Haberler:

deneme

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - kilimanjaro

#361


AZİZ İSTEGÜN, ORHAN KARANFİL - DIYARBAKIR

Ramazan'da, dünyanın dört bir tarafındaki inanan her gönül ruhanileşir. Türkiye'nin batısında da güneydoğusunda da ayrı bir heyecan yaşanır. Fakat bir başkadır Şark'ın Ramazan'ı... Özellikle de Siirt'in küçük ve şirin ilçesi Tillo'da... Burada nazlı bir misafirin yolunu gözler gibi mübarek ayı bekleyenler vardır...

Ramazan ve Tillo... O kadar uyumludur ki bu iki cümle, onu her misafir edişinde adeta dünyadan ukbaya bir kapı olur burada. Bir yıldır görüşmeyen iki dost, hemhal olur sanki. Hele mübarek gün ve gecelerde bu ziyâ diyarı, adeta büyülü bir hâl alır. Dar, sırlı ve derin sokakları birer mâbet koridoru gibidir. Tesbih ve tehlillerle inleyen medreselerdeki his ve heyecan tufanı, mü'minlere âdeta ötelerin güzelliklerini temâşâ ediyor hissi verir. Bir de evliyalar makamıdır bu kutlu belde. Erzurum'un Hasankale ilçesinden yola revan olan İbrahim Hakkı Hazretleri'nin 'marifetname'ye çıktığı yerdir Tillo. On binlerce gönlü aydınlatan İsmail Fakirullah Hazretleri'nin gavsiyet makamına yükseldiği beldedir. İlim, irfan ve irşadı sayesinde ünü dünyanın her yerine yayılmış Sultan Memduh'un diyarıdır. Bediüzzaman Hazretleri'nin, orada medfun 12 bin evliyanın hürmetine nalınını çıkarıp yalınayak yürüdüğü, Hassa kubbesinde inzivaya çekildiği, 'cumhuriyetçi olmalarına mükâfaten' çorbasının tanelerini karıncalara ikram ettiği yerdir.

Biz de insan ruhunun serinlik ve sükûnet bulduğu bu mübarek beldeye misafir oluyoruz. Nurefşan simasıyla çevreye ışık saçan Şeyh Bedrettin Aydın'ın kapısını çalıyoruz. Kendisi, Sultan Memduh hazretlerinin torunlarından. Peygamber Efendimiz'in amcası Hazreti Abbas'ın soyundan geliyor. Ecdadının 5 asır önce Tillo'da başlattığı din ve ilim hizmetlerini o devam ettiriyor. Bilinen tarih itibarıyla aile üyeleri 500 yıldan beri Tillo'da yaşıyor. Fakat kendisi Manisa doğumlu. Sebebiyse sürgün. Zira 'dinle bağı kopartılmış bir toplum oluşturma ' projesinin hedeflerinden biri de Tillo olmuş. Şeyh ve âlimler 1926 ile 1949 arasındaki 23 yılı, Burdur, Isparta, Manisa ve Kastamonu gibi vilayetlerde gözetim altında geçirmiş. İstiklal Mahkemeleri'nin imzasını taşıyan bu zulüm, bir hayrı da beraberinde getirmiş. Ülkenin Batısı, Güneydoğu'nun âlimlerini yakından tanıma imkânına kavuşmuş. Şeyh Bedrettin Aydın Hocaefendi'nin Türkiye'nin her yerinden yüzlerce talebesi var. Kendisinden icazet alan 'feqi/melle'ler de çeşitli illerde medreseler açıyorlar.

Bu ayda kendini affettirmeyen üzülsün!

Şeyh Bedrettin Hocaefendi, Ramazan'ı büyük bir aşkla karşılıyor. Tillo'ya tepeden bakan medresenin balkonunda sohbetine kulak veriyoruz. İslam'ın gönüllerde kendisini tam hissettirmesi; hayatın iman, mârifet, muhabbet ve rûhanî zevklere bağlı sürdürülmesi gerektiğini vurguluyor. Ramazan'ın bir temizlenme fırsatı olduğunu vurgulayan Şeyh Bedrettin Hocaefendi, "Nefsin terbiyesi oruçla olur. İnsan nefsine galip gelebilirse her şeyini halledebilir. Bu sıcaklarda neredeyse 15 saat oruç tutmak nefsi terbiye etmek yolunda önemli bir merhaledir. Ramazan bir temizlenme fırsatıdır. Allah'ın açılmış bir sofrasıdır. Bu sofradan olabildiğince fazla istifade etmek lazımdır. Kim Ramazan gelir de ay sonuna kadar kendini affettirmemişse o kişi yazık etmiş sayılır. Muhakkak Ramazan'da insanın kendisini affettirmesi lazımdır." diyor.  Hocaefendi, 11 ayın sultanını sultan olarak bilmek, sultanlık kadrini, değerini vermek gerektiğini belirtiyor ve her geceyi kadir bilip o şekilde cehdetmek gerektiğini anlatıyor. Ardından da altından kıymetli nasihatlerde bulunuyor: "Ramazan bereket ayıdır. Cenab-ı Hak, inşaallah Ramazan hürmetine Müslümanlar arasındaki fitneleri zail eylesin. Ramazan, senenin içinde yapılan seyyiatı, hataları silmeye, yok etmeye vesile olan bir zaman dilimidir. Az bir zaman dilimidir, değerlendirmek gerekir. Zaten bayramın manası da budur. Ramazan gelir, insan oruç tutar, ibadet eder, Allah'a yönelir, inşaallah kendisini affettirir ve bayram eder."

http://zaman.com.tr/ramazan2013_ramazanlasan-bir-belde-tillo_2109074.html
#362
Cuma gününün şu dakikalarında 27 Mayıs'tan sonra müze yapılmış olan Trabzon Ayasofya Camii yeniden ibadete açıldı. Ne diyelim, darısı İstanbul'daki Ayasofya'nın başına.

Ancak İstanbul'daki Ayasofya'nın açılması öbürlerinkine benzemez. Geçen yıl Ayasofya Müzesi Müdürü'yken Haluk Dursun isim vermeden Batılı devlet adamlarının (İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth ve ABD Başkanı Obama da içlerinde olmalı) Ayasofya'yı ziyaretlerinde ne zaman yeniden kilise olacağını sorduklarını ifade etmişti.

Peki neden bu kadar merak ediyorlardı Ayasofya'nın kilise yapılmasını?

Birazdan vereceğim örnekler karşısında İngiltere devleti ve kamuoyunun İstanbul'un işgali başlar başlamaz Ayasofya'nın rehinden kurtarılması (the redemption of St. Sophia) kampanyaları başlattığını ve bunu 1922 yılında İstanbul yeniden Milli Güçlerin eline geçene kadar devam ettirdiklerini bilmemiz gerekir.

Mütareke yıllarında İngiltere'de Ayasofya'nın rehinden kurtarılması için hususi komiteler kurulduğunu biliyor muydunuz?

Başbakan Lloyd George'un "İstanbul'dan Sultan gidecek ve Müslüman nüfus da ardından şehri boşaltacak, böylece Ayasofya doğal olarak Hıristiyan olacak, Haç yeniden Ayasofya'nın kubbesine konulacak. Bu olunca yeni bir çağ başlayacak." dediğini duymuş muydunuz?

Lozan'da yeniden karşımıza çıkacak olan Lord Curzon'un 1919 tarihli ünlü memorandumunda şöyle dediğini hafızamızdan hiç çıkarmayalım: "Bu şartlarda Jüstinyen'in muhteşem mabedi Ayasofya -ki 900 yıl Hıristiyanlığa hizmet etmiştir, Müslümanlığa hizmet ettiği süre ise bunun yarısından biraz fazladır- doğal olarak asli Hıristiyan mabedi haline dönecektir. Öte yandan İstanbul'un selatin camileri Müslümanlara fazlasıyla yeter de artar bile."

Sonradan tarihçiliğe girecek olan ama o tarihte Dışişleri Bakanlığında istihdam edilen Arnold Toynbee, 6 Mart 1919'da şaşırtıcı bir teklifte bulunuyordu. Konuşan Toynbee değil de sanki Atatürk'tür. Şöyle der: "Ayasofya'da dinî statüko terk edilmeden ona arkeolojik bakış açısından 'uluslararası abide' statüsü vermek mümkün olamayacaktır."

Kilise yapmak mı müze yapmak mı?

Ayasofya için iki seçenek vardır İngilizlerin kafasında: 1) Yeniden kilise yapmak, 2) Dinî statüsünü ortadan kaldırarak uluslararası bir anıt, yani müze yapmak. Thomas Hohler yıllar sonra Atatürk'ün uygulayacağı formülü bulmuştur bile. Hohler'e göre bina mimari bir anıt olmalı ve din sorunu da ortadan kaldırılmalıdır.

Ayasofya'yı rehinden kurtarmaya yeminli komite deyince bunun ayak takımından oluştuğunu sanmak hata olur. Komitenin iki üyesi, sonraki yıllarda Dışişleri Bakanlığı yapacak, diğerleri de hatırı sayılır makamlara gelecektir.

Velhasıl Ayasofya'nın kimliği Hıristiyan dünyasının lideri olarak İngilizler için çok önemlidir ve bu, İslam dünyasının kalbini teşkil eden Osmanlı'nın tasfiyesinden sonra onun başkenti dahil, hilafeti dahil, Ayasofya'sı dahil tasfiyesi düşüncesinin bir parçasıdır.

Hedefler şunlardı: 1) Halife Bursa'ya veya Konya'ya gönderilecek, 2) Halk onun peşinden gideceği için İstanbul'da Müslüman neredeyse kalmayacak ve şehir yeniden Konstantinopolis olacak, 3) Ayasofya Camii kilise yapılarak tepesine haç dikilecektir.

Zira İngiltere, Lloyd George'un dediği gibi "Belki de dünyadaki en büyük Müslüman devletti." Bu İngiltere'nin Halifeyi ve Halifeliği elinde bulunduran bir devleti önemsememesi düşünülemezdi.

Ancak bir sorun çıktı. Ayasofya'nın sahibi kim olacaktı? Yunanlılar bizim diyordu, Fener Patrikhanesi de öyle, Rusya'nın öteden beri -Trubetskoy bunu 1915'te söylemişti- Ayasofya'ya haç dikme idealini kovalayan bir ülke olduğu biliniyor. Dostoyevski bile bayağı buna inanmış biriydi. Öte yandan İngilizler Hind Müslümanlarının ayaklanmasından korkuyorlardı.

İstanbul Yunanistan'ın başkenti olursa Yunan mandası mı kurulacaktı bu şehirde yoksa başka bir idare tarzı mı sürdürülecekti? Hindistan Ofisi bu çözüme karşı çıkıyor, İstanbul bir Hıristiyan şehri haline gelirse ben Hint Müslümanlarını tutamam, bilesiniz diyordu.

Bir yandan da iç kamuoylarında Yunan sevdalıları ile Türklere fazla haksızlık yapıldığını savunanlar ve İstanbul'da Türkleri hesaba katmadan bir çözüm bulunabileceğine inanmayanlar ayaktaydı. Megalo İdea İstanbul'a girerse diğer Hıristiyan ve gayri Müslim unsurlar bundan hoşnut olmayacaklardı vs.

Bütün bu müzakere sürecinden sonra İstanbul'un başka bir ülkeye bırakılamayacağı sonucuna ulaşıldı ve Sevr'de Hilafet üzerinde belli bir kontrol kurularak başkent İstanbul olarak kaldı.

Müze fikri kimin?

Crowe adlı görevli 7 Aralık 1918'de Dışişlerine yazdığı bir mektupta Türklerin İstanbul'dan kovulması çözümünden bahsedebiliyordu. Diyordu ki, Ayasofya Türklerden alınmadıkça onların Hıristiyanlık karşısındaki galebesinin sembolü orada Hıristiyanların başında bir kılıç gibi sallanmaya devam edecektir.

Şubat 1919'dan itibaren bir dizi kitap çıkar İngiltere'de. Hepsi de Ayasofya'yı geri istemektedir. Bu arada ilginç bir girişimden de bahsetmek gerekir. Dışişleri Bakanlığı, Ayasofya'nın rehinden kurtarılması girişimi bizzat Türklere yaptırılsa iyi olur diye bir fikir ortaya atar Nisan 1919'da. Ne var ki İstanbul hükümetini razı edemez.

Ancak 15 Mayıs'ta İzmir'in işgali bütün hadiseye şekil değiştirtecek ve bir yandan direnişi uyandırırken öbür yandan Ayasofya'nın korunması için bir askeri birlik camiye yerleştirilecek, eğer çan takmaya gelen olursa camiyi havaya uçuracakları tehdidinde bulunacaklardır.

Bu kadarını göze alamayan İngilizler zamanla kararlarını gözden geçirdiler. Ancak bir şeyi unutmadılar: Ayasofya cami kaldıkça Hıristiyan dünyasının, bu arada kendi kamuoyunun rahatsızlığını yenemeyecektir. Bu nedenle ısrar edecek ve önce 1924'te Hilafetin kaldırılması, ancak bundan sonra Lozan'ı onaylaması, 1930'lu yıllarda Amerikalı 'uzmanlar'ın devreye girmesiyle başlayan restorasyon çalışmaları derken Toynbee ile Hohler'in 15 yıl önce ortaya attıkları Ayasofya'yı beynelmilel (uluslararası) bir abide yapma girişimi başarıya ulaşacak ve binanın dinî statüsü ortadan kaldırılarak ne cami, ne kilise, herkes buyursun müzeye formülü uygulamaya geçirilecektir.

Ne ki, bunun ilk defa bizim aklımıza geldiğini sanıyorsanız aldanıyorsunuz. Malum o yıllarda ışık Batı'dan gelirdi. Bana hayal gördüğümü söyleyenler bu bilgileri kendisinden toparladığım tarihçi Erik Goldstein"ın "Byzantine and Modern Greek Studies" dergisindeki "Ayasofya ve İngiliz Dış Politikası" başlıklı makalesine bakabilirler (1991).

Bu arada aklıma takıldı: İngilizlerin Başkenti İstanbul'dan Anadolu'ya gönderme politikaları sizde bir çağrışım yapmadı mı? Sanki bu da uygulanmış gibi geliyor ama neyse. Bu hafta bu kadar çatırtı yeter.

http://www.zaman.com.tr/pazar_ayasofyayi-muze-yapma-fikri-ingilizlerden-gelmis_2105606.html





Trabzon'da Ayasofya Camii ibadete açıldı

Trabzon'un Ayasofya Mahallesi'nde bulunan ve uzun süre müze olarak kullanılan Ayasofya, 52 yıl aradan sonra tekrar cami olarak hizmet vermeye başladı. Mihrap ve minber yerleştirilen Ayasofya'da ilk namaz ikindi vakti kılındı. Namaz sırasında freskler perde ile örtüldü. Ayasofya'da ikindi ezanını Neşat Şentürk adlı vatandaş okurken, yaklaşık 50 kişilik cemaate namazı Ziya Mıynat kıldırdı. Ayasofya'nın namaz kılınan bölümünün giriş kısmında iki kadının da saf tuttuğu görüldü. Namazın ardından yerli ve yabancı turistler, Ayasofya'nın ibadete açılan bölümünü de gezerek, fotoğraf çektiler.

Trabzon Vakıflar Bölge Müdürü Mazhar Yıldırımhan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Ayasofya'nın cami olarak hizmet vermesi için hazırlıkları tamamladıklarını belirterek, "İnşallah önümüzdeki hafta içinde caminin resmi açılışını yapacağız. Bugün vatandaşlar ferdi olarak namaz kılıyorlar. Aynı zamanda müze ziyareti de yapılabiliyor. Bu konuda bir sorun yok" dedi. Hazırlıklar yapılırken eserin zarar görmemesi için büyük özveri gösterildiğini ifade eden Yıldırımhan, "Ziyarete gelenler eserin bütününü rahat bir şekilde görebiliyorlar. Bugün cemaat içinden bir kişi namaz kıldırdı. Bugün sadece hazırlanan mekanın ne durumda olduğunu göstermek için buradayız" diye konuştu. Uzun süre müze olarak kullanılmasına rağmen tapusu cami olan Ayasofya'nın, mahkeme kararıyla bir süre önce Kültür ve Turizm Bakanlığından Vakıflar Genel Müdürlüğüne devredildiğini anımsatan Yıldırımhan, "Ayasofya Müzesi'nin cami olarak düzenlenmesine ilişkin çalışmalarımız tamamlandı. Bugün Trabzon Müftülüğü'ne Ayasofya'yı teslim almaları için yazımızı gönderdik. Yeni çalışmayla Ayasofya'yı hem cami hem de müze olarak düzenledik. Ayasofya hem cami fonksiyonunu görecek hem de müze olarak gezebilecek.

52 YIL SONRA İBADETE AÇILDI

Ayasofya'nın camiye dönüştürülmesi çalışmaları sırasında hiçbir şeye dokunmadık. Esere bir çivi bile çakılmadı. Son derece naturel bir şekilde eser korundu. Kubbedeki frekslerin üzerine perde çektik ama kubbedeki bu freskleri görmek isteyenler doğudaki bölümü gezerken oradan kubbeyi görebilecekler. Hiç bir fonksiyon bozulmadı, isteyen ibadet yapabilecek, isteyen de ziyaret edebilecek."



Yıldırımhan, kaynaklarda 1961 yılına kadar ibadete açık olduğu belirtilen Ayasofya'nın kuzey girişinde iki kapı bulunduğunu anlatarak, şöyle devem etti:

"Kapıların birinin önüne halı serdik ve ayakkabılık koyduk. Cemaat bu kapıyı kullanarak içeriye girecek. İkinci kanat kapının olduğu yeri ise taş zemin bıraktık. Buradan içeriye giren ziyaretçi bir metre genişliğindeki alandan doğuya doğru geçecek oradan baktığı zaman kubbedeki freskleri görebilecek. Ziyaretçilerin bu mekanı gezerken ayakkabı çıkartması gerekmeyecek. Ayasofya'nın camiye dönüştürülmesine bağlı olarak paralı geçiş kaldırıldı. Böylece ziyaretçi sayısı arttı, rehberler daha fazla ziyaretçi getirmeye başladılar. Ücretsiz her isteyen gidip Ayasofya'yı ziyaret edebilir, ibadet yapabilir."



'HÜRRİYETİNE KAVUŞTU'

Ayasofya'da namaz kılan vatandaşlardan Ethem Turan, bunun çok güzel bir duygu olduğunu belirterek, "Yıllar sonra Ayasofya'nın ibadete açılması çok önemli. Burası hem gezmek hem de ibadet yapmak için çok önemli ve güzel bir yer. Mahallemizde bunu hayata geçirenlere teşekkür ediyorum" dedi. Hamza Kaya ise Ayasofya'nın ibadete açılmasıyla özgürlüğüne kavuştuğunu ifade ederek, "Ayasofya hürriyetine kavuşmuştur. Bunu yapanlardan Allah razı olsun. İstanbul'daki Ayasofya'nın da bir gün özgürlüğüne kavuşacağına inanıyorum" diye konuştu

Trabzon Müftüsü Veysel Çakı, Ayasofya'nın cami olarak düzenlenmesine ilişkin Trabzon Vakıflar Bölge Müdürlüğünden gelen yazı üzerine geçici görevlendirme yaptıklarını söyledi. Ayasofya'da tarihi dokuya ve ziyarete engel olmayacak bir formül bulunduğuna dikkati çeken Çakı, "Ortada namaz kılınacak bir yer hazırlanmış. Kubbeler sağdan ve soldan rahatlıkla görülebiliyor. İbadet edenlerin ziyaretçilere, ziyaretçilerin ibadet edenlere herhangi bir engel durumu yok. Biz burada sadece din hizmeti üreteceğiz" dedi. Çakı, ibadethaneleri kilise olan insanların da Ayasofya'nın atıl olmaktansa bir şekilde de olsa ibadet mahali olarak kullanılmasına karşı duracaklarını veya eleştireceklerini düşünmediğini belirterek, "Yeter ki ibadet edilsin, neticede burası mabettir. Zamanında kiliseydi bugün ise yörede Müslümanlar çoğunlukta olduğu için cami olarak kullanılabilir. Yapıya herhangi bir müdahale yok, tamamen portatif bir düzen kurulmuş" diye konuştu. Çakı, Diyanet İşleri Başkanlığının Ayasofya Camisi için imam hatip kadrosu verdiğini anımsatarak, ilana çıkıldıktan sonra yapılacak sınavla görevlinin belirleneceğini kaydetti.

Trabzon Valiliği ile İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü kaynaklarından derlenen bilgilere göre, Ayasofya Mahallesi'ndeki Trabzon Ayasofya Kilisesi, Trabzon İmparatorluğu krallarından 1. Manuel Komnenos zamanında (1238-1263) inşa edildi. Fatih Sultan Mehmet'in 1461'de Trabzon'u fethinin ardından camiye çevrilen ve vakıf eseri olan Ayasofya, 1. Dünya Savaşı yıllarında sırasıyla depo, hastane ve cami olarak kullanılmış. 1958 ile 1962 yılları arasında Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Edinburg Üniversitesi'nin iş birliğiyle restore edilen tarihi yapı 1964'ten sonra müze olarak ziyarete açılmış. Evliya Çelebi'nin önem verdiği yapılar arasında bulunan, 1868'de harabe olan Ayasofya, aynı tarihlerde Bursalı Rıza Efendi'nin teşvikiyle onarılmış. Geç Bizans döneminin güzel bir örneği olan yapı, yüksek bir merkezi kubbeye sahip.

Yapıda, Hristiyan sanatının yanı sıra Selçuklu Dönemi İslam sanatının etkileri görülüyor. Binanın güney cephesinde Adem ile Havva'nın yaratılışı kabartma olarak anlatılıyor. Güney cephedeki kemerin kilit taşı üzerinde Trabzon'da 257 yıl hüküm süren Komnenoslar'ın sembolü olan tek başlı kartal motifi bulunuyor. Hazreti İsa'nın doğumu, vaftizi, çarmıha gerilişi ve kıyamet gününün betimlendiği yapının ana kubbesinin alt kısmında çok renkli mermerden yapılmış yer mozaiği bulunuyor. Fresklerde İncil'den alınmış konular işleniyor. Kubbedeki ana tasvir ise Hazreti İsa'nın tanrısal yönünü aksettiren Pantacrator İsa'dır. Bunun altında bir kitabe kuşağı, daha altta ise melekler frizi bulunuyor. Pencere aralarında 12 havari tasvir ediliyor.



http://www.hurriyet.com.tr/gundem/23610676.asp
#363


İBRAHİM ASALIOĞLU - ANKARA

Darbecilerin meşruiyet bahanesi olarak gördüğü TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesi yenileniyor. TSK'ya, Cumhuriyet'i 'koruma ve kollama' görevi veren madde 'yurtdışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı Türk vatanını savunma' şeklinde düzenleniyor. Askerin siyasetle ilişkisini düzenleyen madde de 'TSK mensupları siyasî faaliyette bulunamaz' şeklinde netleştiriliyor.

Darbelere yasal dayanak oluşturduğu gerekçesiyle eleştirilen ve Türk Silahlı Kuvvetleri'ne (TSK) Cumhuriyet'i 'koruma ve kollama' görevi veren TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesi değişiyor. 'Silahlı Kuvvetler'in vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti'ni kollamak ve korumaktır' şeklindeki madde yeniden yazılıyor. Meclis'e sunulan hükümet tasarısında,  TSK'nın görevi, "Yurtdışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı Türk vatanını savunmak, caydırıcılık sağlayacak şekilde askeri gücün muhafazasını ve güçlendirilmesini sağlamak, Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla yurtdışında verilen görevleri yapmak ve uluslararası barışın sağlanmasına yardımcı olmaktır." şeklinde tanımlanıyor. 27 Mayıs, 12 Eylül ve 28 Şubat darbelerinin gerekçesi olarak bu madde gösterilmişti. 12 Eylül soruşturmasının 2 sanığı Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya, savunmalarında 35. maddeyi işaret etmişti. 'Darbeye teşebbüs'ten ceza alan eski 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan da, kendini bu maddeye dayanarak savunmuştu.

TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesi bugüne kadar yapılan darbelerde cuntacıların en büyük dayanağıydı. 27 Mayıs darbesini yapanların temel dayanağı bu maddeydi. 12 Eylül soruşturmasında ifade veren 2 sanık, dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve yine dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya da darbeye gerekçe olarak 35. maddeyi işaret etmişti. 28 Şubat'ın mimarları da soruşturma kapsamında verdikleri ifadelerde bu maddeye sarıldı. 'Darbeye teşebbüs' suçlamasıyla yargılandığı davada ceza alan dönemin 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan da, Balyoz belgeleri yayınlandığı ilk günlerde kendisini yine TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesine dayanarak savunmuştu.

Darbecilerin en büyük dayanağı olan bu madde artık değişiyor. Meclis'e sunulan hükümet tasarısıyla, 'Silahlı Kuvvetler'in vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti'ni kollamak ve korumaktır' şeklindeki 35. madde yeniden yazılıyor. Tasarıda 'Silahlı Kuvvetler'in vazifesi', "Yurtdışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı Türk vatanını savunmak, caydırıcılık sağlayacak şekilde askerî gücün muhafazasını ve güçlendirilmesini sağlamak, Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla yurtdışında verilen görevleri yapmak ve uluslararası barışın sağlanmasına yardımcı olmaktır." şeklinde yenileniyor.

'Askerlik' tanımında da değişikliğe gidiliyor. Askerliği tanımlayan, "Türk vatanını, istiklal ve cumhuriyetini korumak için harp sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyetidir. Bu mükellefiyet özel kanunlarla vaz olunur." şeklindeki madde, "Harp sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyetidir" şeklinde yenileniyor.

Mevcut kanundaki askerlerin siyasetle ilişkisini düzenleyen madde de revize ediliyor. Mevcut kanunda, "Türk Silahlı Kuvvetleri her türlü siyasi tesir ve düşüncelerin dışında ve üstündedir." şeklinde olan madde, "Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları siyasi faaliyette bulunamaz." şeklinde değiştiriliyor.

KALDIRILMASI SÖZ KONUSU DEĞİL

Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, katıldığı 2. Uluslararası Öğrenciler Mezuniyet Töreni'nde tasarıya ilişkin soruları cevapladı. 35. maddenin kaldırılmasının söz konusu olmadığını anlatan Bozdağ, "Tasarıyı gördüğünüzde daha iyi bir değerlendirme imkânı bulacaksınız. 35. maddede bir değişiklik öngörülmektedir. Kaldırılması söz konusu değil. Yeni yasama döneminde yasalaşacaktır." ifadelerini kullandı. Bozdağ, PKK'nın çekilmesiyle ilgili haberlere de değindi. Terör örgütü mensuplarının Türkiye topraklarını tamamen terk etmiş gibi bir algının doğru olmadığını söyledi. Bozdağ, "Çözüm süreci içerisinde terör örgütü mensuplarının topraklarımızı terk etmesi şarttır. Ama bazı basın yayın organlarında yer alan haberlere baktığınızda sanki terör örgütü mensuplarının Türkiye topraklarını tamamen terk etmiş gibi bir algı var. Bu algı gerçeği yansıtmıyor. Bu süreç devam ediyor. Sürecin devam ettiğini ifade edebilirim." diye konuştu.

Suç olarak tanımlanan fiiller Facebook'ta da Twitter'da da suçtur

35 kişinin attıkları 'tweet'ler nedeniyle gözaltına alınacakları ya da haklarında yasal soruşturma başlatılacağı yönünde çıkan iddialarla ilgili de konuşan Bozdağ, "Suç olarak tanımlanan fiiller ister Twitter'da, ister Facebook isterse başka usullerle işlensin bunlar suçtur. Suçların soruşturulmasına ilişkin usul neyse ona göre bir soruşturma yapılacaktır. Son dönemde yaşanan hadiseler nedeniyle pek çok yalan haber insanlarımızı tahrik etmek ve Türkiye'de bir kaos ortamı oluşturmak için elektronik ortamda servis edilmiştir. Bunların hepsi bizim mevzuatımızda suçtur. Hukuk devletinde hiç kimsenin suç işleme özgürlüğü yoktur. Suça dair herhangi bir durum söz konusu olduğunda işleyen mekanizma neyse bu konularda da aynı mekanizma işlemektedir." ifadelerini kullandı.

http://www.zaman.com.tr/politika_darbe-gerekcesi-35-madde-degisiyor_2105016.html



35. madde reformu, Mustafa Ünal, Zaman Gazetesi

Geciktiği bile söylenebilir. Bugüne kalmamalıydı. Türkiye  darbelerle hesaplaşan, tarihiyle yüzleşen bir ülke. Her türlü darbe ve müdahale, yargı konusuna dönüştü. Tanklı toplu darbeden postmodern müdahaleye kadar.

Mahkeme, 28 Şubat iddianamesini kabul etti. 12 Eylül'ün yargılanması epey yol aldı. Balyoz'da mahkeme kararını verdi. Dosya Yargıtay'da. Ergenekon davasında geri sayım başladı. Karar ağustosun ilk haftasında. Sadece somut darbeler değil, teşebbüsleri de yargının konusu. Hal böyleyken darbelerin yasal dayanağını oluşturan 'TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesi' hiç dokunulmadan, olduğu gibi kalabilir mi? Elbette hayır. Yeniden ele almak, zamanın ruhuna göre düzenlemek kaçınılmazdı. AK Parti nihayet adım attı.

Bu madde defalarca siyasetin gündemine girdi. Konuşuldu, tartışıldı. Belki de en çok konuşulan maddelerden biri. O yüzden '35. madde' dendi mi herkes ne anlama geldiğini bilir. Orduya cumhuriyeti 'koruma ve kollama' görevi verdiğini duymayan yoktur herhalde.

Koruma ve kollamanın sınırı o kadar geniş ki... Sürekli demokratik sistem generallerin gözetimi altında tutuldu. Sandıktan çıkan partilerle de yakından ilgilendiler, kurulacak hükümetlerin şekliyle de... Hatta kanunlar. Yeri geldi YÖK Kanunu veya Kur'an kursları ile ilgili düzenleme ya da katsayı 'darbe gerekçesi' sayıldı. Bütün sistemlerde bunun adı 'vesayettir'. Türkiye'deki demokratik sistem askerin vesayeti altında. Eskiye oranla demokrasi mesafe aldı, askerin sistem üzerindeki gözetimi zayıfladı. Ancak vesayetin tümüyle öldüğünü söylemek için daha çok erken.

Darbeleri de vesayeti de diri tutan şartlardır, yarın siyasi iklim değişince demokrasinin üzerinde yeniden kara bulutlar dolaşmaya başlayacağına şüphe yok. Reformlar kalıcı hale getirilemedi. Yeni ve sivil anayasa yapılamadı.

Askerî vesayet farklı şekillere büründü. Ortamı darbeye hazırlayanlar gün geldi 'kaos eylemcisi' olarak göründü. Evet, Gezi olaylarını kastediyorum. Meydan çok kalabalıktı. Ayırt etmek belki zordu. Saha da onlar da vardı. 2014 sürecinde kim bilir kendini nasıl gösterecek. Neresinden bakılırsa bakılsın 35. maddenin yeniden düzenlemesi demokratikleşme yolunda atılmış büyük bir adım. Dün hükümet, tasarı olarak Meclis'e gönderdi. Askerin elinden 'koruma ve kollama' görevi alınıyor. Demokrasinin ruhuna uygun. Bunu niye söylüyorum. 2 sene önce CHP Meclis'e 35. maddeyi değiştiren bir teklif sundu. Öneri bir iyileştirme getirmiyordu. Mevcudun yeni kelimelerle ifade edilmesinden ibaretti. Hatta 'askerin müdahalesini kuvvetlendirdiği ve alanını daha da genişlettiği' yorumunu yapanlar oldu.

Maddenin ne şekilde değiştiği o yüzden çok önemli. AK Parti Hükümeti'nin tasarısı 35. maddeyi demokratik hale getiriyor. Koruma kollama görevi kalkıyor. Askerlik yeniden tanımlanıyor. Kapsamlı bir değişim. Olması gerektiği gibi. Keşke hemen yasalaşsa... Daha fazla gecikmese. İklim uygun. Muhalefetin itirazı olacağını sanmıyorum. Sonbaharı beklemek gerekiyor. Meclis'in tatile girmesine sayılı günler kaldı. Yetişmesi zor. AK Parti Hükümeti bir irade ortaya koydu. Bir reform, köklü değişim iradesi bu.

Arkası gelmeli. Mevzuat gözden geçirilmeli. Vesayetin dayanağı sadece bir madde değil. Demokratik iklimi konjonktürel iyileştirmeler yerine kalıcı hale getirmek için atılacak çok adım var. AK Parti rehavete düşmenin ne tür sonuçlar doğuracağını yaşayarak gördü. 'Eskinin tam ölmediği, yeninin tam doğmadığı' gerçeğine uyandı.

AK Parti, tali yollara sapmadan reform yolunda ilerlemeli.

http://www.zaman.com.tr/mustafa-unal/35-madde-reformu_2104992.html
#364
Kamoyunda "Cübbeli Ahmet Hoca" olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü'nün yargılandığı davanın müştekisi Faslı İmanee Lemghari talimat ile Fas'ta ifade verdi.

Cübbeli Ahmet Hoca ile birlikte olduğu yönündeki daha önceki ifadesini kabul etmeyen Lemghari, ifadeyi Türk polisinin baskı uygulayarak zorla imzalattığını söyledi.

Ahmet Mahmut Ünlü'nün de sanıkları arasında bulunduğu davanın görüldüğü İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi'ne davanın müştekilerinden Faslı İmanee Lemghari'nin ifadesi ulaştı. Mahkeme, Ünlü'nün, "cinsel saldırı, haksız kazanç sağlamak amacıyla kurulan örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek, kişiyi hürriyetinden yoksun kılmak" iddiaları ile yargılandığı davanın müştekilerinden Faslı İmanee Lemghari ve Fatma Zohra'nın ifadesinin alınması için Fas adli makamlarına talimat yazmıştı.

Soruşturma kapsamında Ünlü'den şikayetçi olan ancak daha sonra bu şikayetlerinden vazgeçen müştekilerden Faslı İmanee Lemghari'nin ifadesi mahkemeye ulaştı. İfadesinde ilginç bilgiler veren Lemghari, Türkiye'de imam nikahı ile evlendiğini belirtti. İmam nikahlı olarak evlendiği kişi ise, aynı davada eşi Kadriye Sezek ile birlikte yargılanan Barış Sezek... Evli olan Barış Sezek ile Kazablanka'da tanıştığını belirten Lemghari, Sezek ile İstanbul'a geldiğini belirtti. İstanbul'da Sezek ile imam nikahı kıyıldığını belirten Lemghari, imam nikahı sırasında Sezek'in karısı Kadriye Sezek'in de yanlarında olduğunu belirtti. İmam nikahında çevredekilerin 'baba' diye hitap ettiği daha sonradan isminin Ahmet Mahmut Ünlü olduğunu öğrendiği kişinin de olduğunu belirten Lamghari, "Bu kişi fatiha okudu. Bana Barış Sezek ile evlenmek istiyor musun? diye sordu." dedi. Barış Sezek ile imam nikahının ardından başka bir eve giderek cinsel birliktelik yaşadığını belirten müşteki Lemghari, soruşturma kapsamında "Cübbeli bizimle birlikte oldu" yönündeki sözlerini de yalanladı ve o ifadeyi Türk polisinin baskı uygulayarak zorla imzalattığını söyledi.

Davanın diğer müştekisi Fatma Zohra'nın ise ifadesi bekleniyor. Ünlü'nün de aralarında bulunduğu sanıkların İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki yargılanmasına 27.06.2013 tarihinde devam edilecek.

Kaynak: DHA
http://www.haber7.com/guncel/haber/1043052-cubbeli-hocayi-rahatlatacak-ifade



Cübbeli ile hakim arasında 'umre' diyalogu

Kamuoyunda "Cübbeli Ahmet" olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü'nün de sanıkları arasında bulunduğu 16 tutuksuz sanıklı davanın görülmesine 27.06.2013 tarihinde devam edildi. Duruşmada Cübbeli Ahmet ile mahkeme başkanı arasında ilginç 'umre' diyalogları geçti.

Çağlayan'daki Adalet Sarayında bulunan 16. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen ''Karagümrük çetesi'' olarak bilinen suç örgütüne yönelik yürütülen soruşturma kapsamındaki duruşmaya Ahmet Mahmut Ünlü ve Barış Sezek'in de aralarında bulunduğu 5 tutuksuz sanık katıldı.

NAMAZ KILDI, DURUŞMAYA GEÇ KATILDI

Ünlü, duruşma öncesi adliye içindeki fotokopi odasında öğle namazı kıldı. Duruşmaya 5 dakika geç katılan Ünlü'ye Mahkeme Başkanı Mehmet Ekinci, "Ahmet Bey hoş geldiniz" dedi. Ünlü ise ağaya kalkarak, "Hoşbulduk efendim" diye yanıt verdi.

Davanın müştekisi Faslı İmanee Lemghari talimat ile Fas'ta verdiği ifadenin mahkemeye ulaştığını belirten Mahkeme Başkanı, "İmanee, Barış Sezek ile imam nikahı kıydığını belirtmiş. Ünlü'nün de bu nikahta bulunarak Fatiha okuduğunu söylemiş" dedi. İfadeye yönelik söz verilen Barış Sezek, "İfadenin bir kısmı doğru, bir kısmı yanlış. İfadesinde Ahmet Mahmut Ünlü'nün nikahta bulunduğunu söylüyor. O bölümü yanlış" diye konuştu.

ÜNLÜ: BEN İMAM NİKAHI KIYMADIM

İfadeye yönelik söz alan Ünlü de, "Yok ben nikah falan kıymadım. Orada bulunmadım. Resmi nikah olmadan nikah kıymam ben. Bunun suç olduğunu da çok iyi bilirim. Nüfuslu kişilerde benden nikah kıymama istedi ancak ben kıymadım" dedi.

Üye hakimin Seyfettin Mermerci'nin , ''Daha önce kendi nikahınızı kıyabileceğinizi söylemiştiniz" sözleri üzerine, ''Kendi nikahınızı kıyarsınız onda bir sorun yok" diye yanıt verdi. Ünlü'nün duruşma sırasında sık sık dua okuduğu görüldü.

MAHKEME BAŞKANI'NIN İLGİNÇ ANISI

Duruşmada konuşan Mahkeme Başkanı Ekinci, ''Geçtiğimiz günlerde bir taksiye bindim. Taksi de bir radyo açıktı. Siz de (Ünlü) orada konuşuyordunuz. Şoför kapatacaktı kapatma dinleyelim dedim. Siz orada 'Umre'ye gittim ama mahkeme 10 gün izin veriyor. Ben de 10 günlük gidip geldim' dediniz" diye konuştu.

BAŞKAN: SENİN SEVABINA NİYE ENGEL OLALIM

Bu sözler üzerine Ünlü, "Avukatların 1 aylık izin için size başvurmuş. Siz de 'ne yapacak 1 ayı. Oraya mı yerleşecek? demişsiniz. Ben de tamam o zaman 10 günlük izin verilsin dedim" dedi.

Ünlü'nün bu sözlerine Mahkeme Başkanı Ekinci, "Yok öyle bir şey demedik. Senin sevabına niye engel olalım. İstersen 2 ay kal" şeklinde konuştu.

DOSYA MÜTALAA İÇİN SAVCIYA GÖNDERİLDİ

Ünlü'nün avukatları her hafta karakola imza atma yönündeki adli kontrolün 1 aylık süreye çıkarılmasını talep etti. 15 dakikalık aranın ardından kararını açıklayan mahkeme, Ünlü'nün imza atma süresini 1 aya çıkardı. Ünlü'nün her ayın başında ilk Çarşamba günü karakolu giderek imza atma şartı getirdi. Mahkeme dosyayı da mütalaa hazırlaması için duruşma savcısına gönderdi.

Kaynak: DHA
http://www.haber7.com/guncel/haber/1043361-cubbeli-ile-hakim-arasinda-umre-diyalogu
#365
AKP'yle hiç ilgim yok...

Oy vermedim...

"Yetmez ama evet" demedim...

Darbelerle hesaplaşılmasını istememe rağmen, oy sandığının önüne geldiğimde 'evet'e de gitmedi elim...

AKP'nin kazandığı üç seçimin ilkinde hiç sandığa gitmedim...

İkincisinde CHP'ye oy verdim...

Üçüncüsünde elim yine "herhangi bir partiye oy atmaya gitmedi..."

Laik olduğum kuşku götürmez...

Atatürk'ü sevdiğim, referans aldığım ise malumun ilamı...

***

Atatürk'e göre Osmanlı'yı, Batı'ya göre Ortadoğu'yu daha bir önemsediğini gördüğüm AKP'yle aramda 'özel' gönül bağı hiç olmadı...

Bugünlerde çok görüldüğü gibi bir medya grubunun başına geçmek gibi "idealleri ve amaçları" çoktan gerilerde bıraktım...

Teklif edilen onlarca görevi "paralarını ve miktarlarını sormadan reddediyorum..."

Tayyip Erdoğan'a hiç oy atmadım, sanıyorum hiç de oy atmayacağım...

***

Ancak Bülent Ecevit'e oy atmıştım...

Onun bu ülkede; her şeyi yönetebileceğini düşünen sermaye gruplarına tek başına nasıl çaresiz duruma düştüğünü birebir yaşamıştım...

Kontrgerilla'nın ona nasıl suikast düzenlediğini, o "suikastten" nasıl kıl payı kurtulduğunu birebir görmüştüm...

Nahif gençlik liderimin Başbakan'ken; nasıl "Yaşar ne yaşar ne yaşamaz" hale getirildiğine, kendisine nasıl yaşayan bir ölü muamelesi çekildiğine, gazetelerin manşetlerinin nasıl sahtekarca bu yalanı pompaladığına tanık olmuştum...

***

Bülent Ecevit'in en yakınındaymış gibi görünen bir "gazeteci" vardı hiç unutmam...

Bir gün sabah kalktım büyük gazetede, o gazetecinin yazısını gördüm...

Gözlerim faltaşı gibi açıldı...

Ecevit'in berbat durumda olduğunu, evinde yıkanmadığını, gömleklerini değiştirmediğini, hafızasının yerinde olmadığını, "yaşayan bir ölü" olduğunu anlattığı yazısına tanık oldum...

Ecevit'in Başbakanlık yaptığı günlerdi...

Ulusal ve uluslararası sermaye, karteller, tröstler ve derin konsorsiyum

"Ecevit'in Başbakanlık'tan düşürülmesine çoktan karar vermişti..."

***

Yerine gelecek kişi belliydi...

En yakınındaki olacaktı elbette yerine gelecek kişi!..

Böylece koalisyon devam edecek, her şey istendiği gibi sürecek ve yönetilecekti...

En yakında görünüp de o yazıyı yazan gazeteci,

Ecevit'e en öldürücü darbeyi vurmuştu...

O yazısı "Gezi Parkı olayları" etkisi göstermiş, bütün manşetler, gazeteci ve yazarlar yazıya referans yaparak

"Ecevit'in zorunlu nedenlerle Başbakanlığı bırakması gerektiğini" yazmaya başlamışlardı...

Anayasa'nın bilmem kaçıncı maddesindeki zorunluluk halleri nedeniyle...

"Tezgahlanmış Başbakan'ı indirme operasyonu" adım adım yürürlüğe konuyordu...

Çiğli'de, İstanbul'da gerçekleştiremedikleri suikasti nihayet yapacaklardı...

Onu yaşayan bir ölü olarak lanse etmişler, artık ülkeyi istedikleri kıvamı getirmişlerdi...

Ecevit aldığı ilaçların etkisiyle "Başbakanlık merdivenlerinden düşüyor, durup dururken evde ayağı takılıp kemiklerini kırıyordu..."

Kemikler bir türlü kaynamıyordu!..

***

Son anda Rahşan

Ecevit duruma ayıldı...

Ecevit'in almakta olduğu ilaçları çöpe attı ve

Ecevit'i yaşattı...

Fakat öyle bir psikolojik harp yaşatmışlardı ki Ecevit'lere, artık bütün ipler "konsorsiyum"un eline geçmişti...

Heyhat!..

O gün Başbakan Ecevit'i; "gömleklerini değiştirmeyen, kirli gömlek ve atlet giyen, yıkanmayan, düşüp kemiklerini kıran ve yaşayan bir ölü ve bitkisel hayatta bir kişi olarak" lanse edenlerle, bugün aynı amaçlara matuf benzer haykırışlarda bulunanlar acaba aynı kalemler, aynı insanlar, aynı tanıdıklar olabilir miydi?..

***

"Sorun iktidar değil, Ecevit" demekle, "Sorun AKP değil, Tayyip Erdoğan" demek arasında hiç fark olmadığını, aslında aynı operasyonun, aynı stratejinin, aynı taktiğin aynı tanıdık ve mahut çehreler tarafından senaryolaştırıldığını o kadar iyi bilmekteyim ki...

Gazetecilikten bahsedecekler şimdi elbette..

Etik gazetecilikten değil mi?..

Sırtını ulusal ve uluslararası sermayeye dayayıp, derin konsorsiyumların "etki ajanı" olarak görev yapacaklar...

Sonra "ahlaklı ve etik gazeteciler olarak", toplumu operasyonlarla suni olarak şekillendirdiklerinin tarihini yazmaya soyunacaklar, öyle mi?..

Tayyip Erdoğan'ın birçok hataları bulunduğunu, otokratik bir kişiliğe meyyal olduğunu, toplumun cumhuriyetçi ve laik kesimleriyle iyi diyalog kuramadığını düşünüyordum...

Cumhuriyetçi kesimler arasında iktidarının son döneminden çok fazla "muzdarip"in varlığını fark ediyorum...

Fark etmez Ecevit'in de bir sürü yanlışı ve hatası vardı ülkeyi yönetirken...

***

Bunların hiçbiri bu insanların "derin operasyonlarla" seçimle geldikleri iktidardan, abidik kubidik yöntemlerle düşürülmelerini gerektirmiyor...

Operasyon yapanlar, kendi rol aldıkları operasyonların kendi biçimlendirdikleri tarihini yazmaya soyunuyorlar...

Tayyip Erdoğan'la gönül bağım olmadı hiç...

Oysa şu anda yapanların ne anlama geldiğini bilecek kadar şerbetliyim...

Ecevit'e de aynısını yapmışlardı...

Muhtemelen şimdiki infialim de

Ecevit'e yapılanlara karşı duyduğum biçareliğin infialidir...

Yoksa ben önümüzdeki seçim de AKP'ye oy atmayacağım...

Bu durumumda değişiklik mevz-u bahis değil...

Fakat bir zamanlar Ecevit'e ve Özal'a yapılanın aynısının olmasını istemiyorum, bu durum arz-u halim...

***

Hiçbir şey sonsuza kadar gizli kalmıyor değil mi?..

Gün geliyor operasyonlar ve hesaplar birer birer ortaya dökülüyor...

Bülent Ecevit nire?..

Tayyip Erdoğan nire?..

Fakat uluslararası paranın merkezleriyle takıştınız mı, istediklerini yapmadınız mı adınızın önünde "Laik-İslamcı, Cumhuriyetçi-Osmanlı, Bülent-Tayyip" yazmış, fark etmiyor...

En yakınınızdakiler "öne sürülerek" sizi bitirmek için operasyonun düğmesine basılıveriyor...

Artık hangi senaryo yürürlüğe konur bilmiyorum...

Para mı çekilir?..

Döviz mi gelmez?..

Borsa mı düşer?..

TÜSİAD tam sayfa ilan mı verir?..

Yağ krizi mi çıkar?..

Anarşi mi hortlar?..

Olaylar mı sürer?..

Onları bilmem?..

Kimdi Ecevit'in yaşayan bir ölü olduğu haberini yazıp en vurucu hamleyi vuran yakın gazeteci acaba?..

Merak etmesin rahat uyusun...

Adını telaffuz etmem...

http://haber.gazetevatan.com/ecevite-de-aynisini-yaptilar/547325/4/Yazarlar/136



Uluslararası içki lobisi ve Tayyip Erdoğan.., Reha Muhtar, Vatan Gazetesi

Siyasetin "para" ayağını göz önüne almadan yapılan analizinin, hiçbir anlamı olmadığını yıllar geçtikten sonra anladım...

Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin müktesebatından geliyordum...

Orada, fikirler vardı, ideolojiler vardı, idealler vardı...

Bir şey hemen hemen hiç yoktu...

Siyasi davranışlar ideolojilerle açıklanırdı ancak pek "para"yla açıklanmazdı...

Oysa hayatın iş dünyası için, milyarlarca dolarlarla büyük operasyonlar yapanlar için, siyaseti, başkanları, kabineleri, kongreleri belirleyenler için "para" olduğunu geç anladım...

***

Bir içki lobisinin Amerika'yı nasıl etkisi altına alabileceğini, silah sanayiinin başkanlar üzerinde nelere kadir olduğunu yaşayarak ve görerek anladım...

Başbakan Erdoğan'ın alkol düzenlemesiyle ilgili kararını ben de dahil herkes öncelikle ideolojik açıdan ele aldık...

- "Alkol nerelerde kullanılmalı, nerelerde yasaklanmalı?.." falan filan...

Oysa milyarlarca dolarlık dev bir pazarda mücadele eden içki lobileri için hayat bu kadar basit ve ideolojik değil...

Kapitalistler ve sermaye, ideolojileri para kazanmak için kullanıyor, fakat kendisi hiçbir zaman ideolojik davranmıyor...

***

İçki; sinema endüstrisinden, medya dünyasına, gazete sütunlarından, billboard reklamlara, "çağdaş bir yaşamın vazgeçilmez unsuru" olarak lanse ediliyor ve dünya pazarına öyle pazarlanıyor...

Çağdaş yaşamın vazgeçilmezi alkol, eğer sinemalarda, festivallerde, spor müsabakalarında, gazete sütunlarında, dergilerin kuşe baskılarında, özgür ve çılgın internet mecrasında kendisine yer bulamazsa hayatiyeti biter, sona erer...

Başbakan "içki reklamını yasaklayarak" milyarlarca dolarlık bu uluslararası lobinin en can alıcı damarına basmıştır...

Türkiye 76 milyon insanın yaşadığı bir pazar...

Gelişmekte olan bir ülke...

Sağlık bilincinin henüz Amerika'daki kadar gelişmediği, uzun yıllar "sağlık ile içki ve sigara bağlantısının kolay kurulamayacağı" bir ülke gerçeği...

Böyle bir ülkeden tası tarağı toplamak zorunda kalmanın, uluslararası içki lobisine neler yaptırabileceğini tahmin edemezsiniz...

***

Herkes bunu bir ideoloji sorunu zannediyor...

Oysa bu bir ideoloji sorunu değil...

Bir çıkar sorunu...

Tayyip Erdoğan'a Gezi Parkı'ndaki çocukların itiraz edeceği çok şey var...

Hayat tarzını yaşayamadığını düşünen şehirli orta sınıfların da karşı çıkacağı çok şey mevcut...

Fakat bunlar sonuçta moral değerler...

Amerikan ve Batılı medya devlerini harekete geçiren güç, "İçki reklamı yasağı ve içki lobilerinin milyarlarca dolarlık kar marjlarının yok olacağı" gerçeğidir...

Sermaye, hiçbir zaman ideolojik değildir...

İdeolojiyi para kazanmak için kullanır sadece...

Bunu anlamaya başlamak, hayatı anlamaya başlamakla eş değerdir...

http://haber.gazetevatan.com/uluslararasi-icki-lobisi-ve-tayyip-erdogan/547616/4/Yazarlar/136
#366
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak'ın eşi Avukat Zübeyde Kamalak'ı başörtülü olarak duruşmaya kabul etmeyen Hakim İlhan Kadıoğlu hakkında inceleme başlattı. Kurul'un görevlendirdiği müfettişin hazırlayacağı rapor doğrultusunda Hakim Kadıoğlu hakkında soruşturma başlatılıp başlatılmayacağına karar verilecek.

Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak'ın eşi Avukat Zübeyde Kamalak'ın, Ankara 2. Aile Mahkemesi'nde görülen bir davaya türbanıyla girmesi üzerine, Hakim İlhan Kadıoğlu, "Danıştay 8. Dairesi, avukatların 'başı açık' görev yapmalarına dair düzenlemenin yürütmesini durdurmuş olsa da avukatların meslek kuralları ve kamu hizmeti yapmaları nedeniyle yargılamalara türbanlı giremeyecekleri" gerekçesiyle duruşmayı erteledi. Kadıoğlu, Zübeyde Kamalak'ın türbanlı duruşmaya girdiğini tutanağa yazdırırken Kamalak, Danıştay 8. Dairesi'nin, TBB türbanlı avukatların "başı açık" görev yapmalarına dair düzenlemesinin yürütmesini durdurduğunu hatırlatarak, TBB'nin de 71 baroya gönderdiği genelge kapsamında duruşmalara kabul edilmesi gerektiğini söyledi. Hakim Kadıoğlu, duruşmaya son vererek, "avukatların meslek kuralları ve kamu hizmeti yapmaları nedeniyle yargılamalara türbanlı giremeyecekleri" gerekçesiyle duruşmayı erteledi.

-KADIOĞLU'NUN DOSYALARI İNCELENİYOR-

Kadıoğlu'nun bu kararının ardından Avukat Kamalak, hakim hakkında HSYK'ya şikayette bulundu. Şikayeti değerlendiren Kurul, Kadıoğlu hakkında inceleme başlatarak, müfettiş görevlendirdi. Kamalak'ın şikayete ilişkin ifadesini alan müfettişin sadece Kalamak'ın duruşma tutunağını incelemediği öğrenildi. Edinilen bilgiye göre, Kurul tarafından görevlendirilen müfettiş, Kadıoğlu'nun Kamalak'ın duruşmasının görüldüğü gününün bütün dosyalarını incelemeye aldı. Müfettişin hazırlayacağı rapor doğrultusunda Hakim Kadıoğlu hakkında soruşturma başlatılıp başlatılmayacağına karar verilecek.

-İKİNCİ HAKİMİ DE ŞİKAYET EDECEĞİM-

Bu gelişmelerin ardından Kamalak'ın geçtiğimiz hafta Ankara 11. Aile Mahkemesi'ndeki bir "boşanma' davasına da başı kapalı olarak girmesi üzerine Hakim Mustafa Karadağ, duruşma zaptına, "Zübeyde Kamalak'ın başı kapalı olarak duruşmaya girdiğini" geçirdikten sonra, duruşmaya son verdiğini bildirdi. Hakim Karadağ, "Mahkemelerde geçerli olan meslek kuralları, avukatların, davanın görüldüğü mahkemenin ve hakimin tabi olduğu kurallara tabi olması zorunluluğu gereğince, davalının kendisini başka bir vekille temsil etmesi için iki haftalık kesin süre verilmesine" karar vererek duruşmayı erteledi.

Konuya ilişkin ANKA'nın sorularını yanıtlayan Kamalak, Karadağ hakkında da HSYK'ya şikayet dilekçesi vereceğini belirtti. Kadıoğlu'nun kendi duruşması gelmeden başörtülü olarak duruşma salonda beklemesine izin vermediğini savunan Kamalak, Kadıoğlu'nun mahkeme kararını uygulamayarak Anayasal suç işlediğini ve görevini kötüye kullandığını öne sürdü. Kamalak, "Hakimin görevi duruşma salonuna giren çıkanın kıyafetini belirlemek değil, kaldı ki kendisinin görevi olmayan bir konuda beyanda bulundu. Hakimin görevi sadece yargılama yapmaktır. Anayasaya herkes uymak zorunda. Başörtüsü en temel hak ve özgürlüklerimizdendir. Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi'ne Türkiye'de taraftır. Bu konu temel hak ve özgürlükler konusu olduğu için bu konuda yasaklamaya gidilemez" dedi.

-KİMSE HAKİMLERİ KULLANMASIN-

Kamalak'a iki hafta süre veren Hakim Mustafa Karadağ ise Türkiye Barolar Birliği'nin Avrupa Barolar Konseyi'ne (CCBE) üye olduğunu anımsatarak, kendilerine uygulanan meslek kurallarına avukatların da uyması gerektiğini ifade etti. Hakimlerin hukuku uyguladığına dikkat çeken Karadağ, avukatların başörtüsü konusundaki sorunlarını meslek birliği ile halletmesi gerektiğine dikkat çekerek, "Kimse başörtüsü konusunda hakimleri kullanmasın. Yargı bu duruma alet edilmesin. Kimsenin kıyafeti bizi ilgilendirmez herkes istediği gibi giyinebilir ancak biz hukuk neyse onu uyguluyoruz" diye konuştu. - Ankara

http://www.haberler.com/hsyk-dan-basortulu-avukat-kamalak-i-durusmaya-4717409-haberi/


Kamalak'ı salondan atan hakim YARSAV üyesi mi?

SP Genel Başkanı Mustafa Kamalak'ın eşi Av. Zübeyde Kamalak'ı başörtülü olduğu gerekçesi ile duruşmadan atan Hakim İlhan Kadıoğlu'nun YARSAV üyesi olduğu iddia edildi.

Yeni Akit gazetesi "Hakim değil militan" başlığıyla okurların karşısına çıktı. Haberde gazetenin telefonla aradığı hakim ve Kamalak'ın görüşlerine yer verildi.

YARSAV üyesi olduğu ortaya çıkan Kadıoğlu, "Ben ara karar aldım. Tutanakta görüşlerim yer alıyor" dedi ve telefonu kapattı.

Akit'e konuşan Avukat Zübeyde Kamalak da, "Mahkeme Başkanı İlhan Kadıoğlu, Danıştay kararını yok saymış, yetkisi olmadığı halde davayı ertelemiş ve anayasal suç işlemiştir. Bu hakim insanlık dışı uygulamasıyla hukukun olmadığı dikta rejimlerinde olduğu gibi kendisini hukukun üstünde görmüştür. Hakim hakkında hem Adalet Bakanlığı'nı, hem de HSYK'yı göreve davet ediyorum" dedi.

"ALLAH KİMSEYE YAŞATMASIN"

Ankara 2. Aile Mahkemesi'nde 12 Şubat'ta görülen celsede tutanak tutularak tanıkların dinlenilerek yargılamanın yapıldığını ancak 28 Mart günü gerçekleşen duruşmadan ise dışarı çıkarıldığını anlatan Avukat Zübeyde Kamalak, "O anki yaşadığım duygularımı Allah kimseye yaşatmasın. Orada benim yaşadığım halimi ancak benim gibi yaşayan bir meslektaşım anlar" dedi.

DURUŞMADA NE OLMUŞTU?

Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak'ın eşi Avukat Zübeyde Kamalak, Ankara 2. Adliye Mahkemesi'nde bir duruşmaya başörtüsü ile girince davanın hakimi, Zübeyde Kamalak'ın başörtüsü sebebiyle hakkında tutanak tutturarak duruşmayı ertelediğini bildirmişti. Zübeyde Kamalak ise Danıştay 8. Dairesi'nin davalara başörtüsü ile girilmesinin yasak olmadığına dair kararını hakime aktardı. Hakim, Danıştay 8. Dairesi, avukatların 'başı açık' görev yapmalarına dair düzenlemenin yürütmesini durdurmuş olsa da avukatların meslek kuralları ve kamu hizmeti yapmaları nedeniyle yargılamalara başörtülü giremeyecekleri gerekçesiyle duruşmayı ertelemekten vazgeçmemişti.

YARSAV

Yargıçlar ve Savcılar Birliği olan YARSAV, yakın döneme kadar Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nda (HSYK) hayli etkindiler. Hükümete muhalefetiyle bilinen çıkışlarıyla gündeme gelen Ömer Faruk Eminağaoglu ve Emine Ülker Tarhan bu birliğin başkanıydı. 12 Eylül 2010 referandumuyla deeğişen HSYK ile birlikte bu grubun gücü azaldı. 2011'de eski başkanlardan Tarhan'a ait olduğu iddia edilen ses kaydında "HSYK'da verimli olaak adama ihtiyacımız yok. Bize orada dik duracak, YARSAV'ın haklarını koruyacak militan adam lazım" sözleri yer almıştı. (Yeni Akit)

http://www.timeturk.com/tr/2013/03/30/kamalak-i-salondan-atan-hakim-kim.html
#367
Başınız sağolsun, Allah rahmet eylesin...

Türk Medeni Kanunu'nun 609. maddesinde sorunuzun cevabı mevcut. Konuyla ilgili bilgiye BURADAN ulaşabilirsiniz.

Emekli maaşları mirasın reddedilmesinden etkilenmiyor, doğru biliyorsunuz. Konuyla ilgili bir makaleyi BURADAN okuyabilirsiniz.

Alıntı Yapbabamın maaşından destek primi kesiliyodu ve daha önceden adına şirket olduğu için kamyonlar vardı onlarla ilgili bir kesinti daha yapılıyodu bu durumda annem maaş aldığında yine o kesintiler devam edermi?

Bu kısmı bir mali müşavirle görüşmeniz faydalı olacaktır. Tekrardan başınız sağolsun. Allah sabır versin...
#368


SALİH HAMURCU - SAKARYA

Yediği mantardan zehirlenerek karaciğerini kaybeden ve nakil ameliyatıyla hayata tutunan Sakaryalı Esra Yıldırım, hukuk mücadelesini kazandı. Mahkeme, tedavide geç kalındığı iddiasıyla Sağlık Bakanlığı hakkında tazminat davası açan Yıldırım'ın ailesine 336 bin lira ödenmesine karar verdi.

Esra Yıldırım (16), Sapanca'da yaşayan İlhan ve Sündüz Yıldırım çiftinin üç çocuğundan en büyüğü. Yaşına rağmen son üç yılda neredeyse yaşamadığı acı kalmadı. Önce hastanelerde hayatta kalma savaşı verdi. Ardından adliye koridorlarında hak arama mücadelesine girişti. Ancak sonunda iki alanda da kazanan taraf oldu. Her şey 23 Ekim 2010'da başladı. Esra ve babası, yedikleri mantardan zehirlendi. Mantar nedeniyle karaciğeri iflas eden Esra için nakil yapılacak kadavra bulunamayınca, teyzesi Fatma Özbek Akan'dan alınan karaciğer nakledildi. Teyzesinin karaciğeriyle hayata tutunan Esra'ya, nakil sonrası yüzde 70 oranında sakatlık raporu verildi. Baba Yıldırım ise tedaviyle sağlığına kavuştu. Zehirlenme sonrası 3 kez başvurdukları Sapanca Devlet Hastanesi'nde teşhis ve tedavi ile sevk işlemlerinin zamanında yapılmaması sonucu kızlarının karaciğerini kaybettiğini öne süren Yıldırım ailesi, Sağlık Bakanlığı hakkında Sakarya 1. İdare Mahkemesi'nde 450 bin liralık tazminat davası açtı. Ailenin avukatları, idarenin hizmet kusuruna işaret etti. Bakanlık ise Sapanca Devlet Hastanesi tarafından yapılan tetkik ve tedavilerde hata bulunmadığını savundu. Tedavinin geç yapılmasının İlhan Yıldırım'ın olayı gizlemesinden kaynaklandığını ileri süren bakanlık, davanın reddini istedi.

Mahkeme de, Esra Yıldırım'ın sakat kalmasının yanlış teşhis ve tedaviden kaynaklanıp kaynaklanmadığının belirlenmesi amacıyla dosyayı Adli Tıp Kurumu'na gönderdi. 3. Adli Tıp İhtisas Kurulu, hastanın babasının yanlış yönlendirmesi sonucunda gerekli tetkiklerin yapılmadığı ve teşhiste geç kalındığı sonucuna vardı. Daha erken teşhis konulması durumunda karaciğer nakline gerek kalmaksızın hastanın iyileşme ihtimalinin bulunduğu ifade edilen raporda, 'yanlış yönlendirmeye rağmen gerekli ayırıca tanıyı tam olarak yapmayan hekimlerin hatalı olduğu' vurgulandı. Bunun üzerine davayı karara bağlayan mahkeme, mantar zehirlenmesi şüphesi bulunan kişinin eve yollanmasının uygun olmadığı, hastanın acil serviste yatırılarak ayrıca tetkiklerinin yapılması ve takip edilmesi gerektiği hükmüne vardı. Kararda, Esra Yıldırım'ın karaciğer nakli olmasına, ilgili sağlık kuruluşunca yapılması gereken tıbbi müdahalenin yapılmamasının yol açtığı, dolayısıyla idarenin ağır hizmet kusurunun bulunduğu belirtildi.

Mahkeme, zamanında tanı konup tedaviye başlanılsa bile mantar zehirlenmesi vakalarında karaciğer nakli gerektirecek karaciğer yetmezliği ve buna bağlı ölüm meydana gelebileceği ihtimalini de göz ardı etmedi. Ancak bu durumun gerekli tıbbi müdahalenin yapılmasından sonra değerlendirilebilecek bir husus olduğunun altını çizdi. İdarenin maddi ve manevi zarar tazmin sorumluluğuna dikkat çeken mahkeme, Esra Yıldırım'a 260 bin 37 lira maddi, 20 bin lira manevi, baba ve anne Yıldırım'a da 4 bin lira manevi tazminat ödemesini kararlaştırdı. Bakanlık, faiziyle birlikte 336 bin lirayı bulan tazminat kararını, Danıştay'da temyize götürdü.

http://www.zaman.com.tr/gundem_geciken-tedaviye-336-bin-lira-tazminat_2096282.html
#369


İstanbul 6. İdare Mahkemesi, Topçu Kışlası Projesi'ne karşı açılan davada, yürütmeyi durdurma kararı verdi.

Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu tarafından Gezi Parkı'nda Topçu Kışlası yapımına onay veren karara İstanbul 6. İdare Mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı verdi. Taksim Gezi Parkı Koruma ve Güzelleştirme Derneği mahkemeye müracaat ederek, ''Topçu Kışlası süsü verilen alışveriş merkezi yapılmasına olanak tanıdığı ileri sürülen 27/02/2013 tarihli, 139 sayılı Kültür Varlıkları Koruma Yüksek Kurulu kararının iptalini ve yürütmenin durdurulmasını'' istedi.

Dernek dün mahkemeye dilekçe vererek acil karar alınmasını istedi. Bunun üzerine mahkeme akşam saatlerinde şu kararı aldı; ''Davanın durumu ve uyuşmazlığın niteliği gözetilmek suretiyle davalı idarenin 1. savunması (Kültür ve Turizm Bakanlığı) alınıncaya veya bilgi ve belgeler gönderilip, yürütmenin durdurulması hakkında yeni bir karar alınıncaya kadar yürütmenin durdurulması isteminin kabulüne oy çokluğuyla karar verildi.''

İçinde buz pateninin de yer aldığı Mimar Halil Onur'un hazırladığı Topçu Kışlası projesi, II Numaralı Kültür Varlıkları Koruma Kurulu tarafından geçtiğimiz ocak ayında reddedilmişti. Kurul kararında, projenin 1800'lerde yapılan Topçu Kışlası'nın 'özgün mimarisi'ne dair yeterli bilgi ve belge içermediği belirtilmiş ve Gezi Parkı'nın günümüzdeki durumuna atfen "Günümüzde 60-70 yıllık kullanım değeri ile tarihe belgelik eden bir nitelik kazanmış" ve "İstanbulluların kolektif belleğinde yer etmiş" denilerek projeyi kabul etmemişti.

Daha sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 'reddi reddedeceğiz' açıklamasında bulundu. Bu açıklamadan yaklaşık üç hafta sonrada Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu Topçu Kışlası'nın yapımına izin verdi. Yüksek Kurul, bölge kurulunun kararını neden iptal ettiğine dair gerekçe göstermedi. Karar metninde yalnızca kışlanın 'sosyo-kültürel' amaçlı kullanılacağı belirtilerek şöyle denildi; "Taksim Meydanı ve Parkı ile bütünleşen yaklaşık 17 bin metrekarelik kamuya açık bir meydan düzenlemesi ve kapalı mekanların ise sosyo-kültürel amaçlı kullanımını öngördüğü anlaşılan avan projenin uygun olduğuna, bu nedenle İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunu'n kararının iptal edilmesine karar verildi..." denildi.

İstanbul 6. İdare Mahkemesi asıl kararını verene kadar Gezi Parkı'nda herhangi bir inşaai faaliyette bulunulmasının önüne geçmek için yürütmeyi durdurdu. Şimdi bakanlığı yüksek kurulun almış olduğu kararın gerekçesini mahkemeye açıklaması bekleniyor.

MAHKEMEDEN ÇIKAN KARAR

İstanbul 6. İdare Mahkemesi, Taksim Topçu Kışlası Projesi'nin iptali davasını kabul ederek, yürütmeyi durdurma kararı verdi.

Taksim Gezi Parkı Koruma ve Güzelleştirme Derneği yetkililerince, Kültür ve Turizm Bakanlığı aleyhine açılan "Taksim parkı üzerine Topçu Kışlası adıyla alışveriş merkezi yapılmasına olanak tanıdığı ileri sürülen 27 Şubat 2013 tarihli, 139 sayılı Kültür Varlıkları Koruma Yüksek Kurulu kararının iptali ve yürütmenin durdurulması" talepli dava karara bağlandı.

'Kültür Bakanlığından savunma alınıncaya kadar.."

Mahkeme, "davanın durumu ve uyuşmazlığın niteliği gözetilmek suretiyle, davalı idare olan Kültür ve Turizm Bakanlığının savunması alınıncaya veya bilgi ve belgeler gönderilip yürütmenin durdurulması hakkında yeni bir karar alınıncaya kadar, yürütmenin durdurulması isteminin kabulüne" oy çokluğuyla karar verdi.

Üye hakimlerden Ramazan Boyraz, "2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 27/2. maddesinde öngörülen koşulların birlikte gerçekleşmediği anlaşıldığından, istemin reddi gerektiği düşüncesiyle çoğunluğun görüşüne katılmıyorum" ifadesini kullanarak, bu karara muhelefet şerhi koydurdu.

http://www.haber7.com/guncel/haber/1033404-gezi-parki-ile-ilgili-mahkemeden-karar


Vali Mutlu ve Topbaş'dan Gezi Parkı açıklaması

İstanbul'da Taksim Gezi Parkında ağaçların kesilmesine karşı çadırlı nöbet tutan grupla polis arasında çıkan olaylar nedeniyle İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ve Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın bugün akşam saatlerinde ortak bir basın toplantısı düzenlediler.

Atatürk Havalimanı VİP Salonu'na yapılan toplantıda ilk konuşmayı yapan Vali Mutlu olaylarda 12 kişinin yaralandığını ve 63 kişinin de gözaltına alındığını belirtirken Büyük Şehir Belediye Başkanı Topbaş ise yapılan işin sadece bir yaya geçidi için tretuvar duvarının biraz öteleme çalışması olduğunu söyledi ve kamuoyuna yansıyan Başbakan ile ilgili olarak Topçu Kışlası AVM yapılacak şeklinde çıkan haberler için şöyle konuştu:

"Burada düşünülen Topçu Kışlası Sayın Başbakanımızın ifade ettiği ve toplumun algıladığı AVM şeklinde bir yapı değildir. Bu daha sonra tartışılır. Konuşulur. Ben ona girmek istemiyorum. Şu anda bizim yapmakta olduğumuz ve neredeyse bitme noktasına gelen ve yanlış algılanan, birilerinin de istismar ettiği bir ortamı görmekten üzüntü duyduğumu söylemek istiyorum. Yaptığımız sadece tretuvar ötelemesi için duvar yıkılmasıdır."

Kadir Topbaş daha sonra şunları söyledi:

Göreve geldiğimiz günden bu yana İstanbul ağırlıklı yatırımlarımızın yüzde 55'ini yapmaktayız. Tüm mega kentlerden en büyük sorun ulaşımla ilgili olanıdır. Taksim'deki yayalaştırma çalışmaları da bu çerçevede değerlendirilir. Bildiğiniz gibi amaç bölgedeki yaya trafiğini yeraltına almaktır. Bu konu belediyemizde meclisten oy birliği ile geçmiştir. Bu muhalefetin de destek verdiği bir projedir. Bazı vatandaşlarımızın samimiyetlerinden şüphem yok. Çevreye duyarlı insanların acaba burada birilerinin iddia ettiği gibi, 'Topçu Kışlası AVM'mi yapılıyor?' endişesiyle gelen insanlar var. Maalesef bu ortamı istismar etmeye çalışan insanlar var. Kullanmaya çalışan ve siyasi rant bekleyenler var. Bunları birbirinden ayırmak gerekir.25 Mayıs Cumartesi gecesi müteahhit firmamız, bu bölgede yani gezi parkının Divan Oteli tarafındaki son noktadaki yayalaştırma alanı içindeki tretuvar duvarını biraz ötelemek, yaya geçişini rahatlatmak adına bir çalışmayı başlattı. Bu insanımız için gerekliydi. Fakat yansımalar böyle olmadı. Maalesef başta siyasiler olmak üzere bazı çevreler bunu istismar etmeye hazır olan insanlar bir araya gelmek suretiyle, ' Biz gezi parkımızı yok ettirmeyiz. Burada AVM yaptırmayız. Topçu Kışlasına karşıyız' şeklinde deyişleri olmuştu. Hoş olmayan yansımalar ortaya çıktı. Bu yansımaları ne İstanbul hak ediyor, nede insanlar hak ediyor.

Bundan bir saat önce benden randevu talep eden Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Mıhçı ve İstanbul Şube Başkanı Deni İncedayı ile birlikteydim. Onlarda siyasilerin bunları kullanmaya kalkmalarından çok ciddi rahatsızlık duyduklarını söylediler. Burada yapılan bir AVM ve Topçu Kışlası inşası değildir. Bu bir duvar ötelemesidir. Toplam 700 metrekarelik bir alandır. Bazı ağaçlar da taşınmıştır. Bunlar 3-4 tanedir. Hatta iki tanesi de çalıdan biraz büyük ağaçtır. Topçu Kışlası ilgili kuruldan geçen bir karar var."

VALİ MUTLU: TÜM YARALILARA ACİL ŞİFA DİLİYORUM

İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu çıkan olaylardan dolayı üzgün olduğunu ve bildikleri bazı grupların gerçek doğa sevgisi olan insanları istismar ettiklerini belirterek şöyle konuştu:

Gerek geçen gün Taksim'de toplanmış gruplarla ilgili olarak, gerekse de dün gece toplanmış ve bu gün de müdahalede bulunulmuş olan gruplar sonucunda yaşamış olan asayiş hadiselerinden 11'i Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesinde, bir tanesi de şu anda Şişli Etfal Hastanesinde tedavi görmek olan 12 kişi tedavi altındadır. Hepsine geçmiş olsun dileklerimi iletmek istiyorum. Şehrimizde istediğimiz en önemli husus güvenlik ve huzurdur. Gerek kafa travması, gerek kol ve ayak travması, gerekse de kullanılan gazdan etkilenmek suretiyle almış oldukları travmaları sonucunda hastanede tedavileri devam eden 12 yurttaşımıza şifa diliyorum. Bunlardan birisinin ameliyatı yapılmış ve yoğun bakımdadır. Ameliyat olan kişi de Fas uyruklu T.C vatandaşı bir hanımdır. Bu olaylarda bir gazeteci de travma ve gaz nedeniyle etkilendiği ve şu anda sağlık durumunun iyi olduğunu ifade etmek istiyorum.

Gezi parkında toplanan kişilerin çevreye olan hassasiyetleri her zaman anlamlıdır. Fakat ortada söz konusu bir doğa katliamı yoktur. Ancak iyi niyetli, gerçekten çevresel niyetlerle ağaç ve doğa sevgisiyle buraya gelen insanların arasına istismar grupları katılarak kullanılmak istenmiş ve emniyet güçleriyle arzu edilmeyen bir ortama sürüklenmesi şeklinde yoğun gayretler izlenmiştir. Bunun sonucunda zaman zaman müdahaleler olmuştur. Şu anda bir olay olmamakla birlikte özellikle gezi parkımızda kısıtlayıcı bir uygulamayı da bu gün itibariyle sürdürmeye devam ediyoruz. Arzumuz bu alanda mevcut kamu düzeni istifade etmek isteyen bütün İstanbulluların bir huzur ortamına ulaşsın. "

Vali Mutlu gazetecilerin bazı soruları üzerine Taksim Meydanının bazı gruplar tarafından sembol yapılmak istendiğini belirterek, " Bu gruplar İstanbullularımızı kullanarak, onları etkileme yönündeki çabalarına devam etmektedir. Sürekli olarak yanlış bilgilendirici haber akışını devam ettirmektedirler. Burada bilgi kirliliğine özen gösterilmesi gerekir. Biz bu grupları tanıyoruz ve hedeflerini biliyoruz " dedi.

Vali Mutlu yakılan çadırlar için ise gereken çalışmanın başlatıldığını ve kim olursa olsun gerekenin yapılacağını söyledi.

Orantısız güç kullanıldığı şeklindeki soruya ise Vali Mutlu şöyle cevap verdi:

"Hiçbir zaman devletin emniyet teşkilatının kendi içinden çıkmış olduğu halkıyla karşı karşıya gelmesi ve onlarla gerek kendini incitecek, gerekse toplumu incitecek en ufak bir olayın vukuu bulmaması bütün teşkilatın yüreğinde vardır. Bu insanlar canıyla ve kanıyla görev yapıyor. Bu çocuklar bu memleketin huzuru için görev başında. Bu görevlerini yaparken de yeri geldiğinde şehit ve gazi oluyorlar. Saatlerce uykusuz görevlerini yapmaya çalışıyorlar."

Çevre konusunda ağaç konusunda insan konusunda Taksim'deki büyük bir çoğunlukla aynı duyguları paylaştığını belirten Hüseyin Avni Mutlu, "İster inansınlar ister inanmasınlar. Ama ben bu duygularımı paylaşmak zorundayım. Ama bir kısmının asıl maksadı başka. Onların amacı kaos yaratmak ve İstanbul'un huzurunu bozmak.

Oradaki oturmalarla ilgili bir şey yapmadık. Ama gösterileri devam ettirdikleri takdirde hukukun içersin bir pozisyon almak lazım. Kanun bunu emrediyor. Umuma açık parklar ve yollar da hiçbir şekilde gösteri yürüyüşü ve toplantı yapılamaz. Bu nettir. Bu TBMM den çıkmış kanundur.

Ama o gruplar içinde emniyet güçlerimize saldıranlar var. Yoksa bu şehri, yeşili, ağacı, böceği ve insanı çok değerlidir. Kutsaldır. Bunun incinmesi bizi de incitir" dedi.

Vali Mutlu son olarak iki polisin istifa ettiği şeklindeki soruya ise gülerek, "Pek çok iddia duyabilirsiniz. Bunlara dikkat etmekte fayda var" diye cevap verdi.

http://www.haber7.com/guncel/haber/1033382-vali-mutlu-ve-topbas-gezi-parki-aciklamasi



Boğaziçi köprüsünü yürüyerek geçen göstericilerin Taksim'e ulaşması engellendi



Protesto gösterileri Taksim Meydanı, İstiklal Caddesi, Tarlabaşı Bulvarı ve Harbiye'de yoğunlaştı ve buralarda polisin müdahalesi daha sert oldu. Protestolar aralıksız sürerken saat 03.00 sıralarında sokağa çıkan kalabalık gruplar Bağdat Caddesi üzerinden Kadıköy'e, oradan da Taksim'e doğru yürüyüşe geçti. Gruplar 05.00 sıralarında D-100 karayolu İstanbul istikametini trafiğe kapattı. Kadıköy'den yürüyüşe geçen bir grup, köprüyü geçerek Beşiktaş'a vardı.

Yoldan geçmeye çalışan araçların da korna çalarak protestoculara destek verdiği görüldü. Boğaz Köprüsü'nde herhangi bir güvenlik önleminin olmaması ve etrafta polis ekiplerinin görülmemesi dikkat çekti.

Boğaziçi Köprüsü'nü yürüyerek geçen kalabalık grubun önü, Barbaros Bulvarı'nda önlem alan polis ekipleri tarafından kesildi. Grup sözcüleri, polis yetkililerine Taksim'e kadar yürümek istediklerini bildirdi. Ancak polisler, yürüyüşün kanunsuz olduğunu belirterek, grubu dağılmaları yönünde uyardı.

Polis ekipleri, yürüyüşü sürdürmekte ısrar eden gruba tazyikli su ve biber gazıyla müdahale etti.Devirdikleri çöp konteynerleriyle caddeye barikat kurarak trafiği kesen gruptan bazıları polise taş atarak karşılık verdi.

Grubun ön tarafında yer alan bazı kişilerin ellerinde büyük Türk bayrakları olduğu görüldü.Gruptakilerden bazıları, polisin attığı biber gazından etkilendi.

Gruptakiler çeşitli sloganlar atarken, polisle çatışmaya da devam ediyor. Barbaros Bulvarı'ndan Beşiktaş meydana inişte trafik de halen kapalı durumda bulunuyor.

Bu arada, Zincirlikuyu-Söğütlüçeşme metrobüs seferleri de yapılamıyor. Bu hattaki metrobüs araçlarına gece saatlerinde taşlı saldırılarda bulunulduğu öğrenildi.

Öte yandan, CHP Milletvekili Hüseyin Aygün de Taksim'de olayların yaşandığı bölgeye gelerek, bir süre burada kaldı.

Gece saat 01.00 sıralarında Kurtuluş, Halkalı, Teşvikiye, Kartal ve Fulya başta olmak üzere İstanbul genelinde pek çok semtte protestoya destek eylemleri yapıldı.

TENCERE TAVALI EYLEM

Gece evlerinden sokaklara inen vatandaşlar, Türk Bayraklarıyla yürüyerek Gezi Parkı protestosuna tencere ve tavaları birbirine vurarak destek verdi. Vatandaşlar eylemleri sırasında cep telefonları ile çektikleri görüntüleri basın ile paylaştı.

E-5 KARAYOLU'NU TRAFİĞE KAPATTILAR

Öte yandan saat 03.00 sıralarında Bağdat Caddesi'nde bir araya gelen kalabalık bir grup, sloganlar eşliğinde Kadıköy'e doğru yürüyüşe geçti. Bağdat Caddesi'nde trafik durdu, araçlar yolları kesti. Yoldan geçmekte olan araçlar da kornalarla yürüyen protestoculara destek verdi.

TAKSİM'E YÜRÜYORLAR

Bu arada kalabalık bir grup eylemci de Taksim'e gitmek için Acıbadem üzerinden Avrupa yakası istikametine doğru yürüyor. Yürüyüşünü sürdüren kalabalık grup saat 05.00 sıralarında D-100 karayolu İstanbul istikametini trafiğe kapattı. Köprü üzerinde bekleyen grup bir süre sonra tekrar yürüyüşe geçti. Gruba CHP milletvekili Mahmut Tanal da destek verdi. Tanal, "Vatandaş haklı olarak yürüyor. Meydanlara biber gazı sıkan hükümete tepkilerini dile getiriyorlar" diye konuştu. Grubun "Her Yer Taksim Her Yer Direniş" sloganlarıyla yürüyüşü devam ediyor.

http://www.haber7.com/guncel/haber/1033471-gostericiler-kopruden-gecerek-taksime-yuruyor


http://www.youtube.com/watch?v=McsvqWAf518#ws

http://www.youtube.com/watch?v=pibhDnZD61M#


BDP'li Önder: Bunun hesabını soracağız!



BDP'li Sırrı Süreyya Önder, Taksim'de yapılan polis müdahalesini eleştirdi. Vali Mutlu ve Belediye Başkanı Topbaş'ın doğru söylemediğini dile getiren Önder, "Bunun hesabını soracağız" dedi.

BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Taksim Gezi Parkı'ndaki müdahaleye ilişkin, "Bunun hesabını soracağız. Burada Faslı bir kız var. Hayatını kaybetti, kaybetmek üzere. O da mı göstericiydi? Böyle müdahale mi olur?" dedi.

Önder, Taksim İlkyardım Hastanesi'nden çıkarken gazetecilere açıklama yaptı.

İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ve Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın'ın açıklamalarını inandırıcı bulmadığını söyleyen Önder, şunları kaydetti:

"Yan yana 'sübhaneke' boncuğu gibi dizildiler, halkın gözünün içine baka baka yalan söylediler. Bunun hesabını soracağız. Burada Faslı bir kız var. Hayatını kaybetti, kaybetmek üzere. O da mı göstericiydi? Böyle müdahale mi olur? 'Güvenlik kuvvetleri uyarıyorlarmış' diyor. O vali gelsin gözümün içine baka baka desin ki, 'Vallahi ben doğru söylediğime inanıyorum', ben ondan özür dileyeceğim. Bütün şehri gaz alanına çevirdiler. Bunun altından kalkamazlar."

http://www.haber7.com/partiler/haber/1033486-bdpli-onder-bunun-hesabini-soracagiz



Gezi Parkı'nda göstericilerin çadırlarının yakılması büyük tepki çekti:

http://www.youtube.com/watch?v=PNPHd7vFcmU#



Taksim'de esnaf olduğunu söyleyen bir vatandaştan polise sert tepki



Taksim Gezi Parkı'nda günlerdir süren olaylarından ardından bir esnaf, evine ekmek götüremediğini belirterek polis ekiplerine sert tepki gösterdi.

Taksim Gezi Parkı'nda ağaçların kesilmesini önlemek için günlerdir nöbet tutan eylemcilere bu sabah yeniden müdahale edildi. Polis ekipleri, eylemcileri biber gazı ve tazyikli suyla dağıttı. Gezi Parkı'nda başlayan olaylar, İstiklal Caddesi girişine kadar sıçradı. Bu sırada polislerin yanına gelen bir esnaf, çıkan olaylara tepki gösterdi. Olaylar nedeniyle evine ekmek götüremez hale geldiğini anlatan esnaf, "Her gün böyle. Artık yeter.

Çoluk çocuğuma ekmek götürmek istiyorum. Sizin gazınızdan bıktım. Karşıdakiler de insan, siz de insansınız. Bu böyle olmaz, amirinize söyleyin. Yazıklar olsun" dedi. Toplanan eylemciler ise esnafa alkışlarla destek verdi.

http://www.youtube.com/watch?v=qTQYNrZJcWM#

http://www.haber7.com/guncel/haber/1033254-taksimde-esnaftan-polise-sert-tepki


Gezi Parkı'nda ne yapılmak isteniyor? İşte yapılmak istenen düzenlemeyle ilgili Büyükşehir Belediyesinin hazırlamış olduğu video:

www.youtube.com/watch?v=Opean5HeR-8
#370


OSMAN ARSLAN - İSTANBUL

İstanbul Adalet Sarayı'nda eylem yapmanın yasaklandığı binanın giriş kapısı önünde basın açıklaması yapan avukatlara müdahalede bulunulmadı.

Çağlayan'daki adliye binasının giriş kapıları önünde basın açıklamaları yasaklanmıştı. Yasaktan sonra buradalarda eylem yapmak isteyen gruplara polis su ve gaz ile müdahalede bulunmuştu. Ancak bugün bir grup avukat yasaklanan yerde basın açıklaması yaptı. Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi yaklaşık 30 kişilik avukat grubu pankart açtı. Alkışlar eşliğinde eyleme başlayan grubun etrafını çevik kuvvet ekipleri sardı. Ancak polis bu kez müdahalede bulunmadı.

Grup adına Avukat Mehmet Ümit Erden açıklamayı okudu. Erden, Başsavcı Vekili Ateş Hasan Sözen'in, önce adliye önünde eylem yapmanın yasak olduğu şeklinde karar bulunmadığını söylediğini daha sonra ise bilgi edinme yasası kapsamında gönderdikleri dilekçeye kurum içi konu olduğu gerekçesiyle bilgi vermediğini belirtti. 'Toplantı ve gösteri yürüyüşü haktır, engellenemez' pankartı arkasında yapılan açıklamada, başsavcılık tarafından alınan yasak kararı eleştirildi, yasağın kaldırılması istendi.

(CİHAN)
http://www.zaman.com.tr/gundem_adliye-onunde-eylem-yapan-avukatlara-mudahale-edilmedi_2095393.html
#371
İLYAS KOÇ

    İki yıldır üzerinde çalışılan tüketici haklarıyla ilgili kanun tasarısında son aşamaya gelindi. Bir ay içinde yasalaşması beklenen tasarı köklü değişiklikler içeriyor. 

    Buna göre bürokratik işlemler azaltılacak, sözleşmeler en az on iki punto büyüklüğünde yazılacak. Sözleşmedeki şartlar tüketici aleyhine değiştirilemeyecek. Bankacılık işlemlerinde faiz dışında hangi hizmetlerden ücret alınacağı, Gümrük Bakanlığı'nın görüşü dahilinde BDDK tarafından belirlenecek. Tüketiciye, 'yıllık aidat' adı altında ücret tahsil edilmeyen bir kredi kartı sunulması mecburi olacak.

    Kanunun 76 milyon tüketiciyi ilgilendirdiğini söyleyen Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı, yapılan tüm çalışmaların ana hedefini ise iki cümlede özetledi: "Bilinçli tüketici, basiretli tacir." İlk kez 1995 yılında yürürlüğe giren 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'da 2003 yılında kapsamlı bir değişikliğe gidildi. Mevcut kanunun yetersiz kalması üzerine iki yıl önce Gümrük ve Ticaret Bakanlığı öncülüğünde Özel İhtisas Komisyonu oluşturuldu ve komisyon 6 Ekim 2011'de çalışmalarına başladı. Hazırlanan yeni kanun tasarı taslağı geçen yıl kamuoyunun görüşüne açıldı ve sivil toplum kuruluşları ve meslek örgütleri başta olmak üzere 96 kurum ve kuruluştan görüş alındı. Dün Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı, Ankara'da gazetecilerle bir araya gelerek tasarı hakkında bilgi verdi. Kanunun 9 kısım 87 maddeden oluştuğunu belirten Yazıcı, taslağın mevcut kanunun hemen hemen tüm maddelerinde değişiklik öngörmenin yanı sıra hâlihazırda kanunda yer almayan birçok alanda da yeni düzenlemeler getirdiğini belirtti.

    Yeni düzenlemeyle, bankacılık işlemlerinde faiz dışında hangi hizmetlerden ücret, komisyon ve masraf alınacağı hususu, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı'nın uygun görüşü alınarak BDDK tarafından belirlenecek. Tüketicilere yıllık üyelik aidatı ve benzeri isim altında ücret tahsil edilmeyen bir kredi kartı sunulması mecburi olacak. Bankalar isterlerse bu kartlara da ilave hizmet sunabilecek.

    Tasarıya göre, yapı ruhsatı alınmadan tüketicilere ön ödemeli konut satışı yapılmayacak. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı tarafından belirlenen büyüklüğün üzerindeki projeler için 'bina tamamlama sigortası' yaptırılması zorunlu olacak. Tüketici, 14 gün içinde ön ödemeli konut satış sözleşmesinden cayma hakkına sahip olacak. Mevcut kanunda 30 ay olan konutun teslim süresi 36 aya çıkarılacak. Devir ve teslim tarihine kadar tüketiciye belli masrafları ve sözleşme bedelinin yüzde 2'sine kadar tazminat ödemek suretiyle sözleşmeden dönme hakkı verilecek. Bakanlığın verdiği 'Kampanyalı Satış İzin Belgesi' kaldırılarak konut satışlarının devlet garantisinde olduğu yönündeki yanlış izlenimlerin önüne geçilecek.

Cayma hakkı süresi 14 güne çıkarıldı 

    İşyeri dışında (kapıdan) yapılan satışlarda ve mesafeli satışlarda 7 gün, devre tatil sözleşmelerinde ise 10 gün olan cayma süreleri 14 güne çıkarılacak. Ön ödemeli konut satışları, tüketici kredisi sözleşmeleri ve finansal hizmetlere ilişkin mesafeli sözleşmelerde tüketicilere 14 günlük, taksitle satış sözleşmelerinde ise Borçlar Kanunu'na paralel olarak 7 günlük cayma hakkı olacak.

    Mevcut kanunda olduğu gibi ayıplı mallarda satıcının sorumluluğu taşınır mallarda, malın tesliminden itibaren 2 yıl, taşınmaz mallarda ise 5 yıl olarak belirlendi. Ancak zamanaşımı süresi içerisinde kalmak kaydıyla, ilk 6 ay içinde ortaya çıkan ayıplarda malın ayıplı olmadığını satıcının ispat etmesi zorunluluğu getirildi. Tasarıya göre eğer ayıp, ağır kusur veya hile ile gizlenmişse zamanaşımı süresinden yararlanılamayacak.

    Tasarıda tüketici mağduriyetlerinin en çok yaşandığı kapıdan satışlara yönelik önemli tedbirler de yer alıyor. Buna göre, işyeri dışında satış yapacaklar için Gümrük ve Ticaret Bakanlığı'ndan 'yetki belgesi' almak mecburiyeti olacak. İşyeri dışında kurulan sözleşmeler imzalanmadan önce, tüketici sözleşme şartlarıyla ilgili bilgilendirilecek. Mevcut 7 günlük cayma hakkı süresi 14 güne çıkarılacak. Satıcı ve sağlayıcı yükümlülüklere aykırı davranırsa tüketici cayma hakkını kullanmak için 14 günlük süreyle bağlı olmayacak. Sözleşme tarihi tüketicinin kendi el yazısıyla atırılacak ve sözleşmenin bir örneği tüketiciye verilecek.

    Tasarıyla birlikte Tüketici Sorunları Hakem Heyeti'nin ismi 'Tüketici Hakem Heyeti' olarak değiştirilecek. İhtiyaca göre hakem heyeti kurulacak. Hakem heyetlerinin sayısı usul ekonomisi göz önünde bulundurularak yeniden belirlenecek. Tüketici hakem heyetlerinde raportör kadrosu ihdas edilecek. İlk etapta 500 raportör alınacak. Hakem heyetlerinin görev ve yetki alanları yeniden belirlenerek, tüketici mahkemelerinin iş yükü azaltılacak. Bu bağlamda heyetlerin karar alma sınırı 1.191,52 liradan ilçelerde 2 bin liraya, illerde 3 bin liraya yükseltilecek.

Reklam Kurulu yeniden yapılandırılıyor

    Halen 29 olan Reklam Kurulu üye sayısı 11'e düşürülecek. Reklam Kurulu hem ticari reklamları hem de haksız ticari uygulamaları denetleyecek. Kurulun yetki vermesi halinde, kurul başkanı tüketicilerin can ve mal güvenliğini tehlikeye düşüren reklamları tedbiren durdurmaya yetkili olacak. Kurul kararları, tüketicilerin bilgilendirilmesi, aydınlatılması amacıyla Gümrük ve Ticaret Bakanlığı tarafından kamuoyu ile paylaşılacak. Reklam Kurulu'nun karar almasına yardımcı olacak sektörel özel ihtisas komisyonları kurulacak. Ayrıca reklam politikalarının oluşturulması ve uygulanması ile ilgili olarak çağdaş iletişim uygulamalarını takip etmek amacıyla Reklam Konseyi oluşturulacak.

    'Devre tatil' kavramı anlaşılır hale getirilerek devremülkler ve alternatif tatil üyelikleri (devre yat, kulüp üyeliği vb.) de kapsama dahil edilecek. Sözleşme kurulmadan önce, tüketici sözleşme şartlarıyla ilgili bilgilendirilecek. Sözleşme tarihi tüketicinin kendi el yazısıyla attırılacak ve sözleşmenin bir örneği tüketiciye verilecek. Devre tatillerde cayma hakkı süresi 10 günden 14 güne çıkarılacak.

    Tasarıya göre elektrik, su, doğalgaz ve internette tüketici, belirsiz süreli veya süresi 1 yıldan daha uzun olan belirli süreli abonelik sözleşmesini istediği zaman iptal edebilecek. Süresi 1 yıldan az olan belirli süreli abonelik sözleşmelerini ise satıcı veya sağlayıcının sözleşmede değişiklik yapması halinde feshetme hakkına sahip olacak. Aboneliğe son verme isteği yönetmelikle belirlenecek süreler içinde yerine getirilmezse, abonelikten faydalanılmış olsa dahi tüketiciden herhangi bir bedel talep edilemeyecek. Feshin, sözleşmenin kurulmasından daha ağır şartlara bağlanamayacağı kuralı getirilecek.

İndirimli satışlara sınırlama geliyor

    İndirimli satışlarla ilgili kapsamlı bir yasal düzenleme bulunmaması çeşitli suistimallere sebep olabiliyor. Örneğin, işyeri sahipleri senenin 12 ayı indirimli satış kampanyalarına ilişkin reklam yapabilmekte veya fiyat etiketleri üzerine önceden geçerli olmayan yüksek fiyatlar yazarak tüketicilerde indirim yapılmış izlenimi uyandırabiliyor. Yeni düzenlemeye göre, indirimli satışa konu edilen mal veya hizmetlerin indirimli satış fiyatı, indirimden önceki fiyatı ve indirim oranı etiketlerinde gösterilecek. İndirimden önceki fiyatın gerçekliğinin ispatı satıcı veya sağlayıcıya ait olacak.

    Süreli yayının birden fazla sayıda satın alınmasını gerektiren ve belirli bir süreye yayılan promosyon uygulamalarının süresi günlük süreli yayınlarda 75 günü, haftalık süreli yayınlarda 18 haftayı, daha uzun süreli yayınlarda 12 ayı geçemeyecek.

    Tüketiciye sunulan mallarla ilgili bakanlıkça belirlenen sayıda servis istasyonu kurma ve malın kullanım ömrü süresince servis hizmeti verme mecburiyeti devam edecek. Örneğin kullanım ömrü on yıl olan televizyonlar için her coğrafi bölgede en az 3 tane olmak üzere 7 bölgede toplam 40 servis istasyonu kurulması zorunlu olacak. Özel servisler, verdiği hizmetten sorumlu tutulacak. Herhangi bir markanın yetkili servisi olmayıp, özel servis olarak hizmet veren servis istasyonları da verdikleri hizmetten dolayı tüketicilere karşı sorumlu olacak.


http://www.zaman.com.tr/ekonomi_tuketici-haklari-sil-bastan_2094847.html
#372
Antalya Adliyesi'nde görevli 5 kadın zabıt katibi ile Avukat Çiğdem Baysal'ın tuvalet tartışması mahkemelik oldu. Zabıt katiplerinin, personel tuvaletini kullandığı gerekçesiyle içeride kilitledikleri avukat Baysal Savcılığa şikayet dilekçesi verirken, zabıt katipleri de avukatın kendilerine hakaret ve tehditte bulunduğu iddiasıyla şikayetçi oldu.

Olay, geçen 15 Nisan'da Antalya Adliyesi'nin 4'üncü katındaki tuvalette yaşandı. Avukat Çiğdem Baysal'ın girdiği tuvalette bulunan 5 kadın zabıt katibi, "Burası personel tuvaleti, giremezsiniz" dedi. Baysal avukat olduğunu belirterek, tuvalet kabinine girdi. Baysal kabindeyken zabıt katipleri tuvaletin ana kapısını kilitleyerek, odalarına döndü.

Kabinden çıktığında tuvalette kilitli kaldığını gören Baysal, kapıyı yumruklayarak yardım istedi ve kapının açılmasını sağladı. Tuvaletten çıktıktan sonra zabıt katiplerinin odasına girerek, neden kapıyı kilitlediklerini soran Avukat Baysal, aynı gün 5 zabıt katibi hakkında Adalet Komisyonu Başkanlığı ve Cumhuriyet Savcılığı'na yazılı şikayette bulundu. Zabıt katipleri ise olaydan 1 gün sonra, Avukat Baysal'ın kendilerine 'Terbiyesizler' deyip, işaret parmağını sallayarak 'Sizi şikayet edeceğim' diyerek hakaret ve tehdit ettiği iddiasıyla şikayetçi oldu. Zabıt katiplerinin şikayeti üzerine açılan soruşturma sonunda Avukat Çiğdem Baysal hakkında 'hakaret ve tehdit' suçlamalarıyla 1 yıl 6 aydan 4 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı.

4'üncü Sulh Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın ilk duruşmasına, şikayetçi zabıt katipleri Seçil Aydoğdu ve Fatma Selcan Özen ile sanık avukat Çiğdem Baysal ve Baysal'ı savunmak üzere Antalya Barosu Avukat Hakları Komisyonu'na bağlı 12 avukat katıldı.

KAPIYI KİLİTLEYİP ÇIKTI

Mahkemede ifadesi alınan zabıt katibi Seçil Aydoğdu, Avukat Baysal'dan şikayetçi olduğunu belirterek, şöyle konuştu:

"Olay günü öğle yemeğinden sonra 4'üncü kattaki personel tuvaletine gittik. Yanılmıyorsam 5 kişiydik. Tuvaletten çıkmak üzereyken avukat hanım geldi. Zaten bir kısmımız çıkıyordu. Kapı açıktı. Kot pantolonluydu ve avukat olduğunu bilmiyorduk. 'Burası personel tuvaleti' dedik. 'Ben avukatım' dedi ve tuvalete girdi. Biz de 'Avukat Hanım anahtar kat görevlisinde var' dedik ve kapıyı kilitleyip çıktık. Çünkü avukatlar mahkeme kalemlerindeki anahtarı alıp tuvalete girer. Personel yakınları da aynı şekilde yapar. Avukat hanım tuvaletten çıktıktan sonra odamıza geldi, 'Terbiyesizler. Kapıyı neden kilitlediniz' diyerek işaret parmağını sallayarak 'Sizi komisyona şikayet edeceğim' dedi. Kapının sürekli kapalı tutulması gerekiyor. Zira temizlik konusunda personel arasında sıkıntı yaşanıyor. Avukat hanım 'Anahtarım yok bekleyin' deseydi beklerdik."

Şikayetçilerden diğer zabıt katibi Fatma Selcan Özen de aynı şekilde ifade verdi.

SESSİZCE ÇIKIP, ARKADAN KAPIYI KİLİTLEDİLER

Avukat Çiğdem Baysal ise savcılık katında işi olduğunu, ertesi gün de Ankara'da başka bir davası olduğu için Ankara'ya gideceğini anlatarak, şöyle devam etti:

"Babam otomobilde bekliyordu. Yola çıkacağım için işlerimi acele olarak yapmaya çalıştım. İşim bitti, tuvalete girmek istedim. 'Personel' yazan tuvaletin kapısı açıktı, içeri girdim. Hatırladığım kadarıyla 5 kadın vardı. Kimisi oturarak, kimisi ayakta sigara içiyordu. 'Burası personel tuvaleti' dediler. 'Ben de avukatım, personelim' diyerek kabinlerden birine girdim. Girdikten sonra sessiz bir şekilde tuvalet boşaltıldı ve kapı arkadan kilitlendi. Kabinden çıktığımda paniğe kapıldım. Kimi, nereyi arayacağımı bilemedim. Santrali aramak istedim, numarası aklıma gelmedi. Kapıyı yumruklamaya başladım. İki- üç dakika sonra kapıyı görevli açtı. 'Buradan çıkanlar kimdi' dedim. 'Avukat hanım beni karıştırma' dedi. Kalem odalarına bakarak hatırladıklarımla görüşmek istedim. Yeşil kıyafetli, dalgalı siyah saçlı birisini hatırlıyordum. Girdiğim üçüncü odada bu kişiyi gördüm. 'Kapıyı üzerime kilitleyen kimdi' diye sorunca 'Bizdik' diyerek kadınların hepsini gösterdi. 'Bu yaptığınız ayıp değil mi? Neden kapıyı üzerime kilitlediniz' deyince, 'Burası personel tuvaleti demiştik' karşılığını verdiler. Sinirlerim çok bozuldu. 'Bu yaptığınız ayıp, sizi komisyona şikayet edeceğim' dedim ve aynı gün tuvalette sigara içip, beni kilitledikleri gerekçesiyle şikayetçi olduğuma dair dilekçemi verdim. 'terbiyesizler' lafını kullanmadım."

AVUKATIN HÜRRİYETİNİ TAHDİT ETTİLER

Sanık Çiğdem Baysal'ın avukatlarından Taylan Karakum, avukatların yargılanabilmesi için öncelikle Adalet Bakanlığı'ndan izin alınması gerektiğini belirterek, "Tuvalet son derece insani bir durumdur. Avukat hanım sıkışmıştır ve en yakın tuvalete girmiştir. Zabıt katiplerinin yaptığı çok ağır bir suçtur. 5 kişi bir kadını kilitleyerek hürriyetini tahdit etmiştir. Avukat Hanım'ın zabıt katipleri hakkında yaptığı şikayetin soruşturması devam ediyor" dedi.

İfadelerin alınmasından sonra mahkeme Avukat Çiğdem Baysal hakkında 'hakaret' suçundan beraat, 'tehdit' suçundan ise ceza vermeye yer olmadığına karar verdi.

TUVALETLER SÜREKLİ SORUN OLUYOR

Antalya Adliyesi'nde her katta hakim-savcı ve personel tuvaleti bulunuyor. Tuvaletler sürekli kilitli tutuluyor. Orta bölümlerde bulunan ve vatandaşların kullanımına açık olması gereken tuvaletlerin bir kısmı da yine personel tuvaleti olarak ayrıldığı gerekçesiyle kilitli tutuluyor. Avukat tuvaleti ise sadece binanın birinci katında bulunuyor. Kısa süre önce binanın girişindeki engelli tuvaleti, 'Kirletiliyor' gerekçesiyle temizlik personeli tarafından kapatıldı. Temizlik personelinin vatandaşların kullanımına tahsis edilen tuvaletleri de 'Pis kullanıyorlar' gerekçesiyle zaman zaman kilitlemesi şikayetlere yol açıyor.DHA

http://haber.gazetevatan.com/terbiyesizler/542057/7/yasam
#373
Çocuk mahkumlara işkence iddiası!

Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İzmir Şubesi, İzmir Aliağa Şakran Ceza ve İnfaz Kurumları Kampusu'nde bulunan Çocuk ve Gençlik Cezaevi'nde çocuk mahkumların işkence ve onur kırıcı muameleyla karşı karşıya olduklarını öne sürdü.

Dernek yönetim kurulu üyesi Avukat Nergis Tuba Aslan, Dernek Cezaevi komisyonunun görüştüğü çocukların hortumla dövüldükleri, tecrit odalarında aylarca tutulduklarını, tedavi haklarının engellendiğinden şikayet ettiğini söyledi.

CHD İzmir Şubesi, düzenlediği basın toplantısıyla kendilerine gelen duyumlar üzerine gittikleri Şakran'daki Çocuk ve Gençlik Cezaevi'nde görüştükleri çocuk mahkumların anlattığı sorunları açıkladı. Dernek adına açıklama yapan yönetim kurulu üyesi Avukat Nergis Tuba Aslan, ÇHD İzmir şubesi Cezaevi Komisyonu'nu yaptığı görüşmeler sonucunda cezaevinde vahim tabloyla karşılaştıklarını söyledi.

Seslerini uzun süreden bu yana duyuramayan, sorunlarını aktaramayan çocukların zor durumda olduklarını belirten Aslan, mahkum çocukların hekime erişim ve tedavi haklarının engellendiği, işkence ve onur kırıcı muammele gördükleri, tecritte tutuldukları, başvuru ve şikayet hakkı, sosyal etkinliklerden faydalanma hakkının engellendiğini söylediklerini açıkladı.

SÜNGERLİ ODA VE HORTUM DAYAĞI

Mahkum çocukların sorunlarını örnekle açılayan Nergis Tuba Aslan, şöyle konuştu: "Çocuk tutuklular; cezaevi müdürleri, başgardiyan ve gardiyanların kendilerine yoğun şiddet uygulandığını söyledi. Gardiyanlar tarafından süngerli odaya alındıklarını, elleri ve ayakları plastik kelepçeyle bağlı olduğu halde burada kameralar kapatıldıktan sonra yoğun şekilde dövüldüklerini beyan ettiler."

Aslan, Kurum'un 2'nci Müdürü'nün ise, cocukları hortum ile dövdüğünü iddia etti. Görüşmelerinde çocuk mahkumların kendilerine mahkumlardan İ.A.'yı bir ay önce odasına çıkartan Müdür'ün dakikalarca hortumla dövdüğünü anlattığını belirten Aslan "Hortumla yediği dayaktan sonra görüşmecinin kolları ve bacakları şişmiş ve morarmıştır. Görüşmeciler morluk ve kızarıklıkları "ortada ince beyaz, yanlarda iki şerit şeklinde morluklar' şeklinde, hortumu da 40-50 cm boylarında beyaz düz bir hortum olarak tanımlamışlardır" dedi.

"TEDAVİ HAKKI ENGELLENDİ"

Nergis Tuba Aslan, çocuk mahkumlardan İ.A.'nın gözü, tutuklanmadan önce geçirdiği bir kaza nedeniyle yaralı olduğunu, tutuklanmadan önce sürdürmekte olduğu tedavi sayesinde yaralı gözüyle az da olsa görebilirken, tutuklandıktan sonra tedavinin yarım kalması ve tüm taleplerine rağmen cezaevinde tedavisinin yapılmaması nedeniyle yaralı olan gözünün artık göremediğini öne sürdü.

Yine Şakran Cezaevi'ndeki çocuk mahkumlardan fıtık hastası S.D.'nin ameliyat olması gerekirken götürüldüğü Aliağa Devlet Hastanesi'nde ilgili doktor bulunamadığı için geri getirildiğini, hastane çıkışında jandarma tarafından önce kolunun kıvrıdığını, ardından da dövüldüğünü belirten Avukat Aslan, konuyla ilgili sorumlular hakkında işlem yapılmadığını söyledi.

TECRİT CEZASI

Cezaevi infaz görevlilerinin çocukları dövdükten sonra, kurum müdürünün kararı ile 'Müşahade odası' denilen, içinde yatak, musluk ve tuvalet olan 3 metrekare hücrelere kapattığını iddia eden Aslan, çocukların bu hücrelerde günlerce hatta aylarca tutulduklarını beyan ettiğini söyledi.

Mahkum çocukların 22 hücrenin hemen hiç boş kalmadığını aktardığını da anlatan Aslan, çocuk mahkumlardan S.D.'nin cezaevinde yaşadığı işkenceler nedeniyle yaklaşık bir ay önce çamaşır deterjanı içerek intihar etmek istediğini, kaldırıldığı Aliağa devlet hastanesinde 4 gün kaldıktan sonra cezaevine geri getirildiğini söyledi.

Mahkum çocukların cezaevine dışarıdan bir heyet geldiği zaman müdürün bütün hücreleri boşalttığını ve hücrelerde kalan çocukları koğuşlara aldığını beyan ettiğine dikkat çeken Aslan "İşkence ile ilgili olarak Adalet Bakanlığı ve Cumhuriyet Savcılığına suç duyurularında bulunmalarına karşın hiçbir dilekçeye cevap gelmediğini söylediler. Bu nedenle dilekçelerin idare tarafından gönderilmediğini değerlendirmektedirler" dedi. Aslan ayrıca cezalar nedeniyle spor, sinema ve diğer sosyal aktivitelerden yararlanamayan çocukların bu mağduriyetlerini de anlattığını söyledi.

SUÇ DUYURUSUNDA BULUNACAKLAR

Aslan, Şakran Çocuk Cezaevi'nde olduğunu öne sürdüğü uygulamaların TCK'nın 94'üncü maddesinde 'İşkence' olarak tanımlandığını, cezaevi yönetimi, cezaevi infaz görevlileri, jandarma ve hekimlerin elbirliği ile uyguladıkları bu işkence ile ilgili olarak çocuklar tarafından yapılan şikayet ve suç duyuruları sonuçsuz kalmdığını, sorumluların hukuk sistemi tarafından korunduğunu öne sürdü. Aslan, "Cezaevi idaresi ve gardiyanlar, Türk Ceza Kanunu, Çocuk Koruma Kanunu, İnfaz Yasası (CGTİK), BM Havana Kuralları ve diğer ilgili mevzuatı ihlal etmekte ve açıkça suç işlemektedir. Çağdaş Hukukçular Derneği İzmir Şubesi olarak Savcılık'a suç duyurusunda bulunacağız. Valilik İnsan Hakları Komisyonu'na da başvuru yapacağız" dedi.

DHA
http://www.haberturk.com/gundem/haber/847977-cocuk-mahkumlara-iskence-iddiasi



Adalet Bakanlığı, 'Çağdaş Hukukçular Derneği'nin hazırladığı raporu asılsız'

Adalet Bakanlığı, Çağdaş Hukukçular Derneği'nin dün kamuoyu ile paylaştığı Şakran Çocuk Ceza İnfaz Kurumu ile ilgili raporda yer alan iddia ve isnatların tamamen gerçek dışı olduğunu bildirdi. Bakanlık, konuyla ilgili kamuoyunu doğru bilgilendirmek amacıyla yazılı bir açıklama yaptı. Adalet Bakanlığı'na bağlı cezaevlerinin tümünün, herhangi bir sınırlama olmaksızın, ulusal ve uluslar arası kurumlar ile ilgili sivil toplum kuruluşlarının denetimine açık olduğuna işaret edilerek, zaman zaman cezaevlerinde ortaya çıkabilen münferit olayların titizlikle soruşturulduğu ve yasal gereğin yerine getirildiğine işaret edildi. İzmir Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'nun kısa süre önce TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu üyelerince ziyaret edildiği ve 'Örnek cezaevi' olarak değerlendirildiği hatırlatılarak, gerçeği yansıtmayan bir rapor üzerinden konuyu gündeme getiren Mersin milletvekili Ertuğrul Kürkçü'nün de bu incelemeye katıldığı belirtildi. Açıklamada ayrıca, Adalet Bakanlığı'nın iddialar üzerine konuyu yerinde tetkik amacıyla TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu'nu İzmir Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'na davet ettiğine işaret edildi.

''RAPORDAKİ İDDİALAR ASILSIZ''
Haberde adı geçen çocuklar İ.A. ve S.B.'nın 1 Ocak 2013 günü Mersin Ceza İnfaz Kurumu'ndan İzmir'e sevk edildiği dile getirilen açıklamada, ''İ.A. yağma suçundan Mersin'deki mahkemede yargılanmaktadır. S.B. ise birden fazla kişi tarafından 'birlikte yağma' suçundan Mersin 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nce toplam 15 yıl 18 ay 60 gün hapis cezasına çarptırılmış ve dosyası temyiz aşamasında bulunmaktadır.'' denildi.
Çocukların bugüne kadar kurum yönetimine 'hortumla dövüldüklerine' ilişkin herhangi bir müracaatları olmadığı, 'hekime erişim ve tedavi, başvuru ve şikayet haklarının engellendiği gibi Çağdaş Hukukçular Derneği'nin raporundaki iddiaların asılsız olduğunu vurgulandı. Ayrıca, İzmir Çocuk ve Gençlik Ceza İnfaz Kurumu'na, kapatılan Pozantı Ceza İnfaz Kurumu'ndan kesinlikle sevk yapılmadığı, çocuklara etnik kökenlerine göre baskı uygulandığı iddiasının mesnetsiz olduğu, bugüne kadar hiçbir çocuğun haftalık 10 dakikalık telefon görüşmesine müdahale edilmediğine dikkat çekildi. CHA

http://www.turkiyegazetesi.com.tr/politika/41985.aspx
#374


Galatasaray, Rigobert Song ve Robert Pires ile ilgili sözleşmeler sebebiyle aleyhlerinde CAS'da dava açıldığını duyurdu. Kulübün resmi internet sitesinden yapılan açıklamada, Bruno Heiderscheid'in (Davacı) 8 milyon Euro talep ettiği belirtildi.

İşte Galatasaray'ın sitesinde yer alan o açıklama:

"KONU: CAS nezdinde Galatasaray Spor Kulübü'ne açılmış olan davaya ilişkindir.

16 Nisan 2013 tarihinde Bruno Heiderscheid ("Davacı") tarafından CAS nezdinde Kulübümüze karşı bir dava açılmıştır.

Dava 2005 yılında Rigobert Song ve Robert Pires'le ilgili olarak imzalanmış sözleşmelere ilişkindir. Söz konusu sözleşmelere istinaden 2011 yılında Davacı ile bir sulh protokolü imzalanmış olmasına rağmen sulh protokolünün iptali ve mezkûr sözleşmelerden kaynaklanan alacağın tahsili yeniden talep edilmektedir.

Davacı, asıl alacak olarak 1.710.000 Avro'nun karar tarihine kadar işleyecek sözleşmesel günlük cezai şart ve yıllık faizi ile tahsilini istemektedir. Bugün itibariyle, talep edilen meblağ yaklaşık 8.000.000 Avro'dur. Davacı, ayrıca, CAS tarafından sulh protokolünün geçersizliğine hükmedilmemesi halinde 5.000.000 Avro ve 250.000 Avro tazminata hükmedilmesi talep etmektedir.

Dava dilekçesinin tebliğine müteakip, Kulübümüz tarafından CAS ile gerekli yazışmalar yapılmıştır. 23 Mayıs 2013 tarihi itibariyle, taraflara tahkim masraf avansının ödenmesi için 14 Haziran 2013'e kadar süre verilmiştir. Kulübümüzün dava dilekçesine cevap süresi, avans ödemesinin ardından belirlenecektir.

Son olarak, Kulübümüz ile olan ilişkisinin sona ermesi akabinde tekrardan yenilenmesi hususunda ısrarcı olan Davacı'nın, taleplerinin Kulübümüzce uygun görülmeyerek reddedilmiş olması sonrasında işbu davayı ikame etme yoluna gittiğini belirtmek isteriz. Zira, Davacı'nın dava konusu sözleşmelerden alacaklarına ilişkin Kulübümüzü ibra ettiği vermiş olduğu ibranamelerle sabit olup Davacı'nın işbu davayı açmasında herhangi bir hukuku dayanak bulunmamaktadır.

Kamuoyuna saygılarımızla duyurulur.

Galatasaray Spor Kulübü"
http://www.zaman.com.tr/spor_galatasaraya-buyuk-dava_2094534.html
#375


İstanbul Adliyesi'nde hacizli malların ihalesini rüşvet karşılığında veren bazı icra memuru ve müdürlerinin, işbirliği yaptıkları kişilerle âlem yaptıkları ortaya çıktı.

Bir icra memurunun geçtiğimiz günlerde Adalet Komisyonu'na gönderdiği ihbar mektubu, İstanbul Adliyesi'nde yaşanan rüşvet skandalını ortaya çıkardı. Mektupta, aralarında milyonlarca liralık gayrimenkullerin de bulunduğu hacizli malların ihalelerinin, müdürler ve yardımcıları tarafından yüklü rüşvetler karşılığında belirli kişilere verildiği iddia edilerek, rüşvetin boyutunun birkaç milyon TL'ye kadar çıkabildiği öne sürüldü. Usulsüzlük yapan müdür ve personelin isimlerinin de yer aldığı mektuptaki iddialara göre icra müdürlüklerindeki ihale vurgunu şöyle gerçekleşiyor: Kazançlı görülen ihaleler, müdürler tarafından tanıdıklara önceden haber veriliyor. Kendisine komisyon ödenen müdür, yabancıların katılmaması için ihaleyi on beş dakikalığına asılan bir ilanla duyuruyor.

SAHTE ALICI PARA KOPARIYOR
Mektupta belirtildiğine göre icra ve iflas daireleri tarafından düzenlenen ihalelere fiyat yükseltmek ve gerçek alıcıdan para koparmak için sahte alıcılar katılıyor. İhaleyi gerçekten almak isteyen kişi, müdürlerin gözü önünde bu kişilere para teklif edip, çekilmelerini istiyor. İhbar mektubunda ayrıca yolsuzluğa karışan müdürler ve personelin, işbirliği yaptıkları şahıslar ile sık sık Kumkapı'da eğlence mekânlarına gittikleri belirtiliyor. Mektupla birlikte gönderilen görüntülerde, bu eğlencelerden birine ait fotoğraflar yer alıyor. Kumkapı'da bir restoranda düzenlenen eğlencede icra çalışanlarına verilen pahalı hediyeler ve eğlencede gırnataya takılan dolarlar da fotoğraf karesinde görülüyor. İddialar üzerine soruşturma başlatan İstanbul İlk Derece Adalet Komisyonu Başkanlığı, mektupta adı geçen UYAP uzmanı A.C.'ye "kınama cezası" verdi. Bu eğlencenin bir doğum günü için düzenlendiğini söyleyen A.C. başka bir adliyeye gönderildi. İcra müdürleri ile ilgili soruşturma ise konunun hassasiyeti açısından hâkimlere devredildi.

http://www.sabah.com.tr/Yasam/2013/05/28/rusvet-parasi-girnataya-gitti
#376
Bingöl'ün Genç Adliyesi Adli Emanet Bürosu'na esrar çalmak için giren bir kişi, polis tarafından kıskıvrak yakalandı.

AHMET SAYILIR

BİNGÖL (İHA) - Bingöl'ün Genç Adliyesi Adli Emanet Bürosu'na esrar çalmak için giren bir kişi, polis tarafından kıskıvrak yakalandı.

Alınan bilgiye göre, geçtiğimiz hafta içinde Genç'e bağlı Büyükçağ köyünde ele geçirilen 250 kilogram esrar maddesinin Genç Adliyesi Adli Emanet Bürosu'nda muhafaza edildiğini düşünen bir zanlı, cumartesi gecesi esrar maddesini çalmak için buraya girdi. Adliye nöbetçisini atlatıp içeri giren zanlı, adli emanet bürosunun kapısını kırarak içeri girdi. Çalmak istediği esrar maddesi, bir önceki gün işlemlerinin tamamlanmasının ardından imha edilmek üzere adliyeden götürüldüğü öğrenilirken, karanlıktan faydalanan şahıs ise kayıplara karıştı.

Olayın fark edilmesi üzerine MOBESE kayıtlarını inceleyen polis, kameralara takılan şüpheli şahısları mercek altına aldı. Üzerindeki kıyafetler ve davranışlarından yola çıkan polis, kısa sürede zanlıyı gözaltına aldı. Emniyette suçunu itiraf eden zanlının, Büyükçağ köyünde ele geçirilen 250 kilogram esrar maddesinin gece uykularını kaçırdığını ve bu esrarı çalmak için plan yaptığını itiraf ettiği öğrenildi.

Zanlının emniyetteki sorgusunun tamamlanmasının ardından Genç Adliyesi'ne çıkarılması bekleniliyor.

http://www.iha.com.tr/adliyeden-esrar-calmaya-kalkisti-20130527AW000697-bingol-haberi
#377


Myanmar'ın kuzeydoğusunda 130 bin nüfuslu dağlık Lashio kentinde Budist çetelerin Müslüman nüfusa yönelik saldırıları ikinci gününde de devam etti.

İlk gün bir cami ve bir yetimhanenin yanı sıra pek çok ev ve işyerini de ateşe veren saldırganlar, dün de şehirde terör estirdi. Motosikletler ile sokakları dolaşan sopa ve palalı çeteler, şehirdeki turistlerin haber ajanslarına yansıyan ifadelerine göre, gördükleri her Müslüman'ı öldürme niyetindeler. Bu bilgilere göre saldırganlar arasında Budist rahipler de bulunuyor. Müslümanların ise yaşadıkları evleri terk ederek şehrin nispeten daha güvenli bir bölgesine kaçtıkları söyleniyor. Şu ana kadarki saldırılarda 1 kişinin öldüğü ve 4 kişinin de yaralandığı gelen haberler arasında. İkinci gününde devam eden şiddet olayları, müdahale için bölgeye sevk edilen askerlerin sükuneti teminde başarısız olduklarını gösteriyor. Şehirdeki olaylar, Müslüman bir erkeğin tartıştığı Budist bir kadını üzerine benzin dökerek yaktığı haberlerinden sonra önceki gün başlamıştı. Dini motifli çatışmaların eksik olmadığı 60 milyonluk Myanmar'da Müslümanlar, nüfusun yüzde 5'ini teşkil ediyor.

http://www.zaman.com.tr/multimedia_getGalleryPage.action?sectionId=3&type=video&galleryId=137681
http://zaman.com.tr/dunya_muslumanlara-sopa-ve-palalarla-saldiriyorlar_2095198.html
#378


Zonguldak'ın Devrek İlçesi'nde oturan mimar 62 yaşındaki Eray A., 3 kıza cinsel istismarda bulunduğu için 46 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Zonguldak'ın Devrek İlçesi'nde oturan mimar 62 yaşındaki Eray A., büro olarak da kullandığı evinin temizlik işlerini yaptırdığı kadın tarafından temizliğe gönderilen ilköğretim öğrencisi 14 yaşındaki D.A. ve aynı yaştaki 2 arkadaşına cinsel istismarda bulunduğu iddiasıyla tutuklu yargılandığı davada son kez hakim karşısına çıktı.

4 yıl önce geçirdiği rahatsızlık nedeniyle cinsel anlamda vücut fonksiyonlarını kaybettiğini ve böyle bir şey yapmasının mümkün olmadığını ileri süren Eray A., toplam 46 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Olay, 8'inci sınıf öğrencisi A.A.'nın, kendisi gibi ilköğretim öğrencisi olan 14 yaşındaki Kader Ö.'nün, arkadaşlık yaptığı 52 yaşındaki Metin A. tarafından geçen yıl 14 Mayıs'ta okul önünde pompalı tüfekle öldürülmesinden etkilenerek başına gelenleri rehberlik öğretmenine anlatmasıyla ortaya çıktı. 3'ü de aynı okulda eğitim gören A.A., D.A. ve D.A., polisteki ifadelerinde mimar Eray A.'nın kendilerine cinsel istismarda bulunduğunu ileri sürdü.

Eray A.'nın büro olarak kullandığı evine, temizlik işlerini yaptırdığı kadının aracılığıyla gittiğini ve temizliğini yaparak para aldığını anlatan D.A., sanığın, bulaşıkları yıkarken arkasından gelip kendisine cinsel saldırıda bulunduğunu ileri sürdü. Diğer öğrenciler A.A. ve D.A. da arkadaşları D.A. ile birlikte evine gittikleri Eray A.'nın aynı şekilde kendilerine cinsel istismarda bulunduğunu iddia etti.

'CİNSEL ANLAMDA VÜCUT FONKSİYONLARIMI KAYBETTİM'

Gözaltına alınan Eray A. ise geçirdiği rahatsızlık nedeniyle 4 yıldır cinsel anlamda bedensel vücut fonksiyonlarını kaybettiğini, böyle bir şey yapmasının fiziken mümkün olmadığını ileri sürerek suçlamayı kabul etmedi. Tutuklanan Eray A. hakkında, 'Çocukların cinsel istismarı' ve 'Kişi hürriyetini yoksun kılma' suçlamalarıyla dava açıldı.

Tutuklu yargılanan Eray A., Zonguldak 1'inci Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada son kez hakim karşısına çıktı. Bülent Ecevit Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesi'nin olay nedeniyle ruh ve beden sağlıklarının bozulduğu yönünde rapor verdiği 3 kız ise duruşmaya katılmadı. Son sözü sorulan sanık, "Ben bir şey yapmadım. Konuşacak gücüm kalmadı. Suçlamaları kabul etmiyorum. Beraatimi talep ediyorum" dedi. Mahkeme, yaşı küçük 3 kıza karşı cinsel istismar ve kişi hürriyetini yoksun kılma suçlarını işlediği kanaatine vardığı sanık Eray A.'ya toplam 46 yıl 3 ay hapis cezası verdi.

Kaynak: DHA
http://www.haber7.com/genel-olaylar/haber/1032689-3-kiza-cinsel-istismara-46-yil-hapis
#379


ZAMAN - ANKARA

Uzan ailesinin Uluslararası Tahkim Mahkemesi'nde Türkiye aleyhine açtığı temyiz davası Türkiye lehine sonuçlandı.

Böylece kamuoyunda Libanenco davası olarak bilinen Uzanlar-Enerji Bakanlığı davasında hukuki süreç tamamlanmış oldu. Davayı Türkiye adına Kuseyri-Lalive ortaklığı takip etmişti. Zaman'ın Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı kaynaklarından aldığı bilgiye göre Uluslararası Tahkim Mahkemesi (ICSID), Uzanlar'ın Enerji Bakanlığı aleyhine açtığı ve kaybettiği dava için ABD'de temyize gitti. Tahkim Mahkemesi temyizde Uzanlar'ı haksız buldu ve dava Türkiye lehine kesin sonuçlanmış oldu. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, dün itibarıyla hakem heyetinin Libananco davasında Türkiye lehine karar vererek davayı kapattığını kaydetti. Verilen kararın kesin olduğunu vurgulayan Yıldız, "Yararsız bazı sülükler bu ülkenin kanını emmeye çalıştı. Ancak Türkiye'nin aleyhine çalışan bu insanlar artık Türkiye'nin gerisinde kaldı. Türkiye olarak çok şükür vatandaşımız lehine verdiğimiz bu mücadeleden alnımızın akıyla çıktık. Uzan ailesinin tüm davalar dahil artık hiçbir şekilde temyiz ve itiraz hakkı kalmadı." dedi. 2003'te imtiyaz sözleşmelerinin feshedilerek Uzan Grubu'na ait ÇEAŞ ile Kepez Elektrik şirketlerine el konulmuştu. Karar üzerine, şirketlerde hissesi bulunduğu iddiasıyla Güney Kıbrıs menşeli Libananco şirketi tarafından Türkiye aleyhine 2006'da Ulus­la­ra­ra­sı Ya­tı­rım An­laş­maz­lık­la­rı Çö­züm Mer­ke­zi­ (IC­SID) nezdinde 10,1 milyar dolar tazminat talepli tahkim davası açılmıştı. Tahkim heyeti, 2011'de Uzanlar'ın kontrolünde olan Libananco şirketinin ÇEAŞ ve Kepez şirketlerinde hissedar olmadığının sabit olduğuna karar vererek, yatırımcı olma şartının gerçekleşmemesi sebebiyle ICSID'in yetkili olmadığına hükmetmişti. Libananco, ret kararına karşı, kararın iptalini ve yargılamanın yeniden başlamasını talep etti. İptal başvurusu ile ilgili olarak nihai duruşma 14-15 Ocak 2013'de Washington DC'deki Dünya Bankası ofisinde gerçekleştirildi. Cem Uzan video konferans yönetimiyle Paris'teki Dünya Bankası ofisinden duruşmayı izledi.

http://www.zaman.com.tr/ekonomi_turkiye-uzanlara-karsi-son-mahkemeyi-de-kazandi_2092775.html
#380


Bodrum'da 2 yıl önce 5 Rus rehberin ölümüyle sonuçlanan sahte içki davasında 4 sanığa 83'er yıl hapis cezası verildi.

MUĞLA - Bodrum'da 5 Rus rehberin ölümüyle ilgili davada tutuklu yargılanan 4 sanığa 83 yıl 4'er ay, tutuksuz yargılanan 3 sanığa ise 7 yıl 6'şar ay hapis cezası verildi.

Muğla 2. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmaya "Olası kasıtla adam öldürmek" iddiasıyla tutuklu yargılanan sanıklar Ender Salman, İlker Atacan, Sakıp Demirkol, Tolga Depeharman ile tutuksuz yargılanan sanıklardan Önder Kabakçı, Serkan Sakallı, Fatih Kabakçı ve olayda yaşamını yitiren Rus rehberlerin avukatları katıldı. Tutuksuz sanık Seyithan Siyi ise duruşmaya gelmedi.

Duruşmada haklarındaki iddiaları kabul etmeyen sanıklar, beraatlerini talep etti.

Verilen aranın ardından kararı açıklayan mahkeme heyeti, tutuklu sanıklar Salman, Atacan, Demirkol ve Depeharman'ı ölen her kişi için 16 yıl 8 ay olmak üzere toplam 83 yıl 4'er ay, tutuksuz sanıklar Önder Kabakçı, Sakallı ve Fatih Kabakçı'yı da 7 yıl 6'şar ay hapis cezasına çarptırdı. Sanıklardan Siyi'nin ise beraatine karar verdi.

Olayda hayatını kaybeden Rus rehberlerin avukatlarından Süeda Tugay, duruşmanın ardından gazetecilere yaptığı açıklamada, verilen cezaları az bulduklarını, sanıkların "Olası kasıtla adam öldürmek" suçundan yargılandıklarını belirterek, temyize başvurduklarını söyledi.

5 RUS ÖLMÜŞTÜ
Bodrum'da 27 Mayıs 2011 gecesi yaklaşık 120 kişilik grup ile Orkan Denizcilik Şirketi'ne ait "Orkan 5" adlı tekneyle denize açılan Rus rehberlerden 30'u sabaha karşı mide bulantısı ve kusma şikayetiyle Bodrum Devlet Hastanesinde tedavi altına alınmıştı.

Rehberlerden Maria Shalyapina, Zalyaeva Auilia, Alexandr Zhbckov, Marina Sevelyova ile Victoria Nikolaeva, Antalya, Denizli ve Rusya'daki hastanelerde ölmüştü. Bodrum Cumhuriyet Savcılığı olayla ilgili soruşturma başlatmış, 3 Haziran 2011'de şirketin Alanya'da faaliyet gösteren diğer teknesi Starcraft'ta 362 şişe sahte içki ele geçirilmişti.

Olayla ilgili gözaltına alınan 8 kişi tutuklanmış, ilk duruşmada sanıklarından Seyithan Siyi, ikinci duruşmada Önder Kabakçı, Serkan Sakallı, Fatih Kabakçı tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edilmişti. (AA)

http://www.ntvmsnbc.com/id/25444057/