Haberler:

deneme

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - kilimanjaro

#341
İSA YAZAR - ANKARA

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylanan torba yasa ile memurlara yeni haklar tanındı. Açıktan vekil olarak atananlara ayda 2 gün olmak üzere yılda yirmi güne kadar izin hakkı getirildi. Doğum yapan memura iki yıl süreyle gece vardiyası görevi verilemeyecek.

Hemşirelik, ebelik, köy öğretmenliği, imam-hatiplik gibi kadrolara açıktan vekil atanabilen memurlar, ücretli izin hakkına kavuştu. Önceki gün Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından imzalanan torba yasa ile pek çok kesime önemli haklar geldi. Bunlardan biri de vekil memurlar. Daha önce açıktan vekil olarak atananların ücretli izin hakkı bulunmuyordu. Torba yasa ile bu durumdaki personele ayda 2 gün olmak üzere yılda yirmi güne kadar izin hakkı tanındı. Torba ile doğum yapan memurlar lehine de düzenleme yapıldı. Doğum yapan memura bir yıl süre ile gece nöbeti ve gece vardiyası görevi verilmemekteyken, bu süre iki yıla çıkartıldı. Ayrıca KİT'lerde çalışan sözleşmeli personelin her türlü izin hakları memurlarla paralel hale getirildi. Torba yasa ile 100 bin sözleşmeli memur kadroya geçerken, aday memur olarak görev yapmaktayken kılık kıyafet kurallarına aykırı davrandığı gerekçesiyle disiplin cezası alarak görevlerine son verilen memurlara da yeniden atanma hakkı getirildi. Yasa ile vekil Kur'an kursu öğreticisi olarak görev yapanlarla 4 Mayıs 2005 ile 30 Haziran 2013 arasında en az 3 ay süreyle bu görevde bulunanlar kadroya geçirilecek.

Yasa ile kamuya 2 bin 827 kadro ihdas edildi. Köy korucularından 55 yaşını doldurduğu için görevleriyle ilişikleri kesilenlere ödenen maaşlar, 384 liradan 653 liraya yükselecek. En yüksek aylık miktarı ise 614 liradan 883 liraya çıkacak. Muhtarların aldığı 460 liralık maaş da 875 lira olacak. Yasa ile Sosyal Güvenlik Kurumu'nda yönetici olarak görev yapan doktor, diş hekimi ve eczacılar 4 bin 900 lira ek ödeme alacak. Bu düzenlemeyle SGK'da görev yapan sağlık personelinin kurumdan kaçışının önlenmesi hedefleniyor.

Torba yasa ile pek çok alanda değişiklik geldi. Yasa ile işyerlerinin iş sağlığı ve güvenliği ile işyeri hekimi çalıştırma şartı 6 ay ertelendi. Buna göre 50'den az çalışanı olan tehlikeli ve çok tehlikeli sınıfındaki 600 bin işyeri, 1 Ocak 2014 tarihi itibarıyla işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı çalıştırmak zorunda olacak.

Düzenleme ile iş güvenliği uzmanı tanımı genişletildi. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, SGK ve İşkur'daki müfettişler ile şehir plancısı, peyzaj mimarı, iç mimar ve biyologlar da iş güvenliği uzmanı olabilecek. Çalışma Bakanlığı, torba yasaya kendi çalışanları için de önemli düzenlemeler koydu. Buna göre Çalışma Bakanlığı'nda yurtdışı görev kapsamı genişletildi. Daha önce genel müdür ve üstü personel yurtdışı sürekli göreve atanabiliyorken yeni düzenlemeyle bu kapsama daire başkanı ve üstü personel de girdi. Ayrıca Çalışma Bakanlığı ve Sosyal Güvenlik Kurumu'nda merkez teşkilâtındaki müfettişler de yeterliklerini aldıktan sonra 7 yıl çalışmış olmaları şartıyla yurtdışı göreve atanabilecek.

http://www.zaman.com.tr/ekonomi_vekil-memura-yillik-izin-hakki_2116596.html
#342
Harira da mı içmeyek?

18 Temmuz 2010 günü ajanslara düşen haber tam tamına şöyleydi: 'Diyarbakır'ın Silvan ilçesinde 40 yaşındaki Hacı Oruç, evde parasızlık yüzünden iftar için yemek pişmediğini öğrenince kendini asarak intihar etti. Kaldırıldığı hastanede 3 gün süren yaşam mücadelesini kaybeden Hacı Oruç vefat etti.'

18 Temmuz 2013 günü, yani bu haberden tam 3 yıl sonra, o gün, işim gereği, Kuruçeşme'deki Defterdar İbrahim Paşa Camii'nde iftarımı açmış; eve gitmek üzere sahilden ikinci köprüye doğru yola çıkmıştım. Sağda, önünde bin çeşit lüks arabanın olduğu bir yerin önünden geçerken arabadaki yönetmen arkadaşım 'abi, burası o yeni açılan muhafazakar mekanı. Çay 6 lira, iftar menüsü 80 kağıt' dedi. Fas mutfağından çok özel Harira çorbası, karpuz aromalı limonata, Özbek mantısı falan varmış meşhur mekanın iftar menüsünde.

AK Parti iktidarı, bunu isteyip istememesinden bağımsız olarak, kendine mahsus bir zengin üst sınıfın oluşmasını sağladı. Ben bu zengin üst sınıfa uzun süredir 'yeni muhafazakar tosuncuklar' diyorum.

Yeni muhafazakar tosuncukların en belirgin özellikleri 'servet sahibi olmanın kötü bir şey olmadığını' temcid pilavı gibi tekrarladıkları o zeka yoksunu, düztaban diskurları.

Meseleyi birkaç örnekle kaynağına götürelim.

Bir bedevi, Mescid-i Nebevi'ye girdiğinde, kimin Allah'ın Peygamberi olduğunu anlayamamıştı. Çünkü Risaletpenah Efendimiz'in sedef işlemeli bir tahtı, birkaç yakın koruması, ipekten elbisesi, gösterişli bir devesi, altın ve mücevherlerle süslü bir hançeri yoktu. Mescitteki herkes nasıl görünüyorsa, O (sav) da öyle görünüyordu. Medine, tarihin görüp görebileceği en 'sınıfsız toplum'lardan biriydi bu anlamda.

Hazreti Ali, pazar denetiminde hurma satan bir adamın önünde durmuş, ona 'bu hurma niçin 3, diğeri niçin 5 dinar' diye sormuş; iki hurma çuvalındaki hurmaları karıştırıp 'hurmalarını 4 dinardan satarsan kimse kendini eksik ya da üstün hissetmez' demişti.

Müslümanların en zenginlerinden biri olan Hazreti Ebubekir, çeşitli vesilelerle 3 ya da 4 kez bütün servetini, tek bir kuruşu kalmamacasına, Müslümanlara infak etmişti.

İslam, servet sahibi olmayı kınamaz; lakin servetin yanlış kullanımına sert şekilde karşı çıkar. Servetin yanlış kullanımını ise zekat-sadaka vermemek, infak etmemek, cimriliğe, israfa ve 'mal biriktirme arzusuna' yenilmek olarak tanımlar.

Yeni muhafazakar tosuncuklara, bu genel hükümleri hatırlattığınızda 'iyi de, zekatımı veriyorum; malımın geri kalanını nasıl kullanacağımdan sana ne' diye cevap verir size. (Zekatını da genellikle bağlı bulunduğu ve bağlantılarıyla iş yaptığı cemaatlerden birine verir. Zekattan çok bir çeşit 'iş anlaşması bedeli' diyorum ben buna. Uzun meseledir, belki sonra konuşuruz.)

Yok öyle. Bu, 'sana ne' diyerek işin içinden çıkılacak bir şey değil. Senin bindiğin 400 bin liralık jiple kaç tane Müslüman'ın hayatının kurtulmasına vesile olacağının hesabını yapacak kadar matematik biliyorum zira. 80 lira ödediğin iftar menüsünün kaç öğrenci evinde kaç delikanlının boğazından sıcak yemek olarak geçebileceğini tahmin edebiliyorum.

Ben 'sosyal adalet' dedikçe sosyal medyada sıkça önüme konulan bir hadis var: 'Allah nimetinin eserini kulunun üzerinde görmek ister!'

'Bana bunu gönderen yeni muhafazakar tosuncuk, keşke ilgili hadis-i şerifin başını da okusaymış' diyorum her seferinde. Çünkü Buhari ve İbnu Mace'de geçen hadisin tam metni şöyle: 'Yiyiniz, içiniz, sadaka veriniz ve giyininiz. Ancak kibirlenmeyin ve israf etmeyin. Şüphesiz Allah nimetinin eserini kulunun üzerinde görmek ister.'

Mısır'da, Suriye'de, Diyarbakır'da, Myanmar'da, Üsküdar'da, dünyanın ve ülkemizin dört bir köşesinde yarı aç yarı tok yaşam mücadelesi veren Müslüman'ın gözlerinin içine bakarak 'servetimden sana ne' diyemeyiz. 'Müslüman her şeyin en iyisine layıktır' hadisini sadece 'ben en iyisine layığım' olarak anlarsak sıkıntı olur. Müslüman, paylaşmanın, infak etmenin, zekat vermenin en iyisine layıktır yahu.

Diyarbakır'da iftar vakti fakirlikten intihar eden Hacı Oruç'un hesabının bizden sorulmayacağını düşünüyorsak İslam'dan, İslam'ın sosyal adalet kavramından hiçbir şey anlamamışız demektir.

Üstelik Harira çorbası, evde kolayca yapılabilen ve çok ucuza mal edebileceğiniz bir çorbadır.

twitter.com/kilicarslan_is
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/ismailkilicarslan/harira-da-mi-icmeyek/38758





Yukarıdaki köşe yazısında bahsedilen intiharla ilgili haber:



İftar için yemek olmadığını öğrenince intihar etti

Mazlum YILMAZ / SİLVAN (AHT)

Diyarbakır'ın Silvan İlçesi'nde geçimini sebze ve meyve satarak sağlayan 4 çocuk babası Hacı Oruç (40), 3 gün önce iftar öncesi geldiği evinde, eşinin para olmadığı için yemeke yapamadığını söylemesi üzerini kendini astı. Hastaneye kaldırılan Oruç, 3 günlük yaşam mücadelesini kaybetti.

Silvan'da geçimini el arabasıyla sebze ve meyve satarak sağlayan ve 2 odalı tek katlı evde ailesiyle yaşayan 4 çocuk babası Hacı Oruç, 3 gün önce iftar vakti evine geldi. 11 yıllık eşi Edibe Oruç'a (37) ne yemek yaptığını soran Oruç, "Yemek yapacak birşey yoktu. Yemek yok" yanıtını alınca önce çocuklarına sarıldı, ardından evin bir odasına çekilip kendini tavana astı. Eşinden ses gelmeyince meraklanan Edibe Oruç, eşini asılı görünce hemen ipi keserek eşini indirdi. Hacı Oruç, yakınları tarafından kaldırıldığı Diyarbakır Dicle Üniversitesi Hastanesi'nde yoğun bakımda tedaviye alındı. Oruç, yapılan tüm müdahaleye rağmen dün akşam yaşamını yitirdi.

Eşinin intihar etmesinin ardından 4 çocuğuyla ortada kalan Edibe Oruç, Kürtçe konuşarak eşinin son günlerde para kazanamadığı için eve yiyecek alamadığını söyledi.

Eşinin 3 gün önce iftar saatinde eve geldiğini ağlayarak anlatan Edibe Oruç, "İftar saatinde eşim eve geldi. Yemek yapacak hiçbir şey yoktu evde. Aç aç bekliyorduk. Eşim ne yemek yaptığımı sordu. Ben de (Yemek yapacak bir şey yoktu, yemek yok) dedim. Bunun üzerine çocuklara sarılıp bir süre ağladı. Çok üzüldüğünü anlamıştım. Sonra da arka odaya geçti. Ben de fazla üzmemek için yanına gitmedim. Ama odadan ses gelmeyince merak edip gidip baktım. Eşim kendini iple tavana asmıştı" dedi.

Otopsi işlemlerinin ardından Hacı Oruç'un cenazesi, Silvan'ın Karabehlülbey Mezarlığı'nda toprağa verildi.

http://www.haberturk.com/yasam/haber/543553-iftar-icin-yemek-olmadigini-ogrenince-intihar-etti
#343


Eskişehir'de bir avukatı, sosyal paylaşım sitesi Facebook'tan tehdit eden sanık 6 ay hapis cezası aldı. Ancak bu dava diğerlerinden farklıydı...

Sosyal paylaşım siteleri üzerinden tehdit ve hakarete mahkemeden emsal niteliğinde bir ceza geldi. Eskişehir 4. Sulh Ceza Mahkemesi, açtığı sahte Facebook hesabıyla bir avukatı tehdit eden sanığı 6 ay 7 gün hapis cezasına çarptırdı. Ceza ertelenmedi. Daha önceki benzer davalarda genellikle cezalar erteleniyordu.

Eskişehir'de geçtiğimiz yıl meydana gelen olayda, avukat Abdullah Algın, kefil olduğu halde ödemediği bir borç sebebiyle Hakan Sarı'nın babasına ait ev hakkında icra takibi başlattı.

İkazlara ve taleplere rağmen gerekli ödeme yapılmayınca Sarı'nın babasının evine haciz konuldu ve ev bu yolla satıldı. Yaşananlara tepki gösteren Hakan Sarı, sosyal paylaşım sitesi 'Facebook' üzerinden 'Semiha Hopan' ismiyle sahte bir hesap açtı. Bu hesap üzerinden avukat Algın'a 'tehdit ve hakarette' bulundu.

Facebook üzerinden gönderilen mesajlarda, "Cezanı çekeceksin. Kime bulaştığını bilseydin. İleride keşke demek zorunda kalmasaydın." ifadelerini kullandı.

Bunun üzerine Abdullah Algın, konuyla ilgili araştırma başlattı. Sarı, sahte 'Facebook' hesabından Algın'a gönderdiği mesajların içinde gerçek ismini yanlışlıkla yazınca yakayı ele verdi. Avukat Algın, konuyu yargıya taşıyarak, Sarı hakkında savcılığa suç duyurusunda bulundu.

Savcının başvuruyu incelemesinin ardından sosyal medya üzerinden 'tehdit ve söverek hakaret etmek' suçu sebebiyle Sarı hakkında, 3 aydan 2 yıla kadar hapis istemiyle 4. Sulh Ceza Mahkemesi'nde dava açıldı.

Duruşmada kendini savunan Sarı, hakkındaki suçlamaları kabul etmeyerek beraatını istedi. Sarı, avukat Algın'a yaptıklarının hesabını vermek zorunda olduğunu hatırlatmak için böyle bir yola başvurduğunu aktardı. Ancak tehdit kastının olmadığını iddia etti.

Davacı Abdullah Algın ise avukatlık mesleği gereği yaptığı icra takibi sonucu sanığın babasının evine haciz konulduğunu, burada şahsi bir kastının olamayacağını belirterek, "Bu sebeple sanık beni Facebook mesajıyla tehdit etti. Sanık bu tehdit mesajlarını avukat arkadaşlarıma da göndermiş. Sanığın cezalandırılmasını istiyorum." dedi.

Savunmaların ardından dosyayı son kez inceleyen mahkeme heyeti, davayı karara bağladı. Sanık Sarı, 'tehdit ve hakaret' suçundan 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Sanığın tehdit suçunu birden çok kez işlemiş olduğunu gerekçe gösteren mahkeme, 1/4 oranında artırıma giderek cezayı 7 ay 15 güne çıkardı. Ardından mahkeme, sanığın duruşmadaki iyi hal durumunu da göz önüne alarak cezada 1/6 oranında indirime gitti ve cezayı 6 ay 7 güne indirdi. Ancak mahkeme, sanığa verilen bu cezada herhangi bir ertelemeye gitmedi. Buna göre sanık Hakan Sarı, mahkemenin verdiği 6 ay 7 gün hapis cezasını çekecek.

http://www.zaman.com.tr/gundem_sahte-isimle-facebooktan-avukati-tehdit-etti-6-ay-hapis-cezasi-aldi_2114344.html
#344


ABDULLAH METİN ÇOLAK - İSTANBUL

Yargı mensuplarının sıkça sitem ettikleri idarî işlerdeki yoğunluk sorununun çözümü için önemli bir adım atılıyor. Bu kapsamda geçtiğimiz yıl hastanelerde uygulamaya geçirilen 'hastane müdürü' (CEO) uygulaması adliyelere taşınıyor.

Hâkim ve savcıların yaklaşık yüzde 30'unun istihdam edildiği adliye idarî işlerinin yönetimini profesyoneller devralacak. Adalet Bakanlığı tarafından başlatılan ve son aşamaya gelen çalışma sonrasında ilk etapta İstanbul Adalet Sarayı'nın idarî yönetimi hâkim ve savcılardan alınıp uzman kişilere verilecek. Göreve gelecek yönetici, cumhuriyet başsavcısı ile Adalet Komisyonu başkanının denetiminde çalışacak.

İlk olarak İstanbul Adalet Sarayı'nda uygulanacak Adliye CEO'su projesi ile idari işlerin yönetimini profesyonel kişiler yapacak. Adliye yöneticisi hizmet, idari düzenlemeler, adliyeye malzeme alımı, lojman ve ceza infaz kurumu inşasının da aralarında bulunduğu birçok konudan sorumlu olacak. Yapılacak değişiklikle hâkim ve savcıların adliyenin idari işlemlerinden arındırılarak yargı görevine odaklanmalarının sağlanması planlanıyor.

Proje kapsamında adliye yöneticiliğinin dışında adliye içi işlemlerin hızlandırılması için de birtakım değişiklikler öngörülüyor. Zaman kaybını önlemek adına kurulacak danışma masaları da bunlardan biri. Adliyeye gelen vatandaşlar, kendine ait duruşmanın salonunu veya hakkında başlatılan bir adlî işlemin ne aşamada olduğunu bu masalardan öğrenebilecek. Değişikliklerden biri de ön büro sisteminin kurulması. Ön bürolarda daha önce savcıların bizzat aldığı dilekçelerin kabulü yapılacak ve vatandaşların ulaşamadığı dosyalar hakkında bilgilenmeleri sağlanacak. Adliyeler için düşünülen bir diğer proje ise 'kısıtlı alan' uygulaması. Söz konusu uygulama ile adliye sarayı, halka açık, yarı kapalı ve kapalı alanlar olarak bölümlere ayrılacak. Uygulamanın hayata geçmesi ile hâkim ve savcılar işlerini yaparken her an rahatsız edilemeyecek. Bu şekilde yargı personelinin işine odaklanması ve işlemlerin hızlanması hedefleniyor.

Adliyelerin idari ve mali yönetimin başsavcılık eliyle yürütüldüğünü belirten Demokrat Yargı Eşbaşkanı Doç. Dr. Uğur Yiğit, "Adliyelerde hâkim ve savcı odalarının tahsisinden bakanlıktan gönderilen ödeneğin harcanmasına kadar birçok konu başsavcı ve vekilleri tarafından yapılır. Hastanelerde başhekim ve hastane müdürü var. Böylelikle başhekim levazım, temizlik, güvenlik, yemekhane, temizlik vs. konuları yerine hastaların sağlığına zamanını ayırabiliyorsa aynı mantık ve uygulama adliyelere de getirilmelidir." şeklinde konuştu. Yiğit, Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyükşehirler başta olmak üzere birçok adliyede önemli sayıda savcının asıl uzmanlık konuları olan soruşturma işi yerine idari işlerde görevli olduğunu anlattı. Adliyelerin idari ve mali yönetiminin Adalet Komisyonu veya komisyon başkanına bağlı başsavcıdan alınması gerektiğini belirten Uğur Yiğit, "Adliyeler adliye müdürleri tarafından yönetilmelidir. Savcıların yargı dışındaki bütün görevleri bu müdürlere devredilmelidir." dedi.

Adliye yöneticisinin devralacağı görevlerden bazıları:

Adliyenin temizlik, güvenlik ve bakım onarım gibi işlemlerini yapmak.

'Bilgi Edinme Kanunu' kapsamında yapılan müracaatlara yanıt vermek.

Aylık rapor ve cetvelleri hazırlatıp Adalet Bakanlığı'na göndermek.

Adli sicil hesaplarını kontrol etmek.

Adliye binası, lojman ile ceza infaz kurumu inşaat işlerini yapmak ve kontrol etmek.

Hizmet içi eğitim seminerleri düzenlemek.

Mahkemelerin güvenliğini sağlamak.

http://www.zaman.com.tr/gundem_adliyelerde-ceo-donemi_2114871.html
#345
Türk Medeni Kanunu'nun 609. maddesinde sorunuzun cevabı mevcut. Konuyla ilgili bilgiye BURADAN ulaşabilirsiniz. Red hakkınızı kullanmak için babanızın borçlu olduğunu ispatlamanıza ve bu yönde belge sunmanıza gerek yok. Kimliğinizle müracaat etmeniz yeterli olur diye düşünüyorum.

Tekrardan başınız sağolsun...
#346


SİVAS'ın Gürün İlçesinde uçuruma yuvarlanan otomobilde 34 yaşındaki hakim Yaşar Yılmaz hayatını kaybetti. Otomobilde yapılan aramada 25 kilo esrar bulundu.

Dün akşam saat 21.00 sıralarında Darende İlçesi Yazıköy yakınlarında bir otomobilin 250 metrelik uçuruma yuvarlandığını gören vatandaşlar, durumu jandarma ekiplerine bildirdi. Yapılan ihbar sonrasında olay yerine giden İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri ağır hasar gören G.D. adlı bir kişi üzerine kayıtlı Ford Fiesta marka 06 EYK 43 plakalı otomobilin içinde hakim olduğu öğrenilen Yaşar Yılmaz'ın cesediyle karşılaştı.

Hayatını kaybeden hakim Yaşar Yılmaz'ın cesedi, otopsi yapılmak üzere Gürün Devlet Hastanesi morguna kaldırıldı. Jandarma ekiplerinin araçta yaptığı arama da ise otomobilin içinde 25 kilo esrar ve bir miktar uyuşturucu hap bulundu. Hakim Yaşar Yılmaz'ın kesin ölüm sebebinin ise yapılacak otopsi sonucu belli olacağı öğrenildi.



YAKINLARI: ARABA KULLANMAYI BİLMEZDİ

Yaşar Yılmaz'ın Çorum'un İskilip ilçesinde görev yaparken son çıkan kararnameyle Siirt'in Kurtalan ilçesine tayin olduğu öğrenildi. Hakimin cenazesi Gürün'ün Beypınar Köyü'nde toprağa verilirken, Jandarma ekipleri kazayla ilgili geniş çaplı soruşturma başlattı. Beypınar köyünde toprağa verilen Yaşar Yılmaz'ın yakınları ise hakimin ehliyetinin olmadığını ve araba kullanmayı bilmediğini iddia ettiler.

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/24418226.asp
#347


Diyarbakır'da boşanan çiftin 10 yaşındaki kızlarının soyadı, mahkeme ve Yargıtay arasında kriz çıkardı. Yargıtay, kızın, annesinin soyadını almasına hükmeden mahkeme kararını bozdu.

Diyarbakır'da 2002 yılında evlenen Murat Çağlar Haznedaroğlu ile Ayfer Beken'in 2003 yılında Aylin adını verdikleri bir kız çocukları oldu. Ancak çift 2007'de boşandı. Aylin'in velayeti 'henüz anne bakım ve şefkatine muhtaç olduğu' gerekçesiyle annesine verildi. Anne Ayfer Beken, 2012 yılında mahkemeye başvurarak Aylin'in 'Haznedaroğlu' olan soyadının 'Beken' olarak değiştirilmesini istedi.

ANNE LEHİNE KARAR

2012 yılının Ekim ayında görülen duruşmada Diyarbakır Nüfus Müdürlüğü temsilcisi, 18 yaşına kadar velayet annede olsa dahi, çocuğun babasının soyadını taşımak zorunda olduğunu belirtip, davanın reddedilmesini istedi. Ancak dosyayı karara bağlayan Diyarbakır 2'nci Asliye Hukuk Mahkemesi Hakimi Faruk Özsu, anne lehine hüküm kurarak, Aylin'in soyadının 'Beken' olarak değiştirilmesine karar verdi.

Mahkeme, Anayasa Mahkemesi'nin, Nüfus Kanunu'nun 4'üncü maddesinde yer alan "Boşanma hallerinde, çocuk anasına verilmiş olsa bile babasının seçtiği soyadını alır' hükmünü, 2011 yılında Anayasa'nın 10 ve 41'inci maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle iptal ettiğini vurguladı. Mahkemenin kararı, Nüfus Müdürlüğü'nce temyize götürüldü.

Dosyayı inceleyen Yargıtay 18'inci Hukuk Dairesi, hükmün bozulmasına oy birliğiyle karar verip, dosyayı yeniden yerel mahkemeye gönderdi.

Yargıtay'ın bozma kararında, özellikle boşanma sebebiyle velayet sahibi annelerin çocuklarına kendi soyadını vermek için bir çaba içine girdiklerini belirtti. Kararda soyadını velayet hakkı gibi nedenlerle değiştirmenin Medeni Kanun'a aykırı olduğu belirtilerek, "Velayetin anneye verilmesi, onun soyadının değiştirilmesi için haklı bir neden sayılmadığı gibi, hukuki mevzuat buna izin vermemektir" denildi.

'Yargı yasanın ne olduğunu söylemeli'

Yargıtay'ın kararı bozması üzerine, Diyarbakır 2'nci Asliye Hukuk Mahkemesi yeniden yargılama yaptı. Mahkeme, duruşmada Yargıtay'ın bozma kararına karşı direnme kararı aldı. Aylin Haznedaroğlu'nun soyadının 'Beken' olarak değiştirilmesine karar verdi. Kararın Yargıtay Genel Kurulu'nda temyiz yolu açık olmak üzere verildiği belirtildi. Gerekçeli kararda, Yargıtay'ın bozma kararına sert bir dille şu karşılık verildi: "Yargı, hukukun ve yasanın ne olduğunu söylemekle yetinir ve teknik, hukuki düşünceleri aşacak şekilde hukuk yaratmaya kalkamaz. Tersi bir yaklaşım, günümüzde ciddi bir eleştiri konusu haline gelen yargısal aktivizmi (Judicial Activism) çağrıştırır."

Kaynak: CİHAN
http://www.haber7.com/guncel/haber/1053758-mahkeme-ile-yargitay-arasinda-soyadi-krizi
#348


Danıştay'ın iki yıl önce, memurluktan çıkarılan başörtülü öğretmen Melek Yılmaz'ın davasında tarihi bir karara imza attığı ortaya çıktı. 'Başörtüsü ceza gerekçesi olamaz' diyen 12. Daire, tazminata hükmetti. Karar kesinleşti.

28 Şubat sürecinde başörtüsü taktığı gerekçesiyle meslekten atılan Melek Yılmaz, Erzurum 1. İdare Mahkemesi'nde dava açtı. Mahkeme ihraç kararını onadı. Danıştay temyiz incelemesinde kararı bozarak başörtüsünün memurluktan ihraç nedeni olamayacağına hükmetti. Danıştay, kararında Melek Yılmaz'ın 10 yıllık özlük haklarının iadesine karar verdi. Yerel mahkemenin uymasıyla hukuk süreci tamamlanan karar kesinleşti.

SON DAVAYA ÖRNEK OLDU

28 Şubat sürecinde başörtülü olduğu gerekçesiyle öğretmenlikten atılan Gülşen Demir'in davasında da benzer bir karar aldı. Ancak Milli Eğitim Bakanlığı Hukuk Müşavirliği davayı temyize götürdüğü için bu karar kesinleşmedi.

AİHM KARARINA UYULMADI

Danıştay Melek Yılmaz davasında başörtülülere memurluk yolunu açan kararı 2011'de verdi. Geçtiğimiz günlerde yerel mahkemenin karara uymasıyla sonuçlanan hukuk mücadelesi şöyle gelişti: Melek Sima Yılmaz, 2000 yılında görev mahallinde başörtüsü ile görülmesinin ardından hakkında soruşturma açılarak devlet memuriyetinden çıkarıldı. Açtığı dava aleyhine sonuçlanan Yılmaz, iç hukuk yolları tükenince 2005'te davayı AİHM'e taşıdı. Adil yargılanma yapılmadığı gerekçesi ile AİHM Türkiye'yi mahkum etti.

AİHM kararına uymayan Erzurum 1. İdare Mahkemesi, Yılmaz'ın memuriyetten çıkarılma cezasını yine hukuka uygun bulunca karar temyiz edildi.

ÖZLÜK HAKLARI FAİZİYLE

2011 yılında Danıştay 12. Dairesi ise özgürlüklerden yana tavır alarak Erzurum 1. İdare'nin kararını bozdu. Daire, 'Başörtüsünün memurluktan çıkarılma nedeni olamayacağına' hükmetti. Dosyayı yeniden yerel mahkemeye gönderdi. Erzurum 1. İdare Mahkemesi ise bu kez Danıştay kararına uydu. Mahkeme işlemin iptaline ve işlem nedeniyle yoksun kalınan mali ve özlük haklarının ilk davanın açıldığı tarih olan 09.02.2001'den itibaren işletilecek yasal faiziyle davacıya ödenmesine karar verdi. Böylece ilk kez Danıştay kararıyla Türkiye'de ilk defa memuriyette başörtüsüne yargıdan vize çıktı.

EMSAL KARAR 2 YIL ÖNCE

Danıştay, Melek Yılmaz davasında verdiği kararı emsal kabul ederek benzer dosyalarda da uyguladı. 28 Şubat sürecinde öğretmenlikten atılan başörtülü Gülşen Demir'in de haksızlığa uğradığına hükmetti. Davalı taraf adına MEB Hukuk Müşaviri Osman çelik, kararı temyiz ederek Danıştay Dava İdareler Kurulu'na taşıdı. Bu dava, henüz yargı süreçlerini tamamlamadı.

Çelik'in ilk vukuatı değilmiş

Danıştay'ın, öğretmen Gülşen Demir'in göreve dönmesi ile ilgili kararına itiraz ettikten sonra görevden alınan MEB Hukuk Müşaviri Osman Çelik'in, 28 Şubat sürecinde başörtülüleri memuriyetten çıkaran Yüksek Disiplin Kurulu üyesi olduğu ve birçok öğretmen ile birlikte, Melek Sima Yılmaz'ın da görevden alınması ile ilgili kararda da imzası olduğu ortaya çıktı.

http://yenisafak.com.tr/gundem-haber/basortulu-memura-vize-24.07.2013-545284
#349


İZZETTİN ÇİÇEK - ANKARA

Yargıtay, başörtülü öğrencilerin fotoğrafını çekip eğitim haklarını engellediği için yargılanan ve 2 yıl 1 ay hapse mahkûm edilen Ege Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Esat Rennan Pekünlü'nün cezasını onadı.

Oyçokluğuyla karar alan Yargıtay 4. Ceza Dairesi, Pekünlü'ye eğitim ve öğretimin engellenmesi suçunun nitelikli sebebiyle 1 kat daha fazla ceza verilmesi gerektiğini bildirdi. Ancak aleyhe temyiz olmadığından bozma kararı verilmedi.

Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Rennan Pekünlü, 2011 yılında derse başörtüsü ile girmek isteyen öğrencilere engel olmuştu. Bununla da yetinmeyen Pekünlü, kapıda izinsiz şekilde fotoğraflarını çektiği öğrencileri fişlemişti. Matematik bölümü öğrencisi Fatma Nur Gidal, eğitim hakkını engellediği iddiasıyla 2011 yılında Pekünlü hakkında dava açmıştı. İzmir 4. Asliye Ceza Mahkemesi, 13 Eylül 2012 tarihli kararında Pekünlü'yü 2 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırmıştı.

Yerel mahkemenin kararını görüşen Yargıtay 4. Ceza Dairesi, Rennan Pekünlü'ye verilen cezayı onadı. Kararda, Pekünlü'nün eğitim ve öğretimin engellenmesi suçunu defalarca işlediği, bunun da cezanın ağırlaştırıcı halini teşkil ettiği kaydedildi. Ayrıca Pekünlü'nün bu suçu kamu görevlisi olmanın sağladığı nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle işlediğinin altı çizilerek, yerel mahkemenin kararında ağırlaştırıcı hükümleri göz önünde bulundurmadığı belirtildi. Pekünlü'nün cezasının bu durumlar da değerlendirilerek daha yüksek olması gerektiğine değinen 4. Ceza Dairesi, aleyhe temyiz olmadığından yerel mahkemenin kararını bozmadı. Üye Hakim Doç. Dr. İbrahim Şahbaz ise Pekünlü'nün Ege Üniversitesi Rektörlüğü'nün talimatı çerçevesinde hareket ettiğini belirterek, kararın bozulması gerektiğini savundu.

http://www.zaman.com.tr/gundem_basortululeri-takibe-alan-profesorun-cezasi-agirlastirilmaliydi_2113974.html
#350


EŞREF AKGÜN - MALATYA

2011 yılında Malatya'nın Yeşilyurt ilçesine bağlı Gözene köyünde iki aile arasında su yüzünden çıkan silahlı kavgada 21 yaşındaki Cumali Ayabakan ölmüş, karşı taraftan da Bekir ve Mücahit Aydın ağır yaralanmıştı. Olayla ilgili açılan davanın dün görülecek duruşması öncesi Malatya Adliyesi'nin önü savaş alanına döndü.

İddiaya göre adliye önünde pusu kuran Aydın ailesinin mensupları, Ayabakan ailesinin fertleri binaya girmeye hazırlanırken ateş açtı. Saldırıda 32 yaşındaki Mustafa Ayabakan adliye binası kapısında başına isabet eden kurşunla yere yığılırken, 27 yaşındaki Habib Ayabakan ile 47 yaşındaki Hikmet Ayabakan ağır yaralandı. Polis ekipleri, çıkan kargaşadan yararlanarak kaçan Aydın ailesi fertlerini yakalamak için geniş çaplı soruşturma başlattı. Kısa sürede 5 şüpheli, silahları ile birlikte gözaltına alındı. Durumu ağır olan Mustafa ve Habib Ayabakan, yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı. Bu arada çevrede araştırma yapan polis ekipleri adliye binasının 100 metre ilerisinde boş bir arazide yaralı bir kişi gördü. 61 yaşındaki Mehmet Aydın olduğu belirlenen kişinin kasığından yaralandığı ve kaçarken boş araziye saklandığı belirtildi. Olay sonrası caddeyi güvenlik çemberine alan ekipler, adliye binasına girişe de izin vermedi. Özel Harekât polislerinin de geldiği adliye binası önünde çok sayıda boş kovan bulunurken, yaralıların kaldırıldığı hastanelerde de sıkı güvenlik önlemleri alındı. Saldırı anı çevredeki bir işyerinin güvenlik kamerasına yansıdı. Kaydedilen görüntülerde saldırganların polis tarafından etkisiz hale getirilmeye çalışıldığı gözlendi. Yeşilyurt ilçesine bağlı Gözene köyünde ise olası bir olaya karşılık çok sayıda jandarma timleri güvenlik önlemi alarak beklemeye başladı. Gözaltına alınan Aydın ailesi fertleri sorgulanmak üzere asayiş şube müdürlüğüne götürülürken, olayla ilgili geniş çaplı soruşturma başlatıldı.

http://www.zaman.com.tr/gundem_husumetli-olduklari-aileye-adliyede-pusu-kurdular_2113940.html
#351
Müşteri Memnuniyeti Gerekçesi ile Telefon Görüşmesi Kayda Alınabilir mi? - Prof. Dr. Ersan Şen - Haber7.com

Son zamanlarda, bireylerin "112 Acil" ve "155 Polis İmdat" gibi hatları aramak suretiyle suç ihbarında veya tıbbi yardım talebinde bulundukları sırada ya da kamu kudreti kullanıcısı Devlete bilgi verdikleri telefon görüşmelerinin, arayan kişinin bu yönde bir rızası olup olmadığı dikkate alınmaksızın kayda alındığı ve saklandığı, gerektiğinde de kullanıldığı görülmektedir.

Yazımızda, bu uygulamanın hukuka uygunluğunu ve arayan kişinin konuşmaların kayda alınmasına onay göstermesinin, kayıt altına alma fiilini hukuka uygun hale getirip getirmediğini değerlendireceğiz.

Türk Ceza Kanunu'nun "Haberleşmenin gizliliğini ihlal" başlıklı 132. maddesine göre, "Kişiler arasındaki haberleşmenin gizliliğini ihlal eden kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu gizlilik ihlali haberleşme içeriklerinin kaydı suretiyle gerçekleşirse, verilecek ceza bir kat artırılır.

Kişiler arasındaki haberleşme içeriklerini hukuka aykırı olarak ifşa eden kimse, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Kendisiyle yapılan haberleşmelerin içeriğini diğer tarafın rızası olmaksızın hukuka aykırı olarak alenen ifşa eden kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. İfşa edilen bu verilerin basın ve yayın yoluyla yayımlanması halinde de aynı cezaya hükmolunur".

TCK m.132/1-2; kendisi ile yapılmayan, yani başkaları arasında gerçekleşen haberleşmenin izinsiz kayda alınması veya gizliliğinin ihlali ya da bu kayıtların ifşa edilmesini suç olarak tanımlamıştır. 132. maddenin üçüncü fıkrasında, o da kendisi ile yapılan haberleşmenin içeriğinin kaydı alınması ve saklanması değil, kendisi ile yapılan haberleşmenin içeriğini diğer tarafın rızası olmaksızın alenen ifşa eden kişi cezalandırılacaktır. İfşanın hukuka aykırı ve aleni olmaması durumda ise, elbette suç gerçekleşmeyecektir. Üçüncü fıkrada, sadece haberleşmelerin içeriğinin diğer tarafın rızası olmadan hukuka aykırı olarak alenen ifşa edilmesi fiili suç sayılıp, fail hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası öngörülmüştür.

Oysa TCK 132. madde, kendisi ile yapılan haberleşme içeriğini, örneğin telefon konuşmasını diğer tarafın rızası olmaksızın kayda alan ve bu kaydı aleniyet şartı aranmaksızın başkası ile paylaşan kişinin fiilini de suç olarak tanımlamalı idi.

Kişinin emniyet ya da acil servisi aramak suretiyle gerçekleştireceği telefon görüşmesinin kayda alınmasının, Türk Ceza Kanunu'nun 132. maddesindeki mevcut düzenleme karşısında suç oluşturmayacağı ileri sürülebilir. Şöyle ki;

Uygulamada, emniyet ya da acil servis ile gerçekleştirilen görüşmelerde, arayan kişiye bu görüşmelerin kaydedileceğine ilişkin bir uyarı bildiriminde bulunulmadığı, yani kişinin görüşmenin kayıt altına alınması hususunda rızasının alınmasına ihtiyaç duyulmadığı görülmektedir. Kanaatimizce, bireyin rızası olsun veya olmasın emniyet ya da acil servisi aramak suretiyle gerçekleştirdiği telefon görüşmelerinin kayda alınması doğru değildir.

Bir an için "Hakkın kullanılması ve ilgilinin rızası" başlıklı Türk Ceza Kanunu'nun 26. maddesinin somut olayda uygulama alanı bulduğu iddia edilse dahi bireyin, kamu kudreti kullanıcısı devletin en etkili birimlerinden olan "155 Polis İmdat" ya da çoğunlukla aciliyet ve zorunluluk gibi sebeplerden dolayı aradığı "112 Acil Servis" ile gerçekleştirdiği telefon görüşmeleri sırasında, bu görüşmelerin kayıt altına alınması noktasında hür bir iradeye sahip olduğundan bahsetmek mümkün değildir. Bir başka ifadeyle, bireyin kamu kudreti kullanıcısı Devlet organları karşısında hür iradeye sahip olamayacağı kabul edilmeli ve bu kapsamda gerçekleştirdiği telefon görüşmeleri rıza ile de kayıt altına alınamamalıdır. Çünkü birey, kamu kudreti kullanıcısına karşı özgür iradeye sahip olamaz ve bu kapsamda  "mağdurun rızası" adlı hukuka uygunluk sebebine de itibar edilemez. Önceden bireyin rızası alınsa da, telefon veya ortamda geçen bu konuşmalara ilişkin kaydın hukuka aykırı sayılması gerektiğini düşünmekteyiz.

Emniyeti ya da acil servisi arayan bireyin konuşmalarının kayıt altına alınması, bireyiz rızası olsun veya olmasın Türk Ceza Kanunu'nun 257. maddesinde düzenlenen görevi kötüye kullanma suçunu oluşturacağı gibi, bu kayıtların alenen ifşa edilmesi halinde de Türk Ceza Kanunu'nun 132. maddesinin 3. fıkrasında öngörülen haberleşmenin gizliliğini ihlal suçu oluşacaktır. CMK m.135/7 uyarınca, ancak Kanunun öngördüğü hallerde ve Kanun tarafından yetkili kılınan makam aracılığı ile iletişimin tespiti, dinlenmesi, kayda alınması ve iletişim sinyallerinin takibi mümkündür. Bunun dışında ve önleyici maksatlı dinlemeler dışında, kimsenin iletişimi kayda alınmaz, alındığı takdirde bu kayıtlar hukuka aykırı kabul edilir ve bireyin aleyhine kullanılamaz.

Peki kamu kudreti kullanıcısı devlet organları dışında, örneğin bankalar ile gerçekleştirilen telefon görüşmeleri açısından da durum aynı mıdır?

Bilindiği gibi telefonla yapılan bankacılık işlemleri sırasında, ilgiliye kayda alma konusunda bilgi verilmektedir. Kişi, rızası bulunmadığı takdirde telefon görüşmesini sona erdirme imkanına sahiptir. Bu nedenle, telefonla bankacılık işlemleri sırasında otomatik olarak yapılan kayıt işlemlerine herhangi bir itiraz ileri sürülmeksizin görüşmeye devam edilirse, görüşme sırasında banka tarafından alınan kayıtlar ilgili hakkında sonradan başlatılacak soruşturma ve kovuşturmalarda delil olarak kullanılabilecektir.

Şayet ilgili, otomatik olarak yapılan bu kayıt işlemine başlarken sözkonusu kayda rıza göstermediğini beyan ederse, bu kayıt ilgili hakkında daha sonra başlatılacak olan soruşturma ve kovuşturmada delil olarak kullanılamayacaktır. Kayıt altına alındığını bildiği halde, kayıtla ilgili açıklama karşısında sessiz kalıp, konuşmaya devam eden kişinin rızasının bulunduğu ve ileride bu konuşmanın aleyhine delil olarak kullanılabileceğini bildiği kabul edilir. Bant çözümünde konuşmanın kaydedileceğine dair bir açıklama bulunmamakta ise, bu durumda elde edilen kayıt hukuka uygun delil sayılmayacaktır.

"Sizin güvenliğiniz için görüşmeyi kayda alıyoruz" ibaresine verilen rızanın, başka amaçlar kapsamında kayda alınan konuşmanın o kişinin aleyhine delil olarak kullanılmasına rıza göstermesi anlamını taşımayacağı fikri elbette dikkate alınmalıdır. Gösterilen rızanın dar ele alınması gerektiği, bu sebeple de sadece kendi güvenliği, yararı için görüşmenin kayda alındığını düşünerek, kayda rıza gösteren kişinin rızasını geniş tutmak ve göstermediği bir rızayı varsaymak isabetli olmayacaktır. Konuşması kayda alınan kişi, her ne kadar kayıt işlemine rıza göstermiş olsa da, bu kaydın ileride aleyhine delil olarak kullanılabileceğini o an düşünmemiş olabilir. Sonuç olarak kişi, pekala iradesinin sakatlandığını ve aldatılmak suretiyle rızasının elde edildiğini ileri sürebilecektir.

Kamu kudreti kullanıcısı Devlet organları ile gerçekleştirilen telefon görüşmelerinin, bireyin rızası dahi olsa, kayıt altına alınması doğru değildir. Aynı durum, kamu kurum ve kuruluşu niteliğinde olmayan, yani bankalar gibi özel kurumlarla gerçekleştirdiğimiz zorunlu görüşmeler için de geçerlidir.

Ancak belirtmeliyiz ki, Ülkemizde henüz kişisel verilerin korunmasına dair hukuki alt yapı olmadığından, önleyici maksatlı dinleme ve Ceza Muhakemesi Kanunu'nda öngörülen adli amaçlı dinleme dışında telefon görüşmelerinin kayda alınması hukuken mümkün değildir. Bu sebeple mevcut düzenlemenin yetersiz olduğunu, TCK m.132'nin de konuşmayı karşı tarafın bilgisi olmaksızın kayıt altına alma fiilini net bir şekilde suç olarak düzenlemediğini ifade etmeliyiz. Kanaatimizce, kişiler arasındaki telefon görüşmelerinin, bir tarafın rızası veya bilgisi olmaksızın kayıt altına alınması ve bu kaydın kullanılması bir suç tipi olarak düzenlenmelidir.

Özel hayatın gizliliği ve korunması hakkı ile haberleşme hürriyetinin gözetilebilmesi için, öncelikle muvafakatli veya önceden rızaya dayalı aramanın usul ve esasları, ceza sorumluluğu kanunla düzenlenmeli, acil servis, itfaiye, polis imdat gibi özellik taşıyan hatlar ile işyerlerinin müşteri memnuniyeti dışında önü açılmamalı ve yasal düzenleme sırasında da "Temel hak ve hürriyetlerin gözetilmesi" başlıklı Anayasa m.13 mutlaka gözetilmelidir.

Tüm izinli dinlemelerde, dinleme hangi amaçla kayda alınmakta ise, ancak o amaç için kullanılabilmeli, saklama şekil ve süresi de yasa ile düzenlenmelidir.

Ayrıca, delil elde etmenin yöntemi hukuka uygun olmalıdır. Zaten tahkik sistemi ile itham sistemini ayıran da budur. Herşey delil olabilir, bunun sınırı da hukuka uygun yol ve yöntemlerin kullanılmasıdır. Hukuk kuralı ise, biçimini Anayasa m.13 çerçevesinde bulur. Yasal dayanağı olmayan kişi hak ve hürriyet sınırlamalarına itibar edilmesi mümkün değildir.

1. Mağdurun rızası diye bir kavram kamu kudreti kullanıcısı karşısında olamaz. Bu nedenledir ki, hukuk sistemimiz muvafakatli aramayı reddetmektedir. Özgür irade, ancak özgür insanlar arasında mümkündür. Bir tarafta birey, diğer tarafta zor ve silah kullanma yetkisini sahip kolluğun olduğu bir yerde veya o kamu görevlisini arama zorunluluğu içinde bulunduğunuz bir durumda, mağdurun rızasının alınması suretiyle sesin kayda alınabilmesi doğru görülemez.

2. Sınırlama, Anayasa m.13 ve 22/2 kapsamında yapılabilir. Yasal düzenleme ve yasal dayanak olmak zorundadır. Hiçbir gerekçe, hukuka aykırılığı hukuka uygunluğa dönüştüremez.

Prof.Dr. Ersan Şen - Haber7.com
http://www.haber7.com/yazarlar/prof-dr-ersan-sen/1052126-musteri-memnuniyeti-gerekcesi-ile-telefon-gorusmesi-kayda-alinabilir-mi
#352


Taylan Tanay'ın örgüte gönderdiği iddia edilen şok CV'si

DHKP-C iddianamesine göre avukat Taylan Tanay'ın örgüte gönderdiği CV'sinde "Askerlik yapmadım. Boru bomba ve molotof kullandım. 14'lü silah ve pompalı tüfek kullanabiliyorum. Keleşin tüm özelliklerini bilirim " ifadeleri yer aldı.

DHKP-C'ye yönelik yürütülen soruşturma sonucu yazılan 622 sayfalık iddianamede Avukat Taylan Tanay'ın örgüte gönderdiği şok CV yer aldı. İddiaya göre CV'de Taylan Talay patlayıcılardan, bombalardan, silahlardan ve keleşten bahsediyor ve bunları iyi kullandığını belirtiyor.

BELGELER HOLLANDA'DAN

İddiaya göre Taylan Tanay ile ilgili CV çok ilginç bir yerden alındı. 2009'da İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca Belçika ve Hollanda adli makamları ile irtibata geçilerek DHKP-C terör örgütü ile ilgili dokümanlar istendi. Uzun uğraşlar sonucu elde edilen belgeler arasında Tanay'ın CV'si de çıktı. CV'de şu ifadelerin yer aldığı iddia edildi:

'PATLAYICI YAPABİLİYORUM'

"1999-ayhan-nisan-o10nis11" isimli word belgesi incelendiğinde Ayhan kod Necdet Berk tarafından yurtdışındaki sorumluya gönderilen rapor içerisinde Taylan Tanay'dan bahsediliyor ve Tanay'ın örgüte verdiği CV'ye yerveriliyor. Hakkında 53 yıl hapis cezası ile dava açılan Talay CV'de şöyle yazmış: Askerlik yapmadım. Ama halk patlayıcılarını yapabiliyorum. Boru bomba ve molotof kullandım. l4'lü silah kullanabiliyorum. Ayrıca keleşin tüm teknik özelliklerini biliyorum ama kullanmadım. Pompalı tüfek kullanabiliyorum." CV'de gözaltına alınmasını, hapiste yatmasına ilişkin ise şunlar olduğu öğrenildi: Elaziğ, Elbistan hapishanelerinde müşadiyede kaldım. Elbistan'da açlık grevi sonrası Malatya Hapishanesine getirildim. Malatya Hapishanesinde içtima sorumluluğu yaptım. Süresiz açlık grevi direnişinde ve barikat direnişlerinde bulundum....7 kez gözaltına alındım. 4 kez TEM'e götürüldüm. Her defasında savcılığa çıkarılmadan bırakıldım.

"ASKERİ EĞİTİM ALDIM"

Sabah'ın haberine göre Taylan Tanay cezaevinde askeri eğitim aldığından da bahsederek, "Malatya Hapishanesi'nde 96 Ölüm orucu direnişinin 45 günlük süresiz açlık grevi direnişinde bulundum. Bu süreçte yapılan barikat direnişlerine katıldım. Yapılan eğitim çalışmalarında teorik ve askeri birikim kazandım" dedi. Çağdaş Hukukçular Derneği ise iddianameyle ilgili bir basın toplantısı düzenleyerek, "İddianame 622 sayfa ve bomboş, somut dayanağı olmayan, soyut suçlamalardan ibaret" dedi.

http://haber.stargazete.com/guncel/avukatin-sok-cvsi/haber-773941





'Avukat cezaevinde örgüt sorgusu yaptı'

Terör örgütü DHKP-C soruşturmasında, 9'u tutuklu 22 avukat hakkında düzenlenen iddianamede çarpıcı iddialar yer aldı.

İddianamede "örgüt yöneticisi olmak" suçlamasıyla 53,5 yıla kadar hapsi istenen Taylan Tanay'ın "avukat olarak girdiği cezaevinde örgüt adına sorgu yaptığı" öne sürüldü. Tanay'ın tutuklu Asuman Akça'ya, "Kendini yakalatmışsın. Neden silahın yoktu, çatışmadın. Sana Başbakan'ın evinin krokisi gelmiş ama bizden saklamışsın" sorularını yönelttiği belirtildi.  Tanay'ın "Belçika'daki mahkemeye gönderdiği dilekçede örgütün siyasi bir yapılanma olduğunu ve hiçbir sivile zarar vermediğini" savunduğu iddiasına de yer verildi. "DHKP-C'nin eski CHP Kağıthane İlçe Başkanı Fevzi Şit'e suikast düzenleyip  suçu MHP'ye atarak kaos çıkarmayı planladığı" da öne sürüldü.

http://www.aksam.com.tr/guncel/avukat-cezaevinde-orgut-sorgusu-yapti-c2/haber-227447



DHKP/C - Esad hattı



Kemal Gümüş

Sanık avukatlar Şam ve Beyrut'ta örgütsel toplantılara katıldı. Suriye'de Esad yanlılarına konser veren Grup Yorum da konserlerle hem terör örgütüne sempatizan hem de para kazandırıyor.

İstanbul Cumhuriyet Savcısı Adem Özcan tarafından hazırlanan ve İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilen 622 sayfalık DHKP-C iddianamesinde, 22 avukat hakkında DHKP-C terör örgütüne yönelik suçlamalar ve örgütün Suriye ile ilişkileri yer aldı. İddianamede yer alan bilgilere göre avukatlar Şam ve Beyrut'ta örgütsel toplantılara katıldı.

Para, Behiç Aşçı'dan dağılıyor

Gizli tanık beyanlarına yer verilen iddianamede, ÇHD Başkanı Selçuk Kozağaçlı ve avukat Oya Aslan'ın, Suriye'deki faaliyetleri anlatıldı. İddianamede, "Selçuk Kozağaçlı'nın ÇHD adına Şam ve Beyrut'ta toplantıya katılacağının tespit edildiği, yapılan incelemeler sonucunda Kozağaçlı'nın şüpheli Oya Aslan ile Suriye'de bir dizi toplantıya katıldığının belirlendiği" ifade edildi.

İddianamede "Kozağaçlı'nın masraflar için DHKP-C'nin sözde demokratik alan yapılanmalarından olan TAYAD Başkanı ve HHB Avukatı Behiç Aşçı ile irtibata geçtiği, gerekli finansal kaynağın Aşçı aracılığıyla örgüt fonundan karşılandığı, gizli tanık 'Yüzleşme'nin beyanlarına göre, bu gezinin DHKP-C'nin son süreçteki Suriye'ye destek politikası gereği olduğu belirlenmiştir" denildi.

Grup Yorum'un faaliyetleri

Örgütün kültür-sanat alanındaki faaliyetlerinin İdil Kültür Merkezi tarafından yürütüldüğü, buradaki saz ve enstrüman kurslarıyla sempatizan kazanmanın amaçlandığı iddia edildi. Merkezin ayrıca Grup Yorum'u da içinde barındırdığı belirtilen iddianamede, Grup Yorum'un konserlerle bir taraftan örgüte sempatizan kazandırırken, bir taraftan da örgüte gelir elde ettiği öne sürüldü.

http://haber.stargazete.com/politika/dhkpc--esad-hatti/haber-774131
#353


FAZLI MERT

Sinema ve dizilerde karşılaşılan mahkûmların geceleri dışarı çıkması vakası (ki en son ATV'de yayınlanan ve Kenan İmirzalıoğlu ile Bergüzar Korel'in başrollerini paylaştığı "Karadayı" adlı dizide de bolca bu durum işleniyordu) Kartal Yarı Açık Cezaevi'nde gerçek oldu.

Cezaevi yetkililerinin, suç örgütü lideri Ahmet D.'nin geceleri dışarı çıkıp kumar oynamasına göz yumduğu öğrenildi.

İstanbul polisinin önceki gün Kartal, Silivri ve Metris cezaevlerine yaptığı operasyonun detayları ortaya çıkmaya başladı. Sedat Şahin grubundan ayrılarak yeni bir yapılanma içine giren Ahmet D. liderliğindeki şebekeye yönelik gerçekleştirilen operasyonda aralarında Kartal Kapalı Cezaevi birinci müdürü Yunus C., ikinci müdürü Halil Şen'in de olduğu 38 kişi gözaltına alındı. Yapılan çalışmalarda Kartal Cezaevi'nde kalan Ahmet D.'nin film senaryolarını aratmayacak şekilde akşamları cezaevinden çıktığı belirlendi. Cezaevi müdürü ve gardiyanlar tarafından dışarı çıkarılan çete liderinin çeşitli mekânlarda alem yaptığı, kumar oynadığı, gazinoya gittiği tespit edildi. Silivri Cezaevi'nde yapılan aramalarda da 15 adet cep telefonu bulundu.

Ahmet D.'nin, Uşak Müzesi'nde sergilenen Karun Hazinesi'nin en değerli parçası olan Kanatlı Denizatı Broşu'nun çalınıp satılması olayına karışarak ceza aldığı öğrenildi. Müzeden 2005 yılında sahtesiyle değiştirilerek çalınan broşu Ahmet D.'nin aldığı, broşun Japonya'ya götürülmek istenirken operasyon kapsamında ele geçirildiği ortaya çıkmıştı. Soruşturma kapsamında müze müdürü ceza alırken Ahmet D. firari olarak yargılandı. İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü'nün iki yıl önce gerçekleştirdiği operasyonda bir pidecide yüz kişiye iftar verdiği sırada gözaltına alınan Ahmet D., yetkililere teslim edilmişti.

http://www.zaman.com.tr/gundem_cete-lideri-cezaevinden-kacak-cikip-kumara-gitmis_2111142.html
#354


İLHAN GÖKALP - LONDRA

Merkezi Londra'da bulunan Global İnsani Yardım Merkezi yıllık raporuna göre Türkiye 2012'de 1 milyar dolardan fazla insani yardım yaparak yıllık milli gelirinin yüzde 0,13'ünü yardıma sarf etti. Türkiye, ABD, Avrupa Birliği ve İngiltere'nin ardından en fazla yardım yapan 4. ülke oldu.

En fazla insani yardımı yapan ülkeler sıralamasında ilk sırada 3,8 milyar dolarla ABD yer alırken, ikinci sırada 1,9 milyar dolarla AB üçüncü sırada ise 1,2 milyar dolarla İngiltere yer alıyor.

Türkiye'nin özellikle Suriye krizinde 350 bin mülteciye ev sahipliği yaptığını belirten raporda ayrıca yarısı 5 yaşının altında 275 bin insanı etkileyen Somali'deki açlık ve kıtlık sırasında Türkiye'nin aldığı inisiyatiflere dikkat çekildi.

2012'de 76 milyon insanın hayati derecede yardıma muhtaç olduğu açıklanan raporda 2011'de ise 93 milyon insan muhtaçlık sınırında yer aldığı belirtildi. Geçtiğimiz yıl yapılan Toplam 17,9 milyar dolarlık yardımın yüzde 70'inin ise hükümetler tarafından karşılandığı belirtildi.

(CİHAN)
www.zaman.com.tr/dunya_iste-turkiyenin-dunyadaki-siralamasi_2111350.html
#355


MEHMET KURU - ESKIŞEHIR

Eskişehir'in Muttalıp beldesinde komşu 6 kadın kavga edince mahkemelik oldu. Kadınları  barıştıran Hâkim Kemal Karanfil, "Bayramda size ziyarete gelip, küs olup olmadığınıza bakacağım." dedi.

Eskişehir 4. Sulh Ceza Mahkemesi benzeri ancak filmlerde olur dedirtecek bir kararla gündemde. Hâkim Kemal Karanfil, kavga ettikleri gerekçesiyle mahkemelik olan kapı komşusu 6 kadına ceza vermek yerine barıştırdı. Hâkimin gerekçesi de oldukça manidardı.

"Ramazan'da küslük olmaz."

Hem sanık hem de davacı konumunda olan tarafları dinleyen Karanfil, "Üstelik siz kapı komşususunuz. Bayramda birbirinizin yüzüne nasıl bakacaksınız? Hiç komşular birbirine küser mi?" diye nasihatte bulundu.

Mahkeme başkanının nasihatlerini dinleyen taraflar, bir süre sonra, "Hâkim bey siz doğru söylüyorsunuz. Biz barışmak istiyoruz. Davamızdan vazgeçiyoruz." cevabını verdi. Bunun üzerine hâkim, mahkeme salonunda taraflardan küçük olanlara büyüklerinin ellerini, büyüklere de küçüklerinin gözlerinden öptürdü. Mübaşir de mahkeme salonunda davalı kadınlara kolonya ve şeker ikram etti. Taraflar arasında barışmanın sağlanmasından sonra hâkim, davayı düşürdü. Barışan tarafları evlerine gönderen Karanfil'in bir de uyarısı  vardı: "Sakın dışarıda bir daha birbirinizle kavga etmeyin, küsmeyin. Bayramda size ziyarete gelip, küs olup olmadığınıza bakacağım."

Merkeze bağlı Muttalıp beldesinde meydana gelen olayda, Aysun Dağoğlu, Aysel Ebe, Fatma Dağoğlu, Minure Oruç, Ayşen Oruç, Habibe Dağoğlu arasında ziyarete gittikleri komşu evinde aralarında kömür meselesi yüzünden tartışma çıktı. Tartışmanın kavgaya dönüştüğü olayda kadınlar birbirini darp etti ve olay jandarmaya intikal etti. Birbirlerinden şikâyetçi olan kadınlar hakkında savcılık tarafından hazırlanan iddianame sonrasında haklarında 'basit yaralama' suçundan Eskişehir 4. Sulh Ceza Mahkemesi'nde dava açıldı. Birbirlerinden şikâyetçi olan 6 kadın hem davacı hem de müşteki sıfatıyla hâkim karşısına çıktı. Hâkimin tarafları dinlediği sırada duruşma salonunda gerginlik yaşanınca polis çağrıldı.

Kavganın yatışmasının ardından hâkim taraflara "Komşu musunuz?" diye sordu. Bunun üzerine taraflar, "Hem aynı köylüyüz hem de birbirimizle kapı komşusuyuz" cevabını verdi. Hâkim taraflara, "Hatasız kul olmaz. Ramazan'dayız, önümüz bayram. İnsan hiç Ramazan'da küser mi? Üstelik siz komşusunuz. Bayramda komşu olarak birbirinizin yüzüne nasıl bakacaksınız? Eve giriş çıkışlarda, kapıda, mahallede birbirinizi gördüğünüzde ne yapacaksınız? Bakın hepiniz sanık konumundasınız. Size ceza versem 5'er bin lira tutar. Bunu da ödeyemezsiniz, hapse düşersiniz. Gelin mübarek Ramazan'da birbirinizi affedin. Ben de davanızı düşüreyim." ifadesini kullandı. Hâkimin bu nasihatleri üzerine bir süre düşünen taraflar, "Hâkim bey siz doğru söylüyorsunuz. Biz barışmak istiyoruz. En doğrusu da bu." dediler. Hakim, "Madem siz barıştınız, ben de sizin davanızı düşürüyorum." dedi.

http://www.zaman.com.tr/magazin_hakim-kavga-eden-kadinlari-baristirip-gonderdi_2112370.html
#356


Halk arasında faydalı olarak bilinen zeytin çekirdeğinin yutulması uzmanlarca tavsiye edilmiyor.

Balıkesir'in Edremit ilçesinde faaliyet gösteren 'Kale Natürel' isimli araştırmalar yapan şirket, sofralık hazır zeytin çekirdeğinin yutulmasının insan sağlığına fayda sağlamadığını açıkladı. Zeytin çekirdeği kabuğunu ve kabuğun içindeki özü gelişmiş teknoloji ile inceleyen şirket, salamura edilmiş hazır zeytin çekirdeğinin kabuğunda ve kabuğun içinde faydalı bileşen kalmadığını tespit etti. Yapılan araştırmada, salamura edilmemiş, dalından kopmuş hali ile etinden ayrılan zeytin çekirdeğinin faydalı olduğunu belirledi.

Kale Natürel Şirketi ortağı ve araştırmacı Faruk Durukan, yutulan zeytin çekirdeğinin sindirim sistemini zorladığını söyleyerek, çiğ zeytinin çekirdeğinin kırılarak tüketilmesinde fayda olduğuna dikkat çekti. Ülkedeki çok sayıda üniversite ile Zeytin üzerinde onlarca bilimsel araştırmaya imza atan Durukan, "Zeytin çekirdeğinin dış kabuğunun içeriğinin selüloz ağırlıklı olduğu, sindirim sistemini zorladığı, işleme sırasında vücuda yararlı bir şey kalmadığını tespit ettik. Yaptığımız araştırmalarda, çekirdek içindeki zeytin ağacının embriyosu içindeki etken maddelerin HPLC analiz sonuçlarına göre, salamura işlemiyle fermente olduğu ve yapısının değiştiğini, iyileştirme etkisini kaybettiği tespit edilmiştir. Çiğ zeytin meyvesinden çekirdeği ayırıp, kırıp ve içi yenildiğinde etken maddelerin (Nüzhenid, tirasol ve hidroksitrasol) aktivitesini koruduğu HPLC analizlerimizde gözlenmiştir. Araştırma sonuçlarımızda, bu maddeler zeytin yaprağından daha yoğun olarak çekirdekte mevcut olduğundan sağlık açısından yenmesi uygun bulunmaktadır. Doğal malzemeleri, bedenimizin metabolizmasına uyumlu hale geldikten sonra tüketmeliyiz. Halk arasında yayılan sağlık ile ilgili bilgileri sağlıkçılar ve araştırmacılardan duymadan vücutlarında denemeyiniz" dedi.

Dünyanın en büyük bitki özü reaktörü ve Türkiye'nin en büyük bitki özü üretim tesislerinin geliştiricisi Faruk Durukan, dünyanın 3 bin yıldır çözüm bulamadığı zeytin karasuyunu faydalı hale getirmeyi başarmış, zeytin yaprağı çayını bulmuş, zeytin çekirdeğinden dünyanın en kaliteli aktif karbonunu üretmişti. Durukan, zeytin özünden ilaç ham maddeleri elde edip, İsviçre gibi ilaç sanayinde dünya devi ülkelere ihraç ediyor. Faruk Durukan 2011 yılında zeytin üzerine yaptığı bir bilimsel çalışması ile bilim dalında Nobel Ödülü'nü aday gösterilerek Türkiye'nin gururu olmuştu.

http://www.sabah.com.tr/Gunaydin/Saglik/2013/05/05/zeytin-cekirdegini-yutmayin



'Zeytin çekirdeği yutmak faydalı' diyenlere kanmayın

GÜLİZAR BAKİ

Zeytin, sağlık için son derece faydalı bir bitki. Peki çekirdeği? Son zamanlarda birçok kişi zeytin çekirdeğinin mide, bağırsak ve hemoroite iyi geldiğini düşünüyor. Bu kanaate internette dolaşan bir yazı sebep oldu. Kimliği belirsiz birinin 'zeytin çekirdeği yutuyorum, hemoroit ve mide sorunum kalmadı.

Siz de kahvaltıda çekirdekleri atmayın yutun' önerisi e-postalar arasında dolaşıyor. Hatta Kocaeli'nden bir tüccar zeytin çekirdeğini toz haline getirip aktarlarda satmaya başladı.

Herkesin dilinde olan bu mucizenin (!) gerçekten faydalı olup olmadığını uzmanlara sorduk. Tıbbi bitkiler uzmanı Prof. Dr. Kerim Alpınar da son günlerde konuyla ilgili onlarca soruya muhatap olmuş. Çok sayıda insanın zeytin çekirdeği yuttuğuna tanık olmuş. Alpınar, zeytin çekirdeği yutmanın hiçbir faydası olmadığını, bilakis zararlı olduğunu vurguluyor. e-postada yazdığı gibi çok sayıda zeytin çekirdeğinin yutulmasının bir felakete yol açabileceğini söyleyen Alpınar'a genel cerrah Cenap Şirin de hak veriyor. Bugüne kadar 14 bin hemoroit hastası tedavi eden Şirin bunu şöyle açıklıyor: "Zeytin çekirdeğinin iki ucu da sivridir ve çekirdeği mide öğütemez. Dolayısıyla zeytin çekirdeğinin sivri uçları bağırsaklarda tahrişe sebep olabilir. Yine hemoroitli hastaların yaralarını parçalayabilir." Şirin, hemoroit hastalarının doktora gitmekten utandıkları için duydukları her yöntemi denediklerini ve istismarların kurbanı olduklarını anlatıyor. Zaten bütün bu yöntemlere rağmen sonuç bulamadıkları için nihayetinde doktora gitmek zorunda kalıyorlar. İnsanlar sadece zeytin çekirdeği yutmak değil, nohut yutmak, kaplumbağa kanı içmek, ısırgan otu sürmek gibi farklı yöntemler de deniyorlarmış. Hastaların bu tür yöntemlerle sonuç alamadıklarını söyleyen Cenap Şirin'e göre, rahatsızlığı olan kişi mutlaka doktora tedavi olmalı.

http://www.zaman.com.tr/aile-saglik_zeytin-cekirdegi-yutmak-faydali-diyenlere-kanmayin_840193.html
#357
Demokrasinin olmazsa olmazı olan sandığın bu kadar itibardan düşürüldüğü, neredeyse demokratik teoriye temelden karşı olarak gösterildiği görülmemişti. Uzun zamandır çoğunluk iradesi ile çoğulculuk arasındaki ilişki tartışılıyor.

Çoğunluğun seçim kazandı diye her istediğini yapamayacağını biz 30 sene önce Medine Vesikası tartışmaları sırasında söylemiştik: Bir toplumda halkın iradesi yüzde 99 tecelli etse bile yüzde 1'in hakkı korunmalıdır. Ancak ana çerçevesi tespit edilmiş siyasetin yürütülebilmesi kararın çoğunluğa ait olmasına bağlıdır. Bu hem zaruridir hem evrensel bir kaidedir: El hükmü li'l ekser!                                                                                                                                   

İran İslam Devrimi ve 2010'dan itibaren Ortadoğu'da başlayan patlamalar otokrat rejimlerin yerlerini Müslüman gruplara bırakacağı gerçeğini ortaya koymuş oldu. Bu süreç çok daha öncesinden başlamasına rağmen Batı tarafından durdurulmuştu.İlk büyük darbe 1992'de Cezayir'de İslami Selamet Cephesi'nin ilk tur seçimleri kazanmasıyla gerçekleştirildi. Fransa, cuntacıları harekete geçirerek Cezayir'de darbe yaptırdı, AB utanmadan bir hafta sonra 292 milyon dolar bağışla darbeyi destekledi. 1996'da Refah Partisi (RP) oyların yüzde 21'ini alıp laik DYP ile koalisyon kurdu. Ancak ABD-İsrail işbirliği ve AB onayı ile 28 Şubat darbesiyle iktidardan indirildi. AİHM herhangi bir hukuki meşruiyet krizine düşmeden RP'nin kapatılmasına onay verdi. 2006'da Filistin'de adil bir seçim yapıldı; Hamas seçimleri kazandı, Carter son derece düzgün ve adil bir seçim olduğunu rapor etti. İsrail, seçilen 40 küsur milletvekilini, Meclis başkanını ve bakanları tutuklayıp hapse attı, ABD ve AB "Bu İsrail'in hakkıdır" diye cevaz verdi. Muhammed Mursi'nin geçen sene yüzde 52 oyla cumhurbaşkanlığına seçilmesi de son derece düzgün ve hukuki idi. Bir sene sonra ABD, İsrail ve AB işbirliğiyle cuntacılara Mısır'da darbe yaptırıldı.

Bir türlü Müslümanlar Batılılara "demokrasi beğendiremiyor!" Batı oyunun kurallarını kendisi koyuyor. Müslümanlar oyuna giriyor, uzantılarının oyunu kaybedeceğini anlayınca düdüğü çalıp oyuna son veriyor. Bu, maç yapan rakip iki takımdan birinin durmadan gol yerken maçın tam ortasında silahını çekip "Ben kural mural tanımam, topu alır boş kaleye gol atarım, yoksa sıkarım" demesi gibi bir şey. Batı bu zorbalığa, bu ahlaksızlığa çanak tutuyor; içerdeki cuntacıları, darbe heveslilerini durmadan teşvik edip ilginç yol ve yöntemlerle baskıcı rejimlerin önünü açıyor.

Taksim-Gezi Parkı'yla ortaya çıkan durum yeni bir siyaset yönteminin bundan sonra yürürlüğe konulacağını göstermektedir. 2003'ten bu yana yerel ve genel girdiği her seçimi, oyunu artırarak kazanan AK Parti'nin sandıkla iktidardan edilmeyeceği iyice anlaşılmış bulunuluyor. Sandıktan ümidini kesenler hiçbir somut örnek gösteremedikleri halde tamamen bir algı oluşturmak amacıyla "özgürlüklerimiz kısıtlanıyor, yaşama tarzımıza müdahale ediliyor" diye sokaklara dökülüyorlar. Gösterilerde giriştikleri çatışmalarda polisten gördükleri tepkiyi destanlaştırarak yaygın kent vukuatına dönüştürüyorlar. Her yeni gösteri ve polisle karşılaşma yeni bir şiddet ve karşılaşmanın sebebi oluyor. Böylelikle sokakta yürütülen gösteriler küçük ölçekli kalkışmalara dönüşüyor, arkasından Batılı çevreler bunu meşruiyet sorununa yol açan "hak ihlali" olarak propaganda ediyorlar.

Fakat Taksim kalkışmasına karşı Başbakan R.Tayyip Erdoğan'ın Havaalanı, Kazlıçeşme, Ankara, Samsun, Kayseri ve Erzurum mitinglerinde yüz binlerle verdiği cevap bu sokak demokrasisinin yine gerektiğinde sokakla alt edileceğini ortaya koymuş oldu. Sandıksa sandık, sokaksa sokak! Müslüman Kardeşler'in, II. Tahrir'e karşı Adeviye'yi öne çıkarmaları bu türden yeni bir mücadele yöntemidir. Eğer yönetimi ve iktidarları sokak belirleyecekse herkes sokağa inecek. Bu anlamda ben sokağı kesinlikle küçümsemiyorum. Hatta keşke rahmetli Menderes ve Erbakan'ın arkasında da milyonlar sokağa inip şiddetten uzak durabilselerdi, diyorum. Korunması gereken tek kriter şiddetten, silahlı mücadele ve iç çatışmalardan özenle uzak durmak. Doğru olanı ise sokağın barışçı ifade ve gösteri için kullanılması, iktidar değişikliği için sandığa başvurulmasıdır.

www.zaman.com.tr/ali-bulac/sandiksa-sandik-sokaksa-sokak_2108370.html
#358
5 ildeki 24 avukatın sahte baro pulu basıp kullandıkları iddia edildi. Savcılık nitelikli dolandırıcılık suçlamasıyla her avukat için 21 yıl hapis istedi. Avukatların yıllık 1,5 milyon TL gelir elde ettiği kaydedildi.

Türkiye Barolar Birliği'ne kayıtlı 24 avukatın, baro tarafından satılan ve orijinal değeri 4 lira 13 kuruş olan vekâletname pulunun sahtesini basarak kullandığı iddia edildi. Adalet Bakanlığı'nın izniyle haklarında dava açılan avukatlar için 21 yıla kadar hapis cezası istendi. Avukatların bu yolla yıllık 1,5milyon TL gelir elde ettiği öğrenildi

5 İLDE OPERASYON

Türkiye Barolar Birliği'nin (TBB) Ankara, Diyarbakır, Gaziantep, Kayseri ve Kırıkkale barolarına kayıtlı 24 avukat hakkında, 'sahte baro pulu' kullandıkları iddiasıyla dava açıldı. Adalet Bakanlığı'nın izniyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından açılan davada, avukatlar hakkında; sahte baro pullarını kullanarak veya satarak haksız kazanç temin etme suçlaması yöneltildi.

TBB'nin de şikâyetçi olduğu dava dosyasında sahte pul vurgunundan bir yıl içinde 1,5milyon TL'lik gelir elde edildiği kaydedildi. Ankara Cumhuriyet Başsavcı Vekili Ahmet Hamdi Kaya'nın yürüttüğü soruşturmada, iddianame tanzim edilerek Ankara 10.Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderildi. İddianameyi kabul eden mahkeme dava için gün verdi.

Kaya'nın yürüttüğü soruşturma dosyasına bilirkişi heyetinin hazırladığı rapor da yer aldı. Raporda, A.İ. adlı avukatın, Ankara 15. ve 16. İcra Müdürlüğü'nde kullandığı 39 vekâletnameden 19'unun sahte 20 tanesinin ise farklı modellerden oluştuğu anlatıldı.Raporda ayrıca, Diyarbakır Barosu'na kayıtlı G.M. adlı avukatın 700 farklı işlemde kullandığı pulların 330'unun ise sahte pullardan oluştuğuna yer verildi.

NİTELİKLİ DOLANDIRICILIK

İddianamede, tüm avukatlar hakkında Türk Ceza Kanunu'nun 199'uncumaddesi kapsamında suç işlendiğini aktaran savcılık, kıymetli damga olarak tanımlanan baro pulunu sahte olarak üretmek, kullanmak, dolandırıcılık suçunun kamu kurum ve kuruluşlarının zararına olarak işlendiğini vurguladı. Savcılık, sanıkların nitelikli dolandırıcılık suçundan da cezalandırılmasını istedi. Her avukat için ayrı ayrı 21 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı.

Ailece pul işindeler

Bilirkişi raporunda, Diyarbakır Barosu'na kayıtlı H.D.D. isimli bir başka avukatın da vekâletname ve icra müdürlükleri için kullandığı pulların sahte olduğu belirtildi. H.D.D'nin 404 farklı dosyada kullandığı pullardan 400'ünün sahte çıktığı bildirildi.

Bunun yanı sıra H.D.D'nin avukat eşi B.D'nin işlemlerinde de usulsüzlük tespit edildi. B.D'nin 712 farklı dosyada kullandığı pullardan 450 adedinin sahte, 152'sinin de farklı versiyonlardan oluştuğu ifade edildi. Bu kişilerin yanı sıra fezlekede ismi geçen diğer avukatların da farklı tarih ve zamanlardaki işlemlerinde sahte pul kullandıkları tespit edildi.

GÖKHAN ÖZDAĞ - BUGÜN GAZETESİ
http://gundem.bugun.com.tr/sahte-pul-basmis--haberi/709508
#359
İsrail'de yapılan Türkiye anketinde, İsrailliler'in yüzde 71'inin İsrail Başbakanı Netanyahu'nun 2010 yılındaki Mavi Marmara olayından dolayı Türkiye'den özür dilemesinin haklı gerekçesi olmadığını düşündüğünü bildirdi.

Jerusalem Post gazetesi Begin-Sadat Center for Strategic Studies'in düzenlediği anket sonuçlarını yayınladı. Haberde, İsrailliler'in büyük bir çoğunluğunun İsrail'in Türkiye'ye özürünü onaylamadığını yazdı. Ankete göre Yahudiler'den daha fazla orandaki İsrailli Arap da Başbakan Erdoğan'ın Yahudiler'e duyduğu nefret ve Yahudilik karşıtı inançlarının İsrail ile ilişkilerini belirleyen ana faktör olduğunu düşünüyor.

Ankette, İsrailliler'in sadece yüzde 28'i her iki ülkenin ilişkilerinin gelecek yıllarda düzeleceğine inanıyor. Yüzde 42'si ise, İsrail-Türkiye ilişkilerinin aynı kalmasını beklerken yüzde 30'u ilişkilerin daha kötüye gideceğini tahmin ediyor. Gazete haberinde, İsrail Başbakanı Netanhayu'nun Gazze'ye giden Mavi Marmara yardım gemisine İsrail askerleri tarafından yapılan baskın sonucu 8 Türk vatandaşının ölümüyle sonuçlanan olayın ardından İsrail'in Türkiye'ye geçen mart ayında özür dilediğini ve Türkiye'nin olayda hayatını kaybedenlerin ailelerine tazminat ödenmesini talep ettiğini hatırlattı.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 2002 yılında hükümetin başına gelmesi ile birlikte iki ülke ilişkilerinin daha kötüye gittiğini savunan gazete, bundan önce Türkiye'nin İsrail için en önemli turizm merkezlerinden biri olduğunu hatırlattı.

http://www.timeturk.com/tr/2013/07/08/israil-e-yakisan-mavi-marmara-anketi.html
#360


ÖSYM, daha çok doktor ve hukukçu yetişmesi için kolları sıvadı. Bu yıl kılavuzda yapılan değişiklikle tıp fakültelerine 2 bin 491, hukuk fakültelerine de 3 bin 370 ek kontenjan getirildi.

Zorlu üniversite sınav maratonu, geçen haftaki son LYS sınavıyla yerini "tercih heyecanına" bıraktı. Ölçme Seçme ve Yerleştirme Merkezi'nden (ÖSYM), 8-18 Temmuz'da yapılacak tercihler öncesinde, doktor ve hukukçu olma hayali kuran adaylara müjde geldi. "2013- Yüksek öğretim Programları ve Kontenjanları Kılavuzu"nda yapılan değişiklikle tıp ve hukuk fakülteleri kontenjanı yüzde 25 artırıldı.

SEBEP HEKİM YETERSİZLİĞİ

geçen yıl tıp için 9 bin 445, hukuk fakültesi için de 12 bin 50 kontenjan ayırmıştı. Bu yıl ise yeni açılan üniversitelerle birlikte tıp fakültelerine 2 bin 491, hukuk fakültelerine de 3 bin 370 ek kontenjan getirildi. Böylece tıp fakültelerinin toplam kontenjanı 11 bin 936'ya, hukuk fakültelerinin de 15 bin 420'ye yükseldi.

Her iki fakültedeki kontenjan artırımı kararının sebebi olarak adliyelerde biriken dava dosyalar ile Türkiye'deki hekim sayısının yetersizliği gösteriliyor. 2013 yılı itibariyle eğitim fakültelerindeki biyoloji, fizik, matematik, kimya, tarih, coğrafya, Türk dili ve edebiyatı öğretmenliği bölümlerine öğrenci alınmayacak. Üniversitelerdeki 113 programda toplam3452 kontenjan, fen edebiyat fakültelerine devredilecek.

Puanlar düşecek

FEM Yayınları Rehberlik Koordinatörü Faruk Ardıç, bu yıl üniversite kontenjanlarının yüzde 5 oranında artırıldığını belirterek, "En büyük artışlar tıp, hukuk ve ilahiyat fakültelerinde oldu. Bu fakülteler geçen yıllara göre daha fazla öğrenci alacak. Bu, puanların düşmesi anlamına geliyor.

Doktor olmak isteyenlerin şansı biraz daha arttı. Ancak puanların ne kadar düşeceği adayların yapacağı tercihlere bağlı" dedi. Ardıç, söz konusu fakülteler daha fazla öğrenci alacağı için en iyileri seçmede çıtanın düşebileceği, bunun da kalite sorununu doğurabileceği öngörüsünde bulundu.

http://www.haber7.com/egitim/haber/1047725-tip-ve-hukuk-fakultesi-kontenjanlari-artti