Haberler:

Hukuk Forumumuza Hoşgeldiniz

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - Avukat

#421
Merhabalar.

Alıntı Yap10 daireli lojmanımızda 4 daire boş tadilatı yapılmadığı için kimse oturmuyor.

Lojmandaki daireler şahıslara mı kamuya mı ait? Kamuya aitse, muhatabınız ilgili kamu kuruluşu olacaktır.

Alıntı Yapkalorifer kazanında bir arıza var masrafın altından kalkamıyoruz. masrafları mal sahibi  ödemeli ama muhatab bulamıyoruz. ne yapabiliriz.

Tapu kayıtlarında bu dairelerin kimin adına kayıtlı olduğunu şahıslara ait TC kimlik numarasıyla birlikte öğrenmelisiniz. Akabinde bu şahısların ödemeleri gereken bedeller ödenmezse, bu şahıslara karşı icra takibi yaparak tahsil etmeniz mümkün olacaktır. Kolay gelsin...
#422
Merhabalar.

Alıntı YapTespit davalarının akabinde açılacak diğer davalara etkisi nedir? genelde tespit avalarında çıkan sonuçlar aynen dikkate alınır mı?

Konuyla ilgili Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nda yer alan hükümler aşağıdadır. Tespit davası, genelde delil tespiti dışında işleve sahip değildir. Tespit davasında ortaya çıkan deliller bu davanın akabinde açılacak davalarda elbette dikkate alınır ancak tespit davasında diğer davalardan farklı şekilde deliller tartışılmadığından, bu davada elde edilen deliller de kesin etkili değildir ve bir yönüyle tartışmaya açıktır. Örneğin bir tespit davasında bilirkişi raporunu dosyaya sunar ve tespit davası böylelikle hedefe ulaşmış olur; karşı taraf bu rapora itiraz etse bile tespit davasında istisnalar hariç yeniden inceleme yapılmasına karar verilmez ancak daha sonradan açılacak davada bu bilirkişi raporuna pekala itiraz edilebilir ve yapılacak yeni bilirkişi raporunda da tam aksi kanaate ulaşılması her zaman için ihtimal dahilindedir.

Alıntı Yapred olma şansı nedir ?

Tespit davasının kanunda belirtilen şartları varsa davanın red edilmesi de mümkün değildir. Zaten yukarıda da belirttiğim gibi, bu dava ile maddi gerçek araştırılmaz, sadece acilen toplanması/kayıt altına alınması gereken deliller toplanmış olur. Kolay gelsin...


    Tespit davası
    Madde 106- (1) Tespit davası yoluyla, mahkemeden, bir hakkın veya hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun yahut bir belgenin sahte olup olmadığının belirlenmesi talep edilir.
    (2) Tespit davası açanın, kanunlarda belirtilen istisnai durumlar dışında, bu davayı açmakta hukuken korunmaya değer güncel bir yararı bulunmalıdır.
    (3) Maddi vakıalar, tek başlarına tespit davasının konusunu oluşturamaz.

    Belirsiz alacak ve tespit davası
     Madde 107 - (1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
    (2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
    (3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul
    edilir.
#423
6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nda yer alan konuyla ilgili hükümler:

    Yargılama giderlerinin kapsamı
     Madde 323 - (1) Yargılama giderleri şunlardır:
    a) Celse, karar ve ilam harçları.
    b) Dava nedeniyle yapılan tebliğ ve posta giderleri.
    c) Dosya ve sair evrak giderleri.
    ç) Geçici hukuki koruma tedbirleri ve protesto, ihbar, ihtarname ve vekâletname düzenlenmesine ilişkin giderler.
    d) Keşif giderleri.
    e) Tanık ile bilirkişiye ödenen ücret ve giderler.
    f) Resmî dairelerden alınan belgeler için ödenen harç, vergi, ücret ve sair giderler.
    g) Vekil ile takip edilmeyen davalarda tarafların hazır bulundukları günlere ait gündelik, seyahat ve konaklama giderlerine karşılık hâkimin takdir edeceği miktar; vekili bulunduğu hâlde mahkemece bizzat dinlenmek, isticvap olunmak veya yemin etmek üzere çağrılan taraf için takdir edilecek gündelik, yol ve konaklama giderleri.
    ğ) Vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti.
    h) Yargılama sırasında yapılan diğer giderler.

    Yargılama giderlerinden sorumluluk
     Madde 326 - (1) Kanunda yazılı hâller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.
    (2) Davada iki taraftan her biri kısmen haklı çıkarsa, mahkeme, yargılama giderlerini tarafların haklılık oranına göre paylaştırır.
    (3) Aleyhine hüküm verilenler birden fazla ise mahkeme yargılama giderlerini, bunlar arasında paylaştırabileceği gibi, müteselsilen sorumlu tutulmalarına da karar verebilir.



Konuyla ilgili emsal bir Yargıtay Kararı:

T.C.
YARGITAY
6. HUKUK DAİRESİ
E:2010/3392
K:2010/7289
T:15.06.2010

1086 s. Yasa m. 417,423

Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan tahliye davasına dair karar; davalı-davacı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla dosyadaki bütün kâğıtlar okunup, gereği görüşülüp düşünüldü:
Uyuşmazlık, konut ihtiyacı nedeniyle kiralananın tahliyesine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmesi üzerine hüküm davacı vekili ve davalı vekili tarafından ayrı ayrı temyiz edilmiştir.
1- Dosya kapsamına, toplanan delillere, mevcut deliller mahkemece takdir edilerek karar verilmiş olmasına, takdirde de bir isabetsizlik bulunmamasına göre temyiz eden davacı vekilinin temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Davalı vekilinin vekalet ücretine ilişkin temyiz itirazlarına gelince;
Tarafların davanın görülmesi ve sonuçlanması için ödedikleri paraların tümü şeklinde tanımlanabilecek yargılama giderleri HMUK'nun 417/1. maddesi hükmü gereği davada haksız çıkan ve aleyhine hüküm kurulan tarafa yükletilir. Yine HMUK'nun 423/6. maddesine göre davayı kazanan taraf davayı bir vekil aracılığı ile takip etmiş ise haksız çıkan ve davayı kaybeden taraf yargılama gideri olarak vekalet ücreti ödemeye de mahkum edilir. Yargılama giderleri hakkında hüküm verilebilmesi için tarafların dilekçelerinde yargılama giderlerini ve vekalet ücretini açıkça istemelerine gerek yoktur. Mahkeme istek olmasa bile yargılama giderlerine ve vekalet ücretine kendiliğinden karar vermekle yükümlüdür.
Olayımıza gelince; davacı tarafından konut ihtiyacı nedeniyle açılan davaya karşı davalı, vekili aracılığı ile 24.10.2008 tarihinde verdirdiği cevap dilekçesi ile davanın reddine karar verilmesini savunmuştur. Davalı vekili 26.11.2008 tarihinden itibaren oturumlara katılmış, delil listesi vermiş ve davayı davalı adına takip etmiştir. Her ne kadar dosyada hüküm verilinceye kadar davalı vekilinin vekaletnamesi bulunmasa da temyiz dilekçesine ekli vekaletnameye göre davalı 15.09.2008 tarihinde açılan davadan sonra 07.10.2008 tarihinde vekil tayin etmiştir. Davalı vekili de yargılamadaki işlemleri bu vekaletnameye dayanarak ve vekil sıfatı ile yürütmüştür. Karar aşamasına kadar dosyada vekaletnamesi yok ise de sonradan sunulan vekaletname tarihi ve aşamalardaki işlemleri itibariyle davalı vekilinin yargılamada yer aldığı anlaşılmaktadır. Mahkemenin vekaletname sunması konusunda davalı vekilinden bir talebi de olmamıştır. Bu durum karşısında davalının yargılamada kendisini vekille temsil ettirdiğinin kabulü ile davanın reddine karar verilmesi üzerine davalı yararına Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin 9. maddesi gereğince nispi vekalet ücreti takdir edilmesi gerekirken davalı vekilinin vekaletname ibraz etmemesi gerekçesi ile davalı yararına vekalet ücreti takdir etmemesi doğru görülmediğinden hükmün davalı yararına ve vekalet ücretine hasren bozulması gerekmiştir.
Sonuç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün yukarıda ( 2 ) no'lu bentte yazılı nedenlerle davalı yararına ve vekalet ücretine hasren BOZULMASINA, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 15.06.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
#424
Merhabalar.

Alıntı Yaphaksız tutuklama nedeniyle açılacak tazminat davalı kim olarak gösterilecektir ve maddi ve manevi tazminat istemi neye göre belirlenecektir?

Konuyla ilgili Ceza Muhakemesi Kanunu'nda yer alan hükümler aşağıdadır. Bu hükümler gereğince dava Hazineye (yani Devlete) karşı açılacaktır. Maddi tazminat olarak, bu olay sebebiyle maruz kalınan maddi kayıpların (çalışılamamış olması, vs.), manevi tazminat olarak da bu olay sebebiyle kişide oluşan elem ve ızdırabın karşılığı olarak belirli bir meblağ talep edilecektir. Bu bedeller doğal olarak her olayda farklı olacaktır. Yaşanan olayı detaylı bir şekilde anlatırsanız yardımcı olmaya çalışırım. Kolay gelsin...


   Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat
   Tazminat istemi
    Madde 141 – (1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
   a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
   b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,
   c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan,
   d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,
   e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,
   f) Mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan,
   g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,
   h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen,
   i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,
   j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,
   Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.
   (2) Birinci fıkranın (e) ve (f) bentlerinde belirtilen kararları veren merciler, ilgiliye tazminat hakları bulunduğunu bildirirler ve bu husus verilen karara geçirilir.

   Tazminat isteminin koşulları
    Madde 142 – (1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.
   (2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır.
   (3) Tazminat isteminde bulunan kişinin dilekçesine, açık kimlik ve adresini, zarara uğradığı işlemin ve zararın nitelik ve niceliğini kaydetmesi ve bunların belgelerini eklemesi gereklidir.
   (4) Dilekçesindeki bilgi ve belgelerin yetersizliği durumunda mahkeme, eksikliğin bir ay içinde giderilmesini, aksi hâlde istemin reddedileceğini ilgiliye duyurur. Süresinde eksiği tamamlanmayan dilekçe, mahkemece, itiraz yolu açık olmak üzere reddolunur.
   (5) Mahkeme, dosyayı inceledikten sonra yeterliliğini belirlediği dilekçe ve eki belgelerin bir örneğini Devlet Hazinesinin kendi yargı çevresindeki temsilcisine tebliğ ederek, varsa beyan ve itirazlarını onbeş gün içinde yazılı olarak bildirmesini ister.
   (6) İstemin ve ispat belgelerinin değerlendirilmesinde ve tazminat hukukunun genel prensiplerine göre verilecek tazminat miktarının saptanmasında mahkeme gerekli gördüğü her türlü araştırmayı yapmaya veya hâkimlerinden birine yaptırmaya yetkilidir.
   (7) (Değişik: 25/5/2005 - 5353/20 md.) Mahkeme, kararını duruşmalı olarak verir. İstemde bulunan ile Hazine temsilcisi, açıklamalı çağrı kâğıdı tebliğine rağmen gelmezlerse, yokluklarında karar verilebilir.
   (8] Karara karşı, istemde bulunan, Cumhuriyet savcısı veya Hazine temsilcisi, istinaf yoluna başvurabilir; inceleme öncelikle ve ivedilikle yapılır.

   Tazminatın geri alınması
    Madde 143 – (1) Kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararı sonradan kaldırılarak, hakkında kamu davası açılan ve mahkûm edilenlerle, yargılamanın aleyhte yenilenmesiyle beraat kararı kaldırılıp mahkûm edilenlere ödenmiş tazminatların mahkûmiyet süresine ilişkin kısmı, Cumhuriyet savcısının yazılı istemi ile aynı mahkemeden alınacak kararla kamu alacaklarının tahsiline ilişkin mevzuat hükümleri uygulanarak geri alınır. Bu karara itiraz edilebilir.
   (2) (Değişik: 25/5/2005 - 5353/21 md.) Devlet, ödediği tazminattan dolayı, koruma tedbiriyle ilgili olarak görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullanan kamu görevlilerine rücu eder.
   (3) İftira konusunu oluşturan suç veya yalan tanıklık nedeniyle gözaltına alınma ve tutuklama halinde; Devlet, iftira eden veya yalan tanıklıkta bulunan kişiye de rücu eder.

   Tazminat isteyemeyecek kişiler
    Madde 144 – (1) Kanuna uygun olarak yakalanan veya tutuklanan kişilerden aşağıda belirtilenler tazminat isteyemezler:
   a) Gözaltı ve tutukluluk süresi başka bir hükümlülüğünden indirilenler.
   b) Tazminata hak kazanmadığı hâlde, sonradan yürürlüğe giren ve lehte düzenlemeler getiren kanun gereği, durumları tazminat istemeye uygun hâle dönüşenler.
   c) Genel veya özel af, şikâyetten vazgeçme, uzlaşma gibi nedenlerle hakkında kovuşturmaya yer olmadığına veya davanın düşmesine karar verilen veya kamu davası geçici olarak durdurulan veya kamu davası ertelenen veya düşürülenler.
   d) Kusur yeteneğinin bulunmaması nedeniyle hakkında ceza verilmesine yer olmadığına karar verilenler.
   e) Adlî makamlar huzurunda gerçek dışı beyanla suç işlediğini veya suça katıldığını bildirerek gözaltına alınmasına veya tutuklanmasına neden olanlar.
#425
Merhabalar. Kendi sorunuzun cevabını öğrenerek buradan da paylaşmışsınız. Paylaşımınız için teşekkürler.

Alıntı Yapevlerin güneşini tamamen kesiyor, blokların orasında kaldığı için zirvesinden taş, kaya parçaları yağıyor ayrıca çocuklar tırmanıp düşüyor, evlerin içi tepeden rahatlıkla seyredilebiliyor güvenlik zafiyeti oluşturuyor

Bu gerekçeler kamu yararının varlığına işaret eder. Özellikle riskli bölgelerde böyle bir durumun oluşturacağı güvenlik zaafiyeti de kesinlikle dikkate alınması gereken bir husus olarak değerlendirilecektir.

Alıntı Yapİşlemin giderlerini sağlamayı kabul etsek daha çabuk sonuç alırmıyız

Muhtemelen.

Alıntı Yapİzinsiz böyle bir işlem yapsak sonucu ne olur ?

Hazine mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden bahisle (şayet bu olay taşınmazın değerini olumsuz etkilemişse) tazminat davası açabilir. Belediye de izinsiz böyle bir işlem yapıldığını haber aldığı anda hafriyat alanını mühürleyebilir ve hafriyatı yaptıranlar hakkında da idari para cezası kesebilir. Kolay gelsin...
#426
Merhabalar.

Alıntı YapSözleşme iptali için "Franchise verenin önerdiği yerler franchise alan tarafından kabul edilmez yada franchise alan uygun yer yaratamazsa karşılıklı anlaşılarak 90 günlük kurumsal çek ile ön sözleşme bedeli geri ödenir" diyor. Ben 23 Ekim 2012 tarihinde sözleşme iptali için şahsi başvuruda bulundum. Firma sahibi o günden beri beni sürekli oyalıyor. Bu işi resmiyete dökmek için ne yapmalıyım?

Yaşanan durumu özetle belirterek talebinizi noterden ihtarname göndermek yoluyla tekrarlamalısınız. Noter ihtarnamesine rağmen sonuç elde edemezseniz, konuyla ilgili dava açılması gerekecektir. Şimdiden bir avukatla anlaşmanız ve ihtarnamenin de bir avukat tarafından gönderilmesi ileriki süreçler açısından faydalı olacağı gibi sizin göndereceğiniz ihtarnameye göre çok daha etkili olacaktır. Kolay gelsin...
#427


ÇAĞLAR AVCI'nın haberi.
 
Adlî Tıp Kurumu uzmanları, merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın naaşından alınan örnekler üzerinde çok hassas bir çalışma yürütüyor. Yapılan incelemelerde fazla miktarda zehir bulgusu tespit edildi. Anıtmezardan alınan kabir toprağında ise herhangi bir zehir bulgusuna rastlanmadı. Bu sonuç, öldürücü maddenin dışarıdan verildiğini ispatlıyor.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talimatıyla mezarından çıkarılarak otopsi yapılan 8. Cumhurbaşkanı merhum Turgut Özal'ın ölümüyle ilişkili adli süreçte önemli bulgulara ulaşıldı. Adlî Tıp uzmanları, Özal'dan alınan örnekler üzerindeki toksikolojik inceleme sırasında fazla miktarda zehir bulgusu tespit etti. Bunun üzerine uzmanlar zehrin mezar bölgesinden geçme ihtimaline ve bu konuda gelebilecek itirazlara karşı toprak analizlerine de başvurdu. Analizlerde Özal'ın anıtmezardan alınan kabir toprağında herhangi bir zehir bulgusuna rastlanmadı. Bu çapraz sonuç, öldürücü maddenin Özal'ın vücuduna dışarıdan verildiğini ispatlıyor. Miktarın fazla olması ise zamanla insan vücudunda hava kirliliği, sigara, besinlerdeki koruyucu, renk ve tat verici gibi maddelerden geçen kimyasallardan farklı olduğunu gösteriyor. Uzmanlar, tarım ilaçları ve ağır metaller gibi vücuda dışarıdan verilen maddeler üzerinde duruyor.

Vücudundaki zehir, dışarıdan verilmiş

Turgut Özal'ın cesedinde yüksek miktarda zehir tespit eden uzmanlar, bunun mezar bölgesinden geçme ihtimaline karşı toprak analizleri yaptı. Özal'ın mezarından alınan toprakta herhangi bir zehir bulgusuna rastlanılmadı. Bu çapraz sonuç zehrin Özal'ın vücuduna dışarıdan verildiğini ispatlıyor. Adli Tıp'taki incelemeler sırasında bulunan maddeler birkaç kez aynı süreçten geçirilerek kontrol ediliyor. Bütün ihtimaller dikkate alınıyor. Nihai raporu hazırlayacak olan 1. İhtisas Kurulu ise önümüzdeki haftadan itibaren yoğun bir çalışma temposuna girecek. Kurul kimya ve morg dairelerinde gelen bilgileri ve soruşturmadaki kanıtları inceleyerek bir karar verecek.

Diğer yandan Özal'ın sağlam çıkan naaşı konusunda çalışmalar da yapıldı. Uluslararası dergileri tarayan uzmanlar yıllar sonra mezar açılınca tazeliğini koruyan 18 vaka tespit etti. Özal'da kalp kası, karaciğer, böbrek gibi hassas iç organlar sağlam çıktı. Kemik iliği bulundu. Uzmanlar bu kadar örnek incelemelerde eksik bir sonucun çıkmasının imkan dışı olduğunu aktarıyor. Fakat Özal'ın otopsisinin 1993 yılında yapılması durumunda birçok zehrin o günkü teknolojik altyapı ile bulunmasının zor olduğuna işaret ediliyor.

Adlî Tıp'ta büyük hassasiyet

Özal'dan alınan örnekler üzerinde bulunan maddeler birkaç kez aynı süreçten geçirilerek kontrol ediliyor. Bütün ihtimaller dikkate alınıyor. Adli Tıp, rapor çıktıktan sonra 'şuna bakılmamış' itirazlarına karşı tüm ihtimalleri ve zehir örneklerini düşünerek hareket ediyor. Tetkikler en ince ayrıntısıyla tekrar tekrar kontrol ediliyor. Nihai raporu hazırlayacak olan 1. İhtisas Kurulu önümüzdeki haftadan itibaren yoğun tempoya girecek. Kurul, kimya ve morg dairelerinden gelen bilgileri ve soruşturmadaki kanıtları inceleyerek bir karar verecek.

http://www.zaman.com.tr/politika/ozalin-naasinda-asiri-miktarda-zehir-bulgusu-var/2011099.html
#428
Merhabalar.

Alıntı YapKefaletin usulsüz olarak kabul edildiğini iddia ederek (gelir ve gider bakımından usulsüz) banka aleyhinde bir şeyler yapabilirmiyim?

Maalesef yapamazsınız. Banka kredi verirken veya bir krediye kefil seçerken dilediği gibi hareket edebilir. Konuyla ilgili mevzuattan kaynaklanan bankalara yönelik sınırlandırıcı hükümler mevcuttur ancak bu hükümlere uyulmamış olması, örneğin sizin olayınızı yaşayan bir kişinin banka karşısındaki hukuki durumunu değiştirmeyecektir. Dolayısıyla bu gerekçeyle bankaya karşı kefalet sözleşmesinin geçersizliğinin ileri sürülebilmesi mümkün değildir. Bununla birlikte, şayet evli iseniz ve kredi sözleşmesi 6098 Sayılı yeni Borçlar Kanunu'nun 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe girmesinden sonra imzalanmışsa, adı geçen Kanun'un 584. maddesinde bulunan "Eşlerden biri mahkemece verilmiş bir ayrılık kararı olmadıkça veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı doğmadıkça, ancak diğerinin yazılı rızasıyla kefil olabilir; bu rızanın sözleşmenin kurulmasından önce ya da en geç kurulması anında verilmiş olması şarttır." hükmü gereğince eşinizden kefalet sebebiyle muvafakatname alınmamışsa, bu sebebe istinaden kefaletin geçersizliği ileri sürülebilir.

Alıntı Yapİmzayı attığım için her halukarda bu borcu ödeyeceksem de maaşıma haciz koyulurken halen ödemekte olduğum kredi taksitini aldığım maaştan düşerek(1500-1250=250TL) kalan kısmına haciz koydurmak mümkün olurmu?

İş Kanunu'nun 35. maddesi aynen şu şekildedir: "İşçilerin aylık ücretlerinin dörtte birinden fazlası haczedilemez veya başkasına devir ve temlik olunamaz. Ancak, işçinin bakmak zorunda olduğu aile üyeleri için hakim tarafından takdir edilecek miktar bu paraya dahil değildir. Nafaka borcu alacaklılarının hakları saklıdır." Bu hüküm gereğince bakmak zorunda olduğunuz kişilerle ilgili harcanması gereken tutarın maaşınızdan düşürülmesi ve mevcut gelir gider durumunuza göre maaşınızın 1/4'ünden daha düşük bir bedelin haczedilmesi için dava açma hakkına sahip bulunuyorsunuz.

Alıntı YapEmekli maaşına haciz konulamaması ne kadar doğru? Bildiğim kadarıyla emeklide olsa maaşının 1/4 kadar haciz konulabiliyor.

5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun "Devir, temlik, haciz ve Kurum alacaklarında zamanaşımı" başlıklı 93. maddesinin 1. fıkrası aynen şu şekildedir:

MADDE 93 - (DEĞİŞİK FIKRA RGT: 08.05.2008 RG NO: 26870 KANUN NO: 5754/56)
Bu Kanun gereğince sigortalılar ve hak sahiplerinin gelir, aylık ve ödenekleri, sağlık hizmeti sunucularının genel sağlık sigortası hükümlerinin uygulanması sonucu Kurum nezdinde doğan alacakları, devir ve temlik edilemez. Gelir, aylık ve ödenekler; 88 inci maddeye göre takip ve tahsili gereken alacaklar ile nafaka borçları dışında haczedilemez. (EKLENMİŞ İBARE RGT: 28.02.2009 RG NO: 27155 MÜKERRER KANUN NO: 5838/32) Bu fıkraya göre haczi yasaklanan gelir, aylık ve ödeneklerin haczedilmesine ilişkin talepler, borçlunun muvafakati bulunmaması halinde, icra müdürü tarafından reddedilir.


Buna göre emekli maaşı, nafaka borçları ve SGK tarafından takip edilen prim borçları dışında haczedilemez. Dolayısıyla anlattığınız olayda bankanın kredi borcuna istinaden emekli maaşına haciz uygulayabilmesi hukuken mümkün değildir. Kolay gelsin...
#429
Merhabalar.

Alıntı Yapdairelerin satışı konusunda abimin onayı olmaması yada sorun cıkartması durumunda kanuni haklarım nelerdir.

İzale-i şüyu (ortaklığın giderilmesi) davası açarak sonuca ulaşmanız mümkün. Bu dava neticesinde ortak hisseli taşınmazlar mahkeme kararını takiben ihale yoluyla satılır ve satış bedeli hissedarlar arasında hisseleri oranında bölüştürülür. Davayı hissedarlardan herhangi biri diğer hissedarları davalı göstererek açabilir.

Alıntı Yapbu arada dairelerin satışını istememizin nedeni abimin alkol ve esrar bağımlısı olması bu konu ile ilgili mahkemesi hala devam etmekte.
yani kalan mirasın paylaşımını gerçekleştirip bağları tamamen koparmak zorundayım.

İçinde bulunduğunuz zor durumu anlayabiliyorum. Konuyla ilgili başka bir sorunuz olursa yardımcı olmaya çalışırım. Allah yardımcınız olsun...
#430
Libya'da yaşanan olayların ardından Türkiye'ye dönen ve çalıştıkları şirketlerden paralarını alamayan işçiler, işverenlerine dava açmaya başladı.

İşçiler paralarını alamadıkları gerekçesiyle mağdur olduklarını belirtirken, işverenin de Libya'da zarara uğradığı için ödeme yapamadığı belirtiliyor.

Ankara Barosu avukatlarından Emrah Altunç, Libya mağduru bir çok işçi bulunduğunu ve bunların haklarını aramak için dava açmaya başlayacaklarını söyledi.

Bu konuda şu ana kadar 3 işçinin vekaletini aldığını ve bu sayının önümüzdeki hafta 10'u bulmasını beklediğini kaydeden Altunç, ''Libya'da ihale alarak orada yatırımcı olan firmalar iş makinaları inşaat malzemeleri gibi ihtiyaçlarını Libya devletinin verdiği ödenekten karşılıyorlardı.

Yani Libya hükümeti bu yatırımı üstleniyor ve giderlerini karşılıyor. Bu şirketlerin orada herhangi bir yatırım zararı yok. Bu şirketlerin sadece yaptıkları iş karşılığında bir kısım istihkakları savaş sonrası Libya hükümetinde kalmış, onlarda Yeni Hükümet tarafından kendilerine ödenmiş, ödenmektedir. Yani kısacası bu şirketlerin önemli zararları söz konusu değil'' dedi.

''Hiçbir bildirim olmaksızın işten çıkarılmışlar''

Libya'da yatırımı bulunan şirketlerin işçilerin ücretlerini savaş, mücbir sebep gibi bahaneleri göstererek ödemediğini aktaran Altunç, sözlerine şöyle devam etti:

''İşçiler orada canları pahasına şirketin şantiyesini korumalarına ve son ana kadar direnmelerine rağmen Dışişleri Bakanlığı kanalıyla Türkiye'ye getirildikleri günün hemen ertesinde şirket tarafından sigortaları kesilmiş. Hiçbir bildirim olmaksızın işten çıkarılmışlar.

2 yıllık süre zarfında çoğunluğu aranmamış, hep oyalanmış. İŞKUR tarafından işçilere kısa bir süreliğine kısa çalışma ödeneği adı altında bir ödenek verileceği, ancak bunun için işveren firmanın başvuru yapması gerektiği duyurulmuş ancak çoğu firma işçilerin bu imkandan faydalanmasını sağlayacak başvuruyu yapmamış. Örneğin bizim işçilerin çalıştığı bir inşaat firması bu başvuruyu yapmamış.

Firma hem Libya'da petrol işinde, hem de Azerbaycan hükümetiyle işlerine devam etmektedir. Ancak çoğu işçi halen alacağını alamamış durumda. Bu durumda Libya'dan Dışişleri Bakanlığı kanalıyla büyük bir coşkuyla ve operasyonla Türkiye'ye dönen işçilerin bir kısmının mağduriyeti giderilmemiştir.''

Mağdur işçilerin alacak miktarlarının her işçinin çalışma süresine göre değiştiğini aktaran Altunç, ''Örneğin bir işçinin çalışma süresi yaklaşık 5 yıl. 20 bin lira kıdem tazminatı, yaklaşık 6-7 bin lira ihbar tazminatı, 50 bin lira kadar fazla çalışma ücreti, 3 bin lira ödenmemiş maaşı ve kullandırılmamış ulusal bayram ve dini izin günleri alacağı ile hafta tatili alacağı gibi bütün kalemler toplandığında aşağı yukarı 80 bin liralık yasal faiziyle birlikte bir alacağı söz konusu oluyor'' dedi.

10 bin liradan 80 bin liraya kadar alacağı olan işçi bulunduğu bilgisini veren Altunç, net rakamların dava aşamasında bilirkişi tarafından hesaplanacağını dile getirdi.

''Libyada çalışan firmaların zararları Libya Hükümeti tarafından büyük oranda karşılandı''

Dava işçiler lehine sonuçlanırsa, bu yönde umudu olmayan binlerce işçinin dava açma konusunda cesaretlenip bu haklarını talep edebileceğini anlatan Altunç, sözlerine şöyle devam etti:

''Libya'da çalışan firmaların zararları Libya Hükümeti tarafından büyük oranda karşılandı. Ancak sigortaları Türkiye döndükleri ilk gün kesilen işçiler unutuldu. Bu şirketler savaş nedeniyle zarara uğradıklarından bahsediyorlar ve işçilere alacaklarını ödemeye yanaşmıyorlar.

Burada önem arz eden husus Türkiye'ye Dışişleri Bakanlığı kanalıyla getirilen işçilerin ertesi gün sigortalarının kesilmek suretiyle bildirimde bile bulunulmadan iş akitlerinin haksız olarak feshedilmesi ve işçi alacaklarının ödenmemesi. İşçiler iş sözleşmesinde işverene göre daha zayıf tarafta ve bu durum devletin işçiyi koruması gibi bir uygulamayı zorunlu kılıyor.

Sosyal devlet anlayışının gereği de budur. Devlet yaşanan kriz sonrası firmaların zararlarını ödemeyi taahhüt etmiş ancak işçileri koruyucu bir önlem almamıştır. İşçilerde mahkemelerde haklarını aramak durumundalar.''

Libya'da çalışan işçi Türkmen: ''Şirket tekrar gel dese gitmem''

Libya'da çalışan ve çalıştığı firmaya dava açmaya hazırlanan işçilerden Vural Türkmen, Libya'dan ayrılalı 20-21 ay olduğunu, eski şirketini aradığını ancak muhatap bulamadığını söyledi.

Şirketten 20-30 bin lira alacağı olduğunu belirten Türkmen, şunları anlattı:

''Libya'dan 150 arkadaşla birlikte geldik ve hepsinin çalıştığımız şirkette alacağı vardı. İşveren 'tekrar gideceğiz' diyor. Tamam, biz oradan ekmek yedik ama biz de emek verdik. Şu anda görüştüğüm arkadaşlardan ya da başkalarından ödeme yapılan birini duymadım hiç. Şirket tekrar gel dese gitmem.

Yurt dışındaydım Fas'ta idim yeni geldim. Bazı firmaların ödeme yaptığını duydum ama hangisi ne kadar ödeme yaptı bilmiyorum. Bu arada Arap firmalarında çalışan işçi arkadaşlarımız da vardı ve onlar da alacaklarını tahsil edemedi. Benim olduğum şantiyede 200 civarında Türk işçi vardı. Libya'da 25-30 bin civarında Türk işçi vardı. Daha fazla da olabilir çünkü illegal yöntemlerle gelen bir sürü işçi de vardı '' ifadelerini kullandı.

Bir diğer işçi Niyazi Gök ise şirketten 50 bin lira alacağı olduğunu ve kendisi gibi 107 kişinin daha bulunduğunu belirtti.

Geçtiğimiz günlerde Libya'da bir yetkili ile görüştüğünü aktaran Gök, çalıştığı şirketin Libya Hükümeti'nden 4 milyon lira aldığını ama işçilere herhangi bir ödeme yapmadığını dile getirdi.

''Şimdi yerine gidip hakiki zararların tespiti yapılmaya başlandı''

Türk-Libya İş Konseyi Başkanı Ersin Takla ise Libya'da yatırımı bulunan Türk şirketlerinin zararının halen bir tartışma konusu olduğunu belirterek, ''Oradan gelirken bırakılan mal mülk makina varlık toplamı ile o tarihten itibaren 2011 aralık sonuna kadar oluşan sabit giderler yani teminat mektup masrafları, sigorta komisyonları, kiralar  gibi rakamın 1 milyar doların üzerinde olduğu biliniyor. Ancak şimdi yerine gidip hakiki zararların tespiti yapılmaya başlandı'' dedi.

Alacaklarını alamadığı için işçisine parasını ödeyemeyen şirketler olduğunu belirten Takla, çok zor durumda olan arkadaşları olduğunu ve 1,5 senedir alacaklarını alamayan arkadaşlarının da bulunduğu bilgisini verdi.

Bu konuda bankaların müteahhitlere karşı daha dikkatli olması gerektiğini kaydeden Takla, ''Bir Abu Dabi bankası yüzde 0,25 komisyonla teminat mektubu vereceğini söylüyor. Normal şartlarla buna kontr garanti veren bankanın yüzde 0,50 alması lazım. Hadi bilemediniz toplamını 0,75 olması lazım.

Libya'da da 0,75'e 1,75. Bizim burada yüzde 5'in altında komisyon ödeyen adam yok. Bunlar çok aşırı komisyonlar. Bunlar hem maliyeti artırıyor, hem de potansiyeli azaltıyor. Her bir bina için 2 defa teminat mektubu kullanıyorsunuz. Bu konuda anlayışlı olmak lazım ve burada bankalara önemli görevler düşüyor'' şeklinde konuştu.

İŞKUR tarafından yapılan destek, iş yerlerine değil bu iş yerlerinde çalışan işçilere yapılıyor

Kuzey Afrika ve Arap ülkelerinden sadece Libya'da faaliyet gösteren ve sosyal güvenlikleri SGK tarafından sağlanan firmalar için 4447 sayılı Kanun kapsamında ödeme yapma imkanı bulunuyor.

İŞKUR tarafından yapılan destek, iş yerlerine değil bu iş yerlerinde çalışan işçilere yapılıyor.

Libya'da çıkan halk ayaklanmaları nedeniyle anılan ülkede iş yapan Türk firmalarından 13 işyeri bin 599 kişi için kısa çalışma talebinde bulundu. Bu firmalardan 2 tanesi talebinden vazgeçti, 11 firma da 874 kişi için kısa çalışma talebi uygun bulundu.

Kısa çalışma uygulaması uygun bulunan firmalarda çalışan ve yasanın aradığı prim ödeme koşullarını sağlayan 431 kişiye kısa çalışma ödeneği ödendi. Ödemeler geçen yıl mart ayından itibaren başlatılarak 2011 yılında tamamlandı.

Kaynak: AA
http://www.ekotrent.com/dunya-ekonomisi/haber/947498-libya-magduru-isciler-isverenlerine-dava-aciyor
#431
21.12.2011 Tarihinde Resmi Gazete'de yayınlanan "Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi"ne göre;

2. Ortaklığın giderilmesi için satış memurluğunda yapılacak işlerin takibi için 420,00 TL
3. Ortaklığın giderilmesi ve taksim davaları için 900,00 TL


maktu vekalet ücretine hükmedilmektedir. Bu vekalet ücretinin ödenmesinden hissedarlar payları oranında sorumludur. Aşağıda buna ilişkin emsal bir Yargıtay Kararı bulunmaktadır.


T.C.
YARGITAY
6. HUKUK DAİRESİ
E:2006/2091
K:2006/2732
T:20.03.2006

4721 s. Yasa m. 698,703

   Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan paydaşlığın giderilmesi davasına dair karar davalılar tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla dosyadaki bütün kağıtlar okunup, gereği görüşülüp düşünüldü:
   KARAR : Uyuşmazlık bir adet taşınmazda ortaklığın giderilmesi istemine ilişkindir. Mahkeme satış suretiyle ortaklığın giderilmesine karar vermiş, hüküm davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
   Davacılar vekili dava dilekçesinde; davalılar ile müşterek ve elbirliği halinde malik oldukları dava konusu 3 No'lu parselin satış suretiyle ortaklığının giderilmesini istemiş. Davalılar vekili de dava konusu taşınmazın satılmasını savunmuştur.
   Paydaşlığın giderilmesi davaları iki taraflı, taraflar için benzer sonuçlar doğuran davalar olup, sonuçta kazanan ve kaybeden taraftan söz edilemeyeceğinden yargılama giderleri ve vekalet ücretinin taraflara payları oranında yükletilmesi gerekir.
   SONUÇ : Olayımıza gelince: Paydaşlığın giderilmesi davalarında kendilerini vekil ile temsil ettiren paydaşlar yararına Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükumlerıne göre maktu vekalet ücreti takdir edilmesi gerekirken nisbi vekalet ücretine hükmedilmesi doğru değil ise de bu nedenle hükmün bozularak yeniden yargılama yapılmasında usul ekonomisi yönünden yarar gorülmediginden hükmün 6. fıkrasındaki "Karar tarihinde geçerli Asgari Avukatlık Ücret Tarifesi uyarınca hesaplanan 665.87.- YTL vekalet ücretinin hisseleri oranında davacılar uzerinde bırakılmasına, geriye kalanın davalılardan alınarak davacılar vekiline verilmesine" ibaresinin cıkartılarak yerine "Kendilerini vekil ile temsil ettıren davacılar yararına karar tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümlerine göre 375.- YTL maktu vekalet ücretinin paydaşlardan payları oranında alınarak davacılara verilmesine" ibaresinin eklenmesine hükmün bu şekliyle HUMK'nun 438/son maddesi gereğince değiştirilerek ve düzeltilerek ONANMASINA ve taşınmaz malın satış bedelinden paylarına düşecek paranın % 09 oranında hesaplanacak onama harcından peşin alınan 11.20.YTL'nın mahsubu ile bakiyesinin temyiz edenlerden alınmasına, 20.03.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
#432


Terör örgütü PKK ve uzantılarının Doğu ve Güneydoğu'da uyguladığı sistematik İslâm düşmanlığına bir yenisi daha eklendi. Bölge halkına empoze edilmeye çalışılan Zerdüştlükten sonra şimdi de Yezidilik ön plana çıkarılmak isteniyor.

Mustafa Kılıç'ın haberi

Bu amaçla Demokratik Toplum Kongresi tarafından Diyarbakır'da 'Uluslararası Yezidi Konferansı' düzenlendi. Dünyada ilk defa düzenlenen bu konferansta İslâm dinine, Müslüman Kürtlere ve Hz. Muhammed (s.a.v)'in "Allah'ın Kılıcı" dediği Halit Bin Velid'e yönelik çirkin iftiralar atıldı.

Zerdüştlük ve Yezidilik için TV kanalı

Yapılan bu tür faaliyetler Millî Gazete'nin fotoğraflarla gündeme taşıdığı 'Zerdüşt Ayin' manşetini hatırlattı. PKK kamplarında yapılan Zerdüşt ayinin görüntüleri Türkiye'yi ayağa kaldırmış, terör örgütünün Zerdüşt yüzü afişe olmuştu. BDP'nin Nevruz'da hazırladığı davetiyede, "Med toprağının çocukları, yaşlı Zerdüşt'ün torunları" ifadeleri, kısa bir süre önce PKK'nın Çıra TV ismiyle açtığı kanalda Zerdüştlük ve Yezidilik propagandası yapması da, bölge halkının İslam'dan koparılmak istendiğinin açık kanıtı oldu. PKK'nın iki numaralı ismi Murat Karayılan da, Almanya'da yayımlanan 'Bir Savaşın Anatomisi' isimli kitabında, PKK'nın dine yaklaşımını anlatırken, İslam dinine ağır hakaretlerde bulunmuş, "Kürtlerin ideolojik kimlik ve aynı zamanda inanç dini" diye tanımladığı Zerdüştlük için övgüler düzmüştü.

Demokratik Toplum Kongresi Eşbaşkanı ve Mardin Bağımsız Milletvekili Ahmet Türk'ten skandal açıklamalar. Diyarbakır Sümerpark'ta düzenlenen ''Uluslararası Yezidi Konferansı''da konuşan Ahmet Türk İslam dinine ve Hz.Muhammed (S.A.V.)'in "Allah'ın kılıcı" diyerek övdüğü Halid Bin Velid'e ağır ithamlarda bulundu. Diyarbakır'da düzenlenen Uluslararası Yezidi Konferansında konuşan DTK Eşbaşkanı Ahmet Türk, Kürtlerin geçmişte Yezidilere karşı büyük haksızlıklar yaptığını iddia ederek, "Dedelerimizin ve atalarımızın elinde Yezidi kanı var.

Geçmişteki hatalardan dolayı tüm Yezidilerden özür diliyoruz " şeklinde sözler sarf etti. Yapılan bu çirkin iftiralara bölge halkından büyük tepki geldi. Saadet Partisi Genel İdari Kurulu Üyesi Fettullah Erbaş, Ahmet Türk'ün sözlerine ilişkin olarak iftira değerlendirmesinde bulunurken, Mustazaflar Hareketi Sözcüsü Av. Hüseyin Yıldırım Ahmet Türk'ün açıklamasına, "Kürtlerin eline Yezidi kanı değil sizin elinize Müslüman kanı bulaşmıştır. Önce o kanı temizleyin ve Müslüman Kürt halkından özür dileyin" diyerek sert tepki gösterdi.

Siyasetçinin işi değildir

Türk'ün açıklamasının bir iftira olduğunu belirten Saadet Partisi Genel İdari Kurulu Üyesi Fettullah Erbaş: "Yezidilere katliam yapıldığını Ahmet Türk kendi gözüyle mi gördü? Elinde bir belge var mı? İslam dininde katliam yoktur. Ve İslam âlemi de katliam yapmamıştır. Ama Müslümanlar defalarca katliama uğramıştır. Halid Bin Velid'e bu iftirayı atması hiç doğru değil. Bir de bu tarihçilerin işidir siyasetçilerin değil. Bu tür açıklamalar izandan ve İslam'dan yoksun açıklamalardır. Ahmet Türk'ün bu açıklamaları beni çok şaşırttı. İslam'ı katliam dini gibi lanse etmeye çalışmak insanlık dışıdır. Bir de Kürtler adına Yezidilerden özür dilemek onun işi değildir. Kendisinin Kürt olup olmadığını bilmiyorum fakat Kürtlere yönelik büyük bir iftira attığı açıkça ortada" şeklinde konuştu.

Tarihte ilk kez "Yezidilik Konferansı" düzenlendi

Saadet Partisi Genel İdari Kurulu Üyesi Fetullah Erbaş: "Yezidilere katliam yapıldığını Ahmet Türk kendi gözüyle mi gördü? Elinde bir belge var mı? İslâm dininde katliam yoktur. Ve İslam âlemi de katliam yapmamıştır. Ama Müslümanlar defalarca katliama uğramıştır. Halit Bin Velid'e bu iftirayı atması hiç doğru değil. Bir de bu tarihçilerin işidir siyasetçilerin değil. Bu tür açıklamalar izandan ve İslam'dan yoksun açıklamalardır. Ahmet Türk'ün bu açıklamaları beni çok şaşırttı. İslam'ı katliam dini gibi lanse etmeye çalışmak insanlık dışıdır. Bir de Kürtler adına Yezidilerden özür dilemek onun işi değildir. Kendisinin Kürt olup olmadığını bilmiyorum fakat Kürtlere yönelik büyük bir iftira attığı açıkça ortada" şeklinde konuştu.

Bu konuşma kasıtlı ve amaçlıdır

Türk'ün konuşmalarının kasıtlı ve belli bir amaca yönelik olduğunu belirten İlahiyatçı Doç. Dr. Nedim Urhan "Halid Bin Velid Mekke'nin fethinde komutandı. Efendimiz bizzat "Size kılıç kaldırmayana kılıç kaldırmayın, size ok atmayana ok atmayın" tembihinde bulunmuştur. Halid Bin Velid de buna harfiyen uymuştur. Ahmet Türk'ün bu açıklaması tamamen kasıtlıdır. Harp esnasından başka hiçbir zaman insan öldürmemişlerdir. Halid Bin Velid'e çok zulüm yapıldı fakat o karıncayı bile incitmeyen bir sahabe efendimizdi. Ahmet Türk'ün İslami alt yapısı olmadan böyle iftara atmasını kınıyorum. İslam'a saldırarak bir şey kazanamazlar. Hz. Peygambere hakaret edenlere çıtını çıkarmayanlar Yezidiler üzerinden bir iftira bombardımanına tutuyorlar İslam dinini. Bu yapılan konuşma kasıtlı ve amaca yönelik bir açıklamadır" şeklinde konuştu.

İslam onların önündeki en büyük engeldir

Mustazaflar Hareketi Sözcüsü Av. Hüseyin Yıldırım da: "PKK çizgisinden gelen insanların hepsine baktığımız zaman İslam'a yönelik bakışları Ahmet Türk gibi nefret doludur. PKK çizgisindekilerin İslam'a yönelik nefretleri her fırsatta ortaya çıkıyor. Yezidilerden Kürtler adına özür dilemelerinin sebebi yurt dışındaki Kürtçe konuşan Yezidilerden PKK'ye destek vermelerini sağlamaktır. Dışardan aldıkları desteklerden dolayı da bu tür İslam düşmanlığına yönelik açıklamalar yapmaktadırlar. Halid Bin Velid'e yönelik hiçbir kaynağı olmayan bu iftiralar maksatlı olarak yapılan açıklamalardır. Bu ifadeler iftiralardan başka bir şey de değildir. İslam onların önünde büyük bir engeldir, bu engeli aşamadıkları için de bu tür manevralar gerçekleştiriyorlar" dedi.

Önce ellerindeki Müslüman kanını temizlesinler

Yıldırım şöyle devam etti: "Müslüman Kürt halkı kimseyi katletmedi. Bizim adımıza kimseden özür dilemesinler. Ahmet Türk, tayfaları ve PKK'nın öncelikle Yezidilerden değil katlettikleri Müslüman Kürt halkından özür dilemeleri gerekmektedir. Kendi halinde yaşayan nice dindar insan katledildi. Önce bundan başlasınlar özür dilemeye. Onların derin projelerinin önündeki en büyük engel olan İslamiyeti insanların kalbinden sökemeyince karalamayla yok edeceklerini düşünüyorlar. Bu yapılan konferans PKK' ya uluslararası bir destek sağlamak amaçlıdır. Bunun için de Kürtlere ve İslam'a hakaret etmeden de geri kalmamışlardır. Onlar öncelikle ellerindeki Müslüman kanını temizlesinler. Yezidilerinkini sonra düşünsünler."

Halid Bin Velid'e iftira

Konferansın açılış konuşmasında DTK Eşbaşkanı Ahmet Türk, "Sultan Selim döneminde Yezidi ve Alevilere karşı büyük soykırımlar oldu. En son Musul'da Yezidilere karşı gerçekleşen saldırıda yüzlerce Yezidi yaşamını yitirmişti. Bu saldırı bizce Yezidilere yapılan 73. soykırımdır. Çok üzgünüm ki, dedelerimizin ve atalarımızın da elinde Yezidi kanı var.

Dedelerimizin ve atalarımızın geçmişteki hatalarından dolayı yüzümüzdeki leke duruyor ve hepimiz damgalıyız. Geçmişteki hatalardan dolayı tüm Yezidilerden özür diliyoruz" demişti. Konuşmasının devamında Ahmet Türk, Hz. Peygamberin "Allah'ın kılıcı" diyerek övdüğü Halid Bin Velid'e yönelik ciddi iftiralarda bulundu. Türk, "Tarihte Yezidilerin başına gelen 72 soykırım yapılmıştır. Yezidilere en büyük soykırım Halit Bin Velid döneminde yapılmıştır. Bunu İslamiyet adına yaptıklarını söylemişlerdir" diyerek çirkin iftiralarda bulundu.

http://www.milligazete.com.tr/haber/zehirli-tohum-253105.htm
#433
Tüm soruşturma ve kovuşturmalarda, Türkçe kullanılmak zorundadır. Savcılık ve mahkemelerin kullandığı dil Türkçedir. Anayasa m.3/1'de, Türkçenin resmi dil olduğu kabul edilmiştir.

Anayasa m.3/1'e göre, Türkiye Cumhuriyeti Devletini oluşturan Türk Milleti'nin dili Türkçedir. "Ana dil" kavramını reddetmemekle birlikte, üniter yapıya uygun, güvenlik-adalet, eğitim-öğrenim ve sağlık hizmetlerinin tek bir dil üzerinden yapılması esasından hareket eden bu anlayış, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş ve sistemine de uygun düşmektedir. Dilde birlik; ülke, millet ve devletin birlik ve bütünlüğüne uygun olmanın yanında esas olarak, kamu hizmetlerinin herkesin birbirini anlayabileceği, yani hizmet sunan ve alanın birbiri ile anlaşabileceği aynı dil üzerinden gerçekleştirilmesi demektir.

Toplumu oluşturan birey ve toplulukların sahip oldukları ana dillerin çeşitliliği dikkate alınmak suretiyle kamu hizmetlerinin sunulması, beraberinde birçok sorunu gündeme taşıyacaktır. Aynı toplumu oluşturan bireylerin, zaman ile birbirlerini anlayamaması, ayırımcılık, kamu hizmetlerinin isabetli şekilde sunulamaması, aynı duruşma salonunda bulunan insanların farklı dilde konuşması, bu sorunlardan sadece birkaçını oluşturmaktadır. Kamu hizmetlerinin sunum alanı dışında ana dilin kullanılması ile ilgili bir sorun bulunmamaktadır.

Esas olan, ana dil çeşitliliği dışında, toplumu oluşturan bireylerin birbirini anlayabileceği bir dilin kullanılmasıdır. Bu esas, hem ülkede birliği ve hem de birbiri ile aynı dil üzerinden iletişim kurabilme kolaylığını getirecektir. Toplumun ortak kullanacağı dilde birlik konusu, basite alınacak veya ifade özgürlüğünü istenilen dilde kullanılabilmesi kapsamına sıkıştırılacak bir mesele değildir. Dilde birliği savunmak, ana dilin kullanımını engellemek veya ortak dilin kullanımını dayatmak olarak algılanamaz. Her ulusun ve toplumun kullandığı bir ortak dil olmak zorundadır. Anlaşamayan, ortak bir dil üzerinden iletişim kuramayan, ortak dil ruhunu hissetmeyen ve birbirine yabancılaşan bireylerin ulus ve toplum olabilmesi ya da birliğini devam ettirebilmesi mümkün değildir.

Bu tespitlerin ardından, ana dilde savunmanın hukuki sakıncalarını ortaya koymak isteriz.

Son zamanlarda, "ana dilde savunma" adı altında yeni bir uygulamanın ceza soruşturması ve kovuşturmalarında başlatılmaya çalışıldığını görmekteyiz.  Şüpheli ve sanığın, hakkındaki suçlamayı anlaması ve savunma hakkını kullanması esastır. Meramını anlatacak düzeyde Türkçe anlayan ve konuşan şüpheli ve sanık, Türkçe yerine başka bir dil kullanarak savunma yapamaz. Meramını anlatacak ölçüde Türkçe bilmeyen şüpheli ve sanık ise, mutlak şekilde ücretsiz tercüman yardımından faydalandırılmalıdır. Aksi halde, şüpheli ve sanığın savunma hakkı kısıtlanmış, dürüst yargılanma hakkı ihlal edilmiş olacaktır. Şüpheli ve sanığın meramını anlatacak düzeyde Türkçe bilip bilmediği, soruşturma ve kovuşturma aşamalarındaki konuşma ve yazılarından, eğitim ve öğrenim durumundan, diğer delil ve emarelerden kolaylıkla tespit edilebilir.

Tüm soruşturma ve kovuşturmalarda, Türkçe kullanılmak zorundadır. Savcılık ve mahkemelerin kullandığı dil Türkçedir. Anayasa m.3/1'de, Türkçenin resmi dil olduğu kabul edilmiştir. Bu dil, Ülke egemenliğinin bir görüntüsüdür. Türkçe bilenler tarafından bu dilin yargı makamları önünde kullanılması zorunluluğunun, "hukuk devleti" ilkesini, savunma ve dürüst yargılanma hakkını ihlal eden bir yanı da bulunmamaktadır. Üniter yapı içinde kullanılan dilin, yargı makamları önünde de kullanılmasının öngörülmesinde hukuki bir sakınca bulunmamaktadır.

Ceza Muhakemesi Kanunu m.147 ve 191'de; soruşturma ve kovuşturma aşamalarında, şüpheli ve sanıkların bazı haklara sahip olduğu, bu kişilere yüklenen suçun anlatılacağı ve diğer haklarının da bildirileceği ifade edilmiştir.

"Tercüman bulundurulacak haller" başlıklı CMK m.202'ye göre, "(1) Sanık veya mağdur, meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmiyorsa; mahkeme tarafından atanan tercüman aracılığıyla duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar tercüme edilir.

(2) Engelli olan sanığa veya mağdura, duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar, anlayabilecekleri biçimde anlatılır.

(3) Bu madde hükümleri, soruşturma evresinde dinlenen şüpheli, mağdur veya tanıklar hakkında da uygulanır. Bu evrede tercüman, hakim veya Cumhuriyet savcısı tarafından atanır".

Şüpheli veya sanık, Türkçe bilip de sözlü ve yazılı savunma yapmaktan, hakim ve mahkemenin sorularına cevap vermekten kaçınmakta ise, bu durumda şüpheli veya sanığın CMK m.147 ve 191 gereğince susma hakkını kullandığı ve savunmasını bu şekilde yaptığı kabul edilmelidir. Türkçe bilip bilmemenin, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmakla bir ilgisi bulunmamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olsa da Türkçe bilmeyen veya meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmeyen şüpheli dahi, bu durum soruşturma aşamasında anlaşıldığında tercüman hakkından derhal yararlandırılmak zorundadır. Ancak meramını anlatacak derece Türkçe bilen kişinin, meramını Türkçe anlatması da yasal bir zorunluluktur.

Konunun hukuk devleti, özgürlük, savunma hakkı ve dürüst yargılanma hakkı ile bir ilgisi bulunmamaktadır. Türkçe bildiği halde, savunmasını başka dil kullanarak yapmanın kabul edilebilir bir tarafı ve mantığı yoktur. Konunun tercüman yardımından faydalanma ile de bir ilgisi bulunmamaktadır. "Adil/Dürüst yargılanma hakkı" başlıklı İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin 6/3-e hükmüne göre, "Sanık, mahkemede kullanılan dili anlamıyor veya konuşamıyor ise, bir tercümanın yardımından ücretsiz şekilde yararlanma hakkına sahiptir". Görüldüğü üzere hüküm, mahkemede kullanılan dili bildiği halde kullanmak istemeyen ve başka bir dilde savunma yapmak isteyen sanığa tercüman yardımından faydalanma hakkı tanımamaktadır. Ülkemizin bağlı olduğu bu Uluslararası Sözleşme, mahkemelerde kullanılan dil dışında sanığa tercih imkanı tanımamış, yalnızca mahkemenin kullandığı dili anlamayan veya konuşamayan sanığa bir tercümanın yardımından ücretsiz olarak faydalanma hakkı tanımıştır.

Türkçe bildiği halde kendi ana dilinde savunma yapmayı talep etmek, Ülkeyi, egemenliği, yargıyı tanımamak, kendi kuralları ile işine geldiği gibi hareket etmektir. Bir ülkenin egemenliği, yargı ve cezalandırma yetkisini kullanabilmekle ölçülür. Ülke, hukuk kurallarını koyamıyor ve işletemiyorsa, egemenlikten ve düzenden bahsedilemez. Mahkemenin kullandığı dili bildiği halde kullanmayıp keyfi şekilde başka bir dili kullanmaya çalışan şüpheli veya sanığa bu imkan tanınmadığında, insan hakları ve savunma hakkı ihlal edilmiş olmayacaktır. Türkçeyi konuşup anladığı halde kullanmamakta ısrar eden şüpheli ve sanığın, bu durumda susma hakkını tercih ettiği ve bu şekilde savunma hakkını kullandığı kabul edilmelidir. Çünkü tercümandan yararlanma hakkı, meramını anlatabilecek kadar Türkçe bilmeyen kişilere tanınmıştır.

Prof. Dr. Ersan Şen - Haber 7
http://www.haber7.com/yazarlar/prof-dr-ersan-sen/943837-ana-dilde-savunma
#434
Merhabalar.

Alıntı yapılan: Anason76 - 23 Ekim 2012, 22:16:47
Kendim 2001 senesinde  benim gibi Almanya da yasayan Kuzenime bir isyeri acabilmesi icin elden yüklü bir miktarda para verdim. Bu parayi verirken kendisi ile iki tarafin da imzaladigi bir anlasma yaptim ve sahitler huzurunda parayi verdim.
Anlasmanin icerigi benden bir is yeri kurabilmesi icin senelik %10 faizli Kredinin 2 sene icerisinde ödenmesini gerektigini iceriyor. Kendisi ama özel sebeplerden dolayi 2005 senesinde Almanya da iflas etti ve iflas davasi acti. Baska alacaklilar oldugu gibi beni de bu alacaklilara katti ve bu zamana dek tek kurus geri ödeme yapmadi yada sürekli parasi olmadigini söyledi yani borcu oldugunu kabul ediyor. Bende durumu düzelmesi icin bekledim ama degisen bir sey yok. Kendisi TC de taninmis bir Türk Hava Sirketinde calisiyor ve bu sirketten de maasini aliyor. Ben bu parayi Alman kanunlarina göre vermedim. Sonucta iki taraf da TC uyruklu.

Sözleşmenin her iki tarafı TC uyruklu olsa da anlattığınıza göre olay her iki tarafın da yabancı bir ülkede yerleşik oldukları dönemde yaşanmıştır; dolayısıyla olayda yabancılık unsuru vardır ve Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun'un aşağıda tam metni bulunan 24. maddesi gereğince olayda Alman Hukukunun uygulanmasını gerektiğini söylemek mümkündür. Ancak bu durum sizin bu şahsa karşı dava açma/icra takibi yapmanız önünde herhangi bir engel oluşturmaz.

Alıntı YapTürkiyede bu parayi alma gibi bir sansim bulunuyormu ve bulunuyor ise hangi yolu takip etmeliyim? Elimde anlasmanin asli duruyor.

Borçluya karşı doğrudan icra takibi yapabilir veya dava açabilirsiniz.

Alıntı YapNot: Eklemek istedigim bir sey var. Para 2001 senesinde verildi. 2005 senesinde iflas mahkemesinden  bana borcu olduguna dair bir yazi geldi ve ben borcumu hibe etmedigimi ve istedigimi yazi ile bildirdim yani halen bana borclu. Ayrica kendisi 2005 senesinde sahitler huzurunda borcunu taksit ile ödeyecegini söyleyip bir defa ödeme yapti ama arkasi gelmedi. Zaman asimi gibi bir sey söz konusu degildir diye düsünüyorum.

2005 Yılında yapmış olduğunuz işlem sebebiyle zamanaşımı söz konusu değildir. Bu vesileyle Kurban Bayramınızı tebrik eder, hayırlı bayramlar dilerim...



    Sözleşmeden doğan borç ilişkilerinde uygulanacak hukuk
   
    Madde 24 – (1) Sözleşmeden doğan borç ilişkileri tarafların açık olarak seçtikleri hukuka tâbidir. Sözleşme hükümlerinden veya hâlin şartlarından tereddüde yer vermeyecek biçimde anlaşılabilen hukuk seçimi de geçerlidir.
   
    (2) Taraflar, seçilen hukukun sözleşmenin tamamına veya bir kısmına uygulanacağını kararlaştırabilirler.
   
    (3) Hukuk seçimi taraflarca her zaman yapılabilir veya değiştirilebilir. Sözleşmenin kurulmasından sonraki hukuk seçimi, üçüncü kişilerin hakları saklı kalmak kaydıyla, geriye etkili olarak geçerlidir.
   
    (4) Tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları hâlinde sözleşmeden doğan ilişkiye, o sözleşmeyle en sıkı ilişkili olan hukuk uygulanır. Bu hukuk, karakteristik edim borçlusunun, sözleşmenin kuruluşu sırasındaki mutad meskeni hukuku, ticarî veya meslekî faaliyetler gereği kurulan sözleşmelerde karakteristik edim borçlusunun işyeri, bulunmadığı takdirde yerleşim yeri hukuku, karakteristik edim borçlusunun birden çok işyeri varsa söz konusu sözleşmeyle en sıkı ilişki içinde bulunan işyeri hukuku olarak kabul edilir. Ancak hâlin bütün şartlarına göre sözleşmeyle daha sıkı ilişkili bir hukukun bulunması hâlinde sözleşme, bu hukuka tâbi olur.
#435
Merhabalar. Bir şahıs hakkında verilen ceza kararı kesinleşmeden adli sicil kaydına işlenmez. Dolayısıyla hakkınızda ceza davaları açılmış olsa bile, bu davalar neticesinde verilebilecek olan mahkumiyet kararları kesinleşmeden adli sicil kaydınızda görünmeyecektir. Bu vesileyle Kurban Bayramınızı tebrik eder, hayırlı bayramlar dilerim...
#436
Merhabalar. Öncelikle geçmiş olsun.

Alıntı Yap10eylül günü eşim tarafından darp edildim. karakola götürüldüğümüzde rapor için hastaneye götürüldük doktor kırık çıkık varmı var diyince yok dedim hiç muayene edilmedn gönderildim fakat kollarımda ve bacaklarımda çok çok belirgin morluklarım vardı. raporum olmayınca karakolda şikayetci olma dediler bende şaşkın ve korkmuş durumdaydım ve şikayetci olmadım.daha sonra 18 eylül günü görüştüğüm bir avukat hemen gidip savcılık kanalıyla rapo almamı söyledi.rapor aldım eşimden şikayetci oldum.diğer 10 eylüldeki dosyanında takipsizlik kararı çıkmıştı onada itirazda bulundum.şuan 4. aile mahkemesinde değişik iş davası açılmış görünüyordu uyapta bu dava nasıl şekillenir bir bilg vere bilirmisinz.

Yeni elde edilen delil ışığında takipsizlik kararının kaldırılacağını ve eşiniz hakkında ceza davası açılacağını düşünüyorum. Eşiniz Türk Ceza Kanunu'nun aşağıda tam metni bulunan 86. maddesine göre yargılanacaktır.

Alıntı Yapayrıca 2ekim günü eşim kayın pederim ve kayın validem ben evde yokken gelip çilingir marifetiyle kapıyı açıyor kilidi değiştiriyor ben içeri giremeyince polis çağırdım polisi aradığımı duyunca eşimle kayınpederim beni zorla eve sokup hakaret ettiler dövdüler.doktor raporumda var.eşim 2ay uzaklaştırma aldı.odanın kapısının kırdılar beni dövmek için olay o kadar şiddetliydi yani.benim asıl sorum eşimin ve babasının 2008de işlemişş oldukları basit yaralama suçundan 2010da verilmiş hükmün açıklanmasının geri bırakılmasıyla denetimli serbestlik cezaları mevcut ama onlarda benim babasına hakaret ettiğimi söylemişler.ayrıca aynı gün kayın pederim babamı arayıp öldürmekle tehdit etmiş babamda şikayetçi oldu.bu davanın seyri ne olur ve nekadar sürede dava acılmasına karar verilir.

Ceza Muhakemesi Kanunu'nun aşağıda tam metni bulunan 231. maddesi gereğince denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmesi halinde, mahkeme önceki mahkumiyet hükmünü açıklama yoluna gidecektir. Ancak mahkeme, sanığın durumunu değerlendirerek, cezanın yarısına kadar belirleyeceği bir kısmının infaz edilmemesine ya da koşullarının varlığı halinde hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar vererek yeni bir mahkûmiyet hükmü de kurabilir. Babanızın şikayetiyle ilgili dosya muhtemelen altı ay kadar savcılıkta kalacaktır; şayet dava açılması için yeterli deliller mevcut ise, savcı aşağıda tam metni bulunan Türk Ceza Kanunu'nun 106. maddesi gereğince dava açma yoluna gidecektir. Bu vesileyle Kurban Bayramınızı tebrik eder, hayırlı bayramlar dilerim...


TÜRK CEZA KANUNU

    Kasten yaralama
    Madde 86 - (1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
   (2) (Ek fıkra: 31/3/2005 - 5328/4 md.) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.
   (3) Kasten yaralama suçunun;
   a) Üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı,
   b) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
   c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,
   d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
   e) Silahla,
   İşlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.

   Tehdit
    Madde 106 - (1) Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit eden kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından veya sair bir kötülük edeceğinden bahisle tehditte ise, mağdurun şikayeti üzerine, altı aya kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.
   (2) Tehdidin;
   a) Silahla,
   b) Kişinin kendisini tanınmayacak bir hale koyması suretiyle, imzasız mektupla veya özel işaretlerle,
   c) Birden fazla kişi tarafından birlikte,
   d) Var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak,
   İşlenmesi halinde, fail hakkında iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
   (3) Tehdit amacıyla kasten öldürme, kasten yaralama veya malvarlığına zarar verme suçunun işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ceza verilir.

CEZA MUHAKEMESİ KANUNU

   Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması
    Madde 231 – (1) Duruşma sonunda, 232 nci maddede belirtilen esaslara göre duruşma tutanağına geçirilen hüküm fıkrası okunarak gerekçesi ana çizgileriyle anlatılır.
   (2) Hazır bulunan sanığa ayrıca başvurabileceği kanun yolları, mercii ve süresi bildirilir.
   (3) Beraat eden sanığa, tazminat isteyebileceği bir hâl varsa bu da bildirilir.
   (4) Hüküm fıkrası herkes tarafından ayakta dinlenir.
   (5) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl(2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.
   (6) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;
   a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,
   b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,
   c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,
   gerekir. (Ek cümle: 22/7/2010 - 6008/7 md.) Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.
   (7) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümde, mahkûm olunan hapis cezası ertelenemez ve kısa süreli olması halinde seçenek yaptırımlara çevrilemez.
   (8] (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur. Bu süre içinde bir yıldan fazla olmamak üzere mahkemenin belirleyeceği süreyle, sanığın denetimli serbestlik tedbiri olarak;
   a) Bir meslek veya sanat sahibi olmaması halinde, meslek veya sanat sahibi olmasını sağlamak amacıyla bir eğitim programına devam etmesine,
   b) Bir meslek veya sanat sahibi olması halinde, bir kamu kurumunda veya özel olarak aynı meslek veya sanatı icra eden bir başkasının gözetimi altında ücret karşılığında çalıştırılmasına,
   c) Belli yerlere gitmekten yasaklanmasına, belli yerlere devam etmek hususunda yükümlü kılınmasına ya da takdir edilecek başka yükümlülüğü yerine getirmesine,
   karar verilebilir. Denetim süresi içinde dava zamanaşımı durur.
   (9) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Altıncı fıkranın (c) bendinde belirtilen koşulu derhal yerine getiremediği takdirde; sanık hakkında mağdura veya kamuya verdiği zararı denetim süresince aylık taksitler halinde ödemek suretiyle tamamen gidermesi koşuluyla da hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebilir.
   (10) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.)Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir.
   (11) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması halinde, mahkeme hükmü açıklar. Ancak mahkeme, kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine getiremeyen sanığın durumunu değerlendirerek; cezanın yarısına kadar belirleyeceği bir kısmının infaz edilmemesine ya da koşullarının varlığı halinde hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar vererek yeni bir mahkûmiyet hükmü kurabilir.
   (12) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir.
   (13) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, bunlara mahsus bir sisteme kaydedilir. Bu kayıtlar, ancak bir soruşturma veya kovuşturmayla bağlantılı olarak Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme tarafından istenmesi halinde, bu maddede belirtilen amaç için kullanılabilir.
   (14) (Değişik: 23/1/2008 – 5728/562 md.) Bu maddenin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin hükümleri, Anayasanın 174 üncü maddesinde koruma altına alınan inkılâp kanunlarında yer alan suçlarla ilgili olarak uygulanmaz.
#437
Merhabalar.

Alıntı Yapaçık  cezaevinden 16.07.2011 de firar etti 12 gün hücre cezası aldı şuan ki taliye tarihi nedir   18.11.2011 de yakalandı

Cezaevinden firar etmek Türk Ceza Kanunu'nun 292. maddesi (tam metni aşağıdadır) uyarınca suçtur. Dolayısıyla tahliye süresine bu suç için alacağı cezayı da eklemelisiniz. Ayrıca 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 107. maddesinde (tam metni aşağıdadır) "koşullu salıverilmeden yararlanabilmek için mahkûmun kurumdaki infaz süresini iyi hâlli olarak geçirmesi gerek"tiği belirtilmiştir (13/12/2004 tarihinden evvel yürürlükte olan 647 Sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanun'un uygulandığı dönemde firar eden mahkumların da şartlı salıverme düzenlemesinden istifade etmesi mümkündü). Dolayısıyla mevcut şartlar altında koşullu salıverilmeden yararlanılabilmesi de mümkün görünmemektedir. Bu vesileyle Kurban Bayramınızı tebrik eder, hayırlı bayramlar dilerim. Allah kurtarsın...



TÜRK CEZA KANUNU

   Hükümlü veya tutuklunun kaçması
    Madde 292 - (1) Tutukevinden, ceza infaz kurumundan veya gözetimi altında bulunduğu görevlilerin elinden kaçan tutuklu veya hükümlü hakkında altı aydan bir yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
   (2) Bu suçun, cebir veya tehdit kullanılarak işlenmesi halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
   (3) Bu suçun, silahlı olarak ya da birden çok tutuklu veya hükümlü tarafından birlikte işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza bir katına kadar artırılır.
   (4) Bu suçun işlenmesi sırasında kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hallerinin veya kasten öldürme suçunun gerçekleşmesi ya da eşyaya zarar verilmesi durumunda, ayrıca bu suçlara ilişkin hükümlere göre cezaya hükmolunur.
   (5) Bu maddede yazılı hükümler, ceza infaz kurumu dışında çalıştırılan hükümlüler ile hapis cezası adlî para cezasından çevrilmiş olanlar hakkında da uygulanır.
   (6) (Mülga: 29/6/2005 - 5377/33 md.)

CEZA VE GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZI HAKKINDA KANUN

   Koşullu salıverilme
    Madde 107 - (1) Koşullu salıverilmeden yararlanabilmek için mahkûmun kurumdaki infaz süresini iyi hâlli olarak geçirmesi gerekir.
   (2) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar otuz yılını, müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar yirmidört yılını, diğer süreli hapis cezalarına mahkûm edilmiş olanlar cezalarının üçte ikisini infaz kurumunda çektikleri takdirde, koşullu salıverilmeden yararlanabilirler.
   (3) Koşullu salıverilme için infaz kurumunda geçirilmesi gereken süre;
   a) Birden fazla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına veya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile müebbet hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde otuzaltı,
   b) Birden fazla müebbet hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde otuz,
   c) Bir ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile süreli hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde en fazla otuzaltı,
   d) Bir müebbet hapis cezası ile süreli hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde en fazla otuz,
   e) Birden fazla süreli hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde en fazla yirmisekiz,
   Yıldır.
   (4) Suç işlemek için örgüt kurmak veya yönetmek ya da örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçtan dolayı mahkûmiyet hâlinde; ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar otuzaltı yılını, müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar otuz yılını, süreli hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar cezalarının dörtte üçünü infaz kurumunda çektikleri takdirde, koşullu salıverilmeden yararlanabilirler. Ancak, bu süreler;
   a) Birden fazla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına veya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile müebbet hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde kırk,
   b) Birden fazla müebbet hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde otuzdört,
   c) Bir ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile süreli hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde en fazla kırk,
   d) Bir müebbet hapis cezası ile süreli hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde en fazla otuzdört,
   e) Birden fazla süreli hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde en fazla otuziki,
   Yıldır. (Ek cümle: 22/7/2010 - 6008/9 md.) Bu fıkra hükümleri çocuklar hakkında uygulanmaz.
   (5) Koşullu salıverilme süresinin hesaplanmasında, hükümlünün onbeş yaşını dolduruncaya kadar infaz kurumunda geçirdiği bir gün, iki gün olarak dikkate alınır.
   (6) Koşullu salıverilen hükümlünün tâbi tutulacağı denetim süresi, yukarıdaki fıkralara göre infaz kurumunda geçirilmesi gereken sürenin yarısı kadardır. Ancak süreli hapislerde hakederek tahliye tarihini geçemez.
   (7) Hükümlü, denetim süresinde, infaz kurumunda öğrendiği meslek veya sanatı icra etmek üzere, bir kamu kurumunda veya özel olarak aynı meslek veya sanatı icra eden bir başkasının gözetimi altında, ücret karşılığında çalıştırılabilir.
   (8) Onsekiz yaşından küçük olan hükümlüler, denetim süresinde eğitimlerine, gerektiğinde barınma imkânı da bulunan bir kurumda devam ederler.
   (9) Hâkim, denetim süresinde hükümlüye rehberlik edecek bir uzman kişiyi görevlendirebilir. Bu kişi, kötü alışkanlıklar edinebileceği çevrelerden uzak kalması ve sorumluluk bilinciyle iyi bir hayat sürmesini temin hususunda hükümlüye öğütte bulunur; eğitim gördüğü kurum yetkilileri veya yanında çalıştığı kişilerle görüşerek, istişarelerde bulunur; hükümlünün davranışları, sosyal uyumu ve sorumluluk bilincindeki gelişme hakkında üçer aylık sürelerle rapor düzenleyerek hâkime verir.
   (10) Hâkim, koşullu salıverilen hükümlünün kişiliğini ve topluma uyumdaki başarısını göz önünde bulundurarak; denetim süresinin, denetimli serbestlik tedbiri uygulanmadan veya herhangi bir yükümlülük belirlemeden geçirilmesine karar verebileceği gibi, denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasını veya belirlenen yükümlülükleri denetim süresi içinde kaldırabilir.
   (11) Bir hükümlünün koşullu salıverilmesi hakkında ceza infaz kurumu idaresi tarafından hazırlanan gerekçeli rapor, hükmü veren mahkemeye; hükümlü başka bir yerde bulunuyorsa o yerde bulunan aynı derecedeki mahkemeye verilir. Mahkeme, bu raporu uygun bulursa hükümlünün koşullu salıverilmesine dosya üzerinden karar verir. Mahkeme, raporu uygun bulmadığı takdirde gerekçesini kararında gösterir. Bu kararlara karşı itiraz yoluna gidilebilir.
   (12) Koşullu salıverilen hükümlünün, denetim süresinde hapis cezasını gerektiren kasıtlı bir suç işlemesi veya kendisine yüklenen yükümlülüklere, hâkimin uyarısına rağmen, uymamakta ısrar etmesi hâlinde koşullu salıverilme kararı geri alınır.
   (13) Koşullu salıverilme kararının geri alınması hâlinde hükümlünün;
   a) Sonraki suçu işlediği tarihten itibaren kalan cezasının aynen,
   b) (Değişik: 25/5/2005-5351/8 md.) Yükümlülüklerine aykırı davranması hâlinde, bu yükümlülüklere uymama tarihi ile hak ederek salıverilme tarihi arasındaki süreyi geçmemek koşuluyla takdir edilecek bir sürenin,
   Ceza infaz kurumunda çektirilmesine karar verilir. Koşullu salıverilme kararının geri alınmasından sonra aynı hükmün infazı ile ilgili bir daha koşullu salıverilme kararı verilmez.
   (14) Denetim süresi yükümlülüklere uygun ve iyi hâlli olarak geçirildiği takdirde, ceza infaz edilmiş sayılır.
   (15) Koşullu salıverilme kararının geri alınmasına;
   a) Hükümlü geri kalan süre içinde işlediği kasıtlı bir suçtan dolayı hapis cezasına mahkûm edilirse, hükmü veren ilk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesi tarafından,
   b) Hükümlünün bağlı tutulduğu yükümlülükleri yerine getirmemesi hâlinde koşullu salıverilme kararına esas teşkil eden hükmü veren ilk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesi veya koşullu salıverilme kararını vermiş olan mahkeme tarafından,
   Dosya üzerinden karar verilir. Bu kararlara karşı itiraz yolu açıktır.
   (16) 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap, Dördüncü Kısım, "Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar" başlıklı Dördüncü Bölüm, "Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar" başlıklı Beşinci Bölüm, "Milli Savunmaya Karşı Suçlar" başlıklı Altıncı Bölüm altında yer alan suçlardan birinin bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi dolayısıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde, koşullu salıverilme hükümleri uygulanmaz.
#438
Merhabalar.

Alıntı yapılan: samsun - 17 Ekim 2012, 14:56:17
Sayın Hukukcu
Vasıyetnamenin Tenfizi davasında Davayı Kabul edip yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasını isteminde bulunmamıza rağmen "Vasiyetnamenin açılmasından sonra davalıların ferağ vermeyip vasiyetname miktarı ve tenkis davası açmış olmaları davanın reddinden sonra  da vasiyetnamenin gereğini yerine getirmemeleri nedeniyle davayı duruşmadan önde kabul etmiş iseler de davanın açılmasına sebebiyet verdiklerinden  harç ve yargılama giderlerinden davalıların sorumlu Tutulmasına"diye karar verilmiş.  
Sorularım;
1)Yargıtaya temyiz için gönderirsek karar bozulur mu?

Mahkemenin gerekçesi doğru gibi görünüyor. Bununla birlikte, dosya tamamen incelenmeden net bir şey söylemek mümkün değildir.

Alıntı Yap2)Yargıtay kararı Bozmazsa Hükmün 4. Maddesinin a) şıkkında  Harç tarifesi uyarınca alınması gerekeli 2.790,00 TL harçtan peşin olarak alınan 742,50 TL nin mahsubu ile davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile hazineye ödenmesine. kararı var.
Diğer davalı borç hissesini ödemezse bizim tamını ödememiz söz konusu mu? bu durumda lehimize ne yapabiliriz?

Diğer davalı ödemeye yanaşmazsa, tamamını ödemeniz söz konusu olabilir. Böyle bir ödeme gerçekleşirse, diğer davalının payına düşen kısmı diğer davalıdan tahsil etme hakkına sahip olursunuz.

Alıntı Yap3)Hükmün  4. Maddesinin b) şıkkında "Kendisini vekille temsil ettirten davacı yararına A.A.Ü.T gereğince 5.750,00  TL vekalet ücreti taktiri ile davalılardan alınıp , davacıya verilmesine" denmektedir.
Avukat vekalet ücreti ödemesi de harç ödemesindeki gibi bir davalıya mı yükleniyor?Yoksa her bir davalı yarısını mı ödüyor?

Davalılar aleyhine hükmedilen vekalet ücreti (davayı kaybeden) davalı sayısına bölünür. Böylelikle her davalı, payına isabet eden vekalet ücretini ödemekle mükellef olur. Bu vesileyle Kurban Bayramınızı tebrik eder, hayırlı bayramlar dilerim...
#439
Merhabalar.

Alıntı YapFotokopi sicil belgesindeki yazı ve imzaları taklit ederek sahte bir sicil belgesi tanzim edip, bu yeni belgeyi üst birime göndermek nedeniyle TCK 204e göre 1yıl 8ay hapis cezası verilmiştir.

Alıntı Yaptemyiz dilekçemde bahsettiğim "fotokopi evrakın iğfal kabiliyeti yoktur" ibaresi

Alıntı Yaptemyiz gerekçemde haklımıyım, sicil belgesinin aslı yok, fotokobi onaylı değil, bu şartlarda ceza onaylanır mı?

Sahte belge düzenlerken belgenin orijinal halinin mi yoksa fotokopisinin mi örnek alındığı kısmı hiç mi hiç önemli değildir. Önemli olan şey, sahte belgenin ıslak imzalı ve/veya mühürlü halinin mi yoksa fotokopisinin mi ele geçirildiğidir. Sahte belgenin ıslak imzalı ve/veya mühürlü hali kullanılmışsa, olayın suç teşkil ettiği hususunda en küçük bir tereddüt bulunmaz. Aşağıdaki emsal Yargıtay Kararında bu husustan bahsedilmektedir. Dolayısıyla davanızla ilgili buna göre bir sonuca varabilirsiniz.

Alıntı YapAcaba yargıtay başsavcılığı mahkemeye dolaylı olarak bir mesaj vermek ve benim temyiz dilekçemde bahsettiğim "fotokopi evrakın iğfal kabiliyeti yoktur" ibaresinden dolayı kararı tekrar gözden geçirin mi diyor?

Böyle bir mesajın verilmiş olma ihtimali mevcut değildir. Zaten bir mahkemenin yapılan yargılama sonucunda hükmü açıkladıktan sonra -bu hüküm açıkça yanlış olsa bile- hükmü yeniden gözden geçirip değiştirmesi de hukuken mümkün değildir. Bu ancak temyiz incelemesi neticesinde Yargıtay tarafından yapılabilir. Yargıtay da ancak bir kararı onar veya bozar; işin esasına girerek kararı değiştirip yeni bir karar vermez. Ancak bazı istisnai hallerde mahkeme kararında yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bir takım eksiklikler veya hatalar olur; Yargıtay bu tür hallerde kararı bozmak yerine düzelterek onar. Durum bundan ibarettir. Bu vesileyle Kurban Bayramınızı tebrik eder, hayırlı bayramlar dilerim...



T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu

E:2003/6-232
K:2003/250
T:14.10.2003

   Resmî delgede sahtecilik suçundan sanık B.Ş.'nin TCY'nın 342/1. maddesi uyaRınca 2 yıl ağır hapis ceZası ile cezalandırılmasına, katılan lehine avukatlık ücretine hükmedilmesine, sanık hakkında nitelikli dolandırıcılık suçundan suç duyurusunda bulunulmasına ilişkin Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 23.5.2001 gün ve 222-101 sayılı hüküm sanık ve vekili tarafından temyiz edilmekle dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 3.4.2002 gün ve 16213-4276 sayı ile;
   "31.7.1997 tarih ve 28373 sayılı Trafik Kazası Tespit Tutanağı'nın onay-Jı suretinin onaysız fotokopisinin ne şekilde aldatma yeteneğine sahip olduğuna ilişkin neden ve kanıtlan açıklanıp gösterilmeden mahkûmiyet hükmü kurul-ffiası" isabetsizliğinden bozulmuştur.
   Yerel Mahkeme 4.7.2002 gün ve 154-194 sayı ile;
   "Suça konu Trafik Kazası Tesbit Tutanağı kullanıldığı şekli ile yakınan sigorta kurumundan istenilmiş, sanığın şirkete verdiği bu evrakın asıl evrak olmadığı, tasdikli fotokopi olup tasdik kısmının da fotokopi şeklinde olduğu görülmüştür.
   Sanık B.Ş. nin 31.7.1997 gün ve 1997/28373 sayılı trafik kazası tesbit J^nağını sahte olarak düzenleyip, 06 R.. 20 plakalı aracı, hakkında beraat ^a   verilen sanık M.Y. a ait araçla kaza yapmış gibi gösterdiği, suça konu bu ğın orijinallerinden farksız olduğu, asıl olarak düzenlenen sahte trafik kazası tesbit tutanağından fotokopi çıkanldığı, bu fotokopide tasdik bölümü İ de bulunduğu, sanığın bu belge ile sigorta şirketine ihbar ve müracaatta bulu rak, vekili olduğu araç sahibi N.Ö. adına sigorta bedelini istediği, kazaya h lan başka bir benzer aracı sigorta eksperlerine göstererek tutanak düzenletti ve belirlenen hasar bedelini sigorta şirketinden aldığı anlaşılmaktadır.
   Sanık B.Ş.'nin düzenlediği belge trafik görevlileri tarafından tutulması gereken bir tutanak olduğundan, resmî belge niteliğindedir. Resmî belgeni düzenlenmesi ile suç oluşmaktadır. Sanık suret belge düzenlemiş olup, bu bel geden çekilen fotokopide tasdik bölümü bulunmaktadır. Buna göre sanık tas! dikli suret değil, öncelikle doğrudan doğruya sahte resmi belge düzenlemiş, sonra bunun fotokopisini çekmiştir. Bu nedenle eylemi TCK'nun 342/1. maddesi kapsamındadır. Uygulamada trafik kazası tesbit tutanaklan sadece bir nüsha olarak düzenlenmekte, belge aslı trafik dairesinde saklı tutulmaktadır İlgililere ya da adliyeye verilmesi gereken hallerde, trafik dairesinin aslından çektiği fotokopi örnekleri verilmektedir. Dolayısıyla sigorta şirketleri de fotokopi belge üzerinden işlemlerini sürdürmektedir. Diğer taraftan kullanılan belge benzerleri ile aynıdır. Sanığın sigorta şirketine ibraz ettiği suça konu belge fotokopi olmakla beraber bu belgeye istinaden sigorta şirketinin hasar bedelini ödemiş bulunması karşısında, düzenlenen bu belgenin aldatıcı nitelikte olduğu, böylece sanığa yüklenen sahte belge düzenlemek suçunun tüm unsur-lan ile oluştuğu anlaşılmıştır." gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.
   Bu hükmün de sanık vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya Yargıtay C.Başsavcılığının 8.9.2003 gün ve 160293 sayılı "bozma" istekli tebliğnamesi ile Birinci Başkanlığa gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.
   CEZA GENEL KURULU KARARI
   Sanık B.Ş.'nin sahte resmî belgede düzenlemek suçundan TCY'nın 342/1. maddesi uyarınca cezalandmlmasına karar verilen olayda Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık, resmi belgede sahtecilik suçunun veya resmi belge suretinde sahtecilik suçunun unsurlan itibariyle oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır.
   İnceleme konusu olayda;
   Oto alım satımı ile uğraşan ve önceden sigortacılık da yapan sanığın, elde ettiği bir Trafik Kazası Tespit Tutanağı formu fotokopisinin ön ve arka yüzündeki boş kısımlannı, N.Ö'ye vekaleten satın alıp trafiğe tescilini yaptırdığı 06 R.. 20 plakalı aracı, 06 E.. 772 plakalı bir başka araçla kaza yapmış gibi gösterecek biçimde doldurduğu, gerçek olarak düzenlenmiş bir başka tutanak fotokopisinden, düzenleyen görevlilerin ad ve soyadlan ile sicil numaralan ve im-zalannı içeren bölüm ile yine aslının aynıdır kaşesini ve onaylayan memurun adı ve soyadı ile imzasını taşıyan kısımlannı kesip, oluşturduğu 31.7.1997 gün #ve 28373 sayılı belgeye yapıştırmak suretiyle sahte resmi belge sureti düzenlediği, ardından bu belgeden çektiği onaysız fotokopiyi sigorta şirketine verip, belgenin onaylı suretini istemeyen görevlilerin özensiz davranışından da yararlanarak araç sahibine vekaleten hasar bedelini aldığı, düzenlenen ekspertiz raporunda aracın plakası, motor ve şasi numaralan ile diğer teknik bilgüerı.n gösterilmiş ve kazaya kanştığı belirtilen aracın fotoğraflarının da eklenffliŞ olması karşısında, sanığın sigorta eksperlerine başka bir aracı gösterip tutana* düzenlettiği hususunda kanıt bulunmadığı, iddia, savunma ve dosyadaki diğer kanıtlardan anlaşılmaktadır.
   Ceza Hukuku yönünden varaka, olayları nakleden veya irade beyanlarını içeren ve bir kimse tarafından oluşturulan her türlü yazılı belge olarak tanımlanabilir. Varakanın esas işlevi ise, hukuki faaliyetlerde kanıtlamaya hizmet etmektir.
   İşte bu nedenledir ki, belgelere duyulan ihtiyaç ve güven, bunlar üzerindeki sahteciliğin suç olarak düzenlenmesini sağlamış ve böylelikle hukuki ilişkilerde ispat aracı olan belgelerin doğruluğu ve gerçekliğine duyulan güven korunmak istenmiştir.
   Belgede sahtecilik cürümleri yönünden yapılan en önemli ayırım resmî ve özel belge ayınım olup, bir de resmî belgeye eşit sayılan belge söz konusudur. Ceza Yasamızda ise resmî belgenin tanımı yapılmamıştır. Ancak doktrinde gorüş birliği ile ileri sürüldüğü ve yargısal kararlarda istikrarlı biçimde vurgulandıgı uzere, bir belgenin resmî belge sayılabilmesi icin su ikı unsurun bulunması gerekir.
   1) Belge bir memur tarafından düzenlenmiş olmalı,
   2)  Bu düzenleme ile memurun gördüğü fonksiyon arasında nedensellik bağı bulunmalı, başka bir deyişle belge görev gereği düzenlenmiş olmalıdır.
   Öte yandan, Ceza Yasamız ispat kuvvetleri bakımından resmi belgeler arasında fark gözetmiş ve bu kuvvetin derecesi oranında cezayı ağırlaştırmıştır. Gerçekten, 339. madde taklit veya tahrif olunan resmi belgenin, 342. maddenin 2. fıkrası ise resmi belge suretinin "sahteliği ispat edilmedikçe muteber olan evrak kabilinden" olması halini ayrıca öngörmüş ve bu durumda daha ağır bir ceza kabul etmiştir. Yine Ceza Yasamız, daha üstün bir ispat gücünü taşıdıkları içindir ki, resmi belge asıllarında memurların yaptığı sahteciliği 339 ve 340. maddelerinde, memur olmayanların yaptığı sahteciliği de 342. maddesinin 1. fıkrasında daha ağır bir ceza ile karşılamış, suretlerde yapılan sahteciliği ise memur failler bakımından 341. maddesinin 1. fıkrasında, memur ojmayan failler yönünden de 342. maddenin 3. fıkrasında, bunların belge aslında yaptıkları sahteciliğe nazaran daha hafif bir biçimde cezalandırmıştır.
   Resmi belgede sahtecilik suçunun oluşması için, belgenin hukuki sonuç doğurmaya elverişli nitelikte bulunması gerekir. Yine bu suçun oluşumu bakımından belgenin sahte olarak düzenlenmesi yeterli olup, kullanılması zorunlu değildir. Bu nedenle zarar olasılığının bulunması için belgede yapılan sahteciliğin çok sayıda kişiyi aldatacak nitelikte olması, bir başka anlatımla belgenin nesnel olarak aldatıcılık yeteneğinin bulunması gerekir. Aldatma keyfiyeti belgeden objektif olarak anlaşılmalıdır. Muhatabın hatasından, dikkatsizlik veya özensizliğinden kaynaklanan fiili iğfal, aldatma yeteneğinin varlığım göstermez.
   Resmî belgenin aslı, resmî memur tarafından ilk olarak meydana getiriliş nüshalarıdır. Suret ise, aslın tam bir örneğini ifade eder. Ancak teknik hukukta suretin daha dar bir anlamı vardır; bu anlamda suret, "resmî bir daire eya noterlikte saklı bulunan bir resmî varakanın aslına tamamen ve kelimesi Sünesine uygun bulunan ve bu uygunluğu yetkili memur tarafından onaylanan belge" anlamına gelir.
   Bu itibarla, burada söz konusu olan suretin şu nitelikleri taşıması gereklidir:
   a) Yetkili memur tarafından düzenlenmiş olmalı,
   b) Suretin aslına uygun olduğu memur tarafından onaylanmış bulunmalı
   c) Asıl mevcut ve resmi bir daire veya noterlikte saklı olmalı,
   d)  Suretin aslına uygunluğunu onaylayan memur, tasdik hususunda yetkili bulunmalıdır.
   Görüleceği üzere, suret sıfatı yetkili memurun onayı ile doğmaktadır Boyle olunca, asıl belgenin, el yazısı, yazı makinesi veya fotokopi yoluyla çıkarılan suretleri de, onaylanmış olmak şartıyla gecerlidir.
   Bu nitelikleri taşıyan suretler kanıt olabilme yeteneğini tasıdığından kanunkoyucu bunlarda yapılan sahteciliğin kamunun guveninı sarsacagını kabul etmiş ve buna yönelik eylemlerin cezalandırılmasını öngörmüştür. Gerçekten Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 311. maddesi, mahkeme kalemine verilecek bir senedin sureti yetkili memur tarafından çıkarılıp da mahkeme başkanına tasdik ettirilince bu suretin "asıl hüküm ve kuvvetinde" olduğunu belirtmektedir. Esasen bu özel hüküm dışında da, suretin -aslın ibrazı talep edilinceye kadar veya ibrazdan sonra asla uygunluğu tespit olununca- aslın taşıdığı ispat gücüne aynen malik olacağı kuşkusuzdur. Ancak, surette yapılan sahtecilik eylemi, asılda yapılan sahteliğe oranla, daha az bir tehlike arzeder. Aslın ibrazı daima istenebileceği ve -yasal istisnalar dışında- bundan kaçınılamayacağı cihetle, suretin asla uygun olup olmadığı kontrol edilebilir ve sahtelik kolaylıkla meydana çıkarılabilir.
   Somut olaydaki sahtecilik eylemine konu Trafik Kazası Tespit Tutanağı, ancak resmî trafik görevlileri tarafından düzenlenebilecek bir belge olduğundan, resmî belge niteliğinde sayılacağında kuşku bulunmamaktadır. Ancak, başlangıçtan itibaren kastı sahte resmi belge sureti düzenlemek olan sanığın, bu belgeyi el yazısı ile düzenleyip, belgenin tamamlanabilmesi için gerekli olan görevli isim ve imzalan ile aslına uygunluğu onaylayan bölümlerini başka bir belge fotokopisinden kesip yapıştırmak suretiyle doğrudan doğruya sahte resmî belge sureti oluşturduğundan, memur olmayanların resmî belge aslındaki sahtecilik suçlarım düzenleyen TCY'nın 342. maddenin 1. fıkrasının uygulanması olanağı bulunmamaktadır. Kaldı ki, bu yolla düzenlenen belge sanık tarafından yok edilmesi nedeniyle elde edilemediğinden, aldatıcılık yeteneğinin araştırılmasına da olanak bulunmamaktadır.
   Sanığın bu belgeden çektiği fotokopi ise onaysız olup, bu yönüyle suret belge özelliğini taşımadığı, hukuki sonuç doğurmaya elverişli nitelikte olmadığı ve aldatıcılık yeteneğinin bulunmadığı, şirket görevlilerinin belgenin onaylı suretini istememeleri biçimindeki özensiz davranışlan nedeniyle ortaya çıkan fiili iğfalin de aldatıcılık yeteneğinin varlığını göstermeyeceği anlaşıldığından, sahte resmî belge sureti düzenlemek suçunun unsurlan da oluşmamıştır.
   Bu itibarla, sanığın sahte resmi belge düzenlemek suçundan mahkumiyetine ilişkin Yerel Mahkeme direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.

   Kabule göre de;
   Katılan şirket vekilinin son soruşturma aşamasında verdiği 20.09.2001 günlü dilekçede şikayetten vazgeçtiklerini beyan etmesi nedeniyle CYUY'nın 372. maddesi uyarınca müdahalenin hükümsüz kaldığı gözetilmeden, katılan lehine vekalet ücretine hükmedilmesi yasaya aykırı olup, hükmün bu nedenle de bozulmasına karar verilmelidir.
   SONUÇ: Açıklanan nedenlerle, Yerel Mahkeme direnme hükmünün BOZULMASINA, dosyanın yerine gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığına tevdiine, 14.10.2003 günü tebliğnamedeki düşünceye uygun olarak oybirliği ile karar verildi.
#440
Merhabalar. Yargıtay'ın dosya masrafı ile ilgili tüketiciler lehine kararı mevcut ancak hayat sigortası ile ilgili bir kararı bildiğim kadarıyla henüz yok. Hayat sigortası ile ilgili olarak dava dosyasına konuyla ilgili tüketiciler lehine hüküm veren yerel mahkeme kararlarını emsal karar olarak sunabilirsiniz. Bir örnek karar aşağıdadır. Ekspertiz ücretinde ise mahkemelerden zaman zaman tüketicilerin aleyhine kararlar çıkabiliyor.

Alıntı Yapolumlu bir sonuc alma ihtmalim fazla diye düşünüyorum sizin fikrinizi de almak istiyorm

Aynen öyle, davanın lehinize sonuçlanma ihtimali yüksektir. Hem davanızın sağlıklı bir şekilde takibi ve neticelendirilmesi hem de davayı kazanma ihtimalinizi daha da yukarılara taşımak için bir avukatla anlaşmanızı önemle tavsiye ederim. Konuyla ilgili sitemizin üyelerimize özel sunmuş olduğu hizmetinden de istifade edebilirsiniz.

Alıntı Yaphayat sigortası adına ödenen bedelin geri alınması açısından bankanın husumet itirazında bulunarak husumeti acenteye yöneltilmesine yönelik itirazı sizce dogru mudur?

Yanlış olduğu kanaatindeyim. Mahkeme bu itirazı çok büyük ihtimalle reddedecektir. Bu vesile ile Kurban Bayramınızı da tebrik eder hayırlı bayramlar dilerim...


T.C.
KIRKLARELİ
1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
(TÜKETİCİ MAHKEMESİ SIFATIYLA)

TÜRK MİLLETİ ADINA
GEREKÇELİ KARAR

ESAS NO : 2010/462
KARAR NO : 2011/1081
HAKİM : Ö. AKIN 40068
KATİP : E. AKSU 100123
DAVACI : K. ÖZKAYA -  ................ Merkez/ KIRKLARELİ
DAVALI : ........ BANKASI ŞUBESİ - Merkez/ KIRKLARELİ
VEKİLİ : Av. .............  
DAVA : Tüketicinin Hakem Kurulu Kararına İtirazı
DAVA TARİHİ : 30/07/2010
KARAR TARİHİ : 27/12/2011

Davacı 30/07/2010 havale tarihli dava dilekçesinde;
Kırklareli ili tüketici sorunları hakem heyetinin 28/06/2010 tarih ve 2010/120 sayılı kararını ilgili yasa hükümlerini, yargıtay içtihatlarını dikkata almadan ve yüzeysel olarak değerlendirilip verdiğini düzenlenen konut finansman kredi sözleşmesinin matbu olup maddeleri üzerinde müzakare imkanı tanınmadığını bunun da ilgili yasa hükümlerine aykırılık oluşturduğunu, banka şubesinin savunmasında ön bilgi verildiğini ve müzakere edilmesini belirtmesine rağmen bunun böyle olmadığını sözleşme ve eklerinin alelacele kullanıcılara imzalatıldığını, bu nedenle tüketici sorunları hakem heyeti başkanlığının 28/06/2010 tarihl ve 2010/120 sayılı kararının kaldırılmasına 17/03/2010 tarihli refinansman yapılan konut finansman kredi sözleşmesinin yasalara usul ve esaslara aykırı tesis edilen sigortalar ile ilgili maddelerin iptaline geri ödeme bitimine kadar dask sigortası dışındaki usulsüz ve geçersiz sigortaların yapılmaması ile 500,24 TL nin iadesini yargılama giderlerinin davalı tarafta bırakılmasını talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili 01/02/2011 tarihli cevap dilekçesi ile davacı müvekkilinin bankadan talep ettiği bireysel krediye ilişkin olarak düzenlediği bireysel kredi başvuru formunda " kullandığım kredinin hayat sigortasını peşin olarak bankaya yatırmak istiyorum" şeklinde beyanda bulunduğunu, bizzat kendisinin hayat sigortası yapılmasını istediğini bu nedenlerle davacı tarafın davasının reddine tüm yargılama ve harç ve masrafların ve avukatlık ücretinin davacı üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir.  

Dosya İstanbul Nöbetçi Asliye Hukuk mahkemesine bir hukukçu ve bir mali müşavirden oluşan bilirkişi kurulundan rapor aldırılmak üzere gönderilmiş ve bilirkişi kurulu 14/11/2011 havale tarihli bilirkişi raporu ile tarfalar arasında konut kredisi finansmanı amacı ile düzenlediği anlaşılan 25/03/2008 tarihli Bireysel kredi sözleşmesinin 15. maddesinde kredinin hayat sigortasının ve konut sigortasının yaptırılarak primlerinin ödenmesi hususunun kredi kullananın mükellefiyeti olduğu hükmünü içermesi ve 17/03/2010 kredi revize (sabit taksitli konut finansmanı sözleşmesi) sözleşmesinin eki olan taksit tablosunda "iş bu geri ödeme planı tediye fişi Kubiley Özkaya ile imzalanan 25/03/2008 tarihli sözleşmenin eki ve ayrılmaz bir parçasıdır" ibaresinin el ile yazılarak imzalanmış bulunması, keza kullandırılan kredinin 5582 sayılı Mortgage (Tutsat) yasası kapsamında bulunması nedeniyle davalı bankanın kullandırılan kredi için hayat sigortası ve ipotekli konut içinde konutsigortası yaptırarak primlerini kredi kullanandan (davacıdan) talep etme hakkının bulunduğu görüşünde olduklarını raporunda bildirmişlerdir.

Açılmış olan dava taraflar arasında 17/03/2010 tarihinde ve finansmanı yapılan konut finansman kredi sözleşmesinin dask hariç olmak üzere diğer banka tarafından resen yaptırılan sigortaların iptali isteminin reddine ilişkin tüketici sorunları hakem heyetinin 01/06/2010 günlü kararının iptali istemli davadır.

Yapılan yargılama toplanan deliller ve tüm dosya kapsamına göre davacı kubilay özkaya ile davalı ziraat bankası arasında 25/03/2008 tarihli bireysel kredi sözleşmesi akdetildiği ve aylık 1,30 faiz oranı ve 84 ay vade ile 30000 TL konut finansmanı için bireysel kredi kullandırıldığı müteakip 17/03/2010 tarihinde konut kredisinin sabit faizli konut finansmanı sözleşmesi ile revize edildiği ve 25610 TL lik bakiye borcun 60 ay vade ve aylık %0,99 faiz oranı ile yeniden yapılandırıldığı taraflar arasında akdedilmiş bulunan 25/03/2008 tarihli sözleşmenin 15 maddesinde verilen kredinin hayat sigortasının yaptırılmasının zorunlu olduğu ve ipotek alınan gayrimenkulun de sigortasının da yaptırılmasının ve primlerinin de ödenmesine ilişkin sigorta koşullarının da hüküm altına alındığı ve kredi kullananan tarafa yükümlülük getirdiği kredi talebine ilişktin 24/03/2008 tarihli başvuru formunda davalı taraf hayat sigortası primini peşin olarak ödeyeceğini beyan ettiği ve sözleşmenin ayrılmaz bir parçası olan kredi müracaat formunu imzaladığı, her ne kadar görüşüne başvurulan bilirkişi heyeti 25/03/2008 tarihli kredi sözleşmesinin 15 maddesini 17/03/2010 tarihli revize sözleşmesinin dayanak tutarak davalı bankanın uygulamasının yerinde olduğunu beyan etmiş ise de toplanan delillere göre bilirkişi heyetinin görüşünün yerinde olmadığı zorunlu olarak ve tüketici müzakere edilmeden yaptırılan hayat sigortasının ve konut sigortasının tüketici aleyhine haksız şart niteliğinde olduğu her ne kadar tüketicinin imzası ile teyit edildiği iddia edilse de uygulamada banka ile tüketicinin eşit ve müzakere edebilir durumda olmadığı konut finansman kredisi almak zorunda olan tüketicinin her türlü şartı kabul ettiğinin bilinen gerkçek olduğu kısacası bankanın uygulamasının tüketicinin korunması hakkındaki kanun kapsamında haksız şart niteliğnide olduğu anlaşılmakla davanın kabulü yönünde aşağıdaki hüküm kurulmuştur.

GEREKÇELİ KARAR : Yukarıda açıklanan nedenlere göre;
Davacı tarafından 30.07.2010 havale tarihi ile açılmış olan davaya ilişkin yapılan açık yargılama sonunda;

Usul ve yasaya aykırı olduğu kanaatine varılan Kırklareli ili tüketici sorunlrı hakem heyeti başkanlığının 28/06/2010 tarih 2010/120 sayılı kararının İPTALİNE,

502,04 TL nin davacıya iadesine,
Alınması gerekli 29,00 TL harcın davalıdan tahsiline,

Davacı tarafından yapılan dosyada sarf ve evrakı mevcut 473,70 TL yargılama giderinin davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine,

İlişkin davacı ile davalı vekilinin yüzüne karşı kararın tebliğinde itibaraen 15 gün içinde temyiz yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup anlatıldı.27/12/2011