Haberler:

deneme

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - kilimanjaro

#601
İcradan mal almak, ihalede dürüst olmak, komisyonculukta yalan söylememek!.., Ahmed Şahin, Zaman Gazetesi

Soru: - Çevremizde işi bozulanlar borçlarını ödeyemeyince icradan gelen görevliler borçlunun birtakım mallarını haczedip belli yerlerde açık artırma ile satışa çıkarıyorlar. Borçlarını da bu satıştan elde edilen parayla ödüyorlar. Biz bu icradan mal alınca çevreden bize olumsuz bakıyorlar, hatta ayıplayarak: "Ağlayanın malı gülene hayır etmez, neden icradan mal alıyorsunuz?" diye de çıkışıyorlar. Bu bakış doğru mu? İcradan mal alınırsa ağlayandan mı alınmış olunur? Bu mal, alana hayır getirmez mi? Günah mı olur icradan mal almak? Böyle ise bu borçlu borcunu nasıl ödeyecek?

Cevap: Bu sözün hem doğru yanı vardır, hem de eğri tarafı mevcuttur.. Doğru yanı şudur. Şayet borcunu ödeyemeyen adamın icrada satılan malına gereken değerini vermez de, fırsatçılık ederek ölü pahasına alırsanız, mal sahibi ağlamış olur. Siz de çok ucuza mal kapattığınız için gülmüş sayılırsınız. İşte burada "Ağlayanın malı gülene hayır etmez!" sözü gerçekleşmiş sayılır.

Böyle fırsatçılık etmez de borçluya acır, insafı elden bırakmaz, malını değerine yakın ucuzlukta satın alırsanız, bu defa da borçlu ağlamaz, siz de ölü pahasına mal almadığınızdan dolayı vicdan azabı çekmemiş olursunuz. Bir mahzur söz konusu olmaz.. Hatta malını ölü fiyatına değil de, gerçek değerine yakın şekilde aldığınız için borçlu size dua bile eder, memnun da olur.

Demek ki olayın aslı şudur:

-İcradan mal alınırken fırsatçılık mı yapılıyor, yoksa malı gerçek değerine yakın şekilde alarak borçluya yardımcı mı olunuyor?

Aslında bu meseleyi daha doğru anlamak için kendinizi borçlu yerine koyun, alıcıları da sizin malınızı icradan alanlar olarak düşünün. Hangi tutum ve fiyat sizi memnun ederse siz de o tavrı tercih edin, o fiyattan alın. Hem siz mutlu olursunuz, hem de malı gerçek değerine yakın satılan borçlu..

***

Soru: - İhalelerde mal almak için bekleyenlerle önceden anlaşarak fiyatı düşürmek, yahut da değerinden fazlaya yükseltmek caiz mi?

Cevap: Resulüllah Efendimiz (sas), açık artırmayı caiz görmüş, bizzat kendisi de bir sahabinin ev eşyasını açık artırma ile satmış, fazla fiyat vereni tercih etmiştir. Ancak malın değerinde fazla miktarda aşağıya indirmeyi de, fazla miktarda yukarıya çıkarmayı da fahiş indirme, fahiş yükseltme olması halinde caiz görmemiş, yapanları hileci olarak ilan buyurmuştur. Bu yüzden Hanefi'de açık artırmada yapılan satışlar caiz ve sahih olsa da, önceden anlaşma ile fiyat düşürmek, yahut da yükseltmek mekruhluktan kurtulamaz, denmiş, dürüstçe bir tutum olarak görülmemiştir.

Şafi'de ise, malı almak için değil de müşteriyi kızıştırmak için araya girmek haram denmiştir. Ancak mal değerini bulmuyor, çok aşağılara satılacak gibi görünüyorsa malın gerçek değerini bulmasına sebep olacak araya girmelerin caiz olduğunda da işaret edilmiştir. Bu araya giriş, adaleti temin etmeye matuf bir gayrettir, denmiştir.

***

Soru: - Biri malını satacak, ya da kiraya verecektir. Birileri de alacak, ya da kiraya tutacak. Ama bunlar birbirlerinden habersizdirler. Araya giren birisi bunları buluşturup anlaştırsa bir ücret almaya hak kazanır mı?

Cevap: İslam'da bu kimseye komisyoncu denmektedir. Komisyonculuk meşru bir meslektir. Alanla satanı buluşturup anlaştırmak için çaba ve gayret gösterme hizmetidir yaptığı. Bu hizmetin bir ücreti, bir karşılığı olmalıdır. Meşru bir iştir yaptığı. Ancak bu mesleğin de diğerleri gibi ilk şartı, tarafları fiyatlarda yalan söylemeden buluşturup anlaştırmaktır.

Bu hizmetin ücretini ayrıca da konuşabilirler. O hizmeti görenlere çevrede verilen ne ise onu da esas alarak takdir edebilirler. Komisyoncu bir tarafın fiyatını yüksek göstererek, yahut da aşağı anlatarak aradaki farkı kendine alamaz. Kendine ait olan hak, komisyonculuk ücretinden ibarettir. Ayrıca tarafların malından fiyat oyunuyla kendine gizlice başka bir karşılık elde edemez.. Çünkü kendisi aracıdır. Alan ile verenin ortağı değildir.

a.sahin@zaman.com.tr
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1268410&title=icradan-mal-almak-ihalede-durust-olmak-komisyonculukta-yalan-soylememek
#602


Yenmesi tavsiye edilmeyen, diyetin baş düşmanı olan 'ekmek' suçsuz çıktı. ABD'li Prof. Julie Miller Jones, ekmeğe yeniden anlam verdi. Ekmeğin kilo aldırdığı şehir efsanesiymiş!

Diyet yapanların da yapmayanların da mutlaka ekmek yemesi gerektiğini ifade eden ABD'li Prof. Julie Miller Jones, karbonhidratın kilo almayla ilişkisi bulunmadığını dile getirdi. Yenmesi tavsiye edilmeyen üç beyazdan biri olan, diyetlerin baş düşmanı un ve ekmek, suçsuz çıktı. St. Catherine Üniversitesi, Gıda Bilimleri ve Beslenme Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Julie Miller Jones, ekmek yemeden sağlıklı olmanın ve kilo vermenin mümkün olmadığını söyledi.

'TÜRKLER EKMEK YEDİĞİ İÇİN ZAYIF'

Antalya'daki 'Buğday, Un ve Ekmek Kongresi'nde soruları yanıtlayan Jones, yağsız olması nedeniyle ekmeğin, karbonhidratın alınabileceği en zararsız ürün olduğunu ifade etti. Jones, "Bir araştırmayla, vücut ağırlığının boy uzunluğunun karesine bölünmesi ile elde edilen vücut kitle endeskleri (VKİ) incelenmiş. Kadınlarda günde 1 dilim ekmek yiyenin VKİ'si 26.9, günde 5 dilim ekmek yiyenlerin ise 27.1 çıkmış; arada çok az fark var. Erkeklerde ise 1 dilim yiyenle 5 dilim yiyenlerin arasında hiçbir fark yok" diye konuştu. Türkiye'de kişi başı yıllık ekmek tüketiminin 150 kilo, ABD'de ise bunun yarısı kadar olduğunu belirten Jones, Türklerin bu yüzden daha zayıf olduğunu iddia etti. ABD'de kadın ve erkeklerin üçte ikisinin obez olduğunun altını çizen Jones, beynin çalışması için de karbonhidrata ihtiyaç olduğunu söyledi.

'Karbonhidratsız diyet kası eritir'

Ekmek yemeden yapılan diyetlerin yağ değil, kas ve su kaybına neden olduğunu ifade eden Jones, "Kaslar vücuttaki yağları yakmaya yarar. Bu nedenle sadece proteinle ya da sebzeyle diyet yapanlar, gelecekte verdikleri kilonun daha fazlasını geri alır; çünkü vücutlarında yağları yakacak kasları kalmaz" dedi. Norveç'te 122 obez kadınla yapılan bir araştırmayla ilgili bilgi veren Jones, iki grubu ayrılan ve bir gruba ekmekli, diğerine ekmeksiz diyet yaptırılan kadınlardan, ekmek yiyenlerin daha fazla kilo verdiğini anlattı.

'Tüm sebeplere bağlı ölümü %20 azaltıyor'

Tam tahıllı ekmekleri yiyerek sağlığın korunabileceğini anlatan Jones, şöyle devam etti: "En iyi sonuç için tam tahıllı ekmeklerin rafine unla yapılanlarla kombine edilmesi lazım. Yapılan araştırmalara göre, günde 6 dilim tam tahıllı ekmek yiyenlerde tansiyon yüzde 20, bağırsak kanseri yüzde 40 azalmış. Her türlü sebeplere bağlı ölümlere bakıldığında günde 1 dilim ekmek yediğinizde ölüm oranı yüzde 20 azalıyor. Daha ne söyleyebilirim ki..."

http://www.haber7.com/haber/20120403/Ekmegin-kilo-aldirdigi-sehir-efsanesi.php
#603
AHMET DÖNMEZ, HABİB GÜLER  
Siyasi partilerin ardından Bakanlar Kurulu da yarın başlayacak 12 Eylül davasına müdahil oluyor. Kabine toplantısının ardından bilgi veren Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, bugün Başbakan Erdoğan ya da görevlendireceği bir ismin Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi'ne giderek müdahillik talebinde bulunacağını bildirdi. TBMM Başkanı Cemil Çiçek de Meclis'in davaya müdahilliği konusunda çalıştıklarını, bugün bir karara varacaklarını söyledi.

Türkiye, 12 Eylül darbesiyle 32 yıl sonra hesaplaşmaya hazırlanıyor. Davanın ilk duruşması yarın yapılacak. Darbe mağduru çok sayıda kişi ve kuruluş, davaya müdahil olmak için başvuru yaptı. Dava konusunda Bakanlar Kurulu da tarihi bir karar aldı.

Dünkü kabine toplantısının ardından basının karşısına geçen Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Bakanlar Kurulu'nun da davaya müdahil olacağını açıkladı. Toplantıda bütün bakanların görüşlerinin alındığını ve müdahillik yönünde görüş birliğine varıldığını aktardı.

Davayla ilgili iddianamede sanıklara isnat edilen suçun, 'Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nı ve TBMM'yi ortadan kaldırmaya cebren teşebbüs etmek' olduğunu ifade eden Arınç, bu suçun TCK 146. maddesinde yer aldığını anlattı. Bakanlar Kurulu'nun da cuntanın hedef olduğunu dile getirerek şunları kaydetti: "Aslında Bakanlar Kurulu'nu ortadan kaldırmaya teşebbüs, TCK'nın 147. maddesinde düzenlenmiş. İddianamede bu konu da ayrıntılarıyla irdelenmiş. Şüphesiz 147. madde, yani Bakanlar Kurulu'nu ortadan kaldırmaya teşebbüs de bu suçun içerisinde öngörülmüş durumda."

TBMM'DE MÜDAHİL OLMAYA HAZIRLANIYOR

12 Eylül darbesini yapan Kenan Evren ve arkadaşları, ilk iş olarak Parlamento'yu feshetmişlerdi. Meclis'in davaya kurumsal olarak müdahil olup olmayacağı da merak ediliyor. TBMM Başkanı Cemil Çiçek, müdahillik üzerinde çalıştıklarını açıkladı. Dün NTV'de katıldığı canlı yayında bu yöndeki soruya, "Bu konuda bir çalışma yürütüyoruz. En geç yarın (bugün) çalışmayı bitirip karar vereceğiz." cevabını verdi.

12 Eylül'de mağdur oldukları iddiasıyla bazı siyasi partiler de mahkemeye müdahillik başvurusunda bulunacak. Darbecilere yargı yolunu açan 2010 yılındaki anayasa değişikliğine karşı çıkan CHP, açılan yargı yoluyla Evren'den hesap sormak isteyen partilerin başında geliyor. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, geçtiğimiz günlerde darbenin en çok partisini mağdur ettiğini savunmuş ve, "Partimiz kapatıldı. Genel başkanlarımız hapse atıldı. Mal varlıklarımıza el konuldu. Biz taraf olmayacağız da kim olacak?" diye konuşmuştu. CHP Grup Başkan Vekili Emine Ülker Tarhan, bugün saat 11.00'de başvuruyu gerçekleştirecek.

Meclis'te temsil edilen diğer bir müdahil parti BDP olacak. BBP de davaya müdahil olmak için geçtiğimiz günlerde mahkemeye dilekçe verdi. DSP, HAK-PAR ile EDP de davanın müdahil partilerinden. HAK-PAR lideri Bayram Bozyel, "12 Eylül darbesi davası, Kürt ve Türk halklarına karşı işlenmiş bir insanlık suçu davasıdır." ifadelerini kul-landı.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1267777&title=bakanlar-kurulu-davaya-mudahil-oluyor



MHP de müdahil olacak

AA  
MHP Genel Sekreteri İsmet Büyükataman, 12 Eylül davasına müdahil olmak için Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı'na başvurduklarını bildirdi.Büyükataman, başvurunun ardından adliye önünde gazetecilere yaptığı açıklamada, 12 Eylül 1980'de MHP yöneticileri dahil yüzlerce ülkücünün, ''uydurulan senaryo, tertip, düzmece belge ve yalancı şahitlerle'' darbe yapıp, yönetime el koyanlar tarafından haksız yere suçlanarak, tutuklandığını belirtti.

Büyükataman, şunları kaydetti:

''Siyasi tarihimize kara bir leke olarak geçen bu davada ülküdaşlarımız, sanık sandalyesine oturtularak yargılanmıştır. Elbette ki o zulüm ve baskı dolu günleri unutmamız mümkün değildir. Zira ülkücü kadroların; Mamak Askeri Cezaevi'nin meşhur 'C 5 işkence hanelerinde' ve çeşitli hapishanelerde, yıllarca süren sorgularla hayatları karartılmıştır.

Genç yaşta hürriyetleri çalınmış dava arkadaşlarımız, dört duvar arasına tıkılarak, hayatları kendilerine ve ailelerine haram edilmiş, insanlık onuruna yakışmayan şartlarda, hayata tutunmaya çalışmışlardır. Psikolojik baskı, dayak, küfür gibi nice hakaretlerle birlikte vicdan, akıl ve ahlak sahibi hiçbir insanın kabul edemeyeceği çeşitli işkencelerle, kişilikleri rencide edilmiştir.

Kelimelerle ifadesi mümkün olmayan bu insanlık dışı uygulamalar yetmezmiş gibi, üstüne üslük Savcı Nurettin Soyer'in tarihe utanç vesikası olarak geçmiş ve de içeriği iftiralarla doldurulmuş olan iddianamesi, çağımızın en ibret verici bir yargı sürecini başlatmıştır.''

Darbenin ardından başta Alparslan Türkeş olmak üzere yüzlerce ''ülkücü dava adamının'' yargılandığını ve idamla cezalandırılmalarının istendiğini anımsatan Büyükataman, bu vesileyle 587 sanıklı ''MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası''nın başladığını kaydetti.

Büyükataman, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Bu iddia ve talep, 12 Eylül darbecilerinin merhum Genel Başkanımız Alparslan Türkeş'le ülkücülere kurduğu tuzağın, öyle basit bir kurgu olmadığını ortaya koymuştur.

Neticede 12 Eylül 1980 ihtilalinden sonra, 29 Nisan 1981 tarihinde 945 sayfalık bir iddianame ile başlayan ve 'TCK'nın 149. ve 146. maddelerinde yazılı cürümleri işlemek için silahlı cemiyet oluşturmak' suçlaması ile açılan davalarda, Alparslan Türkeş'in de içinde bulunduğu 220 kişinin idamı istenmiştir. 5 yıl 11 ay 8 gün süren yargılama, 7 Nisan 1987 tarihinde sonuçlanmıştır. Mahkeme sonucunda 11 yıl 1 ay 10 gün hapis cezasına çarptırılan Başbuğumuz Merhum Alparslan Türkeş, 7 Nisan 1985 tarihinde tahliye edilmiştir.

Türk milliyetçiliğine düşman kişilerin öncülüğünde yapılan yargılama sonucunda, ülküdaşlarımızdan; Ahmet Kerse, Ali Bülent Orkan, Cengiz Baktemur, Cevdet Karakaş, Fikri Arıkan, Halil Esendağ, İsmet Şahin, Mustafa Pehlivanoğlu, Selçuk Duracık idam edilmiş, nice dava arkadaşlarımız çeşitli cezalara çarptırılmış ve bazıları da yargılanma sona ermeden ilahi rahmete kavuşmuşlardır.''

Büyükataman, bu nedenle dün toplanan Başkanlık Divanı'nda konunun görüşüldüğünü belirterek, şunları kaydetti:

''Partimiz, 12 Eylül 1980 İhtilalini yapan sanıkların yargılandığı kamu davasına; '12 Eylül 1980 İhtilal Yönetiminin gerçekleştirdiği fiiller nedeni ile MHP'nin kapatılmış olması, siyasi faaliyetlerden yasaklanması, mallarına el konulmuş ve yöneticilerinin tamamına yakınının haksız olarak tutuklanması, yıllarca suçsuz olarak cezaevlerinde kötü muameleye tabi tutularak tutuklu kalmalarına neden olunmasından dolayı katılmasına karar verildi.''

İsmet Büyükataman, basın açıklamasını dinleyen bir vatandaşın, ''Sol olarak adlandırılan kesimin aynı işkenceleri daha beter gördüğünü'' ifade etmesi üzerine, o dönem MHP mensuplarına haksız işkenceler yapılırken aynı şekilde ''devrimci mücadele anlayışı içerisinde olan kişilerin de benzer insanlık dışı muamelelere muhatap olduklarına bizzat şahit olduğunu'' söyledi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1267942&title=mhp-de-mudahil-olacak



12 Eylül darbe davasına müdahillik talepleri çığ gibi

İZZETTİN ÇİÇEK ANKARA AYŞE TOSUN, ZEYNEP HAŞLAK
Demokrasinin askıya alındığı 12 Eylül 1980 darbesini yapanlar yarın mahkeme karşısına çıkıyor.Cuntadan şikâyetçi olan mağdurlar ve mağdur aileleri de 4 Nisan öncesinde ardı ardına müdahillik talebinde bulunuyor. Son olarak, Türkiye'yi darbeye götüren süreçte öldürülen Doğan Öz, Prof. Cavit Orhan Tütengil ve Abdi İpekçi'nin ailelerinin yaptığı başvurularla, müdahillik talebi 500'ü aştı. 24 Mart 1978'de evinin önünde uğradığı silahlı saldırıda hayatını kaybeden eski Ankara Cumhuriyet Savcısı Doğan Öz'ün eşi Sezen Öz, Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya'nın yargılanacağı mahkemeye verdikleri dilekçeyi, 'görev' olarak gördüklerini söyledi. Mahkemeden katılımları için karar beklediklerini belirten Öz, eşinin yanı sıra İpekçi ve Tütengil cinayetlerinin, 12 Eylül'ü hazırlayan eylemler olarak düşündükleri için müdahil olduklarını dile getirdi. Sezen Öz, "Hayatta kaldığımız sürece bu işin takipçisiyiz. Bizler hayatta olan tanıklarız ve bizim bildiklerimiz kanıt teşkil ediyor." dedi. Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil'in kızı Deniz Tütengil ise Zaman'a yaptığı açıklamada 'babası için' davaya müdahil olduğunu ifade etti: "O dönem açılan dosya bile kayboldu. Gerçek azmettiricilerin ortaya çıkmasını ümit ediyorum."

Abdi İpekçi ve Doğan Öz ve Cavit Orhan Tütengil'in aileleri tarafından, 12 Eylül darbesinin yaşayan sorumluları Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya'nın yargılanacağı Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi'ne verilen müdahillik dilekçesinde, İpekçi, Öz ve Tütengil cinayetlerinin, askerî darbeye zemin hazırlamak ve yönetimi ele geçirmek amacıyla işlendiği ileri sürüldü. Toplumda kaos ve güvensizlik ortamı oluşturmak isteyen darbecilerin, hiç kimsenin güven içinde olmadığı endişesini yaymakta başarılı olduğu öne sürülen dilekçede, bununla, ülkede demokrasinin askıya alınması için siyasal ve psikolojik ortamın olgunlaştırılması ve toplumda 'ordunun tek kurtarıcı' olduğu fikrinin yerleştirilmesinin amaçlandığı iddia edildi.

Abdi İpekçi'nin öldürülmesinin basın camiasında, Prof. Cavit Orhan Tütengil'in öldürülmesinin akademik çevrede, Savcı Doğan Öz'ün öldürülmesinin ise yargı mensupları arasında 'derin bir güvensizlik' sonucunu doğurduğu ileri sürülen dilekçede, şunlar kaydedildi: "Vatandaş, değil kendisinin, savcıların dahi güvende olmadığı duygusuna kapılmıştır. Artık kimse geleceğinden emin değildir. Toplum 'bu terör ve anarşi sona ersin de ne olursa olsun noktasına' getirilmiş ve özellikle seçilmiş bu üç cinayetle darbe şartları olgunlaştırılmıştır. Bu bakımdan 12 Eylül darbesini gerçekleştiren şüphelilerin eylemleri ile müvekkillerin öldürülmesi arasında açık ve net fiilî ve hukukî irtibat bulunmaktadır."

12 Eylül darbesine ilişkin hazırlanan iddianameye atıfta bulunulan dilekçede, İpekçi, Öz ve Tütengil'in 12 Eylül'e giden sürecin kurbanları olarak seçildiği, darbe yönetiminin bütün 'yasadışı örgütleri' çökertmesine rağmen bu cinayetlerin katillerini ve azmettiricilerini ortaya çıkaramadığı belirtildi. Dilekçede, 12 Eylül'e giden süreçte İpekçi, Öz ve Tütengil'in sembol isimler olarak katledildiği ifade edilerek, "Yakınları da bu davanın hem tanığı hem de kanıtlarıdır. Onlar olmadan bu dava eksik kalır." ifadesine yer verildi.

AİLELER: HEM TANIĞIZ, HEM KANITIZ

Dilekçede, İpekçi, Öz ve Tütengil ailelerinin ortak açıklamasına da yer verildi. Açıklamada, şunlar kaydedildi: "Çeşitli katliam dönemleri arasında, 'darbe öncesi katliamlar' adıyla anılan bir süreçte, can kaybına uğramış aileleriz. Bu cinayetlerin hangi koşullar içinde kimler tarafından azmettirildiğini sormayı, ailelerin müdahillik görevi dışında bir yurttaşlık görevi olarak da görmekteyiz. Ülkenin geçmişine ve geleceğine damgasını vuran, darbe öncesi cinayetler bağlamında, doğrudan müdahil olma hakkımızı bir görev olarak sayıyoruz. Biz hem tanık hem de kanıtız."

1979 yılında öldürülen Cavit Orhan Tütengil'in kızı Deniz Tütengil Mazlum ise, "Bu konunun Türkiye'deki pek çok benzer olay gibi bu vesileyle belki biraz daha aydınlanmasını umuyorum." diye konuştu. 1978'de öldürülen Doğan Öz'ün eşi Sezen Öz ise, "Bu işin takipçisiyiz. 12 Eylül'ü hazırlayan sürece ve provokatif eylemlere tanık olduk. Öldürme olaylarında, soruşturmalarda, mahkemeler sırasında nelere nelere tanıklık ettik. Mahkemenin bizi dinlemesini istedik." açıklamasını yaptı.

Mağdur aileler Ankara'ya çıkarma yapacak

Yaşı büyütülerek asılan Erdal Eren'in ağabeyinden sonra, aynı dönemde idam edilen Halil Esendağ ve Selçuk Duracık'ın aileleri de 12 Eylül davasına müdahil olma kararı aldı. Ankara'ya gitmeye hazırlanan acılı anne Mürüvvet Esendağ, "Duam kabul oldu." dedi. 4 Nisan'ı yıllardır iple çekenlerden biri olan AK Parti Manisa Milletvekili Selçuk Özdağ ise şöyle konuştu: "6,5 yıl hapis yattım, işkence gördüm. İstikbalimizi çaldılar."

'Bir daha darbe yaşanmasın' diye davaya müdahiliz

12 Eylül darbesinde idam edilen Erdal Eren'in ağabeyinin de aralarında bulunduğu 6 kişinin, Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya hakkında açılan davaya müdahil olma talebinin ardından, aynı dönemde idam edilen Halil Esendağ ve Selçuk Duracık'ın aileleri de müdahillik kararı aldı. Davaya müdahil olmak isteyenlerden biri de 12 Eylül döneminde 6,5 yıl hapis yatan ve işkencelere maruz kalan AK Parti Manisa Milletvekili Selçuk Özdağ. İdam edilen Manisalı ülkücüler Halil Esendağ ve Selçuk Duracık'ın aileleriyle birlikte davaya katılacaklarını belirten Özdağ, "12 Eylül'de sadece solcular zulme uğramadı, en az onlar kadar ülkücüler de darbenin sillesini yedi. Bu ülkede bir daha darbeler yaşanmasın diye müdahil olacağım. Evren istikbalimizi çaldı." diye konuştu.

HASAN ÇİLİNGİR İZMİR

Davaya müdahillik başvuruları 500'ü buldu

12 Eylül darbesi ve darbecilerinin yargılanacağı dava için rekor sayıda müdahillik başvurusu yapıldı. Mağdur olduklarını ileri süren sağ ve sol görüşten çok sayıda kişi ve kurum ile sivil toplum örgütlerinin yaptığı müdahillik başvuruları 500'ü buldu. CHP, mağdur olduğu gerekçesiyle bugün müdahillik başvurusu yapacak. Müdahillik talepleri, yarın görülecek davanın ilk gününde karara bağlanacak. Geçen hafta yapılan açıklamada 337 bireysel başvuru yapıldığı belirtilmişti. Mahkemeye 150'ye yakın başvurunun daha ulaştığı öğrenildi. Başvuru yapan partiler şöyle: Büyük Birlik Partisi (BBP), Halkın Sesi Partisi (HAS Parti) ve Eşitlik ve Demokrasi Partisi (EDP).

İZZETTİN ÇİÇEK ANKARA
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1267772&title=12-eylul-darbe-davasina-mudahillik-talepleri-cig-gibi&haberSayfa=0




Kenan Evren'in avukatının mahkemeye sunduğu savunma tartışmalara yol açmıştı


12 Eylül darbesi davasının görülmesine 15 gün kala, "darbe" suçundan "ağırlaştırılmış müebbet" istenen emekli Orgeneral Kenan Evren ve emekli Orgeneral Tahsin Şahinkaya savunmalarını verirken hukuka sığındı.

Evren ve Şahinkaya, savunmalarında "Milli Güvenlik Konseyi Başkanı ve üyesinin soruşturulmaya ve yargılanmaya kalkışılamayacağını" vurgularken, "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde bizzat Anayasa hükümleriyle en yüksek hukuki güvenliğe sahip kişilerin, yetkisiz, yani fiil, yani hukuka aykırı yani keyfi soruşturulmaları, yargılanmaları, bu kişilerin hukuki güvenirliklerinin keyfi olarak çiğnenmeye kalkışılması demektir" dedi.

Evren ve Şahinkaya mahkemeye, "Darbe yapmak suçmu bize bildirin" çağrısında bulundu. Darbenin geride kalan iki ismi Evren ve Şahinkaya, "Uygar ülkelerde kurucu iktidar olmak fiilini cezalandıran bir hükme rastlanmış değildir" dedikleri savunmalarında, "İhtilalleri ahlaki bulmamak başka şeydir, ihtilalleri yargılamaya kalkışmak başka şeydir. Buna restorasyon denmektedir. Bu, öğretide ihtilalcinin bir başka ihtilalci tarafından yargılanmasıdır" görüşünü dile getirdi. Toplam 160 sayfadan oluşan ve "kırmızı kitapçık" halinde sunulan savunmada, açılan davadamahkemenin "yetkisiz" olduğu belirtilerek, iddianame ve yargılama için "Herhalde bu Türk icadıdır" denildi.

'İHTİLALCİNİN İHTİLALCİYİ YARGILAMASI'

*İddianamede güdülen mantık, azı cezalandıran bir kanunun, çoğu da cezalandırdığını ileri sürerek, ihtilale veya darbeye teşebbüsü tamamlanmış suç gibi görerek, kanunun suç saymadığı bir fiilden faillerin cezalandırılmasının istenmesidir.

*İsnat edilen suçun tamamlanmış şekli yok ki, teşebbüsü olsun. Uygar ülkelerin ceza kanunlarında kurucu iktidar olmak fiilini cezalandıran bir hükme rastlanmış değildir. Herhalde bu Türk icadıdır.

*İhtilalleri ahlaki bulmamak başka şeydir, ihtilalleri yargılamaya kalkışmak başka şeydir. Buna restorasyon denmektedir. Bu, öğretide ihtilalcinin bir başta ihtilalci tarafından yargılanmasıdır.

TÜM UYGULAMALAR HÜKÜMSÜZ SAYILIR

ANAYASA'nın geçici 15. maddesinin değiştirilmesiyle yargılama yolunun açılmasının "değişen kanun sanık lehinedir" hükmüne aykırı olduğu belirtilen savunmada, buna itibar edilmemesine rağmen yine de mahkemenin kendilerini yargılama "yetkisinde" olmadığı öne sürüldü. Evren ve Şahinkaya'nın avukatı Bülent Acar tarafından yargılamanın yapılacağı Ankara Özel Yetkili 12. Ağır Ceza Mahkemesi'ne verilen savunmada, şöyle denildi: "İddianamenin mantığına göre, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve bu Anayasa'yla kurulan anayasal düzen hukuken mevcut değildir. Bunun zorunlu sonucu olarak, hukuken mevcut olmayan, 1982 Anayasası'ndan görev ve yetki alan yasama, yürütme, yargı organlarının her türlü ulusal ve uluslararası kamusal tasarrufları da hükümsüz olacaktır."

'HUKUK HERKESE GEREK'

*Milli Güvenlik Konseyi Başkanı ve üyesinin yargılanmaya kalkışılması demek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde bizzat Anayasa hükümleriyle en yüksek hukuki güvenliğe sahip kişilerin, hukuki güvenirliklerinin keyfi olarak çiğnenmeye kalkışılması demektir.

*Unutulmamalıdır ki, ülkenin Anayasa'sıyla hukuki güvenilirliklerin çiğnendiği bir ülkede yaşayan herkesin hukuki güvenliği de aynı biçimde çiğnenebilecektir. Hukuk bugün Milli Güvenlik Konseyi Başkanı ve üyesi için, yarın da herkes için gerekli olabilecektir.


'ABD'YLE İLİŞKİLENDİRMEK FANTEZİ'

Mahkemenin 'zamanaşımı' kararı vererek iddianameyi düşürmesi gerektiği belirtilen savunmada, savcılığın suçun mağduruyla suçtan zarar gören kavramlarını karıştırdığı iddia edilerek şöyle denildi: "12 Eylül Askeri Harekâtı'nın, TSK, derin yapıların veya ABD'nin veya belirsiz gizli güçlerin güdümünde işlendiği iddiası, bir fanteziden ibarettir."

'12 EYLÜL - 27 MAYIS KIYASLAMASI'

*İddianamedeki iddianın mantığına göre, ihtilali veya darbeyi yapan fiili güç, hep fiili güç olarak kalmaktaysa, 27 Mayıs 1960 tarihinde ihtilal veya darbe yaparak Milli Birlik Komitesi adını alan askeri fiili güç de, hukukilik kazanamaz ve kurucu iktidar olamaz.

'TEŞKİLATI ESASİYE DE GEÇERLİ'

*1961 ve 1982 anayasalarıyla bu anayasalarla kurulan anayasal düzenler ve bu anayasalardan yetki alınarak yapılan her türlü yasama, yürütme, yargı işlemleri hükümsüzdür. İddianamenin iddia mantığı ve hukuku geçerliyse, bugün için yürürlükteki Anayasa, 491 sayılı Teşkilatı Esasiye Kanunu- 'dur. İddianamedeki mantık geçerliyse, 26.05.1960 tarihinden sonraki her türlü kamusal işlem, yetkisini 1924 Anayasası'ndan almadığı için hükümsüzdür. İddiadaki bu düşünce doğru ve geçerliyse, şu anda iddianameyi kabul ederek yargılama yapmakta olan mahkemenin, her türlü işlemi de, zorunlu olarak hükümsüzdür.

'DARBE SUÇ MU?'

Savunmanın sonuç bölümünde mahkemenin yetkisiz olduğu belirtilirken, kamu davasının da yok hükmünde olduğu ileri sürüldü. Evren ve Şahinkaya, "Darbe yapmanın suç olup olmadığının tespit edilmesini", böyle bir suç varsa kendilerine bildirilmesini istedi. Davanın reddedilerek, dosyanın ilgili makama iadesini isteyen Evren ve Şahinkaya, dosyadaki dava dışı bulguların tamamının ayrılmasını istedi.

Savunmanın son bölümünde, "Hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'nde erk yokluğu/ yetkisiz olarak kurucu iktidar olan Milli Güvenlik Konseyi Başkanı ve üyesinin, yani ihtilalcinin yargılanmaya kalkışılmasının 'restorasyon fiili' olacağının, bu durumun ihtilalcinin bir başka ihtilalci tarafından yargılanması demek olacağının göz önünde bulundurulmasına karar verilmesini istiyoruz" denildi.

http://www.internethaber.com/12-eylul-darbe-kenan-evren-savunma-tahsin-sahinkaya-darbeciler-darbesi--408918h.htm
#604
"... Bir sıcak somun için
Yalın kat bir don için
Dökülürler bulvarlara yapraklar gibi..."

Yukarıdaki dizeleri Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, çok içten okur. Ben de arabamda onun okuduğu şiirleri dinlerim. Başbakan 'Sana, Bana, Vatanıma, Memleketimin İnsanlarına Dair' adlı bu yürek yakan şiirin yazarı Erdem Bayazıt'ın Fatih Camii avlusundan son yolculuğuna çıkan tabutunu da omuzlarında taşıyan adamdır.

Ben Başbakan'ın yüreğini biliyor ve ona çok inanıyorum. Ancak ben, o değerlerin Başbakan'ın yüreğinde toprağın altına gitmesini istemem. Bu zalim, kirlenmiş, gaddar düzene yansımasını beklerim. Maalesef Başbakan'ın bütün hayallerine rağmen sistem son yıllarda artan oranlarda, 'işin ucunda para varsa, rekabet varsa, kârlılık varsa, gerisi teferruattır' şeklinde bir anlayışa doğru tepetakla gidiyor.

Daha geçen sene ağustos sıcaklarında yerin diplerinde, Zonguldak'ta, Karadon Madenleri'nde tam 30 madenci can verdi. Toprağın altından cebinde nişanlısının hediye ettiği mendil çıkan gençler vardı. Afşin Elbistan'da göz göre göre gelen toprak kaymasında hayatını kaybeden ve 11 aydır cesetlerine bile ulaşılamayan 9 işçi... 24 Şubat'ta Adana'da hidro elektrik santral inşaatında baraj kapağı yıkıldı ve 7 işçi hâlâ kayıp. Bu ağıtlar dinmeden, şimdi de Esenyurt'ta 11 genç daha can verdi. Gazetemiz Zaman 'Ucuz hayatlar' diye bunu manşete taşıdı.

Kalkınmak, insan içindir. Bu sistemde, gün geçtikçe daha da vahşileşen bu kapitalist düzende yeni türeyen sözde birçok muhafazakâr 'yuppilerin' ilkesiz bir şekilde yükseldiğini, sistemin tek kutsalının artık rekabet olduğunu görüyoruz.

Madenlerde, Tuzla Tersaneleri'nde, inşaatlardaki ölümlerin arkasında ağırlıklı olarak 'biraz daha ucuza getirme, daha çok cebe indirme' arayışı var. Kapitalizmin mabedi olarak Esenyurt'ta yükselen o alışveriş merkezindeki facia da bunlardan sadece biri. Hangisini yazalım, daha geçen senenin martında Ankara OSTİM'deki patlamada da 19 kişi yanarak, parçalanarak can verdi. Türkiye, iş kazalarında dünyada Çin'le beraber yarışıyor. Dramatik olanı, artık facialar kanıksanır oluyor. İnsanlar ağıt yakarken 'her işin bir riski var, yapacak bir şey yok' mealindeki cümleleri nereye koyacağız? Uludere'de, dağlarda, madenlerde, yangınlarda, göçüklerde hep ucuz iş gücünün bir parçası olan hayatlar son buluyor!

Daha eylül ayında İstanbul'da yapılan '19. Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Kongresi'nde Başbakan'ın yaptığı konuşma hafızamda. 'Sağlıklı ve sürdürülebilir bir iş gücü arzı oluşturmak, çalışanların yaşam kalitelerini yükseltmek, işletmelerde verimliliği artırmak ve üretim kalitesini geliştirmek için iş güvenliğini artıracak adımlar atılacaktır.' dedi. Yine 'bu yaklaşımla' hazırladığınız müstakil İş Sağlığı ve Güvenliği Yasa Tasarısı ivedilikle yasalaştırılacak' dedi. Gelişen olaylar ne diyor peki? Bu yasa daha çıkmış değil. Çıksa da muhtevası nasıl olacak? İşadamının önünü açacak, bu kesin de çalışanların üzerine toprak mı dökecek? Eminim, bu da bir gün paydaşlarla anlaşılmadan, apansız önümüze gelecek.

Denetim eksik, hatta yok. Yapılanlar göstermelik. Denetim 'ver parayı al sertifikayı' mantığı ile satılıyor. Denetimler fiilen özelleşti ve satılıyor. Garip insanların ölüleri üzerinden ticarete dönüştü. Karadon madenindeki taşeronun adı kamu ihale yolsuzluğunda da geçiyor. Kamu İhale Yasası değişirken, yerli sanayinin desteklenerek rekabetçi kılınması adına değiştirildi ancak boşluktan içeriye büyük yolsuzluklar sızdı.

Ne diyebiliriz ki! Hayatın bu kadar ucuz olduğu ülkede ölümlerden sonra sarfedilen tumturaklı sözler de bir anlam taşımıyor.

i.ozturk@zaman.com.tr
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazarno=1087
#605
Mehmet Paksu - Laleli Baba - Bugün Gazetesi

Ünlü edebiyat tarihçisi Nihat Sami Banarlı'dan öğrendiğimize göre, "Lâle Devri" sözünü ilk defa Yahya Kemal Beyatlı Paris'te bulunduğu sırada kullanıyor..

Böyle bir tanımlamadan çok hoşlanan ve "Tarihi sevdiren adam" diye bilinen Ahmet Refik Altınay da o sırada hazırladığı kitaba "Lâle Devri" adını veriyor. Benim Osmanlıca aslından Latin harflerine aktardığım bu kitap ilk defa 1997 yılında Timaş Yayınları arasından çıktı.

Tarih boyunca bir Türk çiçeği kabul edilen laleyi Avrupa'ya, Kanuni Sultan Süleyman devrinin Avusturya elçisi Busbecq götürüyor. Yüzyıllarca Hollanda topraklarını süsledikten sonra lale kervanı, tekrar anayurduna geliyor. İşte o günden beri lale muhabbeti olanca cazibesiyle devam ediyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı bugünlerde çeşitli etkinlikler düzenleyerek "Lalenin İstanbul'a dönüşü"nü kutluyor.Tarihimizde medeni hamle devri kabul edilen bir dönemi, bu vesileyle İstanbullulara bir kere daha hatırlatıyor. Belediye Başkanı sayın Kadir Topbaş bu konuda gerekli bilgileri verirken bir ara, "Lale devri, sanıldığı gibi sefahat devri değildi" cümlesini kullanıyor. Doğru söylüyor, fakat birçok gazetede bu sözü yanlış çıkıyor. Cümle, "Lale devri, bir safahat devri değildir" oluyor. Oysa "sefahat" her türlü bayağılığı, rezilliği çağrıştırıyor, "safahat" ise "bölümler" anlamına geliyor. Öyleyse, İstanbul'u kültür başkenti ilan etmeden önce, bu şehirdeki insanların kültür seviyesini yükseltmek gerekiyor.

Bugünlerde rengârenk lalelerin süslediği İstanbul'da bir semt, adını işte bu özel ve güzel çiçekten alıyor. Efendim, Laleli'nin hikâyesi şöyle başlıyor:

Bilindiği gibi, İstanbul'daki padişah camilerine, onları yaptıran hükümdarların isimleri veriliyor. Mesela Fatih Camii, Süleymaniye Camii, Sultanahmet Camii deniliyor. Oysa Üçüncü Mustafa da birkaç mâbet inşa ettirdiği halde, hiçbiri kendisinin adıyla anılmıyor. Üsküdar'daki Ayazma Camii'ni, Kadıköy'deki İskele Camii'ni ve Laleli Camii'ni o yaptırmış olmasına rağmen hiçbiri kendi adına izafe edilmiyor. Bu durum kendini biraz üzmüş olmalı ki, Üçüncü Mustafa, bir gün, "Üç cami yaptırdım; birini su kaptı, diğerine kadı el koydu, ötekini veli elimden aldı!" diye söyleniyor.

Efendim, bugün "Laleli Camii" diye bilinen mâbedin yerinde o zamanlar "Laleli Baba" adında ermiş bir zatın tekkesi vardı. Göğsüne lale takarak gezdiği için bu unvanla anılıyordu. Bir gün Üçüncü Mustafa, yanına geliyor ve "Efendi söyle bakalım. Dünyada en büyük nimet nedir?" diye bir soru yöneltiyor. Lâleli Baba, "Hünkârım! En büyük nimet, yemek içmek ve def-i hacet etmektir!" cevabını veriyor.

Bundan hoşlanmayan padişah, hızla Laleli Baba'nın yanından uzaklaşıyor. Aradan bir süre geçince korkunç bir hastalığa yakalanıyor. Kabızlığın ileri derecesiyle kıvranıp duruyor. Hacetini bir türlü gideremiyor. Saray hekimlerinden hiçbiri padişahın ıstırabını dindiremiyor. Derken Laleli Baba'nın huzurunda takındığı tavırdan dolayı böyle müthiş bir illetle karşılaştığını anlıyor. Tekrar Laleli Baba'nın yanına geliyor, elini öptükten sonra özür diliyor. Efendi gülümseyerek diyor ki: "Allah'ın verdiği bunca nimetin yanı sıra, ihtiyaç gidermenin de ne büyük bir nimet olduğunu böylece öğrendiniz. Öyleyse halimize şükredelim, kulluk borcumuzu yerine getirelim!"

Laleli Baba, sözüne devam ediyor: "Ben şimdi dua edeceğim. Siz de, Allah'ın izniyle şifa bulacaksınız. Yalnız sizden bir isteğim var: Burada yaptıracağınız cami, sizin değil, benim adımla anılacak!"


Tabii ki şart derhal yerine getiriliyor. Üçüncü Mustafa tarafından yaptırılan bu güzel mâbet, koca bir semte adını veriyor ve Laleli Camii, o günden itibaren "Türk İstanbul"un, "Aziz İstanbul"un en merkezi bölgelerinden birini oluşturuyor.

Mehmet Paksu tarafından yazılan bu makale, 16 Nisan 2006 Pazar günü yayınlanan Bugün Gazetesindeki köşe yazısıdır.
#606
MELİKE BAHÇIVAN - İSTANBUL 

Adalet Bakanı Ergin, uzun yargılamalara ilişkin AİHM'ye giden dosyalarla ilgili yeni bir mutabakata vardıklarını açıkladı. Buna göre AİHM, bir dosyayı Türkiye'ye gönderecek. Türkiye'de kurulacak komisyonun dosyayla ilgili vereceği karara göre AİHM, 3 bine yakın dosyayı iade edecek.

Türkiye aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde (AİHM) uzun yargılamayla ilgili bekleyen dosya sayısı 3 bini buldu. Anayasa Mahkemesi'nin bireysel başvuruyu kabul edeceği 23 Eylül'e kadar bu sayısının 3 bin 500'ü aşması bekleniyor. Bu durumun önüne geçmek için yeni bir uygulama geliyor. Adalet Bakanı Sadullah Ergin, uzun yargılamalardan mağdur olan vatandaşların AİHM'ye taşıdıkları davalar için 'etkin bir iç hukuk yolu' oluşturacaklarını söyledi. Konu hakkında AİHM ile uzlaşmaya vardıklarını belirten Ergin, "AİHM'ye 'Bu uzun yargılamalardan mağdur olan vatandaşlarımızla ilgili olarak biz kendimiz iç hukuk yolu oluşturalım ve vatandaşımızla kendimiz barışalım. Bu yargılamaları siz yapmayın' dedik. Mahkeme bu teklifi kabul etti." dedi.

Ergin, bu doğrultuda AİHM'den Türkiye'ye 'pilot uygulama' için bir dosya geleceğini belirterek, "Önümüzdeki 15-20 gün içinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bununla ilgili bir takvim açıklayacak ve 'Bu pilot dosyayı iç hukuk yoluyla neticelendirin, bunun etkin bir iç hukuk yolu olduğunu gördüğümüz anda elimizdeki kalan dosya ile ilgili yargılamaları durduruyoruz, Türkiye kendi içinde bu meseleyi halletsin' diye bir karar verecek." diye konuştu.

Ergin, AİHM'den bu karar geldiğinde Türkiye'de 'Terör Mağdurlarının Zararlarını Karşılama Komisyonu' ya da Loizidou davasından sonra Kıbrıs'ta oluşturulan 'Taşınmaz Mal Komisyonu' gibi bir komisyon oluşturulacağını aktardı. Bu komisyonlardan geçmedikçe AİHM'nin bu konulardaki dosyalara bakmayacağı bilgisini verdi. Adalet Bakanı, şöyle devam etti: "23 Eylül'den sonra Anayasa Mahkemesi'ne bireysel olarak başvuracakları için 2012 sonundan itibaren Türkiye'nin şu andaki AİHM'deki olumsuz tablosu da önemli ölçüde ortadan kalkacak. Bu sorun önemli bir sorundu."

İstanbul Mövenpick Otel'de düzenlenen "Bab-ı Ali Toplantıla-rı"na katılan Adalet Bakanı Sadullah Ergin, tutukluluk ve yargılama sürelerinin uzunluğuyla ilgili eleştirilere de temas etti. Yapılan yargı reformlarıyla bu sürelerin amaçlanan düzeye ulaşacağına işaret etti. Yargıtay'daki üye ve daire sayılarının artırıldığını da hatırlatan Adalet Bakanı, böylelikle iş yükünün de azaldığını ve stokta bekleyen dosyaların karara bağlandığını sözlerine ekledi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1253384&title=aihmdeki-dosyalarla-ilgili-mutabakata-varildi
#607
Av. Coşkun ONGUN'un İstanbul Barosu Dergisi 2012/1. Sayısında Yayımlanan Yazısı:

1. ANAYASAL BİR HAK OLARAK CEVAP VE DÜZELTME

Cevap ve düzeltme hakkı, (diğer adıyla tekzip) kişi ve kuruluşların, kendileriyle ilgili yayınlar konusunda, aynı araçtan yararlanarak düşüncelerini açıklama, kendilerini savunma ve böylece yanlış beyanları düzeltme olanağı sunan temel bir haktır. Söz konusu yayın, yasalarda bir suç ya da haksız fiil olarak tanımlanmasa bile, cevap ve düzeltme hakkı yoluyla etkin ve hızlı bir şekilde yayın sonucu ortaya çıkan yanlış anlaşılmalar ve kötü sonuçlar ortadan kaldırılabilir. Zaten cevap ve düzeltme hakkının temelinde diğer başvuru yollarına kıyasla daha etkin ve ivedi çözüm üretmesi yatar.

Söz konusu yayına karşı cevap ve düzeltme hakkının kullanılması diğer başvuru haklarını ortadan kaldırmaz ya da o başvurulara delil teşkil etmez.[2]

Cevap ve düzeltme hakkı dayanağını doğrudan Anayasa'dan alır. Buna göre Anayasa'nın 32. Maddesi'nde,  Düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır ve kanunla düzenlenir.

Düzeltme ve cevap yayımlanmazsa, yayımlanmasının gerekip gerekmediğine hakim tarafından ilgilinin müracaat tarihinden itibaren en geç yedi gün içerisinde karar verilir.

Cevap ve düzeltmeye karar verecek yargılama makamının kararını kaç gün içinde vereceği hükmünü dahi belirleyen, Anayasa düzenlemesi, bu hakkın yasa koyucu tarafından ne derece önemsendiğinin göstergesi sayılabilir.

Cevap ve düzeltme hakkı yalnızca süreli/dönemsel yayınlar için öngörülen bir düzenleme olup süresiz yayınlarda örneğin kitap ya da el broşürü gibi basılı yayınlarda cevap ve düzeltme hakkı kullanılamaz.  

Türk hukuk uygulamasında cevap ve düzeltme hakkı Basılı eserler için 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 14 ve 18. Maddelerinde; Özel radyo ve televizyonlar için 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanunu'nun 8. ve 18. maddesinde; İnternet üzerinden yapılan yayınlar için 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun'un 9. Maddesinde ve nihayet 2954 sayılı TRT Yasası'nın 27. Maddesinde düzenlenmiştir.

2. SÜRELİ-BASILI YAYINLARDA CEVAP VE DÜZELTME

a. Basın Yasası Düzenlemesi  

Süreli yayınlar için cevap ve düzeltme hakkının düzenlenmesi Basın Kanunu'nda yapılmıştır. Basın Yasası'nın 14. maddesi cevap ve düzeltme hakkının ne şekilde kullanılacağını, sade bir biçimde açıklamaktadır.

Maddenin ilk paragrafında, Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır.

Yasa maddesinden de anlaşıldığı üzere düzeltme hakkının kullanılması için öncelikle ortada hukuka aykırı bir yayın olmalıdır. Buradaki hukuka aykırılığın koşulunu, yasa koyucu şeref ve haysiyeti ihlal edici veya gerçeğe aykırı yayın şeklinde belirlemiştir. Bunun bulguları her olayın somut özelliklerine göre değişiklik gösterecektir. Hakkında yayın yapılan kişi, o yayından bir biçimde "incindiğini" düşünüyorsa, cevap ve düzeltme hakkını kullanabilecektir.  

Hakkında yayın yapılan kişi, yayım tarihinden itibaren iki ay içinde, bir düzeltme metnini yayın kurumunun sorumlu müdürlüğüne ulaştırmak zorundadır. Metnin doğrudan sorumlu müdür tarafından teslim alınması gerekmez. Tebligat Yasası hükümleri doğrultusunda kurumda sürekli çalışan birine de tebligat yapılabilir. Önemli olan cevap ve düzeltme metninin iki aylık süre içinde basın kuruluşuna ulaşmış olmasıdır. Eğer yayının künyesinde sorumlu müdür gözükmüyorsa, yayının sorumlusu olan Yazı İşler Müdürüne de ihtarname gönderilebilir.  

Bazı yayın kuruluşlarının künyelerinde "sorumlu Yazıişleri Müdürü" tanımı yerine "Tüzel kişi temsilcisi ve sorumlu müdür" ibaresi yer almaktadır. Bu tür durumlarda da ihtarname ile ekindeki cevap ve düzeltme metninin gönderileceği kişi burada yazandır.

b. Cevap ve Düzeltme Metni

Uygulamada, hazırlanan düzeltme metinleri, noterden bir ihtarname eşliğinde ilgili kuruma gönderilmektedir. Düzeltme yazısı, suç unsuru içermemeli ve de haberi yeniden düzeltme gerektirecek biçimde üçüncü kişilerin haklarını ihlal etmemelidir. Sorumlu müdür aldığı düzeltme metnini, günlük bir süreli yayında, aldığı tarihten itibaren üç gün içinde, günlük olmayan örneğin haftalık, aylık ya da iki aylık gibi süreli yayınlarda ise üç günden sonraki ilk sayıda haberin yayımlandığı sayfa ve sütun genişliğinde yani aynı ölçülerde yayınlamak zorundadır. Uygulamada sürmanşetten büyük puntolarla verilen bir haberin yayınlanmasına karar verilen düzeltme metni, genelde sürmanşetten değil, ilk sayfanın yakınlarında bir yerlerde yayınlanmaktadır. Kanımızca cevap ve düzeltme metninin bu şekilde yayınlanması yasaya uygundur. Ancak ilgili sayfada yayınlanması gereken haberin başka bir sayfada yayınlanması örneğin haberin birinci sayfada verilmesine karşın cevap ve düzeltme metninin iç sayfalarda verilmesi hukuka aykırılık nedenidir. Bu durumda Basın Kanunu 18. Maddedeki yaptırımların uygulanması zorunludur.  

Günlük yayın yapan basın organının, bu durumda tebliğden itibaren en geç basılacak üçüncü günkü sayısında düzeltme metnine yer vermesi gerekir.
 
Düzeltme ve cevap metninde cevap hakkının kullanılmasını gerektiren yayının günü ve sayısı belirtilir. İhtarname eşliğinde gönderilecek düzeltme ve cevap metninin ilgili yazıdan uzun olamayacağı, düzeltme ve cevaba neden olan eserin yirmi satırdan az yazı veya resim veya karikatür olması hallerinde düzeltme ve cevap otuz satırı geçemeyeceği yasanın aynı maddesiyle hükme bağlanmıştır.

Süreli yayının birden fazla yerde basılması halinde, düzeltme ve cevap yazısı, düzeltme ve cevap hakkının kullanılmasına sebebiyet veren eserin yayımlandığı bütün baskılarda yer alır. Ancak birden çok yerde basılıp da, ek niteliğinde farklı bölgesel yayın yapan gazetelerin sadece bir ekinde düzeltme gerektiren yayın yapılmışsa, bu durumda salt o bölgesel yayında düzeltme metninin kullanılması kanımızca yeterli olur.

c. Yargı Yolları

Cevap ve Düzeltme metninin yasaca belirlenen süreler içinde yayımlanmaması durumunda, yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, belirlenen koşullara aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren on beş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişiye yargıya başvuru hakkı doğar.

Kişi bu durumda, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, salt dosya üzerinden karara bağlar. Uygulamada bu sürenin aşıldığı ve yaklaşık olarak bir haftayı bulduğu görülmektedir.

Sulh ceza hâkiminin kararı, cevap ve düzeltme metninin yayımlanması yönünde olursa bu karara, yayını yapan basın kurumunca itiraz edilebilir. Kanun koyucu burada acele itiraz sözcüğüne yer verdiğinden, Ceza Muhakemesi Yasası 268. madde gereğince itiraz merci doğrudan Asliye Ceza Mahkemesidir. Burada kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde,  Sulh Ceza Mahkemesinin yargı çevresi içindeki Asliye Ceza Hakimliğine itiraz dilekçesi verilmelidir. Bir yerde birden fazla asliye ceza mahkemesi var ise Yasa'nın 27. Maddesi doğrultusunda basın işlerine bakacak mercii iki nolu asliye ceza mahkemesi olacaktır. Asliye ceza hâkimi, üç gün içinde itirazı inceleyerek karar verir. Sulh Ceza hâkiminin kararı, cevap ve düzeltme hakkının kullanılmaması yönünde olursa bu kez de aynı yöntemlerle, başvuru sahibi tebliğden itibaren yedi gün içinde ilgili asliye ceza mahkemesine başvurabilecektir. Asliye ceza mahkemesinin vereceği karar kesindir. Temyiz edilemez. Bu karara karşı artık başka bir yargısal kuruma başvurulamaz. Sadece yazılı emir yoluna gidilebilir ki, uygulamada az başvurulan bir yasa yolu olduğu göz önünde bulundurulduğunda buradan sonuç çıkması hukuki ve fiili olarak oldukça güçtür.

Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına hâkim tarafından karar verilmesi halinde, yayımlanmak için zorunlu olan süreler, sulh ceza hâkiminin kararına itiraz edilmemişse, kararın kesinleştiği tarihten itiraz edilmişse, yetkili makamın kararının tebliği tarihinden itibaren başlar.

Düzeltme ve cevap hakkına sahip olan kişinin mirasçılarından biri de bu hakkı kullanabilir. Bu durumda, yayının yapıldığı tarihten itibaren sorumlu müdüre gönderilmesi gereken metin, yayın gününden itibaren üç ay içinde gönderilmelidir.

Cevap ve düzeltme gerektiren yayının ilgili yayın kuruluşunda birden fazla yayın şeklinde yer alması durumunda her sayıda yer alan yayına ayrı ayrı cevap ve düzeltme başvurusunda bulunulabileceği gibi, söz konusu yayın örneğin bir yazı dizisi ise yazıların bitiminden itibaren genel ve tek bir başvuru da yapılabilir. Ancak bu durumda hangi günkü yayın için tekzip hakkının kullanıldığı özellikle belirtilmelidir. Cevap ve düzeltme metninin içeriği ve yasada belirtilen kapsamı belirtilen günkü yayına bakılarak belirlenir.  

d. Gerçek ve Tüzel Kişiler

Cevap ve düzeltme gerektiren yayın gerçek kişiler hakkında olabileceği gibi tüzel kişilerle ilgili de olabilir. Yasa'da açıkça belirtilmese de tüzel kişilerin de cevap ve düzeltme hakkını kullanabilecekleri asıldır. Cezai sorumlulukları bile bulunan tüzel kişilerin cevap ve düzeltme hakkını kullanamamaları çağdaş hukuk düzeninde yer bulabilecek bir uygulama olamaz. Kaldı ki Basın Kanunu'nda açıkça belirtilemese de Radyo ve Televizyon yayınlarında cevap ve düzeltme hakkını düzenleyen 3984 Sayılı Yasa, tüzel kişilerin de cevap ve düzeltme haklarının bulunduğunu belirtmiştir. Bu durumda radyo ve televizyon yayınları için tüzel kişilere cevap ve düzeltme hakkının kullanımını tanıyıp, gazete ya da dergiler için bu hakkı tanımamak yasa koyucunun amacı olarak değerlendirilemez ve de uygulamada eksiklik yaratır. Nitekim örnek olması bakımından İstanbul Barosu Başkanlığı hakkında yapılan yayınlara karşı Baro tarafından cevap ve düzeltme hakkı başvurusunda bulunulmuş ve yargı organlarınca bu istem kabul edilerek hüküm kurulmuştur.

Bu doğrultuda tüzel kişiler radyo ve televizyon yayınlarında olduğu gibi basılı yayınlarda ve de internet yayınlarında cevap ve düzeltme hakkından yararlanabilirler.

Makalenin devamını okumak için lütfen tıklayınız.
#608
Fransa Anayasa Mahkemesi, Ankara ile Paris arasında krize yol açan soykırımı inkâr yasa tasarısını, 'fikir, ifade ve iletişim özgürlüğüne aykırı' olduğu gerekçesiyle iptal etti. Cumhurbaşkanı Sarkozy ise kararın açıklanmasının hemen ardından, yasanın ikinci kez meclise getirilmesi için hükümete talimat verdi. Fakat meclis 7 Mart'ta tatile gireceği için parlamentoya gelmesi zor.Fransız Anayasa Mahkemesi, Ermeni soykırımı iddialarının inkârını suç sayan yasa tasarısını iptal etti. Fransa ile Türkiye arasında diplomatik krize yol açan inkâr yasa tasarısı, 1789 tarihli Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi'nin ifade özgürlüğü ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle reddedildi. Anayasa Mahkemesi, kanunun İnsan Hakları Beyannamesi'nin 11. maddesiyle korunan düşünce, ifade ve iletişim özgürlüğü ilkesine aykırı olduğuna hükmetti. Ayrıca bir görüşün bağlayıcı bir yasayla cezai işleme tabi tutulmasına karşı çıkan mahkeme, İnsan Hakları Beyannamesi'nin 6. maddesinin ihlal edildiğine karar verdi. Ancak 2001 tarihli Ermeni 'soykırım'ını tanıma yasası, beklentilerin aksine iptal edilmedi. 11 üyeli mahkemede eski cumhurbaşkanı Jacques Chirac, Hubert Haenel ve Jacqueline de Guillenschmidt oylamaya katılmazken, 8 üye tasarının iptali yönünde oy kullandı.

SARKOZY'NİN 'DİK KAFALILIĞI'

Mahkemenin kararının açıklanmasının hemen ardından, Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, yasanın ikinci kez meclis gündemine getirilmesi için girişimde bulunacağını açıkladı. Adalet Bakanlığı da, Sarkozy'nin talebi üzerine, Anayasa Mahkemesi'nin kararını göz önünde bulundurarak yeni bir inkâr yasa tasarısının hazırlanacağını duyurdu. Zaman'ın meclis kaynaklarından edindiği bilgiye göre, benzer bir tasarı önümüzdeki hafta salı günü Fransız Meclisi'nin gündemine gelecek. Modern Demokratlar Partisi'nin cumhurbaşkanı adayı François Bayrou, iptal kararına rağmen ikinci bir yasa teklifi hazırlatan Sarkozy'yi "dik kafalı" olmakla suçladı. Zaman'a konuşan UMP Strasbourg Milletvekili Jean-Phillippe Maurer, "Mahkeme, İnsan Hakları Beyannamesi'ne atıfta bulunarak tasarıyı temelden reddetti. Anayasaya aykırı birçok madde olmasına rağmen incelemeye dahi gerek duymadı. İkinci bir yasa girişimi meclisten geçse bile mahkeme tarafından reddedilmesi çok büyük bir ihtimal." ifadelerini kullandı. UMP'li Türkiye-Fransa Dostluk Grubu Başkanı Jean-Michel Diefenbacher de Fransız Meclisi'nin 7 Mart'ta seçimler sebebiyle tatile gireceğini hatırlatarak, "Hükümet istedikten sonra ikinci bir tasarının oylanması teorik olarak mümkün. Ancak bu kadar kısa bir sürede yasalaştırılması çok zor." dedi. Senato'da iptal başvurusu için imza kampanyasına öncülük eden senatörlerden Yeni Merkez üyesi Nathalie Goulet ise iptal kararını, "Sarkozy için büyük bir hezimet." olarak niteledi.

İnkâr yasa teklifini kaleme alan UMP Marsilya Milletvekili Valerie Boyer, üzgün olduğunu ancak tasarıyı yasalaştırma kararlılığını sürdürdüğünü belirtti. Zaman'a konuşan Boyer, "Fransa, resmi olarak Yahudi ve Ermeni soykırımını tanıyor. Ermeni soykırımını inkâr edenlerin cezalandırılmaması çok büyük adaletsizlik." şeklinde konuştu. UMP Paris Milletvekili Claude Goasguen de, Türk hükümetinin Fransa'da 'soykırım inkârcılığını teşvik ettiğini' öne sürerek, mahkeme kararının Yahudi soykırımının inkârını cezalandıran Gayssot yasasını tehlikeye soktuğunu iddia etti. Tasarının yasalaşması halinde, Fransa'da 'Ermeni soykırımının' varlığını inkâr edenler 1 yıl hapis ve 45 bin Euro tazminat cezasıyla yargılanacaktı.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1252309



Soykırım yasası iptali Fransız basınında

Fransa'da Anayasa Konseyi'nin, 1915 olaylarıyla ilgili Ermeni iddialarının reddedilmesini suç sayan yasayı iptal etmesi bugün Fransız basınında geniş yer aldı.

Gazetelerde, "Akil adamlar kılıçla vurdu", "Konsey, Devlet Başkanı'nın desteklediği metni kınayarak onu kuçük düşürdü", "Konseyi yasayı kınadı, siyasilerden zıt tepkiler geldi" gibi değerlendirmeler yapılırken Konsey'in kararının, 2001 Ermeni soykırımını tanıyan yasayı etkilemeyeceğini belirttiğine de dikkat çekildi.

Fransa Anayasa Konseyi'nin "inkâr" yasasını ifade özgürlüğü hakkına aykırı bulması, Fransız medyasında yankılandı. Gazeteler, yasanın Fransız Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin büyük desteğiyle geçtiğini anımsattıkları haberlerinde "Akil adamlar kılıçla vurdu", "Konseyi, Devlet Başkanı'nın desteklediği metni kınayarak onu küçük düşürdü", "Konseyi, yasayı kınadı, siyasilerden zıt tepkiler geldi" gibi ifadeler kullandı. Bu arada, Konsey'in kararının, 2001 Ermeni soykırımını tanıyan yasayı etkileyeceğini belirttiğine işaret edildi.

-LİBERATİON: "AKİL ADAMLAR KILIÇLA VURUP, KÜÇÜK DÜŞÜRDÜ"-

Fransa'nın önde gelen gazetelerinden Liberation da, "Akil Adamlar Kılıçla Vurdu" başlığı ile verdiği haberde "Anayasa Konseyi, Devlet Başkanı'nın desteklediği metni kınayarak onu küçük düşürdü" ifadesini kullandı. "1915 yılındaki Ermeni soykırımı"nın 2001 yılından bu yana bu durumda olduğunu kaydetti. Gazete, Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin benimsenmesi konusuna çok yoğun biçimde bağlandığını anımsattı.

-LE MONDE: "KONSEY YASAYI KINADI, SİYASİLER BÖLÜNDÜ"-

Fransa'nın büyük gazetelerinden Le Monde, Anayasa Konseyi'nin, "inkâr" yasasına karşı çıktığına dikkat çekerken anayasa uzmanlarının daha önce yasanın anayasaya aykırı olduğu uyarılarında bulunduklarını belirtti. Söz konusu yasanın 1915 yılındaki "Ermeni soykırımı"nın inkârını içerdiğine dikkat çeken gazete, yasa tasarısıyla Türkiye ile Fransa arasında bir atışmanın tetiklendiğini anımsatarak Türkiye'nin Paris Büyükelçisinin karardan "memnuniyet duyduğuna" işaret etti. Gazete, Konsey'in kararına "siyasetçiler farklı tepkiler verdi" diye yazdı.

-LE FİGARO: "KARAR 2001 YASASINI ETKİLEMİYOR"-

Muhafazakâr Le Figaro da, Anayasa Konseyi'nin "inkâr" yasasına ilişkin kararını değerlendirdiği haberinde yasanın Türkiye'de yoğun tepkilerine neden olduğunu, Fransa'da da tartışma yarattığını belirterek "tarihçilerin çoğunun da, yasamanın tarihe "müdahale" etmesine karşı çıktığını kaydetti. Gazete haberinde "Anayasa Konseyi, kararının, Ermeni soykırımın tanınmasına ilişkin 29 Ocak 2001 tarihli yasa ile ırkçı, Yahudi karşıtı veya yabancı düşmanı ifadelerini suç sayan 1990 tarihli Gayssot yasası ile bir ilgisinin bulunmadığının belirttiğini" de diye yazdı.

-LE PARİSİEN: "ANKARA YASAYI ÇOK SERT ELEŞTİRMİŞTİ"-

Anayasa Konseyi'nin ifade özgürlüğüne karşı olduğu gerekçesiyle yasayı kınadığını belirten Le Parisien ise, yasanın Ankara tarafından sert dille eleştirildiğini Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Avrupa'da İslam karşıtlığı ve ırkçılığındaki yükselişini kınadığını anısattı. Haberde Konsey'in kararı üzerine Nicolas Sarkozy ve başkanlık yarışında başlıca rakibi sosyalist aday François Hollande'nin vazgeçmediklerini söylediklerine dikkat çekilirken Fransız Dışişleri ve Tarım Bakanları'nın ise yasaya karşı çıktığı da hatırlatıldı.

http://www.haber7.com/haber/20120229/Soykirim-yasasi-iptali-Fransiz-basininda.php



Ermeni tasarısı bu yıl meclise gelmiyor

Fransa hükümet sözcüsü Valerie Pecresse, 1915 olaylarıyla ilgili Ermeni iddialarının reddinin suç sayılmasını öngören yeni bir yasayı, parlamentonun, ''görünüşte'' bu yasama yılından önce kabul edemeyeceğini söyledi.

Bakanlar Kurulu toplantısından sonra basına konuşan Valerie Pecresse, ''Yeni bir yasa tasarısını kaleme alabilmek için Anayasa Konseyi'nin kararını inceliyoruz. Cumhurbaşkanı, bazı Ermeni derneklerini kabul edecek, ayrıca Adalet Bakanlığı da konu ile ilgili çalışmalarını sürdürecek''dedi.

Parlamentonun seçimler yüzünden yasama yılını gelecek hafta kapatacağını hatırlatan hükümet sözcüsü, ''görünüşte, bu yasama yılının sonuna kadar yeni bir yasa yapılma ihtimali gözükmüyor'' ifadesini kullandı.

İktidardaki Halk Hareketi Birliği Genel Sekreteri Jean Francois Cope, bugün yaptığı açıklamada, parlamentonun gelecek hafta kapanacak olması yüzünden yeni bir yasa tasarısı sunmak için gerekli zaman olmadığını söylemişti.

Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Anayasa Konseyi'nin dün yasayı iptal etmesinin ardından hükümete yeni bir yasa tasarısı hazırlanması için talimat vermişti.

AA
http://www.haber7.com/haber/20120229/Ermeni-tasarisi-bu-yil-meclise-gelmiyor.php



Dışişleri Bakanlığı: Karar memnuniyet verici

Dışişleri Bakanlığı, 1915 olaylarına ilişkin Ermeni iddialarının reddini suç sayan yasanın Fransa Anayasa Konseyi tarafından iptal edilmesine ilişkin, ''Vahim bir hatanın Fransa'daki en yetkili hukuk merci tarafından düzeltilmesi memnuniyet vericidir'' değerlendirmesinde bulundu.

Dışişleri Bakanlığından yapılan yazılı açıklamada, Fransa Anayasa Konseyinin, ''Yasa tarafından tanınan soykırımların inkarının cezalandırılması''na yönelik yasa tasarısını anayasaya aykırı bularak iptal ettiği hatırlatıldı.

Söz konusu yasanın, Türkler ile Ermenilerin ortak tarihlerinin sancılı bir bölümüne ilişkin Ermeni görüşlerinin sorgulanmasını yasaklamayı hedefleyen, tek taraflı bir girişim olduğu vurgulanan açıklamada, ''Yasanın Anayasa Komisyonu tarafından iptal edilmesini, Fransa'da ifade ve araştırma özgürlüğü, hukuk devleti ve uluslararası hukuk ilkeleriyle bağdaşan; tarihin siyasallaştırılmasına karşı duran bir adım olarak görüyoruz. Vahim bir hatanın Fransa'daki en yetkili hukuk merci tarafından düzeltilmesi memnuniyet vericidir'' denildi.

İhtilaflı tarihi konularda üçüncü ülkelerin özensiz ve peşin hükümlü müdahaleler yerine, ilgili taraflar arasında diyalog ve çözümü özendirici, tarafsız bir tutum sergilemelerinin tercihe şayan bir yaklaşım olduğu belirtilen açıklamada, şunlar kaydedildi:

''Fransa'nın bundan böyle Türkiye ile Ermenistan arasında tarih konusundaki ihtilafın, adil ve bilimsel temelde ele alınması için yapıcı bir yaklaşım içinde olmasını; sorunu daha derinleştiren değil, çözümü destekleyen katkılar yapmasını ümit ediyoruz. Böyle bir yaklaşım, Türk-Fransız ilişkilerinin hak ettiği mecrada ve her alanda geliştirilmesine de katkı sağlayacaktır.''

http://www.haber7.com/haber/20120228/Disisleri-Bakanligi-Karar-memnuniyet-verici.php
#609
Merhabalar. En kısa zamanda borcunuzu rahatlıkla ödeyebilecek bir mali yapıya kavuşmanızı temenni ederek söze başlamak istiyorum. Sorularınıza aşağıda kısa cevaplar verdim:

Alıntı YapEv ve İşyeri tespitini nasıl yapabilirler.

Bunun birçok yolu var. Bankalar gibi yoğun icra işleri yapan büyük hukuk büroları mesela bankaya rehinli olan aracın yakalanması için borçlunun sıklıkla gittiği adreslere araçlı görevliler göndererek belirlikle aralıklarla buraları kolaçan ederler ve bu görevliler arabayı gördükleri anda da bağlanması için emniyete müracaat ederler. Dolayısıyla yakın zamana kadar işletmekte olduğunuz iş yerine hacze gelme ihtimali oldukça yüksektir, evinizin bulunma ihtimali de her zaman mevcuttur.

Alıntı Yapİcra işleminin safhaları ne olacak ben ne yapmalıyım. Gerçekten ödeyemeyecek durumdayım.

Öncelikle icra takibi başlatılacak, takip kesinleştirilecek ve haciz işlemine geçilecektir. Takibin kesinleştirilmesi aşamasında süre kazanmak için ödeme emrine tebliğ tarihinden itibaren yedi günlük yasal süre içinde itiraz edebilirsiniz; ancak bu itiraz neticesinde aleyhinize yüzde kırklık icra inkar tazminatına hükmedilebilir.

Alıntı YapEvimdeki eşyaları alırlarsa çocuklarım eşim açıkta kalıcaz. Devrettiğim işyerime ulaşırlarmı ulaşırlarsa ben tamamen biterim. Çocuklarımı bile doyuramaz duruma düşerim.

İcra ve İflas Kanunu'nda haczedilemeyecek olan şeyler sayılmıştır:

HACZİ CAİZ OLMIYAN MALLAR VE HAKLAR

MADDE 82 - (Değişik: 538 - 18.2.1965 / m.46) Aşağıdaki şeyler haczolunamaz:

1. Devlet malları ile mahsus kanunlarında haczi caiz olmadığı gösterilen mallar,

2. Borçlunun zatı ve mesleki için lüzumlu elbise ve eşyasiyle borçlu ve ailesine lüzumu olan yatak takımları ve ibadete mahsus kitap ve eşyası,

3. Vazgeçilmesi kabil olmıyan mutfak takımı ve pek lüzumlu ev eşyası,

4. Borçlu çiftçi ise kendisinin ve ailesinin geçimi için zaruri olan arazi ve çift hayvanları ve nakil vasıtaları ve diğer eklenti ve ziraat aletleri; değilse, sanat ve mesleki için lüzumlu olan alât ve edevat ve kitapları ve arabacı, kayıkçı, hamal gibi küçük nakliye erbabının geçimlerini temin eden nakil vasıtaları,

5. Borçlu ve ailesinin idareleri için lüzumlu ise borçlunun tercih edeceği bir süt veren mandası veya ineği veyahut üç keçi veya koyunu ve bunların üç aylık yem ve yataklıkları,

6. Borçlunun ve ailesinin iki aylık yiyecek ve yakacakları ve borçlu çiftçi ise gelecek mahsül için lâzım olan tohumluğu,

7. Borçlu bağ, bahçe veya meyva veya sebze yetiştiricisi ise kendisinin ve ailesinin geçimi için zaruri olan bağ bahçe ve bu sanat için lüzumlu bulunan alât ve edevat,

Geçimi hayvan yetiştirmeye münhasır olan borçlunun kendisi ve ailesinin maişetleri için zaruri olan miktarı ve bu hayvanların üç aylık yem ve yataklıkları,

8. Borçlar Kanunu'nun 510' uncu maddesi mucibince haczolunmamak üzere tesis edilmiş olan kaydı hayatla iratlar,

9. Memleketin ordu ve zabıta hizmetlerinde mâlûl olanlara bağlanan emeklilik maaşları ile bu hizmetlerden birinin ifası sebebiyle ailelerine bağlanan maaşlar ve ordunun hava ve denizaltı mensuplarına verilen uçuş ve dalış tazminat ve ikram yeleri,

Askerî mâlûllerle, şehit yetimlerine verilen terfi zammı ve 1485 numaralı kanun hükmüne göre verilen inhisar beyiye hisseleri,

10. Bir muavenet sandığı veya cemiyeti tarafından hastalık, zaruret ve ölüm gibi hallerde bağlanan maaşlar,

11. Vücut veya sıhhat üzerine ika edilen zararlar için tazminat olarak mutazarrırın kendisine veya ailesine toptan veya irat şeklinde verilen veya verilmesi lâzım gelen paralar,

12. Borçlunun haline münasip evi (Ancak evin kıymeti fazla ise bedelinden haline münasip bir yer alınabilecek miktarı borçluya bırakılmak üzere haczedilerek satılır.)

Medeni Kanunun 807 nci maddesi hükmü saklıdır. 2,3,4,5,7 ve 12 numaralı bendlerdeki istisna, borcun bu eşya bedelinden doğmaması haline münhasırdır.


Yukarıdaki maddede belirtilen şeylerden biri haczedilirse, bu haczin kaldırılması için yedi günlük süre içinde haczi koyan icra dairesinin bulunduğu yerdeki icra hakimliğine müracaat edebilirsiniz. Bunun dışında ülkemizdeki halihazırdaki uygulamaya bakarsak, mobilya ve eski beyaz eşyala gibi ev eşyalarının çoğunlukla muhafaza altına alınmadığını belirtebilirim. Hacizde yükte hafif ve az yer kaplayan, paha da ise ağır eşyaların her zaman için önceliği vardır. Eskiye kıyasla günümüzde etkisi ve uygulama sahası oldukça azalmış olan ev hacizleri, şu anda mecliste olan bir düzenleme yasalaşırsa, yasal açıdan da tarihe karışmış olacak. Durum özetle bu şekilde. Kolay gelsin...
#610
Merhabalar. En kısa zamanda borcunuzu rahatlıkla ödeyebilecek bir mali yapıya kavuşmanızı temenni ederek söze başlamak istiyorum. Sorularınıza aşağıda kısa cevaplar verdim:

Alıntı Yap1 Kredi kartından dolayı evlere haciz kaldırıldımı,
2 Üzerime olan faturaları annemin üstüne geçirmem eve bağlayıcılığımı ortadan kaldırımı
3 Yeni adresimizi bir şekilde tespit ederlerse bir ceza veya haciz işlemi başlarmı

Oturduğunuz ev alacaklı bankalar tarafından tespit edilirse, elbette oturduğunuz eve haciz gelebilir. Faturaların başkasının adına kayıtlı olması haciz gelmesini önlemez.

Alıntı Yap4 Benim borçlarımdan dolayı eşimin iş yerine haciz işlemi başlata bilirlermi

Eğer bu iş yeri gerçekten de eşinize aitse, hayır, böyle bir haciz eşinizin iş yerinde yapılamaz. Ancak bu iş yerinin gerçekte size ait olduğuna dair bir takım veriler varsa (mesela sizin mesleğiniz iç mimarlıkken eşiniz ev hanımıdır ve siz bu iş yerinde çokça vakit geçiriyorsunuzdur) böyle bir durumda haciz işlemi yapılabilir.

Alıntı Yap5 Ev adresimiz ve ikametgahımız farklı oldugu için bir cezası varmı

20 Nisan 2009 tarihinde yürürlüğe giren ve gerçeğe aykırı adres beyanında bulunan ya da hiç beyanda bulunmayan kişilere idari para cezası uygulanmasını öngören Yönetmelik kapsamında evini yeni taşıyarak adres değişikliği yapan, ancak bunu 20 iş günü içerisinde Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü'ne bildirmeyen vatandaşlar hakkında 2012 yılı için 390 TL idari para cezası uygulanmaktadır.

Alıntı Yap6 Ben ve kızım eşimin bağkurundan faydalana biliyormuyuz

Eşinizin Bağ-Kur'u sebebiyle siz ve kızınız sağlık hizmetlerinden yararlanabilirsiniz. Kolay gelsin...
#611
"Türk milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum."

Bu sözleri kim söylemiş olabilir? Merhum Necmettin Erbakan mı, Recep Tayyip Erdoğan mı, yoksa Süleyman Demirel mi? Hiçbiri değil. Bu sözler Cumhuriyet'in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'e ait. Ahmet Gürbaş'ın 'Atatürk ve Din Eğitimi' adlı kitabının 32. sayfasından. Diyanet İşleri Başkanlığı yayımlamış.

Bir 'dindar nesil' tartışmasıdır gidiyor. Başbakan Erdoğan AK Parti'nin il başkanları toplantısında iki CHP milletvekilinin 'katsayı konusunu Danıştay'a götürmesi'ni eleştirirken 'dindar nesil' dedi, başta CHP olmak üzere bazı çevreler ayağa kalktı.

Erdoğan'ın sözlerini bir 'ideolojik dayatma' olarak yorumlayanlar oldu. Ne konunun gündeme geliş biçiminden 'dayatma' çıkar ne de 'dindar nesle' yapılan o vurgudan... Bir 'dindarlık, dinsizlik' ayrımı ise hiç çıkmaz. Buna rağmen konu çok farklı mecraya taşındı. Bir 'ideoloji ve dayatma' parantezine sıkıştı.

Din, bütün toplumların vazgeçilmezidir. Küçük istisnalar dışında 'dindarlık' dünyanın hiçbir yerinde engellenmez, aksine teşvik edilir. Çağdaş dünyada, başta ABD olmak üzere Avrupa ülkelerinde siyaset ve devlet adamının dinle ilişkisi sokaktaki insanın ilgi alanındadır. Sandığa giderken tercihini belirler çünkü.

Amerika başkanlarının İncil üzerine 'yemin ettiklerini' herkes bilir. Kilise ile ilişkisi olmayan bir başkan adayının seçilme şansı yok gibidir. Doların üzerinde 'Biz Allah'a güveniyoruz' diye yazar. Benzer örnekleri Avrupa'dan da verebiliriz.

Hafta sonu dünyanın efsane takımı Barcelona'yı anlatan bir program izledim. Soyunma odasının hemen yanında bir şapel vardı. Formasını giyen futbolcu isterse şapelde dua ederek sahaya çıkıyordu. Ya Türkiye'de olsaydı acaba ne olurdu? Bazı olumsuz örnekleri hatırlatmak istemiyorum.

Türkiye'de dine ve dindarlara karşı alerjisi olan etkili çevrelerin olduğu muhakkak. Bu ülkede çoğu kere 'dindarlık' horlanıyor. 'Din, kutsal, dindarlık, başörtüsü, Kur'an kursu, imam hatip okulu' dediğiniz zaman bazı kesimler hemen ayağa kalkıyor. Anında laiklikten, irticadan, gericilikten dem vuruluyor.

Sanki laiklik dindarlığın karşıtıymış gibi. Laiklik din karşıtlığı, dinle kavga değil. Tersine dinle barışık olmanın, din ve vicdan özgürlüğünün teminatı.

Bu ülkede 'Dindar bir cumhurbaşkanı' vurgusu bile rejim sorunu oldu. Sokaktaki insan 'dini önemseyen insanların' cumhurbaşkanı, başbakan olmasını isteyebilir. Ayrıca istiyor da. Bu topraklarda yaşayanların böyle bir özelliği var. Bu özelliği dikkate alanların başarılı olduğu muhakkak...

O yüzden merkez sağ, halkın karşısına 'Kur'an, ezan, bayrak' diyerek çıktı. Karşılığını da aldı. Sol siyaset dinle sağlıklı ilişki kuramadı. Sol siyaset adamları dinle barışık profil sergileyemedi. Rahmetli Bülent Ecevit, 'Dine saygılı laiklik' çıkışı yapmak zorunda kaldı.

Başbakan Erdoğan'ın 'dindar nesil' vurgusu bir ideolojik dayatma değil, bir duruş. Dayatma yönündeki eleştiriler yersiz ve anlamsız. Eğer bu yönde düşüncesi olsaydı AK Parti 10 yıldır iktidar, uygulamalarına bunu yansıtırdı. Yaptığı, dindarlığa giden yolun önündeki engelleri kaldırmaktan ibaret... Ayrıca muhafazakâr demokrat bir parti olarak böyle bir misyonu da var.

AK Parti'nin dinin, dindarlığın horlanmadığı bir iklim oluşturma çabasını ben sadece doğal olarak görmüyorum, takdirle de karşılıyorum. CHP, Kemal Kılıçdaroğlu ile katı, ideolojik yüzünü bir nebze esnetmişti, bu tartışmada tek parti dönemine uzanan o eski CHP'den kesitler sergiledi. Ne tarihin yönünü doğru okuyabildi ne de halkın nabzını kavrayabildi.

CHP 'Türk milleti daha dindar olmalıdır' diyen Atatürk'e ne diyecek acaba? Dayatmacı mı, gerici mi?

m.unal@zaman.com.tr
http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1241881&title=turk-milleti-daha-dindar-olmalidir
#612
Ağrı'nın Doğubayazıt ilçesinde 5 Şubat günü silahlı saldırıya uğrayan cumhuriyet savcısı Hakan Kılıç hayatını kaybetti.

Ankara'da tedavi gördüğü Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde birkaç kez kalbi duran Kılıç, dün saat 07.10 sularında vefat etti. Kılıç'ın cenazesi bugün Konya'da toprağa verilecek. Bu arada saldırıya ilişkin Ağrı'da yapılan operasyonda 3 kişi gözaltına alındı. Savcı Hakan Kılıç için Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nda (HSYK) tören düzenlendi. Törende konuşan Adalet Bakanı Ergin, basında çıkan 'önemli bir kaçakçılık davasına bakıyordu' haberlerinin doğruluğunu teyit eden bilgiye sahip olmadıklarını söyledi. Saldırının aydınlatılması için çalışmaların devam ettiğini belirten Ergin, "Şu an için bizdeki bilgi, yakın tarihte verilen bir mahkûmiyet kararında mahkûm olan kişinin zanlı olarak görüldüğü şeklindedir. Ancak konuşmak için erken." dedi. Doğubayazıt Cumhuriyet Başsavcısı Tatar da, "Savcı Bey, duruşma savcısıydı. Herhangi bir şekilde soruşturma yapmıyordu." diye konuştu. "Sabit bir bilgisi olan varsa buyursun, bize izah etsin." diyen Tatar, "Bizim bilmediğimiz bir şeyi biliyorlarsa yardımcı olsunlar. Ama biz kamuoyuna arz edilen şeyi bulamadık." ifadelerini kullandı.

Bu arada Kılıç'ın Konya'daki baba ocağında da hüzün hakim. Gözyaşları içinde taziyeleri kabul eden emekli öğretmen baba Behçet Kılıç, bir süre önce kendisi için aldığı mezarlığa oğlunu defnedeceğini söyleyerek, "Mukadderat böyle imiş. Acımızı içimize gömdük." dedi. Oğlunun, olaydan yarım saat önce kendisini aradığını ifade eden baba, "Ben oradaki savcılarla görüştüm. Olay televizyonlarda anlatıldığı gibi değil. Olay örgüt işi." diye konuştu.

EMRULLAH BAYRAK - ANKARA - CİHAN
http://zaman.com.tr/haber.do?haberno=1241772&title=silahli-saldiriya-ugrayan-savci-hayatini-kaybetti




Savcıyı eski PKK'lı vurdu İran'a kaçtı!

Sinan Aydın / Ahmet Tunç haberi

Savcı Hakan Kılıç'ı 'Senin adaletin bu mu?' diyerek öldüren zanlının bir dönem PKK'nın dağ kadrosunda bulunduktan sonra etkin pişmanlıktan yararlandığı öne sürüldü. Ağrı'nın Doğubayazıt ilçesinde alışveriş yaparken uğradığı silahlı saldırı sonucu ağır yaralanan Cumhuriyet Savcısı Hakan Kılıç (30), yoğun bakımda verdiği yaşam mücadelesini kaybetti. Kılıç, tedavi gördüğü Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde dün saat 03.30'da öldü. Savcı Kılıç'a yapılan saldırının detaylarına SABAH ulaştı. Ağrı Emniyet Müdürlüğü tarafından oluşturulan özel ekip, saldırı ile ilgili yaptığı geniş çaplı araştırmalar sonucunda zanlının kimliğini belirledi: Doğubayazıt nüfusuna kayıtlı 30 yaşındaki Barış Batur.

MÜTALAADA 10 YIL CEZA

Saldırganın kimliği, saldırının nedenini de ortaya koydu. Alınan bilgiye göre Batur, yıllar önce PKK'ya katılarak bir süre dağ kadrosunda yer aldı. Ancak örgütten kaçan zanlı, güvenlik güçlerine teslim oldu. Tutuklanıp Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanan PKK'lı Batur, yargılama sonunda silahlı çatışmalara katılmadığı tespit edildiği için örgüt üyesi olmak suçundan 4 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Batur, yaklaşık 2 yıl hapis yattıktan sonra "etkin pişmanlık" yasasından faydalanıp serbest kaldı. Cezaevinden çıkan Batur, geçen yıl bir gasp suçuna karışıp tekrar cezaevine gönderildi. Kılıç'ın hazırlandığı mütalaa ile zanlının 20 yıla kadar hapisle cezalandırılmasını istendi. Sanık Batur'a, geçen hafta sonuçlanan davada 10 yıl hapis cezası verildi, dosya Yargıtay'a gönderildi. Cezayı çok bulan Batur'un, bundan savcı Kılıç'ı sorumlu tutarak saldırıyı gerçekleştirdiği sonucuna varıldı. Evli ve 2 çocuk babası olan, düğünlerde çalgıcılık yapan Batur'un yakalanması için başta ailesinin yaşadığı ev olmak üzere gidebileceği tüm adreslere operasyon düzenlendi. Zanlının izine rastlanmazken, arkadaşlarının da bilgisine başvuruldu. Zanlının, saldırının hemen ardından İran'a kaçtığı iddia edilirken, PKK'ya katılmış olabileceği ihtimali de değerlendiriliyor. Öte yandan savcı Kılıç'ın ölümü, başta ailesi olmak üzere Doğubayazıt Adliyesi'ndeki mesai arkadaşlarını da yasa boğdu. Kılıç'ın cenazesi bugün Konya'nın Ereğli ilçesinde toprağa verilecek.

CİĞERİMİ YAKTILAR

Kılıç'ın Konya'nın Ereğli ilçesinde yaşayan babası Behçet Kılıç "Bir süre önce kendisi için aldığı mezar yerine oğlunun defnedileceğini" söyledi. Emekli öğretmen Kılıç "Bence oğlumu örgütlü bir şekilde öldürdüler. Vuran yakalansa da ben evladımı kaybetmişim. Ciğerimiz yanıyor" dedi.

http://www.sabah.com.tr/Gundem/2012/02/08/savciyi-vuran-eski-pkkli-gaspci-cikti
#613
O, hayatı boyunca hep yoksulu, zayıfı, kimsesizi kollamış, bu uğurda verdiği fedakârlık örnekleri de muhteşem bir misal olarak tarihin şeref levhalarına geçmiştir.

Nitekim yardım edemediği yoksulun borcunu üzerine alma gibi hiçbir yöneticide görülmeyen emsalsiz bir muhteşem örneği de siyere böyle geçmiştir. Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle hazırladığımız 'Peygamberimizle Yaşamak' kitabından arz ediyorum bu tarihî 'mal senin, borç benim' sünnetini.

O'nun ideali insanlığa hizmet etmekti. Yoksa insanlığı kendisine hizmet ettirmek değildi. O sebeple eline geçeni yemez yedirir, içmez içirir, yönettiği insanların mutluluğuyla mutlu olur, üzüntüsüyle de üzülürdü.

'Müslümanların derdiyle dertlenemeyen bizden değildir!' sözünü de O söylemişti.

Nitekim bir müddetten beri biriktirdiği imkânını yine dağıtmak istiyordu miskin derecesindeki yoksullara. Çevresine münadiler göndermiş, sesleniyorlardı Medine sokaklarında miskin derecesindeki yoksullara:

-Resulüllah, mescidinde miskinleri beklemektedir. Acil ihtiyaç içinde olanlar gelip hisselerine düşeni alsınlar!..

Az sonra mescidin önünde en alt derecedeki yoksullar toplanmış, kasıp kavuran ihtiyaçlarını bir ölçüde karşılayacak imkâna kavuşacak olmanın sevincini yaşıyorlardı.

Nitekim düşündükleri gibi de oldu. Efendimiz gelenleri şöyle bir gözden geçirdikten sonra elindeki mevcudu da hesap ederek önünden geçenlere hisselerini verirken şefkat dolu tebessümlerle mutluluğunu açıkça belli ediyordu. Mutluydu. Çünkü en büyük sevincini yoksula yardım ederken duyuyordu. İşte o anda da ihtiyaç sahiplerinin sıkıntılarını gideriyordu. Nihayet elindeki imkân bitti, mevcut ihtiyaç sahiplerine de yetti. Demek ki hesap iyi yapılmıştı.

Ne var ki çok geçmeden koşar adımla uzaktan gelen bir bedevi görüldü. Adam ufkuna doğru bakarak gelirken nefes nefese söyleniyordu:

-Yardım dağıttığınızı duydum, onun için koştum, ama yine de yetişemedim. Zaten ben hep böyle şanssızın biriyim. Şefkat ve merhamet menbaı sordu:

-İhtiyacın çok mu fazlaydı?

Saymaya başladı ihtiyaçlarını. Hepsi de zaruri ihtiyaçtı. Ama Resulüllah'ın da imkânı bitmiş, elinde avucunda olanı tümüyle vermiş, tek dirhemi bile kalmamıştı. Efendimiz dikkatle baktı yoksul adamın üzgün yüzüne. Sonra beklenmeyen açıklamasını yaptı:

-Üzülme, ihtiyaçlarını yine alacaksın, hem de hiçbirini eksik bırakmadan!

- Nasıl olacak bu diyerek heyecanlandı yoksul adam. Efendimiz kelimelere basarak konuştu:

-Şimdi buradan dükkânların bulunduğu yere doğru yürü, ihtiyaçlarını nerelerde bulursan al, satıcılara da de ki:

- Mal benim, borç Resulüllah'ındır! Ödemeyi Resulüllah yapacaktır.

Adam önce şaşırdı. Sonra Efendimiz'in ısrarı karşısında toparlanarak sevinçle çarşının yolunu tuttu. Alacaklarının hesabını yaparak sevinçle gidiyordu..

Olayın şahidi olan Hazreti Ömer, fedakârlığın bu kadarını fazla buldu. Düşüncesini dile getirmekten kendini alamayarak dedi ki:

-Ya Resulallah! Sen gücünün yettiğiyle mükellefsin. Elinde olanı tümüyle verdin, geriye bir şey kalmadı, neden bu sefer de yardım edemediğin yoksulun borçlarını yükleniyorsun? Bu kadarı da fazla değil mi?.

Bu sözlerden hiç de memnun olmayan Resulüllah'ın yüzündeki tebessümün kaybolduğu görüldü. Halbuki o ana kadar çok mutluydu. Sanki güller açmıştı mübarek yüzünde. Tebessümü hiç eksik olmuyordu. Yoksula yardım etmenin tarif edilemez mutluluğunu yaşıyordu. Bunun üzerine oradaki masum bakışlı bir sahabe söze karıştı:

-Ya Resulallah, dedi, Sen Ömer'e bakma! Ver, ver, arşın sahibi Allah Sana yine verir, Seni boş bırakmaz!.

Bu sırada 'ver ver' sözünden o kadar memnun oldu ki, tebessümü tekrar yüzünde belirdi.

Verme konusundaki ölçüsünü de şöyle dile getirdi:

-Hiçbir şeyi olmayan, çorbasının suyunu çoğaltsın, onu da bulamayanların imdadına bir tas sulu çorba ile koşsun, yine yoksullara ilgisiz kalmasın!

1441. Kutlu Doğum yıldönümünde bu muhteşem olayı bir daha hatırlayarak diyoruz ki:

-Fa'tebirû ya ülil ebsar! (Düşünün ey basiret sahipleri!)

Yarın: Cömertle cimrinin farkları!

a.sahin@zaman.com.tr
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1241304


Cömert ile cimrinin farkları!.., Ahmed Şahin, Zaman

Cömert kimse, Allah'ın kendisine ihsan ettiği imkândan ikramda bulunup iyilik eden kimse demektir.

Cimri ise Allah'ın kendisine ihsan ettiği imkândan ikramda bulunmayıp hep kendi nefsini düşünen bencil kimse demektir.

İkisi arasında sadece kullar yanında değil, Allah indinde de Resûlullah yanında da büyük farklar vardır.

Efendimiz (sas) Hazretleri, cömertleri övüp cimrileri zemmettiği hadisindeki şu tarif fevkalade düşündürücüdür:

- Cömertlik kökü Cennet'te olan bir ağaçtır ki; onun dalına tutunanlar nihayetinde kökün bulunduğu Cennet'e ulaşırlar.

- Cimrilik de kökü Cehennem'de olan bir ağaçtır ki; onun dalına tutunanlar da nihayetinde kökün bulunduğu Cehennem'e ulaşırlar.

Efendimiz'in aziz torunu Hazreti Hasan (ra) da cömertlik konusunda şöyle hatırlatma yaparak der ki:

- Kul, cömertlik örneğini Allah'tan almalıdır. Allah kendisine ihsan ettikçe o da ihtiyaç sahiplerine ihsanda bulunmalı, kendisine gelen ikramı kendisi de yoksula ulaştırmayı görev bilmelidir.

Hz. Musa'nın ümmetinden olan Karun, çok zengindi. Ama çok da cimriydi. Cimriliğinin gerekçesini şöyle izah ediyordu:

- Ben bu serveti kendi kabiliyetim ve alın terimle kazandım, kimseye bir şeyler vermek zorunda değilim!.. Karun'un bu iddiasını Rabb'imiz Kur'an'ında, cimrilere örnek olarak anlattı da:

- Sakın siz de, servetiyle yerin dibine batan Karun gibi cimri olmayın, uyarısında bulunmuş oldu.

Bundan dolayı, 'Kim cimrilik ederse Karun'a benzemiş olur; kim de cömertlik ederse Hazreti Resûlullah'a tabi olmuş sayılır' sözü meşhur olmuştur.

Hacca giden bir zat, yolu üzerinde uğradığı İmam-ı Azam Hazretleri'ne bir çuval dolusu ayakkabı hediye etmişti. Ertesi gün onu çarşıda oğlu Hammad'a ayakkabı alırken görenler:

- Ya İmam dediler, daha dün size çuval dolusu ayakkabı hediye etmişlerdi, bugün oğlunuza ayakkabı alıyorsunuz?

- Hepsini de dağıttım, bir tane dahi kalmadı, dedikten sonra bu konudaki bir âdetini şöyle anlattı.

- Resûlullah Efendimiz, birine hediye verirken yanında bulunanları da mahrum bırakmaz, onlara da hediyeden hisse verirdi. Ben de o yüzden hediye verdiklerimin yanındakileri de mahrum bırakmayıp onlara da verdiğimden oğlum Hammad'a ayakkabı kalmadı.

İmam-ı Azam Hazretleri, bu âdetinin bir başka sebebini de şöyle açıklar.

- Biri bana ikramda bulunursa ben ona daha üstünüyle karşılık vermek isterim. Çünkü selam ayetinde, "Size biri selam verirse siz de o selama daha güzeliyle karşılık verin." buyrulmaktadır. Ben de bize verilen hediyelere, daha fazlasıyla karşılık vermeyi kendime âdet edindim. Bu anlayışımdan dolayı da bana verilen bende kalmaz, daha fazlasıyla başkalarına da ulaştırmaya gayret ederim.

Yoksul bir hanım, Aişe validemize hediye göndermişti. Validemiz, bu hediyeyi kabul etmeyip sahibine geri iade etti. Durumu duyan Efendimiz sordu:

- Aişe neden hediyeyi kabul etmeyip sahibine geri iade ettin?

- Gönderen benden daha muhtaçtı da ondan, dedi Aişe validemiz. Bunun üzerine Efendimiz'in yol göstermesi şöyle oldu:

- Sen önce gönderilen hediyeyi kabul et, sonra daha fazlasıyla karşılık ver, yardımda bulun, sevgi, saygını böyle göster.

Çevremize iyilik edip ikramda bulunma konusunda yapılan bir tespit de şöyle ifade edilir:

- Rabb'imiz cömerttir, cömert insanda zatına mahsus cömertlik sıfatını görünce onu sever, ona cömertliğine layık ihsanda bulunur, malının bereketini çoğaltır, kazanma meşakkatini azaltır. Cimriyi ise Rabb'imiz sevmez, çünkü cimride zatına ait sıfattan işaret göremez, malının bereketini azaltır, kazanma meşakkatini de artırır.

Bundan dolayı maneviyat büyüklerinin tavsiyeleri hep aynı olmuştur:

- Ey Allah'ın kulları! Allah sizde kendine ait cömert sıfatını görsün de sizi sevsin, sevsin de kazancınızın meşakkatini azaltsın, bereketini artırsın. Cennet'te cömertlerle birlikte olmaya layık görsün...

Bu temenniye ancak 'elf-ü elf-ü amin' denir, başka değil.

a.sahin@zaman.com.tr
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1241907&title=comert-ile-cimrinin-farklari
#614


Ankara Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin internet sitesinde 27 Nisan 2007'de yayımlanan ve tartışmalara konu olan açıklamayla ilgili soruşturma başlattı.

Soruşturma kapsamında dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın ifadesinin alınacağı öğrenildi. Büyükanıt, söz konusu bildiriyi bizzat kendisinin kaleme aldığını açıklamıştı.

Kanlı 27 Mayıs darbesiyle siyasete 'balans' ayarı vermeyi alışkanlık haline getiren Genelkurmay, aynı tavrı 11. cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde de sergiledi. Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili 2006 yılında başlayan tartışmalar, 2007'ye gelindiğinde hakaret ve tehditlere dönüşmüştü. 27 Nisan 2007'de TBMM, 11. cumhurbaşkanını seçmek için toplandı. Seçimde tek aday Abdullah Gül'dü. CHP, DYP ve Anavatan oylamaya katılmayarak Meclis'i boykot etti. Oylamaya 361 vekil katılırken Gül, 357 oy aldı. Aynı günün gecesinde TSK'nın internet sitesinde 23.17'de bir bildiri yayınlandı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın daha sonra kendisinin kaleme aldığını itiraf edeceği e-muhtırada ağır ifadeler kullanılıyor, rejime dikkat çekiliyordu. Söz konusu metinde Kutlu Doğum Haftası etkinliklerinde ilahi söyleyen başörtülü öğrenciler, irtica tehdidi olarak sunulmuştu. Bildiride, "Son günlerde, cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişe ile izlenmektedir." ifadelerine yer verildi. Hükümetin bildiriye cevabı da aynı sertlikte oldu. Hükümet adına yapılan açıklamada, "Başbakana bağlı bir kurum olan Genelkurmay'ın hükümete karşı bir ifade kullanması demokratik bir hukuk devletinde düşünülemez. Genelkurmay Başkanlığı, hükümetin emrinde, görevleri Anayasa'yla tayin edilmiş bir kurumdur. Genelkurmay başkanı, başbakana karşı sorumludur. Zamanlama manidar. Cumhurbaşkanı seçme sürecinde böyle bir metnin, hem de gece yarısı ortaya çıkması son derece dikkat çekicidir." denildi.

Ankara Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği'nin o bildiriyle ilgili soruşturma başlattığı öğrenildi. Adalet Platformu Başkanı Adem Çevik, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na 12 Eylül darbesi, 28 Şubat ve 27 Nisan açıklamasının sorumluları hakkında suç duyurusunda bulunmuştu. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 27 Nisan açıklamasıyla ilgili olarak dönemin askerî sorumluları hakkındaki suç duyurusu evrakını ayırdı. İstanbul Başsavcılığı, 'suç yeri Ankara olduğu' gerekçesiyle dosyayı 'görevsizlik' kararıyla özel yetkili Ankara Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği'ne gönderdi. Soruşturma için Ankara'da, özel yetkili Cumhuriyet Savcısı Kemal Çetin görevlendirildi.

http://zaman.com.tr/haber.do?haberno=1239396&title=o-bildiriye-5-yil-sonra-sorusturma
#615
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 6273 sayılı Çek Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'u onayladı.

Cumhurbaşkanlığı Basın Merkezi'nden yapılan açıklamaya göre, Gül, 6273 sayılı Çek Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'u Anayasa'nın 89. maddesinin birinci fıkrasıyla 104. maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi uyarınca yayımlanmak üzere Başbakanlığa gönderdi.

http://zaman.com.tr/haber.do?haberno=1239765&title=gul-cek-kanununu-onayladi
#616


SELÇUK KAPUCİ - ANKARA, CİHAN
12 Eylül döneminde Mamak Cezaevi'nde işkence yapan Doğan Eşlik ile işkence yaptığı isimlerden biri olan ülkücü Yılma Durak, 32 yıl sonra bir araya geldi.

Kendisinden helallik isteyen Eşlik'e, Durak'ın cevabı şu oldu: "Hakkımı helal ediyorum."

12 Eylül darbesi döneminde vatanî görevini Mamak Askerî Cezaevi'nde yapan Doğan Eşlik'in hikâyesi dün birçok gazetede yer aldı. Komutanlarının baskısıyla birçok kişiye işkence yaptığını anlatıyor ve "Bizi insanlıktan çıkarmışlardı, işkence ettiğim insanlar ne olur haklarını helal etsin." diyordu.

Eşlik'in işkence yaptığı isimlerden biri de Ülkücü Yılma Durak'tı. İşte o ikiliyi Cihan Haber Ajansı buluşturdu. Eşlik, Durak'ın elini öptü, helallik istedi. Yılma Durak şu ifadeleri kullandı: "Vicdanında yaptığı muhasebe sonucu çektiği ızdırapları dile getirmesinden dolayı Doğan kardeşime hakkımı helal ediyorum. Allah, ondan razı olsun."

Yılma Durak, Mamak'ta hem devrimcilere hem sağcılara toplu olarak işkence yapıldığını anlattı. Durak, "Doğan kardeşimiz kahramanlık ediyor. Vicdan azabına düşmüş, içindeki acıyı daha fazla taşıyamadığı için buralara kadar gelmiş. Bu vatan evlatlarına zulmettirerek, bize zulmettiler. Bunlara yapılan zulümler de bize yapılan zulümdür. Bizi copladılar, falakaya yatırdılar. Mamak Cezaevi bir işkence haneydi. O işkenceyi yaşayanlar huzur içinde değillerdir. Doğan kardeşimin ifadelerini okudum. Şimdi tanıştık. Büyük bir acı çekmiş. Bu kardeşime işkence yaptıranların hali ne? Onu gerçekten merak ediyorum."

DURAK'IN BİR GÖZÜ SÜREKLİ BENDEYDİ

Doğan Eşlik de Yılma Durak'ı, Mamak Cezaevi Tecrit 2\10'da beton zeminde yatarken hatırladığını anlattı. Durak'ın, şu andaki halinden daha zayıf olduğunu ifade eden Eşlik, "Eti kemiklerine yapışmıştı. Dişleri yoktu. Yatıyordu. Ben volta atıyordum. Bakıyordum bir göz sürekli bana bakıyor. Bu göz yıllarca benim zihnimden çıkmadı. Yılma Bey'i ve diğer isimleri, sayımlarda ve kargaşada dövmüş olabilirim. Vallahi kendi irademle değil. Komutanlarımızın zorlaması ile yaptım. Yapmasaydık dayaktan içimizi sızlatırlardı. Orada bir zulüm vardı. Askere de aynıydı. Bizim farkımız sadece A Blok'tan dışarı çıkarmalarıydı." diye konuştu. Eşlik'in avukatı Hasan İlter ise buluşmanın kendisini duygulandırdığını ve gördüğü işkenceleri tekrar hatırladığını anlattı. İlter, "Umarım bu buluşma, o dönem, işkence yapanlara da örnek olur. Onlar da inşallah çıkıp 12 Eylül'ün zulmünü anlatırlar." ifadelerini kullandı.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1240833&title=iskencecisiyle-32-yil-sonra-helallesti



İki gün evvel kendisiyle yapılan ropörtajda 'işkence yaptıklarım hakkını helal etsin' demişti, işte ropörtaj:

12 Eylül 1980 darbesinin ardından Mamak Cezaevi'nde kalan Doğan Eşlik, kendisine zorla işkence yaptırdıkları gerekçesi ile darbeyi yapanlar ve Mamak Cezaevi'ndeki görevliler hakkında Ankara Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulundu. Dilekçesinde, evlenip yuva sahibi olamamasına ve psikolojisinin bozulmasına darbecilerin sebep olduğunu vurgulayan Eşlik, ismini tek tek saydığı işkence mağdurlarından helallik istedi. Eşlik, "Bizi insanlıktan çıkarmışlardı, işkence ettiklerim ne olur haklarını helal etsin." diyor.

Mamak'ta yaptığı askerliğin ardından Eşlik'in psikolojisi bozuldu, maddi durumu iyi olmadığı için hastaneye gidemedi. "İşkence yaptığım birisi ile karşılaşırım bana hayatı zindan eder. Tekrar darbe olur aynı şeyler bu defa benim başıma gelir." düşüncesi ile hiç evlenmedi. Uzun yıllar birlikte yaşadığı annesini de kaybedince, tek başına yaşamaya başladı. Doğan Eşlik, şu anda psikolojik sorunlar ile karşı karşıya. Kendisine yardım eli uzatılmasını istiyor, zorla yaptığı işkencelerden dolayı pişman olduğunu belirtiyor.

20 AYIN İZİ 30 YILDA SİLİNMEDİ

12 Eylül 1980 darbesinin ardından tutuklanan yüzlerce mahkûm, Mamak Askeri Cezaevi'ne konuldu. Cezaevindeki işkencelerin tesiri ile birçok kişinin hayatı karardı. Şimdiye kadar Mamak Cezaevi'nde yaşananları hep mağdurlar anlattı. İşkence yapanlar ise yıllarca sessizliğini korudu. İşkence yapanlardan Kamil Atliman, sessizliğini bozarak önemli itiraflarda bulundu. Askerliğini bitirdikten sonra senelerce psikolojik tedavi gördüğünü ifade etti, işkence yapması için kendisine dayak atıldığını söyledi. Atliman gibi Doğan Eşlik de 12 Eylül 1980 darbesinin ardından Mamak Cezaevi'nde askerlik yaptı. 1982 yılında girdiği Mamak Cezaevi A Blok'ta 20 ay görev yapan Doğan Eşlik, askerliğini bitirmesinin üzerinden 30 yıl geçmesine rağmen Mamak Cezaevi'ni ve yaşadıklarını unutamıyor.

Doğan Eşlik, darbe yıllarında askerlerin durumlarının da mahkûmlardan farklı olmadığını ifade ediyor. Komutanların, kendilerini kimse ile görüştürmediklerini dile getiren Eşlik, şöyle devam ediyor: "Beni Mamak'a ziyarete gelenlere 'Burada böyle bir asker yok.' deyip geri göndermişlerdi. Mahkûmlardan farkımız binanın dışına çıkmaktı. Bizi hiç boş bırakmazlardı. 'Sizi boş bırakırsak, mahkûm kaçırırsınız.' derlerdi. 20 aylık askerlik dönemimde ailemi görmeme bir defa izin verdiler. Bizim hayatımızda mahkûmlarınki gibiydi. Biz de dayak yiyorduk. Teneke barakalarda kalıyorduk. Üç saat ara ile nöbetler oluyordu. Beziyorduk, durumumuz hiç iyi değildi. Orası da bizim için bir cezaevi gibiydi. Ben o cezaevi psikolojisi ile yıllardır yaşıyorum zaten. Mesela, benim korkularımdan biri şuydu: 'Ben, işkenceyi burada zor durumda kalan insanlara yapıyorum. İlahi tecelli, ben de buralara düşer miyim, endişesi ile evlilikte yapmadım. Evliliğimi engelleyen unsurlardan biri de budur. Çıktıktan sonra, oranın şartları bizim hayata bakışımızı etkiledi. Bir vurdumduymaz, boşvermişlik, sürekli korku, panik atak bende kalıcı oldu."

"İZİNSİZ KİTAP OKUMAK YASAKTI"

Doğan Eşlik, Mamak'takilerin ayak ayaküstüne atmalarının, izinsiz kitap okumasının, konuşmasının, yatmasının, tuvalete gitmesinin yasak olduğunu söylüyor. Eşlik, gerçeği komutanlarının emirleri ile anladıklarını ifade ediyor: "Sana karşı çıkarlarsa 'Uzat ulan' elini diyeceksin ve eline vuracaksın. Falakaya yatıracaksın. Daha da karşı çıkarsa ismini sayım mangasına vereceksin. Farklı şekilde dayaklar atıyorduk. Bu şekilde askerliğe başladık. Bir girdabın içine girdik."

"MAHKUMLARA İŞKENCE YAPMAK İÇİN DAYAK YERDİK"

Eşlik, mahkûmlara emredilen şekilde işkence yapılmadığı takdirde askerlere de dayak atıldığını anlatıyor: "Mesela, bir sayımda benim önüme gelen ve başını kafasını havaya kaldırmış mahkûm, bana elini uzattı. Sadaka istermiş gibi. Anlamadım ne yaptığını. Ben bu mahkûma vurmak zorundayım. Yavaş vurdum. Bunu gören üsteğmen Ahmet Kelek, beni yanına çağırdı. Sessizce, 'Aynı görüşten misiniz lan, memleketlin mi lan niye yavaş vuruyorsun?' diye sordu. 'Hayır' cevabını verince elimden copu aldı. 'Sana nasıl vurulurmuş, göstereyim.' dedi. Ve aldığı süratle copla bana vurmaya başladı."

İŞKENCE İÇİN ÖZEL EĞİTİM

Doğan Eşlik, kendilerine işkence için özel bir eğitim verildiğini belirtiyor. Bunun için, bazı komutanlarının görevlendirildiğini kaydeden Eşlik, "Komutanımız bize 'Direk boyna vurmayın iz kalır. Buraya vurmayın bu olur. Şuralara vurun deniliyordu. Mahkûm cinsel organını tutsun, eğilsin. Siz, kalçalarına coplarlara vurun. Ellerine vurun, bacaklarının şuralarına vurun.' şeklinde bir mahkûma nasıl işkence edileceğini öğretiyordu." diye konuşuyor.

"SİSTEMATİK BİR ŞEKİLDE İŞKENCE YAPARDIK"

Eşlik, cezaevinde Sayım Mangası, Havalandırma Mangası diye gruplar bulunduğunu anlatıyor. Bunlardan Sayım Mangası'nın her sayımda mahkûmların tamamına işkence uyguladığını belirten Eşlik, şöyle devam ediyor: " 'Ben her gün dayak yemedim' diyen mahkûm yoktur. Bir mahkûm, iki defa sayımda, havalandırmayı çıkarıldığında, bir de bizim pozisyonumuzda nöbet tutan askerlerden dayak yerdi. Yani sistematik bir işkence yapılırdı mahkûma. Günde iki defa sayım vardı. Sayım Mangası, mahkûmların komple her yerini arardı. Bu esnada, canı isteyen asker herhangi bir gerekçeyle mahkûmu döverdi."

"YAPTIĞIM İŞKENCELERDEN DOLAYI PİŞMANIM"

Doğan Eşlik, mahkûmlara yaptığı işkencelerden dolayı pişman olduğunu söylüyor. "Kendini insan olarak bilen birinin o haldeki insanlara vurması mümkün değil." diyen Eşlik, şöyle konuşuyor: "Bir kafese 5 kuş kapatılmış. Eline sopa verip 'Bu insanları sürekli döv.' diyorlar. Buradaki insanlara sürekli işkence yapmak zorunda bırakılıyorduk. 'Ayağını indir, bakma, gitme lan' gibi gerekçelerle insanları dövüyorduk. Bizi insanlıklarından çıkarmışlardı. Ama sayıma girdiğimiz zaman, vurduk. Vurduğumuz, ettiğimiz kişiler hakkını helal etsin. Mesela Oğuzhan Müftüoğlu, Mehmet Ali Yılmaz, Halil İbrahim Arı, Şaban Değirmenci, Melih Değirmenci, Cem Öz, Levent Babacan, Recep Küçükizsiz, Galip Gök, Erdem Şenocak, Yılma Durak. Bu insanlara dayak attığım için pişmanım. "

Doğan Eşlik, Mamak Askeri Cezaevi'nde yaşadıklarından dolayı sürekli, farklı davranışlar sergilemeye başladıklarını belirtiyor. Yaşadıkları ve şahit kaldığı olaylardan dolayı, sürekli korktuklarını ifade eden Eşlik, askerlerin de çok basit gerekçelerle komutanlar tarafından işkenceye maruz bırakıldığını anlatıyor: "Bir asker üzerinde, pusulayla mı yakalandı mesela, onun yüzünden tüm askerler işkenceye maruz kalıyorlardı. Onun için kimse kimseye güvenmiyordu. Psikolojimiz bozuldu. Komutanlar diyordu ki, 'Mahkûmu döveceksin.' Mahkûm da, 'Biz, seni buluruz.' diye tehdit ediyordu. Ve nitekim tutuklu Şaban Değirmenci, yıllar sonra, Antalya'da gezerken enseme dokundu. 'Ne haber lan. Biz sizi buluruz dememiş miydik lan?' dedi. O zaman çok korktum. Bir yere oturmamız için çağırdı. Pastaneye gittik. Biraz sohbet ettik. Bana, 'Mamak yargılanacak. Sen de korkma, bizden sana bir zarar gelmez .' dedi."

"AKLINI KAÇIRAN MAHKÛMLAR VARDI"

Doğan Eşlik, psikolojik işkencelerden dolayı aklını kaçıran mahkûmların bile olduğunu açıklıyor. Binbaşı Bahri Karadeniz'in eğitimli köpeklerle yaptığı işkencelerden mahkûmların çok korktuğunu belirten Eşlik, şöyle devam ediyor: "Bu binbaşı, mahkûmlar falakaya yatırılırken köpeklerle girerdi içeri. Eğitimli köpekleri, salardı mahkûmların üzerlerine. Köpekler tam ısıracakken geri çekerdi. Mahkûmlar böyle korkutuyorlardı."

Eşlik, Mamak'ta bulunan hücrelerin insan haklarına aykırı bir şekilde dizayn edildiğini ve bu hücrelerin mahkûmlara en ağır işkenceleri yapmak için kullanıldığını belirtti. Dördüncü koğuşun altında eni boyu ve uzunluğu bir metreküp olan hücrelerin varlığından bahseden Eşlik, "Bu hücrelerin içinde küçük bir lazımlık vardı. Bir battaniye, beton, ışık yok. Buraya Dev Yol'cu bayanlardan çok atılan oluyordu. İnsan Hakları'ndan yetkililer, davaları takip için geldiklerinde Mamak'ı da gezerlerdi. Bunun haberini alan cezaevi yönetimi, bu hücrelerden bahsetmezdi. Amaç, burada ihlal yok izlenimi vermekti." diyor.

"A BLOKTA KALANLARA FARKLI İŞKENCELER UYGULANIRDI"

Doğan Eşlik Mamak A Blok'ta kalan sağ ve solun önemli isimlerine de farklı işkencelerin uygulandığını şu sözlerle açıklıyor: "Bunlar farklı dayak yiyorlardı. Dev Yol'dan Sedat Göçmen, Oğuzhan Müftüoğlu, Nasuhi Mitap, Ali Afatlı, Bülent Forta, Haydar Yılmaz, Melih Pekdemir, ülkücülerden Muhsin Yazıcıoğlu, Haluk Kırcı, Adnan Madak, Cafer Yaylak, Ziya Karaçam, Recep Öztürk, Galip Kütük, Yılma Durak. Bu isimlere farklı işkenceler uygulanırdı. Yılma Durak, gördüğü işkenceden dolayı çenesi yamulmuştu. 3 ay hücrede kaldı. Demir parmaklıkların arkasından bizlere bakardı. Acırdık, içimiz yanardı. Ancak, elimizden bir şey gelmezdi. Halini bile sorsak, bize de aynı işkence yapılırdı."

"PEHLİVANOĞLU VE ARMAĞAN'A YARDIM EDEN ASKERE HER GÜN İŞKENCE"

Eşlik, idam edilen Mustafa Pehlivanoğlu ve İsa Armağan'ın kaçmasına yardımcı olan Abdülkadir Böcü'ye yapılanları şöyle anlatıyor: "Abdülkadir Böcü'yü hücreyle atmışlardı. Böcü'yü her sayımda, her yemek alışlarında, her havalandırmada kafası bozulan herkes dövüyordu. Askerin, önünde. Amaç, göz dağı vermekti. Bir daha böyle firar edenlere yardım edilmesin, diye bunu yaparlardı O yüzden hata bizler hata yapmamak için elimizden geleni yapardık. Biz de biliyorduk ki en ufak hatamızda bizleri döveceklerdi."

"MAHKUMLAR GİBİ BİTLENİRDİK"

Doğan Eşlik, erlerin yaşam koşulları ile ilgili de şu bilgileri veriyor: "Banyo yok. Koğuşlar düzensiz. Soğuk. Koğuşlarda diğer mahkûmların battaniyelerini alarak ısınıyorduk. Askerler de mahkumlar gibi bitleniyorlardı. Kendimize ait bir yatağımız olmadı. Dışarıda teneke barakalarda kalırdık.

"KOMUTANLARI VURURUZ DİYE SİLAHLARIMIZ ALINIRDI"

Eşlik, erlere işkence yapan komutanların, askerilerine güvenmediklerini ve silah vermediklerini anlatıyor: "Biz, ana davaların mahkûmlarını mahkemeye getirip götürürdük. Mahkûmları, mahkemeye getirip götürürken, eski M1 silahları verirlerdi bize. Bize sürekli işkence yapan Savaş Aytek, bizleri çok döverdi. Mahkemeye mahkûmları getirip götürürken onları vururuz diye silahları elimizden aldırırdı."

"ASKERLER RÜTBELİLERİN HEDEF TAHTASI"

Eşlik, cezaevi komutanları hakkında "Sadist yapıları vardı." tespitinde bulunuyor. Ruh hastası komutanların Mamak'ta toplandığını hatırlatan Eşlik, rütbelilerin askerleri hedef tahtası olarak kullandıklarını söylüyor: "Tek saçma sıkan silahlar vardı. O tüfeklerden her komutanın elinde vardı. Canı sıkıldığında onlarla askerlere sıkarlardı. Öldürmüyordu, ama yaralıyordu bu mermiler."

"KEŞKE SAVAŞA GİRSEYDİM MAMAK'TA ASKERLİK YAPMASAYDIM"

Eşlik, geçen yıl avukatı Hasan İlter vasıtasıyla dava açtığını anlatıyor: "Gittim ifademi verdim. Durumumu anlattım. Açmaktaki, sebebim her Türk genci gibi askerlik yapmama darbecilerin mani olmasıydı. Farklı olağanüstü, bir şey ile karşılaştım. İnsanlığın sıfır olduğu, ayaklar altına alındığı, insanlarının rencide edildiği bir ortamda mahkum gibiydim. İşkence bize de yapıldı. Amaç neydi, bilmiyoruz. Bizim psikolojimizi, insani iradelerimizi kırıp, hayvan gibi mahkumları bize dövdürmekti amaçları. Normalde tutuklulara vurmayı hiçbir insan aklından geçirmez. Keşke cephelerde savaşsaydım da Mamak'da askerlik yapmasaydım.

"DARBECİLERİN YARGILANMASINA GEÇ BİLE KALINDI"

Eşlik, 12 Eylül 1980 darbesini yapan Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya hakkında dava açılmasına geç kalındığını belirtiyor. "Ben bu davanın açılmasından çok memnunum." diyen Eşlik, şöyle devam ediyor: "Darbecilerin yargılanmasına bence çok geç kalındı. Herkes yaptığının bedelini ödemesi lazım. En azından ne amaçla bunları yaptılar çıksın anlatsınlar. Bir sürü insanların hayatı karartıldı. Neden yaptılar, amaçları neydi? Amaçlarına ulaştılar mı, vatan mı memleket mi kurtardılar? Ne oldu?"

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1240102&title=iskence-yaptiklarim-hakkini-helal-etsin&haberSayfa=2
#617


YUSUF İBA'nın haberi

Doğubayazıt Çarşı merkezinde savcıya üç kurşun sıkıldı. Ağrı'nın Doğubayazıt  ilçesinde Doğubayazıt'ta görev yapan Hakan Kılıç adlı Cumhuriyet savcısı sokak ortasında uğradığı silahlı saldırı sonucu ağır yaralandı.

Olay Bugün saat 14.30'da Çarşı merkezindeki İsmail Beşikçi Caddesi üzerinde meydana geldi. Cumhuriyet savcısı Hakan Kılıç bir tavukçu dükkanına girdiği sırada yüzü kapalı saldırgan arkadan  3 el ateş açtı.kurşunlardan ikisi göğsüne isabet ederken bir kurşunda kafasına isabet etti.

Ağır yaralan savcı çevredeki vatandaşlar tarafından hastaneye kaldırıldı. Olay yerinde geniş güvenlik önlemi alan polisin olayla ilgili soruşturması devam ediyor.

Savcı Hakan Kılıç, ambulans uçakla Ankara'ya getiriliyor

Ağrı'nın Doğubayazıt ilçesinde silahlı saldırı sonucu ağır yaralanan cumhuriyet savcısı Hakan Kılıç'ın ambulans uçakla Ağrı'dan Ankara'ya sevk edildiği öğrenildi.

İlçedeki bir şarküteriden alışveriş yaptıktan sonra arabasına doğru giderken silahlı saldırıya uğrayan Hakan Kılıç, Doğubayazıt Devlet Hastanesinde yapılan müdahalenin ardından ambulansla Doğubayazıt 1. Mekanize Piyade Tugay Komutanlığına götürülmüş, ağır yaralı olan Kılıç'ın buradan Erzurum'a sevk edilmesine karar verilmişti.

Daha sonra karar değiştirilerek Kılıç'ın ambulans uçakla Ankara'ya gönderildiği bildirildi.

Taşlıçay'da gözaltına alınan 3 kişi, Doğubayazıt Emniyet Müdürlüğüne gönderildi

Ağrı'nın Doğubayazıt ilçesinde görevli Cumhuriyet Savcısı Hakan Kılıç'a yönelik silahlı saldırıyla ilgili gözaltına alınan 3 kişi, Doğubayazıt Emniyet Müdürlüğüne gönderildi.

Edinilen bilgiye göre, savcı Hakan Kılıç'a düzenlenen silahlı saldırının ardından Taşlıçay ilçesinin girişinde durdurulan 36 KD 044 plakalı araçta gözaltına alınan 3 kişi, Taşlıçay Emniyet Amirliğine götürüldü.

Zanlılar, daha sonra, geniş güvenlik önlemleri altında Doğubayazıt Emniyet Müdürlüğüne sevk edildi.Haber7-AA-İHA

http://www.haber7.com/haber/20120205/Dogubayazitta-savciya-saldirdilar.php



Ergin: Savcının durumu ciddi, duacıyız

Adalet Bakanı Sadullah Ergin, silahlı saldırı sonucu ağır yaralanan Doğubayazıt Cumhuriyet Savcısı Hakan Kılıç'ın tedavi gördüğü Ankara Eğitim ve Araştırma Hastenesi'ne gelerek, savcı hakkında bilgi aldı.

Üzgün olduğu gözlenen Bakan Ergin, hastene çıkışında yaptığı açıklamada savcının durumunun ciddiyet arz ettiğini ifade ederek, ''Gerekli tüm tıbbi müdahaleler yapılıyor. Duacıyız, Mevla onu tekrar bize bağışlar.'' diye konuştu. Bakan Ergin'in hemen ardından CHP Milletvekili İlhan Cihaner de hastaneye geldi. Bir süre içeride kalan Cihaner de yaptığı açıklamada savcının durumunun ciddi olduğunu ifade etti.

Silahlı saldırı sonucu ağır yaralanan Savcı Hakan Kılıç, akşam saatlerinde Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne getirilmişti. Savcının beyin cerrahi yoğun bakımda tutulduğu öğrenildi.

http://www.haber7.com/haber/20120206/Ergin-Savcinin-durumu-ciddi-duaciyiz.php
#618
"Kabuk bağlamış yaraları kanatan, hukuku yağma eden ve despotik özlemlerini tatmin için her yolu deneyen AKP'nin, Türk milleti ve devleti için yegâne tehdit haline geldiği gelişmelerle netlik kazanmıştır."

"Ayrıca AKP'nin, Gençliğe Hitabe'den rahatsızlık duyduğu, Andımıza el uzatmayı planladığı, İstiklal Marşı'ndan gocunduğu ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü hedefine alarak Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu öğelerini dinamitlemek için adice faaliyet yürüttüğü belirgin hale gelmiştir."

"Eğer süreç böyle giderse, önümüzdeki dönemlerde başkent Ankara'nın durumu tartışmaya açılabilecek ve Mustafa Kemal'in de darbeci yaftası yiyerek verdiği milli mücadele sorguya çekilebilecektir.

Zira var olan ölçü ve ayarlar tümüyle bozulmuş, Haçlı emellerinin cellâtlığına soyunan AKP'nin nerede duracağı ve daha neleri gasp edeceği belirsiz hale gelmiştir."

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, gündemdeki konularla ilgili yazılı bir basın açıklaması yaptı. Bahçeli'nin açıklamasında geçen yukarıda aynen aktardığımız bölümler Ak Parti'ye yönelik çok ağır hakaret ve suçlamalar içeriyordu. İşte açıklamanın tamamı:

"AKP hükümeti, freni patlamış, pusulası çatlamış ve dümeni kırılmış bir görüntüyle, geri dönüşü çok zor olacak karanlık ve kayalık mecralara doğru hızla savrulmaktadır.

Basiret ve feraset açısından da acınacak duruma düşen iktidar zihniyetinin, Türkiye'nin geleceğini korku ve kutuplaşma halkalarıyla kelepçelemeye çalıştığı açıkça görülmektedir.

Kabuk bağlamış yaraları kanatan, hukuku yağma eden ve despotik özlemlerini tatmin için her yolu deneyen AKP'nin, Türk milleti ve devleti için yegâne tehdit haline geldiği gelişmelerle netlik kazanmıştır.

TBMM Genel Kurulunda, İçtüzük konusu etrafında yaşanan gerilimler AKP kabalığı ve saygısızlığının aldığı mesafeyi göstermesi bakımından da ibretlik olmuştur.

Bununla birlikte Başbakan Erdoğan, iftiralarına ve çirkin ithamlarına kaldığı yerden, mola verdiği aşamadan ve bıraktığı noktadan öfke nöbetlerine kapılarak devam etmektedir.

Anlaşıldığı kadarıyla, Türkiye'nin yoğun tartışmaların içine çekilmesinin, geçmişe kıvrılarak hesaplaşmaya düşmesinin gerisinde, küresel projelerin ilerletilme maksadı bulunmaktadır.

Bu kapsamda yeni sömürgeciliğin ve vahşi emperyalizmin perdelenmesi, ileri demokrasi peçesiyle kapatılması için BOP Eşbaşkanı'na büyük bir görev ve sorumluluk düşmüştür.

Dünün olaylarıyla yarını örtmeye çalışan ve dikkatleri dağıtmaya çabalayan hükümetin; içine girmediği kepazelik, eğmediği ve bükmediği milli konu neredeyse kalmamıştır.

Bütün gelişmeler göstermiştir ki, Hürriyet ve İtilaf'ın bugünkü temsilcisi, yabancı muhiplerin korunağı, acziyetin, teslimiyetin ve namertliğin elebaşısı Adalet ve Kalkınma Partisi'dir.

Bu itibarla, Milliyetçi Hareket Partisi'nin, Başbakan'ın ve arkadaşlarının hakaret ve tarizlerinin boy hedefi haline gelmesinde şaşılacak bir durum yoktur.

Cumhuriyet'in altını oymakla ve damarlarını tıkamakla uğraşan, milletimize mal olmuş değerleri yıkmakla meşgul olan AKP'nin; uydurma, mesnetsiz ve ahlaksız yollara tenezzül etmesi bozuk fıtratının ve çürük fikriyatının bir sonucudur.

Partimizin, Diyarbakır'daki kazılardan rahatsız olduğuyla ilgili izansızca ve hayâsızca çamur atmaya çalışanlar, şunu bilmelidir ki, Milliyetçi Hareket Partisi gayri hukuki ve faili meçhul hiçbir eylemin gizli kapaklı kalmasına rıza ve onay vermeyecektir.

Bilakis şaibelere terk edilmiş her meselenin aydınlatılmasını ve tüm yönleriyle ortaya çıkarılmasını istemektedir.

Ancak, toprağın altından çıkanların ne olduğuyla ilgili kesin ve hukuki hüküm verilmeden, fırsatı ganimet gören bir kalleşlikle, Türk milletinin kardeşlik duygularına kazma sallayanlara iyi gözle bakılamayacağı da açıktır.

Başbakan Erdoğan'ın bu gerçekleri fark etmesinde ve adım adım Türkiye'yi ateşin içine götüren sorumsuzluktan ve aymazlıktan sıyrılmasında büyük yararlar olacağı meydandadır.

Ayrıca AKP'nin, Gençliğe Hitabe'den rahatsızlık duyduğu, Andımıza el uzatmayı planladığı, İstiklal Marşı'ndan gocunduğu ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü hedefine alarak Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu öğelerini dinamitlemek için adice faaliyet yürüttüğü belirgin hale gelmiştir.

Bu kapsamda, büyük Türk milleti; AKP'nin cellât, küresel çevrelerin yargıç; PKK'nın, hainlerin, peşmergenin ve nesebi gayri sahihlerin müşahit; yalancıların, gafillerin ve canilerin şahit olduğu "Tarihi Şark Meselesi Mahkemesi'nde ölümle yargılanmaktadır.

Gelişmelerin ve ortaya çıkan hadiselerin seyri bu vahim durumu doğrulamış ve daha da yüzeye çıkarmıştır.

Eğer süreç böyle giderse, önümüzdeki dönemlerde başkent Ankara'nın durumu tartışmaya açılabilecek ve Mustafa Kemal'in de darbeci yaftası yiyerek verdiği milli mücadele sorguya çekilebilecektir.

Zira var olan ölçü ve ayarlar tümüyle bozulmuş, Haçlı emellerinin cellâtlığına soyunan AKP'nin nerede duracağı ve daha neleri gasp edeceği belirsiz hale gelmiştir.

Ne var ki, AKP fitnesi ne yaparsa yapsın, ayıran ve düşmanlık tohumları saçan niyeti amacına ulaşamayacak ve aradığı imkânı asla bulamayacaktır.

Ruhu yabancı başkentlerde, bedeni burada olan köksüz, köhnemiş ve küflenmiş iktidar sözcüleri ve sahipleri, ne yaparlarsa yapsınlar 29 Ekim 1923 kararlılığını ve inancını alt edemeyeceklerdir.

Unutulmasın ki, Milliyetçi Hareket Partisi'nin varlık gayesi de buna yöneliktir."

http://www.haber7.com/haber/20120203/Bahceli-MKemal-darbeci-yaftasi-yiyebilir.php
#619



Türkiye Sağlık İşçileri Sendikası (Sağlık-İş) Onursal Genel Başkanı Mustafa Başoğlu, Hacı Bayram Camisi'nde kılınan cenaze namazının ardından Taceddin Dergahı'nda toprağa verildi.

Sağlık-İş kurulduktan sonra yaklaşık 50 yıl başkanlığını yapan ve geçen yıl aday olmayan Başoğlu için, sabah saatlerinde sendikanın Anıttepe'deki genel merkezi önünde tören düzenlendi.

Törene katılan çalışma arkadaşları, Mustafa Başoğlu'nun Türk bayrağına sarılı tabutunun önünde dua etti.

Sendika Genel Başkanı Hasan Öztürk, burada yaptığı konuşmada, sağlık işçisinin öksüz kaldığını söyledi. Duygulandığı görülen Öztürk, sağlık işçilerinin Başoğlu'nu unutmayacağını belirtti.

Türk-İş Genel Mali Sekreteri Ergün Atalay da Başoğlu'nun büyük hizmetlerde bulunduğunu belirterek, onun mazlumdan ve mağdurdan yana biri olduğunu ve gözünü budaktan esirgemeden söylenmesi gereken her şeyi yeri geldiğinde söylediğini dile getirdi.

Daha sonra Hacı Bayram Camisi'ne götürülen Başoğlu için öğle namazının ardından cenaze namazı kılındı.

Namaza, Başoğlu'nun yakınlarının yanı sıra TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı, Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak, BBP Genel Başkanı Mustafa Destici, DP Genel Başkanı Namık Kemal Zeybek, Başbakanlık Müsteşarı Efkan Ala, CHP İstanbul Milletvekili ve eski Türk-İş Başkanı Bayram Meral, Ankara Valisi Alaaddin Yüksel, Memur-Sen Konfederasyonu Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, bazı sendikacılar ve çok sayıda vatandaş katıldı.

Namazdan sonra Başoğlu, Taceddin Dergahında, BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu'nun kabrinin yanında toprağa verildi. Bu arada, dergaha gelen vatandaşlara Cevşen dağıtıldı.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1238664&title=mustafa-basoglu-son-yolculuguna-ugurlandi


Vefat eden 50 yıllık sendikacının son röportajı

50 yıllık sendikacı Mustafa Başoğlu'nun vefatı yakınlarını ve sendikal yaşamı hüzne boğarken, kitap çalışmaları da yarıda kaldı. Başoğlu, son röportajını verdiği Cihan Haber Ajansı muhabirine 1 Mayıs ve başörtüsü üzerine iki kitap yazdığını açıklamıştı.

İşte, 50 yıl boyunca görev yaptığı Sağlık-İş Sendikası başkanlığından gözyaşları içinde ayrılan Başoğlu'nun Cihan'a verdiği son röportaj;

12 Eylül 1980 darbesine gidilen süreçte işçi konfederasyonlarından DİSK'in kullanıldığını savunan Başoğlu, 1970-1980 arasındaki işçi olaylarında, işçilerin tanka bindirildiğini belirtti. DİSK'in 15-16 Haziran olaylarını da amacından saptırarak darbeye hizmet eder konuma getirdiğini belirten Başoğlu, "DİSK Sovyet tipi bir yönetim peşinde koşuyordu. 12 Eylül'ü kolaylaştırdılar." dedi.

"DİSK ÖLENLERİN ÇOCUKLARINA SAHİP ÇIKMADI"

1 Mayıs 1977'de 34 kişinin öldüğü Taksim olaylarıyla ilgili de hafızasındakileri anlatan Başoğlu, şunları kaydetti: "O dönemde DİSK'e '1 Mayıs'ta Taksim'e çıkma' dediler. O dönemin gazeteleri 'İstanbul ölü şehir' diye yazmıştı. Herkes olacaklardan haberdar gibi kaçmıştı. DİSK'in eylem olursa ben basına yansırım kaygısı vardı. Ama 1 Mayıs'ta ölenlerin çocuklarına bile sahip çıkmadı. Sendikalar orada da iyi bir sınav veremedi."

ERBAKAN ARAYIP TEŞEKKÜR ETTİ

Postmodern darbe sürecinde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in çalışma hayatı ve sendikalarla ilgili danışmanlığını yapan Başoğlu, o çalkantılı dönemlerde Demirel ile arasında geçen konuşmayı anlattı. Demirel'in kendisine "Ben Milli Güvenlik Kurulu'nda askerlere söyledim millete ters gelen bir iş yapmayın." dediğini belirten Başoğlu, "Ama yapıldı. 28 Şubat bir emri vakiydi. Tepeden inme oldu. Demirel bana 28 Şubat kötü oldu, iyi oldu demedi." tespitini yaptı. 28 Şubat'a karşı durduğunu her platformda anlattığını dile getiren Başoğlu, o dönemde sürekli Kanal 7'ye çıkarak darbe beklentilerine karşı konuşma yaptığını ifade etti. Askere karşı iyice yalnızlaşan dönemin başbakanı merhum Necmettin Erbakan'ın bir akşam kendisini aradığını vurgulayan Başoğlu, 'Teşekkür ederim kardeşim güzel şeyler söyledin' dediğini dün gibi hatırladığını belirtti. Başoğlu, Erbakan'ın davranışını şöyle yorumladı: "O kadar baskı yaşıyormuş ki o konuşmam rahatlatıyormuş. O günlerde kimse konuşmuyordu. Herkes suskundu. Konuşursam başım belaya girer diye. Ancak o dönemde 'Sen neden böyle konuşuyorsun' diye bana askerden tepki gelmedi hiç."

5'Lİ ÇETEYE 'DARBECİSİN' DEDİM, DEMİREL'E ŞİKAYET ETTİLER

Mustafa Başoğlu, 28 Şubat sürecinde darbeye destek veren ve 5'li çete olarak bilinen sendika başkanlarıyla tartışmalarının Demirel'e şikayet edildiğini belirtti. DİSK Başkanı Rıdvan Budak'a bir toplantıda 'Sen darbecisin' çıkışı yaptığını dile getiren Başoğlu, Budak'ın karşılık olarak "Seni Cumhurbaşkanı Demirel'e şikayet ederim, Demirel'in politikasına aykırı hareket ediyorsun." dediğini vurguladı.

GENERAL SENDİKALARI TOPLADI

O karmaşalı günlerde sendikalarla bir general başkanlığında toplantı yapıldığını hatırlatan Başoğlu, o toplantıya Türk-İş'in o dönemki başkanı Bayram Meral'in katıldığını ifade etti. Meral'e toplantının konusuyla ilgili sorular sorduğunu kaydeden Başoğlu, Meral'in verdiği "Ankara Valisi vardı. Biz orada yükseköğretimdeki çocuklara yurt meselesini konuştuk." cevabına hala inanmadığına dikkat çekti. Başoğlu, tabloyu şöyle özetledi: "Tabi öyle olmadı, başka şeyler konuşuldu. Sivilleri çağırıyorlar, asker bilgi veriyor, şartlandırıyor gönderiyor. Türk-İş Genel Sekreteri Şemsi Denizer o dönemde Erzurum'da bir toplantı yaptı. 'Asker darbe yapar biz destekleriz' dedi. Ben Şemsi'ye sordum. 'Ben öyle demedim' dedi. 28 Şubatçılar sürekli olarak işçileri ve işverenleri kendi yanlarında görmek için çalışıyordu. Hakimler ve savcıları topluyorlardı ya. Ama siviller 28 Şubat'ı istemedi."

SENDİKACI PARALARI YİYECEĞİNE FAKİR FUKARAYI DOYURSUN

50 yıl boyunca sendika başkanlığı yapan Başoğlu, Türkiye'deki sendikacılığın toplumdan kopuk işlediğini söyledi. Sendikaların birer okul sahiplenebileceğini, çocukları giyindirebileceğini anlatan Başoğlu, öğrencilere kırtasiye yardımı yapmalarını önerdi. "Sendikaların paraları var. Şimdi paraları kendileri yiyor. Arabaları değiştiriyorlar. Benim hiç Mercedes makam arabam olmadı." diyen Başoğlu, bir sendikacı olarak okul yaptırmasına, gıda paketi dağıtmasına kızıldığını belirtti. 'Bu Başoğlu kendi kendine başımıza iş çıkarıyor' dendiğini söyleyen Başoğlu, sendikalardaki paranın işçinin parası olduğunu, millet için kullanmak gerektiğini aktardı.

Evinde bundan sonra ne yapacağını düşünmekle meşgul olan Başoğlu, 1 Mayıs ve başörtüsüyle ilgili iki kitap yazacağını sözlerine ekledi.

(CİHAN)
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1238190&title=iste-basoglunun-son-roportaji
#620
SERVET YANATMA - ANKARA

Ankara-Paris hattı 'inkâr yasası'ndan dolayı gergin günler yaşarken, Fransa Büyükelçisi Laurent Bili'den 1915 olayları ve Ermeni diasporası konusunda çarpıcı değerlendirmeler geldi.

Daha önce de diplomat olarak görev yaptığı Türkiye'yi çok iyi tanıyan Bili, "Bu coğrafyada büyük acılar yaşandı. Fransızlar, Türklerin ve Müslüman halkların yaşadıkları acıları bilmiyor. I. Dünya Savaşı'nda biz 1,6 milyon kişi kaybettik. Ama Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş sürecinde Türklerin 2,5 milyon kaybı olduğunu Fransa'da kimse bilmiyor. Bunu anlatmak lazım." diyor. Ermeni meselesinin sadece 1915'e bakılarak anlaşılamayacağına dikkat çeken Fransız Büyükelçi, daha geniş bir coğrafyada daha geniş bir dönemin incelenmesini istiyor. 1878'den itibaren Türklerin Kafkaslar ve Balkanlar'dan yavaş yavaş kovulduğunu ve sadece Balkanlar'dan 1 milyondan fazla insanın sürgün edildiğini hatırlatıyor. Bu sırada 100 binden fazla kayıp vakasının yaşandığını vurgulayan Bili, Hollandalı tarihçi Zürcher'in kitabını okuduktan sonra Ermenilerin bu hatalar sonunda hesap ödemek zorunda kaldığını anladığını söylüyor. İyi derecede Türkçe bilen Fransız Sefir, Ankara'da kalması halinde yapmayı planladığı projesini de Zaman'la paylaştı: "Fransa'daki Ermeni kökenli vatandaşlarımızı Türkiye'ye davet etmek istiyorum. Türkiye o kadar değişti ki; bunu bilmiyorlar. Onları bu yeni Türkiye ile tanıştırmak istiyorum. Belki biz Fransız diplomatlar olarak yeterli çalışmadık, değişimi aktarmakta."

Yaşanan gerginliğe dikkat çeken Büyükelçi Bili, "Misyonumun devam edip etmeyeceğinden emin değilim." diyerek, iki ülke ilişkilerinin seviyesinin düşme riskine dikkat çekiyor. Ardından şu mesajı veriyor: "I. Dünya Savaşı'ndan beri hiçbir zaman bir Fransız büyükelçi kalıcı şekilde kovulmamıştı. Her şeye rağmen bu yasa uygunsuz olabilir ama aşırı bir tepki göstermeye değmez. Fransa'da bu tip yasaların uygunluğu üzerine çok tartışılıyor. Bağları koparmak, yarının dünyasını inşa etmek için en iyi yol olmayacak."

Ermeni meselesiyle ilgili projelerini sorduğumuzda ise Büyükelçi Bili, orijinal bir öneride bulunuyor: "Fransa'daki Ermeni kökenli vatandaşlarımızı Türkiye'ye davet etmek istiyorum. Türkiye o kadar değişti ki; bunu bilmiyorlar. Onları bu yeni Türkiye ile tanıştırmak istiyorum. Belki biz Fransız diplomatlar olarak yeterli çalışmadık, değişimi aktarmakta. Biraz 'Unutalım bu konuyu' gibi yaptık ama bunu unutmak mümkün değil. Bir çözüm bulabilirsek Türkiye'nin Ermeni diasporası ile yakınlaşması için, bu konuyu unutmaktan çok daha faydalı olabilir. Devam edebilirsem; Türk tarafı da kabul ederse böyle bir şey faydalı olabilir." Bili, Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'a danışmanlık yaparken Kafkas dosyasını takip etmiş. Ermeni diasporasını da yakından tanıyor. Fransa'daki Ermenilere şöyle sesleniyor: "Buraya gelin, bakın, tanıyın, bir Türk ile konuşun. Bugünkü Türkiye tarihi serbestlik stratejisi kullanmak isteyebilir. Yaklaşmak, diyalog yani. Bu böyle devam etmez. Yeni yasa çıkıyor. Başka şey geliyor. Bunu çözme zamanı geldi."

Siyaset atmosferi çok değişmiş

1995-1999 yılları arasında da Türkiye'de görev yapan Bili, 12 sene sonra Türkiye'de büyük değişiklikler gözlemlediğinin altını çizdi. Özellikle 2006-2011 arasında Türkiye'nin zenginleştiğini kaydeden Bili, "En önemli değişim, siyaset atmosferi ve özgürlükçü düşünce konusunda. 90'lardan bugüne büyük bir farklılık hissettim. Kürt meselesi hakkında her şey çok açık bir şekilde konuşuluyor. 1992'de Türkiye'ye ziyarete geldiğimde Dışişleri'nde bir yemeğe katıldık. Fransız diplomat, Kürt meselesi hakkında bir soru sordu. Türk tarafından "Türkiye'de Kürt yok ki" cevabı geldi. Biz şaşırdık çünkü Güneydoğu'da bu dönemde şiddet vardı." değerlendirmesinde bulundu.

Laiklik konusunun Eskiden Türkiye'de "din karşıtlığı" olarak algılandığını ifade eden Fransız diplomat, "90'larda Türkiye'deki laiklik, Fransa'nın 1905'leri gibi. Bu devirde Fransa'da laiklik, din karşıtı gibi algılanıyordu. Başbakan Erdoğan'ın El Ezher'de yaptığı konuşma, Fransız laiklik kavramına çok daha yakın bir tanım. 'Bir Yiğit Vardı' kitabında okudum. Adnan Menderes, ezanın yeniden Arapça okunmaya başlamasını anlatırken 'Bizim gibi laik bir ülke olan Fransa'da çanları çalabiliyorlar.' diyor. Küçük ama önemli bir ayrıntı." diyor.

'AKP gelirse laiklik gider' korkusu yıkıldı

Büyükelçi Bili, değişen siyasî atmosferi ise önemli bir örnekle açıklıyor: "Bir de buradayken Refah hükümeti iktidara geldi. Türkiye'de siyaset hayatında inanılmaz bir gerginlik vardı. Bu, biraz laiklikle ilgili ama aynı zamanda askerin rolü ile ilgili bir şey. 2001'den beri bu gerginlik biraz azaldı. AKP, bir hükümet kültürü ve güçlü lideri olan bir parti. İktidara geldiği zaman AB sürecini kullanarak yavaş yavaş bu gerginlik sakinleşti. Daha normal bir demokrasi oluştu Türkiye'de. Fransa'da 1981'de Sosyalistler ilk defa iktidara geldiler. Bu dönem oldukça önemli oldu. Çünkü 1981'e kadar Fransa'da 'Komünistler gelirse demokrasi bitecek' düşüncesi vardı. Sosyalistlerin iktidar olmasıyla komünizmin gelmeyeceği görüldü. Bu düşünce kırıldı." Fransız sefir, Türkiye'deki benzer kırılmayı ise şöyle izah ediyor: "O dönemde bazı kesimlerde AKP gibi bir parti iktidara gelirse laikliğin elden gideceği düşüncesi vardı. 'Yeni bir darbe gelebilir' düşüncesi vardı. AKP'nin iktidara gelmesiyle bu korku yıkıldı. 1997'deki postmodern darbenin arkasında böyle bir düşünce var. 2002 seçimlerindeki başarılı tercihten sonra bu tür düşünceler bence bitti." Fransız Büyükelçi Bili, Türkiye'yi yakından tanımak için biyografi kitaplarına önem verdiğini ve bunlardan çok faydalandığını anlatıyor. Bunlara iki tane örnek veriyor. İlki Hüseyin Besli ve Ömer Özbay'ın yazdığı "Bir Liderin Doğuşu: Recep Tayyip Erdoğan", ikincisi ise Erdal Şen'in kaleme aldığı Adnan Menderes'i anlatan "Bir Yiğit Vardı". Bu kitaplardan çok önemli bilgiler aldığını kaydeden Büyükelçi Bili, bunları özellikle yabancılara tavsiye ediyor: "Türkiye'yi anlamak için bu kitaplar önemli."

Basında artık farklı sesler var

Fransız büyükelçi, Türkiye'deki değişimde medyanın büyük rolü olduğunu düşünüyor: "1991'de sadece TRT vardı. Kısa zamanda tek düşünce kültürünün değişmesi kolay değil aslında. Yeni kanallar çıktı. Yeni gazeteler popüler oldu, Zaman Gazetesi gibi. Yavaş yavaş farklı düşünceler geldi. İyi haber almazsa insanların düşüncesi değişmez. Basında biraz daha farklı sesler olmaya başladı. Televizyon kanallarında da nüanslar oluştu. Yavaş yavaş farklı görüşler Türk basınında dillendirilmeye başlandı. Hâlâ bazı konuları konuşmak zor, ama 90'lara göre Türkiye inanılmaz değişti. AB süreci çok önemli ve faydalı bir rol oynadı ve oynayabilir. AB desteği hem siyaset hem ekonomi tarafından faydalı oldu. Bir de elbette Türkiye'nin ekonomik gelişmesi..." Eskiden Türkiye'nin Arap ülkelerine mesafeli durduğunu kaydeden Bili, son dönemde Türkiye'nin daha aktif bir dış politika sergilediğini düşünüyor. Bunun altında yatanın 'istikrarlı bir iktidar' olduğunu kaydedeni Bili, "Türkiye, 10 seneden beri inanılmaz bir istikrar yaşadı. Arap ülkeleriyle ilişkiler artık çok daha normal bir şekilde devam ediyor. Eskiden 'Biz Batılı olduğumuz için Doğu'ya sırtımızı dönmeliyiz' gibi bir durum vardı. Artık çok farklı." diyor.

Türkçeyi Trabzon'da öğrenci yurdunda öğrendi

Fransa'nın Ankara Büyükelçisi Laurent Bili, geçtiğimiz haziran ayında göreve başladı. Türkiye ile çok yakından ilgili. Büyükelçi'nin dediği gibi "Bir aşk hikâyesi bu." Bu hikâye bir tesadüfle başlıyor. Sene 1991. Genç Fransız diplomat Bili, üç aylık bir görev için New York'a gider. Fransa'nın BM Daimi Temsilciliği'nde Batı Avrupa Birliği (BAB) genişleme süreci üzerine çalışmaktadır. Birleşmiş Milletler'deki Türk diplomatlar, en yakın arkadaşlarıdır. Onlar sayesinde Türkiye'yi tanımaya ve sevmeye başlar. 1992'de bir ziyaret için Ankara'ya gelir. Asıl hikâye ise 1995'te başlar. Türkiye'ye tayin olur. Sonrasını Büyükelçi, "Türkiye ve Anadolu ile büyük bir aşk hikâyesi başladı, eşimin dışında tabii ki..." diye anlatıyor.

Laurent Bili, dil konusunda oldukça yeteneklidir. İngilizce, İspanyolca ve Portekizce bilen Bili, Türkçeyi de insanlarla sohbet ederek öğrenebileceğini düşünür. Ama yanılır. Hemen TÖMER'in dil kursuna başlar. 10 ay boyunca haftada 6 gün kursa gider. Daha sonra kitap okuyarak, müzik dinleyerek ve televizyon izleyerek Türkçesini geliştirir. Geçtiğimiz sene Ankara'ya büyükelçi atanacağının mesajını alınca hemen Türkiye'nin yolunu tutar. Trabzon'u seçer. Burada bir ay kalır. Her gün 6 saat yoğun Türkçe dersi alır. "Bu defa göreve gelmeden önce tam bir Türk atmosferi yaşamak istedim." diyor Bili. Akşamları yurtta öğrencilerle sohbet ederek Türkçesini geliştirir. Kaldığı pansiyondakiler ve etrafındakiler, büyükelçi olduğunu bilmez. Peki, Türkçe öğrenme kararlılığının sebebi ne? Fransız Sefir'e göre; "İnsanlarla konuşmak, onlarla fikir alışverişinde bulunmak o halkı direkt anlamak için çok önemli."

Sabahattin Ali'den alıntı

Bir sebebi daha var Türkçe merakının. "Bir de Türk edebiyatını okumak istedim. Başka bir dilde okumak büyük bir zevk." diyor Büyükelçi Bili. Türkiye ilgisini de bir Türk edebiyatçıdan alıntı yaparak ifade edecek kadar başarılı. Birkaç gün önce Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna kitabında okuduğu bir cümle dikkat çeker. "Hiçbir zaman görmediğimi ilk andan itibaren bilmeme rağmen onunla aramızda bir tanışıklık varmış gibi bir hisse kapıldım." demektedir Sabahattin Ali. Büyükelçi Bili, ilave ediyor: "Böyle bir şey var aramızda, Anadolu ve Türklerle. Çok yakınlık hissettim. Bunu anlatmak mümkün değil." Büyükelçi, boş zamanlarında Tunalı, Kızılay ve Kale'de dolaşmaktan hoşlanıyor. Bütün kebapları çok seviyor. Tatlı olarak ise kaymaklı ekmek kadayıfı ve künefeye bayılıyor. Spor olarak ise öğrenciyken rugby yapmış. Fransız mülkiyesine şampiyonluk kazandırmış. Trabzon'da kaldığı için artık Trabzonspor taraftarı.

Çocuklarının adı Tayfun ve Volkan

Büyükelçi Bili'nin dört çocuğu var. İkizlerinin ismi ise Türkçe. Tayfun ve Volkan. İlginç hikâyeyi Bili şöyle anlatıyor: "Ankara'da Volkan diye bir arkadaşımız vardı. Eşi Fransız. Bir gün eşim 'Volkan ne demek?' diye sordu. Anlamını öğrencince şaşırdık. 'Annen korkmamış mı bu ismi koyarken?' diye güldük. Volkan da, 'O da bir şey mi? Kardeşimin adı da Tayfun!' deyince iyice şaşırdık. Bize son derece ilginç geldi. Eşim ikizlere hamile kalınca 'neden olmasın' diyerek isimlerini Volkan ve Tayfun koyduk. Aslında ikizler Türkiye'de doğacaklardı ama doktorlar sezaryen isteyince Fransa'ya gittik.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1238376&title=fransa-buyukelcisi-bili-zamana-konustu-fransaya-25-milyon-turkun-de-kayboldugunu-anlatmamiz-lazim&haberSayfa=0