Haberler:

deneme

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - Avukat

#21
Merhabalar. Sorunuzun cevabı, tüm ödemeleriniz düşüldükten sonra bankaya olan borcunuzun faiziyle birlikte günümüzde hangi rakama ulaştığı ve varlık yönetim şirketiyle veya bankayla borcun belirli bir rakam üzerinden ödenmesi hususunda yazılı bir anlaşma yapıp yapmadığınız noktalarında düğümlenmektedir. Yazılı bir anlaşma yapmadıysanız ve bakiye borcunuz da bu seviyelerdeyse, yasal dayanağı eksik kaldığı için muhtemel bir itirazınız/davanız reddedilecektir. Varlık yönetim şirketiyle uzlaşmaya çalışmanız -bu şartlarda- en uygun yol olacaktır. Uzlaşırsanız, yapacağınız ödemeden sonra herhangi bir borcun kalmayacağına yönelik mutlaka yazılı bir belge almayı da ihmal etmeyin. Allah kolaylık versin...
#22
Merhabalar. Öncelikle geçmiş olsun. Sonuçta istifa etmiş olduğunuz için bu aşamadan sonra kıdem ve ihbar tazminatıyla ilgili açılacak bir davanın olumlu sonuç vermeyeceğini düşünüyorum. Halbuki istifanızda, "fazla mesai alacaklarım ödenmediği için sözleşmemi feshediyorum" gibi bir ibare kullanmış olsaydınız, hem durumunuzu mahkemede çok daha rahat bir şekilde izah edebilir hem de haklı fesih sebebiyle kıdem ve ihbar tazminatı talep etmeye hak kazanırdınız. Bu tür bir sebep belirtilmeksizin yapılmış olan istifa, maalesef bu iddiaları önemli ölçüde örten bir nitelik taşıyacaktır hakimin gözünde. Fazla mesai ise ayrı bir durum. Çalışma sürelerini gösteren aylık bordrolara imza atmış mıydınız? İmza attıysanız, bordro içerikleri (fazla mesai ücreti gösterilip gösterilmediği, vs.) önem taşıyacak ve konuyu bu minvalde ayrıca değerlendirmek gerekecektir. Bordrolara imza atmadıysanız, şahidiniz de olduğu için fazla mesai alacaklarınızı şirketten talep edebilirsiniz. Aşağıda konuyla ilgili emsal bir Yargıtay kararı bulunuyor. Allah kolaylık versin...




T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas : 2012/9-2
Karar : 2012/250
Tarih : 28.03.2012

İK.41, 68
BK.43, 44, 161, 325

DAVA VE KARAR:

Taraflar arasındaki "fazla çalışma ücreti alacağı" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;

Ankara 1.İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 29.12.2008 gün ve 2007/18 E. 2008/956 K. sayılı

kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay 9.Hukuk Dairesinin 17.03.2011 gün ve 2009/7932 E.-2011/7371 K. sayılı ilamı ile;

("...Davacı davalı şirkete ait Şok marketlerinde mağaza sorumlusu olarak çalıştığını, çalıştığı süre boyunca fazla çalışma yaptığını, ancak ücretlerinin ödenmediğini ileri sürerek fazla çalışma ücreti isteğinde bulunmuştur.

Davalı davacının çalışmalarının haftalık 45 saati aşmadığını savunmuştur.

Mahkemece dava kısmen kabul edilmiştir.

Kararı yasal süresi içinde davalı temyiz etmiştir.

Davacı işçinin fazla çalışma yapıp yapmadığı hususu taraflar arasında uyuşmazlık konusudur.

Fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Ücret bordrolarına ilişkin kurallar burada da geçerlidir. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır.

Fazla çalışmanın ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları, delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın bu tür yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda tarafların dinletmiş oldukları tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır.

İmzalı ücret bordrolarında fazla çalışma ücreti ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığının ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazi kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille söz konusu olabilir. Buna karşın, bordroların imzalı ve ihtirazi kayıtsız olması durumunda dahi, işçinin geçerli bir yazılı belge ile bordroda yazılı olandan daha fazla çalışmayı yazılı delille kanıtlaması gerekir. İşçiye bordro imzalatılmadığı halde, fazla çalışma ücreti tahakkuklarını da içeren her ay değişik miktarlarda ücret ödemelerinin banka kanalıyla yapılması durumunda da ihtirazi kayıt ileri sürülmemiş olması, ödenenin üzerinde fazla çalışma yapıldığının yazılı delille ispatlanması gerektiği sonucunu doğurmaktadır.

İşyerinde en üst düzey konumda çalışan işçinin görev ve sorumluluklarının gerektirdiği ücretinin ödenmesi durumunda ayrıca fazla çalışma ücretine hak kazanamaz. Bununla birlikte üst düzey yönetici konumunda olan işçiye aynı yerde görev ve talimat veren bir yönetici ya da şirket ortağı bulunması durumunda, işçinin çalışma gün ve saatlerini kendisinin belirlediğinden söz edilemeyeceğinden yasal sınırlamaları aşan çalışmalar için fazla çalışma talep hakkı doğar. O halde üst düzey yönetici bakımından şirketin yöneticisi veya yönetim kurulu üyesi tarafından fazla çalışma yapması yönünde bir talimatın verilip verilmediğinin de araştırılması gerekir. İşyerinde yüksek ücret alarak görev yapan üst düzey yöneticiye işveren tarafından fazla çalışma yapması yönünde açık bir talimat verilmemişse, görevinin gereği gibi yerine getirilmesi noktasında kendisinin belirlediği çalışma saatleri sebebiyle fazla çalışma ücreti talep edemeyeceği kabul edilmelidir.

Satış temsilcilerinin fazla çalışma yapıp yapmadıkları hususu, günlük faaliyet planları ile iş çizelgeleri de dikkate alınarak belirlenmelidir. Genelde belli hedeflerin gerçekleşmesine bağlı olarak prim karşılığı çalışan bu işçiler yönünden prim ödemelerinin fazla çalışmayı karşılayıp karşılamadığı araştırılmalıdır. İşçiye ödenen satış priminin fazla çalışmaların karşılığında ödenmesi gereken ücretleri tam olarak karşılamaması halinde aradaki farkın işçiye ödenmesi gerekir.

İş sözleşmelerinde fazla çalışma ücretinin aylık ücrete dahil olduğu yönünde kurallara sınırlı olarak değer verilmelidir. Dairemiz, 270 saatle sınırlı olarak söz konusu hükümlerin geçerli olduğunu kabul etmektedir.

Günlük çalışma süresinin 11 saati aşamayacağı Kanunda emredici şekilde düzenlendiğine göre, bu süreyi aşan çalışmaların denkleştirmeye tabi tutulamayacağını ve zamlı ücret ödemesi veya serbest zaman kullanımının söz konusu olacağı kabul edilmelidir.

Yine işçilerin gece çalışmaları günde yedibuçuk saati geçemez (m.69/3). Bu hal de günlük çalışmanın, dolayısıyla fazla çalışmanın bir sınırını oluşturur. Gece çalışmaları yönünden haftalık 45 saat olan yasal çalışma sınırı aşılmamış olsa da günde 7.5 saati aşan çalışmalar için fazla çalışma ücreti ödenmelidir. Dairemizin kararı bu yöndedir (Yargıtay 9.HD. 23.6.2009 gün 2007/ 40862 E, 2009/ 17766 K).

Fazla çalışma yönünden diğer bir yasal sınırlama da, İş Kanunu'nun 41. maddesinde yazılı olan fazla çalışma süresinin toplamı bir yılda ikiyüzyetmiş saatten fazla olamayacağı şeklindeki hükümdür. Ancak bu sınırlamaya rağmen işçinin daha fazla çalıştırılması halinde, bu çalışmalarının karşılığı olan fazla mesai ücretinin de ödenmesi gerektiği açıktır. Yasadaki sınırlama esasen işçiyi korumaya yöneliktir. Dairemizin kökleşmiş uygulaması bu yöndedir (Yargıtay 9.HD. 18.11.2008 gün 2007/32717 E, 2008/31210 K.).

Fazla çalışmanın yazılı delil ya da tanıkla ispatı imkan dahilindedir. İşyerinde çalışma düzenini bilmeyen ve bilmesi mümkün olmayan tanıkların anlatımlarına değer verilemez.

Fazla çalışmanın belirlenmesinde 4857 sayılı İş Kanununun 68. maddesi uyarınca ara dinlenme sürelerinin dikkate alınması gerekir.

Fazla çalışmaların uzun bir süre için hesaplanması ve miktarın yüksek çıkması halinde Yargıtay'ca son yıllarda indirim yapılması gerektiği istikrarlı uygulama halini almıştır (Yargıtay 9.HD. 12.11.2009 gün, 2009/ 15176 E, 2009/ 31514 K.; Yargıtay, 9.HD. 18.7.2008 gün 2007/ 25857 E, 2008/ 20636 K.). Ancak, fazla çalışmanın taktiri delil niteliğindeki tanık anlatımları yerine, yazılı belgelere ve işveren kayıtlarına dayanması durumunda böyle bir indirime gidilmemektedir.

Dairemiz kararlarında fazla çalışma ücretlerinden yapılan indirim kabul edilen fazla çalışma süresinden indirim olmakla davalı tarafın kendisini avukat ile temsil ettirmesi durumunda reddedilen kısım için davalı yararına avukatlık ücretine hükmedilmesi gerektiği ifade edilmişse de(Yargıtay 9.HD. 11.02.2010 gün 2008/ 17722 E, 2010/ 3192 K.) işçinin davasını açtığı veya ıslah yoluyla dava konusu arttırdığı aşamada mahkemece ne miktarda indirim yapılacağı bilenememektedir. Dairemizce 2011 yılı itibarıyla maktu ve nispi vekalet ücretlerinin yüksek oluşu da dikkate alınarak konunun yeniden ve etraflıca değerlendirilmesine gidilmiş ve her türlü indirimden kaynaklanan red sebebiyle davalı yararına avukatlık ücretine karar verilmesinin adaletsiz sonuçlara yol açtığı sonucuna varılmıştır. Özellikle seri davalarda indirim sebebiyle kısmen reddine karar verilen az bir miktar için dahi her bir dosyada zaman zaman işçinin alacak miktarını da aşan maktu avukatlık ücretleri ödetilmesi durumu ortaya çıkmaktadır. Yine daha önceki kararlarımızda fazla çalışma asıl alacaktan indirim sebebiyle red vekalet ücretine hükmedilmekte ancak Borçlar Kanunu'nun 161/son, 325/son maddeleri ile 43 ve 44. maddelerine göre ve yine 5953 sayılı Yasada öngörülen yüzde beş fazla ödemelerden yapılan indirim sebebiyle reddine karar verilen miktar için avukatlık ücretine hükmedilmemekteydi. Bu durum uygulamada karışıklığa yol açtığı gibi eşitsizlik de yaratmaktadır. Konuyla ilgili olarak Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinde bir kurala yer verilmediğinden Dairemizce eski görüşümüzden dönülmüş ve fazla çalışma asıl alacaktan yapılan indirimler sebebiyle reddine karar verilen miktar bakımından kendisini vekille temsil ettirmiş olan davalı yararına avukatlık ücretine hükmedilemeyeceği kabul edilmiştir.

Somut olayda davacının imzasını taşıyan ücret bordrolarında fazla çalışma yapıldığına dair kayıt bulunmamaktadır. Keza davacının müdür olarak düzenlediği mağaza seyir defteri fotokopilerinden fazla çalışma yapan işçilerin ve fazla çalışmanın niteliğinin ayrıntılı olarak belirtildiği görülmektedir. Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda ise davacı tanık beyanlarına itibar edilerek davacının kaç saat fazla çalışma yaptığı belirlenip hesaplama yapılmıştır. Ancak davalı şirketin kurumsallaşmış bir yapısı olduğu göz önüne alındığında işyerinin çalışma sistemine ilişkin belgeler ile sorumlu müdür ve yardımcısının görev ve sorumluluklarına ilişkin belgeler celp edilip irdelenmeden, davacının fazla çalışma yapıp yapmadığı kesin olarak belirlenmeden eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir...")

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI:

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı ( BOZULMASINA ), oybirliği ile karar verildi.
#23
Merhabalar. Senetten kastınızın bono olduğunu anladım.

1) Bononun üstüne, "teminat senedidir" şeklinde bir şerh yazın (bu kayıt sizin haklarınızı koruyacak ve sürpriz icra takipleriyle karşılaşma ihtimalinde itirazınıza yasal dayanak oluşturacaktır).
2) Bonodaki alacaklıyı gösteren kısmı boş bırakmayın, bu kısma da şirketin unvanını yazın.
3) Bonoyu teslim ettiğinize ilişkin de bono fotokopisi üzerinde şirket yetkilisinden kaşe-imza-tarih şeklinde alındı yapmasını isteyin.
4) Aranızda yapacağınız sözleşmeye de şirkete olan sermaye borcunuz karşılığında teminat amacıyla ....... TL tutarlı bono düzenlenip şirkete teslim edileceği hususunda madde ekleyin ve sözleşmenin ıslak imzalı bir örneğini saklayın.

Bu tedbirlerin yeterli olacağını düşünüyorum. İmzalayacağınız sözleşmenin bir avukat tarafından incelenmesi de sizi muhtemel kayıplardan ve hak ihlallerinden koruyacaktır. Allah kolaylık versin...
#24
Merhabalar. İyi dilekleriniz teşekkürler.

Alıntı Yapnoterden gayrimenkul satışı gerçekleştirebilirmiyim

Gerçekleştiremezsiniz. Noterliklerde sadece gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi yapabilirsiniz.

Alıntı Yapelde edilen geliri ne şekilde beyan etmeliyim

Bu konuda vergi dairelerinden veya mali müşavirlerden gerekli bilgiyi temin edebilirsiniz. Allah kolaylık versin...
#25
Merhabalar. Siz üzerinize düşeni yapmışsınız. İstifa tek taraflı bir işlemdir ve muhatabına ulaştığı anda yasal sonucu kendiliğinden doğurur. İstifanızdan sonraki
kayıt silme işlemi açıklayıcı bir işlemdir. Dolayısıyla herhangi bir sorun yaşamayacağınızı düşünüyorum. Bir sorun çıkma ihtimaline karşı gönderdiğiniz ihtarnameyi saklayın. Allah kolaylık versin...
#26
Merhabalar. Eşiniz sizden habersiz kredi çekebilir fakat Borçlar Kanunu'nun 584. maddesinde belirtilen istisnalar haricinde kefil olamaz. Ayrıntılı bilgiye BURADAN ulaşabilirsiniz. Allah kolaylık versin...
#27
Merhabalar. Mahkemeye sunulmayan delillerin elinize ne zaman geçtiği (özellikle dava aşamasında elinizde olup olmadığı) ve bu delillerin niteliği önemli. Konuyla ilgili Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nda yer alan hükümler aşağıdadır. Allah kolaylık versin...



Yargılamanın İadesi

Konu

MADDE 374- (1) Yargılamanın iadesi, kesin olarak verilen veya kesinleşmiş olan hükümlere karşı istenebilir.

Yargılamanın iadesi sebepleri

MADDE 375- (1) Aşağıdaki sebeplere dayanılarak yargılamanın iadesi talep edilebilir:

a) Mahkemenin kanuna uygun olarak teşekkül etmemiş olması.

b) Davaya bakması yasak olan yahut hakkındaki ret talebi, merciince kesin olarak kabul edilen hâkimin karar vermiş veya karara katılmış bulunması.

c) Vekil veya temsilci olmayan kimselerin huzuruyla davanın görülmüş ve karara bağlanmış olması.

ç) Yargılama sırasında, aleyhine hüküm verilen tarafın elinde olmayan nedenlerle elde edilemeyen bir belgenin, kararın verilmesinden sonra ele geçirilmiş olması.

d) Karara esas alınan senedin sahteliğine karar verilmiş veya senedin sahte olduğunun mahkeme veya resmî makam önünde ikrar edilmiş olması.

e) İfadesi karara esas alınan tanığın, karardan sonra yalan tanıklık yaptığının sabit olması.

f) Bilirkişi veya tercümanın, hükme esas alınan husus hakkında kasten gerçeğe aykırı beyanda bulunduğunun sabit olması.

g) Lehine karar verilen tarafın, karara esas alınan yemini yalan yere ettiğinin, ikrar veya yazılı delille sabit olması.

ğ) Karara esas alınan bir hükmün, kesinleşmiş başka bir hükümle ortadan kalkmış olması.

h) Lehine karar verilen tarafın, karara tesir eden hileli bir davranışta bulunmuş olması.

ı) Bir dava sonunda verilen hükmün kesinleşmesinden sonra tarafları, konusu ve sebebi aynı olan ikinci davada, öncekine aykırı bir hüküm verilmiş ve bu hükmün de kesinleşmiş olması.

i) Kararın, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlali suretiyle verildiğinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması.

(2) Birinci fıkranın (e), (f) ve (g) bentlerindeki hâllerde yargılamanın iadesinin istenebilmesi, bu sebeplerin kesinleşmiş bir ceza mahkûmiyet kararı ile belirlenmiş olması şartına bağlıdır. Delil yokluğundan başka bir sebeple ceza kovuşturmasına başlanamamış veya mahkûmiyet kararı verilememiş ise ceza mahkemesi kararı aranmaz. Bu takdirde dayanılan yargılamanın iadesi sebebinin, yargılamanın iadesi davasında öncelikle ispat edilmesi gerekir.

Üçüncü kişilerin hükmün iptalini talep etmesi

MADDE 376- (1) Davanın taraflarından birisinin alacaklıları veya aleyhine hüküm verilen tarafın yerine geçenler, borçluları veya yerine geçmiş oldukları kimselerin aralarında anlaşarak, kendilerine karşı hile yapmaları nedeniyle hükmün iptalini isteyebilirler.

Süre

MADDE 377- (1) Yargılamanın iadesi süresi;

a) Mahkemenin kanuna uygun olarak teşekkül etmemiş olduğunun öğrenildiği,

b) 375 inci maddenin birinci fıkrasının (b) ve (c) bentlerinde öngörülen hâllerde, kararın davalıya veya gerçek vekil veya temsilciye tebliğ edildiği; alacaklı veya davalı yerine geçenlerin karardan usulen haberdar olduğu,

c) Yeni belgenin elde edildiği veya hilenin farkına varıldığı,

ç) 375 inci maddenin birinci fıkrasının (d), (e), (f) ve (g) bentlerindeki hâllerde, ceza mahkûmiyetine ilişkin hükmün kesinleştiği veya ceza kovuşturmasına başlanamadığı yahut soruşturmanın sonuçsuz kaldığı,

d) Karara esas alınan ilamın bozularak kesin hüküm şeklinde tamamen ortadan kalkmasından haberdar olunduğu,

e) 375 inci maddenin birinci fıkrasının  (i) bendinde yazılı sebepten dolayı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararının tebliğ edildiği,

tarihten itibaren üç ay ve her hâlde iade talebine konu olan hükmün kesinleşmesinden itibaren on yıldır.

(2) 375 inci maddenin birinci fıkrasının (ı) bendinde yazılan sebepten dolayı yargılamanın yenilenmesi süresi ilama ilişkin zamanaşımı süresi kadardır.

İnceleyecek mahkeme ve teminat

MADDE 378- (1) Yargılamanın iadesi talebini içeren dilekçe, kararı veren mahkemece incelenir.

(2) Mahkeme, dayanılan sebebin niteliğine göre yargılamanın iadesi talebinde bulunandan karşı tarafın zarar ve ziyanını karşılayacak uygun bir miktar teminat göstermesini isteyebilir.

Talebin ön incelemesi

MADDE 379- (1) Yargılamanın iadesi talebi üzerine mahkeme, tarafları davet edip dinledikten sonra;

a) Talebin kanuni süre içinde yapılmış olup olmadığını,

b) Yargılamanın iadesi yoluyla kaldırılması istenen hükmün kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş olup olmadığını,

c) İleri sürülen yargılamanın iadesi sebebinin kanunda yazılı sebeplerden olup olmadığını,

kendiliğinden inceler.

(2) Bu koşullardan biri eksik ise hâkim davayı esasa girmeden reddeder.

Yeniden yargılama veya hükmün iptali

MADDE 380- (1) İnceleme sonunda, dayanılan yargılamanın iadesi sebebi sabit görülürse, yeniden yargılama yapılarak ortaya çıkacak duruma göre verilmiş olan karar onanır veya kısmen yahut tamamen değiştirilir. Ancak, davacının açık veya zımni muvafakati olmaksızın vekil veya temsilci olmayan kimselerin huzuruyla davanın görülmüş ve karara bağlanmış olması yahut 375 inci maddenin birinci fıkrasının (ı) bendine dayalı olarak yargılamanın iadesi dilekçesi kabul olunursa, başka bir inceleme yapılmaksızın hüküm iptal edilir.

(2) Bu husus, iade yoluyla incelenmesi istenen hükmün bütün nüshalarında gösterilir.
#28
Merhabalar. Bahsettiğiniz olaylar müvekkille avukat arasında var olması gereken güven ilişkisini bozacak niteliktedir. Dolayısıyla dilerseniz avukatınızı azledip başka bir avukatla anlaşabilirsiniz. Konuyla ilgili daha detaylı bilgiye BURADAN ulaşabilirsiniz. Allah kolaylık versin...
#29
Merhabalar. Benzer bir soruya verilmiş olan cevabı BURADAN inceleyebilirsiniz. Allah kolaylık versin...
#30
Merhabalar. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun (O'ndan geldik, O'na döneceğiz). Öncelikle başınız sağolsun, annenize Allah gani gani rahmet eylesin...

Alıntı YapÖlümden günümüze kadar olan süreçte hastane yönetimine şikayette bulundum ve onlar da resmi soruşturma sürecinin başlatıldığı bilgisini bana ulaştırdılar.Bu soruşturma dava açmama engel olur mu?
Ölüm nedeni de raporda pinomoni yani zatürre olarak belirtilmiştir.

Bahsettiğiniz olayda doktorların bir kusurunun olup olmadığı hususu önemli. Şikayette bulunduğunuzu ve bununla ilgili soruşturma açıldığını belirtmişsiniz. Bu soruşturma, konuyla ilgili suç duyurusunda bulunmanıza veya dava açmanıza engel değildir. Bununla birlikte, suç duyurusunda bulunmadan ve dava açmadan evvel soruşturma sonucunu beklemeniz de mantıklı bir yol olacaktır. Şayet soruşturma sonucundan tatmin olmazsanız/kafanızdaki tereddütler giderilmezse, gerekçelerini belirterek suç duyurusunda bulunup maddi ve manevi tazminat davası açabilirsiniz. Soruşturma sonucunu bekleyip beklememe hususundaki karar size ait. Allah kolaylık versin...
#31
Merhabalar. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun (O'ndan geldik, O'na döneceğiz). Öncelikle başınız sağolsun, babanıza Allah gani gani rahmet eylesin...

Alıntı Yapbabam kaldırımda giderken arkadan araba çarpıyor...ve hayatını kaybediyor...8de8 karşı taraf şuçlu  ...babamı öldüren kişiye ne ceza verilir...

Kusurlu olarak trafik kazasında bir kişinin ölümüne sebep olan kişi hakkında Türk Ceza Kanunu'nun 85. maddesine göre (maddenin tam metni aşağıdadır) iki ila altı yıl arası hapis cezasına hükmedilir. Bilinçli taksir hali söz konusu ise (alkollü araç kullanımı, kırmızı ışıkta bilerek geçme, ehliyetsiz araç kullanımı, vs.), bu halde kazaya sebep olan kişiye verilecek ceza, Türk Ceza Kanunu'nun 22. maddesine göre üçte birden yarısına kadar artırılır. Aşağıda bilinçli taksirle ilgili emsal bir Yargıtay kararı bulunuyor. Özetle olayın oluş şekli önemli. Tüm yönleriyle olayın ve dosyaya giren evrakların incelenmesi gerekiyor. Maddi ve manevi zararlarla ilgili tazminat davası da açılması lazım. Allah kolaylık versin...



    Taksir
     Madde 22 - (1) Taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hallerde cezalandırılır.
    (2) Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir.
    (3) Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır; bu halde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.
    (4) Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir.
    (5) Birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda, herkes kendi kusurundan dolayı sorumlu olur. Her failin cezası kusuruna göre ayrı ayrı belirlenir.
    (6) Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmez; bilinçli taksir halinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir.

    Taksirle öldürme
     Madde 85 - (1) Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
    (2) Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.




T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2008/9-43
K. 2008/62
T. 25.3.2008

2918/m.47/B,52/A,57/A
5237/m.22/3

DAVA : Sanık Doğukan Özdemir'in 5237 sayılı TCY'nın 85/2, 22/3 ve 62. maddeleri uyarınca 8 yıl 10 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, TCY'nın 53/6. maddesine göre cezasının infazından sonra ehliyetinin 1 yıl süre ile geri alınmasına ilişkin Sincan 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 12.02.2007 gün ve 59-24 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9.Ceza Dairesince 03.07.2007 gün ve 6006-5856 sayı ile;

"... Oluşa ve tüm dosya kapsamına göre olayda bilinçli taksirin koşullarının oluşmadığı gözetilmeden sanık hakkında tayin olunan cezanın 5237 sayılı TCK.nun 22/3. maddesi uyarınca artırıma tabi tutulması..." isabetsizliğinden bozulmuştur.

Yerel Mahkeme ise 17.09.2007 gün ve 178-145 sayı ile;

"...Olay günü sabah erken saatlerde, görüş mesafesi ve hava açıkken, her hangi bir yağış yokken, sevk ve idaresindeki otobüs ile kavşağa geldiğinde, kendi yönünden gelen araçlara "dur işareti levhası" anlamını taşıyan kırmızı fasılalı ışık yandığı halde, durup yolun geçişe uygun, açık olduğunu gördükten sonra yeniden hareket etmesi gerekirken, bunu yapmayıp, hızını dahi azaltmayarak bu şekilde kavşağa girmiş, fasılalı kırmızı ışığın yandığı iki trafik levhasını geçmiştir. Bu sırada aynı kavşağa açılan sağ taraftaki yoldan kavşağa giriş yapmak üzere olan maktul Mehmet Çallar'ın geliş yönündeki araçlara, kavşağa girerken yavaşlayarak dikkatlice geçilmesi anlamını taşıyan sarı fasılalı ışık yanmaktadır. Geçiş önceliği adı geçen maktulde iken ve sanığın maktulün kullandığı araca durup bekleyerek yol vermesi gerekirken, maktulün kullandığı araca çarparak kazaya neden olabileceğini öngörmesine rağmen, kullandığı araçla hızlı ve kontrolsüz bir şekilde "geçerim" düşüncesi ile kavşağa giriş yapmış, bu şekilde geçiş önceliğine sahip diğer aracı altına alarak metrelerce sürükleyip iki kişinin ölümüne neden olmuştur. Karayolları Trafik Kanunu'nun 47/b maddesinde, karayollarından faydalananların trafik ışıklarına uymak zorunda oldukları hükme bağlanmış, 19.10.1985 tarihli Trafik Işıkları Hakkındaki Yönetmeliğin 9. maddesinde ise trafik ışıklarının, trafiğin güvenli akışını sağlamak, araçların ve yayaların yolu sıra ile kullanmalarını düzenlemek amacıyla tesis edilen ışıkların işlevleri ayrıntılı olarak belirtilmiştir. Ehliyetli sürücü olan ve trafik kurallarını bilen sanığın meydana gelen neticeyi istemediği, ancak öngördüğü, fakat buna rağmen neticenin meydana gelmeyeceğine olan güven ile yükümlülüklerine aykırı davrandığı, dolayısıyla bilinçli taksirle hareket ettiği açıktır..." gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.

Bu hükmün de sanık müdafii ve o yer C.Savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya Yargıtay C.Başsavcılığının "onama" istekli 28.01.2008 günlü tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığa gönderilmekle Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca yürürlükte olan 1412 sayılı CYUY'nın 318. maddesinde, Ceza Genel Kurulunda incelemenin duruşmalı yapılabileceğine ilişkin bir hüküm yer almadığından, sanık müdafiinin temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasına ilişkin isteminin reddine karar verildikten sonra dosya üzerinden yapılan incelemede:

Sanığın taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olma suçundan 5237 sayılı TCY'nın 85/2, 22/3 ve 62. maddeleri uyarınca cezalandırılmasına karar verilen somut olayda Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümü gereken uyuşmazlık, bilinçli taksir halinin bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

Olayın oluş şekline ilişkin bir uyuşmazlık ve bu kabulde dosya içeriği itibariyle de herhangi bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

İnceleme konusu olayda;

Sanığın 19.09.2006 günü saat 06.00 sıralarında kullandığı halk otobüsü ile olayın meydana geldiği kendisine fasılalı kırmızı ışığın yanmakta olduğu kavşağa girdiği sırada, kendi yönüne fasılalı sarı ışık yanan ölen Mehmet Çallar'ın kullandığı araca kavşak içerisinde çarparak bu aracın 33 metre sürüklenmesine ve araçta bulunan sürücü Mehmet Çallar ile yolcu Ufuk Çallar'ın ölümüne sebebiyet verdiği, sanığın kullanmış olduğu halk otobüsünün çarpmanın etkisiyle duramayarak önce orta kaldırımı ( refüj ) aşıp karşı şeride geçtiği, sonrasında tekrar kendi şeridine dönerek çarpma noktasına 150 metre mesafede durabildiği, Ego Genel Müdürlüğü'nün 03.03.2006 günlü yazısından süresiz olarak toplu taşıma araçlarında çalışmama cezası almış bulunan sanığın kazadan sonra halk otobüsünü olay yerinde bırakarak kaçtığı, bir süre sonra kullandığı başka bir araç ile kaza yerine hızla gelip duramayarak olay yeri güvenliği için polis tarafından konulan plastik dubalara çarptığı ve bu nedenle görevli polislerle bir süre tartıştığı, bir süre sonra tekrar olay yerine yaklaştığı sırada kendisinin ölümlü trafik kazasının şüphelisi olduğunu yapılan telsiz anonsu ile anlayan polislerce durması yönünde kendisine yapılan ihtarlara karşın durmayarak aracıyla kaçtığı, takip edildiyse de süratli olması nedeniyle yakalanamadığı ve ancak saat 14.00 sıralarında kendiliğinden gelerek teslim olduğu, Adli Tıp Kurumundan alınan 02.12.2006 tarihli üç kişilik bilirkişi heyeti raporunda; sanığın meydana gelen olayda dikkatsiz, tedbirsiz ve kurallara aykırı hareketleri ile tamamen kusurlu olduğu, diğer sürücü ölen Mehmet Çallar'ın ise herhangi bir hatalı davranışının ve mevcut koşullarda alabileceği bir önlemin bulunmadığından kusursuz olduğunun tespit edildiği anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlığın sağlıklı bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi bakımından taksir ve bilinçli taksir kavramlarının incelenerek karşılaştırılması gerekir.

5237 sayılı TCY'nın 22/2. maddesinde "dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi" şeklinde tanımlanan taksir, görüldüğü gibi istisnai bir kusurluluk şeklidir. Toplumsal yaşamda belli faaliyetlerde bulunan kimselerin başkalarına zarar vermemek için bir takım önlemler alması ve bazı davranış kurallarına uyma zorunlulukları bulunmaktadır. Bu kurallar toplum olarak yaşama zorunluluğundan doğabileceği gibi, Devletin müdahalesiyle de ortaya çıkabilmektedir. Taksirli suç bu kuralların ihlal edilmesi sonucu belirir, fail tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için cezalandırılır. Bu bakımdan sorumluluğun nedeni, öngörebilme imkan ve ödevinin varlığına rağmen sonuca iradi bir hareketle neden olmaktan kaynaklanmaktadır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 01.02.2005 gün ve 213-3; 23.03.2004 gün ve 12-68; 09.10.2001 gün ve 181-204; 21.10.1997 gün ve 99-202 sayılı kararları başta olmak üzere birçok kararında da vurgulandığı üzere, öğretide ve uygulamada taksirin unsurları;

1- Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,

2- Hareketin iradiliği,

3- Neticenin iradi olmaması,

4- Hareketle netice arasında nedensellik bağının bulunması,

5- Neticenin öngörülebilir olması, şeklinde kabul edilmektedir.

Bilinçli taksir ise 5237 sayılı TCY'nın 22/3. maddesinde, "kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi" olarak tanımlanmıştır. Görüldüğü gibi taksir ile bilinçli taksir arasındaki yegane fark; taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörmemesi, bilinçli taksir halinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır.

Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç fail tarafından öngörüldüğü halde istenmemiştir. Gerçekten neticeyi öngördüğü halde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin tehlike hali, bunu öngörmemiş olan kimsenin tehlike hali ile bir tutulamaz; neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun, bu neticeyi meydana getirecek harekette bulunmamakla özellikle görevlidir.

Öte yandan 2918 sayılı Karayolları Trafik Yasasının 47/B maddesinde sürücülerin trafik ışıklarına uymak zorunda olduğu, 52/A maddesinde kavşaklara yaklaşırken hızlarını azaltmalarının gerektiği, 57/A maddesinde ise kavşaktaki koşullara uyacak şekilde yavaşlamak, dikkatli olmak ve geçiş hakkı olan araçların geçmesine imkan vermek zorunda oldukları hükme bağlanmakta, Karayolları Trafik Yönetmeliğinin 95/B, 101/A ve 109/A maddelerinde de bunlara paralel düzenlemeler yer almaktadır. 19.06.1985 gün ve 18789 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Trafik İşaretleri Hakkında Yönetmeliğin 9. maddesinde fasılalı olarak yanıp sönen sarı ışık, "ikaz anlamında olup bu yerin yavaş ve dikkatli geçilmesini bildirir. ( yolver işaret levhası gibi )" şeklinde, fasılalı olarak yanıp sönen kırmızı ışık ise, "dur işareti levhası anlamında olup gidilecek yolun açık olduğu görüldükten sonra yeniden hareket edilmesini bildirir" biçiminde tanımlanmıştır.

Bu açıklamalar ışığında somut olayı incelediğimizde;

Ego Genel Müdürlüğü tarafından verilen süresiz olarak toplu taşıma araçlarında çalışmama cezası bulunan sanığın kullanmakta olduğu halk otobüsü ile olayın olduğu kavşağa yaklaşırken 2918 sayılı Karayolları Trafik Yasasının 52/A ve 57/A maddeleri uyarınca hızını azaltması ve dikkatli olmak suretiyle geçiş hakkı olan araçların geçmesine imkan vermesi gerekirken süratli bir şekilde kavşağa yaklaşması, Trafik İşaretleri Hakkında Yönetmeliğin 9. maddesine göre dur işareti anlamına gelen ve ancak gidilecek yolun açık olduğunu gördükten sonra hareket edilmesi gerektiğini belirten fasılalı kırmızı ışığın kendisine yanıyor olmasına karşın anılan Yasanın 47/B maddesine aykırı olarak durmak bir yana hızını dahi azaltmadan kavşağa girmesi, kavşağın ortasındaki ikinci fasılalı kırmızı ışığı da geçtikten sonra kendisine fasılalı sarı ışık yanması nedeniyle kavşağa giren ölen Mehmet Çallar'ın kullandığı araca fren yapma fırsatı bile bulamadan yandan çarpması hususları bir bütün olarak göz önüne alındığında, sanığın meydana gelen neticeyi 5237 sayılı TCY.nın 22/3. maddesi kapsamında öngördüğünün ancak istemediğinin dolayısıyla da olayda bilinçli taksir halinin bulunduğunun kabulü gerekir. Bu nedenle Yerel Mahkemenin direnme kararı isabeti olduğundan onanmasına karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan bir kısım Kurul Üyesi; "olayda bilinçli taksirin koşullarının bulunmadığı" görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle,

1- Yerel Mahkeme direnme hükmünün ONANMASINA,

2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİİNE, 25.03.2008 günü yapılan müzakerede oyçokluğu ile tebliğnamedeki düşünceye uygun olarak karar verildi.
#32
Merhabalar.

Alıntı Yapbu  konuda nasıl bir yol izlemem gerekir? neler yapmam lazım? Davayı kazanma veya kaybetme olasılığım nedir?

Bir süredir çeşitli bankalar dosya masrafı olmayan krediler kullandırmaya başladı. Eskiden böyle bir seçenek yoktu, yani tüm bankalar dosya masrafı tahsil ediyordu. Dolayısıyla yeni kullandırılan dosya masraflı kredilerde mahkemelerin konuya bakışı bir ihtimal değişebilir (ki ben bu ihtimali zayıf buluyorum). Bununla birlikte, mevcut şartlar altında davayı kazanma ihtimalinizin oldukça yüksek olduğunu belirtmek isterim. Davanızı kendiniz takip edecekseniz, cevap dilekçesini hazırlayıp mahkemeye sunmanız gerekecek. Duruşmaya katılmayabilirsiniz.

Alıntı Yapbu arada bankayla ilgili takip başlatmadım. alacağım için şuanda icra işlemi başlatabilir miyim? dava açık olsa bile? veya bu mahkemenin sonucunumu beklemeliyim.?

Bankaya karşı icra takibi başlatmak için dava sonucunu beklemenize gerek yok. Allah kolaylık versin...
#33
Merhabalar. 5901 Sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu'nda vatandaşlığın ne şekilde kazanılabileceğiyle ilgili hükümler aşağıdadır. Velayet hakkı uzun süre haklı bir sebep olmaksızın bizzat kullanılmazsa, evet, açılacak bir velayet davası neticesinde velayet kaybedilebilir. Burada üç yıl gibi bir süre şartı yok. Velayet hakkının uzun süre kullanılmamış olması davanın açılması için yeterli sebep teşkil eder. Allah kolaylık versin...




    Sonradan kazanılan vatandaşlık
    Madde 9 – (1) Sonradan kazanılan Türk vatandaşlığı, yetkili makam kararı veya evlat edinilme ya da seçme hakkının kullanılması ile gerçekleşir.

    Yetkili makam kararı ile Türk vatandaşlığının kazanılması
    Madde 10 – (1) Türk vatandaşlığını kazanmak isteyen bir yabancı, bu Kanunda belirtilen şartları taşıması halinde yetkili makam kararı ile Türk vatandaşlığını kazanabilir. Ancak, aranan şartları taşımak vatandaşlığın kazanılmasında kişiye mutlak bir hak sağlamaz.

    Başvuru için aranan şartlar
    Madde 11 – (1) Türk vatandaşlığını kazanmak isteyen yabancılarda;
    a) Kendi millî kanununa, vatansız ise Türk kanunlarına göre ergin ve ayırt etme gücüne sahip olmak,
    b) Başvuru tarihinden geriye doğru Türkiye'de kesintisiz beş yıl ikamet etmek,
    c) Türkiye'de yerleşmeye karar verdiğini davranışları ile teyit etmek,
    ç) Genel sağlık bakımından tehlike teşkil eden bir hastalığı bulunmamak,
    d) İyi ahlak sahibi olmak,
    e) Yeteri kadar Türkçe konuşabilmek,
    f) Türkiye'de kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin geçimini sağlayacak gelire veya mesleğe sahip olmak,
    g) Millî güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel teşkil edecek bir hali bulunmamak,
    şartları aranır.
    (2) Türk vatandaşlığını kazanmak isteyen yabancılarda, yukarıda sayılan şartlarla birlikte, taşıdıkları devlet vatandaşlığından çıkma şartı da aranabilir. Bu takdirin kullanılmasına ilişkin esasların tespiti Bakanlar Kurulunun yetkisindedir.

    İkamet ve sürelerin hesaplanması
    Madde 15 – (1) Bir yabancı için ikamet, Türk kanunlarına uygun olarak Türkiye'de oturmaktır. Türk vatandaşlığını kazanma talebinde bulunan bir yabancı başvuru için aranan ikamet süresi içinde toplam altı ayı geçmemek üzere Türkiye dışında bulunabilir. Türkiye dışında geçirilen süreler bu Kanunda öngörülen ikamet süreleri içinde değerlendirilir.
#34
Merhabalar. Şayet ticari ilişkinizi sonlandırma maksadıyla hareket ediyorsanız, ipotek vermeyin ve alacaklı olduğunuz halde ürün gönderilmediğini, bu yolla aranızdaki sözleşme şartlarına aykırı davranıldığını, bu duruma derhal son verilmesini, ürün gönderilmeyecekse, teslim ettiğiniz çeklerin derhal iade edilmesini noter kanalıyla muhatabınıza bildirin. Gelen cevaba göre hareket edersiniz. Allah kolaylık versin...
#35
Merhabalar. Dava dosyasının incelenmesi gerekiyor. Dava dosyasından gönderilen tebligatlar hangi adresinize gönderilmiş, bu adresin MERNİS'te kayıtlı olan adresiniz midir ve tebligatlar kime teslim edilmiş? Bu inceleme neticesinde şayet tebligatta bir usulsüzlük olduğu tespit edilirse kararın temyiz edilebilmesi de mümkün hale gelir. Allah kolaylık versin...
#36
Merhabalar. Şayet programın ücretsiz olan eski versiyonunu kullandığınızı ispatlama imkanınız mevcutsa, bahsettiğiniz şartlarda herhangi bir sorun yaşamazsınız muhtemelen. Allah kolaylık versin...
#37
Merhabalar.

Alıntı YapBoşanmadan evvel alınmış bir dairenin  2/4 ü çocuklara ,2/4 ü bana verilmek üzere karara bağlandı.Ancak yakın bir zamanda evlenen çocukların babası onca gayrimenkul sahibi iken çocuklara baskı kurup haklarını ona satmalarını ve kendisinin izaleyi şuyu yapacağını söylüyor.

Çocuklarınız hisselerini devrederse akıbet Adnan Bey'in belirttiği şekilde olacaktır. Dolayısıyla çocuklarınızın hisselerini satmamalarını elden geldiğince sağlamaya çalışın. Satarlarsa da üzülmeyin; izale-i şüyu davası sonucunda taşınmaz piyasa değerine çok da uzak olmayan bir değer üzerinden satılarak paraya çevrilecek ve bu satıştan elde edilen bedelin yarısı da size ödenecektir. Allah kolaylık versin...
#38
Alıntı Yaparkadaşıyla konuyu konuşmuşlar ağlaşmışlar dert yanmış. arkadaşı olan adam da ben bişekilde alırım ondan demiş. eşimle aralarında senet yapmışlar. tefeciyim bi şekilde alırım gibi üstü kapalı tehditle de senedi kardeşinden tahsil etmiş.

Burasını anlamadım. Eşiniz bu adama senet vermiş. Yani senet borçlusu eşiniz. Aracın mülkiyeti ise kayınbiraderinizde. Bu senede istinaden ancak eşinize yönelik icra takibi başlatılabilir. Bu icra takibinde senetle ilgisi olmadığı ve dolayısıyla borçlu sıfatını taşımadığı halde ödemeyi niçin kayınbiraderiniz yapmış ki? Eşinizi borçtan kurtarmak için mi?
#39
Alıntı Yapdikkat etmem gerek bir şey var mı?İstifamı verdim ama işleme alınıp alınmadıgını bilmiyorum,çekmecede öylece bekliyor olabilir,bunun benim açımdan önemi varmı?Çünkü hukuki bakımdan vaktinde yapılmayan şeylerden dolayı olası bir iş davasında zararlı çıkmak istemiyorum.

İstifa ettiğinize dair dilekçeden kaşe-tarih-imza ile alındılı bir örnek sizde kaldı mı? İstifa ettiğinizi ispatlamak zorunda kalabilirsiniz (ihbar tazminatı ödememek için). Bu arada yeni işiniz şimdiden hayırlı olsun...
#40


Kayseri'de 130 avukat, Hz. Muhammed'le ilgili hakaret içeren ifadeler kullandığı gerekçesiyle "Ekşi Sözlük" adlı internet sitesi hakkında suç duyurusunda bulundu.

Kayseri Baro Başkanı Fevzi Konaç, suç duyurusunda bulunmadan önce adliye önünde yaptığı açıklamada, "Ekşi Sözlük" adlı internet sitesinde, Hz. Muhammed'e hakaret içeren birtakım ifadeler yer aldığını belirterek, "Tüm Türkiye kamuoyundan gelen tepkiler üzerine bu ifadeler siteden kaldırılmıştır" dedi.

Sözkonusu internet sitesi hakkında, baro adına değil, şahsı ve avukatlar adına suç duyurusunda bulunacaklarını dile getiren Konak, Müslümanları tahrik etme amacıyla konulan bu ifadelerin üzüntü verici olduğunu söyledi.

Anadolu'da inanan, inanmayan tüm insanların bin yıldır barış ve hoşgörü içinde yaşadığını vurgulayan Konaç, "Hiç kimsenin bir başkasının dini değerlerine küfretme hakkı yoktur, böyle bir özgürlüğü asla kabul edemeyiz. Hele hele yüzde 99 Müslümanların yaşadığı bir ülkede İslam peygamberi ve hepimizin 'anam babam sana feda olsun Ya Resulallah' diyecek kadar sevdiği Allah Resulüne hakaret edilmesine asla razı olmayız" dedi.

Açıklamanın ardından, 130 avukatın imzasının yer aldığı suç duyurusu dilekçesi savcılığa sunuldu.

http://yenisafak.com.tr/gundem-haber/avukatlardan-eksi-sozluk-hakkinda-suc-duyurusu-31.07.2013-547820?ref=manset-9