Haberler:

Hukuk Forumumuza Hoşgeldiniz

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - kilimanjaro

#2001
Şimdi hep birlikte avazımız çıktığı kadar bağırma zamanıdır: Yaşasın tam bağımsız Türk yargısı!

Bu ülkede yargı bağımsızdır!  Darbecileri soruşturmaz.  Yargı bağımsızdır!
Darbecileri yargılamaz.
Yargı bağımsızdır!
Askerimizi el üstünde, hukuk üstünde tutar.
Yargı bağımsızdır!
Suikastçıları soruşturmaz!
Yargı bağımsızdır!
Genelkurmay 'andıç'çılarına dokunmaz.
Yargı bağımsızdır!
Hükümete gündüz yazdığı muhtırayı gece yarısı sitesinde yayımlayan Genelkurmay Başkanı'nı soruşturmaz.
Yargı bağımsızdır!
Yayımladığı muhtırayla, kimin cumhurbaşkanı seçilip kimin seçilemeyeceğini buyuran Genelkurmay Başkanı'nı soruşturmaz.
Yargı bağımsızdır!
367 gibi hukuk skandallarının altına imza atabilir.
Yargı bağımsızdır!
Yüzde 47 oy alan bir parti hakkında kapatma davası açabilir.
Yargı bağımsızdır!
TBMM'de 411 milletvekilinin oyuyla  üniversitelerde türban yasağını kaldıran kararı iptal edebilir.
Yargı bağımsızdır!
27 Nisan muhtırasında, "Ne mutlu Türküm diyene" demeyenleri düşman ilan edebilen Genelkurmay Başkanı'na bu da ne demek oluyor diye sorma gereğini duymaz.
Yargı bağımsızdır!
Cumhurbaşkanı seçiminde Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne ne yapması gerektiğini buyuran Genelkurmay Başkanı'nı soruşturmaz.
Yargı bağımsızdır!
Siyaset yapan komutanı soruşturmaz.
Yargı bağımsızdır!
Kara Kuvvetleri Komutanı'nın adını Şemdinli iddianamesine yazan savcı Ferhat Sarıkaya'yı meslekten men edebilir.
Yargı bağımsızdır!
12 Eylül darbecilerinin yargılanması için iddianame düzenleyen savcı Sacit Kayasu'yu meslekten men edebilir.
Yargı bağımsızdır!
Şemdinli davasında bilmem kaç yıl hapse mahkûm edilen asker kişileri önce askeri mahkemeye havale eder, sonra serbest bırakabilir.
Yargı bağımsızdır!
Faili meçhul cinayetleri soruşturmaz.
Yargı bağımsızdır!
Faili meçhul cinayetlerin üstüne yürüyen savcı ve yargıçları yerlerinden edebilir.
Yargı bağımsızdır!
Faili meçhul cinayetler deyince ilk akla gelen Jandarma bünyesinde bir zamanlar kurulmuş JİTEM'i, JİTEM'le ilgili olayları soruşturmaz, yargılamaz.
Yargı bağımsızdır!
Ergenekon davasıyla birlikte ilk kez generalleri yargı sahnesine çıkaran savcı ve yargıçları dağıtabilir.
Yargı bağımsızdır!
Yüksek Askeri Şûra kararlarını yargı denetimi dışında bırakır.
Yargı bağımsızdır!
Yalanlara dayalı Genelkurmay 'andıç'larıyla insan hakları savunucularına suikast yolu açan, ülkenin tanınmış gazetecilerine bir süre cehennem hayatı yaşatan generallere bile dokunmaz.
Yargı bağımsızdır!
'Andıç'çı generalleri soruşturmaz.
Yargı bağımsızdır!
'Andıç'çı generallere yargı yolunu açmaz.
Yargı bağımsızdır!
Hrant Dink davasında ihmali görülen asker kişilerin üzerine gerektiği gibi gitmez.
Yargı bağımsızdır!
Askere dokunmaz!
Yargı bağımsızdır!
Darbeciye dokunmaz.
Yargı bağımsızdır!
Darbe tertiplerini soruşturmaz.
Yargı bağımsızdır!
Alper Görmüş örneğinde olduğu gibi darbe tertiplerini açığa çıkaran gazetecilerin üzerine yürür.
Yargı bağımsızdır!
Bireyi değil devleti sever.
Evet, bu ülkede yargı bağımsızdır!
Demokrasiden bağımsızdır.
Çağdaş hukuktan bağımsızdır.
Özgürlüklerden bağımsızdır.
İnsan haklarından bağımsızdır.
Bireyden bağımsızdır.
Evet, yargı 'tam bağımsızdır' bu topraklarda.
Ve çok muhterem hanımefendiler;
Çok saygıdeğer beyefendiler;
Aman yargımızın bağımsızlığına toz kondurmayalım. Şimdi, hep birlikte avazımız çıktığı kadar bağırma zamanıdır:
Yaşasın, tam bağımsız Türk yargısı!
Yaşasın, tam bağımsız Türk yargısının yılmaz savunucuları!
Bu vatan size minnettardır, minnettar kalacaktır, yargı bağımsızlığına böylesine bir gözü karalıkla sahip çıktığınız için...

http://www.milliyet.com.tr/Yazar.aspx?aType=YazarDetay&ArticleID=1122558&AuthorID=63&b=Simdi%20hep%20birlikte%20avazimiz%20%20ciktigi%20kadar%20bagirma%20zamanidir:%20Yasasin%20tam%20bagimsiz%20Turk%20yargisi&a=Hasan%20Cemal
#2002
Avukatlık Kanunu'nda ifade edildiği şekliyle, "hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak" görevi bulunan ve avukatların meslek kuruluşu olan bir baro, gelişmiş hiçbir ülkede eşi benzeri görülmeyecek şekilde hukuksuzluğu, eşitsizliği ve adaletsizliği göz göre göre savunabiliyor! Gerçi bu durumda çok fazla şaşılacak bir yön de bulunmuyor, zira İstanbul Barosu yönetimi uzun bir zamandır demokrasi ve özgürlük düşmanı kesimler tarafından yönetiliyor. Düşününki geçmişte de bu zihniyetin elinde olan İstanbul Barosu Yönetim Kurulu, anayasayı ve kanunları ayaklar altına alarak 1960 darbesini gerçekleştiren kişilere karşı hukuk adına mücadele yürüteceği yerde, darbecilerin hapse attığı devrik başbakan Adnan Menderes'i savunmak isteyen Avukat Burhan Apaydın ve kardeşi Orhan Apaydın'ın bu davada avukatlık yapmasını yasaklayan bir karar almıştı! Apaydın kardeşler bu yasağa rağmen Menderes'i savunmuş ve Burhan Apaydın Yassıada'daki duruşmalar sırasında yaptığı çıkışlar yüzünden "halkı silahlı ayaklanmaya kışkırttığı" gerekçesiyle tutuklanarak Balmumcu Askeri Cezaevi'ne konmuştu. Bu arada Baro da 'savunma hakkı'nın kutsal olduğu bütün evrensel hukuk belgelerine geçmiş olduğu halde Apaydın kardeşler hakkında soruşturma açmıştı. Apaydın, 3,5 ay sonra serbest bırakıldığında Menderes'i savunmayı bırakması istense de, o kararlılıkla bu görevi sürdürdü. Ancak 27 Mayıs'tan sonra Milli Birlik Komitesi Başkanı olan ve 10 Ekim 1961'de yapılan genel seçimle oluşturulan TBMM tarafından Cumhurbaşkanı seçilen Cemal Gürsel'in 27 Mayıs'tan kısa süre önce, henüz Kara Kuvvetleri Komutanı'yken Menderes'e gönderdiği mektubu duruşmada okumak isteyince yeniden tutuklanmış ve Menderes'in idamından bir hafta sonra salıverilmişti (ayrıntılar için bkz. http://www.yeniaktuel.com.tr/tur102,98@2100.html). Bütün bu süreçte İstanbul Barosu, hukukun ve zulme maruz kalan meslektaşının yanında olacağı yerde hukuksuzluğun ve zulmün safında kendine yer edinmişti. Bu açıdan, Baronun açtığı bu dava hiç de şaşırtıcı değil.

Hukukun vicdanını kanatan bu skandal ve ibretlik dilekçeyi aşağıdaki linke tıklayarak okuyabilirsiniz:

http://www.istanbulbarosu.org.tr/images/haber/20090728DANISTAY.pdf
#2003
İstanbul Barosu, Yüksek Öğretim Kurulu'nun (YÖK) ''farklı katsayı puanı uygulamasını kaldırma'' kararının yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle Danıştay'da dava açtı. Danıştay daha önce aynı konuda yapılan itirazı reddederek yetkili kurumun YÖK olduğunu belirtmişti.

Yargıtay eski Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu YÖK tarafından alınan kararın Danıştay tarafından iptal edileceğini söylemişti. Kanadoğlu'nun bu açıklamasının ardından gözler kararı hangi kurumun Danıştay'a götüreceğine çevrilmişti. İşte o kurum bugün belli oldu. Eğitim ve öğretimdeki eşitliğin yasayla garanti altına alınmasına karşın bir hukuk kurumu olan İstanbul Barosu 'eşitlik'ten rahatsız oldu ve eski uygulamanın devam etmesi için dava açtı. Şimdi ise gözler daha önce çözüm adresi olarak YÖK'ü gösteren Danıştay'a çevrildi.

İstanbul Barosu Başkanlığı tarafından yapılan yazılı açıklamada, üniversiteye girişte gelecek yıldan itibaren uygulanmaya başlanacak yeni sistemde, tüm adaylar için aynı katsayı uygulanacağını hatırlatıldı.

Katsayı uygulamasının doğurduğu iddia edilen eşitsizlikleri ''bir satırlık değişiklikle'' kaldırma düşüncesinin gerçekçi olmadığı savunulan açıklamada, düz liseleri seçen öğrencilerin haksız bir rekabetle karşı karşıya kalacağı ve bu kararın kazanılmış bir hakkın alınması ile ''bir grubun kayrılması'' anlamına geleceği öne sürüldü.

Açıklamada, şunlar kaydedildi:

''YÖK'ün yapmış olduğu iptal konusu düzenleme, ileri sürüldüğü gibi mesleki ve teknik okulların veya meslek liselerinin önlerini açmak amacıyla yapılmamıştır. Böyle olduğunu görsek ve inansak hiç kuşku yok ki bunun destekçisi olurduk. Çünkü yurdumuzun en çok gereksinmesi olan insan gücünün meslek liseleri ve mesleki ve teknik okul mezunları olduğunu yıllardır hep söyledik ve savunduk. YÖK bu uygulaması ile meslek lisesi mezunlarının haklarını koruyor görüntüsü altında, aslında imam hatip lisesi mezunlarının katsayı puanı uygulanmaksızın genel (düz) lise mezunları gibi üniversitelere girmelerinin yolunu açmış bulunmaktadır.

YÖK'ün bu uygulaması doğrudan imam hatip lisesi mezunlarının istedikleri fakülteye girmesini sağlamaya yöneliktir. Bu yönüyle kararın Türkiye gerçeklerini ve gereksinimini düşünerek alındığını söylemek inandırıcı olamaz. Türkiye'nin ihtiyacı çağdaş ve modern bir meslek eğitiminden geçmiş gençlerimizdir. Bu nedenle YÖK kararı tamamen siyasi amaçlarla alınmış olup hukuka aykırıdır.''

Türkiye'nin gereksinimi olan din adamı sayısının ortalama 250 bin olduğu, bunun kat be kat üstünde mezun yetiştirmenin ülke gerçekleriyle bağdaşmadığı savunulan açıklamada, ''İstanbul Barosu, Anayasa, YÖK Yasası ve diğer ilgili düzenlemelere aykırı olarak tamamen siyasi düşüncelerle alınmış olan YÖK'ün 'farklı katsayı puanı uygulamasını kaldırma' kararının yürütmesinin durdurulması ve iptaline karar verilmesi amacıyla, 23 Temmuz 2009 tarih ve 39190 sayılı Yönetim Kurulu Kararıyla konuyu Yüksek Yargıya taşımıştır'' ifadesi kullanıldı.

DANIŞTAY: KATSAYIYI YÖK BELİRLER

İstanbul Barosu eşitsizlikte ısrar ederken Danıştay ise 3 yıl önce bu konuda "katsayı konusunda YÖK'ün yetkili olduğu" yönünde karar vermişti. 2005 yılında Ankara Aydınlıkevler Ticaret Meslek Lisesi öğrencisi İlknur Öztürk'ün katsayı düzenlemesinin iptali için başvurduğu dava Danıştay 8. Daire tarafından reddedildi. Daire'nin kararında "1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu'nun ilgili maddeleri gereği yükseköğretim kurumlarına ortaöğretim kurumlarını bitirenlerin nasıl gireceğinin Milli Eğitim Bakanlığı ile işbirliği yapılarak Yükseköğretim Kurulu tarafından saptanacağı" ifade edildi. Böylece Danıştay Prof. Dr. Erdoğan Teziç döneminde katsayı düzenlemesini bozmazken, katsayının mimarı olan Prof. Dr. Kemal Gürüz'ün YÖK Başkanlığı döneminde de benzer kararlar verdi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=874761&title=istanbul-barosu-esitlikten-rahatsiz-oldu
#2004
Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 'kayıp trilyon' davasında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül hakkında kovuşturma yapılmaması kararını iptal etmişti.

Cahit Nalbantoğlu'nun savcılık kararına yaptığı itirazı sonuçlandıran mahkemenin kararında Gül'e 'özel evrakta sahtecilik' ve 'Siyasi Partiler Kanunu'na aykırılık' suçlarından dolayı soruşturma açıldığı soruşturma sonunda Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca "kovuşturma yapılmasına yer olmadığına" karar verildiği hatırlatılmıştı.

Mahkeme daha önce de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkında 'Sayın Öcalan' sözüne verilen takipsizlik kararının kaldırılmasına karar vermişti. (CİHAN)

--------------------------------------------------------------------------------

ADALET BAKANLIĞI: SÖZ KONUSU İNCELEME, SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ HAKKINDA VERİLEN KARARDAN ÖNCE BAŞLATILMIŞTIR

Adalet Bakanlığı'ndan, Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Osman Kaçmaz hakkında incelemeyle ilgili, ''Söz konusu inceleme, Sayın Cumhurbaşkanımız hakkında verilen karardan önce başlatılmıştır'' denildi.

Açıklamada, bugün bazı televizyon kanalları ve internet haber sitelerinde Adalet Bakanlığı müfettişlerince, Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Kaçmaz hakkında inceleme başlatıldığı yönünde haberlerin yer aldığı belirtildi.

Açıklamada şu ifadelere yer verildi:

''Söz konusu hakim hakkındaki bir kısım iddialara ilişkin olarak daha önce başlatılan bir inceleme kapsamında, Adalet müfettişlerince bugün mahkemede dosya incelemesi yapılmıştır. Söz konusu inceleme, Sayın Cumhurbaşkanımız hakkında verilen karardan önce başlatılmıştır. Yapılan incelemenin haberlerde iddia edildiği şekilde bu kararla ve güncel olaylarla hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.''

ADALET BAKANLIĞI: MÜFETTİŞLER DOSYA İNCELEMESİ YAPTI

Adalet Bakanlığı, Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki dosya incelemesinin yapıldığını bildirdi.

Adalet Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, bazı televizyon kanalları ve internet haber sitelerinde, Adalet Bakanlığı müfettişleri tarafından Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Osman Kaçmaz hakkında inceleme başlatıldığı yönünde haberlere yer verildiği belirtilerek, Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde, daha önce söz konusu hakim hakkında başlatılan bir inceleme kapsamında müfettişlerin mahkemede dosya incelemesi yaptığı belirtildi.

Açıklamada, söz konusu incelemenin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül hakkında verilen karardan önce başlatıldığı ifade edilerek, incelemenin haberlerde iddia edildiği şekilde bu kararla hiçbir ilgisinin bulunmadığı kaydedildi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=874773&title=flas-gelisme-sincan-agir-ceza-mahkemesine-sorusturma
#2005
Adalet Bakanlığından yapılan açıklamada, 'Adalet Bakanlığının taslağı (kararname) değiştirtmemek veya taslağın aynen kabulü şeklinde bir talebi olamaz, olmamıştır da'' denildi.

Adalet Bakanlığı, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) toplantısında yaşanan kararname krizinin perde arkasını açıkladı. Bakanlık, toplantının uzamasının nedenini "Taslak hazırlama yetkisinin Bakanlığımızda olduğu, burada önerilen isimlerin yürütülmekte olan bir soruşturmanın ve davanın hâkim ve cumhuriyet savcıları arasında bulunduğu, ilgililer hakkında herhangi bir disiplin tedbiri ve cezası olmadığı, görev yerlerindeki en az süre olan yedi yılın dolmadığı ve adı geçenlerin atanma yolunda bir taleplerinin de bulunmadığı hususları ifade edilerek, bunun soruşturmaya ve yargılamaya doğrudan müdahale anlamına geleceği gerekçesiyle söz konusu taslağın görüşülmesine itiraz edilmiştir." ifadeleriyle özetledi.

Adalet Bakanlığı, yaptığı yazılı açıklamada, 2009 yılı Hâkim ve Savcı Yaz Kararnamesi'nin görüşülmesi, karara bağlanması ve yayımlanması süreçleri hakkında Kurul görüşmelerinin gizliliği prensibi gereğince basında yer alan bazı haber, yorum ve köşe yazılarında yer verilen hususlarla ilgili olarak bugüne kadar açıklama yapmaktan kaçınıldığını belirtti.

Açıklamada, HSYK'nın bazı üyelerince yapılan açıklamada gizliliği ihlal eden tespitlerin yer alması ve buna paralel basın yayın organlarında çıkan haberler üzerine konunun yanlış anlaşılmalara ve yorumlara neden olmaması için üstlendiği sorumluluk gereği bir açıklama yapma gereği duyulduğu dile getirildi.

"Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğünce hazırlanıp Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na sunulan kararname taslağını inceleyip, taslağı aynen kabul etmek veya üzerinde gerekli değişiklikleri yaparak karara bağlamak görevinin Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nda olduğu açıktır." denilen açıklamada, şu ifadelere yer verildi: "Bu bağlamda Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, geçmiş yıllarda olduğu gibi bu yıl da kendilerine sunulan taslağı incelemiş ve aynen veya gerekli değişiklikler yaparak karara bağlamıştır. Adalet Bakanlığı'nın taslağı değiştirtmemek veya taslağın aynen kabulü şeklinde bir talebi söz konusu olamaz, olmamıştır da. Geçen yıllarda olduğu gibi Adalet Bakanlığı'nca hazırlanan taslak büyük ölçüde tasvip görmüş, yaklaşık yüzde 10'luk bir bölümünde değişiklik yapılarak kabul edilmiştir. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun bazı üyeleri İstanbul'da yürütülmekte olan soruşturmanın gizliliğini ihlal ederek, dosya numarası da vermek suretiyle incelediklerini iddia ettikleri dosyadaki bazı kararlara karşı kanun yararına bozma yoluna gidilmesi hususunda Kurul'da görüşme yapılmasını istemiş ve sağlamışlar, kanun yararına bozma yoluna gidilmesine ilişkin kararın oy çokluğuyla alınmasını temin etmişlerdir. Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 309'uncu maddesine göre kanun yararına bozma talebinde bulunma yetkisi açıkça Adalet Bakanlığı'na verilmiştir. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun Anayasal ve yasal görevleri içerisinde kanun yararına bozma veya bu konudaki başvuruları inceleyip karara bağlama görevi bulunmamaktadır. Buna rağmen fonksiyon gaspı ile kanun yararına bozma yoluna gidilmesi hususunda Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun aldığı karara uyma zarureti olmamasına rağmen, Bakanlığımız bu kararı ihbar kabul etmiş ve ileri sürülen hususlarda kanun yararına bozmaya gidilip gidilmeyeceğinin değerlendirilmesi için kararı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü'ne göndermiştir."

YARGILAMAYA DOĞRUDAN MÜDAHALE EDİLMEK İSTENDİ

2008 yılında Yargıtay'a kanun yararına bozma talebi ile gönderilen dosyalardan yüzde 94'ünün Adalet Bakanlığı'nın görüşü doğrultusunda sonuçlandığı ve sadece yüzde 6'sının reddedildiği hatırlatılan açıklamada, bu sonucun Bakanlığın bu konudaki hassasiyet ve isabetini gösterdiği kaydedildi.

HSYK tarafından, kendilerine intikal eden şikayet dilekçelerinin gönderildiği Bakanlık biriminden cevap verilmediği şeklinde açıklama yapıldığının görüldüğü vurgulanan açıklamada, şunlar kaydedildi: "Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, başvuru sahibi olmayıp kendisine intikal ettirilen şikayet dilekçelerini ilgili birime havale eden konumundadır. Nitekim Kurul kendi görev alanına girmediğinden bahisle bir kısım şikayetleri doğrudan ilgilisine iade etmiş, bir kısmını da gereğinin takdiri için Bakanlığımıza göndermiştir. Bakanlığımıza intikal ettirilen her türlü şikayet ve ihbar dilekçesinin sonucu şikayet eden veya ihbarcısına bildirilmektedir. 2009 yılı yaz kararnamesiyle ilgili konuya tekrar değinmek gerekirse; Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun bazı üyeleri, taslağın karara bağlanacağı aşamada '2009 yılı CMK 250 Kararname Taslağı Hâkim-Savcı' başlığını taşıyan 11 kişilik yeni bir taslağı Kurul Başkanı olan Bakan'ımız ve Kurul üyesi olan müsteşarımıza vermişler ve ek taslağın Bakanlıkça hazırlanan taslağın devamında görüşülmesini istemişlerdir. Bu taslakta önerilen isimler arasında davaya bakan mahkemenin başkan ve üyelerinin bulunmadığı, ancak devam eden soruşturmayı yürüten cumhuriyet başsavcısı, cumhuriyet başsavcı vekili ve üç cumhuriyet savcısı ile aynı soruşturmanın değişik aşamalarında tutuklama, arama, el koyma, iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması gibi koruma tedbirleriyle ilgili kararları veren üç hakiminin olduğu, ayrıca önerilen üç hâkimden ikisinin yargılamayı yapan mahkemenin itiraza tabi kararlarını inceleyen mahkeme üyeleri olduğu görülmüştür. Yine faili meçhullerle ilgili soruşturmayı yürüten bir cumhuriyet başsavcısı ve aynı yerde görevli bir mahkeme başkanı da ek taslakta yer almıştır."

Taslak hazırlama yetkisinin Bakanlık'ta olduğuna dikkat çekilen açıklamada, "Burada önerilen isimlerin yürütülmekte olan bir soruşturmanın ve davanın hâkim ve cumhuriyet savcıları arasında bulunduğu, ilgililer hakkında herhangi bir disiplin tedbiri ve cezası olmadığı, görev yerlerindeki en az süre olan yedi yılın dolmadığı ve adı geçenlerin atanma yolunda bir taleplerinin de bulunmadığı hususları ifade edilerek, bunun soruşturmaya ve yargılamaya doğrudan müdahale anlamına geleceği gerekçesiyle söz konusu taslağın görüşülmesine itiraz edilmiştir. Kararname görüşmelerinin olağan süreci dışında uzamasının nedeni budur. Bunun dışında Bakanlığımızın müzakerelerin uzamasına neden olacak herhangi bir talebi olmamıştır. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun ek taslak veren üyelerine, böyle bir tasarrufun mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik ve savcılık teminatını ihlal edeceği, kamuoyunda yargıya müdahale olarak değerlendirileceği ifade edilmiş ve sorun ilave bir cumhuriyet başsavcı vekili görevlendirilerek aşılmıştır. Kararname görüşmelerinin tamamlanmasından sonra Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu 'Gündemdeki diğer öneri ve tekliflerden kalan hususların Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na ve Adalet Bakanlığı'na intikal eden şikayet ve başvurular yönünden yasal gereğinin yapılmasını müteakiben görüşülmesine' şeklinde karar vermiştir. Bakanlığımız çoğunlukla birlikte hareket etmiş ve iddia edildiği gibi bu karara muhalefet şerhi koymamıştır." denildi.

KUSURLU DAVRANIŞ SERGİLEYENLERE MÜSAMA GÖSTERİLEMEZ

Görevinin ifasında kusurlu davranış sergileyen kim olursa olsun Bakanlığın müsamaha göstermesinin söz konusu olamayacağı vurgulanan açıklamada şu görüşlere yer verildi: "Bu nedenle Bakanlığımıza intikal eden her iddia gibi Kurul'ca intikal ettirilen iddialar da titizlikle araştırılıp yasal gereğine tevessül edilmektedir. Söz konusu soruşturmanın hâkim ve cumhuriyet savcıları hakkında bu güne kadar Bakanlığımızca şikayetlerin işleme konulmadığı hususu doğru olmayıp buna ilişkin açıklamamız 28.07.2009 tarihinde kamuoyuna duyurulmuştur. Kaldı ki soruşturma izni verilmemesine ilişkin Bakanlığımızın verdiği kararlara karşı yargı yolu açık olup bu kapsamda görülmekte olan davalar da bulunmaktadır. Kendilerinde kararname taslağı bulunmayan, görüşmelerin hiçbir aşamasında yer almayan ve içerikle ilgili bilgi sahibi olmayan bazı Kurul yedek üyelerinin de açıklamaya imza atmaları dikkat çekici bulunmuştur. Anayasamızın 138/2. maddesinde 'Hiçbir organ, makam, merci veya kişi yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz.' hükmü yer almaktadır. Bu hüküm Bakanlığımız kadar Yüksek Kurulu da kapsamaktadır. Bağımsız bir şekilde görev ifa etmesi gereken hâkim ve savcılara yürütmekte oldukları bir soruşturma ve bu soruşturma sürecinde verdikleri kararlar sebebiyle, emir ve talimat vermenin de ötesine geçerek görev yeri değişikliği teklif edilmesi mahkemelerin bağımsızlığı ile hâkimlik ve savcılık teminatının açıkça ihlali anlamına gelmektedir."

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=874771&title=bakanliktan-hsyknin-iddialarina-cevap
#2006
HSYK, 'Ergenekon davasına bakan mahkemenin başkanı ve üyelerle ilgili herhangi bir tasarrufumuz olmamıştır' açıklaması yaptı. Kurul, böylece Ergenekon savcılarına yönelik korsan girişimi doğruladı

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) 4'ü yargıdan gelen 9 üyesi açıklama yaptı. 9 üye, Ergenekon davasını kastederek, 'HSYK'nın, davaya bakan mahkemenin başkan ve üyeleri ile ilgili herhangi bir düşünce, öneri ve tasarrufu başından beri olmamıştır' dedi. Bu ifadeyle 'Ergenekon hakimleri' ile ilgili bir talepleri olmadığını ifade eden HSYK, savcıların ise görevden alınması için önerge verdiğini itiraf etti.

SİYASETÇİLERİ SUÇLADI

HSYK, '... Soruşturmanın her noktasında basın ve bir kısım siyasetçilerin ölçüsüzce her noktada yargıyı etkileyecek şekilde yer almalarına fırsat verilmiş olması... ' ifadesiyle 'bir kısım siyasetçileri' de suçladı.

'ŞİKAYET ETTİK, İŞLEM YAPILMADI'

Açıklamada ayrıca, 'Savcılar hakkındaki şikayetleri Adalet Bakanlığı'na bildirdik, işlem yapılmadı' şikayetinde bulunuldu: 'Soruşturmayla ilgili şikayetlere ilişkin dilekçelere cevap verilmediği gibi, ilgili dosyalar incelenmek üzere istenildiği halde gönderilmemiştir.''

'SAVCILARI İZLEMEYE ALDIK'

'... CMK 250. madde kapsamında görevli ikinci bir Cumhuriyet Başsavcı Vekili görevlendirilmesini gerekli kılmış... ' diyen HSYK'nın 9 üyesi basına sızmalara karşı da savcıları izlemeye aldığını vurguladı.

'SAVCILAR SORUŞTURULSUN'

9 üye, 'Savcılara yasal işlem yapılması ve HSYK'ya bilgi verilmesi kararı aldıklarını da açıklamadaki '... bugüne kadar Yüksek Kurul ve Adalet Bakanlığı'na intikal eden şikayet ve başvurular ile ilgili yasal işlemlerin başlatılıp tamamlanması ve Yüksek Kurul'a bilgi verilmesi, buna göre işlem yapılmasına... ' ifadesiyle vurguladı. Açıklamada HSYK Başkanvekili Özbek'in yanı sıra Suna Türkoğlu, Ali Suat Ertosun, Musa Tekin, O.Cem Erbük, Coşkun Öztürk, F. Anıl Genç, Feyzi Altınok, H. Ceyda Kerman ve Ayşe Albayrak Doğan'ın imzası yer aldı. ANKARA star

BU FOTOĞRAFI 'ETKİ' SAYMADI

HSYK'nın 9 üyesi, Ergenekon savcılarının görevden alınmasına ilişkin önergeyi veren Ali Suat Ertosun'un Ergenekon sanığı ile ilişkisini gösteren fotoğraf ve haberleri 'yargıyı etkilemek' diye değerlendirdi, ancak Ertosun'un savcılarını alma önergesi verdiği davanın sanığı ile buluşmasını 'etki' saymadı. Kararmane HSYK'da görüşülürken Ertosun ile Ergenekon sanığı Engin Aydın ile bir araya geldi. Aydın bu görüşmenin ardından YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu ile yemekte buluştu. Eminağaoğlu'nun başkanı olduğu YARSAV'ın 3 üyesi de HSYK üyesi.

http://www.stargazete.com/politika/hsyk-nin-ergenekon-itirafi-haber-204248.htm
#2007
Haklı olarak "böyle devlet görevlisi olur mu?" diye soracaksınız. Bizde bu tür soruların usta ayağı sayın Süleyman Demirel'in free-kick tekniğiyle cevap verecek olursak "devlet şantaj yapmaz". Benim paylaşacağım hikayede olaylar geçmişte ve okyanusun bu tarafında cereyan ediyor. Türkiye ile bir alakası yok.   

Geleceği parlak bir üniformalı devlet memurunun seks skandalı sonrası kariyerini bitirmek zorunda kalmasını anlatan haberler geçen hafta Türkiye medyasına yansıdı. Hep beraber okuduk. "Hani Türkiye'den bahsetmeyecektin?" diye eliniz cebinize gitti ama sakin olun. "Tarihin en büyük seks şantajcısının" hikayesini durup dururken anlatmadığımı zapta geçireyim istedim, o kadar.   

Hikayenin esas oğlanını anlatmadan önce, şunu diyeyim. Washington'da seks ve politika her zaman için gayrı resmi gündemin ilk sıralarında yer alan bir konu. Bu gerçeğe sadece, gazete haberlerinde, okuduğum her biyografi ya da yakın tarih kitabında da şahsen gördüm. Amerikalı bazı gazeteciler Washington için "dünyasının seks başkenti" tabirini kullanıyor ama biraz farklı ülkelerin tarihini okumuş herkes bilir ki, dünyadaki bütün başkentler, "özel amaçlı saunaların", sadece üyelerin girebildiği "özel genelevlerin", "kulüplerin", "görevli" orospuların dolu olduğu şehirlerdir. Hal böyle olunca da başkentlerde sık sık seks skandalları yaşanır. Kasedi ortaya çıkan devlet görevlileri de olur, ilişkileri ortaya çıkan devlet başkanları da... Ama bu foto-kaset endüstrisinin boyutları ve derinliği kamuoyuna pek yansımaz. Yani, "Organize işler. Her zaman."   

Bu noktada hemen ceza alanına ukala bir orta da yapayım. Washington DC'yi çeviren Interstate 495 çevre oto yoluna "Capital Beltway" de denir. "Belt" çevreleyen ya da "kemer" demek. Kennedy suikastını araştıran Warren Komisyonunun raporunun açılış cümlesinde yer aldığından beri, Amerikan politik medya jargonunda bu çevre otoyolundan içeri kalan kısma, yani gerçek başkente "Inside the Beltway" denir. Bu kemerin içinde, başkan, bakanlar, senatörler, temsilciler meclisi üyeleri, generaller, lobiciler, think tank profesyonelleri ve bir de orospular görev yapar. Siz Amerikan hiciv ustalarının bu "kemer" nitelemesinden yıllardır ne tür dokundurmalar çıkardıklarını artık tahmin edersiniz. 

Geleyim, henüz kendisini tanımayan mektup arkadaşlarımla tanıştırmak istediğim kahramanımız J. Edgar Hoover'a. Amerikan Federal Soruşturma Bürosu FBI'ın kurucusu ve ilk başkanı. FBI kurulmadan önceki hali olan Soruşturma Bürosunun ise 1924 yılından itibaren 6'ncı ve son başkanı. Hoover'ın ABD iç güvenlik örgütünün başına geçtiği sene 1924. Peki emeklilik tarihi? O yok işte. 1972 yılında hayatını kaybettiğinde hala FBI başkanıydı. Tam 48 yıl. Bir demokraside bir bürokratı tam 48 yıl ülkenin en hayati kurumlarından birinin başında ne tutabilir? 

Calvin Coolidge ABD başkanıyken göreve başlıyor ve sonraki başkanlar Herbert Hoover, Franklin D. Roosevelt,  Henry Truman, Dwight Eisenhower, John F. Kennedy, Lyndon Johnson ve Richard Nixon döneminde bile hala FBI Başkanı olarak devam ediyor. Ta ki Hoover, 77 yaşındayken 2 Mayıs 1972 yılında yüksek tansiyondan hayatını kaybedinceye kadar. Soruyu ağır çekimde tekrar izletmek istiyorum.

Bir demokraside bir bürokratı tam 48 yıl ülkenin en hayati kurumlarından birinin başında ne tutabilir? Bunun resmi bir cevabı yok. Ama herkesin bildiği bir sırrı var: şantaj. Özel olarak ise seks dosyaları. 

Birçok yakın tarih araştırmacısı ve gazeteci Edgar Hoover'ın tarihin en büyük "dosyacılarından" biri olduğunda müttefik. Bir tarihçi, Hoover, "hakkında dosya sahibi olmadığı kimseyle buluşmazdı" diyor. ABD Başkanı Truman 12 Mayıs 1945 günü yazdığı notta, Hoover'ın ve ekibinin "başları sıkıştığında kullanmak için herkes hakkında seks dosyası ve şantaj malzemesi biriktirmesinden" yakınmış ve böyle giderse bizim de Gestapomuz olacak demiş. ABD'de yayınlanmış birçok biyografide Hoover'ın şantajları konusunda anlatılan yığınla hatırayı bulabilirsiniz. Ben sizin için Columbia Üniversitesinde medya ve politka ilişkisi konusunda doktora dersleri veren David Eisenbach'ın geçtiğimiz Mart ayında yayınlanan "The Beltway Unbuckled" adlı muhteşem çalışmasından bir bukle seslendirmek istiyorum.

1963 yazında, Senato araştırma komisyonu, Doğu Alman göçmeni bir fahişe olan Ellen Rometsch adı etrafında, ABD başkanı John F. Kennedy'inin koltuğunu kaybetmesine yol açabilecek bir soruşturma başlatır. Bir Batı Alman subayının karısı olarak Washington'a gelen Rometsch sıradan bir fahişe değildi. KGB adına casusluk yaptığında şüpheleniliyordu. Rometsch kısa zamanda, Washington'da politikacıların, bürokratların takıldığı Quorum Club'ın üst düzey müşterilere giden birkaç kadınından biri oldu. Çapkınlıklarıyla ünlü Kennedy kardeşler de çok geçmeden Rometsch'in ağına düşmüştü. Kulübü işleten ise, başkan yardımcısı olmasına rağmen Kennedy'den hiç hazzetmeyen Lyndon Johnson'a yakınlığıyla bilinen Bobby Baker'dı. Baker'ın resmi tek görevi Senato çoğunluk lideri sekreterliğiydi. Ancak görünürde kamu görevlisi olan bu adam Washington'un en zenginlerinden biriydi. Daha sonra bazı soruşturmalarda mafya ile işbirliği içinde olduğu vesaire de ortaya çıktı ama şimdi bu bizim mevzumuz değil, Oliver Stone ilgilensin. 

BİR TÜR MONİCA LEWİNSKY SKANDALI

Baker, fahişe Rometsch'i başkana tanıştıran isim. Bir tür Monica Lewinsky skandalı patlamak üzeredir. Üstelik konu Des Moines Register gazetesinde de üstü kapalı şekilde gündeme gelmiş ve isim verilmeden "çok üst düzey" müşterilerden bahsedilmişti. Üstelik Rometsch'in yanı sıra Maria Novotny ve Suzy Chang gibi komünist ülke göçmeni iki fahişe daha skandalın parçasıydı. Bu iki fahişenin birkaç ay önce İngiliz Savaş Bakanı John Prufumo'nun başını yakan seks skandalının da kahramanları olması ise tabloyu Başkan John F. Kennedy ile kardeşi Adalet Bakanı Robert F. Kennedy için daha vahim hale getiriyordu.

Kennedy kardeşler yüzmeleri imkansız bir denize düştüklerini görünce, 2 yıldır kovabilmek için formül aradıkları FBI Başkanı J. Edgar Hoover'a sarılmaktan başka çare bulamadılar. Hoover'dan Senato komisyonunun soruşturmasını "bir şekilde" durdurmasını istediler. Bilmedikleri bir şey vardı. Hoover zaten olan biten herşeyi başından beri biliyordu ve skandalı Des Moines Register gazetesinden Clark Mollenhoff 'a sızdıran da Hoover'ın ta kendisiydi. Bu arada, "Bir bürokrat hangi yetkiyle Kongre soruşturmasını durdurabilir ki?" diye düşünmüyorsunuzdur artık umarım. Elbette yetki ile değil, "illegal dosyaların gücü adına!" durdurabilirdi. 

Mevkime dönecek olursam, Hoover, Kennedy kardeşlerin kendisinden nasıl bir yardım istediğini çok iyi anladı ama iki şartla bu yardımı sunacaktı. 1 - Görevden alınması bir daha asla gündeme gelmeyecekti ve 2 - Martin Luher King'i teknik takibe almasına FBI'dan sorumlu Bakan Robert Kennedy karışmayacaktı. Kennedy'ler şartları kabul edince, Hoover Senato'da iki partinin liderleri olan Demokrat senatör Mike Mansfield ve Cumhuriyetçi senatör Everett Dirksen ile Mansfield'in evinde 3'lü bir toplantı yaptı. Toplantıda ne konuşulduğu resmen hiç açıklanmadı ama tarihçilere göre Hoover, senato liderlerine onlarca senatör hakkında elinde tuttuğu malzemelerden özet bir sunum yaparak, Senato'nun Başkan Kennedy'nin seks hayatı hakkında soruşturma kararı alması halinde "Washington'da kimsenin güvende olmayacağını" söyledi. Sunumdan sadece birkaç saat sonra, Senato araştırma komisyonu Rometsch skandalı konusunda soruşturmaya gerek olmadığını açıkladı. Kennedy azledilmeye kadar gidecek bir skandaldan kurtulmuştu. Dokümanter David Eisenbach'ın anlattığına göre Kennedy birkaç gün sonra arkadaşı Ben Bradlee ile bu konu hakkında konuşurken, "Hoover'ın senatörler hakkında sahip olduğu kirli bilginin büyüklüğünü bilsen şaşkına dönerdin" demiş. 

Hoover, aynı hafta Martin Luther King'in bütün yaşam alanlarına dinleme cihazlarını kurmuştu bile. Ta ki 5 yıl sonra 4 Nisan 1968 günü Martin Luther King, 'sayın faili meçhul'ün kurşunlarıyla 39 yaşında bu dünyaya veda edinceye kadar. Elbette hikayenin bu kısmına başkan olan John Kennedy şahit olamadı. Anketlerdeki yüksek halk desteği, görevden alınmasına yol açabilecek Ellen Rometsch skandalının tarih olması ve 1 sene sonraki seçimde zaferin çantada keklik gözükmesinin rahatlığıyla 22 Kasım 1963 sabahı Dallas'a geldiğinde kendisini karşılayanlar arasında "sayın faili meçhul" de vardı ve tarih Başkan Kennedy için o sabah Dallas'ta durdu.  Bakan olan Robert Kennedy ise hikayenin, Martin Luther King'den sadece 2 ay sonrasına kadar olan kısmını görebildi. California önseçimini kazanıp başkanlık yoluna tam gaz girdiğinin ertesi günü, 6 Haziran 1968'de yine "sayın faili meçhul" tarafından öldürüldü. 

Git-gel başınızı ağrıtıyorum ama mevzuyu dar alandan çıkarabilmek için acilen geriye, 1924 yılına dönmemiz lazım. ABD'nin federal iç güvenlik biriminin 29 yaşındaki bir gence emanet edildiği tarihe. Aslında 5 yıl daha geriye gidip Hoover'ın 24 yaşında Adalet Bakanlığı İstihbarat şubesi müdürlüğüne getirildiği 1919'a kadar gidecektim lakin, "ama sen de çok gittin" demenizden korktum. Yani 29 yaşında Soruşturma Bürosunun başına getirildiğinde 7 yıllık kurum tecrübesi zaten vardı. Muhalif herkesi "komünistlikten" , "vatan hainliğinden", ya içeri tıkan ya da ipe götüren 1917 - 1927 arası 10 yıllık döneme Amerikan siyasi literatüründe "red scare" dönemi deniyor. Ben, -birinci "bu kış komünizm gelecek" -  dönemi diyorum. İkincisi ise, 1945 - 1955 arası yani McCharty döneminde çekildi bu filmin ama başrolde yine Hoover vardı. 1924 - 1935 yılları arasında 11 yıl Soruşturma Bürosu'nu yöneten Hoover, adamlarına silah taşıma, operasyon yapma ve tutuklama yetkisi verilmesi talebiyle Kongre'nin kapısını çaldı. 1935 yılında Kongre bu talebi yasalaştırdı ve Soruşturma Bürosunun adı Federal Soruşturma Bürosu (FBI) oldu. Hoover da ilk başkanı olarak atandı.

Hoover'ın, "şantaj dosyalarını arşivleme" alışkanlığı ve uzmanlığını öğrendiği yer ise maalesef bir kütüphane. Hukuk eğitimi aldığı yıllarda Kongre Kütüphanesi'nde yarı zamanlı çalışıyordu. Milyonlarca kitap içinde aranan kitabı çabucak bulmaya yarayan katalog sistemini, Soruşturma Bürosunun başına geçer geçmez uygulamaya koydu. 20'nci yüzyıl "fişlemenin altın çağı" ise bunu Hoover'a borçluyuz. Herkesi fişlemeye başladı. Birkaç yıl içinde tam 450 bin vatan haini, biyografik bilgileriyle fişlenmişti bile.  "Herkes hakkındaki her bilgi önemliydi ve bir bilgi kırıntısının bile işe yarayabileceği bir nokta gelebilirdi". 

10 Mayıs 1924 günü, yani Soruşturma Bürosunun başına geldiği gün bütün adamlarını, başkentte ne kadar önemli varsa onları takibe gönderdi. Emir açıktı: "Bana herkesin açığını bulun". Bu çalışma yöntemine uyanlar kurumda kaldı gerisi tasfiye edildi. "Gidersem başkentteki herkesi yanımda götürürüm" diyen bir adama da on yıllarca kimse karışamadı. Geçen yıl ortaya çıkan ses kaydında Başkan Nixon, 1972 yılında kendinden önceki 7 başkan gibi Hoover'dan nasıl kurtulabilirim diye epey uğraştıktan sonra vazgeçtiğini itiraf ediyordu. Hoover'ın tepesinde bulundukları piramidi tutan bir noktada mevzilendiğini ifade eden Nixon, "Ordan çekersek hepimizi de beraber götürür" diyordu. 

ETME BULMA DÜNYASI

Gelgelelim, başkanları bile korkutan bir güce sahip olan Hoover'ı da korkutmayı başaran bir güç vardı: Mafya. Peki nasıl oluyordu da başkanların bile dokunmaktan çekindiği "devlet içindeki devlete", mafya "posta" koyabilmişti? Hoover herkesi nasıl süt dökmüş kediye çevirdiyse öyle: seks şantajı ile. Kısa bir 'flash-back'ten sonra yayına devam edeceğim.

Edgar Hoover, dikkatini çeken kendinden 5 yaş genç FBI memuru Clyde Tolson'u 1930 yılında yardımcısı yaptı. Hoover, 1972 yılında öldüğünde Tolson hala FBI Başkan yardımcısıydı. FBI Başkanı Hoover ile yardımcısı Tolson'un meslektaşlığı tarihte örneği bulunmayan bir "yakınlığa" sahip olunca dikkat çekti. İkisi de hayatı boyunca bekar kalan Hoover ve Tolson on yıllar boyunca hafta içi hergün öğle yemeğini Washington'daki ünlü Mayflower Hotel'de beraber yediler. Çarşamba akşamları Tolson'un evinde, Cuma akşamları Hoover'ın evinde akşam yemeği yiyor, cumartesi günleri ise at yarışı seyretmeye gidiyorlardı. Tam 41 yıl bu düzende yaşadılar. Washington Post muhabiri, hergün aynı vakitte Mayflower Hotel'de öğle yemeği yemeye gelen çifti görmek için otele nasıl gittiklerini, "Hayvanat bahçesi ziyaret eder gibi gidip ikilinin yemek yiyişini seyrediyorduk" şeklinde anlatıyor. Yakınlıkları bununla sınırlı değildi elbette. İkili gece kulüplerine beraber takılıyor özel partilere beraber katılıyordu. Tatile bile beraber çıkıyorlardı. Ve hatta Hoover 1972 yılında öldüğünde mirasını yardımcısı Tolson'a bırakacaktı. Tolson, hayatının geri kalan 3 yılını Hoover'ın kendine miras kalan evinde geçirdi. Öldüğünde de Kongre Mezarlığında Hoover'ın birkaç metre yakınındaki mezara defnedildi. Mezarda bile ayrılmayan ikili FBI içinde, "J. Edna and Mother Tolson" lakabıyla anılıyordu. Kendisi de eşcinsel olan ünlü gazeteci Truman Capote ise ikili için "Johnny and Clyde" lakabını kullanıyordu. 

Hoover'ın seksüel tercihi daha ilk yıllarından itibaren dikkat çekmeye başladı. Ama gerçek şu ki Hoover ölünceye kadar kimse bunu açık açık konuşmaya yazmaya cesaret edemedi. Çünkü herkes gazeteci Ray Tucker'ın başına gelenleri biliyordu. 19 Ağustos 1933 günü araştırmacı gazeteciliğin ilk örneklerinden Collier's Magazine'de yayınlanan özel dosya haberinde Tucker ilk kez Hoover'ın cinsel kimliği hakkında imalarda bulundu. Ancak dergi daha yayınlanmadan muhabir Tucker'ın bütün özel hayatı kamuoyunun gözleri önüne serilmişti bile. Time dergisi de bir keresinde biraz da mahcub bir edayla, "Hoover yanında bir kadınla hiç görülmüyor. Sıklıkla Clyde Tolson olmak üzere hep erkeklerle bir arada"  diye yazmış. Hoover'ın özel hayatını yazan gazetecinin iç çamaşırının renginin bile mahremiyeti kalmazdı. Bir diğer ilginç nokta ise, kadın elbisesi içindeyken çekilmiş fotoğrafları olduğu ifade edilen, gay grup seks partilerine katıldığının şahitleri olan Hoover'ın gaylere karşı sert tutumuydu. Amerikan gay hareketinin temsilcileri, Hoover'ın bu yaklaşımını "kendinden nefret" psikolojisi olarak nitelendiriyorlar.   

Şimdi bu flashback'ten mevzuya geri döneyim. İlk defa, New York Post'un ve New York Daliy News gazetelerinde uzun yıllar muhabirlik ve köşe yazarlığı yapan Pete Hamill'in mafyadan görüştüğü bazı kilit isimlere dayanarak ortaya çıkardığı şayia şu: 20'nci yüzyıldaki en büyük Amerikan mafya babalarından biri olan Meyer Lansky, "Hoover ve Tolson'un tatillerinde bir plajda seks yaparken çekilmiş fotoğraflarını elinde tutuyordu." Yahudi mafyasının güçlü ismi Lansky, İtalyan mafyasındaki birkaç ortağıyla beraber, kumardan fuhuşa kadar birçok kara sektörü kontrol ediyordu. Las Vegas'ı Las Vegas yapanların başında geliyordu Lansky. 

YAHUDİ VE İTALYAN MAFYA BABALARININ RAHATLIĞI

İşte, on yıllarca herkesin aklını kemiren "Nasıl olur da en basit muhalif yazarın bile nefes alamadığı iklimde, Yahudi ve İtalyan mafya babaları bu kadar rahat hareket ediyordu?" sorusunun cevabının da bu fotoğraflar olduğu kaydediliyor.  Her şey karışan Hoover, 40 yıllık saltanatı boyunca mafyaya ciddi anlamda hiç karışmadı. 1930'ların başında Midwest'te bazı mafya babaları tutuklandı ve hatta öldürülenler oldu ama bu Chicago'daki FBI başkanı Melvin Purvis tarafından yürütülen biraz da kişisel inisiyatifli bir mücadeleydi. Ki, Hoover, FBI'ın üç numaralı adamı haline gelen Purvis'i kısa zamanda kurumdan ayrılmaya zorladı. Purvis, bir mafya babasını öldürdüğü silahıyla 56 yaşında "intihar" etti. Gerçek şu ki, Hoover döneminde FBI tarafından sonuçlandırılan tek bir dişe dokunur mafya dosyası yok. 1959 yılında Hoover'ın 489 ajanı "vatan haini" aydın ve politikacıları takiple görevliyken, başkenti sarıp sarmalamış yolsuzluk ve mafyayı takiple görevli sadece 4 ajan vardı. FBI, Hoover öldükten sonra yoğun şekilde mafyanın üzerine gitmesi de bu konudaki şüpheyi artırıyor. 

Ömrünü vatan haini aramaya ve herkes hakkında dosya tutmaya harcamış bu sorunlu devlet görevlisinin bir renkli özelliğine daha dikkat çekmeden edemiyorum. Edgar Hoover, 20'nci yüzyılın en büyük masonlarından biriydi. İskoç Ritüeli Dergisinde yayınlanan bir dosyaya göre 9 Kasım 1920 günü gerçek masonluğun başlangıcı sayılan 3'ncü derece masonluğa kabul edildi. 1955 yılında ise artık 33'ncü dereceden Mason olmuştu. Masonlar arasında "Dünya Yüce Konseyinin Anası" şeklinde nitelendirilen Washington merkezli  "Güney Masonik Bölgesi" locasının üyesiydi.   

Eski FBI ajanı Arthur Murtagh, 1990 yılındaki bir röportajında, Hoover'ın organizasyon yeteneği ile ülkenin iki unsurunu diktatörce yönetmeyi başardığını itiraf ediyordu. Murtagh'a göre bunlardan biri FBI'dı diğeri Amerikan halkının beyniydi. Halkı, yıkıcıların devleti ele geçirmekte olduğu hakkında korkutmayı başarmıştı zira. Eski FBI ajanlarından Joseph Schott, "Sola Dönüş Yok" başlıklı otobiyografisinde Hoover'dan her gün talimat notları aldıklarını anlatırken artık gülebileceğimiz bir kurum içi diktatörlük örneğini aktarıyor. Birgün, Hoover kendisine gelen bir bilgi notunun kenarına "sınıra dikkat" diye not düşüp geri iade ediyor. FBI'da kimse "niye?" diye soramıyor. Ve tam bir hafta FBI birçok güvenlik unsurunu da harekete geçirerek Kanada ve Meksika sınırlarında devriye yapıyor. Bu ağır ve maliyetli yük bir şekilde Hoover'a aktarıldığında ise gerçek ortaya çıkıyor. Hoover, kendisine iletilen notta, yazının, kağıdın çerçevenin dışına taşmasına kızdığı için "sınıra dikkat" notu düşmüş meğerse. 

Hoover öldüğünde "hayat sırdaşı" Clyde Tolson'ın günlerce FBI'da dosya imha etmekle uğraştığı iddia edilir. Tolson'un imha ettiği dosyalardan en önemlileri politikacılar hakkında olanlardı. Senatörler hakkında 883 dosya ile milletvekilleri hakkındaki 722 dosyanın içeriklerini kimse öğrenemedi. 

Hoover tam 48 yıl Washington DC'nin derin gücüydü. Paranoyak bir psikolojinin devletin hayati kurumlarının başına geçtiğinde nelere yol açabileceğinin en ibretli örneği oldu. Döneminde, içinde ABD başkanı da dahil onlarca kilit isim faili meçhul kurbanı oldu. Mafya ve yolsuzluk ise adeta patladı. Biraz 20'nci yüzyıl tarihi okuyan herkesin malumudur ki, bir ülkede faili meçhuller gerçekleşip, insan hakları ihlalleri, düşünce ve ifade hürriyeti üzerinde baskı artıyorsa, kesinlikle yolsuzluk ve mafya da o dönemde zirveye çıkıyor. 

MİLADIN İLK ELLİ YILINDA FİLİSTİN'DE YAŞASA

Bu ruh halindeki adamların, kendisi gibi düşünmeyen herkesi, yabancı ajanı görmesi hukuki değil psikolojik bir sorun. Hoover'ın aşırı milliyetçi tutucu kimliği de aslında ibretlik. Mafya Küba'dan Las Vegas'a New York'tan Florida'ya cirit atarken, halkın çıkarını savunan ya da savaşlara karşı çıkan aydınlarla, gazetecilerle, politikacılarla uğraşmayan bu zihniyet, en büyük zararı yine ülkesine veriyordu. New York Times gazetesinin 1970 yılında yayınladığı bir mektupta enfes şekilde ifade edildiği gibi, "Bay Hoover eğer Milattan Sonra ilk 50 yıl içinde Filistin topraklarında dünyaya gelseydi, Nasıralı adam ve 11 arkadaşını, yıkıcı faaliyetten dolayı takibe alırdı." Hoover'dan geriye kalan bazı dosyaları 1974 yılında gördükten sonra dönemin Adalet Bakanı Laurence Silberman şu demeci verecekti:  "J. Edgar Hoover, adeta pislik toplayan bir kanalizasyon gibiymiş. Artık inanıyorum ki kendisi tarihimizin en kötü kamu görevlisiydi".

Washington'daki FBI binasının adı hala Edgar Hoover. Demokrat Partili Senato Çoğunluk Lideri Harry Reid bir süredir senatör arkadaşlarıyla beraber bu binanın isminin artık değiştirilmesi için mücadele veriyor.

Bugünlerde ABD'de bazı demokrat kalemlerin, vicdanlı insanların da sık sık vurguladıkları gibi bir devlete ve topluma en büyük zararları en büyük kötülükleri devletin derinliklerine karanlıklarına sinen etik ve evrensel değer yoksunu "yetkililer" verir. Ülke güvenliğine en büyük tehdit de bu tür resmi görevlilerden gelir. Hukuk, her şeyden önce bu en büyük tehdide karşı vardır. 

En baştaki soruya geri döneyim. Bence de "devlet şantaj yapmaz." Yapan kim olursa olsun artık devlet değildir, eşkıyadır. Onunla mücadele de herkesin görevidir.

http://www.haber7.com/haber/20090729/Devlet-gorevlisi-seks-santaji-yaparsa.php
#2008
Doğrusu şu ana dek yazdığım hiçbir yazıya bu denli olumlu tepki almamıştım. Son yazıma elektronik posta atanların arasında, emekli generaller, emekli subaylar,  akademisyenler ve okurlarımız vardı.

Hepsine ilgilerinden ötürü teşekkür ediyorum.

Ben yazdıklarımın çoğunun bilindiğini sanıyordum meğer birçok detay gazeteci arkadaşlarım tarafından bile yeterince bilinmiyormuş.

Anlaşılan, Çevik Bir ve Hurşit Tolon'un hukuk dışı yöntemlere girişerek, bir başka deyişle komplo kurarak, Emekli Tabip Albay Profesör Dr. Mustafa Kahramanyol'u TSK'inden irtica 'gerekçesiyle' uzaklaştırmalarına kamuoyunun tepkisi çok büyük.

Bu komplonun ardından Mustafa Kahramanyol'un askerlikten kaynaklanan bütün hak ve imkânları geri alındı. Bir üniversiteye öğretim üyesi olması bile yasaklandı.

Oğlunun Askeri Liseye girmesi bile benzeri yöntemlerle engellenmek istendi.

Devlet Hastanelerinde çalışmasının önüne geçildi, özel sektördeki Hastaneler ise Mustafa Kahramanyol'a cüzzamlı muamelesi yaptı. Mustafa Kahramanyol bu konuyu onur meselesi yaptı. Tam 12 yıldır bir hak mücadelesi veriyor. Yapılan haksızlık ayan beyan ortada olmasına rağmen hiçbir gelişme olmuyor. YAŞ kararları hala yargıya kapalı ve Meclis 28 Şubat'ta yaşanan benzeri olayları hala mercek altına alma insiyatifi gösteremedi!
 
ASDER Başkanı Prof. Dr. Ahmet Alper,  Prof. Dr. Kürşat Eser, bir süre önce Nuriye Akman'a röpörtaj veren Deniz Hakim Albay Ahmet Cengiz Tangören'de benzeri gerekçelerle yine 28 Şubat sürecinde Silahlı Kuvvetlerden uzaklaştırılmış başka önemli değerler. 

Bundan tam 9 yıl önce de 14 Kasım 2000 tarihinde Zaman'da yazmıştım(http://arsiv.zaman.com.tr/2000/11/14/haberler/haberlerdevam.htm ), şimdi konu tekrar gündemde. Tartışılması gereken bir başka olay daha var.

Adı Aziz Hacıbektaşoğlu. O da Tabip Albay. GATA'da bölüm başkanı pozisyonunda iken tüm askerlerin AİDS testi taramasından geçirilmesi isteniyor. Elbette bu işin maliyeti trilyonları buluyor ve kendisine aynı general tarafından bir şirketin test malzemesinin kullanılması yönünde baskı yapılıyor. Hacıbektaşoğlu, bir heyet kurdurarak malzemenin değeri ile ilgili rapor hazırlatıyor. Malzeme değersiz bulunuyor.  Albay Aziz Hacıbektaşoğlu'na açıktan rüşvet teklif ediliyor ancak bu çabaların hiçbiri işe yaramıyor ve Hacıbektaşoğlu, ilgili firmanın tehditlerine rağmen, bu yolsuzluk girişimine engel oluyor ve milletin trilyonlarının iç edilmesine fırsat vermiyor. Ne hazindir ki, bir süre sonra YAŞ kararları çerçevesinde adı irtica dosyalarının arasına sokuşturularak 'disiplinsizlik' gerekçesiyle Silahlı Kuvvetlerden atılıyor.

Oysa Albay Aziz Bektaşoğlu'nun ne irtica ile bir ilişkisi var, ne de laik sistemle bir problemi. Hafızam beni yanıltmıyorsa, irtica ile ilişkilendirilen Albayımız aynı zamanda Alevi kökenliydi.

Peki gerekçe ne? Disiplinsizlık!

Albay rütbesine gelmiş bir insanı, 30 yıllık meslek ve öğrencilik yaşamı boyunca tanıyamadınız da, bu rütbeye gelince mi tanıdınız diye sormazlar mı?

Ortaya çıkan sonuç şu: İrtica, TSK'inde bazı kimselerin, bazı subayları tasfiye etmek için kullanageldikleri bir araç olarak tezahür ediyor.

Albay Aziz Hacıbektaşoğlu ile tam 9 yıl önce bu konuyu telefonda konuşmuştum. Kendisi o sıralar yanılmıyorsam İskenderun'da idi ve bu konuyla ilgili konuşmanın henüz erken olduğunu söylemişti. Artık konuşma vakti. Bu kamu vicdanı ve hukuku ile ilgili bir konu çünkü. 

Şimdi gelelim İskender Pala meselesine.  Bakın Emekli Oramiral Salim Dervişoğlu ne diyor Yeni Şafak'tan Mehmet Gündem'e.

"Prof. Dr. İskender Pala'yı tanırsınız...

Evet, benim emrinde çalıştı. Bizim camiamızda yetişmiş çok nadir insanlardan biriydi. Müzede yaptıkları hiçbir zaman unutulmayacak şeylerdir. Osmanlıca dokümanları okuyacak adamımız yoktu, hepsini okuyup tasnif etti, yetenekleriyle müzenin arşivini bugünkü haline getirdi.

Bu kadar yetenekli birini neden attınız?

Biz kişinin kendine ait zamanda yaptıklarına karışmayız ama makamında namaz kılmak bizde kabul edilebilir şey değil.

Kendisini siz hiç ikaz ettiniz mi?

Hayır. Konu bana gelene kadar bağlı bulunduğu sicil kumandanının dosyasına yazdığı şeyler vardı... Pala meslek itibariyle gayet değerli bir subaydı, demek ki uyum sorunu olmuş...(17 Mart 2009, Yeni Şafak)"

Peki kıymetli Paşam, Deniz Kuvverleri'nin İskender Pala ile kurduğu iş ilişkisi ne? Bu iş kendisine tebliğ edilmiş mi? Edilmiş. Kendisi bunu yapabilmiş mi?

'Osmanlıca dokümanları okuyacak adamımız yoktu, hepsini okuyup tasnif etti, yetenekleriyle müzenin arşivini bugünkü haline getirdi.'

O zaman?

Ama makamında namaz kılıyormuş?

Kanıtı var mı?

Yok!

Peki, varsayalım kılıyordu ve bunun da kanıtı var. Peki öğlen tatili sırasında, bir subayın, makam odasında namaz kılabilmesi, İç Hizmet kanunu çerçevesinde yasaklanmış mıdır? Yasaklanacak olsa, bu 'din özgürlüğünün' kısıtlanması anlamına gelmez mi? Gelir.

Peki namaz kılınabilecek bir ortam oluşturulmuş mu? Hayır!

Askeri liselerde, 'Din Dersi' uygulaması var. O derste, müslümanların namaz kılmaları dinin bir gereği olarak anlatılmakta.

Salim Paşa, 1993-1995 yıllarında Kuzey Deniz Saha Komutanlığı komutanıydı. O dönemde  İskender Pala da Kuzey Deniz Saha Komutanlığı'na bağlı olan Deniz Müzesi Arşivi'nde çalışıyordu Öğretmen Binbaşı rütbesiyle. Dolayısıyla Salim Paşa'nın İskender Pala'nın arşiv çalışmalarını yakından biliyor olması da bu yüzden. Peki o sırada müzenin müdürü kimdi dersiniz?

Öğretmen Binbaşı Erol Mütercimler.

İskender Pala, Deniz Kuvvetleri'ine Edebiyat Öğretmeni, Erol Mütercimler ise Fizik Öğretmeni olarak girmişti 80'lerin başında. Mütercimler İskender Pala'dan 2 yıl kıdemliydi. Deniz Kuvvetleri'nde 7 yıl öğrenci olarak bulunmama rağmen her ikisinin de derslerine giremedim. Çünkü her ikisi de sakıncalı piyade olarak algılandıkları için, anlaşılan, öğretmenlik yapmalarına izin verilmiyordu.

İskender Pala'ya, Divan Edebiyatı konusunda otorite olarak belirdiği 90'ların başında bile, Ankara'da üstelik bir Kara birliğinde, spor tesisleri sorumluluğu görevi verilmişti.  Pala, subaylık hayatında çok çekti. Ama o çektikleri olmasa bu kadar da üretken olamazdı belki de. İskende Pala, askerlik anılarını da bir kitapta topladı. O kitabı okuyup incelemem için de bana vermişti bir kaç yıl önce. O kitabın çıkacağı günü de merakla bekliyordum. Dün kendisiyle konuştum. Kitabın en yakın zamanda yayınlanacağını söyledi bana. Okurlarına bu müjdeyi vermek de benim kısmetimmiş.   

Erol Mütercimler, Deniz Kuvvetleri'nde sol gelenekten gelen bir isimdi. Bunu kendisi de hiç gizlemedi zaten. Askeri kimliğine rağmen 1994 yılında EP Dergisi'ne verdiği bir röpörtajda, Türkiye'nin İsrail'e yaklaşması gerektiği açıklamasında bulunmuştu. Ergenekon'u ilk açıklayan isim olmasına rağmen, bugün gelinen noktada adı Ergenekon'da geçmekte. Çok üzücü bir durum.

Her ikisi de, kitaplar yazıyordu, ama Pala, sanırım o yıllarda Mütercimler'den daha öndeydi bu konuda. Farklı dünyaların insanları olmalarına rağmen pek bir sorunları olduğunu görmedim. Bugün her ikisinin de kitaplarını Alfa Yayınları basıyor.

                                                            ***

Prof. Nevzat Tarhan geçenlerde çok ilginç bir saptamada bulundu.

Dedi ki: Süikast şüphesiyle tutuklanan denizci teğmenler 'Çağdaş Yaşamcı' kızların arkadaşları olabilir.

İnanılmaz önemli bir konu bu.

Şimdi düşünün...Deniz Harp Okulu'nda ya da Kara Harp Okulu'nda okuyan bir askeri öğrencisiniz. Gençsiniz, yüreğiniz kıpır kıpır...Günün birinde bir kızla tanışıyor, arkadaş oluyorsunuz...Geziyor, tozuyorsunuz. Bir de bakıyorsunuz ki 'sevdiğiniz kız' aslında tümüyle bir kurguyla size yanaştırılmış. Amaç sizi 'çağdaş yaşam tarzında' tutmak. Subay olduğunuzda da evleniyorsunuz.  Böylesi kurgusal bir aşk, ya da ilişki, gerçek bir ilişki olur mu. Belki de oluyor, üstelik çok uzun zamandır. 

Çağdaş Yaşam'cı gelenek kaç kuşaktır bu tür planlı programlı çalışmalar yapıyor bu ülkede? Bu işin ucu acaba nerelere kadar gidiyor? Araştırılması gereken bir konu!

Aydoğan VATANDAŞ / Haber7
http://www.haber7.com/haber/20090728/TSKda-cok-garip-komplolar-silsilesi.php
#2009
MAHKEME HARÇLARI
FETHİ MERDİVEN (Perşembe Hakimi)

GİRİŞ

Harç, özel-tüzel kişilerin özel çıkarlarına ilişkin olarak kamu kuruluşlarının hizmetlerin­den yararlanmaları karşılağında yaptıkları ödemelerdir. O halde harç, kamu hizmetlerin­den yararlananların ödemesi gereken mali bir yükümlülüktür. Mali yükümlülük olması hase­biyle de Anayasa'mızın 73/3 maddesi gere­ğince ancak kanunla konulabilecektir. Buna istinaden 2.7.1964 tarih ve 492 sayılı harçlar kanunu çıkarılmıştır. Kanun çıkarıldıktan bu yana ek ve tadillerle halen genel bir harç ka­nunu olarak yürürlüktedir.

Aslında Devletin verdiği hizmet, kamu hiz­meti olması nedeniyle parasızdır. Ancak ka­mu hizmetlerinin vatandaşlara daha verimli ulaşabilmesi ve gereksiz başvuruları engelle­me gibi saiklerle bu hizmetlerin bazılarından faydalananlara mali bazı yükümlülükler geti­rilmiştir. İşte mahkemelerde hak arayanlar­dan da buna benzer bir mali yükümlülük geti­rilmiştir. Yani harç olarak belirli miktar parayı devlete ödeyecektir. Bunada Mahkeme Harcı adı verilmektedir. Fakat bu harç devletin bu alandaki hizmetinin tam karşılığı değildir. Eğer tam karşılığı olsaydı hak arama hürriyeti kısıtlanmış olurdu. Zira bunun mali külfetini vatandaşların karşılaması imkansızdır.

MAHKEME HARÇLARININ KONUSU VE CEZA MAHKEMELERİNİN ŞAHSİ HAKKA HÜKMETMESİ

Harçlar kanununun 1. maddesi alınacak harçların nevilerini belirtmiş ve bir nolu ben­dinde yargı harçlarını göstermiştir. Kanunun birinci kısmının birinci bölümü de yargı harçla­rını etraflı bir şekilde düzenlemiştir. Kanunun 2. maddesine göre "Yargı işlemlerinden bu kanuna bağlı (1) sayılı tarifede yazılı olanları yargı harçlarına tabidir. Ceza Mahkemelerin­de şahsi hukuka ait hakların hüküm altına alınması halinde de celse harçları hariç olmak üzere (1) sayılı tarifeye göre harç alınır." Mad­denin ilk fıkrası yargı işlemlerinden (1) sayılı tarifede yazılı olanları yargı harcı kapsamına almıştır. Dolayısıyla yargı işlemi olsada (1) sayılı tarifede anlatım ve tanımlamaya girme­yen bir işlemden yargı harcı alınması müm­kün değildir. Yukarıda anılan Anayasa'mızın 73/3 maddesi gereğincede kıyas yolu ile yeni harç konusu yaratılamayacaktır.

(1) sayılı tarife göz önüne alındığında da birçok taraf işlemi ve de hakim işlemi gösteril­miştir. Her birinden değişik oran ve miktarda harç alınacağını göstermiştir. Bundan çıkan sonuç, harca ilişkin işlemlerde bir davadan tek bir harç alınması değil, bir davaya ilişkin deği­şik işlemlerden, değişik oran miktarlarda harç alınması yoluna gidilmiş olmasıdır.

Maddenin 2. fıkrası Ceza Mahkemlerinden şahsi hukuka ait hakların hüküm altına alın­ması halinde de celse harçları hariç, harç alı­nacağına amirdir. Bu harç alınırkende (1) sa­yılı tarife gözönüne alınacaktır. CUMK'un 358. maddesine göre müdahale istemi ile birlikte şahsi haklar istenebilmektedir. Keza bunun şahsi dava ile birlikte istenmesine de engel yoktur. Şahsi hakkın konusu, medeni, hukuki uyuşmazlıklardır. Bunun içine malın geri veril­mesi, yargılama giderlerinin ödenmesi ve taz­minat (Maddi ve Manevi) girer. Ceza muhake­mesi içinde şahsi hak uyuşmazlığının en belir­gin özelliği, bunun bir hukuk uyuşmazlığı, bir hukuk davası olmasıdır.

Mahkeme her ne kadar bir ceza uyuşmaz­lığını çözmekte ise de sanığın mahkum olma­sı, şahsi hak konusundaki kararın ceza muha­kemesi sonunda verilecek kararı geciktirme­mesi ve müdahalede bulunanın istemi şartıyla bu hukuk uyuşmazlığını da çözmektedir. Bu nedenle ceza mahkemesinin verdiği tazminat ödenmesi, malın geri verilmesi şeklindeki ka­rarı ile beraber harca da hükmetmesi gerekir. Kanun ceza muhakemesinde maddi hakikatin aranması sebebiyle celse harçlarını istisna tutmuştur.

Ceza Mahkemelerinde müdahale istemi ile birlikte veya şahsi davayla birlikte şahsi haklarında hüküm altına alınması istendiğin­de başvuru harcı alınmayacaktır. Kanunun 2/2 maddesi şahsi hakların hüküm altına alın­ması halinde harç alınacağını, ekli (1) sayılı tarifede ise hangi hallerde başvuru alınacağı­nı tek tek sayma yoluyla belirlemiştir. Demek ki şahsi hak hüküm altına alındığında harç konusu doğmaktadır. Ceza Mahkemesinde şahsi hak talebi reddelirse red harcı da alın­mayacaktır. Çünkü kanunun 2/2 maddesi bir tek halde harç alınacağını gösteriyor, o da şahsi hakkın hüküm altına alınması halidir.

TÜRK VE YABANCI HAKEM KARARLA­RININ İNFAZINDA HARÇ

Kanunun 3. maddesinde hakem kararları­nın infazı lazım geldiğinde, infazı lazım geldi­ğine dair Mahkeme Başkanı veya hakim tara­fından verilen şerhlerden hakem kararının mahiyetine göre karar ve ilam harcı alınır. Yabancı hakem kararları ile kanun gereğince tahkim yolu ile halli mecburi olan davalardan da aynı surette harç alınacağı açıklanmakta­dır.

Hakem kararları kesinleşmedikçe icra olu­namaz (HUMK 536 m). - Hakem kararı Yargı­tay tarafından onanmak suretiyle kesinleşmiş ise, hakim, hakem kararının altına veya arka­sına "Kararın kesinleştiğine dair" bir şerh ve­rir. Bunun üzerine hakem kararı icra edilebi­lir.- Hakem kararı süresinde temyiz edilmedi­ği için kesinleşmiş ise, bu halde, hakem kara­rı kesinleşme şerhi ile birlikte Mahkeme Baş­kanı veya hakim tarafından tasdik olunur. İşte Mahkeme Başkanının veya hakim'in bu tas­dik ve kesinleşme şerhlerinden kararın mahi­yetine göre ekli (1) sayılı tarife uyarınca harç alınacaktır.
MÖHUK'un 43 ve 45. maddelerine göre yabancı hakem kararlarıda yetkli Türk Asliye Hukuk Hakimi veya mahkemesinden tenfiz kararı alındıktan sonra icra edilebilir. Bu ka­rarların mahiyetine göre yine ekli (1) sayılı ta­rifeye göre harç alınacaktır. Bu üç halde de alınacak olan harç, hem başvuru harcı ve hemde karar ve ilam harcıdır.

Halli mecburi tahkime tabi davalardan da aynı surette harç alınacaktır. 29.6.1938 tarih ve 3533 sayılı kanuna tabi kurumların arala­rındaki ihtilafların çözümüne ilişkin hakem kararlarının infazı ise aynı kanunun 7. maddesi­ne göre genel hükümlere göre infaz edilecek­tir. Dolayısıyla harçtan muaf olanlar için harç hükmedilmeyecek şayet ilgili kurumlardan biri veya ikisi harçtan muaf değilse daha başlan­gıçta başvuru harcı ve peşin harç, karar veril­dikten sonra da şayet eksik kısım kalmış ise peşin alınan karar ve ilam harcı mahsub edil­dikten sonra kalan harcında alınmasına karar verilecektir.

YABANCI MAHKEME İLAMLARININ TENFİZİNDE HARÇ

Yabancı mahkemeler tarafından verilen ilamların, Türk görevli mahkemelerinde (MÖ-HUK 35 m.) tenfizi için MÖHUK'un 36 ve 41. maddelerine göre açılacak davalarda, bu ilamlarda hükmolunan şeyin değeri, nevi ve mahiyetine göre harçlar kanununa ekli (1) sa­yılı tarifeye göre harç alınacaktır. Tenfiz için daha başlangıçta başvuru harcı alınacaktır. Burada bahsedilen harç nisbi veya maktu ka­rar ve ilam harcıdır.

ÖZELLİK ARZEDEN DURUMLAR

A- KARŞILIK DAVALAR VE DAVAYA MÜDAHALE
a) Karşılık Davalar: Açılmış olan bir dava­da, davalının aynı mahkemede ve aynı dos­yada asıl davacıya karşı dava açmasına kar­şılık dava denir (HUMK 203-208 m). Usulüne göre açılan bir karşılık dava, tıpkı müstakil bir dava gibi harca tabidir. Alınacak olan harç da­vanın mahiyetine göre ekli (1) sayılı tarife uyarınca hem başvuru ve hem de karar ve ilam harcıdır.
b) Davaya Müdahale:
aa) Feri Müdahale: Bir kişinin, diğer iki ki­şi arasında görülmekte olan davaya, onlardan birinin kazanmasındaki yararından dolayı yar­dım için davaya dahil olmasıdır. Fer'i müda­hale, davanın görüldüğü mahkemeye verile­cek bir dilekçe ile olur. Müdahale dilekçesi iki nüsha olacaktır. Mahkeme müdahale isteği hususunda bir karar vermelidir. Müdahale is­teğinin reddine ilişkin olarak verilen karar, mü­dahale isteği reddedilen kişi tarafından asıl hükümle birlikte temyiz edilebilir. Davaya fer'i müdahil olan kişinin yukarıda belirtilen hal dı­şında yalnız başına hükmü temyiz etme yetki­si yoktur. Davaya müdahil olan kişiden ekli (1) sayılı tarifenin (A) 1- Başvurma harcı başlıklı kısmına göre başvurma harcı alınır. Müdahale edilen davada hüküm asıl taraflara muzaf olarak verilir. Bu nedenle hükümde fer'i mü-dahile her hangi bir harç yükletilmeyecektir. Yalnız davaya fer'i müdahil olan kişi yukarıda belirtilen nedenle temyiz ederse, iltihak ettiği taraftan alınan harca eşit miktarda harcı öde­mek zorundadır.

bb) Asli Müdahale: Hukuk usulü muha­kemeleri kanunumuzda yer almamakla birlik­te gerek uygulamada gerekse öğretide asli müdahalenin varlığı kabul edilmiştir. Asli mü­dahale iki kişi arasında belli bir şey veya hak üzerinde dava devam ederken, üçüncü bir ki­şi bu dava konusu olan şey veya hak üzerin­de kısmen veya tamamen bir hak sahibi oldu­ğunu iddia ederek aynı mahkemede bir dava açarsa buna asli müdahale denir. Asli müda-hilin ilk davanın görüldüğü mahkemede ayrı bir dava açması gerekir. Asli müdahale dava­sı ilk davanın davacı ve davalısına karşı bir­likte açılmalıdır. İlk davanın davacı ve davalı­sı asli müdahilin açmış olduğu bu davada da­valı durumdadır. Mecburi dava arkadaşı du­rumundadırlar. Yargıtay kararlarında da gös­terildiği üzere asli müdahil bir davacı gibi ha­reket etmek hakkını haizdir. Dolayısıyla asli müdahale davası açan davacının tıpkı bir da­vacı gibi davanın niteliğine göre ekli (1) sayılı tarifeye göre başvuru harcı ve peşin harç ödemek zorumluluğu vardır. Dava sonunda verilen hükümde de, peşin alınan harç mah-sub edilerek davanın niteliğine göre karar ve ilam harcına hükmetmesi gerekir. Şayet asli müdahil, asli müdahale davası için gerekli olan harcı ödemez ise, mahkeme asli müda­hilin talebini inceleme konusu yapamaz. (HK. 27/3, 32 m).

B- BİRLEŞTİRİLEN DAVALARDA HARÇ
Ayrı ayrı açılmış iki dava arasında bağlan­tı varsa, bu iki davanın birleştirilmesi istenebi­lir. (HUMK 45 ve 48. m) Davaların aynı se-bebten doğması (HUMK 43/2 m) veya biri hakkında verilecek hükmün diğerini etkileye­cek nitelikte bulunması halinde iki dava ara­sında bağlantı var sayılır.

Davalar ayrı mahkemelerde açılmış ise birleştirme talebinin, ikinci davada ilk itiraz olarak ileri sürülmesi gerekir. Farklı mahke­melerde değilde aynı mahkemede görülmek­te olan iki dava arasında yukarıda belirtilen türde bir bağlantı varsa, davanın her halinde istek üzerine veya resen mahkeme birleştirme kararı verilebilir. Birleştirme kararı verilmesin­de, bir yerde aynı tür mahkemeden birden fazla mahkeme varsa bunları farklı bir mahke­me olarak değil, aynı mahkeme olarak kabul etmek gerekir. Birleştirilmesine karar verilen davanın esas defterindeki kaydı kapatılır. Bir­leştirme kararına ayrı bir numara verilir ve bir­leştirme hususu iki davanın esas defterine de işaret edilir. Birleştirme kararına, birleştirme­nin hangi dava dosyasında olacağı gösterilir ve bu şekilde esasın kapatılmasına da karar verilecektir. Mahkemenin vereceği son karar­da da birleştirilmiş olan iki dava hakkında da ayrı ayrı hüküm kurulacaktır. Kurulan hükümde de iki davanın niteliğine göre ayrı ayrı ka­rar ve ilam harcına hükmedilecektir. Fakat bir­leştirme kararında herhangi bir harca hükmedilmeyecektir.

C- DAVALARIN AYRILMASINDA HARÇ
İhtiyari dava arkadaşlığının caiz olmadığı, daha doğrusu davalar arasında HUMK'nun 43 ve 45/3 maddelerinde belirtildiği anlamda bağlantı bulunmadığı halde, birden fazla kişi birlikte dava açmışlar veya birden gazla kişiye karşı birlikte dava açılmış ise, bu davaların ayrılması istenebilir. Mahkeme resen de ayrıl­maya karar verebilir. Birleştirme kararında ol­duğu gibi, ayrılma kararı bir ara kararı oldu­ğundan ayrı bir esas numarası verilmez. Son karar olmaması hasebi ile de yalnız basına temyiz edilemez. Ayrılmasına karar verilen davalar başka yer mahkemelerinden gelmiş olsada o yer mahkemelerine geri gönderil-mez.
Ayrılmasına karar verilen dava ve davalar, mahkemenin esas defterine ayrı ayrı kaydedi­lir. İlk kayıt eski dosyada kalan davaya mün­hasır olacaktır. Esas defterindeki eski kayıtlar ile yeni kayıtlar birbirlerine bağlanır.

İlk dava dosyasında kalan davalar ayrılma­sına karar verilen davalardan ayrı ayrı başvur­ma harcı alınır. İlk alınan başvuru harcı ilk esasta kalan davanın başvuru harcı olarak kalacaktır. Karar ve ilam harcına gelince, eğer ayrılmasına karar verilen davalar maktu karar ve ilam harcına tabi idiyseler her birinden ayrı ayrı yeniden maktu karar ve ilam harcının pe­şin alınması gerekir. Eğer ayrılmasına karar verilen davalar nisbi karar ve ilam harcına tabi davalar idiyse, davalar birlikte açılırken ilk dava dosyasında toplam miktar üzerinden peşin karar ve ilam harcı alınmasına gerek yoktur. Davalar sona erdiğinde esasa ilişkin karar ve­rilince bu peşin alınan harcın yalnız bir dava­daki hükümden veya değerleri ile orantılı ola­rak herbirinden mahsub edilmesi gerekeceği doğaldır.

D- DOSYANIN İŞLEMDEN KALDIRIL­MASINDA HARÇ
Oturuma çağrılmış olan taraflardan hiçbiri duruşmaya gelmez veya gelipte takip etme­yeceklerini bildirirlerse dava dosyası işlem­den kaldırılır. İşlemden kaldırılmasına karar verilen dava, işlemden kaldırma kararından itibaren üç ay içinde yenilenmez ise dava açılmamış sayılır ve dava açılması ile ortaya çıkan sonuçlar da ortadan kalkar. (Zaman aşımı kesilmemiş olur). Bir dava iki defadan fazla takipsiz bırakılamaz. (HUMK 409 m.) Cumhuriyet Savcılarının özel hukuka ilişkin yetkilerine dayanarak açmış oldukları hukuk davalarına gelmemeleri halinde de dava dos­yasının işlemden kaldırılmasına karar veril­mesi gerektiğini de savunanlar vardır. Yalnız, ihtiyati tedbir kararına itiraz ve ihtiyati haciz kararına itiraz üzerine yapılan duruşmalara taraflardan hiçbiri gelmese dahi dava dosyası işlemden kaldırılmaz. Mahkeme bu hususta bir karar vermek zorundadır.

İşlemden kaldırılan dosya işlemden kaldır­ma tarihinden itibaren bir ay içinde yenilenir­se yenileme harcı alınmaz. Eğer işlemden kaldırıldığı tarihten itibaren bir ay geçtikten sonra yenilenirse yeniden harç alınması ge­rekir. (HK 7 m.)

Dava dosyasını yenileyen tarafın ödeye­ceği harç, dava açılırken ödenmiş olan karar ve ilam harcının peşin kısmı ile başvuru har­cıdır. Harca tabi olmayan bir davanın yenilen­mesinden ise yeniden harç alınmaz. Yenile­me harcı hüküm kurulduğunda davayı kaybe­den tarafa yüklenemez. Yenileyenin üzerinde bırakılır.
Davanın açılmamış sayılması kararı bir son karardır ve yalnız başına temyiz edilebi­lir. Ayrı bir karar numarası verilir. Davanın açılmamış sayılması kararı ile davacı maktu karar ve ilam harcı ödemeye mahkum edilir. Peşin alınan karar ve ilam harcı bunu karşı­larsa yeniden alınmasına karar vermeye ge­rek yoktur. Eğer peşin alınan harç fazla ise istek halinde davacıya iadesine karar verilme­lidir. (HK 31 m.)

E- DAVADAN FERAGAT, KABUL VE SULH HALİNDE HARÇ
a) Davadan Feragat Halinde Harç: Fera­gat, davada iki taraftan birinin neticei talebin­den vazgeçmesidir. (HUMK 91 m.) Feragat vuku bulunduğunda "Feragat nedeniyle dava­nın reddine" karar verilir. Davadan feragat eden kişi mahkum olmuş gibi yargılama gider­lerini ödemeye mahkumu edilir. Feragat ile dava sona erecektir.

Feragat, muhakemenin ilk celsesinde vuku bulmuş ise, karar ve ilam harcının üçte biri (1/3), daha sonra olursa karar ve ilam harcı­nın üçte ikisi alınır. Görüldüğü gibi harçlar ka­nunu, harcın oranını gösteriyor fakat bu ora­nın neye uygulanarak alınacağını göstermi­yor. Feragat nedeniyle dava reddelince harcın mükellefi davacı olacaktır. Eğer dava maktu karar ve ilam harcına tabi bir dava idiyse, red halinde bu maktu karar ve ilam harcının üçte bir veya üçte ikisi alınacaktır. Çünkü harçlar kanununda nisbi harçların belli bir miktardan az olacağına benzer bir hüküm, maktu harçlar için konulmamıştır. Ve eğer reddolunan dava nisbi karar ve ilam harcına tabi bir dava ise alınacak harç yine maktu karar ve ilam harcı­dır. Çünkü harçlar kanununa ekli (1) sayılı ta­rifenin A-3-2-a bölümünde ayrım yapmaksı­zın, davanın reddi halinde maktu karar ve ilam harcı alınacağını göstermektedir. Fakat, feragat nedeniyle davanın reddine karar veril­diğinde, eğer dava nisbi harca tabi olacak ne­viden bir hakka ilişkin ise, dava kabul ile neti­celendiğinde alınması gereken karar ve ilam harcının hesaplanıp, feragatin zamanına göre bunun üçte birinin veya üçte ikisinin alınması­nı savunan yazar ve uygulayıcılar da vardır. Bu görüş harcın matrahın tamamen farazi ola­rak hesaplanmaktadır. Çünkü davacının talep ettiği hak henüz mahkemece hüküm altına alınmadığı gibi, ne miktarda hüküm altına alı-nacağıda belli değildir. Bu şekilde harç hesap­lanması harçlar kanununun ruhuna aykırı ola­caktır. Bu şekilde harç hesaplanıp davacıya yükletilmesi adaletsiz sonuçlarıda beraberin­de getirecektir. Şöyle ki konusu belli bir de­ğerle ölçülebilen bir dava, senelerce mahke­meyi meşgul ettikten sonra esastan reddelirse maktu karar ve ilam harcı alınacak, fakat ilk oturumda veya ikinci, üçüncü oturumda hakkı­nın olmadığını veya talep ettiği kadar olmadı­ğını anlayan ve bu nedenle mahkemeyi meş­gul etmek istemiyerek davasından feragat eden davacıdan talep ettiği miktar üzerinden hesaplanan harcın üçte biri veya üçte ikisi alı­nacaktır. Bu sonucun adaletsizliği ise ortada­dır. Sonuç olarak bir davanın esastan reddi ile feragat nedeniyle reddi arasında fark yok­tur. Çünkü feragat nedeniyle davanın reddine karar verilmesi halinde de hüküm maddi an­lamda kesin hüküm teşkil etmektedir. Feragat işlemi ile asıl haktan vazgeçilmiş ve o hak ar­tık ortadan kalkmıştır. Davanın esastan reddi halinde de sonuç farklı değildir. Zira bu esas­tan red karanda ya hakkın mevcut olmaması veyahut da son bulmuş olması sebebine da­yanır. İşte bu nedenle, feragat nedeniyle red­dedilen davanın konusu belli bir değerle ölçü­lebilen bir davada olsa maktu karar ve ilam harcı alınmalıdır.

b) Davayı Kabul Halinde Harç: Kabul iki taraftan birinin diğerinin talep sonucunu kabul etmesidir. (HUMK 92 m.) Kabul vuku bulun­duğunda "Kabul nedeniyle davanın kabulüne" karar verilir. Kabul halinde verilen davanın kabulü kararı maddi anlamda kesin hüküm teşkil eder. Kabul eden davalı aynı zamanda harcında mükellefidir.

Kabul muhakemenin ilk celsesinde vuku bulmuş ise, karar ve ilam harcının üçte biri, daha sonra vuku bulmuş ise, üçte ikisi alınır.

c) Sulh Halinde Harç: Sulh görülmekte olan davanın taraflarının karşılıklı anlaşma ile dava konusu uyuşmazlığa son vermeleridir. Taraflar mahkemenin sulh anlaşmasına göre bir karar vermesini istemeyip, sadece sulhu isterlerse, mahkeme sulhu tutanağa geçirir ve karar verilmesine yer olmadığına karar verir. Taraflar veya taraflardan yalnız biri isterse mahkeme şarta bağlı olmayan sulh anlaşma­sına göre bir karar vermek zorundadır. Taraf­lar yargılama masrafları ve bu arada harcın kim tarafından ödeneceği hususunda bir an­laşma yapmışlarsa, mahkeme sulhteki kabul ve feragat durumuna göre harcı taraflara yük­leyecektir. Sulh ile sonuçlanan davada karar ve ilam harcı, mahkemenin sulh olmadan da­vayı karara bağlaması halinde ödenecek olan (Nisbi veya Maktu) karar ve ilam harcının, sulhun zamanına göre üçte biri veya üçte ikisidir. Karar ittihazına mahal olmadığına karar verilmesi halinde ki mahkeme bu kararı taraf­ların sulhun içeriğine göre bir karar verilmesini istemediği veya isteseler de sulhun şarta bağ­lı olması nedeniyle kabul edilememesi halinde verir, karar ve ilam harcı maktu olarak alına­caktır.

F- ISLAH HALİNDE HARÇ
Islah, taraflardan birinin yapmış olduğu bir usul işlemini tamamen veya kısmen düzelt­mesine denir. (HUMK 83 m.)

a) Davanın Tamamen Islahında Harç: Davanın tammen ıslahını asıl davacı veya karşılık davanın davacısı yapabilir. Bu talep dava dilekçesinden itibaren yapılan bütün iş­lemlerin geçersizliği sonucunu doğurur. Ve yeni bir dava dilekçesinin verilmesini gerekti­rir. Yeniden verilen bu dava dilekçesi üzerine yeniden harç alınmaz. Davasını tamamen ıs­lah etmiş olan davacı veya karşılık davanın davacısı HUMK'nun 88. maddesinde belirtilen üç (3) gün içinde yeni bir dava dilekçesi ver­mez ise davası iptal olunur. Mahkemenin bu­nun dışında bir karar vermesi mümkün değil­dir. Bu karar dava dosyasının işlemden kaldı­rılması mahiyetinde olan bir karardır. İşte bu kararda da herhangi bir harca hükmedilmez. Davanın iptali kararından itibaren üç ay içinde yeniden harç verilerek açılmayan davadan, davacı feragat etmiş sayılır. (HUMK 89 m.) Tamamen ıslah ta özellik arzeden husus, Da­vanın iptali kararında harca hükmedilmemesi, iptal kararından itibaren üç ay içinde, feragat etmiş sayılma sonucunun doğmamasını iste­yen davacının yeni bir dava açması halinde, Yeniden Başvuru Harcı ile Kesin Karar ve ilam harcını ödemek zorunda olmasıdır. Üç ay içinde yeniden harç ödenerek açılmamış olan dava artık açılamaz. Fakat davacının Islah et­mek istediği davasını yeniden harç ödeyerek müstakil bir dava şeklinde açmasına mani yoktur.
Islah tek taraflı bir irade beyanı ile olur. Di­lekçe ile veya duruşmada tutanağa geçerek ıslah yapılması mümkündür. Islah eden taraf, Islah tarihine kadar olan dava masrafları ile diğer taraf için takdir olunan zarar ve ziyanı ödemek zorundadır. Eğer bu sayılanları öde­mez ise ıslah yapılmamış sayılır. Ancak bu yargılama giderlerine harç (ve bu arada ücreti vekalet) dahil değildir.

b) Davanın Kısmen Islahında Harç: Bu şekildeki ıslahı iki tarafta yapabilir. Dava di­lekçesinden sonra herhangi bir usul işleminin ıslahı kısmen ıslaha girer ve herhangi bir harç ödenmesine de gerek yoktur. Bu şekil­deki ıslahta, üç gün içerisinde yeni bir dava dilekçesi verilmesi gereğide yoktur. Şayet ve-rilmese ıslah yapılmamış sayılır yoksa davası iptal edilmez. Dolayısıyla üç ay içinde yeni­den harç ödenerek yeni bir dava açılması da söz konusu olmaz.

G- GÖREVSİZLİK VE YETKİSİZLİK HA­LİNDE HARÇ
a) Görevsizlik Kararı Verilmesi Halinde Harç: Mahkeme yapacağı inceleme sonu­cunda görevsiz olduğu kanısına varırsa, gö­revsizlik kararı verir. Görev kamu düzenine ilişkin resen nazara alınması gerekir. (HUMK 7 m.) Görevsizlik kararı davanın başında veri­leceği gibi, daha sonra da verilebilir. Görev­sizlik kararı nihai karar olup yalnız başına temyiz edilebilir. Görev itirazı var ise ve bu iti­raz reddedilmiş ise, bu karar ancak asıl hü­kümle birlikte temyiz edilebilir.
Mahkeme, Adli Yargı içinde başka bir mahkemenin görevli olduğundan bahisle gö­revsizlik kararı verince, Görevli Mahkemeyi belirterek, Görevsizlik nedeniyle Dava Dilek­çesinin reddine, Kararın Kesinleşmesini mü­teakip Müracaat halinde Dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesine karar verecektir. (HUMK 193 m.) Gönderme kararı resen veril­meyecek, bu kararın kesinleştiği tarihten baş­layarak on gün içinde yeniden Dilekçe veril­mesi veya Çağrı kağıdının tebliğ ettirilmesi gerekir. Aksi Takdirde Dava Açılmamış sayı­lır. Belirtilen 10 gün içinde davacı Görevli Mahkemede Tebligat Yaptırırsa, başkaca herhangi bir işleme gerek kalmaksızın, dava­ya görevli mahkemede devam edilecektir. Keza görevsizlik Kararı veren Mahkemeye Dava Dosyasının görevli mahkemeye gönde­rilmesi için verilecek dilekçe ile de davaya de­vam ettirilmesi mümkündür. Görevli Mahke­mede Tebligat Yaptırarak davaya devam et­me yetkisi yalnız davacıya tanınmıştır.

Görevsizlik nedeniyle dava dilekçesinin reddine karar verilince bu bir son karar olma­sı nedeniyle, Mahkeme davacıyı Mahkeme masrafları ve vekalet ücreti ödemeye de mahkum edecektir. Davanın Konusu belli bir değerle ölçülebilen bir hak dahi olsa Davacı Maktu Karar ve İlam harcımda ödemeye mah­kum edilmelidir. Bu harç görevli mahkeme ta­rafından dava esastan karara bağlandığında Davalıya yükletilemez. On gün içinde görevli mahkemeye başvurarak yalnız tebligat yaptı­rılması yeterlidir. Yeniden Başvuru Harcı veya Karar ve İlam harcının peşin kısmının alınma­sına gerek yoktur. Ancak Sulh Hukuk Mahke­mesi Asliye Hukuk Mahkemesinin görevli ol­duğundan bahisle görevsizlik kararı vermiş ve Asliye Mahkemesinde Davaya devam edilmek isteniyorsa, Sulh Mahkemelerindeki Başvuru Harcı Asliye Hukuk Mahkemelerindeki başvu­ru harcından az olduğundan, Asliye Hukuk Mahkemesinin eksik harcı tamamlattırması gerekir.

b) Yetkisizlik Kararı Verilmesi Halinde Harç: Yukarıdaki açıklamalar niteliğine aykırı düşmedikçe Yetkisizlik nedeniyle dava dilek­çesinin reddine karar verilmesi halinde de ge­çerlidir. Yani Yetkisizlik Kararında mahkeme davacıyı maktu karar ve ilam harcına mah­kum etmeli ve bu harç dava esastan karara bağlandığında davalıya yüklenmemelidir.

H- TEMYİZ KARAR DÜZELTME VE İADE-İ MUHAKEMEDE HARÇ
a) Temyizde Harç: Temyiz ilk derece mahkemelerinin vermiş olduğu kararlara karşı olağan kanun yoludur. Hukuk Usulü Muhake­meleri Kanununun 434. maddesine göre, Temyiz İsteği, Harca tabi ise Harcın Yatırıldığı tarihte, harca tabi değilse Temyiz Dilekçesinin Temyiz defterine kaydedildiği tarihte yapılmış sayılır.

Temyiz Dilekçesi verilirken Hükümde yer alan Harçların tamamı ödenir. Harcın eksik ödenmiş olduğu anlaşılırsa, Kararı veren Ha­kim veya Mahkeme Başkanı tarafından verile­cek yedi (7) günlük süre içinde tamamlanma­sı, Aksi halde Temyiz Talebinden vazgeçilmiş sayılacağı hususu temyiz edene yazılı olarak bildirilir. Verilen süre içinde Harç ve Giderler ödenmez ise mahkeme, Kararın Temyiz Edil­memiş Sayılmasına Karar verir. Bu Kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde temyiz edildiğinde, Yargıtay'ca, Temyiz isteminin red­dine ilişkin verilen Karar bozulursa, ilk Temyiz Dilekçesine göre inceleme yapılır.
Temyiz yoluna başvurandan ayrıca başvu­ru harcı alınmaz.

Maktu Harca tabi davaların Kabul ve Red­dine ilişkin kararlar ile nisbi harca tabi davala­rın reddine ilişkin Kararların Temyizinde Mak­tu Temyiz Harcı alınacaktır. Bunun tamamı peşin alınır.

Nisbi Harca Davaların Kabulüne ilişkin Ka­rarların Temyizinde, İlamda gösterilen Karar ve İlam harcının dörtte biri (1/4) peşin olarak alınır. Bu şekilde Temyiz yoluna başvurulur­ken maktu harca tabi olanlarda tamamının, nisbi harca tabi olanlarda ise dörtte birinin pe­şin alınması ile dava dosyası Yargıtay'a gön­derilir.
Yargıtay tarafından Mahkeme Hükümü Bozulursa bundan harç alınmaz. Bu durumda Yüksek Yargıtay peşin alınan harcın istek ha­linde iadesine karar vermektedir. Yargıtay'ın bozması üzerine, yeniden yargılama yapan mahkeme vereceği hükümde, hiçbir harç al­mamışçasına son kararında Karar ve İlam harcı alır. Ancak Bozulan Hükümden evvelce alınmış olan Karar ve ilam harcı, müteakip hükme ait harçtan mahsub edilir. (HK 8 m.)

Yargıtayca Hukuk Mahkemesinden verilen ilamların Onanması halinde, Onama Karar Muhtevası Yargıtay'ca Hüküm altına alınmış gibi tarifede gösterilen harçların alınacağı 492 sayılı Harçlar Kanununun 9. m ve (1) sa­yılı Yargı Harçlarına ilişkin Tarifenin, Mahke­me harçlarına ilişkin Bölümünün 111 Karar ve İlam harçları 1/e gereğidir. Eğer ilk Mahke­menin Kararı Nisbi Harca Tabi Bir dava idiy­se, ki bunun dörtte biri (1/4) Temyiz yoluna başvurandan peşin olarak alınmıştı. Geri ka­lan dörtte üçü (3/4) de Yargıtay tarafından Temyiz Harcı olarak alınacaktır. Eğer ilk mahkemenin kararı maktu harca tabi idiyse veya red ve benzeri sebeplerle maktu karar ve ilam harcı alınmış ise bu durumda da Yar­gıtay'ca verilen onama kararı ile ilk derece mahkemesinin kararındaki harç kadar, temyiz harcı alınması gerekecek ve bu da temyiz yo­luna başvururken peşin olarak alınmış oldu­ğundan yeniden harç alınmasına gerek kal­mayacaktır.

b) Karar Düzeltme Halinde Harç: Karar Düzeltme de olağan kanun yoludur. Yargı­tay'ın ilgili dairesinden verilen Onama veya Bozma kararına karşı yine aynı daireden belli sebeplerle istenen bir düzeltme yoludur. Ka­rar Düzeltme yoluna başvurandan Başvuru Harcı alınmaz. Karar Düzeltme Taleplerinden Peşin Harç da alınmaz. Çünkü istemin ince­lenmesi sonucu beliren duruma göre harç alınması gerekir.

Karar Düzeltme istemi üzerine, İlk Derece Mahkemesinden verilen Hüküm Onanırsa, Temyiz olunan hükümden alınmış harç kadar yeniden harç alınır. (HK 9 m.) Yalnız bu, Yar­gıtay'ın ilgili Dairesinin ilk derece mahkemesi­nin kararını bozması üzerine başvurulan karar düzeltme talebi içindir. Çünkü Bozma üzerine yukarıda belirtildiği gibi harç alınmamakta, pe­şin alınan harcında istek halinde iadesine ka­rar verilmekte idi. İşte Yargıtay'ın bozma kara­rından sonra, ilk derece mahkemesinin hükü­mü, karar düzeltme yolu ile onanırsa daha ön­ce alınmamış harç alınmakta, bunun miktarı da temyiz olunan hükümden alınmış olan harç kadardır. Bu harcın yükümlüsüde Karar Dü­zeltme Yoluna başvuran taraf değil, ilk hükmü temyiz etmiş olan taraftır.

Karar düzeltme istemi reddedilirse Harçlar Kanununa ekli (1) sayılı tarife A111-2b'ye gö­re maktu harç alınacaktır. Yargıtay'ın ilgili da­iresinin Onama kararına karşı Karar Düzeltme yoluna gidilmiş ve bu istem reddedilmiş ise, bu kararla da ilk derece mahkemesinin kararı onanmakta ama yeniden yukarıda belirtilen red harcından başka nisbi harç alınmaz. Alı­nırsa bir hükümden iki defa onama harcı alın­mış olur. Bu ise mümkün değildir.
Karar Düzeltme Talebi üzerine ilk derece mahkemesinin kararı bozulursa, yani Dairenin verdiği onama kararı tashihi kararla kaldırıla­rak, Bozmaya dönüşürse, bu durumda da tıp­kı temyiz incelemesi sonundaki bozma gibi harç alınmayacaktır. Temyiz yoluna başvurur­ken alınmış olan peşin maktu veya nisbi har­cında iadesine karar vermek gerekecektir. Eğer Yargıtay'ın Bozma Kararına karşı Karar Düzeltme yoluna gidilmiş ve Fakat bozma Ka­rarını doğru alması nedeniyle, Karar düzeltme istemi reddedilmişse yukarıda üçüncü prag-rafta belirtildiği gibi yalnız maktu red harcı alı­nacaktır.

c) Yargılamanın İadesi Yolunda Harç: Yargılamanın iadesi bazı ağır yargılama hata­larından ve noksanlarından dolayı maddi an­lamda kesin hükümün bertaraf edilmesini ve daha önce kesin hükme bağlanmış olan bir dava hakkında yeniden yargılama ve inceleme yapılmasını sağlayan olağanüstü bir kanun yoludur.

Yargılamanın iadesi talebinin kabulü üze­rine cereyan edecek davalar, yeni davalar gi­bi harca tabidir. İadesi muhakeme talebinde bulunan neticede haklı çıkarsa evvelce alın­mış olan harç, bu davada alınması gereken harçtan mahsub edilir. (HK 10 m.)

6- MAHKEME HARÇLARININ ÇEŞİTLE­Rİ

492 sayılı harçlar kanununa bağlı (1) sayı­lı tarife incelendiğinde, Mahkeme harçlarının üç çeşit olduğunu görürüz. Bunlarda başvuru harcı, Celse harcı ve Karar ve İlam Harcıdır.

A- BAŞVURU HARCI
Başvuru Harcı dava açarken peşin alınan bir harçtır. Başvuru Harcı Hukuk ve Ticaret Davalarıyla İcra tetkik Mercilerinde uygulanır. 3239 sayılı kanun ile 492 sayılı Harçlar Kanu­nuna eklenen 138. madde ile Bakanlar Kuru­luna maktu harçları on (10) katına kadar artır­maya ve kanunda yazılı had ve miktardan az, bu had ve miktarların on katından çok olma­mak kaydıyla yeni had ve miktarlar tespit et­meye yetki verilmiştir. Buna istinaden Bakan­lar Kurulu en son olarak 18 seri nolu tebliğ ile (RG 24.12.1991-21091) 1992 yılı için tespit edilmiş olan maktu harç miktarları ile maktu ve nisbi harçların asgari ve azami hadlerini belirlemiştir.

Başvurma Harcı, Dilekçe veya Tutanakla Dava açma veya Davaya müdahale veya Tevdi Mahalli Tayini, İhtiyati Tedbir, İhtiyati haciz, Tesbiti delail ile ilgili taleplerde Sulh Mahkemeleri ile İcra Tetkik Mercilerinde 1994 yılı için 15 000 TL.. Asliye Hukuk Mahkeme­lerinde 30.000 TL.'dir.

Mahkemelerin Yetkisizlik veya Görevsizlik Kararı vermesi sebebiyle, Yetkili veya görevli Mahkemeye Yeniden Başvurulması halinde Başvuru harcı alınmaz. ((1) sayılı tarife A.1.3 son)

Cevap layihası yukarıda sayılmadığından, Başvuru Harcının konusuna girmez ancak ta­biidir ki cevap layihası ile birlikte Karşılık da­va açılıyorsa Başvuru harcı alınacaktır.

Anlaşmazlığı nihai olarak halletmeyen bir tahkikat icrası delil ikamesinin emredilmesi, Keşif ve istiktab yapılmasını temin gibi husus-ların sağlanması amacıyla Mahkemece alınan ara kararları harca tabi değildir. Yani Başvuru Harcı alınmayacaktır.

Tarifede açık olarak belirtilmesine rağmen, Ferdin menfaatlerine korumak veya birbirine zıt olmayan menfaatleri tanzim etmek için, İdari Mahiyeti Haiz olmakla beraber Mahke­melere Tevdi edilmiş olan, Vesayet, Tereke işleri, Vakfın Tescili, Ticaret sicilleri, Anonim Şirketlerin Tasdiki, Şifahi Vasiyetname Tanzi­mi, Mirasın Reddini Tescil, Mirasın Resmi Tasfiyesi, Evlat Edinmeye İzin, Eşyanın Tem­hiri, Tahriri, Taksimi, Suyuun izalesi, Bazı Akitlerin Tasdiki ve Tescili, Veraset Senedi Verilmesi, Zayi olan Ticari Senedin İptali, Ev­lenmeye İzin, Evlat edinme gibi İhtilafsız Kaza Başvurularında da Başvuru Harcı Alınması gerekir. Yukarıda sayılanlardan bazılarından Karar ve İlam Harcının alınmasının gerekece­ği Harçlar Kanununda açıklanmıştır. Çoğun­dan alınıyorsa azından da alınması gerekir. Zaten Uygulama Başvuru Harcı alınması Mer­kezindedir.

Medeni Kanunun 132. maddesine göre İh­tar için Hakim'den Karar alınmasına matuf ta­leplerden Maliye Bakanlığının 31.12.1964 ta­rih ve 22323010-5/49355 sayılı mütalaası ile Başvuru Harcı alınacağı belirtilmişsede, Yük­sek Yargıtay MK'un 132. maddesine göre İh­tar için vaki olacak Taleplerden Başvuru ve Karar ve İlam Harcı alınmayacağını belirtmiş­tir.

B- CELSE HARCI
Hukuk ve Ticaret Mahkemelerinde celse harcı, muhakeme tarafların talep ve muvafa­katleri üzerine talik edilmiş ise taraflardan ve evvelce yapılması mümkün olan bir işlemin yapılmamış olmasından dolayı talik edilmş ise talike sebebiyet veren taraftan alınan bir harç­tır. Her iki Halde talike vekiller sebebiyet ver­miş ise, celse harcı vekilleri yükletilir. Vekil ve­ya Taraflara yükletilen celse harcı müteakip iki celsede ödenmez ise bir misli fazlasıyla alı­nır. Ödenmediği takdirde bu miktar üzerinden tahsil için Maliyeye müzekkere yazılır. (HK 12. m.)
Bugün için celse harcı Taraflar ve Vekilleri tarafından ertelenmelerine sebebiyet verilen celselerden, Sulh Mahkemelerinde görülen •konusu belli bir değerle ilgili davalarda, Dava konusu miktardan binde bir(% 01) olarak alı­nır fakat bu 17.800 liradan az olamaz. Belli bir değeri bulunmayan davalarda ise maktu 17.800 TL. olarak alınır. Asliye Hukuk Mah­kemelerinde, yine dava konusu belli bir de­ğerle ilgili ise 30.000 TL. den az olmamak üzere binde bir (% 01) olarak alınır.

C- KARAR VE İLAM HARCI
Kanun karar terimini yalnız kararın aslı için kullanılmıştır. İlam mahkeme kararının ta­raflara verilen suretine denir. Karar gibi hakim ve katip tarafından imzalanır ve mahkeme mührü ile mühürlenir. İlam sureti aslına uy­gunluğu Yazı İşleri Müdürü tarafından onay­lanıp mühürlenen ilam örnekleridir. İlamın su­retinde Hakim ve Katibin imzasının bulunma­sına gerek yoktur. Yalnız yukarıda belirtilen tasdik muamelesi yeterlidir.

Karar ve İlam harcı, dava konusunun belli bir değerle ölçülüp ölçülmeyeceğine göre nis-bi ve maktu olmak üzere ikiye ayrılır:

a) Nisbi Karar ve İlam Harcı: Konusu pa­ra ve parayla değerlendirilebilen bir şey (mal ve hak) olan davalarda (1) sayılı tarifeye göre alınan harçlardır. Bu harçlar dava konusu hakkın değerine göre alınır. Mahkemenin da­va konusu şeyin değerini resen araştırması gerekir. Konusu belli bir değerle ilgili davalar­da esas hakkında karar verilmesi halinde, hü­küm altına alınan uyuşmazlık konusu değer üzerinden binde otuz (% 030) oranında nisbi harç alınır. ((1) sayılı tarife A111,1a). Tazmi­nat davalarında bu harcın nisbeti binde on (% 010) dur. Bakanlar Kurulu dava çeşitleri itiba­riyle birlikte veya ayrı ayrı olmak üzere bu bentlerde yazılı nisbeti binde on (% 010) a kadar indirmeye veya kanunda yazılı nisbete kadar çıkarmaya yetkilidir.

Karar ve ilam harcı ancak Hüküm altına alınan miktar ve kıymet üzerinden alınır. Do­layısıyla usule ilişkin, yani uyuşmazlığı taraf­lar arasında esastan halletmeyen, görevsiz­lik, yetkisizlik, gönderme kararı, davanın açıl­mamış sayılması, dava şartlarından birinin bulunmaması nedeniyle davanın reddi, dava­nın geri alınması nedeniyle davanın son bul­duğunu belirten kararlar verilmesi veya dava­nın konusu kalmadığından karar ittihazına mahal olmadığına karar verilmesi halinde da­vanın konusu belli bir değerle ilgili olsa dahi, nisbi karar ve ilam harcı alınmaz. Bu hallerde maktu karar ve ilam harcı alınır. Keza dava­nın tamamen reddi kararlarından da tarife ge­reğince maktu karar ve ilam harcı alınır. Davanın kısmen kabulü kısmen reddine karar verilmesi halinde kabul edilen miktar veya kıy­met üzerinden nisbi karar ve ilam harcı alına­caktır. Eğer davanın konusu para dışında, fa­kat para ile karşılanabilecek bir değeri varsa yine mahkeme resen tesbit ettiği değer üze­rinden nisbi karar ve ilam harcı alacaktır. Mü­dahalenin men'i ve tapu kayıt iptali gibi, gayri­menkulun aynına taalluk eden davalarda gay­rimenkulun değeri nazara alınarak nisbi karar ve ilam harcı alınması gerekir. Gayrimenkulun aynına taalluk eden davalarda ecrimisil ve tazminat gibi taleplerde de bulunduğu takdir­de harç gayrimenkulun değeri ile birlikte, talep olunan ecrimisil ve tazminat toplamı üzerin­den nisbi olarak hesap edilecektir. Değer tayi­ni mümkün olan hallerde dava dilekçesinde değer gösterilmesi mecburidir. Gösterilmemiş ise davacıya tesbit ettirilir. Tesbitten kaçınma halinde dava dilekçesi işleme konmaz. Fakat mahkeme davacının tesbit ettiği bu değerle bağlı değildir. Kendisi resen değeri tesbit et­melidir ve eğer gösterilen değer, mahkemece tesbit edilen değerden az ise harçlar kanunun 30. maddesine göre eksik harç tamamlanma­dıkça davaya devam olunmaz. (HK 16 m.) Yalnız o celse için duruşmaya devam olunur. Takip eden celseye kadar noksan değer üze­rinden peşin karar ve ilam harcı tamamlanma­dıkça davaya devam olunmaz. Yani dosya iş­lemden kaldırılır. Ancak ilgilisi tarafından ödenmeyen harç diğer taraf tarafından ödenir­se davaya devam olunur. Ancak bu husus ka­rarda gösterilir.

Suya vaki müdahalenin önlenmesi, lüzum­lu geçit hakkı tesisi, terekenin borca batık ol­ması nedeniyle hükmen reddedilmiş sayıldığı­nın tesbiti için açılan davalarda dava konusu belli bir değerle ilgili olduğunudan, bu davala­ra nisbi karar ve ilam harcına tabiidir. İcra iflas kanununun 97/11. maddesine göre açılan da­valar (istihkak davaları) nisbi karar ve ilam harcına tabiidir. Kira tesbit davalarında harç, aylık artırılan miktarın bir yıllık tutarı üzerin­den nisbi olarak hesap edilir.

Gayrimenkulu tahliyesi davalarında, yazılı mukavele olsun olmasın bir yıllık kira parası üzerinden karar ve ilam harcı nisbi olarak alı­nır. (HK 17. m)
Bir gayrimenkulun hissedarlar arasında, satış suretiyle şuyuun izalesine dair olan hükümler, gayrimenkulun satış bedeli üzerinden binde beş (% 05) olarak alınır.Eğer ortaklık satış yoluyla değilde, taksim suretiyle gideri­lirse, taksim edilen gayrimenkulun değeri üzerinden binde iki (% 02) üzerinden alınır.
Nafaka verilmesine ilişkin hükümlerde, bir yıllık nafaka bedeli üzerinden binde beş (% 05) üzerinden alınır. (HK (1) sayılı tarife A 11,1 bcd) Ancak aylık beşbin (5.000) TL'yi geçmeyen nafaka istemlerine ilişkin hükümler harçtan istisna tutulmuştur.

Nisbi karar ve ilam harcı 1994 yılı için 30.000 TL'den aşağı olamaz.

b) Maktu Karar ve İlam Harcı: Maktu harç işlemin nevi ve mahiyetine göre, konusu belli bir değerle tesbit edilemeyen davalarda (1) sayılı tarife uyarınca alınan harçlardır. Ta­raf teşkiline imkan bulunmayan davalarda ve­rilen esas hakkındaki kararlardan da maktu karar ve ilam harcı alınır. Taraf teşkiline im­kan olmayan davanın konusunun belli bir de­ğerle tesbiti mümkün dahi olsa yine maktu karar ve ilam harcı alınması gerekir. Ananim ortaklık pas senedinin iptali, Nizasız Veraset, Evlat edinmeye izin için istemlere ilişkin da­valarda maktu karar ve ilam harcına tabidir.

Davanın Reddi Karanda maktu karar ve ilam harcına tabidir. Ayrıca usule ilişkin nihai kararlar ile davanın konusu kalması sebebiy­le karar ittihazına karar verilmesi halinde de maktu karar ve ilam harcı alınacaktır.

Delil tesbiti, ihtiyati haciz ve ihtiyati tedbir kararlarıda maktu karar ve ilam harcına tabi­dir. Tevdi Mahalli Tayinine ilişkin taleplerde, başvuru harcı alınacağını açıkça gösteren (1) sayılı tarife aynı fıkraya düzenlediği ihtiyati haciz, ihtiyati tedbir ve delil tesbiti için maktu karar ve ilam harcı alınacağını gösterdiği hal­de, tevdi Mahalli Tayini konusunda bir açıklık taşımamaktadır. Bundan kanun koyucunun tevdi Mahalli Tayini kararlarından maktu ka­rar ve ilam harcı alınmasını istediği sonucu çıkmaktadır. Kanun koyucunun bunun metne ilave etmeyi unutmuş olduğu düşünülse bile, anayasamızın 73/3. maddesine göre kıyas yoluyla yeni mali yükümlülük yaratılmasına imkan yoktur. Netice olarak Tevdi Mahalli tayini kararlarından başvuru harcı alınacak fakat (maktu veya nisbi) karar ve ilam harcı alınmayacaktır. Tartışmalı olan bir hususta, Medeni kanunun 132. maddesine göre, mahkemeden boşanma ihtarı ile ilgili taleplerden harç alınıp alınamayacağı ile ilgilidir. Yukarıda belirtildiği gibi (s. 10) bu taleplerden başvuru harcı alınmayacağını belirten Yargıtay, aynı zamanda karar ve ilam harcının da alınmaya­cağını belirtmiştir.

İştirak halinde mülkiyetin feshedilip, müşte­rek mülkiyete çevrilmesi için açılan davalarda maktu karar ve ilam harcına tabi olup (görevli mahkeme, Asliye Hukuk Mahkemesidir.)

Nisbi harçların 1994 yılı itibariyle 30.000 TL. den aşağı olamayacağını belirten tarife, maktu harçlar için böyle sınırlayıcı bir hüküm getirmemiştir.

7- DİĞER YARGI HARÇLARI

492 sayılı harçlar kanununa ekli (1) sayılı tarifenin D-1,2,3,4,5. bölümlerinde düzenlen­miştir. Bunlar, suret harçları, muhafaza harç­ları, defter tutma harçları, miras işlerine ait harçlar ve vasiyetname tanzimine ilişkin harç­lardır.

8- HARCIN YÜKÜMLÜSÜ, ÖDENMESİ VE ZAMANI VE SONUÇLARI

Harcın mükellefi, davayı açan veya harca mevzu işlemin yapılmasını isteyendir. Her­hangi bir istek olmaksızın resen yapılacak iş­lemlere ait harçlar, aksine hüküm yoksa, lehi­ne işlem yapılan kişiden alınır. Celse harçla­rından vekillerinde sorumlu olabileceği yukarı­da belirtilmişti.

Yargı harçları kayıt ve belgelere pul yapış­tırılmak suretiyle ödenir. (HK 25 m.) Belli mik­tardan fazlası için maliye veznesine yatırıl­maktadır. Fazla alınan
yargılama harçları harçlar kanununun 31. maddesine göre istek halinde iade edilir.

Maktu Harçlar, ilgili bulunduğu işlemin ya­pılmasından önce ödenir. Harç süresinde ödenmez ise müeakip muameleler ancak harç alındıktan sonra yapılabilir.
Nisbi harçlardan karar ve ilam harcının ise 1/4'ü peşin, geri kalanı da, karar tarihinden iti­baren iki ay içinde ödenir. Harç ödenmedikçe ilgiliye ilam verilmez. İki ay içinde mahkemele­re ödenmeyen harçlar için 15 gün içinde mali­yeye harç tahsil müzekkeresi yazılır. Noksan tesbit edilen harçlarda bunun anlaşıldığı celse için yargılamaya devam olunur. Takip eden celseye kadar harç tamamlanmaz ise davaya devam olunmaz yani dava dosyası işlemden kaldırılır. Bu karar ara kararı niteliğinde olup temyiz edilemez. Şayet taraflardan birinin ta­lep ettiği işlem harca tabi ise ve gerekli harç ödenmez ise o işlemin yapılmasından vazge­çilmiş sayılacaktır.

9-HARÇTAN MUAFİYET VE İSTİSNA­LAR

A- HARÇLAR KANUNUNDA BELİRTİ­LENLER
a) Muafiyetler: Erler ve ihtiyaçları devlet tarafından deruhte ve temin olunan onbaşı ve çavuşlar adliye işlemlerinden dolayı harçtan muaftır. Ancak bu şahıslar, bu muafiyetten ancak bu hizmet ve sıfatlarının devam ettiği müddetçe yararlanabilirler.
b) İstisnalar:
aa) Değeri 2.500 TL. yi geçmeyen davalar bb) Vasi Tayini, Azli, Hakimin Reddi talebi­nin kabulü ve hakimin istinkafına ait kararlar
cc) Aylık miktarı 5.000 TL. yi geçmeyen nafakalara ait davalar
dd) Yetkili makamların isteyecekleri ilam ve sair evrak suretleri
ee) Kamu adına Cumhuriyet Savcıları ta­rafından Hukuk Mahkemelerinde açılan dava­lar
aaa) Derneklerin feshi (MK 71/1,2908 Sk 50/son,53 m.)
bbb) Evlenmenin Men'i Davası (MK 101,103 m.)
ccc) Evlenmenin Butlanı Davası(MK113m) ddd) Nesebin reddi davası (MK 245 m.)
eee) Nesebin dDüzeltilmesine itiraz (MK 251 m.)
fff) Tanımaya itiraz davası (MK 294 m.) 999) Kayıt düzeltme davaları (1587 Sk 64, 66 m. 1111 Sk81/ilkm.)
hhh) Sendika ve konfederasyonların kapa­tılması davası (2821 Sk 58/1 m.)
ff) Genel Bütçeye Dahil İdarelerin bu ka­nunun (1) ve (3) sayılı tarifeye giren işlemleri (yukarıdaki işlemlerin hesaplanacak harçları­nın genel bütçeye dahil idarelerin haklılığı nisbetinde karşı taraftan tahsiline ilgili merci­ince karar verilir.)

B- BAZI ÖZEL KANUNLARDA BELİRTİ­LENLER
a) Sosyal Sigortalar Kurumu(506 Sk 24/c m)
b) Bağ-Kur Kurumu (1479 Sk 20/ç m.)
c) Tarım Kredi Kooperatifleri ve Birlikleri (1581 Sk 19/Bam.)
d) Türkiye Kızılay Derneği, Türk Hava Ku­rumu ve Çocuk Esirgeme Kurumu (1606 Sk 1 m., 1268Sk1 m.)
e) Orman sınırlamasına itiraz davaları (6831 Sk11/3m.)
f) Türk Uçak Sanayii A.O. (1784 Sk 18/son m.)
g) 3634 Sk 58/son, 4473 sk 46, 221 Sk 7, 2942 Sk 36/2, 2526 Sk 13, 2247 Sk 34, 2949 Sk52.

http://www.ordubarosu.org.tr/index.php?option=com_content&task=view&id=271
#2010
İşe Giriş Bildirgesi Verilen İşçinin İşe Başlamaması

5510 sayılı Kanun'un 4-1/a bendi kapsamında sigortalı sayılanlara ait sigortalı işe giriş bildirgesi en geç sigortalı çalışmaya başlamadan önce Kuruma verilmektedir. Diğer bir ifade ile yarın işe başlatılacak sigortalıya ait işe giriş bildirgesi en geç bu gün verilmektedir. Bununla birlikte işe başlayacak sigortalılar çeşitli nedenlerle işe giriş bildirgesinde belirlenen günde işe başlamadığı gibi bildirgede belirlenen günden daha sonraki bir günde de işe başlamaktadır.

Bu durumla karşılaşan işverenlerin yapması gereken işlemle ilgili SGK tarafından yapılmış bir düzenleme bulunmakla birlikte işe giriş bildirgesinde sigortalının işe başlayacağı günde işyeri yetkilileri ve çalışan bordrolu sigortalılar tarafından bir tutanak tutulması ve aynı gün içerisinde işyerinin işlem gördüğü Sosyal Güvenlik Merkez Müdürlüğüne hitaben işe başlamayan sigortalının işe giriş bildirgesinin iptal edilmesi ile ilgili dilekçe yazılması, dilekçenin ekine iptali istenen işe giriş bildirgesi ile tutulan tutanağın eklenmesi ve yazılan bu dilekçenin en geç aynı gün içerisinde Kuruma elden yada iadeli taahhütlü posta yolu ile gönderilmesi gerekmektedir.

Aksi takdirde Kurum işverene, işe giriş bildirgesi verilen sigortalıya ait aylık prim ve hizmet belgesinin verilmediği iddiası ile idari para cezası uygulayacak, işveren aksini belge ile ispat edemediği için cezayı ödemek zorunda kalacaktır. Bunun yanında; böyle bir durumla karşılaştığı halde iptalle ilgili işlem yapmayan işveren hakkında kötü niyetli bir sigortalının ilerleyen yıllarda hizmet tespit davası açabileceği ve kuvvetle ihtimaldir ki bu davayı kazanabileceği özellikle hatırlanmalıdır. Bu nedenle bu belgenin ayrıca 10 yıl saklanması işveren yararına olacaktır.

****

Sigortalı İşe Giriş Bildirgesinde İşe Başlama Tarihinin Yanlış Yazılması

5510 sayılı Kanun'un 4-1/a bendi kapsamında sigortalı sayılanlara ait sigortalı işe giriş bildirgelerinin en geç sigortalı çalışmaya başlamadan önce Kuruma bildirilmesi asıl olmakla birlikte hayatın olağan akışı içerisinde işverenlerin işe başlama tarihini hatalı yazdıklarına ve idari para cezası uygulamasına maruz kaldıklarına da rastlanmaktadır. İşe başlama tarihinin yanlış yazıldığı dönemler sene döndüğü için özellikle yılbaşlarında daha çok tekrar etmektedir.

İşverenin sigortalıya ait işe giriş bildirgesini yanlış yazdığına dair beyanının Kurum tarafından işleme alınabilmesi için delil niteliği taşıyan belgelerle desteklenmesi büyük önem taşımaktadır. Aksi halde işverenin sigortalı işe giriş bildirgesinde işe başlama tarihini sehven yanlış yazdık, Kurumca düzeltilsin talebi kabul edilmemektedir. Bu nitelikte bir hata yapan işverenin talebinin kabul edilmesi için yapması gereken işlemler aşağıda belirtildiği gibi olmalıdır.

-Kuruma hatalı işe giriş bildirgesinin verildiği aynı gün içinde Düzeltme dilekçesi verilmedir.
-Aynı gün içerisinde verilecek düzeltme dilekçesine iş akdinin kurulacağı günün yazılı olduğu ve notere tasdik ettirilmiş iş sözleşmesi eklenmelidir.
-İşe başlama tarihini doğru yazıldığı sigortalı bildirim belgesi mutlaka aynı gün içerisinde sigortalıya imzalatılarak Kurum kayıtlarına intikal ettirilmelidir.
-Aynı gün içersinde ikametgah sureti, sabıka kayıt belgesi, sağlık raporu alınmalı bu belgeler de düzeltme dilekçesine eklenmelidir.
-Bildirimin yapıldığı gün sigortalı bir başka işyerinde çalışmakta ise çalıştığı işyerinden çalışma belgesi alınmalı ve düzeltme dilekçesine bu belge de eklenmelidir. Mümkünse adı geçen işyeri tarafından vizite kağıdı alınarak işçi viziteye çıkarılmalı, gerekirse 1 günlük rapor alması sağlanmalıdır.

İşveren tarafından yapılan talebe ve talebe karine teşkil eden eki belgelere rağmen Kurum gerekli düzeltmede bulunmaz ve idari para cezası uygularsa cezaya tebliğ tarihinden itibaren en geç 15 gün içinde itiraz edilmeli, sonuç alınamadığı takdirde 1 aylık süre içerisinde idari mahkemeye dava açılmalıdır.

Resul KURT - Haber 7

http://www.haber7.com/haber/20090726/Ise-Giris-Bildirgesi-Verilen-Iscinin-Ise-Baslamamasi.php
#2011
Çin yönetimi, Uygur Özerk Bölgesi'nin merkezi Urumçi'de 5 Temmuz'da patlak veren kanlı olayların ardından herhangi bir yeni ayaklanma girişiminin 'demir yumruk' ile ezileceği tehdidinde bulundu. 
 
Bölge valisi Nur Bekri, "Düşmanın saldırgan manevralarını ezmeye kararlı bir şekilde devam edeceğiz ve suç işlemenin önüne demir yumrukla geçeceğiz." dedi. Aynı zamanda Komünist Parti'nin bölgedeki "iki numaralı" yetkilisi olan Bekri, bölgesel parlamentoda yaptığı konuşmada, güvenlik güçlerinin 5 Temmuz'daki olaylara katılanların kimliklerini belirleyerek, tutuklamalara devam ettiklerini de söyledi. "Olayları planlayan şebekeye sızıp çökerteceğiz." diyen Bekri, bölgede kontrolleri sıklaştıracaklarını ve güvenliğe yönelik potansiyel tehditleri daha başından yok edeceklerini kaydetti. Urumçi'de özellikle olayların yaşandığı At Meydanı ve çevresi ile Büyükşehir Belediyesi ve birçok önemli merkezde askerlerin konuşlu olduğu ve kontrol, gözlem noktaları oluşturulduğu kaydediliyor.

KADİR'İN TOKYO ZİYARETİ PEKİN'İ KIZDIRDI

Çin, Uygur lideri Rabiye Kadir'in Japonya'nın başkenti Tokyo'ya yapmayı planladığı ziyareti şiddetle eleştirdi. Çin'in Japonya Büyükelçisi Sui Tienkay, Kadir'in ziyaretinin son zamanlarda iyileşen Çin-Japon ilişkilerine zarar vermesine müsaade edilmemesi uyarısında bulundu. Çin, sürgündeki Dünya Uygur Kongresi lideri Kadir'i, bu ay içinde Doğu Türkistan'da meydana gelen, yaklaşık 200 kişinin hayatını kaybettiği şiddet olaylarını planlamakla suçluyor. Kadir ise bu iddiaları reddediyor. Öte yandan, RTÜK, Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, TRT, Gazeteciler Cemiyeti ve Anadolu Ajansı temsilcilerinden oluşan 8 kişilik Türk basın heyeti, Urumçi'de çeşitli temaslarda bulundu, olayların yaşandığı bazı bölgeleri ziyaret etti.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=874081&title=cinden-uygur-turklerine-demir-yumruk-tehdidi
#2012
Besleyici ve dengeli beslenmeyle çocuklarınızın sağlığını koruyabilirsiniz. Büyüyen küçük bedenlerin özel vitamin ve minerallere ihtiyacı vardır. Ancak, ailelerin çocuklarına sağlıklı yiyecek yedirmesi çok zor oluyor.  
 
Bazı lezzetli yiyecekler, çocukların aktif yaşam tarzları için gerelki olan her şeyi karşılamaya yardım ediyor. Howstuffworks.com isimli sitede yer alan habere göre, çocukların beslenmesinde önemli yer tutan 10 süper yiyecek:

1. Tatlı patates: Büyük bir besin kaynağı olan tatlı patatesin tadı da çok güzel. Bu sağlıklı ve lezzetli sebze, potasyum, C vitamini, lif, folat, A vitamini, kalsiyum ve demir içeriyor. Dünyadaki en besleyici yiyeceklerden biri olan tatlı patates, şeker hastaları için de iyi bir seçenek, çünkü kan şekerini dengelemeye yardım ediyor.

2. Brokoli: Bilindiği gibi lifle dolu olan brokoli, gelişmekte olan çocuklar için en iyi gıdalardan birisi. Brokoli aynı zamanda vitamin ve mineral deposu. Çocuğunuzun görmesine ve hücre hasarından korunmasına yardım ediyor. Brokoliyi çiğ yiyerek çocuğunuz alması gereken tüm besinleri kazanıyor. Eğer çocuğunuz brokoli sevmiyorsa, gizlice yemeklerine katabilirsiniz. Ya da brokoliyi az yağlı salataya ve dip soslara ekleyebilirsiniz çocuklarınıza bu sebzeyi sevdirebilirsiniz.

3. Tam tahıllar: Ekmekte, krakerlerde ve yulaflı kahvaltılıklarda bulunan tam tahıllı yiyecekleri çocuklar sever. Bu gıdalar folik asit, çinko, demir ve B vitamini bakımından zengindir. Ayrıca bazıları D vitamini ve kalsiyum ile de zenginleştirilmiştir. Kalp hastalığına karşı şimdiden çocuklarınıza tam tahıllı yemekleri vermeye başlayın. Ancak, doymamış yağ yani trans yağ içeren krakerlerden uzak durun. Hazır aldığınız krakerlerde, gevreklerde paketlerin arkasındaki içerikleri mutlaka okuyun.

4. Peynir: Peynir çocuklar için süper bir yiyecektir, çünkü çocuklar peyniri çok sever. Kalsiyum, protein ve B12 vitamini bakımından zengin olan peynir, kemik oluşumunda çok önemli bir mineral olan fosfor içeriyor. Ayrıca, araştırmalar yemeklerden sonra peynir yemenin diş çürüklerini önlediğini gösterdi. Çocuklarınıza peynirli sandviç yapabilir, peyniri sağlıklı bir çorba ya da salatanın içinde sunabilirsiniz.

5. Yoğurt: Peynir gibi, yoğurdu da çocuklarınıza severek yedirebilirsiniz. Yoğurdun her porsiyonu kalsiyum, protein, karbonhidrat, B vitamini, çinko ve fosfor içeriyor. Canlı aktif kültür bulunan yoğurtlar ise bağışıklık sistemini destekliyor ve bağırsak sağlığını yükseltiyor. Tüm doğal yoğurtlara taze meyve katarak daha fazla besin değeri sağlayabilirsiniz. Az yağlı yoğurda çikolatalı cipsler veya kahvaltılı yulaf karışımı ekleyebilirsiniz. Çocuklarınız için başka bir alternatif olarak, yoğurdu meyve suyu katarak buzlukta dondurup dondurma yapabilirsiniz.

6. Ton balığı: Konserve ton balığı ile çocuklarınızın protein, niasin, B vitaminleri, demir ve çinko ihtiyacını giderebilirsiniz. Omega 3 yağ asitleri içeren balık, beyin gelişimine yardım ediyor ve kalp sağlığını koruyor. Ton balığındaki civa seviyesinden dolayı çok fazla tüketmemelisiniz. Çocuğunuza ton balığını sandviçle ya da salatayla yedirebilirsiniz.

7. Yaban mersini: Yetişkinler ve çocuklar için, yaban mersini vücut için en besleyici süper gıdalardan biridir. Potasyum, C vitamini, lif, karbonhidrat ve antioksidanlar içeren yaban mersini taze olarak her çocuğun beslenmesinde olması gereken bir besindir. Tatlı olduğu için çocuklar tarafından sevilen meyveyi, yoğurda, tahıl gevreğine ya da yulafa ekleyebilirsiniz. Kendinize ait taze yaban mersinlerini, küçük bir bahçede yetiştirip, taze taze çocuklarınıza yedirebilirsiniz.

8. Süt: Kalsiyum ve fosfor, sağlıklı kemik gelişimi için gerekli iki mineraldir. Süt, protein, enerji yakıtı olan karbonhidrat, A vitamini ve magnezyum ile kemikleriniz için faydalı diğer mineraller içeriyor. Tam yağlı süt, 2 yaşına kadar olan çocuklar için iyi, ancak 2 yaşından sonra sütteki yağ oranını azaltmalısınız. Birçok çocuk kurabiye ya da tahıl gevrekleriyle yediğinden dolayı sütün tadını sever.

9. Yumurta: İçeriğindeki proteinden dolayı süper gıda olan yumurta, çok faydalıdır. Proteinden başka yumurta, çocuklar için gerekli bir düzineden fazla vitamin ve mineralle dolu. Ayrıca A, D, E ve B grubu vitaminlerini önemli oranda içeren yumurta, içinde bulunan kolin sayesinde beyin fonksiyonlarının yerine getirilmesinde önemli rol oynuyor. Yumurtayı değişik şekillerde pişirebilirsiniz, çocuğunuz hangi şekilde seviyorsa onu uygulayın.

10. Sığır eti: Protein, B vitaminleri, niasin, çinko ve demir içeren sığır etinde, yumurta gibi beyin gelişimini sağlayan kolin de bulunuyor. Yağ ve kolesterol bakımından yetişkinlerin fazla yemekten kaçınması gereken et, küçük çocukların beyin ve vücut gelişimleri için oldukça faydalı. Dengeli bir yemek için eti sebze yemekleriyle birlikte verebilirsiniz. Hamburgerler ve küçük küçük parça şeklindeki etler başka bir seçenek olabilir. Ya da eti mangalda kebap olarak sebzelerle birlikte pişirebilirsiniz.
#2013
Nerede ve nasıl hazırlandığı belli olmayan alternatif kararname nedeniyle kilitlenen HSYK'da kriz sona erdi. Ergenekon, KCK ve faili meçhul soruşturmaları yürüten savcılar ile davaya bakan mahkemenin hâkimleri yerlerini korudu. Kritik Ergenekon davasına ise ikinci bir başsavcı vekili atandı. 

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nda (HSYK) yaklaşık iki haftadır süren 'yaz kararnamesi'yle ilgili kriz dün mutabakatla sonuçlandı. Nerede ve nasıl hazırlandığı belli olmayan ancak Kurul üyesi Ali Suat Ertosun'un gündeme getirdiği 'korsan kararname' kabul edilmedi. Ergenekon, terör örgütü PKK'nın şehir yapılanması (KCK) ve faili meçhul cinayetlere bakan hâkim ve savcılar yerlerinde kaldı. Kararnamede istediği değişiklikleri gerçekleştiremeyen HSYK üyeleri, 8,5 saat süren toplantıda iki kritik karara imza attı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili Olcay Seçkin, Turan Çolakkadı ile birlikte Ergenekon soruşturmasını da kapsayan CMK 250. madde kapsamındaki suçları bakmakla yetkilendirildi. Ayrıca "Ergenekon'' soruşturmasını yürüten savcılarla ilgili şikâyet ve suç duyuruları için Adalet Bakanlığı'nın işlem yapması kararlaştırıldı. 164 unvanlı hâkim ve savcının yerinin değiştiği kararnameye göre; özel yetkili İzmir Cumhuriyet Savcısı Murat Gök, Samsun'a düz savcı olarak atandı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün yargılanmasını isteyen Sincan Hakimi Osman Kaçmaz ise yerinde kaldı.

Sabah başlayan toplantı, 19.30'da sona erdi. Uzlaşma haberini Adalet Bakanı Sadullah Ergin verdi. Toplantı çıkışı gazetecilere konuşan Ergin, "Kurul çalışmalarını tamamlamıştır. Hakim ve savcılarımızın unvanlarıyla ilgili bölümler bu akşam itibarıyla yayınlanmış olacaktır." dedi. Bu açıklamanın ardından hareketli saatler yaşandı. Kararnamede istediği değişiklikleri gerçekleştiremeyen HSYK üyeleri, buna karşılık iki kritik karara imza attı. Bunlardan birincisi, İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili Olcay Seçkin'in, Ergenekon soruşturmasını da kapsayan CMK 250. madde kapsamındaki suçlara bakmakla görevli bir diğer Başsavcı Vekili Turan Çolakkadı'nın yanına verilmesi oldu. İkinci olarak, Adalet Bakanlığı'nın Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılarla ilgili şikâyet ve suç duyurularının gereğini yapması kararlaştırıldı. Kurul'un da çıkacak bu sonuca göre işlem yapması karara bağlandı. Adalet Bakanlığı daha önce Ergenekon savcıları hakkındaki suç duyurularına 'işlem yapılmasına yer olmadığı' kararını vermişti. Alınan bu yeni karara göre, bakanlık Ergenekon savcılarıyla ilgili suç duyurularını yeniden inceleyecek ve karara bağlayacak. Adalet Bakanı ve müsteşar her iki karara muhalefet etti.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcı vekili Turan Çolakkadı ile Ergenekon soruşturmasında görevli Cumhuriyet Savcıları Zekeriya Öz, Mehmet Murat Yönder, Kasım İlimoğlu, Nihat Taşkın, Fikret Seçen, Ercan Şafak ve Mehmet Ali Pekgüzel yerlerini korudu. 'HSYK üyelerinin teklifindeki isimlerden sadece özel yetkili İzmir Cumhuriyet Savcısı Murat Gök ile Bursa Cumhuriyet Başsavcısı Ahmet Er'in görev yeri değiştirildi. Gök, Samsun'a atanırken, Er, Aydın Başsavcılığı'na kaydırıldı. 'İstanbul hakimi' olarak görev yapan Recai Akgün ve Ertuğrul Kubilay, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı'na asaleten atandı. Bu hakimlerin Ergenekon davasında görevlendirilip görevlendirilmeyeceği önümüzdeki günlerde belirlenecek. Adıyaman Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Ahmet Kalpak da faili meçhul cinayetleri araştıran Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı'nda görevlendirildi. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcısı Durdu Kavak ile Ergün Tokgöz, Faili meçhul cinayetler soruşturmasına bakan İsmail Aksoy yerinde kaldı. 29 Mart yerel seçimlerinden önce 'buzdolabı' dağıtımı iddialarıyla ilgili incelemeyi yapan Tunceli Cumhuriyet Başsavcısı Zekeriya Bayazıt Gemlik Cumhuriyet Başsavcılığı'na, Şemdinli soruşturması ve Dağlıca baskını soruşturmasında görev yapan Van Cumhuriyet Başsavcısı Yahya Akçadırcı, Beyoğlu Cumhuriyet Savcılığı'na atandı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül hakkında Kayıp Trilyon Davası'nda verilen takipsizlik kararını kaldıran Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Osman Kaçmaz'ın görev yeri değişmedi. Kaçmaz'ın adı, Ergenekon için Ankara'da kurulması teklif edilen özel yetkili mahkemenin başkanlığı için de geçmişti.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=874131&title=korsan-kararname-krizi-bitti-savcilar-yerinde-kaldi
#2014
Mustafa Kemal, Osmanlı paşası olarak padişah Vahdettin ile kaç kez görüştü. Bizzat Atatürk'ün hatıralarında bu görüşmeler nasıl anlatılıyor ve Vahdettin'in son sözü ne idi?

Mustafa Kemal Paşa ile Osmanlı İmparatorluğu'nun son padişahı Vahdettin arasındaki ilişkiler hep tartışıla geldi.

Birbirlerini ne kadar tanıyorlar, kaç kez görüştüler, nasıl ayrıldılar... Bu konularda hep spekülasyonlar yapıldı.

Daha ilkokul yıllarından başlayarak yapılan yanlış bilgilendirmeyi bir kenara bırakıp, Atatürk'ün kendi hatıralarında bu ilişkiler anlatılıyor onları sizinle paylaşmak istiyorum.

Yakın çalışma arkadaşları, Atatürk ile ilgili pek çok hatırat kaleme aldı. Ama "Atatürk'ün gerçek hatıratı" diyebileceklerimizi Falih Rıfkı Atay kaleme aldı.

13 Mart 1926'da Hakimiyet-i Milliye gazetesinde 32 gün süre ile tefrika edilen hatıratı Falih Rıfkı bizzat Atatürk'ten dinleyerek not aldı. Yazdıklarını ertesi gün Atatürk'ün onayına sundu ve düzeltmesi yapıldıktan sonra yayınladı.

Atatürk, hatıratını Cumhuriyet kurulduktan sonra geçmişin nasıl hatırlanması gerektiğini yönlendirmek amacıyla yazdı. Biraz da dönemin şartlarından geriye dönerek yapılan değerlendirmeler idi bunlar.

***

Mustafa Kemal Paşa'nın, Veliaht Vahdettin ile ilk tanışması, birlikte çıkacakları Almanya gezisi öncesine rastladı.

1917'de Suriye bozgunundan sonra Mustafa Kemal, İstanbul'a gelerek Pera Palas'a yerleşti. Bu sırada Enver Paşa aracılığıyla bir davet aldı. Davetin mahiyeti özetle şöyle idi:

"Alman İmparatoru, müttefiki Osmanlı İmparatoru Sultan Reşat'ı karargahına davet ediyor. Zat-ı Şahane böyle bir seyahati yapamayacak halde. Veliaht Vahdettin, padişah adına bu seyahati gerçekleştirecek. Kendisinin refakatinde bulunmak ister misiniz?"

Bu seyahatin kendisi için de önemli bir tecrübe olacağını düşünen Mustafa Kemal Paşa, daveti kabul etti ve seyahat öncesinde 13 Aralık 1917'de Veliaht Vahdettin'i Vaniköy Köşkünde ziyaretine gitti.

Kendilerine ayrılan bir odada kabul edildi. Bir süre sessizlikten sonra Vahdettin'in ilk sözleri:

- Sizinle müşerref oldum, memnunum.

Bir sür sessizlikten sonra devam etti:

- Sizinle seyahat edeceğiz değil mi?

Mustafa Kemal, belirlenen tarihte kafileye dahil oldu ve Almanya seyahati 15 Aralık'ta Sirkeci'den başladı. Daha yolculuğun ikinci gününde Mustafa Kemal'e "Kılıç Mecidi" nişanı takdim edildi.

Almanya seyahati boyunca Veliaht Vahdettin ve Mustafa Kemal Paşa birbirlerini yakından tanıdılar.

Yaklaşık 3 hafta süren Almanya yolculuğu boyunca Alman İmparatoru Kayzer tarafından kabul edildiler. İmparatorluğun veliahtı ile birlikte savaşın cereyan ettiği cephelere gittiler. Ülke ve dünya sorunları hakkında karşılıklı görüş alışverişi yapabilecekleri uzun sohbetler yaptılar.

Gezi bittikten ve İstanbul'a döndükten sonra Vahdettin tahta geçinceye kadar ikilinin görüşmesi olmadı. Almanya'dan döndükten yaklaşık 7 ay sonra Sultan Reşat öldü ve aynı gün 4 Temmuz 1918'de Mehmet Vahdettin, 36'ncı Osmanlı padişahı olarak tahta geçti.

Umumi Harb'in sonlarında hükümdar olan Vahdettin açısından, böyle bir dönemde padişah olmak talihsizlikti. Müttefikler harbi kaybetmek üzere idi. Nitekim, 30 Ekim'de mütarekenin imzalanması ile daha da zorlu bir süreç başladı.

Ülkenin içinde bulunduğu duruma ve kurtuluş yollarına ilişkin görüşleri olan Mustafa Kemal Paşa, tedavi gördüğü Viyana dönüşünde (2 Ağustos 1917) yeni padişahtan görüşme talebinde bulundu.

Görüşme, Harp Okulu'ndan hocası da olan Naci Paşa kılavuzluğunda 5 Ağustos'ta gerçekleşti. Mustafa Kemal, padişaha son derece önemli bir dönemde tahta geçtiğini hatırlatarak şunu söyledi:

- Seyahatimiz esnasında bütün fikirlerimi çok açık dille söylemiştim. Bu dakikada aynı tarzda görüşmeme müsaade buyrulur mu?

Aldığı cevap kısa ve net idi:

- Hay hay

Bu görüşmede Mustafa Kemal Paşa, hükümdardan hemen başkumandanlığı bizzat üstlenmesini, orduya sahip ve hakim olmasını istedi. Ancak doğru kararların bundan sonra alınabileceğini söyledi.

İkinci görüşme, birinci görüşmeden sadece birkaç gün sonra 9 Ağustos'ta oldu. Bu kez talep saraydan geldi. Vahdettin, Mustafa Kemal'i İzzet Paşa ile birlikte kabul etti. Mustafa Kemal Paşa'ya göre bu "neticesiz bir görüşme" idi.

Üçüncü görüşme, bir ayı biraz geçtikten sonra Mustafa Kemal'in iisteği üzerine gerçekleşti. Bu görüşmede padişah, İstanbul halkının doyurulmasının önceliğinden söz etti.

16 Ağustos'taki dördüncü görüşme ise Mustafa Kemal'in isteği dışında gerçekleşti. Aralarında Enver Paşa'nın da bulunduğu askeri erkan ile sohbet sırasında padişahın kendisini beklediği haberi geldi. Kabul, Dolmabahçe'deki Valide Camii'nin mahfilinde Cuma selamlığı sırasında oldu.

Huzurda iki Alman generalinin bulunduğunu öğrenen Mustafa Kemal, onlar çıktıktan sonra görüşmek istediğini dile getirdi ise de kabul görmedi. Alman generallerinin bulunduğu sırada görüşmenin gerçekleşmesi gerektiği kendisine bildirildi.

Vahdettin, Alman generallere Mustafa Kemal Paşa'yı, "Çok takdir ettiğim ve güvendiğim bir kumandan" diyerek takdim etti. Sonrasında şöyle dedi:

- Sizi Suriye'ye kumandan tayin ettim. Oradaki durum önem kazanmış. Sizden talebim, oraları düşman eline geçirmeyeceksiniz.

Ancak, bu duydukları hoşuna gitmedi. Çıkışta Enver Paşa'yı mütebessim görünce, bu atamanın altında onun parmağı olduğunu düşündü ve şöyle çıkıştı:

- Bravo tebrik ederim, muvaffak oldunuz. Beni oraya göndermekle güzel bir intikam alıyorsunuz. Görenek dışı bir şey yaptınız. Bizzat Padişah'a bana emir verdirdiniz.

Daha sonra Mustafa Kemal Paşa, değişik vesilelerle padişaha görüşlerini iletti. Neler yapılması gerektiğini anlattı, İzzet Paşa'nın yeniden sadrazamlığa getirilmesini, kendisinin Harbiye Nezareti'ne (Savunma Bakanlığı) atanması talebinde bulundu.

Mustafa Kemal Paşa, Tevfik Paşa kabinesinin güvenoyu almaması için bizzat Meclis-i Mebusan'a gedirek kulisler yaptı. Gruplar halinde milletvekilleri ile görüştü. Kendi lehlerine bir sonuç beklerken, kabine 19 Kasım'da büyük bir farkla güvenoyu aldı.

Enver Paşa ve Cemal Paşa

Büyük bir öfke ve hayal kırıklığı ile evine dönen M. Kemal Paşa, telefonla Yıldız Sarayını aradı ve padişah ile görüşmek istediğini iletti. M. Kemal, "hemen" görüşmek istiyordu, randevu 22 Kasım'a Cuma gününe verildi.

Cuma selamlığı sonrasında yapılan beşinci görüşme, Mustafa Kemal'e göre süre olarak "çok uzun", içerik olarak "kısa" idi. Sultan Vahdettin hemen söze başladı:

- Ordunun kumandan ve subayları eminim ki seni çok severler. Onlardan bana bir fenalık gelmeyeceğine bir teminat verir misin?

- Ordunun aleyhinizde bir harekete giriştiğine dair bilgi ve hisleriniz mi var, efendim?

- Ordu kumandanları ve subaylarının Zat-ı Şahanenizle karşı karşıya gelmesi için bir sebep olabileceğini zannetmiyorum. Onun için, hiçbir kötülük gelmeyeceği noktasında bana güvenin.

- Yalnız bugünden bahsetmiyorum, bugünden ve yarından...

Görüşmenin sonunda padişah tekrar:

- Siz akıllı bir kumandansınız, arkadaşlarınızı aydınlatıp yatıştıracağınızdan eminim.

M. Kemal, ümitsiz ve üzgün bir şekilde huzurdan ayrıldı.

Son görüşme M. Kemal'in Dokuzuncu Ordu Müfettişliği görevine atanmasından sonra yola çıkmadan önce yapıldı.

Görevlendirmenin kapsamını M. Kemal, Erkan-ı Harbiye-i Umumiye İkinci Reisi (Genelkurmay İkinci Başkanı) Diyarbakırlı Kazım Paşa ile birlikte yaptı. Gerektiğinde doğrudan "Sadrazam Paşa ile görüşebilir" şerhi düşüldü. Gösterilen neden "Samsun çevresinde Türkler'in Rumlar'a saldırılarının önüne geçilmesi"ni sağlamaktı.

Yapılan yetkilendirmenin sınırı ise geniş tutuldu. Üçüncü ve dört fırkalı olan Onbeşinci Kolordu müfettişlik emrine verildi. "Tarih Vesikaları" dergisinde yer alan belgeye göre, müfettişlik bölgesi Trabzon, Erzurum, Sivas, Van, Erzincan, Samsun civarı olarak belirlendi. Dahası, Bu görevlendirmeye sınırı olan Diyarbakır, Bitlis, Elazığ, Ankara ve Kastamonu da gerektiğinde kendisine bağlanacaktı.

Burada araya girip bir soruyu akıllara getirmek istiyorum. Samsun çevresindeki "bir grup çapulcu"yu bastırmak için bu kadar geniş yetkilendirmeye gerek var mıydı dersiniz?

Her ne ise...

M. Kemal, Samsun'a hareketinden önce bir kez daha (aynı zamanda son defa) huzura kabul edildi. Davet bizzat padişah tarafından yapıldı. Görüşme Yıldız Sarayı'nın ufak bir salonunda gerçekleşti. M. Kemal'in ifadesiyle, "adeta diz dize denecek kadar yakın" oturularak yapılan bir kabul idi bu.

Boğaz'dan Yıldız Sarayı'na doğru dönmüş işgal güçlerinin topları altında gerçekleşen görüşmeyi M. Kemal Paşa şöyle anlatıyor:

- Vahdettin, hiç unutmayacağım şu sözlerle konuşmaya başladı. "Paşa Paşa! Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bunların hepsi artık kitaba girmiştir, tarihe geçmiştir."

M. Kemal, konuşmanın devamını şöyle anlatıyor:

- "Bunları unutun!" dedi. "Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa devleti kurarabilirsin!"

Bunun üzerine şu cevabı verir:

- Merak buyurmayınız efendim. Demek istediklerinizi anladım. Emriniz olursa hemen hareket edeceğim ve bana emir buyurduklarınızı bir an bile unutmayacağım.

Artık bir daha birbirini hiç görmeyecek şekilde yolları ayrılacak olan iki ismin görüşmesi böyle bitti. Huzurdan ayrılırken, Padişah'ın son sözleri şu oldu:

- Muvaffak ol!


Kabulden çıktığında Naci Paşa, elinde bir küçük kutu uzattı. "Zat-ı Şahane'nin ufak bir hatırası" dedi. Kapağının üzerine Vahidettin isminin baş harfleri işlenmiş bir saat idi bu.

Paylaştığım bütün bu bilgileri "muhalifler" yazmıyor. Atatürk'ün hatıralarını bizzat kaleme alan Falih Rıfkı yazıyor. Tarihini ve günlerini yukarıda yazdım. İsteyen, biraz da Osmanlıcası olan açıp bakabilir.

Kısmet olursa bir gün de Mustafa Kemal Paşa Samsun'a gizlice mi gitti yoksa daha farklı mı idi. Onu yazmak istiyorum. Resmi tarihçilerin yazdığı değil, yine bizzat Atatürk'ün kendi hatıraları olarak o tarihlerde Hakimiyet-i Milliye'de çıkan yazılardan özetleyerek...

NOT: Falih Rıfkı Atay, bu hatıralarını 1950'li yıllarda "Atatürk'ün Bana Anlattıkları" adıyla kitaplaştırdı. Pozitif Yayınları, ilgili bölümleri "Mustafa Kemal'in Ağzından Vahidettin" adıyla topladı ve geçtiğimiz yıllarda yayınladı. Bunları daha detaylı bir şekilde bulabilirsiniz.

http://www.haber7.com/haber/20090727/Vahdettinin-Mustafa-Kemale-son-sozu.php
#2015
Sabih Kanadoğlu'nun katsayı düzenlemesini Danıştay'ın iptal edeceği görüşüne katılan Doç. Mustafa Şentop, sonrası için olacakları şöyle anlattı:

Danıştay Onursal Başkanı Sabih Kanadoğlu, katsayı düzenlemesinin dava açılması halinde Danıştay tarafından iptal edilebileceğini açıkladı. Ardından benzeri bir açıklama yapan Doç. Mustafa Şentop, Kanadoğlu'nun iptal görüşüne katıldığını açıklaması, meslek liselerini hayal kırıklığına uğrattı.

Doç. Mustafa Şentop, sonrasında olacak gelişmeleri Haber 7'ye açıkladı. Doç. Şentop, Kanadoğlu'nu hayli üzecek görüşler ortaya koydu. İşte Doç. Şentop'un Haber 7'ye yaptığı açıklama:

"YÖK'ün katsayı düzenlemesi bir idari işlem olduğu için Danıştay denetimine tabi olacaktır. Dava açıldığı takdirde Danıştay'ın İmam Hatipler lehine olan düzenlemeyi iptal edebileceği kanaatindeyim.

Bu iptal kararı hukuki bir karar olmayacaktır; tamamen ideolojik bir karar olacaktır. Zira katsayı konusunda düzenleme yapma yetkisi çok açık bir şekilde YÖK'e verilmiştir. 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun "Üniversiteye Giriş" başlıklı 45. Maddesi açıkça "Öğrenciler Devlet Yükseköğretim Kurumlarına, esasları Yükseköğretim Kurulu tarafından tespit edilen sınavla girerler" demektedir. Yani esasları YÖK belirler.

Nasıl belirler? Bu da kanunda var:

"Yükseköğretim kurumlarına öğrenci seçiminde, adayların ortaöğretim süresindeki başarıları Yükseköğretim Kurulu'nun uygun göreceği şekilde Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi tarafından geliştirilecek bir yöntemle ek bir puan olarak tespit edilir ve Yükseköğretim kurumlarına giriş sınavı puanlarına eklenir." Kanun YÖK'ün "uygun göreceği şekilde" demiş. O halde yeni düzenlemede hukuken bir sorun yok. Ancak Danıştay İmam Hatip Liselerinin lehine olacak bir düzenlemeyi, daha önceki benzeri kararlarında görüldüğü şekilde, ideolojik bir yaklaşımla iptal edebilecektir. Bu benim endişemdir, paylaşmak isterim.

Ancak, çok önemli bir nokta var burada. Danıştay iptal ederse ne olur? Danıştay, değişiklik getiren bir kuralı iptal ederse, eski kural kendiliğinden geri dönmez; ortaya bir kural boşluğu çıkar.

Şöyle söyleyelim, YÖK yeni bir katsayı düzenlemesi getirdi, farzedelim ki Danıştay bunu iptal etti. o zaman, yeni eşit katsayı düzenlemesi ortadan kalkar. Ama, eski eşitsiz katsayı düzenlemesi kendiliğinden yürürlüğe girmez.

Ortada bir katsayı düzenlemesi kalmaz. Ya YÖK yeniden bir düzenleme yapar, o uygulanır. Ya da, yeni bir düzenleme yapılmazsa, ortada katsayı kalmaz, her öğrenci katsayı olmaksızın sınav sonucunu elde eder. Böyle bir durumda da, aslında "eşit" bir uygulama ortaya çıkmış olur; katsayısız, eşit bir uygulama.


Danıştay'ın kararı kesinlikle eski eşitsiz uygulamaya dönüşü sağlamayacaktır. Anayasa ve kanunda Danıştay'ın YÖK yerine geçerek katsayı belirlemesi yasaktır; buna uymayan Danıştay kararı hükümsüz olur. Bu sebeple, Kanadoğlu erken sevinmesin.

Ayrıca, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 45. maddesinde değişiklik yapılarak, katsayı uygulaması kanunla eşit hale getirilebilir. TBMM bunu yapmalıdır; yeni üniversiteye giriş sistemini acilen YÖK kanununa eklemelidir. O zaman Danıştay'ın bakacağı bir iş kalmaz. Konu kanun değişikliği olduğu için Anayasa Mahkemesi'ne gider.

Anayasa Mahkemesi ise bunu iptal edemez. Şimdiye kadar pek çok "hukuk-dışı" kararlarını bilen bir kimse olarak böyle bir değişikliğin, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmeyeceğini söylüyorum. Burada Mahkeme'nin kullanacağı kriterler bellidir. Mahkeme'nin, pek çok kimse inanamıyor olsa da, sınırları vardır.

Kısaca konu çözümsüz değildir; ama bunun bir süreç olduğunu bilmek gerekir. Çözüm sürecini ciddiyetle, samimiyetle ve ısrarla takip etmek ve sürdürmek gerekir. Çözüm vardır."

http://www.haber7.com/haber/20090725/Sentop-Kanadoglu-erken-sevinmesin.php
#2016
Gün geçmiyor ki bir iş kazası veya bir trafik kazası olmasın.

Sadece ekranlara yansıyanlardan anladığımız kadarıyla, ilk yardım konusunda maalesef pek bilinçli değiliz. Bu konuda da yardımlaşmak, bildiklerimizi paylaşmak veya hatırlatmak maksadıyla, bugün beyin kanaması hakkında ilginç bir olayı, ardından da teşhisini tahlil edeceğiz. Bu konuda yaptığımız yanlışların, ihmallerin ve düştüğümüz hataların ne kadar pahalıya mal olduğunu bir kez daha düşüneceğiz.

Önce, e-mailime gelen bir olayı, sizlerle paylaşmak istiyorum.

Birkaç aile birlikte karar vererek, güzide bir mekâna pikniğe giderler.

Çocuk yaştakiler eğlenirken, olgun yaştakiler bir taraftan öğle yemeği hazırlığına başlarlar. Ailenin genç gelini Sinem, mangal yaparken aniden ayağı takılır ve ağacın yanına düşer. Hemen Ambulans'a haber vermek istedilerse de Sinem çok hassas ruhlu bir kişi olduğundan, telâşı önlemek için buna karşı çıkar. Kendisini iyi hissettiğini ve düşmesine sebep olarak da, ayakkabılarının yeni olduğunu gösterir. Aile büyükleri de pek fazla ısrar etmezler. Biraz titrek ve solgun göründüğünden, yakınları üstünü başını temizlemeye yardımcı olurlar. Sinem, akşama kadar diğerleriyle birlikte neşeli görünmeye ve eğlenmeye devam eder. Akşam olunca da herkes normal olarak ve vedalaşarak, evlerine dönerler...

Birkaç saat sonra Sinem'in eşi, piknik arkadaşlarını arayıp Sinem'in fenalaştığını ve hastaneye kaldırıldığını haber verdi. Daha sonra öğrenildi ki, o akşam saat 23.00'te Sinem vefat etmiş. Meğer mangal yaparken düştüğü zaman, beyin kanaması geçirmiş...

*******

Şimdi düşünelim, buradaki insanların kusuru neydi acaba ve nerede hata yapıldı?

Eğer herhangi biri, Sinem'in bir beyin kanaması geçirdiğini anlasaydı, Sinem bugün hayatta olurdu. Değil mi?
Hiçbir şey Sinem'i geri getiremez, ancak hiç olmazsa bu durumdan ibret ve ders alarak, bizler böyle bir durumda nasıl davranmalıyız ve nasıl ön tedbirler alabiliriz?

Hiç olmazsa, bir travma geçiren kişide beyin kanaması olup olmadığını nasıl anlayabiliriz? Şimdi bunları tahlil edelim...

Beyin kanamalarını iki ana gurupta değerlendirebiliriz. Beyin içine olan kanamalar ve beyin dışına olan kanamalar.

Beyin kanaması sadece kazalarda veya herhangi bir travma ile olmaz. Tedavi edilmeyen yüksek tansiyon, ani bir zorlanma, alkol alımı, güneş çarpması, diyabet, aşırı stres veya heyecanlanma ile de, daha önce balonlaşan damar yırtılabilir.

Genç yaşlarda, beyin damarlarının cidarının zayıflaması sonucunda balonlaşması ve bu balonlaşan kısmın yırtılması neticesinde beyin kanaması oluşabilir. Damarlarda oluşan bu balonlara 'anevrizma' adı verilir. Anevrizma rüptürü, yani anevrizma yırtılması her yaşta veya aniden görülebilir. Önceden tespit edilmeleri pek mümkün değildir. Hastanın hiç bir şikâyeti de olmaz. Ancak, genelde travmalar sonucunda oluşurlar veya önceden mevcut ise yırtılabilirler.

Önemli olan öncelikle, beyin kanaması teşhisini koymaktır. Ve 3 saat içerisinde bunu tedavi ettirebilmektir.
Beyin kanaması belirtilerini anlamak pek de kolay değildir, ancak bunun için öncelikle aşağıdaki dört adımı her zaman akılda tutmak ve uygulamak gerekir.

Travma geçiren kişiyi, 45-60 derece eğimli bir yere oturtarak (ya da aynı derecede yatırarak) aşağıdaki aktiviteleri kendisinden sakince isteyiniz.

1.) Kişinin gülümsemesini isteyiniz. (eğer bunu yapamazsa, felç ihtimali düşünülmelidir.)
2.) Kişinin basit bir cümle söylemesini isteyiniz. "Bugün çok güzel bir gün..." gibi.
3.) Kişiden her iki kolunu birden kaldırmasını isteyiniz.
4.) Kişiden bir cümle yazmasını veya okumasını isteyiniz.
5.) Kişiden dilini dışarı çıkartmasını isteyiniz. Eğer dili yamulmuş ise bu da felç geçirdiğine işarettir...

Eğer kişi bu beş adımdan, sadece birini bile yerine getiremiyorsa, "lütfen" derhal acil Servise haber veriniz ve doktora da telefonda bu durumunu izah ediniz. (Çünkü bu maddelerde yazılanlar yalnızca bilgilendirme amaçlıdır, doktor teşhisi yerine geçmez.)

Beyin kanaması geçiren bir hasta, şayet bayılırsa ayıltmak için asla tokat vurulmamalıdır. Bu bilinçli hareketler 3 saat içerisinde, sevdiğinizi tekrar size kazandırabilir. Geçmiş olsun...

*******

Çok önemli bir husus daha var, ÖN TEDBİR:
Bir Amerikan sağlık dergisinde, beyin damarlarının cidarlarının güçlendirilmesi için, şu egzersizi hararetle tavsiye etmektedir.

1.)  Her sabah ve her akşam ayakta durarak, dizlerinizi kırmadan eğiliniz. Bu vaziyette 1'den 10'a kadar yavaş yavaş sayınız. Tekrar doğrulunuz.

2.)  4-5 Saniye dik durarak beyninize basınç yapan kanın süzülmesini bekleyiniz. Tekrar aynı şekilde eğilerek birinci hareket gibi eğiliniz ve sonra yine doğrulunuz.

Bu hareketleri her sabah 20, her akşam 20 defa tekrarlayınız. Bu şekilde beyin damarlarınız mukavemet kazanacak, sizleri anevrizma rüptürüne ve beyin kanaması riskine karşı güçlü kılacaktır...

Şimdi lütfen dikkat!

Bu hareketleri, ta'dil-i erkânına göre (yani yavaş, ağır ve usulünce) 5 vakit namaz kılan her Müslüman, her gün 120 defa tekrarlıyor. Üstelik de 12 yaşından beri her gün, hiç aksatmadan ve de 1400 yıldan beri. Amerikalılar ise daha yeni keşfetmişler...

Hadis-i şerifteki namazın tarifinde de; "rükûdan doğrulunca ve iki secde aralarında, vücut kanı süzülünceye kadar dik durma" ifadesi vardır. Secdede ise en az 3-5 veya 7 defa "sübhane rabbiyel e'lâ..." söylenmesi emredilmiştir. Acele namaz makbul olmadığı gibi, ibadetler de sadece Allahın c.c. rızası için yapılmalıdır.

Her ibadetin içine, binler hikmet gizleyen Rabbimize hamd ve şükürler olsun...

Saygıdeğer dostlarım.

Bu can, bu beden ve bu hayat, bizlere yüce Rabbimizden emanettir.

Bu emaneti kendisine teslim edinceye kadar, en iyi şekilde korumak zorundayız.

Ayrıca, başkalarına yardımcı olmak da hem bir nevi ibadet, hem de insanlık gereğidir. Bu nedenle yukarıdaki önemli maddeleri ezberleyelim, sevdiklerimize öğretelim ve mümkün ise bir yere asalım ki herkes istifade etsin...

Hepinize sevgiler, saygılar ve sağlıklı günler dilerim.

http://www.moralhaber.net/yazidetay.php?Yazi_id=5946&yazar=142
#2017
Kelimelerle ilgili bilgi/düşünce paylaşımının yapıldığı bir internet sitesinde gördüğüm oldukça etkileyici bir hatırayı buraya eklemek istedim:

"kalp krizi çok korkunç bir şey. çok korkunç. nereden mi biliyorum? annemden.

2003 yılının ocak ayıydı. 14-15 yaşlarındaydım. annemle evde yalnızdık. misafirliğe halamlar gelecekti, evi toparlıyorduk. ben elimi yüzümü yıkamaya lavaboya gittim. o sırada annem mutfakta oturuyordu. evi süpürmüş, yorulmuştu. yüzümü yıkarken içeriden hırıltılı sesler duydum, ne olduğuna anlam veremedim. banyodan kafamı uzattım ve "anne?" diye seslendim. cevap gelmedi. "anne? sen misin? korkutmasana beni ya!" dedim. gerçekten de korku filmi gibi. annemden ses gelmeyince mutfağa gittim. annemi, gözleri kaymış ve sandalyede kasılmış halde buldum. göğsü inip kalkıyor ve derin derin nefes almaya çalışırken hırıltılı sesler çıkarıyordu. beni duymuyordu, görmüyordu, hissetmiyordu. kalp krizi geçiriyordu. ama ben 15 yaşındaki aklımla onun kalp krizi olduğunu anlayamadım. boynundan tutup düzeltmeye, geriye yatmış kafasını kaldırmaya çalıştım. bu hareketimle annem birden kusmaya başladı. ne olduğunu anlayamadım. üstümüz başımız batmıştı ve aval aval anneme bakıyodum. birden gözbebekleri yerine geldi ve konuştu: "banyoya götür beni."

onu, o küçücük halimle kaldırdım. anneydi o. beni dokuz ay karnında taşımış ve o an çok hasta olan yüce insan. gücümün onu taşımaya yetmeyeceği aşikardı. ama sırtladım ve banyoya götürdüm. soydum ve tuvalete oturttum. kusmanın verdiği rahatlamayla kasılan vücudu gevşemiş ve idrarını kaçırmıştı. temizledim. soru soramıyordum, ne olduğunu anlayamıyordum. sadece bana fısıltıyla söylediklerini yapıyordum. o sözlerin onun son sözleri olabileceği fikri aklımın ucundan dahi geçmiyordu. anlamıyordum. küçüktüm, savunmasızdım, aklım almıyordu. sadece söylenenleri yerine getiriyordum.

"beni yatağa yatır." dedi yine fısıltıyla. üstünü başını temizledim, kusmukları sildim, üzerine temiz geceliğini geçirdim. kusmuk koksa bile hala güzeldi annem. hastaydı ama nesi olduğunu anlayamıyordum bir türlü. koşup yatağı açtım, geldim. "ne yaptın?" dedi. "yatağı açtım anne." dedim. bu halimle temiz yatağa mı yatacağım? kapa!" dedi. anne işte. hala temiz yatağı düşünüyor. kalbi yaşamak için çırpınırken o nevresimler kirlenmesin derdinde. gittim bir daha topladım yatağı. dönüp annemi yeniden sırtladım, yatak odasına taşıdım. "anne nolur ambulans falan çağırayım?" dedim. "hayır. iyiyim ben, yoruldum sadece." dedi. beş on dakika sonra ben başında otururken birden bileğimi yakaladı, "tülin teyzene* haber ver, babanın ssk cüzdanı çekmecede. onu al, ambulans çağırın." dedi.

bir anda panik oldum. start verilmiş gibi yalın ayak apartmana fırladım, önüme gelenin ziline basmaya başladım. "annem ölüyor ambulans çağırın" diye bağırarak herkesi ayaklandırdım. çekmeceye koşup babamın minik siyah ssk cüzdanını aldım. sağlık karnesi bile çıkartmamışız. o güne kadar hiç "ne olacağız?" dememişiz. durumumuz iyiyken özel sağlık kuruluşlarına gitmeye öyle alışmışız ki, devran dönerse ne olur diye sormamışız hiç. o dönem ekonomik kriz yüzünden babam işten ayrılmış ve maddi durumumuz çok kötü. ne yapacağımı bilemeden koşturup duruyorum sağa sola. babamı aradım sonra. halamları aldığını yolda olduğunu hemen geleceğini söyledi. ambulansı beklemeye başladık. annemden tansiyon alamıyorduk. yine bilinci kapanmıştı. o sırada ambulans yetişti. sedye asansöre sığmadığı için merdivenden indirdiler annemi. ben de ayağımda pijamalarımla fırladım peşlerinden. sokakta ambulansın arkasında babamın arabasını gördüm. onun arkasında kuzenimin arabasını. halam indi arabadan. "ambulansa ben bineceğim ben bebek hemşiresiyim. damar yolu açarım." dedi. ambulansa bindi. ambulans sirenlerini çalarak yola fırladı. ayağımda terliklerle sokağın ortasında bakakaldım ambulansın arkasından. kuzenim beni kolumdan yakaladığı gibi arabanın içine soktu. direksiyona geçti ve ambulansı takip etmeye başladık. arka koltukta boş boş bakıyordum sadece. virajlarda sağa sola savrulmasın, düşmesin diye kuzenimin 2.5 yaşındaki kızını tutuyordum. ben de onun gibi hiçbir şey anlamıyordum. annesi koltukta trafiğe küfredip ambulansın peşinden ayrılmamak için canavar gibi araba sürerken biz sadece boş gözlerle izliyorduk. o 2.5 yaşındaki bebekten hiçbir farkım yoktu. algılayamıyordum. anneme ne olmuştu? nereye götürüyorlardı onu? neden herkes bu kadar korkmuştu? ben nasıl binmiştim arabaya? kadıköy'de oturan kuzenimin bakırköy'de ne işi vardı? hiçbir şey düşünemiyordum.

bakırköy devlet hastanesine gittik önce. en yakında o vardı. hemen acile soktular annemi. kuzenim de indi peşlerinden. biz ufaklıkla arabada kaldık. asır gibi gelen bir 5-10 dakika sonra kuzenim gelip yeniden şimşek hızıyla bindi arabaya. "yer yokmuş başka yere götüreceğiz." dedi. nasıl yani? annem ölüyor ve hastane ona yatış izni vermiyor mu? doktorlar onu kurtarmak için çaba bile harcamayacaklar mı?..

sonra yeniden ambulansın peşine düştük. deli gibi kullanıyordu kuzenim arabayı. korkuyordum, ufak kız çocuğuna daha da çok sarılıyordum. o da korkuyordu. bana sımsıkı tutunuyordu. korkudan ağlamaya başlamıştı. bizse e5'e çıkmıştık ve nereye gittiğimiz hakkında en ufak bir fikrim yoktu. florence nightingale diye bir yere geldik. bakırköy devlet hastanesi gibi değildi hiç. her yer karanlıktı. oradan oraya koşuşturan, ağlayan insanlar, yaralılar yoktu. sessizdi burası. birden bir korku duydum. burası neresiydi böyle? ürkütücüydü. hastane değil morg gibiydi başlı başına... kuzenim arabadan inip bizi içeri kilitledi yine. ufaklıkla başbaşa kaldım. hala olayları idrak edemiyordum. birden ağlamaya başladım. annemi istiyordum. annemi, birkaç saat önceki gibi istiyordum. sağlıklı ve güçlü. küçük kuzenim bana yaklaştı, yeşil gözlerini gözlerime dikti ve tüm çocuksuluğuyla sordu:

"neden ağlıyorsun? annen mi hasta? korkma. anneler ölmez."

iki buçuk yaşındaki bu küçücük kız çocuğu öyle inançlı, öyle inatçı, öyle kararlıydı ki bunu söylerken, öyle masum bakıyordu ki, dayanamadım sarıldım ona yeniden. "ölmez değil mi? anneler ölmez?" diye ağlamaya devam ettim. minicik çocuk beni teselli etti. yanaklarımı silip, "ölmez!" dedi. sonra kuzenim geldi yeniden. "burası acil hasta kabul etmiyormuş!" dedi. iki saattir dolanıp duruyorduk ve annem ambulansın içinde can çekişiyordu. iki hastane de bizi geri çevirmişti. anlamıyordum. nasıl bir ülkeydi bu böyle?

sonra ambulans yine sirenler çalarak önümüze düştü. yine nereye gittiğimizi bilmiyordum. kimse bilmiyordu. ambulans şoförü de, babam da, kuzenim de... en sonunda okmeydanı ssk diye bir yere geldik. annem önümde kusalı 2 buçuk saatten fazla olmuştu. zamanın ne kadar değerli olduğunu anlamıyor muydu bu salak insanlar? neden oradan oraya gidip duruyorduk? ne yapacaklarsa yapsınlardı artık! annem kurtulsundu. başka bir şey istemiyordum. okmeydanı ssk, aynı bakırköy devlet hastanesi gibi kalabalıktı. her yerde çökmüş yüzler, ağlayan insanlar, umutsuzca bekleyenler... hiç unutamıyorum.

nihayet, annemi orada yoğun bakıma aldılar. kalp krizi geçirdiğini orada öğrendim. babam yoğun bakımın kapısında sabahlayacaktı, onunla kalmak istiyordum ama kuzenim beni alıp eve götüreceğini söyledi. "yarın geliriz." dedi. durumunun iyi olduğu, ama çok ağır bir kalp krizi geçirdiğini söylediler. dinlenmesi ve tedavi olması gerekiyordu. haftalarca yoğun bakımda kalabilirdi... kuzenim beni aldı ve onun evine gittik. eniştem, ufaklık, kuzenim... hepsi beni oyalamak için elinden geleni yaptı. bir sonraki gün beni hastaneye götürmediler. sonraki gün de... kuzenim beni alışverişe götürdü, sinemaya gittik. bir hafta onlarda kaldım. o süre zarfı boyunca ne aldığımızı, nerelere gittiğimizi, ne izleyip ne yediğimizi hiç hatırlamıyorum. tek bildiğim annemle ilgili kabuslarımdı. ben sinemaya gitmek istemiyordum, yeni giysiler, tokalar, kitaplar istemiyordum. gezmek istemiyordum. sadece hastaneye gitmek, annemi gözümle görmek, yaşadığına ikna olmak istiyordum. biliyordum, bana yalan söylüyor, oyalıyorlardı.

bir hafta sonra, annemin doğumgününde hastaneye gittik. anneme kitap almıştım. beni yoğun bakıma soktular. aslında pencereden el sallamam gerektiğini bilmeden o heyecanla dalıverdim yoğun bakımdan içeri. ama annem yoktu. "siz nasıl girdiniz içeri?!" diye bir ses duydum. yoğun bakım hemşiresi bir paravanın arkasından çıkmış kötü kötü bakıyordu. elimde meyve suları, kitaplar, hediyelerle üzerimde koskocaman kırmızı bir anorakla sirkten kaçmış palyaço gibi salak salak duruyordum kapıda. onca hasta, bilinçsiz ve yaşam savaşı veren insanın arasında saçmasapan bir görüntü çiziyordum. "b-ben anneme geldim?" diyebildim. sonra sesini duydum onun. sesimi tanımıştı. paravanın arkasındaydı: "kızıııım?" sesini duyunca koştum hemen yanına. annem ordaydı ve yaşıyordu. yüzü gözü çökmüştü, her yerinde serumlar, iğneler vardı. hemşire yanımızda dikiliyordu. anneme dokunmam yasaktı. ama görmüştüm. yaşıyordu. hemşire apar topar çıkardı beni yoğun bakımdan. kapının önüne koydu. sonraki bir hafta babamla her gece orada bekledik. annemin servise çıkarılmasını. rüşvet verdiği hemşireler bizden ona, ondan bize notlar taşıdı durdu bir hafta boyunca.

annem servise çıktıktan sonra da, eve döndüğünde de ona baktım. yemek yapmayı öğrendim, evi temizledim, geçmiş olsuna gelenlere tatlılar yaptım, hepsini ağırladım. 15 yaşındaydım ama anneme bir bebek gibi baktım. özenle. bir daha asla o geceyi yaşamamak için onu asla üzmemeye yemin ettim. şimdi iyi. kalp krizinden sonra anjiyo oldu. sonra stent takıldı. 'çatal lezyon' dediler. 'birkaç yıl sonra by pass olabilirsin.' dediler ama o kalp krizinden sonra kalbiyle ilgili tansiyon dışında bir problemi olmadı. şimdi mutlu ve huzurlu.

artık hasta olan benim. o bana bakmıyor. umrunda bile değilim biliyorum. ben burada mr'larda, eeg'lerde sürünürken o istanbul'da kendi derdinde. artık anne-kız gibi değiliz. çok uzağız birbirimize. benim ankara'da, onun istanbul'da olması değil bizi uzaklaştıran. mesafeler değil... aynı evde bile olsak uzağız birbirimize artık. bana söylettirdiği yalanlara, hastalığıma sebep olmuş olmasına, hatta beni o gün garda elimde biletle piç gibi bırakmasına rağmen o benim annem. artık onu eskisi gibi sevmiyorum maalesef. sevemiyorum. neden böyle oldu bilmiyorum. tek bildiğim artık onun yanında olmadığım.

kendine dikkat et anne. artık yanında olmadığım, olamadığım için, sen buna izin vermediğin için kendine daha da çok dikkat et. çünkü, anneler ölmez."

http://www.itusozluk.com/g/kalp+krizi
#2018
AA - KONYA - Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Kardiyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Hasan Hüseyin Telli, yalnızken yakalanılan kalp krizine karşı 'şiddetli öksürük' önerdi. Telli, "Göğüste şiddetli ağrının başlamasıyla bilincin yitirilmesi arasında yalnız 10 saniye vardır. 10 saniye içinde devamlı ve şiddetli bir şekilde öksürmek gerekir. Her öksürükten önce derin nefes alınmalı ve öksürük sanki balgam çıkarmak istercesine derin ve uzun olmalıdır." dedi. Prof. Telli, derin nefes almanın, akciğerlere ulaşan oksijen miktarını artıracağını, şiddetli öksürüğün ise kalbi sıkıştırarak kan dolaşımının sürmesini sağlayacağını söyledi.

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=96583
#2019
İranlı hekim Batmanghelidj'e göre tüm hastalıkların esası vücudun susuz kalmasından kaynaklanıyor. Batmanghelidj vücudun 46 nedenle su istediğini söylüyor.

Suyun her zaman yararlı olduğunu biliyorduk da, şimdi onun, niçin doğanın en basit, en etkili, en güvenli ve en "yan etkisiz" mucizevi ilacı olduğunu öğrenmek zamanı. Yeni ve sağlıklı bir yaşama başlamak, şu an ellerinizin arasında tutacağınız bir bardak suda!

Çünkü hayatımızın en vazgeçilmez ama bilinçli olarak, öneminin asla farkına varamadığımız birincil ögesi: Su!.. Su / Hasta Değil Susuzsunuz adlı kitapta konuyla ilgili oldukça orijinal ve dikkate alınması gereken tespitler var...

Yalnızca canımız istediği zaman su içeriz. Öte yandan, Ay'ın milimetrik birtakım hareketlerinin dünyamızdaki suyu etkilediğini, böylelikle denizlerin yükseldiğini ve alçaldığını coğrafya kitaplarından da biliriz.

Durum böyleyken, yani insan evladı da bu dünyanın malzemesinden oluştuğuna göre, vücudumuzdaki su seviyelerinin ne âlemde olduğunu aklımıza bile getirmeyiz. İçinde bulunduğumuz toplumun yeme içme alışkanlıklarının bir eseri olarak, edindiğimiz su içme alışkanlığı bütün hayatımıza egemen olur, örneğin acılı bir yemeğin üzerine iki bardak su içmek rahatlatır, yazın sıcaklarda canımız hep su ister, vesaire.

Oysa İranlı hekim Batmanghelidj, Su / Hasta Değil Susuzsunuz adlı kitabında hiç de böyle düşünmüyor. Tüm hastalıkların biricik nedeninin, vücudun susuz kalması olgusuna dayandığını öne sürüyor. Bu öne sürüşünü "binlerce su deneyimi" ile de açıkça ortaya koyuyor.

Dr. Batmanghelidj, suyun bilumum hastalıklara iyi geldiğini, insanı iyileştirdiğini "tesadüfen" hapishanede öğrenmiş. Peki, bir hekimin, eğer cezaevi doktoru değilse orada işi nedir? Doktorumuz bir suçlu! Suçu, Şah döneminde rejim karşıtı devrimci örgüt Halkın Mücahitleri'ne yardım ve yataklık yapmak. Mollalar iktidara geldikten sonra da doğal olarak tutuklanıyor ve İran'ın en ünlü işkencehanesi Evin Hapishanesi'ne atılıyor.

Malum, bilenler bilir (!) hapishaneler yeme-içme, sindirim-boşaltım koşulları açısından bir insanın, özgürlüğüne kavuştuktan sonra bile hayatının sonuna kadar kendini toparlayamayacağı, cezalandırma mekânlarıdır.

Hal böyle olunca, alabildiğine maddi ve manevi işkence gören ve doğru dürüst beslenemeyen insanların ilk başına gelen midelerinin iflas etmesidir.
Bir gün koğuşta, hapisliklerden birisi inanılmaz mide sancılarıyla kıvranmaya başlayınca, doktorumuz gayri ihtiyarı olaya müdahale ediyor ve adamcağıza iki bardak su içiriveriyor. Çok geçmeden sancıların dindiğini gözlemliyor. Bu olay, Dr. Batmanghelidj'in, suyun hastalıkların tedavisinde ne denli bir etkisi olduğunu ilk keşfettiği an oluyor. Bundan sonra su çalışmalarını yoğunlaştıran yazarımız, 2,5 yıl içerisinde Evin'in tezgahından geçen yaklaşık 2 bin tutuklu ve hükümlüyü birer iyileştiriyor, yalnızca suyla.

Derken, 2,5 yıl kadar sonra tahliye zamanı geldiğinde, hapishane müdürüne ricada bulunuyor, "lütfen beni 1 yıl daha burada tutun, zira araştırmalarımın en önemli evresine girmiş bulunmaktayım ve bu kadar çok hastayı dünyanın hiçbir yerinde, bu koşullarda bulamam."

Böylece, yazarımız 1 yıl daha "gönüllü hapislik" hayatını sürdürüyor, sonra da doğru Amerika'ya. Araştırma ve çalışmaları yıllarca sürüyor ve nihayet bu kitap ortaya çıkıyor.

Yazarımız, önsözünde şu anlamlı cümleleri kullanıyor: "Bu kitapta okuyacaklarınız yeni bilgilerdir ve bunlar fizyoloji bilimine yeni açıklamalar getirmektedir. Burada sözü edilen fizyoloji, ilaç üreticilerinin kullandıkları bilim değil, vücuttaki canlı dokularla organların doğal çalışmalarını tanımlayan bilim dalıdır. Bu kitap, bazı önemli sağlık sorunlarıyla bu sorunlarının nedenlerinden ve doğal yöntemlerle tedavilerinden söz etmektedir. Bir sağlık sorununun nedeni ve tedavisi açığa çıktığında, hiç kimsenin anlayamadığı tıbbi terimlere gerek kalmaz. Burada okuyacaklarınız kapsamlı bir klinik ve bilimsel araştırmaya dayanmaktadır.
Bu kitaptaki bilgilerini derleyebilmek için, 1950'de Londra'daki St. Mary Üniversite Hastanesi Tıp Fakültesi'nde başlayan tıp eğitimimden sonra 22 yıldan fazla araştırma yaptım, çalıştım ve yazdım.

"Bu kitapta, birçok ciddi hastalığın tedavi nedeni olan kronik gizli dehidrasyonun (susuzluğun) fizyolojik etkisi ve metabolik komplikasyonlarından söz edeceğim. Bugün, bunun çağdaş tıbbın en büyük gelişmesi olduğunu inananlar var."
Çağımızın bazı sağlık sorunlarından söz eden bu basit sunum, bütün dünyada bilim ve mantığa dayalı tıbba geçiş için bir rehber olacaktır. Elinizdeki kitap, toplumun ivedi çözüm isteyen sorunları için yazılmıştır. Özellikle 15 milyon astımlı çocuğun ailesinin bu hastalığın nedenini ve çocukların yaşamlarını kurtarabilecek basit ve ucuz tedavi yöntemini öğrenmesi çok önemlidir."

Yazara göre vücudumuz tam 46 nedenle suya ihtiyaç duyuyor:

1- Hiçbir şey susuz yaşayamaz.
2- Göreceli su yetersizliği vücudun bazı fonksiyonlarını önce bastırır, sonra öldürür.
3- Su temel enerji kaynağıdır, vücudun "nakit akımıdır."
4- Su vücudun her hücresinde elektriksel ve manyetik enerji üretir, bize yaşam gücü verir.
5- Hücre yapısındaki maddeleri birbirine bağlayan bir yapıştırıcıdır.
6- DNA hasarını önler ve onarım mekanizmalarının daha iyi çalışmasına yardımcı olur, böylece üretilen anormal DNA sayısı azalır.
7- Bağışıklık sisteminin (bütün mekanizmalarının) merkezi olan kemik iliğinde, bu sistemi kanser de dahil olmak üzere, çeşitli hastalıklara karşı güçlendirir.
8- Bütün besinlerin, vitamin ve minerallerin temel çözücüsüdür. Vücutta besinleri küçük parçalara ayırır, sindirimlerinde ve son metobolik aşamalarında görev yapar.
9- Besinlere enerji verir ve parçalanan besinler sindirim sırasında bu enerjiyi vücuda aktarır. Susuz yenen yemeğin vücut için hiçbir enerji değeri yoktur.
10- Su, besinlerdeki gerekli ögelerin emilimini artırır.
11- Bütün ögelerin vücuda taşınmasına yardımcı olur.
12- Akciğerlerde oksijen toplayan kırmızı kan hücrelerinin çalışma verimini artırır.
13- Hücreye ulaşan su, o hücreye oksijen verir ve atık gazları vücuttan atılmaları için akciğerlere taşır.
14- Vücudun çeşitli bölgelerinden zehirli atıkları toplar ve atılmaları için karaciğer ya da böbreklere taşır.
15- Eklem boşluklarındaki temel yağlayıcı maddedir, artrit ve sırt ağrılarının oluşumunun önlenmesinde yardımcı olur.
16- Omurgadaki diskleri "şok emici su yastıkları" na dönüştürür.
17- Bağırsakları en iyi çalıştıran yağlayıcı maddedir, kabızlığı önler.
18- Kalp krizi ve felce karşı koruyucudur.
19- Kalp ve beyin damarlarında pıhtılaşmayı önler.
20- Vücudun soğutma (terleme) ve ısıtma (elektrik) sistemleri için vazgeçilmezdir.
21- Düşünme başta olmak üzere, bütün beyin fonksiyonları için bize güç ve elektriksel enerji verir.
22- Serotonin ve diğer nörotransmitterlerin (sinir ileticileri) üretimi için vazgeçilmezdir.
23- Melatonin de dahil olmak üzere, beyinde üretilen bütün hormonların yapımı için gereklidir.
24- Çocuklarda ve yetişkinlerde dikkat yetersizliği sorununa çözüm getirir.
25- Çalışma verimini artırır ve dikkat aralığını büyütür.
26- Su dünyadaki diğer bütün içeceklerden daha kolay bulunabilir ve hiçbir yan etkisi yoktur.
27- Stres, gerginlik ve depresyonun hafiflemesine yardımcı olur.
28- Uykuyu düzenler.
29- Yorgunluğun giderilmesine yardımcı olur ve bize gençliğin enerjisini verir.
30- Cildi yumuşatır ve yaşlılık belirtilerinin azalmasına yardımcı olur.
31- Gözlere canlılık ve parlaklık verir.
32- Glokomdan korunmamıza yardım eder.
33- Kemik iliğinde kan üretim sistemlerini düzenler, lösemi ve lenfoma oluşumunun önlenmesine yardımcı olur.
34- Vücutta enfeksiyon ve kanser hücrelerinin geliştiği bölgelerde bağışıklık sistemini güçlendirmek için çok gereklidir.
35- Kanı sulandırır ve dolaşım sırasında pıhtılaşmasını önler.
36- Kadınlarda, adet öncesi ağrıyı ve ateş başmasını hafifletir.
37- Kalp atışıyla birlikte kanı sulandırıp dalgalandırarak dolaşımdaki katı maddelerin dibe çökmesini engeller.
38- İnsan vücudunda dehidrasyon sırasında kullanılabilecek bir su deposu yoktur. Bu nedenle gün boyunca düzenli olarak su içmemiz gerekir.
39- Dehidrasyon cinsellik hormonunun üretimine engel olur, bu iktidarsızlık ve libido kaybının başlıca nedenlerinden biridir.
40- Su içtiğiniz zaman susuzluk ve açlık duygularını ayırt edebilirsiniz.
41- Kilo vermenin en iyi yolu su içmektir. Düzenli aralıklarla su için ve sıkı bir rejim yapmadan zayıflayın. Acıktığınız zaman aşırı yememeli, ama susadığınızda suyunuzu içmelisiniz.
42- Dehidrasyon doku boşlukları, eklemler, böbrekler, karaciğer, beyin ve deride zehirli çökeltilerin birikmesine yol açar. Su bunları temizler.
43- Su, gebelikte sabah bulantılarını azaltır.
44- Zihin ve vücut fonksiyonlarını bütünleştirir. Kara verme ve hedefleri belirleme yeteneğini artırır.
45- Yaşılıkta bellek kaybının önlenmesine yardımcı olur. Alzheimer, multipl skleroz, Parkinson ve Lou Gehring hastalıklarının riskini azaltır.
46- Kafein, alkol ve bazı ilaçlara duyulan bağımlılığın giderilmesine yardımcı olur.

Bu kitabı ilk okuduğundan bu yana artık "bol sulu bir yaşam süren" kitap editörü de ısrarla bu kitabı tavsiye etmektedir: Çünkü, vücudunuzu, yıllardır, bir "atık ilaç deposu" haline getirmekten bir an evvel kurtarmanız gerekiyor... 

HER GÜN YAŞANAN TEHDİT: DEHİDRASYON
İNSAN VÜCUDUNDA SÜREKLİ OLARAK YAŞANILAN SU KAYBI KARŞISINDA EN İYİ TERCİH SU İÇMEKTİR. SU KAYBININ ARTIŞI KİŞİNİN SAĞLIĞINI TEHDİT ALTINDA BIRAKIRKEN, İNSAN BEYNİ, VÜCUDUN SU EKSİKLİĞİ YAŞADIĞINI YETERLİ ÖLÇÜDE İDRAK EDEMEDİĞİNDEN, SU İÇMEK İÇİN SUSAMA HİSSİNİN BEKLENMEMESİ GEREKİYOR.

İnsan vücudu gün boyunca sürekli su kaybeder. Günlük kayıp miktarı ortalama 2.5 litre (200 ml'lik bir su bardağıyla hesaplandığında 12-13 su bardağı) kadardır. Kaybedilen su, diğer içecekler, katı besinler ve besin öğelerinin vücutta yanmasından oluşan su ile yerine konmaya çalışılır. İnsanlar yedikleri katı gıdalardan gün boyunca dört su bardağı kadar su elde ederken, besinlerin vücutta yanması sırasında ise yaklaşık bir su bardağı kadar su oluşur. Su ve diğer içecekler kalan ihtiyacın karşılanmasına yardımcı olurken, yaşamsal faaliyetlerin sürdürülebilmesi için su kaybının gün içinde mutlaka yeniden yerine konması gerekir.

Vücuttaki su miktarının azalması "dehidrasyon" olarak adlandırılır. Su kaybı sadece terleme ya da idrar yoluyla gerçekleşmez. Nefes alıp verirken de önemli oranda su, buhar şeklinde kaybedilir. Öte yandan dışkı da önemli bir su kaybı etkenidir. Belirtilen bu miktarlar, fazla sıcak olmayan bir havada ve spor yapılmadığı zaman vücut tarafından kaybedilen su oranıdır. Normal vücut fonksiyonlarının devamı için, yitirilen bu suyun mutlaka yerine konulması gerekiyor. Burada en iyi yöntem ise su içmektir. Dehidrasyon, bazı durumlarda tehdit edici boyutlara ulaşarak, kişinin hastaneye yatırılması ve su açığının damardan verilen sıvılarla kapatılmasına yol açabilir. Hafif dehidrasyon bile, zaman kaybedilmeden önüne geçilmesi gereken acil bir durumdur. Su eksikliği, kişinin konsantrasyon kapasitesini etkiler, enerjisini azaltır ve organların normal şekilde çalışmasını engelleyerek kişinin sağlığını tehdit eder.

Dehidrasyonun en erken bulgusu ağız ve boğaz kuruluğu olsa da pek çok kişi bu bulguların farkına varamaz. Bu nedenle susama hissi uyanmadan önce bile yeteri kadar su içmek, uzmanların kişinin böyle bir tehdit altında kalmaması için ilk önerileridir. Dehidrasyonun diğer bir önemli bulgusu ise vücutta yaşanan bulantı ve kusmadır. Baş ağrısı, sürekli sıcaklık hissi, dudaklarda ve dilde kuruma hissi, seyrek veya az idrara çıkma ve idrar renginin koyulaşması, deride kuruma, eklem ve kaslarda acıma hissi ise vücutta su kaybı yaşandığının sinyalini veren diğer bulgular olarak karşımıza çıkar. Vücudun su ihtiyacı karşılanmadığı takdirde yaşanan diğer sağlık sorunları, kalori oluşumunda yetersizlik, sürekli sindirim sistemi sorunları, yorgunluk, sersemlik hissi ve kas krampları olarak sıralanır.

SU İÇMEK İÇİN SUSAMAYI BEKLEMEYİN

Vücudun suya ihtiyaç duyduğunun sinyali olarak, "susuzluk hissini" beklemek büyük bir yanılgıdır. Çünkü insan beyni, vücudun su eksikliği yaşadığını yeterli ölçüde algılayamaz. Ayrıca, insanlarda susama hissi, bir bardak suyla bile ortadan kalkar ve içtiğimiz su bedenimizin suya doymasına yeterli olmayabilir.

Oysa hayvanlarda durum böyle değildir. Örneğin katırlar yük taşırken kaybettikleri 18 lt. suyu, beş dakika aralıksız su içerek yerine koyar. İnsanlar ise örneğin 3.5 litre suyu terle kaybettiklerinde, duydukları susuzluk hissini sadece 0.5 litre su içtiklerinde bile bastırabilirler. Eğer su gereksiniminin bir göstergesi olarak sadece susama duygusu dikkate alınırsa yüzde 3.5'luk bir kaybın yerine konulması 12-24 saat gerektirebilir.

Kişi, vücudunu susuz bırakmamak için her zaman hissedilenden daha fazla suya ihtiyacı olduğunu unutmamalıdır. Bu ihtiyaç hiçbir zaman çay, kahve, kola, alkol gibi içeceklerle giderilmeye çalışılmalıdır. Aksine, bu tarz içecekleri sık içme alışkanlığı olan kişiler, daha fazla su içmeye özen göstermelidir. Çünkü, alkol çay ve kahve benzeri içecekler, bazı ilaçlar gibi böbreklerin daha fazla su atmasına neden olur ve vücudun su kaybını artırır. Uzmanların bu konuda önerisi, çay, kahve ve alkol içildiğinde ekstradan bir onun kadar da su içilmesidir. Vücuttan kaybedilen suyu yerine en kolay koyabilecek içecek sudur.
 
ANNE ADAYLARI DAHA ÇOK SU İÇMELİ

Suyun anne adayları için taşıdığı önem bebeğin içinde bulunduğu amniyon sıvısı için de geçerliliğini korur. Bu sıvı her üç saatte bir kendini yenilediğinden, yetersiz su alımına bağlı olarak ortaya çıkan dehidrasyon durumunda ise amniyon sıvısının miktarı azalabilir. Bu nedenle sıvı alımı, hamileliğin her döneminde son derece büyük önem taşır. Yeterli sıvı alımı, anne adayının kendisini enerjik hissetmesine yardımcı olmasının yanı sıra, cilt kuruluğu gibi problemlerin de görülmesini engeller. Ayrıca yeterli sıvı alındığında hem annenin hem de bebeğin kanındaki elektrolit dengesi kolaylıkla sağlanabilir.

Hamilelikte salgılanan hormonlar, kişinin sıvıları kullanım şeklini değiştirir. Özellikle gebeliğin son dönemleri yaklaştıkça, kan hacmi yaklaşık 1.5 katına çıkar. Solunum yolu ile akciğerlerden kaybedilen su miktarı da hamilelik öncesine göre daha fazla olur. Bu nedenle anne adaylarının normal bir yetişkinden daha fazla su içmeleri, böylece hem kendilerini hem de doğacak bebeklerini su kaybı tehlikesinden uzak tutmaları gerekir.

Hamilelikte dehidrasyonun bir başka olumsuz etkisi de erken doğum ağrılarıdır. Dehidrasyon durumunda salgılanan bazı hormonlar, doğum kasılmalarını başlatan hormonu taklit ederek, erken doğum kasılmalarına neden olabilir. Erken doğum tehdidi karşısında yapılan ilk işlem, damar yolu açarak sıvı verilmesidir. Bu durum bile, sıvı alımının önemini belirtmeye yeter...

Çoğu zaman hafif kasılmalar sadece sıvı verilmesi ile giderilebilir. Fakat diğer önemli bir nokta suyun vücutta taşıma sistemini oluşturma görevidir. Besin maddeleri ve oksijen, kan yolu ile bebeğe taşınır. Aynı zamanda hamilelikte sık görülen ve erken doğum ile düşüklere neden olabilen idrar yolu enfeksiyonlarının önlenmesinde de su aktif rol oynar.

Sağlıklı bir hamilelik geçirmek için anne adayının günde en az 8-10 bardak su içmesi gerekir. Anne adayı aktif çalışan bir kişiyse veya egzersiz yapıyorsa alması gereken miktar daha da artar. Her bir saatlik egzersiz için, en az bir bardak fazla su içmeleri gerekir.
 
HER ZAMAN HER YERDE SU İÇMELİ

Ağırlığımızın yarısından fazlasını oluşturan suyun vücuttaki dengesini korumak sağlığınız için önem taşır. Bunu yerine koymak için en iyi seçim su içme olduğundan, gün boyunca belirtilen ölçülerde su içilmelidir. Bunun dışında uzmanlar, yemeğe bir kase çorba ile başlanılması gerektiğini ve yemek sırasında da en az bir bardak su içilmesi gerektiğini belirtiyor. Diğer bir dikkat edilmesi gereken nokta ise, fiziksel aktivite sırasında vücuttaki su kaybının ve su ihtiyacının artması... Bu nedenle, fiziksel aktiviteye su içerek başlamanın ve aktiviteyi su içerek sürdürmenin, vücuttaki su dengesinin bozulmaması açısından önemi büyüktür. Aktivite bittiğinde dahi kişi su içmeye devam ederek, vücudunda oluşan su kaybını eski dengesine kavuşturmaya çalışmalıdır.

Otomobilde, trende, uçakta kısacası tüm yolculuklarda da kişinin yanında mutlaka içme suyu bulundurması gerekiyor. Özellikle uçak yolculuğu ve dağ tırmanışları gibi, yüksek rakımlara çıkılan durumlarda, vücudun su kayıp oranı artar. Ayrıca uçakta fark edilmese de, ortamın nemi de düşer. Yolculukta vücudun kaybettiği suyu hızla geri kazanabilmek için, su veya limonla tatlandırılan sıcak su içmek önerilir.

Su içmek ve vücudun su kaybını önlemek, zihinsel faaliyetlerin devamı açısından da önem taşır. Çünkü beynimizin yaklaşık yüzde 75'i sudur ve bu oranın bozulması zihinsel faaliyetlerimizin sürekliliğini kısıtlar. Sıcak ve soğuk havalarda insan vücudu normalden fazla su kaybettiğinden, bu durumlarda yeterli miktarda su içmemek zihinsel performansı düşürür. Su içmek, bedenin suya doymasına ve beynin işlevini en iyi şekilde yerine getirmesini sağlar.

RAKAMLARLA SU KAYBI

İdrarla su kaybı: 1- 1.5 litre (5-7 su bardağı)
Solunumla su kaybı: 350 ml (yaklaşık 2 su bardağı)
Terlemeyle su kaybı: 0.5-1 lt( 3-5 su bardağı)
Dışkı ile su kaybı: 180 ml (yaklaşık 1 su bardağı)
#2020
Market ve bakkallarda dondurma diye satılan ürünlerin bir kısmının aslında dondurma olmadığını neredeyse kimse bilmiyor. Bu ürünlerin ambalajında genelde "Ice cream" yazıyor. Etiket bilgileri ise mercekle okunacak kadar küçük oluyor.

Tüketiciler Birliği Genel Başkanı Nazım Kaya, tüketicileri dondurmalar konusunda uyardı. Nazım Kaya, "Tüketicilere 'dondurma' adıyla gayri sıhhi 'buzlu' yiyecekler sunuluyor, 'Yenilebilir Buzlu Ürünler Tebliği'ne göre üretilen ürünler dondurma değildir. Buz karışımları ve sütlü buz ürünlerine yenilebilir buzlu ürünler denir ve bu ürünler tüketicilere dondurma adı altında satılıyor." dedi. Tüketiciler dondurmayla sütlü buz farkını bilmediği için genelde tüm ürünleri dondurma niyetine alıyor. Gerçek dondurmada neredeyse katkı maddesi bulunmazken, bu tür ürünlerin içeriğindeki katkı maddelerinin çokluğu dikkat çekiyor. Türkiye'de dondurmalara konulan katkı maddelerinin yarıdan fazlasının dünyanın birçok ülkesinde yasaklandığını belirten Nazım Kaya, "Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın 'E' kodlu katkı maddelerinin birçoğunu yasaklamadığını belirterek tüketicilerin de bu konuda bilgilendirilmesinin önemli olduğunu vurguluyor.

Kaya, bazı dondurmalara, kıvam tutturma bahanesiyle domuz ve sığır kemiklerinden elde edilen E-441 (jelatin) kodlu katkı maddesinin ilave edildiğini kaydederek, bu maddenin Türkiye'de yasal olduğunu; ancak üretildiği hayvanın domuz olma ihtimalinin yüzde 70 civarında olmasından dolayı bu katkı maddesinin kullanılmasıyla tüketicilerin inanç ve hassasiyetlerinin hiçe sayıldığını ifade etti. Dondurma sektörünün bir kısmının şeker yerine sağlıksız yapay tatlandırıcılar kullandığına dikkat çeken Kaya, doğal salep yerine sun'i salep, süt yerine su ve süt tozu, meyve yerine yapay meyve boyası ve aromaların katıldığını belirtti.

Buz gerçeği etiketlerde gizleniyor

Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliği'ne göre "Dondurma Tebliği" ve "Yenilebilir Buzlu Ürünler Tebliği" olmak üzere iki ayrı tebliğ var. Piyasada dondurma sanılarak tüketilen bu ürünlerin çoğu aslında dondurma değil. Büyük çoğunluğu içinde süt bile barındırmayan 'yenilebilir buzlar'. İçindeki maddelerin çoğu ise dünyanın birçok medeni ülkesinde sağlık nedeniyle yasaklanmış katkılardan oluşuyor. Ancak Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 'E kodlu' bu katkıların büyük çoğunluğunu yasaklamış değil. Üreticiler ürünlerinin dondurma olmadığını gizlemek için "ICE CREAM" gibi yabancı dil ifadelerini büyükçe harflerle yazarken 'yenilebilir buzlu yiyecek' gibi ifadeleri ise küçük puntolarla yazıyor. Bu nedenle "gerçek dondurma" yemek isteyenlerin etiketleri iyi okuması gerekiyor.