Haberler:

deneme

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - kilimanjaro

#621
Karşılıksız çekte adli para cezası ödenmediği için uygulanan hapis cezası yerine idari nitelikle yaptırım uygulanacak.

TBMM Genel Kurulunda, Çek Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı kabul edilerek yasalaştı.

Kanuna göre, hakkında işlem yapılan kişiye uygulanan adli nitelikteki yaptırım, idari nitelikte bir yaptırıma dönüştürüldüğünden, daha önce Adli Sicilde tutulan yasaklılık durumuna ilişkin kayıtlar, Merkez Bankasında tutulacak.

Çek defterinin her bir yaprağına, çekin basıldığı tarih de yazılacak.

-Bankaların sorumluluğu artacak-

Kanunla, bankaların karşılıksız çek keşide edilmesindeki sorumluluğu artırılıyor.

Buna göre, banka ibraz eden düzenleyici dışındaki hamile, süresinde ibraz edilen her çek yaprağı için; karşılığının hiç bulunmaması halinde, çek bedeli bin TL veya üzerinde ise bin TL, çek bedeli bin TL'nin altında ise çek bedelini ödeyecek. Karşılığının kısmen bulunması halinde de çek bedeli bin TL veya altında ise kısmi karşılığı bin TL'ye tamamlayacak, çek bedeli bin TL'nin üzerinde ise kısmi karşılığa ilave olarak bin TL'yi ödeyecek.

Çekin, üzerinde yazılı baskı tarihinden itibaren 5 yıl içinde ibraz edilmemesi halinde, muhatap bankanın ödemekle yükümlü olduğu tutara ilişkin sorumluluğu sona erecek.

Kanuni ibraz süresi içinde, karşılıksız çek veren kişi hakkında uygulanan adli nitelikteki yaptırım, idari nitelikte bir yaptırıma dönüştürülecek. Buna göre, mevcut durumda, karşılıksız çek veren kişi hakkında her bir çekle ilgili olarak 1500 güne kadar adli para cezası verilirken; yapılan değişiklikle, savcı tarafından her bir çekle ilgili olarak çek düzenleme ve açma yasağı kararı verilecek.

Karşılıksız çekin keşide edilmesi halinde, hamilin 6 ay içinde talep etmesi durumunda, Cumhuriyet Savcısı tarafından her bir çekle ilgili çek düzenleme veya çek hesabı açma yasağı verilebilecek.

-Dolandırıcılık ve sahteciliğe ceza-

Çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı; karşılıksız çekin düzenlenmesi suretiyle dolandırıcılık, belgede sahtecilik veya başka bir suçun işlenmesi halinde de verilecek.

Böylece, karşılıksız çekle birlikte aynı zamanda dolandırıcılık, belgede sahtecilik veya başka bir suçun işlenmesi halinde, çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı verilmesinin yanısıra, kişi TCK'nın ilgili hükümlerine göre de cezalandırılacak.

Çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararına karşı yapılacak başvuru ve itirazlar hakkında, Kabahatler Kanunu uygulanacak. Çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararına karşı yapılan başvurunun kabulü halinde, buna ilişkin bilgiler, Adalet Bakanlığı Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla Merkez Bankasına elektronik ortamda bildirilecek.

-Karşılıksız çek kesenlere 10 yıl yasak-

Karşılıksız kalan çek bedelinin faizi ile birlikte tamamen ödenmesi durumunda, çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kaldırılacak, bu durum Merkez Bankasına bildirilecek. Çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararının verildiği savcılığa başvurularak talebin geri alınması halinde de çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kaldırılacak. Çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağına ilişkin kayıt, üzerinden 10 yıl geçmesi halinde Merkez Bankası tarafından resen silinecek. Böylece karşılıksız çek kesen kişilere 10 yıl süreyle çek verilmeyecek.

Hamiline çek defteri yaprağını kullanmadan hamiline çek düzenleyen kişiye, her bir çekle ilgili uygulanan 1 yıla kadar hapis cezası, 300 TL'den 3 bin TL'ye kadar idari para cezasına dönüştürülecek.

Bankalar, kanunun yürürlüğe girmesinin ardından 1 ay içinde yeni çek defterlerini bastıracak. Bankalar, 31 Aralık 2012 yılına kadar müşterilerine yeni çek defterlerini verecek ve ellerindeki eski çek defterlerini imha edecek. Eski çeklerin hukuki geçerliliği devam edecek.

Üzerinde basıldığı tarih yer almayan çeklerin, 30 Haziran 2018 tarihine kadar bankaya ibraz edilmemesi halinde muhatap bankanın, bu kanuna göre ödemekle yükümlü olduğu tutara ilişkin sorumluluğu da sona erecek.

Çekin, yazılı düzenleme tarihinden önce ödenmek için muhatap bankaya ibrazı, 31 Aralık 2017'den önce geçersiz olacak.

Suç karşılığında uygulanan yaptırımı, idari yaptırıma dönüştüren fiiller nedeniyle soruşturma evresinde bulunan dosyalar hakkında Cumhuriyet Başsavcılığınca, kovuşturma evresinde bulunan dosyalar hakkında mahkemece idari yaptırım kararı verilecek. Yargıtay'da bulunan dosyaların geri gönderildiği mahkemeler duruşmasız karar verecek.

Kanunun yayımı tarihinden önce verilen çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararlarına ilişkin kayıtlar, Merkez Bankasında tutulmaya devam edilecek.

-Başvuru haklarında zamanaşımı 3 yıl-

TBMM Genel Kurulunda tasarıya iki madde daha eklendi.

İlk madde ihdasıyla, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 726. maddesinin bir ve ikinci fıkralarında yer alan ''6 ay'' ibareleri ''3 yıl'' şeklinde değiştirildi. Buna göre, hamilin, cirantalarla düzenleyene ve diğer çek borçlularına karşı sahip olduğu başvurma hakları, ibraz süresinin bitiminden itibaren 3 yıl geçince zamanaşımına uğrayacak.

Çek borçlularından birinin diğerine karşı sahip olduğu başvurma hakları, bu çek borçlusunun çeki ödediği veya çekin dava yolu ile kendisine karşı ileri sürüldüğü tarihten itibaren 3 yıl geçmekle zamanaşımına uğrayacak.

Diğer madde ihdası ile aynı yönde düzenleme Yeni Türk Ticaret Kanunu'nda da yapıldı.

Tasarının kabul edilmesinin ardından TBMM Başkanvekili Meral Akşener, alınan karar gereği birleşimi yarın saat 13.00'de toplanmak üzere kapattı.AA

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1238369&title=cek-kanununda-degisiklik-yapan-tasari-yasalasti&haberSayfa=0
#622


FAZİLET SEYİDOĞLU - PSİKOLOG

Çocukların bezden kurtulup tuvalet eğitimi alması süreci zordur. Anneler, kimi zaman bir sinir harbine dönen bu mücadelede çocuklara tekrar bez bağlamaya dönebiliyor. Çocuğunuza tuvalet eğitimi vermeniz gerektiğinde şu üç şeyin de hazır olması gerekir: Siz psikolojik olarak hazır mısınız? Çocuğunuz buna hazır mı? Çevreniz buna müsait mi?

2 yaşındaydı. Geceleri ağlayarak uyanıyor, annesinin yanında yatmak istiyor, gündüzleri de huysuzluğu devam ediyordu. Anne tam bir aydır tuvalet eğitimi vermeye çalışıyordu. Ama o sürekli altını ıslatıyor, tuvalete gitmeyi reddediyordu. Anne tekrar bezini bağlama kararı almıştı. Zihinsel ve bedensel olgunluğa sahip bir çocuk ne yazık ki yanlış metotlarla tuvalet eğitimini alamamıştı. Annemiz çok titiz ve sabırsızdı. Çocuğunu etrafı kirletecek korkusuyla her 15 dakikada bir olmak üzere yaklaşık 20-25 kez tuvalete götürüyor, kirlettiğinde de ona bağırıp vuruyordu. Bu süreç anne ve çocuk için bir kâbus haline gelmişti. Çocuğun korkuları artmış, annesine de öfke duymaya başlamıştı. Annenin deyimi ile de sanki onun inadına altını ıslatıyor, öğle uykusuna da, tuvalete gitmeyi de reddediyordu. Peki çocuğumuza doğru ve kalıcı tuvalet eğitimi/alışkanlığı nasıl kazandırabiliriz? Öncelikle üç şeyin hazır olması gerekir. Bunlar anne, çocuk ve çevrenin hazır olmasıdır.

Siz hazır mısınız? Bu dönem zor ve sabır isteyen bir dönemdir. Çocuk ilk temel eğitimini almaktadır. Beden ve zihin etkileşim içinde kontrol sağlama mekanizması geliştirmektedir. Bu da çok da kolay olmayacaktır. Anne kararlı, zamanı yeterli ve enerjik olmalıdır. 'Yapamayacağım' diye tekrar bezi bağlamak doğru değildir. Geri dönüş olmamalıdır. Bu yüzden de kendisinin de ruhsal açıdan rahat olduğu bir dönemde bu alışkanlık kazandırılmaya çalışılmalıdır.

Çocuğunuz hazır mı? Her çocuğun tuvalet eğitimine başlama hazırlık olgunluğu değişebilir. Ama normal gelişim seyrindeki bir çocuğun 1,5-2,5 yaş arasında tuvalet eğitimini alması gerekir. Daha önce ya da daha sonra verilen eğitim ileriki dönemlerde çocuklarda uyum ve davranış bozukluklarına yol açabileceği gibi bu eğitimi almasını da zorlaştırır. Çocuğunuz 2 saat kuru kalabiliyor, altı kirlendiğinde rahatsız oluyor ve öncesinde de bunun sözel ve bedensel işaretlerini (yüz, mimik, duruş) verebiliyor ve ara ara öğle uykularından da kuru kalkmaya başladı ise tuvalet eğitimine hazır demektir.

Ortamınız hazır mı? Yeni bir kardeş, kreşe başlama, taşınma, boşanma zamanlarında çocuk kendini güvensiz hisseder. Bu zamanlarda eğitim ertelenmelidir. Aynı zamanda çocuğun aniden anneden ayırılıp başka bir kişinin (anneanne, babaanne veya bakıcının) eğitimine verilmesi ruhsal açıdan çocuğu olumsuz etkiler.

NASIL YAPACAĞIZ?

Klozet üzerine oturtulabilen merdivenli bir çocuk klozeti alın. Bu klozetle 1 hafta evin içerisinde oynamasına izin verin.

Çocuğunuzla konuşun. Ona artık büyüdüğünü, bezini çıkaracağınızı, sizin gibi, ağabeyi, ablası gibi tuvaleti kullanacağını anlatın. Ailenin diğer fertlerinden de destek alın. (Anneanne, babaanne, dede de onu teşvik etsinler.)

Gece gündüz bezi tek aşamada çıkarın, asla gece bezlemeyin. Gece bezlemek çocuğa gece altını ıslatabilirsin şeklinde mesaj verir. Böyle bir yaklaşımla da gündüz de tuvalet alışkanlığını kazanması zorlaşır.

Onunla birlikte tuvalete gidin. Yanında bekleyin. Süreci tekrar anlatın.

Çocuğunuzu 1,5-2 saatte bir tuvalete götürün. Özellikle beslenmeden sonra. Yaptığında onu ödüllendirin.

Gündüz tuvalette 5 dakikadan fazla durmayın. Yapmadığında gülümseyerek "Daha gelmemiş!" diyerek onunla birlikte tuvaletten çıkın.

Gece yattıktan 1 saat sonra muhakkak kaldırın. Korkmayın, tekrar uykuya dalacaktır. Dalma esnasında onun yatağında isterse elini tutarak bekleyin.

Kendini rahat hissettiğinde sizi bırakacaktır, tuvalette yalnız kalabilecektir. Bir süre sonrada kendi kendine gidecek, kapıyı da kapatacaktır.

Unutmayın, zamana ihtiyacınız var. En fazla 6-8 ay içerisinde çocuğunuz tuvalet eğitimini öğrenip, kalıcı alışkanlığı kazanacaktır.

5 yaşına kadar alışkanlığın kazanılamaması durumunda muhakkak klinik destek alın.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1236007&title=tuvalet-e%F0itimine-haz%FDr-m%FDs%FDn%FDz



Adım Adım Tuvalet Eğitimi Nasıl Olmalı?

Tuvalet eğitiminde anne babaların bilmesi lazım gelen en önemli husus şudur; Çocuk için alt ıslatmak bir haz ve keyif halidir. Çocuk, tam da sıkışmış, zorda kalmış ve idrar yolu tam da dolu olduğu bir sırada rahatlamak için bırakır kendini. Ve bu sırada da haz alır ve rahatlar. Birçok çocuk vardır ki, bu rahatlama anında anne babasının karşısına geçer ve onların yanında altını ıslatır. Madem ki, alt ıslatmak bir haz ve keyif verici bir durumdur, o halde anneler bilmelidir ki, tuvalet alışkanlığı kazandırmaya çalışılan bir çocuktan aslında istenilen şey, bu hazzın elinden alınmasıdır. Bu nedenle, çocuklar altını ıslatırken aldıkları haz karşısında anne babalarının neden kızdığını, neden hemen telaşa kapıldığını anlamakta zorluk çekerler.

İşte bu nedenle, çocuklarda tuvalet alışkanlığı başlayabilmesinin temel şartlarından biri, çocuğun bu haz duygusunu terk edebilecek bir yaşta olması gerekir. Bu yaş ise, çocuktan çocuğa fark etmekle birlikte yaklaşık 18 – 24 ay arasında değişmektedir.

Bununla birlikte, çocuğun tuvalet alışkanlığına başlayabilmesi için, idrar yollarındaki kaslarının yeterli olgunluğa ulaşmış olması gerekir ki çocuk bu kasları kontrol edebiliyor olsun. Bunun için de yaş aralığı yine 18 – 24 ay diyebiliriz.

Bu iki temel şart yerine gelmiş ise de bazı çocuklar tuvalet alışkanlığını hala kazanamıyorsa, bu durumun genelde üç temel sebebi vardır;

1- Çocuğun anne babasından gelen genetik bir alt ıslatma problemi varsa, muhtemel böylesi bir çocuk da altını ıslatacaktır. (Bazen bir ailede 3 çocuktan ikisi bu genetik durumdan etkilenmez ve tuvalet alışkanlığını erken yaşta kazanabilir ama bir çocuk anne babasından birinin alt ıslatma problemini taşıyabilir)

2- Çocuğun uykusu çok derindir ve altını ıslattığını fark etmiyordur.

3- Çocuk aile içinde rahat değil ve psikolojik bir baskı altında hissediyordur kendisini.

Eğer yukarıdaki saydığımız tüm şartlar yerine gelmiş ise ve herhangibir sorun yok ise o takdirde izlenilecek yol şudur.

1- Çocuğun haz aldığı alt ıslatmasının aslında kendisini rahatsız eden bir durum olduğunu kendisi de anlaması gerekir. Bunun için ilk adım olarak gündüzleri çocuğa bağlanılan bez ıslaklığı çocuğa hissettirecek derecede kalitesiz bir bez olmalıdır. Çocuklar gündüzleri pahalı ve kaliteli bezlerin emiciliği ile ne altını ıslattığını hissediyor ne de ıslanmış olan altlarından rahatsız oluyorlar. Tuvalet alışkanlığı kazandırılacak çocuklar mutlaka bu dönemde ıslaklığı hissedebilecek bir bezle gündüzlerini geçirmelidir.

2- Tuvalet alışkanlığında önce büyük tuvalet, gündüz saatinde alıştırılmalıdır. Çocuklar büyük tuvaletlerini yaparken bunu genelde anne babalar hissder ve çocuğun yüz hatlarından büyük tuvalet yaptığı anlaşılır. Çocuk için büyük tuvalet aslında bir zorlamadır, bu zorlama eğer çocuğu daha rahat tuvaletini yapacağı bir yer gösterilir, öğretilirse çok kolay geçiş sağlanabilir. Bunun için büyük tuvalet alışkanlığında lazımlık kullanmak güzel bir yöntemdir. Çocuk ne zaman ki, büyük tuvaletini yapmaya çalışıyorsa, anne çocuğunu hazımlığa (lazımlık tuvalette olmalı) davet etmeli ve çocuk oturarak ve daha rahat olarak tuvaletini yapmayı öğrenmelidir.

3- Çocuğa tuvalet alışkanlığı gündüz kazandırdıktan sonra, aynı usul geceye alınmalıdır. (Hissettirici bir bez bağlama)

3- Çocuk büyük tuvaletine gündüz alıştığında aynı zamanda gece de altına kaçırmaz.

4- Bütün bunlar sabır içinde takip edilmeli, tebessüm ve hoşgörü annenin yüzünden eksik olmamalıdır. Anne eğer çocuğunun bu döneminde sinirli, kızgın veya çocuğunu küçük düşürücü tavırlar içinde olursa çocuk panik ve korku içine girer ve tuvalet alışkanlığını kazanamaz. Anne büyük bir olgunlukla çocuğunun bu döneminin de keyfini çıkartarak ona destek olmalıdır.

5- Tüm bu durumlara rağmen çocuk 3 – 4 yaşına gelmiş ve hala tuvalet alışkanlığı kazanamamışsa bir pedagog ile görüşülmesi gerekir.

Uz. Pedag. Adem Güneş
http://www.ademgunes.com/?p=382


Anneyi anne olmaya zorlayan süreç - Uzman Pedagog Adem Güneş

Çocuk eğitimi ile ilgili gittiğim bir konferansın sonunda, bir anne yanıma yaklaşarak, "Bana bir formül söyleseniz de, 4 yaşındaki oğluma biran evvel tuvalet alışkanlığı kazandırabilsem. Artık halıları silmekten, çarşaf değiştirmekten, pijama yıkamaktan canım burnuma geldi." demişti. Ben de ona çok pratik bir çözüm sunmuş, "Oğlunuzu hala sünnet ettirmediyseniz, sünnet ettirin" demiştim... Bir süre sonra aynı anneden e-mail aldım, "Allah razı olsun, oğlum sünnetten sonra tuvaletini altına kaçırmamaya başladı" demişti...

Bir süre sonra, bu anneye böylesi pratik bir ipucu verdiğime pişman oldum. Aslında, anneleri bunca sıkıntıya sokan sürecin ne anlama geldiği bilinse, sanıyorum ki, hiçbir anne çocuğu ile girdiği bu sıkıntılı dönemde "of" demez, "elhamdülillah" derdi.

Bir babanın oğluna nasihati
Bir baba, yetişkinliğe doğru ilk adımını atan oğlunu yanına çağırdı. "Evladım artık sen de bir yetişkin oldun. Hazırcılık buraya kadardı. Artık sen de, rızk nasıl kazanır, nasıl harcanır öğrenmelisin. Bu günden tezi yok, sen de artık çalışacak, evimizin rızkını temin etmek için destek olacaksın." der...

Delikanlı, babasının bu teklifinden çok da hoşlanmaz. Annesinin yanına gider. Annesinden her gün için bir altın vermesini rica eder. Annesi, oğluna bu isteğinin nedenini sorsa da, delikanlı, bunun nedenini söylemez. Anne oğlunun bu ısrarlı isteğini yerine getirir. Ve artık her gün akşam olduğunda, delikanlı annesinin yanın gelir ve annesinden bir altın alır.

Bir hafta sonra babası delikanlıyı çağırır ve, "Bir hafta geçti. İş bulup çalıştın mı?" diye hesap sorar. Çocuk hiç tereddüt etmeden, "Evet baba, hem de öyle bir iş buldum ki, haftada yedi altın veriyorlar" der... Baba memnun olur bu cevaba. Oğlundan bir haftada kazandığı altınları vermesini ister. Delikanlı, yedi altını babasına uzatır. Baba, altınları alır ve bir kuyunun yanına gider. Çocuk babasını meraklı gözlerle seyrederken, baba altınlardan birini alır ve kuyunun içine bırakır.... sonra diğer altını... ve sonra diğerini... Çocuğun şaşkın bakışları altında baba yedi altını tek tek kuyuya atar... Delikanlı bunun nedenini sorsa da, babası "Bir gün gelir öğrenirsin" diyerek, nedenini söylemez...

Ertesi hafta delikanlı yine yedi altın getirmiştir. Baba bu yedi altını da alır ve tek tek kuyuya atar. Delikanlı, yine şaşkındır ama vardır elbet bir sebebi diyerek ses çıkarmaz.

Sonraki hafta yine aynı... bir sonraki hafta yine aynı...

Daha sonraki hafta, çocuk annesinin yanına gider ve alışık olduğu gibi yine yedi altın ister... Annenin artık kıyıda köşede biriktirdiği altınlar bitmiştir ve oğlunun isteğini karşılayamaz. Çocuk telaşa kapılır. Haftalardır babasına söylediği yalan ortaya çıkmasın diye, çaresizce ve hemencecik iş aramaya koyulur. Bulduğu işler hiç de öyle yüksek ücretli değildir. En iyi işveren, haftada sadece bir altın verebileceğini söyler. Delikanlı, çaresiz kabul eder.

Hafta tamamlandığında delikanlı kazandığı bir altını eve götürür. Babasına, "Babacığım artık haftada yedi altın değil, sadece bir altın kazanıyorum" der. Baba, "Olsun oğlum, Allah'a şükür" der ve yine kuyunun başına gitmek için ayağa kalktığı sırada, çocuk irkilir ve "Baba, yoksa yine mi kuyunun başına gideceğiz!" diyerek şok geçirir... Baba, gayet sakince,"Evet oğlum, neden heyecanlandın birdenbire?" diye sorar. Delikanlının şaşkın ve perişan bir halde, "Ama baba, sen, bir altın nasıl zor kazanılıyor biliyor musun?! Ben bir hafta boyunca sabah akşam işe gittim, güç bela bir altın kazanabildim, senin bunu bir çırpıda dipsiz bir kuyuya atman doğru mu?" dediğinde, babası acı acı tebessüm eder... "Evet oğlum doğru değil... Şimdi anlıyorum ki, babana karşı gelmek pahasına, sahip çıktığın bu tek altının gerçek sahibi sensin. Acısını ve ızdırabını çekmeden, emek vermeden sahip olduğun diğer altınlar ise sana ait değildi, bu belliydi... Eğer onlar da sana ait olsaydı, şu tek bir altını koruduğun gibi, her hafta kuyuya atılan yedi altını da korur ve sahip çıkardın... Unutma ki insan, acısını ve ızdırabını çekerek kazandığı şeylere sahip çıkar" der.

Tuvalet alışkanlığı bir rahmet sürecidir...
Çocukların doğdukları andan itibaren anneye ızdırap veriyor gibi görünen her bir olayda işte bu rahmet vardır... Çocukların gece ağlamaları... çar çabuk hastalanmaları... altlarını ha bire ıslatmaları, annelerin çocuklarına delice sahip çıkmasının psikolojik zeminidir... Bu bir rahmet sürecidir...
Bir gün, çocuğunun tuvalet alışkanlığı ve benzeri sıkıntılı dönemlerini atlatmak için, evine yatılı özel bakıcı tutmuş bir anne, "İçimde garip bir sızı var, çocuğumun en zor günlerinde yanında değildim ve tuhaf bir pişmanlık içimi yakıyor" demişti...

O nedenle, çocukları ile girdikleri bu sıkıntılı dönemleri anneler kendileri ve çocukları adına bir kazanç kabul etmeli ve bu dönemi en dengeli şekilde nasıl götürebilirimin hesabını yapmalıdır.

Eğer bu dönem, gerçekten anneler için gereksiz bir yük olsa idi, Allah neden böylesi bir dönemi her anneye yaşatacaktı ki? Allah eğer isteseydi, her bir çocuk, iki yaşına geldiğinde, kafalarına sanki sihirli sopa ile vurulmuşçasına artık altına ıslatmazdı... olur biterdi...
Eğer anne ile çocuk arasında bu çile alışverişi bilinmez ise, belki altı ay, belki de bir yıl sürecek olan tuvalet alışkanlığı anne için cinnet nöbetleri halini alabilir.

Anne ile çocuk arasında ilahi yapıştırıcı...
Madem ki, Allah, her bir anne ile çocuk arasına bu ızdırabı ilahi yapıştırıcı olarak sürmektedir, o halde hem bu süreci aksatmadan hem de çocuğa zarar vermeden tuvalet alışkanlığı nasıl kazandırılır sorusuna cevap aramak gerekirse şunları bilmekte fayda vardır.

Tuvalet alışkanlığı çocuğun mesane yollarının çocuk tarafından kontrol edilebildiği dönemde başlamalıdır. Bu dönem, her çocukta farklılık gösterse de, ortalama olarak 2 -3 yaş dönemine denk gelmektedir.

Çocuk her ne kadar iki yaştan itibaren mesane yollarını kendi iradesi ile kontrol altında tutabilme becerisine sahip olsa da, bu beceriyi nasıl kullanacağını öğrenmesi gerekir.

Bu itibarla bakıldığında, iki yaşına gelen her çocuk idrar yollarını kullanma becerisine haiz olsa da, çocuk, "psikolojik" olarak da bu beceriyi kullanabilme yeteneğine ulaştırılamamışsa tuvalet alışkanlığının kazandırılması oldukça zordur.

Tuvalet alışkanlığı psikolojiktir
Bu noktada altını çizmek gereken bir nokta var ki, o da; tuvalet alışkanlığı elde etmek, her ne kadar fizyolojik bir olay gibi görünse de, tamamen psikolojiktir. Çocuk, psikolojik olarak ne kadar rahat ve huzurlu ise, bu süreç o kadar çabuk atlatılacaktır. Tuvalet alışkanlığı kazandırılmaya çalışılan çocuk ne kadar baskı altında tutulur, utandırılır, mahcup edilir ve bunaltılır ise, bu süreç o kadar uzar.

Pratikte neler yapılabilir?
1- Tuvalet alışkanlığı önce büyük abdestten başlanılır, ardından gündüz küçük tuvalet alışkanlığı ve en son olarak da gece alışkanlığı kazandırılmaya çalışılır.
2- Tuvalet alışkanlığı kazandırılmak istenilen çocuğun altına artık hiçbir şartta bez bağlanmamalıdır. Çocuk bazen bezli bazen bezsiz olursa, yavaş yavaş kazandığı bu alışkanlığı çarçabuk kaybedebilir.
3- Çocuk, gündüz altını ıslattığında (hava soğuk değilse ve sosyal ortam müsaitse) birkaç dakika ıslak alt ile bırakılır. Bu süre çok uzatılmadan temiz bir iç çamaşır ile alt değiştirilir.
4- Çocuğun altı değiştirilirken, ne psikolojik, ne duygusal ne de fiziksel şiddet uygulanmamaya gayret sarf edilmelidir. Çocuk ilk defa karşılaştığı bu ıslak olma ve utanma hissini kendi içi dünyasındaki dinamikleri dengelice kurarak çözmeye çalışmalıdır. Bazen "of, bıktım ya" demek bile çocuğun oluşturmaya çalıştığı bu iç dinamikleri bozmaya yeter de artar bile.
5- İki yaşını geçmiş hiçbir çocuk altı ıslak olarak dolaşmaktan zaten hoşlanmaz. Sizin ekstra bir şey söylemenize ne gerek var ne de ihtiyaç. Söyleyeceğiniz her bir ezici söz, süreci uzatacağı gibi, çocuğunuzun farklı davranış bozukluklarına da yol açabileceği unutulmamalıdır.
6- Gece kazandırılacak tuvalet alışkanlığında, çocuk gündüz saatlerinde bol su ve sıvı içecekler içmeli, ancak yatmadan en az bir saat önce sıvı içecekler kesilmelidir. Susamaya neden olacak, yağlı, tuzlu ve tatlı yiyecekler yedirilmemelidir.
7- Gece kazandırılacak tuvalet alışkanlığında, çocuğun atını ıslattığı saatler bir çizelge ile tespit edilmeli ve o saatlere denk gelecek şekilde hem "teheccüd namazına" kalkılması hem de çocuğu tuvalete götürülmesi bir alışkanlık haline getirilebilir.
8- Çocuk gece kaldırılıp tuvalet ihtiyacı giderirken uykulu olmamalı, uykusu ve bilinci açık hale getirilip ihtiyacını gidermeye çalışmalıdır.
9- Çocuğuna tuvalet alışkanlığı kazandırmaya çalışan bir anne bol bol yedek çarşaf ve nevresim ile, bolca temiz yedek iç çamaşırı bulundurmalıdır.
10- Gece tuvalete kaldırılacak çocuk, altını ıslatmış ise, asla örselenerek veya hırpalanarak kaldırılmamalıdır. Uyku anında çocuğun örselenmesi ve hırpalanması akıl sağlığı açısından tehlikelidir.
11- Uykusu ağır olan çocukların gece tuvalet alışkanlığı kazandırılması zor olabilir. Böylesi durumlarda, ekstra bir gayret gerekebileceği normal kabul edilmelidir.
12- Erkek çocukları sünnet ettirildikten sonra daha kolay tuvalet alışkanlığı kazandığı bilinmelidir.
13- Uzun süreli uğraşlar neticesinde kazandırılamayan (özellikle) gündüz tuvalet alışkanlıklarında, psikolojik veya fizyolojik sorunlar olabileceği hatırlanmalıdır.
#623


Acun Ilıcalı'nın yapımcılığını ve sunuculuğunu üstlendiği ve Show TV'de yayınlanan 'Yetenek Sizsiniz Türkiye' yarışmasındaki floresan lamba kırılması gösterisi hem kanser hastaları derneği hem de çevre mühendislerinin tepkisine sebep oldu.

Floresan lambanın içinde bulunan cıva ve fosforun kanserojen madde ihtiva ettiği belirtilerek, hem gösteriyi yapan kişinin hem de seyircinin sağlığının tehlikeye atıldığı bildirildi. Aynı gösterinin bir kez daha tekrarlanmaması istendi.

Sakarya Kanser Hastaları Eğitim ve Sağlık Derneği Başkanı Nihal Akar, programda Ahmet ve Orhan Tari kardeşlerin floresan lamba kırma gösterisini tedirginlik ve endişe içinde izlediğini söyledi. Ilıcalı'nın aynı programda tuğlayı başında balyozla kırmak isteyen bir yarışmacıyı engellediğini, bu hareketini takdir ettiklerini belirten Akar, "Floresan lambanın içinde bir miktar cıva bulunuyor. Lamba kırıldığında bu cıva buharlaşarak havaya karışıyor. Bu da öncelikle gösteriyi yapan kişi ile seyircilerin sağlığını tehlikeye atıyor. İnsan sağlığı açısından son derece tehlikeli olan cıva beyin tümörleri ve sinir sisteminde tahribata yol açıyor. Böyle insan sağlığını riske atan ve kötü örnek teşkil edebilecek gösterilere izin verilmemelidir." diye konuştu.

Programın yayınlandığı ertesi günü oturduğu evin yanında bulunan boş bir arazide, ilköğretim çocuklarının lamba kırmalarına şahit olduğunu dile getiren Akar, "Orada ilköğretim çağındaki çocukların floresanı alarak 'Vur ayağıma kır, gösteri yapacağım.' dediğine şahit oldum. 'Sen karışma teyze, bir yarışmaya katılacağız.' dediler. Bir özenti var. Çok büyük bir tehlike. Işık için kullandığımız bu floresanla hayatımızı karartmayalım. Bu program çocukları etkiliyor. Buna şahit oldum." şeklinde konuştu.

Çevre mühendisi ve elektronik atık geri dönüşüm uzmanı Arzu Karabacak Şahin de floresan lambanın içerisinde cıvanın gaz halinde, fosforun da toz halinde bulunduğunu belirterek, iki maddenin insan sağlığı açısından son derece zararlı olduğunu belirtti. Şahin, "İnsan sağlığına çok zararlı ve bir tane floresan lambanın bile kapalı ortamda kırılmaması gerekir. Toplanıp bertarafının yapılması gerekiyor. Orada 100 tane floresan kırıldı. Kimse de tehlikesini bilmediği için bir şey yapmadı. Cıva da fosfor da bir ağır metal. Bu ağır metaller kanserojen etki yaparlar. Cıvanın ve fosforun vücutta farklı etkileri de vardır. Cıva, direkt olarak beyin hasarına yol açar. Fosfor zaten toz halinde olduğu için solunum yoluyla vücuda girer ve akciğerlere kadar ulaşabilir. Akciğerde kansere sebep olabilir. Bunlar ağır metallerdir, kesinlikle teneffüs edilmemesi ve dokunulmaması gerekir." uyarısında bulundu.

DURAN SAVAŞ - SAKARYA - CİHAN
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1236524&title=floresan-k%FDrma-g%F6sterisinin-beyne-ciddi-zarar%FD-var



Tasarruflu ampulü her odada kullanmayın

ZEYNEP KAÇMAZ - İSTANBUL
Enerji tasarrufu için kampanyalar yapılıyor. Birçok ürün gibi klasik ampuller de tasarruflu ampullerle değiştiriliyor. Prof. Dr. Osman Çerezci ise tasarruflu ampullerin kullanımı hakkında uyarıyor: "Yaydıkları radyasyon nedeniyle her odada tercih edilmemeli. Çocuk odaları ve çalışma masalarında ise bu tür ampuller asla kullanılmamalı."

Enerji tasarrufu için evin içindeki ampuller tasarruflu olanlar ile değiştiriliyor. Ancak elektrikten tasarruf ederken sağlığınızdan olmayın. Sakarya Üniversitesi Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Osman Çerezci, tasarruflu ampullerin yaydıkları radyasyon sebebiyle her odada tercih edilmemesi gerektiğini söylüyor. "Tasarruflu ampuller ancak yüksek tavanlı odalarda yahut başımızdan 50-60 cm yukarıda kalacak şekilde kullanıldığında olumsuz etkileri en aza indirilebilir." diyen Çerezci, çocuk odaları ve çalışma masalarında bu tür ampullerin asla kullanılmaması konusunda vatandaşları uyarıyor.

Osman Çerezci, tasarruflu ampullerin klasik ampullere göre çok daha fazla elektromanyetik alan yaydığını ifade ediyor. Bu ampullerin ev ve çalışma ortamında elektromanyetik kirlilik kaynağı olduğunu belirten Çerezci, yaşadığı bir olayı şöyle aktarıyor: "Bursa'da baz istasyonu ölçümü için bir eve gittik. Evdeki radyasyonun baz istasyonundan değil, evde kullanılan tasarruflu ampulden kaynaklandığını gördük. Işığı yaktığımızda cihazımızın aniden yüksek değerler gösterdiğine tanık olduk. Işığı kapattığımızda sıfırlanıyordu." Tasarruflu ampulün yaydığı radyasyonun 20 santimetrelik alan içinde 10-15 birim arasında değiştiğini ifade eden Çerezci, klasik ampullerde ise bu oranın 0 olduğunu belirtiyor. Bazı tasarruflu ampullerin iki kat zarflanarak ultraviyole etkisinin azaltılmak istendiğini dile getiren Çerezci, yine de elektromanyetik alan yaymaya devam ettiğini söylüyor. Çerezci'ye göre tasarruflu ampullerden yayılan elektromanyetik alanlar, bedenimizde elektrik sinyallerinin taşındığı sinirler üzerinde akımlar meydana getirerek sinirleri uyarıyor, kasları etkiliyor. Bu da kişide yorgunluk, sinirlilik oluşturabiliyor. Ayrıca tasarruflu ampul, masanın başucunda 10 cm gibi kişinin çok yakınında bulunması halinde ultraviyole sızıntısı yapması nedeniyle deride kızarıklıklar meydana getiriyor. Prof. Dr. Çerezci, çocuk odaları, çalışma masaları ve yatarken başucumuzda kesinlikle bu tür aydınlatma ürünlerinin kullanılmaması gerektiği konusunda uyarıyor. Çocukların elektromanyetik alanlardan çok daha fazla etkilendiğini belirten Çerezci, çocuk odalarında klasik ampullerin tercih edilmesini tavsiye ediyor.

Tasarruflu ampulleri, tavanı yüksek odalarda tercih edin

"Enerji tasarrufunu kabul ediyoruz ama ampullerin bazı kullanım şartları olmalı." diyen Prof. Dr. Çerezci, evin her odasında tasarruflu ampullerin kullanılmaması gerektiğini söylüyor. Çerezci'ye göre banyo, koridor gibi evde en az zaman geçirilen yerlerde bu tür ampuller tercih edilebilir. Ancak tavanı yüksek veya ampulün başımızdan 50-60 cm yukarıda kalacak şekilde olması şartıyla. Zira ışığın mesafeye bağlı olarak elektromanyetik etkisi de azalıyor. Kişiye ne kadar uzaksa tesirini de o derece kaybediyor.

Kırılan ampule elle dokunmayın

Tasarruflu ampullerin içinde aynı zamanda 5 miligram civarında cıva bulunuyor. Havaya karışan civanın solunması çok tehlikeli. Cıva bağışıklık sistemini etkilediği gibi beyin ve sinir sistemini de olumsuz etkiliyor. Kırıldığında çıplak elle dokunmadan parçaları yapışkan bir bezle dikkatlice toplamak gerekiyor. Bu parçalar ve arızalı tasarruflu ampuller, evdeki çöp kovalarına da atılmamalı. Piller gibi çevre kirleticisi olmaları nedeniyle ayrı toplanmalı. Oda da cıvanın yayılmasına karşı iyice havalandırılmalı.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1236548&title=tasarruflu-ampul%FC-her-odada-kullanmay%FDn
#624
Yalan da olsa yanlış olsa da ben ne dersem o

CHP Genel Başkanlığı koltuğuna oturduğu günden bu yana yaptığı gaflar ve çarkedişleriyle gündeden düşmeyen CHP lideri Kılıçdaroğlu, canlı yayında dile getirdiği iddia kendisine soru soran gazetecileri bile güldürdü. Kılıçdaroğlu, 27 Nisan e-bildirisi ile Dolmabahçe görüşmesinin tarihlerini değiştirince gazeteciler uyardı ancak o geri adım atmayıp "Olsun bu benim görüşüm" dedi.

Olayların oluş sırasını değiştirdi

Parti içi muhalefetin olağanüstü kurultay talebi nedeniyle sıkıntılı günler geçiren CHP lideri Kılıçdaroğlu, hakkındaki adli yargıyı etkileme fezlekesinden umduğunu bulamadı. Kılıçdaroğlu önceki gün Habertürk televizyonunda canlı yayında gazetecilerin sorularını yanıtlayan Kılıçdaroğlu, Başbakan Erdoğan'ın eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'a Dolmabahçe'de yaptığı görüşmede "Sen hükümete muhtıra ver, biz de sana üstün hizmet madalyası verelim" dediğini iddia etti.

Gazeteciler düzeltmek isteyince

Kılıçdaroğlu'nun bu sözleri stüdyoda gülüşmelere sebep oldu. Çünkü Kılıçdaroğlu, sonradan yapılan bir görüşmede önceden verilmiş olan muhtıranın karara bağlandığını iddia etmişti. Gazeteciler bu durumu hatırlatınca Kılıçdaroğlu'ndan yeni bir gaf daha geldi. Gazetecilerin "Efendim, önce muhtıra verildi, sonra Dolmabahçe görüşmesi oldu" uyarısı üzerinede Kılıçdaroğlu, "Olsun bu benim görüşüm" diyerek vaziyeti kurtarmaya çalıştı.

http://www.stargazete.com/politika/chp-de-kurultay-savasi-hergun-daha-da-kizisiyor-haber-415741.htm
#625
AHMET DÖNMEZ - ANKARA

Başbakan Tayyip Erdoğan, Dink davasında 'örgüt yok' kararını değerlendirirken, önemli mesajlar verdi.

"Ne Uludere'deki 34 vatandaşımızın ne de sokak ortasında hunharca katledilen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Hrant Dink'in davası, geçmişte olduğu gibi Ankara'nın derin dehlizlerinde kaybolmaz, kaybolamaz." dedi. Hiçbir tezgâh, komplo ve provokasyonun gizli kalmadığını vurgulayan Erdoğan, "6 farklı dilde aynı ezgiyle söylenen Sarı Gelin türküsünü, Şişli'de sıkılan kurşun susturamaz." ifadesini kullandı. Başbakan, Dink dosyasının henüz kapanmadığına da dikkat çekti: "Temyiz aşamasında umuyorum ki yargı şüpheleri giderecek, kamu vicdanını rahatlatacaktır."

Başbakan Tayyip Erdoğan, Kuzey Ankara Girişi Kentsel Dönüşüm Projesi 1. Etap konutlarının hak sahipleri kura çekimi törenine katıldı. Burada yaptığı konuşmada gündeme ilişkin önemli mesajlar verdi. İlk olarak önceki gün Hakkâri'de yapılan bombalı saldırıya temas eden Başbakan, olayın terör örgütünün nasıl bir gözü dönmüşlük içinde olduğunu ortaya koyduğunu kaydetti.

Başbakan Erdoğan, Milli Eğitim Bakan-lığı'nın 19 Mayıs kutlamalarının okul bahçelerinde düzenlenmesine yönelik genelgesine ilişkin muhalefetin tepkilerine de cevap verdi. "Atatürk'ün Ankara'sına ne kazandırdınız, nerede bir eseriniz var?" diye soran Erdoğan, "Şimdi çıkmışlar, bize 19 Mayıs törenleriyle ilgili ağız dolusu hakaretlerle yükleniyorlar." ifadesini kullandı. Ardından şunları kaydetti: "Kusura bakmayın beyler... 19 Mayıs'la, milli bayramlarla ilgili düzenlemeyi bizden önce yapmışlar. Biz önergenin aslına uygun bir şekilde sadece uygulanmasını istedik. Sayın Kılıçdaroğlu, Sayın Bahçeli... Siz 19 Mayıs törenlerini bu kadar severdiniz de, ya neden o Samsun'daki hatıralara bugüne kadar bir el atmadınız?"

Başbakan, kendilerinin ise 74 milyonun Başkent'ten umutlarının tükendiği bir anda, Ankara'yı milletin umudu haline getirdiklerini kaydetti. Ankara'nın kılcal damarlarına işlemiş suç örgütlerini, derin ilişkileri tek tek deşifre ettiklerini anlattı. Sözü Uludere'de 34 vatandaşın öldüğü olay ile Dink cinayeti davasında mahkemenin verdiği 'örgüt yok kararına getirerek, "Ne Uludere'deki 34 vatandaşımızın, ne de İstanbul'da, sokak ortasında hunharca katledilen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Hrant Dink'in davası, hiç kimsenin endişesi olmasın, geçmişte olduğu gibi, Ankara'nın derin dehlizlerinde kaybolmaz, kaybolamaz. Türkiye artık eski Türkiye değil." diye konuştu. Artık hiçbir tezgahın, komplonun ve provokasyonun gizli kalmadığını vurguladı. 6 farklı dilde, aynı ezgiyle, aynı duyguyla söylenen Sarı Gelin türküsünü, Şişli'de sıkılan bir kurşunun susturamayacağının altını çizdi.

KİMSE FATURAYI HÜKÜMETE KESMEYE KALKMASIN

Dink davasına ilişkin hükümete yüklenenlere de cevap veren Başbakan, olayın faili meçhul olarak kalmadığını hatırlattı ve ekledi: "Olayın ardından 32 saatte faili yakalanmıştır. Bu, yürütmenin bu konu üzerinde ne kadar hassas olduğunun bir ifadesidir." Erdoğan, olayda faturanın hükümete kesilmemesini de istedi. "Yargılama süreçlerini hükümetten bilenler de hata yaparlar. Hükümetin süreçlere müdahale etmesini isteyenler de yanlış yaparlar." uyarısında bulundu. Dink davasında dosyanın kapanmadığına vurgu yaparak, "Temyiz aşamasında umuyorum ki yargı şüpheleri giderecek, kamu vicdanını rahatlatacak adımları atacaktır." temennisinde bulundu.

CHP DARAĞACINA TARİHTE HEP CELLLATLIK İÇİN ÇIKMIŞTIR

Erdoğan, CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun hakkında 'adil yargılamayı etkileme' suçundan hazırlanan fezlekeye gösterdiği tepkiye de değindi. Kılıçdaroğlu hakkında daha önce de fezleke hazırlandığını hatırlatarak, "Bakın, Kılıçdaroğlu'nun adeta Malkoçoğlu olup yeri göğü inletmeye çalıştığı fezlekeden önce tam 13 fezleke hazırlanmış. O zaman neden kahraman kesilmediniz? Muvakkat kahramanlık olmaz, part-time kahramanlık yapılmaz Sayın Kılıçdaroğlu." diye sordu. Kılıçdaroğlu'nun bir fezlekeden yola çıkıp, darağacına kadar gittiğine işaret ederek, şöyle devam etti: "Böyle engin bir hayal dünyası... Sayın Kılıçdaroğlu, bir kere şunu lütfen öğrenin: bu ülkede CHP, darağacına sadece ve sadece bir nedenden dolayı çıkmıştır; yağlı ipi masum insanların boynuna geçirmek için. Sizin geçmişiniz bu. İstiklal Mahkemelerine bakın, Üç Aliler Divanı'na bakın, Yassıada'ya bakın. Sayın Kılıçdaroğlu, CHP'nin adalet anlayışını görmek istiyorsanız, bir otomobil farıyla aydınlatılan sokak mahkemesinde idama mahkum edilen Seyit Rıza'ya bakın."

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1232932&title=uludere-ve-dink-davasi-ankaranin-dehlizlerinde-kaybolmayacak


Bakan Ergin: Dink'i öldürenlerle ülkede darbe yapanlar aynı eller

Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Hrant Dink'i öldürenlerle ülkede darbe yapanların aynı eller olduğunu söyledi.

Sadullah Ergin, AK Parti Hatay İl Kadın Kolları'nın 3. Olağan Genel Kurulu'nda konuştu.

Toplantıda gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunan Ergin, "İstanbul'da Hrant Dink öldürüldü, bir komployla alçak cani bir saldırıyla ensesinden, arkasından vurularak toprağa düşürüldü. O tetiği çeken, çektirenin arkasında olanlar, 1955'te İstanbul'daki olayları yapanlarla aynı eller. Bütün darbe ve müdahaleler öncesinde halkı birbirine düşürmek için, toplum mühendisliği oluşturmak için oluşan faili meçhullerle aynı eller. Maraş'ta Çorum'da, Sivas'ta, Taksim'de canlarımızı toprağa düşürenler aynı ellerdir. Ama bütün bu cinayet şebekeleri, tüm bu alçak saldırıların sonucunda, bu ülkede halkın iradesine dayalı, güçlü bir demokrasinin kurulmasına engel olamadılar, bundan sonra da olamayacaklar." dedi.

Yargının siyasallaştığını savunanlara da cevap veren Ergin, "Bu ülkede 'yargı siyasallaşıyor' diyenler, dönüp aynaya bir baksınlar, bu ülkede yargıyı kendi arka bahçesi olarak görüp kullanmak isteyenler kimlerdir?" diyerek göndermede bulundu.

Kongreye Bakan Ergin'in yanı sıra AK Parti Hatay milletvekilleri Âdem Yeşildal, Mehmet Öntürk, Hacı Bayram Türkoğlu ve Orhan Karasayar ile çok sayıda Kadın Kolları üyesi ve partili de katıldı.

(CİHAN)
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1233192&title=bakan-ergin-dinki-oldurenlerle-ulkede-darbe-yapanlar-ayni-eller
#626


Dink suikastı davasına bakan mahkemenin başkanı Rüstem Eryılmaz, canlı yayınında tepkileri değerlendirdi. Eryılmaz, "Karar beni de tatmin etmedi" sözlerine açıklık getirdi.

Hrant Dink davasına bakan 14. Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi'nin Başkanı Rüstem Eryılmaz, NTV canlı yayınında "Karar beni de tatmin etmedi" sözlerine açıklık getirdi.

Yeterli delil olmadığından örgüt olmadığına dair karar verdiklerini belirten Hakim Rüstem Eryılmaz, "Belli bir suçun varlığını ve bu suçtan dolayı cezalandırılması için bizce yeterli delil olması gerekir. Bu sebeple örgüt varlığı yönünde yeterli delil ulaşamadığımızdan dolayı beraat kararı verdik" dedi.

Eryılmaz, şöyle konuştu: "Biz tabii yargılama sürecinde kavuşturmanın genişletilmesi ile ilgili taleplerini karşılamaya çalıştık ve karar aşamasında bunları dikkate aldık. Ancak TİB kayıtları son zamanda geldi. Tabii kayıtların incelenmesi hem zaman alacağı hem de uzmanlık gerektireceğinden devam eden soruşturmalar da olduğu için araştırılması ve değerlendirilmesi için kayıtları savcılığa gönderdik.

Rüstem Eryılmaz, dosyanın suçun işlendiği yerin mahkemesine gönderilmemesi konusunda ise "Bize dava açıldığı için dava bizim mahkememize gelmişti. Bu örgütün olup olmadığını mahkememiz değerlendiriyor. Neticede örgüt için yeterli delil olmadığı için beraat kararı verdik. Ancak diğer suçlar yönünden karar verilmesine de bir engel yok" diye konuştu.

'GÖZDEN KAÇMIŞ'

Coşkun İğci hakkında karar verilmemesi konusunda özeleştiri yapan Hakim Eryılmaz, "Coşkun İğci ile ilgili karar gözden kaçmış. O şahısla ilgili hüküm konulmadı ama her zaman karar vermek mümkün. Davanın yeniden görülmesini gerektirmez. Bu şahısla ilgili hiç fark edilmeden Yargıtay'a gitseydi belki bozma nedeni yapılabilirdi" dedi.

Azmettirici olduğu iddia edilen Erhan Tuncel'in beraat etmesi konusunda şöyle konuştu: "Yasin Hayal, Trabzon Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanarak ceza aldı. Erhan'la ilgili de bizim mahkememize dava açılmıştı. Açılan bir dava olduğu için bizim de karar vermemiz gerekiyordu. Suç tarihi itibariyle geçerli olan kanunlardan hangisi lehineyse neticede mahkeme bu kanun hükümlerine bir sonuç vermektedir."

ÖRGÜT NEDEN YOK?

Bir oluşumun örgüt sayılması için gerekli kıstaslar hakkında bilgi veren Tuncel, "Emniyet tarafından yasadışı terör örgütü olduğu belirlenmiş sağ ve sol örgütler var. Yargıtay'dan geçmiş bir takım örgütler var. Bu şekilde bir örgüt olması beklenir. Bir de çıkar amaçlı veya mafya yapılanması anlamında bir örgütler söz konusu, bunların kriterlerini aramak gerekir."

'ARKA PLANI TAM ORTAYA KONULMADI'

Karardan sonra yaptığı "Tatmin olmadım" açıklamasına açıklık getiren Eryılmaz, "Bu cinayeti birkaç delikanlının işleyeceği bir şey olarak değil de arka planının muhtemel olduğu veya bu arka plandaki bağlantılar tam olarak ortaya konulmadığı için söyledim. Yoksa mevcut delil durumuna göre bizim verebileceğimiz karar bu karardı" dedi.

ARINÇ'A YANIT

Eryılmaz, sözleri için "Bir hakime yakışmaz" diyen Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'a şöyle yanıt verdi: "O kendisinin yorumu, bir şey diyemem. Tam kanıya varmasak mevcut delil durumuna göre bir karar vermeyiz zaten. Dolayısıyla sadece olayın arka planı aydınlatılamadığı için tam da tatmin edici bir karar olmadığı için söylemiş olabilirim.

'HER AN YENİ DELİL ÇIKABİLİR'

Hakim Rüstem Eryılmaz, cinayetin arka planına ulaşmanın mahkeme sürecinde zor olduğunu savundu.

Eryılmaz, "Soruşturma aşamasında, cinayetin akabinde sıcağı sıcağına ortaya konulması gereken hususlar. Aradan uzun zaman geçtikten sonra bunu belirlemek zor. Ama her an yeni bir delil, yeni bir tanık ortaya çıkabilir, bu bağlantılar tespit edilebilir. Mahkeme aşamasında bizim yapabileceğimiz fazla bir şey yok. Soruşturma evresinde dosyaya girseydi muhafaza edilirdi. Niye getirilmedi bu savcının bileceği konudur."

'ÖRGÜT OLMASA DA KARAR VEREBİLİRİZ'

Özel Yetkili mahkemelerin örgüt olmasa da diğer suçlarla ilgili karar verebileceğini ifade eden Eryılmaz, "Örgütlü suçlara bakan bir mahkemeyiz. Bu dava da o yönde açıldığı için bizim bakmamız gerekti. Dolayısıyla örgütün varlığı veya yokluğu mahkememizin bir karar vermesi yetkisinde bir konudur. Bizim de diğer suçlarla ilgili karar verme yetki ve görevimiz var" dedi.

'YARGITAY'DAN DÖNERSE YENİDEN YARGILARIZ'

Temyiz aşamasını hatırlatan Hakim Eryılmaz, "Yargıtay bizim mahkememizin kararını denetleyecek. Bir eksikliği bir araştırmayı gerekli görürüp kararı bozarak gönderirse biz de yeniden yargılamaya devam ederiz" dedi.

http://www.haber7.com/haber/20120119/Dink-davasina-bakan-hakim-Aydinlanmadi.php


Savcıdan hakime: Örgütte var, delil de

Hrant Dink cinayeti ile ilgili karara bir tepki de davanın savcısından geldi. "Örgütte var, delil de. Hem de fazlasıyla" diyen savcı, dosyanın iyi incelenmediğini savundu.

Hrant Dink cinayeti ile ilgili mahkemenin kararına bir tepki de davanın savcısından geldi.

Savcının mahkemeye tepki gösterdiği açıklamaları:

"Savcıdan mahkemeye örgütte var, delil de var. Hem de fazlasıyla... beraat kararı yasaya aykırıdır. Sanığın unutulması dosyanın iyi incelenmediğini gösterir.

Erhan Tuncel, görevini suistimal etti. Yasin Hayal'i siyasi olarak yönlendirdi."

MAHKEMENİN KARARI TEMYİZ EDİLDİ

İstanbul Cumhuriyet Başsavcıvekilliği, Hrant Dink cinayeti ile ilgili mahkemenin kararını temyiz etti. Başsavcıvekilliği, gerekçeli kararın da bekleneceğini ifade etti.

http://www.haber7.com/haber/20120119/Savcidan-hakime-Orgutte-var-delil-de.php


Binlerce kişi Dink için yürüdü




Gazeteci Hrant Dink, öldürülüşünün 5. yılında anılıyor. Mahkeme kararını protesto eden binlerce kişi, Taksim Meydanı'ndan Agos gazetesine doğru yürüyüşe geçti.

5 yıl önce Agos gazetesi önündeki silahlı saldırıda öldürülen gazeteci Hrant Dink'i İstanbul'da on binlerce kişi andı.

Taksim Meydanı'nda toplanan ve yürüyüşe geçen grup Türkçe ve Ermenice olarak 'Hepimiz Hrant'ız, hepimiz Ermeniyiz' pankart ve dövizleri taşıdı.

Yürüyüşte, en önde Hrant Dink'in eşi Rakel Dink ve çocukları yer aldı. BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, CHP milletvekilleri Sezgin Tanrıkulu ve Şafak Pavey, sanatçılar, yazarlar, sivil toplum kuruluşu temsilcileri ve Batman'da askerlik yaparken arkadaşının tüfeğinden çıkan kurşunla şehit olan Ermeni asıllı asker Sevag Şahin Balıkçı'nın ailesi de yürüyüşe katıldı.

Yazar Vedat Türkali ise tekerlekli sandalyesiyle kortejin en önünde "Hepimiz Hrant'ız, hepimiz Ermeniyiz" dövizi taşıdı.

'AYIPTIR, ZULÜMDÜR, GÜNAHTIR'
Törende basın açıklamasını okuyan gazeteci ve yazar Karin Karakaşlı, 'bu kepazeliğe son verilmesini' isteyerek 'Ayıptır, zulümdür, günahtır' dedi.

"19 Ocak bir anma günü değil. Hiçbir zaman olmadı. Herkes acısının yaşandığı gün bir başına kahroldu" diyen Karakaşlı, "Sonra 23 Ocak geldi, Türk düşmanı ilan edilen bir Ermeni gazetecinin cenazesi hepimizi buluşturdu. Onu güpegündüz bu caddede sırtından vurdular hepimizi de görgü tanığı kıldılar" şeklinde konuştu.

Karin Karakaşlı, konuşmasın özetle şunları söyledi:

"Türk düşmanı ilan edilen bir Ermeni gazetecinin cenazesi hepimizi buluşturdu. Çünkü Hrant Dink, bu ülkenin bütün acılarının dermanına talipti. Onu güpegündüz şimdi durduğumuz bu kalabalık caddenin üzerinde sırtından vurdular. hepimizi de o cinayetin görgü tanığı kıldılar. O cenaze gününde, 1915'i, Dersim'i, Maraş'ı, Çorum'u, Sivas'ı faili meçhulleri, ihtilalleri, olağanüstü halleri, bitmek bilmez darbe girişimlerini buluşturduk. Kompartıman usulü ayrı ayrı yaşamamız buyrulmuş. Ne varsa bir kıldık; büyük oyunu onun birleştirici ruhuyla bozduk. Onu bir kere öldürmediler sevgili canlar... İstanbul Valiliği'nde MİT mezunlarınca tehdit edilirken öldürdüler. Hrant Dink'i barış yolunu gösteren yazılardan çıkma satırlar ve cümlelerle Türk düşmanı ilan ederek öldürdüler. Her yazıya her söyleşiye nefes tüketirken kendini izaha mecbur hissederken öldürdüler.

Kendisi yetmezmiş gibi oğlunu ölümle tehdit ederek ve kim bilir daha bizlere hiç söyleyemediği neler neler yaşatarak öldürdüler. Gerisi çorap söküğü gibi geldi. Silinen telefon görüşmeleri, karartılan deliller, gizlenen bilgiler, imha edilen raporlar, başlatılmayan ya da üstü kapatılan soruşturmalar, zamanaşımından aklanan istihbarat memurları, emniyet mensupları ve jandarmalar birbirini izledi.

Başta Veli Küçük ve Kemal Kerinçsiz olmak üzere 'Ergenekon' sanığı pek çok ismin daha Hrant Dink sağken yargı süreci ve linç kampanyaları hazırladıkları biliniyordu. Derken 'Kafes Eylem Planı' da ortaya çıktı. Gel gör ki bu davanın 'Ergenekon'la bağlantısı bir türlü kurulamadı.

Dört yanımızdan yalanlarla sardılar sarmaladılar bizi. Bu tam 5 yıldır böyle. En sonunda da iki kişi verdiler elimize, 'Bununla yetinin, yeter de artar hepinize' dediler. Ortada zaten silahlı terör örgütü olmadığına göre onun yöneticisi ve lideri de yok. Ve beraat eden Erhan Tuncel'in hemen o akşam tahliyesi öyle büyük bir aciliyet ki, telaşla bir sanıkla ilgili hüküm koymayı da unutmuşlar. Tuncel şimdi ilim irfana adanmak üzere taze bir üniversite adayı. Böyle gözümüze baka baka, hiç sıkılmadan, hiç utanmadan yangından mal kaçırır gibi verdiler bu kararı. Devlet 'çıplak' dedik, devlet çıplak!

Bilir misiniz Türkçe'deki şu iyelik eki öyle kolay kullanılmıyor; burası 'benim ülkem'. Gönül rahatlığıyla bu devlete, 'Benim devletim' diyebilir miyim? Cumhurbaşkanım, başbakanım, bakanlarım, hükümetim, muhalefetim, Meclisim böyle diyebilmek için benim tek bir seçeneğim var; bu kepazeliğe bir son verin artık. Yargıtay cinayete giden süreçteki rolüne inat bir kez de adalet adına temyiz mekanı olsun. Bunları yapmak borçtur, yükümlülüktür, şarttır. Bize yaşatılan ayıptır, zulümdür, günahtır. Hrant Dink'i hepimiz kaybettik ama biz Ermeniler için onun kaybı takdir edersiniz ki başka bir yoksunluk. 1915'te Ermeniler trenlere konup sürgüne gitti. İçlerinden sadece bir kaçı geri dönebildi."

'BURADA'
Karakaşlı, Türkiye'de öldürülen Ermenilerin isimlerini okurken, toplanan kitle de hep bir ağızdan 'Burada!' diye bağırdı.

Karakaşlı, en son Hrant Dink'in adını okudu. Binlerce kişi hep bir ağızdan "Burada" diye bağırdı.

KALDIRIM TAŞI DEĞİŞTİRİLDİ
Öte yandan, Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül, 5 yıl önce katledilen Hrant Dink'in öldürüldüğü yere Ermenice ve Türkçe "Hrant Dink burada öldürüldü. 19 Ocak 2007 saat 15.05" yazılı bir kaldırım taşı döşetti.

Sabahın erken saatlerinde Dink'in katledildiği yer olan Agos Gazetesi önünde de yüzlerce kişi toplanmaya başladı. Gazete binasının camlarına üzerinde Dink'in fotoğrafını bulunduğu "5 yıl değil 95 yıl da geçse bu dava böyle bitmez" yazılı pankart asıldı.

Dink'in katledildiği noktaya gelen yurttaşlar, burayı mumlarla çevirerek, karanfiller bıraktı.

http://www.haber7.com/haber/20120119/Binlerce-kisi-Dink-icin-yurudu-GALERI.php
#627


Hrant Dink davasında karar nihayet açıkladı. Kararın açıklanmasından sonra mahkeme salonunda arbede yaşandı.. İşte mahkemenin sanıklar hakkında verdiği karar:

İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti, tutuklu sanık Yasin Hayal'in, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası dışında ''yazar Orhan Pamuk'u tehdit etmek'' suçundan 3 ay ve ''ruhsatsız silah bulundurmak'' suçundan da 1 yıl olmak üzere toplam 1 yıl 3 ay hapisle cezalandırılmasını, ''silahlı terör örgütü yöneticisi olmak'' suçundan ise beraatını kararlaştırdı.

İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti, Dink cinayeti davasıyla ilgili kararını açıkladı.

Mahkeme heyeti, tutuklu sanık Yasin Hayal'in, ''Hrant Dink'i tasarlayarak öldürmeye azmettirme suçundan'' ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmasına karar verdi.

Heyet, Hayal'in ''yazar Orhan Pamuk'u tehdit etmek'' suçundan 3 ay ve ''ruhsatsız silah bulundurmak'' suçundan da 1 yıl olmak üzere toplam 1 yıl 3 ay hapisle cezalandırılmasını kararlaştırdı.

Mahkeme heyeti, Yasin Hayal'in ''silahlı terör örgütü yöneticisi olmak'' suçunun sabit olmadığını belirterek, bu suçtan beraatına da hükmetti.

-Tuncel'e tahliye-

Tutuklu sanıklardan Erhan Tuncel'in de, 2004 yılında Yasin Hayal'i Trabzon'daki McDonalds'da patlattığı patlayıcıyı imal ederek, patlayıcı madde imal etme suçunu işlediğinin sabit olduğunu belirten heyet, tehlikenin ağırlığını dikkate alarak Tuncel'in ''patlayıcı madde imal etmek'' suçundan 5 yıl, Yasin Hayal ile birlikte kişilerde korku, kaygı ve panik yaratacak biçimde ''patlayıcı madde kullanmak'' suçundan 2 yıl ve mağdur Numan Sezai Yomralıoğlu'nun aracına patlayıcı madde kullanarak zarar vermek suçundan 1 yıl 6 ay ve söz konusu patlamada 6 mağdurun yaralanması suçundan 4'er aydan 2 yıl olmak üzere toplam 10 yıl 6 ay hapisle cezalandırılmasına karar verdi.

Heyet, sanık Erhan Tuncel'i ''silahlı terör örgütünün yöneticisi olmak'' ve ''tasarlayarak adam öldürmeye azmettirme'' suçlarının sabit olmadığı gerekçesiyle bu suçlardan beraatına da hükmetti.

Tuncel'e verilen hapis cezalarının toplam miktarı ve tutuklulukta geçirdiği süreyi göz önüne alan heyet, Tuncel'in tahliyesini de kararlaştırdı.

Sanıklardan Ersin Yolcu ve Ahmet İskender'in ''tasarlayarak adam öldürmeye yardım etmek'' suçundan 12 yıl 6'şar ay hapisle cezalandırılmasını kararlaştıran heyet, Ahmet İskender'in ayrıca ''ruhsatsız silah bulundurmak'' suçundan da 10 ay hapisle cezaladırılmasına hükmetti.

Heyet, Ersin Yolcu ve Ahmet İskender'in ''silahlı terör örgütüne üye olmak'' suçundan da beraatına hükmetti.

Tutuksuz sanıklardan Salih Hacısalihoğlu'nu da ''ruhsatsız mermi bulundurmak'' suçundan 2 ay 15 gün hapisle cezalandıran heyet, sanığın ''terör örgütüne yardım etmek'' suçunun sabit olmadığı gerekçesiyle beraatını kararlaştırdı.

-Diğer beraat kararları-

Mahkeme heyeti, birleşen dosya sanığı Osman Hayal ve diğer sanıklar Zeynel Abidin Yavuz, Mustafa Öztürk ile Tuncay Uzundal'ın ''silahlı terör örgütüne üye olmak'' ve ''tasarlayarak adam öldürmek'' suçlarının sabit olmadığını belirterek, Hayal, Yavuz, Öztürk ve Uzundal'ın bu suçlardan beraatine karar verdi.

Sanıklar Alper Esirgemez, İrfan Özkan, Osman Alpay, Erbil Susaman, Numan Şişman, Şenol Akduman ve Veysel Toprak'ın da ''terör örgütüne yardım etmek'' ve ''suçluyu gizlemek'' suçlarından beraatını kararlaştıran heyet, sanıklar Yaşar Cihan ve Halis Egemen'in, ''terör örgütüne yardım etmek'' suçlarının sabit olmadığı gerekçesiyle bu suçtan beraatlarına karar verdi.

-Duruşma salonunda izleyicilerden tepki-

Mahkeme heyetinin sanıkların aldığı cezaları ve beraat kararlarını okumasının ardından, duruşma salonunda izleyici olarak katılanlardan bazı kişiler, bu karara tepki gösterdi.

Mahkeme heyeti başkanı Rüstem Eryılmaz'ın uyarısına rağmen izleyiciler arasında bulunan bir kadının tepkisini sürdürmesi üzerine Eryılmaz, duruşmada bulunan polis memurlarına seslenerek ''gözaltı işlemi başlatın'' ifadesini kullandı.

Duruşma salonu çıkışında Dink ailesinin bazı avukatlarının göz yaşı döktüğü görüldü.

Duruşma salonundan çıkan izleyiciler, mahkemenin bulunduğu binadan slogan atarak ayrıldı.

Öte yandan cezaevine götürülmek üzere cezaevi aracına bindirilen Yasin Hayal, ''Hepinizi seviyorum. Bu karar Türkiye'nin çirkinliğidir'' ifadelerini kullandı.



Karar, Dink ailesinin avukatını şok etti

Hrant Dink'in ailesinin avukatı Fethiye Çetin karar sonrası, gazetecilere açıklama yaparak 'Kararın büyük şokunu yaşıyorum' dedi.

Dink ailesinin Avukatı Fethiye Çetin kararın ardından "Bu karar yerleşik bir geleneğin bozulmadığı anlamına geliyor. Bu gelenek devletin bir kısım vatandaşlarını ötekileştirerek düşmanlaştırma geleneğidir. Bu gelenek halen devam ediyor" dedi.

Demokratikleşmek için Dink davasının eşsiz bir fırsat olduğunu ancak bunun kullanılmadığını kaydeden Çetin, "Bugünün siyasileri kendilerini ötekileştiren gelenekle ittifak kurmuş bulunuyorlar. Bu ittifaklar geçicidir devlet dönüşmediği sürece" değerlendirmesinde bulundu.

Davanın bitmediğini, bitenin bir komedi dosyası olduğunu ve kendileri için yeni başladığını kaydeden Çetin, gidecekleri pek çok yol olduğunu ve bunların her birini büyük bir kararlılıkla kullanacaklarını ifade etti. (ANKA )

Karar Dink ailesini isyan ettirdi

Hrant Dink'in arkadaşaları karardan sonra İstanbul Adliyesi'nden Agos Gazetesine doğru yürüyüşe geçtiler.

Duruşmadan önce ''Biz bitti demeden, bu dava bitmeyecek'' ifadesi kullanan Hrant'in Arkadaşları 2 gün sonra, 19 Ocak'ta Taksim'de Hrant'a doğru yürüneceği ve sokaklarda olunacağı duyurusunda bulundu.

Azmettirici olarak yargılanan sanıklardan Erhan Tuncel Mc Donalds davasından 10 yıl 6 ay hapis cezası aldı ancak Tuncel için tahliye kararı çıktı. Tuncel tutuklu bulunduğu Tekirdağ Cezaevi'nden salıverilecek.

Dink ailesi adına açıklama yapan avukat Fethiye Çetin, şunları söyledi: Arat Dink ne demişti, bizimle dalga geçtiler demişti. Meğer dalganın en büyüğünü en sona saklamışlar. Meğer örgüt yokmuş, Hrant Dink cinayeti, Pelitli'deki birkaç kendini bilmez tarafından işlenmiş. Bu kadarını beklemiyorduk.

DİNK'TE BEKLENTİLER "HAYAL" OLDU

Bu devletin katil, halkını bombalayan, suikastçı gibi sıfatlarla yan yana anılmasından çok rahatsız olanlar, devleti bu sıfatlardan arındırmak için hiçbir çaba sarf etmediler. Buyük bir fırsatı değerlendirmediler. Yerleşik düzenin değişmediğini görüyoruz. Bugün bu kararla cinayet tetikçilerinin yargılandığı dosyanın ilk safhası kapandı. Bu dava bitmedi, bu dava komedi dosyasıdır. Bizim davamız yeni başlıyor. Karanlıkta saklanmaya çalışan failler bütün çıplaklığıyla ortaya çıktı. Bu dava biz 'bitti' diyene kadar bitmeyecektir.

"BU KARARI BEKLEMİYORDUK"

Ailenin avukatlarından Cem Halavut, "Karar bizim açımızdan tam bir hayal kırıklığı oldu. Örgüt suçundan beraat etmelerini beklemiyorduk. Temyiz aşaması var, örgütlü bir suç olduğu noktasında itiraz edeceğiz" diye konuştu.

Yasin Hayal'in babası da isyan etti

Yasin Hayal'in babası Bahattin Hayal, ''Yasin Hayal, Öcalan değildir, aynı cezaya çarptırılmıştır'' diyerek isyan etti.

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in öldürülmesine ilişkin davada, ''Hrant Dink'i tasarlayarak öldürmeye azmettirmek'' suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptıran Yasin Hayal'in babası Bahattin Hayal, oğlunun terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan ile aynı cezaya çarptırıldığını savunarak, ''Sarkozy savcı, Sarkisyan hakim olsaydı bu kadar ceza vermezdi'' dedi.

Bahattin Hayal, Trabzon'un Pelitli beldesindeki evinin önünde, Yasin Hayal'e mahkemece verilen cezaya ilişkin gazetecilerin soruları üzerine oğlunun ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alacağını beklemediğini belirterek, ''Çok üzgünüm, beklemiyordum. Adalet buymuş demek ki ama biz bu adalete inanmıyoruz'' diye konuştu.

Dink cinayetinin bir numaralı sanığının Erhan Tuncel olduğunu defalarca söylediklerini belirten baba Hayal, şöyle devam etti:

''Biz bunu defalarca söyledik. Erhan Tuncel bunun bir numaralı sanığıdır dedik. Bunun üzerine gitmediler. Onu ödüllendirdiler. Asker var dedik, polis var dedik içinde. Samsun'da çekilen resimler var, niye çekilmiş bunları söyledik. Ama olmadı. Aynı yerleşik düzen, bütün siyasi cinayetlerde olan şeyler, burada da aynı olmuştur. Siyasi cinayetlerde tetikçiler yakalanmıştır, içeri atılmıştır, gasbedilmişlerdir, doğrusu gerisi kalmıştır. Burada da aynı, beklenen şey.''

-''5 senelik tutukluluk süresini dolduracağı için ayın 24'ünde çıkması gerekir''-

Bahattin Hayal, mahkemenin verdiği kararı da temyiz edeceklerini belirterek, ''Bundan sonra Yargıtaya gideceğiz. Örgüt olmadığını söylediler. Örgüt olmadığı içinde Yargıtay aşamasında Yasin'in 5 senelik tutukluluk süresini dolduracağı için ayın 24'ünde çıkması gerekir. Yargılama devam ediyor, ayın 24'ünde adalet varsa Yasin dışarı çıkacak. Ondan sonra Yargıtayın vereceği karara göre tekrar içeri alınır mı bilemiyorum'' ifadelerini kullandı.

Yasin Hayal'in ''tetik çekmeyen bir tetikçi'' olduğunu söyleyen Bahattin Hayal, şunları kaydetti:

''Benim düşünceme göre Yasin Hayal bir Ogün Samast'tı. Ben bunu defalarca söyledim. Tetikçiydi, kullanılmıştı, piyondu. Tetik çekmeyen tetikçiydi. Yasin Hayal, Trabzon'da olup da İstanbul'da adam öldürülüyorsa bunun ağırlaştırılmış müebbet ile ne alakası var. Yasin Hayal, Öcalan değildir, aynı cezaya çarptırılmıştır. Öcalan kaç kişi öldürmüştür. Sarkozy savcı, Sarkisyan hakim olsaydı bu kadar ceza vermezdi. Başka hiçbir şey demeyeceğim''

Hrant Dink'in öldürülmesine ilişkin yargılanan Yasin Hayal, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince, ''Hrant Dink'i tasarlayarak öldürmeye azmettirmek'' suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına, Erhan Tuncel ise Mc Donald's'ın bombalanması eylemi nedeniyle 10 yıl 6 ay hapis cezasına mahkum edilmişti.

Gülten Kaya: İlahi bir hukuk komedyası

Gazete önünde Hrant'ın arkadaşları adına bir açıklama yapan Gülten Kaya, mahkemenin verdiği kararı 'ilahi bir hukuk komedyası' olarak niteledi.

Hrant Dink davasının karara bağlanmasının ardından Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi'nden Şişli'deki Agos Gazetesi'ne yürüyen Hrant'ın arkadaşları, mahkemenin verdiği kararı protesto etti. Aralarında Hrant Dink'in eşi Rakel Dink'in de bulunduğu grup, Agos Gazetesi önüne karanfiller bıraktı. Basın açıklaması yapan grup daha sonra Hrant anısına mum yaktı.

Kendilerine 'Hrant'ın Arkadaşları' adını veren yaklaşık 300 kişilik grup, mahkemenin verdiği kararı protesto etmek için İstanbul Adliyesi'nden Agos Gazetesi'ne yürüdü. Gazete önünde Hrant'ın arkadaşları adına bir açıklama yapan Gülten Kaya, mahkemenin verdiği kararı 'ilahi bir hukuk komedyası' olarak niteledi. Bu davanın burada bitmeyeceğini belirten Kaya, "Mahkemenin verdiği karar bizim için sadece bir kağıt parçasıdır. Bu kararla hukuka inancımız bir kez daha sarsılmıştır. Bu ülke binlerce Hrant yetiştirecektir." şeklinde konuştu. Kaya, herkesi 19 Ocak Perşembe günü Hrant Dink'in ölüm yıl dönümünde düzenlenecek etkinliğe davet etti.    

Açıklamanın ardından Hrant anısına mumlar yakıldı.

Grup, 'Katil devlet hesap verecek', 'Bu dava böyle bitmeyecek', 'Faşizme inat kardeşimsin Hrant', 'Hepimiz Hrantız hepimiz Ermeniyiz', 'Öldür diyenler yargılansın', 'Hrant için adalet için', 'Faşistler vuruyor AKP koruyor' şeklinde sloganlar attı.

AK Parti'den Dink tepkisi: Kabul edilemez

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Adana Milletvekili Ömer Çelik, Hrant Dink'in öldürülmesine ilişkin davada verilen cezalarla, "Hrant Dink cinayeti davasında mahkemenin 'örgüt yok' demesi kabul edilemez. Adalet ve vicdan kabul etmez bunu"

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in öldürülmesine ilişkin davada mahkemenin, sanıklardan Yasin Hayal'i cinayeti azmettirmekten ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırıp, sanıklardan Erhan Tuncel'in ise cinayeti azmettirmek iddiasından beraatına karar vermesi ve cinayette örgüt şüphesi görmemesine hükümet kanadından ilk tepki geldi.

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Adana Milletvekili Ömer Çelik, twitter hesabından yaptığı açıklamada, karara tepki göstererek, "Bu kadar organize bir cinayette 'örgüt ötesi örgüt' aranması gerekirken, örgüt yok denmesi, kamu vicdanında karşılık bulmadı. Tam tersine çok organize bir örgütün varlığını daha da çıplaklaştırdı" ifadelerini kullandı.

Ömer Çelik, beraat kararlarının aslında örgütün kaynağının neresi olduğunu gösterdiğini de savunarak, "Ortaya çıkan beraat kararı, örgütün varlığının başladığı yeri gösteren bir işarete dönüştü. Hrant Dink cinayeti davası, adaletin varoluş davasına dönüşüyor" dedi. Adana Milletvekili Ömer Çelik sözlerini ise şu sözlerle noktaladı:

"Hrant, yaşamı gibi vefatından sonra da bu ülkenin adalet arayışına rehberlik ediyor. Karar ne kadar kabul edilmezse; karardan sonra toplumun 'adaleti sonuna kadar arama' iradesinin bu derece kuvvetlenmesi ve berraklaşması da o kadar anlamlı." İHA

http://www.haber7.com/haber/20120117/Dink-davasinda-kararlar-aciklandi.php


Başbakan Erdoğan'dan Dink davası kararına ilişkin ilk açıklama

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Hrant Dink davasına ilişkin, ''Temyiz, bu karar noktasında çok daha farklı bir kararı verebilir.

Şu anda temyize gidecek bir süreç olduğu için bunu da yorumlamamız doğru değil. Ama ben, her şey burada bitmediği için bu noktada temyiz sürecini izlemekte, takip etmekte fayda olduğuna inanıyorum. İnanıyorum ki adalet bu noktada yerini bulur'' dedi.

Erdoğan, Kanal D televizyonunda, Mehmet Ali Birand'ın soruları üzerine, Hrant Dink cinayeti davasındaki mahkeme kararını değerlendirdi.

Kararla ilgili temyiz sürecinin bulunduğunu hatırlatan Erdoğan, şunları söyledi:

''Temyiz bu karar noktasında çok daha farklı bir kararı verebilir. Şu anda temyize gidecek bir süreç olduğu için bunu da yorumlamamız doğru değil. Ama ben, her şey burada bitmediği için bu noktada temyiz sürecini izlemekte, takip etmekte fayda olduğuna inanıyorum. İnanıyorum ki adalet bu noktada yerini bulur. Burada beklentiler çok çok farklı. O beklentilere kısmen katılmak mümkün olduğu gibi geneline katılmam mümkün değil. Örneğin, 32 saatte bu işin failini yakalamış bir hükümetiz biz. Ondan sonrası yargıya ait bir süreçtir. Ama yargıya ait süreç uzamıştır. Hemen hemen 5 yıl oldu bu süreç. Dolayısıyla biz bu süreç içerisinde yargıdan yürütmeye ne intikal etmişse veya yürütmeden ne istenmişse yürütme bunların hepsini yerine getirmiştir. Bundan sonra böyle bir şey olacak olursa yine yerine getirmeye devam eder.''

''Karar içinize sindi mi?'' sorusuna Erdoğan, ''Az önce de ifade ettiğim gibi kamuoyu vicdanı rahat değil ama faille ilgili verilmiş olan bu ceza, bundan daha başkası olmaz zaten ağırlaştırılmış müebbet hapis, idam olmadığına göre, bundan daha başka ceza verilemez'' yanıtını verdi.

Başbakan Erdoğan, Birand'ın, ''Bir konunun üzerinde çok duruluyor, 'devlet kendi içindeki sorumluları yeteri kadar incelemedi, daha sorumluların üzerine gitmesi gerekirdi' diye bir şey var'' demesi üzerine de, ''Bu konuyla ilgili olarak devlet bir defa yargıyla müşterek çalışmalarını yaptı. Yargı da zaten devletin bir unsuru. Dolayısıyla burada neyi kastediyorlar onu bilemem. Ama bununla ilgili biz yürütme olarak bize ne dendiyse, bizden ne istendiğiyse bu çalışmaların hepsi yapıldı ve yakalama sürecinden tutunuz, ondan sonraki diğer vesaire tüm bunlara baktığımızda istenen ne olmuşsa bunlar yerine getirilmiş ve diğerlerinin de biliyorsunuz yargılama süreci bu şekilde devam etmiştir'' diye konuştu.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1231713&title=basbakan-erdogandan-dink-davasi-kararina-iliskin-ilk-aciklama


AP Türkiye raportöründen 'Dink' tepkisi: Hayal kırıklığı!

Avrupa Parlamentosu Türkiye raportörü Ria Oomen-Ruijten, Hrant Dink cinayetine ilişkin verilen mahkeme kararından hayal kırıklığına uğradığını açıkladı.

Yazılı bir açıklama yapan Hollandalı Hristiyan Demokrat siyasetçi, "hayal kırıklığını" vurgularken şöyle dedi: "Hrant Dink davası, toplumu rahatsız eden unsurlara karşı yargı kurumlarının ne kadar etkili mücadele ettiğine ilişkin çok iyi bir emsal olabilirdi. Bu karar, Türkiye'de yargı alanında daha fazla reforma ihtiyaç duyulduğunu net bir şekilde ortaya koymaktadır."

Oomen-Ruijten'in ofisinden yapılan açıklamanın izahında da Dink kararının, cinayete karıştığı iddia edilen devlet yetkilileriyle ilgili işlem yapmadığı için tenkit edildiğine dikkat çekildi. Hollandalı siyasetçi, daha önce kaleme aldığı Türkiye raporlarında Dink cinayetine karıştığı iddia edilen devlet görevlilerinin adalet huzuruna çıkarılması yolunda çağrılar yapmıştı.

(CİHAN)
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1231573&title=ap-turkiye-raportorunden-dink-tepkisi-hayal-kirikligi
#628
Bugün size bir stajyer avukatın meslekteki ilk izlenimlerinden söz etmek istiyorum...

Oğlumuz henüz 23 yaşında... Büyük bir üniversitenin hukuk fakültesini oldukça iyi sayılabilecek bir not ortalamasıyla bitirdi ve şu anda bir hukuk bürosunda zorunlu stajını yapıyor.

Oturmuş, meslek hayatının bu ilk günlerinde başından geçenleri yazmış, bana da göndermiş... Şöyle:

***

"Dar gelirli bir memur ailesinin üç çocuğundan biriyim. Hukuk fakültesini kazandığımı duyduğumuzda evimizde bayram coşkusu yaşandı. Çünkü ilk tercihimdi. Hayalim olan hukuk öğrenimini görecek, adaletsizliklerin üzerine korkusuzca yürüyecektim... Ben bu yüzden sevinçliydim. Ailemin sevinci farklıydı: Onlar, en azından kendileri gibi geçim sıkıntısı çekmeyeceğimi, rahat bir hayat süreceğimi düşünüyorlardı.

Zor bir öğrencilik dönemi geçirdim. Zamanında mezun olmak ve bir an önce meslek hayatına atılmak için her biri 500'er sayfa olan onlarca kitabı yuttum. O kitapları edinebilmek için harçlıklarımı biriktirdim, yurtta verilen yemeklere talim ettim. Geceleri atıştıracak bir şeyler alamadığım için, açlıktan guruldayan midemle dalga geçerek ders çalışmayı ve uyumayı öğrendim.

Yaklaşık sekiz aydır hukuk stajı yapıyorum. Bana bu olanağı tanıyan hukuk bürosu, sadece masraflarımı ödüyor. Stajımın bitmesine ve avukatlık ruhsatımı almama çok kısa bir süre kaldı ama ben artık avukat olmak istemiyorum.

Çünkü bu kısa deneyim bile bana Türkiye'deki adalet mekanizmasının akıl almaz çarpıklıklarla dolu olduğunu gösterdi. Çünkü sistemin kendisi adil değil! Kendisi adil olmayan bir sistemin, hak ve adalet dağıtamayacağını bilecek kadar iyi bir eğitim aldım.

Üst düzeydeki çarpıklıkları, evrensel yargılama usullerine aykırılıkları, vicdanlarını cüzdanlarıyla değiştiren adalet dağıtıcılarını bir kenara koyuyorum:

Bugün sıradan bir adliyede, sıradan bir icra dosyasıyla ilgili işlem yapabilmek için, yazı işlerindeki memurun önüne 10 lira koymak zorundasınız... Bu; resmi olmayan bir tarife adeta! Dosya başına 10 lira... Makbuzsuz, nereye gideceği, kimin ya da kimlerin yiyeceği asla belli olmayan bir para!

Bu iş o kadar doğal kabul edilmiş ki; siz cebinizden çıkarıp masanın üzerine koymadığınızda, karşınızdaki görevli açık açık istiyor!

'Neden' diye sorduğunuzda dosyayı çekmeceye kaldırıyor ve 'Senin canın uğraşmak istiyor galiba... Uğraş öyleyse' diyerek bir de fırça atıyor.

Bir memur günde 50 işlem yapsa, 500 lira toplar... Bu da benim emekli vergi müfettişi babamın aylığının dörtte biri!

Bu olay başıma ilk geldiğinde öfkeyle büroya döndüm ve durumu anlattım; bir fırça da üstat avukatlardan yedim:

'Vereceksin oğlum, iş gördürüyorsun!'

Büromuzun patronunun anlattığına göre sırf bizim bürodaki dört avukatın ayda verdiği bu 'makbuzsuz paralar'ın toplamı (rüşvet demeyi kendime de mesleğime yediremiyorum) bin beş yüz lirayı buluyormuş... Yani, yılda o n sekiz bin lira!

Bu 'adaletsiz adalet sistemi'ne alışmaya çalıştım, ama beceremedim. Ukala bir memurun, hiç de hakkı olmayan paraları pişkinlikle alıp çekmecesine indirmesini izledikçe; sadece mesleğime değil, hukuka ve hukukçulara olan inancımı da kaybettim. Her fırsatta, hak-hukuk nutukları atan, makam-mevki sahibi avukatların bu sistemin bir parçası olmayı kabul etmelerinden büyük üzüntü duyuyorum. Yaşadıklarımı paylaştığım tüm yakınlarım, 'Oğlum sen saf mısın? Vereceksin üç kuruş, saatlerce sürünmekten kurtulacaksın' diyorlar...

Ama ben 'verdikçe' küçüldüğümü, sıradanlaştığımı ve dünyada en çok korktuğum şey olan 'suçlu'ya dönüştüğümü hissediyorum.

Henüz aileme söylemedim ama Mustafa Ağabey... Ben o ruhsatı almak istemiyorum. Bunun için yurt dışında mastır yapmaya, bitirdikten sonra da Türkiye dışındaki herhangi bir ülkede çalışmaya karar verdim."

***

Bu mektubu yedi ayrı avukata okudum. Hiçbiri, "Hayır yok böyle bir şey" diyemedi!

Bir ülkede yargı olmazsa, kaos olur...

Ama en tehlikelisi; adalet dağıtan mekanizmanın yozlaşması ve adaletsizlik üretmesidir.

Haydi Sayın Adalet Bakanı... Açın bana telefonu ve yalanlayın! "Bizim adliyelerimizde asla böyle bir şey yoktur" deyin...

Bunu yapmanızı o kadar çok istiyorum ki!

http://haber.gazetevatan.com/bir-stajyer-avukatin-ilk-mesleki-izlenimleri/395727/4/Haber
#629
Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Kemal Çetin tarafından hazırlanan ve 12. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilen 12 Eylül iddianamesinin tam metnine aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:

http://medya.zaman.com.tr/2012/01/12/12-eylul-iddianamesi.pdf


12 Eylül mağdurları: Yıllardır bugünü bekledik

Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nin, 12 Eylül iddianamesini kabul etmesi en çok darbe mağdurlarını sevindirdi.

Darbecilerin yargılanacağı günleri senelerdir hasretle beklediklerini belirten mağdurlar ve aileleri, davaya müdahil olmak için de harekete geçti. İhtilalin ardından 11 yıl hapis yatan ve 19 yıl sürgün yaşayan Recep Küçükizsiz, "Referandumda darbecilerin yargılanması için 'evet' oyu vermiştik. Çok şükür bugünleri gördük." diyor. Dönemin Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcısı Kadir Mahir Damatlar, yıllardır darbecilere 'Bunları niye yaptınız?' diye hesap sorulmasını beklediklerini söylüyor. Mamak ve Ulucanlar'da ağır işkenceler gören Remzi Çayır, yargılamanın darbe geleneğini bitireceğine vurgu yaparken; 2000 yılında iddianame hazırladığı için meslekten ihraç edilen eski Savcı Sacit Kayasu, Kenan Evren ile Tahsin Şahinkaya'nın rütbelerinin sökülmesini istiyor. Türkiye'de solun simge isimlerinden 'Terzi Fikri' olarak bilinen Fikri Sönmez'in oğlu Naci Sönmez de müdahillik başvurusuna hazırlanıyor. Sönmez, darbecilerle karşı karşıya gelmek için ilk duruşmayı sabırsızlıkla beklediğini anlatıyor.

Ankara 12. Ağır Ceza Mahke-mesi'nin, 12 Eylül darbesine ilişkin hazırlanan iddianameyi kabul etmesinin ardından o dönemde işkence gören ülkücüler harekete geçti. 11 yıl hapis yatıp 19 yıl sürgün yaşayan ülkücü Recep Küçükizsiz, darbecilerin yargılanacağı günleri senelerdir hasretle beklediklerini kaydetti. İddianamenin kabulünün ardından derhal mahkemeye müdahillik dilekçelerini verdiklerini belirten Küçükizsiz, "Biz 12 Eylül 2010 referandumunda darbecilerin yargılanması için 'evet' oyu verdik. Ve herkesi de 'evet' demesi için teşvik ettik. Çok şükür bu günleri gördük. Şimdi referandumda darbecilerin 'evet' çıksa dahi yargılanamayacağını söyleyen kişiler ne yapacak acaba?" dedi.

Darbecilerin hayatından 30 yıl çaldıklarını belirten Küçükizsiz, "Artık adalet istiyoruz. Bizlere yapılan işkenceler, haksız yere asılan insanlar, faili meçhul cinayetler ve benzeri birçok suç artık cezasız kalmayacak. Bizleri 12 Eylül darbe hukuku ile yargılayanlar sivil ve bağımsız yargının karşısına çıkacak. Ne mutlu onlara." şeklinde konuştu. Darbeden sonra 11 yıl hapis yatan avukat Hasan İlter de 12 Eylül askeri müdahalesini gerçekleştirenlerin hakim karşısına çıkmalarından çok mutlu olduklarını dile getirdi. İlter, "Geç dahi olsa yargılamanın başlamasından büyük sevinç duyduk. Darbecilere hesabı mutlaka sorulmalıydı çok şükür ki soruluyor." değerlendirmesinde bulundu.

Mamak ve Ulucanlar cezaevlerinde işkence görenlerden Büyük Birlik Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selahattin Şenliler, "Bizim neslimiz, hapishanelerde işkence çığlıkları arasında büyüdü. Allah kimsenin yaptığını yanına bırakmıyor. Referanduma bunların yargılanması için destek vermiştik, oldu." diye konuştu. Bir başka darbe mağduru Ülkücü Remzi Çayır da, "Bu kararla birlikte Türkiye'de darbe geleneğinin sona erdirilmesinin kapısı açılmıştır. Bu davanın, darbecilerin ömür boyu ceza alarak sonuçlanması için taraf olacağız ve sürekli takip edeceğiz." açıklamasını yaptı.

YILLARCA HESAP SORULMASINI BEKLEDİK

İki buçuk ay boyunca cezaevinde işkence gören dönemin Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcısı Kadir Mahir Damatlar ise Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya'yla birlikte, Milli Güvenlik Konseyi'nde yer alan fakat hayatını kaybeden Necat Tümer, Nurettin Ersin ve Sedat Celasun'un da gıyaplarında yargılanması gerektiğini belirtiyor. "Bu beşli çete vatana ihanet suçu işlemiştir." ifadelerini kullanan Damatlar, "Yıllarca bugünün gelmesini bekledik. İntikam peşinde değiliz ancak zulmün, yapanın yanına kâr kalmadığını görmek adına hakim karşısına çıkmaları gerekiyordu." şeklinde konuştu. GÖKSEL GENÇ, AYŞE TOSUN, AHMET DİNÇ; İSTANBUL, ANKARA

'Terzi Fikri'nin ailesi de davada müdahil olacak

Türkiye'de solun simge isimlerinden birisi olan ve 'Terzi Fikri' olarak bilinen Fikri Sönmez'in ailesi de 12 Eylül darbecilerinin yargılanması için açılan davanın kabul edilmesini sevinçle karşıladı. Darbeden önce Ordu'nun Fatsa ilçesine yapılan askerî operasyonla tutuklanan eski Belediye Başkanı Fikri Sönmez'in oğlu Naci Sönmez, darbecilerin yargılandığı davaya müdahil olarak katılmak istediklerini belirtti. Darbecilerin yargılanması için açılan davanın demokratikleşen Türkiye adına önemli bir adım olduğunu dile getiren Sönmez, "Ben de müdahil olmak için başvuruda bulunacağım. Darbecilerle karşı karşıya geldiğimde 'Siz kimdiniz de Türkiye'yi sizden daha çok sevenlerin olabileceğini düşünmeden elinizdeki silahlı güce dayanarak demokrasiye müdahale ettiniz. Hiç mi aklınıza bir gün elim bastonlu dahi olsa yargı karşısına çıkabilirim diye düşünmediniz?' şeklinde soru sormak istiyorum." dedi. MÜKREMİN ALBAYRAK, SAMSUN

Rütbeleri ve maaşları ellerinden alınsın

Kenan Evren hakkında iddianame hazırladığı için 2000 yılında meslekten ihraç edilen eski Savcı Sacit Kayasu, 12 Eylül 1980 darbesine ilişkin iddianamenin kabul edilmesiyle haklılığının ortaya çıktığını belirtti. Duygularını Zaman'la paylaşan Kayasu, "Savcılığım elimden alındı. Ama Evren'in yargılanacak olması beni çok mutlu etti. Hiç olmazsa sağlıklarında iken yaptıklarının acısını tatsınlar." dedi.

Yargılamanın uzun sürebileceğini, buna sanıkların ömürlerinin de yetmeyebileceğini düşünen Kayasu şöyle devam etti: "Hiç olmazsa gerek Kenan Evren gerekse Tahsin Şahinkaya'nın sahip olduğu rütbeleri ve maaşları ellerinden alınarak korumaları da tedbir yoluyla kaldırılsın. Yaptıklarını kısmen de olsa çeksinler, tatsınlar. Dolayısıyla davada sanıklar öldüğü için lehte ve aleyhte karar verilmeden düşürülür." İddianamenin kabulüyle kendi adına değil, millet adına sevinç duyduğunu aktaran Kayasu, "Mesleğe tekrar iade edilmedikten sonra benim açımdan mutlu olacak bir şey yok. Haksız bir muameleye maruz kaldım. Bunun haksız olduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından kabul edildi. Buna rağmen mesleğe iade edilmedim. Haklılığım ortaya çıktı. Bugünkü iktidarın da beni tekrar savcılığa iade etmesini bekliyorum." diye konuştu. Referandum döneminde Evren ve arkadaşlarının zamanaşımından dolayı yargılanamayacağını öne süren hukukçulara da gönderme yapan Kayasu, "Zamanaşımı yok. Hukuk evrenseldir. Siz bir şahsı veya kurumu yargı önüne çıkartamıyorsanız, bir engel varsa zamanaşımı işlemez. Bu genel bir hukuk kuralıdır. Geçici 15. madde bunların yargılamasına engel. Bu engel varken dava açılamayacağına göre zamanaşımı nasıl işleyebilir? Buna katılmak mümkün değildi. Türkiye'de hukuk siyasi görüşe göre farklı yorumlanıyor. Bunu hukuka yansıttığınız anda hukuk, hukuk olmaktan çıkar." açıklamasını yaptı. DERVİŞ GENÇ İSTANBUL

'Darbe dönemlerinde hâkim ve savcılara hukuk unutturuldu'

12 Eylül 1980 darbesine tepki olarak 1982 yılında hâkimlik görevinden istifa eden Mehmet Tural, darbecilerin bugün olduğu gibi geçmişte de yasal kılıf olarak yargıyı kullandıklarını düşünüyor. Darbe dönemlerinde hâkim ve savcılara hukukun unutturulduğunu söyleyen Tural, "Elbette bu ülkede çok değerli namuslu ve dürüst hâkimler ve savcılar oldu, hâlâ da var. Ama 'adalet'in olmadığı yerde dürüst savcı ve hâkim olsanız ne olur?" dedi.

Zaman'a konuşan emekli Hakim Tural, 12 Eylül'ü soruşturan araştırmacıların Yüksek Hakimler Kurulu'nun arşivlerine de girmesi gerektiğini aktardı. Tural'a göre arşivlerin açılması halinde birçok usulsüz yargılama ortaya çıkacak. Yaşadıklarını '12 Eylül'de Hem Kürt Hem Alevi Hem Solcu Bir Hâkim Olmak' adlı kitabında toplayan Tural, sıkıyönetim komutanlarına verilen bir yetkiyle komutanın gerekçe göstermeden istediği kamu görevlisinin işine son verebildiğini ve bu yetkiyle binlerce devlet memurunun işlerinden uzaklaştırıldığını kaydetti.

Darbenin hemen ardından 18 Eylül 1980'de Kavak'ta bir yargılama sırasında duruşma salonunda sigara içerek kendisine hakaret eden bir astsubay hakkında tutuklama kararı çıkartan Tural'ın başına gelmeyen kalmamış. Karardan 1 saat sonra İl Jandarma Komutanı Albay Fadıl Ahmet Varol'un, beraberinde valiyle odasının kapısını tekmelerle açtığını anlatan Tural, Albay Varol'un 'Ulan hâkim sen kim oluyorsun da benim astsubayımı tutukluyorsun?' diyerek kendisini tehdit ettiğini anlattı. Dönemin Yüksek Hâkimler Kurulu Başkanı Mahzar Budak'ın da kendisini Ankara'ya çağırarak, 'Bu ortamda bu sistemde bir astsubay tutuklanır mı?' dediğini ifade etti. Mehmet Tural, 12 Eylül darbesinin yaşandığı günlerde, Hatay'da bir üsteğmenin, duruşma sırasında hâkim ve savcıları kovarak yargılamayı kendisinin yaptığını dile getirdi. SERKAN SAĞLAM İSTANBUL

Suçsuzluğumuz kanıtlanmış oldu

12 Eylül darbesini gerçekleştirenlerden hayatta olan Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya'nın yargılanacak olması, darbe dönemi mağdurlarının ailelerini sevindirdi. Bu sevinci yaşayanlardan biri de darbecilerin idam ettirdiği Mustafa Pehlivanoğlu'nun babası Necmi Pehlivanoğlu. Pehlivanoğlu, bu iddianamenin oğlunun suçsuzluğunu kanıtladığını söyledi. İdam edilen oğullarından dolayı toplumda suçlu duruma düştüklerine dikkat çeken Pehlivanoğlu, "30 yıldır suçsuz olduğumuzu kanıtlamaya çalışıyorduk, ama kimse bize inanmıyordu. Allah, Başbakan Erdoğan'dan razı olsun. Oğlumun yazdığı mektubu okuduktan sonra, suçsuz olduğumuz anlaşıldı. Bu iddianame de bizim tekrar suçsuz olduğumuzu gösterdi." dedi.

İddianamenin kabul edilmesine bile tereddütle yaklaştıklarını belirten Pehlivanoğlu, daha önce darbe ile ilgili iddianame hazırlayan Sacit Kayasu'nun görevden alınması sürecini hatırlattı. Pehlivanoğlu, bu açıdan iddianamenin kabul edilmesinin çok önemli olduğunu vurguladı. Türkiye'nin önemli bir aşama kaydettiğine dikkat çeken Pehlivanoğlu, "Allah kimseye acı çektirmesin, 30 yıldır ağlıyoruz. İnşallah, bizim bu acıyı çekmemize sebep olan kişiler de üzerinden 30 yıl değil, 100 yıl dahi geçmiş olsa yargılanır ve cezalarını çekerler." değerlendirmesini yaptı.

'Yargılama, barışın temini için gerekliydi'

12 Eylül öncesi Kahramanmaraş'ta çıkan olaylarda öldürülen sol görüşlü öğretmen Mustafa Yüzbaşıoğlu'nun ağabeyi Mehmet Yüzbaşıoğlu, iddianameye o dönem yaşanan olayların girmiş olmasının barışın tesisi adına önemli bir adım olduğunu söyledi. "Alevi kardeşlerimiz olayların aydınlatılmasından yana." diyen Yüzbaşıoğlu, ifadeye çağrılması durumunda koşa koşa gidip söylediklerini tekrarlayacağını belirtti. Yüzbaşıoğlu, bu yılki olayları anma toplantıları için valinin izin vermemesini de doğru bulduğunu kaydetti.SELÇUK KAPUCİ, SALİH SARIKAYA ANKARA ,İSTANBUL

Adaletin tecelli edeceğine inanıyorduk

12 Eylül 1980 darbesiyle ilgili yürütülen soruşturma kapsamında hazırlanan iddianamede, evine gönderilen bombalı paketle öldürülen 'Hamido' lakaplı Hamit Fendoğlu olayına da yer veriliyor. Dönemin Malatya Belediye Başkanı Fendoğlu'nun 17 Nisan 1978'de öldürülmesinin darbeye giden süreçte gerçekleştirilen 10 terör olayından biri olduğu belirtiliyor. Cihan Haber Ajansı'na konuşan Fendoğlu'nun yeğeni Mehmet Fendoğlu, yargı sürecinin geç de olsa tecelli edeceğine inandığını söyledi.

12 Eylül'e giden süreçte Adalet Partili Hamit Fendoğlu'nun öldürülmesinin milat olduğuna dikkat çeken Fendoğlu, "Türkiye'nin karanlık ortama sürülmesi, rahmetli Hamit Fendoğlu davasıyla başladı. Geriye dönüp oradan başlarlarsa sonuca ulaşırlar. Zaten Malatya, Maraş, Çorum olayları ve sağ–sol çatışmaları belirli bir merkezden kaynaklıydı." diye konuştu. 6 Nisan 1978'de Ankara Emek Postanesi'nden gönderilen bombanın 17 Nisan günü evinde patlaması sonucu Hamit Fendoğlu, gelini ve iki torunu ölmüştü. Daha sonra şehirde Alevi-Sünni çatışması yaşanmıştı. EMRULLAH BAYRAK ANKARA, CİHAN

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1228139&title=12-eylul-magdurlari-yillardir-bugunu-bekledik&haberSayfa=0


İşkencenin canlı şahidi 12 Eylül'ü anlatıyor



12 Eylül askeri darbesi döneminde cezaevinde gördüğü işkenceleri anlatırken gözleri dolan Mehmet Torun, çocuk yaşta düştüğü cezaevinde hiç acımadan işkencelere maruz kaldığını söyledi.

Yozgat'ta yaşayan Mehmet Torun (50), 12 Eylül askeri darbesinin kendisinde ve o dönemi yaşayan kişilerde derin izler, derin yaralar bıraktığını belirtti. Torun, "O dönemde daha lise öğrencisiydim. Lise 3. sınıftayken bir olay yüzünden beni önce Yozgat, daha sonra Ankara Mamak Askeri Cezaevi'ne aldılar. Orada sağcısı, solcusu bir arada yatıyorduk. Koğuşta en ufak bir olayda 24 asker koğuşa girip 12 asker bir tarafa 12 asker de bir tarafa geçip bizleri coplayarak döverlerdi. Bir yıl kaldığım Mamak Askeri Cezaevi'nde çok acı günler yaşadık. Çok işkenceler gördük. Cezaevinden çıktıktan sonra Yozgat'ta yasal olarak Ülkü Ocağı İkinci Başkanlığı yapıyordum ve beni tekrar içeri aldılar ve 20 gün boyunca askeri kışlada işkenceye maruz kaldım. Üstelik kışlada PKK üyesi olduğu belirtilen bir üsteğmen tarafından sürekli işkence gördüm. Çok acı günler yaşadık. Askerler bizi falakaya yatırarak yumruklu, tekmeli tokatlı dayak atıyorlardı." dedi.

O dönemde böyle acıları yaşatan kişilerin şimdi yargılanmalarının kendilerini mutlu ettiğini ifade eden Torun, "Tabi o dönemde kardeş kavgası çıkaran ve bu olayların yaşanmasına zemin hazırlayan kişilerin şimdi yargılanması beni son derece mutlu ediyor ve huzur veriyor. Çünkü bizlerde derin izler bıraktı. O günler bir daha geri gelmesin. Bartın Cezaevi'nde iki yıl, Mamak Askeri Cezaevi'nde 1 yıl, Yozgat Cezaevi'nde bir ay, ikişer ay gibi sürelerle kaldım. O dönemde Ülkü Ocağı'nda görev alan arkadaşlarımızın tamamı yargılandı. Kimi beraat etti, kimi ceza aldı. Şimdi herkes bir yerde ama o acıyı hep beraber yaşadık." diye konuştu.

Ankara Mamak Cezaevi'nde rahmetli Muhsin Yazcıoğlu'yla da sık sık görüştüklerini kaydeden Torun sözlerini şöyle tamamladı: "Mamak Cezaevi'nde çok ağır şartlarda kaldık. Çünkü çocuk yaştaydık. Daha yüzümüzde tüy bile yoktu. Ömrümüzün en acı günleri o günlerdi. Bize çocuk büyük demeden sürekli işkence yapıyorlardı. O yaşta orada kalmamız bile büyük işkenceydi. Fiziki işkence dayanılmaz vaziyetteydi. Bunu o dönemde yatanlar iyi bilirler. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu da hücrede yanımızda yatıyordu ve sık sık görüşüyorduk. Allah bir daha o acıları yaşatmasın."

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1228461&title=iskencenin-canli-sahidi-12-eylulu-anlatiyor


"Kenan Evren'in yargılandığı davaya müdahil olacağız"

Kenan Evren'in 'Bir sağdan bir soldan astık' sözünü hatırlatan 12 Eylül darbesinin mağdurları, mahkemede bu itirafın hesabını sormak istiyor. Bazı aileler, Evren'den tazminat istemeye ve Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülecek davaya müdahil olmaya hazırlanıyor.

12 Eylül döneminde idam edilenlerden biri de Fikri Arkan'dı. Ankara'da yaşayan Arkan, ülkücü görüşleri nedeniyle darbeciler tarafından gözaltına alındı ve sıkıyönetim mahkemesi tarafından idama mahkum edildi. Arkan, 27 Mart 1982 sabahının ilk saatlerinde Mamak Cezaevi'nde 32 yaşında idam edildi. Ülkücülükten yargılanan ve darbenin ardından yurtdışına kaçan Alaattin Arkan, kardeşinin ardından hâlâ gözyaşı döküyor. 64 yaşındaki ağabey, Kenan Evren ve arkadaşlarının yargılanmasını ise yallardır beklediklerini ifade ediyor.

12 Eylül Darbesi'ni yapan Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya hakkında kabul edilen iddianameyi yıllardır beklediklerini kaydeden Alaattin Arkan şöyle konuşuyor: "Ben 12 Eylül 1980 darbesinin mağduru olarak Kenan Evren ve değer darbecilerin yargılanmasını istiyorum. Bana, Ülkü Ocakları'na 'ajan olarak gireceksin.' dediler. Ben, bunları kabul etmediğim için işkencelere maruz kaldım. Maddi ve manevi olarak yıprandım. Ve hala, o dönem yaşadıklarımdan dolayı mağdur olmaktayım. Benim bu şekilde mağdur olmama sebep olan kişilerin yargılanmasını istiyorum. 15 yaşındaki kardeşimi nasıl astırıyorlarsa, onlarca insanın mağdur olmasına nasıl sebep oluyorsa, idamını istemem söz konusu değil ama cezaları ne ise onu çekmelerini isterim. Hatta davaya müdahil olmak için avukatımı bile görevlendireceğim."

REFERANDUM MHP'LİLERE İYİ BİR DERS OLDU

Referandumda kendisinin "Evet" dediği için ülkücü camia tarafından dışlandığını dile getiren Alaattin Arkan şöyle devam etti: "O dönem MHP'liler geldiler bana. Benle barışmak istediler. Ama kabul etmedim. Ben o referandumun MHP'lilere çok büyük bir ders verdiğini düşünüyorum. Ulucanlar Cezaevi'ni ziyarete gitmiştim. Kardeşimin yattığı yatağı gördüğümde tüylerim diken diken oldu. Darağacını görünce de bayıldık. Oranın müze olması çektiklerimizin hafızalarda kalması için çok önemli. Ama bizimkiler (MHP'liler) bu işi de sahiplenmeye çalıştılar kusura bakmasınlar. Oranın müze olmasını AK Parti Milletvekili Veysel Tiryakioğlu gerçekleştirdi. Ayrıca, bizim yaşadığımız acıların gündeme gelmesini sağlayan ve bu olayın bu boyuta taşınmasını sağlayan Başbakana da teşekkür ederim."

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1228496&title=kenan-evrenin-yargilandigi-davaya-mudahil-olacagiz


Hamile kadına elektrik vermişler

Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nce kabul edilen 12 Eylül 1980 darbesine ilişkin iddianamede, gözaltında yapılan işkencelere ilişkin ifadeler geniş yer tutuyor.

İddianamede yer alan İbrahim Ünal'ın ifadelerinde, hamile bir kadına elektrik verildiği anlatılıyor. Ünal, "Yaşadığım işkence sürecinde, en çok canımı acıtan olay, hamile bir kadının, 'Elektrik vermeyin, karnımda çocuğum var, ne yaparsanız yapın, bana elektrik vermeyin' feryadı oldu." diyor.

75 gün sorgusunun sürdüğünü dile getiren Ünal, darbeyi gözaltında iken yaşadığını belirtiyor. "Kabadayak, kulak memesi, cinsel organ, dil, diş ve parmaktan her gün elektrik veriyorlardı" diyen Ünal, "Adli Tıp'a girdik, ayaklarım patlamış, ayakta duramıyorum. Doktorun cümlesini asla unutmam: 'Evet ayakların şişmiş ama çok yürüdüğüm zaman benimkiler de şişiyor, işkence raporunu vermem."

Kaburgalarının demir sopalarla kırıldığını, günlerce değil doğrulmak nefes alamadığını vurgulayan Ünal, şöyle devam ediyor: "Arkadaşlarımızdan dinlediklerimiz, duruşmalar sırasında Mamak'a gidince gördüklerimiz, işkence zihniyetlilerin soylarına yetecek bir utançtır. Uzuvlara elektrik vermek, ıslak zeminde çıplak bırakıp, coplamak, Filistin askısına almak, iffet ve namusa el uzatmak vs. gibi maddi ve manevi insanlık dışı işkenceler Mamak'ın gündelik uygulamaları haline gelmişti."

ABD, Arjantin ve Şili'de uygulanmış olan cezaevi metodlarının tamamen Türkiye'ye adapte edildiğini dile getiren Ünal, sağcıların üzerinde sol görüşlü polisler, sol görüşlülerin üzerinde ise sağ görüşlü polisler görevlendirildiğini ifade ediyor. 17 yaşındaki Bekir Bağ'ın günlerce ağır işkencelere tabi tutulduğunu dile getiren Ünal, "Bir gün askerler telaş içinde koşuşturmaya başladılar... Bazı Ülkücü gençleri hücrelerinden çıkardılar, Bekir Bağ'ın hücresinin yanına götürdüler: 'Arkadaşınız kendisini astı.' Herkes anında neler olduğunu anlamıştı. Çünkü tamamı C-5'ten geçmişti... Askerler ise olaya bir açıklama getirmek için çırpınıyorlardı: 'Yatak çarşafını yukarıdaki elektrik tellerine bağlamış. Kendisini asmış.' Oysa bu mümkün değildi. Hiçbir Ülkücü tek kelime bile etmedi. Hiçbiri yorum yapmadı. Tamamı 'Biz aptal mıyız?' dercesine askerlerin yüzüne baktı. O sırada bir teğmen de hücrenin önüne gelmişti. Birlikte Bekir'i dışarı çıkarıp, soydular. Bütün vücudu mosmordu ve cesedi alabildiğine şişmişti. Belli ki ölümün üzerinden uzun süre geçmişti." şeklinde konuşuyor.

Cezaevinde kedi kadar büyük fareler olduğunu anlatan Ünal, mecburen farelerin de içtiği sudan içtiklerini belirterek kaldıkları hücrenin tuvaletinin lağımla dolduğunu vurguluyor. 'Size banyo yaptıracağız' diye lağıma batırıp çıkardıklarını dile getiren Ünal, "Koğuşlarda kimilerine fare yedirildi. Mahkumlara koğuşlarda, birbirine tecavüz etmeleri için işkence yapıldı. Mamak Cezaevi'nde özellikle Ülkücülere yapılan işkenceler o kadar aşırıydı ki, Ülkücüler kendilerine sembol olarak seçtikleri kurt köpekleriyle bile saldırıya uğradılar." şeklinde konuşuyor.

O.Ç. ise maruz kaldığı işkenceyi dava dosyasında şöyle anlatıyordu: "Saçlarımız ve sakallarımız devamlı yolunuyor. Tırnaklarım bir şeyle çekiliyor. Sorulan soruları bilmediğimi söylediğim zaman şiddetini artırıyorlar. İşkenceden bayılıyorsunuz, ayılıp tekrar işkenceye tabii tutuluyorum. Kaçıncı kez bayıldığımı hatırlamıyorum. Dayaktan altımıza pislemek zorunda kalınca, pisliğinizi elindeki sopayla yemeye zorlanıyorsunuz, kısaca yiyorsunuz. İstediklerini cevaplamıyorsanız, anüsünüze cop sokma işlemi başlıyor. Sonra da ıssız bir yere götürüp, elindeki silahın ağzına mermiler sürüyorlar, ölümle tehdit ediyorlar. Ananıza, ailenize, bacınıza, tüm kutsal saydığınız değerlere galiz küfürler ediyorlar."

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1228553&title=hamile-kadina-elektrik-vermisler


12 Eylül mağduru: Nurettin Yedigöl sorguda kafasına çivi çakılarak öldürüldü

Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nce kabul edilen 12 Eylül 1980 darbesine ilişkin iddianamede, yapılan işkenceler konusunda dikkat çekici ifadeler yer alıyor.

19 yaşındayken cezaevinde 45 gün işkence gören Nimet Tanrıkulu, ölümüne tanık olduğu insanlar bulunduğunu, bunlardan birinin de kafasına çivi çakılarak öldürülen Nurettin Yedigöl olduğunu söylüyor.

İddianamede yer alan ifadelerine göre Tanrıkulu, gözaltına alınmasını "1981'in 4 Mayıs'ı, sabaha karşı geldiler. Çok kalabalıklardı. Babam kapıyı açtı, beni sordular. Babam 'Evde yok' dedi. 'O zaman sen bizimle geleceksin' dediler. Babam hızlı hızlı giyindi, bütün konuşmaları duyuyordum. O arada polislerden biri odama girerek 'Adın ne?' dedi. 'Nimet' deyince hepsi birden içeri daldılar. Bana hakaret etmeye başladılar, evin içinde bir telaş vardı. Annem ve kız kardeşlerim ağlıyordu. Tipleri ve davranışları çok ürkütücüydü. Beni beşinci kattan merdivenden ite kalka indirdiler. Sonra bir polis merkezine götürdüler. Buranın Gayrettepe olduğunu sorgu anında öğrendim." şeklinde anlatıyor.

Randevularını sorduklarını dile getiren Tanrıkulu, gözleri bağlanmadan önce oradaki kalasları, ipleri, manyetoyu gördüğünü belirtiyor. "Beni askıya bağlayıp, yukarıya doğru çektiler. Bu Filistin Askısıymış. hiç ilgimin olmadığı şeyleri soruyorlardı. Askıdayken elektrik verdiler." diyen Tanrıkulu şöyle devam ediyor:

"Bedenime dokunmaları bana çok korkunç geldi. Üstümü çıkarmaya çalıştılar. Epey bir itiş kakış oldu. İşkence sırasında benden bekledikleri tavrı göremiyorlardı. 'Tiyatrocu karı' diye bağırıyorlardı. Konuşmuyorum ya, rol yapıyorum sandılar. İşkencenin ne olduğunu yaşayınca daha iyi anlıyorsun. Sonra beni karanlık bir odaya koydular, orada benim gibi sorgudan geçmiş, işkenceden kafası gözü yarılmış, ayakları şiş insanlar vardı. Kafamı kaldırdığımda kolu kelepçeyle kaloriferin demirine bağlı, bir battaniyenin üzerinde oturan genç bir adam gördüm. Bu genç adam yakalanırken kurşun yarası almış. Bağırsakları bir poşetin içinde duruyordu. Hastanede olması gereken bu kişi orada, işkencehanedeydi ve o orada sürekli işkence çığlıkları dinliyordu. Orada içinizi ister istemez bir korku kaplıyor. 'Kimse korkmadım' demesin. İşte böyle geçen kırk beş gün."

Beş saat sürekli dayak yediğini, ağza alınmayacak küfürler edildiğini anlatan Tanrıkulu, ölümüne tanık olduğu insanlar bulunduğunu ifade ediyor. Bunlardan birinin de Nurettin Yedigöl olduğunu dile getiren Tanrıkulu, "Sonradan öğrendiğime göre cesedini yok etmişler. Bugün adı 'kayıplar listesi'nde. Sorguda kafasına çivi çakılarak öldürüldü. Meşhur 'bambulu oda' dediğimiz bir oda vardı. Orada biri çırılçıplak vaziyette oturuyordu. Kendinde değildi. Onun görüntüsü hala belleğimde capcanlı durur." diyor.

Metris'te kaldığı yerde siyasi davadan tutuklanmış çok sayıda kadın da olduğuna dikkat çeken Tanrıkulu, sorguda çenesinin çıktığını, sol kolunun kısmi bir güç kaybı yaşadığını, saçının büyük bir kısmını kaybettiğini ifade ediyor. Askeri hastaneye götürüldüğünü ve sadece bir ağrı kesici verildiğini anlatan Tanrıkulu, işkencenin kayıtlara geçmemesi için doktor raporu verilmediğini aktarıyor. Gözaltına alındığı davadan beş yıl yargılandığını ve beraat ettiğini dile getiren Tanrıkulu, "Ankara Mamak Askeri Cezaevi'nde C-5 adı verilen bir baraka Ülkücüler için özel sorgulama yeri olarak kullanılıyordu. Sıkıyönetim Savcısı Nurettin Soyer, Pol-Der'li polislerden oluşturduğu, aralarında Zeki Kaman ve Dürüst Oktay gibi işkencecilerin bulunduğu bir ekiple, C-5 isimli bu barakada MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası sanıklarına akla hayale gelmeyecek işkenceleri, kendisi de bizzat yapıyordu. Sanıklar ısıtılmış çelik dolaplarda Filistin askısına asılıyor, çırılçıplak soyulup, elektrik veriliyor, her çeşit işkence vücutlarında deneniyordu." diye konuşuyor.

İŞKENCELER AİLELERİN ÖNÜNDE YAPILIYORDU

İşkencelerin bazılarının ise sanıkların anaları, babaları, eşleri, kız kardeşleri, ağabeyleri, çocuklarının önünde yapılarak tehditte bulunulduğunu vurgulayan Tanrıkulu, MHP'nin avukatlarının doktor raporlarıyla belgelettikleri işkence raporlarının zabıtlara geçmesine rağmen, mahkeme tarafından dikkate alınmadığına dikkat çekiyor.

Ankara'da Bekir Bağ, Malatya'da Aydın Demirkol, Mahir Damatlar ve Mehmet Kazgan'ın tutuklu bulundukları sırada ağır işkencelere dayanamayarak hayatlarını kaybettiklerini anlatan Tanrıkulu, sorulara cevap verilmeyince tekmelenip kol ve bacakların kırıldığını belirtiyor. Koğuş ve hücrelerde ise 'karıştır-barıştır' metodu uygulandığını ve solcu ile ülkücü gençlerin bir arada kaldıklarını ifade eden Tanrıkulu, cinsel organından elektrik verilmesinden etkilenenlere defalarca elektrik verildiğini; çırılçıplak soyulup haya duygusuyla morali bozulanların ise sürekli olarak çıplak tutulduğunu söylüyor.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1228563&title=12-eylul-magduru-nurettin-yedigol-sorguda-kafasina-civi-cakilarak-olduruldu
#630
23 Ekim 2011 Pazar günü Ankara'da yapılan toplam 2.492 adayın başvurduğu, 2.252 adayın katıldığı ve 515 adayın 70 ve üzeri not alarak mülakata katılmaya hak kazandığı sınav, 4 bina ve 67 salonda gerçekleştirilmişti. Bu sınavın ana soru kitapçığına ve cevap anahtarına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz. Linkte hata olması halinde sitemiz üyeleri için (üye olmayanlar dosyayı göremez ve indiremez) pdf formatındaki dosya işbu mesaja da eklenmiştir, buradan da indirebilirsiniz.

http://osym.gov.tr/dosya/1-58542/e/adliavukat20110101skmaster.pdf

Sınavda başarılı olan adayların listesine ve aldıkları notlara ise aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:
http://www.pgm.adalet.gov.tr/duyuru/2011/ekim/sinav_sonuc.pdf
#631
Önceki dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Org. İlker Başbuğ'un tutuklanması, statüko zaptiyelerini yeniden ayağa kaldırdı. Gürleyip esiyorlar: "TSK yıpratılıyor, yargı yoluyla sivil bir vesayete sürükleniyoruz..."

Ergenekon'la özdeşleşen darbe iddiaları davaları başladığından beri, bu süreci engellemeye çalışan güçlü bir siyaset+medya direnmesi var. Davalar sulandırılmaya, bulandırılmaya, özünden saptırılmaya çalışılıyor. Savcılar, yargıçlar itibarsızlaştırılmak isteniyor. Temelde, AK Parti iktidarına tahammülsüzlük gösteren koro, hep birlikte Başbakan'ı ve hükümeti hedefe koyuyor. En fazla kullandıkları propaganda malzemesi de, TSK düşmanlığı yapılıyor... İlker Başbuğ da bunu bildiği için; "26. Genelkurmay Başkanı" olduğunu hatırlatarak "terör örgütü" ile irtibatlandırılmasının "korkunç"luğuna işaret ediyor.

Önce şunu söylemeliyiz. 26. Genelkurmay başkanlığı, bir aklanma gerekçesi olamıyor. Çünkü bu ülkede, seçilmiş hükümetleri darbe ile devirenlerin önde geleni, genelkurmay başkanlarıydı. 12 Mart darbesinde Memduh Tağmaç, 14. Genelkurmay başkanıydı. 12 Eylül darbesinde Kenan Evren, 17. Genelkurmay başkanıydı. 28 Şubat post modern darbesinde, İsmail Hakkı Karadayı, 22. Genelkurmay başkanıydı. "28 Şubat bin yıl sürecek" diyen Hüseyin Kıvrıkoğlu, 23. Genelkurmay başkanıydı. 27 Nisan muhtırasını bizzat kendisinin yazdığını söyleyen ve Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanlığını engellemeye çalışan Yaşar Büyükanıt, 25. Genelkurmay başkanıydı... Yani geçmişteki pek çok genelkurmay başkanının, iyi bir demokratik sicili yok fakat esaslı darbe-müdahale sicilleri var... Demokrasi sicili iyi olan Genelkurmay başkanlarının başına ne geldiğini de unutmayalım.

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 6. Genelkurmay Başkanı Nuri Yamut, Demokrat Parti'nin ilk Genelkurmay başkanıdır. 6 Haziran 1950 tarihinde atandığı Genelkurmay Başkanlığı görevinden 10 Nisan 1954 tarihinde kendi isteği ile emekli olmuştu. Balkan Savaşı, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı'na katılmış bir komutandı. 11. dönem Demokrat Parti İstanbul milletvekili iken 27 Mayıs Darbesi sonrası tutuklandı. Tutuklamayı yapan subaylar tarafından hakaret ve küfürler edilerek dövüldü. Daha sonra Yassıada yargılamaları sırasında, kendisine yapılan işkencelerden dolayı vefat etti.

Rüştü Erdelhun, 10. Genelkurmay Başkanı'ydı. 2 Nisan 1921 tarihinde Anadolu'ya geçerek Milli Ordu'ya iltihak etmiş ve İstiklal Savaşı'na katılarak İstiklal Madalyası almış bir komutandı. 23 Ağustos 1958 tarihinde atandığı Genelkurmay Başkanlığı görevi darbeyle son buldu. 27 Mayıs günü tutuklandı, "Yassıada Mahkemesi"nde yargılandı ve idama mahkûm edildi. Ancak bu hüküm daha sonra ömür boyu hapse çevrildi.

İttihat Terakki'den bu yana, silahlı kuvvetler içinde cuntacılık hiç bitmedi. Görevini yapmak isteyen, halkın seçtiği hükümetlerin demokrasilerde asıl olduğunu savunan subaylar, generaller, darbe dönemlerinde tasfiye edildi. Ordumuz, cunta mücadeleleri veren bir kısım muhterislerin, iktidar kavgası alanı haline getirildi. Türk Silahlı Kuvvetleri'ni; vesayet bitsin diyenler değil, bütün mesailerini, hükümetlerle uğraşmaya, siyasete müdahaleye ayıranlar yıprattılar...

Sayın Kılıçdaroğlu, Sayın Bahçeli yanlış yerde duruyorlar. Kamuoyunu manipüle edeceklerine, "Genelkurmay'da hükümet aleyhine kara propaganda siteleri kurmak, Cumhurbaşkanı'na, Başbakan'a küfrettirmek kimin haddine" diye çıkışmalıydılar...

Darbe davaları ile ilgili yargı sürecinde ABD'den, AB'den medet umanlara da bir hatırlatmada bulunalım. 2009 Türkiye ile ilgili AB ilerleme raporunda; devam etmekte olan Ergenekon davasının; "Türkiye için, demokratik kurumlarının düzgün işleyişine ve hukukun üstünlüğüne olan güveni güçlendirmek açısından bir fırsat olduğu" belirtilmiş ve üstüne basa basa; "bu süreçte, Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ, yargıyı baskı altına alan yorumlarda bulunmuştur." denilmişti...

h.gulerce@zaman.com.tr
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1227577
#632





Kuzey Kore Cumhurbaşkanı Kim Jong İl'in ölümüne ağlamayanlar yargılanıyor. 17 Aralık 2011'de 69 yaşında kalp krizi sonucu hayatını kaybeden Cumhurbaşkanı Kim'in ölümüne ağlamayan Kuzey Korelilerin, yargılanma süreci başladı.

Kim'in defin merasiminden sonra, güvenlik birimlerinin 11 günlük matem süresi boyunca Cumhurbaşkanı Kim için ağlamayanların peşine düştüğü belirtildi. Tespit edilen kişilerin yargılanmak üzere Halk Mahkemeleri'nde hakimlerin karşısına çıkartıldığı belirtiliyor.

Hakim'in Kim'in ölümüne ağlamayan 'suçlulara' 6 ay ücretsiz çalışma cezası vermesi bekleniyor.

Dünya, Cumhurbaşkanı Kim'in ölümü sonrasında Kuzey Kore halkının dizlerine vurarak ağlamalarını ve kendilerini yerlere atmalarını hayretle seyretmişti.

(CİHAN)
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1227965&title=kimin-olumune-aglamayan-kuzey-koreliler-yargilaniyor#
#633
Hakkari'nin Şemdinli ilçesinde 9 Kasım 2005 tarihinde meydana gelen patlamayla ilgili Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen Şemdinli Davası'nda, tutuklu sanıklar Ali Kaya, Özcan İldeniz ile PKK itirafçısı Veysel Ateş, 39 yıl 10 ay 27'şer gün hapis cezasına çaptırıldı.

Van'da yaşanan deprem sebebiyle M Tipi Kapalı Cezaevi'ne taşınan mahkeme, Şemdinli Davası'nın bugünkü duruşmasında kararını açıkladı. Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilen dosya karara bağlandı.

Mahkeme heyeti, tutuklu sanıklar Ali Kaya, Özcan İldeniz ve PKK itirafçısı Veysel Ateş hakkında, 'silahlı örgüte üye olmak', 'tasarlayarak adam öldürmeye teşebbüs etmek', 'olası kastla adam öldürmek' ve 'olası kastla adam yaralamak' suçlarından 39 yıl 10 ay 27'şer gün hapis cezası verdi.

Van M Tipi Kapalı Cezaevi'nde kurulan mahkeme salonunda görülen duruşma saat 12.00'de başladı. Mahkeme heyeti, ilk olarak sözü savcıya verdi. Savcının mütalaasını tekrar etmesinin ardından müdahil avukatları söz aldı. Avukat Murat Timur, suçun 3 sanıkla sınırlı olmadığını belirterek, "Olayla ilgili iddianameyi hazırlayan Ferhat Sarıkaya olayın detaylarına inmişti. Burada karmaşık bir örgüt yapısı söz konusu. Bundan ötürü sanıklar etkin pişmanlıktan yararlanmayı tekrar gözden geçirmeliler. Ancak bundan faydalanmak istiyorlarsa örgütün yapısı hakkında bildiklerini söylesinler." dedi.

Timur'un ardından söz alan müdahil avukatlardan Selçuk Kozağaçlı da "Etkin pişmanlık size ikinci bir yaşam şansı verebilir. Esas kötü adam Yaşar Büyükanıt'tır. Bu dosyanın şüphelisidir. Genelkurmay başkanları arasında kötü adam varsa o da 'Tanırım iyi çocuktur' diyen Büyükanıt'tır. Örgüt üyesidir. Suç, anayasal düzene karşı işlenmiştir. Bu örgütün üstüne gidilip gün yüzüne çıkarılmalıdır." şeklinde konuştu.

Sanık Ali Kaya, bunun üzerine, "Bunlar söylendiğinde mahkeme heyetinin tepki göstermesini bekliyordum. Ancak mahkeme heyeti tepki göstermedi. Bu sözü, söyleyenlere geri iade ediyorum ve kınıyorum." ifadesini kullandı. Seferi Yılmaz da söz alarak avukatlarının beyanlarına katıldığını söyledi.

Duruşmada sanık avfukatları da esasa ilişkin söz aldı. Avukat Vedat Gülşen, "Burada, Habur'dan içeri giren suç örgütü yok. TSK'yı suç örgütü göstermek isteyenlerin işidir. Seferi Yılmaz mağdur değil, olayın failidir. Bu sanıklar tuzağa düşürülmüşlerdir. Dosyadaki delil durumuna bakarak sanıkların beraatini talep ediyoruz." dedi.

Mahkeme heyeti, karar için duruşmaya yarım saat ara verdi. Verilen aranın ardından kararını açıklayan mahkeme heyeti, sanıklar hakkında 39 yıl 10 ay 27'şar gün hapis cezası verdi. Sanık avukatları, kararı temyize götüreceklerini açıkladılar.

(CİHAN)
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1227379&title=semdinli-davasinda-karar-cikti
#634


Mısır'ın devrik lideri Hüsnü Mübarek'in yargılanma süreci devam ediyor.. Savcılar, Mübarek için 'idam' talebinde bulundu.

Mısır'ın halk ayaklanması sonucunda istifa etmek zorunda kalan eski Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'in yargılandığı davada, savcılar idam talebinde bulundu. Savcılar ayrıca Mübarek'in oğulları Cemal ve Ala ile eski İçişleri Bakanı Habib El Adli için de idam talebinde bulundu.

MAHKEMEYE HELİKOPTERLE GETİRİLDİ
Mübarek önceki duruşmalarda da olduğu gibi tedavi gördüğü Uluslararası Tıp Merkezi'nden helikopter ile duruşma salonuna getirildi.

İddianameyi başsavcılık adına okuyan Hakim Mustafa Süleyman, göstericilerin öldürülmesiyle ilgili ellerinde doğrudan delil bulunmadığını açıklayarak, ''Olaylar sırasında göstericileri öldürenler polis memurları. Sivilleri öldüren polislere ulaşmak imkansız. Bu davada tutuklanan kimseler öldürme talimatı vermek ve yardımcı olmak suçlaması ile yargılanıyorlar. Mübarek ve Adli'nin bilgisi olmadan göstericilerin öldürülmesi imkansız'' dedi.

PROTESTO VİDEOLARI DELİL OLDU
İçişleri bakanlığının delillerin toplanması konusunda Mısır Başsavcılığı'na yardımcı olmadığını ileri süren Süleyman, bakanlığın savcılar tarafından yapılan delil toplama talebini kabul etmediğini iddia etti. Sanıklar aleyhinde minimum delil ile yetinmek zorunda kaldıklarını dile getiren Süleyman, halk ayaklanması sırasında çekilen ve çeşitli medya kuruluşlarından derlenen görüntüleri, mahkeme heyetine izlettirdi ve olayın delilleri olarak sundu.

Süleyman ayrıca, göstericilerin gerçek mermiyle öldürüldüklerine dair çeşitli hastanelerden elde edilmiş adli tıp raporlarının da mahkemeye sunulan deliller arasında olduğunu bildirdi.

Süleyman, mahkemeye delil olarak verilen görüntülerin, protestocuların barışçıl olduklarını ve silahlarının bulunmadığını, güvenlik kuvvetlerinin olaylar sırasında otomatik silahlar ile donatıldığını ve göstericileri ezen araçların polise ait olduğunu kanıtladığını vurguladı.

İÇİŞLERİ BAKANI 'BALTACI'LARLA ANLAŞTI
Polis ifadelerinin iddianamede önemli bir yer tutuğunu belirten Hakim Mustafa Süleyman, ''Polis ifadelerinden, dönemin Batı Kahire polis şefinin, 'Baltacı' olarak tabir edilen suç grupları ile anlaşarak çatışmaları manüple ettiği... Aynı kişinin çatışmaları suç grupları ile protestocular arasında yaşanıyormuş gibi göstermeye çalıştığı anlaşılıyor'' diye konuştu.

Olaylar esnasında görevli polis memurlarının göstericilere ateş açılması için talimat ve emir aldıklarını gösteren ifadeler bulunduğunu belirten Süleyman, aralarında güvenlik kuvvetlerinin de bulunduğu 2 bin kişinin ifadelerinin, Mübarek, oğulları ve Adli aleyhinde okunan iddianamenin temelini oluşturduğu kaydetti.

Süleyman, bazı güvenlik görevlilerinin ifadelerinde, 25 ila 28 Ocak 2011 tarihinde yaşanan protesto gösterileri sırasında Amerikan Üniversitesi çatısına keskin nişancı yerleştirildiğine dair bilgiler bulunduğunu da sözlerine ekledi.

Mısır'ı 30 yıl yöneten Hüsnü Mübarek, ülkede 25 Ocak 2011'de başlayan bir halk ayaklanması ile yetkilerini orduya devrederek istifa etmişti.  Mübarek, 3 Ağustos 2011 tarihinden itibaren de güvenlik kuvvetlerine göstericilere ateş açılması talimatı vermek, kamu mallarını çıkarları için kullanmak, rüşvet, yolsuzluk ve irtikap suçlamaları ile yargılanıyor.

İddianameyi başsavcılık adına okuyan Hakim Mustafa Süleyman, göstericilerin öldürülmesiyle ilgili ellerinde doğrudan delil bulunmadığını açıklayarak, ''Olaylar sırasında göstericileri öldürenler polis memurları. Sivilleri öldüren polislere ulaşmak imkansız. Bu davada tutuklanan kimseler öldürme talimatı vermek ve yardımcı olmak suçlaması ile yargılanıyorlar. Mübarek ve Adli'nin bilgisi olmadan göstericilerin öldürülmesi imkansız'' dedi.

http://www.haber7.com/haber/20120105/Savcilar-Mubarekin-idamini-istedi.php
#635
CİHAN YENİLMEZ   -   05.01.2012
Kredi kartı, kasko, sigorta, fon, kredi... Bu kavramlar bizi çepeçevre sarsa da gönlümüz, onlara bulaşmaktan hoşnut değil. Zira bu işlemlerde Kur'an'ın yasakladığı, Efendimiz'in lanetlediği faizli paranın rızkımıza bulaşma riski var. Peki, sadece kursağımızdan değil, hayatımızın her alanınından uzak tutmamız gereken faizden nasıl kaçabiliriz?

Faizin, içki, kumar ya da gıybet gibi haram olduğunu hepimiz biliriz. Peygamber Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) lanetlediği bu şeyi, rızkımızın bereketini kaçırmama adına evimizden ve cebimizden uzak tutmaya çalışırız. Ama çağımızın ekonomik yapısı, Asr-ı Saadet'ten ziyadesiyle farklı olduğu için bugün, finansal meselelerde ince eleyip sık dokumaya mecburuz. Çoğu zaman fark etmeden de olsa kapitalist sistemin çarklarına mahkûm oluyoruz. Maaşlarımızı kredili işlemlerin yapıldığı bankalardan almak zorundayız. Alışverişlerimizde çoğunlukla taksit imkânı sunan kredi kartlarını kullanıyoruz. Ekonomik durumumuz el vermediği için ev ya da araba alırken kredi çekiyoruz. Sigorta, fon, mortgage, kasko kelimelerine hiçbirimiz yabancı değiliz. Kabul edelim, finansal tercihlerimiz, bulaşmak istemesek de faizle bizi karşı karşıya getiriyor.

Kadı ki günümüzde halk arasında yanlış bir inanış da yaygın. Faizli parayı sadece yeme ve içme gibi harcamalarda kullanmayıp diğer ihtiyaçlar için değerlendirmeyi makul görenler var. Hatta bunun dinen uygun olduğu kanaatini bile taşıyor bazı insanlar. Oysa İslâm'a göre faizi ve bu yolla elde edilen parayı hayatımızın her alanından uzaklaştırmak mecburiyetindeyiz. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslâm Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hamdi Döndüren, faizin hiçbir harcamaya karıştırılmaması gerektiğini vurguluyor: "Faiz olarak alınan bir parayı, sahibi belli ise ona iade etmek, belli değilse ecir beklemeden tasadduk etmek gerekir. Bunun yeme içmede kullanılması ile iş ve ticaretimizde kullanılması arasında bir fark yok. Çünkü ticaret yoluyla kullanılması halinde de sonunda kişi veya kişilerin ihtiyaçlarını karşılamada kullanılır." Peki, bu durumda dinimizin haram kıldığı faize bulaşmamak için ne yapmalıyız? Zihnimizi zorlayan bu sorunun cevabı fıkıh ilminin engin kaynaklarında gizli.

İktisadî hayatın en eski problemlerinden biri olan faiz, yıllardır tartışılıyor. İlk çağlardan beri başta din adamları olmak üzere filozof ve iktisatçıların inceleme konusu. Öyle ki, Eflatun ve Aristo, faizi yerden yere vurarak bu gelirin faziletli ve erdemli insanlara yakışmayacağını dile getiriyor. Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta da haram kılınan faiz, cahiliye döneminde de Arap dünyasının en büyük problemlerinden biri olmuş.

İslâm literatüründe faiz, fazlalaşmak, ziyadeleşmek manalarına gelen 'riba' kavramı ile ele alınıyor. Aslında her ikisinin de anlamı aynı: İki mal veya paranın mübadelesinde karşılığı olmaksızın verilen fazlalık. Kur'an'da faizi men eden ifadeler kullanır. Yüce Beyan, yasaklanmasına rağmen riba almaya devam etmeyi imana tamamıyla zıt bir davranış, hatta Allah ve Resûlü ile savaşmaya eşdeğer olarak niteliyor: "Faiz yiyenler mahşerde ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, 'Zaten alışveriş de faiz gibidir' demelerindendir." (Bakara, 275) Yüzlerce hadis-i şerif de inananları faizden uzak durmaya çağırıyor. Veda Haccı'nda ise "Faizin her çeşidi kaldırılmıştır ve ayağımın altındadır." Nebevî beyanı yankılanıyor. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), faizi insanı helakete sürükleyen, şirk, sihir, haksız yere adam öldürmek, yetim malına el uzatmak, düşmana toplu hücum yapılacağı bir anda savaştan kaçmak ve iffetli bir kadına zina isnadında bulunmak gibi büyük günahlarla birlikte sayıyor. Hatta faiz yemeyi insanın annesiyle nikahlanmasına eş değer görüyor.

Ayet ve hadislerin bu konunun üzerinde önemle durmasından anlaşılacağı gibi faiz ekonomik, sosyal ve psikolojik birçok sorunun baş aktörü. Bediüzzaman Said Nursî, 'Sözler'de: "İnsanlık içerisinde ortaya çıkan bütün karışıklık, bozgunculuk ve ihtilallerin kaynağı şu iki kelime, iki söz veya iki anlayıştır: Biri 'Ben tok olduktan sonra, başkası açlıktan ölse bana ne?; diğeri 'Sen çalış, ben yiyeyim.' Öldürücü bir zehir olan birinci sözü yok edecek, o hastalığa şifa verecek deva zekât emridir ki, İslam'ın önemli bir rüknüdür. İkinci sözde bir zakkum ağacı gizlidir. Onun kökünü kurutacak olan da faizin haramlığıdır. İnsanlık kurtuluş istiyorsa, hayatını seviyorsa zekât uygulamalı, faizi ortadan kaldırmalıdır." değerlendirmesinde bulunuyor.

Birçok ilim adamına göre faizin haram kılınmasının temel hikmeti, dinimizin 'hak' kavramına verdiği değer ve bu sistemin doğurduğu sıkıntıları engellemek. Fatih Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmail Özsoy, cahiliye döneminde olduğu gibi günümüzde de faizin bir zulüm aracı olarak kullanıldığını düşünüyor. Fakir ülkelerin zenginlere karşı borç yükü altında ezildiği ve zenginlerin fakirlerin sırtından geçindiği dünyanın şu andaki hali bu zulmün en bariz örneği. Özsoy, faizin en büyük zararının yine ekonomi üzerinde olduğu kanaatinde. Bunu ispatlamak için de dünyada ve ülkemizde yaşanan ekonomik krizleri örnek gösteriyor. Nitekim Osmanlı İmparatorluğu'nu yıkan etkenlerden birinin devletin altından kalkamadığı borçlar olduğu, devlet bütçesinin büyük bölümünün borç faizlerine gittiği göz önüne alındığında faizin zararları daha da iyi anlaşılıyor. Dolayısıyla riba, şişme bir ekonomi meydana getiriyor ve bu balon nihayetinde patlıyor. Borç veren sınıfın hep kazanıp, borç alanın hep kaybettiği bu sistemde sınıf farkları ve sosyal çatışmalar kaçınılmaz oluyor. İşsizlik, milli gelirin adil dağıtılamaması, sosyal yardımlaşmanın yara alması, cimrilik ve bencillik, sosyal hayatı adeta felce uğratıyor.

FAİZSİZ YATIRIM İÇİN 'ORTAK' OLUN

Günümüzde ekonomik faaliyetleri faizsiz bir sistem içinde daha sağlıklı bir biçimde yürütmek mümkün. İslâmiyet, sürekli hareket eden bir para sistemini tavsiye ediyor. Faize bulaşmadan yatırım yapmak için ortaklık ve borç vermeyi teşvik ediyor. Dinimizin geliştirdiği 'mudaraba ortaklığı' ile bir kişinin sermayeyi, diğerinin ise emeğini ortaya koymasıyla şirket kurulabiliyor. Diğer bir kavram olan 'muşareke ortaklığı' ile de iki ve daha çok kişinin ticaret yapması ve elde edecekleri kârı paylaşması üzerine ortaklık kurması öneriliyor. Buradan hareketle eski Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Prof. Dr. Hamza Aktan, yatırım için faize başvuranları helâl yolda harama girmemeleri konusunda uyarıyor: "Bir atasözümüz var 'Ayağını yorganına göre uzat' diye. İş hacmini artırmak maksadıyla faizli kredi kullanmak kazanca haram karıştırmaya ilaveten kişiyi iflas noktasına getirmek gibi bir riski de barındırıyor. Ekonomik hayatta helâl kazançla adım adım ilerlemek daha güvenceli ve isabetli bir yol."

İslâm'da yasaklanan iki çeşit faiz uygulaması var. Biri günümüzde en yaygın olan 'ödünç' (borç), diğeri 'alışveriş faizi'. Prof. Dr. İsmail Özsoy, ödünç faiz çeşidini söyle tarif ediyor: "Bir borç paranın vade sebebiyle ödenirken daha fazla bir miktar ile ödenmesi veya borç veren lehine başka menfaat ve çıkarların şart kılınmış olması." İnsanlığın Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) yasaklamasıyla öğrendiği 'alışveriş faizi' ise mal ya da paraların peşin veya vadeli alım satımlarında ortaya çıkıyor. Bu çeşidin bir kolu olan 'veresiye faizi', mal değişiminde ya da döviz işlemlerinde gerçekleşiyor. Yani malların vadeli değişiminde oluşan fiyat farkı ile farklı cinsten paraların vadeli değişiminde oluşan kur farkı dinimize göre riba. Alışveriş faizinin diğer kolu 'fazlalık faizi' ise aynı cinsten malın değişiminde görülüyor. İslâm kaliteli malın kalitesiz malla, işlenmiş bir ürünün işlenmemiş bir ürünle değişimini yasaklıyor. Böylece kişiye göre değişen kalite ve işçilik gibi kavramların suiistimali engellenmiş oluyor.

FAİZDEN KORUNMAK İÇİN NE YAPMALI?

Faiz sistemi üzerine kurulan ekonomik yapının içinde paralarını kirletmek istemeyenler, haliyle uygun bir yol arayışına giriyor. Bu sebeple günümüz fıkıhçılarının en çok muhatap oldukları sorular ekonomik meselelerle ilgili. Ancak bu konuda kafa yoran İslâm hukukçuları arasında farklı içtihatlar söz konusu. Yani, Kur'an, hadis ve icma ile sabit olan şer'î delillerden çıkan bazı hükümleri her fıkıhçı farklı yorumlayabiliyor. Yazar Ahmet Kurucan, içtihadî meselelerde tek doğrunun olmadığına dikkat çekiyor: "Asıl karar, mevcut fetvadan birini tercih etme pozisyonunda olan kişiye aittir. Ölçü alacağı şeyler, fetvayı veren kişinin İslâmî yaşantısı ile birlikte ilmî ehliyeti ve kendi kalbinin tatminidir. Ve hepsinden önemlisi, hiç kimsenin hiç kimseyi yaptığı tercihten dolayı suçlamaması ve günahkâr görmemesidir."

Dinin belirlediği kırmızı çizgilere tecavüz etmeden, yani haramı helâl yapmadan, ticarî hayatta ortaya çıkan zorlukları aşmak gerekiyor. Bunun için başvurulan birçok metot var. Katılım bankaları (faizsiz bankacılık) bunlardan biri. İsmail Özsoy, Türkiye'de yaygın hale gelmeye başlayan faizsiz bankacılığın temel yapısını şöyle açıklıyor: "Parasal işlemlerle mal ve hizmet hareketlerinin birbirine sıkı sıkıya bağlandığı, her para hareketinin mutlaka bir mal veya hizmete karşılık geldiği; gelirin ise kâr-zarar ortaklığı esasına göre bölüşüldüğü bir sistem." Katılım bankalarında halktan para toplanırken belli bir kâr payı taahhüt edilmiyor. Yani işlemlerin sonucunda kazanç elde etmek kadar zarar etmek de söz konusu. Ortak havuzda toplanan kârın bir bölümü kuruma kalırken diğer bölümü paralarını yatıranlara dağıtılıyor. Müşteriye verilen kârlar, kurumun yaptığı ticarî faaliyetlerden elde ediliyor. Bu bankaların danışmanları arasında fıkıhçılar da bulunuyor. Hemen hemen her işlemde âlimlerin görüşü alınıyor.

Mevcut finansal hayatımız bizi sık sık faizle yüzyüze getirse de aslında helâl yoldan kazanç için birçok alternatifimiz var. Katılım bankaları, faizsiz yatırım araçları, borç ve ortaklık sistemi bunlardan sadece birkaçı. Dikkat edilmesi gereken en önemli husus ise ekonomik kazanç uğruna dinî hayattan taviz vermemek. Yani kazancımıza haram bulaştırmamak için ince eleyip sık dokumak şart. c.yenilmez@zaman.com.tr

Hayatımızı kuşatan ekonomik işlemler

Faizin genel tanımlamasından sonra gündelik hayatımızın vazgeçilmez parçası haline gelmiş bazı ekonomik terimlere fıkıhçıların gözüyle ışık tutmakta fayda var:

SİGORTA: İnsanların gelecek endişelerini izale edecek bir garantör hüviyetindeki sigorta, Batı kültüründen ülkemize giren sistemlerden. Uygulama amaçları göz önünde bulundurulduğunda 'devlet sigortası', İslâm âlimlerince caiz kabul ediliyor. 'Üyelik sigortası' olarak bilinen çeşitli iş kollarına mensup üye, işçi ve memurların yardımlaşma amacıyla oluşturdukları sigorta sistemi de dinen uygun görülüyor. Asıl tartışma konusu olan prim ödeme esasına dayalı 'ticarî sigorta' içinse farklı görüşler söz konusu. İslâm hukukçusu Prof. Dr. Hayrettin Karaman'a göre bu sigortada, primlerin toplanmasıyla biriken paraların hangi işlemlerde kullanıldığı önem arz ediyor: "Türkiye'de tam anlamıyla İslâm'a uygun olan sigorta kurumu bulunmadığı için ve Müslümanların da araba, ev, dükkan, mal, sağlık gibi değerlerini hasar ve zarara karşı yardımlaşmaya ihtiyaçları olduğu için, mevcut sigorta şirketlerine bunları sigorta ettirmeleri -fıkıhta zaruret sayılan ihtiyaç sebebiyle- caiz." Karaman, araçlar için uygulanan 'kasko' işlemlerini de aynı kategoride değerlendiriyor. Ancak hayat sigortasının, telafisi olmaması ve para verip karşılığında para alma esasına dayalı olduğu için caiz olmadığını düşünüyor. Prof. Dr. Hamdi Döndüren de ticarî sigorta işlemleri için seçilen şirkete dikkat edilmesi uyarısında bulunuyor. Zira günümüzde birçok sigorta şirketi, primlerden biriken paraları faiz işlemlerinde kullanıyor. Bu durum sigortalıyı da mesul bırakıyor. Bu sebeple primleri meşru alanda değerlendiren şirketleri tercih etmek gerekiyor.

KREDİ KARTI: Kredi kartları, gelişmiş ve gelişmekte olan ülke ekonomilerinin vazgeçilmez bir parçası haline geldi. Kredi kartı kullanmamaya özen gösterenler olduğu gibi, cüzdanlarında birkaç tane banka kartı taşıyanlar da var. Kart kullanılması genel olarak uygun görülse de İslâm âlimlerinin ortak uyarısı şu: "Ekstre ödemelerinizi geciktirerek faize düşürmeyin." Prof. Dr. Hamdi Döndüren, mümkün olduğunca faizsiz bankaların kredi kartlarının tercih edilmesini tavsiye ediyor. Taksit konusunda ise şöyle düşünüyor: "Ödeme gücü olanların nakit para kullanması, bu mümkün olmazsa tek çekim kart kullanımını tercih etmesi daha uygun. Kredi kartı borcunu ve diğer borçları geciktirmek, ödeme gücü olan kimse için bir zulüm ve haksızlıktır. Hadiste, 'Varlıklı kimsenin borcunu ertelemesi bir zulümdür' buyrulmuştur." Faiz ödememek için ekstre ödemelerinde asgari tutar yerine, borcun tatamının ödenmesi gerekiyor. Çünkü faiz ötelenen tutara uygulanıyor. Olur da kart ödemeleri faize düşerse Döndüren, 'yapılan iyilikler kötülükleri yok eder' ilkesince, ödenen faiz miktarı kadar sadaka verilmesini tavsiye ediyor. Kredi kartlarının uyguladığı teşvik kampanyaları hakkında ise "Alışveriş yapma sonucu, satıcının teşvik ve reklam amaçlı olarak vereceği puan ve bonus uygulaması caizdir. Çünkü satıcı, sattığı ürüne kendi rızası ile ilave yapabilir." diyor.

MORTGAGE: Halk arasında 'kira öder gibi ev sahibi olmak' olarak bilinen 'mortgage' sistemi, fıkıhçıların tartıştığı mevzuların başında geliyor. Bu sistem özetle şöyle işliyor: Banka, alıcının bulduğu ev adına ödeme opsiyonuna bağlı olarak faizle kredi veriyor. Kredinin evin peşin fiyatına tekabül eden kısmı, tapu işlemlerinin yapıldığı sırada direkt ev sahibine veya onun da borçlu olduğu kuruma ödeniyor. Alışveriş sonrası evin tapusu alıcı üzerine yapılıyor. İşleyiş, bir anlamda ipotekli satış oluyor. Ödeme şartlarına muhalefet edilmesi durumunda kredi veren kurum eve el koyabiliyor.

Evi zaruri ihtiyaç olarak değerlendiren Prof. Dr. Hayrettin Karaman, "Kirada oturmak evin zaruri ihtiyaç olduğu gerçeğini değiştirmez. Çünkü kirada oturmak sahip olunan bir evde oturmak gibi değildir." diyerek mortgage'a cevaz veriyor. Ev sahibi olmak isteyenlere katılım bankalarından yararlanmalarını öneren Karaman, "Katılım bankaları maliyet bakımından faizci bankaların sağladıkları imkâna yakın olanaklar sağlıyorsa, elbette ki onları bırakıp faizci bankaya gitmek caiz olmaz. Ama mevzuatı ve prensipleri gereği ya imkân sağlamıyor veya ihtiyaç sahibinin altından kalkamayacağı, onu zora sokacak şartlar ileri sürüyorlarsa diğer bankalara gitmenin yolu açılabilir. Fakat ihtiyaç ve zaruretin ötesinde, daha fazla kazanmak ve lüks yaşamak için asla faizli kredi alınamaz." görüşünde. Karaman, devletin, evsizlerin ev sahibi olmaları ve inşaat sektörünün hareketlenmesi amacıyla verdiği teşvik kredilerini de caiz kabul ediyor. Hamdi Döndüren ise "Ev, araba gibi bir ihtiyaç için faizsiz finans kurumlarından 'murabaha' ('kârlı satış) yoluyla kredi kullanılabilir. Bu mümkün olmazsa zaruret durumlarında devlet bankası tercih edilmelidir." ifadelerini kullanıyor.

Günümüzde ev almak isteyenler için geliştirilen bazı faizsiz uygulamalar da var. Bunlardan biri olan 'el birliği sistemi' ile taksitle, istenilen ev satın alınabiliyor. Bir şirketin organizasyon ücreti karşılığında gerçekleştirdiği bu sistem, imece usulüyle ev sahibi olma temeline dayanıyor. Altın günlerinden ilham alınarak geliştirilen organizasyonda, her ay bir kişi çekiliş sonucunda ev sahibi oluyor. Çekilişte evine erken sahip olanlar, diğer adaylara kira yardımında bulunuyor. Sistem arsa, işyeri gibi gayrimenkul almak isteyenlere de aynı imkânı sunuyor.

TEŞVİK VE İHTİYAÇ KREDİSİ: Devletin belli zaman dilimlerinde verdiği teşvik kredisi, İslâm âlimlerince çoğunlukla caiz kabul ediliyor. Hayrettin Karaman, "Devletin yatırımları teşvik etmek amacıyla verdiği krediler, uzun vadeli ve düşük faizli kredilerdir. Bu krediler için öngörülen faizler enflasyonun çok altında olduğu için 'reel faiz' kapsamı dışındadır. Yani görünüşte, kâğıt üstünde bir faiz var, fakat gerçekte faiz yoktur, hatta devletin verdiği ödünç sermayenin tamamının değil, bir kısmının geri ödenmesi, diğer kısmının ise girişimciye bağışlanması söz konusu." diyerek bu kredinin kullanılmasına cevaz veriyor.

Genellikle özel bankalardan temin edilen ihtiyaç kredileri ise uygun görülmüyor. Karaman, bunun ancak zaruret (insan yeterli beslenemez, giyinemez, tedavi olamaz, oturacak bir mesken sağlayamazsa) halinde alınabileceğini anlatıyor. Döndüren, ihtiyaç kredisi işlemlerinde, 'dosya parası' adı altında alınan paranın da fazlalık faizi niteliğinde olduğunu belirterek, uygun olmadığının altını çiziyor.

Fıkıhçılar cevaplıyor

Bazı finansal işlemlerin dinimize uygunluğunu İslâm fıkıhçılarına sorduk:

Bankada vadesiz para tutmanın sorumluluğu nedir?

Faizli bankada ticaret zorunluluğu dışında para bulundurmak, faiz sistemini destekleme ve güçlendirme anlamına geldiği için uygun değil. (Prof. Dr. Hamdi Döndüren)

Bankaların özel (bireysel) emeklilik uygulamalarının hükmü nedir?

Özel emeklilik uygulamalarının hayat sigortasından farkı yok. Esası parayı şahıstan alıp, faiz gelirine yönelik olarak değerlendirmek ve vatandaşa verdiğinin daha fazlasını geri vermektir. Az para verip çok para almanın adı faizdir; çok parayı kazanan da faiz yoluyla kazanmaktadır. Bu sebeple helâl değil. (Prof. Dr. Hayrettin Karaman)

Birikimlerimizi harama düşmeden nasıl değerlendirebiliriz?

Müslüman için helâl kazanç yolları; yapabilecek durumdaysa malını bizzat kendisinin işletmesi, değilse ticarî veya sınaî bir işletmeye ortak olması ya da bir yatırım aracına bağlamasıdır. Parayı yatırım aracı olan altın ve dövize bağlamak veya güven duyulan bir katılım bankasına vadeli olarak yatırmak da uygun. Eğer birikim miktar olarak yeterliyse ev, dükkân veya arsa gibi gayrimenkul satın alınarak da yatırım yapılabilir. (Prof. Dr. Hamza Aktan)

Hazine bonosu almak caiz mi?

Devlet, borç ve ihtiyaç içine düştüğünde başka çare bulamadığı zaman hazine bonosu, senedi, kâğıdı ve tahvili satar. Yani halktan, reel faizle borç alır. Devletin faizle borç alması da vatandaşın ona faizle borç vermesi de caiz değil. Bugün zengin-yoksul herkesten (özellikle vasıtalı vergi yoluyla) alınan vergiler, bu hazine kâğıtlarının faizine gidiyor. Böylece zengin (devlete ödünç verecek kadar parası olan) daha zengin olurken yoksul ise gittikçe daha da fakirleşiyor. (Prof. Dr. Hayrettin Karaman)

Devlet-özel banka arasında krediden yararlanma konusunda bir fark var mı?

Kredi kullanmak zaruretse devlet bankası tercih edilmeli. Çünkü ödenecek fazlalık (faiz) sonuçta hazineye intikal eder. Diğer işlemlerde ise katılım bankalarını tercih etmek daha doğru. (Prof. Dr. Hamdi Döndüren)

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1224462&title=dikkat-faiz-bulasabilir&haberSayfa=0
#636
İBRAHİM ASALIOĞLU   -   05.01.2012
8 yıllık kesintisiz eğitim kaldırılıyor. Yerine 4+4+4'ten oluşan kademeli sistem getirilecek. Ortaokullar yeniden devreye girecek. Mecburi eğitim, lise de dahil edilerek 12 yıla çıkarılacak. Eğitim Şûrası'nın kararlarıyla hazırlanan kanun teklifi önümüzdeki günlerde Meclis'e sunulacak.

Kamuoyunun ve eğitim çevrelerinin itirazlarına rağmen 1997'de hayata geçirilen 8 yıllık 'kesintisiz' eğitim tarihe karışıyor. Uygulama 3 kademe halinde 12 yıllık kesintili eğitime dönüştürülecek. Yeni sistemde ilköğretim 4+4 şeklinde iki kademeden oluşacak. Ardından gelecek 4 yıl ise 'ortaöğretim' olarak devam edecek. Lise eğitimi temel eğitim kapsamına alınacak ve zorunlu olacak. Böylece ilköğretim ve lise eğitimi 'temel eğitim' olarak 4+4+4 şeklinde yeniden düzenlenecek. İlk dört yılı bitiren öğrenci halen devam ettiği ilköğretim okuluna gidebileceği gibi başka bir okulun 'ikinci kademesine' de devam edebilecek. Bu kademe 'ortaokul' işlevi görecek. AK Parti'nin 2010'daki Eğitim Şûrası'nın kararlarını esas alarak hazırladığı kanun teklifi son aşamaya geldi. Düzenlemenin önümüzdeki günlerde Meclis'e sunulacağı öğrenildi.

MEB, teklifin yasalaşmasının ardından ortaokul niteliğindeki ikinci kademe eğitimin müfredatını yeniden düzenleyerek, 'alan' derslerinin ağırlığını artıracak. İlk kademeye sınıf öğretmenleri, ikinci kademeye ise branş öğretmenleri girecek. Böylece öğrenci liseye devam ederken özellikle mesleki eğitimle ilgili 'yönlendirme' derslerini de alacak.

AK Parti 'kesintisiz' eğitimi 'kesintili ve kademeli' hale getirmek ve zorunlu temel eğitim süresini 12 yıla çıkarmak amacıyla kanun değişikliği yapacak. AK Parti'nin bu kapsamda yürüttüğü çalışmada son aşamaya gelindi. Kanun teklifinin önümüzdeki günlerde Meclis'e verilmesi bekleniyor. Kanun teklifi ile 'İlköğretim ve Eğitim Kanunu', 'Milli Eğitim Temel Kanunu' ve 'kesintisiz 8 yıllık temel eğitimi' getirmek için 1997 yılında çıkarılan 4306 sayılı kanunda değişiklik yapılacak. Bu kanunlardaki 'kesintili' ifadeleri çıkarılarak temel eğitim yeniden düzenlenecek. Yapılacak yasa değişikliğine geçiş hükümleri konularak mevcut öğrencilerin mağdur olması da engellenecek. 2010 yılı sonunda gerçekleştirilen 18. Milli Eğitim Şûrası'nda da kesintisiz eğitimin kesintili yapılması yönünde karar alınmış, zorunlu temel eğitimin ise önünde bir yıl okulöncesi olmak üzere, 4+4+4 şeklinde düzenlenmesi benimsenmişti.

Öte yandan Yükseköğretim Kurulu'nun (YÖK) üniversiteye giriş sınavlarında aldığı 'katsayı'yı kaldırma kararının, Danıştay'a yapılacak bir başvuru sonrasında iptal edilmesi ihtimaline karşı 2547 sayılı kanunun 45. maddesinde yapılacak düzenleme ile 'katsayı' ifadesi kanundan çıkarılacak. Meslek lisesi öğrencilerinin kendi alanlarında bir yükseköğretim programına devam etmeleri halinde verilen 'ek puan' ise devam ettirilecek. Bu öğrencilerin ortaöğretim başarı puanlarının yüzde 6'sı, ilave puan olarak üniversite sınavı sonuçlarına eklenecek. Meslek liselerinden meslek yüksekokullarına sınavsız geçiş uygulaması da devam ettirilecek. Yusuf Ziya Özcan'ın YÖK başkanlığı döneminde katsayı sıfırlandıktan sonra Danıştay bunu iptal etmiş, YÖK'ün katsayı farkını 'çok az' belirlemesine de yine Danıştay engel olmuştu.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1224451&title=mecburi-egitim-12-yila-cikiyor-ama-sistem-kademeli-olacak
#637


İnternet andıcı davasında, Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un savcılık sorgusunun ardından çıkarıldığı mahkemece tutuklandı.

Özel yetkili İstanbul Cumhuriyet Başsavcıvekilliğince hakkında başlatılan soruşturma kapsamında ifadesine başvurulan eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ, tutuklanması istemiyle mahkemeye sevk edildi.

Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesinde, soruşturmayı yürüten özel yetkili İstanbul Cumhuriyet Savcısı Cihan Kansız tarafından ''şüpheli'' sıfatıyla ifadesi alınan Başbuğ, TCK'nın 314/1. maddesi gereğince ''örgüt yöneticiliği'' ve 312/1. maddesi gereğince de ''cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs'' suçlarından tutuklanması istemiyle İstanbul Nöbetçi 12. Ağır Ceza Mahkemesine sevk edildi.

İlker Başbuğ'un savcılık ifadesi yaklaşık 7 saat sürdü.

Başbuğ için tutuklama kararı

Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesinde, soruşturmayı yürüten özel yetkili İstanbul Cumhuriyet Savcısı Cihan Kansız tarafından ''şüpheli'' sıfatıyla ifadesi alındıktan sonra tutuklanması istemiyle İstanbul Nöbetçi 12. Ağır Ceza Mahkemesine sevk edilen Başbuğ'un işlemleri tamamlandı.

Mahkeme, emekli Orgeneral İlker Başbuğ'un tutuklanmasına karar verdi.

Başbuğ, 7 saat süren savcılık sorgusunun ardından, TCK'nın 314/1. maddesi gereğince ''örgüt yöneticiliği'' ve 312/1. maddesi gereğince de ''cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs'' suçlarından tutuklanması istemiyle mahkemeye sevk edilmişti.

http://www.haber7.com/haber/20120106/Ilker-Basbug-icin-tutuklama-karari.php


Darbeye teşebbüsten tutuklandı

BÜŞRA ERDAL, YAKUP ÇETİN - İSTANBUL  

'Komutana arz' notuyla İnternet Andı-cı'nın sunulduğu dönemin Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, şüpheli sıfatıyla ifade verdi. Başbuğ, 'darbeye teşebbüs ve terör örgütü kurmak ve yönetmek' suçlamasıyla tutuklanarak Silivri Cezaevi'ne gönderildi. Başbuğ, sivil yargıya hesap veren ve tutuklanan ilk Genelkurmay başkanı oldu.

Ergenekon davası kapsamında devam eden 'İnternet Andıcı' ile 'AKP ve Gülen'i Bitirme Planı' soruşturmasının uzandığı son isim İlker Başbuğ oldu. Eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ, hükümet aleyhinde kara propaganda yapmak amacıyla Karargâh'ta kurulan internet siteleriyle ilgili soruşturmada 'şüpheli' sıfatıyla ifade verdi. 'Darbeye teşebbüs ve terör örgütü kurmak ve yönetmek' suçlarından tutuklanması talebiyle İstanbul Nöbetçi 12. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sevk edilen Başbuğ, mahkeme sorgusunun ardından Silivri Cezaevi'ne gönderildi. Başbuğ, sivil yargıya hesap vererek tutuklanan ilk Genelkurmay başkanı oldu.

İlker Başbuğ, mahkemede hakkındaki bütün iddiaları yalanladı. Andıç belgesinde parafının olmadığını söyledi. Başbuğ, adliyeden götürülürken gazetecilere yaptığı açıklamada ise "Türkiye Cumhuriyeti'nin 26. genelkurmay başkanı tutuklandı, takdiri yüce Türk milletine bırakıyorum." ifadelerini kullandı. Başbuğ'un avukatı İlkay Sezer, müvekkiline, 'İrticayla Mücadele Eylem Planı'nın da sorulduğunu aktardı. Savcının, 'kâğıt parçası' ve 'boru' açıklamalarını hatırlattığı Başbuğ'un, "Ben Türk Silahlı Kuvvetleri'nin başkanıydım. İyi niyetli açıklamalardır. Başka bir niyet yoktur. Komutan olarak TSK'ya moral vermek niyetiyle yapılmış açıklamadır." dediği öğrenildi.

Mahkeme, davanın 30 Aralık 2011 tarihli duruşmasında, sanıkların savunmalarıyla ilgili beyanlarda ve belgelerde adı geçen İlker Başbuğ hakkında gereğinin takdir ve ifası için özel yetkili İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği'ne yazı yazılmasına karar verdi. Başsavcılık, söz konusu yazıya istinaden 2 Ocak'ta İlker Başbuğ hakkında soruşturma başlattı. Tebligat yapılan Başbuğ, dün savcının istediği saatte 13.30'da avukatıyla birlikte İstanbul Adliyesi'ne geldi. Soruşturma Savcısı Cihan Kansız'ın yaptığı sorguya zaman zaman İstanbul Özel Yetkili Başsavcı Vekili Fikret Seçen de eşlik etti. Başbuğ'un sorgusu yaklaşık 7 saat sürdü. Savcının, 60 soru sorduğu öğrenildi. Başbuğ'un tüm soruları ayrıntılı bir şekilde cevapladığı belirtildi. Sorgusunun tamamlanmasının ardından Başbuğ, 'Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme' ve 'terör örgütü yönetmek' suçlarından tutuklanması talebiyle mahkemeye sevk edildi.

İlker Başbuğ'un mahkeme sorgusu yaklaşık 2 saat sürdü. Mahkeme sorgusunda hakkındaki bütün suçlamaları reddeden Başbuğ, "Bu andıç bana arz edilmedi. Arz edilmiş olsa muhakkak üzerinde imzam ya da parafem olurdu." şeklinde konuştu. İlker Başbuğ, İstanbul Nöbetçi 12. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki sorgusunun ardından 'darbeye teşebbüs ve terör örgütü kurmak ve yönetmek' suçlamasıyla tutuklandı. 01.10 sularında adliyeden götürülürken gazetecilere konuşan Başbuğ, "Türkiye Cumhuriyet'in 26. genelkurmay başkanı tutuklandı. takdiri yüce Türk milletine bırakıyorum." ifadelerini kullandı.

Sanıklar Başbuğ'u suçlamıştı: Andıç ona sunuldu

Davanın 29 Aralık 2011'de görülen duruşmasında Bilgi Destek Dairesi Destek Şubesi'nde görev yaparken dava konusu 'İnternet Andıcı'nı hazırlayan tutuksuz sanıklardan Yüzbaşı Murat Uslukılıç'ın savunması alınmıştı. Andıç hazırlama emrini Dursun Çiçek'ten aldığını söyleyen Uslukılıç, "Andıcı taslak olarak hazırlayıp Dursun Albay'a gönderdim. Bildiğim kadarıyla andıç, Genelkurmay 2. Başkanı (Hasan Iğsız) tarafından Genelkurmay Başkanı'na (İlker Başbuğ) arz edildi. Genelkurmay Başkanı onayladıktan Dursun Albay andıcı bize getirdi.'' demişti. Kaos Planı'nın altında imzası bulunan Dursun Çiçek, mahkemedeki ifadesinde İnternet Andıcı'nın gerçek bir belge olduğunu itiraf etmişti. Savcılığa verdiği 13 sayfalık ifadede ise andıçtan sıralı komutanlarını sorumlu tutmuş, belgenin emir-komuta zinciri içinde hazırlandığını söylemişti. Çiçek, Korgeneral Mehmet Eröz, Korgeneral İsmail Hakkı Pekin ve Tümgeneral Hıfzı Çubuklu'yu kastederek, "Sıralı amirler benim kadar sorumludur." ifadesini kullanmıştı.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın 46. duruşmasında sanıklardan Genelkurmay Adli Müşaviri Tümgeneral Hıfzı Çubuklu da 2009'da hazırlanan andıcın yasaya uygun olup olmadığına baktığını söylemişti. Çubuklu, "Bizdeki işlem sadece hazırlıktır. Parafladığım andıçta hukuka aykırı bir şey yok. Bu andıç, 5651 sayılı yasaya göre hazırlanmış gerçek bir evraktır. Benim parafımdan sonraki işlem, belgeyi hazırlayan başkanlığa aittir. Bu da komuta katının imzasından sonra olur.'' diyerek üstlerini işaret etmişti. Çubuklu, İlker Başbuğ'un Kaos Planı belgesi için 'kâğıt parçası' ifadesini kullanmasının talihsizlik olduğunu söylemişti.

Yaklaşık 7 saat sorgulandı 60 soruya cevap verdi

Sabahın erken saatlerinden itibaren adliyeye gelen basın mensupları, gelişmeleri anında canlı olarak duyurdu. Savcı Cihan Kansız, İlker Başbuğ'a 60 soru yöneltti. Başbuğ'un yaklaşık 7 saat süren sorguda bütün soruları ayrıntılı bir şekilde cevapladığı belirtildi. Mahkemenin, tutuklamaya gerekçe olarak CMK'nın 103'üncü maddesinde yer alan 'kuvvetli suç şüphesi ve delilleri karartma ihtimali'ni gösterdiği öğrenildi.

O istemezse, kalem bile oynatamazsınız

İnternet Andıcı davasında tutuklu yargılanan emekli ve muvazzaf askerler, savunmalarında sürekli İlker Başbuğ'u işaret etmiş ve andıcın emir komutayla hazırlandığını açıklamıştı. Tutuklu sanıklardan eski 1. Ordu Komutanı Orgeneral Hasan Iğsız, yayınlanan andıçta en yetkili makamın 'Genelkurmay başkanı' olduğunu söylemişti. Dava konusu andıç hazırlandığında Genelkurmay 2. başkanı olarak görev yaptığını hatırlatan Iğsız, çapraz sorgusunda, savcının sorusu üzerine belgedeki 'Sayın komutana arz' ifadesini de detaylandırmıştı. Iğsız, "Sayın komutana arz demek, bu kişinin, yetkilisinin o olduğunu gösterir. Ona arz edilmeden hiç kimse kalem oynatamaz, işlem tamamlanamaz... Eğer bir tasarrufta bulunma ihtiyacı ortaya çıktıysa böyle bir konu en üst makama sunulmadan karar alınması mümkün değildir." ifadelerini kullanmıştı. İnternet Andıcı'nın yayımlanmasıyla ilgili en yetkili makamın hangisi olduğu yönündeki soruya ise 'Genelkurmay başkanı' şeklinde cevap verdi.

Tutuklu sanıklardan Adana 6. Kolordu Komutanı Korgeneral Mehmet Eröz de yapılanların emir-komuta zinciri içerisinde olduğunu söylemişti. Eröz, andıç emrinin komuta katından geldiğini aktarmıştı.Söz konusu internet sitelerinin Genelkurmay bünyesinde kurulduğu ileri sürülüyor. İddialara göre, sitelerde AK Parti hükümetinin aleyhinde yayınlar yapılıyordu. Siteleri hazırlayan kişi ise İrticayla Mücadele Eylem Planı'nın altında imzası bulunun emekli Albay Dursun Çiçek. Kaos Planı da AK Parti'yi hedef almıştı. Plan, masum insanlara suç isnat edip, askerî mahkemelerde yargılamayı öngörüyordu.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1224957&title=darbeye-tesebbusten-tutuklandi&haberSayfa=0


Türkiye ve dünya medyasında Başbuğ'la ilgili çıkan haberler:















Dünya basınında İlker Başbuğ yorumları

İngiliz BBC televizyonu ve Amerikan New York Times gazeteleri, Başbuğ'un tutuklandığını internet sayfalarında manşetten verdiler.

İngiliz BBC televizyonu "Türkiye'nin Ergenekon darbe planı: Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ tutuklandı" başlığıyla verdiği haberde, Başbuğ'un hükümete karşı darbe planı gerekçesiyle tutuklandığını yazdı. BBC haberinde, 2010 yılında Genelkurmay Başkanlığı görevinden emekliye ayrılan Başbuğ'un genişletilmiş Ergenekon Örgütü davasından tutuklanan en üst düzey asker olduğu belirtildi. Haberde, savcının 2003 yılında ulusalcı bir grubun Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hükümetini düşürmek için bir darbe girişiminde bulunduğu suçlamasında bulunduğunu belirterek, bu dava kapsamında 400 kişinin yargılandığı vurgulandı.

NEW YORK TIMES: 'İNTERNET ANDICI' SUÇLAMASI YAPILDI
Amerikan New York Times gazetesi, Türkiye'nin Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ'un genişletilmiş darbe girişimi davası çerçevesinde tutuklandığını yazdı. Başbuğ'un 2008 yılına kadar Genelkurmay Başkanlığı görevinde bulunduğu hatırlatılarak, "İnternet andıcı" belgesinin hazırlanması emrini veren kişi sıfatıyla tutuklandığını belirtti.

WASHINGTON POST: ERGENEKON DAVASINDAN TUTUKLANDI
Amerikan Washington Post gazetesi, Türkiye'nin Genelkurmay eski Başkanı'nı darbe girişimine teşebbüsten yargılanmak için tutukladığını yazdı. Haberde, 2010 yılına kadar Genelkurmay Başkanlığı yapan Başbuğ'un genişletilmiş Ergenekon davası kapsamında tutuklandığı belirtildi. Gazete, NTV'yi kaynak göstererek, Başbuğ'un kendisine yöneltilen tüm suçlamaları reddettiğini yazdı. Washington Post haberinde, Başbuğ'un sağlık kontrolünden geçirildikten sonra demir parmaklıklar arkasına gönderilen ilk üst düzey asker olduğu belirtildi.

REUTERS: HÜKÜMETLE ORDU ARASINDA YENİ GERGİNLİK NEDENİ
Uluslararası haber ajansı Reuters, Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ'un darbe girişiminde bulunmaktan tutuklandığını belirtti. Haberde, Başbuğ'un tutuklanmasının ordu ile hükümet arasında yeni bir gerginliğe neden olabileceği iddisında bulunuldu. Reuters haberinde, Ergenekon davasında yargılanan bazı gazetecilerin dün hakim karşısına çıkarıldığı hatırlatılarak, bu davadan saatler sonra Başbuğ'un gece yarısı tutuklandığı vurgulandı. Haberde tutuklu gazetecilerin "Adalet katlediliyor" diye mahkemede bağırdıkları belirtildi.

EL CEZİRE: ORDU İNTERNET SİTELERİYLE ERDOĞAN'I ZAYIFLATMAYA ÇALIŞTI
Katar merkezli El Cezire televizyonu da, Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ'un hükümete karşı darbe girişimi suçlamasıyla tutuklu yargılanacağını duyurdu. Haberde Başbuğ'un Ergenekon davasında tutuklanan en üst düzey asker olduğu belirtildi. Haberde, savcının Türk ordusuna, çeşitli internet siteleri kurarak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve partisi AKP'yi zayıflatmak suçlamasını yönelttiği vurgulandı.

DER STANDARD: BAŞBUĞ 'İNTERNET ANDICI'NDAN TUTUKLANDI
Avusturya'nın saygın gazetelerinden Der Standard, Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ'un tutuklandığı haberine geniş yer veren diğer bir gazete. Der Standard, Başbuğ'un "İnternet andıcı" adlı bir belgeyle hükümete karşı darbe girişi planı içinde olmaktan tutuklanığını belirtti.

http://www.haber7.com/haber/20120106/Dunya-basininda-Ilker-Basbug-yorumlari.php
#638
Karşılıksız çek keşide etme eylemine adli nitelikte bir yaptırım uygulanması nedeniyle yaşanan sıkıntılara çözüm bulmayı amaçlayan tasarı, TBMM Başkanlığına sunuldu.

Çek Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısına göre, hakkında işlem yapılan kişi hakkında uygulanan adli nitelikteki yaptırım, idari nitelikte bir yaptırıma dönüştürüldüğünden, daha önce adli sicilde tutulan yasaklılık durumuna ilişkin kayıtlar, Merkez Bankasında tutulacak.

Çek defterinin her bir yaprağına çekin basıldığı tarih de yazılacak.

Çekin, üzerinde yazılı baskı tarihinden itibaren 5 yıl içinde ibraz edilmemesi halinde, muhatap bankanın ödemekle yükümlü olduğu tutara ilişkin sorumluluğu sona erecek.

Kanuni ibraz süresi içinde, çekle ilgili olarak ''karşılıksızdır'' işlemi yapılmasına sebebiyet veren kişi hakkında uygulanan adli nitelikteki yaptırım, idari nitelikte bir yaptırıma dönüştürülecek.

Buna göre, mevcut durumda, çekle ilgili olarak ''karşılıksızdır'' işlemi yapılmasına sebebiyet veren kişi hakkında her bir çekle ilgili olarak 1500 güne kadar adli para cezası verilirken; yapılan değişiklikle, savcı tarafından her bir çekle ilgili olarak çek düzenleme ve açma yasağı kararı verilecek.

Çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararına karşı yapılacak başvuru ve itirazlar hakkında, Kabahatler Kanunu uygulanacak. Çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararına karşı yapılan başvurunun kabulü halinde, buna ilişkin bilgiler, Adalet Bakanlığı Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla Merkez Bankasına elektronik ortamda bildirilecek.

Karşılıksız kalan çek bedeli faizi ile birlikte tamamen ödenmesi durumunda çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kaldırılacak ve bu durum Merkez Bankasına bildirilecek. Çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararının verildiği savcılığa başvurularak talebin geri alınması halinde de çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kaldırılacak.

Çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağına ilişkin kayıt, üzerinden 10 yıl geçmesi halinde Merkez Bankası tarafından resen silinecek.

Hamiline çek defteri yaprağını kullanmadan hamiline çek düzenleyen kişiye, her bir çekle ilgili olarak uygulanan 1 yıla kadar hapis cezası, 300 TL'den 3 bin TL'ye kadar idari para cezasına dönüştürülecek.

Bankalar, kanunun yürürlüğe girmesinin ardından 1 ay içinde yeni çek defterlerini bastıracak. Bankalar, 30 Haziran 2012 yılına kadar müşterilerine yeni çek defterlerini verecek ve ellerindeki eski çek defterlerini imha edecekler.

Eski çeklerin hukuki geçerliliği devam edecek.

Üzerinde basıldığı tarih yer almayan çeklerin, 30 Haziran 2018 tarihine kadar bankaya ibraz edilmemesi halinde muhatap bankanın, bu kanuna göre ödemekle yükümlü olduğu tutara ilişkin sorumluluğu sona erecek.

Çekin, yazılı düzenleme tarihinden önce ödenmek için muhatap bankaya ibrazı, 31 Aralık 2017'den önce geçersiz olacak.

Bu kanunun yayımı tarihinden önce verilen çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararlarına ilişkin kayıtlar, Merkez Bankasında tutulmaya devam edilecek.

Tasarının genel gerekçesinde, düzenlemenin, karşılıksız çek keşide etme eylemine adli nitelikte bir yaptırım uygulanması nedeniyle yaşanan sıkıntılara çözüm getirmek ve adaletin etkinleştirilmesini, süratli ve verimli çalışmasını sağlamak amacıyla hazırlandığı belirtildi.

http://www.haber7.com/haber/20120105/Karsiliksiz-cekte-hapis-kalkiyor.php
#639
Kavga büyüyüp, ortalığı toz-duman kaplayınca sebep unutuluyor. Terör sorununun özünde Kürt sorunu var. Kürt sorunu ise neredeyse bütünüyle Kürtçe sorunundan ibaret.

PKK terörü, 1983 yılında Askerî Cunta'nın giderayak çıkarttığı Kürtçenin özel alanda konuşulmasını bile yasaklayan kanunun (2932 sayılı kanun) kendisine açtığı geniş hareket alanında serpilip büyümedi mi? Bugün hâlâ aynı sorun, KCK davasında Kürtçe savunma yapma hakkı olarak devam etmiyor mu?

1991 yılında Özal, Kürtçeyi yasaklayan kanunu ilga etti. 2009 yılında TRT Şeş'in açılmasına kadar bu alanda ciddi bir ilerleme sağlanamadı. Geride bıraktığımız son üç yılda alınan dev mesafe, Kürtçe yayın yapan devlet televizyonunun oluşturduğu atmosferin eseri. Geriye ne kaldı? Kürtçe öğretime kimseden itiraz yok. Ya Kürtçe eğitim? Kürtçe eğitim hakkı, bir anayasal hak olarak benimsendiği zaman geride Kürtçe sorunu adına herhangi bir eksiklik kalmayacak. Kürt ulusalcılığının siyasî talepleri, artık Kürt sorunu adında bir etnik sorunu değil bir ulusal soruna, yani marjinalleşmeye işaret edecek.

Anadilde eğitim konusunun Türkiye'deki en yetkin uzmanı, Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi Vahap Coşkun. Büyük katkıda bulunduğu 'Dil Yaresi' isimli çalışma, hâlâ konunun en zengin referansı niteliğinde. Onun bilimsel kavramlaştırmalarını takip etmek, çözümün ortak yöntemine sahip olmak için yeterli görünüyor.

'Anadilde öğretim', resmî eğitim içinde anadilin öğretilmesine imkân sağlanması anlamına geliyor. Bunun için haftalık ders programına birkaç saatlik Kürtçe dersinin konulması yeterli. Bu dersin zorunlu müfredat içine alınması veya seçimlik olması tartışılması gereken bir konu. Anadili Kürtçe olan vatandaşlarımızın Türkiye sathındaki dağılımına bakılınca, bu öğretimin seçimlik ders şeklinde müfredata alınması gerektiği anlaşılıyor. Ancak sonuçta devlet Kürt vatandaşlarının anadilini öğrenme talebini karşılamış oluyor. Bu konuda itiraz yok. Bir uzlaşma oluşmuş durumda.

Anadilde eğitim ise, zannedildiği gibi Türkçeye rakip olarak, kapısından girdiğiniz zaman her şeyin Kürtçeden ibaret olduğu okul anlamına gelmiyor. Resmî dili öğretmek, anadilde eğitimi anayasal hak olarak düzenleyen ülkelerde bile devletin görevi olarak kabul ediliyor. Çözüm iki dilli eğitimde bulunuyor. Devlet, vatandaşlarına aynı anda iki dilli eğitim fırsatı tanımış oluyor.

Ulus devletin zihnimize yerleştirdiği dar kalıpların, yasakların dışına çıkarak düşünelim. Anaokulundan itibaren Kürt vatandaşlarımızın, anadilde eğitim hakkına sahip olduğu bir eğitim sistemi tahayyül edelim. Matematik, fizik, hayat bilgisi gibi dersleri çocuklar hangi dilde öğrenmek isteyecekler? İki dilin aynı anda öğrenilmesi mümkün. Ancak, tek dil üzerinde yoğunlaşmanın iki dilli olana göre avantajları da dezavantajları da var. Liseyi bitirene kadar eğitim, üniversiteye hazırlık olarak görüldüğüne göre mukayeseyi yüksek öğrenim fırsatına göre yapmak lâzım. Liseyi bitirdiğinde kim daha avantajlı olacak? Yüksek öğrenimde Kürtçe eğitim imkânı ne kadar sağlanabilir? Bu noktada artık devletin iyi niyeti ve çabası da yeterli olmaz. Kürtçe eğitim talep edenlerin hesap etmesi gereken bir gelecek kaygısı devreye giriyor. Kuzey Irak'ta resmî dil, Türkiye Kürtçesi yani Kurmanç dili değil. Bir üniversitede mevcut olan bilim dallarına göre, Kurmanç dilinde müfredat ve literatür oluşacak. Sonrasında ise bu dilde üniversite eğitimi alanların, meslek hayatına başlarken diğerlerine göre hiç olmazsa eşit fırsatlara sahip olması gerekecek.

Anadilde eğitim tabusu, ulus-devletin paranoyalarının eseri. Yasak koymamak korktuğunuzun başınıza gelmesi değil, korkularınızdan kurtulmak demek. Vatandaşının diline sahip çıkan bir devlet mi, yasaklayan bir devlet mi birliğini, bütünlüğünü garanti eder?

Anadilde eğitim meselesi, üzerinde düşünmeden hüküm verdiğimiz bir konu. Yeni anayasanın, anadilde eğitime yasak koymaması, bu sorunun aşılması için yeterli. Bu mesele normalleştiği zaman, yani Kürtçeyi vatandaşın talebine göre özgürce şekillenen bir alternatif olarak eğitim sistemine yerleştirdiğiniz bıraktığımız zaman, Kürtçe sorunu yani Kürt sorunu sona ermiş olacak.

m.turkone@zaman.com.tr
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1223346
#640


Bursa'da kurulu Katren Otomotiv, Çinli ''Omnia'', ''Jmstar'' ve ''Fulu'' markalarıyla yaptığı distribütörlük anlaşması çerçevesinde, 4 farklı elektrikli aracı, Türkiye'ye getirdi.

Herhangi bir elektrik prizinde 4 saatte şarj edilebilen şehiriçi kullanımına yönelik mikro araçlar, sadece 1 TL'ye azami 85 kilometre hızla 160 kilometre yol katedebiliyor.

Katren Otomotiv Genel Müdürü Yiğit Seskır, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Çin'de, Avrupa'ya ihracat izni almış tüm elektrikli araç üreticileriyle distribütörlük anlaşması yaptıklarını belirtti.

Seskır, şu anda ''Omnia''nın 2 kapılı binek, ''Jmstar''ın üstü açık (cabrio) ve ''Fulu''nun 3 tekerlekli ticari ve binek modellerini Türkiye'ye getirdiklerini kaydederek, ''Yogoma''nın 4 kapılı 5 kişilik modelinin ise yakın bir zamanda geleceğini bildirdi.

Binek otomobil ve ticari araçta, toplam 8 markanın 12 modelini Türk tüketicisiyle buluşturmayı hedeflediklerini anlatan Seskır, ürün gamlarının son derece geniş olduğunu, ancak sadece bununla yetinmeyeceklerini, ATV, UTV, bugy, bisiklet ve motosikletlerin de katılımıyla toplamda 40 elektrikli modeli Türkiye pazarına getireceklerini bildirdi.

-30 TL'ye ayda 4 bin 800 kilometre-

Seskır, araçların 4 saatte şarj edilebildiğini belirterek, getirdikleri araçların en büyük avantajının yakıt tüketimi olduğuna dikkati çekti. Seskır, şunları kaydetti:

''Bizim arabalarımızın en büyük avantajı tüketimi. 1 liraya yaklaşık 160 kilometre gidiyor. Bu da ne demek ayda 4 bin 800 kilometreyi yaklaşık 30 TL'ye gidiyor. Bu da tamamen neredeyse yakıt tüketimini gider kalemi olmaktan çıkartıyor'' dedi.

Normal, bildiğimiz 220 voltta şarj oluyor. Yani herhangi müsait olmayan bir yerde dahi insanlar, balkondan bir uzatma kablosu ile arabalarını şarj edebilirler. İsterlerse 10-20 metrelik kabloları balkonlarından atsınlar ya da iş yerlerinin önünde şarj etsinler. 220 volt olduğu için bizim araçlarımızın şarj üniteleri hiçbir sıkıntımız yok. Aylık akü kirası diye bir kiramız da yok.''

-''Herkes bizi aramaya başladı''-

''Otomotivin mor ineği''nin elektrikli araçlar olduğuna da değinen Seskır, şöyle devam etti:

''Herkes elektrikli araçları bekliyor, herkes çok heyecanlı. Özellikle şirketler bir aracın aylık mazot ya da benzin giderinin bin lira olduğunu düşündüğünüzde, en azından 10-15 araba kapasiteleri olan şirketlerin ayda 10-15 bin lira giderleri olduğunu düşünürsek, daha piyasaya çıkmadan herkes bizi aramaya başladı, 'Ne zaman alabiliriz bu araçları?' diye. Maksimum hızları 85 kilometre, yani bunlar şehir içi araçları dediğimiz, küçük micro araçlar. Maksimum kilometreleri de 160 kilometre. Yani 85 kilometre hızla, maksimum 160 kilometre yol gidebiliyor. Şu gördüğümüz modellerin hepsi Avrupa'da satışta. Avrupa'da özellikle elektrikli araca çok büyük bir talep var.''

-''Özellikle sucu ve tüpçüler için getirdik''-

Seskır, ''microcar'' olarak adlandırılan ''Fulu''nun 3 tekerlekli ticari araçlarının çok tutulacağını umduklarını vurgulayarak, şöyle dedi:

''Modelimiz yaklaşık 500 kilo yük taşıyor. Yani 500 kilo yükü 1 TL'ye 160 kilometre boyunca taşıyor. Özellikle sucular ve tüpçüler için getirdik bu aracı. En büyük maliyetin onlarda benzin ya da mazot olduğunu düşünürsek, bütün ay boyunca taşıyacakları yükleri neredeyse 30 liraya taşıyabilecekler. 3 tekerlekli olmasının bir avantajı da tek şeritli bir yerde bile komple dönüş yapabiliyor.''

Elektrikli araçların satışına başladıklarını bildiren Seskır, fiyatların birkaç gün içinde netleşeceğini, ancak ticari modellerin 20 bin civarında, binek modellerin ise 15-30 bin aralığında satılacağını kaydetti.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1223582&title=bu-araclar-benzin-derdini-bitirecek-30-liraya-4-bin-800-km-yol