Haberler:

Hukuk Forumumuza Hoşgeldiniz

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - kilimanjaro

#1981
Bugün şaşırtıcı bir çağrıda bulunmak istiyorum size.

"Kürt sorunu", siz de farkındasınız ki, her gün biraz daha etnik zemine doğru akıyor ve siz bundan büyük kaygı duyuyorsunuz. Sayın Baykal, "ayrışma" kaygısını bağıra bağıra seslendirmekten kaçınmıyor.

Seslendirip gündeme müdahil olmaktan ve yepyeni sivil-asker tartışmalarına yol açmaktan kaçınsa da benzeri bir sesin, Askerin içinde de yankılandığını tahmin etmek zor değil.

"Kürt sorunu" çözülsün ama ülkenin birlik bütünlüğünde de kapanması zor yaralar açılmasın!

İsteğiniz bu mu?

Peki, nasıl olacak bu?

Aslına bakarsanız şu anda hükümet, kendi özgün modeli böyle olmasa da tam da sizin, yani laik bir mantığın arayış yöntemleri içinde hareket ediyor ve tam da o yöntemler, "ayrışmaya yol çıkar" kaygılarına yol açıyor.

Sizin öteki yöntemlerinize gelince... Onlar zaten bu sorunun anası-babası...

"Kürt"e Türklüğü kabul ettirmek, "Türk"ü hangi anlamda kullanırsanız kullanın, olmuyor.

Bakın, bu işin bir tek yöntemi vardı, bunu Lozan'da Türkiye'yi temsil edenler biliyorlardı.

Evet, İslam, bu iki kavmi, hatta bu topraklarda Türkler ve Kürtler'le birlikte yaşayan daha birçok kavmi yıllar içinde adeta tek millet haline getirmişti.

Ne yazık ki Lozan tezi Lozan'da kaldı, yeni sistem, "din"den hareket etmediği için onun yerine bir başka ortak payda üretmeye yöneldi, onun adı "Türklük" olsun dedi ama Türklük telkini, hele İslam'ın azaltıldığı bir anlayış içinde, gittikçe daha çok karşıt aidiyetleri besleyici bir mahiyet kazandı.

Evet, bence İslam'ın üzerinde yeniden düşünmek gerekiyor.

Bugün de iki kavmi, kalben, Baykal'ın sözüne yansıyan güzel ifadeyle "Yürekten" buluşturacak başka bir şey yok.

Bakınız, "vatan" duygusu bile ayrı vatan sevgisi halinde ayrışma sebebi haline gelebiliyor.

İslam...

Bu aidiyet, asırlar içinde çok büyük bir coğrafyada kalbi bağlılıklar oluşturmuştur.

Bu, Türkiye'nin Türkler'i ve Kürtler'i için de böyledir.

Kürt sorununun çözümüne yönelik arayışlarda, Türk veya Kürt cenahından birçok çevre, yetişme şartları itibarıyla İslam'ı güçlü bir aidiyet olarak görmedikleri için, hep etnik aidiyet üzerinde yoğunlaşıyorlar.

Diyeceksiniz ki...

Bu dilden en çok AK Parti anlar.

Benim gibi bir insan, İslam gibi bir çözüm imkânını AK Parti hükümetine tavsiye etmeli, değil mi?

Bunu defalarca yaptım, "İslam bize nasıl bir imkân sağlar?" gibi bir gündemin MGK'ya getirilmesini önerdim ama AK Parti böyle bir çözüm zemini ile ortaya çıkamıyor.

Evet, çıkamıyor.

Çünkü Askerin ve CHP'nin koruma kollama misyonunda birbiriyle yarıştığı laik statüko, AK Parti'nin, böyle bir çözüm imkanının yanına bile yaklaşmasını önlüyor.

Onun için size sesleniyorum.

Türkiye, tarihinin en kritik noktasında...

Belki de uluslararası güç odakları, Lozan'daki karşı tezleri için en uygun zamanda olduklarını düşünüyorlardır.

Kaç kere "Azınlık" tanımlamaları yapmaya kalkıştılar.

Gene bizim Kürt'ümüz, Alevi'miz, bu yemlere prim vermedi.

Ama Türkiye, etnik ve mezhep bilinci istikametinde zorlanıyor.

Asker ve CHP, İslam'ın Türkiye için stratejik anlamını bir kere daha müzakere kapısı açmalı diyorum, ben.

Stratejik anlam... Toplumun Müslüman karakteri Türkiye'yi ne kadar Türkiye yapıyor, sorusu mesela... Toplum bütünlüğünü ne kadar besliyor? İslamsız, İslam'ı azaltılmış bir Türkiye nasıl olurdu?

İnanın böyle bir imkân, Türkiye'yi değerlendiren bütün strateji odaklarında dikkate alınmaktadır.

Asker ve Baykal, sürpriz yapsın hükümete...

Türkiye'nin asıl sürprizi bu olacaktır.

Asıl büyük hamlesi bu olacaktır.

Kürtler'in kimlik talepleri vs. hepsi karşılansın. Dillerini rahatlıkla konuşsunlar. Eğitimini yapsınlar. Köylerinin Kürtçe isimleri rahatlıkla kullanılsın. Vs. vs.

Şimdi korkulan pek çok şey bile yapılabilir.

Diyoruz ya, Osmanlı'da oraya rahatlıkla Kürdistan deniliyordu, nasıl oluyordu bu?

O tılsım İslam aidiyetinin diğer tüm aidiyetleri hem koruması hem entegre edebilmesi idi.

Sorunumuz, bu büyük coğrafyanın çözülmeler çağını bitirmesi ve entegrasyonlar çağını başlatabilmesinde toplanıyor.

Burada Türkiye kilit ülke.

Orada da sivil-asker iradesinin aynı istikamete yürümesi meselesi var.

Türkiye'de Asker ve CHP ile toplumsal dinamikler farklı istikametlere gittiği ve bu iki faktör, statükonun bel kemiğini oluşturduğu için sancılar bitmiyor.

Ey asker, ey CHP, Türkiye'nin bu en kritik günlerinde bir başka doğuma imkân açın.

Samimiyetimi anlıyor musunuz?

Türkiye için tarihi bir şey yapın.

http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/75615-kurt-sorunu-asker-chp-islam-makalesi.aspx
#1982
Devlet Bahçeli'nin o munis dünyasından o müthiş öfkenin nasıl çıktığına her zaman hayret etmişimdir. "Demokratik açılım" diye yola çıkılıp kısa süre içinde "Kürt açılımı" haline gelen malum hadisedeki öfke boyutu da hoş değil.

Kaldı ki Bahçeli'nin sergilediği tavrın bir başka riskli yanı, bundan böyle açılıma yönelik tüm eleştirilerin MHP söyleminin gölgesinde kalma, onunla paralel görünme ihtimali ve bu yüzden kaçınılmaz eleştirilerin bile ortaya konmama durumu.

Bunu MHP önemser mi bilinmez ama Kürt meselesinde MHP ile paralel düşme halinin, pek çok insan için, en azından sorunun çözümüne katkıyı engelleyeceği kaygısıyla, caydırıcı nitelik taşıdığını ifade etmeliyim.

Bununla birlikte, MHP'nin itirazı önemsiz midir, ihmal edilebilir bir siyasi çıkış mıdır diye sorulduğunda buna cevabın da 'hayır' olması gerektiğini düşünürüm.

Aynı şey, CHP'nin geliştireceği itiraz için söz konusudur.

Her iki partinin, genelde bugüne kadar Ankara'da şekillenen politikaları sahiplendikleri biliniyor. Bunun yine genelde "ulusalcı" bir çizgi olduğu da söylenebilir.

Bu iki siyasi çizginin, Türkiye'de bir toplumsal karşılığının bulunduğu da bir vakıadır.

Bunun tersinden ifadesi, bütünüyle olmasa da DTP'nin siyasi çizgisiyle somutlaşır.

Herkes, hükümetin Kürt sorununa çözüm ararken DTP ile görüşmesine özel önem vermiştir. Bu yüzden: Başbakan'ın DTP'lilerle görüşmesi-görüşmemesi, önemli bir siyasi hadise haline gelmiştir.

DTP'nin bütünüyle karşı çıktığı bir çözüm paketinin, Kürt seçmen nezdinde yeterince içselleştirilemeyeceği de genel kabul halindedir.

Peki, MHP ve CHP'nin bütünüyle karşı çıktığı bir çözüm paketi, toplumun bir başka kesiminde tepki oluşturmaz mı?

Yoksa bu tepkiyi önemsemek gerekmiyor mu?

Başbakan Erdoğan'ın, DTP ile görüşmeme kararından vazgeçip, şimdi de "İhanetle suçlandığı gerekçesiyle" MHP ile görüşmeme eğiliminde olduğuna dair iddialar var.

Bazen medyadaki yaygın yargılayıp biçmeler, siyasi yapılanmaların kolay ıskalanmasına sebep olabiliyor. MHP de zaman zaman böyle kolay harcanan partilerdendir. Bahçeli, "Gerekirse dağa çıkar, 25 yıl dolaşırız" gibi son derece yüksek perdeden bir savaş söylemine giderken, herhalde hesapsız bir atışta bulunma psikolojisinde değildir. Bu söylemiyle Bahçeli'nin hem bir toplum kesimindeki öfkeyi yansıttığını hem de böyle bir öfkeyi oluşturmak istediğini düşünmek lazım.

Onun için Bahçeli'yi yabana atmak, çözüm arayışında çok sağlıklı bir yaklaşım değildir.

Bahçeli, "12 kötü adam" söylemiyle, bir noktada hükümeti, görüşlerine başvurduğu gazetecilerle bütünleştirmiş olmaktadır.

Doğrusu bundan böyle, söz konusu gazeteci-yazarların soruna ilişkin değerlendirmeleri, teklifleri vs. sık sık "hükümetin kılavuzları" sadedinde gündeme gelip tartışılacaktır.

Çünkü kamuoyu, gazeteci-yazar seçiminde, 2005 yılında olduğu gibi nasıl bir kriterin uygulandığını bilmiyor.

Türkiye'de "Kürt sorunu" çeşit çeşittir, soruna ilişkin görüşler çeşit çeşittir ve çözüm sadedinde de gazeteci, yazar, bilim adamı niteliğinde sayısız isim vardır.

Bu durumda, görüşülenler:
-Görüşleri paylaşılanlar mıdır?
-Paylaşılan görüşlerini belirtmeleri için mi çağırılmışlardır?
-Onların bundan böyle medyaya yansıttığı görüşlerini hükümetin görüşleri olarak mı kabul etmek gerekecektir?

Çağırılmayanlar:
-Görüşlerine değer verilmediği için mi çağırılmamışlardır?
-Görüşleri benimsenmediği için mi çağrılmamışlardır?

Bu sorular, hükümetin bir görüşü, bir eğilimi, bir çözüm paketi bulunduğunu, dolayısıyla buna kamuoyu desteği sağlamaya çalıştığını, söz konusu gazeteci-yazarları da kendisine yakın bulduğu için görüştüğü kanaatinden kaynaklanır.

Acaba öyle midir?

Yoksa hükümetin sorunun çözümüne ilişkin herhangi bir projesi hiç mi mevcut değildir?

Ben, hep, AK Parti'nin sorunu "etnik zemin" ötesinde çözebilecek bir planı olmasını bekledim. Hep "Siz siz olun yeter" dedim.

Ama konu hep etnik alana doğru savruluyor ve istişare zeminleri de böyle oluşturuluyor. Demek bir "AK Parti görüşü mevcut değilmiş" diye mi düşünmeliyiz?

"Taş atan çocuklar sorunu"nu çözmek için etnik yaklaşım mı gerekiyordu, yoksa azıcık basiret ve insani duyarlılık mı?

İşte basiret devreye girdi ve çözüm ufku görüldü.

Dağdan inenlere iş bulmak!

Bu, çözümün olmazsa olmaz şartlarından sayılıyor.

Doğru, bu yapılmalı.

Peki ya Diyarbakır'ın, Şemdinli'nin kahvehanelerinde, İstanbul'un varoşlarında işsiz bekleyenlere ne olacak?

Onlar da iş bulmak için dağa mı çıkacaklar?

Ve biz de ondan sonra:

"Dağa çıkmak hiç bu kadar cazip olmamıştı" mı demek zorunda kalacağız?

Hasan Cemal, "Çetrefil meselelerin çözümünde gizlilik esas olmalıdır" diyor. Eski MİT müsteşarlarından Sönmez Köksal da "Sürecin gizlilik içinde yürütülmesi"ni öğütlüyor. Bu öğütler hükümete büyük risk yüklüyor. Bu gizli işler içinde deşifre olacak bir hadise, toplum nezdinde güveni sıfırlayıp, her şeyi sıfıra müncer edebilir.

http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/75540-mhp-cizgisini-ne-yapmali-makalesi.aspx
#1983
Şemdin Sakık kimlikten söz etmiyor (04 Ağustos 2009 Salı)

Kürt meselesi ne meselesi? Paşalarımız da itiraf ettiler ki, kimlik meselesi... Acaba gerçekten öyle mi? Gençler dağa kimlik diye yanıp kavruldukları için çıkıyorlar.

Acaba öyle mi?

Kürtler'in büyük çoğunluğu kimlik sorunu ile yanıp tutuşuyor.

Acaba öyle mi?

Türkler, yaman bir kimlik duygusu ile Kürtler'e karşı aşağılayıcı davranıyorlar. (Ahmet İnsel'in görüşüne göre Sünni Türkler, Kürtler'i ve Aleviler'i küçük görüyorlar. Bkz. Neşe Düzel ile mülakat-Taraf.)

Acaba öyle mi?

Gelin, şu Şemdin Sakık'ın sözlerini okuyalım.

Mardin'in Bilge köyünde, 44 kişinin öldürüldüğü katliamı araştıran Hayat Boyu Eğitim Gelişim Derneği, Diyarbakır Cezaevi'nde bulunan Şemdin Sakık ile de "şiddet olgusu" üzerine bir görüşme yapıyor.

Terör örgütünün elebaşılarından biriyken Kuzey Irak'ta yakalanıp Türkiye'ye getirilip müebbet hapse çarptırılan Şemdin Sakık, çoğu Doğulu çocuk gibi şiddet görerek büyüdüğünü anlatıyor. Sakık, dağa çıkış sebeplerinin gerekçelerini anlatırken babasına ve üvey kardeşi DTP Milletvekili Sırrı Sakık'a öfke kusuyor. Sakık'ın sözleri şöyle:

"Beni, annemi ve kardeşlerimi yoksulluğa ama daha önemlisi yoksunluğa düşüren babamdı. Babam Muş'un o zamanki zenginlerinden olduğu halde ikinci eşi olan annemi, beni ve kardeşlerimi dışladı, ortada bıraktı. Birinci ve üçüncü eşi ve onlardan olan üvey kardeşlerim bolluk, refah içinde yaşarken biz karnımızı doyurma, kışı donmadan geçirebilme mücadelesi veriyorduk. Böyle bir durumda kendi acılarından çok annenin, öz kardeşlerinin sefaletine öfke duyuyor insan.

"Üvey kardeşlerimin, özellikle Sırrı Sakık'ın günlük hovardaca harcamaları bizim terk edilmiş aile olarak aylık geçim bütçemizden fazla idi. O altında 300-400 bin liralık pahalı ciplerle gününü gün ederken biz karnımızı doyurmak için ekmek bulamıyorduk. O günlerin bilinçaltı öfkesidir ki Sırrı Sakık ile ilgili ne zaman bir TV programına rastlasam bindiği uçağın parçalanmasını ve onun da yok olmasını hayal ederim.

"İşte çocukluğumda bütün hücrelerimin şiddet dolu hale gelmesine sebep olan tablo. Tablonun gerisini zihninizde fiziksel, sözel, duygusal, sosyal şiddet figürleriyle dopdolu hale getirin işte. Burada esas kahredici olan yoksulluk değil, haklarının insanın elinden alınmış olması, yani yoksunluktur.

"Muş'un zenginleri arasındaki babam ile üvey kardeşlerim bu şekilde yaşarken ben çöplüklerde, annem ise köylünün kapısında yiyecek bulmaya çalıştı. Bize yapılan adaletsizliğin, insafsızlığın doruğuydu. İnsanoğlunun kendi türüne, hem de kardeşine, evladına karşı ne kadar insafsızlaşabileceğinin açık bir örneğiydi.

"Bana 'ilk kurşunu babasına sıkan adam' diyorlar. Doğrusu hak etmişti ama ben yapmadım. Her konuda olduğu gibi, bu konuda da yalan söylediler. Ben ilk kurşunu babasına sıkan adam değil, mahkeme tutanaklarında da görüldüğü gibi ilk kurşunu üvey kardeşlerimden yiyen adamım.

"Ben 18 yıl dağda kaldım. Örgüte katılan herkesten, önce geniş bir öz geçmiş alıyordum. Güçlü bir aşiretten, zengin bir aileden, mutlu bir ortamdan gelip örgüte katılan hiç kimseye rastlamadım. Örgüte katılanlar, benim gibi dışlanmış, ailesinden, çevreden şiddet görmüş insanlardı.

"Üvey anne dayağı, baba, amca, ağabey, komşu şiddetiyle büyüyor bölge çocukları. Çok kalabalık aile ortamlarında ihtiyaçları olan sevgiden, ilgiden yoksun kalıyorlar. Bu da onları,
öfkeye, öç almaya itiyor. Büyüyüp bir genç olunca devlette iş bulanlar bir şekilde kendini güçlü hissediyor, kurtulmuş sayıyor. Ama ortada kalanlar ki bunlar büyük çoğunluğu teşkil ediyor, ister istemez bir kurtuluş arayışına giriyor. İşte dağa çıkanlar bu grup içinde kalanlardır."

Evet, Şemdin Sakık böyle söylüyor:

-Zengin Kürt babam, üç karı aldı, ikisine iyi davrandı, ortanca karısını ve çocuklarını yokluğa mahkum etti. Üvey biraderler zevki safa içinde yaşadı, biz kuru ekmeğe mahkum olduk ve dağa çıktık...

Özeti bu.

Şemdin Sakık dağda Kürt davasını yürüttü, Sırrı Sakık şehirde...

Nasıl bir Kürtlük davası bu?

Şemdin Sakık, "dağa çıkış"ı tahlil ederken, çok objektif bir toplum tahlili yapıyor.

Evet, "kimlik savaşı" veren bir siyasi Kürtçülük var.

Sağolsun, bizim devletimiz de, Osmanlı'nın parçalanış seyrinden kaygıya kapılıp, son Türk devletinde, döve döve Türk kimliği ve Kürt kimliği oluşturmuş bulunuyor.
Ama bu, geniş anlamda Türk ve Kürt halkına ne kadar mal oldu derseniz, bana göre çok sınırlı. "Müslüman-Türk-Kürt" gibi tanımlamaları alt alta sıralayıp, sorun şimdi Türk ve Kürt halklarına, "Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?" diye...

Şu anda "Kürt sorunu", bütünüyle etnik alana ve kimlik işine odaklandırılmış durumda.

Bu yaklaşım, Doğu-Güneydoğu'ya yapılan yol, su, sağlık hizmetleri, GAP yatırımları vs. bütün bunları "Canım bunlar da mesele mi?" noktasına getirmiş bulunuyor.

Bu, AK Parti'ye ait özgün bir tez miydi?

Ne diyelim? AK Parti'mize hayırlı uğurlu olsun.

http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/75469-semdin-sakik-kimlikten-soz-etmiyor-makalesi.aspx
#1984
"Kürt sorununu çözerken, ortaya bir Türk sorunu çıkar mı?" sorusu, "Demokratikleşme Açılımı"nın önündeki tuzaklardan biri, belki de en önemlisi gibi görünüyor.
Peki gerçekten böyle bir tehlike var mı? "Demokratikleşme açılımı" yol alırken bir "Türk tepkisi" yükselecek ve sorunun çözümünü zorlaştıracak mı? Meselenin parti siyaseti boyutu var. Kürt sorununu çözmek için atılan adımların partilerin oy dengelerini değiştirmesi bekleniyor. AK Parti, bu "Türk tepkisi" yüzünden oy kaybedecek. MHP "Türk tepkisi"nin doğal temsilcisi olarak oy tabanını genişletecek. Bu öngörü doğru mu? "Türk sorunu" tabiri düpedüz bir tehdit. Milliyetçi bir tehdit. Bu tehdit, Kürt kimliğini, Türk sıfatının düşmanı olarak görüyor. Kürtçe başta olmak üzere, Kürtlerin taleplerinin kabul edilmesini Türklüğün gerilemesi olarak kabul ediyor. Mahallenin delikanlısı çıkıyor "belâ olurum" diye bağırıyor.

2005 yılının Nevruz'unda, Mersin'de küçük çocukların Türk bayrağını yere atıp yakmasını hatırlarsınız. Arkasından bütün Türkiye ayağa kalkmış ve bayrak mitingleri ile herkes sokağa dökülmüştü. Zaman'da, "Türkiye'yi Kürtler değil Türkçüler bölüyor" diyen bir yazı yayımlamıştım. Türkçü dostlarımdan çok tepki geldi. "Bize çok ağır ithamda bulunuyorsun, nedir bize bunu anlat" diye Türk Ocakları'ndan özel bir davet aldım. 37 kalburüstü Türk milliyetçisi ile genel merkez binasında geç vakte kadar konuştuk. Ben sadece Kürtlerle aralarında bir empati kurmalarını istiyordum. Adı efsane olmuş saygın biri döndü diğerlerine şu soruyu sordu: "Beyler, şu konuştuğumuz dili yani Türkçeyi yasaklasalar ne yaparsınız?" Cevabı yine kendisi verdi: "Ben, silahı alıp dağa çıkardım."

TÜRKÇÜ HASSASİYETİNİ KULLANANLAR

Mersin'de Türk bayrağının yakılmasının bir provokasyon olduğu sonradan anlaşıldı. O günlerde Türkiye'yi inleten "bayrağı yakanı yakarız" sloganının resmî olarak üretildiği de. Aslında bütünüyle Kürt karşıtlığının, hatta düşmanlığının bir psikolojik harekât çerçevesinde topluma pompalandığını, Ergenekon davası bugün bize tane tane anlatıyor. Şehit askerlerin cenaze namazları kılınırken cami avlularında "katil iktidar" diye slogan attıranların, şehit kanının değil iktidar hesaplarının peşinde olduklarını bugün artık ayan-beyan biliyoruz. Öyleyse bir hatayı düzeltmek lâzım. Dün Türkiye'yi bölmeye yeltenenler Türkçü hassasiyeti kullanan Ergenekoncularmış, Türkçüler değil. Bugün artık Türk milliyetçilerinin de aklı başına gelmiş olmalı. Demek ki bir "Türk sorunu"nun ortaya çıkması için bir sebep yok. Çünkü Ergenekoncular Silivri'de çok meşguller; böyle bir sorunu ortaya çıkartacak ne zamanları ne de imkânları var.

Peki Türkler arasında Kürtlere karşı bir tepki, bir soğukluk veya mesafe yok mu? MHP'nin oy tabanı bu sorunun cevabını değil ama belki bazı işaretleri barındırıyor. MHP son seçimlerde oylarını Batı'da artırdı. Türkiye'nin ana Türk damarı olan Orta Anadolu platosunda geriledi. Milliyetçilik ötekileştirmeden beslenir. MHP'nin Batı'da aldığı oylarda Kürt karşıtlığının bir payı var. Kürt nüfusunun yarıdan fazlası Türkiye'nin batısında yaşıyor. Demek ki Türkiye sınırları içinde var olan en zıt iki kültür karşı karşıya geliyor. Bu karşılaşmanın –ekonomik faktörler de dikkate alınınca- bir gerilim oluşturması doğal. Bu gerilimin bir tarafında yer alan "Türk sorunu"nu tanıyabilmek için tam bu noktada Türkiye'nin etnik yapısına eğilmek gerekiyor.

Neden Batı? Türkiye'nin batı kesimleri, İmparatorluk bakiyesi Türkleşmiş halkların daha yoğun yaşadığı bölgeler. Bugün edindikleri vatanın kıymetini birkaç nesil önce göç acıları ile tecrübe ederek anlamış insanların psikolojisinden söz ediyorum. Aslında farklı olana ve dünyaya daha açık topluluklar bunlar. Kürtlere dönüp şunu söylüyorlar: "Size ne oluyor? Bizim kabul edip benimsediğimiz kimliğe, yani Türklüğe siz niye karşı çıkıyorsunuz? Neden bizim gibi potanın içinde erimiyorsunuz?" Eğer bir Türk-Kürt karşıtlığından söz edeceksek, bu karşıtlığın Türk tarafında yer alan kişi daha çok kim olabilir? Bir Girit muhaciri mi? Yoksa Yozgatlı bir Türkmen mi?

KÜÇÜCÜK BİR TÜRKİYE ÖZLEMİ

Çıkartacağımız sonuç şu: Eğer bir "Türk sorunu" varsa veya ortaya çıkacaksa bu sorun Türklerin çıkardığı bir sorun olmayacak. Demek ki "Kürt sorununu çözerseniz ben de Türk sorunu çıkartırım" diye tehditler savuranları, "Türklük skalası"nda bir yere yerleştirirken çok dikkatli olmak gerekecek. Amacım kimsenin etnik kökeni hakkında fikir yürütmek değil. Sadece "Türk sorunu"ndan bahsedenlerin ve etnik kökeni önemseyenlerin eline kendilerine de uygulayabilecekleri bir ölçü veriyorum. Türkler sorun olmazlar ve "Türk sorunu"ndan bahsetmezler.

Türk milliyetçiliği, çöken imparatorluğun bir kurtuluş reçetesi olarak gelişti. Mesele milleti çok sevmek değil, devleti kurtarmaktı. Cumhuriyet kurulduğu zaman ise neredeyse mütecanis bir topluluk ortaya çıkmıştı. Tek istisna Kürtlerdi. Cumhuriyet ulus-devlet projesi ile önce şehirli nüfusu, sonra da dağda-köyde yaşayan Türkleri Türkleştirmeye yani bir ulusa dönüştürmeye çalıştı. 2009 yılının Temmuz ayında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin İçişleri Bakanı'nın yöntemi üzerine bilgi verdiği "Demokratikleşme açılımı", Kürtlerin dar ve sınırlı bir Türklük içinde eritilmesi politikasının iflas ettiğini ilan ediyor. Bu sorunu çözmek için elinizde iki araç var. Biri demokrasinin ve hukukun standartlarını yükselterek Kürtlerin güvenli ve onurlu biçimde yaşayacakları bir ülkeyi elbirliği ile vücuda getirmek. İkincisi, ulus devletler çağında vazgeçemeyeceğiniz ulus-devletin içini Kürtlerin Kürt olarak yer alabilecekleri şekilde genişletmek. Birincisi bir devlet politikası, ikincisi ise en başta Türk milliyetçilerinin işi.

"Türk sorunu" tehdidinde bulunmak milliyetçilik değil, sadece farklı olana düşmanlık demek. Bu tehdidin içinde Türk tarihine, hatta bu tarihin kaba hatlarına dair dar bir ufuk bile yer almıyor. 600 yıllık imparatorluğun sona erişinin üzerinden henüz bir asır bile geçmeden farklı olana tahammülsüzlük göstermek, Türk olmakla değil sadece düşman aramakla açıklanabilir. Bu topraklara bütünüyle yabancı, modern dünyanın karanlık tarafının yeniden ürettiği bir tür ilkellik bu.

Uzun terör yıllarında Türkiye'de bir Kürt-Türk düşmanlığı gelişmedi. Çünkü Kürt sorunu toplumdaki ayrışmanın, bölünmenin yarattığı bir sorun değildi. Devletin kendisinin ürettiği, sonra da içinden çıkamadığı bir sorundu. Devlet demokratikleşmeye, hukuka daha fazla bağlanmaya karar verdiği zaman bu sorun da kalmayacak. Bu sorun çözüm yoluna girmişken "Türk sorunu"ndan dem vurmak, küçücük bir Türkiye özlemini dile getirmek demek. Ben buna "Küçük Türkiye milliyetçiliği" diyorum. Doğrusu şu: Kürt sorunu Türkiye'nin ve aynı zamanda Türklerin sorunudur. Kürtlere haksızlık yapılmıştır. Bu haksızlıklar giderilecek ve Türkiye yoluna taze bir başlangıçla devam edecektir. Türkiye'nin "Türk sorunu" var mı? Belki. Ama kesin olan bir şey var: Bu sorun Türklerin sorunu değil.

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazarno=1076
#1985
Tatil yapmanın iyi tarafı şu: Gazete okumayabiliyorsun, Türkiye Cumhuriyeti adı verilen tuhaf ülkenin kronik ve saçma gündemiyle meşgul olmayabiliyorsun, dolayısıyla her şey uyarındaymış gibi yapabiliyorsun.

Değil oysa...

Tatil biter, valizler açılır, okumayı umduğun kitaplar yeniden raflara dizilir, 'gazete' ve 'televizyon' hayatındaki eski yerini alır, o zaman 'Ulan sahi' dersin, 'HSYK diye bir meselemiz vardı. Ali Suat Ertosun Bey'in başarılarını konuşuyor, Ergenekon savcılarına ne yapılacağını tartışıyorduk.'

Ben döndüğümde kriz bitmişti.

Hangi kritik noktalara hangi kritik atamaların yapıldığını izleyemedim ama Ergenekon savcıları yerinde kalmış. Hákimlere de dokunulamamış...

Fakat, HSYK diye bir meselemiz hálá var.

İş ('şimdilik' kaydıyla) tatlıya bağlandı diye, HSYK meselesini konuşmayacak mıyız, değerli bir hukukçu olan Ali Suat Ertosun Bey'in geçmiş başarılarını, gelecekte kaydedeceği 'muvaffakiyetleri', vatana hizmet çerçevesinde gerçekleştirdiği 'yararlı' icraatları tartışmayacak mıyız?

Hem tartışacağız, hem soracağız, hem sorgulayacağız...

HSYK üyeliği ve 'devlet üstün hizmet madalyası'yla onurlandırılan bu değerli HSYK üyesi, bir zamanlar Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü'ydü.

Muhtemelen bu görevinde 'başarılı' bulundu...

Bu 'başarı'yı görüp ödül ve taltif mekanizmasını işleten dönemin Adalet Bakanı ve büyük devlet adamı Cemil Çiçek'i de ayrıca kutlamak lazım.

Ertosun Bey, dün bir basın toplantısı düzenledi ve hakkındaki iddialara cevap verdi... Uyku saatim olmasına rağmen, fedakarlık yapıp izledim.

Hiç ikna olmadım.

Sabancı'nın katili Mustafa Duyar'ı 'susturan' Ergin kardeşler bu kutsal görevi kim(ler)den aldı? Ergin kardeşler, bu cinayeti müteakip, 'infaz merkezi' olarak da anılan cezaevine neden sürülmek istendi?

Bu soruların cevabını öğrenemedik.

Daha doğrusu, Ertosun'un söyledikleri bizi tatmin etmedi.

Daha da 'yakıcı' soruyu Can Dündar gündeme getirmişti ama bu soruya da açık, anlaşılabilir ve kamu vicdanını tatmin edecek netlikte cevaplar alamadık.

Ertosun Bey, Mustafa Duyar'dan konuşma sözü alan gazeteci Can Dündar'ı, Bakanlıktan gerekli izinler alındığı halde cezaevine sokmuyor.

Neden?

Mustafa Duyar para istemiş... Estekmiş... Köstekmiş...

Bu mudur?

Ertosun Bey, geçmiş tarihlerde, bu satırların yazarının da zorlamasıyla, tedavi izni verilmediği için gözlerini kaybeden Leyla Büyükdağ adlı hükümlü hakkında bir açıklama yapmış, olayda bir kusuru bulunmadığını ifade etmişti.

Peki, TAYAD'ın hazırladığı 'Hapishanelerde Sessiz İmha' adlı rapora ne diyordu?

Mezkur rapor, yüzlerce tutuklu ve hükümlünün çeşitli hastalıklarla boğuştuğu ve bazı tutuklu ve hükümlülerin tedavilerinin (bilerek ya da bilmeyerek) engellendiğini iddia ediyordu.

Ertosun Bey bu iddialara da cevap vermedi.

Konu basın toplantısında da gündeme getirilmedi.

Bir HSYK üyesi ne diye Ergenekon sanıklarıyla görüşür?

Ne diye JİTEM'ci komutanlarla bağ evlerinde buluşur? Onlarla ne paylaşır?

Bunları bilmek istiyoruz.

Ek olarak, 'Hayata Dönüş Operasyonu' adı verilen, ama 37 hükümlünün hayattan koparılmasıyla sonuçlanan 'hadise'nin encamını merak ediyoruz.

Ertosun Bey diyor ki, 'İsterdik ki, Hayata Dönüş Operasyonu ölümsüz neticelensin. Ergenekon sanığı olan şahıs da benim dostumdur. Biz her zaman bir araya gelip memleket sorunlarını konuşuruz. Her şeyi konuşuruz. Tarım politikalarını bile konuşuruz...'

Öyle mi?

Hukuku ne zaman konuşacaksınız?

Soruşturma görevini yürüten hákim ve savcılara uygulanan baskıları ne zaman konuşacaksınız?

Cezaevlerinde şaibeli bir şekilde ortadan kaldırılan tutuklu ve hükümlülerin durumunu ne zaman konuşacaksınız?

Soru sorduğu için yaka paça dışarı atılan gazetecileri ne zaman konuşacaksınız?

http://www.stargazete.com/gazete/yazar/ahmet-kekec/ertosun-bey-zek-mizla-alay-mi-ediyor-204684.htm
#1986
Tartışmaların odağındaki isim Ali Suat Ertosun, hakkındaki iddialara cevap vermek için dün medyanın karşısına çıktı.
Kimi HSYK üyeleri de Ertosun'u yalnız bırakmadı, ona eşlik etti. Soru- cevap kısmında tatsızlık da yaşandı, korumalar Vakit muhabirini salondan çıkarmak istedi. Muhabirin sorusu yerindeydi: 'Genç hâkimlere Ergenekon sanıklarıyla yemek yemesini tavsiye ediyor musunuz?'

Bu güzel soru karışıklık sırasında kaynadı, gitti. Maalesef kamuoyu Ertosun'un cevabını öğrenemedi. Ertosun, uzun uzun onlarca mahkûmun hayatına mal olan 'Hayata Dönüş' operasyonunu anlattı. 'Kararı veren ben değildim, hükümet ve MGK idi, kısaca devletti.' dedi. Mustafa Duyar'ın kendisinden önce Afyon Cezaevi'ne nakledildiğini söylese de genel müdürlüğü döneminde susturulduğu gerçeği soru işareti olarak kaldı. Duyar'ın öldürülmesi yakın tarihin en karanlık olaylarından. Konuşmasının birileri tarafından engellendiği ortada... Ertosun'un, açıklamalarına rağmen 'zan altında' hali devam ediyor.

Ertosun üslup olarak bir hukuk adamı gibi değil, klasik bir Ankara siyasetçisi gibi konuştu. Sözgelimi 'Bizim açılımımızın içi dolu' dedi. Siyasi iktidara gönderme yaptı. Açıkça hükümetin açılımlarının içi boş demeye getirdi. Kendisini dinlerken 'Acaba siyasete mi ısınıyor?' diye düşünmeden edemedim.

Ertosun'un sorulara verdiği cevaplar tatmin edici olmaktan çok uzaktı. Kimseyi de ikna etmedi. Hakkındaki iddiaları daha da ağırlaştırdı. Ergenekon sanığıyla birlikte görüntülendiği o fotoğrafa açıklık getiremedi. 'Engin Aydın aile dostum, buluşmam normal.' dedi. Cevap vermek yerine fotoğrafı kimin hangi amaçla çektiğini sorguladı. Bu olayın başka bir boyutu, ayrıca o da tartışılabilir.

Burada asıl problem, bir HSYK üyesinin kamuoyunun pürdikkat takip ettiği bir davanın sanığıyla aynı karede yer alması. Bu görüntü sadece Türkiye'de değil dünyanın her yerinde skandal. Ardından aynı üye, ailecek dost olduğu sanığı soruşturan savcıların yerlerini değiştirmek isterse olay çok daha vahim hale gelir. Hangi hukuk devleti böyle bir olaya müsamaha gösterir?

İç içe skandalları barındıran o fotoğraf karesini normal karşılamasını yadırgamamak mümkün değil. Aslında sözün bittiği yer burası. Cevap skandal ötesi. Ergenekon sanıklarıyla yan yana görüntüleri bu fotoğrafla sınırlı değil. Kent Otel toplantıları var. Sanıkların katılımı nedeniyle Ergenekon dosyalarına giren bu toplantıyı 'ülke meselelerinin konuşulduğu yerler' diye niteledi. 'Tarım konularını falan konuştuk' dedi. Hiç inandırıcı değil.

Ertosun'un tartışmaya açtığı fotoğrafı kimin hangi amaçla çektiğini şu an için bilmiyoruz. Ancak Ergenekon gibi büyük bir davada sanık olarak yargılanan Engin Aydın'ın devletin istihbarat birimleri tarafından takip edilmesi pekala mümkün. Bu durumda izlenenin yüksek hâkim değil, bir Ergenekon sanığının olması yüksek ihtimal. İşin doğrusunu yine olayı soruşturan yargı ortaya çıkaracak.

Ertosun, fotoğrafla ilgili sorulara kuşkuları giderecek cevaplar veremedi. Sözünün bir yerinde 'Yarın Engin Aydın dosyası önüme gelirse bakmam.' dedi. Ancak Engin Aydın'ın yargılandığı davanın savcılarını değiştirmek için 13 Temmuz akşamı Kurul'a karşı liste sunduğu kamuoyunun malumu. Bu ne yaman çelişki?

Bir HSYK üyesi ailecek dost oldukları bir ismin yargılandığı davaya karşı tarafsız, hâkim ve savcılarına objektif olabilir mi? Elbette olamaz. Bu durumda Ertosun'un istifadan başka seçeneği yok. Üyesi olduğu HSYK'nın daha fazla yıpranmasını istemiyorsa yapması gereken, bir an önce görevi bırakmak. Zira adalet bu skandalı taşıyamaz.

Ertosun, hakkındaki iddialara cevap vermek için medyanın karşısına çıktı ama söyledikleri skandalın boyutlarını büyüttü ve iddiaları daha vahim hale getirdi, yeni sorunlara neden oldu...

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=875211&title=skandal-buyudu
#1987
Ergenekon davasının savcı ve hakimlerinin değiştirilmesi için 'korsan kararname' hazırlayan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyesi Ali Suat Ertosun, kendisiyle ilgili suçlamalara cevap verirken skandal itiraflarda bulundu.

Engin Aydın'la görüşmesini doğrulayan Ertosun, Ergenekon sanığıyla ilişkisini 'dostum' ifadesiyle açıkladı. Türk toplumundaki vefa duygusunu hatırlatan Ertosun, "Bu arkadaşla görüşmemde tarafsızlığımı bozan bir cihet olduğu düşüncesinde değilim. Yargılandığı davayla ilgili görüşmedik." dedi. Aynı zamanda Yargıtay üyesi olan Ertosun'un, "Ergenekon davası önüme gelirse bu ihsas-ı rey olmaz. Engin Aydın ile ilgili davaya bakmam." demesi, şu an yürüttüğü görevle tezat oluşturdu. Kent Otel toplantılarına 13 kez katıldığını söyleyen Ertosun, Ergenekon iddianamesinde 'gizli örgüt toplantısı' şeklinde tanımlanan buluşmalarda ne konuşulduğu konusunda ilginç bir savunma yaptı: "Bu toplantılara nasıl örgüt toplantısı deniliyor anlamıyorum. Orada ülkenin bazen tarım, bazen hukuk sorunları tartışılıyor." HSYK üyesi, bir soru üzerine faili meçhul cinayetler yüzünden 9 kez müebbet hapsi istenen Albay Cemal Temizöz'ün komutanı Tuğgeneral Ali Aydın'la Kayseri'de yaptığı görüşmeyi de teyit etti. Sabancı'nın katili Mustafa Duyar'ın kendi döneminde Afyon Cezaevi'ne gönderilmediğini vurgulayan Ertosun'un, Nuriş Kardeşler'in nakline değinmemesi ise dikkat çekti.
Hazırladığı korsan kararname ile HSYK toplantısını 21 gün kilitleyen üye Ali Suat Ertosun, hakkındaki iddialara ilişkin basın toplantısı düzenledi. Ergenekon'da tutuksuz yargılanan Engin Aydın'la görüşmesini savunan Ertosun, Aydın ile 2,5 yıl Adalet Bakanlığı'nda birlikte çalıştıklarını ve kendisiyle ailevi ilişkileri olduğunu anlattı. Ertosun, "Aydın ile buluştuğum yer gizli bir yer değil. Kızılay'ın tam ortasıdır. Çok gizli bir yerde de buluşabilirdik. Yanımızda bulunan kişiler de herkesin tanıdığı kişilerdir. Biri eski bir hakim (CHP'nin avukatı Tezcan Çakır), şu anda avukattır. Diğeri de Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu Başkanı (Sinan Yörükoğlu)'dır. Kendisiyle birlikte başmüfettişlik yaptık. Görüşmede davaları etkileme, o davalarda görev alan hakim ve savcıları değiştirme şeklinde bir konuşma olmamıştır. Genel çerçevenin dışına çıkılmamıştır.'' diye konuştu. Ergenekon sanığıyla görüşmesine özel anlamlar yüklenmesinin iyi niyetle bağdaşmadığını öne süren Ertosun, fotoğrafın neden ve kim tarafından çekildiği üzerinde durulmasını istedi. Fotoğrafın devlet görevlileri tarafından çekilmesi halinde vahim bir durumun ortaya çıkacağını, konunun araştırılması için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na başvuracağını bildirdi. Ertosun, Ergenekon savcı ve hakimlerinin değiştirilme talebinin "davanın üstünü kapatma" girişimi olarak görülmemesini istedi. Bu yöndeki yorumları "komplo teorisi" olarak değerlendirdi.

YARGITAY, HABERLERİ İHBAR KABUL EDEBİLİR

İstifa etmeyeceğini açıklayan Ertosun, hakkında yapılacak her türlü inceleme ve soruşturmaya hazır olduğunu söyledi. Ertosun, geçmişte kendi kendini ihbar ettiğini, ama basının gerekli duyuruları yaptığını belirterek, Yargıtay'ın gerekli işlemleri yapacağı imasında bulundu. Ertosun, "Zannediyorum ilgili merciler de bu konularda gerekli işlemlere geçecektir. Bu konularda gelen dilekçeler olduğunu da tahmin ediyorum. Bunlar incelenecektir. İstifa etmem isteniyor. Ortada istifa etmemi gerektiren bir neden bulunmamaktadır.'' diye konuştu.

HSYK üyesi, Sabancı suikastı sanığı Mustafa Duyar'ın öldürülmesi olayında ihmalinin bulunduğu suçlamasını da kabul etmedi. Duyar'ın cezaevinde öldürülmesinden sonra şahsına yönelik yapılan yayınlar üzerine, Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu müfettişlerinin, yaptığı incelemede, "soruşturmaya geçilmesine gerek olmadığına" karar verdiğini vurguladı. Tabancanın ikinci müdür tarafından cezaevine sokulduğunun belirlendiğini, birinci ve ikinci müdür hakkında gerekli davaların açıldığını söyledi. Duyar ile onu öldüren Nuri ve Vedat Ergin kardeşlerin Afyon Cezaevi'ne nakillerinin genel müdürlüğünden önce gerçekleştiğini ifade etti.

Ertosun, gazeteci Can Dündar'ın Afyon Cezaevi'nde tutuklu bulunan Mustafa Duyar'la görüşme talebini, Duyar'ın tutuklu olması ve yargılamayı etkileyebileceği düşüncesiyle uygun bulmadığını vurguladı. Buna karşılık Duyar'ın rızasının alınması koşuluyla görüşmeye dönemin Adalet Bakanı Hasan Denizkurdu tarafından izin verildiğini, ancak Duyar'ın görüşmeyi para karşılığında kabul etmek istemesi nedeniyle görüşme talebinin reddedildiğini aktardı. Ertosun, "Bunu Can Dündar da bilmektedir. Maalesef bu söylediklerimi tam olarak sizlere aktarmamıştır." şeklinde konuştu.

Ertosun, HSYK'da faili meçhul cinayetlerle ilgili hakkında 9 kez ağırlaştırılmış müebbet cezası istenen Albay Cemal Temizöz hakkındaki davayı açan Diyarbakır Başsavcısı Durdu Kavak'ın görevden alınmasını istemişti. Ertosun'un, Temizöz'ün Kayseri'deki komutanı Tuğgeneral Ali Aydın'la görüştüğü ve faili meçhul cinayetler soruşturmasını yürüten savcıların görevden alınması teklifinin burada gündeme geldiği belirtilmişti. Ertosun, 6-7 Mart tarihlerinde Tuğgeneral Aydın'ın misafiri olarak Kayseri Jandarma Misafirhanesi'nde kaldığını itiraf etti.

HÜKÜMETİN 'DEMOKRATİK AÇILIMI'NA GÖNDERME

Tuğgeneral Ali Aydın ile Hayata Dönüş Operasyonu'nda birlikte çalıştıklarını anlatan Ertosun, Kayseri'de bulunduğu sırada Cemal Temizöz ile tanışmadığını, Temizöz'ün de o tarihlerde tutuklanmadığını söyledi. Ertosun, mart ayında Kayseri'de protokolü de ziyaret ettiğini, can güvenliği tehlikesine karşı 2 gün jandarma misafirhanelerinde kaldığını bildirdi. Ertosun, HSYK'da dile getirdiği talepleri savunurken tam bir siyasetçi gibi konuştu. "Biz moda tabiriyle açılım yapıyoruz. Bakın bizim açılımlarımızın içi dolu, boş değil." diyen Ertosun, önceki gün İçişleri Bakanı Beşir Atalay tarafından yol haritası açıklanan 'demokratikleşme açılımı'na gönderme yaptı.

SAVCILARIN ÖZKÖK'LE GÖRÜŞMESİNE DE KARŞI

Ertosun, Ergenekon soruşturmasına ilişkin soruları peş peşe sıralarken ilginç bir ifade kullandı. "Bunlar yasal mı, değil mi? Cumhuriyet savcıları kendi alanları dışına gidip ifade alabilir mi?" diye soran Ertosun, bu sözleriyle HSYK üyelerinin Ergenekon savcılarının eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün ifadelerine başvurmasına da karşı çıktığını ifşa etmiş oldu.

Ertosun, açıklamalarının ardından sorulara cevap verdi. Bir soru üzerine Adalet Bakanlığı açıklamasını eleştiren Ertosun, HSYK'nın bildirisini savundu: "Bizim açıklamamız, sadece orada görev yapan hâkimlere yöneliktir. Hâkimlerle ilgili herhangi bir tasarruf olmadığını vurgulamaktır. Böyle bir niyet ve istek olmadığını vurgulamaktır. Onlara güvence vermek için yapılmıştır. Aynı kefeye koymayalım lütfen. Yargılama makamlarını etkilemek kimsenin haddine düşen bir olay değildir. Buna biz de dahiliz."


Toplantıda zor sorular
Ali Suat Ertosun, gazetecilerin soruları karşısında zor anlar yaşadı. Ertosun, "Aynı zamanda Yargıtay üyesisiniz. Yargıtay'daki görevinize dönmeniz halinde Ergenekon davası önünüze gelirse bu ihsas-ı rey olmaz mı?" şeklindeki bir soru üzerine "Engin Aydın ile ilgili dava gelirse bakmam. Ama bunun dışındaki sanıklarla ilgili bir dava gelirse niye bakmayayım?" dedi. "Savcı ve hâkimlerin yer değiştirilme isteğinin gerekçesi anlaşılamadı. Bunu bizimle paylaşır mısınız?" sorusunu da şöyle cevapladı: "Bizim bakanlıktan çeşitli taleplerimiz oldu. Orada yapılan, insan haklarını ihlal eden bazı davranışlar nedeniyle yargı yoluna başvurulmasını istedik. Bu konuda karar alındı. Bu konudaki kararımız bir taleptir. Biz gerekli duyarlılığımızı gösterdik." Ertosun, idari bir görev yaptığı için sanıklarla görüşmesinde yanlış olmadığını savundu. Ertosun, "Eski DGM'lerde yapılan yargılamalar hukuka aykırı değildi de bugün aralarında sizin de arkadaşınızın olduğu bir grup insan yargılanırken mi hukuka aykırı?" sorusuna ise şu karşılığı verdi: "Bu konudaki hassasiyetlerimiz her zaman mevcut. Biz burada hâkim kararlarının yargıya taşınmasını istiyoruz. Geçmişte yapılmadı diye şimdi yapılmasın mı? Benim önüme geçmişte gelmedi. Gelseydi aynı şeyi yapmaktan geri durmazdım."


Fotoğrafı soran gazeteciye 'canlı bomba' muamelesi
Basın toplantısında gazeteci cemiyetlerini ayağa kaldırması gereken bir olay yaşandı. Vakit Gazetesi muhabiri İsmail Uğur, "Genç hâkimlere de illegal terör örgütü üyeleriyle yemek yemelerini tavsiye ediyor musunuz?" şeklindeki sorusu üzerine darp edildi. Korumalar önce birbirlerine Uğur'u işaret etti, ardından gazeteci karga tulumba dışarı çıkarıldı. Diğer basın mensuplarının protestosu ve Ertosun'un müdahalesi üzerine, Vakit muhabiri salona tekrar geri alındı. Toplantıya özür dileyerek devam eden Ertosun, istihbarat çalışmaları olduğunu, canlı bomba endişesinin yaşandığını belirterek, korumaların hassasiyetinin bu şekilde anlaşılması gerektiğini ifade etti. Her soruya cevap vereceğini anlatan Ertosun, bu olayın iradesi dışında geliştiğini ileri sürdü. Ertosun, "Ben basın özgürlüğüne karşı değilim. Bu olayı bana mâl etmeyin." dedi. Vakit muhabiri ise, "Gazeteci kimliğimi göstermeme rağmen beni dışarı çıkardılar. Yaşananlara bir anlam veremedim." ifadelerini kullandı. Toplantıda, basın mensupları arasında da zaman zaman söz alma konusunda tartışma çıktı. Bu arada, Ertosun'un, basın toplantısından sonra Uğur'u makamına çağırarak çay ikramında bulunduğu öğrenildi. Uğur'un, görüşmede, "Güvenlik görevlilerinden aldığım bilgilere göre gazeteci olmadığımı bir gazetenin muhabiri söylemiş. Olay bunların iftirası sonucu çıktı." dediği bildirildi.


Bir hukukçu olarak utandım

BEKİR BOZDAĞ (AK PARTİ GRUP BAŞKAN VEKİLİ): Bu toplantı beni hayal kırıklığına uğrattı. Siyaset adamı gibi konuştu. Hüküm ifade eden cümleler kurması hiç yakışmadı. Ertosun'un konuşma yetkisi yok. Kurulla ilgili basın toplantısı düzenleyemez. Sadece kurul başkanı yani adalet bakanı verebilir beyanı. Bildiri de yayınlanamaz. Hukuk çiğneniyor. Türkiye maalesef bu anlamda kötü bir noktaya geldi. Milletin yargı bağımsızlığına, HSYK'ya olan güveni zedelendi. Bir hukukçu olarak hem üzüldüm hem utandım.

Mide bulandırıcı bir durum var

CAN DÜNDAR (MİLLİYET): Mustafa Duyar'la görüşme talebimi doğruladı. Bakanın izin verdiğini doğruladı. 'Para talep edildi' dedi. Ancak başka gazetecilere başka mahkumlarla görüşme izni verildi. Burada çifte standart söz konusu. Tutarlılık yok bu noktada. Bir sanık açıklama yapmak istiyor. Buna izin verilmiyor, susturuluyor. Bu kişiyi susturanlar da susturuluyor. Mide bulandırıcı bir durum var ortada.

Üzgünüm, sürekli terfi etti

ORAL ÇALIŞLAR (RADİKAL): Türkiye'de yargılama netice vermiyor. Ertosun içeridekileri terörist olarak görüyordu. Terörden yargılanana terörist diyordu. Ben de o zaman Abdullah Öcalan ile ilgili röportajım sebebiyle yargılanıyordum. O zaman ben de mi teröristtim? Ertosun, otoriter uygulamaların sembolü gibiydi. Beni üzen şey, sürekli onun yüksek makamlara getirilmesi.

Fotoğraf 'aile ilişkisi'yle açıklanamaz

PROF. DR. OSMAN KAŞIKÇI (HUKUK FAKÜLTESİ DEKANI): Samimi bulmadım. Önemli bir kurumun üyesinin basın aracılığıyla açıklama yapması doğru değil. Engin Aydın'la görüşmesi yargıyı etkileme açısından son derece tehlikeli. Yargılanan kişiyle bu şekilde ahbap-çavuş ilişkisine girmesini sıradan aile ilişkisi içinde değerlendirmek mümkün değil.

Sıradan savcı olsaydı meslekten atılırdı

GÜLTEKİN AVCI (ESKİ CUMHURİYET SAVCISI): Terör örgütü soruşturmasındaki sanıklarla kurulan ilişki insani ilişki kavramıyla açıklanamaz. Bir hakimin tarafsızlığı konusunda şüphe oluşması, o hakimin bulunduğu mevkide görev yapmaması için yeterlidir. Bu husus Hakimler ve Savcılar Kanunu'nun 68. maddesine göre çok ağır bir disiplin cezası olan yer değiştirme cezasını gerektirir. Kanuna göre şüpheli durumdaki hâkim, görevden alınıp bir alt bölgeye tayin edilir. Ertosun'un söz konusu fotoğraftan bir rahatsızlık duymadığını açıklaması, hukuki hassasiyet taşımadığını gösteriyor. Böyle bir kişinin normal mahkemelerde hâkimlik yapması bile mümkün değildir. Ankara dışında görev yapan bir savcı, terör örgütü üyeleriyle ilişkisinin tespit edilmesi durumunda derhal görevden ihraç edilir. Demek ki Ertosun'un hukuktan başka güvendiği yerler var.

Sanığın arkadaşı tarafsız olamaz

SÜLEYMAN ARSLAN (BAŞBAKANLIK İNSAN HAKLARI BAŞKANLIĞI DANIŞMA KURULU ÜYESİ): Ergenekon sanığı Engin Aydın, aynı zamanda Bağımsız Cumhuriyet Partisi genel başkan yardımcısı. Yani siyasi bir kişilik. Bu durumda Ertosun'un Engin Aydın hakkında tarafsız olamayacağı açıktır. Sanığın yakını ve arkadaşıdır. Bu tablo Ergenekon hakim ve savcılarının baskı altında olduklarını göstermektedir. Gayrimeşru bir işlem ve eylemin aleni işlenmesi veya hukuki kimliği olan kişilerle birlikte işlenmesi o eylemi meşru hale getirmez. Bilakis olayın özelliğine göre davayı gören hâkim ve savcılara "hamili kart yakinimdir" şeklinde destek çıkan ve mahkeme heyetini baskı altına alan bir mesaj niteliği taşır. Ertosun'un Engin Aydın'ı ilgilendiren davalara bakan mahkeme üyelerinin atanması işlemlerinden kendiliğinden çekilmesi gerekirdi. Şu andan itibaren dahi Ergenekon davası mahkeme heyetine ilişkin şikâyetlerin incelenmesinden çekilmeli.

Kamuoyunun vicdanında aklanmadı

AV. HALİL DOĞAN (DEMOKRAT HUKUKÇULAR DERNEĞİ BAŞKANI): Ne yaptıysam devlet adına yaptım demek insanları masum kılmaz. Ergenekon sanığıyla görüşeceksiniz. Ergenekon savcısını değiştirme isteğinde bulunacaksınız. Kamuoyunun vicdanında aklanması mümkün gözükmüyor.

HSYK'daki görevinden ayrılmalı

REŞAT PETEK (EMEKLİ CUMHURİYET BAŞSAVCISI): Açık olarak yargıya müdahale ettiklerini söyledi. Bunun da kendi hakları olduğunu belirtti. Bu, hukuka ve yasaya aykırı. Fotoğraf ile ilgili açıklaması tatmin edici değildi. Görevinden istifa etmesi gerekir.

Tam anlamıyla siyasî bir konuşma

ŞEVKET KAZAN (ESKİ ADALET BAKANI): Bu bir yargı değil, tam anlamıyla siyasi bir konuşma. Ertosun, başkalarına yargıya müdahale etmemesini söylerken, kendisi yargıya müdahale ediyor.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=875251&title=ertosundan-yargi-tarihine-gececek-itiraflar
#1988
Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi hakimi Osman Kaçmaz Adalet Bakanlığı'nın gönderdiği müfettişlerle ilgili suç duyurusunda bulundu.

Cumhurbaşkanı Gül ve ve Başbakan Tayyip Erdoğan hakkında verdiği kararlarla gündeme gelen Kaçmaz, izinde iken mahkemeye Adalet Bakanlığı'ndan gelen üç müfettiş tarafından baskın düzenlenmişti.

Bakanlık yetkilileri, "Rutin işlem" yorumunu yaparken hakim Kaçmaz, rutin teftişlerini geçen yıl geçirdiklerini kaydederek, ''Yapılan teftişin normal olmadığını'' öne sürmüştü.

İzinden dönen Kaçmaz, "Yasa dışı delil oluşturulmaya çalışılıyor" iddiasıyla iki suç duyurusunda bulundu. Kaçmaz, biri HSYK'ya diğeri Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu'na olmak üzere iki suç duyurusunda bulundu.

Kaçmaz suç duyurusunda "Ne şekilde elde edildiği bilinmeyen telefon kayıtları" CMK'ya aykırı olarak tanıklara sorulduğunu ifade etti.

ODASINA JAMMER KOYAN HAKİM

Sincan 1.Ağır Ceza Mahkemesi Hakimi Osman Kaçmaz odasına Başbakan, Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanı gibi insanların korunmasında kullanılan jammer cihazı koydurtmuştu. Kaçmaz konuyla ilgili "Herkes biliyor ki herkes dinleniyor. Ama kim tarafından dinlendiğimiz konusunda şüphemiz var. Yani yasal dinleme değil tabiki" Hakim Kaçmaz "Şüpheleriniz mi var dinlendiğinize dair" sorusuna "Kesinlikle, mesela bakın Ergenekon davasına bakan hakimimiz bile öyle demedi mi?" diye konuşmuştu.

http://www.haber7.com/haber/20090731/Sincan-hakiminden-yargiya-karsi-hamle.php
#1989
İnternette dolaşan bir iddiaya göre iki Rus gazeteci, bir yumurtanın sağına ve soluna yerleştirdikleri birbirleriyle görüşme halindeki iki cep telefonunun yaydığı dalgalar sayesinde yumurtanın kademeli bir şekilde ısınarak 60 dakika sonra piştiğini iddia etmişlerdi. Ancak "CEP TELEFONLARININ BİYOLOJİK ETKİLERİ" isimli çalışmasında bu iddianın doğruluğunu önce tek telefonla, sonra da çift telefonla test eden D.Ü. Tıp Fakültesi Biyofizik Anabilim Dalından Prof. Dr. Süleyman Daşdağ, sıcaklık artışının 60 dakikada sadece 0.5-1.5 ºC arasında değiştiğini gözlemleyebildi. Dolayısıyla bu hayli yaygın iddianın gerçeğe aykırı olduğu böylelikle açığa çıkmış oldu. Ancak bu değerlerin bile uzun süreli kullanımlarda insan sağlığını olumsuz yönde etkileyeceğini söylemek için doktor olmaya da lüzum olmadığını düşünüyoruz.

Prof. Dr. Süleyman Daşdağ'ın bu faydalı çalışmasını okumak isteyenlerin aşağıdaki linke tıklamaları yeterli olacak:

http://www.akdeniz.edu.tr/muhfak/elekt/emkdokument/dasdag.pdf
#1990
Ekonomideki durgunluk pek çok işletmeyi ve aileyi icra ile yüzyüze bırakıyor. İcralardaki artış yeni bir sektör doğurdu. Artak icra ilanlarını internetten takip etmek mümkün. Bu alanda 30'a yakın site faliyette.

Haber: Dinçer Gökçe

Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu durumun resmi bu haherde çok net görülebiliniyor. Özellikle son bir yılda icra ihalelerinde bir patlama var.

Adliyelerin icra müdürlüklerindeki dosya yoğunluğunu tahmin etmek de güç değil. Ekonomideki daralma ile birlikte iflas ve hacizlerde tam bir patlama yaşanıyor.

Fabrikalar, işyerleri, daireler, binalar, benzin istasyonları, araçlar... Daha buradan sayamayacağımız pek çok mal icradan satılık. Bir başka deyişle pek çok işverenin, işçinin fabrikası icradan satılık. Veya pek çok ailenin otuduğu ev icradan satılık....

Bu durum kuşkusuz ağır kimi tahribatlar yaratmaya aday. Bu alandaki çığ gibi artış dev bir sektör de yaratmış durumda. Son bir yılda intenette icra ihaleleri yapan onlarca site kuruldu. Ve üstelik bu sitelerin tamamına yakını 2008 ortasından sonra kurulmuş.

Patlama son bir yılda oldu

Herbir siteyi tek tek incelediğimizde içinde olunan durumun resmi çok net ortaya çıkıyor. Sayıları binlerle ifade edilebilecek çoklukta, ev araba, fabrika, arsa, villa vs... icradan satılık... Bir başka deyişle bu mallar haraç-mezat bir biçimde satılıyor. Kukşusuz bu durum kimileri için de bir kazanç kapısı. Çünkü piyasa fiyatının yarısına icradan mal almak mümkün.

Artık il il, adliye adliye dolaşmanıza ya da yüzlerce gazeteye dağılan ilanları taramanıza gerek yok. İcra ihale ilanlarını internetten online takip edebilirsiniz. İşte Türkiye genelindeki tüm icralık malların ihalelerini yayınlayan siteler...

Yediemin otoparkları adeta galeriye dönmüş durumda. İcradan konut satışlarında da ciddi artışlar var... Halk arasında "ah"lı mallar olarak adlandırılan ürünler icrada bedelinin yarı fiyatına sessiz sedasız el değiştiriyor... Peki bu ilanlara nasıl ulaşabilir?

İcra ihale siteleri, üyelerine icralık menkul ve gayrimenkullerle ilgili ihale duyurularını çeşitli kategorilere ayırarak internet üzerinden yayınlıyorlar.

İCRALIK
Üye sayısı 15 bini aştı

İcralik.com, yaklaşık bir yıl kadar önce  Can Emrah Özoral tarafından kurulmuş.
İcralik.com'da ayda ortalama 5 bin icradan satılık ilanı yayınlanıyor. İcralik.com'a abonelik ücretli. Yıllık abonelik bedeli 450 YTL. Sitenin abone sayısı şimdiden 15 biniaşmış. "www.icralık.com, sadece emlak ya da eşya broker'ları değil, 'ucuza ev ya da otomobil almak' isteyen sade vatandaşlar tarafından da takip ediliyor. Can Emrah Özoral, bu alanda hizmet veren internet sitelerinin hem alacaklı hem de borçlu açısından avantaj yarattığını düşünüyor.

İCRA İHALE İLAN
Aylık üyelik bedeli 18 YTL

İcraihaleilan.com Genel Müdürü Orhan Kılıç da, sitenin Eylül 2008'de faaliyet geçtiğini söylüyor. Bu site, Türkiye genelindeki tüm icra müdürlükleri ve vergi dairelerinin açık artırma, ihale ve pazarlık usulüyle yaptıkların satışların duyurusunu yayınlıyor. Sitede pedikür koltuğundan dizüstü bilgisayara, ayakkabıdan klimaya hemen her konuda ilan var. Ancak en fazla gayrimenkul ve araç ilanları göze çarpıyor.

Sitede bir ay boyunca yayınlanan icra ilan sayısı 3 bin ile 3 bin 500 arasında değişiyor. Orhan Kılıç, gayrimenkul ya da taşınır malların nerede ve kaç liradan satışa çıkarıldığından nerede görülebileceğine, tapu kaydı ve şu anki durumundan dosya numarası ve satış günlerine kadar tüm bilgileri yayınladıklarını söylüyor. Site kullanıcıları, kendilerine verilen bir şifreyle sisteme giriş yapabiliyor. Bunun için de ücretli abonelik gerekiyor.

Üyelik ücreti, üç farklı kategoriye göre belirlenmiş. Gayrimenkul, araç ve taşınır mallardan oluşan bölümlerden birini ya da birkaçı seçebiliyorsunuz. Örneğin, sadece gayrimenkul ihalelerini takip etmek isteyen bir abone ayda 18 YTL ödüyor. Gayrimenkul ve araç için 29, gayrimenkul, araç ve taşınabilir mal içinse 38 YTL aylık abonelik ücreti belirlenmiş.

İCRALAR
Günde 75-200 yeni ilan giriyor

İcralar.com, İngiltere merkezli "Geleceksel Bağlantı" (Futuristic Comm) şirketi tarafından Mayıs 2008'de kurulmuş. Sitenin kurucularından Yılmaz Sanemoğlu, emekli bir borsa broker'ı. İcralar.com'da, Türkiye genelindeki tüm icra ilanları yayınlanıyor. Bu ilanlar sadece şehir bazında değil semt kategorileri altında da ayrıştırılmış. Siteye günde 50 ile 150 arasında değişen yeni icra ilanı ekleniyor.

Sitenin üyesi sayısı 7 bini aşmış. Siteyi son 5 ayda 130 binin üzerinde tekil kullanıcı ziyaret etmiş. İcralar.com'un üyelik ücreti aylık 25, 3 aylık 70, 6 aylık 125, yıllık ise 250 YTL. Yıllık abone olanlara 2 aylık ücretsiz kullanım hediye ediliyor. Ücretsiz abonelerse sadece icra satış takvimini ve ihale listelerini görebilir.

İCRADAN İHALELER
Bu işi başlatan site

İcradanihaleler.com, Türkiye'de icra ihale ilanlarını ilk yayınlayan internet sitesi. Site, 2007'de Ans E-ticaret tarafından kurulmuş. İcradanihaleler.com Genel Müdürü Ahmet Çiftçi, Türkiye genelindeki tüm icra ilanlarını medya takip kuruluşları aracılığıyla temin ettiklerini söylüyor. Bu ilanlar çeşitli kategorilere ayrılarak yayınlanıyor. Siteye günde ortalama 150 yeni ilan ekleniyor. Aboneler icra ihale ilanlarıyla ilgili tüm bilgilere erişebiliyor. İcradanihaleler.com'a abonelik ücreti ise aylık 25, yıllık 150 YTL.

BELLİ BAŞLI İCRA SİTELERİ

www.icraihaleilan.com
www.icralik.com
www.icradanihaleler.com
www.icralar.com
www.icra.tc
www.icrasatisi.com
www.icralikyerler.com
www.icralar.info
www.icradan.info
www.icradanihaleler.net
www.icraihaleleri.info
www.icradairesi.com
www.icralik.info
www.icradanihaleler.info
www.icralar.org
www.icralar.net
www.icraci.info
www.icrasatislari.info
www.hacizli.info
www.hacizci.com
www.hacizden.net
www.hacizli.net
wwwicradansatislar.com.
www.icraliklar.com
www.icrada.com
www.hacizihaleleri.com
www.hacizliyerler.com

İstanbul'da icralık mal sayısı 2.5 kat arttı
Kamu ihalelerine olan ilginin bir benzeri icra satış ilanlarının yayınlandığı sitelerde de yaşanıyor. Türkiye genelindeki icra ihalelerini toplayarak yayımlayan www.icraihale.com sitesinin sahibi Orhan Kılıç, farklı bir artışa dikkat çekiyor. Bünyelerinde ihale duyurularının yapıldığı internet sitelerinin yanı sıra icra satış ilanlarının da duyurulduğu bir portal bulunduğunu belirten Kılıç, siteye girilen ilanlarda son birkaç aydır ciddi bir artış olduğunu vurguladı.

Konut ve otomobil icra sıralamasında birinci
İstihbarat elemanları ile Türkiye genelinde icra dairelerinde ve basın aracılığıyla açıklanan tüm satış ilanlarını topladıklarını, gruplandırarak icraihaleilan.com adresinden duyurduklarını kaydeden Kılıç, "icraihaleilan.com'a giren ilanlar piyasalardaki daralmayı çok net ortaya koyuyor. İcra yoluyla satışa çıkan malların sayısında bugüne kadar görülmemiş bir artış söz konusu.

Örneğin İstanbul'unbir ilçesindeki icra dairesi 2007 yılında 4 bin mülkün satış ilanının çıkarken bu yıl sayı daha yıl dolmadan 10 binin üzerinde. Yine Ankara'nın bir ilçesinde ise 2007 yılında 13 bin olan icra ilan sayısı şimdiden 14 bine ulaştı. İşin ilginç bir diğer yanı da ilanları takip edenlerin sayısında da büyük bir artış var. İcralarda satışa çıkanlar ise genelde konutlar ve otomobiller" dedi.
İcraihaleilan.com sitesinde 18 Kasım itibariyle 1408 konutun, 304 binanı, 79 fabrikanın, 504 işyerinin, 565 arsanın satış ilanı var. İcradaki satış ilanları ile birinci sırada 772 adet ilanla İstanbul yer alıyor. İkinci sırada 379 ilanla İzmir, üçüncü sırada ise 286 ilanla Ankara yer alıyor. İllerdeki ilanların büyük bir kısmı gayrimenkullerden oluşuyor.

Bunlara da Türkiye'deki bazı kamu ihale siteleri
* ihalebülteni.net
* ihaleci.com
* kamuihale.com
* resmiihale.com
* ekolhaber.com
* ihalebülteni.net

http://www.ekotrent.com/haber/20090731/Icra-ilanlari-sanal-patlama-yapti.php
#1991
Alıntı YapŞimdi lütfen dikkat!

Bu hareketleri, ta'dil-i erkânına göre (yani yavaş, ağır ve usulünce) 5 vakit namaz kılan her Müslüman, her gün 120 defa tekrarlıyor. Üstelik de 12 yaşından beri her gün, hiç aksatmadan ve de 1400 yıldan beri. Amerikalılar ise daha yeni keşfetmişler...

Hadis-i şerifteki namazın tarifinde de; "rükûdan doğrulunca ve iki secde aralarında, vücut kanı süzülünceye kadar dik durma" ifadesi vardır. Secdede ise en az 3-5 veya 7 defa "sübhane rabbiyel e'lâ..." söylenmesi emredilmiştir. Acele namaz makbul olmadığı gibi, ibadetler de sadece Allahın c.c. rızası için yapılmalıdır.

Her ibadetin içine, binler hikmet gizleyen Rabbimize hamd ve şükürler olsun...

Geçenlerde Profesör Doktor Leonard Deuech'un bi kitabı elime geçti. Daha önce adını bile duymamıştım. Ama uzun yaşamdan, sağlıkdan, inancın yaşamdaki yerinden söz ettiğini gördüm şöyle bir karıştırınca.

Kitabın 117'nci sayfasında şunu diyor ruh bilimci Prof Deuch:

'Dünyada yapılan bütün araştırmalar, eklem ağrıları, kalça kemiklerinde ve kaslarda ortaya çıkan sorunların en az Müslümanlar'da görüldüğünü belirtiyor. Bunun nedeni de namaz. Çünkü namaz kılarken yaptığınız hareketler vücudunuzun çalışmasına, kasların güçlenmesine ve iç huzura kavuşmanıza neden oluyor... İç huzur da birçok hastalıkla başa çıkmak için birebirdir... Onun için, namaz kılmayı öğrenin. Müslüman olmasanız da ibadetinizi yaparken, namaz kılarak yapın... Ben, Katolik olmama rağmen 15 yıldır namaz kılıyor ve Hazreti Muhammed'e de, Hazreti İsa'ya ettiğim gibi dua ediyorum. Yaşım 73. Bugüne değin ne bir eklem ne bir kas ağrısı çektim.'

İlginç bir gözlem... Elbette biz Müslümanlar için Namaz kılmanın nedenleri jimnastik yapmak ya da spor salonlarına para ödememek değil! Ama bir Katolik'in bu gözlemleri bile, bundan 1400 yıl önce başlayan bir uygulamanın ne denli akılcı ve insanlar için yararlı olduğunu gösteriyor.

İnancın insan yaşamındaki yerine gelince: Ben kim olursanız olun, inançsız insanı meyve vermeyen bir ağaca, çiçek açmayan bir bitkiye benzetirim.

En mutlu anınızda Tanrıya şükredersiniz...dara düştüğünüzde ondan medet umarsınız...sonra da varlığını yadsımaya değin götürürsünüz işi ya, neyse

Epikür Felsefesi, ' her gününü son gününmüş gibi yaşa...böylece bir yaşam boyu son günlerin olur..' der. Bu, vur patlasın çal oynasın diye diye, salt kendinizi düşünerek yaşayın demenin yaldızlı bir tanımlamasıdır, o kadar! İnanç sizi ayakta tutan, bir çok güçlüğe karşı koruyan bir kalkandır aynı zamanda.

Bilmem aynı fikirde misiniz?

http://www.stargazete.com/gazete/yazar/aziz-ustel/prof-deuch-musluman-olmasaniz-da-namaz-kilin-haber-184464.htm
#1992
Cep telefonları hayatımızın vazgeçilmezi. Verdiği zararlar da var. Peki nasıl aza indirebiliriz? Birkaç önlemle mümkün...

Mersin Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Halil Kumbur, cep telefonun zararlarından kurtulma yollarını anlattı.

Daha çok görüşmelekrin iski artırdınına dikkat çeken Kambur, cep telefonunu sık kullananlarda vücut ısısının artmasına bağlı olarak işitme ve görme bozukluluklarıyla kanser riskinin arttığının belirlendiğini, söyledi.

Prof. Dr. Halil Kumbur, cep telefonunun verdiği zararı en aza indirmek için alınması gerekenlere dikkati çekerken, şunları söyledi:

İLK SİNYAL GELDİĞİNDE HEMEN DOĞRUDAN AÇILARAK KULAĞA GÖTÜRÜLMEMELİ

''Cep telefonu diğer birçok elektronik eşyalar gibi sadece alıcı değil aynı zamanda verici durumundadır. Bu nedenle aşırı derecede cep telefonu kullanan kişilere elektrik yüklemesi yapar. Telefona ilk sinyal geldiğinde doğrudan açılarak kulağa götürülmemeli, aksi halde kulağa götürülen telefonla vücut yüzde 50 daha fazla enerji saldırısına maruz kalır.

AÇMA DÜĞMESİNE BASTIKTAN BİRKAÇ SANİYE SONRA ALO DEYİN

Telefon çalıp, açma düğmesine dokunduktan birkaç saniye sonra (alo) denmeli. Çünkü, cep telefonu çalmak üzereyken nasıl ki bilgisayarlarda titreşim oluyor, görüntü bozuluyorsa, insan vücudu da biz hissetmesek de cep telefonunun sinyalinden etkileniyor.''

Prof. Dr. Kumbur, araçla yolculukta da sürekli baz istasyonu değiştiren cep telefonunun daha fazla zarar verdiğini belirterek, şunları kaydetti:

''Cep telefonu ile görüşmeler, baz istasyonlarındaki vericiler aracılığıyla oluyor. Kişinin bulunduğu yer en yakın vericinin kapsama alanının dışında kalıyorsa görüşme mümkün olmaz, ancak buna rağmen kişi cep telefonu ile bir yeri aramada ısrar ederse her aramada elektrik yüklemesine maruz kalır. Bu nedenle, ulaşılamayan telefonlarda şansı çok zorlamamak lazım.''

''YOLCULUK SIRASINDA KONUŞMAYIN''

Prof. Dr. Kumbur, yolculuk sırasında da cep telefonunun aracın geçtiği güzergahta sürekli baz istasyonu değiştirildiğini, bu değişimler sırasında da yüzde 50 daha fazla enerji yüklemesi olduğunu bildirdi.

UZUN GÖRÜŞME BEYİN SIVININ SICAKLIĞINI ARTIRIYOR

Son yıllarda GSM firmalarının rekabeti ve buna bağlı yaygınlaşan bedava görüşmelerin, cep telefonuyla konuşma çılgınlığına neden olduğunu anlatan Kumbur, ''Cep telefonu ile uzun görüşme sırasında beyin sıvısının sıcaklığı 0.1 santigrat derece artıyor'' dedi.

Kumbur, cep telefonunun gece yatarken yakın bir mesafeye bırakılmaması, sürekli şarzda takılı bulunmaması gibi küçük önlemlerin de ihmal edilmemesini önerdi. 

http://www.samanyoluhaber.com/haber-102722.html
#1993
* Cep telefonunun zararları konuşma süresi arttıkça daha etkili olduğu için telefon görüşmelerinizi çok fazla uzatmayın. Eğer konuşma süresi uzayacaksa kulaklıkla konuşmayı tercih edin. Kulaklığınız yoksa telefonu arada bir el değiştirerek diğer kulağınızla dinleyerek konuşun.

* Cep telefonunuzu kullanmadığınız sürede çok önemli bir telefon beklemiyorsanız mümkünse kapalı tutun.

* Çocuklarda sinir sistemi ve beyin gelişiminin devam ediyor olması dolayısıyla çocukların ve gençlerin yetişkinlerden daha çok risk altında olduğu gerçektir. Bu yüzden 16 yaşın altındaki çocuklara cep telefonu kullandırmayın.

* Yeni bir telefon alırken teknolojisi ve görünüşünün yanında SAR (Specific Absorption Rate-Spesifik Soğurma Oranı) değeri düşük ve sinyal yayma eğilimi (bu değer ne kadar iyiyse cep telefonu o kadar iyi çeker) yüksek telefonları tercih edin.

* Araç kullanırken kesinlikle cep telefonu kullanmayın. Çünkü dikkat eksikliğinden kaza yapma ihtimalinizin artmasının yanında hareket halinde iken baz istasyonlarına uzaklığın artması ile birlikte sinyal gönderme gücü artacağı için manyetik ışımanın artması anlamına gelir ve bu da biyolojik etkileşim riskini artırır.

* Cep telefonu taşırken mümkün olduğunca vücudunuza temas etmeyecek şekilde taşıyın. Özellikle kalbe yakın bölgelerde veya gömlek cebinde cep telefonu taşımayın. Çanta varsa çantada taşımak en iyisi. İlla pantolonunuzun cebinde taşımakta ısrarlıysanız en azından ön cep yerine arka cepte taşımaya çalışın.

* Cep telefonunu çalıştığınız ve uyuduğunuz yerde kendinizden en az 1 metre uzakta tutun.

* Telefonunuz elektrik şarjında iken kesinlikle konuşmayın.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=863190&title=adan-zye-cep-telefonu-rehberi
#1994
STV'den Asım Yıldırım'ın eğlenceli bir uslupla aktardığı bir erkek için hayat memat meselesi mertebesindeki babadan oğula iletilen çok önemli nasihatler/tecrübeler :)

www.youtube.com/watch?v=hnZZebRGPvw
#1995
M. Ali Birand sanırım bir kitleye/kesime tercüman olarak katsayı adaletsizliğine son veren karar hakkında bir yazı kaleme almış. "İmam Hatiplileri kontrolde tutalım derken, diğer Meslek Okulu mensupları da cezalandırıldı. Ben bu açıdan baktığımda, katsayı kararının doğru bir adım olduğuna inanıyorum" dedikten sonra endişeleri (ni) sıralıyor:

"Meslek liselerinde okuyanların önünü kapatan katsayı sayısı, sadece ve sadece İmam Hatip Lisesi (İHL) memurlarının bürokrasinin belirli noktalarına gelememeleri, örneğin kaymakamlıktan başlayan sürece katılamamaları için yaratılmıştı. Ancak, şimdi de laik kesimlerde bir korku yaşanıyor. Acaba, yeni alınan bu karar ile İHL'lerinin artık önü açıldı mı ? Bundan böyle bu liselerden çıkanlar kolaylıkla bürokraside yükselip devleti kontrol altına alacaklar mı? Bugün Türkiye'nin Başbakanı İmam Hatip Lisesi mezunu... Bu okulların Türk bürokrasisine dindar kadrolar yetiştirme açısından büyük bir tehlike oluşturacağını söyleyen ve kaygı duyanların sayısı da hiç az değil."

Bu satırlar, Türkiye'nin kurtulmadıkça rahat edemeyeceği, çağdaşlaşamayacağı, güçlenemeyeceği, farklılık içinde birlik ve beraberliği yakalayamayacağı bir düşünceyi, tavrı, duygu ve talebi yansıtması bakımından oldukça önemli. Çünkü bu kesime göre:

1. İmam Hatip Lisesi mezunu TC vatandaşları insan hakları belgelerinde ve Anayasa'da yer alan insan haklarından eşit olarak yararlanmaları sakıncalı olan vatandaşlardır. Başka vatandaşlar hangi okuldan mezun olurlarsa olsunlar devletin her kademesinde görev alabilirler, ama İHL mezunları almamalıdırlar; çünkü onlar, ülke için büyük tehlikedirler.

2. Devletin bürokratları "dindar" vatandaşlardan değil, "dinsiz" veya "dini gevşek", "şöyle böyle bir inancı olan, fakat inancı davranışlarını hiç etkilemeyen" vatandaşlardan olmalıdır.

3. TC. vatandaşları dindarlar ve dindar olmayanlar diye ikiye ayrılır, bu ayrılık önemlidir, olmalıdır ve biri diğerinin haklarını engellemek için çaba göstermelidir, engellemek için demokrasi ve insan haklarından kısmen veya tamamen vazgeçmek gerekiyorsa bu da yapılmalıdır.

Şimdi bu düşüncede olanlarla bu ülkede birlikte yaşayacağız, ülkeyi birlikte savunacak, birlikte kalkındıracağız. "Tasada ve kıvançta beraber olacağız".

Peki bu nasıl olacak!?

Olmayacağı belli.

Peki bu kimseler ne yapmak istiyorlar?

Ülkeyi bölmek mi, insanları birbirine düşürmek mi, halka rağmen iktidara gelip saltanat sürmek mi?

Başbakan İHL mezunu imiş, ülke için hangi kötülüğü yapmış, yapmış ise halk onu neden bir daha, bir daha seçmiş.

Hukuk devletinde kanunlar ve kurallar var; suç işleyen karşılığını görür, böyle bir şey olmuş mu?

Daha sorulacak çok soru, yazılacak çok cevap var.

Biz de soracak ve yazacağız.

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/?i=17918&y=HayrettinKaraman
#1996
Dün İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın "Kürt Açılımı" konusunda yaptığı açıklamayı dinlerken, gerek sesinin tonu, gerek olayı anlatırken dikkatle seçtiği kavramlar ve cümleler bende konunun çözümüne çok yaklaşıldığına dair intiba uyandırdı. Elbette Kürt sorunu ve bağlantılı olarak PKK terörü bugünden yarına hemen çözülebilecek bir mesele değil.

Ancak bu problemin çözümü için samimi çaba çoktan başladı.

Çözüm için çareler arandığı görülüyor.

Hem de demokrasi içinde çözüm aranıyor.

Gelişmeler gerçekten umut verici.

İlk defa çözüme bu kadar yaklaşılıyor!

Çünkü ilk defa samimiyet ve iyi niyet bu kadar net biçimde ortaya konuluyor!

Ve yine ilk defa devletin kurumları arasında "Artık bu problem mutlaka bir çözüme kavuşturulmalı" kararlılığı söz konusu!

Bu kadar olumlu gelişmenin yanına bir de her zaman çözüme yaklaşıldığında arayı bozan eylemler yaparak toplumlar arasında gerginliğe yol açan Ergenekon'un tasfiye sürecinde olduğunu da eklersek artık çözüm için gösterilen iradeyi atalete uğratacak, çözüm şevkini kıracak bir durum da söz konusu olmayacak demektir.

Şimdi... Artık bu konuyla ilgili herkesin pür dikkat kendisini sorunun çözümüne odaklaması gerekiyor.

Temayı seç ve ona odaklan, mutlaka çözüme ulaşılır.

Zaten sorunu tespit etmek, yüzde 50 çözüme varılmış demektir.

Ve demokrasilerde çare tükenmez.

Yeter ki çözüm için gerekli irade gösterilsin.

Bu problem Türkiye'nin son 30 yıldır bütün enerjisini yuttu.

Bu problem Türkiye'nin son 30 yıldır 50 milyar dolarını yuttu.

Bu problem Türkiye'nin 30 binin üstünde evladını yuttu.

Bu problem zamanla ülkemizin varını yoğunu, geleceğini yutan bir kara delik haline geldi.

Türkiye bu problemini kendi ürettiği bir modelle çözecek ve uçuşa geçecek.

Bundan hiç şüphem yok!

Sadece biz Türkler değil, Kürtler'in de bu ülkede beraber yaşamak isteğinden...

Artık onların da terörden bıktığından hiç şüphem yok.

Artık hep birlikte hep beraber özgürce yaşayacağımız zaman dilimine giriyoruz.

Kürtler'le yıldızlarımız barışıyor.

Belki ilk defa DTP'den de bir özeleştiriye şahit oluyoruz.

Diyorlar ki: "Bu konuda bir çözüm önerisi üretemedik!"

Her iki taraf da bugüne kadar dövüşmekten başka bir şey yapmadı.

Birbirimizi pusuya düşürdük.

Birbirimizi öldürdük.

Birbirimizin evlerini yaktık.

Birbirimizi yetimler ve öksüzler haline getirdik.

Kardeş kardeşe savaştık.

Kardeş kardeşe silah çektik!

Yeter artık!

Dinsin bu kan, bu gözyaşı...

Bitsin artık çocuklarımızın kanları üzerinden oynanan bu oyun.

Bitsin, bitsin, bitsin artık!

Yoksa hepimiz biteceğiz!

Kürt sorunu için pratik çözüm önerileri

1-Hürriyet Gazetesi'nin "Türkiye Türklerindir" olan mottosu ya tamamen kaldırılsın veya "Türkiye hepimizindir" mottosu ile değiştirilsin.

2-Doğu ve Güneydoğu'da dağlarda taşlarda, şehirlerin girişlerinde yazan "Ne mutlu Türküm Diyene" yazısı silinerek, Kürtler'i ırkçılıkla tahrik etmekten uzak durulsun.

3- Anayasa'mızda Türkiye vatandaşlığı tanımı getirilsin, Türkiye vatandaşlığı kavramı güçlendirilsin.

4-Kürt vatandaşların kayıplarının bulunması için başvuru yaptıklarında her türlü imkan seferber edilsin ölü ya da diri kayıpları bulunup teslim edilsin.

5-Kürtler'in yoğun olarak yaşadığı bölgelerde askeri tesisler halkın yaşam alanından şehir dışına gerilere doğru çekilsin.

6-Kürt vatandaşlarımızdan gerekiyorsa özür dilensin, teröristlerden değil.

7-Kürtçe özel radyo ve televizyonlar kurulmasına izin verilsin.

8-Kürtler'in kendi dillerinde dilekçe verme hakları tanınsın.

9-Kürtçe dili Türkiye'de konuşulan diller arasında en çok konuşulan ikinci dil ilan edilsin. Gerekirse bu Anayasa'ya da yazılsın.

10-Köylerin, kasabaların ve hatta şehirlerin eski adları iade edilsin.

11.Köylerini terk edip büyükşehirlere kaçanlara yeniden köylerine dönebilmesi için gerekli yardımlar sağlansın.

12.Terör tazminatı tespit edilsin ve zarar görenler tazmin edilsin.

13.Kürtler'e kendi dillerinde eğitim yapma hakkı verilsin.

http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/75166-kan-oyununda-sona-geliniyor-nuh-gonultas-makalesi.aspx
#1997
Kim ne derse desin, Adalet Bakanlığı'nın HSYK'ya verdiği dünkü cevap, 27 Nisan muhtırasına hükümetin verdiği cevap kadar önemlidir.

Hükümetin 27 Nisan bildirisine yönelik restiyle, ülke yönetimine askerin vesayeti nasıl reddedilmişse, dünkü bakanlık açıklaması da, "Moğultay dönemi hakimleri"nin yargı üzerindeki vesayetini reddetmiştir!

Artık yargıda bir dönem kapanmıştır! "Bakanlık kadroma 5000 adam aldım. Ne yani; Refah Partilileri, MHP'lileri mi alacaktım? Tabii ki bakanlık kadrolarını, partimin teşkilatının emrine verdim" diyen CHP'li Mehmet Moğultay'ın yargıdaki egemenliği artık sona ermiştir

Bu genel değerlendirmeden sonra, Bakanlık açıklamasındaki bazı somut tesbitlere dikkat çekmemiz lazım..

Bakanlık açıklaması, bence hukuka darbe vuranlara, çok net, çok açık bir cevaptır..

"Yargıyı, yargıya bırakın" diye açıklama yapıp, Ergenekon davasının yargılamasını mevcut hakimlere bırakmak istemeyen, davayı otel odalarında sonuçlandırmanın gayreti içinde olanlara sert bir cevap verilmiştir.
Adalet Bakanlığı'nı, dünkü açıklaması için, yüzlerce, binlerce defa tebrik etmek gerekir.

HSYK'nın açıklamasına sessiz kalmadığı için. Baskıya boyun eğmediği için. Tehditlere aldırmadığı için. Hukuka sahip çıktığı için. HSYK'daki bazı üyelerin sergilediği hukuk dışı rezaletleri deşifre ettiği için!

HSYK'nın önceki gün yaptığı açıklamada her ne kadar, "Bir kısım basında haksız bir şekilde yer aldığı gibi Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun davaya bakan mahkemenin başkan ve üyeleri ile ilgili herhangi bir düşünce, öneri ve tasarrufu başından beri olmamıştır" denilse de, bir husus gizleniyordu..

HSYK gibi, yargının en önemli bir organına hiç yakışmayacak yalanı, Adalet Bakanlığı'nın açıklamasından öğrendik.

Bakanlığın dünkü açıklamasında şöyle deniliyordu: "Devam eden soruşturmayı yürüten Cumhuriyet başsavcısı, Cumhuriyet başsavcıvekili ve üç Cumhuriyet savcısı ile aynı soruşturmanın değişik aşamalarında tutuklama, arama, el koyma, iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması gibi koruma tedbirleriyle ilgili kararları veren üç hakiminin (HSYK'lı üyelerin dayattığı değişiklik listesinde) olduğu, ayrıca önerilen üç hâkimden ikisinin yargılamayı yapan mahkemenin itiraza tabi kararlarını inceleyen mahkeme üyeleri olduğu görülmüştür."

Olay şu:
HSYK açıklamasında, "Ergenekon davasına bakan hakimlerle ilgili bir talep olmadı" deniliyor..
Ama savcılarla ilgili talepte bulunduklarını söylemiyorlar!

Dahası var..
Sadece savcılarla ilgili değil, hakimlerle ilgili de talepte bulunuyorlar..

HSYK'nın bazı üyeleri gidip otel köşelerinde Ergenekon davası sanıkları ile görüşüyorlar. Sonra HSYK toplantısına gelip, "Davaya bakan mahkemenin tüm kararlarına itirazları inceleyen hakimleri değiştirelim" teklifinde bulunuyorlar..

Evet, şimdilik Ergenekon davasına bakan üç hakimi değişiklik listesine almamışlar ama, o üç hakimin verdiği tutuklamaların, delil araştırmalarının, tanık dinlemelerinin tümü hakkında hakimlerin verecekleri kararları sonuçsuz bırakacak olan bir sonraki mahkemenin üyeleri değiştirilmek istenmiş!

Yani HSYK'nın istediği olsaydı, süreç şöyle işleyecekti:

Ergenekon davasında yargılamayı yapan mahkeme, her duruşmada tutuklu sanıklarla ilgili "Tahliye talebinin reddine" diyecek.. Ertesi günü karara itiraz edilecek. İtirazı ise, HSYK'nın yeni atadığı iki hakimin bulunduğu heyet inceleyecekti.

Tabii o iki üyenin bulunduğu heyetin vereceği kararı da, HSYK üyesinin Ergenekon sanığı ile samimi pozlarından tahmin edebilirsiniz.

Yani HSYK, şimdilik davayı yürüten mahkemeyi değil, mahkemenin kararlarını etkisizleştirecek konumdaki sonraki mahkemenin hakimlerini değiştirmek istemiş!

Nasıl ustaca bir tezgah değil mi?

Bu oyunu deşifre eden Adalet Bakanlığı'nın, tebrik edilecek çok önemli bir ifşaatı daha var. Bu ifşaattan sonra, önceki günkü HSYK açıklamasına imza atan tüm üyelerin, bence artık istifa etmeleri gerekir.

Nedir o ifşaat, hemen aktaralım.. Bakanlık şöyle diyor: "Kendilerinde kararname taslağı bulunmayan, görüşmelerin hiçbir aşamasında yer almayan ve içerikle ilgili bilgi sahibi olmayan bazı Kurul Yedek Üyelerinin de açıklamaya imza atmaları dikkat çekici bulunmuştur."

Haydi HSYK üyeleri, çıkın bu ifşaata bir cevap verin bakalım..

Haydi diyelim ki, bakanın olmadığı toplantılarda, yedek bir üye toplantıya katıldı ve görüşmelerden haberdar oldu. Peki diğer üç üye, "taslakta ne vardı, kimlerin ek olarak görev yeri değiştirilmek istendi" gibi konularda, nereden haberleri oldu ki, HSYK bildirisine imza attılar?

Bu gizli görüşmelerden, nasıl haberdar oldular?

Mutlaka birileri, gizli görüşmeleri onlara aktardı. Veya, bilmedikleri bir konuda, baskı ile imza verdiler!.

Hangi ihtimal doğru olursa olsun, HSYK artık iflas etmiştir. Bu yapı ile göreve devam edemez.

"Yargıyı yargıya bırakmayan" bir HSYK, "yalan söyleyen", "gerçekleri gizleyen" bir HSYK, kendisine duyulması gereken tüm güveni artık sıfırlamıştır! Yeni dönem, ülkeme hayırlar getirsin!

http://www.habervaktim.com/yazar/16254/hsyk_bildirisine_cevap_27_nisan_muhtirasina_rest_kadar_onemlidir.html
#1998
Sigara yasağı 20 bin 19 merkezde denetledi. Sigara içmekten dolayı 5'i kamuda olmak üzere toplam 38 kişiye para cezası uygulandı. Kişisel sigara içmekten dolayı ceza alan kişilerin oranlarına bakıldığında, Trabzon ilk sırada yer aldı.

Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürü Seracettin Çom, Cihan Haber Ajansı'na yaptığı açıklamada işletmeler açısından sigara yasağına uyma konusunda büyük bir uyum bulunduğunu belirtti.

19 Temmuz'dan bu yana 20 bin 19 denetim yapıldığını belirten Çom, "Bunlardan 16bin 509'u özel kişilere ait işletmeler. 2 bin 948'i kamu binası. 460'ı ise çeşitli toplu  taşıma araçları." dedi.

Denetimler sonucunda toplam 2 bin 424 uyarı tutanağı hazırlandığını kaydeden Çom, hiçbir işletmeye para cezası yazılmadığını kaydetti. 16 bin 509 özel işletmenin, 1824'üne uyarı tutanağı düzenlendiğini ifade eden Çom, "Bu tutanakların yüzde 95'i sigara içmekten değil, yasal uyarı levhası asılmaması ya  da asıldığı halde üzerinde yeterli bilgi bulunmamasından ötürü. Yüzde 95'in dışında geri kalanlarda da yerlere izmarit atılmış, 9 yerde ise tütün ürünleri reklamı yapılmış." şeklinde konuştu.

Toplam 2 bin 948 kamu binasında yapılan denetimlerde ise 367 tutanak düzenlendiğini ifade eden Çom; kamuda sigara içen 5 kişiye ceza verildiğini aktardı.

Türkiye genelinde 38 kişiye sigara içmekten dolayı  69 TL ceza uygulandığını ifade eden Çom, "Bunların 13'ü Trabzon'da. Toplu taşıma araçlarında 4 kişi sigara içmiş. Trabzon'u 7 kişi ile Konya, 5 kişi ile İstanbul takip ediyor. Ankara dahil diğer bazı illerde ise birer kişiye ceza uygulanmış." diye konuştu.

Çom, kişisel sigara içmekten dolayı ceza alan kişilerin oranına bakıldığında Trabzon'un ilk sırada yer almakla birlikte; bu ilin özel işletme ve kamu binalarının denetlenmesinde çok iyi bir tablo sergilediğine dikkat çekti.

En fazla tutanak hazırlanan ilin İstanbul olduğunu söyleyen Çom, bunun nedenini nüfusun fazla olmasına bağladı.

Yapılan 20 bin 19 denetimin 61'inde yerde izmarit görüldüğünü söyleyen Çom, "Bu işletmeler de uyarıldı, bir daha olursa ceza yazılacağı belirtildi." ifadesini kullandı.

SİGARA YASAĞINI KİMLİĞİMİ BELİRTMEDEN BİZZAT DENETLEDİM

Kimliğini belirtmeden, müşteri gibi gezerek sigara yasağını bizzat denetlediğini ifade eden Çom, özellikle gençlerin sigarayı bırakma ve yasağa sahip çıkma anlamında ön planda olduğunu vurguladı.

Bir alışveriş merkezi, bir nargileci ve 2 tane de kahvehaneye gittiğini aktaran Çom, "Hiç birinde sigara içen bir kişi görmedim. Hatta bir yerde, vatandaşlardan biri sigarasını yakmaya çalışırken, garson gelerek nazikçe onu uyardı. Benim gittiğim her yerde sigara yasağına uyuluyordu." şeklinde konuştu.

http://www.haber7.com/haber/20090729/Trabzon-yakti-cigarayi-yedi-cezayi.php
#1999
Son yıllarda ithalatın da kolaylaşmasıyla ülkemizde iyice yaygınlaşan seramik mutfak eşyaları, üzerindeki sır tabakası çatladıktan sonra zehirli hale geliyor. Çünkü, porselene göre daha düşük dereceli sıcaklıklarda pişirilen seramiğin hammaddesinde bulunan kurşun, kadmiyum gibi ağır metaller, sır çatlayınca yiyeceklerle beraber vücuda geçerek birikiyor.  
 
Porselenden daha ucuz olduğu için tercih edilen seramik tabak, kâse, kahvaltı takımı gibi doğrudan yiyeceklere temas eden eşyaların yıprandıktan sonra kullanılmaması gerekiyor. Porselen ve seramiğin üretim şekli ve kullanımı hakkında bilgi aldığımız Güral Porselen'in İşletme Müdürü Tevfik Kaynarca, seramiğin sofralarda hiç yer almaması gerektiğini söylüyor.

Tevfik Kaynarca'nın verdiği bilgilere göre, seramik ve porselenin üretim aşamasındaki hammaddeleri aynı: Kaolen, kil, feldispat ve kuvars. Ürünleri birbirinden ayıran ise pişirme sıcaklıkları. Porselen 1.400 derecede pişiriliyor. İyice sertleştiği için üzerindeki ağır metal içeren sırın kullanım sırasında çatlaması mümkün olmuyor. Su emmiyor, bakteri ve mikrop barındırmıyor. Metal çatal bıçakların porselen yüzeylerde bıraktığı izler herhangi bir zarar oluşturmuyor.

Yumuşak porselen de denilen seramik ise, 1.000-1.200 derece arasında pişiriliyor. Su geçirgen (poroz) olduğu için uzun süreli kullanımlarda, su emmesinden kaynaklanan sır çatlakları ortaya çıkıyor. Pişirim sıcaklığının düşük olmasından dolayı, sır sert bir darbeyle de çatlayabiliyor. Sır çatladıktan sonra içinde bulunan ağır metaller yemekle birlikte vücuda geçiyor. Ayrıca iyi temizlenmesi mümkün olmayan çatlakların arasında barınan bakteri ve mikroplar sonraki kullanımlarda yiyeceklere karışıyor.

Hammaddeleri aynı olsa da porselende kullanılan malzemelerin çok daha arıtılmış, temizlenmiş olduğunu belirten Tevfik Kaynarca, seramik için ise aynı hassasiyetin gösterilmediğini ifade ediyor. Porselenin beyaz rengi doğal iken, seramiğin rengi boyalarla elde ediliyor. Bu da çatlayan seramiklerdeki tehlike oranını yükselten bir unsur olarak kabul ediliyor. Ayrıca, seramiğin yumuşak ve geçirgen yapısından dolayı üzerindeki dekor boyaların yiyeceklere geçme riski de bulunuyor. Tevfik Kaynarca, "Biz kurum olarak seramik sofra eşyalarının sağlıklı olmadığını düşünüyoruz. Bu yüzden sadece porselen sofra eşyası üretiyoruz." diyor.

İTHAL ÜRÜNLER KALİTESİZ Mİ?

2004 yılından itibaren ithalatı kolaylaştırıcı yeni düzenlemeler Türkiye'ye çok sayıda porselen ve seramik eşya getirilmesine fırsat verdi. Yerli üreticilere göre, kağıt üzerinde gerekli kalite standartlarına uygun görünen birçok ürün de bu arada ülkeye dağıldı ve daha ucuz olmaları sebebiyle haksız rekabete sebep olundu. Gıda ile temas eden madde ve malzemelerin gıda güvenilirliğine yönelik kontrolleri yürüten Tarım Bakanlığı yetkilileri ise gerekli kontrollerini ve laboratuvar testlerinin eksiksiz yapıldığını iddia ediyor.

Tarım Bakanlığı'ndan Zaman'a yapılan açıklamada, ithalat aşamasında yapılan kontroller sonucunda, kurşun kadmiyum açısından limitleri aşmadığı belirlenen ürünlerin girişine izin verildiği belirtildi. Açıklamada, "Uzakdoğu ülkelerinden ithal edilen seramik ve porselen eşyalar da bu çerçevede kontrol edilmekte ve mevzuata uygun olduğu belirlenenlerin ithali uygun görülmektedir. İthalat aşamasında bakanlık yetkili birimlerince yapılan belge ve kimlik kontrollerinden sonra ithal edilmek istenen ürünlerden alınan numuneler analiz edilmek üzere yetkili laboratuvarlara gönderilmekte ve yapılan kontroller sonucunda mevzuata uygunluğu tespit edilen ürünlerin ithalatına izin verilmektedir." ifadesi yer aldı.

Ayrıca, ithal sofra ve mutfak eşyalarının etiketlerinde, bakanlığın ithal izin tarih ve sayısı, üretici ve ithalatçı firma bilgileri, "gıda kullanımı içindir" ifadesi veya gıda maddeleri ile temas eden madde ve malzemelerde bulunacak semboller (şarap kadehi ve yemek çatalı, özel kullanımları için çorba kaşığı, kahve makinesi, şarap şişesi gibi spesifik işaretler) ve ürünün kullanımı ile ilgili bilgilerin yer alması gerekiyor.
#2000
Her kritik dönemde ortaya çıkıp şeriat isteyen garip bir örgüt bu Hizbuttahrir. Üç bildiri, iki gösteriyle Türkiye'ye şeriatı getirecekler! Bir tarafı Viyana'ya bir tarafı Çin'e dayanan, İspanya'yı da kapsayan büyük hilafet kuracaklar! En büyük güçleri de kameralar kayıttayken attıkları sloganlar. Öyle sloganlar ki bunlar, bütün dünyayı sağdan hizaya getirecek, yüreklere korku salacak, herkesin ödünü patlatıp ortalığı bunlara bıraktıracak sloganlar.

Aslında tam bir tiyatrocu gibiler. Her ihtiyaç duyulduğunda ortaya çıkıyorlar. Medyatik olsun diye izinsiz gösteri yapıp polisle dalaşıyor ve 'şeriat isterük' tarzında sloganlar atıyorlar. Bu tarz eylemler çok eskilere dayanıyor. 1950'li yıllarda Kemal Pilavoğlu isimli şahıs 'Ticaniler' adı altında bu tarz bir yapılanma yoluna gitmişti. Pilavoğlu'nun müritlerinin seçimler öncesi CHP'ye üye kayıtları bile yapılmıştı. Seçimlerde olanca güçleriyle DP aleyhine çalışan bu müritler, seçimlerden sonra DP'yi zor durumda bırakacak eylemlere girişmişti. Var güçleriyle büst ve heykelleri yıkmaya başladılar. Onlar heykel kırdıkça CHP'liler de dindarları ve iktidar partisini protesto eden mitingler düzenliyordu. Bu gösteriler sonucunda, Ticanilerin büst kırmalarının önüne geçebilmek için Atatürk'ü Koruma Kanunu çıkartıldı. Ticaniler de CHP'nin dümen suyundaydı ama DP'yi zor durumda bırakmak için provokatif eylemlerde bulunuyordu.

Eskiden beri Hizbuttahrir'in eylemleri bize çok komik gelse de ortalama vatandaşlar için bir korku sebebiydi. Tarih boyunca 'şeriat isteriz, hilafet isteriz' diyen her çıkış sadece provokasyon ihtiva ediyordu. Osmanlı'nın yıkılışına kadar gidecek süreci başlatan, Selanik'in Hareket Ordusu'nun İstanbul'da darbe yapmasına zemin hazırlayanlar da 'şeriat isteriz' sloganlarıyla ortalığa dökülenlerdi. Gayri resmî tarih bu 'şeriat isteriz'cilerin elebaşlarının birer tiyatrocu provokatör olduğunu bize gösterdi. Tıpkı Menemen'dekiler gibi, tıpkı Ticaniler gibi...

Neredeyse yüz yıldır 'şeriat isteriz' oyunu oynanıyor bu ülkede. Ceberut bir yönetim ile ülkeyi yönetmek isteyenler, önce elebaşları tiyatrocu olan 'şeriat isteriz'ci toplulukları ortaya döküyordu. Ama işler bugün eskisi gibi kolay olmuyor. Bugün bu şeriat isteyen tiyatrocuların bağlantıları çok daha kolay çözülüyor. Hizbuttahrir örgütünün Ergenekon ve İsrail bağlantıları teknolojinin sunduğu imkânlarla bütün çıplaklığıyla göz önüne döküldü. Artık bütün bu Hizbuttahrir gibi örgütler tiyatrocu olmaktan öteye gidemiyor.

Korkarım bundan sonra bu ülkede psikolojik harp uygulamak isteyenlerin işleri hiç de kolay olmayacak. Her şeyden önce şebekelerin üzerine giden, elindeki teknolojik imkânlarla onların işledikleri suçları anında deşifre eden bir emniyet teşkilatı var artık. Hem daha da önemlisi, bu tür suçların dava sürecinde hâkim ve savcıların HSYK operasyonlarıyla görevlerinden uzaklaştırılması da mümkün görünmüyor. Çünkü bundan sonra bütün kamuoyunun gözü HSYK'nın üzerinde ve atamalarında olacak. Türkiye hızla çağdaş, demokratik bir ülke haline geliyor. Psikolojik harp çetelerinin bu ülkede işleri çok zor artık.

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=874408&title=hizbuttahrir-tiyatro-as