Haberler:

deneme

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - Avukat

#521
Alıntı Yapİhtarname üzerinden dava hakkına sahip olmam için notere gidip birşeyleri onaylatmam gerekiyor mu? Bir ücrete tabi mi?

İhtarnamenin karşı tarafa tebliğ edildiğinden emin olun yeter. Bilahare sizde kalan ihtarname nüshasıyla birlikte notere giderek ihtarnameye tebliğ şerhinin eklenmesini istersiniz. Bu işlem ayrı bir ücrete tabi değildir.

Alıntı YapSatış sözleşmesi, ürünün temin edileceğine dair bildirimleri, ihtarnamenin ellerine geçtiğine dair ptt sitesinden aldığım çıktı, alacağım muadil ürünün faturası. Bunlar dışında dosyaya eklemem gereken, kanaat oluşturacak bir şey var mıdır?

Varsa e-posta yazışmalarını da ekleyin. Müşteri hizmetleri yetkilisiyle konuyla ilgili bir telefon görüşmesi yaptıysanız ve bu görüşme kaydedildiyse, dilekçenizde bu hususu da belirtin. Bu durumda ses kaydı şirketten talep edilecektir. Kolay gelsin...
#522
Merhabalar.

Alıntı Yappeki bu bankalar benden kefil istemeden mal varlığı istemeden benim gibi özel sektörde aldığım para belliyken neye güvenip bana o kadar para verdiler demekki güvendikleri bişey vardı...ama onların bu düşüncesizliği benim şu an psikolojimin bozulmasına sebep oldu borçlarımı ödeyemediğim için.. bende onlara ayrı ayrı tazminat davası açabilirim?

Anlattığınız durumda bir tazminat davasının açılıp kazanılabilmesi hukuken mümkün değildir. Müracaatınıza istinaden size kredi veren bir bankayı sırf kredi verdi diye sorumlu tutmanız ve tazminat davası açmanız hukuken kabul edilemez. Kolay gelsin...
#523
Merhabalar.

Alıntı Yapavukatımla görüştüm.avukat bana kişinin üzerinde herhangi bir mülk yoksa birşey alamayacağımı söyledi.

Evet, avukatınız doğru söylemiş. Ancak kişiyi çok yakından tanımıyorsanız (ki bazen yakından tanısanız bile), üzerine kayıtlı araç ve taşınmaz olup olmadığını tespit edebilmek için de icra takibi yapılması gerekecektir. Ayrıca bazı borçlular için icra takibi tek başına caydırıcılık özelliğine de sahip olur; öyle ki böyle bir durumda evine/iş yerine haciz gelmesin diye samimiyetle borcu ödeme yoluna girecek birçok borçlu vardır denebilir. Dolayısıyla ben yeri yurdu bile belli olmayan ve/veya iflas ettiği bilinen borçlular dışında icra takibi yapılmasını faydalı görürüm.

Alıntı Yapben müşteriden tahsilat yapabilmek ya da en azından caydırıcı olması niteliğinde hapis cezasıyla yargılanmasını istiyorum fakat avukatım bu konuda bana pek yardımcı olmuyor.

Bir kişinin borcu ne kadar olursa olsun, sadece borcun ödenmemesi, tek başına hapis cezası gibi bir yaptırımla karşılaşmaz. Yani bir borcun ödenmemiş olmasının doğrudan yaptırımı hiçbir şekilde hapis cezası değildir. Hapis cezası, icra takibi yapıldıktan sonra borçlunun şartlarına uygun bir borç ödeme taahhüdünde bulunmasına rağmen tahhüdünü ihlal etmesi ya da yedi emin sıfatıyla kendisine bırakılan hacizli malları izinsiz başka bir yere nakletmesi gibi istisnai durumlarda devreye girer. Bunun dışında borcunu ödemeyen bir borçlunun hapis cezasıyla karşılaşma ihtimali mevcut değildir.

Alıntı Yapbu konuda bana yardımcı olabilecek önerileriniz nedir

Yukarıda belirttiğim gibi, icra takibi yapmanızı tavsiye ediyorum. Kolay gelsin...
#524


TBMM Başkanvekili ve Kayseri Milletvekili Sadık Yakut'ta,sosyal paylaşım sitesi Twitter üzerinden, idam tartışmalarıyla ilgili attığı mesajlarda çarpıcı ifadeler kullandı.

Yakut, yaşanan terör olayları ve art arda gelen şehit haberleri sonrasında Twitter'daki hesabına, "İdamın geri getirilmesi tartışılmalıdır" yazdı. Ayrıca "Amerika'da katil olaydan sonra vurularak öldürülürken, biz onbinlerce şehidimizin katilini idamdan kurtarıyoruz" diye twit atan Yakut, takipçilerine, "İdamın geri getirilme zamanı gelmedi mi?" diye de sordu. BDP milletvekillerinin PKK'lı teröristlerle kucaklaşma görüntülerini de değerlendiren Yakut, yeni anayasa çalışmalarına atıfta bulundu ve konuyla ilgili olarak da, "Yeni anayasa çalışmasında terörle bağlantısı olan milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılması" diye mesaj yazdı.

SANTOS'LU GÖNDERME

Yakut, ayrıca sosyal medya üzerinden Arsenal'e transfer olan Fenerbahçe'nin eski futbolcusu Andre Santos'un, Londra'da yaptığı trafik kazasının ardından, 2 yıl hapis cezasıyla karşı karşıya kalması örnek göstererek, "Santos İngiltere'de trafik kuralını ihlal ettiği için tutuklanmış, bizde terör örgütünün temsilcisi olduğunu söyleyenler serbest" yazarak, dikkat çeken bir başka gönderme yaptı.

http://www.haber7.com/ic-politika/haber/918398-idamin-geri-getirilme-zamani-gelmedi-mi
#525
Üniversite harçlarının kaldırılmasına ilişkin detaylar Resmi Gazete'de yayımlandı.

Birinci öğretim ve açık öğretimde katkı paylarının devlet tarafından ödenmesine dair karar, Resmi Gazete'nin bugünkü sayısında yayımlandı.

''2012-2013 Eğitim-Öğretim Yılında Yükseköğretim Kurumlarında Cari Hizmet Maliyetlerine Öğrenci Katkısı Olarak Alınacak Katkı Payları ve Öğrenim Ücretlerinin Tespitine Dair'' Bakanlar Kurulu'nun kararına göre, öğrencilerden, kayıt ve kayıt yenileme sırasında katkı payı/öğrenim ücreti dışında (açık öğretim ve uzaktan öğretim materyal ücreti hariç) her ne ad altında olursa olsun ücret alınamayacak.

Birinci öğretimden katkı payı alınmayacak

2012-2013 eğitim-öğretim yılında öğrenimine devam eden veya yeni kayıt yaptıracak birinci öğretim ve açık öğretim öğrencilerinden, bazı hükümler saklı kalmak kaydıyla, öğrenci katkı payı alınmayacak. Bu öğrencilerden alınması gereken öğrenci katkı payı tutarları, devlet tarafından karşılanacak.
Bunun yanı sıra yurt dışından öğrenci kabul kontenjanları dahilinde mevcut veya yeni kayıt yaptıracak öğrencilerden alınacak öğrenim ücreti, ilgisine göre belirlenen tutarlarda katkı payı ve öğrenim ücretinden az olmamak üzere, yükseköğretim kurumları tarafından tespit edilecek. Ancak, bu öğrenciler için belirlenecek öğrenim ücretleri, cari hizmet maliyetlerini hiçbir surette geçmeyecek. Üniversitelere yurt dışından kabul edilecek öğrencilerden ise mütekabiliyet esası çerçevesinde öğrenim ücreti alınmayacak.

Yurtdışında başarılı öğrenciler

Yükseköğretim kurumları, yurt dışında başarılı olan öğrencileri programlarına dahil edebilmek veya eğitim-öğretimleri sırasında üstün başarı gösteren öğrencileri teşvik edebilmek amacıyla söz konusu öğrencilerden ilgili dönemde kayıt yaptıran (kamu idareleri, kanunla kurulan kurum ve kuruluşlar, kamu yararına faaliyet gösteren dernekler ile vergi muafiyeti tanınan vakıflar tarafından tam burs sağlanan ve Yükseköğretim Kurulu tarafından ayrılan kontenjanlar dahilinde yükseköğretim gören yabancı uyruklu öğrenciler hariç) yabancı uyruklu öğrenci sayısının yüzde 10'unu geçmemek üzere ve yönetim kurulu kararıyla, belirlenen tutarlardan daha az öğrenim ücreti almaya yetkili olacak.

Sınıfta kalan harç ödeyecek

Hazırlık sınıfı veya yabancı dil geliştirme programı hariç olmak üzere, ön lisans, lisans ve lisansüstü düzeydeki yükseköğretim programlarından program süreleri sonunda mezun olamayan öğrencilerden, belirlenen tutarlar kadar öğrenci katkı payı ve öğrenim ücreti alınacak.

Şehit ve gazi çocukları

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu, Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun, Yurt Dışında Görevli Personele Nakdi Tazminat Verilmesi ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun, Uçuş, Paraşüt, Denizaltı, Dalgıç ve Kurbağa Adam Hizmetleri Tazminat Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu kapsamındaki görevlerini ifa ederken hayatlarını kaybedenlerin eş ve çocuklarından, Terörle Mücadele Kanunu kapsamındaki maluller, İstiklal Madalyası Verilmiş Bulunanlara Vatani Hizmet Tertibinden Şeref Aylığı Bağlanması Hakkında Kanun kapsamında şeref aylığı alanlar ile bunların eş ve çocuklarından öğrenim ücreti alınmayacak.

Özürlü öğrenciye indirim

Yükseköğretim programlarına kayıt veya kayıt yenileme sırasında Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ve Özürlülük Ölçütü, Sınıflandırması ve Özürlülere Verilecek Sağlık Kurulu Raporları Hakkında Yönetmelik uyarınca özürlü olduğuna dair raporu ilgili yükseköğretim kurumuna sunan öğrencilerin ödemesi gereken öğrenim ücreti tutarlarından, özürlülük oranı kadar indirim yapılacak. Özürlü olduğu halde, kayıt yaptırma veya kayıt yenileme sırasında özürlü olduğuna dair raporu ibraz edemeyen öğrencilere, ilgili belgeyi ibraz ettiği tarihte, özürlülük oranı kadar yapılacak indirim tutarı red ve iadeler kaleminden iade edilecek.
İkili andlaşmalar çerçevesinde ülkemizdeki üniversitelere yurt dışından kabul edilecek öğrencilerden öğrenim ücreti alınmayacak.

Süresi içinde katkı payı veya öğrenim ücretini ödemeyenler ile mazeretleri ilgili yükseköğretim kurumunun yönetim kurulunca kabul edilmeyenler, o dönem için kayıt yaptıramayacak ve öğrencilik haklarından yararlanamayacak.

Kayıt yaptırmadığı için öğrencilik haklarından yararlanmayanlar, daha sonraki dönemlerde kayıt yaptırmaları halinde, öğrencilik haklarından yararlanmadığı döneme ait katkı payı ve öğrenim ücreti ödemeyecek.

Öğrenim ücretinin kullanılması

İkinci öğretimde alınacak öğrenim ücretlerinin yüzde 10'u, öğrencilerin başta beslenme olmak üzere barınma, sağlık, spor, kültür ve diğer sosyal hizmetlerinde kullanılacak. Kalan kısmı ise üniversite bütçesine dahil edilerek Yükseköğretim Kurulunca tespit edilen usul ve esaslara göre kullanılacak.

Başarılı öğrencilerin öğrenim ücreti tutarları

Hazırlık sınıfı hariç, bulundukları bölümde her bir dönem için belirlenen asgari derslerden başarılı olan ve bu dersleri alan öğrencilerin başarı ortalamasına göre dönem sonu itibarıyla yapılacak sıralamada ilk yüzde 10'a giren ikinci öğretim öğrencileri, bir sonraki dönemde birinci öğretim öğrencileri için belirlenen öğrenci katkı payı kadar öğrenim ücreti ödeyecek.

19 Kasım 1992 tarihli ve 3843 sayılı Kanun'un 7. maddesinden yararlanan öğrenciler de ikinci öğretim yapan başka bir yükseköğretim kurumuna yatay geçiş yaptıklarında aynı haklardan yararlanacak.
Bir yükseköğretim programına kayıtlı iken tekrar girdiği sınav sonucuna göre başka bir yükseköğretim kurumuna yerleşen öğrenciler, kayıt yaptıracakları yükseköğretim programına ait katkı payı/öğrenim ücretine tabi olacak.

Yatay geçiş yapanlar

Yatay geçiş şartlarına uygun olarak birinci öğretim programlarından ikinci öğretim programlarına yatay geçiş yapan öğrenciler ikinci öğretim ücreti ödeyecek.

Yatay geçiş yapılması halinde ilgili döneme ait katkı payı/öğrenim ücreti geçiş yapılan yükseköğretim kurumuna ödenecek. Yatay geçiş yapan öğrencilerin geçiş öncesi ilgili döneme ait ödedikleri öğrenim ücreti tutarları, talep edilip edilmediğine bakılmaksızın ilgililere red ve iadeler kaleminden iade edilecek.

Lisansüstü öğrenim gören öğrenciler

Lisansüstü öğrenim gören öğrenciler, önlisans ve lisans öğrencilerinin yararlandığı hizmetlerden aynı şekilde yararlanacak.

Açık öğretim programı uygulayan yükseköğretim kurumlarında, fakülte ve yüksekokulların 2012-2013 eğitim-öğretim yılına ait öğrenci katkı paylarının toplamının yüzde 20'sine kadar olan kısmı söz konusu fakülte ve yüksekokullara akademik danışmanlık ve eğitim hizmeti veren öğretim kurumlarına aktarılacak. Konu ile ilgili uygulama, Maliye Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı ve açık öğretim programı uygulayan yükseköğretim kurumlarının birer temsilcisinden oluşan komisyon tarafından belirlenen usul ve esaslara göre yapılacak.
Karar, 30 Haziran 2012 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı tarihinde yürürlüğe girdi.

Kaynak: AA
http://www.haber7.com/egitim/haber/919041-iste-harclarin-kaldirilmasinin-detaylari
#526




İsrail, Corrie davasında kendini akladı!

Gazze'de 2003'te bir gösteri sırasında bir buldozer tarafından ezilerek hayatını kaybeden Amerikalı barış eylemcisi Corrie'nin ailesinin orduya açtığı dava İsrail mahkemesince reddedildi. Olayın kazayla olduğuna hükmeden mahkeme, kararında Corrie'yi suçlayarak tehlikeli bir bölgede yer aldığını bildiğini belirtti.

İsrail mahkemesi, 2003'te bir gösteri sırasında İsrail'e ait bir buldozer tarafından ezilen Amerikalı barış eylemcisi Rachel Corrie'nin ailesinin orduya açtığı davayı reddetti. İsrail'in kuzeyindeki Hayfa bölgesindeki mahkemenin hakimi Oded Gerşon, ordunun ve buldozeri kullanan İsrail askerinin ihmalinin söz konusu olmadığı sonucuna vardı. Hakim Gerşon, olayın kazayla olduğunu, ölen eylemcinin tehlikeli bir bölgede yer aldığını bildiğini ve tüm uyarılara rağmen bölgeden ayrılmadığını belirterek, İsrail ordusunun olayda kusuru bulunmadığına hükmetti. Kararda, devletin 'savaş zamanındaki eylemlerinden ötürü oluşan hiçbir zarardan sorumlu tutulamayacağı' ifade edilirken, Rachel Corrie'nin ölümü, 'üzücü bir kaza' olarak nitelendirildi. Kararda, Corrie'nin ölümünün ardından İsrail ordusu tarafından açılan soruşturmanın da gerektiği gibi yürütüldüğü savunuldu. Rachel Corrie, Gazze'de Filistinlilere ait evleri yıkan bir buldozerin önüne geçerek yıkıma engel olmaya çalışmış ve aracın paletleri altında hayatını kaybetmişti.

Buldozer Corrie'yi ezerken yanında bulunan bir başka eylemci Corrie'nin ölümünü, "İsrail buldozerinin bütün uyarılara rağmen Corrie'nin üzerinden iki defa geçerek ölümüne yol açtı. Corrie eylem sırasında tanınmasını sağlamak üzere florasan etkili bir yelek giyiyordu." şeklinde anlatmıştı.

Corrie ailesi, 23 yaşındaki kızlarının kasten ve yasadışı şekilde öldürüldüğü ve İsrail hükümetinin olayla ilgili güvenilir bir soruşturma yürütmediği gerekçesiyle Hayfa'da İsrail devletine ve ordusuna karşı sembolik tutarı olan 1 dolarlık tazminat dava açmıştı.

Karara tepki gösteren Rachel Corrie'nin annesi Cindy, üst mahkemeye temyize gideceklerini açıkladı. Oldukça üzüntülü olan Cindi Corrie, "Mahkeme kararıyla hukukun üstünlüğü ve insan hakları açıkça çiğnenmiştir. Kızım Rachel'in öldüğü gün en acılı günümdü. O günü elbette bugünle mukayese etmem mümkün değil ama yine de bugün mahkemenin verdiği karar, beni onun öldüğü gün kadar üzdü." diye konuştu. Ailenin avukatı Hüseyin Ebu Hüseyin de basına yaptığı açıklamada Corrie'nin ölümünün cezasız kalmasını 'adaletin ve uluslararası hukukun açıkça çiğnenmesi' olarak niteleyerek, "Rachel Corrie, Gazze'deki adaletsizliği ve yıkımları tamamen barışçıl bir şekilde protesto ederken öldürüldü. Mahkeme verdiği kararla, sivillerin hayatını tehlikeye atan yasadışı uygulamalara resmen onay vermiş oldu. Karar, kurbanı çarpık gerçeklere dayanarak suçlamaktadır." dedi. Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu Başkan yardımcısı Raci es-Surani de kararı, 'İsrail'in insanlığa karşı işlediği bu suça yargı kılıfı giydirme eylemi' olarak niteledi.

Adı unutulmayacak bir insan hakları savunucusu

Rachel Corrie ismi Filistin'de yaşanan dramlar için özel bir yere sahip oldu. Corrie için şarkılar bestelendi, hayatı "Benim Adım Rachel Corrie" adlı oyunla tiyatro sahnesine taşındı. Corrie'nin adı 2010 yılında Gazze'ye yardım götürürken İsrail askerlerince saldırılan insani yardım filosunda bulunan gemilerden birine de verilmişti.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1338292&title=israil-adaleti-rachel-corrienin-buldozerle-ezilmesi-uzucu-bir-kaza#
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1338512&title=israil-corrie-davasinda-kendini-akladi#


http://www.youtube.com/watch?v=5CevswnaAe8#




Rachel'in anne-babası Mavi Marmara gemisini de ziyaret etmişti

16 Mart 2003 tarihinde bir İsrail buldozeri tarafından ezilerek hayatını kaybeden Amerikalı barış eylemcisi Rachel Corrie'nin anne ve babası 25.01.2011 tarihinde Mavi Marmara gemisini ziyaret etmişti. O dönem Tuzla tersanesinde tamir ve bakımı devam Mavi Marmara'yı ziyaret eden anne Cindy Corrie ve baba Craig Corrie'ye gemiyle ilgili İHH İnsani Yardım Vakfı Başkanı Bülent Yıldırım ve geminin kaptanı Mahmut Tural tarafından bilgi aktarılmıştı.

Baba Craig Corrie, kızı Rachel ile Mavi Marmara'da şehit olan 9 akitvistin aynı kaderi yaşadıklarını, kızının savaş karşıtlığının simgesi olduğunu ifade etmiş ve "Benim kızım 23 yaşında Filistinlilerin evleri yıkılmasın diye mücadele ederken İsrail buldozerleri altında can verdi. Kızım öldü ama onun geride bıraktığı değerler yaşıyor. Mavi Marmara aktivistleri de benzer bir eylemde bulundular. Ancak İsrail onlara da izin vermedi ve 9 masum insanı öldürdü. Bu gemiyi gezerken kızımın öldüğü günlere yeniden döndüm. Özellikle şehit Furkan'ın hikâyesi beni çok etkiledi. O da henüz 19 yaşında hayatını feda etti. Artık bunun değişmesi lazım. İsrail'in hukuk tanımazlığı durdurulmalı" demişti.

Gözyaşlarını tutmakta zorlanan Cindy Corrie ise Mavi Marmara gemisinin Rachel'in başlattığı yolda devam ettiğini kaydetmiş ve "Bizler kızımın ve Mavi Marmara şehitlerinin bıraktığı yerden devam edeceğiz. İsrail hiçbir şekilde bizi yıldıramaz. İsrail'e karşı açtığımız dava devam ediyor. Bu davayı sonuna kadar takip edeceğiz. İsrail mahkemelerde ve insanlık vicdanında elbette mahkûm olacaktır" demişti.

Amerika'dan gelen ikili daha sonra Muammer Karaca Tiyatrosu'nda sahnelenen "Benim Adım Rachel Corrie" adlı tiyatro oyunun galasına da katılmıştı.

http://www.ihh.org.tr/rachel-in-anne-babasi-mavi-marmara-yi-ziyaret-etti/
#527
Merhabalar.

Alıntı YapAralık 2011 de 10 gün çalışmış ve çıkmış bir işçi için gelen kağıda cevap vermek zorundamıyız

Cevap vermek zorundasınız.

Alıntı YapGelen yazıya cevap vermezsek herhangi yaptırımı var mıdır?

2004 Sayılı İcra İflas Kanunu'ndaki konuyla ilgili hükümler aşağıdadır:

     Maaş ve ücretlerin kesilmesinde usul :
     Madde 355 – Devlet işlerinde veya hususi müesseselerde bulunan borçlu memur veya müstahdemlerin maaş ve ücretlerinden kesilmesi için icra dairelerinden yapılacak tebligatın kanuni muhatapları haczin icra edildiğini ve borçlunun maaş ve ücreti miktarını nihayet bir hafta içinde bildirmeğe ve borç bitinceye kadar icra dairesinin tebligatı mucibince haczolunan miktarı tevkif edip hemen daireye göndermeğe mecburdurlar.
    Memurun maaş, ücret veya memuriyetinde yahut başka bir şubeden maaş almağı mucip olacak surette vukubulacak tebeddülleri ve hizmetine nihayet verildiği takdirde bu keyfiyeti de malmemuru veya daire amiri yahut hususi müesseselerin kanuni muhatapları derhal icra dairesine bildirmeğe ve ikinci halde haciz muamelesinden o şube veya amirini haberdar etmeğe mecburdur.
    Yukarıdaki maddeye riayet etmeyenler hakkında hükümler:
     Madde 356 – Yukardaki madde hükümlerine riayet etmemiş olanların kesmedikleri veya ilk vasıta ile göndermedikleri para ayrıca mahkemeden hüküm alınmasına hacet kalmaksızın icra dairesince maaşlarından veya sair mallarından alınır.
    Bunların borçluya kanun hükümleri dairesinde rücu hakkı vardır.
    Yukarki madde hükümlerine riayet etmiyen her hangi bir memur veya amir hakkında istenecek malümatın icra dairesine hemen verilmesi bunların mensup olduğu dairenin vazifesidir.
    Madde 357 - İcra dairesince kanuna göre yapılan tebliğ ve emirleri derhal yapmağa ve neticesini geciktirmeksizin icra dairesine bildirmeğe alâkadarlar mecburdur. Makbul sebep haricinde tebliğ ve emirleri yapmayanlar hakkında ait olduğu dairece tahkikatı evveliyeye hacet kalmaksızın Cumhuriyet Savcılığınca doğrudan doğruya takibat yapılır.
    Madde 367 - İcra veya iflâs dairelerinin borçlunun mevcuduna dair isteyeceği bütün malûmatı hakikî ve hükmî her şahıs derhal vermeğe ve talep halinde mevcudu bu dairelere teslime mecburdur.


Bu hükümler ve aşağıda yer alan emsal Yargıtay Kararı gereğince cevap vermezseniz, sanki bu şahıs çalışmaya devam ediyor gibi icra dairesine ödeme yapmak ya da başka yaptırımlara muhatap olmak zorunda kalabilirsiniz. Kolay gelsin...



T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 1981/12-587
K. 1983/649
T. 10.6.1983

"Taraflar arasındaki "Takibin iptali" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 6. İcra Tetkik Merciince davanın kabulüne dair verilen 16.8.1979 gün ve 1979/1691-1979/633 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 10.12.1979 gün ve 3520-9388 sayılı ilamı:
( ..Şikayetçiye İİK.nun 355. maddesine uygun biçimde maaş haczi bakımından 10.1.1979 tarihinde çıkarılan tebligata cevap verilmemiş ve bunun üzerine alacaklı vekilinin isteği uyarınca bu şahıs nezdindeki telefona 20.31979 günü haciz konulmuştur. Bu işlemlere karşı 18.5.1979 tarihinde üçüncü kişi sıfatiyle bir borç olmadığının tesbiti ile işlemin iptali şikayet yolu ile talep edilmiştir. Bu durumda, icra memurluğunun son haciz işlemine karşı 7 gün içerisinde şikayet vuku bulmadığına ve olaya İİK.nun 89 ve 16/son maddelerinin uygulama olanağı bulunmadığına göre, şikayetin reddi gerekirken aksine düşünce ile isteğin kabulüne karar verilmesi isabetsizdir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkmece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen sebeplerden dolayı ( BOZULMASINA ), oybirliğiyle karar verildi."
#528
Güzel bir arşiv oluşuyor :)

















#529
Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç, öğrenci harçlarının kaldırıldığını açıkladı.

Arınç, Bakanlar Kurulu toplantısının ardından gazetecilere açıklamalarda bulundu.

Toplantı sonrasında ''müjde'' olarak açıklamak istediğini belirten Arınç, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın üniversite öğrencileri için harçların kaldırılacağı müjdesinin, bugün bir kararnameyle gerçekleştirildiğini belirtti.

Arınç, şöyle konuştu:

''Sayın başbakanımızın, bakanlarımızın imzaladığı kararnameyle bundan böyle birinci öğretimden katkı payı alınması, yani harçlar tamamen kaldırılmıştır. 2011-2012 öğretim yılı sayısı itibarıyla 1 milyon 524 bin 380 öğrenci bu harçların kaldırılmasından doğrudan istifade edecektir. Aynı şekilde açık öğretimden katkı paylarının alınmasına da son verilmiştir. Yine 2011-2012 eğitim-öğretim yılında 1 milyon 951 bin 494 öğrenci de bundan istifade etmiş olacaktır.''

Arınç, birinci öğretimden ve açık öğretimden harçların kaldırılmasının bugün gerçekleştiğini ifade ederek, bu akşam mükerrer veya yarın ki Resmi Gazete'de kararnamenin yayımlanacağını bildirdi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1338161&title=universite-harclari-kalkti
#530
Merhabalar.

Alıntı YapHaline münasip ev tam olarak ne demektir?

Borçlunun haline münasip evi İcra ve İflas Kanunu'nun 82. maddesinde haczedilemez mallar arasında sayılmıştır. Bir meskenin borçlunun haline uygun olup olmadığı, borçlunun haciz anındaki sosyal durumuna ve borçlu ile ailesinin ihtiyaçlarına göre belirlenir. Burada kullanılan 'aile' terimi, geniş anlamda kullanılmış olup, borçlu ile birlikte aynı çatı altında yaşayan, bakmakla yükümlü olduğu kişileri kapsar. Borçlunun fillen kullanmakta olduğu haline münasip birden fazla evi bulunması halinde haczedilemezlik sadece tek evi için söz konusu olur. Uygulamada, borçlunun evinin haline münasip tek evi olup olmadığı dikkate alınmaksızın taşınmazın kaydına haciz uygulanmaktadır. Bu durumda, haczi öğrenen borçlunun haczi öğrenme tarihinden itibaren yedi günlük hak düşürücü süre içinde icra mahkemesine haczedilemezlik şikayetinde bulunması gerekmektedir. Eğer borçlu hakkında birden fazla icra takibi varsa, her bir takip için ayrı ayrı haczedilemezlik şikayetinde bulunulması gerekecektir. Özetlersek, borçlunun haline münasip tek evinin haczedilemezliği kuralı, hacizden sonra borçlunun şikayeti üzerine devreye girmektedir. Her ne kadar İcra ve İflas Kanunu'nun 82. maddesinin son fıkrasında "İcra memuru, haczi talep edilen mal veya hakların haczinin caiz olup olmadığını değerlendirir ve talebin kabulüne veya reddine karar verir." hükmü getirilmişse de, uygulamada borçlu mal beyanında tek evinin bulunduğunu ve bu evin de haline münasip evi olması hasebiyle haczedilemeyeceğini belirtmiş olsa bile, icra memuru, bu taşınmazın kaydına haciz işleme yoluna gidecektir; zira bir evin gerçekten de borçlunun haline münasip bir ev olup olmadığını tespit etmek ve bu tespiti yaparken de alacaklının borçluya ve diğer alacaklılara karşı haklarını korumak için taşınmazın kaydına haciz işlenmesi yoluna gidilmesi kaçınılmaz olacaktır. Borçlunun tek evinin haline münasip olması ve süresinde haczedilemezlik şikayetinde bulunulması halinde, öncelikle borçlunun haline münasip evi tespit edilecektir. Örneğin, iki kişilik bir aileye sahip borçlunun 6 odalı 300 metrekare alana sahip bir ev için ileri sürdüğü "haline münasip ev" iddiasına doğal olarak itibar edilemeyecektir. Kanunda geçen "hâline münasip ev"in ne olduğu borçlunun aylık geliri, sosyal statüsü, aile fertlerinin sayısı itibarıyla küçük veya büyük bir eve ihtiyacı olup olmadığı gibi veriler dikkate alınıp incelenerek tespit edilmelidir. Bu durumda öncelikle borçlunun haline münasip evinin nitelikleri tespit edilmelidir. Sonrasında böyle bir evin temin edilmesi için gerekli olan bedel tespit edilir (örneğin 120.000 TL). Borçlunun haline münasip olmayan (mevcut) evinin değeri de belirlenir. Bu evin değeri haline münasip evin değerinden fazlaysa borçlunun evi satışa çıkartılır. Ev satıldıktan sonra satış bedelinden (örneğin 250.000 TL) haline münasip ev için belirlenen miktar (120.000 TL) borçluya bırakılır. Kalan para (130.000 TL) alacaklıya ödenir. Bu konuda daha detaylı bilgi için TIKLAYINIZ.

Alıntı YapKişinin sahip olduğu şirket aktifine kayıtlı gayrimenkul de haline münasip evi sayılır mı?

Sayılmaz. Haline münasip ev iddiasında bulunulabilmesi için o evin öncelikle borçluya ait olması gerekir.

Alıntı YapBirden fazla gayrimenkul varsa bunlardan biri haline münasip ev olarak gösterilebilir mi?

Yukarıda açıkladığım gibi, evet, gösterilebilir.

Alıntı YapAyrıca o evde ailesiyle beraber oturma şartı var mıdır? Aileden kasıt sadece eş ve çocuk mudur?

Elbette birlikte oturan kişi sayısı dikkate alınır. Yukarıda da belirttiğim gibi, aile kavramı geniş şekilde ele alınmaktadır. Kolay gelsin...
#531
Merhabalar. Şayet sözleşmenizde deneme süresi öngörülmüşse, iş akdinizi gönül rahatlığıyla istifa yoluyla feshedebilirsiniz. Deneme süresi yoksa, sözleşmenizi feshetmenizden sonra işverenin talep edebileceği tutar, sizin çalışmamanız sebebiyle işverenin maruz kalabileceği zarar kadar olacaktır. İhbar tazminatı belirli süreli iş sözleşmelerinde söz konusu değildir; bu sebeple belirli süreli iş sözleşmelerinde süresinden önce fesih halinde, bildirim süresi verilerek veya bildirim süresine ilişkin ücret peşin ödenerek işveren ya da işçi tarafından fesih mümkün değildir. İhbar tazminatı sadece belirsiz süreli iş sözleşmeleri için söz konusudur (İK.md.17). Dolayısıyla süresinden önce feshedilen belirli süreli iş sözleşmelerinde ihbar tazminatına hükmedilemez. Bu genel bilgiler çerçevesinde şahsi kanaatim, işe henüz başlamadığınızdan ve fesih yoluna başvurmanız halinde işverenin yeni bir öğretmenle anlaşabileceği bir zaman dilimi de mevcut olduğundan, fazla bir sıkıntı yaşamayacağınız yönündedir. Elbette net bir şey söylenebilmesi için sözleşmenizin baştan sona okunması gerekmektedir. Fesih bildiriminizi şayet işverene kaşe-imza-tarih karşılığında tebliğ edemeyecekseniz, noter kanalıyla APS ile göndermeniz en sağlıklı yol olacaktır. M.E.B. Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliği'nin aşağıda yer alan 44. maddesine de dikkat edin.

Alıntı YapSözleşmemi gidip alabilir miyim? Vermek zorundalar mı?

Elbette vermek zorundalar. Kolay gelsin...
   

    İşten ayrılma
   
    MADDE 44 – (1) Sözleşme süresi sona erenler, 4857 sayılı İş Kanunu hükümlerine göre sözleşmeleri karşılıklı veya tek taraflı feshedilenler ve sözleşme süresi sona ermeden aynı Kanunun ilgili hükümleriyle belirlenen süreler içinde bu isteğini diğer tarafa yazılı olarak bildirenlere valilikçe görevden ayrılış onayı düzenlenir.
   
    (2) Çeşitli sebeplerle örgün eğitim kurumlarında ders yılı içinde, diğer kurumlarda dönem içinde görevinden ayrılmasıyla eğitim ve öğretim faaliyetlerini aksatacak olan eğitim personelinin yerine, on gün içinde kurum yönetimince görevlendirilmek üzere eğitim personelinin teklifi yapılır ve ilgili merci tarafından da on gün içinde çalışma izni düzenlenir.
   
    (3) Zorunlu sebeplerle müdürlüğün boşalması hâlinde kurucunun teklifi de dikkate alınarak yeni müdür teklifi yapılıncaya kadar kurumda müdürlük veya müdür yardımcılığı yapma nitelik ve şartlarını haiz biri, valilikçe müdürlüğe vekâleten görevlendirilir. Vekâlet süresi üç aydan fazla olamaz ve bu süre uzatılamaz. Vekâleten görevlendirilenler, sözleşmesinde belirtilen süre kadar ders okutabilirler.
   
    (4) Görevinden ayrılan eğitim personelinin görevlerinden ayrılışı ile kurumdan ayrılmak isteyenlerin müracaatları en geç beş iş günü içerisinde kurum yetkilisi tarafından doğrudan bağlı bulunduğu millî eğitim müdürlüğüne bildirilir. İlgililerin ayrılış sebeplerine uygun olarak valilikten yedi iş günü içinde görevden ayrılış onayları alınır. Görevinden ayrılan personelin durumunu millî eğitim müdürlüğüne bildirmeyen kurum yetkilileri hakkında yasal işlem yapılır.
   
    (5) Bu maddede belirtilen hükümlere aykırı olarak görevinden ayrılanlara bir yıl süre ile kurumlarda görev verilmez.
#532
Alıntı YapAYRI AYRI DİĞER BANKALAR İÇİNDEMİ MAL BEYANINDA BULUNMAM GEREKİR?

Size karşı başlatılan her bir icra takibi için mal beyanında bulunmalısınız.

Alıntı YapBEN ADRESİMİ DEĞİŞTİRDİKTEN SONRA ONLARI TEBLİGATLARI BANA ULAŞMAZSA NASIL BEYANDA BULUNABİLİRİM?

E-devlet şifreniz veya e-imzanız varsa, https://vatandas.uyap.gov.tr/vatandasportal/index.html adresinden veya www.turkiye.gov.tr adresinden hakkınızda yürütülen icra takiplerini ve davaları görebilirsiniz. Kolay gelsin...
#533
Merhabalar.

Alıntı Yapmal beyanında bulunmam gerekirmi? ve nereye bulunmam gerekir?

Gerekir. Şayet mal beyanında bulunmazsanız, Anayasa Mahkemesi'nin aşağıda yer alan kararı uyarınca doğrudan hapis cezası almazsınız ancak İcra ve İflas Kanunu'nun 76 ve 77. maddeleri gereğince sorumluluğunuz devam eder. Yani alacaklı sizi mal beyanında bulunmaya zorlamak için hapis cezası almanızı talep edebilir. Madde metinleri aşağıdadır. Mal beyanı dilekçenizi (size gelen tebligatta gerekli bilgiler yazılıdır) dosya numarasını belirterek ilgili icra müdürlüğüne teslim etmelisiniz.

    Hapis ile tazyik:
     Madde 76 – (Değişik: 24/5/1962 - 51/ 1md.)
    Mal beyanında bulunmıyan borçlu, alacaklının talebi üzerine beyanda bulununcaya kadar icra tetkik mercii hakimi tarafından bir defaya mahsus olmak üzere hapisle tazyik olunur. Ancak bu hapis üç ayı geçemez.

    Sonradan kazanılan veya ziyadeleşen malların beyanı:
     Madde 77 – İcra dairesine vakı olan beyanda malı olmadığını bildirmiş veya borcuna yetecek mal göstermemiş yahut beyandan imtina etmiş olan borçlu sonradan kazandığı malları ve kazancında ve gelirinde vukua gelen tezayütleri yedi gün içinde mezkür daireye taahhütlü mektupla veya şifahi olarak bildirmeğe mecburdur.


Alıntı Yapbirde evimiz yıkılacağı için taşınmak zorundayız ve ben bi yakınımın yanına taşınıcam orayada haciz için gelebilirlermi?

Gelebilir. Ancak artık ev hacizleri eski etkisini yitirdiğinden psikolojik sıkıntı dışında fiilen çok da bir sıkıntı yaşamanıza sebep olmaz. Kolay gelsin...



ANAYASA MAHKEMESİ'NİN, MAL BEYANI SUNMAYAN KİŞİLERE ALACAKLININ ŞİKAYETİ ÜZERİNE VERİLEN 10 GÜNLÜK HAPİS CEZASIYLA İLGİLİ YASAL DÜZENLEMENİN ANAYASAYA AYKIRILIĞINA HÜKMEDEREK İPTAL ETMESİNE İLİŞKİN KARARI AŞAĞIDADIR:

Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:

Esas Sayısı     : 2006/71
Karar Sayısı  : 2008/69
Karar Günü  : 28.2.2008

İTİRAZ YOLUNA BAŞVURANLAR :

1- İstanbul 10. İcra Ceza Mahkemesi                      Esas Sayısı: 2006/71
2- Zonguldak İcra Ceza Mahkemesi                        Esas Sayısı: 2006/137
3- Üsküdar 1. İcra Ceza Mahkemesi                        Esas Sayısı: 2008/2
4- Lüleburgaz İcra Ceza Mahkemesi                        Esas Sayısı: 2008/10

İTİRAZLARIN KONUSU :

A- 4.12.2004 günlü, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (l) bendinin,

B-   9.6.1932 günlü, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun;

1- 31.5.2005 günlü, 5358 sayılı İcra ve İflas Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 7. maddesiyle değiştirilen 337. maddesinin,

2- 5358 sayılı Yasa'nın 18. maddesiyle değiştirilen 346. maddesinin başlığının ve birinci fıkrasının,

3-  349. maddesinin birinci fıkrasının ve beşinci fıkrasının ikinci tümcesinin,

4- 5358 sayılı Yasanın 21. maddesiyle değiştirilen 353. maddesinin,

Anayasa'nın 2., 10., 19., 36., 38. ve 138. maddelerine aykırılığı savıyla iptalleri istemidir.

I - OLAY

Bakılmakta olan davalarda, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun disiplin hapsi cezası, mal beyanında bulunmayanlara uygulanacak yaptırım ve icra cezalarında uygulanan yargılama usûlüyle ilgili itiraz konusu kuralların Anayasa'ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkemeler iptalleri için başvurmuşlardır.

II - İTİRAZLARIN GEREKÇELERİ

İtiraz yoluna başvuran Mahkemelerin gerekçelerinde özetle, Türk Ceza Kanunu'nda disiplin hapsine göre daha ağır yaptırım olan bir yıla kadar hapis cezasının para ya da seçenek yaptırımlara çevrilebildiği, iki yıla kadar olan hapis cezalarının ertelenmesi, dava zamanaşımı süresinin belli olması ve koşullu salıvermeden yararlanma olanaklı iken, disiplin hapsinde sınırsız dava zamanaşımı öngörüldüğü, buna yasal ve takdiri indirim hükümleri önödeme ve uzlaşma gibi ceza hukuku müesseselerinin uygulanamadığı, borçludan alacağını rızasıyla alamayan alacaklının devlet kurumlarının yardımıyla alacağını zorla tahsil etme olanağına sahip olduğu, cebri icranın dışında borçlunun ayrıca hapisle cezalandırılmasının evrensel hukuk kuralları ile bağdaşmayacağı, özel hukuktan doğan alacaklarda tarafların birbirlerinin ödeme gücünü bilebilecek durumda oldukları ve basiretli tacir öngörüsüyle hareket etmeleri gerektiği, Avrupa Birliği ülkelerine gönderilen ve hapis cezasını içeren icra ve ödeme emirleri ile ilgili adli yardımlaşma taleplerinin kendi hukuklarında benzer suç bulunmaması nedeniyle kabul görmediği, mal beyanında bulunmama suçunu işleyen kimselere disiplin hapsi cezası verilerek seçenek yaptırımlardan yararlandırılmadıkları, bu durumun eşitsizliğe yol açtığı, mal beyanında bulunmama eylemi nedeniyle borçlu hakkında ayrı ayrı veya aynı anda birlikte tazyik ve disiplin hapsi olmak üzere iki defa aynı veya farklı zamanlarda özgürlüğü kısıtlayıcı ceza uygulanabileceği, böylece tek bir eylem için iki ayrı özgürlüğü bağlayıcı cezanın öngörülmüş olduğu, yeni Ceza Muhakemesi Kanunu'nda şahsi davaya yer verilmediği ve şahsi davaların kamu davasına dönüştürüldüğü, bu nedenle İcra ve İflas Kanunu'na göre açılacak davaların da Cumhuriyet Savcılığı tarafından açılması gerektiği, farklı uygulamaların eşitsizlik doğurduğu, disiplin hapsi suçları ve bunların dışındaki suçlar hakkında ceza verecek makamların farklı öngörüldüğü, idari yaptırımların nitelikleri ve amaçları yönünden kamusal cezalardan farklı olduğu, idari yaptırımların bizzat idari organlar tarafından verilmesi gerektiği, kamu cezalarının toplum düzenini bozan ağır ihlallerin karşılığı olarak getirildiği, disiplin cezasının bir ceza hukuku normu olmadığı, disiplin hapsi cezasının asliye ceza mahkemesi sıfatı ile icra ceza mahkemeleri tarafından verilmesinin eşitlik ilkesine uymadığı, Anayasa'ya göre herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu, bunun içinde savunma hakkının da bulunduğu, oysa İcra ve İflas Kanunu'nun 349. maddesinin sanık gelmese bile duruşma yapılmasını öngördüğü ve bu durumun adil yargılanma hakkının ihlali anlamına geldiği, bu nedenlerle itiraz konusu kuralların Anayasa'nın 2., 10., 19., 36., 38. ve 138.  maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

III - YASA METİNLERİ

A - İtiraz Konusu Yasa Kuralları

1 - 4.12.2004 günlü, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun itiraz konusu  kuralı da içeren 2. maddesi şöyledir:

"(1) Bu Kanunun uygulanmasında;

a) Şüpheli: Soruşturma evresinde, suç şüphesi altında bulunan kişiyi,

b) Sanık: Kovuşturmanın başlamasından itibaren hükmün kesinleşmesine kadar, suç şüphesi altında bulunan kişiyi,

c) Müdafi: Şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukatı,

d) Vekil: Katılan, suçtan zarar gören veya malen sorumlu kişiyi ceza muhakemesinde temsil eden avukatı,

e) Soruşturma: Kanuna göre yetkili mercilerce suç şüphesinin öğrenilmesinden iddianamenin kabulüne kadar geçen evreyi,

f) Kovuşturma: İddianamenin kabulüyle başlayıp, hükmün kesinleşmesine kadar geçen evreyi,

g) İfade alma: Şüphelinin kolluk görevlileri veya Cumhuriyet savcısı tarafından soruşturma konusu suçla ilgili olarak dinlenmesini,

h) Sorgu: Şüpheli veya sanığın hâkim veya mahkeme tarafından soruşturma veya kovuşturma konusu suçla ilgili olarak dinlenmesini,

i) Malen sorumlu: Yargılama konusu işin hükme bağlanması ve bunun kesinleşmesinden sonra, maddî ve malî sorumluluk taşıyarak hükmün sonuçlarından etkilenecek veya bunlara katlanacak kişiyi,

j) Suçüstü:

1. İşlenmekte olan suçu,

2. Henüz işlenmiş olan fiil ile fiilin işlenmesinden hemen sonra kolluk, suçtan zarar gören veya başkaları tarafından takip edilerek yakalanan kişinin işlediği suçu,

3. Fiilin pek az önce işlendiğini gösteren eşya veya delille yakalanan kimsenin işlediği suçu,

k) Toplu suç: Aralarında iştirak iradesi bulunmasa da üç veya daha fazla kişi tarafından işlenen suçu,

l) Disiplin hapsi: Kısmî bir düzeni korumak amacıyla yaptırım altına alınmış olan fiil dolayısıyla verilen, seçenek yaptırımlara çevrilemeyen, önödeme uygulanamayan, tekerrüre esas olmayan, şartla salıverilme hükümleri uygulanamayan, ertelenemeyen ve adlî sicil kayıtlarına geçirilmeyen hapsi,

İfade eder."

2- 9.6.1932 günlü, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 31.5.2005 günlü, 5358 sayılı İcra ve İflas Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 7. maddesiyle değiştirilen 337. maddesi şöyledir:

"Müddeti içinde beyanda bulunmak üzere mazereti olmaksızın icra dairesine gelmeyen veya yazılı beyanda bulunmayan borçlu, alacaklının şikâyeti üzerine, on gün disiplin hapsi ile cezalandırılır. Alacaklının alacağını karşılayacak miktarda malın haczedilmesi veya borcun ödenmesi hâlinde, bu ceza düşer.

162, 209 ve 216 ncı maddeler hükümlerine muhalefet edenler hakkında da iflas idaresinin vereceği müzekkere üzerine, aynı ceza verilir. Bu maddelerde belirtilen yükümlülüklerin yerine getirilmesi hâlinde, verilen ceza düşer."

3- 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 5358 sayılı Yasa'nın 18. maddesiyle değiştirilen 346. maddesinin başlığı ve birinci fıkrası şöyledir:

"Görev ve birleştirilme yasağı:

Bu Kanun hükümlerine göre disiplin veya tazyik hapsine icra mahkemesi karar verir."

4 - 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun itiraz konusu kuralları da içeren 349. maddesi şöyledir:

"Şikâyet dilekçe ile veya şifahi beyanla yapılır. Dilekçeyi veya dava beyanını alan tetkik mercii duruşma için hemen bir gün tayin edip şikâyetçinin imzasını alır ve maznuna celpname gönderir. Şahit gösterilmişse o da celbolunur.

İki taraf tayin olunan gün ve saatte tetkik merciinin huzuruna gelmeğe veya vekil göndermeğe mecburdurlar.

İcabında merci, tarafların bizzat hazır bulunmasını emredebilir.

Maznun başka yerde ikamet ediyorsa istinabe yoliyle sorguya çekilir.

Maznun, şikayeti alan veya istinabe edilen tetkik merciinin huzuruna gelmez veya müdafi göndermezse yahut bizzat bulunmasına lüzum görülürse zabıta marifetiyle getirilir. Bu suretle de bulundurulamazsa muhakeme gıyabında görülür.

Şikâyetçi muayyen zamanda gelmez ve vekil de göndermezse şikâyet hakkı düşer.

Gelmeyen şahitlere yapılacak muamele ile borçlunun gıyabında verilen karara karşı eski hale getirme talebi hakkında Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda yazılı hükümler tatbik olunur."

5- 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 353. maddesi şöyledir:

"İcra mahkemesinin bu Bap hükümlerine göre verdiği tazyik ve disiplin hapsine ilişkin kararlara karşı, tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde, yargı çevresinde bulunduğu ağır ceza mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz üzerine verilen karar kesindir.

İcra mahkemesinin bu Bapta yer alan suçlardan dolayı verdiği hükümlerle ilgili olarak 4.12.2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun kanun yollarına ilişkin hükümleri uygulanır."

B - Dayanılan Anayasa Kuralları

Başvuru kararlarında, Anayasa'nın 2., 10., 19., 36., 38. ve 138. maddelerine dayanılmıştır.

IV - İLK İNCELEME

Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 8. maddesi uyarınca, E.2006/71 sayılı dosyada 30.5.2006 gününde, E.2008/10 sayılı dosyada ise 12.2.2008 gününde yapılan ilk inceleme toplantılarında dosyalarda eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine oybirliğiyle karar verilmiştir.

Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 8. maddesi uyarınca E.2006/137 sayılı dosyada 20.10.2006 gününde, E.2008/2 sayılı dosyada ise 17.1.2008 gününde yapılan ilk inceleme toplantılarında öncelikle uygulanacak kural sorunu üzerinde durulmuştur:

Anayasa'nın 152. ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 28. maddelerine göre, mahkemeler, bakmakta oldukları davalarda uygulayacakları kanun ya da kanun hükmünde kararname kurallarını Anayasa'ya aykırı görürler veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık savının ciddi olduğu kanısına varırlarsa, o hükmün iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurmaya yetkilidirler. Ancak, bu kurallar uyarınca bir mahkemenin Anayasa Mahkemesi'ne başvurabilmesi için elinde yöntemince açılmış ve mahkemenin görevine giren bir davanın bulunması ve iptali istenen kuralların da o davada uygulanacak olması gerekmektedir. Uygulanacak yasa kuralları, davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikte bulunan kurallardır.

İcra ve İflas Kanunu'nun 337. maddesinin ikinci fıkrasında bu Yasa'nın 162., 209. ve 216. maddelerine muhalefet edenler hakkında da iflas idaresinin vereceği müzekkere üzerine aynı cezanın verileceği ve bu maddelerde belirtilen yükümlülüklerin yerine getirilmesi hâlinde verilen cezanın düşeceği belirtilmiştir.

E.2008/2 sayılı başvuruda, itiraz isteminde bulunan mahkemenin bakmakta olduğu dava, mal beyanında bulunmama nedeniyle borçlunun disiplin hapsi ile cezalandırılmasına ilişkindir. Bu dava İcra ve İflas Kanunu'nun 162., 209., ve 216. maddelerine aykırı davrananlarla ilgili olmadığından anılan Yasa'nın 337. maddesinin ikinci fıkrası davada uygulanacak kural değildir.

Bu nedenle, 17.1.2008 gününde yapılan toplantıda, İcra ve İflas Kanunu'nun 337. maddesinin ikinci fıkrasının, itiraz başvurusunda bulunan Mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulanma olanağı bulunmadığından bu fıkraya ilişkin başvurunun mahkemenin yetkisizliği nedeniyle reddine, 337. maddenin birinci fıkrasının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verilmiştir.

E.2006/137 sayılı dosya uygulanacak kural açısından incelenmiştir. İcra ve İflas Kanunu'nun 353. maddesinde, icra mahkemesinin verdiği tazyik ve disiplin hapsine ilişkin kararlara karşı, ağır ceza mahkemesine itiraz edilebileceği, itiraz üzerine verilen kararın kesin olduğu ve bu konularda 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun kanun yollarına ilişkin hükümlerinin uygulanacağı belirtilmektedir. İtiraz yoluna başvuran Mahkeme'nin elindeki davada henüz ağır ceza mahkemesine itiraz edilmemiş olduğu görüldüğünden 353. madde de davada uygulanacak kural değildir.

Bu nedenle, 20.10.2006 gününde yapılan toplantıda, İcra ve İflas Kanunu'nun 353. maddesinin itiraz başvurusunda bulunan Mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulanma olanağı bulunmadığından bu maddeye ilişkin başvurunun mahkemenin yetkisizliği nedeniyle reddine oybirliği ile karar verilmiştir.

V - BİRLEŞTİRME KARARI

E.2006/137, E.2008/2 ve E.2008/10 sayılı davaların aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle E.2006/71 sayılı dava ile birleştirilmesine, birleştirilen davaların esaslarının kapatılmasına, esas incelemenin E.2006/71 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine 28.2.2008 gününde oybirliğiyle karar verilmiştir.

VI - ESASIN İNCELENMESİ

Başvuru kararları ve ekleri, işin esasına ilişkin raporlar, itiraz konusu Yasa kuralları, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:

A - Anayasa'ya Aykırılık Sorunu

1 - 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 2. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (l) Bendinin İncelenmesi

Başvuru kararında, Türk Ceza Kanunu'nda disiplin hapsine göre daha ağır yaptırım olan bir yıla kadar hapis cezasının para ya da seçenek yaptırımlara çevrilebildiği, iki yıla kadar olan hapis cezalarının ertelenmesi, dava zamanaşımı süresinin belli olması ve koşullu salıvermeden yararlanılması olanaklı iken, disiplin hapsinde ceza hukuku kurumlarının uygulanmayacağının düzenlendiği ve sınırsız dava zamanaşımı öngörüldüğü, buna yasal ve takdiri indirim hükümleri ile önödeme ve uzlaşma kurumunun da dâhil olduğu, bu durumun ise Anayasa'nın 10. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

İtiraz konusu kuralda, disiplin hapsi cezası, kısmî bir düzeni korumak amacıyla yaptırım altına alınmış olan fiil dolayısıyla verilen, seçenek yaptırımlara çevrilemeyen, önödeme uygulanamayan, tekerrüre esas olmayan, şartla salıverilme hükümleri uygulanamayan, ertelenemeyen ve adlî sicil kayıtlarına geçirilmeyen hapis olarak tanımlanmıştır.

Anayasa'nın 10. maddesinin birinci fıkrasında herkesin, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğu belirtilmiştir.

Anayasa'nın 10. maddesinde yer verilen eşitlik ilkesi ile eylemli değil, hukuksal eşitlik öngörülmektedir. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalarca aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak ve kişilere yasalar karşısında ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır. Durum ve konumlardaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları gerekli kılabilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa'nın öngördüğü eşitlik ilkesi çiğnenmiş olmaz. Nitelikleri ve durumları özdeş olanlar için yasalarla değişik kurallar konulamaz.

Öte yandan, Anayasa'nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devleti olduğu belirtilmiştir.

Hukuk Devletinde hangi eylemlerin suç sayılacağı ve bu suçları işleyenlere ne tür ve miktarda ceza verileceği yasakoyucunun belirleyeceği bir alandır. İnfaz hukukunun maddi ceza hukukunu tamamladığı ve onun ayrılmaz parçası olduğu gözetildiğinde, hangi cezaların ertelenip ertelenmeyeceğinin, seçenek yaptırımlara çevrilip çevrilemeyeceğinin, önödeme uygulanıp uygulanmayacağının, tekerrüre esas olup olmayacağının, şartla salıverilme hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının veya adli sicil kayıtlarına geçirilip geçirilmeyeceği konusunun Anayasa'ya ve Ceza Hukukunun genel ilkelerine aykırı olmamak koşuluyla yasakoyucunun takdir yetkisi içinde olduğunun kabulü gerekir.

Buna göre cezanın ertelenmesi, seçenek yaptırımlara çevrilebilmesi, önödeme uygulanabilmesi ya da şartla salıverilme hükümlerinin uygulanması, mahkûm için bir hak değildir. Ertelemenin hükümlü için yasal bir hak olmayıp, bir lütuf ve atıfet, toplum bakımından da yararlı bir uygulama olduğu kabul edilmektedir. Ancak, suçun ağırlığı genellikle toplumdaki olumsuz sonuçları ile yarattığı endişe ve huzursuzlukla orantılı bulunduğuna göre, suçu, cezayı ve ertelemeyi takdir ve tayin etmek yasama meclisinin yetkisinde olup, toplumda değişen koşullar gözetildiğinde, sınırlarının genişletilmesi ve cezalarının artırılıp erteleme dışı bırakılması da doğaldır. Bu nedenle, cezası erteleme dışı bırakılan suçlarla diğerlerinin doğurduğu sonuçların aynı olduğu kabul edilemeyeceği gibi, onlara verilen cezalarla korunmak istenen hukuki yararın da farklı olduğu açıktır.

İtiraza konu yasa kuralı ile disiplin hapsi gerektiren eylemleri işleyenler arasında herhangi bir ayırım yapılmaması ve suç olduğu kabul edilen eylemleri işleyenlerin aynı durumda bulunmamaları nedenleriyle, disiplin hapsi cezası için genel kurallardan ayrı olarak farklı özelliklerin öngörülmesi Anayasa'nın eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmaz.

Açıklanan nedenlerle itirazın reddi gerekir.

2 - İcra ve İflas Kanunu'nun 5358 sayılı Yasa'nın 7. Maddesiyle Değiştirilen 337. Maddesinin Birinci Fıkrasının İncelenmesi

Başvuru kararlarında, borçludan alacağını rızasıyla alamayan alacaklının Devlet kurumlarının yardımıyla alacağını zorla tahsil etme olanağına sahip olduğu, cebri icranın dışında borçlunun ayrıca hapisle cezalandırılmasının evrensel hukuk kuralları ile bağdaşmayacağı, özel hukuktan doğan alacaklarda tarafların birbirlerinin ödeme gücünü bilebilecek durumda oldukları ve basiretli tacir öngörüsüyle hareket etmeleri gerektiği, Avrupa Birliği ülkelerine gönderilen ve hapis cezasını içeren icra ve ödeme emirleri ile ilgili adli yardımlaşma taleplerinin kendi hukuklarında benzer suç bulunmaması nedeniyle kabul görmediği, mal beyanında bulunmama suçunu işleyen kimselere disiplin hapsi cezası verilerek seçenek yaptırımlardan yararlandırılmadıkları, bu durumun eşitsizliğe yol açtığı, yeni Ceza Muhakemesi Kanunu'nda şahsi davaya yer verilmediği ve şahsi davaların kamu davasına dönüştürüldüğü, bu nedenle İcra ve İflas Kanunu'na göre açılacak davaların da Cumhuriyet Savcılığı tarafından açılması gerektiği, mal beyanında bulunmama nedeniyle İcra ve İflas Kanunu'nda iki ayrı özgürlüğü bağlayıcı ceza öngörüldüğü, farklı uygulamaların eşitsizlik doğurduğu, bu nedenlerle de kuralın Anayasa'nın 2., 10., 11., 13., 38. ve 138. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

İtiraz konusu kuralda, müddeti içinde beyanda bulunmak üzere mazereti olmaksızın icra dairesine gelmeyen veya yazılı beyanda bulunmayan borçlunun, alacaklının şikâyeti üzerine on gün disiplin hapsi ile cezalandırılacağı, alacaklının alacağını karşılayacak miktarda malın haczedilmesi veya borcun ödenmesi halinde, bu cezanın düşeceği öngörülmüştür.

Öte yandan, İcra ve İflas Kanunu'nun 51 sayılı Yasa ile değiştirilen 76. maddesinde mal beyanında bulunmayan borçlunun, alacaklının talebi üzerine beyanda bulununcaya kadar icra mahkemesi hâkimi tarafından bir defaya mahsus olmak üzere hapisle tazyik olunacağı, ancak bu hapsin üç ayı geçemeyeceği belirtilmiştir.

Anayasa'nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devleti olduğu belirtilmiştir.

Hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde Anayasa ve yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri bulunduğu bilincinde olan devlettir.

İcra ve İflas Kanunu'nun 337. maddesinin birinci fıkrasında ve 76. maddesinde borçlunun özgürlüğü bağlayıcı ceza ile cezalandırılmasını gerektiren eylem, mal beyanında bulunmama eylemidir. Yukarıda belirtildiği gibi hukuk devleti ve ceza hukuku ilkeleri gereği kişi aynı eylem nedeniyle birden fazla yargılanmaz ve cezalandırılmaz. İtiraz konusu kural uyarınca, müddeti içinde mazereti olmaksızın icra dairesine gelmeyen veya yazılı olarak mal beyanında bulunmayan kimse disiplin hapsi cezası ile cezalandırılmasının yanı sıra, İcra ve İflas Kanunu'nun 76. maddesine göre de mal beyanında bulunmama eylemi nedeniyle tazyik hapsi cezası ile cezalandırılabilecektir. Böyle bir olasılığın varlığı İcra ve İflas Kanunu'nun 337. maddesinde öngörülen disiplin hapsi cezasını, Anayasa'nın hukuk devleti ilkesinin düzenlendiği 2. maddesine aykırı hale getirmektedir.

Bu nedenle, 337. maddenin birinci fıkrası Anayasa'nın 2. maddesine aykırıdır. İptali gerekir.

Kural iptal edildiğinden Anayasa'nın 10. ve 38. maddeleri yönünden ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.

Kuralın Anayasa'nın 11., 13. ve 138. maddeleri ile ilgisi bulunmamaktadır.

3 - İcra ve İflas Kanunu'nun 5358 sayılı Yasa'nın 18. Maddesiyle Değiştirilen 346. Maddesinin Başlığının ve Birinci Fıkrasının İncelenmesi

Başvuru kararında, disiplin suçları ve disiplin suçu dışındaki suçlar hakkında ceza verip uygulayacak makamların farklı öngörüldüğü, idari yaptırımların nitelikleri ve amaçları yönünden kamusal cezalardan farklı olduğu, idari yaptırımların bizzat idari organlar tarafından verilmesi gerektiği, kamu cezalarının toplum düzenini bozan ağır ihlallerin karşılığı olarak getirildiği, disiplin cezasının bir ceza hukuku normu olmadığı, asliye ceza mahkemesi sıfatı ile icra ceza mahkemeleri tarafından verilmesinin eşitlik ilkesine uymadığı, bu nedenle Anayasa'nın 2. ve 10. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

İtiraz konusu maddenin birinci fıkrasına göre, İcra ve İflas Kanunu'nda öngörülen disiplin veya tazyik hapsine icra mahkemesi karar verecektir. Yasakoyucu, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 2. maddesi ile disiplin hapsi cezası adı altında bir ceza yaptırımı getirmiş ve İcra ve İflas Kanunu uyarınca verilen disiplin ve tazyik hapsi cezalarının da icra mahkemeleri tarafından verilmesini öngörmüştür.

Anayasa'ya ve hukukun temel ilkelerine aykırı olmamak koşuluyla toplum düzeninde yaptırım altına alınması gereken eylemlerin hangisinin idari, hangisinin ceza yaptırımına bağlı tutulacağı yasakoyucunun takdir alanı içindedir. İcra ceza mahkemesince uygulanan yaptırımlar idari nitelikte olmayıp, yargısal işlemlerdir. Dolayısıyla bunların hangi yargı merciince verileceği yukarıdaki sınırlamalar içinde yasakoyucunun takdir alanı içindedir.

Disiplin veya tazyik hapsi cezalarının mahiyeti itibarıyla idari bir ceza olmadığı açık olduğundan eşitlik karşılaştırılması yapılamaz.

Bu nedenle, Kural Anayasa'nın 2. ve 10. maddelerine aykırı değildir.

İptal isteminin reddi gerekir.

4 - İcra ve İflas Kanunu'nun 349. Maddesinin Birinci Fıkrasının ve Beşinci Fıkrasının İkinci Tümcesinin İncelenmesi

Başvuru kararında, 349. maddenin birinci fıkrası ile kişisel dava öngörüldüğü, oysa 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nda şahsi davaya yer verilmediği, 5230 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun'un 9. maddesi ile diğer kanunlardaki şahsi davaların kamu davasına dönüştürüldüğü, kamu davasının sadece Cumhuriyet savcısı tarafından açılabileceği, suçun tespit edilmesi ve ceza verilmesi yetkisinin Devlete ait olduğu, farklı uygulamaların eşitsizlik oluşturacağı, sanık gelmese bile duruşma yapılmasının adil yargılanma hakkının ihlali anlamına geldiği, bu nedenle öngörülen düzenlemenin Anayasa'nın 10., 36. ve 38. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

İcra ve İflas Kanunu'nun 349. maddesinin birinci fıkrasında, icra mahkemesine şikâyetin dilekçe ile veya şifahi beyanla yapılacağı, dilekçeyi veya dava beyanını alan icra mahkemesinin duruşma için hemen bir gün tayin edip şikâyetçinin imzasını alacağı ve sanığa celpname gönderileceği, tanık gösterilmişse onun da celp edileceği kurala bağlanmıştır.

Anayasa Mahkemesi'nin eşitlik ilkesi ile ilgili olarak verdiği birçok kararda belirtildiği üzere, aynı durumda olanlara aynı kuralların uygulanması halinde eşitlik ilkesine aykırılıktan söz edilemez. İcra ve İflas Kanunu'nda belirtilen suçları işleyenler ile başka yasalarda belirtilen suçları işleyenler eylemlerinin farklılığı nedeniyle aynı durumda değildirler. Bundan dolayı yasakoyucunun İcra ve İflas Kanunu'nda bazı suçlar için farklı usul getirmesi, Anayasa'nın eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmaz.

Öte yandan, itiraz konusu kural ile dilekçeyi alan mahkemenin duruşma için hemen gün tayin edip şikâyetçinin imzasını alması, sanığa celpname göndermesi ve tanık gösterilmiş ise onun da mahkemeye getirilmesi yasakoyucunun takdirinde olan usul kuralları olup Anayasa'ya aykırı bir yönü bulunmamaktadır.

Başvuran Mahkeme, maddenin beşinci fıkrasının son tümcesi olan "Bu suretle de bulundurulamazsa muhakeme gıyabında görülür" biçimindeki kuralın da Anayasa'ya aykırı olduğunu ileri sürmüştür.

İcra ve İflas Kanunu'nun 349. maddesinde, şikâyetçi ile sanığın mahkeme tarafından belirlenen gün ve saatte mahkemeye gelmek veya vekil göndermek zorunda oldukları, hâkimin gerektiğinde tarafların bizzat hazır olmasını isteyebileceği, sanığın başka yerde ikamet etmesi durumunda istinabe yoluyla sorguya çekileceği, sanığın, şikâyeti alanın veya istinabe edilenin hâkim huzuruna gelmemesi veya müdafi göndermemesi durumunda ve gerekli görülmesi halinde zabıta aracılığı ile getirileceği belirtilmiştir.

Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu vurgulanmıştır.

Savunma hakkı adil yargılanmanın esaslı unsurlarındandır. Yargının temel görevi ve yargılama süreci sonucunda beklenen sonuç adaletin sağlanmasıdır. Bu sonuç, haklı ve haksızın ayırt edilmesi, sakat işlemin ortadan kaldırılması, uğranılan zararın giderimi veya sanığın cezalandırılması şekillerinde ortaya çıkabilir. Usulüne uygun biçimde yapılan tebligata karşın, kendini savunmak için mahkemeye gelmeyen kişinin savunma hakkından vazgeçtiğinin kabulü gerekeceği gibi, duruşmaya fiilen gelmemek  suretiyle yargılamanın devamının ve beklenen adalet ve yargısal sonucun elde edilmesine mani olunmaması gerektiği de hukuk devleti ilkelerindendir.

İtiraz konusu kural, yargılamanın sanığın gıyabında görülmesini çeşitli koşullara bağlamıştır. Öncelikle, sanığa celpname gönderilmesi, tanık gösterilmiş ise onun da mahkemeye getirilmesi gerekmektedir. Yasa her iki tarafın da belirlenen gün ve saatte mahkemeye gelmelerini zorunlu tutmuş, İcra Mahkemesine tarafların vekil aracılığı ile değil, bizzat hazır bulunmalarını da isteyebilme yetkisi vermiş, sanığın başka bir yerde ikamet etmesi halinde de istinabe yolu ile sorguya çekilmesini öngörmüştür. Sanık bildirimlere karşın icra mahkemesinin huzuruna gelmez veya müdafi göndermez ise mahkeme zabıta aracılığı ile de sanığı getirtebilecektir. Yargılamanın sanığın yokluğunda görülmesi tüm bu aşamalardan geçildikten sonra gerçekleştirilebilecektir. Sanığın usulüne uygun olarak yapılan bildirimlere karşın mahkemeye gelmemesi veya avukat göndermemesi, duruşmada hazır bulunma hakkından vazgeçtiği anlamına gelir. Bu nedenle, itiraz konusu kural Anayasa'ya aykırı görülmemiştir.

Kural, Anayasa'nın 10. ve 36. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

Kuralın Anayasa'nın 38. maddesi ile ilgisi görülmemiştir.

B - İptal Kararının Yürürlüğe Gireceği Gün Sorunu

Anayasa'nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasında, "Kanun, kanun hükmünde kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmî Gazetede yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez" denilmekte, Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 53. maddesinin dördüncü fıkrasında da bu kural tekrarlanmaktadır. Maddenin beşinci fıkrasında ise Anayasa Mahkemesi'nin, iptal halinde meydana gelecek hukuksal boşluğu kamu düzenini tehdit veya kamu yararını ihlâl edici mahiyette görmesi halinde yukarıdaki fıkra hükmünü uygulayacağı belirtilmiştir.

İcra ve İflas Kanunu'nun 31.5.2005 günlü, 5358 sayılı Yasa ile değiştirilen 337. maddesinin birinci fıkrasının iptaline karar verilmesinin doğuracağı hukuksal boşluk, kamu yararını ihlal edici nitelikte olduğundan gerekli düzenlemelerin yapılması amacıyla iptal kararının, Resmî Gazete'de yayımlanmasından başlayarak bir yıl sonra yürürlüğe girmesi uygun görülmüştür.

VII - SONUÇ

A- 4.12.2004 günlü, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (L) bendinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE,

B- 9.6.1932 günlü, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun;

1- 31.5.2005 günlü, 5358 sayılı İcra ve İflas Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 7. maddesiyle değiştirilen 337. maddesinin birinci fıkrasının Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE,

2- 5358 sayılı Yasa'nın 18. maddesiyle değiştirilen 346. maddesinin, başlığının ve birinci fıkrasının Anayasa'ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE,

3-  349. maddesinin birinci fıkrasının ve beşinci fıkrasının ikinci tümcesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE,

C- İptal edilen fıkranın doğuracağı hukuksal boşluk kamu yararını ihlal edici nitelikte görüldüğünden, Anayasa'nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 2949 sayılı Yasa'nın 53. maddesinin dördüncü ve beşinci fıkraları gereğince iptal hükmünün, KARARIN RESMÎ GAZETEDE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK BİR YIL SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE,

28.2.2008 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
#534
Merhabalar. Konuyla ilgili Türk Ceza Kanunu'ndaki hükümler aşağıdadır:

   Yalan tanıklık
    Madde 272 - (1) Hukuka aykırı bir fiil nedeniyle başlatılan bir soruşturma kapsamında tanık dinlemeye yetkili kişi veya kurul önünde gerçeğe aykırı olarak tanıklık yapan kimseye, dört aydan bir yıla kadar hapis cezası verilir.
   (2) Mahkeme huzurunda ya da yemin ettirerek tanık dinlemeye kanunen yetkili kişi veya kurul önünde gerçeğe aykırı olarak tanıklık yapan kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir.
   (3) Üç yıldan fazla hapis cezasını gerektiren bir suçun soruşturma veya kovuşturması kapsamında yalan tanıklık yapan kişi hakkında iki yıldan dört yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
   (4) Aleyhine tanıklıkta bulunulan kişi ile ilgili olarak gözaltına alma ve tutuklama dışında başka bir koruma tedbiri uygulanmışsa, yüklenen fiili işlemediğinden dolayı hakkında beraat kararı veya kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş olması koşuluyla, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.
   (5) Aleyhine tanıklıkta bulunulan kişinin gözaltına alınması veya tutuklanması halinde; yüklenen fiili işlemediğinden dolayı hakkında beraat kararı veya kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş olması koşuluyla; yalan tanıklık yapan kişi, ayrıca kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçuna ilişkin hükümlere göre dolaylı fail olarak sorumlu tutulur.
   (6) Aleyhine tanıklıkta bulunulan kimsenin ağırlaştırılmış müebbet hapis veya müebbet hapis cezasına mahkûmiyeti halinde, yirmi yıldan otuz yıla kadar hapis cezasına; süreli hapis cezasına mahkûmiyeti halinde, mahkûm olunan cezanın üçte ikisi kadar hapis cezasına hükmolunur.
   (7) Aleyhine tanıklıkta bulunulan kimsenin mahkûm olduğu hapis cezasının infazına başlanmış ise, altıncı fıkraya göre verilecek ceza yarısı kadar artırılır.
   (8] Aleyhine tanıklıkta bulunulan kişi hakkında hapis cezası dışında adlî veya idari bir yaptırım uygulanmışsa; yalan tanıklıkta bulunan kişi, üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

   Şahsi cezasızlık veya cezanın azaltılmasını gerektiren sebepler
   Madde 273- (1) Kişinin;
   a) Kendisinin, üstsoy, altsoy, eş veya kardeşinin soruşturma ve kovuşturmaya uğramasına neden olabilecek bir hususla ilgili olarak yalan tanıklıkta bulunması,
   b) Tanıklıktan çekinme hakkı olmasına rağmen, bu hakkı kendisine hatırlatılmadan gerçeğe aykırı olarak tanıklık yapması,
   Halinde, verilecek cezada indirim yapılabileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir.
   (2) Birinci fıkra hükmü, özel hukuk uyuşmazlıkları kapsamında yapılan yalan tanıklık hallerinde uygulanmaz.

   Etkin pişmanlık
   Madde 274- (1) Aleyhine tanıklık yapılan kişi hakkında bir hak kısıtlamasını veya yoksunluğunu sonuçlayacak nitelikte karar verilmeden veya hükümden önce gerçeğin söylenmesi halinde, cezaya hükmolunmaz.
   (2) Aleyhine tanıklık yapılan kişi hakkında bir hak kısıtlamasını veya yoksunluğunu sonuçlayacak nitelikte karar verildikten sonra ve fakat hükümden önce gerçeğin söylenmesi halinde, verilecek cezanın üçte ikisinden yarısına kadarı indirilebilir.
   (3) Aleyhine tanıklık yapılan kişi hakkında verilen mahkûmiyet kararı kesinleşmeden önce gerçeğin söylenmesi halinde, verilecek cezanın yarısından üçte birine kadarı indirilebilir.


Özetle ifade etmek gerekirse, Türk Ceza Kanunu'nun 274. maddesinin birinci fıkrasına göre "Aleyhine tanıklık yapılan kişi hakkında bir hak kısıtlamasını veya yoksunluğunu sonuçlayacak nitelikte karar verilmeden veya hükümden önce gerçeğin söylenmesi halinde, cezaya hükmolunmaz." Bu hüküm uyarınca şayet gerçeğe aykırı olan ilk ifadeniz neticesinde şüphelinin tutuklanmasına veya yurt dışı yasağı alması gibi bir hak kısıtlanmasına sebep olmadıysanız, hiç ceza almazsınız. Kolay gelsin...
#535
Alıntı Yapborçlu ve aynı çatı altında yaşayan aile bireyleri için lüzumlu eşya

Düzenleme gayet açık. Bu konuyla ilgili hukuk çevrelerinde de en küçük bir tartışma yok. Aslında eski düzenlemenin geçerli olduğu zamanda bile değişen şartlara göre borçlunun çamaşır makinası ve buzdolabı gibi eşyalarının pek lüzumlu eşya olarak kabul edilmesini savunan hukukçular vardı. Yeni düzenleme işin içine borçlunun ailesini de katıp bu durumu açıkça ortaya koydu.

Alıntı YapYusuf bey yani ev eşyasının eskiden haczedilmesinin ancak yeni kanunla değişik olarak haczedilememesinin tek farkı "pek" sözcüğünün çıkarılması ile ben anlayamıyorum bu kadar basit midir?

Yeni düzenlemede sadece "pek" kelimesi mi kanuna ilave edilmiştir? Okuduğunuzu dikkatli okumuyorsunuz. Sürdürdüğünüz tartışma bu forumun amacını da fazlasıyla aşıyor, bizden buraya kadar...
#536
Alıntı Yapyeni kanunda da yer alan ancak eski kanunda da "pek lüzumlu ev eşyası" ibaresi 82.maddenin 3.fıkrasında var
O zaman eskidende pek lüzumlu ev eşyası denilirken tüm ev eşyaları haczolunurken şimdi yapılan değişiklikle ne değişti?

Şu değişti: Maddeye "borçlu ve aynı çatı altında yaşayan aile bireyleri için lüzumlu eşya" ibaresi eklendi. Eski uygulamada "pek lüzumlu ev eşyası" sadece borçlu içindi ve bir eşyanın haczedilememesi için de sadece lüzumlu olması yetmiyordu, "pek lüzumlu" olması gerekiyordu. Konuyu hala anlayamadıysanız, elinize İcra ve İflas Kanunu ile ilgili bir kitap alıp ilgili bölümü uzun uzun okumaya başlayacaksınız; başka yolu yok :) Kolay gelsin...
#537
Merhabalar. Elinizdeki tapunun çatı katına ait olduğuna emin misiniz? Mevcut durumda öncelikle taşınmazın plan ve projesinin incelenmesi gerekiyor. Altı nolu bağımsız bölüm her halu karda size ait; ancak bu bağımsız bölümün taşınmazın kaçıncı katında olduğunu ve konumunu tespit etmek lazım. Tapunuzla birlikte belediyeye giderseniz size yardımcı olurlar. Öncelikle durumu tespit edin ve böylelikle varsa zararınızı net bir şekilde ortaya çıkartın, bu aşamadan sonra hukuken yapılabilecekler hususunda size yardımcı olmaya çalışırım inşallah. Kolay gelsin...
#538
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 28.09.2011 tarihli, 2011/2-44 E. ve 2011/566 K. sayılı kararında (kararın tam metni aşağıdadır) bu konuya değinilmiştir: "TMK'nun 194. maddesine göre, "Aile konutu üzerinde hak sahibi olmayan esin talebi üzerine tapu kaydına aile konutu şerhinin verilmesi de TMK'nun 1009. maddesi kapsamında değerlendirilmelidir. - Tapu kaydına aile konutu şerhinin verilmesi Tapu Sicil Müdürlüğü'nden istenir. Taşınmazın maliki olmayan eşin şerhin verilmesini talep edebilmesi için bir mahkeme kararına veya hak sahibi eşin söz konusu işleme izin vermesine gerek yoktur. Zira TMK'nun 194/3. maddesinin açık hükmü ile taşınmazın maliki olmayan eşe bu hak tanınmıştır.-"

Türk aile yapısının sosyo ekonomik ve eğitim durumu incelendiğinde, aile içinde kadınlar ekonomik açıdan kocalarına bağımlı olduklarından, hiçbir maddî güvenceleri de bulunmadığından, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 194. maddesi ile aile konutuna özel bir koruma getirilmiştir. Bu maddeye göre mahkeme kararı olmaksızın, eşlerden her biri kendi mülkiyetinde olmayan aile konutuna, "devredilememesine ilişkin" aile konut şerhi konulmasını talep edebilecektir. Yukarıda atıf yapılan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun kararı da bu istikamettedir.

Buna karşın Danıştay Onuncu Dairesi'nin 2010/11873 E. sayılı dosyada 13 Haziran 2011 tarihli ara kararıyla, TMK 194. maddesinin uygulanmasına dair Tapu Sicil Tüzüğü'nün 57. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendi ile 2002/7 sayılı genelgenin "Aile Konutu Şerhi" başlıklı bölümünün 1. maddesinin yürütmesini durdurmuştur; böylece Danıştay, tapu dairelerinden mahkeme kararı olmaksızın aile konut şerhinin tapu kütüğüne işlenmesinin talep edilmesinin önüne geçmiştir.

Danıştay yürütmeyi durdurma kararının gerekçesinde 4721 sayılı yasanın 1008. maddesinde şerhlerin de tescil edilecek işlemler arasında olduğunu, tescil için mahkeme kararı gerektiğini o halde kanun hükmü uyarınca şerh düşülebilmesi için mahkeme kararının gerektiğini sebep göstermiştir.

Danıştay, öncelikle maddeye bakarken açıkça maddi hata yapmıştır. Çünkü; 1008. maddesi kapsamında tescil edilecekler arasında şerhler yoktur. Maddi hatanın dışında esasa ilişkin en önemli hata ise yürütmenin durdurulması neticesinde tapulara gönderilen genelge ile TMK madde 194. maddesinin yok sayılmış "açık rızanın aranması ilkesi"nin unutulmuş olmasıdır. Şu hali ile yönetmeliğin ilgili maddesi iptal edilmiş olsa dahi TMK 194 uyarınca tapularda her gayrimenkul devrinde varsa eşin açık rızasının alınması mecburiyeti asıldır. Diğer yönden yürütmenin durdurulması kararı verilmesi İYUK madde 27 uyarınca telafisi güç veya imkansız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartları birlikte gerçekleşmemiştir.

Kararın ve sonuçlarının belki de en ilginç yönü, bu kararın verilmesine yol açan davada davacının, mahkeme kararı olmaksızın aile konut şerhi verilmemesini değil, tam aksine, mahkeme kararı olmaksızın aile konut şerhi verilirken "eşlerin birlikte yaşadığına dair belgenin istenmemesi gerektiğini" bu nedenle bu belgenin istenmesine ilişkin düzenleme yapan ilgili genelge ve tüzüğün ilgili maddelerinin iptalini gerektiğini ileri sürmesi olmuştur. Özetle davacının amacı, tapuda aile konut şerhi işlenmesini talep eden malik olmayan eşi daha da iyi şartlara kavuşturmaktır. Ancak Danıştay'ın bu kararı ile davacının talebinin tam tersi bir sonuç ortaya çıkmıştır.

Tapu Sicil Genel Müdürlüğü, Danıştay'ın verdiği yürütmeyi durdurma kararı neticesinde, tüm tapu dairelerine bir genelge göndermiş, bu genelge ile mahkeme kararı olmaksızın yürütme durdurma kararı verilen dosya karara çıkana kadar tüzüğün ilgili maddesi uyarınca aile konut şerhinin beyanla belirtilen belgeler eşliğinde konulması uygulamasını durdurmuştur. Yürütmenin durdurulması kararının verilmesi her ne kadar gecikmeksizin uygulanması gerekirse de yürütmeyi durdurma kararı sonucu, Tapu Müdürlüğü'nün mahkeme kararı olmaksızın aile konut şerhi konulamayacağına dair genelgesi, bu süreçte telafisi imkansız pek çok zarara sebebiyet vermektedir. Konunun bir an evvel açıklığa kavuşturulması ve yaşanan ve yaşanabilecek olan mağduriyetlerin önüne geçilmesi gerekmektedir.

http://www.istanbulbarosu.org.tr/Detail.asp?CatID=1&SubCatID=1&ID=7233


T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas : 2011/2-447
Karar : 2011/556
Tarih : 28.09.2011

DAVA VE KARAR:
Taraflar arasındaki "tapu kütüğüne aile konutu şerhi konulması" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kayseri 3.Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 29.01.2009 gün ve 2007/1130 E., 2009/67 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2.Hukuk Dairesinin 19.11.2009 gün ve 2009/6998-20165 sayılı ilamı ile; ("...Aile konutu eşlerin bütün yaşam faaliyetlerini gerçekleştirdiği, yaşantısına buna göre yön verdiği, acı ve tatlı günleri içinde yaşadığı, anılarla dolu bir alandır. Toplanan delillerden, tarafların yurtdışında yaşadıkları, senede bir ay izne geldiklerinde 10-15 gün dava konusu taşınmazda kaldıkları, bunun haricinde taşınmazda davalının ailesinin oturduğu belirlenmiştir. Dava konusu taşınmazın açıklanan ilkeler çerçevesinde aile konutu olmadığı anlaşılmaktadır. Davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru bulunmamıştır...") gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI: Davacı vekili, tarafların ortak çalışmaları sonucu alınan ancak davalı üzerine kayıtlı bulunan taşınmazın davalı tarafından satılma veya başkasına devredilme ihtimaline binaen tapu kaydı üzerine aile konutu şerhi konulmasını talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, dava konusu taşınmazın aile konutu olmadığını, tarafların yıllardır yurt dışında yaşadıklarını, sadece izine geldiklerinde on günlüğüne davaya konu evde oturduklarını hatta davacının vatandaşlıktan çıktığını, davacının amacının dava konusu evde yaşayan davalının anne babasını tahliye etmek ve davalıyı ailesinin gözünde küçük düşürmek olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur. Yerel mahkemece, dava konusu taşınmazın aile konutu olduğu kanaatine varılarak davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar, Özel Dairece yukarıda yazılı gerekçe ile bozulmuş; yerel mahkemece, önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; tapu siciline "aile konutu" şerhi konulması istenen taşınmazın, "aile konutu" niteliğinde olup olmadığı noktasındadır. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle, "aile konutu" kavramı üzerinde durmakta yarar vardır. "Aile konutu" bir hukuki kurum ve kavram olarak 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK) ile hukuk hayatımıza girmiştir. 4721 sayılı TMK'nun 194. maddesi, 4722 sayılı Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Sekli Hakkında Kanun'un 9. maddesinin son fıkrası gereğince, bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce kurulmuş olan evlilikler hakkında da geçerlidir. Bu sebeple 194. madde Türk Medeni Kanunu'nun yürürlüğe girmesiyle derhal uygulanma niteliğini kazanmıştır. 4721 sayılı TMK'nun "Aile Konutu" başlıklı 194.maddesinde: "Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz. Rızayı sağlayamayan veya haklı bir sebep olmadan kendisine rıza verilmeyen eş, hakimin müdahalesini isteyebilir. Aile konutu olarak özgülenen taşınmaz malın maliki olmayan eş, tapu kütüğüne konutla ilgili gerekli şerhin verilmesini isteyebilir. Aile konutu eşlerden biri tarafından kira ile sağlanmışsa, sözleşmenin tarafı olmayan eş, kiralayana yapacağı bildirimle sözleşmenin tarafı haline gelir ve bildirimde bulunan eş diğeri ile müteselsilen sorumlu olur." denilmekte; aile konutunun tanımı ise madde metninde yer almamaktadır. Bu tanıma anılan maddenin gerekçesinde yer verilmiş; aile konutu "eşlerin bütün yaşam faaliyetlerini gerçekleştirdiği, yaşantısına buna göre yön verdiği, acı ve tatlı günleri içinde yaşadığı anılarla dolu bir alan" olarak tanımlanmıştır. Şu hale göre, aile konutu kavramı; aile ve konut olmak üzere iki unsurdan oluşmaktadır. Aile kavramı, mahiyeti ve yapısı zamanla değişen, çevresi genişleyip daralan bir hukukî kurumdur. Çeşitli zamanlarda ve değişik toplumlarda "aile" terimi ile ifade edilmek istenilen şey; daima birbirinden farklı olmuştur. Çünkü ailenin çeşitli tipleri ve her çağın, her milletin kendine özgü bir aile kavramı vardır. Ailenin temelini evlenme teşkil eder. TMK'nun 186 maddesinin 1. fıkrasına göre "Evlenme ile eşler arasında evlilik birliği kurulmuş olur." Türk Medeni Kanunu evliliği resmî sekil şartına (nikah) bağlamıştır (TMK 141,142.maddeleri). Konut, sözlük anlamı olarak "insanların içinde yaşadığı ve barındığı yapı, ev" veya "mesken, oturulan yer" olarak tanımlanmıştır. Konut, insanların kötü hava şartlarından, düşmanlarından, tehlikelerden korunduğu, dinlendiği, özel hayatını sürdürdüğü az veya çok kapalı ve güvenlikli barınaklardır. Kişinin barınmasına elverişli olan sürekli olmasa da, yerleşme amacıyla kullanılan taşınır veya taşınmaz bölümler de konut olarak nitelendirilebilir. Örneğin bir evin odası, otel odası, karavan, kulübe, gemi kamarası ve bunun gibi yerler de konut kavramı içinde değerlendirilebilir. Öğretide aile konutu, "Resmen evli olan karı kocanın birlikte yasadıkları konut", "Eşlerin beraberce seçmiş oldukları ve varsa çocukları ile birlikte eylemli olarak içinde yaşadıkları ortak konut" , "Ailenin yaşam merkezi sayılan mekan", "Eşlerin iradelerine uygun olarak birlikte yaşamalarına hizmet eden oturma yeri" şeklinde tanımlanmaktadır. Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü tarafından 1.6.2002 tarihinde çıkartılan 2002/7 No'lu Genelgede aile konutu, "eşlerin bütün yaşam faaliyetleri gerçekleştirdikleri mesken" olarak tanımlanmıştır. Bir yerin aile konutu sayılabilmesi için eşlerin aile konutunu beraberce seçmeleri ve burada ortak bir yaşam merkezi oluşturmaları; aile konutunun aile hayatı için merkezileştirilmesi; aile konutunun kullanımının hukuka uygun olması ve nihayet eşlerin bir yeri aile konutu haline getirmeye yönelik iradelerinin üçüncü kişiler tarafından da anlaşılabilir olmasıdır; yani, konutun üçüncü kişilerce de ailenin yaşadığı konut sayılmasıdır. Aile konutu tek bir konuttur. Eşlerden birinin meslekî faaliyeti veya çocukların sağlık veya eğitim durumu sebebiyle ailenin yaşam faaliyeti yılın belirli dönemlerinde farklı konutlarda odaklanıyorsa ailenin yaşam faaliyetinin yoğunlaştığı konut aile konutu sayılmalıdır. Aile konutu, ailenin barınma ihtiyacını karşılayan ve eşlerin yaşam merkezi olan konuttur. Aile konutu ailenin barınma ihtiyacını karşılamasının yanı sıra, aile hayatının önemli bir bölümünün geçirildiği alan olarak aile fertleri bakımından manevi bir değere de sahiptir. Aile, acı ve tatlı günlerini bu konutta yaşar, komşularla, çevreyle ilişkiler kurar, eşler uzun yıllar birlikte yaşadıkları bu konutu yerleşim yeri ve haberleşme adresi olarak gösterirler. Aile konutu anılarla dolu fizikî bir mekan olmanın ötesinde aile için önemli bir mal varlığı değeridir. Ailelerin sosyal ve ekonomik hayatı için son derece önemli bir yere sahip olan aile konutu, eşlerin mutlulukları ve çocukların geleceği için adeta bir güvence olarak görülmektedir Türk aile yapısının sosyal ekonomik ve eğitim durumu incelendiğinde, aile içinde kadınların ekonomik açıdan kocalarına bağımlı oldukları, hiçbir maddî güvencelerinin bulunmadığı, bu sebeple evlilik birliği herhangi bir şekilde sona erdiğinde ekonomik değerlerini kaybetme tehlikesi içinde bulundukları, kocanın, kendi üstüne kayıtlı olan konutu başkalarına devrederek veya kira sözleşmesi ile edindiği konutta kiralayana sözleşmeyi feshettiğini bildirerek eşinin ve çocuklarının barınma hakkını ortadan kaldırdığı sıklıkla karşılaşıldığından 4721 sayılı TMK'da aile konutuna özel bir koruma getirilmiştir. Aile hayatı için bu denli öneme sahip olan aile konutunu, mülkiyet hakkına sahip olan eşin diğer eşin rızası olmadan devretmesi veya bir hakla sınırlandırması; kira sözleşmesi ile sağlanmış bir aile konutu söz konusuysa, sözleşmenin tarafı olan eşin diğer eşin rızası olmadan bu sözleşmeyi feshetmesi, ailenin mutluluğu ve geleceğine önemli ölçüde zarar verir. Bu sebeple aile konutu ile ilgili olarak özel koruma hükümleri getirilmiş, aile konutu üzerinde hak sahibi olan eşin tasarrufları diğer eşin rızasına bağlanmış veya evliliğin ölüm sebebiyle son bulması halinde diğer eşe kanunî alım (iştira) hakkı veya intifa hakkı tanınmıştır. Türkiye'nin de taraf olduğu "Kadınlara Karsı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi'nde kadınların ikametgah seçme konusunda erkekler ile eşit haklara sahip oldukları hükme bağlanmıştır (Convention on Elimination of all Forms of Discrimination against Women- C.E.D.A.W. 15/4.maddesi). Bu anlayışa uygun olarak 4721 sayılı TMK'nun 186. maddesinde "eşler oturacakları konutu birlikte seçerler." düzenlemesi yapılmış; ailenin fiilen yaşayacağı maddî alanı oluşturan konutun seçimi eşlerin ortak iradesine bırakılmıştır. Aile konutu seçimi her iki eşin katılımıyla yapılabileceği gibi, eşlerin anlaşarak bu yetkiyi içlerinden birine vermeleriyle ya da eşlerden birinin seçtiği konutu diğer eşin kabul etmesiyle de gerçekleşebilir. Eşler konutun seçiminde anlaşamazlarsa, TMK'nun 195/1. maddesi uyarınca ayrı ayrı veya birlikte hâkimin müdahalesini talep edebilirler. Evlilik, eşlere birlikte yaşama yükümlülüğü getirmektedir. TMK'nun 186/1. maddesinde 'eşlerin oturacakları konut', TMK'nun 194. maddesinde ise 'aile konutu' düzenlenmektedir. Çoğu olayda, eslerin birlikte seçtikleri konut aile konutudur. Bunun yanı sıra, eslerin ikametgâhlarını aynı yerde seçmeleri o yerin aile konutu olduğu yönünde emare teşkil eder. Ancak eslerin iradeleri ile belirledikleri konutlar her zaman aile konutu değildir. Eslerin birlikte oturdukları birden fazla konut olsa bile, bunlardan sadece biri aile konutu sayılır ve TMK'nun 194.maddesindeki korumadan faydalanabilir. Çünkü, TMK'nun 194.maddesi ile, ailenin oturduğu veya kullandığı herhangi bir konutun değil aile için yaşam merkezi olan, kaybedildiğinde aile birliğinin maddî ve manevi yönden sarsılacağı, ailenin ve diğer eşin barınma hakkını kaybedeceği konutun korunması amaçlanmıştır. TMK'nun 193.maddesi ile, kanunda aksine hüküm bulunmadıkça, eşlerden her birinin diğeri ve üçüncü kişilerle her türlü hukukî işlemi yapabileceği hükme bağlanmıştır. TMK'nun 194.maddesi, bu hükmün en önemli istisnalarındandır. TMK'nun 194.maddesine göre, " Eşlerden biri diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz." Bu emredici bir hüküm olup eşler, aralarında yapacakları sözleşmelerle bu hükmü değiştiremez veya ortadan kaldıramazlar. TMK'nun 1009. maddesinde kanunlarda açıkça öngörülen diğer hakların tapu kütüğüne şerh edilebileceği düzenlenmiştir. Aile konutu üzerinde hak sahibi olmayan esin talebi üzerine tapu kaydına aile konutu şerhinin verilmesi de TMK'nun 1009.maddesi kapsamında değerlendirilmelidir. Aile konutuyla ilgili şerh verilmesini talep etme hakkı aile konutu olarak özgülenen taşınmazın maliki olmayan eşe tanınmıştır. Ancak, konut üzerinde hak sahibi olan eşle, hak sahibi olmayan eşin şerh verilmesini birlikte talep etmelerine de kanunî bir engel yoktur. Tapu kaydına aile konutu şerhinin verilmesi Tapu Sicil Müdürlüğü'nden istenir. Taşınmazın maliki olmayan eşin şerhin verilmesini talep edebilmesi için bir mahkeme kararına veya hak sahibi eşin söz konusu işleme izin vermesine gerek yoktur. Zira TMK'nun 194/3. maddesinin açık hükmü ile taşınmazın maliki olmayan eşe bu hak tanınmıştır. Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünün Tapu Sicil Müdürlüklerine gönderdiği 1.6.2002 tarih ve 2002/7 nolu Genelgesine göre, malik olmayan eşin talebi ile aile konutu şerhi işlenebilmesi için evlilik birliğinin resmen devam ettiğini kanıtlayan nüfus kayıt örneği ile eşlerin bu konutta birlikte yaşantılarını sürdürdüklerini kanıtlayan muhtarlıktan alınmış belgenin ibraz edilmesi zorunludur. Taşınmaz malın maliki olmayan eşin veya eşlerden her ikisinin talebi ile aile konutu şerhinin islenebilmesi için evlilik cüzdanının ve nüfus kayıt örneğinin ibrazı yeterlidir. Bu Genelgeye göre aile konutu şerhi eşlerden birinin tek taraflı talebi ile işlenmişse, TMK'nun 1019.maddesi gereğince diğer eşe işlemin sonucunun bildirilmesi gerekmektedir. Konutun aile konutu olup olmadığı hususunda taraflar arasında çekişmeli ise, şerhin verilmesi hâkimden istenebilir. Eldeki davada da davacı eş, dava konusu taşınmazın aile konutu olarak tapuya şerhini istemiştir. Kural olarak; bir konutun aile konutu olarak kabulü için devamlı kullanılması koşulu bulunmamaktadır.Yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde konutun tarafların bütün yaşam faaliyetlerini gerçekleştirdiği, yaşantısına buna göre yön verdiği, acı ve tatlı günleri içinde yaşadığı anılarla dolu bir alan olması yeterlidir. Bu bağlamda yurt dışında yaşayan bir ailenin Türkiye'ye geldiğinde kullandığı tek bir ev var ve bu yukarıda açıklanan niteliklere sahipse aile konutu olarak kabulü olanaklıdır. Ne var ki, somut olayın özelliği itibariyle dava konusu taşınmaz bu özelliği taşımamaktadır. Dosya kapsamından tarafların evlendikleri günden bu yana ve halen yurt dışında yaşadıkları, yapıldığı ilk günden itibaren bu konutta davalının anne ve babasının oturduğu, faturaların davalının babası tarafından ödendiği, davanın taraflarının bu konutta sadece izne geldikleri dönemde ve burada oturmakta olan ailelerini ziyaret amacıyla 10-15 gün kaldıkları, anlaşılmakla; başkasının kullanımına özgülenmiş bir konutun, aile konutu olarak, kabulüne olanak bulunmamaktadır. Bu nedenle aynı yöne işaret eden ve Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire Bozma kararına uyulmak gerekirken, yanılgılı gerekçe ile önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup; kararın bozulması gerekir.

SONUÇ:
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı ( BOZULMASINA ), yapılan ikinci görüşmede, oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY Taşınmaz kat mülkiyeti kütüğünde "konut" olarak davalı koca adına kayıtlıdır. Taraflar, yurtdışında çalışmakla birlikte her yıl Türkiye'ye izinli olarak geldiklerinde çocuklarıyla birlikte bu konutu kullanmaktadırlar ve konut, ortak yaşamı sürdürme ve oturma ihtiyacı için edinilmiştir. Tarafların Türkiye'de kalabilecekleri başka bir konutları bulunmamaktadır. Bu haliyle konut, tarafların Türkiye'deki yaşam faaliyetlerinin merkezi durumundadır. Davalının anne ve babasının köyde kendilerine ait kurulu bir evlerinin olduğu, taraflar yurdışındayken eve bakmak amacıyla bu konutta kaldıkları tanıklarca ifade edilmiştir. Bu durumda dava konusu konutun, taraflarca ortak yaşam için "aile konutu" olarak kullanılmak üzere özgülendiği kabul edilmelidir. Mahkemece Türk Medeni Kanununun 194/3.maddesi gereğince tapu kütüğüne konutla ilgili şerh verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı kanısındayım. Bu sebeple direnme kararının onanması gerektiği düşüncesiyle değerli çoğunluğun bozma görüşüne katılmıyorum.

KARŞI OY Dava hakkındaki bilgi ve belgelere bakıldığında, tarafların yurtdışında yaşamakta oldukları, bazı yasal haklara kavuşmak anlamında vatandaşlıktan çıkmalarına izin verildiği, ancak ülkeye gidip geldikleri, geldiklerinde kalacak bir konut hazırladıkları ve eşyanın eşlere ait olduğu, tatillerde burada kaldıkları, bu konutun eşlerden davalı adına tescilli olduğu, tatilin bir kısmını da sayfiye yerlerinde geçirdikleri, taraflar yurdışında iken evde davalının anne babasının kalmakta olduğu ve elektrik ve doğalgaz aboneliğinin baba adına olduğu ve davalının konutu satma girişimlerinde bulunduğu ve buna dayanarak da davacının "aile konutu" şerhi verilmesini talep ettiği anlaşılmaktadır. Yasal anlamda aile konutu verilebilmesi için tarafların evli olmaları, konutun eşlerden biri adına kayıtlı olması ve o konutta eşlerin yaşam faaliyetlerinin paylaşılıyor olması (eş ve aile anlamında) gerekli ve yeterlidir. Tarafların ülkeye gelmelerinde yaşam faaliyetlerinin burada geçiyor olduğu açıktır. Tatil beldelerine gitmeleri aile konutu vasıflarını bertaraf edemez. Davalının babasının konutta taraflar yokken kalıyor olması da aile konutu özelliğini kaldırmaz. Zira herkesce bilinmektadir ki, baba-atanın o konutta kalması salt ahlaki nedenlere dayalıdır. Aksi düşünce halinde taraflar konutta yokken davacının annesi ahlaki nedenlere dayalı olarak orada kalıyor olsa idi davalı buranın aile konutu olduğunu iddia edemeyecekmiydi? Dolayısıyla örften kaynaklanan kullanımlar eşin aile konutu şerh hakkını ortadan kaldıramaz. Diğer yandan eşlerin yaşam faaliyetlerinin geçtiği birden fazla aile konutlarının olabileceği unutulmamalıdır. Özellikle ekonomik ve kültürel gelişmeler karşısında birden fazla aile konutu olabilir. Bu anlamda yurt dışında oturan tarafların Türkiye'de aile konutları olmuştur. Bu nedenle davalı vekilinin tarafların Türkiye'ye dönmeyecekleri yönlü savunması esas alınamaz. Nitelik itibarıyla "aile konutu" şerhi kayıt lehtarı olmayan eşe mülkiyet hakkı vermemektedir. Şerhin amacı eşlerin birliği devam ettikçe konut üzerinde gerçekleşecek tasarrufun diğer eşin muvafakatına tabi kılmaktır. Bu aile ve eş olmanın getirdiği en doğal haklardan sayılmalıdır. Nitekim Kadınların İnsan Haklarının Korunması Hakkındaki Sözleşme (CEDAW) gereği ülkemizde bu haklar tartışılmış ve aile konutu düzenlemesi Medeni Kanun`da yerini almıştır. Kanunun amacı gözetilmelidir. Böyle olmadığı takdirde bu konutun aile konutu kabul edilmeyerek davalı tarafından satışına yol açılması kuşkusuz kadın aleyhine bir durumdur. Bu hukuk düzeninin amacı olmadığına göre davacının davası kabul edilmelidir.
#539


Van 4. Ağır Ceza Mahkemesi'nin molotofkokteyli ile yakalanan 2 sanığa "terör örgütüne silah sağlama" suçundan verdiği 12 yıl 6'şar aylık hapis cezası, Yargıtay tarafından onandı.

Van'da iki yıl önce 4 adet molotofkokteyli ve havai fişek rampalarıyla yakalanan Kadir Caniş ve Hakan Zeydan'a "terör örgütüne silah sağlama" suçundan verilen hapis cezası, avukatları tarafından temyize götürüldü. Cezayı fazla bulan ve müvekkillerinin Kürtçe savunma taleplerinin kabul edilmediğini öne süren sanık avukatları, Yargıtay 9. Ceza Dairesi'ne başvurarak kararın bozulmasını talep etti. Dosyayı inceleyen Yargıtay, yerel mahkemenin verdiği hükümde bir isabetsizlik görülmediği kararına vardı ve cezayı oybirliğiyle onayladı.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6/3-e ve Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 202. maddelerinde düzenlenen, bir tercüman yardımından yararlanma hakkının, sanıkların, mahkemenin kullandığı dili anlamadığı veya konuşamadığı durumlarda geçerli olduğu görüşüne yer verdi. Yargıtay kararında, incelenen dosyaya göre sanıkların suçunun varlığının, olay niteliğine ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde suç vasfı tayin edildiği ve savunmalarının inandırıcı gerekçelerle reddedildiği bildirildi. Yerel mahkemenin verdiği hükümde bir isabetsizlik görülmediğinden sanıkların ve avukatlarının temyiz dilekçelerinde ileri sürdükleri itirazların reddine ve mahkemenin verdiği hükmün onanmasına oy birliğiyle karar verildiği kaydedildi. Yargıtay'ın emsal gösterilecek bu kararıyla terör örgütü adına yapılacak eylemler için molotofkokteyli hazırlayan ve kullanan kişilere bundan böyle ''terör örgütü adına suç işlemek'' yerine Türk Ceza Kanunu'nun 315. maddesindeki "terör örgütüne silah sağlamak" suçundan ceza verileceği belirtildi. Ahmet Görçüm - Van

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1337148&title=yargitay-da-molotof-silahtir-dedi
#540
Merhabalar.

Alıntı YapEv sahibi kira kontratı dolmadan evini satmak durumunda kalırsa bu hususu kiracısına tebliğ etmek zorunda mıdır?

Böyle bir hukuki zorunluluk yok.

Alıntı YapKiracı çıkıp çıkmamakta özgür müdür?

Evet. Ancak yeni malik (örneğin yeni malikin kendi kullanımı için taşınmaza ihtiyaç duyması halinde) kiracıya taşınmazı tahliye etmesi için noter kanalıyla ihtarname gönderme yoluna gidebilir.

Alıntı YapEski ev sahibinin bu konu hakkında uyması gereken kanuni kurallar var mıdır?

Yok. Kolay gelsin...