Haberler:

deneme

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - kilimanjaro

#2123
İçeriğinde genel ahlaka aykırı, çocukların gelişimini olumsuz yönde etkileyecek görüntüler barındıran videoları DÜNYANIN EN KOMİK VİDEOSU OLSA BİLE lütfen sitemize eklemeyiniz; bu türden videolar tespit edildiğinde derhal silinecek ve gerektiğinde (özellikle kasıt olduğunu düşündüğümüz durumlarda) videoyu siteye ekleyen üyenin kaydı da silinecek ve bu üyenin aynı bilgisayardan bir daha sitede üyelik tesis etmesine de engel olunacaktır. Sitemiz, şiddet ve hakaret içermeyen her düşüncenin ve ideolojinin hiçbir kısıtlama olmadan ifade edilebilmesine zemin hazırlayan özgürlükçü ve hoşgörülü bir platformdur, fakat müstehcenliğe asla izin vermeyen bir kuruluş felsefesine sahiptir. Bu sebeple tüm üyelerimizden bu husustaki hassasiyetlerimize uygun hareket etmelerini bekliyoruz.

Sitemize nasıl video ekleyebileceğinize gelirsek; konu başlığı kısmını doldurduktan sonra içerik bölümüne videonun bulunduğu site sayfasının adresini (http://www. ile başlayan kısmın tamamını) kopyala yapıştır yöntemiyle eklemeniz yeterli olacaktır. Bunun dışında herhangi bir şey yapmanız gerekmez.

Tüm üyelerimize ve sitemiz ziyaretçilerine keyifle geçirecekleri mütebessim dakikalar diliyoruz :)
#2124
Özellikle iş yoğunluğu yüksek olan adliyelerde zaman zaman bu tür görüntülerle karşılaşabiliyoruz maalesef. Anlaşılan o ki, bu konuda belki de ilk defa bir şikayet vukubulmuş ve olay ağır ceza mahkemesinin önüne gelmiş. Ağır ceza mahkemesi de doğal olarak ceza vermek zorunda kalmış. İş yoğunluğu veya başka gerekçelerle bu konudaki hassasiyetlerini yitirmiş olan hakim ve savcılarımızın bu ikaz mahiyetindeki haberi dikkate alarak hangi durumda olursa olsun "olması gereken" çerçevesinde hareket etmeyi prensip haline getirmeleri gerekiyor. Aksi halde bu tarz haberlerle bundan sonra daha da sık karşılaşabiliriz.

Ancak bu tür usule aykırı durumlara büyük çoğunlukla işlerin daha hızlı görülmesi amacıyla ve iyi niyetle müracaat edildiğini, usule tam olarak riayet edilmesi halinde bir kısım işlerin daha çok zaman alacağını ve bu durumun da netice itibariyle vatandaşın adliye kapısında daha çok beklemesine yol açacağını da belirtmekte yarar var. Dolayısıyla sorunun kökünden çözümü sadedinde, oldukça yetersiz sayıdaki hakim savcı sayısının ihtiyaca cevap verecek şekilde arttırılması gerektiğine de dikkat çekmeliyiz.
#2125
Ata Demirel'in katıldığı çok komik bir skeç :) Skeçte Ata Demirel, Ezel dizisindeki dayı karakterinin taklidini de yapıyor.

Boğaç Dayım

http://www.youtube.com/watch?v=w13-Uv8Ekz4#
#2127
Duyurular / Ynt: Video Siteleri
01 Temmuz 2009, 23:04:21
Eline sağlık, çok güzel olmuş; siteye video ekleyebilme düşüncesi bile çok güzel, sitemiz resmen çağ atladı yani :)
#2128
Türk siyasi yaşamının belki de en önemli yasalarından biri geçen hafta çıktı.
Düzene karşı işlenen suçlarla, darbe, cunta, terör, çete ve benzeri suçların soruşturulması ve kovuşturulması konusunda askeri yargıyı devre dışı bırakan, özetle; bu gibi suçlara karışmış askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmalarının yolunu açan yasanın TBMM'den geçmesi son derece önemlidir.
Türkiye ilk defa, darbe-cunta tipi girişimleri bundan böyle yargıya taşıyacağını ortaya koymuş oldu.
Yakın tarihimizde, ilk defa böyle bir gelişme yaşıyoruz. İlk defa sivil iktidar, Askere başkaldırıyor ve karşı  harekete geçiyor.
Neresinden bakarsanız bakın, hengi açıdan incelerseniz inceleyin, Türkiye'de Sivil iktidarın Askerin yetkilerine karşı bir başkaldırısının yaşandığını izliyoruz.
Yasa'nın TBMM'den geçiriliş şekli veya üzerinde yapılan tartışmaları  bir yana  bırakıp işin içine bakarsak, yasa'nın bu ülke'nin gelecekteki siyasi yaşamı açısından ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. 
Yeni yasaya göre işlenen suç ne olursa olsun, sivil kişilerin artık askeri mahkemelerde yargılanmaları son bulacak.
Asıl önemli değişiklik ise Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 250/3. maddesinde yapıldı. Buna göre asker kişilerin barış zamanında, 250. madde uyarınca kurulan ağır ceza mahkemelerinin yargı yetkisine giren bir suçu işlemeleri hâlinde, bu mahkemeler tarafından yargılanması öngörüldü. Asker kişilerin, askeri mahalde ve askeri kişilerle birlikte işledikleri her türlü darbe girişimi, hükümetin ve TBMM'nin görevlerini yapmaya engel olmaya kalkışmak da bu kapsama giriyor. İşin özü; cunta ya da darbe girişiminde soruşturma yetkisi sivil savcılarda olacak.
Bu yasayı, sanki TSK darbe için fırsat kolluyormuşta, bu sayede korkup harekete geçmeyecek gibi okumamak gerekiyor. TSK'nın darbe filan düşünmediğini, istese dahi artık darbe döneminin kapandığının farkında olduğunu da biliyorum.
Yine de bu yasa son derece önemli bir manevi baskı süreci başlatmış oldu. Şimdiye kadar hiçbir sivil iktidarın düşünmediği, hatta cesaret edemediği bir adım atıldı.
Yasa'yı, Asker düşmanlığı gibi de görmemek gerekiyor. Doğal ve Uluslararası bir kural'ın Türkiye'de uygulamaya girdiğinin, Asker-Sivil iktidar ilişkilerinde, dengenin sivil iktidarlar lehine değişmeye başladığı bir sürece geçiliyor.
Bu adım, tüm eski müdahelelerin  kaynağını oluşturan, TSK İç Hizmet Yasasının da değiştirilmesine kadar gidecek yepyeni bir dönemin açılmasını gündeme getiriyor.
İşte son yasa, bu açılardan hayati derecede önemli...

CHP, bu yasaya neden karşı çıkıyor?
CHP, siyasete müdahele suçuna karışmış askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmalarıyla ilgili yasaya neden karşı çıktığını topluma doğru dürüst anlatamadı.
Kamuoyunun genel algılaması, geçen hafta Perşembe akşamı gece yarısı gerçekleşen  oylama sırasında, salondaki CHP milletvekillerinin, o kelime değişikliğini "atladıkları" veya Başbakan'ın deyimiyle "uyudukları" şeklinde. Eğer dikkatli olsalar, hiç değilse itiraz edebilirlerdi. İş işten geçtikten sonra "gece yarısı darbe yaptılar, bizi aldattılar" şeklindeki şikayetleri, kamuoyunda pek kabul görmedi. Daha doğrusu, CHP sözcüleri açıklamalarında inandırıcı olamadılar. Aksine, AKP'nin açıklamaları her ne kadar böylesine önemli bir yasayı gece yarısı ve mal kaçırır gibi geçirmenin yarattığı kuşkulara rağmen, daha  inandırıcıydı. Bu itiraz ancak CHP'nin aymazlığı olarak okunabilir.
Yasanın oylanmasıyla ilgili olarak  CHP açısından ortada bir beceriksizlik olduğu izlenimi her geçen gün yaygınlaşıyor.

CHP, AÇIKÇA SÖYLEMEK İSTEMİYOR, ANCAK ASKERİN SİVİL TARAFINDAN YARGILANMASINA KESİN KARŞI, AMMA NEDENİNİ ANLATAMIYOR
Olayın bir de, yasanın içeriğiyle ilgili bölümü var. O da, şu temel soruyu gündeme getiriyor : CHP, Askerin ne yaparsa yapsın sivil mahkemelerde yargılanmasına karşı mı çıkıyor?
Pek açıkça söylemek istemiyorlar, ancak CHP'nin yaklaşımı "Askeri Sivile yedirtmem" şeklinde. Aynı CHP, 1961 Anayasasının  hazırlanmasında da "Genelkurmay Başkanının, Milli Savunma Bakanı yerine, Başbakana bağlanması için" büyük savaş vermişti.
CHP'liler herhalde sivil yargıya inanmadıklarından veya sivil yargının AKP etkisi altında kalma olasılığından dolayı, statükonun  değişmesini istemiyor olabilir. Ancak bu tutumları ister istemez, geleneksel TSK-CHP gönül bağının sürdüğünü ortaya koyuyor. Veya doğru dürüst anlatamadıklarından, böyle yorumlanıyor. Bu koşullarda 29 yıl önceki darbecileri yargılamak için Anayasa'nın Geçici 15. Maddesi'ni kaldırmaya çalışan CHP'de kubbede hoş bir sedadan başka ilgi uyandıramıyor.

http://www.milliyet.com.tr/Yazar.aspx?aType=YazarDetay&ArticleID=1112585&AuthorID=86&Date=01.07.2009&b=Bu%20yasa,%20sivilin%20askere%20baskaldirisidir&a=Mehmet%20Ali%20Birand&ver=51
#2129
1970'lerde Latin Amerika'da sıkça söylenen bir laf vardı: "Sabah en erken uyanan general, darbe yapar"!
O yıllarda Güney ve Orta Amerika ülkelerinde askeri darbeler öylesine yaygındı...

Gerçekten bölge ülkelerinde insanların sabah kalktıklarında yeni bir "golpe" (darbe) haberiyle karşılaşmaları pek şaşırtıcı olmuyordu.

O dönemde Latin Amerika'da darbelerin adeta moda haline gelmesinin çeşitli nedenleri vardı tabii. Bu ülkelerde sivillerin -yani politikacıların- çoğu zaman ülkeyi iyi yönetmemesi, sosyal ve ekonomik sorunları halledememesi, yolsuzluklara karışması, kendi aralarında sürekli kavga edip bir türlü uzlaşmaması bir bezginlik ve umutsuzluk yaratıyordu. Darbeciler bu ortamı "golpe" için bir sebep olarak gösteriyorlardı. Ama gerçekte generaller, kendi ihtirasları peşindeydiler. Kurdukları askeri rejimler sorunları halletmekten uzaktı. Üstelik özgürlükler, insan hakları tamamen çiğneniyor; baskı, işkence, cinayet yeni düzenin başlıca özelliği oluyordu...

O günlerde askeri rejim altındaki insanlar seslerini çıkaramadığı gibi, uluslararası topluluk da olup bitenlere seyirci kalıyordu. Soğuk Savaş ortamı içinde, ABD, çoğu zaman askeri rejimleri destekliyor, hatta (CIA aracılığı ile) darbeleri bizzat yönlendiriyordu...

Değişim rüzgârı

1980'lerden sonra dünyada olduğu gibi, Latin Amerika'da da değişim rüzgârları esmeye başladı. Askeri rejimler çöktü, "sivilleşme" ve demokratikleşme aşamasına girildi. Bugün artık bölge ülkeleri, sosyoekonomik sorunlarını çözmek için darbeci generalleri değil, seçilmiş politikacıları tercih ediyorlar.

Böyle bir ortamda, önceki gün Honduras'tan bir askeri darbe haberinin gelmesi bütün dünyayı şoke etti.
Orta Amerika'daki bu 7 milyon nüfuslu ülke de, komşuları gibi, 1980'lerden itibaren sivil ve demokratik bir sisteme kavuşmuş görünüyordu. Ne oldu da askerler sabahın köründe Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nı bastılar ve Manuel Zelaya'yı (pijamalı olarak) komşu bir ülkeye sürdüler?

Aslında iş hayatından siyasete geçen, başta ortanın sağında bir liberal olarak destek sağlayan Manuel Zelaya, 2006'da başkanlık koltuğuna oturduktan sonra, komşusu Venezuela'nın solcu lideri Hugo Chavez'in çizgisine yaklaştı. Seçildiğinde, ülkedeki yoksulluk, yolsuzluk, organize suç gibi sorunları halledeceğini vaat etti. Ama bunda pek başarılı olmadı. Nitekim son anketler Zelaya'nın popülaritesinin yüzde 30'lara düştüğünü ortaya koydu.
Ama Zelaya, izlediği politikaların daha uzun vadede sonuç vereceği kanısında. Bu nedenle, başkanın sadece bir dönem görev yapabileceğini öngören anayasayı değiştirmek ve bu amaçla bir referandum düzenlemek istedi.
Bu kez, meclisteki çoğunluk ve yargı buna karşı çıktı; Yüksek Mahkeme, Zelaya'nın girişimini anayasaya aykırı buldu. İşte bu noktada, ordu da araya girdi ve referandumu önlemek için Başkan'ı ülkeden attı.

Yeni dünya

AMA 2009'un Honduras'ı -ve dünyası- artık 1970'lerinkine benzemiyor. Honduras'ta halk tepki gösteriyor ve sokaklara dökülüyor. Latin Amerika ülkelerinin yanı sıra, dünya ayağa kalkıyor, darbecilere karşı tavır alıyor ve Manuel Zelaya'yı tanıdığını ilan ediyor. Daha da önemlisi, ABD de darbecilere karşı cephe alıyor. Obama yeni yönetimi gayri meşru sayıyor ve "Karanlık geçmişe dönülmesini istemiyoruz" diyor.

Bu olay açıkça şunu gösteriyor: Darbe devri sona erdi. Günümüzde gerekçesi ne olursa olsun, sivil ve demokratik düzeni yıkarak iktidara el koyanlar, izole olmaya veya çökmeye mahkûm. Honduras'ta da bu askeri yönetimi yaşatmazlar...

http://www.milliyet.com.tr/Yazar.aspx?aType=YazarDetay&ArticleID=1112702&AuthorID=58&b=Darbe%20devri%20gecti&a=Sami%20Kohen
#2130
Kırmızı başlıklı kız ninesine kurabiye götürüyormuş. Yolda yürürken bir ağacın arkasından kurdun burnunu görmüş.

"Kurt çık oradan, gördüm seni" demiş.

Kurt "Hay Allah!" demiş çıkmış.

Kırmızı başlıklı kız yürümeye devam etmiş.

Az sonra bir çalının arkasından kurdun kulaklarını görmüş.

"Kurt çık oradan, gördüm seni" demiş.

Kurt "Hay Allah'ım!" demiş çıkmış.

Kırmızı başlıklı kız yürümeye devam etmiş.

Biraz sonra bir kütüğün arkasından kurdun kuyruğunu görmüş.

"Kurt çık oradan, gördüm seni" demiş.

Kurt sinirlenip bağırmış:

"Ulan gördüysen gördün, koskoca ormanda bi sıçtırtmadın beee!

:)
#2131
Ne münasebet
Ablam evlenmeden önce saatlerce odamıza kapanır, sigara ve kahve ikilisi eşliğinde sırlarımızı dökerdik. Böyle anlardan birinde, kısık sesle "Müzik açalım mı? Babam yan odada, bizi dinliyor olabilir." dedim. Yan odadan gelen ve hala h atırladığımızda bizi kahkahalara boğan ses: "Ne dinleyecem sizi beee!"

--------------------------------------------------------------------------------

Yanlış telefon
İşe giderken cep telefonumu evde unutmuşum, ama televizyon kumandasını almayı ihmal etmemişim.

--------------------------------------------------------------------------------

Çocuklar kimden?
Annemle babam tartışıyor. Tartışma esnasında annemin kafası o kadar çok karışıyor ki, kendisini aldatmakla suçladığı babama "O çocuklar benden mi??" diyor! Zaten tartışma o anda bitiyor, gülmekten tabii.

--------------------------------------------------------------------------------

Nur topu
İşyerinde küpe takan erkek arkadaşımıza babasından yorum: "Bir zamanlar nur topu gibi oğlum vardı; nuru gitti, topu kaldı!"

--------------------------------------------------------------------------------

Düz mantık
Eğer bir sokakta yürüyorsanız ve camında ''Bu ev kiralıktır'' yazılı bir evin yanından geçip birkaç adım sonra önüne geldiğiniz bir başka evin camında ''Bu da'' yazısını görürseniz bilin ki Trabzon'dasınız.

--------------------------------------------------------------------------------

Toplamda
Geçen gece nöbetteyken acile 3 yaşında, para yutmuş bir hasta geliyor. Babasına ne kadar yuttuğunu soruyoruz; "1 YTL" diyor. Yapılan tetkikler sonucunda bir adet 50 Kuruş ve iki adet 25 Kuruş tespit ediyoruz. Baba bir şekilde haklı olduğu için sadece aramızda gülüşerek konuyu kapatıyoruz.

--------------------------------------------------------------------------------

Helallik
Tatile giden, hayat dolu yaşlı teyzemiz güya helalleşiyor. "Hadi çocuğum, hakkınızı helal edin, hayat bu; siz ölürsünüz ben göremem, veya siz kör olursunuz beni göremezsiniz..."

--------------------------------------------------------------------------------

Köpük köpük
8 yaşımdaki yeğenim "Dayı nasıl oluyor da renkli sabundan beyaz köpük çıkıyor?" diye sordu. "Dur bir düşüneyim." dedim, hala düşünüyorum...

--------------------------------------------------------------------------------

Araba sevdası
Annem arabasını torpidosu için dantel örecek kadar çok seviyor. Geçenlerde arabayı çarpmış ve farı kırılmış. Babamın anlattığına göre trafik polisinin önünde "Yavrumun gözü çıktııııı!" diye ağladığı için polisler heyecanlanıp ambulans çağırmışlar.

--------------------------------------------------------------------------------

Hevesli
Kardeşime araba kullanmayı öğretiyorum. Çok hevesli... Bana; "Abi çok kolay yaa, aynı bilgisayar oyunu gibi!" diyor. Cevabım; "Hııı... Ama tek canın var..."

--------------------------------------------------------------------------------

Potansiyel müşteri
Kırmızı ışıkta durduğum anda yanımdan iki motosikletli ışık hızında ve tek tekerlek üzerinde geçti. Ben ağzım açık olayı izlerken yanıma yanaşan 112 ambulansından doktor camı açtı ve bana: ''Gördün mü bizim müşterileri... Hey maşallah!'' dedi.

--------------------------------------------------------------------------------

Un merakı
Komşumuzun kızı ilk fırıncıya kaçtı. Geri geldi, 5 ay sonra un fabrikasının sahibine kaçtı. Bunlara annesinin yorumu; "Ben bu gızı una doyaramadım!"

--------------------------------------------------------------------------------

Sütün faydaları
Sabah erken okula gidecek oğlumu uyandırmadan önce, kalkar kalkmaz içsin diye hazırladığım sütün bardak ebadını o kadar abartmışım ki, henüz uyanmaya çalışan, tek gözü açık oğlumdan gelen cümle: "İneğin kendisini getirseydin bari."

--------------------------------------------------------------------------------

Arabam çalındı
2 gece önce arabasını otoparkta unutup eve dolmuşla dönen ve sabah "Arabam çalındı!" diye ortalığı kasıp kavuran salak benim.

--------------------------------------------------------------------------------

Kayıp aranıyor
Çok sevdiğimiz dedemi kalp krizi sonucu kaybettik. Sevilen bir esnaf olması sebebiyle cenazesine oldukça büyük bir kalabalık katıldı. Biz taziyeleri kabul ederken uzun süredir görmediğim bir arkadaşım beni gördü ve geldi. "Bu kalabalık da ne böyle?" diye sorunca gayet normal bir şekilde "Dedemi kaybettik." dedim. Cevabı beni o an bile krize sokmaya yetti: ''Bu kadar insan hala bulamadınız mı?''

--------------------------------------------------------------------------------

Giyim kuşam
Lacivert ceketi, gri pantolonu, kahverengi ayakkabısı ve siyah kemerini bir arada giyen babama annemin yorumu: "Toplama bilgisayar gibi olmuşsun!"

--------------------------------------------------------------------------------

Cadaloz kaynana
İş arkadaşımın düğünündeyiz. Nikah kıyılıyor, imzalar atılıyor, gelin ve damadı tebrik etmek için ayağa kalkıldığında elektrikler kesiliyor. Biz hep beraber "Aaaa!" diye tepki gösterirken, arkadaşımın annesi oldukça yüksek sesle düşüncesini dile getiriyor. "Oğlumun daha ilk dakikadan hayatı karardı."

--------------------------------------------------------------------------------

Direksiyon eğitimi
Sene 1993. Sevgilime (şu an karım olur kendileri) araba kullanmayı öğretiyorum. İzmir'in o zamanki halini bilenler bilir. Üçkuyular-Narlıdere yolu şimdiki gibi değil. Sakin... Stres olmasın, panik yapmasın diye çok karışmamaya çalışıyorum. Ayrıca çok sakin bir ses tonuyla konuşuyorum. Direğe 3 santim farkla geçiyor benim güzel sevgilim. "Direğe çok yakın geçtin hayatım." diyorum. Cevap: "Hangi direğe?"
#2132
Demagojinin doruğuna dayandığı dakikalardı... Genelkurmay Başkanı, cuma günkü basın toplantısında "Akademik unvana sahip kişiler cahilce, belki de maksatlı beyanda bulunuyorlar" dedi. 
 
Sonra da, bu hakaretamiz cümleyle andığı akademisyenlerin bu gerçeği gizlediklerini iddia ederek, Batı ülkelerinin bazılarında hâlâ askerî mahkemelerin bulunduğunu anlattı.

Orgeneral Başbuğu dinleyenler, İngiltere, İtalya, Belçika, Lüksemburg, İspanya, Polonya ve ABD gibi ülkelerde askerî yargının işlediğini öğrendiler.

Türkiye Cumhuriyeti'nin genelkurmay başkanına, "cahilce" ya da "maksatlı" konuşmayı yakıştıramayan herkes de haliyle inandı ki Başbuğ'un saydığı bütün bu ülkelerde, Türkiye'dekine benzer bir çift hukukluluk hâkim...

Sandılar ki bizdeki gibi sivil denetimden muaf askerî yargı kararları Batı ülkelerinde de muteber.

ONLARINKİ BİZİMKİNE BENZEMEZ

Tabiî, Genelkurmay Başkanı'na sunulan liste doğruydu; sıraladığı ülkelerde gerçekten de askerî mahkeme bulunuyor.

Ama ya önüne not koyanlar bazı gerçekleri Başbuğ'dan gizliyorlar ya da Başbuğ, gerçekler karşısında seçici davranmak zorunda hissediyor kendisini ve iddiasını zayıflatan bilgileri es geçiveriyor.

Zira, "Sadece bizde değil onlarda da var" diye saydığı Batı ülkelerinde, askerî mahkemelerin yetki alanı, çalışma usulü, sivil yargıyla ilişki ve denetlenme biçimi bakımından bizdekilerden farklı olduğundan hiç söz etmedi Başbuğ.

Bu farkın, "her ülkenin kendine özgü koşulları" ile de açıklanamayacağını; doğrudan doğruya, "demokratik hukuk devleti olmak ya da olmamak," "askeriyenin sivillere tâbi olması ya da olmaması" arasındaki temel siyasi tercihin sonucunu yansıttığını bilmezden geldi.

Gelin, biz öyle yapmayalım.

Başbuğ'un sözünü ettiği ülkelerdeki askerî mahkemelerin nasıl işlediğine daha yakından bakalım.

Öncelikle, muasır medeniyetin gösterdiği yönün askerî yargının tasfiyesi olduğunu bilmemizde yarar var.

Almanya, İsveç, Danimarka, Avusturya gibi ülkelerde "barış zamanında görev yapan" askerî mahkemeler büyük ölçüde tarihe karışmış durumda.

Fransa da o istikamette ilerliyor; zira Paris'te bir askerî mahkeme var ama görev alanı "Fransız askerlerinin barış zamanında Fransa dışında işlediği askerî suçlar" ile sınırlı; Fransa topraklarında işlenen bütün askerî suçlar üzerinde sivil mahkemeler yetkili.

ABD'de ve barış zamanında askerî mahkemeleri işletmeye devam eden Avrupa ülkelerinde ise, bu mahkemelerin görev alanını büyük ölçüde "disiplin" konuları kaplıyor; askerî bir suçun ya da askerî bir personelin işlediği bir suçun sivilleri ilgilendirdiği noktada hemen sivil yargı devreye giriyor.

Bir de tabii, bu ülkelerde askerî yargı kararlarının sivil denetime tâbi olması keyfiyeti var...

AVRUPA BİRLİĞİ'NDEN ÖRNEKLER

Avrupa Birliği'nde askerî mahkemelerin görev alanı giderek sınırlanıyor.

Örneğin Hollanda, 1991'de, sivil mahkemeleri, askerlerin işlediği bütün suçlar üzerinde yetkili kıldı ve sadece askerlerin hedef alındığı suçlar konusunda askerî yargı hükümlerini korudu.

Başbuğ'un listesindeki ülkelerden Lüksemburg'da, evet doğrudur, "Conseil de Guerre" adlı bir askerî mahkeme var.

Ama bu mahkeme, isnat edilen suç herhangi bir şekilde sivilleri hedef alıyorsa ya da siviller suça ortaksa devreden çıkıp sözü sivil yargıya bırakıyor ki, bu da, bizdeki 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nda "askere sivil yargı yolunun açılmasını sağlayan" son değişikliği destekler nitelikte bir uygulama.

Yine Başbuğ'un listesindeki Belçika'da da durum aynı; askerî suç sivilleri ilgilendiren bir meseleyse davaya siviller bakıyor.

Birleşik Krallık'ta da aynı ilke geçerli...

Esasen, Başbuğ'un "İngiltere" olarak listesinin başına aldığı Birleşik Krallık'ta askerî yargı, "Bakın onlarda da var" argümanını desteklemekten ziyade çürütecek kadar bizdekinden farklı.

Zira Birleşik Krallıktaki askerî mahkeme kararları "Courts-Martial Appeals Court" diye adlandırılan Askerî Temyiz Mahkemesi'ne gidiyor ve, sıkı durun, bu "askerî" mahkeme tümüyle sivillerden oluşuyor.

İş, orada da bitmiyor; bir İngiliz askerî mahkemesinde alınan karar bu "üst ve sivil" mahkemede bozulmazsa, itiraz yolu ülkenin en yüksek mahkemesine yani Lordlar Kamarasının "Hukuk Lordları" diye adlandırılan komitesine kadar açık.

Başbuğ'un saydığı bir diğer ülke olan İtalya'da da durum benzer; askerî mahkeme kararlarına itiraz "Corte di Cassazione"de yapılıyor ki bu da, evet tahmin ettiniz, tepeden tırnağa sivil bir kurum.

Gelelim İspanya ve Polonya gibi, Başbuğ'un listesinde yer alan ve askerî mahkemelerin gücü, diğer ülkelerdekinden daha fazla olan örneklere...

İspanya'da askerî yargı kararına itiraz, ülkenin en üst mahkemesine kadar taşınabiliyor; buradaki sekiz hakimli Askerî Hukuk Kamarası son hükmü veriyor ki bu hâkimlerden dördü sivil; ayrıca, İspanya'da bütün askerî savcıları Savunma Bakanı göreve atıyor, görevden alıyor.

Polonya'da da askerî yargı kararları üzerinde sivil denetim esas; Polonya Adalet Bakanı, ülkenin Başsavcısı sıfatıyla bütün askerî savcıları göreve atıyor ve denetliyor.

AMERİKA'DAKİ "ASKERÎ YARGITAY"

Bitirirken, ABD'ye de kısaca bakalım.

Geçenlerde Ali Bayramoğlu yazmıştı; "askerî müzik ne kadar müzikse askerî hukuk da o kadar hukuktur."

Bayramoğlu belirtmemişti ama bu pek doğru söz, Amerika'da halen yapısı çok tartışılan askerî yargı konusunda Robert Sherrill'in yazdığı eleştirel kitabın da başlığıdır.

ABD'de askerî mahkemelerin gücü çok eleştirilir; yine de Amerikan askerî yargısı "sivil denetim" konusunda bizimkinin fersah fersah önündedir.

Nitekim, Amerikan askerî mahkemelerinin kararları önce sanık konumundaki askerî personelin bağlı olduğu kuvvet bünyesindeki temyiz mahkemesine gider; orada aynı karar çıkarsa, "Court of Appeals of the Armed Forces" yani Silahlı Kuvvetler Temyiz Mahkemesi ya da, son günlerde basında "Bakın bakın onlarda da var işte" diye nedense sevinerek yazanların deyimiyle "Askerî Yargıtay" devreye sokulur; itiraz sahibi isterse, Yüksek Mahkeme'ye kadar da gidilebilir.

Yani evet, hakikaten Amerika'da "Askerî Yargıtay" vardır...

Ama kimlerden oluşur biliyor musunuz?

ABD'nin halk oyuyla işbaşına gelmiş başkanının, halk oyuyla seçilmiş Senato'nun tavsiye ve onayına tâbi olarak 15 yıllığına atadığı beş hâkimden.

Ve bu hâkimler sivildir.

Amerika'da "Askerî Yargıtay," askerî mahkemelerin kararlarına bakan sivil bir mahkemedir. (Yasemin Çongar/TARAF)
#2133
Belçika'nın ilk başörtülü vekili olarak ülkede tartışma başlatan Mahinur Özdemir, yemin ederek göreve başladı. Mahinur Özdemir, bugün Brüksel Parlamentosu'nun ilk oturumunda, en genç milletvekili sıfatıyla, en yaşlı milletvekili ile birlikte katip üyelik yaptı.  Özdemir, yemin ederek milletvekilliği görevine resmen başladı. Özdemir'e yönelik herhangi bir protesto gösterisi sözkonusu olmadı. Parlamentodaki Valon Liberal Parti, "dini sembollerin yasaklanmasını" önererek, Mahinur Özdemir'in görevine başlamasını engellemeye çalışıyordu.

Federal yapılı Belçika'da, 7 Haziran bölgesel seçimlerinin ardından oluşan yeni Brüksel Parlamentosu ilk toplantısını milletvekillerinin yemin töreniyle yaptı.

Toplam 89 üyeli parlamentoda yemin ederek göreve başlayan milletvekilleri arasında, Hristiyan Demokrat Parti (CDH) üyesi Mahinur Özdemir ile Sosyalist Parti (SP) üyeleri Emir Kır ve Emin Özkara da yer aldı.

Batı Avrupa'daki ilk ve tek başörtülü milletvekili olarak Belçika gündemine oturan Mahinur Özdemir, yerli ve uluslararası basının ilgi odağı oldu.

Parlamentoda, Özdemir'i izlemek ve görüntülemek için gelen gazetecilerin sayısının milletvekillerinden fazla olması izdiham yarattı.

Mahinur Özdemir (26), en genç milletvekili sıfatıyla, en yaşlı milletvekili olan ve kadın hakları savunucusu kimliğiyle tanınan Antoinette Spaak ve genç Flaman milletvekili Els Ampe ile birlikte oturuma katiplik yaptı.

Parlamentonun açılış oturumunda tek gerginlik, Fransızca konuşan milletvekilleri ile Hollandaca konuşanlar arasında, dil konusunda yaşandı. Flamanlar, Fransızcaya öncelik ve ağırlık verilmesine itiraz etti.

Oturumda basının yoğun ilgisini çeken görüntü, başörtülü milletvekili Özdemir ve beraberinde katiplik yapan Ampe'nin "tezat oluşturan" giysileri oldu.

Parlamentoda, Türk asıllı Özdemir'in başörtüsünden kaynaklanan, ülke gündemini günlerdir meşgul eden tartışmaların yaşanmadığı, yemin edenler arasında sadece Özdemir'in alkışlandığı gözlemlendi.


Belçika'nın gündemine oturan Özdemir, yemin töreni öncesinde NTV'nin sorularını yanıtladı.

Valon Liberallerin sizi engellemeye yönelik girişimleri var. Nasıl bir çaba içinde Valon Liberaller? Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu girişimleri?
Valon Liberal Partisi'nden bir üye böyle bir açıklama yaptı. Fakat o federal milletvekili. Dolayısıyla benim seçildiğim bölgede yetkisi yok. Şu anda Bürüksel Parlamentosu'ndayız. Burada 89 milletvekili var, 72'si Valon ve benim mensup olduğum parti, koalisyon ortağı. Koalisyon ortaklarından oluşan üç ana parti, "Bizim başörtüsü ile, bu kızın seçilmesi ile hiç bir sorunumuz yok." diyor. Zaten iç kanunda da böyle bir yasak olmadığı için, ben az sonra yemin edeceğim bu şekilde.

Bu girişimin geniş destek bulmasını beklemiyorsunuz değil mi?
Destek bekliyordum zaten ve böyle bir sorun olmayacağını baştan beri biliyordum. Benim hiç bir kaygım olmadı.

Eğer diyelim dini sembollerin yasaklanmasını sağlayabilirlerse ki sizin şüpheleriniz var bu konda, ama sağlayabilirlerse nasıl bir tutum izleyeceksiniz?
Öyle bir şey sağlayamayacaklar. Çünkü öncelikle anayasaya aykırı. Daha sonra yeterince çoğunluğu almaları gerekiyor ve onu da alamayacaklar. Yani bu olursa da uzun süreçli bir prosedür olur. Ben de olabilirliğine inanmıyorum açıkçası.

Ancak somut bir girişim var. Liberallerin dayandığı nokta nedir?
Somut bir girişim yok, yani sadece bir söylem var. Yasa tasarısı filan hazırlanmadı yani. Dolayısıyla sadece sözde olan bir şey. Medyayı bu şekilde sarsmak, biraz gündemde olmak istedi. Gündem de geçti gitti, ben az sonra yeminimi edeceğim yani.

O sözlü girişim sizin dışınızda bir tartışmaya yol açtı mı acaba?
Hayır, bütün basın mensuplarından, siyasilerden destek gördüm bu konuda. Basına da bu şekilde yansıdı. Basın inanılmaz bir şekilde benim tarafımdaydı. Ve o liberal tarafın içinde de, açıklamayı yapan şahsa yoğun bir baskı vardı, "neden böyle bir açıklama yaptın" şeklinde.

Bugün mecliste bir protesto eylemi bekleniyor mu?
Hayır beklenmiyor.

Olmayacak derken sizin dileğiniz mi bu yönde, yoksa böyle bir protesto olmayacağına dair bilgi mi aldınız?
Böyle bir şey olamaz. Olsa olsa aşırı sağdan olur. Ona da alışığız zaten. Parlamento başkanı açılış konuşmasını yapacak olan. Ben de en genciyim parlamentonun. Dolayısıyla bana da sekreterlik görevi veriliyor bugün. Başkan herkesi sakin olmaya davet edecek, olmazsa da dışarı çıkartacak. Yani bu konuda gerçekten bir sorun olmayacak. Biz bu temennideyiz.

Ermeni soykırımı iddiasına ilişkin bir açıklamanız olmuştu ne söylemiştiniz ve bunun peşinden neler olmasını bekliyorsunuz?
Bu konuyla ilgili konuşmak istemiyorum. Bu önümü kesmek için yapılan bir saldırıdır. Dün sabah başörtüsü konusu ile geldiler, dün akşam da böyle bir konu ile geldiler. Tamamen benim yemin etmemi engellemek için yapılan bir saldırıdır. Ben de bu oyunu oynamayacağım. Şimdi görevime bakıyorum.

Bu konuda bir açıklama yapmıştınız öyle değil mi?
Bu konuya girmek istemiyorum açıkçası.

Bir haber ajansına açıklama yapmış olmanıza rağmen girmeyeceksiniz bu konuya?
Ben şu anda bu konuya girmek istemiyorum herhalde yeterince açık oldum.

Öte yandan, Belçika'daki Ermeni lobisine yakın bir kuruluş olan Vatandaşlık Komitesi, Mahinur Özdemir hakkında, Ermeni iddialarını kabullenmediği gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu.

http://www.haber7.com/haber/20090624/Kavakciya-Yuh-Ozdemire-Alkis-Video.php
#2134
Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) Genel Müdürü Mehmet Uysal, Suriye sınırında mayınlardan temizlenecek bölgenin çok ciddi bir tarımsal potansiyeli olduğunu belirterek, bölgenin temizlendikten sonra üstünün tarıma açılacağını, altında ise TPAO'nun petrol arayacağını ifade etti. 

Batman'a 4 ayda bir yapılan yönetim kurulu toplantısı için gelen TPAO Genel Müdürü Mehmet Uysal, koordinasyon toplantılarının yanı sıra TPAO'nun geleneksel Bahar Şenliği'ne de katıldı. Burada konuşan Uysal, 40 bini yurt içi, 40 bini de yurt dışı olmak üzere günde 80 bin varil ham petrol üretimi gerçekleştirdiklerini belirterek, Türkiye'nin günde 600 bin varil petrole ihtiyacı olduğunu belirtti.

Suriye sınırında Nusaybin- Çamurlu sahasında açtıkları 25 kuyudan 22'sinde petrol bulunduğuna dikkat çeken Uysal, 800 kilometrelik Suriye sınırında mayınlı bölgenin temizlenmesi ile bu alanda petrol arama çalışmalarına başlayacaklarını ifade etti. Yaklaşık 100 bin metrekarelik alanın mayından temizlenmesini beklediklerini söyleyen Uysal, "Meclis'te mayınların temizlenmesi ile ilgili bir kanun tasarısı görüşülüyor. Meclis'teki kanunun biran önce çıkmasını bekliyoruz. Mayın temizleme ihalesi yapılır yapılmaz, sınırda kara altın mücadelemiz sürecek." şeklinde konuştu.

Sakarya ve Isparta'da yeni petrol sahalarını keşfetmek için çalışmalar yaptıklarını ifade eden Uysal, "Isparta'da Demre-1 kuyusunda 6 bin 500 metre derinliğe inilecek. Belki de Türkiye'nin en derin kuyusu bu olacak. Sakarya'da da doğalgaz arama çalışmalarımız var. Sakarya, Tuz Gölü, Sivas ve Ağrı'da da yeni sahaları keşfediyoruz. Özellikle Demre kuyusundan umutluyuz. Burada her an Afrika plakasına ulaşabiliriz." dedi.

TPAO Genel Müdürü Mehmet Uysal, dünyanın önemli petrol rezervlerinin bulunduğu Batı Raman'ın, yaklaşık 2 milyar varil petrol rezerviyle dünyanın dev petrol sahalarından biri olduğunu, şimdiye kadar ancak bu petrolün yüzde beşini çıkarttıklarını söyledi. Bu yıl, Türkiye'nin dört bir yanında petrol aramalarını sürdüreceklerini belirten Uysal, geçen yıl 71 kuyu açtıklarını, bu yıl ise 79 kuyu açacaklarını ifade etti.

TPAO'nun Kuzey Irak'ın yanı sıra Irak'ın dört bir yanına açıldığını belirten Uysal, Bağdat'ta bir ofis açtıklarını sözlerine ekledi. (CİHAN)

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=849272
#2135
Mayınlı Arazide En Az 4 Trilyon Dolarlık Petrol Rezervi Bulunduğu Öne Sürüldü.

Mayın temizliği konusunda Birleşmiş Milletler ''Başarı Sertifikası''na sahip olan Pekkan Şirketler Grubunun Başkan Yardımcısı Adnan Volkan Pekkan, Suriye sınırındaki mayınlı arazide en az 4 trilyon dolarlık petrol rezervi bulunduğunu öne sürdü.

Petrolün derinde ancak kalitesinin çok yüksek olduğunu ifade eden Pekkan, ''Bu petrol çıkartılırsa bölgede terör kalmaz'' dedi.

Yurt dışında Specialist Gurkha Services Şirketi ile ortak anti tank, anti personel, mayın arama, tarama, imha etme ve patlamamış mühimmatların imhası projelerini yürüten Pekkan Şirketler Grubunun Başkan Yardımcısı Adnan Volkan Pekkan, mayın temizleme konusunda toplumda bilgi kirliliği oluştuğunu söyledi.

Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesi konusunda 7 yıl önce Genelkurmay Başkanlığı tarafından çağrıldıklarını ve brifing verdiklerini anlatan Pekkan, Türk şirketi olarak bu işe talip olduklarını belirtti.

Sınırdaki mayınlı arazide en az 4 trilyon dolarlık petrol rezervi bulunduğunu savunan Pekkan, ''Petrol oldukça derinde ama kalitesi çok yüksek. Bu petrol çıkartılırsa bölgede terör kalmaz. Diyarbakır İstanbul'dan güzel olur'' diye konuştu.

Mayının temizlenmesinden ziyade oradaki petrolün peşine düşülmesi gerektiğini anlatan Pekkan, ''Biz İngiliz partnerimizle birlikte orayı temizlemeye talibiz. Şirketimiz mayın temizleme konusunda BM'den sertifika almış dünyadaki 5-6 şirketten biridir. Biz burayı son teknolojik cihazlar yardımıyla 3 yıl içinde temizleriz. Bu işin maliyeti konusunda telaffuz edilen rakamların çok daha aşağısında temizleriz''dedi.  

http://sondakika.com/haber-mayinli-arazide-petrol-iddiasi/
#2136
Murat Günak tarafından tasarlanan Başbakan Erdoğan'ın deneme sürüşü yaptığı hibrit otomobil, hükümeti harekete geçirdi. Türkiye çevreci süper otomobilin fabrikasını kuruyor.

Küresel ısınmaya karşı çevreci hareketlerin ön plana çıktığı dünyada, çevreci hibrit otomobil pazarı genişlerken Kyoto Sözleşmesi'ne imza atan Türkiye de modaya uydu. Murat Günak tarafından tasarlanan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın deneme sürüşü yaptığı hibrit otomobil, hükümeti harekete geçirdi.

Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün, Kyoto Sözleşmesi ile hibrit araçların önem kazandığını, Türkiye'nin bu pazardan önemli bir pay kapmak için önündeki  fırsatı iyi kullanacağını belirterek, "Marmara Bölgesi, İzmir, Konya veya Ankara'da bir hibrit fabrikası kuracağız. Otomotiv sektörü temsilcileriyle görüşerek hibrit için teşvikte bulunuyoruz. Hibrit fabrikası yeni teşvik sisteminden yararlanacak" dedi.

Ergün, Erdoğan'ın test ettiği aracın tasarımını yapan Murat Günak'ı bakanlığa davet ettiğini söyledi. Günak'ın ünlü bir tasarımcı olduğunu, İsviçre'de yaşadığını söyleyen Ergün, "Mercedes tasarımında falan da bulunmuş bir kişi. Kendisi ile ayrıca görüşeceğiz" dedi.

Kyoto Sözleşmesi ile çevreci yaklaşımların ilerlediğini, akaryakıt ürünlerinin fiyatlarının artması ile enerji maliyetini aşağıya çeken otomobillerin öne çıktığını kaydeden Ergün, "Hibrit otomobillerin kullanıcıları artmaya başladı. Bu yüzden Türkiye'de hibrit otomobiller için en azından bir fabrikanın kurulmasını destekliyoruz. Bu konudaki yatırımlar, 250 milyon TL üstü olduğu için 'büyük yatırım' kapsamında, yeni teşvik sistemine alınacak. Bu yolla büyük destek alacaklar" dedi.

FABRİKA NEREDE KURULACAK?

Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün, büyük yatırımlarda bölgeye göre vergi indirimi olmadığını da vurguladı. Büyük yatırımların ülkenin neresinde yapılırsa yapılsın büyük destek alacağını belirten Ergün, "Ancak hibrit otomobil fabrikası, Kars'ta olmaz. Çünkü yan sanayisi ve diğer altyapılarla birlikte düşünüldüğünde Marmara Bölgesi, İzmir, Konya, Ankara gibi yerlerde mümkün olur" dedi.

"HİBRİT ARAÇ" NEDİR?

HEM elektrikli motor hem içten yanmalı motor ile tahrik edilen bir sisteme sahip olan araçlardır. Özellikle düşük hızlarda ve kalkışlarda elektrik motoru ve buna bağlı olan bir pil sistemi ile çalışan, yüksek performans istenildiği ve pilin şarjının belli bir seviyeye düştüğü zamanlarda ise içten yanmalı motor devreye girerek ek güç sağlar.

Bu tip araçlarda en büyük avantaj yakıt tüketiminin ve emisyon değerlerinin çok düşük olmasıdır. Daha hafif ve aerodinamiktir. Lastikler çekişi kaldırmak için daha serttir ve daha fazla şişirilmişlerdir.

HEDEF 2 MİLYON OTOMOBİL ÜRETMEK

BÜYÜK otomotiv kuruluşlarının, ayrı bir yatırım yaparak  hibritli araç üretmesini de teşvik ettiklerini kaydeden Ergün, şunları söyledi: "Türkiye, 1.5 milyona yaklaşan otomobil üretimine ulaştı. Son krizle bir miktar düştü. Türkiye, 2 milyonluk potansiyele ulaşabilir. Ülkede bunun büyük bölümünü ihraç edebilecek bir altyapı da var. 2 milyon otomobil hedefine ulaşmak için yeni en az 2 otomobil fabrikasının kurulması bekleniyor.  Bunlardan bir tanesi hibrit olursa, Türkiye önemli bir üretim üssü olur. Avrupa'da da dünyanın başka yerlerinde de hibrit otomobil kullanımına hızlı bir şekilde geçiliyor. O pazardan da bizim pay almamız lazım. Yoksa kaçırabiliriz."

http://www.haber7.com/haber/20090625/Turkiye-bu-aracin-fabrikasini-kuruyor.php
#2137
ABD'nin yeni devlet başkanı Obama'dan sonra Mısır'a giden Medvedev de İslam aleminin gönlünü alacak açılım sergiledi ve "Rusya İslam dünyasının bir parçası" dedi.

Rusya Devlet Başkanı Dmitri Medvedev, yeni İsrail hükümeti dahil, tarafların 2009 sonunda Moskova'da Ortadoğu zirvesinin gerçekleştirilmesi konusunda hemfikir olduklarını söyledi.

Bir yıldan bu yana Ortadoğu barış görüşmelerine ev sahipliği yapmak için çalışan Moskova, hedefine ulaştı. ABD Başkanı Barack Obama'nın Mısır'a gerçekleştirdiği ziyaret ve İslam dünyasına yönelik konuşmasının ardından Rusya liderinin de bölgeye gitmesi dikkat çekti.

Kremlin'den yapılan açıklamada, Kahire'de Arap Ligi'ne üye ülkelerin temsilcileri ile bir araya gelen Medvedev, "Yeni İsrail hükümeti dahil olmak üzere, taraflar 2009 sonunda Moskova'da gerçekleşecek zirveye katılacaklarını resmen bildirdi." dedi.

Medvedev, İsrail-Filistin sorunun Doğu Kudüs'ün başkent olacağı Filistin devletinin kurulması ile çözülebileceğini söyledi ve Moskova'da gerçekleşecek konferansta konu ile ilgili önemli gelişmeler sağlanabileceğini kaydetti.

Medvedev şu tespitlerde bulundu: "Öncelikle Filistin ve diğer Arap topraklarındaki işgalin sona ermesi gerekiyor. Kapsayıcı ve adil bir güvenlik yapısı kurulmalı. Bunun sonucunda da Doğu Kudüs'ün başkent olacağı, bağımsız, egemen ve yaşayabilir bir Filistin devleti kurulmalı. Bu devlet tüm komşuları ile -elbette İsrail ile -de barış içinde yaşamalı."

"RUSYA İSLAM DÜNYASININ BİR PARÇASI"

Rusya'nın İslam dünyasının bir parçası olduğuna değinen Medvedev, "Ülkemizde farklı inanç ve kültürlere saygı geleneği var. Size doğrudan şunu söylüyorum: Ülkemizin İslam dünyası ile dostluk kurma yönünde bir çaba göstermesine gerek yok. Bizim ülkemiz zaten İslam dünyasının bir parçası. Rusya'da yaklaşık 20 milyon Müslüman yaşıyor. Bu rakamlar durumu anlatıyor. Rusya İslam Konferansı Teşkilatı'nda da gözlemci statüsünde faaliyet gösteriyor." dedi.

Farklı inançların birbirlerine karşı saygılı olmaları yönündeki yaklaşımın Rusya'nın öncelikleri arasında olduğuna değinen Rusya lideri, Obama'nın konuşmasına atıfta bulunarak dünyanın ne kadar değiştiğine dikkat çekti. Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mabarek'le de bir görüşme gerçekleştiren Medvedev, bu ülke ile askeri, enerji ve ticaret alanlarında bir dizi anlaşma imzaladı. Medvedev'in Afrika gezisine Mısır'ın ardından Nijerya, Namibya ve Angola ile devam etmesi bekleniyor.

HAMAS VE HİZBULLAH ZİRVEYE ÇAĞRILMAYACAK

Hamas'la kurduğu temas nedeni ile İsrail'in tepkisini çeken Moskova'nın, zirveye Hamas ve Hizbullah temsilcilerini çağırmayacağı kaydediliyor. İsrailli yetkililerin Rusya'dan Hamas ve Hizbullah'ın temsilcilerinin zirveye katılmamaları yönünde garanti almalarının ardından davete olumlu cevap verdikleri belirtiliyor. Diğer taraftan Filistin lideri Mahmut Abbas da Moskova zirvesine katılabileceklerini, ancak İsrail'in yerleşim yerleri açmayı durdurmasının ve iki devletli çözüm önerisine sıcak bakmasının şart olduğunu söyledi.

İsrail ve Filistin yönetimi arasında ABD eski Başkanı George W. Bush'un ev sahipliğinde Kasım 2007'de gerçekleşen görüşmelerde ilerleme sağlanamamıştı. Aralık 2008'de İsrail'in bin 300 Filistinli'nin ölümü ve 5 binden fazla Filistinli'nin de yaralanmasına neden olan Gazze saldırısının ardından görüşmeler kesilmişti. Haziran 2007'de Gazze'de kontrolü ele geçiren Hamas, bölgede etkinliğini sürdürürken, uluslararası areneda resmen tanınan Fetih hareketi ve Cumhurbaşkanı Mahmut Abbas da Batı Şeria'da faaliyet gösteriyor.

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Mayıs 2008'de yaptığı davette geçen yaz Moskova'da Ortadoğu zirvesi yapılmasını istemiş ancak İsrail kısa sürede hazırlığın yapılamayacağı gerekçesi ile karşı çıkmıştı. Birleşmiş Milletler, Rusya, ABD ve Avrupa Birliği temsilcilerinin katılımı ile oluşturulan Ortadoğu Dörtlüsü, İsrail-Filistin sorununun çözümü için çalışmalarını sürdürüyor.

http://www.haber7.com/haber/20090624/Rusya-Islam-dunyasinin-bir-parcasi.php
#2138
Yapılan tüm uyarılara rağmen bir türlü inmeyen benzin fiyatları EPDK'yı harekete geçirdi. Bugün açıklanan fiyatlar iki ay geçerli olacak.

Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) akaryakıt dağıtım ve bayi satışlarına yönelik "tavan fiyat" uygulamasına karar verdi.

EPDK'nın internet sitesinde yayınlanan duyuruda, Kurulun 28 Mayıs 2009 tarihinde yapılan toplantısında Petrol Piyasasında faaliyet gösteren dağıtıcı lisansı sahiplerinin fiyat uygulamalarında en yakın erişilebilir dünya serbest piyasa oluşumu dikkate alınmadığı anlaşıldığından, lisans sahiplerinin fiyat uygulamalarını söz konusu aykırılıkları giderecek şekilde düzenlemeleri için 20 Haziran 2009 tarihine kadar süre verildiği hatırlatıldı.

Buna göre haftalık toplantısı için bugün toplanan Kurul konuya ilişkin aldığı kararla Petrol Piyasası Kanunun 10. maddesi kapsamında kendisine verilen yetki ile tavan fiyat uygulamasını başlattı.

Bu kapsamda dağıtıcı ve bayi toplam marjları benzin için litre başına 25 kuruş, motorin için litre başına 30 kuruş, kırsal motorin için de litre başına 27,5 kuruş olarak düzenlenmesine ve güncellenmesine ilişkin formülasyon kurul kararında yayınlandı.

Kararın Resmi gazetede yayımlanmasının ardından, bugünkü fiyatlar itibariyle, yürürlüğe girmesi beklenen fiyatların 95 oktan benzin için 3,04 lira, motorin için 2,49 lira, kırsal motorin için de 2,35 lira  olması bekleniyor.

EPDK, akaryakıt dağıtım şirketlerinin uygulanan fiyatların kanuna ve serbest piyasa koşullarına aykırı olduğuna karar verirken, şirketlerin 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanununun 10 uncu maddesinin "Rafinerici ve dağıtıcı lisansı kapsamında yapılan piyasa faaliyetlerine ilişkin fiyatlar, en yakın erişilebilir dünya serbest piyasa oluşumu dikkate alınarak, lisans sahipleri tarafından hazırlanan tavan fiyatlar olarak Kuruma bildirilir" hükmüne uygun hale getirmeleri için 20 Haziran 2009 tarihine kadar süre vermişti.

Bunun üzerine de dağıtım şirketlerini fiyat uygulamalarına ilişkin tekliflerini EPDK'ya sunmuştu. Dağıtım şirketleri geçtiğimiz hafta için de benzin ve motorin fiyatlarında çeşitli oranlarda indirime gitmişti.

http://www.haber7.com/haber/20090626/Benzinde-artik-tavan-fiyat-uygulanacak.php
http://www.epdk.org.tr/haber/basindetay.asp?id=107
#2139
Yukarıda tamamı iktibas edilen bu açıklamaya göre adı geçen hakim "şikayetçiden peçesini çıkararak, başörtüsü ile ifade vermesini istemiştir." Buna gerekçe olarak da kimlik tespitinin peçeli vaziyette yapılamayacağını ileri sürmüştür. Peçeli bayanın kimlik tespitinin sağlıklı yapılamayacağı hususunda kanaatimce de herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Ancak anlaşılan o ki, hakimin hedefi sadece peçe değil. Peçeyle birlikte çarşafın da çıkartılmasını şart koşmuş. Nitekim açıklamanın devamı aynen şu şekilde: "Bunun üzerine şikayetçi başörtüsü olmadığını bonesinin bulunduğunu ifade etmiştir. Bu konuşmalar olurken, mahkeme salonu dışında bekleyen Naciye Sönmez'in kardeşi duruşma salonuna girerek "Ne oluyor? Kardeşimin çarşafı neden çıkarılıyor?" diyerek mahkemeye ve hakim olan müvekkilime müdahalede bulunmuştur." Özetle hakim şikayetçiden çarşafını çıkartarak başörtüsü ile ifade vermesini istemiş, şikayetçi ise yanında başörtüsü bulunmadığını, sadece bonesinin olduğunu ifade etmiş ve bu şekilde bir kılık kıyafet "dayatmasını" kabul etmemiştir. Yani ortada bir hakimin kanunların kendisine vermiş olduğu kimi görev ve yetkileri kötüye kullanması ve keyfi ve ideolojik düşüncelerle bir vatandaşın kılık kıyafet özgürlüğünü kısıtlamasıyla ilgili bir vaka bulunuyor. Ve maalesef bu tür vakalar daha önceden de ülkemizde yaşanmıştı. Nitekim 2003 yılında da benzer bir olay yaşanmış ve konu uzun bir süre gündemi meşgul etmişti. Hafızamızı tazelemek ve benzer durumda olan iki olay hakkında bir kanaat elde etmemize yardımcı olabilmesi için 2003 yılında yaşanan bu olayla ilgili bazı haberleri aşağıya alıntıladım:

'Yargıtay'daki başörtüsü yasağı adlî bir skandal'

Hukukçular, Yargıtay'da yapılan duruşmada başörtülü sanığın duruşma salonundan çıkartılmasını, adil yargılanma ve savunma hakkının açık bir ihlali olarak değerlendirdi. Böyle bir uygulamanın, adaletin tecelli etmesi gereken en üst yargı organında uygulanmasının adaleti temelinden sarsacağına ve Türkiye'yi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde zor durumda bırakacağına dikkat çekiliyor.

Eşi başörtülü olan milletvekillerinin davet edilmediği 29 Ekim resepsiyonunun ardından Hatice Hasdemir Şahin'in sanık olarak yargılandığı davada duruşma salonundan çıkarılması yeni bir kamusal alan tartışması başlattı. Önceki gün Yargıtay 4. Ceza Dairesi'nde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'le birlikte 63 belediye görevlisinin yargılandığı duruşmada meydana gelen skandalı değerlendiren hukukçular, bugüne kadar mahkeme salonlarına başörtülülerin alınmaması gibi bir uygulama görülmediğine işaret etti.

Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya, 4. Ceza Dairesi Başkanı Fadıl İnan'ın başörtülü sanığı salondan çıkarmasına destek verirken, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Özdemir Özok, Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu Başkanı Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, ceza hukukçusu Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer başta olmak üzere çok sayıda hukukçu ve sivil toplum örgütünün temsilcisi uygulamayı hukuka aykırı buldu.

Hukukçular, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasa'ya göre savunma hakkının kutsal olduğunu vurgulayarak, bu hakkın engellenmesinin hukuki hiçbir dayanağının bulunmadığını kaydetti.

Anayasa'nın 36. maddesinde herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu vurgulanıyor. Aynı şekilde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinde de adil yargılanma ve savunma hakkının ihlal edilemeyeceği hükme bağlanıyor. Başını örten bayanların sanık, tanık ve izleyici olarak duruşmalara katılamayacağına ilişkin hiçbir hukuk kuralı bulunmuyor. Söz konusu maddede duruşmanın düzenini bozan herkesin salondan dışarı çıkarılacağı belirtiliyor. Hukukçular, duruşmanın düzeninin taşkınlık, gürültü, kargaşa çıkarma gibi hareketlerle bozulacağına dikkat çekerek, bir bayanın başörtülü olmasının duruşmanın düzenini bozduğu şeklinde yorumlanmasına tepki gösteriyor.

Ceza hukukçusu Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer, başörtülülerin mahkeme salonuna alınamayacağına ilişkin herhangi bir yasa ya da yönetmelik bulunmadığına dikkat çekerek, Yargıtay 4. Ceza Dairesi başkanı tarafından yapılan uygulamanın münferit bir olay olduğunu söyledi. "Ben mahkeme başkanı olsam başörtülü sanığın savunmasını alırdım." diyen Dönmezer, üniversitelerdeki başörtüsü yasağıyla diğer kamusal alanlarda başörtüsü takılmasının birbirine karıştırılmamasını istedi.

Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu Başkanı Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, mahkemede sanık ve tanık olarak bulunan kişilerin hastaneye giden hasta gibi kamu hizmeti alan insan statüsünde olduğuna işaret ederek, "Başörtüsü yasağını sanık ve tanıklara uygulamak, zorlama bir yorum olur. Bu uygulama insan hakları açısından açıklanabilir olmaktan uzaktır." dedi. Türkiye Barolar Birliği Başkanı Özdemir Özok da başörtüsü yasağının hakim avukat gibi yargıda görevli kişiler açısından geçerli olduğunu, ancak tanık ve sanıklar hakkında böyle bir kuralın uygulanamayacağını ifade etti. Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bahri Öztürk, Yargıtay dairesinin başörtüsü gerekçesiyle sanığın savunmasını almadan karar vermesi halinde Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde mahkum olacağını söyledi. Hukuka aykırı olan bu uygulamanın Ceza Muhakemesi Usulü Kanunu'na göre mutlak bir bozma sebebi teşkil ettiğini anlatan Öztürk, şöyle konuştu: "Bu, asla kabul edilemeyecek, hukuka aykırı bir yaklaşımdır. İnsan hakları ve hukuk kurallarıyla taban tabana zıt. Kamusal alan bu şekilde anlaşılacak olursa devlet hastanelerinde, belediye otobüslerinde de başörtüsünün yasaklanması gerekir. Bu tür uygulamalar Atatürkçülük ve laikliğe zarar vermekten başka sonuç doğurmaz."

Çağdaş Hukukçular Derneği Başkanı Avukat Hüseyin Biçen ise, "Mahkeme salonu kamusal alan olarak anlaşılırsa o zaman devlete ait cezaevlerinin de kamusal alan olması gerekir. Bu durumda mahkum olan bir başörtülü sanığın başı zorla açtırılarak mı cezaevine konulacaktır." şeklinde soru yöneltti. Terör örgütü PKK'nın elebaşısı Abdullah Öcalan'ın yargılandığı davada şehit aileleri adına müdahil avukat olarak davada yer alan Av. Mehmet Emin Bağcı, birçok başörtülü şehit yakınının PKK duruşmalarına müdahil olarak katıldığını hatırlattı. Bağcı, "Türkiye Cumhuriyeti'ni terörden korumak için şehit olan bu insanların başörtüsü takan anneleri ve kardeşleri de mi duruşma salonuna alınmamalıydı?" diye sordu. Avukat Bağcı, binlerce insanın ölümünden sorumlu olan terörist Öcalan'ın bile adil bir şekilde yargılandığını ve savunma hakkını tam olarak kullandığını dile getirerek, "Terör örgütü elebaşısına tanınan savunma hakkı başörtülü bir bayandan esirgenmemelidir." diye konuştu.

Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mehmet Elkatmış, Hatice Hasdemir olayını insan hakları ihlali olarak komisyonun gündemine alacağını söyledi. Elkatmış, olayın insan hakları ihlalinden öte bir olay olduğunu ifade etti. Elkatmış, "Savunma hakkı kutsal değil mi? Başörtülü insanlar hastaneye, postaneye gidemeyecek mi?" diye sordu. Elkatmış, sorunları çözme konumunda olan Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in de olayları gerdiğini ve insanları yıprattığını ileri sürdü. Bir kamu bankasında çalışan tanıdığının kendisine, "Bundan sonra kamu bankasına gelen başörtülülerin mevduatlarını almayacağız. Paraları olan başörtülülere de paralarını vermeyeceğiz." şeklinde espri yaptığını ifade eden Elkatmış, bu sözlerin başörtüsüyle ilgili yasağın vardırılmak istendiği boyutu ortaya koyduğunu vurguladı.

DYP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Bayar da Erzurum'da yaptığı açıklamada, başörtülü sanığın mahkeme salonundan çıkartılmasını, abes ve münasebetsiz bir tartışma konusu olarak değerlendirdi. Türkiye'de her gün yeni bir tartışma konusunun çıkarıldığını belirten Mehmet Ali Bayar, şöyle konuştu: "Bu yeni bir gelişme. Bugüne kadar Türkiye'nin adalet sisteminde olmayan bir uygulama. Türkiye'nin bu tür meselelerle kaybedecek zamanı da, enerjisi de yok. Mahkeme kamusal alan değil, açık bir alandır."

Toplumun her kesimi tepki gösterdi

Ankara'da bir sanığın başörtülü olduğu gerekçesi ile mahkeme salonundan dışarı çıkarılmasına toplumun tüm kesimleri tepki gösteriyor. Bazı sivil toplum kurulu temsilcileri ile gazeteciler, tepkilerini şöyle dile getirdi.

Radikal Gazetesi yazarı İsmet Berkan: Yaşanan olay kabul edilemez. Kamusal alanda kendi çalışanlarına birtakım kısıtlamalar getirilmesini anlayabilirim; fakat sadece başörtülü olduğu için bir insanın savunma hakkının elinden alınması asla kabul edilemez.

Hürriyet Gazetesi yazarı Cüneyt Ülsever: Sanık olan bir kişinin kendini müdafaa hakkından men edilmesi, kabul edilmesi mümkün olmayan bir durumdur. Etrafına zarar vermediği sürece tüm insanlar mahkemede rahat bir şekilde kendini savunur. Korkarım bir müddet sonra 'buralara tesettürlüler giremez' diye yazılar asacaklar.

Gazeteci-yazar Sibel Eraslan: Olay insan yaşamına yapılmış tecavüzdür. Savunma hakkı dünyada 'yaşama hakkına bağlı insan hakkı' olarak kabul edilir. Hiçbir şekilde çiğnenemez. Bu bir hukuk cinayetidir. Ülkemizde hukuk ve yaşama hakkı olmadığını gösteriyor.

Morçatı Yön. Kur. Üyesi Siper Güvenç: Her insan gibi, her kadın gibi Hatice Hasdemir'in de kendini savunma hakkı vardır. Olay bir kadın hakları ihlalidir. Hiçbir kadın kılık kıyafetine göre sınıflandırılmamalıdır. Haklar hangi düşüncede hangi kıyafette olursa olsun herkes için eşittir.

Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Necmi Sadıkoğlu: Mahkeme başkanının bir sanığı başörtülü olduğu gerekçesiyle duruşmadan çıkarması insan haklarının, hukukun, adil yargılanma hakkının ve savunma hakkının ihlalidir.

Özgür Düşünce ve Eğitim Hakları Derneği Başkanı Hülya Şekerci: Bu bir skandaldır. Bu olay başörtüsünün kamusal alandan tasfiye edilmesiyle bile yasakçı zihniyetin hızını alamadığını göstermekte ve Türkiye'deki hukuk sistemini yeniden tartışmaya açmaktadır.

İHD Başkanı Hüsnü Öndül: Başörtülü bir sanığın duruşma salonundan çıkarılması her şeyden önce insan haklarına aykırıdır. Eğer bu konu yaygınlaşırsa bundan böyle demek ki tapu dairelerine de, hastanelere de, vergi dairelerine de başörtüsüyle hiç kimse giremeyecek demektir. Böyle bir uygulama ancak diktatörlük rejimlerinde olabilir. Türkiye'de devlet kendi memuruymuş gibi bütün kadınların kılık kıyafetlerine karışıyor. Askere giden, şehit olan askerlerin annesini, kız kardeşini başörtülü diye orduevine almıyorsunuz. "Mahkeme salonuna mayoyla girilemiyorsa başörtüsüyle de girilemez" denilerek konu saptırılıyor. Kadınların yüzde 70'inin başlarını örttüğü bir ülkede mayoyla başörtüsü karşılaştırılamaz.

KAD–BİR Başkanı Ayşe Serap Şahiner (Kadınlar Kültür ve Dayanışma Derneği): Hatice Hasdemir duruşma salonundan çıkarılarak savunma hakkı açıkça engellenmiştir. Savunma hakkının kutsallığı hukukta tartışılmaz bir ilkedir. Bu hakkın yüksek yargıda engellenmesi ile hukuk sistemimiz maalesef onarılması zor bir yara almıştır. Ayşegül Doğan, Murat Aydın; İstanbul, Ankara

Af Örgütü: Başörtüsü ifade özgürlüğünün bir parçasıdır

Uluslararası Af Örgütü, dinin gereklerini yerine getirmenin, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini açıkladı. Örgüt, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ve encümen üyelerinin Yargıtay'daki davasında sanık Belko çalışanı Hatice Hasdemir'in türbanlı olduğu gerekçesiyle mahkeme salonundan atılmasına tepki gösterdi.

Af Örgütü yetkilileri Zaman'ın sorusu üzerine, Hasdemir olayına ilişkin bütün verilere ulaşamadıklarını, ancak dini yaşama serbestisini ifade özgürlüğü olarak gördüklerini açıkladı. İnsanların ne giyeceklerine devletin değil, kişilerin karar vermesi gerektiğini kaydeden yetkililer, "Başörtüsü ya da haç takmayı ifade özgürlüğünün önemli bir parçası olarak görüyoruz." açıklamasında bulundu. Brüksel, Zaman

Yargı çevreleri tepki gösterdi: Savunma hakkı kısıtlanamaz

Yargıtay 4. Ceza Dairesi Başkanı Fadıl İnan'ın önceki gün bir duruşmaya katılan başörtülü sanığı mahkemeden çıkarması, yargı çevrelerinden tepki gördü. İzmir Barosu Başkanı Bahattin Özcan Acar, mahkeme başkanının başörtülü sanığı salondan çıkarmasının savunma hakkını kısıtladığını belirtti. Acar, Fadıl İnan'ın mayo ve türban karşılaştırmasıyla da teşbihte hata yaptığını söyledi.

Mahkemelerde görev yapan memurların başörtüsü takmasıyla, savunma için mahkemeye gelen vatandaşın başörtüsü takmasının farklı değerlendirilmesi gerektiğini dile getiren Acar, şunları söyledi: "Mahkeme salonları kamusal alan. Orada görev yapanların başörtülü olması yasak. Ancak kendisini savunmak için mahkemeye gelen sanığın mahkeme salonunda başörtüsüyle bulunması gayet normal. Hakim, mahkeme salonunun inzibatını sağlar; ama başörtüsü konusu inzibatla alakalı değil. Her vatandaşın, savunmasını yapma özgürlüğü vardır. Ben türbanlı sanığa yapılan davranışın, sanığın savunma hakkını kısıtladığını düşünüyorum."

Baro Başkanı Acar, Hakim İnan'ın, "Mayolu biri gelse dinleyecek miydik?" şeklindeki sözlerine de katılmadığını söyledi. Mayo ve türbanın çok farklı şeyler olduğunu ve aynı kategoride değerlendirilmemesi gerektiğini vurgulayan Acar, İnan'ın bu karşılaştırmayla teşbihte hata yaptığını kaydetti.

'Sanık, kamu hizmetinden yararlanan konumunda'

Adana Baro Başkanı Necati Erdem de, "Mahkeme salonu kamuya ait bir yerdir. Ancak sanık ve tanık, kamu hizmetinden yararlanan konumundadır. Bu anlamda mahkeme 'senin ifadeni almam' deme hakkına sahip değil." açıklamasında bulundu.

Mahkeme heyetinin duruşma salonunda yasaya aykırı bir durum varsa tutanak düzenleyerek ilgili kişileri dışarıya çıkarılabileceğini belirten Baro Başkanı Necati Erdem, "Böyle bir tutumla karşılaşan sanık susma hakkını kullanabilir, savunma yapmak isterse avukatı aracılığıyla savunmasını yapar. Ancak mahkeme heyeti 'yargılama yapmıyorum' deme hakkına sahip değildir, yalnızca duruşmayı erteleyebilir. Mahkeme heyeti kesinlikle sorgu yapmak, sanığın savunmasını almak zorundadır." diye konuştu.

Ankara Barosu Başkanı Semih Güner, Yargıtay 4. Ceza Dairesi'nde bir duruşmada türbanlı sanığın salondan çıkarılmasını değerlendirirken, "En kutsal hak olan savunma hakkının kullanılması hiçbir hal ve koşulda kısıtlanmamalıdır.'' dedi. Güner, yaptığı yazılı açıklamada, Yargıtay 4. Ceza Dairesi Başkanı Fadıl İnan'ın uyarısına rağmen türbanını açmadığı için sanığın duruşma salonundan çıkarıldığını basından öğrendiklerini kaydetti. Savunma hakkının kullanılmasının hiçbir hal ve koşulda kısıtlanmaması gerektiğini ifade eden Güner, şöyle devam etti: "Ancak laik hukuk devletinde mahkeme salonunda simgesel bir uygulamayı kabul etmek de mümkün değildir. Hakkın bu düşünce ile kullanılması laik hukuk devleti anlayışını zedeler niteliktedir. Basından Belko yöneticilerinin görevleri nedeniyle yargılandığı bir dava olduğunu öğreniyoruz. Kayıtlarımızda Avukat Hatice Hasdemir'in Belko Hukuk Müşaviri olarak görev yaptığını biliyoruz. Meslektaşımızın görevini yaparken türbanla duruşmaya katılamadığı ortamda, avukatlık görevinin uzantısı olan bir davada sanık sıfatıyla da olsa yargılandığı aşamada türban ile duruşmaya çıkmamalıdır. Duruşmada üstlendiği görevi, gereği gibi yapıp yapmadığı tartışılıyorsa, başı açık olarak duruşmaya girmesi gerekir.''

Hukuki Araştırmalar Derneği Genel Başkanı Avukat Yakup Erikel de savunma hakkının kutsal olduğunu belirterek, bu hakkın engellenemeyeceğini ifade etti. Bu konunun Anayasa'da düzenlendiğini hatırlatan Erikel, şunları kaydetti: "Kamusal alan tartışması ancak kamu görevi yapanlar için söz konusu olabilir. Mahkemelerde sanık, tanık, bilirkişi sıfatıyla davet edilen kişiler için kamu alanından bahsedilemez. Yapılan uygulama kesinlikle hukuk dışı olup yasal bir dayanağı yoktur. Hukuk adına bu uygulamayı kınıyoruz. Açıkça insan hakları ihlal edilmiştir.''

http://arsiv.zaman.com.tr/2003/11/08/haberler/butun.htm
#2140
17.6.2009 Tarihli Zaman Gazetesi "Okur Hattı" bölümünde yayınlanan açıklamalar aynen şu şekilde:

22 Mayıs 2009 tarihinde "Adaletin terazisi çarşafa dolandı" başlığıyla çıkan haber ve 26 Mayıs 2009 tarihinde yayınlanan "Hakime hanım, lütfen özür dileyin!" başlıklı yazı nedeniyle adı geçen Fatih Adliyesi Hakimi Ayla Kaya'dan avukatı aracılığıyla bir açıklama geldi. Haberi yapan muhabirimiz Bülent Ceylan, haberi gazeteye vermeden önce Fatih Adliyesi Hakimi Ayla Kaya'ya ulaşmak için çok uğraştığını ancak başarılı olamadığını belirtti. Avukatı aracılığıyla elimize ulaşan açıklamasında, Hakime Ayla Kaya olayın haberde anlatıldığı gibi olmadığını ifade etmiştir. Gazetemizin hukuk danışmanları açıklama geldikten sonra kendisini ziyaret ettiler. Sayın Kaya, haber ve çıkan yazılar nedeniyle çok üzüldüğünü ve bu açıklamanın yayınlanmasının üzüntüsünü biraz olsun hafifleteceğini nazik bir üslupla ifade etti. Biz de hakime hanımın cevap hakkına saygımız gereği gönderdiği açıklamayı yayınlıyoruz. Gönül isterdi ki haber yayınlandığı zaman sayın Hakim benzer açıklamayı yapsa idi ve o açıklamayı yayınlasa idik.

Hakim Ayla Kaya'dan açıklama:
Dosyanın şikayetçisi Naciye Sönmez çarşaflı ve peçeli olarak duruşma salonuna girmiştir. Şikayetçinin kimliğinin bu kıyafet ile tespitinin mümkün olmayacağını düşünen ve Atatürk Cumhuriyet'inde, davacını peçeli hali ile ifadesinin alınamayacağını beyan eden müvekkilem hakim, şikayetçiden peçesini çıkararak, başörtüsü ile ifade vermesini istemiştir. Bunun üzerine şikayetçi başörtüsü olmadığını bonesinin bulunduğunu ifade etmiştir. Bu konuşmalar olurken, mahkeme salonu dışında bekleyen Naciye Sönmez'in kardeşi duruşma salonuna girerek "Ne oluyor? Kardeşimin çarşafı neden çıkarılıyor?" diyerek mahkemeye ve hakim olan müvekkilime müdahalede bulunmuştur. Bunun üzerine müvekkilim CMK 203. maddesi uyarınca duruşmanın düzenini bozan Naciye Sönmez'in kardeşini mübaşir aracılığıyla dışarıya çıkartmıştır. Bu şekilde salonda müvekkilim Hakim Ayla Kaya, şikayetçi ve zabıt katibi olmak üzere üç bayan kaldığını belirterek, Naciye Sönmez'den yeniden ifade vermesini istemiştir. Ancak şikayetçi ifade vermek yerine olayı başka boyuta taşıyarak, Atatürk'ün hanımının da başının kapalı olduğu, bu ülkeyi Çanakkale'deki şehitlerle birlikte kendisi gibi olanların kurtardığını, vatanı yine savunmak lazım gelirse müvekkilimden önce kendisinin savunmaya geleceğini, müvekkilimin hareketinin zulüm olduğunu, öbür dünyada müvekkilim ile kendisinin karşı karşıya geleceğini müvekkilime söylemiş ve "Allah birdir" diye bağırmıştır. Müvekkilem Hakim Ayla Kaya da "Allah'ın birliğine kimsenin itirazının bulunmadığını" söylemiştir. Bunun üzerine şikayetçi müvekkileme "Burada Allah'ın kanunları geçerlidir" diye bağırarak eli ile önündeki masaya vurmuştur. Müvekkilem ise Türkiye Cumhuriyeti'nin bir hakimi olarak burada Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını uygulamakla görevli olduğunu, Allah'ın kanunlarının burada tartışılmayacağını, Türkiye Cumhuriyeti'nin kanunlarının uygulanacağını, ifadesini buna göre vermek zorunda olduğunu söylemiştir. Buna rağmen Naciye Sönmez ifade vermemekte ısrarcı olunca müvekkilem hakim; duruşma düzenini bozan Naciye Sönmez'e duruşmadan çıkmasını ihtar etmiştir. Naciye Sönmez dışarıya çıkarken duruşma salonu önünde bekleyen kişilere "bu rezalete şahit olun" diye bağırarak olay yerinden uzaklaşmıştır.

Bu cevap ve düzeltme yazımızı yayınlayarak en azından olaya tarafsız bir gözle baktığınızı, yanlı davranmadığınızı görmek müvekkilemin üzüntüsünü biraz olsun hafifletecektir.
Saygılarımızla,
Av. Sema Alioğlu & Av. Kazım Alioğlu