Haberler:

Hukuk Forumumuza Hoşgeldiniz

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - kilimanjaro

#2101
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Çin'in Sincan Uygur Özerk Bölgesi'ndeki olayları "an be an" takip ettiklerini belirterek, "Bu görüntüleri kamu vicdanının ve Türkiye'nin kabul etmesi mümkün değildir. En kısa zamanda başta Çin Dışişleri Bakanı olmak üzere, ABD, İngiltere, İsveç, Fransa ve ilgili diğer ülkelerle de telefon temaslarıyla olayın bizim açımızdan taşıdığı hassasiyeti her düzeyde gündeme getirmeye devam edeceğiz" dedi. Türkiye- Körfez İşbirliği Konseyi'nin toplantısının ardından soruları yanıtlayan Davutoğlu, şunları söyledi:

ÖZEL BİRİM OLUŞTURULDU
Bakanlığımızda oluşturulan bir birimle her an gelişmeleri takip ediyoruz. Dün (önceki gün) ve bugün İKÖ Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu'yla üç kez görüştüm. Atılacak adımları birlikte değerlendireceğiz. Ayrıca Çin Büyükelçiliği Maslahatgüzarı dün bakanlığımıza davet edilerek bilgi alınmış, Türkiye'nin duyduğu kaygı ve üzüntü aktarılmıştır. Temasa geçtiğimiz BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi Siyasi Komitesi ve KİK Konseyi açıklama yaptı. Burada önemli olan insani durumun düzeltilmesi ve basına yansıyan görüntülerin sorumlularının tespit edilmesidir. Biz dostluğuna önem verdiğimiz Çin Halk Cumhuriyeti'nin ve aramızda dostluk köprüsü olduğuna inandığımız Uygurların kaderi ile ilgili olarak bize de söyledikleri şekilde şeffaf bir tutum sergileyerek en kısa zamanda bölgede disiplini sağlamak ve insani durumu düzeltmek için gerekli adımları atacaklarına inanıyoruz." Davutoğlu daha sonra Fransa, İsveç, İran ve İngiltereli meslektaşlarını arayarak konuyla ilgili teatide bulundu.

http://www.sabah.com.tr/Gundem/2009/07/09/davutoglu_takipteyiz
#2102
1993'ün soğuk bir pazar sabahıydı...

Bir süre evde oyalanmış, sonra gazeteye gelmiştim.

Öğle saatleriydi, telefonum çaldı.

Santral, Ankara'dan Işık Kansu'nun aradığını söyledi.

Işık'ın sesi titriyordu:

"Ağabey, Uğur Mumcu'nun arabası havaya uçuruldu... Uğur Ağabey'i kaybettik..."

Bir süre elimde kaldı telefonun ahizesi...

Kendime gelemedim...

Birkaç saat sonra karayoluyla Ankara'ya hareket ettim...

Bolu Dağı'ndan geçerken kar bastırmıştı...

Akşam saatlerinde başkente geldim...

Cüneyt Arcayürek, Özgen Acar ve ben, yetkililerle iki saati aşkın konuştuk.

Dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin şöyle dedi:

"Eğer Mumcu'yu öldüren Türkiye içinde bir örgütse üç-dört gün içinde çözeriz..."

Uğur'un katledildiği yerde tüm kanıtlar ortadan kaldırılmıştı.

21 Ekim 1998...

Bir sonbahar sabahı...

Ahmet Taner Kışlalı'nın kalleş bir tuzakla öldürüldüğü haberini aldık gazetede...

Aynı gün karayoluyla Ankara'ya hareket ettim...

Evinin sokağı jandarma denetimindeydi.

Aynı gün öğrendim ki, Kışlalı bombalandıktan sonra, yerdeki kan izleri jandarma tarafından yıkanmış, kayıtlara da şöyle geçmişti:

"Yerlerin ve otomobilin yıkanması nedeniyle kanıtların büyük bir bölümü kaybolmuştur."

Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı cinayetinin kanıtları neden kaybedilmişti?

Bu soruyu yıllardır sorarım kendime!

Bu soruyla birlikte on tutuklunun öldürüldüğü Ulucanlar katliamı gelir aklıma...

Çünkü o katliamda da kamera görüntülerinin kaybedildiği bir açıklamayla duyurulmuştu kamuoyuna.

***

İki gün önce, arşivimi düzenlerken Can Dündar'ın bir yazısını buldum.

Can'ın yazısının başlığı şöyleydi:

"Biz unutmadık!"

Ne zaman yazdığını anımsamıyorum, tarih koymayı unutmuşum...

Yazıyı bir kez daha okudum...

Sonra Hrant Dink cinayetini kitaplaştırdığı için 20 yıl hapis cezasıyla yargılanan Nedim Şener'in sözlerini not aldım:

"Hrant Dink cinayetinde gizli değil, gizlenen belge var..."

Hrant Dink göz göre göre öldürülmüştü!

Asker ve sivil istihbarat birimleri Dink'in öldürüleceğini biliyorlardı...

Aynı birimler Uğur Mumcu'nun, Kışlalı'nın öldürüleceğini önceden biliyorlar mıydı?

Susurluk çetesi ortalığa döküldüğünde yaşananları unutmamıştık!

Kutlu Savaş'ın raporu gazetedeki odamın kitaplığında duruyor, 1994 yılında hazırlanan TBMM Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu'nun kitapçığı gibi...

Kışla'nın otomobilini yıkayan jandarma biriminin başında o albay vardı... Ulucanlar operasyonunun başında da aynı albay...

Trabzon'da planlandığı açıklığa kavuşan Hrant Dink cinayetinin öncesinde yine o albay var...

Kanıtların kaybolmasında baş etken olan o albay, Can Dündar'ın deyişiyle marifetli bir el mi acaba?

Dönemin Trabzon İl Jandarma Komutanı albay, Ahmet Taner Kışlalı cinayetinde ve Ulucanlar katliamında kanıtları yok ediyor; Hrant Dink katliamında istihbarat bilgilerini sümen altı ediyor.

Albay, mahkemede yargıcın sorularına yanıt veriyor:

"Hatırlamıyorum!"

***

Demokratik bir hukuk devletinde hesap sorulur!

Biz ne 12 Eylül 1980'in hesabını sorduk ne de 1990'da başlayan faili meçhul cinayetlerin hesabını?

Unutkan bir toplumuz!

Milliyet muhabiri Nedim Şener, Hrant Dink cinayetini kitaplaştırdığı için 20 yıl hapisle yargılanıyor bugün!

Nedim, bir cinayeti aydınlatmak için bazı belgeleri açıklıyor.

Belgeler gizli değil, gizlenen önemli bulgular...

Son yirmi yıla dönüp bakarsak Uğur Mumcu'dan Musa Anter'e değin uzanan cinayetlerde belgelerin değil, bulguların gizlendiğini görürüz.

Hrant Dink cinayeti ve Malatya katliamı da öyle!

Madımak Oteli'nde cayır cayır yakılarak öldürülen aydınlarımız, yazarlarımız ve sanatçılarımız da...

Acılarla ve hüzünlerle iç içe yaşayıp gidiyoruz!

İçimiz titreyerek!..

http://www.haber7.com/haber/20090709/Hatirlamiyorum-Hkim-Bey.php
#2103
Kart borçlarını yapılandıran yasa Resmi Gazete'de yayımlandı Böylece borçlular için dünden itibaren 60 günlük süre başladı.

Kredi kartı borçlarının yapılandırılmasına ilişkin yasal düzenleme, Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Buna göre; 31 Mayıs 2009 tarihi itibariyle ödeme ihtarı çekilen, icra takibi başlatılan veya banka tarafından takip olunan kredi kartı borçları için 60 gün içinde başvuru yapılacak.

'Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun' uyarınca, sözleşmede belirtilen asgari ödeme tutarı, dönem borcunun yüzde 20'sinden aşağı olamayacak. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu, Hazine Müsteşarlığı ve Merkez Bankası'nın olumlu görüşünü alarak, bu oranı yüzde 40'a kadar artırmaya, oranı yüzde 20'ye kadar düşürmeye yetkili olacak.

MASRAFIN YÜZDE 25'İ ÖDENECEK

Kart sahibi, hesap özetinde yer alan asgari ödeme tutarını son ödeme tarihinde ödemezse, sözleşmede öngörülen gecikme faizi dışında bir yükümlülük altına sokulamayacak. 31 Mayıs 2009 tarihi itibariyle, haklarında ihtar çekilenler veya icra takibi başlatılanlar ya da Kurulca belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde üçüncü, dördüncü veya beşinci grup krediler ve diğer alacaklar içinde sınıflandırılmış kredi kartı borcu bulunan kart hamilleri, düzenlemeden yararlanmak için 60 gün içinde bankalara, bankaların avukatlarına, varlık yönetim şirketlerine veya temsilcilerine yazılı olarak başvuracak. Kart sahipleri, icra takibine konu olmuş takip, dava masraf ve harçlarını ve nispi kanuni vekalet ücretinin yüzde 25'ini de kabul edilen plan çerçevesinde borçlarını ödeme hakkına sahip olacak.

MERKEZ BANKASI ENDEKSİNE BAKIN

Kart sahibine ödenmesi için ihtar çekilen veya hakkında icra takibi başlatılan kredi kartı ana para ve faiz borcu ya da kart sahibinin söz konusu tarih itibariyle kredi kartı ana para borcu ile bu hesaplarda sınıflandırılma tarihine kadar işletilmiş bulunan faiz borcu, 31 Mayıs 2009 tarihine kadar Merkez Bankası'nca 3 aya kadar vadeli ağırlıklı ortalama mevduat faiz oranı esas alınarak ilan edilecek aylık endeks katsayısıyla çarpılmak suretiyle ödeme planına esas borç tutarı hesaplanacak.

ÖDEME SEÇENEKLERİ

Hesaplanan ödeme planına esas borç tutarı, başvuru tarihinden itibaren 30 gün içinde bir defada ya da taksitle ödenirse ilave faiz alınmayacak. Borcun vadeli olarak ödenmesi talep edilirse, aylık eşit taksitler şeklinde ödenecek borç tutarı 6 aylık vade için 1.04, 12 aylık vade için 1.08, 24 aylık vade için 1.18, 36 aylık vade için 1.26 ile çarpılacak. Hesaplanacak tutar ay sayısına bölünerek belirlenecek. Vadeli ödemelerde ilk taksit peşin olarak ödenecek.

BU HESABA DİKKAT!

Mayıs 2006'da temerrüde düşen 1.000 liralık borç, gecikme faiziyle 1.502 lira oluyor. Peşin ödemede borçlu 1.502 lira ödeyip borcunu sildirebilecek. 6 ayda ödemek isterse 1.562 lira ödeyecek. Taksit tutarı 260,43 lira olacak. 12 ayda ödemek isterse cebinden 1.622 lira çıkacak. Aylık taksitleri ise 135 liraya düşecek. 24 aylık vade tercih edildiğinde ise borç 1.772 liraya yükselirken, aylık taksitler 73 liraya inecek. 36 aylık vadede borç 1.893 liraya çıkacak.

http://www.takvim.com.tr/Ekonomi/2009/07/08/kredi_karti_borclari_icin_60_gun_sure_resmen_basla
#2104
Dünya Uygur Kongresi Genel Başkan Yardımcısı Tümtürk, Çin yönetiminin Uygurlara sistematik soykırım uyguladığını iddia etti. Tümtürk'e göre Çin kendilerini köle işçi olarak çalıştırmak istiyor ve asimile ediyor

Dünya Uygur Kongresi Başkan Yardımcısı ve Doğu Türkistan Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Seyit Tümtürk, Urumçi'de yaşanan olayları AKŞAM'a anlattı.

Tümtürk, Çin'in Uygur Türklerine yönelik olarak uyguladığı politikaların sistemli bir asimilasyon ve soykırım politikası olduğunu belirterek, 'Çin'in yıllardır bize yaptığını Hitler Yahudilere yapmadı. Tarihte ne Firavun ne Nemrut böyle bir şey gerçekleştirmedi' diye konuştu.

Seyit Tümtürk, dünya kamuoyu ve Türkiye'nin olaylara verdiği tepkiye Uygur Türkleri olarak sevindiklerini de ifade ederken, yapılan açıklamaların halen yetersiz olduğunu ve artık harekete geçilmesi gerektiğini vurguladı.

Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nde halen devam eden olaylar sadece bir taciz olayına mı dayanıyor?

Kesinlikle hayır. Son bir hafta içinde gerçekleşen bütün olaylar tarihi bir baskıtılmışlığa dayanıyor. Doğu Türkistan Çin işgali altında. 35 milyonluk nüfusu ve 1 milyon 828 bin km2'lik yüz ölçümüyle, çok büyük bir coğrafyayı kapsıyor. Sincan Uygur Özerk Bölgesi, 1949 yılında Komünist Çin'in bölgeli işgaliyle birlikte tamamen asimilasyon politikalarına maruz kalmış, Çin Komünist Partisi'nin politikalarıyla dönüştürülmeye çalışılmış bir coğraya...

Taciz olayıyla patlak veren durum, yıllardır süren politikaya karşı bir tepki...

Çin tarafından başlatılan katliam, tam olarak 23 Haziran'da, Doğu Türkistanlı köle-işçi olarak tabir edebileceğimiz, 2 genç kızımıza Çinli işçiler tarafından sarkıntılık yapılmasıyla başladı. Tacizi gören ve hazmedemeyen Uygur işçiler, bu kişileri biraz tartaklamış. Ama sonra olay yatışmış. Sonra aradan 3 gün geçiyor. Sayın Cumhurbaşkanımız bu sıralarda, Çin'in resmi davetlisi olarak ülkede bulunuyor ve Urumçi'yi ziyaret ediyor. 26 Haziran gecesi saat 02.00 sularında, 600 Uygurlu işçimizin yattığı misafirhane, yaklaşık 3000 kişilik bir Çinli grup tarafından basılıyor. Ellerinde sopalar silahlar olan bu grup yaklaşık 300 kardeşimizi orada katlediyor. Bu olay dünya kamuoyundan da basından da saklanıyor. Bu olaylar Cumhurbaşkanımız Urumçi'den ayrıldıktan hemen sonra ama Çin temaslarına devam ederken yapılıyor. Bu cumhurbaşkanımıza karşı nezaketsizliktir, nezaketsizliktir. Daha önce de Çin tarafından bu tür hareketler yapılmıştı.

ÖLÜ SAYISI 600 CİVARINDA
Olayların sadece Uygur Türklerine değil, Türkiye'ye de karşı yapıldığını mı düşünüyorsunuz?

Ben bu hareketin devletimize karşı yapıldığı kanaatini taşıyorum.  2002 yılında da Devlet Bahçeli Başbakan Yardımcısıyken Urumçi'ye düzenlediği ziyaret sırasında, üniversitelerde Uygurca yasaklanmış ve bizim tarih kitaplarımız yakılmıştı. Bu hareketler, Çin'in provokasyonudur.

Size gelen ölü sayısı farklı mı?

Bize gelen bilgilere göre ölü sayısı 600 civarında. 26 Haziran gecesi yaklaşık 300 soydaşımız katledilmişti. Çinli askerler ölü sayısını az göstermek için ölüleri toplayarak meçhul yerlere gömüyor.

Olayların asıl nedenlerinden birinin de köle-işçilik olduğu belirtiliyor...

Bakınız, son 5 yılda 300 bin genç kızımız Çin'in iç bölgelerine işçi-köle olarak götürüldü. Yani yurtlarından, ailelerinden uzaklaştırıldılar. Aynı 5 yıllık proje kapsamında yine ilköğretim çağındaki çocuklarımız ailelerinin yanından zorla alınarak, Çin'in iç bölgelerine gönderildi. Tamamen İslami düşünceden ve Türk kültüründen uzaklaştırıldılar. 1984 yılından beri uygulanan tek çocuk politikası çerçevesinde 25 yılda 15 milyon Türk evladının doğmasına dahi izin verilmedi.

BİZİ ASİMİLE EDİYORLAR
Bu sizce bir devlet politikası mı?

Tabii ki... 1950'lerde Çinliler Sincan'da sadece yüzde 3'ken, şimdi yaklaşık yüzde 70-80 nüfus yoğunluğuna sahip. Örneğin Urumçi, Doğu Türkistan'ın başkenti olmasına karşın yıllardır uygulanan, idamlar, tecritler, şiddet uygulamaları ve asimilasyon politikaları nedeniyle, neredeyse tamamen Çinlileşmiş durumda. Tüberküloz dünyada bitmişken, bölgede her 4 kişiden birinde görünüyor. AIDS, Uygur bölgesinde 7-8 yıl önceye kadar hiç yokken bugün, Çin'deki sayının neredeyse 2 katına ulaşmış durumda. Bunların tümü asimilasyon yöntemi. Çin bizi her şekilde asimile etmeye çalışıyor. 1967-1997 yılları arasında 11 nükleer deneme gerçekleştirildi.

İNTERNETLE DUYURDUK
Çin bunları reddediyor.

Biz yıllardır çığlık çığlığa bağırıyoruz. Böyle bir soykırım dünyanın neresinde var. Firavun, Nemrut, Hitler bile bunun gibi bir şey yapmadı. Çinlilerin bize yaptığını Hitler Yahudilere yapmadı. Bugün bize en fazla soru, 'Neden Filistinliler, Çeçenler gibi siz de mücadele vermiyorsunuz?' Ben çok net söylüyorum bizim mücadelemiz çok daha yüksek boyutlu veriliyor. Ama 1 milyar 300 milyonluk bir güçle mücadele ediyorsunuz. Ayrıca ülke kapalı bir rejimle yönetildiği için sesimizi dünyaya duyuramıyoruz.

Bu kez olaylar tüm dünya basınında yer aldı. Hatta ABD'den bile konuyla ilgili bir açıklama geldi.
Çünkü bugün internet ve diğer iletişim araçlarının imkanları Doğu Türkistan'daki bu vahşeti ve katliamın gizlenmesine izin vermemiştir. Çin bu katliamı gizleyememiştir. İnternet aracılığıyla biz Doğu Türkistan'dan dakika dakika haber alıyoruz. Uydu telefonuyla sürekli konuşuyoruz. Bu Doğu Türkistanlılar için bir fırsat. Biz bu bağlantılar aracılığıyla sesimizi dünyaya duyurmaya çalışıyoruz.

TEPKİLER YETERLİ DEĞİL
Dünya kamuoyunun verdiği tepkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dünyanın ilk günkü tepkisi yeterli olmamakla birlikte bizi sevindirdi. BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon'un açıklamaları bir nebze olsun, Çin'in bu katliamı durdurması telkini içeriyor. Akabinde İslam Konfenransı Örgütü Genel Sekreteri Ekmelettin İhsanoğlu'nun girişimi de bizi sevindirdi. Ama bunların hiçbiri yeterli değil. Dünyanın bu sistemli politikaya artık seyirci kalmaması gerekiyor.

Türkiye Uygur Türklerine yeterli destek verdi mi?

Sayın Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun Uygur halkının güvenliğinin sağlanmasıyla ilgili Dışişleri Bakanlığı aracılığı ile yaptığı açıklama bizi memnun ettti. Fakat ne yazık ki bu da bizim beklentimizi karşılamadı.Türkiye'de ben inanıyorum ki, 70 milyon Uygur Türkü var. Anadolu Türkleşme'den önce biz hepimiz o coğrafyada yani anayurdumuzda birlikte yaşıyorduk. Bugün birçok devlet adamımızın kökeninin araştırdığımızda Doğu Türkistan'a dayandığını görürüz.

'Dünya Uygur Kongresi'nin olayları kışkırttığı iddiasıyla ilgili görüşünüz?

Dünya Uygur Kongresi uluslararası hukuk çerçevesinde kurulmuş, uluslararası bir sivil toplum kuruluşudur. Doğu Türkistan'da terör varsa, bu da Çin'in mazlum Uygurlular üzerinde uyguladığı devlet terörüdür. İnsanlık alemi bu onursuz katliamı tabii ki kabul etmeyecektir.

Çin'e 'One Minute' deme zamanı
Ankara, Urumçi'deki gelişmeleri yakından takip ederken, diplomatik girişim yapmaya hazırlanıyor. Ankara'nın konuyu sözlü olarak BM Güvenlik Konseyi'nden gündeme getireceği vurgulanırken, Çin'in de üye olduğu Asya İşbirliği ve Güven Arttırıcı Önlemler Konferansı (CICA) bünyesinde de Pekin yönetimine yönelik kınama çıkarmak istiyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından bilgilendirilirken, Çin'e ziyaretinin son durağında Sincan Üniversitesi'nde fahri profesörlük unvanı alan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül gelişmeleri bire bir izliyor. Dünya Uygur Kongresi Başkan Yardımcısı ve Doğu Türkistan Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Seyit Tümtürk, 'Başbakanımızın 'one minute' duruşunu şimdi görmek istiyoruz. Şimdi Çin'e 'one minute' zamanıdır' dedi. Tümtürk'ün uydu telefonu ile irtibart kurduğu bir Uygur da Erdoğan'dan yardım istedi.

http://www.aksam.com.tr/2009/07/08/haber/dunya/1924/cin_soykirim_yapiyor.html
#2105
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün onayladığı 5915 sayılı ''Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'' kredi kartı borçlarını yeniden yapılandırıyor.

Kanuna göre, sözleşmede belirtilen asgari ödeme tutarı, dönem borcunun yüzde 20'sinden aşağı olamayacak. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), Hazine Müsteşarlığı ve Merkez Bankasının olumlu görüşünü alarak, bu oranı yüzde 40'a kadar arttırabilecek ya da yüzde 20'ye kadar azaltabilecek, belirtilen sınırlar dahilinde bu oranı kart hamili grupları itibarıyla farklılaştırabilecek.

Kart sahibi, hesap özetinde yer alan asgari ödeme tutarını son ödeme tarihinde ödemezse, sözleşmede öngörülen gecikme faizi dışında bir yükümlülük altına sokulamayacak.

31 Mayıs 2009 tarihi itibariyle, haklarında ihtar çekilenler, haklarında icra takibi başlatılanlar ve kredi kartı borcu bulunanlar, kanunun yayımı tarihinden itibaren 60 gün içerisinde bankalara, bankaların avukatlarına, varlık yönetim şirketlerine veya temsilcilerine başvurmaları halinde, belirlenen esaslar dahilinde icra takibine konu olmuş takip, dava masraf ve harçlarını ve nispi kanuni vekalet ücretinin yüzde 25'ini de kabul edilen plan çerçevesinde ödeme hakkına sahip olacak.

Kart sahibine ödenmesi için ihtar çekilen veya hakkında icra takibi başlatılan kredi kartı ana para ve faiz borcu, kart sahibinin söz konusu tarih itibariyle kredi kartı ana para borcu ile bu hesaplarda sınıflandırılma tarihine kadar işletilmiş bulunan faiz borcu, 31 Mayıs 2009 tarihine kadar Merkez Bankasınca 3 aya kadar vadeli ağırlıklı ortalama mevduat faiz oranı esas alınarak, ilan edilecek aylık endeks katsayısıyla çarpılarak ödeme planına esas borç tutarı hesaplanacak.

BİR DEFADA VE TAKSİTLİ ÖDEMELER

Hesaplanan ödeme planına esas borç tutarı; başvuru tarihinden itibaren 30 gün içerisinde bir defada ya da taksitle ödenirse herhangi bir ilave borç hesaplamasına gidilmeyecek.

Ödeme planına esas borcun vadeli olarak ödenmesi talep edilirse aylık eşit taksitler şeklinde ödenecek borç tutarı 6 aylık vade için 1,04; 12 aylık vade için 1,08; 24 aylık vade için 1,18; 36 aylık vade için 1,26 ile çarpılacak; hesaplanacak tutar ay sayısına bölünerek hesaplanacak. Vadeli ödemelerde ilk taksit peşin olarak ödenecek.

Kredi kartı borçlusunun başvurusu ve yapılan ödeme planı doğrultusunda, taksit tutarlarını ödemesi şartıyla, yapılmış işlemler saklı kalmak kaydıyla icra işlemleri duracak, İcra ve İflas Kanunu'nda belirtilen süreler işlemeyecek. Kredi kartı borçlusu bu ödeme planına karşı ancak plan doğrultusunda ödeme yapmak ve ödemelere devam etmek koşuluyla itiraz yoluna başvurabilecek.

Yeniden yapılandırılan borçlarda, borçlunun yapılandırma öncesi dönemde borca vaki itirazları ortadan kalkacak. Ödeme planı uyarınca son taksitin de vadesinde ödenmesi üzerine icra takibi sona erecek.

Altı aylık vade de dahil olmak üzere kabul edilen taksit planına göre 1 yıl içerisinde 3 taksitin ödenmemesi halinde, sağlanan haklar, ilgili kart çıkaran kuruluşça ya da varlık yönetim şirketince ortadan kaldırılabilecek ve belirtilen gecikme faizi üzerinden mevcut icra takip işlemlerine devam edilebilecek.

Bankaların kredi kartı alacaklarını temlik almış olan varlık yönetim şirketleri de kredi kartı borçlularının talebi halinde işlem yapmak zorunda olacak. Temlik alacaklıları da bu kapsamdaki alacaklarıyla ilgili olarak bankaların yararlandıkları harç muafiyetlerinden yararlanacak. Düzenlemenin yürürlüğe giriş tarihinden önce yapılmış ödemeleri geri isteme hakkı olmayacak.

Bankalar, müşterileriyle yapacakları sözleşme çerçevesinde kredi kartı kullanım ücreti talep edebilecek.

http://www.cafesiyaset.com/haber/20090706/Gulden-kredi-karti-borclularina-mujde.php
#2106
Alman basını başörtüsü konusunda bir çifte standart uygulayarak, ırkçı bir genç tarafından öldürülen başörtülü kadını haberleştirmedi.

Alman basını başörtülü bir kadının mahkeme önünde ırkçı bir Alman tarafından katledilişini görmeyerek bir skandala daha imza attı.

Daha önce başörtüsü takmayan kızların babaları tarafından katledildiğini ileri sürerek, haberi günlerce manşette tutan ve olayın faillerinin ruhsal bozukluklarını es geçerek, Müslümanların 'ilkelliği' üzerine hikayeler yazan Alman basını, katil ırkçı Alman olunca başörtüsü yüzünden öldürülen bir kadın olayında üç maymunu oynadı.

Alman tabloid basını ve üçüncü sayfaların vazgeçilmez gazetesi Bild, olaya hiç yer vermezken, bir hafta önce ölen Jackson'ın haberleri hala manşette.

Bild, bundan bir hafta önce 'başörtü takmadığı' iddiasıyla 'şizofren' bir baba tarafından öldürülen Büşra'nın haberini ise onlarca 'modern' hikaye üzerinden ajite etmişti. Bild, başörtüsü yüzünden öldürülen Mısırlı Merve Şirbini konusunda kamuoyunu 'bilgilendirmedi'

Alman Spiegel de Bild gazetesiyle aynı tavrı izlerken, olay karşısında 'sessizliğini' korudu. Deutsche Welle'de bu sessiz trene eklemlenerek, olaya sitesinde yer vermedi.

BİLD TAKİPÇİSİ TÜRK BASINI DA UYKUDA

Alman üçüncü sayfa haberciliğinin 'lider' gazetesi Bild'in tercümeleri üzerinden Avrupa'daki Türklerin 'ilkel' tavırlarına karşı 'modernleştirici' ikazlarda bulunan Türk basını da olay karşısında sessizliğini korudu. Avrupa basını için haber değeri taşıyan 'başörtüsü takmayan' ya da 'mine etek giydiği için' katledilen Müslümanların hikayesini manşetlerine taşıyan Türk basını fail Müslüman olmadığında ya da katliam 'başörtüsü taktığı' gerekçesiyle yapıldığı zamansa olayı görmemeyi tercih etti.

http://www.mazlumder.org/haber_detay.asp?haberID=6559
#2107
Almanya'nın Dresden şehrinde, Mısırlı Merve'nin Alman yargıç ve polislerinin gözleri önünde mahkemede öldürülmesinin ardında İslam ve başörtüsü düşmanlığı çıktı. Olayın en az kendisi kadar skandal ve vahim tarafı ise, Alman makamları ve medyasının dünya gündeminde önemli bir yer işgal edecek bu skandal olayı örtbas etmeye çalışması oldu.

Almanya'da yargıç ve polislerin gözleri önünde ırkçı bir Alman tarafindan Mısırlı Merve'nin 18 yerinden bıçaklanarak öldürülmesi, Mısır'ı ayağa kaldırdı.

Mısır halkı ve medyası, son iki gündür bir Alman ırkçı tarafından mahkeme salonunda 18 yerinden bıçaklanarak öldürülen Mısırlı Merve Şirbini'yi konuşuyor. Olay esnasında ağır yaralanan Merve'nin eşi Dr. Ulvi Ali Ukkaz'ın da durumunun ciddiyetini korudğu belirtildi.

Almanya'da akademik çalışma yapan Merve'nin eşi Ulvi Ali Ukkaz'ın olaya müdahale etmek istediği ancak polis tarafından engellendiği, bu arada saldırganın onu da üç yerinden bıçakladığı bildirildi. Olay esnasında yaşanan bir diğer ilginç gelişme ise eşini savunmak amacıyla ırkçı Alman'a müdahale eden Merve'nin eşinin Alman polisi tarafından bacağından vurulması olduğu belirtiliyor.

Mısırlı Merve'nin mahkeme salonunda bıçaklanarak haylatını kaybettiği olayın ilk çıkışı geçtiğimiz yılın Ağustos ayında ve sebebi de başörtüsü.

Geçtiğimiz Ağustos ayında, iki yaşındaki oğlu Mustafa ile bir çocuk bahçesine giden 32 yaşındaki Mısırlı Merve Şirbini'ye, 29 yaşındaki Rus asıllı ırkçı bir Alman genç sataşır ve hakaret eder. Alman ırkçı, Merve'ye Müslüman ve başörtülü olduğu için dil uzatırken, 'terörist' diye seslenir ve başörtüsünden tutup çeker.

Hakkını kanuni yollarla aramak isteyen Merve, mahkemeye başvurur. Rus asıllı Alman, 2800 Euro para cezasına çarptırılır.

Cezaya bozulan sanık, temyiz mahkemesine başvurur. Geçen hafta görülen duruşma esnasında, mahkeme salonunda polislerin, yargıcın herkesin bulunduğu ortamda, içeri nasıl sokulduğu bilinmeyen bir bıçakla, Merve Şirbini'ye saldıran ırkçı Alman, genç kadını üç yaşındaki oğlunun gözleri önünde 18 yerinden bıçaklayarak öldürür.

Skandal cinayeti, Alman makamları tam 24 saat gizleyerek, ne Merve'nin ailesine ne de Mısır Büyükelçiliğine bildirmemiş. Mısır televizyonuna konuşan Merve'nin babasının söylediğine göre, Merve'nin ölüm haberini, bir aile dostunun, olaydan 24 saat sonra telefonla arayıp bildirmesiyle ortaya çıkmış.

Olaydaki bir diğer ilginç gelişme ise annesi gözleri önünde öldürülen, babası da hem bıçaklanan hem de polis tarafından kurşunlanan üç yaşındaki Mustafa'yı Alman makamlarının, Mısır Büyükelçiliğine teslim etmeyi reddederek bir yetimhaneye yatırması.

Olayın yaşandığı Almanya'nın Saksonya Eyaleti polis şefi, cinayetin gerçekleşmesinde ırkçılığın önemli bir etken olduğu kanaatinde olduğunu, çünkü saldırıya uğrayan kadının, Müslüman olduğu ve başörtülüsü taktığını ifade ettiğini yazdı Mısır gazeteleri.

Mısır medyasına göre Alman makamları gizemli olaydan sonra savunmaya geçti. Polisin Merve'nin eşini hatayla vurduğunu iddia eden Alman medyası, saldırganın ise akli dengesinin yerinde olmadığını iddia ediyor.

http://www.haber7.com/haber/20090707/Merveye-mahkemede-dazlak-infazi.php
#2108
MEB'in belirlediği ve 2009-2010 eğitim-öğretim yılından itibaren 5 yaş grubunda okul öncesi eğitimin zorunlu olmasının planlandığı 32 il şöyle: Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, 2009- 2010 eğitim döneminden itibaren 32 pilot ilde uygulanacak, okul öncesi eğitim çağına gelen çocukların zorunlu eğitime alınması projesini, hızlandırdı.

Çubukçu, pilot illerin vali ve milli eğitim müdürlerini, yarın değerlendirme toplantısı için Ankara'ya çağırdı. Türkiye genelinde okul öncesi eğitimi zorunlu hale getirmenin hedeflendiği projeye göre, zorunlu eğitim sistemi şöyle işleyecek: "Zorunlu ana okulu projesi ile 8 derslikli okullarda ana sınıfı açılacak. Ana okullarında ikili öğretime geçilecek ve kapatılan köy okulları, ana okulu olarak değerlendirilmek üzere tekrar açılacak. Zorunlu okul öncesi eğitimin uygulanacağı illerde, çocuklar toplam 60 ay eğitilecek ve dokuz yıllık mecburi eğitime geçiş yapacak. Böylece çocukların okula başlama yaşı beşe çekilecek. Proje belirlenen pilot illerde başarıyla sonuçlandıktan sonra da Türkiye genelinde artık okul öncesi eğitim zorunlu hale gelecek."

Zorunlu iller

MEB'in belirlediği ve 2009-2010 eğitim-öğretim yılından itibaren 5 yaş grubunda okul öncesi eğitimin zorunlu olmasının planlandığı 32 il şöyle:

"Amasya, Nevşehir, Çanakkale, Bilecik, Edirne, Karabük, Ardahan, Gümüşhane, Trabzon, Yalova, Karaman, Tunceli, Kilis, Bolu, Kırıkkale, Bayburt, Burdur, Kırklareli, Muğla, Düzce, Bartın, Artvin, Çankırı, Kütahya, Rize, Isparta, Kırşehir, Giresun, Uşak, Eskişehir, Sinop ve Samsun."

http://www.cafesiyaset.com/haber/20090610/9-yil-zorunlu-egitimde-ilk-adimIste-o-iller.php
#2109
AV. ÖZCAN AKÇİÇEK' İN VEFATINA YOL AÇAN SALDIRIYI ŞİDDETLE LANETLİYORUZ

Son zamanlarda ülkemizde hukuka ve hukukçulara karşı yürütülen yıkıcı ve yıldırıcı tutum ve davranışların son örneği İzmir Ödemiş'te yaşandı. Manisa Barosu avukatlarından meslektaşımız Av. Özcan AKÇİÇEK adliye binası önünde müvekkilesi ile birlikte davanın karşı tarafı olan ve polis memuru olarak görev yapan şahsın silahlı saldırısına uğradı ve hayatını kaybetti.

Silahlı saldırıya uğrayıp hayatını kaybeden kişi, savunma görevini yerine getiren, kendisini vekil edenin hak ve hukukunu savunan bir avukattır. Avukatlar müvekkilleri ile özdeşleşmezler ve özdeşleştirilemezler. Savunma hakkı her insan için vazgeçilmez ve kutsal bir haktır.

Avukatlara yapılan saldırılar özünde hukuk devletine ve yargının kendisine yöneliktir.
İstanbul Barosu Başkan ve Yönetim Kurulu olarak bu menfur saldırıyı kınıyor ve lanetliyoruz.
Meslektaşımızı katleden şahsın polis olması devletin kendisine emanet ettiği silah ile bu cinayeti işlemiş olması ayrı bir üzüntü kaynağıdır.

Avukatlara yapılan bu menfur saldırılar karşısında ülkemizin neresinde olursa olsun, tüm devlet kurumlarının ve yargı mensuplarının gerekli dikkat ve özeni göstermelerini istiyor ve bekliyoruz. Bu saldırıların devam etmesi halinde hukuk devleti ve bağımsız yargının telafisi olanaksız zararlara uğraması kaçınılmazdır.

Kamuoyuna önemle duyururuz.

İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞI

http://www.istanbulbarosu.org.tr/Detail.asp?CatID=1&SubCatID=1&ID=4236
#2110
İzmir'in Ödemiş ilçesinde çocuklarını boşandığı eşine vermek istemeyen polis memuru, adliye çıkışında eşini ve eşinin avukatını tabancayla vurarak öldürdü. Ardından da intihar girişiminde bulundu. Ağır yaralanan polis memuru hastaneye kaldırıldığı sırada öldü.

Ödemiş İlçe Emniyet Müdürlüğü'nde görevli  polis memuru Melih Işıkoğlu, bir süre önce 2 çocuğunun annesi Emine Karadağ'dan boşandı.

Mahkeme, çocukların velayetini anne Emine Karadağ'a verdi.

Çocuklarını boşandığı eşine vermek istemeyen Işıkoğlu, Ödemiş Asliye Hukuk Mahkemesi'nde dava açtı.

Taraflar adliye bahçesinde karşılaşınca aralarında tartışma çıktı.

Tabancasını çıkaran Işıklıoğlu, avukata ve eski eşine kurşun yağdırdı.

Emine Karadağ ile avukat Özcan Akçiçek olay yerinde hayatını kaybederken, polis memuru bu kez silahını başına dayayarak ateşledi.

Ağır yaralanan IŞıkoğlu da hastaneye kaldırıldığı sırada hayatını kaybetti.
#2111
Tecavüze uğradığı iddiasıyla karakola başvuran kızdan şüphelenen polis araştırınca oyunu ortaya çıkardı...

Edinilen bilgiye göre, Büyükçekmece Polis Merkezi'ne 31 Mayıs 2009 günü başvuran 18 yaşındaki Ferdane K, M.Ç.'nin kendisine uyuşturucu hap içirdikten sonra tecavüz ettiğini iddia etti. Genç kızın şikayetçi olduğu gün görevli olan bir polis memuru genç kızı hatırladığını belirterek şüphelendi. Ferdane K.nın ifadesi üzerine M.Ç. ile iki arkadaşı gözaltına alındı.Yüzleştirme sırasında genç kız sadece M.Ç.'den şikayetçi oldu. Diğer iki kişi serbest bırakıldı. Ferdane'nin ifadesini, kendisini tanıdığını söyleyen polis memuru aldı. Verilen çelişkili ifadelerinden şüphelenen polis memuru durumu amirlerine iletti. Bunun üzerine Ferdane K.'nın polis kayıtları incelendi. Ferdane'nin 2007 ve 2008 yıllarında 3 ayrı kişiden daha tecavüz iddasıyla şikayetçi olduğu ortaya çıktı. Soruşturmayı derinleştiren polisler, Ferdane'nin tecavüz iddiasında bulunduğu kişilere ve ailelerine ulaştı. Tecavüz suçlamasında bulunulan 3 kişiden 2'si Ferdane K'nın anne ve babasına olay nedeniyle kendilerinden para istediklerini ancak ödemediklerini belirtti.

Tecavüzle suçlanan çocuklarını kurtarmak için diğer bir aile ise K. ailesine 10 Bin TL para ödediği ve bunun karşılığı olarak da ailenin şikayetini geri aldığını söyledi. Ferdane ve ailesinin şikayette bulundukları kişilerin ailelerinde 20 Bin ile 200 Bin TL arasında para istediği ortaya çıktı. Polis ekipleri bunun üzerine Ferdane, annesi Necla ve babası Sebahattin K.'yı gözaltına aldı. İfade işlemleri tamamlanan aile ile tecavüz suçlamasında bulundukları M.Ç. Büyükçekmece Cumhuriyet Savcılığı'na gönderildi.

Tecavüzle suçlanan M.Ç. savcılık tarafından serbest bırakılırken K. ailesi ise Cuma günleri karakola gelerek imza atmak zorunluğuyla tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Ferdane K'nın şikayetiyle 2008 yılında tutuklanarak yaklaşık 4 buçuk ay cezaevinde kaldıktan sonra tutuksuz yargılanmasına karar verilen Doğan A., "Demek ki bu işin tek mağduru ben değilmişim. Ben Ferdane'nin normal bir arkadaşıydım. Kendisini arabamla evine bırakırken boynumu ısırdı. Daha sonra ise polisler tarafından gözaltına alındım. Tecavüz suçlamasıyla 4 buçuk ay cezaevinde yattım. Bu insanlar benden ve ailemden yüklü miktarlarda para istediler ancak ben suçsuz olduğum için para ödemek istemedim. İş ve aile hayatım çok olumsuz etkilendi. İş yerimi kapattım. Evlenmeyi düşündüğüm sevgilimle ayrılmak zorunda kaldım. Bu ailenin başka insanlarında canını yakmaması için en ağır şekilde cezalandırılmasını istiyorum" şeklinde konuştu.

http://www.milliyet.com.tr/Yasam/SonDakika.aspx?aType=SonDakika&ArticleID=1104958
#2112
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 5901 sayılı ''Türk Vatandaşlığı Kanunu''nu onayladı.
Cumhurbaşkanlığı Basın Merkezinden yapılan yazılı açıklamada, Cumhurbaşkanı Gül'ün kanunu yayımlanmak üzere Başbakanlığı gönderdiği bildirildi.

Türk Vatandaşlığı Kanunu'na göre, doğumla kazanılan Türk vatandaşlığı, soy bağı veya doğum yeri esasına göre kendiliğinden kazanılacak. Türkiye içinde veya dışında Türk vatandaşı evli anne ve babadan doğan çocuk, Türk vatandaşı anne ve yabancı babadan evlilik dışında doğan çocuk Türk vatandaşı sayılacak. Türk vatandaşı baba ve yabancı anneden evlilik dışında doğan çocuk ise soy bağı kurulmasını sağlayan esasların yerine getirilmesi halinde Türk vatandaşlığını kazanacak.
Türkiye'de doğan, yabancı anne ve babasından dolayı doğumla herhangi bir ülkenin vatandaşlığını kazanamayan çocuk, doğumdan itibaren Türk vatandaşı olacak. Türkiye'de bulunmuş çocuk, aksi sabit olmadıkça Türkiye'de doğmuş sayılacak.

Sonradan Türk vatandaşlığı, yetkili makam kararı, evlat edinilme ya da seçme hakkının kullanılmasıyla kazanılacak. Türk vatandaşlığını kazanmak isteyen bir yabancı, kanunda belirtilen şartları taşıması halinde, yetkili makam kararıyla bu hakkı elde edebilecek. Ancak aranan şartları taşımak, vatandaşlığın kazanılmasında kişiye mutlak bir hak sağlamayacak. Türk vatandaşlığını kazanmak isteyen yabancılarda, kendi milli kanununa, vatansız ise Türk kanunlarına göre ergin ve ayırt etme gücüne sahip olmak, başvuru tarihinden geriye doğru Türkiye'de kesintisiz 5 yıl ikamet etmek, Türkiye'de yerleşmeye karar verdiğini davranışlarıyla teyit etmek, genel sağlık bakımından tehlikeli bir hastalığı bulunmamak, iyi ahlak sahibi olmak, yeteri kadar Türkçe konuşabilmek, Türkiye'de kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin geçimini sağlayacak gelire veya mesleğe sahip olmak, milli güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel teşkil edecek bir hali bulunmamak şartları aranacak.

Türk vatandaşlığını kazanmak isteyen yabancılarda, ayrıca mensup olduğu devlet vatandaşlığından çıkma şartı da aranabilecek. Bu takdirin kullanılmasına ilişkin esasları, Bakanlar Kurulu tespit edecek.

SANAYİ TESİSLERİ GETİRENLERE VATANDAŞLIK

Milli güvenlik ve kamu düzenine engel oluşturacak bir hali bulunmamak şartıyla İçişleri Bakanlığının teklifi, Bakanlar Kurulunun kararıyla Türkiye'ye sanayi tesisleri getiren, bilimsel, teknolojik, ekonomik, sosyal, sportif, kültürel, sanatsal alanlarda olağanüstü hizmeti geçen ya da geçeceği düşünülen ve ilgili bakanlıklarca haklarında gerekçeli teklifte bulunulan kişiler, vatandaşlığa alınması zorunlu görülen ile göçmen kabul edilenler, Türk vatandaşlığını kazanabilecek.

Çıkma izni alarak Türk vatandaşlığını kaybedenler, ana veya babalarına bağlı olarak Türk vatandaşlığını kaybedenlerden kanunda belirtilen süre içinde seçme hakkını kullanmayan kişiler, milli güvenlik açısından engel oluşturmayacak bir hali bulunmamak şartıyla Türk vatandaşlığını, ikamet etme süresine bakılmaksızın yeniden kazanabilecek.

YENİDEN VATANDAŞLIK

Vatana bağlılıkla bağdaşmayan eylemlerde bulunduğu için Türk vatandaşlığı kaybettirilenler Bakanlar Kurulunca, seçme hakkını kullanarak Türk vatandaşlığını kaybedenler İçişleri Bakanlığı kararıyla milli güvenlik açısından engel bir halinin bulunmaması ve Türkiye'de 3 yıl ikamet etmesi şartıyla Türk vatandaşlığını yeniden kazanabilecek. Türk vatandaşlığını kazanma talebinde bulunan bir yabancı, başvuru için aranan ikamet süresi içinde toplam 6 ayı geçmemek üzere Türkiye dışında bulunabilecek. Türkiye dışında geçirilen süreler, ikamet süreleri içinde değerlendirilecek.
Türk vatandaşıyla evlenmek, doğrudan Türk vatandaşlığını kazandırmayacak. Ancak bir Türk vatandaşıyla en az 3 yıldan beri evli olan ve evliliği süren yabancılar, Türk vatandaşlığını kazanmak üzere başvuruda bulunabilecek. Başvuru sahiplerinde, aile birliği içinde yaşama, evlilik birliğiyle bağdaşmayacak faaliyette bulunmama, milli güvenlik ve kamu düzenine engel oluşturacak bir hali bulunmama şartları aranacak. Başvurudan sonra Türk vatandaşı eşin ölümü nedeniyle evliliğin sona ermesi halinde, evlilik şartı aranmayacak.

EVLAT EDİNİLEN ÇOCUĞUN VATANDAŞLIĞI

Türk vatandaşlığını kazanmak isteyen yabancıların başvuru için gerekli şartları taşıyıp taşımadıkları, illerde oluşturulacak vatandaşlık başvuru inceleme komisyonunca tespit edilecek.

Yetkili makam kararıyla Türk vatandaşlığını kazanmak isteyen yabancılardan, başvuru için gerekli şartları taşıyanların adına vatandaşlık dosyası düzenlenecek, karar verilmek üzere Bakanlığa gönderilecek. Bakanlıkça yapılan inceleme ve araştırma sonucunda, durumu uygun bulunanlar, Bakanlık kararıyla Türk vatandaşlığını kazanabilecek.

Yetkili makam kararıyla Türk vatandaşlığının kazanılması, eşin vatandaşlığında etkili olmayacak. Ana veya babanın Türk vatandaşlığını kazandığı tarihte velayeti kendisinde bulunan çocukları, diğer eşin oluruyla Türk vatandaşlığını kazanacak. Muvafakat verilmemesi halinde ana veya babanın meskeninin bulunduğu ülkedeki hakim kararına göre işlem yapılacak.

Türk vatandaşınca evlat edinilen ergin olmayan kişi, milli güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel oluşturacak bir hali bulunmamak şartıyla Türk vatandaşlığını kazanabilecek. Ana veya babalarına bağlı olarak Türk vatandaşlığını kaybeden çocuklar, ergin olmalarından itibaren 3 yıl içinde seçme hakkını kullanarak Türk vatandaşı olabilecek.

Türk vatandaşlığını birlikte kazanan ana ve babanın çocukları da Türk vatandaşlığını elde edebilecek.

TÜRK VATANDAŞLIĞININ KAYBI

Türk vatandaşlığı, yetkili makam kararı veya seçme hakkıyla kaybedilecek. Yetkili makam kararıyla Türk vatandaşlığının kaybı, çıkma veya kaybettirme ya da vatandaşlığın iptali ile gerçekleşecek.
Türk vatandaşlığından çıkmak için izin veya çıkma belgesi isteyenlere, ergin ve ayırt etme gücüne sahip olmaları, yabancı bir devlet vatandaşlığını kazanmaları veya kazanacağına ilişkin inandırıcı belirtilerin bulunması, herhangi bir suç veya askerlik nedeniyle aranmamaları, hakkında herhangi mali ve cezai tahdit bulunmamaları şartıyla Bakanlıkça izin verilebilecek.

Eşlerden birinin çıkma izni alarak Türk vatandaşlığını kaybetmesi, diğer eşin vatandaşlığını etkilemeyecek. Türk vatandaşlığını kaybeden ana ya da babanın talebinin bulunması ve diğer eşin de muvafakat etmesi halinde, çocukları da kendileriyle birlikte Türk vatandaşlığını kaybedecek. Muvafakat verilmemesi halinde hakim kararına göre işlem yapılacak.

TÜRK VATANDAŞLIĞINI KAYBEDENLER

Doğumla Türk vatandaşı olup da çıkma izni alarak Türk vatandaşlığını kaybedenler, milli güvenliğe ve kamu düzenine ilişkin hükümler saklı kalmak kaydıyla askerlik yapma yükümlülüğü, seçme ve seçilme, kamu görevlerine girme ve muafen araç veya ev eşyası ithal etme hakları dışında, sosyal güvenliğe ilişkin kazanılmış hakları saklı kalmak ve bu hakların kullanımında ilgili kanunlardaki hükümlere tabi olmak şartıyla Türk vatandaşlarına tanınan haklardan aynen yararlanmaya devam edecek.
Yabancı bir devlette Türkiye'nin menfaatlerine uymayan herhangi bir hizmette bulunup da bu görevi bırakmaları kendilerine bildirilmesine rağmen bırakmayanlar, Türkiye ile savaş halindeki bir devletin her türlü hizmetinde Bakanlar Kurulunun izni olmaksızın kendi istekleriyle çalışmaya devam edenler, izin almadan yabancı bir devlet hizmetinde gönüllü olarak askerlik yapanlar, İçişleri Bakanlığının teklifi ve Bakanlar Kurulu kararıyla vatandaşlığı kaybedecek.

Türk vatandaşlığını kazanma kararı, ilgilinin yalan beyanı veya vatandaşlığı kazanmaya esas teşkil eden önemli konuları gizlemesi sonucunda oluşmuşsa bu durum, kararı veren makam tarafından iptal edilecek, karar, kişinin, Türk vatandaşlığını kazanan eş ve çocuklar için de uygulanacak.

TÜRK VATANDAŞLIĞINDAN AYRILABİLECEKLER

Yasa, ergin olmalarından itibaren 3 yıl içinde Türk vatandaşlığından ayrılabilecekleri şöyle sıralıyor:
''-Ana ya da babadan dolayı soy bağı nedeniyle doğumla Türk vatandaşı olanlardan, yabancı ana veya babanın vatandaşlığını doğumla veya sonradan kazananlar,
-Ana ya da babadan dolayı soy bağı nedeniyle Türk vatandaşı olanlardan, doğum yeri esasına göre yabancı bir devlet vatandaşlığını kazananlar,
-Evlat edinilme yoluyla Türk vatandaşlığını kazananlar,
-Doğum yeri esasına göre Türk vatandaşı oldukları halde, sonradan yabancı ana veya babasının vatandaşlığını kazananlar,
-Herhangi bir şekilde Türk vatandaşlığını kazanmış ana veya babaya bağlı olarak Türk vatandaşlığını kazananlar.''
KKTC vatandaşları, Türk vatandaşı olmak istediklerini yazılı olarak beyan ettikleri takdirde Türk vatandaşı olabilecek.

KENDİ İSTEĞİYLE VATANDAŞLIK KAZANANLAR

İzin almadan kendi istekleriyle yabancı bir devlet vatandaşlığını kazananlar, yurt dışında bulunup da muvazzaf askerlik görevini yapmak veya Türkiye'de savaş ilanı üzerine, yurt dışında bulunup da yurt savunmasına katılmak için yetkili kılınan makamlarca usulen yapılacak çağrıya, mazeretsiz 3 ay içinde uymayanlar, sevk sırasında veya kıtalarına katıldıktan sonra yurt dışına kaçıp kanuni süre içinde dönmeyenler, milli güvenlik bakımından engel oluşturacak bir hali bulunmamak kaydıyla Türkiye'de ikamet etme şartı aranmaksızın Bakanlar Kurulu kararıyla yeniden Türk vatandaşlığına alınabilecek.

Silahlı kuvvetler mensupları ile askerlik görevini yapmakta olanlardan görev, izin, hava değişimi veya tedavi için yurt dışında bulunup da süresi bittiği halde mazeretsiz olarak 3 ay içinde geri dönmeyenler de bu hükümden yararlanacak. Böylece askerlik görevini yapmayanlar ile izin almadan yabancı bir ülke vatandaşlığına geçenlerin Türk vatandaşlığının kaybettirilmesi uygulamasına son verilecek.
İkamet süresi, Türk soylu yabancılar için 31 Aralık 2010 tarihine kadar 2 yıl olarak uygulanacak.

http://www.sabah.com.tr/Gundem/2009/06/11/turk_vatandasligi_kanunu_onaylandi
#2113
Aldatan koca eşine 'Sende birini bul' deyince 350 bin TL tazminat cezası aldı. Mahkeme kocanın teklifinin kadının manevi dengesini bozduğuna dikkat çekti.

Maddi durumu çok iyi olan Hüseyin K., Sağlık Bakanlığı'nda memur olarak çalışan eşi M.K'yı aldattı. Hüseyin K, sevgilisine ev ve araba aldı. onu yakın çevresine 'eşim' diye tanıttı. Durumu öğrenen M.K. kocasına neden aldattığını sorduğunda ilginç bir yanıt aldı. Koca, 'İşine gelirse böyle yaşarız, sen de kendine bir arkadaş bul' dedi. Kadın, eşinin ahlaksız teklifi üzerine boşanma davası ile birlikte 250 bin TL maddi ve 2 milyon TL manevi tazminat davası açtı.

YARGITAY TAZMİNATI ÇOK BULDU

Çiftlier için boşanma kararı veren mahkeme Hüseyin K.'yi 100 bin TL manevi ve 250 bin TL de maddi tazminat ödemeye hükmetti. Ancak Yerel mahkemenin 350 bin TL'lik cezası Yargıtay 2. Hukuk Dairesi tarafından çok bulundu.

TÖREYE KARŞI HUKUK DERSİ

Yerel mahkeme, aldatan kocanın eşine 'sende birini bul' diyerek ahlaksız teklifte bulunmasının kadının 'manevi dengesini' bozduğuna dikkat çekti. Yerel mahkeme, 'Toplumumuzda kadın evlilik dışı biriyle beraber olduğunda sonucu ölümdür ancak erkek yaptığında elinin kiri diye düşünülmektedir' diyerek, yüksek miktarda tazminatın töre cinayetlerini önleyebileceğini ima etti. Yerel mahkemenin direnme kararı sonrası Yargıtay Hukuk Genel Kurulu dosyayı tekrar gündeme alarak yerel mahkemenin tazminat kararını onadı.

http://www.stargazete.com/guncel/ahlaksiz-teklife-agir-ceza-haber-194368.htm
#2114
Eşini döven Mustafa Kadıncı, 1 yıl hapis yatmak yerine, eşinden ve yaşadığı bölgenin halkından özür dilediğini yazan broşürleri bastırıp dağıttı. Hâkim, Kadıncı'nın ceza olarak 50 fidan dikmesini de istedi. Kastamonu'nun Araç ilçesinde eşini döven Mustafa Kadıncı (32), üzerinde "Eşime vurduğum için eşimden ve tüm Araç halkından özür diliyorum" yazılı bin el broşürü dağıtma ve 50 fidan dikme cezasına çarptırıldı. Eşinden dayak yiyen İpek Kadıncı, karardan dolayı memnun olduğunu söyledi.

Araç'ın Şiringüney köyünde çiftçilik yaparak geçimini sağlayan Kadıncı, eşi İpek Kadıncı'yı (23) dövdü. Kadıncı'nın şikâyetçi olması üzerine, Mustafa Kadıncı hakkında Araç Asliye Ceza Mahkemesi'nde "Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma" suçundan iki yıl hapis cezası istemiyle yargılandı.

'Para cezası daha iyiydi'

Hâkim Aslıhan Limon, Mustafa Kadıncı'ya, verdiği 1 yıl 4 ay hapis cezasını, üzerinde iri puntolarla yazılmış, 'Eşime vurduğum için eşimden ve tüm Araç halkından özür diliyorum. Mustafa Kadıncı' yazılı bin el broşürünü, ilçede bulunan tüm kamu kurum ve kuruluşlarında görevli personel ile Kastamonu Caddesi'nden geçenlere birer tane verecek şekilde dağıtma" cezasına çevirdi. Hâkim ayrıca, Mustafa Kadıncı'nın Orman İşletme Müdürlüğü'nün uygun gördüğü yere 50 fidan dikmesine de karar verdi.

Aynı suçu yeniden işlemesi durumunda hapis yatacak olan Mustafa Kadıncı, bastırdığı broşürleri adliye tarafından görevlendirilen personel eşliğinde, kararda belirtilen yerlerde dağıttı. Karardan memnun olmadığını söyleyen Kadıncı, "Cezayı ağır buldum. Para cezası olsa daha iyi olurdu" dedi. Kadıncı eşiyle aralarında şu anda huzursuzluk olmadığını ve bundan böyle dayak olayının tekrarlanmayacağını belirtti.

http://www.cafesiyaset.com/haber/20090615/Esini-doven-kocaya-utandiran-ceza.php
#2115
24.03.2008 tarihinde bir meslektaşımıza haciz esnasında hakaret ve tehditte bulunan, haciz ve muhafaza işleminin yapılmasını engelleyen sanık, 2 yıl hapis ve 7.300,00-TL. Adli para cezasına mahkûm edildi.

16.06.2009 günü Fatih 5. Asliye Ceza Mahkemesinde karara bağlanan kamu davasında, sanığın Türk Ceza Kanununun 125/1.3a maddesi gereğince 7.300,00.TL. Adli para cezası, aynı yasanın 265/2 maddesi gereğince de 2 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildi. Verilen hapis cezası ERTELENMEDİ ve hükmün açıklanmasının ertelenmesine de yer olmadığına hükmedildi.

İstanbul Barosu'nun müdahil olarak katıldığı dava, İstanbul Barosu Avukat Hakları Merkezi tarafından takip edildi.

http://www.istanbulbarosu.org.tr/Detail.asp?CatID=1&SubCatID=1&ID=4249
#2116
Bir banka, evli bir kadına yanlışlıkla bir kişiyle ortak hesabı olduğuna dair ekstre gönderdi. Bu nedenle eşinden şiddet gören ve boşanan kadın, dava açtı. Yargıtay, bankanın tazminat ödemesine karar verdi.

İzmir'de bir banka, 14 yıllık evli bir kadınN Hakan Eren adlı bir kişiyle ortak hesap açtırdığına dair hesap ekstresi gönderdi.

Eşiyle bankaya giden kadına, banka yetkilileri hesabın yanlışlıkla açıldığını söyledi. Ancak buna inanmayan koca, eşinin Hakan Eren adlı kişiyle ilişkisi olduğunu düşünerek eşine şiddet uyguladı.

''Ekstrenin ulaştığı gün eşinin kendisini dövdüğünü, ölümle tehdit ettiğini ve nafaka, tazminat istemeden boşanmaya zorlandığını'' iddia eden kadın, bu olaylar sonucu eşinden boşandığını kaydetti.

Kadın, ''bankanın hukuka aykırı eylemi nedeniyle kişilik haklarının saldırıya uğradığı, namusundan endişe duyulduğu, bedensel bütünlüğünün zarara uğratıldığı'' gerekçeleriyle banka aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açtı.

Davanın görüşüldüğü İzmir 4. Asliye Hukuk Mahkemesi, kadının kocasından şiddet görmesi ve boşanması ile bankanın hatalı kayıtla hesap açması arasında illiyet bağı bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetti.

Kadının, yerel mahkemenin kararını temyiz etmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 4. Hukuk Dairesi de ''kadının boşanması ile bankanın hatalı işlemi arasında illiyet bağı bulunmasa da bankanın hatalı işlemi nedeniyle kadının şiddet gördüğünün açık olduğuna'' işaret etti ve yerel mahkemenin, kadın yararına uygun görülecek miktarda manevi tazminata hükmetmesi gerektiğine işaret ederek, kararı oy birliğiyle bozdu.

Yerel mahkemenin ilk kararında direnmesi üzerine dosya Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nda görüşüldü.

Kurul, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin gerekçeleri doğrultusunda yerel mahkemenin direnme kararını oy birliğiyle bozdu.

http://www.ntvmsnbc.com/id/24976605/#storyContinued
#2117
Üzerine kuma getirdiği eşine şiddet uyguladığı gerekçesiyle yargılanan kişiyi hakim 5 ay boyunca çiçek götürme cezasına çarptırdı. Hakimin verdiği kararda eşin 'Ben hayatımda karıma hiç çiçek getirmedim ki" demesi etkili oldu.

Diyarbakır'da üzerine kuma getirdiği eşine ve çocuğuna şiddet uyguladığı gerekçesiyle yargılanan kişi, duruşmada "Eşime bugüne kadar çiçek götürmüş değilim" deyince, eşine 5 ay boyunca çiçek götürme cezasına çarptırıldı. Diyarbakır 1. Sulh Ceza Mahkemesindeki duruşmada, eşine şiddet uyguladığı gerekçesiyle yargılanan 7 çocuk babası kapıcı Hayrettin Çetintaş hazır bulundu.

"KARIM BANA İLLALLAH ÇEKTİRİYOR"

Duruşmada savunma yapan sanık Hayrettin Çetintaş, resmi nikahlı eşinin yanısıra imam nikahıyla birlikte yaşadığı kişi bulunduğunu ifade etti. Her iki kişiyle sorunu bulunmadığını belirten Çetintaş, şunları söyledi:

"Ama bazen dargınlıklar oluyor. İkinci eşimi yeni aldım. Kendisi yeni geldiğinden midir bilmiyorum ağzını dahi açmıyor. Ama eski karım bana illallah çektiriyor. Ayrı ev tutmamı istiyor. Kapıcılık yapıyorum ve çok yoruluyorum. Onlardan bana yardımcı olmalarını istiyorum. İş yoğunluğunda bana yardımcı olmayan çocuğuma da vurmuş olabilirim. Onun iyiliğini düşünüyorum."

Bu arada, Sanık Çetintaş, "İlk eşimin doğum gününü ve evlilik yıl dönümünü filan bilmem. Bugüne kadar da çiçek filan götürmüş değilim" deyince hakim, sanığa Denetimli Serbestlik Uygulaması kapsamında haftada 1 defa olmak üzere 5 ay boyunca eşi Ayşe'ye çiçek götürme cezası verdi. Hayrettin Çetintaş, 10 yaşındaki oğlu Hasan'ı dövdüğü için de aile ilişkileri ve çocuk gelişimi konulu, ayda 1 adet olmak üzere 5 kitap okuma cezasına çarptırıldı.

http://yenisafak.com.tr/Aktuel/?t=22.06.2009&i=193971
#2118
İzmirli icra avukatı Metin Altmışkara, haciz işlemlerine mobil POS cihazıyla gidiyor. Buzdolabını, televizyonunu kaptırmak istemeyen vatandaş, borcunu kartla taksitlendirip ufak ufak ödüyor...

Türkiye`de ekonomik sıkıntı vatandaşları iyice darboğaza sürüklerken, icra olayları da artış gösterdi. İcraya giden avukatlar da tahsilat yapmakta gün geçtikçe daha çok zorlanmaya başladı. Bu duruma bir çözüm bulmak isteyen İzmirli avukat Metin Altmışkara, `haciz kart` projesini geliştirdi. Türkiye`de ilk kez uygulanan sistem sayesinde, kapısına mobil POS cihazıyla gidilen borçlular, ödemeleri kredi kartıyla yapabiliyor. Üstelik sistem kendilerine 12 aya kadar taksit avantajı da sağlıyor. Avukat Altmışkara, bu sayede tahsilatlarında yüzde 40`a varan oranlardada artış yaşandığını söylüyor.

HERKESİN CEBİNDE 3-4 KART VAR

Piyasada para olmadığını, ödemelerin de sanal yapıldığını belirten avukat Metin Altmışkara, `Türk ekonomisi senetler, çekler ve kredi kartlarıyla dönüyor. Biz de madem böyle, ödenmeyen senet ve çekleri kredi kartlarıyla tahsil edelim dedik. Son günlerde icra tahsilatlarımızda ciddi derecede zayıflama söz konusu oldu. Bunun üzerine bir çare bulmalıyız dedik. Teknolojideki gelişmelere paralel olarak, banka kartlarını enstrüman yaparak, bunlarla tahsilat yapmayı yeğledik. Bugün Türkiye`de cebinde kredi kartı olmayan insan yok. Hatta çoğu kişide 3-4 tane var. İcra takiplerinde yasal olarak 4 taksit yapılıyor ama kredi kartlarında bu 12 aya kadar çıkabiliyor. Hem tahsilatları arttırmak hem de borçlulara biraz olsun nefes aldırmak istedik. Bu şekilde bir işlem yapmaya karar verdik` dedi. Hacizlere hukuki bir çare bulduklarını vurgulayan Altmışkara, `Hiçbir sakıncası olmayan bir işlem. Bu uygulama Türkiye`de genelde birkaç büyük ofiste var ama biz bunu daha ileriye götürerek mobil POS cihazı aldık. Hacize giderken mobil POS cihazını yanımıza alıyoruz. Borçluya diyoruz ki `Bak ya mal kaldıracağız, haciz yapacağız, ya da kredi kartın varsa öde`. Kendisinin kredi kartı olmasa bile eşten dostundan isteyebiliyor. Kefil olmalarını istemek zor ama kredi kartı istemek biraz daha kolay. Bu şekilde ödemelerimiz hızlandı. 3.5 aydır uyguladığımız sistem sayesinde ödemelerde yaklaşık yüzde 30-40 oranlarında artış yaşandı` diye konuştu.

Vatandaş memnun hacizler daha neşeli

AVUKAT Altmışkara sistemin işleyişini anlatıyor: Her kredi kartıyla ödeme alıyoruz. Bizim için önemli olan tahsilat. Bu uygulama ciddi şekilde ses getirdi. İsmini de `haciz kart` koyduk. Uygulamadan çok memnunuz. Genelde haciz işlemi sevimsiz olmasına rağmen kredi kartıyla ödeyebilirsiniz dediğimiz zaman memnun kalıyorlar. Biz bunu sadece icra takipleri için değil, davaların vekalet ücretlerinin tahsilinde de kolaylık olması için kullanmaya başladık. Bundan sonra umuyoruz ki her ofise girecek. Herkesin önünde duran bir imkandı, biz bunu yakaladık. Baro Başkanımız Nevzat Erdemir bile `Çok akıllıca, pratik, hukuki bir çare` dedi...

http://www.tumgazeteler.com/?a=3951433
#2119
"Bütün bunları yaptıran vehim, darbe olacağı vehmi" diye yazıp çizenler var ya, belki de adamlar doğru söylüyorlar, ne malum? En ufak kıpırtıya 'darbe' hazırlığı olarak bakma kuruntusu Ak Parti'ye hâkim olamaz mı?

Askeri yargının görev alanını daraltan iki maddelik yasa değişikliği sonrasında, CHP sözcüleri ile CHP'nin basındaki sözcüleri, "Ak Partililerin vehminin sonucu" diye yazıp çizdikçe benim içimde de bir ses, "Ya doğru söylüyorlarsa?" hatırlatmasını yapıyor.

Özellikle Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'un son basın toplantısında birkaç kez tekrarladığı "Demokrasi-dışı formüller peşinde koşanları Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içinde barındırmayız" sözü de, hemen ardından eklediği "Genelkurmay Başkanı olarak sarf ettiğim bu sözün teminatı benim" teyidi de kulaklarımda çınlayıp duruyor.

İnsanın gönlüyle akıl ve mantığının çatıştığı konular olur ya, bu da benim için onlardan biri: Gönlüm 'vehim' tezine çok yatkın, "Artık bundan sonra darbe olmaz" teminatı da doğrusu gönlümü okşuyor... Ancak yarım asrı aşan kendi ömrümün bütününde bizzat tanığı olduğum olaylar aklımı ve mantığımı kolayca esir alabiliyor; sonunda gönlümü okşayan 'tez' mantığıma fazla inandırıcı gelmiyor.

Adnan Menderes'in Genelkurmay Başkanı (Gen. Rüştü Erdelhun) da muhtemelen benzer yatıştırıcı sözler sarf ediyordu; büyük ihtimalle samimi görüşünü de yansıtıyordu o sözler... Oysa alttan alta çalışan bir 'cunta' onu da Yassıada'da yargılayacak bir hazırlığın içerisindeydi.

'9 Subaylar Olayı' diye bilinen bir cunta faaliyeti, içlerinden birinin (Samet Kuşçu) ihbarıyla ortaya çıktığında, "Benim ordum darbe yapmaz" diyen Adnan Menderes'in tavrı sonucu, cuntacılar 27 Mayıs'ı gerçekleştirmek üzere serbest bırakılırken 'ihbarcı' hapse gönderilmişti.

Süleyman Demirel'in 12 Eylül'e (1980) gidilen süreçte Cumhurbaşkanı Vekili olarak Çankaya'da oturan TBMM Başkanı İhsan Sabri Çağlayangil'i dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Kenan Evren'in ağzını yoklamakla görevlendirdiği, darbenin bir gün öncesinde bile, "Öyle bir niyetleri yok" raporunu aldığı da biliniyor...

12 Mart (1971) müdahalesi öncesinde Milli Savunma Bakanı Ahmet Tahtakılıç görevlendirilmişti aynı sebeple; her seferinde aldığı "Ortalık süt liman" yatıştırıcı bilgisi Süleyman Demirel'in basiretini bağlamıştı.

"Benim ordum darbe yapmaz" diye düşünmeyi engelleyici en çarpıcı örnek ise Milli Mücadele'nin ikinci büyük komutanı İsmet İnönü'nün, 1960 sonrası başbakanlığı döneminde, sonuca varamamış iki darbe girişimine muhatap olmasıdır; TSK içerisinde örgütlenmiş bir 'cunta' İsmet Paşa'nın tarihî kişiliğine aldırmaksızın eli silâhlı olma gücünü kullanmaktan çekinmemişti...

27 Nisan 'e-muhtırası' Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) yolunda emin adımlarla yürüdüğüne inandığımız bir zaman diliminde (Nisan 2007) Genelkurmay internet sitesine konmadı mı? Şimdilerde "Metnini bizzat yazdım" diye övünen komutan (Org. Yaşar Büyükanıt), görevi sırasında 'demokrasi-yanlısı' mesajlar vermiyor muydu?

Vardığım sonuç şu: Askeri yargının yetkilerini darbecileri sivil mahkemelerde yargılamayı da içerecek biçimde tırpanlayan iki maddelik yasa değişikliği galiba vehim veya kuruntu eseri değil; somut olaylardan hareketle alınmış bir tedbire benziyor.

Son bir soru: Diyelim ki, 'tez' doğru, TSK içerisinde 'darbeci' bir filiz kalmadı; bu durumda -nasıl olsa kimseye uygulanması gerekmeyeceğine göre- o iki maddede yapılan değişiklik neden bu kadar büyütülüyor?

Bir de mülâhaza: Genelkurmay başkanlarını da sivil mahkemede yargılamaya kalkan olur endişesiyle mi değişikliğe itiraz ediliyor? O endişeyi giderecek yasal hazırlık sürüyor, ama şunu da unutmayalım: Şimdilerde bu endişeyi duyanlar, kısa süre önce, Sincan yargıcı Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ü yargılamaya kalkıştığında hiçbir tepki vermemişlerdi...

http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=05.07.2009&y=FehmiKoru
#2120
Komutan durum değerlendirmesi yapmak, yeni kararlar almak ve ordusunu yeni duruma uygun konuşlandırmak zorunda.
Yılların birikimi... Halının altında dağ gibi yığılan toz ve pisliğin üzerinde oturmaya mahkûm edilmiştik. Güçlü bir rüzgâr esti. Halı havada uçuştu. Ortalığı toz ve pislik kapladı. Komutan bize, "Kenarda durun, şu pisliği toplayıp üstünü örteyim, sonra siz de üzerinde oturmaya devam edin" diyemez. Ordunun elindeki silahların hiçbiri bu pisliği temizleyemez. Hiçbir askerî yetenek bu pisliğin üstünü örtemez.

Bir ordunun görevi ülkeyi savunmaktır. Kime karşı? Dışarıdan gelecek saldırılara karşı. Gözünü dışarıya değil, içeriye diken, iktidar oyunlarına dalan bir ordu kendisine yeni bir düşman yaratmak zorunda kalır. İktidar talebi rakip birine karşı ileri sürülür. Kendi halkını düşman ilan etmeden bir ordu iktidarda hak iddia edemez. Yıllardır o pisliğin üzerinde otururken "cumhuriyet rejimine düşmanlık besleyen halk", "rejimi (mevcut olmayan) düşmanlardan koruyan ordu" masallarını bu yüzden dinledik. Halkını düşman ilan eden, doğrudan halkına savaş açan bir ordu ülkesini savunamaz. Savaş meydanında ilerleyen bir tankın önüne bataklık çıkınca, halk bir çaresini bulur yolu açar. Başkent'in asfalt caddelerinde darbe için dolaşan tankı, siyaset batağından çıkarmaya hiçbir milletin gücü yetmez.

Türkiye'nin kirli ve kanlı bir askerî vesayet tarihi var. Üzerinde üniforma, elinde silah, emrinde asker olanlar ellerindeki gücü iktidarı ele geçirmek için kullandılar. Sonra bu vesayeti kalıcı hale getirmeye kalktılar. Silahın, yani zorbanın gücünü hakim kılmak için hukuku unutmanız gerekir. Türkiye'nin kronik hale gelen hak, hukuk, adalet sorunlarının arkasında bu zorbalık vardı. Bir türlü vatandaşına hukuk güvencesi veren bir devlet haline gelemeyişimizin arkasında bu tasallut duruyordu.

Halbuki, bir ülkeyi ordusu değil hukuku korur. Orduyu var eden, güçlü, hatta yenilmez kılan, dayandığı hukuktur. Bu hukuktur ki bir orduyu topyekün bir millete dönüştürür. Hukukla kayıtlı olmayan bir ordunun Hülagû'nun Moğol sürülerinden farkı yoktur.

Bugüne kadar askerî darbe yapmanın, darbe planlamanın, darbe şartları oluşturmak için suç işlemenin değil de, bu kanunsuzlukları deşifre etmenin suç kabul edildiği bir askerî yargı düzeninde yaşadığımızı unutmayalım. İlk defa darbeyi ifşa etmenin değil, darbe yapmaya kalkmanın suç addedildiği bir süreci yaşıyoruz.

2 Haziran 2007'de Taraf gazetesinde yayımlanan "Yeni Kontrgerilla Planı"nı ve iki yıl önce tartıştığımız Hudson senaryolarını hatırlayarak bu hukuk dışı yapıyı tasfiye etmeliyiz. Ordunun siyasî hayata müdahalesi için organize ettiği yarı askerî bir örgütlenme var. Kontrgerilla adıyla bilinen, resmî adı "Seferberlik Bölge Başkanlıkları" olan bu örgüt, Genelkurmay Başkanlığı'na bağlı olarak faal durumda. Taraf'ın haberi 12 adet olan bu bölge başkanlıklarının 24'e çıktığını bildiriyordu. Son tartışmaların merkezinde yer alan Genelkurmay Harekât Daire Başkanlığı'na bağlı olan bu organizasyonun bütünüyle gün yüzüne çıkartılması lâzım. Orduyla birlikte yürütülecek "gizli bir harekât" için hazırlandığı belirtilen bu organizasyonun, doğrudan halka karşı bir savaş yürütmek üzere hazırda tutulduğu anlaşılıyor. Hukukî yapı değişiyor ama bu örgütler hâlâ duruyor.

Askerin siyasete müdahale için kendi halkına karşı savaş planladığına dair ciddi endişeler var. Halının altında birikenler de bu kirli savaşın ayrıntılarından ibaret. Bu halk bu muameleyi hak etmiyor; Türk ordusu da bu yükten kurtulmalı.

Komutan'ın görevi, ordusunu girdiği bu bataklıktan çıkartmak. Komutanın görevi bu. Bir şeyleri saklayarak durumu idare etmek değil. Ordusunu tekrar savaşır hale getirmek. Türkiye yaşadığımız süreçte aynı zamanda bir dış güvenlik krizi yaşıyor. Çare, safralardan kurtulmak.

Komutanın görevini değişmeyen askerî prensiple birlikte hatırlayalım: "Kötü asker yoktur, kötü komutan vardır."

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=865066