Sabırlı bir kanser hastasının insanları ağlatan mutlu sonu!
Ünlü doktor Haluk Nurbaki, şöyle anlatıyor sabırlı ve metanetli hastasındaki insanları ağlatan mutlu sonu. Özellikle soru sahiplerinin okuması dileğiyle.
-Ben 40 yıllık bir kanser uzmanı olarak kanser hastanesinde başhekimlik yaptığım sırada Serap adında genç bir hanım hastam vardı. Serap'ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına almış ve kısa bir süre sonra da iyileştiğini görerek taburcu etmiştim. Ancak Serap'ın da diğer kanserliler gibi ilk beş yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu.
-Ne var ki, bir iş kadını olan Serap 4 yıl kadar sonra bir ihale için İzmir'e gitmek istedi. Kış aylarında olduğu için uçakla gitmesi şartıyla izin verdim. Maalesef bilet bulamamış, benden habersiz bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat kadar mahsur kalmış. Dönüşünden kısa bir süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap bacak kemiklerindeki metastaz nedeniyle yürüyemez hale gelirken, hastalığın akciğerdeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu... Evine gittiğimde güçlükle konuşarak;
-Doktor bey dedi, ben size dargınım, çünkü siz dindar bir insanmışsınız, niçin bana da Allah'ı, ölümü, ahireti anlatmıyorsunuz?
İnançlarının çok zayıf olduğunu bildiğim için bu teklif karşısında oldukça şaşırdım. Onu üzmemeye çalışarak:
- "Doktora ulaşmak kolaydır, parayı verir, istediğin doktora tedavi olursun, ancak iman tedavisi olmak için tek başına doktorun istemesi yetmez, gönülden istek duymak gerek." dedim. Konuşmaya mecali olmadığından "Ben o isteği duyuyorum" manasında başını salladı. Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yanı sıra ümitli bir ebedi hayat kazanma tedavisi başlamış ve hızlandırılmış öğretime girmiştik. Anlattığım iman hakikatlerini adeta bütün ruhuyla içiyor, arada sırada sorular da soruyordu. Vefatına bir hafta kala "Ölürken ne söylemeliyim?" diye sordu. "Senin durumun çok özel, dedim, kelime-i şahadet sana uzun gelir. O anı fark edince sadece "Muhammed!" demen dahi sana yeter." O haliyle tebessüm ederek yine başını salladı. Onu söyleyeceğim demek istiyordu.
Çok ıstırabı olduğu için Serap'a sürekli morfin yapıyor, onu uyutmaya çalışıyordum. Ben bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim. Dönüşümde annesi telefon ederek, "Serap bir haftadır morfin yaptırmıyor, sabahlara kadar inliyor ve çok ıstırap çekiyor." dedi. Hemen evine gittim, iğne yaptırmamasının sebebini sordum. Aldığım cevabı hatırladıkça hâlâ ürperiyorum:
-Ya morfinin tesiriyle ölüme uykudayken yakalanır da, son nefeste "Muhammed!" diyemezsem?.. diyordu...
Bu arada benden istihare yapmamı, eğer birkaç gün daha ömrü varsa, son günü uyanık kalacak şekilde morfin yaptırmamı rica etti.
Ben hiç âdetim olmadığı halde cuma gününe rastlayan o gece Serap'ın durumunun gösterilmesi dualarıyla istihare niyetiyle yatağıma uzandım ve Serap'ın acizliği hürmetine sandığım salı gününe kadar yaşayacağına dair bir mana kalbime geldi. Ertesi gün ona hiç korkmamasını, iğneyi vurdurabileceğini söyledim. Serap bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde son sorusunu da şöyle sordu:
-"Doktor bey, dedi Azrail bana nasıl görünecek?.."
-"Kızım dedim o bir melek değil mi? Hiç merak etme, sana sevimli bir prenses gibi gelecektir!.."
Salı günü Serap'ın ağırlaştığı haberini alınca hemen yanına koştum, ancak vefatına yetişememiştim. Aile tam manasıyla perişandı. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım ayaktaydı. Bu hanım beni görünce yanıma gelerek:
-Doktor bey biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mucize yaşandı ve Serap'ın son anlarını şöyle anlattı:
-Serap bir saat kadar önce oksijen cihazını attı, yataktan kalkması imkansız olmasına rağmen kalkıp abdest alarak iki rekat namaz kıldı, bütün ev halkı hayretten donup kaldık. Sonra kelime-i şahadeti söyleyerek gelip yatağına uzandı. Gözlerini sabit bir noktaya dikerek tebessümle bakarken şöyle dedi:
-Doktor beye selam söyleyin, Azrail dediğinden de güzelmiş!
Ünlü doktor Haluk Nurbaki, şöyle anlatıyor sabırlı ve metanetli hastasındaki insanları ağlatan mutlu sonu. Özellikle soru sahiplerinin okuması dileğiyle.
-Ben 40 yıllık bir kanser uzmanı olarak kanser hastanesinde başhekimlik yaptığım sırada Serap adında genç bir hanım hastam vardı. Serap'ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına almış ve kısa bir süre sonra da iyileştiğini görerek taburcu etmiştim. Ancak Serap'ın da diğer kanserliler gibi ilk beş yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu.
-Ne var ki, bir iş kadını olan Serap 4 yıl kadar sonra bir ihale için İzmir'e gitmek istedi. Kış aylarında olduğu için uçakla gitmesi şartıyla izin verdim. Maalesef bilet bulamamış, benden habersiz bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat kadar mahsur kalmış. Dönüşünden kısa bir süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap bacak kemiklerindeki metastaz nedeniyle yürüyemez hale gelirken, hastalığın akciğerdeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu... Evine gittiğimde güçlükle konuşarak;
-Doktor bey dedi, ben size dargınım, çünkü siz dindar bir insanmışsınız, niçin bana da Allah'ı, ölümü, ahireti anlatmıyorsunuz?
İnançlarının çok zayıf olduğunu bildiğim için bu teklif karşısında oldukça şaşırdım. Onu üzmemeye çalışarak:
- "Doktora ulaşmak kolaydır, parayı verir, istediğin doktora tedavi olursun, ancak iman tedavisi olmak için tek başına doktorun istemesi yetmez, gönülden istek duymak gerek." dedim. Konuşmaya mecali olmadığından "Ben o isteği duyuyorum" manasında başını salladı. Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yanı sıra ümitli bir ebedi hayat kazanma tedavisi başlamış ve hızlandırılmış öğretime girmiştik. Anlattığım iman hakikatlerini adeta bütün ruhuyla içiyor, arada sırada sorular da soruyordu. Vefatına bir hafta kala "Ölürken ne söylemeliyim?" diye sordu. "Senin durumun çok özel, dedim, kelime-i şahadet sana uzun gelir. O anı fark edince sadece "Muhammed!" demen dahi sana yeter." O haliyle tebessüm ederek yine başını salladı. Onu söyleyeceğim demek istiyordu.
Çok ıstırabı olduğu için Serap'a sürekli morfin yapıyor, onu uyutmaya çalışıyordum. Ben bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim. Dönüşümde annesi telefon ederek, "Serap bir haftadır morfin yaptırmıyor, sabahlara kadar inliyor ve çok ıstırap çekiyor." dedi. Hemen evine gittim, iğne yaptırmamasının sebebini sordum. Aldığım cevabı hatırladıkça hâlâ ürperiyorum:
-Ya morfinin tesiriyle ölüme uykudayken yakalanır da, son nefeste "Muhammed!" diyemezsem?.. diyordu...
Bu arada benden istihare yapmamı, eğer birkaç gün daha ömrü varsa, son günü uyanık kalacak şekilde morfin yaptırmamı rica etti.
Ben hiç âdetim olmadığı halde cuma gününe rastlayan o gece Serap'ın durumunun gösterilmesi dualarıyla istihare niyetiyle yatağıma uzandım ve Serap'ın acizliği hürmetine sandığım salı gününe kadar yaşayacağına dair bir mana kalbime geldi. Ertesi gün ona hiç korkmamasını, iğneyi vurdurabileceğini söyledim. Serap bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde son sorusunu da şöyle sordu:
-"Doktor bey, dedi Azrail bana nasıl görünecek?.."
-"Kızım dedim o bir melek değil mi? Hiç merak etme, sana sevimli bir prenses gibi gelecektir!.."
Salı günü Serap'ın ağırlaştığı haberini alınca hemen yanına koştum, ancak vefatına yetişememiştim. Aile tam manasıyla perişandı. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım ayaktaydı. Bu hanım beni görünce yanıma gelerek:
-Doktor bey biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mucize yaşandı ve Serap'ın son anlarını şöyle anlattı:
-Serap bir saat kadar önce oksijen cihazını attı, yataktan kalkması imkansız olmasına rağmen kalkıp abdest alarak iki rekat namaz kıldı, bütün ev halkı hayretten donup kaldık. Sonra kelime-i şahadeti söyleyerek gelip yatağına uzandı. Gözlerini sabit bir noktaya dikerek tebessümle bakarken şöyle dedi:
-Doktor beye selam söyleyin, Azrail dediğinden de güzelmiş!