Haberler:

deneme

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - kilimanjaro

#1781
İstanbul'da yağmur. İstanbul'da hiç olmadığı kadar yağmur. Orada değilim. Felaket olan yağmurun, nasıl bir sesle çatıları dövdüğünü duymadım. Ama herkesin okuduğu haberleri okudum.

Kadınların ölümünü duydum. İşçi kadınların bir minibüste nasıl öldüklerini. Ve cansız bedenlerinin nasıl beyaz bir örtü altında aynı kadere uğurlandığını. Gazetelerde kadınların cansız bedenini büyük bir gövde gibi gösteren beyaz örtünün fotoğrafları yayımlandı. Ve içlerinde can verdikleri minibüsün çamurla kaplı duvarı. Bir hücrede ölmüş gibiler. İsmet Berkan 'o minibüse iyi bakın' diye yazmış.

Ben yerdeki beyaz örtünün altından taşmış siyah saçlı kadının yüzünü düşündüm. Adı belki Altın, belki Mevide. İşçi kadınların adları gibi insanda naif bir gülümseme yaratan adlardan biri. Menekşe, Kumru, Arife, Satı yahut Döne de olabilirdi adı. Ne fark eder ki? Yoksulların ölümü bir isim olarak dahi haber değeri taşımazken, Mevide'nin, Altın'ın adını bilmemizde bir çare yok. Onlar işçi kadınlar çünkü. Yoksul ve günün başka saatlerinin insanları. Vardiyaların değiştiği alacakaranlıkta ince yataklarından çıkıp evlatlarına bir şişe süt, bir ekmek kazanmak için yollara düşen kadınlar. Ölenlerden Bircan Karataş'ın en büyük hayali, görmeyen babasına ve kardeşine bir ev almakmış. Yarım kalan hayalleri gibi, geleceğini de sele vermiş.

Dün bütün gün T. S. Eliot'un 'suda ölümden kork' dizesini mırıldandım. Suda ölümün kaderle gelen pastoral, trajik yanını düşündüm. 'Hayat veren su boğunca bazen' dedim kendi kendime. Ve neden bilmem onca ölümün, acının içinde kadınların ölümü bana daha çok dokundu. Bindirildikleri minibüsün insanlar için yapılmamış olmasından belki. Selden, felaketten kaynaklanan acıdan çok önce kaderleri patronları tarafından çizildiği için belki de... En fazla buna üzüldüm.

İşçi kadınların sabah telaşını, hayallerini 'Fabrika Kızı' kadar güzel anlatan bir şarkı bilmiyorum. Bizim kuşak için, Cem Karaca'nın 'Tamirci Çırağı' neyse, Fabrika Kızı oydu. Fabrikada çalışan kızın hayallerine o şarkıyla ortak olmuştuk.

"Fabrikada tütün sarar

Sanki kendi içer gibi

Sararken de hayal kurar

Bütün insanlar gibi

....

Dışarıda yağmur başlar,

yüreğinde derin sızı.

Gözlerinden yaşlar akar,

ağlar fabrika kızı."

Fabrika kızının bütün insanlar gibi bir dünyası olduğunu en az romanlar, filmler kadar o şarkı bize öğretmişti. Önlüğü, eşarbıyla, yüzlerce binlerce benzerinin arasında daha da benzeşen kadınlar, genç kızlar. Dünkü fotoğrafta son bir benzerliği yaşadılar. Kar gibi beyaz, büyük bir örtünün altında kayboldular. Bir bulut gibi üzerlerini kaplayan örtünün beyazlığı onları boğan selin çamurunu taşımıyordu. Bir aydınlık ki, içine sığmayan gözler, dünyaya mı, bizlere mi bakıyor anlaşılmıyor...

Yoksulların ölümü bir haber değeri taşımaz. Gazeteleri boydan boya günlerdir kaplayan Münevver cinayetinin dikkat çeken yanı, en az olayın vahameti kadar, katil zanlısının başka bir sınıftan oluşuydu.

Dramatik öğe ne kadar sağlamsa hikâye o kadar iş görür. Dramatik öğeyi koruyacak, köpürtecek araçlar da günümüzde ne yazık ki işçi kızların hayatından çıkamıyor. İnsandaki adalet duygusunu harekete geçirecek ne eski sınıf çelişkileri var ne de o çelişkilerin can yaktığı anları vicdanlara açacak mekanizmalar. Sendikalar deseniz başka telaşların dünyası artık.

Neticede bu ülkenin yoksulları kolay ölüyor. Ucuz ölüyorlar. Hiç yokmuş gibi, serçe nefesleri bir küçük ihmalin kurbanı oluyor.

Kadınları kapısı olmayan minibüslere dolduran, onlardan, alacakaranlıkta kat ettikleri yollarda bir nefes almayı esirgeyenler, insana verdiğimiz değeri özetliyor.

Bizler yollarımızı, inşaatlarımızı nasıl yapıyorsak, minibüsleri nasıl ölüm servislerine çeviriyorsak demokrasimizi de o kalitede tutuyoruz. Daha iyi bir demokrasiye bir türlü kavuşmuyor olmamız, yaşama kalitemizle de bağlantılı olabilir mi? 'Devlet nerede' diye soran yokmuş dünkü felakette. Sizce neden? Vatandaş biliyor olmalı ki, sormuyor. b.matur@zaman.com.tr

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=890857
#1782
İstanbul'u vuran sel felaketine panelvan tipi fabrika aracında yakalanan ve sel sularına kapılarak feci şekilde can veren 7 kadının çalıştığı Pameks Tekstil'in patronu ve idare amiri tutuklandı. Aracın şoförü ise serbest bırakıldı.

Selde hayatlarını kaybeden işçilerin çalıştığı Pameks Tekstil'in sahibi Cevdet Karahasanoğlu ve fabrikanın idare amiri Ferit Güncü çıkarıldıkları Küçükçekmece Nöbetçi 3. Sulh Ceza Mahkemesi'nce tutuklandı. Servis minibüsünün şoförü Mehmet Oğur ise ifadesinin ardından serbest bırakıldı. Kapalı kasa minibüste can veren işçilerin cenaze namazında bir araya gelen çalışma arkadaşları, fabrika hakkında ilginç iddialarda bulundu. Çalışanlara göre firmada yolcu taşımacılığında kullanılan camsız, kapısız servislerden 5 tane daha bulunuyor. İşçiler istemedikleri halde servislere zorla binmeye mecbur ediliyor. Patronlarına bu konuda şikayetlerini bildiren işçiler, "Beğenmeyen varsa çekip gitsin!" cevabını aldıklarını söylüyor. Öte yandan çalışanlar, selden zarar gören tekstil fabrikasının temizlenmesi için fabrika yetkililerinin bazı çalışanları çağırdıklarını kaydetti. ZEYNEP KAÇMAZ İSTANBUL ZAMAN

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=890862
#1783
Türkiye'yi yasa boğan sel felaketi ile birlikte dün Halkalı'da çok acı bir olay yaşandı.

Nadiye Karadeniz, Nebahat Salkım, Özlem Ünal, Bircan Karataş, Nuriye Can, Fikriye Öztürk ve Altun Yüksek isimli yedi kadının feci ölümü Türkiye'de insan hayatına verilen önemi bir kez daha gözler önünde serdi.

Kendilerini, İkitelli'deki işyerlerine götüren yük taşıma aracının sel sularına kapılması sonucunda, kapalı olan arka bölümde oldukları için feci şekilde can verdi 7 kadın...

Cesetleri, bulundukları yerde yan yana dizilirken Star muhabiri Erdinç Akkoyunlu'nun objektifine de çok ilginç bir kare takıldı.

Fotoğraf, işçi ile işveren arasındaki "sınıf" ve "değer" farkını açıkça ortaya koyuyor...

İşçileri "birer mal gibi" kapısı penceresi olmayan, yük taşıma aracında taşınan PAMEKS'in sahibi Cevdet Karahasanoğlu olayla ilgili ifade vermeye altındaki son model jeepiyle geldi.

http://www.haber7.com/haber/20090910/Patron-ciple-isciler-tabut-minibusle.php
#1784
Doğayla, doğa olaylarıyla başa çıkmaya insanın gücünün yetmediğini, doğanın şakasının olmadığını ben 1995 yılında Sabah gazetesi binasında çalışırken öğrendim.
Önce camdan büyük bir hızla akmakta olan Ayamama deresini izliyorduk, sonra bir anda dere kabardı, kabardı, taştı ve derken metrelerce yükseklikteki duvarı da aşıp içinde bulunduğumuz binanın bahçesine dolmaya başladı.
Her şey birkaç dakika içinde olmuştu. Doğanın şakası yoktu. Akmak isteyen suyun önünde hiçbir engel duramıyordu. Bir anda dehşetengiz bir zarar doğmuştu, baskı makineleri kullanılmaz hale gelmiş, tonlarca hammadde telef olmuş, daha fenası binanın bütün altyapısı gitmişti.
***
Dün öğleden sonra birinci sayfamızı çizmek için masaya oturduğumuzda, görsel yönetmenimiz Metin Öztürk o ana kadar gelen fotoğraflardan yaptığı seçmeleri göstermeye başladı.
Önce içinde beş, tepesinde ise bir başka araçtan gelen bir kişinin bulunduğu bir minibüsün suda sürüklenmesini, bir otobüse çarpmasını ve o altı kişinin insanüstü gayretlerle kendilerini kurtarıp otobüsün üzerine tırmanmasını bir fotoroman gibi kare kare izledik fotoğrafların yansıdığı ekranda.
Ardından bir başka can pazarına, İkitelli'deki TIR garajında yıkıntıların, enkazın ve çamurun içinden kurtulmaya çalışan iki kişinin yaşam mücadelesi kare kare geldi önümüze.
Sonra... Sonra yerde yatan cesetler.
***
Tam yedi kişi, tam yedi kadın, sel ve çamur üstlerine akınca daha yeni bindikleri bir minibüsün içinde sıkışmış ve ölümlerin en korkuncuyla karşılaşmışlardı.
O minibüsün fotoğrafını birinci sayfamıza koyduk.
Bakın, görün.
Yedi emekçi kadının dün sabah öyle feci biçimde ölmeseler nasıl bir hayata mahkûm olduğunu, her gün fabrikadaki işlerine nasıl bir tabutun içinde gidip geldiklerini görün.
Onlara oturacak bir koltuğu, bütün gün çalıştıktan sonra yorgun argın eve dönerken etraflarını seyredecekleri ve belki bir nefes alacakları bir pencereyi bile çok gören o patronlarını merak ediyorum şimdi.
O yedi emekçi kadın için vicdan azabı çekiyor mu acaba? Düşünüyor mu, bu nakliye aracı yerine adam gibi bir servis aracı kiralasaydım, o çalışanlarım bugün hayatta olabilirdi, diye? Bir damla gözyaşı dökecek mi ölen yedi kadının ardından, 'Ben onları daha yaşarlarken ölüme mahkûm ettim' diyerek içi sızlayacak mı?
Acaba insan taşımaya uygun bir servis aracı tutmayarak ya da almayarak sağladığı tasarruf ne kadardır? O paraya değer miydi yedi insanın hayatı?
***
İyi bakın o minibüsün resmine.
İnsanlığımızın, insanlıktan uzaklığımızın resmine. Etrafımızda yaşanmakta olan ve dünkü gibi ansızın sona eren hayatlara karşı duyarsızlığımıza, vurdumduymazlığımıza iyi bakın.
İçi çamur dolmuş o minibüse iyi bakın.
Ben o resme bakakaldım. Şöyle okkalı bir küfür bile savuramadım. Nefesim kesildi. O insanların nasıl öldüğünü düşündükçe gözlerim doldu.
İsterim ki siz de iyi bakın o resme.
O minibüsün içinde geçen hayatları ve o hayatların bitiş şeklini getirmeye çalışın gözlerinizin önüne.
İsterim ki o fabrikanın patronu da iyi baksın resme. Kendini hayal etsin o minibüsün içinde veya ailesini, çocuklarını.

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&Date=&ArticleID=953728
#1785
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun "Ortadoğu'nun, Kafkaslar'ın ve Balkanlar'ın en büyük ülkesiyiz, bu bölgede düzen kurucu ülke biz olmalıyız" şeklindeki açıklaması, bazı çevrelerde ciddi bir şekilde eleştirildi. "Davutoğlu sözlerini iyi seçmeli, dikkatli olmalı" türü uyarılar yapıldı.

"Düzen kurucu ülke olma" iddiasının bu kadar açıkça dile getirilmesinin sakıncalarına dikkat çekildi ve bu açıklama sanki iyi düşünülmeden yapılmış gibi algılandı. Çünkü böylesine iddialı bir söz, belki kapalı kapılar ardında, belki çok yakın çevre içinde söylenebilirdi ama dünyaya ilan eder şekilde söylenmezdi.

Davutoğlu;

"Balkanlar deyince çatışma, Kafkaslar deyince etnik farklılıklar ve Ortadoğu deyince gerilim akla geliyor. Biz bu üç bölgenin en güçlü ülkesiyiz ve bu bölgedeki düzenden kendimizi sorumlu hissediyoruz. Türkiye hemen tüm komşularından coğrafi, askeri ve ekonomik olarak çok daha büyük. Dolayısıyla düzen kurma misyonu bizimdir" diyordu.

"Donmuş krizler, donmuş sınırlar, elimizde patlamaya hazır bombalar gibi. Türkiye'nin kendi iradesi ile mevcut durumu değiştirerek donmuş krizleri çözme basiretini göstermesi gerekiyor" diyordu.

Başbakan Tayyip Erdoğan da, 11 Aralık 2007'de aynı şeyleri söylüyordu: "Türkiye enerjisini iç çatışmalarla tüketen bir ülke olmaktan çıktı. Bugün Türkiye'yi dikkate almadan bölge değil dünya dengeleri içinde de hesap yapılamaz..."

Açık söyleyeyim, "düzen kurucu ülke olma" sözünü ilk anda ben de bir meydan okuma gibi algıladım. Çok iddialı bir sözdü. Ancak son yıllarda bölgesel düzeyde yapılanları dikkatle izleyen bir kişi olarak; Türkiye'nin "yüz yıl sonra" meydan okumaya giriştiğini açıkça söylemiş, yazmıştım zaten. Bütün sözlerin ötesinde, bu bir meydan okumaydı gerçekten de. Türkiye'nin kendini yeniden kurması, yeniden tanımlaması, yeni bir yürüyüşe çıkmasıdır. Bu yüzden bölgemizde tarihin seyri önemli ölçüde değişecektir. Bu bir hayalcilik değil, bölgesel ve küresel konjonktürün çok iyi okunmasıdır. Türkiye'nin önüne süreci tersine çevirecek engeller çıkarma konusunda niyetler zayıflarken, imkanlar da daralmaktadır.

Eleştiri ve uyarılar sonrasında Davutoğlu'nun ne söyleyeceğini özellikle merak ediyordum. Geri adım atmadı. Sözlerini güçlü bir şekilde savundu hatta daha da sağlamlaştırdı. Utku Çakırözer'in kaleminden Akşam gazetesinde yayınlanan açıklamadan izleyelim.

"Yeni düzenin kurucusu Türkiye olacak" diyen Davutoğlu, Türkiye'nin kendisini ve bölgesini ilgilendiren dünya meselelerinde 'düzen kurucu, öncü rol oynaması gerektiğini' ve dış aktörlerin de Türkiye'nin bu rolünü benimsediğini açıkladı.

Davutoğlu'nun tespitleri şöyle: "Düzen kavramını bilinçli olarak kullanıyorum. Soğuk savaş düzeni kalktı ama yeni düzen kurulmadı. Bunu kuracak aktörler soğuk savaşta olduğu gibi sadece iki aktör değil. Mesela Kafkasya'da düzeni Sovyetler ile ABD oturur tartışır ve kurarlardı. Ama şimdi Irak örneğinde görüldüğü gibi ABD tek başına kuramıyor. Gürcistan örneğinde görüldüğü gibi Rusya da kuramıyor. Başarı kazandı ama bir düzen kuramadı. Sadece kendi çıkarını koruyan bir statü tahkim etti."

Tezleri şöyle: Bizim dediğimiz Türkiye'nin düzen kurucu rolü. Gerek Ortadoğu gerek Kafkaslar'da yeni düzen kurulması gerekir. Bunu kurarken biz aktif rol almak istiyoruz. Bu bir emperyal dürtü değil, bir gereklilik. 'Yeni bir düzen kurulması lazım, başkaları kursun, biz sonra intibak ederiz' deyip geri çekilebilirsiniz. Ama bu Türkiye'nin büyüklüğüne, ulusal çıkar anlayışına yakışmaz. Ya bir kaos yaşayacağız ve bu bizim işimize geliyor diyeceğiz ya da biz bir düzen fikrinin öncülüğünü yapacağız. Türkiyesiz bir düzen kurulamaz. Dış aktörler bile Türkiye'nin düzen kurucu rolünü benimsiyor. İsveç'teki AB toplantısında 27 bakana konuştum. İki saatlik oturumun bir saat on beş dakikasında ben konuştum. Ben emperyal dürtüyle, 'Osmanlı'nın çocuğuyum, dinleyeceksiniz beni ha yoksa falan' demedim.'

"Rol üslenen değil düzen kuran ülke"nin genişlemesi, açılımları, etkileri bundan sonra daha çok tartışılacak. Öteden beri Türkiye'nin yeni durumunun algılanması konusunda sıkıntılar olduğu bir gerçek. Bazıları ezberlerini bozmak istemiyor. Yeni sözler söylemekten, yeni tespitler yapmaktan daha doğrusu gerçekleri görmekten çekiniyor.

Kürt açılımı, Ermeni açılımı, Suriye-İsrail gerilimine müdahale, Suriye-Irak gerilimine müdahale, Kafkaslar'dan Kızıldeniz'e kadar her olaya müdahil olma bu demektir iste!

Biz bu yüzden; Demokratik Acılım Projesi'ni, Kürt Açılımı'nı, Ermenistan'la sınırların açılmasını ve soykırım konusunu da içeren anlaşma kapılarının açılmasını, bundan sonra gündemimize gelecek başka sürpriz gelişmeleri bu yeni durumun sonucu olarak görüyoruz. Türkiye, bu sorunlarla yüzleşiyor, çözüm arıyor. Ama aslında Türkiye kendisi hakkında karar veriyor. Bundan sonra Türkiye'nin iç sorunlarına, dünya ile ilişkilerine, tarihsel sorunlarına 20. yüzyılın Türkiye'sinden bakanlar durumu algılamakta çok zorlanacak.

http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/Default.aspx?t=09.09.2009&y=IbrahimKaragul
#1786
Türkiye seksen yıldan beri iktidarın bazı güçlerce ortaklaşa kullanıldığı, iktidarın dışında kalan halkın da alabildiğine hırpalandığı, kandırıldığı, ezildiği bir sistemle idare ediliyor.

"Siyasetçi, asker, medya, bürokrasi, işadamı" beşlisinin oluşturduğu iktidar grubu, gerçekleri halka göstermeden canlarının istediğini yaptılar bunca zaman.

Ama dünyayla birlikte Türkiye de değiştikçe bu "koalisyon" çatırdıyor.

Yeni kavgalar çıkıyor.

Son zamanların en ciddi kavgalarından biri de Başbakan Erdoğan'la Aydın Doğan arasında yaşanıyor.

Bu kavganın iki yanındaki güç de ciddi bir iktidara sahip.

Başbakan Erdoğan'ın elinde devlet, Aydın Doğan'ın elinde de büyük bir medya gücü var.

Bana sorarsanız bu kavgada ilk saldırı Doğan grubundan geldi.

Doğan grubunun, elindeki gazeteler ve televizyonlarla saldırıya geçip hükümetleri sindirme ve onları korkutup istedikleri tavizleri kopartma alışkanlığı var.

Başlarda epey şımarıkça da davrandılar.

Sadece AKP'yi değil bu partiye oy verenleri de aşağıladılar.

Demokratikleşmeye açılan en kritik kavşaklarda korkunç manşetler attılar.

Erdoğan, bu tür saldırılara pabuç bırakan biri değil.

Birçok insan onun bu dik duruşuna, meydan okuyana aynı şiddetle karşılık vermesine sempatiyle bakıyor.

Hiç beklenmedik zamanlarda birden ürküp sinivermesi ya da yolunu değiştirmesi, belki de bu yüzden taraftarlarını hayal kırıklığına uğratıp üzüyor.

Doğan grubunun saldırıları karşısında doğrusu çok sağlam durdu.

Gerçi gazetelere yansıyan bazı haberlere göre gizlice buluşup bir iki pazarlık yapmışlar ama bu pazarlıklar Erdoğan'ın teslim olması sonucunu vermedi.

Doğan grubunun Erdoğan'dan istediği her neyse onu alamadı.

Ve, hep "kuşkulu" bir muhalefet yürüttü.

Bu muhalefetin "kuşkulu" olmasının nedeni, bu grubun "hangi amaçla" Erdoğan'a muhalefet ettiğinin anlaşılamamasıydı.

Erdoğan'ı "yeterince demokrat" olmamakla suçluyorlar ama demokrasi için en hayati konularda, örneğin "darbe günlüklerinde", örneğin "Ergenekon'da", örneğin Hrant Dink'in vurulmasında hep darbecilerin, Ergenekoncuların yanında duruyorlardı.

Dink vurulduğunda, Doğan'a ait bazı gazetelerin, halkı "bu cinayetin üç beş öfkeli çocuğun" işi olduğuna inandırmak için gösterdiği çabalar besliyordu bu kuşkuları.

Bu gazeteler, demokrasiyi savunmuyordu.

Ama Erdoğan'a "sen demokrat değilsin" diyorlardı.

Ergenekon örgütünü görmemek için aylarca direnen bir medya grubunun "demokrasi" için mücadele ettiğine de kimse kolayından inanmıyordu.

Aralarındaki kavga bir ara çok kızıştı.

Arkasından yüklü bir vergi cezası geldi.

Dün de, Türkiye'nin en zenginini bile ciddi bir biçimde zorlayacak, bugüne dek görülmemiş ikinci bir ceza daha bindi Doğan'ın sırtına.

İki buçuk milyar dolar ödeyecek.

Ben bu işlerden çok anlamam, ekonomi servisine "bu ceza haklı bir ceza mı" diye sordum.

Bu sorunun cevabı aslında sistemin "özünü" de açığa çıkarıyordu.

"Devlet, bu cezayı kesmekte hukuken haklı, Doğan grubu yasaları çiğnerken yakalanmış ama bunu yapan sadece Doğan grubu değil, birçok büyük holding bunu yapıyor. Bu cezanın haksız yanı, aynı suçu birçok şirket işlerken sadece Aydın Doğan'ın cezalandırılması."

Bu ülkede hemen hemen bütün medya patronları kendilerini "hukukun üstünde" görürler, Atatürk'ü översin, paşaları översin, hükümetleri korkutursun ve canının istediğini yaparsın.

Sistem, patronları buna inandırmış.

Onlar da koyuvermişler kendilerini.

Şimdi devlet canı istediğinde patronları suçüstü yakalayabiliyor.

Bu şartlarda, Erdoğan medyadan korkmayınca, medyanın Erdoğan'dan korkması gerekiyor.

Eğer gerçekten bütün holding ve medya patronları aynı suçu işliyorsa, bundan sonra hangi medya grubu Başbakan Erdoğan'ı eleştirebilecek?

Erdoğan, eline korkunç bir silah geçirmiş vaziyette.

Canının istediği medya patronunu, canının istediği zaman vurur.

Bizim ekonomistlerin söylediğine göre, Aydın Doğan hukuku çiğnemiş.

Başbakan Erdoğan da, bütün suçlular arasında sadece birini cezalandırarak hukuku çiğniyor.

Ortak bir hukuksuzluk var gibi gözüküyor.

Bu ülke hiçbir zaman hukuku "ciddi" bir ölçü olarak kabul etmedi, Yargıtay Başkanı'nın önceki günkü konuşmasının da gösterdiği gibi hukukçular bile hukuku ciddiye almıyor.

Bütün bu olaylar bize, hukuku bu ülkeye yerleştirmemiz gerektiğini gösteriyor.

Ne medya patronları fütursuzca hukuku çiğneyebilsinler, ne de başbakanlar "hukuku" sadece kızdıklarına karşı kullanabilsinler.

Bunun için bütün haksızlıkların ortaya çıkarılması gerekiyor.

Bunu gerçekleştirebildiğimizde bambaşka bir medyamız, bambaşka hukukçularımız, bambaşka bir siyasetimiz kısacası temiz bir ülkemiz olacak.

Şu hali biraz "kirli" gözüküyor çünkü.

http://www.taraf.com.tr/makale/7314.htm
#1787
Size de olur mu bilmiyorum ama beceremediği bir işi yapmaya kalkıp da gülünç duruma düşenleri izlerken garip bir sıkıntı hissederim.

Gülünç olduğunu, acıklı göründüğünü fark edemeyen insanları izlerken onların adına utanırım.

Eğer bir de bu duruma düşen, asla böyle bir duruma düşmemesi gereken biriyse daha da kötü olurum.

Dün Yargıtay Başkanı'nın konuşmasını dinlerken doğrusu çok zorlandım.

Bu konuşmayı, gelişmiş bir ülkenin yüksek yargıçları önünde ya da Oxford, Sorbonne ya da Harvard gibi bir üniversitenin hukuk fakültesinde yapsaydı, onu dinleyenler ne düşünür, ne hissederlerdi diye aklımdan geçirdiğimde yüzüm hafiften bir kızardı.

Bir ülkenin Yargıtay Başkanlığı gibi "en onurlu, en saygıdeğer" olması gereken makamına yükselmiş birinin hiç hukuk ve demokrasi bilinci olmaması, ne hukuk felsefesini, ne demokrasinin özünü kavramış olması beni utandırdı.

Yargıtay Başkanı öyle laflar etti ki bu ülkede hukuk diye bir şey olmadığını, yargının çoktan öldüğünü sanki bütün dünyaya ilan etti.

Konuşmasını nasıl bir ruh haliyle hazırladıysa, konuşmayı okurken bazı yerleri "atlaması" gerektiğini kendisi de fark etti.

Ama "atladığı" o satırlar basına dağıtılan yazılı metinde yer alıyordu.

Başkan'ın okumadığı ama yazdığı şu satıra bakın:

"Yandaş yargıyı değil, tam bağımsız ve tarafsız yargıyı oluşturmak için uğraş vermeliyiz."

Türk hukukunun düzeyi bu mu?

Orta boy bir politikacı konuşması bu.

Ama tabii daha vahimi, Yargıtay Başkanı'nın kafasında bir "yandaş yargı" kavramının bulunması. Belli ki yargının bir bölümüne güvenmiyor.

Peki, Yargıtay Başkanı'nın bile güvenilmez bulduğu bir yargı sistemine halk nasıl güvenecek?

Ayrıca, "yandaş yargı" ne ve kim?

Kimden yana yandaş?

Bu "kavramın" asıl kullanıldığı alan medya, biliyorsunuz "yandaş medya" diye bir kavram var, hükümeti destekleyen gazetelere verilen ad bu.

Yargıtay Başkanı da aynı kalıbı kullandığına göre yargıda "hükümeti destekleyen" bir kanat olduğuna inanıyor.

Yargının bir kısmı siyasallaşmış ona göre.

Hükümetten yana "yandaş yargı" varsa acaba "hükümete karşı" ya da "muhalefete yandaş", hadi biraz daha ileri gidelim "Ergenekon'a yandaş" yargı da var mı?

Son Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun toplantılarını hatırlarsanız, var olduğunu göreceksiniz.

Demek ki bizim yargı karpuz gibi ikiye ayrılmış.

Ve, iki yarım da siyasallaşmış.

İşte, yargının ve hukukun ölümü budur.

Böyle bir yargının, bir cesetten farkı yoktur ve gitgide çürüyüp kokuşur.

Siyasallaşmış bir hukuk, hukuk değildir çünkü.

Güvenilmez bir kurumdur.

Yargıtay Başkanı'nın bize anlattığı Türk hukuku böyle bir şey.

Başkan, Ergenekon soruşturmalarını da ciddi bir şekilde eleştiriyor.

Şu anda devam etmekte olan bir mahkeme hakkında "ima yoluyla" da olsa bir Yargıtay Başkanı'nın fikir yürütmesi, davaya müdahale anlamına gelmez mi?

Yarın bir gün, o mahkemenin kararları Yargıtay'a gelecek, bugün Yargıtay Başkanı'nı dinleyen herkes artık Yargıtay'ın bu davaya nasıl baktığını biliyor.

Bu, hukuka uygun mu?

Değil ama kimin umurunda.

Tabii, bir de Başkan'ın demokrasiye bakışı var.

Hükümetin yapmaya hazırlandığı adalet reformunu eleştirirken aynen şöyle diyor:

"Diğer bazı Avrupa devletlerinde parlamentonun yüksek kurula üye seçme yetkisi bulunduğundan bahsedilmektedir. Ancak söz konusu ülkelerde demokratik parlamenter sistem bütün kural, kurum ve kuruluşlarıyla benimsenmiş ve uygulanmaktadır. Oysa ülkemizde yargı bağımsızlığı, hâkim-savcı teminatı, hukukun üstünlüğü, demokratik, laik, sosyal hukuk devleti gibi anayasal ilkeler hâlâ tartışma konusudur."

Yargıtay Başkanı'na göre Türkiye'de "demokrasi" yok onun için "demokratik ülkelerdeki" hukuk uygulamalarına burada yer veremeyiz.

Peki, ne yaparız?

Demokrasiye uymayan hukuk kurallarıyla devam ederiz.

Başkan "demokrasi istiyor" ama "demokrasiye uygun" hukuk sisteminin buraya gelmesini istemiyor.

Demokrasiye uymayan bir hukuk sistemiyle nasıl demokrasiye geçeceğiz peki?

Başkan'ın mantığına göre, "bizde bugün demokrasi olmadığı için demokrasiye uygun bir sisteme asla geçmemeliyiz."

Bugünkü demokrasi dışı durum sonsuza kadar devam etsin istiyor anlayacağınız.

Peki, bu demokrasi düşmanlığı neyin "yandaşlığı" dersiniz?

Siz söyleyin, ben duyarım.

http://www.taraf.com.tr/makale/7303.htm
#1788
Türkiye'de ortak ATM dönemi 26 bankanın katılımıyla 1 Ekim 2009 tarihinden itibaren başlayacak. 
 
Avrupa'da ilk kez Türkiye'de gerçekleşecek uygulama ile ATM'lerin işlem hacmi artacak, Türkiye ekonomisine 300 milyon dolarlık katkı sağlanacak.

Bankalararası Kart Merkezi (BKM) Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Ünal, ortak ATM döneminin başlamasına ilişkin düzenlenen basın toplantısında yaptığı konuşmada, Avrupa'da ilk kez bir ülkede ATM hizmeti veren tüm bankaların, kart kullanıcılarının işlemlerini kolaylaştıracak ortak bir hizmet protokolüne imza attığını söyledi.

Ünal, BKM'nin ''Ortak ATM'' projesi için mevcut altyapısını geliştirdiğini ve yatırımlar gerçekleştirdiğini ifade ederek, proje kapsamında çalışmalara iki yıl önce başlandığını bildirdi.

Ortak ATM paylaşımı ile ATM lokasyon bilgilerinin tümünü kullanıcılara tek bir platformdan sunmayı sağlayacak bir yapı hazırlandığını kaydeden Ünal, ''BKM olarak Ortak ATM Projesi ile ilgili yoğun çalışmalarımızın karşılığını 26 bankanın da projeye onay vermesiyle almış olduk'' dedi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=890165&title=turkiyede-ortak-atm-donemi-basliyor
#1789
Sabit Hatlarda Numara Taşınabilirliği uygulamasının, 10 Eylül 2009 tarihinde başlamasıyla birlikte, alternatif operatörler tüketicilere kampanyalara hazırlanıyor.

Uygulama, alternatif operatörlerin pazar paylarını artırırken, telekomünikasyon sektöründe hareketliliğe yol açacak. Kasım 2008'de başlayan Mobil Numara Taşınabilirliğinde, numarasını taşıyanların oranının yüksekliğinden yola çıkıldığında, sabit numarasını taşıyanların oranının da kısa sürede oldukça yüksek olması bekleniyor.

Şehir içi konuşma hizmetlerinin alternatif operatörler tarafından sağlanabilir hale gelmesinin, ilk etapta konuşma ücretlerine yansıması beklenirken, rekabetin gelişmesi, Ar-Ge ve altyapı yatırımları ile tüketiciye sunulacak hizmet çeşitliliğinin artması öngörülüyor.

Serbest Telekomünikasyon İşletmecileri Derneği (TELKODER) Yönetim Kurulu Başkanı Yusuf Ata Arıak, Mobil Numara Taşınabilirliğinin rekabete olumlu etkisinin görüldüğüne işaret ederek, Sabit Numara Taşınabilirliği uygulamasının da sektöre fayda sağlayacağını, uygulamanın başlamasıyla aldığı hizmetin fiyat ve kalitesinden memnun olmayan çok sayıda sabit telefon abonesinin, numara değişikliği sıkıntısı yaşamadan yeni işletmecilere geçiş yapabileceğini söyledi.

Arıak, sektörde Türk Telekom'un yanı sıra 20 yeni işletmecinin faaliyet gösterdiğini kaydederek, yeni düzenlemelerle, bu firmalardan en az 5-6 tanesinin şehir içi görüşmeler alanında ilk aşamada aktif olacağını tahmininde bulundu. Arıak, ''Bu durum hiç şüphesiz sektörde büyük hareketliliğe yol açacak. Bunun sonucunda Türk telekomünikasyon sektörünü, rekabete daha açık, hizmet çeşitliliği artmış ve en önemlisi de vatandaşların rekabetin nimetlerinden faydalanmaya başladığı sektör haline getirme yolunda önemli gelişmeler sağlanmış olacaktır'' diye konuştu.

Şehiriçi görüşmelerin rekabete açılmasıyla birlikte çok büyük indirimler ve ucuzluk söz konusu olmasa bile, en azından bu alanda artık zam yapılmayacağının söylenebileceğine dikkati çeken Arıak, rekabetin başlamasıyla bu alanda hizmet çeşitliliği ve yeniliklerin artacağının, fiyat/kalite oranına bağlı olarak fiyat farklılaşmasının ortaya çıkacağının altını çizdi.

Arıak, sabit hatlarda numara taşınabilirliğinin, vatandaşların sabit telekom hizmetlerindeki temel haklarından olan ''Numara Taşıma Hakkına'' kavuşmalarını sağlayacağını belirtti.

Şehiriçi görüşmelerin ve geniş bant internet hizmetlerinin rekabete açılmasını sağlayacak uygulamaların gecikmesinin, temelde vatandaşlara zarar verdiğini vurgulayan Arıak, sabit telekom hizmetlerindeki temel vatandaş haklarını, ''işletmeci seçebilme hakkı, internete erişim hakkı, abone olmadan telefon hizmeti alma hakkı, telefon işletmecisini kolay değiştirme hakkı, numara taşıma hakkı, internet işletmecisini kolay değiştirme hakkı'' şeklinde sıraladı.

Arıak, AB ülkelerinde, sabit numara taşınabilirliği ve diğer uygulamalar sonucunda rekabetin geliştiği, alternatif işletmecilerin sabit telefon pazarından aldığı payın, yüzde 40'a yaklaştığı bilgisini verirken, ''Ülkemizde mobil numara taşınabilirliği çok kısa bir süre önce başlamış olmasına rağmen, numarasını taşıyanların oranı 8 ayda yüzde 6 seviyesine ulaştı. Bu gelişme ışığında, sabit numarasını taşıyanların oranının da kısa sürede oldukça yüksek olması bekleniyor'' dedi.

http://www.haber7.com/haber/20090906/Sabit-hatta-numara-tasima-basliyor.php
#1790
ADRES:
Yunusemre Kampusü, 26470 ESKİŞEHİR

HUKUK FAKÜLTESİ TEL:
Santral:  (0 222) 335 05 80 
#1791
Kontenjanlar ve Puanlar

Öğretim Yılı   Kontenjan   Puan Türü   En Düşük      En Yüksek
2002-2003        124           EA         179,419       191,157 
2003-2004        124           EA         334,427       347,832 
2004-2005        124           EA         326,728       340,47 
2005-2006          80           EA         336,06        350,367 
2006-2007          82           EA         324,7          340,857 

http://www.anadolu.edu.tr/akademik/fak_huk/puan.htm
#1792
Profesörler:
Hasan Nüvit GEREK

Doçentler:
Rana EŞKİNAT
Ayşe Tülin YÜRÜK

Yardımcı Doçentler:
Tolga AKKAYA
Ahmet Haluk ATALAY
Mustafa AVCI
Mesut AYGÜN
Doğan GÖKBEL
Hakan KARAKEHYA
Neval OKAN
Ozan Ercan TAŞKIN
Filiz TEPECİK
Elif UZUN
Ertuğrul UZUN
Esra YAKUT
Bülent YÜCEL

Öğretim Görevlileri:
Hayriye DOĞRAMACI
Gökhan GÜNEYSU
Meral GÜRBÜZ
Duygu ÖZER
Elvan SÜTKEN

Araştırma Görevlileri:
Kasım AKBAŞ
H. Sevinç AYDAR
Uğur KARA
İlknur KAYA
Mukaddes KORKMAZ
Esin KÜÇÜK
Özgür OĞUZ
Nazmiye ÖZENBAŞ
Özden ÖZER
Yusuf Sertaç SERTER
İlker Gökhan ŞEN
Barış TORAMAN
Kıvılcım TURANLI
Özlem YAZAR
Şerife YILDIZ

Diğer Öğretim Elemanları:
Ezgi DEMİRAYAK

http://www.anadolu.edu.tr/akademik/fak_huk/ogrelm.htm
#1793
GENEL BİLGİ

Hukuk Fakültesi 1993 yılında kurulmuştur. Fakültenin öğrenci alınmayan fakat eğitime destek veren Kamu Hukuku, Maliye ve Ekonomi, Özel Hukuk olmak üzere üç bölümü vardır. Hukuk Fakültesi, hukukla ilgili tüm alanlarda çalışacak ve hukuk danışmanı, yargıç, savcı ve avukat olarak görev yapacak nitelikli insan gücü yetiştirme amacını gütmekte, özel hukuk, kamu hukuku, maliye ve ekonomi konularında uzmanlaşmış hukukçu yetiştirmektedir.

Hakim ve savcılık sınavlarına katılan mezunlarımız, bu sınavlarda başarılı olarak hakim ve savcı olmaya hak kazanmaktadırlar. Stajlarını tamamlayan mezunlar da serbest avukat olarak mesleki yaşamlarına başlamaktadırlar.

AMAÇ

Hukuk Fakültesi, hukukla ilgili tüm alanlarda çalışacak ve hukuk danışmanı, yargıç, savcı ve avukat olarak görev yapacak nitelikli insan gücü yetiştirme amacını gütmekte, özel hukuk, kamu hukuku, maliye ve ekonomi konularında uzmanlaşmış hukukçu yetiştirmektedir.
Hakim ve savcılık sınavlarına katılan mezunlarımız, bu sınavlarda başarılı olarak hakim ve savcı olmaya hak kazanmaktadırlar. Stajlarını tamamlayan mezunlar da serbest avukat olarak mesleki yaşamlarına başlamaktadırlar.

AÇILAN PROGRAMLAR

Fakülte lisans, yükseklisans ve doktora programı sunmaktadır. Lisans üstü programlar için üniversite ve fakülte Sosyal Bilimler Enstitüsü aracılığı ile öğrenci seçmektedir. Hukuk Mastır ve Doktora programları için gerekli şartlar Enstitü tarafından duyurulur. Mastır ve Doktora programlarına girebilmek için bazı sınavlardan (LES, ..) başarılı olmak gerekmektedir. Diplomalar Enstitü tarafından düzenlenir.

Lisans
Lisans için, ÖSYM merkezince yapılan sınavla öğrenci alınmaktadır. 2003-2004 öğretim yılında 130 öğrenci hukuk fakültesinde okumaya hak kazanmıştır. Hukuk lisans eğitimi 4 yıldır. Öğrenciler aldıkları derslerden en az 2.00 ortalama ile mezun olmak zorundadırlar. Eğitim ve öğretim dili Türkçe'dir. Öğrenciler, eğer isterlerse, bir sene ingilizce hazırlık okuyabilirler.

Yükseklisans Programları
Öğrencilerin ders almaları ve araştırmalarını içeren bir tez hazırlamaları beklenmektedir. 2 yada 3 yılda tamamlamaları beklenmektedir.

Doktora Programı
Doktora derecesi için iki dönem dersleri takip etmek, başarı ile vermek ve sonrasında bir araştırma tezi hazırlamak gerekmektedir. Tez ve ders aşamasını tamamlamak için 3-4 yıllık süre sözkonusudur. Tez tamamlandıktan sonra sözlü bir savunma verilerek derece elde edilir.

Değerlendirme
Lisans programında bir ara sınav ve bir dönem sonu sınavı vardır. Öğretim görevlileri sınavı yazılı (klasik yada test) yada sözlü (engelli öğrenciler için) yapabilirler. Öğrenciler derslerin % 70'ine katılmak zorundadırlar

SUNULAN OLANAKLAR

Anadolu Üniversitesi 165000 aşkın kitap koleksiyonu olan geniş bir kütüphaneye sahiptir. Fakültemiz ayrıca kendi kütüphanesine de sahiptir.
İnternet bağlantısı olan 27 bilgisayar kapasiteli öğrencilerimiz için bir bilgisayar laboratuarımız var.

Fakültemiz bir konferans salonunu ve bir mahkeme salonu şeklinde dizayn edilmiş bir sınıfa da sahiptir.

Fakülte binamız engelli öğrencilerimiz için gerekli bina özelliklerine sahiptir.

ÖDÜLLER

•3. Farazi Dava ve Duruşma Yarışması, 2004 yılı üçüncülüğü.

•3. Farazi Dava ve Duruşma Yarışması, 2004 yılı En İyi Dilekçe Ödülü.

•2. Farazi Dava ve Duruşma Yarışması, 2003 yılı İnsan Hakları Hukuku dalında birincilik.

http://www.anadolu.edu.tr/akademik/fak_huk/index.htm
#1794
Adres:

Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanlığı PK. 10
Dumlupınar Bulvarı 07058 Kampus/ANTALYA 

Tel:
0 242 227 69 75-76

Faks:
0 242 227 69 77

e-posta:
hukuk@akdeniz.edu.tr

Elektronik Ağ
www.akdeniz.edu.tr/hukuk
#1795
Prof. Dr. Hayrettin ÖKÇESİZ
Doç. Dr. Aziz TAŞDELEN
Doç. Dr. Köksal KOCAAĞA
Doç. Dr. Zafer ZEYTİN
Yrd. Doç. Dr. İlknur ULUĞ
Yrd. Doç. Dr. Necla ÖZTÜRK
Yrd. Doç. Dr. Murat TÜRE
Yrd. Doç. Dr. Mehmet ALTUNKAYA
Yrd. Doç. Dr. Mehmet Hanifi BAYRAM
Yrd. Doç. Dr. Kudret ASLAN
Yrd. Doç. Dr. Erdal ÖZSUNAR
Yrd. Doç. Dr. İbrahim Uğur ESGÜN
Yrd. Doç. Dr. Halit YILMAZ
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Erdem CAN
Yrd. Doç. Dr. M. Barış GÜNAY
Yrd. Doç. Dr. M. Nihat KANBUR
Yrd. Doç. Dr. Seçkin YAVUZDOĞAN
Arş. Gör. Can BOYACI
Arş. Gör. Talha BARUT
Arş. Gör. Fahri DUTÇU
Arş. Gör. Gözde CANTÜRK
Arş. Gör. Esra CENKCİ
Arş. Gör. Tuba BİRİNCİ UZUN
Arş. Gör. Fatih ZORA
#1796
1- Tarihçe ve Genel Tanıtım Bilgileri :

Akdeniz Üniversitesi'nin Antalya merkez kampusu içinde bulunan fakültemiz, 3 Temmuz 1992 tarih ve 3837 sayılı yasayla ("Yüksek Öğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında Kanun"un 23/a maddesi değiştirilerek) kurulmuştur. Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair 2809 Sayılı Kanuna Ek Maddeler Eklenmesi ile 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair (Kanun No : 414 Kabul Tarihi : 5.6.1996) Kanun'un 1. maddesi ile de, 28.3.1993 Tarih ve 2809 sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanunun 23 üncü maddesinin (a) bendindeki "...Alanya Reisoğlu Hukuk Fakültesi..." ibaresi " Alanya Hukuk Fakültesi" şeklinde değiştirilmiştir.

Daha sonra Bakanlar Kurulu Kararı ile,

Karar Sayısı : 2002/3704

Akdeniz Üniversitesi Rektörlüğü'ne bağlı Alanya Hukuk Fakültesi'nin adındaki "Alanya" ibaresinin kaldırılması; Milli Eğitim Bakanlığı'nın 10/1/2002 tarihli ve 1050 sayılı yazısı üzerine, 28/3/1983 tarihli ve 2809 sayılı Kanunun değişik ek 30 uncu maddesine göre, Bakanlar Kurulu'nca 21/1/2002 tarihinde kararlaştırılmıştır.

Fakültemiz;

2000-2001 öğretim yılında 172 taban, 178 tavan puanıyla 31;

2001-2002 öğretim yılında 179 taban ,187 tavan puanıyla 32;

2002-2003 öğretim yılında 178 taban, 188 tavan puanıyla 41;

2003-2004 öğretim yılında 333 taban, 341 tavan puanıyla 42,

2004-2005 öğretim yılında 325 taban, 335 tavan puanıyla 42;

2005-2006 öğretim yılında 338 taban, 345 tavan puanıyla 50;

2006-2007 öğretim yılında 323 taban, 338 tavan puanıyla 50;

2007-2008 öğretim yılında 337 taban, 351 tavan puanıyla 50;

2008-2009 öğretim yılında 332 taban, 335 tavan puanıyla 21 öğrenci almıştır.

Haftalık altı saatlik seçimlik "ileri yabancı dil" dersleri ile mezuniyete kadar olan sürede Almanca, İngilizce ya da Fransızca dillerinden en az birini hukukta aktif olarak kullanabilir düzeyde öğrenme olanağı sağlanmaktadır.

Fakültemizde;

Kamu Hukuku Bölümü,

Özel Hukuk Bölümü,

Maliye ve Ekonomi Bölümü olmak üzere 3 bölüm bulunmaktadır.

Üniversitemizin Sosyal Bilimler Enstitüsü bünyesinde 2002-2003 öğretim yılından itibaren Özel Hukuk ve Kamu Hukuku Anabilim Dallarında yüksek lisans programları açılmıştır.

Fakültemizde 1 fakülte sekreteri, 3 bilgisayar işletmeni, 2 memur, 1 teknisyen yardımcısı, 1 hizmetli olmak üzere toplam 8 idari personel görev yapmaktadır.

http://proje.akdeniz.edu.tr/hukuk/hukuk/hakkimizda.asp
#1797
Bebeğiniz için emzik kullanma ya da kullanmama kararı sizindir. Tıpta da bu konuda ortak bir karar bulunmuyor. Sizin ve bebeğiniz için neyin en iyi olduğuna karar verirken, emziğin avantaj ve dezavantajlarını da gözönünde bulundurun.  
 
Mayo Clinic'in web sitesinde yer alan habere göre, birçok bebek güçlü emme refleksine sahip. Hatta bazı bebekler doğmadan önce elinin başparmağını ya da diğer parmaklarını emer. Beslenmenin ötesinde emme, sakinleştirici ve yatıştırıcı etkiye sahip. Bugün dünyada birçok aile emzik kullanıyor. Peki bebeğiniz için emzik ne kadar iyi? Amerikan Pediatri Akademisi emziklere yeşil ışık yakıyor. İşte size emzik kullanmanın avantaj ve dezavantajları:

Avantajları:

Bazı bebekler için emzik, beslenme arasındaki memnuniyetin anahtarıdır. Emziğin diğer avantajları ise şunlar:

- Emzik, mızmız bebeği sakinleştirir. Bazı bebekler, ağızlarında bir şey emdiklerinde mutlu olurlar.

- Emzik, geçici bir avunma sağlar. Bebeğiniz acıktığında, mamasını hazırlamanız için ya da emzirecek uygun bir yer bulmanız için size birkaç dakika kazandırır. Emzik ayrıca bebeğinize yapılan aşılar ya da kan testleri sırasında işe yarayabilir.

- Emzik bebeğinizin uykuya dalmasına yardımcı olur. Eğer bebeğiniz yatışmazsa, emzik onu kandırabilir.

- Emzik, ani bebek ölümü sendorumu riskini azaltmaya yardımcı olabilir. Araştırmacılar, uyurken emzik kullanımı ile ölüm riskinin azalması arasında bir ilişki tespit ettiler.

- Emzikler emrinize her an hazırdır. Emzik kullanmak istemeyince, atabilirsiniz. Eğer bebeğiniz başparmağını ya da parmaklarını emme alışkanlığı kazanırsa, bunu bıraktırmak daha zor olabilir.

Dezavantajları:

- Erken başlanan emzik bebeğin anne sütünü emmesini engelleyebilir. Göğsü emmek emzik ya da biberon emmekten farklıdır. Bazı bebeklere çok erken emzik verilirse, annesinin memesini emmeyi öğrenirken güçlükler yaşayabilir.

- Bebeğiniz emziğe bağımlı hale gelebilir. Eğer bebeğiniz uyumak için emzik kullanıyorsa, emzik ağzından çıktığında gecenin bir yarısı ağlar.

- Emzik kullanımı, orta kulak enfeksiyonu riskini artırabiliyor. Ancak, orta kulak enfeksiyonları bebekler 6 aylık olana kadara az görülmektedir.

- Uzun süreli emzik kullanımı, diş problemlerine neden olabilir. Bebeğin ilk yılı boyunca normal emzik kullanımı uzun-süreli diş sorunlarına yol açmaz. Ancak daha uzun süreli emzik, üst ön dişleri dışarıya doğru çarpıklaşabilir ya da çıkan dişler düzgün bir sırada olmayabilir.

Emzikle ilgili bilmeniz gereken diğer konular:

Eğer emzik kullanmayı tercih ettiyseniz, bunları aklınızdan çıkarmayın:

- Bebek meme emmeye iyice alışına kadar bekleyin, sabırlı olun. Bebeğin meme emerken rutin oluşturması birkaç haftadan uzun sürebilir. Eğer bebeğinize anne sütü veriyorsanız, uzmanlar emzik vermek için bebeğinizin 1 aylık olmasını beklemenizi öneriyor.

- Bebeğiniz her ağladığında emzik vermeyin. Bazen pozisyon değişikliği ya da beşiği sallamak bebeği sakinleştirebilir. Eğer bebeğiniz açsa, emzirmeyi ya da mama vermeyi deneyin.

- Tek parça ve bulaşık makinesinde yıkanabilen emzik seçin. Emzikler parçalandığı zaman tehlikeli olan iki parçadan oluşuyor. Şekli ve dayanıklılığı önemlidir. Çocuğunuzun hoşuna giden emzikten elinizin altında birkaç tane daha bulundurun. Çünkü, birçok bebek, alıştığını emziğin dışındakileri reddediyor.

- Bebeğinizin emziğe alışmasına izin verin. Eğer emzikle ilgilenmezse, daha sonra tekrar deneyin. Bebeğiniz uyurken emzik ağzından düşüyorsa tekrar vermeyin.

- Emziği temiz tutun. Emziği bebeğinize vermeden önce, sabunla ve suyla yıkayın, iyice kurutun. Temizlemek için emziği ağzınıza almayın, bu şekilde sadece bebeğinizin ağzına daha fazla mikrop yayarsınız.

- Emziğinizi koruyun. Sık sık emziği değiştirin, bozulma belirtilerini gözlemleyin. Eskimiş ya da çatlamış emziğin parçaları kopabilir ve tehlikeli hale gelebilir. Boynuna dolanma riski nedeniyle, emziğe özellikle bebeğiniz uyurken ip ya da askı takmayın.

Emziği bırakacağınız zamanı bilin. Eğer kulak enfeksiyonu gibi bir kaygınız varsa bebeğiniz 6 aylık olduğunda emziği bıraktırmaya başlayın. Kendi haline bırakılırsa birçok çocuk, 2 ile 4 yaş civarında emziği bırakır. Çocuğunuzun emzik kullanımı konusunda kaygılarınız varsa, çocuğunuzun doktoruna danışın.
#1798
Pek çok insan sıla hasreti çeker gibi "ah eski ramazanlar" diye iç geçiriyor.

Nitekim geçtiğimiz günlerde gazeteci Can Dündar; "Ramazan, ne oldu sana?" başlıklı eski ramazanları aradığını yansıtan içli bir yazı yazdı.

Ya sizler? Eski ramazanları mı arıyorsunuz, yoksa şimdikiler daha mı güzel? Gelin bu soruya cevap arayalım.

Bir araya geldiklerinde 'ah o eski ramazanlar' diye öykünüp duranlar, herhalde 150–200 sene öncesinden söz etmiyorlar. Olsa olsa kendi yaşadıkları eski ramazanları kastediyor olmalılar. Ülkemizde pek çok insanın ortalama 10 yaş civarında oruç tutmaya başladığını varsayarsak, "ah eski ramazanlar" diye iç geçirilen süre bu nedenle en fazla 60–70 sene öncesini kapsıyor olmalı.

Haydi hep birlikte yakın tarihimize bir bakalım, babalarımızın ya da bizim çocukluğumuzda eski ramazanlar nasıldı?

Örneğin 60 sene önce (1949'da) bu ülkenin minarelerinde aylardan ramazan bile olsa "Allah'ü Ekber" diye ezan okunması yasaktı. Ezanlar "Tanrı uludur, Tanrı Uludur" diye tangır tungur okunurdu. Biri çıksa orijinal haliyle ezan okumaya kalksa cezası hapisti. Hatta Demokrat Parti hükümeti ezanın Arapça orijinal haliyle okunmasına imkan veren (TCK' nın 526. Maddesinde) düzenleme yaptığında, yapılan iş sadece ezanın Türkçe dışında bir dilde okunmasına hapis ve para cezası getiren hükmü kaldırmak olmuştu. Ezan bile okunamayan bir ülkede ramazanın hangi güzelliğinden söz edeceksiniz.

Dahası da var. CHP'nin işbaşında olduğu tek parti döneminde sanki Ramazan ayı ile dalga geçer gibi, "Var ol İnönü" yazılmış mahyalar asılırdı minarelere...

O kadar uzağa gitmeyelim. 30 sene öncesinde bu ülkede 3–5 kişi bir araya gelip dini sohbet yapmaya kalksa ayin yapıyorlar diye şikâyet konusu olur, derdest edilip götürülürlerdi. Bu ülkede bunların hepsi oldu. Canlı tanıkları hala hayatta.

Biri azarladı biri ağırladı...

12 Eylül darbesini gerçekleştiren G. Kurmay Başkanı Org. Kenan Evren daha sonra cumhurbaşkanı oldu. Sadece 20 sene önce, dönemin TOBB Başkanı Ali Coşkun, üyelere iftar verdi diye Çankaya Köşkü'nde Kenan Evren tarafından azarlandı. Şimdilerde ise bizzat Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ yanına kuvvet komutanlarını da alarak iftar yemekleri veriyor. Çankaya Köşkü'nde iftarların ardı arkası kesilmiyor. Türkiye devletiyle milletiyle ramazanın tadına varıyor.

Biraz daha yakına gelelim...
15 yıl önce bu ülkenin meydanlarında öyle iftar çadırları diye bir adet yoktu. Halka açık Ramazan etkinlikleri yapılmazdı. Şimdi bırakın İstanbul gibi büyük şehirleri, 3–5 bin nüfuslu kasabalarda bile iftar çadırları kuruluyor. Her çadır birer konferans salonu gibi çok farklı ramazan etkinliklerine kucak açıyor. Yoksul vatandaşlarımızın kapılarına yardım paketleri bırakılıyor.

Son 10 yılda, başta Eyüp Sultan, Sultanahmet olmak üzere Selâtin Camilerinin avluları birer Medine siluetine bürünüyor. Binlerce insan cami avlularının ruhani ikliminde hep birlikte iftar açıyor.

Yakın zamana kadar İslami yayınlarda bu kadar çeşitlilik yokken, şimdilerde fuar alanları kitap sevdalıların beğenisine sunulmuş binlerce eserle hizmet veriyor. Üstelik teknolojinin sunduğu imkanlar eşliğinde görsel malzeme çeşitliliği ile...

Kur'an saklanırdı..

Dedelerinizden dinlemişsinizdir. Bir zamanlar kimse görmesin, başlarına birşey gelmesin diye Kur'an toprağa gömülürdü bu ülkede. Şimdilerde Kur'an'ın indiği ay olan mübarek ramazanda, başta ülkenin 70 bin camisinde olmak üzere, her mahallede çok sayıda evde mukabele düzenleniyor. Yüz binlerce hatm-i şerif indiriliyor. Yollarda, duraklarda, otobüslerde, iş yerlerinde, ellerinde Kur'an, hatm-i şeriflerini tamamlamak isteyen insanlar görüyorum. Ülke boydan boya Kur'an'laşıyor, Ramazanlaşıyor...

Bakmayın kimi eski toprak sanatçıların ramazan denildiğinde Şehzadebaşı ve Direklerarası etkinliklerinden söz etmelerine... O zaman nispeten seçkinci sınıfa hitap eden o tür etkinliklerin yerine, şimdilerde Anadolu'nun dört bir yanına yayılmış, her kesimden insana hitap eden programlar icra ediliyor.

Özel televizyonlarla ilgili kanal çeşitliliği ise ayrı bir şans. Muhafazakârlığıyla öne çıkan kanallarda yayınlanan ramazan programları manevi iklimden esintiler sunuyor, bilgilendiriyor... TRT'nin soğuk savaş dönemini andıran soğuk yüzünden bile artık herkesi kucaklayan, herkese seslenen Mevlana esintileri yayılıyor.

Bu ülkenin on binlerce insanı son yıllarda Ramazan umreleri için kutsal topraklara sel gibi akıyor ve oralardan ülkemize dualar gönderiyor. Hatta o kadar ki, 'aaa, oda mı umreye gitmiş" denilen çok sayıda tanınmış isim Beytullah'a koşuyor.

Sadece Türkiye mi? Dünyanın her yanında ramazanlar artık daha farklı bir coşkuyla yaşanıyor. Bu coşkuyu paylaşmak için Haber7'ye uzaklardan yazan yazar dostları da okumanızı öneriyorum. Örneğin Azerbaycan'dan yazan Lamiya Adilgızı, Azeri diyanet yetkililerin bile bir zamanlar namazdan habersiz olduğu ülkede, şimdilerde ramazanın ülkeyi nasıl dönüştürdüğünü anlatıyor. 

Biz aslında neyi arıyoruz?

Ramazanın kendisinde bir değişiklik yok. Aslında biz eski ramazanları değil, 'eski bizi' arıyoruz. Özlenen eski ramazanlar değil, bizim o eski samimi duygularımız...

Değişen biziz, yani insan...

"Ah eski ramazanlar" diyenler aslında çocukluk günlerinin ramazanlarını özlüyorlar... Yani, duygularının henüz dünya malı ihtirasıyla kirlenmediği, siyaset ya da ekonomi gündemiyle iğdiş olmadığı, geçim kaygısıyla gölgelenmediği ya da refah seviyesinin getirdiği tüketme yoğunlaşmasıyla perdelenmediği günleri...

Ama bir gerçek var ki, Ramazanlar her geçen yıl daha bir coşkuyla ihya ediliyor bu ülkede. Önemli olan, ne kadar bir coşku ve sarmalanma duygusuyla karşılık verdiğimizdir bu mübarek gün ve gecelere... Ne kadar istifade edebildiğimizdir.

Biz bu iklimin neresindeyiz sorusu, "ah eski ramazanlar" dillendirmesinden daha gerçekçidir...

http://www.haber7.com/haber/20090904/2-general-2-aykiri-iftar-ve-Turkiye-gercegi.php
#1799
Time: Sınırın açılması, Türkiye'nin bölgesel ağır siklet olma iddiasını güçlendirir 

Türk-Ermeni sınırının açılmasının Türkiye'nin bölgedeki konumunu önemli ölçüde güçlendireceği yorumları yapılıyor. Time dergisi, sınırın açılmasının, Türkiye'nin "bölgesel siyasi ağır siklet" olma iddiasını güçlendirmeye katkıda bulunacağını belirtti. 
 
Uluslararası Kriz Grubu uzmanı Hugh Pope da, "Hem Türkiye, hem de Ermenistan cesur ve devlet adamına yakışan bir adım attı. Başarılı olursa ikisi kazanacak" dedi. The Time dergisi, "Türkiye ve Ermenistan: Bir Asırlık Kan Davasında Buzlar Eriyor?" başlıklı analizinde iki ülkenin arasında varılan mutabakatın önemini vurgularken petrol ve gaz boruhatlarının geçtiği Kafkas bölgesinin ABD ve Rusya için taşıdığı öneminin altını çizdi. Obama Yönetiminin, Türk-Ermeni ilişkilerinin tesis edilmesinin dış politikasının bir önceliği olduğu işaretini verdiğini kaydeden dergi, "Ancak tarih, dünyanın bu bölgesinde güçlü bir sabotajçıdır ve daha önce görüşmeler onun ağırlığı altında çökmüştü" diye yazdı. Yeni plana göre, bir tarih komisyonunun kurulacağına, Türkiye'nin de, önce Karabağ sorununun çözülmesi ısrarından vazgeçtiğine dikkat çekildiği analizde Uluslararası Kriz Grubu uzmanı Hugh Pope'nin değerlendirmelerine yer verildi.

-"BAŞARILI OLURSA TÜRKİYE'NİN İTİBARINI ÖNEMLİ ÖLÇÜDE GERİ KAZANIR"-

Hugh Pope, "Hem Türkiye, hem de Ermenistan cesur ve devlet adamına yakışan bir adım attı. Başarılı olursa ikisi kazanacak" şeklinde konuştu. Pope, "Eğer (görüşmeler) başarılı olursa Türkiye, son dönemde sonmuş olan iç reformcu, bölgesel barış yapıcısı ve Avrupa Birliği üyelik sürecini ciddi olarak ilerleten ülke olarak itibarını büyük ölçüde geri kazanabilir" yorumunu da yaptı. Time, Kars Ticaret Odası Başkanı Ali Güvensoy'un sınırın açılmasının bölge ekonomisinin yüzde 20 büyüyebileceği tahmine de dikkat çektiği analizinde "Sınırın açılması aynı zamanda Türkiye'nin bölgesel siyasi ağır siklet olma iddiasını güçlendirmeye katkıda bulunacak" değerlendirmesini de yaptı. (ANKA)

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=889145
#1800
AA - Azerbaycan Cumhurbaşkanlığı Uluslararası İlişkiler Daire Başkanı Nevruz Memmedov, son zamanlarda Türk basınında Azerbaycan ile ilgili yanlış haberlerin yer aldığını ve bunları okurken şoke olduklarını belirterek, Azeri ve Türk toplumunu bu tür haberlere inanmamaya çağırdı.

APA Ajansı'na açıklama yapan Nevruz Memmedov, Türkiye ile Ermenistan arasında ilişkilerin normalleştirilmesine dair imzalanan protokollerin ardından Türk basınında Azerbaycan ile ilgili yanlış haberlerin yer aldığını ifade ederek, ''Bu tür haberler hem Türk toplumunu, hem Azeri toplumunu olumsuz etkiliyor. Her iki toplum bu tür haberleri dikkate almasın ve inanmasın'' diye konuştu.

Memmedov, bu haberlerin, Azerbaycan-Türkiye ilişkilerine zarar getirmek amacıyla yazıldığını söyledi.

Memmedov, Türkiye ile Ermenistan arasında parafe edilen protokollerin ardından Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev'in Gürcistan ziyaretini yarım bırakarak Azerbaycan Milli Meclisi'ni olağanüstü toplantıya çağırdığı, Azerbaycan'ın, Türkiye'yi ihanetle suçladığı ve Azerbaycan ile Ermenistan arasında bir protokol imzalandığı yönünde Türk basınında çıkan haberleri hatırlatarak, bu haberlerin gerçeği yansıtmadığının altını çizdi.

Söz konusu haberlerle ilgili Türkiye'nin Bakü Büyükelçisi Hulusi Kılıç ile de görüştüklerini belirten Memmedov, Kılıç'ın da tüm bunların dikkate alınmaması gerektiğini söylediğini kaydetti.

http://www.haberx.com/Dunya-Haberleri/Eylul-2009/Azerbaycandan-Turk-medyasi-uyarisi.aspx