Haberler:

Hukuk Forumumuza Hoşgeldiniz

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - Avukat

#601


SUDE ATILGAN - İSTANBUL

İstanbul Barosu, yaklaşan seçimler öncesi 2008 yılındaki taktiği uyguluyor. Mahkemelerle sınırlı başörtüsü yasağını genişleten Baro'nun laiklik söylemiyle oy toplamaya çalıştığı belirtiliyor. Adliyelere asılan uyarı yazılarında, artık baro odalarında ve icra müdürlüklerinde de başörtüsü takılamayacağı vurgulanıyor.

İstanbul Barosu, başörtüsüne karşı uyguladığı yasağın alanını genişletiyor. Daha önce Staj Eğitim Merkezi'ne başörtülü girdiğini tespit ettiği stajyer avukatlara uyarı yazısı gönderen baro, yasağı şimdi de mahkeme dışına taşıdı. Adliyelerdeki bazı birimlere asılan uyarı yazılarında şu ifadelere yer verildi: "Baro odaları, icra müdürlükleri, mahkeme kalemleri ile cumhuriyet savcılıkları nezdinde görevin kamusal niteliği sebebiyle keşif ve haciz mahallerinde de türban takılmaması gerekmektedir."

Baronun bu uygulamasının arkasında kasım ayındaki seçimlerin yattığı öğrenildi. Başörtüsü yasağının yalnızca mahkemelerle sınırlı olduğunun altını çizen eski Çağdaş Avukatlar Grubu Başkan Adayı Avukat Kemal Aytaç, "Baro Başkanı Ümit Kocasakal, bu yasağın kendisine büyük oy kazandıracağını çok iyi biliyor." dedi. Yasak çerçevesinde ilk mağduriyeti ise Avukat P.A. yaşadı. P.A., Kadıköy Adliyesi'nin icra dairesinde bir meslektaşı tarafından söz konusu yazı dayanak gösterilerek içeriye başörtüsü ile girmemesi konusunda uyarıldı.

Avukatlık meslek ilke ve kurallarına göre yalnızca mahkemelerde başı açık olarak görev yapılacağı düzenlemesi yer alırken İstanbul Barosu bu yasağı mahkeme dışında adliye binasına taşıdı. Geçtiğimiz günlerde bir işi nedeniyle icra dairesine giren avukat P.A., başka bir avukat tarafından adliyeye başörtülü girmemesi konusunda uyarıldı. Çalıştığı yerin bir icra dairesi olduğunu ve avukatlık meslek kurallarına göre yasağın yalnızca mahkemelerde söz konusu olduğunu belirten avukat, Kadıköy Adliyesi'nin Baro odasına asılan uyarı yazısı ile karşı karşıya kaldı. Yazıda, avukatlar arasında tartışma yaşanmasını engellemek amacıyla 5 Haziran 2008 tarihli yönetim kurulu kararına istinaden başörtülü avukatların adliyelerde, hatta gittikleri haciz ve keşiflerde dahi başı açık olarak bulunması gerektiği belirtiliyor. Avukatlık hizmetinin yalnızca duruşma salonlarıyla sınırlı bir hizmet olmadığı belirtilen yazıda "Kamu alanı olduğu tartışmasız olan adliye binalarında baro odaları, icra müdürlükleri, mahkeme kalemleri ile cumhuriyet savcılıkları, keşif ve haciz mahallerinde türban takılması ve uygun bulunmayan kıyafetler giyilmesi meslek ilkeleri ve kuralları açısından disiplin suçu oluşturmaktadır." uyarısı yer alıyor. Bu kurallara uymayan avukatların ise "Tanzim edilecek bir tutanak marifetiyle aykırılıkların baro yönetimine bildirilmesi.." denilerek başörtülü avukatların fişlenmesi isteniyor.

Baronun bu uygulamasının arkasında kasımda gerçekleştirilecek baro seçimlerinin yattığı belirtiliyor. Ümit Kocasakal'ın 2008 yılındaki seçimlerde oylarının neredeyse tamamını 'laiklik elden gidiyor' söylemiyle aldığını anlatan Avukat Kemal Aytaç, "Çünkü kendisi de biliyor ki başörtüsü ve sağ kesimle ettiği mücadele kendisine büyük bir oy kazandırıyor, bu durum da kendilerinin işine geliyor." diyor. Baro ise yasağı savunuyor. İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Turgay Demirci, söz konusu yazıya sahip çıkarak, "Avukatın görev yaptığı her yer kamusal alandır. Bu tartışmanın çözüme ulaşması için siyasal iktidarın yasa değişikliği yapması şarttır." yorumunda bulunuyor.


http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1326904&title=barodan-secimi-kazanma-taktigi-basortusu-yasagini-genislettiler
#602
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, aldığı bir kararla baz istasyonlarının sağlığa olası zararlı etkileri nedeniyle yerleşim yerine kurulumunu engelledi. Gerekçeli karar aşağıdadır. Böylelikle konuyla ilgili yaşanan tartışmalara Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından son nokta konulmuş oldu...

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2012/4-147
KARARNO : 2012/327

YARGITAY İLAMI

Taraflar arasındaki "Baz İstasyonunun Kaldırılması" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara l.Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davanın kabulüne dair verilen 30.09.2010 gün ve 2009/274 E. 2010/235 K. sayılı kararın incelenmesi davalılardan A. İletişim Hizmetleri A.Ş. vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesi'nin 23.03.2011 gün ve 2011/2930 E. 2011/3058 K. sayılı ilamıyla onanmış, A. İletişim Hizmetleri A.Ş. vekilinin karar düzeltme istemi üzerine Yargıtay 4.Hukuk Dairesi'nin 7.7.2011 gün ve 2011/7887 E. 2011/8096 K. sayılı ilamı ile;
(...Dava, sağlığa zarar verdiği iddiası ile davalı şirkete ait baz istasyonunun kaldırılması talebine ilişkindir. Mahkemece dava kabul edilmiş; karar. Dairemizce onanmış; davalı karar düzeltme istemiştir.

Baz istasyonları temel olarak, alıcı/verici antenler sayesinde elektromanyetik dalgayı (sinyali) alma ve gönderme işlemi yapan cihazlardır. Baz İstasyonları; konuşma trafiğinin az olduğu kırsal alanlarda 35 km'lik bir mesafe içinde hizmet verebilen (macro), konuşma trafiğinin daha yoğun olduğu şehir içlerinde 1-2 km'lik bir mesafe içinde hizmet verebilen (mikro) ve bina içleri ve alış veriş merkezleri gibi yerlere kurulan çıkış güçleri oldukça düşük olan (piko) çeşitlerinden oluşur.

Cep telefonlarının sağlıklı çalışabilmesi için; baz istasyonlarının bal peteği benzeri şeklinde bir yapıda ve her bir peteğin içinde de en az bir baz istasyonunun kurulu bulunması gereklidir. Her ba2 istasyonu belirli sayıda abone konuşturabilir. Bu nedenle insanların yoğun yaşadığı yerlerde konuşma trafiğinin bir kesintiye uğramaksızın karşılanabilmesi için daha çok sayıda baz istasyonunun kurulması gerekmektedir.

Baz istasyonunun şehir dışına çıkartılması halinde, hücresel yapı oluşturulamaması nedeni ile, sinyallerin abonenin cep telefonuna ulaşabilmesi için çok yüksek elektromanyetik dalgalar oluşturması gerekecektir. Aynı zamanda kullanıcı cep telefonu da baz istasyonuna sinyali yeteri seviyede ulaştırabilmek için daha fazla güç kullanacağından daha fazla insanın daha fazla elektromanyetik alana maruz kalması kaçınılmaz olacaktır.

Baz istasyonlarının insan sağlığına etkileri konusunda başta Dünya Sağlık Örgütü olmak üzere, Uluslararası İyonlaştırmayan Radyasyondan Koruma Komisyonu (ICNIRP), Elektrik Elektronik Mühendisleri Enstitüsü (IEEE), ... vb bir çok ulusal ve uluslararası kuruluş çalışmalar yapmakta ve bu çalışmaların neticesinde bir takım sınır değerler belirlenmiş bulunmaktadır.

Mevzuat gereğince baz istasyonlarının sağlığa ve çevreye zarar vermeyecek şekilde; nerede, nasıl, hangi ölçü ve limitler dahilinde kurulacağını belirlemek ve kurallarını koymak işlemleri, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanlığının (BTK) görev ve yetkisindedir.

Baz istasyonları, 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanununun 37 nci maddesine dayanılarak BTK tarafından bu konuyu düzenleyen Yönetmelikdeki yer, ölçü ve limit değerlere göre verilen güvenlik sertifikası gereğince kurulmaktadır.

BTK tarafından yürürlüğe konulan yönetmelikte, Türkiye'de geçerli olacak sınır değerleri; İngiltere, Amerika, Kanada, ICNIRP ve Avrupa Birliğinin kabul ettiği değerin yaklaşık 1/4'ü olarak belirlenmiştir.

Sağlığa zarar veriyor iddiası haricinde baz istasyonlarının sertifikada belirtilen limit değerlere ve güvenlik mesafesine uygun olarak kurulmadığı, başlangıçta uygun kurulsa dahi sonradan sertifikadaki limit değer ve güvenlik mesafelerine aykırı davranıldığı gerekçesi ile kaldırılmasına ilişkin talep ve itirazların mevzuat gereğince BTK'ya yapılması gerekmektedir. Bu kurumun uygulama ve verdiği kararın uygun bulunmaması halinde idari yargıda dava açılması gerekir. Keza davacı, baz istasyonunun limit değerlere ve güvenlik mesafelerine uygun olmasına rağmen zararlı olduğunu iddia ediyorsa, idari yargıda idareye karşı yönetmeliğin iptali davası açması gerekir.

Sağlığa zarar veriyor iddiası ile baz istasyonunun kaldırılması, MK'nun 737. Maddesinde düzenlenen komşuluk hukukuna göre adli yargıda açılacak dava ile istenebilir. Bu davada davacının baz istasyonunun sağlığına zarar verdiğini ve baz istasyonunun yönetmelikte belirtilen limit değerlere uygun bulunmadığını ispatlaması gerekir. Kanıtlanmayan mücerret (soyut) "uzun vadede zarar verir, baz istasyonu yakın mesafede, görünce moralim bozuluyor, .. vs gibi nedenlerle dava açılması ve kabulü hukuka ve yasalara uygun değildir.

Bu şekilde adli yargıda açılan davalarda mahkemece, tarafların delil ve belgeleri toplandıktan sonra dava konusu baz istasyonunun yönetmelikte belirtilen limit değerlere ve güvenlik mesafesine uygun olup olmadığı, davacının sağlığına zarar verip vermediği konusunda uzman bilirkişiler marifetiyle keşif yapılarak, alınacak bilirkişi raporu ve tüm deliller birlikte değerlendirilip sonucuna göre karar verilmesi gerekir.

Dosya kapsamı ve yukarıda belirtilen ilke ve bilgiler göz önüne alındığında davaya konu baz istasyonunun limit değerlere ve güvenlik mesafesine uygun olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca baz istasyonunun soyut değerlendirmeler dışında davacının sağlığına zarar verdiği teknik, ilmi ve inandırıcı delillerle kanıtlanamamıştı. Şu durumda davanın reddine karar verilmesi gerekir. Bu yön gözetilmeden davanın kabul edilmiş olması bozmayı gerektirmiştir. Ne var ki, Dairemizce karar onandığından karar düzeltme istemi kabul edilerek Dairemizin onama kararının kaldırılıp, kararın bozulmasına karar vermek gerekmiştir...)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN :Davalılar vekilleri

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, davalı B.'a ait elektrik direğine diğer davalı tarafından montajlanmış GSM Baz istasyonunun sağlık yönünden endişe yarattığından bahisle kaldırılması istemine ilişkindir.

Davacı vekili, müvekkilinin evinin 25 metre kadar yakınındaki boş arsada bulunan elektrik direğine baz istasyonunun kurulduğunu, uzmanlarca baz istasyonunun faaliyet halindeyken radyasyon yaydığının belirtildiğini, müvekkilinin kızının lenf kanserine yakalandığını, bu durumun aile açısından yıkıma neden olduğunu, baz istasyonunun faaliyetine devam ediyor olmasının müvekkili ve diğer aile bireylerinin sağlığı için de endişeye yol açtığını belirterek maddi ve manevi zararları yönünden talep hakları saklı kalmak kaydı ile müvekkilinin evinin yakınında faaliyet gösteren baz istasyonunun sökülmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı B. vekili, dava konusu baz istasyonunun ölçüm yöntemleri ve denetlenmesi hakkındaki yönetmeliğin resmi gazetede yayınlanan tebliğdeki kriterlerine uygun bulunarak verdiği güven sertifikası çerçevesinde, müvekkili şirket ile diğer davalı şirket arasında imzalanan sözleşme gereği kurulduğunu, müvekkili şirketin dava konusu işlemde herhangi bir sorumluluğunun bulunmadığını belirterek haksız ve yersiz davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Davalı A. İletişim Hizmetleri A.Ş. vekili, baz istasyonlarının, Bilgi Teknolojileri ve İletişin Kurumu tarafından verilen güvenlik sertifikasına istinaden ve dolayısıyla yönetmelikte belirlenen limit değerler ve kıstaslar çerçevesinde çalıştırıldığını ve denetlendiğini, baz istasyonlarının insan ve çevre sağlığına olumsuz etki yaptığı konusunda herhangi bir bilimsel dayanak olmadığı gibi, müvekkili şirkete ait baz istasyonunun ithali montajı ve işletilmesi yasal mevzuat çerçevesinde yapıldığını, davacıların iddiasının varsayıma dayandığı belirterek davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Mahkeme, "...söz konusu baz istasyonunun getirdiği yararın haberleşmeyi amaçladığı görülmekteyse de zararının ise insan sağlığı ve yaşamı ile ilgili olduğu gözetildiğinde ikinci değere önem verilmesi gerekir. Bu itibarla yapılan belirlemelerin dar anlamda parayla ölçülebilen bir zarar yok ise de çevre binalarda ve bu bağlamda davacının oturduğu konutta yaşayanlar için sağlık bakımından büyük endişeler taşıdığı, psikolojik olarak yaşamlarını olumsuz bir biçimde etkilediği ve bunun da psikolojik yapıda tedirginlik ve ümitsizlik yaratacağı ve bu haliyle de yaşamdaki sağlık değerleri düşünüldüğünde burada oturmanın olumsuz hale geleceği nazara alınarak davacının zarar gördüğü kabul edilmiş, baz istasyonunun kurulması için iki davalı arasında yapılan sözleşme nedeniyle müteselsil sorumlu oldukları..." gerekçesi ile davanın kabulüne karar vermiş; davalılardan A. iletişim Hizmetleri A.Ş. vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece önce onanmış, aynı davalının karar düzeltme istemi üzerine yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmuştur.

Mahkeme, aynı gerekçeyle önceki kararında direnmiş; hükmü davalılar vekilleri temyi2 etmişlerdir.

Hukuk Genel Kurulu'nca işin esasının görüşülmesine geçilmeden önce; ilk kararı temyiz etmeyen davalılardan B.'ın direnme kararını temyiz etmekte hukuki yararı olup olmadığı hususu ön sorun olarak ele alınmış, yapılan tartışmalar sonucu direnme kararı verilirken B. hakkında da hüküm kurulduğundan ve ayrıca verilecek karar sonucu itibariyle her iki davalıyı da etkileyeceğinden direnme kararını temyiz etmekte hukuki yararı olduğu sonucuna varılarak ön sorunun oyçokluğu ile reddine karar verilmiştir.

İşin esasına gelince:

Kaldırılması istenen baz istasyonunun davalı B. ile diğer davalı A. İletişim Hizmetleri A.Ş. arasında 4.3.2008 tarihinde yapılan protokol sonucu B.'a ait elektrik direğine ve davacılara ait taşınmaza 15-31 metre uzaklıkta yönetmeliğe uygun olarak kurulduğu, davacının 1994 doğumlu kızının da kanser hastası olduğu noktasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki Anayasa'nın 17.maddesinde "Yaşama hakkı", 22. maddesinde "Haberleşme Hürriyeti", 35.maddesinde "Mülkiyet Hakkı" düzenlenmiştir.

Yine Anayasa'nın; Sağlık Hizmetleri ve Çevrenin Korunması başlıklı 56. maddesinde, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemenin Devletin ve vatandaşın ödevi olduğu hükmüne yer verilmiştir. İnsan Hakları Evrensel beyannamesinin 25 maddesi de aynı yöndedir.

Anayasa tarafından korumaya alınan "yaşama hakkı", "haberleşme hürriyeti" ve "mülkiyet hakkı" gibi temel haklar arasında bir çatışma meydana gelmesi halinde bu durumun, yargılama makamları tarafından hassasiyetle değerlendirilmesi ve çatışan yararlar arasında öncelik düşüncesine dayalı bir denge kurulması gerekir.

Dava konusu tesisin cep telefonlarının kullanımı için zorunlu olduğu ve bu tesisin geniş bir kitleyi ilgilendirmesi nedeniyle kamuya hizmet vermeyi amaçladığı tartışmasız ise de insan yaşamında tehlike yaratma ihtimalinin bulunması halinde insan yaşamına, sağlığına üstünlük tanınması gerekir.

Başka bir deyişle; "Yaşama Hakkı" en kutsal ve birincil hak olup tehdit altında olma şüphesi dahi diğer Anayasal haklardan önce gözetilmesi gereğini doğurur. Aksi halde yaşam hakkının tehlikede olduğu bir yerde diğer tüm temel hak ve hürriyetlerin hiçbir değeri kalmayacaktır.
Türk Medeni Kanunu'nun 737 vd. maddesinde ise komşuluk hukuku düzenlenmiş bu maddede herkese taşınmaz mülkiyetinden doğan yetkileri kullanırken komşularını olumsuz şekilde etkileyecek taşkınlıktan kaçınma yükümlülüğü getirilmiştir.

Baz istasyonu yönetmeliğe uygun olarak çalıştırılsa dahi zararın veya zarar ihtimalinin bulunması halinde yönetmeliğe uygun olduğundan söz edilerek zarar verenin sorumluluktan kurtulması, kullanıma devam edilmesi sonucunu doğurmaz. Yönetmeliğe uygun değilse, zaten hukuka aykırılık gerçekleşmiş olacaktır. Hukuk kurallarındaki norm düzenlemesi itibariyle yönetmelik ve yönetmeliğe uygun bir işlem yapılsa bile buna karşın çevreye verilen zarardan eylemi gerçekleştirenin sorumlu olmayacağı sonucu doğmaz. Ayrıca yargıç uyuşmazlığın çözümünde yönetmeliğe değil, yasaya, genel hukuk kurallarına ve bu bağlamda sorumluluk ilkelerine göre karar vermek zorundadır. Bu bakımdan yönetmeliğe göre verilen sertifikayı bağlayıcı olarak kabul etmek mümkün değildir.

Dosya arasında bulunan Nükleer Tıp uzmanı öğretim üyesi bilirkişi raporunda; baz istasyonlarının genel performansa ve sağlığa olan etkileri konusunda günümüze kadar yayınlanmış çeşitli çalışmaların olduğunu, bu çalışmalarda uzun süre baz istasyonlarının yakınında yaşayanların genel vücut sağlıklarının etkilendiğinin gösterildiğini, baz istasyonlarının yaydığı radyofrekans elektromanyetik dalgalarına maruz kalanlarda en sık rastlanan semptomların, baş ağrısı, konsantrasyon bozuklukları, huzursuzluk, uykusuzluk ve el titremesi olarak saptandığını ne var ki kontrollü ve sistematik yapılmış baz istasyonlarının kanser yapıcı etkisini araştıran bir çalışmanın günümüze kadar gerçekleştirilemediğini belirtmiş ve sonuç olarak baz istasyonlarının kanser yapıcı etkisine yönelik şüphenin şu anda tam olarak ortaya konmamış olmasının, ileride yapılacak çalışmalarda da bu etkinin gösterilemeyeceği anlamına gelmediğini, bu nedenle geçmişe yönelik telafisi mümkün olmayan kanser gibi hastalıkların önlenmesi açısından toplumumuzu baz istasyonlarının yaydığı elektromanyetik radyasyondan en makul düzeyde korumak gerektiğini, ayrıca söz konusu davada davacının kızının 1994 yılından beri bir lenf kanseri çeşidi olan malign lenfoma tanısı ile izlendiği Ankara Üniversitesi tarafından düzenlenen epikrizden anlaşıldığını, bu kanser ile baz istasyonlarını ilişkilendirmenin bilimsel açıdan doğru olmadığını ancak bir hekim sıfatıyla, keşif sırasında davacı ve kızı ile yaptığı görüşmede, zaten ailede yaşanan kanser hastalığı nedeniyle endişeli olan ailenin yaşadıkları evin karşısında boş arsada bulunan baz istasyonu nedeniyle sağlık açısından ek endişeler taşıdığını, söz konusu baz istasyonunun psikolojik olarak yaşamlarını olumsuz biçimde etkilediğini ve tedirginlik yarattığını gözlemlediğini belirterek dava konusunu teşkil eden baz istasyonunun yapılan ölçümler sonucunda fımit değerleri aşmadığı tesbit edilmiş olsa bile yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı mevcut yerinden alınarak başka bir yere yerleştirilmesinin uygun olacağı saptamasında bulunmuştur.

Yine dosyada bulunan Kanserle Savaş Dairesi Başkanlığının 17.6.2010 havale tarihli yazısından baz istasyonlarının insan sağlığına zararlı olup olmadığını söyleyebilmenin bilimin bugünkü geldiği noktada mümkün olmadığı ancak bu konudaki çalışmaların devam ettiği anlaşılmaktadır.
Davacının dar anlamda ve para ile ölçülebilen bir zararı kanıtlanmamış ise de, baz istasyonunun yukarıda açıklanan zarar verme ihtimali ile birlikte davacının evine olan mesafesi, kanser hastası bir kızının bulunması, içinde bulunduğu psikolojik ortamın kendisinde tedirginlik ve ümitsizlik yaratacağı ve bu konudaki doktor bilirkişi raporu ile davacının yaşamdaki sağlık değerleri, Anayasaca teminat altına alınan yaşam hakkı, mülkiyet hakkı birlikte değerlendirildiğinde dava açmakta haklı olduğu ve davasının kabulü gerektiği sonucuna varılmıştır.

Kaldı ki, bu hizmetin davacıya ait konutun bulunduğu yerde verilmesinde zorunluluk bulunmadığı gibi, davacıya ve çevreye zarar verme ihtimali olmayan bir başka yerde de verilmesi olanak dahilindedir.

Yukarıda açıklanan nedenlerle, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanması gerekir.

SONUÇ: Davalılar vekillerinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle ONANMASINA, gerekli ilam harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına maha olmadığına, hükmün tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 30.05.2012 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

http://www.istanbulbarosu.org.tr/Detail.asp?CatID=1&SubCatID=1&ID=7236
#603
Merhabalar. 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 49. maddesi aşağıdadır:

Yabancı dil hazırlık eğitim - öğretimi

Madde 49 - Eğitim - öğretimini kısmen veya tamamen bir yabancı dilden yapan Yükseköğretim Kurumları, kaydını yaptıran öğrencileri, öğrenimde kullanılacak yabancı dilde bir yeterlilik sınavına tabi tutarlar. Yetersiz bulunan öğrenciler için esasları Yükseköğretim Kurulunca tespit edilecek, bir yıla kadar süreli, bir yabancı dil hazırlık öğrenimi uygulanır. Bu lisan öğreniminde başarılı olamayan öğrencilerin bu yükseköğretim kurumu ile ilişkileri kesilir.

Normal öğrenimin devamı süresince öğrencilerin yabancı dil bilgilerinin geliştirilmesi için öğretim kurumlarınca gerekli önlemler devamlı şekilde alınır.


Sizin üniversiteniz, kanunda belirtilen yeterlilik sınavını, anlaşıldığı kadarıyla bir yıllık zorunlu eğitim uygulamasına dönüştürerek uygulamış. Bu uygulama esasen kanunun özüne aykırı olmuş. Zira yabancı dili yeterli olan kişiler ayırt edilmeksizin herkese zorunlu eğitim uygulanmasını hukuken savunmak mümkün değildir. Ancak bu yanlış uygulama mantığı içinde konuyu düşünürsek, sizin bir yıllık zorunlu eğitimden sonra yapılan sınavda yetersiz bulunmanız üzerine, tıpkı eski yönetmelikte belirtildiği gibi, size bir yıllık hazırlık okuma imkanının tanınmış olması gerekiyordu. Dolayısıyla halihazırda yapılan şey, yanlışı bir başka yanlışla ortadan kaldırmaya çalışmaktır. Yeterlilik sınavı yapılmadan tüm öğrencilerin zorunlu eğitime tabi tutulması yanlıştı, zorunlu eğitimin daha sonradan sanki bir hazırlık eğitimiymiş gibi kabul edilerek mevcut öğrencilerin kazanılmış olan haklarının ihlal edilmesi de yanlış olmuştur.

Alıntı YapAyrıca üniversite yönetimi ders içeriklerinde değişiklik yapmış, bize verilmeyen speaking derslerini 2012 eğitim yılında gelecek olan yeni öğrencilere vereceği için bizler kalırsak bu almayacağımız bu speaking dersinden de sorumlu olacağız.

Bu durum, mevcut öğrencilere yapılan haksızlığı daha da derinleştirmiştir.

Alıntı Yapİsteğimiz bu yapılan değişikliklerin biz üniversiteye girdikten 1 yıl sonra yapıldığından dolayı ve bir sonraki yıl yapılacak olan bu sınavlarda sorulacak olan soruların eğitimleri bize verilmediğinden, BU YÖNETMELİĞİN BİZLERİ KAPSAMAMASINI İSTİYORUZ.

Şimdi nereye nasıl bir dava açmamız gerekiyor. Biz öğrenciler bu davanın tüm masraflarını ödemeye hazırız yeter ki bu davayı kazanabilelim. Avukat abilerden yardımlarınızı bekliyoruz...

Mevcut durumu ve 2012-2013 eğitim yılında verilecek olan hazırlık eğitimine katılma talebinizi dekanlığa yazılı bir dilekçeyle bildirin. Dilekçenize 60 gün içinde cevap verilmezse talebiniz reddedilmiş sayılacaktır. Cevap verilir ve talebiniz reddedilirse, bu işlem ve değişen yönetmelik maddesi aleyhine idare mahkemesine müracaat edilmesi mümkün hale gelecektir. Kolay gelsin...
#604
Merhabalar. Kat Mülkiyeti Kanunu'nun 4. maddesinde ortak yerler izah edilmiştir:

  IV - ORTAK YERLER:

    Madde 4 - Ortak yerlerin konusu sözleşme ile belirtilebilir. Aşağıda yazılı yerler ve şeyler bu kanun gereğince her halde ortak yer sayılır.

    a) Temeller ve ana duvarlar, (Ek ibare: 14/11/2007-5711 S.K./2.mad) taşıyıcı sistemi oluşturan kiriş, kolon ve perde duvarlar ile taşıyıcı sistemin parçası diğer elemanlar, bağımsız bölümleri ayıran ortak duvarlar, tavan ve tabanlar, avlular, genel giriş kapıları, antreler, merdivenler, asansörler, sahanlıklar, koridorlar ve buralardaki genel tuvalet ve lavabolar, kapıcı daire veya odaları, genel çamaşırlık ve çamaşır kurutma yerleri, genel kömürlük ve ortak garajlar, elektrik, su ve havagazı saatlerinin korunmasına mahsus olup bağımsız bölüm dışında bulunan yuvalar ve kapalı kısımlar, kalorifer daireleri, kuyu ve sarnıçlar, yapının genel su depoları, sığınaklar,

    b) Her kat malikinin kendi bölümü dışındaki kanalizasyon tesisleri ve çöp kanalları ile kalorifer, su, havagazı ve elektrik tesisleri, telefon, radyo ve televizyon için ortak şebeke ve antenler sıcak ve soğuk hava tesisleri,

    c) Çatılar, bacalar, genel dam terasları, yağmur olukları, yangın emniyet merdivenleri.

    Yukarıda sayılanların dışında kalıp da, yine ortaklaşa kullanma, korunma veya, faydalanma için zaruri olan diğer yerler ve şeyler de (Ortak yer) konusuna girer.


Maddede de açıkça belirtildiği üzere çatı gibi esaslı kısımların ortak yer olmadığına dair sözleşme yapılabilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla tapuda ve bir başka yerde sahibi olduğunuz taşınmazın ne olarak belirtildiği önemli değildir; çatı bölümü, her halu karda ortak yer olarak kabul edilir ve Kat Mülkiyeti Kanunu'nun 20. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendine göre her kat maliki, tüm ortak yerlerin bakım, koruma, güçlendirme ve onarım giderlerine kendi arsa payı oranında katılmakla yükümlüdür. Yöneticinizle bu açıklamalar istikametinde yeniden görüşün. Şayet yine aynı tavrı sürdürürse, kendiniz bir kaç usta çağırarak masrafın ne kadar olacağını tespit ettirin ve yapılacak işleri, niçin yapılması lazım geldiğini ve ödenecek tutarı, yöneticinin tamirata yanaşmaması sebebiyle ilk planda masrafları zaruri olarak sizin karşılayacağınızı ve daha sonra arsa payı oranında her kat malikine yansıtarak tahsil etme yoluna gideceğinizi yazılı olarak tüm kat maliklerine imza karşılığında bildirin yahut iadeli taahhütlü mektupla bu içerikteki yazıyı kat maliklerine gönderin. Bu sayede yasal yollara müracaat ederek gerekli tahsilatı yapmanız mümkün hale gelecektir. Kolay gelsin...
#605
Merhabalar.

Alıntı Yap-diyorlar ki- eğer bayan kendisi açarsa davayı nafaka vs den mahrum kalır böyle bir şey var mı acaba?

Böyle bir şey yok. Dava açıp nafaka da isteyebilir.

Alıntı Yapayrıca 3 çocuk var lise ortaokul ve ilkokul yaşlarında bu çocukların velayeti meselesi nasıl hallolur?

Öğreti ve uygulamada baskın görüş, çocukların hepsinin aynı tarafa verilmesinin çocukların gelişimine olumlu etkide bulunacağı istikametinde olduğundan, mahkeme muhtemelen kardeşleri birbirinden ayıracak şekilde velayet konusunu hükme bağlamayacaktır, bu konuda endişe edilmesine gerek yok. Özellikle küçük olan çocuklarda çocuğun anne bakım ve şefkatine olan ihtiyacından dem vurularak mahkemeler velayetin verilmesinde anne lehine davranmakta ve şayet anne yanında kalmasının çocuğun bedeni, fikri, ahlaki gelişmesine engel olacağı yönünde ciddi ve inandırıcı kanıtlar bulunmadığı ve hemen oluşacak tehlikelerin varlığı da kanıtlanamadığı takdirde ana bakım, şefkatine muhtaç çocuğun velayetini anaya bırakmaktadır. Hakim, çocuğun yararı ve güvenliği kriterlerini dikkate alarak velayet hususunu düzenlenler. Bu çerçevede velayeti söz konusu olan çocuğun velayetinin hangi tarafa verilmesini istediği konusunda kendisi de dinlenir ve çocuğun istekleri de göz önüne alınır. Çocuğun dinlenmesi ve düşüncesinin alınması için temyiz kudretine sahip olması da gerekmez; yani yaşı küçük olan çocuklar da hakim tarafından dinlenir. Ancak hakim çocuğun beyanlarını tek başına değil, onun tüm davranışları, genel tutumu, ana baba ile ilişkilerini göz önünde bulundurarak değerlendirecektir. Durum özetle bu şekildedir. Kolay gelsin...
#606


Arakanlı Müslümanların Lideri Dr. Muhammed Yunus, Burma Hükümeti ve Budistlerin ortak hareket ederek Müslümanlara soykırım uyguladıklarını söyledi. Yunus,"Bugün Burma'da ve Arakan'da yaşayan Müslümanlar, zulümle, işkenceyle, tecavüzle ve mallarının yağmalanmasıyla karşı karşıyalar." dedi.

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın, "İslam Dünyası Dini Liderleri Ramazan'da İstanbul'da buluşuyor" başlıklı etkinliğine katılmak üzere İstanbul'a gelen Muhammed Yunus, dini liderlere verilen iftar yemeğinde konuştu. Dünya'nın birçok yerinden gelen İslam büyüklerine konuşma fırsatı verdiği için Allah'a şükrettiğini ifade eden Yunus, Türkiye'yi ve diğer İslam ülkelerini Arakan'daki zulmün durdurulması için gerekenleri yapmaya davet etti.

Haziran ayından başlayan olaylardan bu yana 50 bin civarında Müslümanın katledildiğini, 50 bin Müslümanın ise tutuklandığını ve nerede olduklarının bilinmediğini ifade eden Yunus, "O günden bugüne Müslümanlar çok ciddi bir zulüm altındalar ve sıkıntı içindeler. Birçok Müslüman açlıktan, gıda bulamadığından, sağlık hizmetlerine ulaşamadığından ve diğer birçok sebepten dolayı hayatını kaybetmeye devam ediyor." dedi.

Arakan'daki Budistler ile Burma'daki hükümetin işbirliği yaparak Müslümanlara adeta etnik temizlik uyguladığını belirten Arakanlı Müslümanların Lideri Dr. Muhammed Yunus şunları kaydetti: "Bangladeş hükümeti de kendisine sığınan Müslümanları kabul etmeyerek bir noktada Müslümanların öldürülmesine göz yummaktadır. Türkiye ve diğer İslam ülkelerinin konuya sahip çıkarak oradaki zulüm gören Müslüman kardeşlerinin biran önce hak ve hukuklarının iade edilmesi, bu zulmün durdurulması, bu katliamın durdurulması konusunda gerekeni yapmak zorundalar. Bu iftar programını bir fırsat bilerek buradaki Müslüman kardeşlerimize çağrıda bulunmak istiyorum. Gelin oradaki Müslümanların dertlerine derman olacak yardım elini uzatın ve bu zulmün durdurulması için elinizden geleni yapın."

Topkapı Sarayı'nda verilen iftar yemeğinde İslam Dünyasının dini liderlerine seslenen Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez ise, İslâm coğrafyasının bir acı ve elem coğrafyası olmaktan kurtularak, yeniden bir ilim ve medeniyet coğrafyasına dönüşmesi Yüce Rabbimden en büyük niyazımdır." dedi.

Ramazan ayının dünyanın çeşitli yerlerinde zulüm gören Müslümanların felahına vesile olmasını dilediğini belirten Görmez, "Suriye'de akan kardeş kanının bir an evvel durmasını; Burma'da Arakan'da yaşayan din kardeşlerimize reva görülen insanlık dışı muamelelerin sona ermesini; dünyanın muhtelif yerlerinde saldırılara ve zulümlere maruz bırakılan Müslümanların felahına ulaşmasını Cenâb-ı Hakk'tan niyaz ediyorum." şeklinde konuştu.

Diyanet İşleri Bakanlığı'nın tertiplediği "İslam Dünyası Dini Liderleri Ramazan'da İstanbul'da buluşuyor" organizasyonuna aralarında Rusya Federasyonu Merkezi Din İdaresi Başkanı Talat Teceddin, Mısır Baş Müftüsü Prof. Dr. Ali Cuma, Tunus Din İşleri Bakanı Dr. Noureddine Khademi, Ürdün İslami İşler ve Evkaf Bakanı Prof. Dr. Abdulsalam Davud Muhammed'in de bulunduğu çeşitli ülkelerden birçok İslam alimi katıldı.

Kaynak: CİHAN
http://www.haber7.com/guncel/haber/908151-arakan-dini-lideri-musluman-soykirimi-uygulaniyor



İHH'dan Arakan'a yardım seferberliği

Arakan gerçeği: "Myanmar hakkındaki AB ve BM raporları gerçekçi değil"

Yıllardan beri bölgede çalışmalar yürüten İHH İnsani Yardım Vakfı, yaşanan olayların ardından Myanmar-Bangladeş sınırına giderek Arakanlı mültecilerin yerleştiği kampları ziyaret etti. Kamplardaki gözlemlerini anlatan İHH ekibinden Said Demir kamplarda tam bir insanlık dramı yaşandığını aktardı. AB ve BM raporlarının da gerçekçi olmadığını söyleyen Said Demir, evlerini terk eden Arakanlı sayısının 100 bini geçtiğini belirtti. Şehir merkezlerinde göstermelik olarak baskıların azaldığını dile getiren Demir, ancak kırsal bölgelerde köylerde zulmün devam ettiğini söyledi.

İHH Acil Yardım Ekipleri Myanmar-Bangladeş sınırındaki çalışmalarını sürdürüyor. Yaklaşık 15 yıldır bölgede çalışmalar yürüten ve bölgeyi yakınan tanıyan İHH ekibi, Myanmar-Bangladeş sınırında ve Bangaldeş'ten kaçabilenlerin sığındığı mülteci kamplarında hem gözlem hem de yardım çalışmaları gerçekleştirdi.

İHH ekipleri bölgede yoğun bir şekilde çalışırken İHH Myanmar ve Bangladeş Temsilcisi Said Demir Arakanlı mültecilerle konuşarak bölge hakkında da son bilgileri aldı. Halen bölgede bulunan Demir gözlemlerini anlatırken; "Burada kriz masası oluşturduk. Buradaki mazlum Müslüman topluluğun sesinin dünyaya duyurulması için her türlü resmi ve insani girişimlerimizi sürdürüyoruz." dedi.

Bölgede yardım çalışmalarını koordine eden Demir, Müslümanlara yönelik baskı ve zulümlerin ilk günkü gibi devam ettiğini söyledi. Demir, özellikle Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği temsilcilerinin raporlarının gerçeği yansıtmadığını belirtti. Demir, "Bu kurumlar polis nezaretinde Arakan'a gidip insanlara neler yaşadıklarını soruyorlar. Arakanlılar da korkularından bir şey söyleyemiyor. Geçmişte; gerçekleri söyleyen onlarca kişi Myanmar devleti tarafından katledildi çünkü. Bu yüzden BM ve AB'nin gözlemleri gerçeği yansıtmıyor. Orada ölüm korkusu altında can pazarı yaşanıyor." dedi.

100 binin üzerinde Arakanlı evini terk etmek zorunda kaldı

Arakan'da son bir buçuk ayda gerçekleşen saldırılarda binlerce ev ve köyün yakılıp yıkıldığını bunun sonucu olarak 100 binin üzerinde Arakanlının mülteci durumuna düştüğünü belirten Demir, 10 bin civarında Arakanlının ise Bangladeş sınırını geçerek dağlara kaçtığını ifade etti. Demir son gelişmeleri şöyle özetledi: "Yıllardan beri sürekli Müslümanların yaşadıkları yerlere, tarlalarına el koyuyorlardı. Müslümanlar da bu yüzden mülteci kamplarında yaşıyordu. Son olaylarla birlikte Arakan içinde yaşayan mülteci sayısı arttı. 100 binin üzerinde Arakanlı Müslüman, kendilerini güvende hissetmedikleri için köyünü, evini terk ederek mülteci kamplarına sığındı. Dışarı kaçabilen mülteci sayısı ise son bir ayda 10 bini aşmış durumda."

Myanmar askeri yönetimi kışkırtıyor

Müslümanlara sokağa çıkma yasağı uygulandığını ve askeri yönetimin kışkırttığı Budist çetelerce Müslümanların gece vakti evlerinde katledildiklerini vurgulayan Demir, şunları söyledi: "Müslümanları evlerinden alıyorlar ve bir daha da haber alınamıyor. Daha geçen çarşamba günü köye gelerek Müslüman kızları toplamışlar. Daha sonra kızları okul bahçesine götürerek, tamamını soymuşlar. İçlerinden on tanesini alıp götürmüşler; kızların nereye götürüldüğü belli değil. Bu kızlardan hala haber alınamıyor. Zulüm tüm hızıyla devam ediyor. Müslümanlar dükkânını açsa yağmalanıyor, tarlasına gitse ekinleri elinden alınıyor. Tüm bu yaşananlar Müslümanları açlığa sürüklüyor."

Arakan bölgesinde yaşanan vahşetten kaçan Müslümanları Bangladeş'te ise daha büyük sıkıntılar bekliyor. Çünkü Bangladeş artık mültecileri kabul etmiyor. Sınırlar kapatılmış durumda. Arakanlı Müslümanlar nehirleri geçip günlerce ormanlarda yürüyerek kaçak yollardan Bangladeş'teki kamplara sığınıyorlar.

Ancak kamp şartları oldukça kötü ve canlarını kurtarıp kamplara ulaşanlar yepyeni bir çileye daha başlamış oluyorlar. Myanmar'daki şiddet olayları arttıkça buraya yerleşenlerin sayısı hızla çoğalmış ve alanı sürekli genişlemiş. Mülteciler, tam bir yaşama mücadelesi veriyor. Geçmiş yıllarda kampa yerleşenler Birleşmiş Milletler tarafından yaptırılan barakalarda kalıyor. Su, banyo, tuvalet ihtiyaçlarını ise en ilkel şartlarda gideriyorlar.

Ormanlarda ölüm kol geziyor

İHH ekiplerinin görüştüğü Arakanlı mülteciler yaşadıkları ölümcül yolculukları anlattı. Günlerce ormanlarda saklanarak Bangladeş'e ulaşan Arakanlılar gece yürüyerek gündüz saklanarak canlarını kurtarmaya çalışıyor. Binlerce kişi ormanlardan güvenli bir yere ulaşmak amacıyla yola çıkmış durumda. Bangladeş sınırında İHH ekiplerine yaşadıklarını anlatan Arakanlı mülteciler şu bilgileri paylaştı: "Yola 100 kişi olarak çıktık. Gece yürüdük, gündüz saklandık. Ormanda üç defa Budist fanatiklerin saldırılarına uğradık ve yanımızdaki 52 kişi katledildi. Buraya 48 kişiyle varabildik. Yanımızda 40 gün önce ikiz çocuk doğurmuş bir kadın da vardı. Tam dört günlük yürüyüşümüzde o da yanımızdaydı. Bu kadının kocasını öldürdüler. Çocuklarıyla yalnız kaldı."

İHH yardımları artarak sürecek

10 yıldır bölgede yardım çalışmaları sürdüren İHH İnsani Yardım Vakfı, Arakan için Acil Yardım Kampanyası başlattı. İHH ekipleri; Arakanlı mültecilere maddi yardımlar, tıbbi yardımlar ve gıda yardımları yapıyor. Ekipler özellikle açlık sınırının altındaki kamplara ve köylere pirinç yardımları yapmaya başladı.

Arakanlı Müslümanlara yardım etmek isteyen bağışçılarımız, hayırseverlerimiz ARAKAN yazıp 3072'ye göndererek 5 TL bağışta bulunabilirler. Ayrıca www.ihh.org.tr ve 0212 631 21 21 telefon numaralarından İHH'ya ulaşarak bilgi alabilirler.

Bölge hakkında her türlü soruya cevap bulabileceğiniz İHH Arakan Raporu için TIKLAYINIZ..

Arakan hakkında detaylı bilgi için: arakan.ihh.org.tr

http://www.ihh.org.tr/ihhdan-arakana-yardim-seferberligi/





Arakan'dan dönen gazeteci: Çekim yaparken ağladım

Müslümanların zulme uğradığı Arakan'daki kampları görüntüleyen gazeteci Fatih Er, çekim yaparken ağladığını söyledi.

Arakan'dan dönerken didik didik arandıklarını ve doğa fotoğrafçısı diye askerlere kendilerini tanıttıklarını ifade eden Er, söz konusu bölgede insanların ölümü kurtuluş olarak gördüğünü dile getirdi.

Arakan'da yaşanan zulmü görüntülemek için bölgeye giden gazeteciler Türkiye'ye döndü. İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı (İHH)'nın Fatih'teki merkezinde basın toplantısı düzenleyen gazeteci Fatih Er, bölgede yaşananlar karşısında hayrete düştüğünü ifade etti. Kendilerinin sadece kamplara kadar gidebildiğini, vahşetin yaşandığı yerlere giremediklerini anlatan Er, "Buz dağının görünen kısmını duyurabildik. Öldürülen insanları değil ama ölümden kaçan insanları haber yapabildik. Buz dağının görünmeyen kısmı var. O mültecilerle karşılaştığımda, çekim yaparken de montaj yaparken de haberi yazarken de ağladım." dedi.

Oradaki insanların klasik bir mülteci olmadığını ölümden kaçan insanlar olduğunu dile getiren Er şöyle devam etti: "Bu insanlar bizim bildiğimiz klasik umuda kaçan mülteciler değil. Bunlar ölümden kaçan mülteciler. Bir gece vakti Arakan bölgesine bir saat bataklıkta yürüdükten sonra ulaştık. Biz sahil kesime vardığımızda kesinlikle ışık yakmamız yasaktı. Burma hükümeti oraya elektrik vermemiş. Herhangi bir hareketlilikte askerler ateş açıyor. Şayet biz orada olduğumuzu belli etseydik; ölümden kaçan insanların hayatını tehlikeye atacaktık. Orada katliamların durması hiçbir anlam ifade etmiyor. O insanlar katliamdan daha fazla zulümden kaçıyorlar. Onlar için ölüm bir kurtuluş olmuş. Çünkü, 65 yaşındaki kadın bataklığın içinde aç susuz dört gün kaçmaya çalışmazdı. 12 yaşındaki bir çocuk tecavüzden kurtulmak için hiç tanımadığı insanların yanına verilmezdi. Onun için Arakan'da katliamın olmadığını söyleyenler bir kez daha düşünmeli."

Arakan'dan dönen bir diğer gazeteci Osman Sağırlı ise 110 ülke dolaştığını, birçok afet ve savaş gördüğünü ancak böyle bir zulüm görmediğini anlattı. İHH gönüllüsü Sait Demir ise Arakan'da yaptıkları yardım faaliyetleri hakkında bilgi verdi.

(CİHAN)
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1325475&title=arakandan-donen-gazeteci-cekim-yaparken-agladim



Arakan'a yardım kampanyasına Fethullah Gülen Hocaefendi de katıldı

Fethullah Gülen Hocaefendi, Myanmar'da Budist çetelerin katliamından kaçarak Bangladeş sınırına yerleşen Arakan Müslümanlarına Kimse Yok Mu Derneği aracılığıyla 10 bin dolarlık yardımda bulundu.

Myanmar-Bangladeş sınırına yerleşen Arakan Müslümanlarını Kimse Yok Mu Derneği yalnız bırakmıyor. Oruçlarını Müslüman kardeşleriyle açan Kimse Yok Mu gönüllüleri, yardım çalışmalarının yanı sıra inceleme amacıyla mültecilerin kaldığı kampları dolaşıyor.

Fethullah Gülen Hocaefendi de, Kimse Yok Mu'nun Arakan'a yardım kampanyasına ilk bağış yapanlardan oldu. Hocaefendi, kitap telifinden gelen 10 bin doları Arakan Müslümanlarına bağışladı.

'4 BİN MÜSLÜMAN ÖLDÜRÜLDÜ, 8 BİNİ KAYIP'

Öte yandan, Cihan Haber Ajansı'na Arakan'daki son durumu değerlendiren Rohingyalıların ilk haber ajansı Kalaban Press Network'ün Genel Yayın Yönetmeni Tin Soe, Myanmar'ın Arakan bölgesinde 29 Mayıs'tan bu yana yaşanan olaylardan Budistler tarafından 4 bin Rohingyalı Müslümanın öldürüldüğünü ve 8 bin kişiden de haber alınamadığını bildirdi. Kendisi de etnik olarak Rohingyalı soyundan gelen Tin Soe, hâlihazırda en sıkıntılı bölgenin Myanmar ve Bangladeş'in sınırı Naf Nehri kenarı olduğunu kaydetti.

Bangladeş hükümetinin Myanmar'daki zulümden kaçan 500 bin Rohingyalı Müslümanın insani ihtiyaçlarını bile karşılamaktan aciz olduğunu kaydeden Tin Soe, hükümetin sadece 29 bin kişiye kamplarda baktığını söyledi.

Yardım kampanyasına katılmak için 444 4 593 nolu telefondan bilgi alınabilir veya "Arakan" yazıp 5777'ye SMS gönderilebilir.

(CİHAN)
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1325564&title=arakana-yardim-kampanyasina-fethullah-gulen-hocaefendi-de-katildi
#607
Alıntı Yapkonu sıcaklar ve oruçtan açıldı ve bizim oruç tuttuğumuzu öğrenmiş oldu. ardından sorduğu sorulara aldığı yanıtlara sinirlendi ve önce alaycı bir tavırla herkesin bize güldüğünü söyledi. Sonra da Türkler ve müslümanları kasdederek "Aptallar, sizler aptalsınız" gibi şeyler söyledi.

Dilekçenizde olayı detaylı bir şekilde anlatıp suç duyurusunda bulunabilirsiniz. Bu şahsın yurt dışına çıkma hazırlıkları yaptığını belirterek konunun aciliyetinden de bahsedin. Konuyu inceleyecek olan savcı bir ihtimal takipsizlik kararı verebilir ancak en azından bu süreçte karşı tarafın ifadesi de alınmış olacağından, söz konusu şahıs bu yolla olayın ciddiyetini kavramış olur.

Alıntı YapO devam edince dayanamayıp öyleyse siz de gerizekalısınız dedim.

Elbette bu tür kısımlara şikayet dilekçenizde yer vermemelisiniz. Dilekçenizi ".......... Cumhuriyet Başsavcılığına" hitaben yazmalı ve olayın yaşandığı yerin bağlı olduğu adliyedeki savcılık müracaat kalemine götürmelisiniz. Kolay gelsin...
#608
Merhabalar. Türk Ceza Kanunu'nun konuyla ilgili hükümleri aşağıdadır:

Yer bakımından uygulama

MADDE 8. - (1) Türkiye'de işlenen suçlar hakkında Türk kanunları uygulanır. Fiilin kısmen veya tamamen Türkiye'de işlenmesi veya neticenin Türkiye'de gerçekleşmesi hâlinde suç, Türkiye'de işlenmiş sayılır.

(2) Suç;

a) Türk kara ve hava sahaları ile Türk karasularında,

b) Açık denizde ve bunun üzerindeki hava sahasında, Türk deniz ve hava araçlarında veya bu araçlarla,

c) Türk deniz ve hava savaş araçlarında veya bu araçlarla,

d) Türkiye'nin kıt'a sahanlığında veya münhasır ekonomik bölgesinde tesis edilmiş sabit platformlarda veya bunlara karşı,

İşlendiğinde Türkiye'de işlenmiş sayılır.

Yabancı ülkede hüküm verilmesi

MADDE 9. - (1) Türkiye'de işlediği suçtan dolayı yabancı ülkede hakkında hüküm verilmiş olan kimse, Türkiye'de yeniden yargılanır.

Sınır dışı edilme

MADDE 59. - (1) İşlediği suç nedeniyle iki yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına mahkûm edilen yabancının, cezasının infazından sonra derhâl sınır dışı edilmesine de hükmolunur.

Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama

MADDE 216. - (1) Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(3) Halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması hâlinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Türklüğü, Cumhuriyeti, Devletin kurum ve organlarını aşağılama

MADDE 301. - (1) Türklüğü, Cumhuriyeti veya Türkiye Büyük Millet Meclisini alenen aşağılayan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini, Devletin yargı organlarını, askerî veya emniyet teşkilatını alenen aşağılayan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(3) Türklüğü aşağılamanın yabancı bir ülkede bir Türk vatandaşı tarafından işlenmesi hâlinde, verilecek ceza üçte bir oranında artırılır.

(4) Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.


Yukarıdaki maddelere istinaden bahsettiğiniz kişi hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunabilirsiniz. Kolay gelsin...
#609
Yargıtay, Çankaya Cemevi Yaptırma Derneği hakkındaki kapatma davasını reddeden yerel mahkeme kararını bozdu. Yargıtay, yasa ve düzenlemeler karşısında cami ve mescit dışında bir yerin ibadethane olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığına karar verdi.

ANKARA - Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, tüzüğündeki ''cemevlerini ibadet yeri olarak'' nitelendiren ifadeler nedeniyle Çankaya Cemevi Yaptırma Derneği hakkında kapatma davası açmıştı. Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesi ise davayı, ''Cemevleri yüzyıllardır Alevilerin ibadet yeri olarak toplumca bilinmiş ve kabul görmüştür. Derneğin tüzüğünde yazılı bulunan 'Cemevleri ibadethanedir' hükmü Anayasa'nın 2. maddesine aykırılık taşımadığı gibi kanunlarla da yasaklanmamıştır'' gerekçesiyle reddetmişti.

Kararın temyiz edilmesi üzerine dosyayı görüşen Yargıtay 7. Hukuk Dairesi, yerel mahkemenin kararını oy çokluğuyla bozdu.

Kararın gerekçesinde, Anayasa'nın 174. maddesinde, Anayasa'nın hiçbir hükmünün, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyeti'nin laiklik niteliğini koruma amacını güden inkılap kanunlarının, Anayasa'nın halkoyuyla kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin, Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamayacağı ve yorumlanamayacağının belirtildiği kaydedildi.

677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun'da da tekke ve zaviyelerin kapatılmasına karar verildiği ancak cami ve mescitlerin açık kalmasının belirtildiği kaydedildi.

633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun'da da İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Başkanlığının kurulduğunun belirtildiği, cami ve mescitlerin Diyanet İşleri Başkanlığının izniyle ibadete açılacağı ve Başkanlıkça yönetileceği, hakiki ve hükmü şahıslar tarafından yapıldığı halde izinli veya izinsiz olarak ibadete açılmış cami ve mescitlerin yönetiminin üç ay içinde Diyanet İşleri Başkanlığına devredileceğinin ifade edildiği vurgulandı.

Anayasanın 90. maddesinde, usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası anlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda, milletlerarası anlaşma hükümlerinin esas alınacağının belirtildiği kaydedilen gerekçede, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nda da derneklerin kuruluş ve fesih işlemlerinin düzenlendiği hatırlatıldı.

Gerekçede, Ankara Valiliği İl Dernekler Müdürlüğü'nün, davalı Çankaya Cemevi Yaptırma Derneği'ne ait tüzükte yer alan ''Derneğin amacı Çankaya'da yaşayan Alevi inançlı yurttaşların inanç ve ibadetlerini yerine getirme merkezleri olan cemevlerini yapmak ve yaptırmaktır'', ''Alevi inanç ve ibadet merkezi olan cemevlerini yapmak ve yaptırmak'' ve ''İmar Yasası uyarınca imar planlarında ibadet yeri olarak ayrılan alanlar üzerinde Alevi yurttaşların yaşadığı yerlerde cemevi inşa etmek üzere girişimlerde bulunmak'' şeklindeki ifadelerin, yeniden düzenlenmesini ya da tüzükten çıkarılmasını istediği kaydedildi.

Dernek tarafından verilen cevapta ise maddelerin aynen korunduğunun görüldüğü ifade edilen gerekçede, ''Hukuki ve maddi olgular dikkate alındığında 677 sayılı Yasa ile getirilen sınırlandırmaların Anayasal güvenceyle sürdürüldüğünün anlaşıldığı, bu nedenle 633 sayılı Yasa ve düzenlemeler karşısında cami ve mescit dışında bir yerin ibadethane olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı, kişilerin sivil toplum örgütü olarak yasal mevzuatı sınırları içinde serbestçe dernek kurarak dernek çatısı altında faaliyetlerine devam ettirmelerinin mümkün olduğu kuşkusuzdur'' ifadeleri kullanıldı.

Gerekçede, davalı derneğin tüzüğünde kanuna aykırılık teşkil eden maddelerindeki değişiklikleri yapmaması nedeniyle tüzüğün kanuna aykırı hale geldiği dikkate alınarak davanın kabulü gerekirken, davanın reddine karar verilmesinin bozma nedeni yapıldığı belirtildi.

'ALEVİLİK BİR DİN DEĞİLDİR'
İçişleri Bakanlığı, incelenen dernek tüzüğünün, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın ''Cemevi ve benzeri yerlerin ibadet yeri kapsamında değerlendirilmesine imkan bulunmadığı'' yönündeki görüşünü de alarak Ankara Valiliği'ne yazı göndermiş ve dernek tüzüğündeki ''cemevlerini ibadet yeri olarak'' niteleyen 2 maddenin tüzük metninden çıkarılmasının uygun olacağını bildirmişti.

Ankara Valiliği İl Dernekler Müdürlüğü de Haziran 2008'de derneğe gönderdiği yazıda, tüzüğün bu maddelerinin yeniden düzenlenmesini talep etmişti.

Müdürlük, derneğe gönderilen tebligata rağmen yasal sürede eksikliklerin giderilmediği gerekçesiyle geçen yılın kasım ayında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na ihbarda bulunmuştu. Bunun üzerine başsavcılık, Çankaya Yenişehir Mahallesi'nde kurulu Çankaya Cemevi Yaptırma Derneği hakkında davaname hazırlamıştı.

Davanamede, derneğin tüzüğünün incelendiği ve tüzükte eksiklikler bulunduğu kaydedilerek, tebligata rağmen yasal sürede eksikliklerin giderilmediği ifade edilmişti. Derneğin feshine karar verilmesi istenen davanamede, dava sırasında faaliyetten alıkonulması için önlem alınması ve fesih kararından sonra derneğe ait para, mal ve hakların derneğin amacına en yakın dernek olan Elvankent Kültür Merkezi Yaptırma Yaşatma ve Cemevi Yaptırma Derneği'ne devredilmesi de talep edilmişti.

Cumhuriyet savcısı Ali Özdemir, esas hakkındaki görüşünde, ''Alevilik bir din değildir. Cemevi de bir ibadethane değildir, toplantının adıdır'' değerlendirmesinde bulunmuştu. ''Davada ve konuda kamu yararı olmadığı aksine kamuoyunu kaos ortamına sürükleme çabası ve amacı görüldüğünü'' ifade eden Özdemir, davanın kabul edilerek derneğin kapatılmasını istemişti.

'ANAYASAYA AYKIRI DEĞİL'
Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin ret gerekçesinde, daha önce İzmir 11. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde, nüfus cüzdanındaki din hanesine ''İslam'' yerine ''Alevi'' yazılması için açılan davanın mahkemece reddedildiği ve bunun Yargıtay tarafından onandığı hatırlatılarak, bunun üzerine davacının, ''din ve vicdan özgürlüğünün ihlal edildiğini ve Aleviliğin, İslam'ın bir alt yorumu olmadığını'' ileri sürerek, konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) taşıdığı kaydedilmişti. AİHM'nin ise davayı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ''düşünce, vicdan ve din özgürlüğü'' başlıklı 9. maddesine aykırı bularak, kabul ettiği anımsatılmıştı.

Gerekçede, ''Davalı derneğin amacında Medeni Kanun ve Dernekler Kanunu gibi ilgili mevzuata göre hukuka ve ahlaka aykırılık bulunmadığı gibi derneğin amaçları da yine dernek tüzüğünde açık olarak maddelerle belirtilmiştir. Dernek tüzüğünde, Anayasamızın 2. maddesiyle hukuka ve ahlaka aykırı bir husus bulunmadığından, davanın reddine ilişkin hüküm kurulmuştur'' ifadeleri kullanılmıştı.

http://www.ntvmsnbc.com/id/25369153/



'Sünnî'yim fakat tedavi olayrum', Ahmet Turan Alkan, Zaman Gazetesi

Karşıdan bakınca zengin iftarı gibi görünüyordu...

Türkiye'deki Alevî-Bektaşî Federasyonları ve derneklerinin verdiği iftar davetinde idim. Cumhurbaşkanı, iftarın onur misafiri idi ve orada bulunmasının büyük anlamı vardı. Sünnî hâfız Kur'an okudu, Alevî dedesi sofra duası etti, hep beraber "Âmin" dedik, güzel oldu, kalbimiz ılıklaştı.

Zengin iftarı dedim ama, bir başka cihetten fukara sofrası da sayılırdı. Yargıtay gibi Türkiye'de hukuk imkânlarının müntehâsındaki kuruluşun, cemevlerini ibadet yerinden saymayan kararına muhatap kalan Alevîler fukara değilse, sorarım; bu ülkede kim fukaradır Allah aşkına?

Kararın ayrıntılarına giremiyorum, yer yok; vaktiyle AYM'nin aldığı 367 kararının benzeri bir şeydir. Fiilen yürürlük bulma şansı yok ama Alevî kalbi kırmakta yektâ ve müstesnâ: Cemevlerine tarikat, zâviye sıfatı verilmesi, "inkılâp kanunlarına muhalefet" gerekçesiyle kabul edilmiyor; ibadethane kavramında ısrar ederseniz, üç ay içinde anahtarını Diyanet'e teslim etmeniz lazım imiş; e, inkılâp kanunları hâlâ duruyor Anayasa'da...

Cemevini Diyanet'e teslim etmek? Mübarek gün böyle soğuk espriler hiç çekilmiyor doğrusu; oruçluysak, sabrın da bir hudûdu var birader!

Bu karar, bir anlığına olsun uygulanmaz ve garipliği ile hukuk tarihimizdeki ibret belgelerinin arasına konulur, onda hiç şüphem yok ama bu vesile ile devletin -din işlerini değil- Sünnî İslâm'la ilgili din hizmetlerini üstlenmekteki tekelinin komikliği ve lüzumsuzluğu daha görünür hale geldi. İşin daha da garip, gülünç ve utandırıcı faslı şu: Biz Sünnîlerden çoğu, Diyanet'in din-devlet ilişkilerindeki resmî yerinin garipliğini bal gibi fark edip yanlış bulmamıza rağmen sırf fitne çıkar endişesiyle nihai tahlilde "Diyanetçi" takılırız ne hikmetse!

Dilim varmıyor ama bir yerlerde buna ikiyüzlülük denildiğinden eminim.

Devlet vaktiyle dindarları iyice dövdükten sonra Sünnilere Diyanet teşkilatını ikram ederek bir nevi gönül almıştı; dindarlar Diyanet'ten nihai kertede razı ve mutlu idiler; camilerine görevli atıyor, dinî meselelerde fetva veriyor ve din hizmetlerinin şunun-bunun elinde parça-pinçik edilmesini fiilen engelliyordu; eğer diyanet elden giderse Avrupa'da cami cemaatlerine bölünen Türklerin durumuna düşmez miydik? Düşerdik, öyleyse mesela fazladan oruç tutturma konusunda da ortalığı karıştırmanın pek âlemi yoktu, yarı saatin lâfı mı olurdu; yeter ki fitne çıkmasındı. Diyanet zaten hassas astronomik rasatlarda bulunmak için önümüzdeki yılın bütçesine ödenek bile koymuştu; ee...

Diyanet dedim de aklıma geldi, bu anlamlı iftar davetinde Diyanet'ten kimseleri fark edemedik pek.

Evet, sağolsun Cumhurbaşkanı'mız, teşrifiyle Alevî-Sünnî kardeşliğine büyük katkıda bulundu, menü de fevkalade göz doldurucuydu ama iftar yine de fukara iftarıydı bana göre. Türkiye'de Alevî olmanın ne mânâya geldiğini o gün biraz daha anlayabildim galiba. Bu durumu bir teşbihle anlatmak istiyorum: Varlıklı bir adam fukaradan bir uzak akrabasını sinemaya götürüyor; kendisi için bilet almıştır ama kapı görevlisi akrabasından bilet sorunca, "Yahu, yabancı değil, bu seferlik idare ediversek..." gibisinden aslında davetlisini aşağılayıcı bir yaklaşım gösteriyor.

İşte yargı kararı: Cemevi ibadethane değil; ne öyleyse, folklor derneği mi, saz kursu mu, kıraathane mi, okul mu, ne? Peki Alevîlik? Biz Sünnîlere sorarsanız İslâm içi bir tarikat veya mezheptir; öyledir de Aleviliğin ne olduğunu Sünnilerin tarif etmesinde bir haksızlık yok mu sizce? Lâteşbih, Müslümanlığı Vatikan'ın tarif etmesine rıza göstermek gibi bir şey. Kezâ, Alevî Çalıştayı, şimdiye kadar yapılan en kapsamlı çalışmaydı ama öğrendik ki sonuç bildirgesi güzelce çerçevelendikten sonra hayata geçirilsin diye bir şey yapılmamış.

Gecenin en güzel cümlesi, işadamı Adnan Polat'ın kısa konuşmasında geçti, dedi ki: "Büyüklerimiz bize ilahi ahlâkla ahlâklanmak gerektiğini öğrettiler." İtikad ve inançlar arasındaki zâhiri mesafeleri kuş kanadıyla kat'eden bir cümleydi, unutmadım, mânidar buldum.

Fıkrayla bitirelim: Adama "Lâz mısın?" demişler, "Lâzım fakat tedavi olayrum" diye cevap vermiş. Türkiye'de Sünnî olmanın, ancak yüksek şuur sarfı, empati ve vicdanla tedavi edilebilir bir kısım ârızaları olduğunu kabul etsek, galiba çok iyi olacak.

t.alkan@zaman.com.tr
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1324298&title=sunn%EEyim-fakat-tedavi-olayrum
#610


YAKUP ÇETİN - VAN

Van'da yıkılan her bina için ayrı ayrı yürütülen soruşturmalar sürerken, Bayram Oteli iddianamesi tamamlandı. Van Başsavcılığı'nın hazırladığı ilk iddianamede yer alan teknik rapor ise yüzlerce can kaybının sebebini ortaya çıkardı: "Yıkılan binalar projesiz. Projesi olanların altında ise imza yok. Belediye bu binalara ruhsat vermiş."

Van ile Erciş merkezini vuran depremlerin ardından yıkılan her bina için ayrı ayrı başlatılan soruşturmalar kapsamında ilk iddianame hazırlandı. 25 kişinin hayatını kaybettiği Bayram Oteli'nin sahibi Tevfik Bayram hakkında 'bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne sebebiyet vermek' suçlamasıyla 22 yıl 6 aya kadar hapis cezasına çarptırılması talep edildi. Soruşturmada büyük mesafe kateden Erciş Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Karadeniz Teknik Üniversitesi Mühendislik Fakültesi'ne hazırlattığı ve ilk iddianameye giren raporda ise Van depremine ilişkin çarpıcı tespitler yer aldı. Rapora göre, örneğin Erciş'te onlarca insana mezar olan Sevgi Apartmanı, plan ve proje olmadan inşa edilmiş. 45 kişinin beton bloklar altında can verdiği İrfan Dağ'a ait 7 katlı binanın projesi var, ancak projenin altında imza yok. Olayın en vahim tarafı ise kim tarafından hazırlandığı belli olmayan bu projelere belediyenin ruhsat vermesi. 30 sayfadan oluşan teknik raporda sıralanan ihmaller bununla da sınırlı değil. Yıkılan binalarda donanım yetersizliği, kalitesiz malzeme kullanımı ve denetim eksikliği tespit edildi. 1. derecede deprem bölgesi standartlarının çok altında yapılan inşaatlar faciaya davetiye çıkardı.

Savcılığın, önümüzdeki günlerde bina sahipleri ile bu apartmanlara ruhsat veren belediye yetkililerinin de aralarında olduğu çok sayıda kişiyi şüpheli sıfatıyla ifadeye çağıracağı öğrenildi.

Van'ın Erciş ilçesinde 23 Ekim'deki depremde yıkılan ve yüze yakın insana mezar olan müteahhit Salih Ölmez'e ait Sevgi Apartmanı ile müteahhit İrfan Dağ'a ait Dağ Apartmanı'nın bilirkişi raporları tamamlandı. Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Mühendislik Fakültesi'nin 9 ayda tamamladığı teknik raporlara yansıyan en ilginç detay Salih Ölmez'e ait 2001 (ruhsat tarihi) yılında yapılan binanın plan ve projesinin olmaması. Ruhsat tarihi 2003 olan İrfan Dağ'a ait ve 45 kişiye mezar olan apartmanın projesi var ancak projede herhangi bir imza bulunmuyor. 7 katlı binaya ait projeyi kimin hazırladığı bilinmiyor. Ancak Erciş Belediyesi, projesi olamayan bu yapılara ruhsat vermiş. KTÜ'nün hazırladığı teknik rapora göre, belediyenin İmar Kanunu'na aykırı bir şekilde bu binalara ruhsat verdiği vurgulandı. Binadan alınan numunelerin sonuçları da ürkütücü. Yaklaşık 30 sayfadan oluşan teknik raporda yıkılan binalarda 'donanım yetersizliği, kalitesiz ve eksik malzeme kullanımı ve denetim eksikliğinin' faciaya davetiye çıkardığı vurgulandı. Yıkılan binalarda 1. dereceden deprem bölgesi olduğu ve standartlarının çok altında yapıldığı ifade edildi.

KTÜ'nün 9 ayda hazırladığı raporlarda ihmaller ve muhatabı olan kurumlar sıralandı. Kişi ismine yer verilmedi. Erciş'teki depremde ölümler daha çok 65 binada yaşandı. Savcılık 82 bina için teknik rapor talep etmişti. 82 rapordan aralarında Sevgi ve Dağ apartmanlarının da olduğu 50 binaya ait teknik rapor tamamlanarak savcılığa gönderildi. Her bina için ayrı soruşturma yürüten Erciş Cumhuriyet Başsavcılığı, bilirkişiye ikinci bir rapor daha hazırlattı. KTÜ tarafından hazırlanan teknik rapor ışığında aralarında bina sahipleri, ruhsat veren belediye yetkilileri, ruhsatı onaylayanlar, inceleyen mühendisler tek tek belirlendi. Bu kişiler hakkında kusur raporu düzenlendi. Erciş Cumhuriyet Başsavcılığı'nın bu kişileri önümüzdeki günlerde ifadeye çağırması bekleniyor.

BAYRAM OTELi'nİN SAHİBİNE 22 YIL 6 AY YIL İSTENDİ

Van'da 9 Kasım 2011 tarihinde meydana gelen 5,6 büyüklüğündeki depremde 25 kişinin hayatını kaybettiği Bayram Oteli'nin sahibi Tevfik Bayram'ın tutuklandığı soruşturmanın iddianamesi tamamlandı. Savcı, Bayram için bilinçli taksirle adam öldürme suçlamasıyla 22 yıl 6 aya kadar hapis cezası istedi. Van Cumhuriyet Başsavcısı Osman Nuri Güler'in onayladığı iddianame Van Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderildi. 9 Kasım'da meydana gelen ikinci depremde Van'da 7 bina yıkıldı. Savcılık, her bina için ayrı bir soruşturma yürütüyor.

Bayram Oteli iddianamesinde Van'da meydana gelen deprem sonrası aralarında gazetecilerin de bulunduğu çok sayıda kişinin kaldığı otelin Erciş'teki depremin ardından herhangi bir incelemeye tabi tutulmadığı ortaya çıktı. Yaşanan ikinci deprem sonrası otel sahibi binalarının sağlam olduğu yönünde rapor aldıklarını iddia etmişti. Soruşturmayı derinleştiren savcılık, depremde yıkılan bir diğer otel olan Aslan Otel hakkında Erciş'te meydana gelen depremin ardından rapor hazırlandığını tespit etti. Ancak bu raporun tek başına otelin açık tutulmasına dayanak oluşturamayacağı vurgulandı. Van Cumhuriyet Başsavcılığı Bayram Oteli iddianamesinde KTÜ Mühendislik Fakültesi hocaları tarafından hazırlanan rapora geniş yer verdi. Otel sahibinin meydana gelen deprem sonrasında oteli herhangi bir incelemeye tabi tutmadan müşteri alarak oteli açık tuttuğu kaydedildi. Ağır hasarlı olan binanın kullanılmasının faciaya davetiye çıkardığı ifade edildi.

Diğer soruşturmalar da son aşamada

Erciş'te yaşanan 7,2 büyüklüğündeki depremden 17 gün sonra bu kez 9 Kasım 2011'de Van 5,6 ile sarsılmıştı. İkinci depremde yıkılan Bayram Oteli'nde aralarında gazetecilerin de bulunduğu 25 kişi hayatını kaybetmişti. Otel sahibi Tevfik Bayram'ın tutuklandığı soruşturma kapsamında hazırlanan ilk iddianame, Van Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderildi. Savcılık, Van'daki ikinci depremde yıkılan 7 bina için ayrı ayrı soruşturma yürütüyor. Edinilen bilgilere göre, diğer soruşturmalar da bitme aşamasına geldi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1323276&title=van-depremiyle-ilgili-ilk-iddianame-tamamlandi&haberSayfa=1
#611
Merhabalar.

Alıntı Yap"Ekonomik faaliyeti, sermayesinden ziyade beden çalışmasına dayanan borçlunun mesleğini sürdürebilmesi için gerekli olan her türlü eşya"
*Haczedilemeyecek eşyalarda böyle bir ibare var burada demek istediği nedir örneğin, 5 işçisi olan ve koltuk döşemesi yapan bir tacirin işyerindeki makina ve ekipmanları haczedilemeyecek mi yoksa sermayeden ziyade beden çalışması derken sadece borçlunun kendi çalışması ile yaptığı işmidir örneğin, esnaflar gibi
burada kıstas nedir tam anlamadım örneğin bir bayan kuaföründe haciz yapılamayacak mı?

İcra ve İflas Kanunu'nun 82. maddesine "İcra memuru, haczi talep edilen mal veya hakların haczinin caiz olup olmadığını değerlendirir ve talebin kabulüne veya reddine karar verir." fıkrası eklenmiştir. Bu fıkra uyarınca icra memuru haciz esnasında alacaklı (veya vekili) tarafından haczi talep edilen şeyin haczedilebilir olup olmadığına karar verecek, şayet haczedilemeyeceği kanaatindeyse, bu talebi reddedecektir. Dolayısıyla burada icra memurunun yorum ve uygulaması son derece önemlidir.

"Ekonomik faaliyeti, sermayesinden ziyade bedenî çalışmasına dayanan borçlunun mesleğini sürdürebilmesi için gerekli olan her türlü eşya" tabirinden esnaflık seviyesini aşmayan meslek erbabının mesleğiyle ilgili eşyalarını anlamak gerekir. Burada kıstas, yürütülen faaliyetin sermayeden ziyade bedeni çalışmaya dayalı olmasıdır. Eğer faaliyet bedeni çalışmadan ziyade sermaye gücüne dayanıyorsa, ki verdiğiniz örnekte beş işçinin çalıştığı bir iş yeri ne iş yaparsa yapsın bana göre sermaye gücüne dayanır (çünkü böyle bir iş yerini açmak ve devam ettirebilmek için öncelikle ciddi bir sermayenizin olması gerekir), bu fıkrada bahsedilen haciz yasağı böyle bir faaliyet için söz konusu edilemeyecektir. Verdiğiniz kuaför örneğini de buna göre değerlendirmek gerekir. Borçlunun kendi bedeni çalışmasını aşan, yanında işçiler çalıştırmasını gerektiren bir faaliyet varsa, bu faaliyeti haciz yasağının kapsamı dışında düşünmek gerekir kanaatindeyim. Elbette borçlunun yanında çırak ve/veya kalfa yahut bir iki yardımcı eleman (ki bu kişiler birinci dereceden yakını da olabilir) çalıştırmasını doğrudan bu faaliyeti haciz yasağının kapsamı dışına çıkartan bir durum olarak değerlendirmek mümkün değildir. Her olay kendi özelinde, kendi verileri ışığında değerlendirilir. Yukarıda da belirttiğim gibi, burada yorum son derece önemlidir.

Alıntı Yap*Bu düzenlemeden önce avukatların nasıl bir hakları vardı ki haciz işlemlerinde bu hakları ortadan kalkmış oldu ve haciz işleminde tek karar verici haciz memuru oldu bu yetki neydi örneğin, daha önce haciz işleminde durumu belli olmayan eşyalarda avukat haciz memuruna eşyayı haczedebiliyor muydu?

Daha önceden icra memurları alacaklının haczedilsin dediği şeyleri haczediyordu. Bu haczedilen şey haciz yasağı kapsamında kalan bir şeyse, bu durumda borçlunun harekete geçerek icra mahkemesinde yapılan haczin kaldırılması için dava açması gerekiyordu. Yapılan düzenlemeyle icra memurunun bu konuda karar merci konumunda olduğu açıkça belirtilmiş oldu. Dolayısıyla bundan sonra icra memurları alacaklının haczini istediği şeylerin haciz yasağı kapsamında olup olmadığını değerlendirmeden haciz uygulamayacaktır.

Alıntı Yap* Yeni düzenleme ile örneğin evde iki tv var ve 2.tv yi haciz yapmak istenildiğinde evde yaşayanlardan biri bu tv benim ve borçluya ait değil diye belirtse ve faturası olmasada bu 2.tv haczedilebilinir mi ?

* İşyerine hacze gidildiğinde işyerindeki bir makinanın sahipliğinin başka bir firmaya ait olduğuNA DAİR  firma belirtir ve haczedemezsiniz dediğinde haciz yapılabilinir mi? Yani burada örnek vermek istediğim konu "Haczedilen şey üzerinde üçüncü şahıs hak iddiasında bulunduğunda mal muhafaza altına alınamayacak, alacaklıya istihkak davası açmak için yedi günlük süre verilecektir. Oysa maddenin eski halinde taşınır malın borçlunun veya üçüncü şahsın yedinde olup olmadığına icra memuru karar vermekteydi. Maddenin yeni halinde ise üçüncü şahsın her hangi bir hak iddiası yeterli görülmektedir." buradaki anlatılmak istediği nedir?

İstihkak iddiası belge ibrazına bağlı değildir. Herhangi bir belge ibraz edilmese de istihkak iddiasında bulunulabilir. Ancak İcra ve İflas Kanunu'nun değiştirilen 99. maddesinin birinci cümlesi, "Haczedilen şey, borçlunun elinde olmayıp da üzerinde mülkiyet veya diğer bir ayni hak iddia eden üçüncü kişi nezdinde bulunursa, bu kişi yedieminliği kabul ettiği takdirde bu mal muhafaza altına alınmaz." şeklinde olduğundan, verdiğiniz örneklerde evdeki ikinci tv.nin ve iş yerindeki makinenin muhafaza altına alınması mümkün olacaktır. İstihkak iddia edilen bir malın haczi zaten serbest. Burada tartışılan, muhafaza işleminin yapılıp yapılamayacağı. Mufaza yapılamayarak 99. maddedeki prosedürün işletilmesi için;

1) Mal borçlunun evinde, iş yerinde, bankadaki kiralık kasasında, ardiyesinde, vs. olmamalıdır, üçüncü bir şahsın elinde şahsın adresinde/hakimiyetinde olmalıdır.
2) Üçüncü şahıs veya üçüncü şahıs adına bir kişi (mesela işçisi, eşi, vs.) haciz esnasında istihkak iddiasında bulunmalıdır ve yedieminliği kabul etmelidir.

Bu şartlar yoksa, haczedilen mallar muhafaza altına alınabilir.

Alıntı YapSon düzenlemelerden önce başlamış takipler için ev eşyalarının haczi uygulaması devam edecekmidir?

Son yapılan değişikliklerle İcra ve İflas Kanunu'na şöyle bir geçici madde de eklendi: GEÇİCİ MADDE 10- Bu Kanunun ilgili hükümlerinin yürürlüğe girdiği tarihten önce başlatılan takip işlemleri hakkında, değişiklikten önceki hükümlerin uygulanmasına devam edilir. Bu maddeyi, "değişiklikten evvel başlatılan icra takiplerinde değişiklik getiren hükümlerin uygulanmayacağı" şeklinde yorumlamak mümkünse de (ki bence bu zorlama bir yorum olur) bana göre değişiklikten evvel başlatılan her bir takip işlemiyle sınırlı olarak yeni düzenlemelerin uygulanmayacağı şeklinde değerlendirmek daha doğru olacaktır. Mesela değişiklikten evvel bir haciz talimatı alınmış fakat henüz hacze gidilmemişse, ortada başlatılmış olan bir "takip işlemi" bulunduğundan, bu hacizde yeni değişiklikler uygulanmayacaktır. Uygulamanın ne yönde gelişeceğini zaman gösterecektir. Kolay gelsin...
#612
Merhabalar.

Alıntı Yap1) BABAM TEK KREDİ İÇİN EVİ İPOTEK VERMİŞTİ BANKA VEYA AVUKAT DİĞER KULLANDIĞIM KREDİYİ VE KREDİ KARTIMIDA EVİN İPOETİĞİ DAHİLİNDE KULLANIP O BORÇLAR İÇİN EVİ SATABİLİRLERMİ ?

Bankalar ipotek resmi senetlerinde her türlü alacaklarının ipotek kapsamında olduğunu belirtirler. Dolayısıyla burada da muhtemelen tüm borcunuz ipotek kapsamındadır. Durumu net olarak anlayabilmek için ipotek resmi senedini incelemeniz gerekir.

Alıntı Yap2)BEN KALAN İKİ BORCUMUDA BANKADA TAKSİTLENDİRSEM BANKA TAKSİTLENDİREBİLECEĞİNİ SÖYLÜYOR BU DURMDADA  AVUKATA TOPLAM 3 BORÇ İÇİN TAAHÜT İMZALAM ZORUNLUMUDUR.

Alacaklı ile anlaşacaksanız, bu anlaşma alacaklının dikte edeceği (ve sizin karşı tekliflerinizle belki de kısmen değişecek olan) şartlar çerçevesinde yapılacaktır. Dolayısıyla yasal yönden böyle bir zorunluluk yok, ancak alacaklı anlaşma yapmak için taahhüt imzalamanızı şart koşuyorsa, yapacak bir şey de yok...

Alıntı Yap3)AVUKAT NEDEN ARADAN ÇEKİLMİYOR,DOSYAM ONDA AMA HİÇBİR İŞLEM YAPMAMIŞ MAKSAT BENİM BORÇ ÖDEMEMSE BEN BANKDAN TAKSİTLENDİRİP ÖDEMEK İSTİYORUM BANKADA BUNA OLUR VERİYOR AVUKAT HALA BENDEN NEDEN TAAHÜT İSTİYOR VE DOSYA PARASI VS... MASRAFLARI TALEP EDİYOR

Size karşı bir icra takibi başlatıldıysa, avukatın bu yolla hak etmiş olduğu vekalet ücretinin ve icra masraflarının tahsilinin peşine düşmesi doğal karşılanmalı.

Alıntı Yap4)SON OLARAK YENİ İCRA YASASINDA KİŞİNİN HALİNE MÜNASİP EVİ HACZEDİLEMEZ DİYOR ÇEKTİĞİMİZ KREDİ KARŞILIĞINDA İPOTEK OLARAK VERDİĞİMİZ EVDEN BAŞKA Bİ EVİMİZ MALIMIZ YOK BU ANLAMDA DÜŞÜNÜLÜRSE EVİMİZİN HACİZLE SATILMA DURUMU NASIL OLUR İPOTEKLİ OLDUĞU İÇİN DURUM YENİ YASAYA UYGUN DEĞİLMİ ?

Meskeniyet iddiasının ve haczedilemezlik şikayetinin hacizden yahut haczin öğrenildiği tarihten itibaren yedi günlük süre içinde yapılması gerekiyor. İpotekli taşınmazlar için haczedilemezlik şikayeti kural olarak ileri sürülemez. Ancak ipoteğin; mesken kredisi, esnaf kredisi ve zirai kredi gibi alınacak krediler nedeniyle ve zorunlu olarak kurulmuş ipoteklerden olması halinde bu iddianın ileri sürülmesi mümkündür. Bunun dışında, borçlunun serbest iradesi ile kurduğu ipotekler, borçlunun daha sonra bu yerle ilgili olarak meskeniyet iddiasında bulunmasına engel teşkil eder. Aşağıda buna ilişkin emsal bir Yargıtay kararı bulunmaktadır.

Alıntı YapRAHMETLİ BABAM DA EVİNİ İPOTEK ETTİRDİ

Babanıza Allah rahmet eylesin. Şayet bu ev aile konutu olarak kullanılıyorsa ve anneniz de halihazırda hayattaysa, öncelikle taşınmaz üzerinde ipotek tesis edilebilmesi için annenizden yazılı bir muvafakatnamenin alınmış olması gerekiyordu. Muvafakatname alınmamışsa, konulmuş olan bu ipoteğin geçersizliği annenizin açacağı bir dava yoluyla ileri sürülebilir. Kolay gelsin...



T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2009/19719
K. 2010/1236
T. 21.1.2010

2004/m. 82

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Borçlunun daha önce ipotek ettiği taşınmazı hakkında, sonradan meskeniyet iddiasında bulunabilmesi için, ipoteğin, mesken kredisi, esnaf kredisi ve zirai kredi gibi alınacak krediler nedeniyle ve zorunlu olarak kurulmuş ipoteklerden bulunması gereklidir.
Somut olayda, şikayete konu mahcuz üzerinde T.Emlak Bankası A.Ş. lehine 1. ve 2. dereceden ipotekler bulunduğu görülmektedir. Mahkemece bu ipoteklerin niteliği araştırılarak, yukarıdaki kural çerçevesinde oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.
SONUÇ : Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK. 366 ve HUMK.'nun 428. maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA ), 21.01.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
#613
Alıntı YapSoru: Eski Yöneticinin 11-2006 yılında yaptığı bu eylem Nitelikli Dolandırıcılık suçuna giriyor mu? Bunda zamanaşımı ne kadar sonra bitiyor.?
Soru: Toplantıda buharlaştırılan 14,750 yi aklama işlemi yasal mı?  Ya da aklamaya çalışan kişiler suçlu mu?

Konu detaylı bir şekilde incelenmeden, açıldığı belirtilen dava ile ilgili bilgi ve belgeler görülmeden bu sorulara net bir şekilde cevap verilebilmesi mümkün değildir. Ancak şu kadarını söyleyebilirim: Haklarından feragat eden kat maliklerini suç işledi gözüyle değerlendirmeniz hukuken mümkün değildir.

Alıntı YapZam bedelini de kendi kafasına göre yaptı. Ben itiraz ettiğimde ise; "Öyle gerekiyordu. Ben de canım öyle istedi. Bende zam yaptım. Apartman kapısına belirtip astığım birikmiş aidatları ödemezseniz, ben de gerekli yasal işlemi başlatacağım" dedi..
Bu durumda bizim ne yapmamız gerek..

Keyfi şekilde aidat bedeline zam yapılması elbette hukuken mümkün değil. Dolayısıyla bu kararın iptali için yasal yollara müracaat edilebilmesi mümkündür. Ancak şurası önemli: Zam kararı mahkemece iptal edilmediği sürece aynen uygulanacaktır. Dolayısıyla mahkemeden bu yönde bir karar almadığınız sürece sizin de zamlı aidat bedelini ödemeniz gerekecektir. Aşağıda konuyla ilgili emsal bir Yargıtay kararı bulunuyor. Kolay gelsin...


Önemli not: Yukarıda yapılan değerlendirmeler, bu bölümde yer alan konu/soru hakkında kişileri en temel düzeyde bilgilendirme amacına matuftur. Bu tür konular her yönden ayrıntılı bir inceleme/araştırma yapılmasını gerektirir ve bu da ancak profesyonel yardım ile mümkün olabilir. Bu sebeple haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz ve herhangi bir hak kaybına maruz kalmamanız için bir avukatla anlaşmanızı ve avukatınızın yönlendirmeleri istikametinde hareket etmenizi tavsiye ediyorum.



T.C.
YARGITAY
18. HUKUK DAİRESİ
E:2002/10735
K:2002/11841
T:28.11.2002

   Dava dilekçesinde itirazın iptali istenilmiştir. Mahkemece davanın reddi cihetine gidilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
   KARAR : Dava, ortak gider alacağına ilişkin icra takibine yapılan itirazın iptali istemine ilişkindir.Davacı vekili dilekçesinde; site genel kurulunca 1.8.1999-31.7.2000 dönemine ait işletme projesine göre belirlenen aidatların yetersiz kalması nedeniyle 8.3.2000 günlü olağanüstü genel kurul kararı uyarınca aidatların artırılmasına karar verildiği halde davalıların yükümlülüklerini yerine getirmemelerinden dolayı haklarında yürütülün icra takibine yaptıkları itirazın iptaline ve takibin devamına karar verilmesini istemiştir.
   Mahkemece; ortada geçerli ve kesinleşmiş bir işletme projesi olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
   Dosyada bulunan bilgi ve belgelerden, dava konusu sitenin, kat irtifaklı ve tek parsel üzerine kurulmuş olduğu anlaşılmaktadır. Siteye ait yönetim planının 9, 17, 18/a,b, 19/9 ve 20.maddeleri uyarınca davacı yöneticilerin kendilerine verilen görevleri yerine getirebilmek için blok işletme projelerinde kendilerine ayrılmış fonun yetmemesi durumunda her bir bloktaki kat maliklerinden ek aidat isteminde bulunabilme imkanı tanınmıştır.
   Kat Mülkiyeti Yasasının 28/1.maddesine göre yönetim planı, bütün kat maliklerini bağlayan bir sözleşme hükmündedir. Kat Maliklerinin hakları ve borcları da anılan yasa hükümlerine uygun olarak yönetim planında belirtilmiştir. Davalıların bağımsız bölumlerinin bulundugu A Blokların 1.8.1999-31.7.2000 dönemine ait işletme projesi 15 Bloktan 11'inin yonetici ve deneticilerinın olumlu oylarıyla yapılmış iken avansın, zorunlu giderleri karşılamaması nedeniyle 8.3.2000 tarihinde aidatlara %25 oranında zam yapılması aynı şekilde kabul edilmiş fakat, davalılar bu karara uymamışlardır. Kat Mülkiyeti Yasasının 20.maddesi uyarınca anataşınmazın ortak giderlerini tüm kat malikleri ödemekle yükümlüdürler. İşletme projesinin yapılmamış olması bu durumu değiştirmez. Kat malikleri kurulunca bu yöndeki alınmış kararlar mahkemece iptal edilmedikçe geçerliliğini muhafaza eder. Kat maliklerine yükümlüluk getiren işletme projesinin usulen kesinleşmesi veya hiç yapılmamış olması halinde anataşınmazdaki kat maliklerinin borçlarını ödemelerine ilişkin kat malikleri kurulu kararlarına ilgililerin imzalarıyla katılmaları, karara iştirak etmemiş iseler bu kararların kendilerine tebliği, kararlar ilgililere tebliğe çıkartılmamışsa bunlar hakkında icraya başvurulması durumunda ödeme emrinin tebliği tarihlerinden itibaren kat malikleri sözkonusu ortak gider aidatlarını yasal ferileriyle birlikte ödemek zorundadırlar.
   O halde mahkemece, öncelikle işin esasına girilerek icra takibine konu olan ve davalılara tebliğ edilen ödeme emrinde yazılı bulunan ortak gider borcunun varlığı defter, belge ve tüm kayıtlar çerçevesinde yöntemince saptanıp hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken kesinleşmiş ve geçerli işletme projesinin bulunmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.
   SONUÇ : Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 28.11.2002 gününde oybirliğiyle karar verildi.
#614
Merhabalar.

Alıntı YapDernek adı altında bir apartmanda daire kiralayan ve daireyi toplantı yeri kullanan kiracılara (dini bir camaat) tahliye davası açılabilir mi? Kendileri dernek olduklarını söylemekteler. ama hukuki olarak gerçekten dernek olup olmadıklarını bilmiyoruz. Sorun çok fazla gürültü olması ve rahatsızlık vermeleri.

Kira sözleşmesinde kiracı olarak bir şahıs mı belirtilmiş yoksa dernek mi? Kullanılan dairede derneğe ilişkin herhengi bir tabela, kapı zilinde isim, vs. var mı? Kira sözleşmesinde şahıs belirtilmiş ve yine dairede bir derneğin faaliyette olduğunu gösterir bir delil de bulunmuyor ise, gelen gidenin çokluğu ve gürültü sebebiyle mahkemenin tahliyeye hükmetme ihtimali son derece zayıf olur. Aşağıda konuyla ilgili emsal Yargıtay kararları bulunuyor. Kolay gelsin...


T.C.
YARGITAY
18. HUKUK DAİRESİ
E:2002/5348
K:2002/6526
T:06.06.2002

   Daya dilekçesinde tahliye istenilmiştir. Mahkemeçe davanın kabulü cihetine gidilmiş, hüküm davalılar Ahmet B. ve Taner K. tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
   KARAR : Dava dilekçesinde, mülkiyeti davalılardan Sefer T, Kemal M. ve Mustafa A'a ait olan 2 numaralı bağımsız bölümde kiracı olarak oturan diğer davalılar Ahmet T. ve Taner K'ün bu bağımsız bölümü yurt, pansiyon ve dernek gibi faaliyette bulunarak amaç dışı kullandıkları ve gecenin geç saatlerinde dahi çok sayıda yabancı kişilerin bu yere girip çıkması nedeniyle apartman sakinlerinin rahatsız edildikleri ileri sürülerek dava konusu yerin tahliyesine karar verilmesi istenilmiştir.
   Kat Mülkiyeti Kanununun 18. maddesi hükmü uyarınca gerek kat malikleri ve gerek bağımsız bölümlerde kiracı sıfatıyla oturanlar bağımsız bölümlerini ve anagayrimenkulün ortak yerlerini kullanırken doğruluk kurallarına uymak; özellikle birbirini rahatsız etmemek, birbirlerinin haklarını çiğnememek ve yönetim planı hükümlerine uymakla karşılıklı olarak yükümlüdürler. Aynı Yasanın 24. maddesinin 2. fıkrası hükmü ile de anagayrımenkulün tapuda mesken olarak gösterilen bağımsız bölümünün maddede sayılan ve benzeri biçimlerde işyeri olarak kullanılabilmesi için bütün kat maliklerinin oybirliği ile karar vermesi koşulu getirilmiştir.
   Yasanın yukarıda acıklanan hükümlerine uyulmayıp yasaklara aykırı davranılması yada kat maliklerinin oybirliği ile verilmiş kararı olmadan mesken nitelikli bağımsız bölümün işyeri olarak kullanılması halinde diğer kat maliklerinin aynı Yasanın 33. maddesi hükmü uyarınca hakimin müdahalesini isteme hakları bulunmaktadır.
   Yargıtay'ın yerleşmiş uygulamalarına göre, meskenin işyeri olarak kullanılması durumunda kiracının bu yerden mahkemece tanınacak süreye rağmen bağımsız bölümü mesken niteliğine dönüştürmediği takdirde tahliyesine karar verilmesi mümkün ise de, niteliğine uygun sekilde kullanılan bağımsız bölüm sakinlerinin gerek bağımsız bolümlerini ve gerek ortak yerleri kullanırken diğer kat maliklerine rahatsızlık vermeleri hali tahliye nedeni olamaz. Bu gibi durumlarda rahatsız edici oldugu ilerı sürülen olguların ( gürültu, koku, duman vs. ) varlığının ve tahammül sınırlarını aşan boyutta olduğunun kanıtlanması durumunda, mahkemece, bunları giderici önlemlerin bilirkişi marifetiyle tespit ettirilip davalılar tarafından yerine getirilmesine ve buna uyulmaması halinde de söz konusu maddenin son fıkrası hükmü uyarınca cezalandırılacağına dair ihtarat yapılmasına karar verilmekle yetinilmesi gerekir.
   Somut olayda, davaya konu bağımsız bölümün kiracılar Ahmet B. ve Taner K. tarafından 1 Eylül 1999 tarihli kira sözleşmesi ile diğer davalılardan ikametgah olarak kiralandığı ve öğrenci olan kiracıların yanına dışardan çok sayıda yabancının girip çıktığı ve bu durumdan bir kısım kat maliklerinin rahatsız olduklarını ileri sürerek yönetime şikayette bulundukları ve yönetimin toplantıya çağırdığı kat malikleri kurulunca, söz konusu bağımsız bölümün gerek malikleri ve gerek kiracıları aleyhine amaç dışı kullanım nedeniyle tahliye istemiyle dava açılması için yöneticiye yetki verilmesine karar verildiği dosya kapsamından anlaşılmakta olup davacı tarafca başkaca bır olay ve kanıt ortaya konulmamıstır.
   Davacılar, davaya konu bagımsız bolümun yurt, pansiyon ve dernek olarak amaç dışı kullanıldığını ileri sürmüş ise de, bu hususlar kanıtlanmamıştır. Mesken nitelikli bağımsız bölümün öğrenciler tarafından ikametgah olarak kiralanmış olması, bu yerin yurt ve pansiyon olarak nitelendirilmesini gerektirmez. Anagayrimenkuldeki bağımsız bölümlere çok sayıda kişinin konuk olarak girip çıkması tek başına bir rahatsızlık nedeni olarak da kabul edilemez. Kişilerin konutlarında yasa dışı ve suç teşkil eden bir takım faaliyette bulunduğu yolundaki iddianın yetkili ve görevli mercilere iletilmesi ve konunun anılan merciler tarafından değerlendirilmesi gerekir.
   Açıklanan nedenlerle, kanıtlanamayan davanın reddine karar verilmesi gerekirken yerinde olmayan gerekçelerle kabulü yolunda hüküm kurulması doğru görülmemiştir.
   Doğru görülmemiştir.
   SONUÇ : Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK'nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6.6.2002 gününde oybirliğiyle karar verildi.


T.C.
YARGITAY
18. HUKUK DAİRESİ
E:2002/8038
K:2002/9586
T:10.10.2002

   Dava dilekcesinde bağımsız bölümün mesken olan eski haline getirilmesi ve tahliye istenilmiştir. Mahkemece davanın kabulü cihetine gidilmiş, hüküm davalı dernek vekili tarafından temyiz edilmiştir.Temyiz isteminin süresi icinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
   KARAR : Dava, tapuda mesken olarak gösterilen bağımsız bölümün dernek lokali olarak kullanılmasının önlenmesi ile meskene dönüştürülmesi ve davalı derneğin bu yerden tahliyesi istemine ilişkindir. Dosyada toplanan belge ve bilgilere göre dava konusu bağımsız bölümün tapuda mesken olarak yazılı bulunduğu ve bu yerin davalı dernek tarafından lokal olarak kullanıldığı, böylece Kat Mülkiyeti Yasasının 24/2.maddesinde öngörülen koşullara uyulmaksızın meskenin işyeri olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır.
   Yukarıda saptanan durum karşısında mahkemece dava konusu bagımsız bölümün meskene donüstürulmesıne karar verilmesi de gerekirken salt tahliyeye hükmedilmesi, ayrıca davalılardan İnci'nin bu bağımsız bölümün maliki olduğu gözetilerek malikin kendi bağımsız bölümünden tahliyesinin sözkonusu olamayacağı düşünülmeden salt davalı dernek yerine her iki davalı hakkında tahliyeye karar verilmesi doğru değil ise de hükmü temyiz edenin sıfatına gore bu hususta bozma nedeni sayılmamış salt deginilmekle yetinilmiştir.
   SONUÇ : Ancak, hükum altına alınan tahliye isleminın yerine getirilmesi konusunda Kat Mülkiyeti Yasasının 33.maddesi uyarınca belli bir süre verilmesi gerekirken bundan zühul olunması doğru değil ise de, bu eksikliğin giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, gerekçeli kararın hüküm fıkrasının 3.satırının sonuna "tahliye için 30 gün süre tanınmasına" cümlesinin yazılması suretiyle hükmün düzeltilmesine ve düzeltilmiş bu şekli ile ONANMASINA, 10.10.2002 gününde oybirliğiyle karar verildi.



T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E:2000/18-1006
K:2000/1069
T:21.06.2000

   Taraflar arasındaki "eski hale getirme ve tahliye" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Beyoğlu 4. Sulh Hukuk Mahkemesi'nce davanın reddine dair verilen 26.10.1998 gun ve 1997/1024 E - 1998/752 K.sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 5.4.1999 gün ve 1999/2494-4104 sayılı ilamı ile; (...Kat Mülkiyeti Kurulu binada dava konusu 5 numaralı bağımsız bölüm, ana gayrimenkulun üçüncü normal katında ve tapuda mesken olarak kayıtlıdır. Tapu kaydı ekinde Tapu Sicil Müdürlüğünden getirtilen 20.7.1970 tarihli ve o tarihte taşınmazın tamamına sahip olan iki malikin imzasını taşıyan yönetim planının 12. maddesinde "ana gayrimenkulun tamamı veya ayrı ayrı bağımsız bölümlerin kat malikleri kurulunun oybirliğiyle alınmış kararı bulunmadıkça tapu sicilinde belirtilen nitelikte kullanılamaz" denilmesine karşın, 32. maddesinde "üçüncü kat 5 nolu bağımsız bölüm satıldığı takdirde katın malikinin kendi dairesinin dış duvarlarına ışıklı, ışıksız reklam panoları koyabileceği ve bu daireyi dernek lokali olarak kullanabileceği veya işyeri olarak kiraya verebileceği" hükmüne yer verilmiştir.
   Anılan bağımsız bölüm, 18.11.1982 tarihinde davalı Gönül tarafından satın alınmış ve yönetim planının 32. maddesi hükmüne dayanılarak diğer davalı Bozbeyi'ne kiraya verilmiştir. Aynı binanın 6 nolu bağımsız bölümü de 18.8.1994 tarihinde davacı tarafından satın alınmıştır.
   Dava, kat mülkiyeti Kanununun 24. maddesinin 2. fıkrası hükmüne göre, kat malikleri kurulunca oybirliğiyle verilmiş bir karar alınmadan mesken nitelikli bu yerin BAR olarak kullanılamayacağı iddiasıyla açılmış, mahkemece de yönetim planının 32. maddesi hükmünün kanunun 24. maddesinin 2. fıkrasında öngörülen oybirliğiyle verilecek kat malikleri kurulu kararı yerine geçeceği gerekçesiyle dava reddedilmiştir.
   Kat Mülkiyet Kanununun 28. maddesi hükmüne göre yönetim planı, ana gayrimenkulun yönetim tarzını, kullanma maksat ve şeklini düzenler. Külli ve cüzi halefleri de dahil tüm kat maliklerini bağlar. Bir bağımsız bölümün mesken veya işyeri olma niteliği, yönetim planının tarifinde yer alan "kullanma maksat ve şekli" deyiminin kapsamında mütalaa edilebilir ise de, bu konuda 24. maddenin 2. fıkrası hükmünün özel ve mutlak bir ilkeyi yansıttığının da kabulü gerekir. Anılan bu fıkraya göre, gayrimenkulun kütükte mesken olarak gösterilen bağımsız bir bölümünde sinema, tiyatro, gazino, pavyon, bar, kulüp, fırın, lokanta, dükkan, galeri ve çarşı gibi işyerleri ancak kat malikleri kurulunun oybirliğiyle vereceği kararla açılabilir. Aynı maddenin üçüncü fıkrası hükmüne göre de, bu kararın ayrıca bütün bağımsız bölümlerin kat mülkiyeti kütüğünde-ki sayfalarına şerh verilmesi de gerekir. Kanun koyucunun 24. maddenin 2. fıkrasındaki işlemin ancak kat malikleri kurulu kararıyla gerçekleşebileceğini hükme bağlaması, bu işleme verdiği önemden kaynaklanmaktadır. Nitekim kanun koyucu bunun gibi önem verdiği, ana gayrimenkulun üstüne kat ilavesi veya çekme katın tam kata dönüştürülmesini düzenleyen 44. maddesi; ana gayrimenkulun dış duvarları ile catı veya damının kiraya verilmesini düzenleyen 45. maddesinde de kat maliklerinin oybirliğiyle vereceği kararı gerekli görürken daha az önem atfettiği durumlarda, örneğin 19 ve 20. maddelerde karar aramadan sadece muvafakati yeterli görmüştür.
   Çoğu zaman henüz yapı inşa edilmeden arsa üzerinde kat irtifakı tesis edilirken, arsa sahibi ya da arsa sahibi ile birlikte mülkiyete ortak edilen muteahhidın düzenleyip verdikleri yönetim planlarında ana gayrimenkulun yönetimi ya da kullanımında bu kişiler lehine hükümlere yer verilmekte, bu durumun farkında olmadan taşınmazda sonradan bağımsız bölüm maliki olanların karşısına olayımızda olduğu gibi yıllar sonra yönetim planı ortaya çıkarılmakta ve kat malikleri arasında huzursuzluğa neden olmaktadır.
   O halde, kanun koyucunun özel bir önem atfederek düzenlediği 24. maddenin 2 ve 3. fıkralarının yasanın amir hükmü olduğu kabul edilerek bunun hilafına olan yönetim planı hükmüne itibar edilmemelidir.

   Ayrıca, mesken olan 5 nolu bağımsız bölümün işyeri olarak kullanımını veya kiraya verilmesini mümkün kılan 1970 tarihli yönetim planının ne zaman tapuya verildiği, (kat irtifakı veya kat mülkiyetinin tesis tarihinin tapu kaydında gösterilmemiş olması nedeniyle) dosya içeriğinden anlaşılamamakta ise de, büyük bir olasalıkla bu binanın yapımı ve kat irtifakının tesisi sırasında gerçekleşmiştir. Yönetim planının tapuya verildiği günde de olsa kat malikleri kat mülkiyetine geçilirken, 12. maddenin c bendine uygun olarak verdikleri ve tümünün imzasını taşıyan noterden onaylı listede de tüm bağımsız bölümlerin mesken olduğunu beyan etmişler ve bunun böyle olduğunun tapu kütüğüne tescil edilmesini istemişler ve bu istekleri yerine getirilmiştir. Kanunun 24. maddesinin 2 ve 3. fıkralarındaki amir hükmün yanı sıra yasa gereği verilmiş noterlikçe onaylanmış bu beyana değil de, büyük olasılıkla daha önce imzalanmış yönetim planına öncelik verilmesine, yasanın 28. maddesi yeterli dayanağı sağlayamaz.
   Öte yandan, yönetim planının 32. maddesinin yukarıda acıklanan yönetim planının düzenlendiği tarihte 5 nolu bağımsız bolume sahip olan malik sattıgı takdirde bu yerin isyerı olarak kullanılabileceğine ilişkin hükmü, söz konusu bağımsız bölüme diğerlerine göre satışta cazibe ve diğerlerinden daha yüksek değerde satışını mümkün kılabilen bir ayrıcalık ve üstünlük sağlar nitelikte olması ve gerçekleşmesinin, o taşınmaz malikinin iradesine bağlı ve belirsizlik göstermesi bakımından da kanuna ve hakkaniyete uygun düşmediğinden, bütün kat maliklerini bağlayıcı kabul edilemez.
   Bu açıklamalara göre mahkemece, yönetim planının söz konusu hükmüne itibar edilmeyerek, Kat Mülkiyeti Kanununun 24. maddesi amir hükümleri çerçevesinde tarafların iddia ve delilleri toplanıp hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu şekilde davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.
   Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
   Temyiz Eden: Davacı vekili
   Hukuk Genel Kurulu Kararı
   Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
   Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme karan bozulmalıdır.
   SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 21.6.2000 gününde, oyçokluğu ile karar verildi.
#615
Merhabalar.

Alıntı YapBen 1997 yılında bulundurma ruhsatlı silahımı taşırken yakalandım ve mahkeme sonucunda 1 yıl hapis cezası aldım ve para cezasına cevrilerek cezamı çektim..Adli sicil kaydımı sildirdim ancak arşiv sicil kaydımın 80 yılda silineceği dolayısıyla tekrardan bir silah almamın mümkün olmadığını bana söylüyolar..Bütün amacım da bir av tüfeği almak..Yeni çıkan yasaya göre ben arşiv kaydımı sildirebilirmiyim geçen süre yeterlimidir nereye müracat etmem gerekiyor

5352 Sayılı Adli Sicil Kanunu'nun "Arşiv bilgileri, ilgilinin ölümü üzerine ve her halde kaydın girildiği tarihten itibaren seksen yılın geçmesiyle tamamen silinir." şeklindeki 12. maddesinin 1.fıkrası, Anayasa Mahkemesi'nin 14.4.2011 tarih ve 27905 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan, 20.1.2011 T., 2008/44 E. ve 2011/21 K. sayılı Kararı ile iptal edilmiş, bu iptal kararı üzerine Mecliste ilgili maddenin değiştirilmesi yoluna gidilmişti. Maddenin son hali aşağıdadır.

Adli sicil arşiv kaydının hangi sürede silineceğini belirlemek için mahkumiyet kararını ve kararın hüküm fıkrasını görmek gerekir. Kararı görmeden net olarak bir şey söylemek mümkün değildir. Bununla birlikte, burada muhtemelen beş yıllık sürenin uygulanacağını söyleyebilirim. Mahkumiyet kararınızla ilgili her türlü bilgi ve belge Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü'nde ve bu Müdürlüğün bağlı bulunduğu Adalet Bakanlığı'nda mevcut olduğundan, bu tür sorularınızın cevabını bu kurumdan ve Bakanlıktan 4982 sayılı Bilgi Edinme Kanunu uyarınca öğrenmeniz mümkündür. Bununla ilgili bilgiyi aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz. Kolay gelsin...

http://www.adlisicil.adalet.gov.tr/bilgiedinme.html


Adli sicil ve arşiv bilgilerinin silinmesi

MADDE 12.- (1) (Değişik : 6290 - 5.4.2012 / m.2) Arşiv bilgileri;

a) İlgilinin ölümü üzerine,

b) Anayasanın 76 ncı maddesi ile Türk Ceza Kanunu dışındaki kanunlarda bir hak yoksunluğuna neden olan mahkûmiyetler bakımından kaydın arşive alınma koşullarının oluştuğu tarihten itibaren;

1. Yasaklanmış hakların geri verilmesi kararı alınması koşuluyla onbeş yıl geçmesiyle,

2. Yasaklanmış hakların geri verilmesi kararı alınması koşulu aranmaksızın otuz yıl geçmesiyle,

c) Diğer mahkûmiyetler bakımından kaydın arşive alınma koşullarının oluştuğu tarihten itibaren beş yıl geçmesiyle,
tamamen silinir.

(2) Fiilin kanunla suç olmaktan çıkarılması halinde, bu suçtan mahkumiyete ilişkin adli sicil ve arşiv kayıtları, talep aranmaksızın tamamen silinir.

(3) Kanun yararına bozma veya yargılamanın yenilenmesi sonucunda verilen beraat veya ceza verilmesine yer olmadığı kararının kesinleşmesi halinde, önceki mahkumiyet kararına ilişkin adli sicil ve arşiv kaydı tamamen silinir.
#616
Merhabalar.

Alıntı Yapkarşılıksız çek suç olmaktan çıkarıldı

Evet. Bununla birlikte, genel bir bilgi olması açısından şu hususu belirtmekte yarar görüyorum: 5941 sayılı Çek Kanunu'nun 5. maddesinin 6. fıkrasına göre "Hakkında çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı verilmiş olan kişi, elindeki bütün çek yapraklarını ait olduğu bankalara iade etmekle yükümlüdür. Bu kişi adına yeni bir çek hesabı açılamaz." ve aynı Kanun'un 7. maddesinin 6. fıkrasına göre de "Hakkında çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı verilmiş olan kişi, buna rağmen çek düzenlerse, fiil daha ağır cezayı gerektiren başka bir suç oluşturmadığı takdirde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." Dolayısıyla her ne kadar karşılıksız çeklerde ceza kalkmışsa da bu hükme de dikkat etmek gerekiyor.

Alıntı Yapacaba benim sabıka kaydım bu durumda silinecek mi?silinecekse benim ne yapmam gerekli?yoksa otomatik olarak mı silinecek?

Sizin bir şey yapmanıza gerek yok. Muhtemelen bu zamana kadar düşümler de yapılmıştır. Kontrol edin; şayet düşümler yapılmamışsa, adliyedeki infaz kalemine müracaat edebilirsiniz. Kolay gelsin...
#617
Merhabalar.

Alıntı YapSulh hukuk mahkemesi aile bulunduğu için kayyımın talep ettiği gayri menkul satışını red ediyor, maliye hazinesi vekili mahkemenin vermiş olduğu kararı yargıtaya temyize götürüyor , yargıtay ise asliye hukuk mahkemesi olarak mahkemesine iade kararı alıyor

Anlattıklarınızdan Yargıtay'ın sulh hukuk mahkemesinin görevsiz olduğu gerekçesiyle dosyayı asliye hukuk mahkemesine gönderdiği anlaşılıyor. Bahsettiğiniz olayla ilgili dava dosyasının incelenmesi ve detaylı araştırma yapılması gerekmekte. Konuyla ilgili Medeni Kanun'da yer alan hükümler aşağıdadır. Haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz ve herhangi bir hak kaybına maruz kalmamanız için bir avukatla anlaşmanızı ve avukatınızın yönlendirmeleri istikametinde hareket etmenizi tavsiye ediyorum. İstanbul'daysanız, benimle de irtibata geçebilirsiniz. Kolay gelsin...


     F - ÇOCUK MALLARININ KORUNMASI
       
     I. ÖNLEMLER
     
     Madde 360 - Ana ve baba, çocuğun mallarını yönetmekte her ne sebeple olursa olsun yeterince özen göstermezlerse hakim, malların korunması için uygun önlemleri alır.
   
    Hakim, özellikle malların yönetimi konusunda talimat verebilir; belirli zamanlarda verilen bilgi ve hesabı yeterli görmezse, malların tevdi edilmesine veya güvence gösterilmesine karar verebilir.
     
     II. YÖNETİMİN ANA VE BABADAN ALINMASI
     
     Madde 361 - Çocuğun mallarının tehlikeye düşmesi başka bir şekilde önlenemiyorsa hakim, yönetimin bir kayyıma devredilmesine karar verebilir.
   
    Çocuğun, yönetimi ana ve babaya ait olmayan malları tehlikeye düştüğünde hakim, aynı önlemlerin alınmasını kararlaştırabilir.
   
    Çocuk mallarının gelirlerinin veya bu mallardan ayrılmış belirli miktarların kanuna uygun şekilde sarfedileceğinden kuşku duyulursa hakim, bunların da yönetimini bir kayyıma bırakabilir.

     C. VASİ VE KAYYIM
     
     Madde 403 - Vasi, vesayet altındaki küçüğün veya kısıtlının kişiliği ve malvarlığı ile ilgili bütün menfaatlerini korumak ve hukuki işlemlerde onu temsil etmekle yükümlüdür.
   
    Kayyım, belirli işleri görmek veya malvarlığını yönetmek için atanır.
   
    Bu Kanunun vasi hakkındaki hükümleri, aksi belirtilmiş olmadıkça kayyım hakkında da uygulanır.

     İKİNCİ AYIRIM : VESAYETİ GEREKTİREN HALLER
     
     A. KÜÇÜKLÜK
     
     Madde 404 - Velayet altında bulunmayan her küçük vesayet altına alınır.
   
    Görevlerini yaparlarken vesayeti gerektiren böyle bir halin varlığını öğrenen nüfus memurları, idari makamlar, noterler ve mahkemeler, bu durumu hemen yetkili vesayet makamına bildirmek zorundadırlar.

     VI. TAŞINMAZLARIN SATILMASI
     
     Madde 444 - Taşınmazların satışı, vesayet makamının talimatı uyarınca ve ancak vesayet altındaki kişinin menfaati gerekli kıldığı hallerde mümkündür.
   
    Satış, vesayet makamının bu iş için görevlendireceği bir kişi tarafından vasi de hazır olduğu halde açık artırmayla yapılır ve ihale vesayet makamının onamasıyla tamam olur; onamaya ilişkin kararın ihale gününden başlayarak on gün içinde verilmesi gerekir.
   
    Ancak denetim makamı, istisnai olarak özel durumları, taşınmazın niteliğini veya değerinin azlığını göz önüne alarak pazarlıkla satışa da karar verebilir.

     I. KALDIRILMASI
     
     Madde 472 - Diğer kısıtlılar üzerindeki vesayet, yetkili vesayet makamının kararıyla sona erer.
   
    Vesayeti gerektiren sebebin ortadan kalkması üzerine vesayet makamı vesayetin sona ermesine karar verir.
   
    Kısıtlı ve ilgililerden her biri, vesayetin kaldırılması isteminde bulunabilir.
#618
Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulu'nun 20.06.2012 gün ve 348 sayılı kararı uyarınca Gaziosmanpaşa ilçesinin Ağır Ceza ve Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi yönünden İstanbul Adalet Sarayı - Çağlayan yargı alanına bağlanmasına karar verilmiştir.

http://www.istanbulbarosu.org.tr/Detail.asp?CatID=1&SubCatID=1&ID=7216
#619
Anayasa Mahkemesi, hekimlerin muayenehane açmasını yasaklayan 650 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin devlet memuru, öğretim üyesi, TSK ve GATA'daki doktorlarla ilgili bölümlerini iptal etti.

Anayasa Mahkemesi, hekimlerin muayenehane açmasını yasaklayan 650 sayılı KHK'nın, devlet, üniversite hastaneleri, TSK, GATA gibi değişik kurumlarda çalışan hekimlere çalışma yasakları getiren maddelerini ''Yetki Kanunu kapsamına girmediğinden'' iptal etti.

CHP, 650 sayılı Adalet Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname'nin bazı hükümlerinin iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle Anayasa Mahkemesi'nde dava açmıştı.

Davayı esastan görüşen Anayasa Mahkemesi heyeti, KHK'nın, devlet, üniversite hastaneleri, TSK, GATA gibi değişik kurumlarda çalışan hekimlere çalışma yasakları getiren maddelerini ''Yetki Kanunu kapsamına girmediğinden'' iptal etti.

-İptal edilen hükümler-

650 sayılı KHK'nın, iptal edilen 38. maddesi, ''Memurlar, mesleki faaliyette veya serbest meslek icrasında bulunmak üzere ofis, büro, muayenehane ve benzeri yerler açamaz; gerçek kişilere, özel hukuk tüzel kişilerine veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına ait herhangi bir iş yerinde veya vakıf üniversitelerinde çalışamaz'' hükmünü içeriyor.

KHK'nın 39. maddesi ile Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'na eklenen ''Bu Kanun kapsamına girenler, kanunlarda belirtilen istisnalar dışında mesleki faaliyette veya serbest meslek icrasında bulunmak üzere ofis, büro, muayenehane ve benzeri yerler açamaz; gerçek kişilere, özel hukuk tüzel kişilerine veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına ait herhangi bir iş yerinde veya vakıf üniversitelerinde çalışamaz'' hükmü de iptal edildi.

KHK'nın iptal edilen diğer maddeleri şöyle:

-40. madde: Yükseköğretim kurumlarının kadrolarında bulunan öğretim elemanları, kanunlarda belirtilen haller dışında 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 28. maddesi hükmüne tabidir. Ancak öğretim üyeleri, yükseköğretim kurumlarında yalnızca eğitim ve araştırma faaliyetlerinde bulunmak ve döner sermaye faaliyetleri kapsamında gelir elde edilen hizmetlerde çalışmamak kaydıyla mesai saatleri dışında yükseköğretim kurumlarından başka yerlerde mesleki faaliyette bulunabilir ve meslek veya sanatlarını serbest olarak icra edebilir. Yükseköğretim kurumlarından başka yerlerde çalışan öğretim üyelerine ek ödeme yapılmaz; bunlar rektör, dekan, enstitü, yüksekokul ve konservatuvar müdürü, bölüm başkanı, anabilim ve bilim dalı başkanı, başhekim ve bunların yardımcısı olamaz.

-41. madde: Gülhane Askeri Tıp Akademisindeki kadrolu asker ve sivil öğretim elemanları 926 sayılı Kanunun ek 27. maddesi hükmüne tabidir. Ancak öğretim üyesi kadrolarında bulunanlar; yalnızca eğitim ve araştırma faaliyetlerinde bulunmak, 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında yaralananlar, yükümlü erbaş ve erler ile askeri öğrencilere yönelik olanlar dışında hasta muayenesi ve tedavisi faaliyetleri kapsamında çalışmamak kaydıyla, Genelkurmay Başkanlığının izniyle mesai saatleri dışında mesleki faaliyette bulunabilir ve meslek veya sanatlarını serbest olarak icra edebilir.''

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1319769&title=anayasa-mahkemesinden-tam-gun-yasasina-iptal
#620
Alıntı YapKartı zimmetlediklerine dair hiç bir imza atmadım. Ama giriş çıkışta kullanıyordum sonuçta. Bunun yanında versem vermedi diyebilirler. Vermesem vermedi derler zaten. Aldıklarına dair herhangi birşeyde imzalamıyorlar. Bu konuda tedirginim açıkçası.

Sonradan kartı bize teslim etmedi deseler bile sizden en fazla kartın bedeli neyse onu isteyebilirler, ki kurumsal bir firmanın böyle küçük şeyler için alavereli işlere tenezzül edeceğine ben ihtimal vermem şahsen.

Alıntı YapBirde istifa değilde noterden çektiğim fesih bildirimi. o ikisi farklı sanırım. noterde iki farklı belge olarak gidiyor.

Deneme süresinin öngörüldüğü iş sözleşmelerinde deneme süresi içinde her iki tarafta sebep göstermeksizin ve tazminatsız şekilde iş akdini feshetme hakkına sahiptir. Bir işçi, iş akdini feshetmiş olduğunu muhteva yönünden herhangi bir şekilde karşı tarafa bildirebilir. Ne şekilde bildirilirse bildirilsin, bunun litalatürdeki adı, "fesih bildirimi"dir. "Fesih bildirimi", namı diğerle "feshi ihbar", işçinin haklı sebeplerle iş akdini feshetmesi gibi istifa dışındaki halleri de kapsayan geniş bir terimdir. Belirttiğim gibi, burada önemli olan, karşı tarafa iş akdini sonlandırma iradenizin bildirilmiş olmasıdır. Dolayısıyla adına ister istifa deyin ister başka bir şey; iki aylık deneme süresi içinde doğuracağı sonuç aynı olacaktır. Yukarıda da belirttiğim gibi, fesih iradeniz karşı tarafa ulaştığı anda sonuç doğurur; karşı tarafın bunu kabul edip etmemesine ya da işleme koyup koymamasına bağlı değildir. Kolay gelsin...