifade verdi.

Komutanın itirafı
Tabur Komutanı Onur Dirik, Van Askeri Mahkemesi'ne verdiği ifadede erlerin nöbete el bombasız gönderildiklerini kabul etti ve şöyle dedi: "Olaydan önce bir el bombasının pimi çekilirken kaza yaşandı. El bombalarının sakıncalı olacağı düşünüldü. Bu nedenle olaydan önce, arızalı olabileceği gerekçesiyle el bombaları toplatıldı."

Çatışan erlere yardım gelmedi
Er Ramazan Yüce'nin baskın anında erleri teslim olmaya ikna ettiği iddia edilmesine rağmen, çatışmanın başladığı saat 00:20'den, teslim olunan 03:20'ye kadar çatışmanın sürdüğü, bombaların ve mermilerin bitmesi üzerine teslim oldukları ortaya çıktı. Yüce'nin başına saplanmış olan şarapnel parçaları ve PKK'lılarla çatıştığı da erlerin ifadelerine yansıdı.
Baskın sonrası esir alınan sekiz er, bayrak direği yanında toplu halde bir saat bekletildi. Ardından yaya olarak iki gün süren K. Irak'a intikalleri yapıldı. Bu süre boyunca baskını yapanlar helikopterlerle takip edilmedi. Erlerin kaçırıldığı gerçeği, iki gün boyunca kamuoyundan gizlendi.

Silahlar tutukluk yaptı
Başta Keri Tepesi olmak üzere baskının yapıldığı tepelerde askerlerin kullandıkları silah ve uzun menzilli bombaatarların tutukluk yaptığı ortaya çıktı. Tabur Komutanı Dirik mahkemeye gönderdiği tutanakta silahların tutukluk yapmasının mümkün olmadığını belirtirken, tutukluk yapmayan silahların listesini rapor olarak sundu. Ancak daha sonra yapılan incelemelerde silahların tutukluk yaptığı ortaya çıktı.

Baskın günü taburda bulunan üç komutanın da izinde olduğu ortaya çıktı. Tabur, baskın anında komutansız kalmıştı. Dirik bu durumu şu sözlerle açıkladı: "Bölgede bölük komutanı bulunmamasının sebebi, birinin izinde olması, diğerinin ertesi gün icra edilecek izin konvoyunun yol emniyet görevini sevk ve idare edecek olması ve birinin de birkaç gün sonra yapılacak operasyonun komutanı olarak görevlendirildiği için dinlendiriliyor olmasıdır. Bölgedeki iki bölük komutanı izinli olduğu için lider personelin tecrübe ve yetenek durumu dikkate alınarak gerekli düzenleme yapılmaktadır."

Helikopter isteği karşılanmadı
Dağlıca baskınından iki gün önce PKK'lıların bölgede dokuz katırla görüldükleri tabura üç kez rapor edildi. PKK'lıların bölgede görülmesi üzerine taburdan helikopter talebi yapıldı. Ancak taburun helikopter isteği uygun görülmedi. Piyade Er Recep Can, helikopter isteğinin reddedilmesini ifadesinde şöyle belirtti: "Olay gecesinden iki gün önce öğlen saatlerinde dokuz on katırla üç kişilik görüntü tesbit ettik. Bu görüntü Çağdaş Üsteğmen tarafından tabur komutanına bildirildi. Akabinde kobra helikopter talebinde bulunuldu, ancak talep uygun görülmedi."
Bunun yanı sıra çatışma esnasında da helikopterlerin yardıma gelmediği ortaya çıkacaktı.

Askerler ifadeyi geri aldı
Taraf'ın ortaya çıkardığı bu gerçekler üzerine 1 Şubat 2008 tarihinde Van Askerî Mahkemesi'nde Dağlıca baskınının ilk duruşması yapıldı. Daha önce medya tarafından vatan hainliği ve ihbarcılıkla suçlanan Er Ramazan Yüce'nin baskının çok önceden komutanlarına bildirdiği ortaya çıktı. PKK'lılar "suya gidiyoruz" şifresini kullanmış Yüce de komutanlarına baskını haber vermişti. Mahkemede kaydı tutulan telsizlerin kayıtlarının silindiği ortaya çıktı.

Duruşmada ayrıca tutuklu diğer yedi er daha önce Ramazan Yüce hakkında Yarbay Onur Dirik'in yanında verdikleri ifadeyi geri aldılar. Bu da askerlerin baskı sonucu Er Yüce'yi suçladıklarını ortaya koydu. İki gün süren duruşma sonucu tüm askerler tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Iğsız'dan Dirik'e plaket
Ardından 15 Mart 2008'de Taraf, 12 askerin şehit olduğu, sekizinin de rehin alındığı PKK baskınından 15 gün sonra, dönemin 2. Ordu Komutanı Orgeneral Hasan Iğsız'ın saldırıya uğrayan birliğin komutanı Yarbay Onur Dirik'e plaket verdiği ortaya çıktı. Onur Dirik'e ödül veren Hasan Iğsız, bir dönem Dirik'in babası emekli Tümgeneral Erdoğan Dirik'in komutasında çalıştı. Baba Dirik'e bağlı tabur komutanlığı yaptı. Baba Dirik aynı zamanda dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın da devre arkadaşıydı. Bir dönem baba Dirik'in emri altında görev yapan Iğsız, yıllar sonra oğul Dirik'e komutanlık yapacak ve Büyükanıtla birlikte kendisini koruyacak kişilerin başında gelecekti.

Taraf 15 Mart 2008'de Dağlıca baskınıyla ilgili başka bir gerçeği daha ortaya çıkardı. Dağlıca 3. Motorize Piyade Tabur Komutanlığı'nda 14 Ocak 2008'de malzeme deposunda yangın çıkmıştı. Yangında depoyla birlikte çok sayıda askeri mühimmat malzemesi yanmış ve tamamı kullanılmaz hale gelmişti. Zarar gören malzemeler arasında çok sayıda el bombası, roketatar, havan topu ve silah da vardı. Taburda görevli bir yetkili Taraf'a "Komutanımız Onur Dirik yangına müdahale etmeyip malzemelerin yanmasını seyretti" açıklamasında bulunmuştu.
Yangın sonrası iki rapor hazırlanmıştı. İlki üç sayfalık zarar gören malzeme listesi, ikincisi ise 40 sayfalık ayrıntılı kaza raporuydu. 45 dakika yangına müdahale yapılmadığı ortaya çıktı. Kaza raporunda yangının elektrik kontağından çıktığı iddia edildi. Bu yangın Dağlıca'da delillerin karartıldığı yönünde iddiaları güçlendirdi.

İnternete düşen itiraf
Onur Dirik tüm bu belge ve bilgilere rağmen açığa alınmadığı gibi hakkında her hangi bir soruşturma da açılmadı. Dirik'in internete düşen ses kaydı üzerine Genelkurmay Başkanlığı harekete geçti. Dirik ses kaydında baskındaki hatalarını kabul ediyor ve Genelkurmay Başkanı başta olmak üzere tüm kuvvet komutanlarına ağır küfürler ediyordu. Baskındaki hatalar üzerine Dirik hakkında soruşturma açmayan kurum, küfürler üzerine kendisini kızağa çekti. Dirik Afyon'da konuşlu İkmal Komutanlığı Lojistik Şube Müdürlüğü'ne atandı.

Saldırı istihbaratı gelmişti
Taraf, 25 Haziran 2008'de ise Dağlıca baskınını Genelkurmay Başkanlığı dahil tüm kurumların dokuz gün önce bildiğine dair istihbarat raporlarını yayımladı.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt tarafından da bir gün sonra doğrulanan "İvedi" damgalı, 12 Ekim 2007 tarihli, Van Bölge Komutanlığı'ndan gönderilen "3590-2292-07/İDAM (63939) mesaj no'lu istihbarat raporunda, Dağlıca Taburu'na yapılacak saldırı istihbaratı, Genelkurmay Başkanlığı başta olmak üzere tüm birimlere baskından dokuz gün önce şu ifadelerle bildirilmişti:
"Hakkâri-Yüksekova İkiyaka Bölgesi'nde faaliyet gösteren Zindan sorumluluğundaki TÖ. (Terörist Örgüt) grubunun işbirlikçileri aracılığıyla, Dağlıca 3. Motorize Tabur Komutanlığı'nın faaliyetleri hakkında bilgi almaya çalıştığı, önümüzdeki günlerde Dağlıca bölgesinde bulunan Keri Tepe üs bölgesi ile Geper olarak adlandırılan bölgede icra edilecek faaliyet esnasında askeri birliklere yönelik eylem yapmayı planladıkları..."

Dağlıca baskının dokuz gün önce bilindiğinin ortaya çıkmasının ardından bu kez de Ergenekon iddianamesinin delil klasörlerinden birinde, Kurmay Albay Onur Dirik'in baskından yaklaşık bir yıl önce Ergenkon zanlısı Asuman Özdemir'le yaptığı haberleşme kayıtları ortaya çıktı. Dirik yakın ilişki içinde olduğu anlaşılan Asuman Özdemir'e dağlıca fotoğrafları ve kimi askeri bilgileri mail yoluyla yollamıştı. Yarbay Dirik'in Ergenekon zanlısına gönderdiği fotoğraflarda askerlerin konuşlandığı tepeler, stratejik noktalar ve hareket biçimleri gibi hayati bilgiler, sanki üste brifing veriyormuş detaylılığında, oklu açıklamalarla aktarılmıştı.

http://www.taraf.com.tr/haber/43452.htm
#1637
Medya, baskının ardından kaçırılan erleri günah keçisi yaparak dikkatleri başka yöne çekiyordu. Er Ramazan Yüce 'vatan haini' ilan edilmişti. Oysa gerçekler daha farklıydı

Psikolojik harekât yapıldı
Dağlıca baskınının ardından Genelkurmay Başkanlığı'ndan aldıkları emirlerle "Asimetrik Psikolojik Harekât" düzenleyen medya organları, askerin baskındaki ihmallerini ortadan kaldırmak için ince taktikler yapmaya başlamıştı.

26 Ekim 2007 tarihli Hürriyet internet sitesi ilginç bir mizanpajla okuyucularının karşısına çıktı. Siteye girenler siyah bir bantla karşılaştı. Halen sitede bulunan bu bandın üzerinde "Siz kurtulmadan siyahtayız" deniyordu. Kaçırılan askerler Türkiye dönene kadar Hürriyet internet sitesi açılış sayfasının siyah bant olacağını kamuoyuna duyurdu. Ne var ki, kaçırılan er sayısı sekiz olmasına rağmen, bandın üzerinde yedi erin ismi vardı. Kaçırılan sekiz er arasında bulunan Er Ramazan Yüce'nin ismi sayfalarda görünmüyordu. Site beş gün siyah çıkmaya devam etti. Günler sonra ise Yüce'nin isminin neden siteye yazılmadığı ortaya çıkacaktı.

Medyadan asimetrik savaş
Genelkurmay Başkanlığı, baskının sorumluluğunu bir erin üzerine yıkmaya başlamış, Er Ramazan Yüce'yi suçlu ilan etmişti. Yüce'nin suçlu gösterileceğini günler önce derin kulislerden öğrenen Hürriyetçiler de bu ismi siteye yazmamış kısa süre sonra da bütün oklarını Yüce'nin üzerine çevirmişti. "Yüce hain ve ihbarcıydı. Baskının tek sorumlusu da oydu!"
Hürriyet internet sitesinin siyah çıktığı günlerde Roj Tv, kaçırılan erlerden üçünün görüntülerini yayınladı. Görüntülerde askerlerin TSK aleyhine konuşmaları yer almış ve bu konuşmalar da yoğun bir şekilde eleştirilmişti.

Medyada asimetrik psikolojik operasyonlar devam ederken, Başbakan Tayyip Erdoğan ve ABD Başkanı George Bush'un yaptıkları görüşme sonucu anlık istihbarat anlaşmasına vardıkları 5 Kasım'dan bir gün önce PKK'lıların kaçırdığı sekiz asker, Kuzey Irak'a giden DTP'li milletvekillerine teslim edildi. Ardından da askerler Türkiye'ye getirildi.

Teslim sırasında basına yansıyan görüntüler, askerlerin PKK'lılarla tokalaşması ise büyük tartışmalara neden oldu. "Devlet gazeteleri" ayağı kalkmış, görüntüleri eleştirmeye başlamıştı. Devlet gazetelerinin yanı sıra bu manzaradan etkilenen bir isim de dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin'di. Şahin, askerlerin teslim edilmesi sırasında ekrana yansıyan görüntülere adeta ateş püskürüyor, askerler ölselerdi daha iyi olurdu anlamına gelen sözler sarf ediyordu. Şahin "Kendilerinin kurtulmuş olmasından fazla bir sevinç duyamadığımı ifade etmek istiyorum. Bizim askerimiz, bizim Mehmetçiğimiz vatanı korurken gerektiğinde her an şehit olmayı göze alan bir askerdir" dedi.

Bakan Şahin'in bu açıklamaları, ailelerin tepkisini çekti. Açıklamalar bir biri ardına gelmeye başladı. Piyade Er Fatih Atakul'un annesi Aynur Atakul, "Bakan bey öyle konuşacağına keşke beni anlımdan vursaydı" dedi ve şu açıklamayı yaptı: "Ben oğlumu büyük bir gururla askere gönderdim. Ölseydi daha mı iyi olacaktı? Konuşmak bakana kolay geliyor."

8 askere ihanet suçlaması
Benzer tepkiler diğer ailelerden de geldi. Türkiye bir yandan sekiz askerin teslim edilmesi görüntülerini konuşurken, bir diğer yandan da Bakan Şahin'in açıklamalarını tartışmaya başlamıştı. Şahin'in sözlerinin ardından sekiz erin ailesini yıkan ikinci haber ise askeri savcılıktan geldi.

Diyarbakır'a getirilen sekiz er 10 Kasım 2007'de sorgularının ardından tutuklandı. Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı'na çıkarılan 8 asker, "Suçun vasıf ve mahiyeti askeri disiplini aşırı derecede sarsmış olması, Büyük zararlar doğuran emre itaatsizlikte ısrar suçunun işlendiğini gösteren kuvvetli delilerin bulunması ve izinsiz olarak başka ülkenin topraklarına geçmek" gerekçeleriyle tutuklanıp askeri cezaevine kondu. Askeri savcılık sekiz askerin bazılarını "ölmedikleri için" vatana ihanetle suçlamıştı.

Er Ramazan Yüce ise bir anda medyanın önüne atıldı. "İhbarcı, hain, PKK'lı" sıfatlarının yanı sıra, PKK'lılara taburun bilgisini vermekle suçlanıyordu. Tüm sorumluluk genç bir erin sırtına yüklenmiş, vatana ihanet ettiği tüm dünyaya ilan edilmişti.

Medya sorumluyu buldu: Ramazan Yüce
Medya, asimetrik psikolojik savaşı o kadar ileriye götürmüş ki er Ramazan Yüce'nin babasının PKK'lı olduğunu, Diyarbakır Cezaevi'nde öldüğünü de iddia edecekti. Yüce'nin babası olduğu belirtilen yalan bir isim ortaya atılmış, asimetrik psikolojik savaş tavan yapmaya başlamıştı.

Peki gerçekler Genelkurmay Başkanlığı'yla ortaklaşa asimetrik psikolojik savaş yapan "Devlet medyası"nın dediği gibi miydi? Suçlu er Ramazan Yüce ve sekiz arkadaşı mıydı? Dağlıca'da neler yaşanmış, askerler kaç saat çatışmışlardı? Er Yüce baskını önceden haber vermiş miydi? En önemli soru ise Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a sunulan raporlarda denildiği gibi Dağlıca baskını önceden biliniyor muydu? Kim neden önlem almamıştı?

'Müebbetlik soru'
Türkiye bu ve buna benzer soruların cevabını bulabilmek için 15 Kasım 2007'de yaşanacak bir gelişmeyi beklemek zorundaydı. 15 Kasım, Taraf gazetesinin yayın hayatına başladığı gündü ve tıpkı Dağlıca baskınında olduğu gibi Türkiye tüm gerçekleri Taraf sayesinde öğrenmeye başlayacaktı. Taraf'ın Dağlıca baskınıyla ilgili ilk haberi Neşe Düzel'in yayın hayatına başladığımız ilk gün Osman Pamukoğlu'yla yaptığı söyleşi olacaktı. Ardından 6 Ocak 2008 tarihli Taraf "Müebbetlik soru" manşetiyle okuyucularının karşısına çıkacak ve yetkililere 10 hukuki soruyu soracaktı:

1- Askeri savcının hazırladığı iddianamede en ağır cezayı istediği Ramazan Yüce gerek ifadesinde, gerek avukatıyla görüşürken 'Ben PKK'nın Dağlıca'ya baskın yapacağını dinledim, katırlarla geldiklerini termal kamerayla gördüm, hepsini rapor ettim' dedi. Yüce'nin bu sözünü ettiği raporlar nerede?

2- Er Ramazan Yüce birliğin telsiz dinleme ve kestirme görevlisi ve günlük rapor vermek onun temel görevi, bu yüzden 'Rapor vermedi' denemez. Eğer gerçekten vermediyse, bu temel görevini savsaklayan bir er, çatışma günü bile nasıl hala en kritik mevzideki en önemli görevde tutulmaya devam edildi?

3- Yalan söylediğinin anında belgeleneceğini bile bile 'Ben PKK'nın gelmekte olduğunu bildirdim' diyen telsizci er Ramazan Yüce'nin söylediklerini bu durumda gerçek kabul etmek doğal değil mi? Öyleyse böyle hayati bir istihbaratı veren bir askerin PKK'lı olduğunu ileri süren savcı ne kadar inandırıcıdır?

4- İddianamede er Yüce'nin PKK'lı olduğunun kanıtlarından biri olarak silahını kullanmamış olması gösterildi. O ise ifadesinde 'Silahımla bir şarjör ateş ettim, ama sonra silah şişti' dedi. Silah da ortada yok ve incelenemedi, o halde Yüce'nin silahını kullanmadığı, dolayısıyla PKK'lı olduğu nasıl ileri sürülebildi?

5- PKK'nın rehin aldığı ve şimdi yargılanmakta olan sanıkların hemen tümü cephanelerinin yetersiz, silahlarının arızalı olduğunu, çatışma sırasında namlularının şiştiğini söyledi. Savcı ise 'Doğru değil, silahlardan biriyle 174 mermi atılmış' demektedir. 174 mermi atılan bir silahın şişmesi doğal değil mi?

6- İddianamede yine Yüce'nin PKK'lı olduğunun kanıtı olarak bir süre önce arkadaşlarına 'Ben sivilde dağa gideceğim' dediği yazıldı. Bu kadar kritik bir görevdeki bir asker için bu suçlama inandırıcı mı? Bu nasıl rehavettir ki bunu söyleyen bir asker üstlerine bildirilmedi ve baskın anında bile o mevzideydi?

7- Sonradan, Dağlıca baskını sırasında çatışmanın 36 saat sürdüğü resmen açıklandı. Bu askerler o 36 saatin hangi diliminde teslim oldu? Eğer çatışmanın son anlarında teslim oldularsa bu doğal değil mi ve asıl sorulacak sorunun şu olması gerekmez mi: O saate kadar neden askerlerin yardımına gidilmedi?

8- Yok, askerler çatışmanın hemen başında ve er Ramazan Yüce'nin teşvikiyle teslim oldularsa ve dolayısıyla Yüce gerçekten PKK'lı ise, başına bunların geleceğini bile bile neden geri döndü? Bu kadar saf militanları olan PKK, bir tabur askerle korunan bir sınır tepesini kimseye fark ettirmeden nasıl basabildi?

9- Şu soruyu sormak kamuoyunun hakkı değil mi: PKK'nın burnu dibindeki bir askeri time, saatlerce süren çatışmaya rağmen neden yardıma gidilmedi? Er Yüce ve öteki yedi asker, onları kurtarmaya gidildiği halde 'Bizi kurtarmayın' dedikleri için mi 'vatana ihanet'e varan suçlamalarla karşı karşıyadır?

10- Bir süre önce İran'ın esir aldığı İngiliz askerleri çıkarıldıkları televizyonda bu sekiz askerden çok daha 'yenmez yutulmaz' şeyler söyledi ama dönüşte serbest kaldı. Devletlerinin saklamak istediği bir şey olmadığı için olabilir mi?

http://www.taraf.com.tr/haber/43420.htm
#1638
Asker, Dağlıca baskını sonrası Kuzey Irak'a girmek için harekete geçti. Kamuoyundaki tepkilerden etkilenen Erdoğan da operasyona sıcak bakıyordu. Ancak devreye giren MİT, 'Türk-Kürt savaşı çıkar' diyerek Başbakanı vazgeçirdi

Harekâtı son anda MIT önledi
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından Çankaya'da  5 Eylül 2007 tarihinde ilk resepsiyonunu verdi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün vereceği ilk resepsiyona askerlerin katılıp katılmayacağı ise merak konusuydu. Çok geçmeden bu sorunun cevabı geldi. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt ve kuvvet komutanları, "Ordu komutanlıklarını ziyaret" edecekleri mazeretini bildirip, resepsiyona katılmayacaklarını Köşk'e bildirdi. Büyükanıt ve beraberindeki kuvvet komutanları Erzincan, Kayseri ve Malatya'da ordu komutanlıklarını denetleyeceklerdi.

Kuvvet komutanlarının resepsiyona katılmayacaklarının ortaya çıkması üzerine bu kez gözler Çankaya'da Gül'ün vereceği resepsiyonda Genelkurmay'ı kimin temsil edeceğine çevrildi. Genelkurmay'ı temsilen Köşk'e ilginç bir isim çıktı. Abdullah Gül'ün bir dönem milletvekilliği yaptığı Refah Partisi'ni iktidardan uzaklaştırmak için Sincan'da tanklara yürüyüş emrini veren Erdal Ceylanoğlu Köşk'e çıkan isimdi. TSK, Kara Kuvvetleri Eğitim ve Doktrin Komutanı Orgeneral Ceylanoğlu'yla, Cumhurbaşkanı'na mesaj verdi. Komuta kademesinde Genelkurmay 2. Başkanı, Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı, Harp Akademileri Komutanı ve Donanma Komutanı Ceylanoğlu'nun üstünde yer alıyordu ve tüm bu isimler Ankara'da görevlerinin başındaydı. Genelkurmay Başkanlığı Köşk'e Sincan'la ismi bütünleşen bir ismi göndererek Köşk'e mesajını sunmuş ve Erzincan yolunu tutmuştu.

Kara harekatı Malatya'da alındı
Genelkurmay Başkanlığı tezkere henüz Meclis'e gelmeden aylar önce Kuzey Irak'a yapılacak kara harekatı planlarını işte bu yolculukta yaptı. 5 Eylül 2007 tarihinde Erzincan, Kayseri ve Malatya'da ordu komutanlıklarını ziyaret eden komutanlar, Kuzey Irak'a girilmesi kararını Malatya'da 6 Eylül 2007'de aldı. Cumhurbaşkanı'na verilen mesajın ardından, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt ve beraberindeki kuvvet komutanları Erzincan'daki incelemelerini tamamlayıp, 5 Eylül günü buradan Malatya'ya geçti. Genelkurmay Başkanı Büyükanıt, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Metin Ataç, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aydoğan Babaoğlu ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Işık Koşaner, 2. Ordu Komutanlığı'nı ziyaret ettiler. 2. Ordu Komutanı Orgeneral Hasan Iğsız ile görüşen komutanlar, denetlemelerin ardından da akşam saatlerinde sınır ötesi operasyonları görüşmek üzere toplantı yaptılar.

Toplantıda Büyükanıt, Kuzey Irak'a kesinlikle girileceğini belirtti. Toplantıda, Kuzey Irak'a hangi noktalardan, kaç kişiyle girileceği ayrıntılı olarak ele alındı. 2. Ordu Komutanı Orgeneral Hasan Iğsız'a çalışmalara başlaması talimatı verildi. Türk Silahlı Kuvvetleri Irak'a Iğsız komutasındaki 2. Ordu Komutanlığı'nca girecek, diğer ordu komutanlıkları da kendisine destek verecekti.

Toplantının ardından Büyükanıt ve beraberindekiler Ankara'ya dönerken, Iğsız çalışmalara başladı. Ankara'dan gelen raporlarla tüm hedefler tek tek belirlenip buna göre bir harekat planı hazırlandı.

TSK, 2. Ordu Komutanlığı komutasında hazırlıklarını tamamlamış, sınırötesi operasyon yetkisi veren tezkereyi beklemeye başlamıştı. Türk Silahlı Kuvvetleri'ne, PKK'ya karşı sınırötesi operasyon yetkisi veren tezkere ise Malatya'daki toplantıdan 40 gün sonra 15 Ekim 2007'de Bakanlar Kurulu'nda imzalandı. Ardından da tezkere TBMM Başkanlığı'na sunuldu. 
Bakanlar Kurulu'nun imzaladığı tezkere iki gün sonra Meclis gündemine geldi. 17 Ekim 2007'de Sınırötesi harekat için Başbakanlık tarafından hazırlanan bir yıl süreli tezkere TBMM Genel Kurulu'nda 507 kabul, 19 ret oyu ile kabul edildi.

Tezkerenin TBMM'de görüşüldüğü sırada ABD Başkanı Bush, "Kuzey Irak'a operasyon Türkiye'nin çıkarına değil" açıklamasında bulunup, Türkiye'ye "Sınırı ötesine geçme" uyarısı yaptı.
Beyaz Saray'da basın toplantısı düzenleyen Bush, ABD Kongresi'nden Ermeni tasarısını gündeme getirmemelerini istedi ve şöyle konuştu: "Türkiye'ye açıkça söylüyoruz ki Irak'a daha fazla asker göndermeleri çıkarları açısından iyi olmayacaktır. Bölgede zaten bir kısım askerler bulunduruyorlar. Sorunun çözülebilmesi için, Türklerin de bu ülkeye yığınla asker göndermesinden daha iyi yollar var."

Başbakan ilk günlerde Irak'a girme fikrine sıcak bakıyordu
Tezkerenin kabul edilmesi ve Bush'un açıklamalarından dört gün sonra ise Türkiye güne Dağlıca Taburu'na yapılan baskınla uyandı. 12 askerin şehit olduğu, sekiz askerin kaçırıldığı bilgisi Türkiye'yi ayağı kaldırmış, her yerde protesto eylemleri yapılmaya başlanmıştı. Medyanın biran önce Kuzey Irak'ı işgal edilmesi yönündeki haberleri ise AK Parti cephesinde kafaları karıştırmaya başlamıştı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, baskının yapıldığı ilk günlerde medya ve sokaktaki hareketlerden etkilenmiş, Kuzey Irak'a girme fikrine sıcak bakmaya başlamıştı. Tezkerenin hayata geçirilebileceği fikrini kurmaylarıyla tartışıyordu. 

Başbakan aynı günlerde MİT Başkanı Emre Taner'le de görüştü. Taner, Başbakan ile yapacağı görüşmeye elinde bir dosyayla geldi. Dosyada Kuzey Irak'a girilmesi halinde nelerle karşılaşılacağını içeren istihbari bilgiler vardı. MİT'in raporuna göre K. Irak'a yapılacak bir kara harekatı Irak ve Türkiye'yi karşı karşıya getirebilirdi. K. Irak'a girmek savaş çıkmasını göze almak demekti. MİT'in Erdoğan'a sunduğu rapora göre PKK'yla mücadelede farklı bir yol izlenmesi mümkündü. Bölgedeki yetkililerle yapılan temaslar yoğunlaştırılabilir, PKK demokratik açılımlarla tasfiye edilebilirdi. Bunun için yol haritası da belirlenmişti. Bu belirlenen yol haritası da Başbakan Erdoğan'a sunuldu.

Baskında başka planlar var
Başbakan Erdoğan'a aynı günlerde farklı kanallardan istihbarat bilgileri de geliyordu. Gelen en ilginç bilgilerden biri Dağlıca Baskı'nın önceden bilindiği ama hiçbir önlemin alınmadığı yönündeydi. İddiaya göre Dağlıca saldırısı bir planın parçasıydı ve baskından sonra iki ülke savaşa sokulmak isteniyordu. Türkiye'nin Irak'a girmesi intihar anlamına gelecekti ve Amerika'daki bazı şahinlerle Türkiye'de ilişkide oldukları bazı "derin yapılar" bu planı hazırlamışlardı.

Başbakana gelen istihbarat bilgileri arasında önemli bir ayrıntı daha vardı. Ergenekon olarak adlandırılan yapı içerisinde bulunan bazı kişilerin Kuzey Irak'a girilmesi halinde gelecek her şehit cenazesinin ardından yapacakları gösterilerle hükümet zor durumda bırakılacak faaliyet içerisinde olduklarıydı. Bu kişilerin nihai hedefinin de hükümeti iktidardan uzaklaştırmak olduğu da iddia ediliyordu. 

Başbakanlığa gelen bir diğer bilgi de Genelkurmay Başkanlığı'yla istihbarat paylaşımı yapan ABD'nin Ankara'daki ofisinin, Dağlıca baskınıyla ilgili bazı bilgileri baskından saatler sonra Genelkurmay Başkanlığı GES Komutanlığı'na ilettiği iddiasıydı. İddiaya göre Genelkurmay Başkanlığı Karargahı'na çok yakın olan bu birim, istihbarat bilgilerini filtrelemiş, baskından yaklaşık dört saat sonra ilk bilgileri Genelkurmay Başkanlığı GES komutanlığına iletmişti. Konuyla ilgili raporlar da Başbakanlığa ulaştırılmıştı.

Başbakan MİT başta olmak üzere istihbarat birimlerinden aldığı bu raporları değerlendirdikten sonra 5 Kasım 2007 tarihinde Bush'la yapacağı toplantı sonucu nihai kararını vereceğini yakın çevresine açıkladı. Raporları da beraberinde alıp Amerika'ya gitti. Amerika yolunda Başbakan Erdoğan'ın, Bush'tan PKK'nın Kuzey Irak'taki kamplarının dağıtılmasını, elebaşlarının yakalanmasını, örgüte lojistik desteğin kesilmesini ve anlık istihbaratın paylaşılmasını isteyeceği konuşuluyordu.

Bush'la 5 Kasım 2007 günü yapılan görüşme sonrası her iki ülke arasında "Anlık istihbarat paylaşımı" kararı alındığı açıklandı. Bush, Türkiye'ye, "Kuzey Irak'a girmeyin ancak terörle mücadele önemli olan istihbarattır. İstihbaratı paylaşalım yani teröristler sizin sınırınıza yaklaşmadan biz istihbarat verelim anında vurulsun" dedi.

Yapılan anlaşmaya göre Türkiye'yle istihbarat paylaşımı yapılacak, Genelkurmay'daki ikinci komutanların arasında bir mekanizma kurulacaktı. Bu doğrultuda ABD Genelkurmay Kurmay Başkanı Yardımcısı Cartwright, Türk Genelkurmay 2. Başkanı Ergin Saygun ve Irak Koalisyon Güçleri Komutanı Petraeus ortak çalışacaktı.

İki lider görüşmenin ardından basının karşısına çıktı. Başbakan Erdoğan'ın yüzündeki rahatlık dikkatlerden kaçmıyordu. ABD Başkanı Bush, PKK'nın Amerika, Türkiye ve Irak'ın ortak düşmanı olduğunu söyledi ve şu açıklamayı yaptı: "Daha iyi istihbarat paylaşımını görüştük. Katilleri yakalamak için daha iyi bilgiye ihtiyacımız var. Bu anlamda üçlü bir mekanizmadan bahsettik. Ordularımızın en üstteki ikinci yetkililerinin irtibat kurabilmelerini konuştuk. Sayın Başbakana çok net bir şekilde şunu ifade ettim. Bu sorunun çözülmesi için kararlı olduğumuzu söyledim."

İstihbarat paylaşımı yapılacak
Başbakan Erdoğan ise Stratejik ortaklar olarak dünyada terörizme karşı ortak bir mücadelemiz var. Bunun sonucu olarak Kuzey Irak'ta konuşlanmış terör örgütü için ne yapabiliriz bunu görüştük. İstihbarat paylaşımına öncelik veriyoruz. Terörist liderleri ve kamplarının ortadan kaldırılması için temenni ediyorum ki bu çalışmalar en kısa zamanda sonuçlanacaktır. Çünkü Irak'ın ve Kuzey Irak'ın istikrarı bizim için önemlidir."

Yapılan görüşme sonucu varılan "Anlık istihbarat paylaşımı" anlaşmasıyla Türkiye, kara harekâtından vazgeçti. Öncelikli hava harekatına verilecek, nokta hedef tespit edildikten sonra kamplar uçaklarla vurulduktan sora imha edilecekti.

Yapılan anlaşma neticesinde 25 Aralık 2007 günü "Anlık istihbarat paylaşımıyla" ilgili ilk operasyon da Kuzey Irak'taki PKK kamplarına yapıldı. Genelkurmay Başkanlığı F-16'ların vurduğu Kandil görüntülerini basına dağıttı. Nokta hedef tespiti yapılan kampların, bombalarla vurulduğu görüntüleri tüm Türkiye'de olduğu gibi dünyada da yankılandı.

http://www.taraf.com.tr/haber/43342.htm
#1639
Dağlıca gerçekleri
Taraf/MEHMET BARANSU - Istanbul - 03.11.2009
 
Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun "Bizi savaşa sürüklüyordu" dediği Dağlıca baskınından hemen sonra medya, cephedeki yerini almıştı. "Bir Millet Ayakta" başlıkları manşete çıkmış, Ergenekon sanığı Hurşit Tolon, "12 şehit için 12 gün eylem" kararını almıştı

Dağlıca baskınından sonra Türkiye bir yol ayrımına gelmişti. Ya savaşa yönelecekti ya da ortak akılla hareket edip barışa. Biz bu yolu seçtik. Dağlıca belki Türk-Kürt savaşı çıkarmak için yapılmıştı."Bu sözler Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından Kuzey Irak'ta Mesut Barzani'yle yapılan görüşme sonrası dile getirildi. Dışişlerinin en yetkili ismi demokratik açılımın dönüm noktası olarak "Dağlıca" baskınına işaret etti.

Peki Dağlıca baskınının perde arkasında neler yaşandı? Genelkurmay Başkanlığı Kuzey Irak'a girme kararını nerede aldı? Hükümeti Irak'a girme fikrinden kim, neden vazgeçirdi? Kuzey Irak'a girilmesiyle Türkiye'de planlanan oyunun perde arkasını yansıtan istihbarat raporlarında neler vardı? Ergenekoncular bu işin neresindeydi? Başbakan R.Tayyip Erdoğan, Amerika'ya hangi dosyalarla gitti? Bu dizi Dağlıca baskını sonrası Ankara'da yaşananlara ve bir dönemin kritik virajına ışık tutacak.

Türkiye Dağlıca baskını haberini Cumhurbaşkanı halkın seçmesiyle ilgili referanduma gittiği 21 Ekim 2007 Pazar günü sabah saatlerinde öğrendi. Haberi ilk kez kamuoyuna duyuran isim hürriyet.com.tr internet sitesinde Saygı Öztürk'tü. Öztürk'ün haberine göre saldırı Dağlıca Taburuna yapılmamış, yoldan geçen askeri bir konvoya düzenlenmişti. Dağlıca'dan Yeşiltaş'a sevkiyat yapan 10-12 araçlık askeri konvoy, Avaşin  Köprüsü üzerinde saldırıya uğramış, saldırıda 12 asker şehit olmuş, 16 asker yaralanmış, 13 asker de kaybolmuştu.

Kamuoyu sandığa giderken aldığı bu haberin şokunu üzerinden atamamışken, gün boyu Genelkurmay Başkanlığı'ndan ve yetkililerden açıklama bekledi. Saldırıdan sonra sessizliğe bürünen karargahtan ilk açıklama olayın üzerinden yaklaşık 15 saat sonra geldi. Genelkurmay Başkanlığı, saldırının konvoya değil, tabura düzenlendiğini geldiklerini açıkladı. Açıklamada kayıp asker sayısı hakkında ise herhangi bir bilgi verilmedi.   

Tüm Türkiye olup bitenleri yayın akışlarını kesen televizyon ekranlarından izlerken, bu kez 8 askerin kayıp olduğu son dakika gelişmesi olarak duyuruldu.
Kiev'de ABD Savunma Bakanı Robert Gates ile görüşen Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül ise bu haberi yalanladı. PKK'nın elinde Türk askeri olmadığını açıkladı.

Savaş tamtamları çalıyor
Saldırının üzerinden çok geçmemişti ki medyada savaş tamtamları çalmaya başladı. Dağlıca baskınından 4 gün önce meclisten 19 red oyuna karşılık, 507 oyla geçen "Tezkere" hatırlatılarak, Türkiye'nin biran önce Kuzey Irak'a girmesi gerektiği seslendiriliyordu. Medya savaş senaryolarını hazırlamış, haritaları yazı işleri masasına yaymıştı. Medyaya özellikle de Doğan grubuna bakılırsa, sınırda askeri yığınak yapılmış, Irak'ın kuzeyine girilmesine ramak kalmış, hatta bordo bereliler sınırı geçmişti.

Gazetelerde "Bir Millet Ayakta" başlığıyla, Türkiye'nin teröre karşı tek yürek olduğu,  Gümüşhane'den Edirne'ye, tüm Türkiye'nin işini, okulunu bırakarak meydanlara koştuğu, meydanların hükümete sınır dışı operasyon için "Daha ne duruyorsunuz" dediğini manşetlerden okuyucuya duyuruldu.

Tahrik eden yayınlar
Fatih Çekirge ise 22 Ekim 2007 tarihinde Hürriyet internet sitesinde yazdığı yazıyla "Sınır ötesi resmen başladı" diyecekti. "12 şehit haberi geldikten sonra. Ankara'ya düşen soru şu:

- Sınır ötesi harekat ne zaman olur? Dün bu konuyu bir komutanla konuştum... Açık sözü şu oldu:

- Sınır ötesine geçmek artık bir detaydır. Bu harekat resmen başlamıştır. Türkiye Irak'ın kuzeyinde büyük bir savaşın içine girmiştir. Sınırın önemi artık yoktur. Haritalar artık buna göre açılmıştır...

Evet, gelinen nokta bu... Evet bu basit bir terör olayı değildir. Bu bir savaştır. Ve devlet de kararlılığını cenaze törenlerinde değil, savaş alanında gösterir..."

Medyada dört koldan savaş senaryoları yazılıp, "Ne duruyorsunuz. Kuzey Irak'a biran önce girelim" sesleri yükselirken, daha sonra Ergenekon operasyonunda sanık olacak isimler de boş durmuyor, tüm Türkiye'yi eylem yapmaya çağırıyordu. Ankara Ticaret Odası (ATO) Başkanı Sinan Aygün, Dağlıca baskınındaki saldırıyı protesto etmek amacıyla 12 şehit için 12 gün boyunca 1 dakikalık "ışık kapatma eylemi" yapılması çağrısında bulundu. Aynı gün Aygün eylemin startını Hurşit Tolon'la birlikte verdi.

Tolon ve Aygün'den kampanya
Aygün ve Tolon imzalı protesto eylemi yapılırken, Ankara kulislerinde ise Susurluk sürecinde yaşanan bir planın benzerinin yeniden devreye sokulduğu kulaktan kulağa fısıldanıyordu. Susurluk kazasının ardından da çetelere karşı "Bir dakika karanlık eylemleri" başlatılmış ancak eylem kısa süre sonra hedefinden saparak Refahyol hükümetini devirmeye yönelik eylem haline gelmişti. İddiaya göre Aygün ve Tolon aynı taktiği izleyecek, AKP'yi hedef alacaklardı.

Türk basını başta olmak üzere Ergenekoncuların savaş tamtamları çalması, Barzani'nin "Türkiye Kuzey Irak'a girerse karşılık veririz açıklaması" çok geçmeden sokağa yansıdı. Türkiye'nin her yerinde başlayan protesto gösterilerinde, Irak'a 'hemen girilmesi' isteniyordu. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Barzani'nin açıklamalarına sert bir yanıt verdi: "Benim muhataplarım bellidir. Irak terör örgütüne karşı üzerine düşeni yapmazsa Türkiye hakkı olan şeyi yapmakta kararlıdır. Terörün asıl hedefi aramızdaki kardeşlik duygusunu baltalamaktır. Buna izin vermemeliyiz."

Köşk'te güvenlik zirvesi
Saldırının ardından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün başkanlığında Çankaya Köşkü'nde teröre karşı Güvenlik Zirvesi toplantısı yapıldı. Toplantı'ya Başbakan Tayyip Erdoğan, Kuvvet Komutanları ilgili bakanlar, MİT Müsteşarı ve Emniyet Genel Müdürü katıldı.  Zirvenin ardından yapılan yazılı açıklamada özetle "Terör örgütünün bu hain saldırılarla toplumumuzun birlik ve beraberliğini bozmak amacı güttüğü aşikardır. Buna karşılık halkımızın haklı tepkisini gösterirken, kardeşlik duygularına zarar verecek davranışlardan kaçınmalıdır" denildi. Cumhurbaşkanı Gül, bir gün sonra bu kez tüm siyasi parti liderleriyle Köşkte ayrı ayrı buluştu.

Ahmet Türk devrede
DTP Grup Başkanı Ahmet Türk  Cumhurbaşkanı Gül'le yaptığı görüşmenin ardından partisinin genel merkezinde düzenlediği basın toplantısına "yaşamını yitiren tüm evlatlarımıza Tanrı'dan rahmet, ailelerine başsağlığı diliyorum" diyerek başladı. Türk, gerginliğin ve kaosun Türklere ve Kürtlere pahalıya patlayacağını herkesin bilmesi gerektiğini belirterek "Bin yıldır birlikte yaşamış olan halklarımızın sevgiyle kucaklaşabileceği bir ortamı hazırlamak için hepimize önemli görevler düşüyor" dedi.

Türkiye PKK'dan öğrendi
Türkiye baskının şokunu üzerinden atamamışken, kayıp asker belirsizliği kamuoyunu iyice gerdi. Kamuoyu bu belirsizliği giderecek açıklama beklerken, Türkiye, PKK'nın elinde 8 askerinin olduğunu Genelkurmay Başkanlığı'ndan değil, PKK'ya yakınlığıyla bilinen internet sitelerinden öğrendi.

Başbakan Recep Tayip Erdoğan da ABD Dışişleri Bakanı Rice'ın kendisini arayarak Türkiye'nin operasyon yapmaması için birkaç gün süre istediğini açıkladı: "Birileri istiyor diye olağanüstü hal ilan edemeyiz. Talabani'nin  açıklamaları bizi tatmin etmiyor. Medyada yapılan yayınlar toplumsal psikolojiyi olumsuz etkiliyor. Sınır ötesi için çıkarılan tezkere bugünler için çıkarıldı. Gereken adım neyse atarız."

ABD'den sert mesajlar
ABD Başkanı George Bush adına Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi sözcüsü Gordon Johndrú tarafından yapılan açıklamada PKK'nın saldırılarının kabul edilemez olduğu ve hemen durması gerektiği açıklandı.  Aynı gün İngiltere Dışişleri Bakanı David Miliband da saldırıları sert dille kınadıklarını açıkladı.

ABD Savunma Bakanı Robert Gates de Türkiye'nin PKK'ya yönelik sınır ötesi bir operasyon yapması için elinde teröristlerin tam yerini belirleyecek bir istihbarat olması gerektiğini belirtti. Baskından bir gün sonra Bakanlar Kurulu toplantısının ardından açıklama yapan Cemil Çiçek, "İçinde bulunduğumuz durum nedeniyle kapsamlı açıklama yapamıyoruz. Tezkereyi dolapta dursun diye çıkarmadık" dedi.

Hürriyet'in anketi
Cumhurbaşkanı başta olmak üzere, başbakan ve hükümet sözcülerinin yaptığı açıklama, Doğan grubunu tatmin etmedi. 25 Ekim'de Hürriyet gazetesi internet sitesinden ilginç bir anket düzenledi. "12 Mehmetçik'in şehit edilip, 8'inin de kaçırılması Türkiye'nin sabrını taşırdı. Ülke sokaklara dökülüp, "artık yeter; birşeyler yapılsın" sesini gür bir şekilde duyurdu. Tezkeresi elinde hükümet, "gereken neyse yapılacak" diyor. Ancak bu yapılanlar yükselen öfkeyi dindirmiyor. Bu tür bir durumla İsrail karşılaşsa, ne yapardı? Oyunu kullan ankete katıl" denilen anketin sonucunda, katılımcıların büyük bir çoğunluğu yüzde 62.6'yla "Büyük bir kara harekatı başlatırdı" cevabını verdi. Katılımcılar ikinci seçenek olarak da yüzde 24.5 ile "Kuzey Irak'ı bombalardı" dedi. 

Ülke gündemi sınır ötesi operasyona kilitlenmişken, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt,  Avusturya'nın Ankara Büyükelçiliği'nde verilen milli gün resepsiyonunda Başbakan'ın Bush'la 5 Kasım 2007 günü yapacağı görüşmeyi bekleyeceklerini açıkladı.

Büyükanıt'ın intikam yemini
Bu açıklamaya rağmen medyadaki savaş tamtamlarından Büyükanıt da etkilendi. Büyükanıt 29 Ekim kutlamaları için TSK mensuplarına hitaben uzunca bir mesaj yayımladı. Mesaj gazetelerde "intikam yemini" başlığıyla verildi. Büyükanıt "Bize bu acıları yaşatanlara, o acıları, hayal bile edemeyecekleri bir yoğunlukta yaşatacağız ve bu konuda kararlıyız" dediği mesajını "Ne mutlu Türküm diyene" sözleriyle noktaladı.

http://www.taraf.com.tr/haber/43290.htm
#1640
Türkiye'de domuz gribi virüsü (H1N1) sebebiyle büyük bir panik yaşanıyor. Sağlık Bakanlığı'nın açıkladığı ölüm rakamları vatandaşlarda 'bu gribe yakalanan herkes ölüyor mu?' tedirginliği oluşturuyor.
 
Kamuoyunda oluşan kaygıyı giderecek açıklama yapan Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Hürrem Bodur, "Domuz gribine yakalanan herkes ölmüyor. 23 kişi öldüyse, 250 bin ayaktan grip geçiren insan var." dedi.

Doç. Dr. Hürrem Bodur, Cihan Haber Ajansı'na yaptığı değerlendirmede, Türkiye'de pandemi yaşandığını, buna bağlı vaka sayısının artığını ifade ederek, vaka sayısıyla birlikte ölüm oranlarının da arttığını söyledi.

Bodur, "Hep ölüm yansıdığı için domuz gribi eşittir öldürüyormuş gibi toplumda bir psikolojik hava var. Bir de hep tek tek ölüm rakamları ilave olunca yayınlanınca böyle bir hava oluyor. Buna rağmen hastalıkta bilinmeyen farklı bir durum söz konusu değil. Belki 100 binlerce 200-300 bin civarında normal bu hastalığı hafif semptomlarla atlatan insan da var. Hastalık karakter değiştirdi daha çok ölüme neden oluyor diye bir veri yok." diye konuştu.

100'LERCE VAKA HASTANELERDE İYİLEŞİP GİDİYOR

Sağlık Bakanlığı'nca doğrulanmış vakaların bin 600 civarında olduğunu kaydeden Bodur, bunların içinde 23 ölüm bulunduğunu ancak domuz gribi vaka ve ölüm sayısının bu şekilde ortaya konmasının yanlış olacağını dile getirdi.

Buradan 'bin 600 kişi domuz gribi olmuş 23'ü ölmüş' diye bir sonuç çıkarmanın hatalı olacağına dikkat çeken Bodur, "Biz son zamanlarda sadece domuz gribi ön tanısıyla yatan hastalardan tetkik istediğimiz için domuz gribi bu civarda. Ankara'daki hastanelerde günde 5-6 bin domuz gribi şüphesiyle müracaat var. Grip benzeri semptomlarla hastaneye başvuranların sayısı. Bunlara test yapılsa çok büyük kısmında domuz gribi tanısı çıkacak. Ama bu tanıyı koymanın bir esprisi yok. Çünkü ülkede bir domuz gribi var. Biz ayaktan başvuran hastalarda test yapmıyoruz. Toplam rakamı bilmiyoruz. Bilmenin anlamı yok. Çünkü Ankara İstanbul Diyarbakır'da vaka sayısı arttı. Bu ölüm rakamları hastalığın ne kadar yaygınlaştığını gösteriyor." şeklinde konuştu.

Hastanede yatan hastalara gribe yönelik tedavi uygulandığını ve ilaç verildiğini dile getiren Bodur, ağrı ve ateşe yönelik tedavi yapıldığını aktardı.

Gribin üzerine zatürre ve sinizüt ilave ise antibiyotik kullanıldığını söyleyen Bodur, hafif domuz gribi geçirenler gebe, çocuklar, yaşlılar, kronik böbrek yetmezliği gibi insanlar ise derhal gribe yönelik antiviral tedavisine başlandığını açıkladı.

TATİL İŞE YARADI OKUL KAYNAKLI SALGIN YOK

Hastalığın yayılmasını önlemek için alınan okul ve dershane tatillerinin işe yaradığının altını çizen Bodur, şunları söyledi: "Okul kapattık neticesi alındı. Okul kaynaklı salgın söz konusu değil. Okullar kapanmadan önce devamsızlık oranı 100 çocuktan 19-20'si okula gelemiyordu. Grip benzeri hastalık sebebiyle. Okullar tatil edildi. Arkasından okullar açıldı. Yine devamsızlık oranlarını takip ediyoruz. Yüzde 1-2'lerde hiç salgın olmayan dönemlerdeki seviyelerde. Okullarımızda okul kaynaklı salgın yok. O gruptaki kümelenmeyi hastalığın yaygınlaşmasının önüne geçilmesi önlendi."

ÖLENLERİN YARIYA YAKINI HİÇBİR RİSK TAŞIMAYAN İNSANLAR

"Ölen 23 vakada sapa sağlam olan var mı?" sorusuna Bodur, altta yatan hiçbir risk faktörü taşımayan insanlar bulunduğu cevabını verdi.

Ölenlerin yarıya yakınının hiç ağırlaştırıcı faktörleri olmayan insanlar olduğunu kaydeden Bodur, domuz gribi yaşanan diğer ülkelerde de benzer tablonun yaşandığını aktardı.

Ölen hastaların çoğunun genç erişkinler olduğunu vurgulayan Bodur, ABD hastaneye yatanların yüzde 95'i genç erişkinler olduğunu ölenlerin de kronik rahatsızlığı olmayanlar içinde bulunduğunu belirtti.

Ölenlerin vaka yönetim şemalarını incelediklerini söyleyen Bodur, "Müdahale edilen tedavi edilen grup. Siz ne yaparsanız yapın grip ilacı verseniz de hastalığın seyrini değiştirmiyor bazen. Sağlam insanda da ölümcül olabiliyor." bilgisini verdi.

120 BİN İNSAN AŞI OLDU, HİÇBİR CİDDİ YAN ETKİ YOK

H1N1 aşısı tartışmalarına da değinen Bodur, şu ana kadar 120 bin civarında insana aşı yapıldığını ve hiçbir ciddi yan etki yaşanmadığını aktardı.

Ağrı, geçici duyu kaybı, hafif grip benzeri ufak tefek yan etkilerle karşılaştıklarına vurgu yapan Bodur, "Ciddi ölüm veya yumurta alerjisine bağlı ciddi yan etki yaşamadık. 100 bin rakamı önemli bir rakamdır. 100 binde 1 vaka çıkabilirdi. Ama çıkmadı. Bildiğimiz aşılardan daha fazla riski yok. Bu daha riskli tehlikeli aşı değil." ifadelerini kullandı.

6 AYLIK BEBEKLERE AŞI

Bütün çocuk yaş grubunu genç erişkinleri aşılamak gerektiğini kaydeden Doç. Dr. Bodur, "aşı yapılacak çocuklarda yumurta alerjisi olup olmadığını nasıl bileceğiz?" sorusuna, "Çocuk alerji uzmanıyla görüşmek lazım. Çok yaygın bir şey değil. Ailede böyle bir vaka varsa bakmak lazım. Evham yapmamak lazım." cevabını verdi.

Altı aylık bebeklerin Sağlık Bakanlığı aşı takvimindeki diğer aşıları olmasının domuz gribi aşısına engel teşkil edip etmeyeceği konusunda Bodur, "Çocukluk çağında yapılan diğer aşılar domuz gribi aşısı yapılmasına engel değil. 6 ayını geçmişse aşılanacak bir problem yok." değerlendirmesini yaptı.

Bodur, domuz gribine karşı şu tavsiyelerde bulundu: "Sigara içmeyin vücut direnicini düşürür, alkole dikkat etmek lazım. Normal aldığımız gıdaları almak gerekir. İyi uyumak lazım. Fiziksel yorgunluk, stres vücudu zayıf düşürür. Bitki çayları bol sıvı alarak grip çözülebilir."

(CİHAN)

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=913184&title=domuz-gribine-yakalanan-herkes-olmuyor&haberSayfa=1