Haberler:

deneme

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - Avukat

#701


AHMET DÖNMEZ - ANKARA   
Başbakan Erdoğan, sezaryenle doğuma karşı çıktı. Sezaryenin Türkiye nüfusunun artmaması için atılan adımlardan olduğunu söyleyen Erdoğan, "Bunun, bu milleti dünya sahnesinden silmek için sinsice bir plan olduğunu biliyoruz. Bu milletin çoğalması için asla bu oyunlara prim vermemeliyiz." dedi. Kürtajın da cinayet olduğunu belirterek, "Her kürtaj, bir Uludere'dir." ifadesini kullandı.

Başbakan Tayyip Erdoğan, önceki gün İstanbul'da Uluslararası Parlamenterler Konferansı'nda yaptığı 'kürtaj' açıklamasını dün bir adım ileri götürerek sürdürdü. Ankara ASKİ Spor Salonu'nda yapılan AK Parti Genel Merkez Kadın Kolları 3. Olağan Kongresi'nde, 'kürtaj' ve 'sezaryen'i eleştiren Erdoğan, vurgusunu, gündemdeki 'Uludere' tartışmasıyla kuvvetlendirdi. "Ben sezaryenle doğuma karşı olan bir başbakanım." diyen Erdoğan, "Bunların planlı yapıldığını, özellikle yapıldığını biliyorum. Bunun bu ülke nüfusunun artmaması için atılan adımlar olduğunu biliyorum." açıklamasını yaptı. Kürtajla ilgili ifadesini hatırlatırken de, "Bu ifademe karşı çıkan bazı çevrelere ve medya mensuplarına sesleniyorum. Yatıyorsunuz, kalkıyorsunuz 'Uludere' diyorsunuz. Her kürtaj bir Uludere'dir." dedi. Başbakan, anne karnında bir yavruyu öldürmenin doğumdan sonra öldürmekten hiçbir farkı olmadığını savundu. Sezaryenin de Türk nüfusunu azaltmak isteyen çevrelerce bilinçli olarak yaygınlaştırıldığı açıklamasını yaptı. Başta salondaki partili kadınlar olmak üzere bütün vatandaşlara, "Bunun mücadelesini hep birlikte vermeye mecburuz. Bu milleti dünya sahnesinden silmek için sinsice bir plan olduğunu bilmek durumundayız. Bu milletin çoğalması için de asla bu oyunlara prim vermemeliyiz.'' diye seslendi.

Başbakan Erdoğan'ın, konuşması sırasında son günlerdeki Uludere eleştirileri nedeniyle gergin olduğu gözlendi. Bazı medya organları ve muhalefet partilerine bu konu nedeniyle sık sık sitem etti ve tepki gösterdi. Erdoğan'ın konuşmasından satırbaşları şöyle:

Sezaryenle ülke nüfusu donduruluyor: Sezaryenin bu ülke nüfusunun artmaması için atılan adımlar olduğunu biliyorum. Bununla bu ülkenin nüfusu bir yerde donduruluyor. İki; kürtajı bir cinayet olarak görüyorum. Bizim tek bir hesabımız var; bu millet muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkacak. Bunun için de genç, dinamik nüfusa ihtiyacımız var. Aksi takdirde 2037'de ihtiyar bir nüfusla gerileme dönemine başlarız.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1293947&title=sezaryen-sinsi-bir-plan
#702
Merhabalar.

Alıntı YapKarşılıksızdır işlemi yapılmış çekte hamil karşılıksız ibaresini yazdıran kişimidir?

Evet; hamil, çeki bankaya ibraz eden son cirantadır.

Alıntı YapVe çek kanununa göre sadece karşılıksızdır ibaresini yazdıran kişi mi çek yasağı için talepte bulunabilir çeki yazdırandan önceki ciranta eğer çekin bedelini ödeyerek hamilden çeki alıp kendi çek sahibi hakkında çek yasağı için başvuramaz mı?

Sadece hamil başvurabilir, diğer cirantalar başvuramaz diye düşünüyorum. Zira 3167 sayılı mülga Çek Kanunu'nun ilk biçiminde de şikâyet hakkı sadece hamile tanınmıştı, kanunda hamil sözü geçiyordu. Fakat Yargıtay bu ifadeyi geniş yorumladı ve çeki bankaya ibraz eden hamil şikâyet edebileceği gibi, ibraz ettikten sonra çeki kendisinden önceki cirantalara vermişse o cirantaların da şikâyet hakkı var diye kabul etti, uygulama bu yönde gelişti. 2003 yılında 3167 sayılı mülga Kanun'da bir değişiklik yapıldı ve Yargıtay içtihatları dikkate alınarak şikâyet hakkı sadece ibraz eden hamile değil, elinde bulundurmak koşuluyla cirantalara ve ödemede bulunmuşsa bankaya da aittir denildi. Ancak yeni kanun getirilen bu geniş şikâyet hakkını kaldırarak ilk biçime döndü. Şimdi bir an için akla kanunun ilk biçiminde de sadece hamilden bahsedildiği ve fakat Yargıtay'ın bunu geniş yorumladığı, dolayısıyla yine geniş yorumlayabileceği düşüncesi gelebilirse de, bu düşünceye karşı şöyle denebilir: Evet, o zaman da sadece "hamil" dendiği halde yasa koyucu bu ifadeyi geniş yorumlayan Yargıtay'ın uygulamasını bir tereddüt oluşturmamak için yasalaştırma yoluna gitti; fakat şu anda bu uygulamayı benimsemediği için bilerek ve isteyerek cirantaları yasa metninden çıkardı, şikâyet hakkı olarak sadece ibraz eden hamili bıraktı denebilir. Ayrıca yasaya göre karşılıksız çek suçu, çeke muhatap bankaca karşılıksız işlemi yapıldığı anda oluşur. Yani suç ibraz anında işlenmiş olduğundan doğal olarak suçun mağduru da ibraz eden hamil oluyor. Yasa cirantaya veya bankalara şikayet hakkı tanımıyor, çünkü aksine bir davranış, şahsa sıkı sıkıya bağlı bir hak olan şikayet hakkının devir ve temlik edilemeyeceği şeklindeki temel ceza hukuku ilkesine de aykırı düşerdi de denebilir. Özetle, mesele biraz tartışmalı olsa da mevcut durum itibariyle cirantaların şikayet hakkının olmadığını kabul etmek gerekir diye düşünüyorum.

Alıntı YapHamiline olmayan çekler eğer hamiline olarak düzenlenirse bu çekler geçersiz diye ödenmeyebiinir mi? Bu şekilde çekler geçersiz midir? Yoksa hamiline olmayan çekleri hamiline düzenlemek suçtur fakat geçerli bir çek ve ödenmelimidir?

Suçtur ama çek geçerlidir; dolayısıyla geçerli bir çek gibi işlem görür.

Alıntı Yap6273 kanun sonrası karşılıksız çeki bulunan firmayı hamil talep ederek çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı aldırmamıştır
Bu durumda;
Çeki karşılıksız kalan fakat çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı almamış firma karşılıksız çek sebebiyle merkez bankasında 10 yıl boyunca ilan olunur mu?

Elbette Merkez Bankası'nda çek hesabı açma yasağı kararı varmış gibi bir kayıt oluşturulmayacaktır.

Alıntı YapÇeki karşılıksız kalan fakat çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı almamış firma eğer banka kabul ederse yeni bir çek hesabı açıp çek defteri verebilir mi? Çünkü sadece çeki karşılıksız kalmış ancak çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı almamıştır.

Çek Kanunu'nun 2. maddesinin birinci fıkrasına göre bankalar çek defteri verecekleri "kişinin ekonomik ve sosyal durumunun belirlenmesinde gerekli basiret ve özeni göster"mek zorunda olduklarından ve karşılıksız çeki bulunan kişiye yeni çek karnesi verilmesi bu basiret ve özen mükellefiyetine aykırı düşeceğinden, bir banka, böyle bir durumda yeni çek defteri vermeme yoluna gidecektir diye düşünüyorum.

Alıntı YapÇek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı verilmiş olan kişinin bu yasağını bu yasağı verdiren hamil savcılığa başvurup bu talebinden vazgeçerse bu yasak kalkar mı? Çünkü çek ödenmemiş fakat hamil talebinden vazgeçmek istemiştir. Yani çek bedeli ödenmesede hamilin istemesi ile verilmiş olan yasak tekrar kalkar mı? Yoksa çek bedeli ödenmeden yasak kalkmaz mı?

Çek Kanunu'nun 6/2. maddesi uyarınca hamil şikayet hakkından vazgeçerse, yasak kalkar. Çekin ödenip ödenmediğinin bir önemi yoktur. Kolay gelsin...
#703
Merhabalar. Yaşadıklarınızın hukuki bir ihtilafla ilgili olduğu anlaşılıyor, yani dolandırıcılıkla doğrudan bir ilgisi yok gibi görünüyor. Dolayısıyla savcılığa suç duyurusunda bulunmanız bir işe yaramayacaktır diye düşünüyorum. İcra takibi yaparak alacağınızı cebri icra yoluyla almayı deneyebilirsiniz. Ancak elinizde hiç belge olmadığından, şayet borçlu kısmen veya tamamen borca itiraz ederse, bu şartlar altında açacağınız itirazın iptali davasını kazanmanız da kolay olmayacaktır. Alacağınız senetle ispat sınırı olan 2.500,00 TL'nin altında olduğundan itirazın iptali davasında şahit dinletebilirsiniz ama bu şahit size birinci dereceden akraba olan bir kişi olacağından, elbette etkisi de zayıf olacaktır. Kolay gelsin...
#704



Küçükçekmece'de lise öğrencisi Serap Eser'in ölümüyle sonuçlanan İETT otobüsüne molotofkokteylli saldırıya ilişkin davada 3 sanıktan 2'si, ikişer kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı.

İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmaya, tutuklu sanıklar Salman Akpınar ve Hamit Aksan katıldı. Duruşmada kararını açıklayan mahkeme heyeti, Akpınar ve Aksan'ın, ''Devletin birliğini bozmak ve ülke topraklarından bir kısmını devlet idaresinden ayırma amacına yönelik olarak vahamet arz eden eylemi gerçekleştirdikleri'' gerekçesiyle ayrı ayrı ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılmalarına hükmetti. Bu iki sanık, ''18 yaşından küçük olan Serap Eser'i, patlayıcı madde atmak suretiyle yakarak kasten öldürmek'' suçundan da yine ayrı ayrı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Bu sanıkların ayrıca, ''patlayıcı madde bulundurmak ve nakil etmek'' suçlarından ayrı ayrı 6 yıl 8'er ay, sanıklardan Akpınar'ın da ''terör örgütü propagandası yapmak'' suçundan 1 yıl hapisle cezalandırılması kararlaştırıldı. Tutuksuz sanık Merdan Berk'in, ''patlayıcı madde bulundurmak'', ''kasten çocuk öldürmek'' ve ''kamu malına zarar vermek'' suçlarını işlediği sabit olmadığından beraatine hükmeden heyet, sanık hakkındaki ''terör örgütü üyeliği'' suçlamasıyla ilgili de ek iddianame yazılarak, yargılamaya devam edilmek üzere dosyasının ayrılmasına karar verdi. Küçükçekmece'de, 8 Kasım 2009'da, Söğütlüçeşme-Zeytinburnu seferini yapan İETT otobüsüne molotofkokteylli saldırı düzenlenmiş, yüzü, eli ve bacaklarında yanıklar oluşan 17 yaşındaki lise son sınıf öğrencisi Serap Eser, hastanede yapılan müdahaleye rağmen kurtarılamamıştı.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1292803&title=serap-eser-davasinda-iki-saniga-muebbet-hapis
#705
T.C.
YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ
E. 2010/11726
K. 2011/1870
T. 10.2.2011

4077/m.22

DAVA VE KARAR : Taraflar arasındaki hakem kurulu kararına itiraz davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü:

SONUÇ : Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, sair temyiz itirazları yerinde görülmemesine göre yerinde olmayan bütün temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, 10.02.2011 gününde oybirliği ile karar verildi.

YEREL MAHKEME İLAMI:

T.C.
ISPARTA
1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
(TÜKETİCİ MAHKEMESİ SIFATIYLA)
ESAS NO: 2010/48
KARAR NO: 2010/118

DAVA: Tüketicinin Hakem Kurulu Kararına İtirazı

DAVA TARİHİ: 23.02.2010

KARAR TARİHİ: 10.06.2010

Mahkememizde görülmekte bulunan Tüketiciyi Koruma Kanunundan Kaynaklanan davasının yapılan açık yargılamasının sonunda,

TALEP: Davacı vekili mahkememize verdiği dava dilekçesi ile davalının müvekkili Isparta Ziraat Bankası Şube Müdürlüğünden 22.04.2008 tarihinde 60 ay vadeli olarak %1,30 faiz oranı üzerinden kullanmış olduğu 57.000,00 TL limitli konut kredisi sözleşmesi imzaladıklarım bu kredinin davalı tarafından 25.11.2009 tarihinde Türkiye Vakıflar Bankası Eğirdir Şubesine refinansman edilerek kapatıldığını davalı kredi kullanımı esnasında alınan komisyon ekpertiz ücreti, hayat sigortası, DASK ve konut sigorta bedelleri ile kapama esnasında alınan %2 erken kapama cezasının iade edilmesi için Isparta Tüketici Hakem Heyeti Başkanlığına dilekçe verdiğini hakem heyeti başkanlığının 26.01.2010 tarih 22 sayılı karan ile davalının %2 erken ödeme tutarı olan 870,00 TL bedelin iadesi talebinin reddine, tüketiciden komisyon ve masraf adı altında alınan 1.710,00 TL bedelin ise davalıya iadesine karar verildiğini bu kararın haksız olduğunu, bu nedenlerle Isparta Tüketici Hakem Heyeti Kararının kaldırılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiş delillerini bildirmiştir.

B - CEVAP: Davalı verdiği cevap dilekçesini tekrar ile açılan davanın yerinde olmadığını davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

C- KANITLAR: Bu dosyada kanıt olarak tarafların karşılıklı beyanları, Konut Kredi sözleşmesi, yapılandırma kararı mevcuttur.

D- DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE: Dava davacı vekili tarafından davalı hakkında açılmış olan hakem heyeti kararına itiraz davasından ibaret bulunmaktadır. Davacı davasını kanıtlayamamıştır.

Tüm dosya kapsamı göz önüne alındığında getirtilip incelenen Ziraat Bankası Isparta Şubesine ait sabit faizli konut finansmanı kredi sözleşmesinde davacı ile davalı bankanın 22.04.2008 tarihinde sözleşme imzalayıp davacıya 60 ay vadeli aylık %1,30 faiz oranlı 57.000,00 TL limitli konut kredi kullandırıldığı konularında taraflar arasında herhangi bir uyuşmazlık söz konusu değildir. Tüm dosya kapsamı göz önüne alındığında getirtilip incelenen Isparta Tüketici Sorunları Hakem Heyetinin 26.01.2010 tarihli 2009/154912-22 sayılı dosyasında davalı tarafından davacı hakkında alınan konut kredisinden kaynaklanan 1.710,00 TL masrafın iadesi için şikayette bulunduğu Tüketici Hakem Heyeti Başkanlığının 26.01.2010 tarihli ve 22 sayılı kararında ise davalının ödediği 1.710,00 TL bedelin kendisine iadesine 870,00 TL bedel iadesi talebinin ise reddine karar verildiği görülmüştür.

Dosya içerisinde bulunan taraflar arasında imzalanan konut kredisi sözleşmesinin 2. maddesinde müşterinin ödeyeceği toplam borç tutarı belirtilmiş olup dosya masrafı adı altında tüketiciden herhangi bir masraf alınacağına dair hüküm bulunmamaktadır. Davacı banka taraflar arasında imzalanan tüketici kredisi sözleşmesinden dosya masrafı adı altında herhangi bir masraf alınması yolunda hüküm bulunmadığı halde tüketiciden 1.710,00 TL dosya masrafı talep ettiği ve bu paranın tüketiciden tahsil edildiği uyuşmazlık konusu değildir. Taraflar arasındaki sözleşmede bu paranın alınmasına ilişkin herhangi bir hüküm bulunmadığına göre Isparta Tüketici Sorunları Hakem Heyetinin tüketicinin talebini kabul ederek dosya masrafı adı altında alınan paranın tüketiciye iade etmesinde herhangi bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Bu durumda tüketicinin hakem heyeti kararını icra takibine koyarak takip yapmasında da hukuka aykırı bir yönün bulunmadığından davanın reddine karar vermek gerekmiştir.

Hüküm: Yukarıda açıklanıldığı üzere;

1- Davanın REDDİNE,

2- Harç alınmasına yer olmadığına,

3- Yapılan masrafın davacı üzerinde bırakılmasına,

Dair, davacı vekili ile davalının yüzüne karşı kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde Yargıtay yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup anlatıldı.10.06.2010




T.C.
YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/8679
K. 2011/17629
T. 28.11.2011

4077/m.6,7

DAVA : Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Davacı, davalı bankanın Bursa Ertuğrulgazi Şubesinden 05.03.2008 tarihinde 71,443.00.-TL. Konut Kredisi ve 4,679.00.-TL. Konut Destek Kredisi altında Tüketici Kredisi kullandığını, 17 ay boyunca ödemelerini düzenli olarak yaptığını ve 18.ayda da borcun tamamını kapattığını, davalı bankanın sözleşmede olmadığı halde hizmet bedeli adı altında 2,250.00.-TL, dosya ücreti adı altında 1,125.00.-TL, krediyi aynı şehirde bir başka şubeye havale ettiği için havale ücreti adı altında 1,285.00.-TL ve zorunlu olmadığı halde Hayat Sigortası adı altında 1,324.34.-TL olmak üzere toplam 5,984.34. TL. tahsil edildiğini, alınan bu paraların iadesi için davalı bankaya başvurmasına rağmen iade edilmediğini, bunun üzerine hakem heyetine şikayette bulunduğunu, Yıldırım Kaymakamlığı Tüketici Sorunları Hakem Heyetinin 12.02.2010 tarih, 119, 120, 121 ve 122 sayılı kararları ile alınan bu paraların iadesine karar verildiğini, kararların davalı bankaya 08.03.2010 tarihinde tebliğ edilmesine rağmen yerine getirilmediğini belirterek 5,984.34.-TL.nın davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı; alınan ücretlerin yasalara uygun olduğunu, taraflar arasında imzalanan sözleşmede de alınacak ücret ve masrafların belirtildiğini ve davacının bilgilendirildiğini, davacı tarafından alındığı iddia edilen 1,285.00.-TL.havale ücreti adı altındaki masrafın banka kayıtlarında görülmediğini belirterek davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, Davanın kısmen kabulü ile; 09.04.2010 tarihi olan dava tarihi itibariyle taraflar arasındaki kredi sözleşmesinden kaynaklanan ve davalı bankaca masraflar adı altında alınan 4,144.48.-TL. ana para, 791.38.-TL.işlemiş faizi ile birlikte toplam 4,935.86.-TL.nın davacıya iadesine, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiş, hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı eldeki davada, davalı banka tarafından konut kredisi verildiği esnada dosya masrafı, hizmet bedeli, havale ücreti adı altında kendisinden toplam 5,984.34.TL. ücret tahsil edildiğini, bunun haksız olarak kendisinden alındığını belirterek bu bedelin davalıdan tahsilini istemiş, davalı ise alınan bedelin taraflar arasında imzalanan sözleşmeye uygun olduğunu belirterek davanın reddini dilemiştir.

4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un 4822 Sayılı Kanunla değişik 6. maddesi ile sözleşmelerdeki haksız şart düzenlenmiş ve "Satıcı ve sağlayıcının tüketiciyle müzakere etmeden, tek taraflı olarak sözleşmeye koyduğu, tarafların sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerinde iyi niyet kuralına aykırı düşecek biçimde tüketici aleyhine dengesizliğe neden olan sözleşme koşulları haksız şarttır.

Taraflardan birini tüketicinin oluşturduğu her türlü sözleşmede yer alan haksız şartlar tüketici için bağlayıcı, değildir. Eğer bir sözleşme şartı önceden hazırlanmışsa ve özellikle standart sözleşmede yer alması nedeniyle tüketici içeriğine etki edememişse, o sözleşme şartının tüketiciyle müzakere edilmediği kabul edilir. Sözleşmenin bütün olarak değerlendirilmesinden, standart sözleşme olduğu sonucuna varılırsa, bu sözleşmedeki bir şartın belirli unsurlarının veya münferit bir hükmünün müzakere edilmiş olması, sözleşmenin kalan kısmına bu maddenin uygulanmasını engellemez. Bir satıcı veya sağlayıcı, bir standart şartın münferiden tartışıldığını ileri sürüyorsa, bunu ispat yükü ona aittir.

6/A, 6/B, 6/C, 7, 9, 9/A, 10, 10/A ve 11/A maddelerinde yazılı olarak düzenlenmesi öngörülen tüketici sözleşmeleri en az oniki punto ve koyu siyah harflerle düzenlenir ... " hükmü, yine 4077 Sayılı Kanunun değişik 6 ve 31 maddelerine dayanılarak hazırlanan Tüketici Sözleşmelerindeki Haksız Şartlar Hakkında Yönetmeliğin 7. maddesinde "satıcı, sağlayıcı veya kredi veren tarafından tüketici ile akdedilen sözleşmede kullanılan haksız şartlar batıldır" hükmü getirilmiştir.

Taraflar arasında 05.03.2008 tarihli 2 adet Konut Kredisi Sözleşmesi düzenlenmiştir. Hemen belirtmek gerekir ki, davalı banka, sadece kredinin verilmesi için zorunlu olan masrafları tüketiciden isteyebilir. Kredi verilmesi için gereken zorunlu masrafların neler olduğu konusunda ispat yükü 2011/8679-17629-17629 ise davalı bankaya aittir. Aksi halde, diğer ücret ve masraflar başlığı altında maktuen belirlenen bir miktarın tüketiciden alınacağına dair hükmün yukarıda açıklanan yasa ve yönetmelik hükümleri karşısında haksız şart olduğunun kabulü gerekir. Öyle olunca, mahkemece, davalı bankadan bu yönde delilleri sorulduktan sonra, konusunda uzman bilirkişi ya da heyetinden kredinin kullanılması için zorunlu masrafların neler olduğunun ve miktarının tespiti için rapor alınması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken bu yönler gözetilmeksizin eksik inceleme ile yazılı şekilde karşılık davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davalının temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davalı yararına BOZULMASINA, peşin alınan 78,00 TL. temyiz harcının istek halinde iadesine, 28.11.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.




T.C.
YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/3576
K. 2011/10221
T. 27.6.2011

4077/m.6,7,9,10,11

DAVA : Taraflar arasındaki istirdat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükümün süresi içinde davalı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Davacı, Davalı bankadan konut kredisi aldığını, bu esnada dosya masrafı ve ipotek ücreti adı altında 1645 TL ücret tahsil edildiğini, bunların sözleşmede yer alsalar dahi haksız şart olduğunu, hakem heyeti kararı ile bu paranın iadesine karar verildiğini ancak ödeme yapılmadığını belirterek, 1645 TL nin davalıdan tahsilini istemiştir.

Davalı; davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, davanın kabulüne, 1.645,00 TL nin davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş, hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.

1-)Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalının aşağıdaki bendin dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.

2-)Davacı eldeki davada, davalı banka tarafından konut kredisi verildiği esnada dosya masrafı ve ipotek ücreti adı altında kendisinden 1645 TL ücret tahsil edildiğini, bunun haksız olarak kendisinden alındığını belirterek bu bedelin davalıdan tahsilini istemiş, davalı ise alınan bedelin taraflar arasında imzalanan sözleşmeye uygun olduğunu belirterek davanın reddini dilemiştir.

4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un 4822 Sayılı Kanunla değişik 6. maddesi ile sözleşmelerdeki haksız şart düzenlenmiş ve "Satıcı ve sağlayıcının tüketiciyle müzakere etmeden, tek taraflı olarak sözleşmeye koyduğu, tarafların sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerinde iyi niyet kuralına aykırı düşecek biçimde tüketici aleyhine dengesizliğe sebep olan sözleşme koşulları haksız şarttır. Taraflardan birini tüketicinin oluşturduğu her türlü sözleşmede yer alan haksız şartlar tüketici için bağlayıcı, değildir. Eğer bir sözleşme şartı önceden hazırlanmışsa ve özellikle standart sözleşmede yer alması sebebiyle tüketici içeriğine etki edememişse, o sözleşme şartının tüketiciyle müzakere edilmediği kabul edilir. Sözleşmenin bütün olarak değerlendirilmesinden, standart sözleşme olduğu sonucuna varılırsa, bu sözleşmedeki bir şartın belirli unsurlarının veya münferit bir hükmünün müzakere edilmiş olması, sözleşmenin kalan kısmına bu maddenin uygulanmasını engellemez. Bir satıcı veya sağlayıcı, bir standart şartın münferiden tartışıldığını ileri sürüyorsa, bunu ispat yükü ona aittir. 6/A, 6/B, 6/C, 7, 9, 9/A, 10, 10/A ve 11/A maddelerinde yazılı olarak düzenlenmesi öngörülen tüketici sözleşmeleri en az oniki punto ve koyu siyah harflerle düzenlenir..." hükmü, yine 4077 Sayılı Kanunun değişik 6 ve 31 maddelerine dayanılarak hazırlanan Tüketici Sözleşmelerindeki Haksız Şartlar Hakkında Yönetmeliğin 7. maddesinde "satıcı, sağlayıcı veya kredi veren tarafından tüketici ile akdedilen sözleşmede kullanılan haksız şartlar batıldır" hükmü getirilmiştir.

Taraflar arasında düzenlenen 10.2.2010 tarihli Konut Kredisi Sözleşmesinin 6. maddesinde, "Müşteri işbu sözleşme hükümleri çerçevesinde kullandırılan kredi dolayısıyla, ödenmesi gereken her türlü vergi, resim, harç, sigorta primi, operasyon masrafını.. . Bank Asya'ya ödemekle yükümlü olduğunu kabul ve taahhüt eder" hükmü mevcuttur. Ancak, bu ücret ve masrafların hangi sebeplerle alınacağına dair sözleşmede ve bilgi formunda açıklayıcı bir hüküm bulunmamaktadır. Hemen belirtmek gerekir ki, davalı banka, sadece kredinin verilmesi için zorunlu olan masrafları tüketiciden isteyebilir. Kredi verilmesi için gereken zorunlu masrafların neler olduğu konusunda ispat yükü ise davalı bankaya aittir. Aksi halde, diğer ücret ve masraflar başlığı altında maktuen belirlenen bir miktarın tüketiciden alınacağına dair hükümün yukarda açıklanan yasa ve yönetmelik hükümleri karşısında haksız şart olduğunun kabulü gerekir. Öyle olunca, mahkemece, davalı bankadan bu yönde delilleri sorulduktan sonra, konusunda uzman bilirkişi ya da heyetinden kredinin kullanılması için zorunlu masrafların neler olduğunun ve miktarının tespiti için bilirkişi raporu alınması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken bu yönler gözetilmeksizin eksik inceleme ile yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

SONUÇ : Yukarıda 1. bentte açıklanan sebeplerle davalının sair temyiz itirazlarının reddine, 2. bentte belirtilen nedenler ile davalının temyiz itirazlarının kabulüyle hükümün temyiz eden davalı yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istenmesi halinde iadesine, 27.6.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.
#706
T.C.
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ
E. 2009/14338
K. 2011/7217
T. 14.6.2011

818/m.306,307,372
4389/m.10/4
5411/m.61

Davacıya güvenlik enstrümanlarını kullanmadan işlem yapma yetkisinin davalı banka tarafından verilmiş olması karşısında, bunları kullanmadan işlem yapan davacının meydana gelen zararda müterafik kusuru olduğunun kabulü de mümkün değildir. Bu durumda mahkemece, tüm kusurun davalı bankada olduğunun kabulüyle neticesine göre bir karar verilmesi gerekir.

DAVA : Taraflar arasında görülen davada Kartal 4. Asliye Hukuk Mahkemesi'nce verilen 24.6.2009 tarih ve 2008/401-2009/244 Sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi İhsan Akgül tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, müvekkilinin davalı bankada bulunan hesabından internet şifresi girilmek suretiyle tanımadığı bir kişinin adına kredi kartından havale yapıldığını, ayrıca kredi kartından cep telefonlarına kontör yüklendiğini, bu sebeple davalı bankaya 4.546,36 TL ödeme yapmak zorunda kaldığını ileri sürerek, anılan bedelin ve 2.000 TL manevi tazminatın temerrüt faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davacının kişisel bilgilerini koruyamaması sebebiyle oluşan zarardan müvekkilinin sorumlu olmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, davacının kişisel bilgilerini iyi koruyamaması sebebiyle gerçekleşen zarardan davalının sorumluluğunun bulunmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir. Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

1-) Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına ve olayda manevi tazminat koşullarının oluşmamış bulunmasına göre, davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

2-) Bankalar kendilerine yatırılan paraları mudilere istendiğinde veya belli bir vadede ayni veya misli olarak iade etmekle yükümlüdür ( 4491 Sayılı Kanun ile değişik 4389 Sayılı Bankalar Kanunu'nun 10/4 ve 5411 Sayılı Bankacılık Kanunu'nun 61. maddesi ). Bu tanımlamaya göre, mevduat ödünç ile usulsüz tevdi sözleşmelerinin niteliklerini taşıyan kendine özgü bir sözleşmedir. B.K. 306 ve 307. maddeler uyarınca ödünç alan, akdin sonunda ödünç verilen parayı eğer kararlaştırılmışsa faizi ile iadeye mecburdur. Aynı Yasa'nın 372/1. maddesi uyarınca usulsüz tevdide paranın nefi ve hasarı mutlak şekilde saklayana geçtiği için ayrıca açıklamaya gerek kalmadan saklayan bu parayı kendi yararına kullanabilir. Bu açıdan değerlendirildiğinde, usulsüz işlemle çekilen paralar aslında doğrudan doğruya bankanın zararı niteliğinde olup, mevduat sahibinin bankaya karşı alacağı aynen devam etmektedir. Usulsüz işlemlerin gerçekleşmesinde ispatlandığı takdirde mevduat sahibinin müterafik kusurundan söz edilebilir ve banka bu kusur oranı üzerinden hesap sahibinin alacağından mahsup talebinde bulunabilir.

Somut olayda mahkemece benimsenen bilirkişi raporunda, davacının hesabından çekilen paranın, davacının internet bankacılığı işlemlerinde sanal klavye kullanmaması ve İP kısıtlaması yapmaması sebebiyle şifresini ve kişisel bilgilerini internet bankacılığı suretiyle dolandırıcılık yapanlara kaptırdığı, davalı bankanın bunda kusurunun bulunmadı belirtilmiş ise de, davacıya ait para, davalı bankaya karşı gerçekleştirilen sahtecilik işlemi ile hesaptan bir başka hesaba havale edilmiş olması nedeniyle, bu durum davalı bankayı aldığı mevduatı iade etme yükümlülüğünden kurtarmayacağı gibi, ispat yükü kendisinde olan davalı banka, davacıya vermiş olduğu şifre ve parolanın davacının kusuru ile ele geçirildiğini kanıtlayamamıştır. Davalı bankanın internet bankacılığında kendisinin ve müşterilerinin güvenliğini sağlayacak güvenlik enstrümanlarının kullanılmasını zorunlu kılmayıp, somut olayda davacının inisiyatifine bırakması zararın doğmasında başlıca etken olup, davalı bankanın zarardan sorumlu olduğu açıktır.

Bunun yanında, davacıya güvenlik enstrümanlarını kullanmadan işlem yapma yetkisinin davalı banka tarafından verilmiş olması karşısında, bunları kullanmadan işlem yapan davacının meydana gelen zararda müterafik kusuru olduğunun kabulü de mümkün değildir.

Bu durumda mahkemece, tüm kusurun davalı bankada olduğunun kabulüyle neticesine göre bir karar verilmesi gerekirken eksik incelemeye dayalı yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamış, kararın bu sebeple bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) numaralı bendde açıklanan sebeplerle davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, ( 2 ) numaralı bendde açıklanan sebeplerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle kararın, davacı yararına BOZULMASINA, ödenen temyiz peşin harcın istemi halinde temyiz edene iadesine, 14.6.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.




T.C.
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ
E. 2009/13462
K. 2011/6046
T. 17.5.2011

5411/m. 61
818/m. 306, 307, 472

DAVA : Taraflar arasında görülen davada Bursa 1. Asliye Ticaret Mahkemesi'nce verilen 0l.07.2009 tarih ve 2007/204-2009/301 Sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi tarafların vekilleri tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Erol Kaplan tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, müvekkili şirketin, davalının Gemlik Şubesi'nde bulunan hesabından bilgisi ve rızası dışında Ali Tezel isimli kişiye internet bankacılığı yoluyla 6.200 TL'nin havale edildiğini, 0.50 TL masraf kesildiğini, davalı bankanın ihmalinin bulunduğunu ve işlem güvenliğini sağlayamadığını, bu sebeple müvekkilinin zarara uğradığını ileri sürerek, 6.200,50 TL'nin reeskont faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, müvekkili bankanın internet bankacılığı hizmetinin uluslararası alanda kabul edilen güvenlik standartlarında olduğunu, mudiye güvenliğe ilişkin gerekli uyarıların yapıldığını, zararın davacının kusurundan kaynaklandığını savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, davalı bankanın olay tarihinden önce internet bankacılığı güvenlik sistemini zorunlu kılmadığı, önlemleri daha sonra zorunlu hale getirdiği, müşterilerini internet bankacılığındaki riskler konusunda yeterince bilgilendirmediği, web sitesinde yayınladığı duyuru ve uyarıları ayrıca yazılı olarak bildirmediği, davacının ise korumakla yükümlü olduğu kişisel bilgilerini koruyamadığı, bu sebeple zararın oluşmasında tarafların müterafik kusurlarının bulunduğu, davalının kusur oranının 3/4 oranında olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabul üne, 4.650,38 TL alacağın 21.11.2006 tarih inden itibaren işleyecek reeskont faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiştir.

Kararı, tarafların vekilleri temyiz etmiştir.

1-) Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

2-) Dava, davalı banka nezdinde açılmış olan hesapta bulunan paranın davacının bilgisi ve izni dışında internet yolu ile yapılan işlemler sonucu çekilmesi suretiyle uğranılan zararın tazmini istemine ilişkindir.

Bankalar kendilerine yatırılan paraları mudilere istendiğinde veya belli bir vadede ayni veya misli olarak iade etmekle yükümlüdür ( 4491 Sayılı Kanun ile değişik 4389 Sayılı Bankalar Kanunu'nun 10/4 ve 5411 Sayılı Bankacılık Kanunu'nun 61. maddesi ). Bu tanımlamaya göre, mevduat ödünç ile usulsüz tevdi sözleşmelerinin niteliklerini taşıyan kendine özgü bir sözleşmedir. B.K.nun 306 ve 307. maddeleri uyarınca ödünç alan, akdin sonunda ödünç verilen parayı eğer kararlaştırılmışsa faizi ile iadeye mecburdur. Aynı Yasa'nın 472/1. maddesi uyarınca usulsüz tevdide paranın nefi ve hasarı mutlak şekilde saklayana geçtiği için ayrıca açıklamaya gerek kalmadan saklayan bu parayı kendi yararına kullanabilir. Bu açıdan değerlendirildiğinde, usulsüz işlemle çekilen paralar aslında doğrudan doğruya bankanın zararı niteliğinde olup, mevduat sahibinin bankaya karşı alacağı aynen devam etmektedir. Usulsüz işlemlerin gerçekleşmesinde ispatlandığı takdirde mevduat sahibinin müterafik kusurundan söz edilebilir ve banka bu kusur oranı üzerinden hesap sahibinin alacağından mahsup talebinde bulunabilir.

Somut olayda mahkeme, davacıyı meydana gelen zararda müterafik kusurlu olarak kabul etmiştir. Oysa davacıya ait para, davalı bankaya karşı gerçekleştirilen sahtecilik işlemi ile hesaptan bir başka hesaba havale edilmiş olup, bu durum davalı bankayı aldığı mevduatı iade etme yükümlülüğünden kurtarmayacağı gibi ispat yükü kendisinde olan davalı banka davacının şifre ve parolasının davacının kusuru ile ele geçirildiğini kanıtlayamamıştır. Davalı bankanın internet bankacılığında kendisinin ve müşterilerinin güvenliğini sağlayacak güvenlik enstrümanlarını yeterince almamış olması zararın doğmasında başlıca etken olup, davalı bankanın zarardan sorumlu olduğu açıktır.

O halde somut olayda tüm kusur davalı bankada olduğu halde yazılı gerekçelerle tarafların birlikte kusurlu olarak kabul edilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) numaralı bentte açıklanan sebeplerle davalı vekilinin tüm temyiz itirazlarının REDDİNE, ( 2 ) numaralı bentte açıklanan sebeplerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle kararın davacı yararına BOZULMASINA, aşağıda yazılı bakiye 213,41 TL temyiz ilam harcın ın temyiz eden davalıdan alınmasına, ödenen temyiz peşin harcın istemi halinde temyiz eden davacıya iadesine, 17.5.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.




T.C.
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ
E. 2009/10452
K. 2011/2746
T. 15.3.2011

5411/m. 61
818/m. 306, 307, 472

DAVA : Taraflar arasında görülen davada Diyarbakır 1. Sulh Hukuk Mahkemesi'nce verilen 18.09.2008 tarih ve 2006/1542-2008/2609 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Erol Kaplan tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, müvekkili şirketin davalı banka nezdinde bulunan hesabından toplam 4.054 TL'nin İ. Y. tarafından internet yoluyla kendi hesabına havale edildiğini, müvekkilinin girişimleri sonucu bu paranın 2.854 TL'sinin banka tarafından bloke edildiğini, ancak müvekkilinin bu parayı kullanmasına davalı tarafından izin verilmediğini, havale işlemini yapan kişi hakkında hazırlık soruşturmasının devam ettiğini, bankaların internet yoluyla yapılan işlemlerin güvenliğini sağlamakla yükümlü olduklarını ileri sürerek, toplam 4.054 TL'den, şimdilik 1.200 TL'nin faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, müvekkili tarafından gerekli güvenlik önlemlerinin alındığını, internet bankacılığını kullanacak müşterilerin çeşitli güvenlik adımlarını takip etmelerinin gerektiğini, davacının ek güvenlik önlemlerini aktif hale getirmediğini savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma ve dosya kapsamına göre, davacının hesabından 4.054 TL'nin 29.09.2005 tarihinde başka bir hesaba havale edildiği, davalı tarafından internet bankacılığı ile ilgili güvenlik önlemlerinin alınarak kullanıcıya sunulduğu, aldığı güvenlik önlemlerini müşterilerine duyurduğu, davacı müşteri tarafından iyi korunmuş bir şifre kullanılması ve bilgisayarın virüslere karşı güvenliğinin sağlanması durumunda yeterli güvenliği sağlamanın mümkün olduğu, bu nedenle davalı bankanın sorumluluğunun bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

Dava, davalı banka nezdinde açılmış olan hesapta bulunan paranın davacının bilgisi ve izni dışında internet yolu ile yapılan işlemler sonucu çekilmesi suretiyle uğranılan zararın tazmini istemine ilişkindir.

Bankalar kendilerine yatırılan paraları mudilere istendiğinde veya belli bir vadede ayni veya misli olarak iade etmekle yükümlüdür. (5411 sayılı Bankacılık Kanunu'nun 61. maddesi) Bu tanımlamaya göre, mevduat ödünç ile usulsüz tevdi sözleşmelerinin niteliklerini taşıyan kendine özgü bir sözleşmedir. BK'nun 306 ve 307. maddeleri uyarınca ödünç alan, akdin sonunda ödünç verilen parayı eğer kararlaştırılmışsa faizi ile iadeye mecburdur. Aynı Yasa'nın 472/1. maddesi uyarınca usulsüz tevdide paranın nef i ve hasarı mutlak şekilde saklayana geçtiği için ayrıca açıklamaya gerek kalmadan saklayan bu parayı kendi yararına kullanabilir. Bu açıdan değerlendirildiğinde, usulsüz işlemle çekilen paralar aslında doğrudan doğruya bankanın zararı niteliğinde olup mevduat sahibinin bankaya karşı alacağı aynen devam etmektedir. Usulsüz işlemlerin gerçekleşmesinde ispatlandığı takdirde mevduat sahibinin müterafik kusurundan söz edilebilir ve banka bu kusur oranı üzerinden hesap sahibinin alacağından mahsup talebinde bulunabilir.

Somut olayda mahkeme, davalı banka tarafından sistemin korunması için gerekli güvenlik önlemlerinin alındığı, bu nedenle davalı bankanın kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Oysa davacıya ait para, davalı bankaya karşı gerçekleştirilen sahtecilik işlemi ile hesaptan bir başka hesaba havale edilmiş olup, bu durum davalı bankayı aldığı mevduatı iade etme yükümlülüğünden kurtarmamaktadır. Davalı bankanın internet bankacılığında kendisinin ve müşterilerinin güvenliğini sağlayacak güvenlik enstrümanlarının kullanılmasını zorunlu kılmayıp, davacının inisiyatifine bırakması zararın doğmasında başlıca etken olup, davalı bankanın zarardan sorumlu olduğu açıktır.

Bunun yanında, davacıya güvenlik enstrümanlarını kullanmadan işlem yapma yetkisinin davalı banka tarafından verilmiş olması karşısında, bunları kullanmadan işlem yapan davacının meydana gelen zararda müterafik kusuru olduğunun kabulü de mümkün değildir.

O halde somut olayda tüm kusur davalı bankada olduğu halde yazılı gerekçelerle tüm kusurun davacıda olduğunun kabul edilmesi doğru görülmemiş, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle kararın davacı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 15.03.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.




T.C.
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ
E. 2009/2331
K. 2010/8849
T. 20.9.2010

5411/m.61

DAVA : Taraflar arasında görülen davada; İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesi'nce verilen 20.10.2008 tarih ve 2007/99-2008/553 sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Muktedir Lale tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacılar vekili, davalı bankanın Perpa Şubesinde hesapları bulunan müvekkillerinin hesaplarından bilgileri ve talimatları dışında internet bankacılığı yoluyla paralarının çekildiğini, dava konusu olaya davalının özen eksikliğinin neden olduğunu ileri sürerek, şimdilik 81.150.-YTL'nin temerrüt faizi ile tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, müvekkili bankanın internet bankacılığı hizmetinin uluslararası alanda kabul edilen güvenlik standartlarında olduğunu savunarak, davanın zamanaşımı ve esas yönünden reddini istemiştir.

Mahkemece, toplanan kanıtlar ve benimsenen bilirkişi raporu doğrultusunda, dava konusu olayda davacıların 2/3 oranında davalı bankanın ise 1/3 oranında müterafık kusurunun bulunduğu gerekçesiyle, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Karan, taraf vekilleri temyiz etmiştir.

1-Dava, davalı banka nezdinde açılmış olan hesapta bulunan paranın davacıların bilgisi ve izni dışında internet yolu ile yapılan işlemler sonucu çekilmesi suretiyle uğranılan zararın tazmini istemine ilişkindir.

Bankalar kendilerine yatırılan paralan mudilere istendiğinde veya belli bir vadede ayni veya misli olarak iade etmekle yükümlüdür ( 4491 Sayılı Yasa ile değişik 4389 sayılı Bankalar Kanunu 10/4 ve 5411 Sayılı Bankacılık Kanunu'nun 61. maddesi ). Bu tanımlamaya göre, mevduat ödünç ile usulsüz tevdi sözleşmelerinin niteliklerini taşıyan kendine özgü bir sözleşmedir. BK. 306 ve 307. maddeler uyarınca ödünç alan, akdin sonunda ödünç verilen parayı eğer kararlaştırılmışsa faizi ile iadeye mecburdur. Aynı yasanın 472/1. maddesi uyarınca usulsüz tevdide paranın nef'i ve hasan mutlak şekilde saklayana geçtiği için ayrıca açıklamaya gerek kalmadan saklayan bu parayı kendi yararına kullanabilir. Bu açıdan değerlendirildiğinde, usulsüz işlemle çekilen paralar aslında doğrudan doğruya bankanın zararı niteliğinde olup, mevduat sahibinin bankaya karşı alacağı aynen devam etmektedir. Usulsüz işlemlerin gerçekleşmesinde ispatlandığı takdirde mevduat sahibinin müterafık kusurundan söz edilebilir ve banka bu kusur oranı üzerinden hesap sahibinin alacağından mahsup talebinde bulunabilir.

Somut olayda mahkeme, benimsediği bilirkişi raporu ile davacıların internet bankacılığında kullandığı kişisel bilgilerini koruyamadığı gerekçesiyle meydana gelen zararda 2/3 oranında kusurlu olarak kabul etmiştir. Oysa davacılara ait para, davalı bankaya karşı gerçekleştirilen sahtecilik işlemi ile hesaptan davalı bankadaki başka bir hesaba havale edilmiş olup, bu durum davalı bankayı aldığı mevduatı iade etme yükümlülüğünden kurtarmayacağı gibi, ispat yükü kendisinde olan davalı banka davacılara vermiş olduğu şifre ve parola gibi kişisel bilgilerinin davacıların kusuru ile ele geçirildiğini kanıtlayamamış olup, bilirkişilerin bu konuda davacıların kusurlu olduğuna ilişkin görüşleri somut bir kanıta da dayanmamaktadır. Bu itibarla davalının meydana gelen zararın tamamından sorumlu olduğu açıktır.

Bu itibarla, mahkemece davacıların hesabından çekilen tüm tutarın davalıdan tahsiline karar verilmesi gerekirken, anılan hususlar nazara alınmadan yazılı şekilde hüküm tesisi bozmayı gerektirmiştir.

2-Bozma neden ve şekline göre, davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine gerek görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) nolu bentte açıklanan nedenle, davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davacılar yararına BOZULMASINA, ( 2 ) nolu bentte açıklanan nedenle, davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, ödedikleri temyiz peşin harcın istekleri halinde temyiz edenlere iadesine, 20.09.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.



T.C.
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ
E. 2009/4058
K. 2010/159
T. 11.1.2010

818/m. 44
1086/m. 43

DAVA : Taraflar arasında görülen davada İstanbul 10.Asliye Ticaret Mahkemesi'nce verilen 05.12.2008 tarih ve 2006/286 - 2008/683 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Sultan Gümüş Başaran tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacılar vekili asıl davada, müvekkillerinin davalı banka nezdinde bulunan hesaplarından bilgi ve talimatları olmadan internet şifre ve kullanıcı bilgileri ele geçirilmek suretiyle Müslim Bağcı adlı tanımadıkları bir kişinin hesabına havale yapıldığını, 06.05.2005 tarihinde 1'er dakika aralıklarla 11 defa şifre değişikliği işlemi yapıldığını, 10, 11 ve 12 Mayıs 2005 tarihlerinde de şifre değişikliği işlemi yapıldığını, bundan sonrada para transferlerinin yapıldığını, müvekkillerinin toplam zararının 125.000,00 YTL olduğunu, davalı bankanın gerekli güvenlik önlemlerini almaması nedeniyle sorumlu olduğunu ileri sürerek, 125.000,00 YTL'nın tazminini talep ve dava etmiş, birleşen davada da hesaplardan transfer edilen bu meblağın hesaptan alınma tarihi olan 17.05.2005 tarihinden dava tarihine kadar işlemiş olan avans faizi toplamı 38.000,00 YTL ve müvekkilinin faizle karşılanmayan munzam zararı olan şimdilik 50.000,00 YTL olmak üzere toplam 88.000,00 YTL'nın tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, dava konusu paranın çekilmesine yönelik işlemlerin şifre kullanılarak yapıldığını, bankanın bir kusurunun bulunmadığını, şifresini muhafaza edemeyen davacıların kusurlu olduğunu, asıl davada birikmiş faiz istenmediğini, fazlaya ilişkin hakkın saklı tutulmadığını, munzam zarar koşullarının oluşmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporları ve tüm dosya kapsamına göre, asıl davada güvenlik önlemlerinden sadece "şifrenin paylaşılmaması" hususunun davacı mudilerin yükümlülüğünde bulunduğu, davacılar tarafından şifrenin üçüncü kişilere çaldırma/üçüncü kişilerle paylaşma olasılığı bulunsa dahi internet bankacılığı hizmeti veren bir bankanın tadadi olarak sıralanan güvenlik tedbirlerini almış olması ve uyguluyor olması gerektiği, tedbirlerin alınmış olması halinde hesaplara yapılan saldırının sonuçsuz kalacağı, davacıların şifresini çaldırdığı ya da üçüncü kişilerle paylaştığı yönünde dosya kapsamında herhangi bir bilgi bulunmadığı, objektif özen yükümlülüğünü yerine getirmeyen bankanın olaydan tamamen sorumlu tutulması gerektiği, davalı bankanın kusuru olsa da olmasa da sahtekarlıkla bir kişinin hesabından para çekilmesi halinde sadece bankanın zarara uğradığı, mevduat sahibinin, bankaya karşı alacağının aynen devam ettiği, meğerki mevduat sahibinin, bankanın zararının doğmasına kendisi de ortak kusuru ile sebep olsun ( BK. m. 44 ), davacılara bu yönde de bir kusur izafe olunmadığı, hükme esas alınan son heyet raporunda davacıların zararının 124.400 YTL olarak hesaplandığı, birleşen davada davacıların davalı bankadaki mevduatlarını faiz karşılığı işlettikleri, olay tarihi ile dava tarihi arasında faiz gelirinden yoksun kaldıkları, anılan tarihler arasında T.C.Merkez Bankası'nca belirlenmiş % 30 avans faizi üzerinden 37.500,00 YTL birikmiş faiz alacağı bulunduğu, munzam zarar istemi kalemi yönünden yapılan inceleme sonucunda da kesinleşmiş bir zarar bulunmadığı, munzam zarar talep etme koşullarının oluşmadığı gerekçesiyle asıl davanın kısmen kabulü ile 124.400,00 YTL'nın davalıdan tahsili ile davacılara verilmesine, birleşen davada davanın kısmen kabulü ile 37.500,00 YTL faiz alacağının davalıdan tahsiline, fazla taleple birlikte munzam zarara ilişkin davanın reddine karar verilmiştir.

Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.

1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına ve asıl alacak davasında faiz istenmemiş olsa bile ve keza fazlaya ilişkin hak saklı tutulmasa dahi feri nitelikte bir alacak olan faizin ayrı bir davada istenmesini engelleyen bir yasa hükmünün bulunmamasına ( Prof.Dr.B. Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 2001 Basım, Cilt 2, syf. 1562 ) göre davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

2- Ancak, davacılar müşterek hesap sahibi olmayıp ayrı ayrı hesap sahibi olduklarından ayrı ayrı talepte bulunmaları gerekir. Yani ihtiyari dava arkadaşı durumundadırlar. Bu durumda davacı taraftan asıl ve birleşen davada her bir davacı için istenen tutar sorularak, buna göre asıl ve birleşen dava yönünden her bir davacı için ayrı ayrı hüküm kurulmak gerekirken bu husus nazara alınmadan yazılı şekilde hüküm tesisi bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, ( 2 ) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davalı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 11.01.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.





T.C.
YARGITAY
19. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/481
K. 2011/2326
T. 23.2.2011

818/m. 41, 49

DAVA : Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine yönelik olarak verilen hükümün süresi içinde taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, müvekkilinin davalı bankadaki mevduat hesaplarına girilerek para çekme korsanları tarafından toplam 3.500.-TL çekildiğini, davalının kusurlu ve sorumlu olduğunu, yapılan takibe davalının itiraz ettiğini, çekilen 3.500.-TL ile 3.000.-TL manevi tazminatın %45 inkar tazminatı ile birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiş, duruşmada ise; alacak olarak açtığı davaya itirazın iptali davası olarak devam edilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili, davacı ile banka arasında Bireysel Bankacılık Hizmet Sözleşmesi imzalandığını, davaya konu işlemlerin davacının şifre ve parolası girilerek gerçekleştirildiğini, davalının kusurunun bulunmadığını, davacı zararının kendi kusurundan kaynaklandığını, banka uygulaması ile zarar arasında nedensellik bağının ispat edilmesi gerektiğini savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, davaya konu olayda tarafların müterafik kusurunun bulunduğu, alınan bilirkişi raporuna göre davalının müterafik kusurundan kaynaklanan yükümlülüğünün 2.153.44.-TL olduğu, davacının da olayda kusurlu olduğunun kabul edildiği ve hesaptan para çekilmesinin davacının kişisel haklarına bir saldırı niteliğinde değerlendirilemeyeceği gerekçesiyle manevi tazminat talebinin reddine, takibe yapılan itirazın kısmen iptali ile takibin 2.153.44.-TL üzerinden devamına karar verilmiş, hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir.

Hükme esas alınan bilirkişi raporunda davacının 2/5, davalı bankanın 3/5 oranında kusurlu bulunduğu belirtilmiştir.

Davacının kimsenin bilmemesi gereken ve korumakla yükümlü olduğu şifre, parola gibi kişisel bilgilerini koruyamadığı, bu konudaki özen yükümlülüğünü ihmal ettiği sabit olmadığı sürece davacı müşteri bankada bulunan paranın internet bankacılığı yoluyla başka hesaba aktarılmasından dolayı sorumlu tutulamaz. Mahkemece bu yönler gözetilerek bir karar verilmesi gerekirken davacının da kusurlu bulunduğu kabul edilerek yazılı şekilde hüküm kurulmasında isabet görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan sebeplerle hükümün temyiz eden davacı yararına BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalının temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, peşin harçların istenmesi halinde iadesine, 23.2.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.
#707
İmza itirazı beş günlük süre içinde takibin yapıldığı icra dairesinin bağlı olduğu icra mahkemesine yapılmalıdır:
İcra ve İflas Kanunu'nun 170/I. maddesinin 1. cümlesinde, "borçlunun İİK'nun 168. maddesinin (4) numaralı bendine göre 'imzanın kendisine ait olmadığı' yolundaki itirazını -5 gün içinde- bir dilekçe ile icra mahkemesine bildireceği" belirtilmiştir.

Borçlunun imza itirazının geçerli olabilmesi için (İİK.m.168/I-4); Ödeme emrinin tebliğinden itibaren beş gün içinde, açıkça[1], dilekçe ile[2], icra mahkemesine[3] imza itirazının yapılmış olması gerekir.

İmzaya itiraz süresi beş gündür ve ödeme emrinin borçluya tebliğ edildiği tarihten itibaren başlar. Bu süre kamu düzeni ile ilgili olduğundan icra mahkemesince kendiliğinden dikkate alınır[4]. Beş günlük süre geçtikten sonra yapılan itiraz geçersiz olur ve icra mahkemesi, yapılan itirazı süre yönünden reddeder[5]. Bu red kararı ile birlikte ayrıca alacaklı lehine (işin esasına girilmediği için) yüzde kırk icra inkar tazminatına hükmedilmez[6]. Beş günlük itiraz süresinin son günü tatil gününe rastlarsa, itirazın -en geç- tatili takip eden ilk iş günü içinde yapılması gerekir[7]. Yarım günlük mesainin yapıldığı kısmi çalışılan günler tatil günü olarak kabul edilmez. Keza kamunun idari tatil ilan ettiği günler resmi tatil niteliğinde olmadığından ve bu tarihlerde mahkemelerde çalışmaya devam edildiğinden, idari izin ilan edilen günler de tatil günü olarak kabul edilmez ve beş günlük sürenin son günü bu günlere denk gelirse, süre o gün mesai bitiminde sona ermiş olur. Yüksek Mahkeme müstakar kararlarında, sürenin son gününde dava harcının yatırılamaması halinde, bu durumla ilgili tutanak tutulması şartıyla davanın süresinde açılmış olduğunu kabul etmektedir. Nitekim bu yöndeki bir kararda aynen şu ifadeler kullanılmıştır: "...Borçlunun, itiraz süresinin 5. günü saat 16.50'de adliye veznesine başvurduğu, ancak, 'veznenin kapalı olduğu'ndan bahisle, harcın ertesi günü yatırılacağının (alınacağının) belirlenmiş olması halinde, -fiili imkansızlık nedeniyle harcın süresinde yatırılamadığı dikkate alınarak- itirazın süresinde yapıldığının kabulü gerekeceğini..." [8]

İtiraz hakkı ve süresi, ödeme emrinin tebliğ edildiği tarihte başlar. Yüksek Mahkeme, "...kural olarak borçlunun itiraz hakkı kendisine ödeme emrinin tebliği ile doğarsa da, borçlunun, kendisine ödeme emrinin tebliğini beklemeden -alacaklının anlaşmazlığı ve takibi sürdürme iradesini taşıması halinde- icra mahkemesine yapacağı itirazın (ve şikayetin) icra mahkemesince 'süreden ret' edilmeden inceleneceğini..."[9] belirtmiştir. Başka bir ifade ile; eğer borçluya hiç ödeme emri çıkarılmamış veya çıkarılan ödeme emri borçluya tebliğ edilemeden iade edilmişse, borçlu bu aşamada ödeme emrine itiraz edemez. Fakat; borçlu, kendisine gönderilen ödeme emrini almadan ödeme emrine itiraz etmiş ve bu itirazdan sonra ödeme emri kendisine tebliğ edilmişse, borçlunun «önce» yaptığı itiraz geçerli olur (Yüksek Mahkeme daha önceki kararlarında, "ödeme emri tebliğ edilmeden borçlunun itiraz hakkının doğmayacağını, takipten haberdar olduğundan bahisle icra mahkemesine başvurmasının hukuki sonuç doğurmayacağını, bu itirazın incelenemeyeceğini"[10] belirtmekteydi).

İmza itirazı (inkarı)nın -örneğin; «senetteki imza bana (ya da miras bırakanıma) [11] ait değildir», «senetteki imzaya itiraz ediyorum» şeklinde- açıkça belirtilmiş olması gerekir. Bu nedenle, borçlunun «borcum yoktur, «senet vermedim», «senet sahtedir» [12] [13] şeklindeki itirazları «imza itirazı» niteliğini taşımaz. Yüksek Mahkeme konuyla ilgili çeşitli kararlarında, "...Takip dayanağı çekin (bononun) şirket yetkilileri tarafından düzenlenmediği, çeki (bonoyu) imzalayan kişinin şirket yetkilisi olmadığı' yönündeki itirazın 'borca itiraz' niteliğinde olduğunu..."[14], "...Şirketin borçtan sorumlu olabilmesi için iki imza ile temsil edilmesi gerektiği oysa senette tek imza bulunduğunun ileri sürülmesi halinde 'borca itiraz' da bulunulmuş olacağını..."[15], "...Takip dayanağı bonodaki imzanın kooperatifi temsilen atıldığının ve borçtan şahsen sorumlu olunmayacağı»nın ileri sürülmesinin 'borca itiraz' niteliğinde olduğunu..."[16] belirtmiştir.

Buna karşın Yüksek Mahkeme, "...Takip dayanağı senette şirketi ilzam edecek şirket nam ve hesabına atılmış bir imzanın bulunmadığı' şeklindeki itirazın 'imza itirazı' olduğunu..." [17], "...Takip dayanağı senetteki imzanın şirket yetkilisine ait olmadığı' doğrultusundaki itirazın 'imza inkarı' niteliğinde olduğunu..."[18], "...Bononun sahteliğinin ileri sürülmesinin, 'imza inkarı' niteliğinde olduğunu..."[19], "...Borçlunun 'borcum yoktur, senet imza etmedim' şeklindeki itirazının 'imza inkarı' sayılacağını..."[20] kabul ettiği gibi, borçlu vekillerinin "...imzanın müvekkillerimizin miras bırakanına ait olup olmadığı bilinmemektedir..." [21] şeklindeki itirazlarını da «imza itirazı (inkarı)» olarak nitelememiştir.

Gerek «borca itiraz» ve gerekse «imzaya itiraz» her ne kadar icra mahkemesine bildirilecekse de, bunların icra mahkemesi tarafından incelenmesi ve karara bağlanmasında ince bir farklılık vardır. Gerçekten de, borca itirazın kabulü üzerine alacaklının genel mahkemede dava açması halinde, «inkar tazminatı» ve «para cezası»nın tahsili dava sonuna kadar ertelenirken (İİK.m. 169a/V, VI), «imza itirazının kabulü» halinde, alacaklının genel mahkemede dava açması durumunda sadece «para cezası»nın tahsili dava sonuna kadar ertelenecek, fakat kanunda ayrıca öngörülmediği için (İİK.m.170/son) «tazminat»ın tahsili ertelenmeyecektir.

Yüksek Mahkeme, "...borcun esasını ihtiyati haciz tutanağında kabul eden borçlunun, ödeme emrinin tebliğinden sonra imza itirazında bulunabileceğini..."[22] kabul etmiştir.

İmza itirazının sonuçları: Borçlunun İİK. 168/I-4'e göre ödeme emrinin tebliğinden itibaren, 5 gün içinde icra mahkemesine dilekçe ile yaptığı itiraz sonucunda icra takibi durmaz. Sadece «satış» işlemi yapılamaz (İİK. mad. 170/I, c: 2). Ancak, icra mahkemesi, duruşmadan önce -borçlunun itiraz dilekçesi kapsamından veya eklediği belgelerden- edindiği kanaate göre, itirazı ciddi görürse, «takibin geçici olarak durdurulmasına» -evrak üzerinde- karar verebilir (İİK.m.170/II).

Davacı borçlu takibin yapıldığı icra dairesinin yetki çevresi içinde kendisine ödeme emri tebliğ edilmişse, icra mahkemesindeki ilk duruşmada bizzat hazır bulunmak zorunda olduğundan (İİK. mad. 68a/II), eğer hazır bulunmaz -ve duruşmada bulunmama mazeretini de bildirmezse- icra mahkemesi başka bir inceleme yapmaksızın, yalnızca bu nedenle «borçlunun itirazının reddine» karar verir [23] (ve ayrıca; borçluyu takip konusu senede dayanan alacağın yüzde onu oranında para cezasına mahkum eder) (İİK.m.68a/V). Buna karşılık takibin yapıldığı icra dairesinin yetki çevresi dışında kendisine ödeme emri tebliğ edilen borçlu, icra mahkemesinde yapılan ilk duruşmada bizzat hazır bulunmak zorunda değildir (İİK. mad. 68a/II, c: 2). Borçlu, ilk duruşmaya sadece vekilini de gönderebilir. Eğer ilk duruşmada ne borçlunun kendisi ve ne de borçlunun vekili hazır bulunmazsa, duruşma borçlunun yokluğunda yapılır. Fakat bu durumda icra mahkemesince «borçlunun imza itirazının reddine» karar verilemez. Mahkemenin, borçlunun dinlenmesi için, bulunduğu (oturduğu) yerdeki icra mahkemesine talimat göndermesi yani «oradaki icra mahkemesinde istinabe yolu ile dinlenmesine» karar vermesi gerekir[24] [25].

«İmza itirazı»ında bulunan borçlunun, takip dayanağı senedin tanzim tarihinden önceki[26] -ve düzenleme tarihine yakın [27] tarihte atılmış- imza uygulamasına elverişli (medarı tatbik) imzalarının bulunduğu yerleri de dilekçesinde bildirmesi -eğer varsa-, imza sirkülerini de dilekçesine eklemesi gerekir.

«İmza itirazı (inkarı)»na ilişkin uyuşmazlıklarda «imzanın borçluya ait olduğu» hususunun, alacaklı tarafından ispat edilmesi gerekir. Borçludan olumsuz ispat etmesi istenemez[28]. Bu nedenle, borçlunun tatbike elverişli (mukayeseye medar) imzalarının nerelerde bulunduğunun alacaklıya sorularak, bulundukları yerlerden getirtilip onlar üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılması, tatbike elverişli imzalar bildirilmediği takdirde, borçluya duruşmada -oturarak ve ayakta- yazdırılacak yazı ve imzalar ile takip konusu senetteki imzalar üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılarak «takip konusu senetteki imzanın borçluya ait olup olmadığı (borçlu tarafından atılmış olup olmadığı)» nın araştırılması gerekir [29].

Yine bu konu ile ilgili olarak şu hususu da belirtelim ki; TTK'nun 688/VII. maddesini çok dar yorumlayan yüksek mahkeme «TTK'nun 688/VII. maddesinde 'imzalar'dan değil 'imza'dan sözedilmiş olduğunu, şirket kaşesi üzerinde ve açıkta ayrı ayrı imza bulunması halinde imzalardan birinin şirketi diğerinin ise imza sahibi şahsen borç altına sokacağını» [30] belirterek «senedin keşideci bölümünde hem 'şirket' ve hem de 'şirket temsilcisinin' -aynı kişinin elinden çıkmış- iki imza bulunması halinde, imzalardan birinin şirket, diğerinin de imza sahibinin şahsı adına atılmış olduğunun kabulü gerekeceğini» [31] ifade etmiştir.

İmza incelemesi sırasında -itiraz üzerine- bilirkişiden alınan ilk ve ikinci rapor arasındaçelişki bulunursa, bu çelişkinin yeniden bilirkişiye başvurularak giderilmesi gerekir [32]. Bu yapılmadan «üç kişilik kurul tarafından verilen» bilirkişi raporu doğrultusunda bu raporlara üstünlük tanınarak karar verilemez [33].

Adli Tıp Kurumu, «imza incelemesi» konusunda son makam olmadığından, Adli Tıp Kurumunca düzenlenen raporlara, diğer Kurumlar tarafından düzenlenen raporlar karşısında bir üstünlük tanınamaz [34].

Bilirkişi (veya bilirkişi kurulu) tarafından düzenlenen raporda «inkar edilen itirazın borçluya ait olup olmadığının tesbit edilemediği»nin belirtilmiş olması halinde -'senetteki imzanın borçluya ait olduğunu» ispat külfeti alacaklıya ait olduğundan-[35] icra mahkemesince«imza itirazının kabulü» doğrultusunda karar verilmesi gerekir [36].

Eğer alacaklı, senedi takibe koymada kötü niyetli veya ağır kusurlu ise; icra mahkemesi ayrıca -borçlu lehine- «takip konusu olduğu yüzde yirmisinden aşağı olmamak üzere tazminata» ve -hazine yararına- «takip konusu alacağın yüzde onu oranda para cezasına» hükmeder (İİK. mad. 170/IV, c: 1).

Alacaklı, genel mahkemede açmış olduğu alacak davasını kazanırsa, aldığı ilama dayanarak borçlu hakkında yeni bir ilamlı takip yapabilir, icra mahkemesinin kararı ile durmuş olan kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takibe devam edemez [37].

Yüksek mahkeme, «imza itirazının kabulü» halinde borçlu lehine hükmedilecek -% 20- tazminat («haksız takip tazminatı»; «kötü niyet tazminatı») ile ilgili olarak; «İİK. 170/IV uyarınca, alacaklının senedi takibe koymada 'kötü niyetli' ya da 'ağır kusurlu' olduğu kanıtlanmadıkça, 'imza itirazının kabulü' kararı ile birlikte borçlu lehine -% 20- tazminata hükmedilemeyeceğinden; "...Lehtar tarafından keşideciye karşı yapılan takiplerde, lehtar senetteki imzanın keşideciye ait olup olmadığını bilebilecek durumda olduğundan, 'imza itirazının kabulü'ne karar veren icra mahkemesinin ayrıca bu kararla birlikte, borçlu lehine % 20 tazminata da hükmetmesi gerekeceğini..."[38], "...Ciranta tarafından keşideciye karşı yapılan takiplerde, ciranta senetteki imzanın keşideciye ait olup olmadığını bilebilecek durumda olmadığından, 'imza itirazının kabulü'ne karar veren icra mahkemesinin ayrıca, borçlu lehine % 20 tazminata da hükmedemeyeceğini..."[39], "...Yargılamanın her aşamasında -icra mahkemesinden- tazminat istenebileceğini..."[40], "...Senette birden fazla borçlu bulunması ve bu borçluların tümünün imza itirazının kabul edilmesi halinde, borçlular lehine ayrı ayrı değil, tek tazminata hükmedilmesi gerekeceğini..." belirtmiştir.


--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bknz: 12. HD. 3.2.1993 T. 13071/1798; 16.3.1981 T. 501/2498

[2] Bknz: 12. HD. 20.5.1993 T. 5635/9596 - 8.5.1992 T. 13562/6337

[3] Bknz: 12. HD. 8.5.1992 T. 13562/6337 - 11.3.2003 T. 2408/4931 - 2.4.2002 T. 5780/6725

[4] Bknz: 12. HD. 17.9.1999 T. 9171/10311 - 3.10.1995 T. 12346/12665

[5] Bknz: 12. HD. 22.11.1995 T. 15706/16516

[6] Bknz: 12. HD. 3.4.2006 T. 4512/6903; 29.11.2004 T. 20441/24668; 24.4.2004 T. 9216/13131; 17.7.2003 T. 382/2492

[7] Bknz: 12. HD. 17.2.1999 T. 1099/1500; 10.7.1996 T. 9320/9737

[8] Bknz: 12. HD. 20.9.2004 T. 15310/19642

[9] Bknz: 12. HD. 2.11.2006 T. 16239/20258; 31.10.2006 T. 17200/19994; 16.10.2006 T. 16665/19292 vb.

[10] Bknz: 12. HD. 1.2.1999 T. 15197/433; 23.2.1998 T. 887/1898

[11] Bknz: 12. HD. 31.3.2005 T. 2555/6905

[12] POSTACIOĞLU, İ. İcra Hukuku Esasları, 1982, s: 168

[13] Karş: 12. HD. 3.5.1994 T. 5694/5788

[14] Bknz: 12. HD. 27.2.2007 T. 666/3331; 1.4.2004 T. 3006/7807; 1.2.2001 T. 798/1596

[15] Bknz: 12. HD. 23.11.2006 T. 18806/21999; 23.1.2003 T. 27718/886; 25.11.2002 T. 23321/24987

[16] Bknz: 12. HD. 18.7.2006 T. 12908/15881

[17] Bknz: 12. HD. 8.4.2005 T. 3981/7619

[18] Bknz: 12. HD. 1.7.2003 T. 12951/15743; 19.2.2002 T. 2636/3623, 16.2.2001 T. 2032/2969

[19] Bknz: 12. HD. 3.5.1994 T. 5694/5788

[20] Bknz: 12. HD. 27.1.1981 T. 8861/649

[21] Bknz: 12. HD. 16.3.1981 T. 501/2498

[22] Bknz: 12. HD. 23.5.2003 T. 9173/11908; 23.5.2002 T. 10014/10733; 6.5.1997 T. 4852/5163

[23] Bknz: 12. HD. 30.11.2004 T. 20408/24761

[24] Bknz: 12. HD. 22.9.2005 T. 14402/17726; 19.12.2000 T. 19442/20286; 25.9.2000 T. 12295/13479

[25] Ayrıntılı bilgi için bknz: UYAR, T. İcra ve İflas Kanunu Şerhi, C:4, 2006, s:5777 vd.

[26] Bknz: 12. HD. 2.3.1988 T. 2323/3374 - 25.9.1978 T. 7297/7384

[27] Bknz: 12. HD. 3.3.1998 T. 1984/2517

[28] Bknz: 12. HD. 19.9.2006 T. 13843/16653; 3.3.2006 T. 576/4206; HGK. 26.4.2006 T. 12-259/231; 12. HD. 19.9.2005 T. 13571/17488 vb.

[29] Bknz: 12. HD. 21.11.2006 T. 18644/21838; 26.6.2006 T. 11217/13877; 2.2.2006 T. 24438/1285 vb.

[30] Bknz: 12. HD. 16.2.2007 T. 24244/2558; 28.11.2006 T. 19212/22365; 20.11.2006 T. 18860/21677

[31] Bknz: 12. HD. 25.2.2000 T. 2336/3140; 5.11.1999 T. 12229/13615; 9.9.1999 T. 8566/9817

[32] Bknz: 12. HD. 22.2.2007 T. 25008/2956; 15.12.2006 T. 20530/23897; 8.12.2006 T. 19938/23252 vb.

[33] Bknz: 12. HD. 31.3.1988 T. 6413/4014; 15.9.1987 T. 11685/8850

[34] Bknz: 12. HD. 23.11.2006 T. 18831/22070; 11.11.2002 T. 21835/23026; 1.7.2002 T. 13715/14107

[35] Bknz: Yuk. dipn. 108

[36] Bknz: 12. HD. 1.3.2007 T. 798/3605; 28.12.2005 T. 23657/26256; 10.5.2005 T. 7253/10199 vb.

[37] KURU, B. age. c: 2, s: 1768 - KURU, B. age. El Kitabı, s: 680

[38] Bknz: 12. HD. 6.3.2007 T. 3272/4031; 16.2.2007 T. 24238/2557; 16.1.2007 T. 22605/216 vb.

[39] Bknz: 12. HD. 6.3.2007 T. 1322/4087; 30.1.2007 23582/1404; 16.1.2007 T. 22552/165 vb.

[40] Bknz: 12. HD. 25.1.2005 T. 24506/916; HGK. 19.4.1995 T. 12-296/404

İşbu çalışmanın hazırlanmasında Talih Uyar'ın "KAMBİYO SENETLERİNE MAHSUS HACİZ YOLU İLE TAKİPLERDE İMZA İTİRAZI (İİK. MAD. 170, 170b)" adlı makalesinden istifade edilmiştir.
#708
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2006/12-259
K. 2006/231
T. 26.4.2006

1086/m.309
2004/m.68,170

DAVA : Taraflar arasındaki "imzaya itiraz" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Manisa İcra Hukuk Mahkemesince imzaya itirazın reddine dair verilen 26.04.2005 gün ve 2002/659-2005/185 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 12.Hukuk Dairesinin 19.09.2005 gün ve 2005/13571-17488 sayılı ilamı ile;

( ... Kambiyo senetlerine dayalı olarak başlatılan takiplerde imzaya itirazı düzenleyen İİK.nun 170/3. maddesinde icra mahkemesince incelemenin 68-a/4. maddesine göre yapılacağı açıklanmış; 68-a/4. maddesinde ise imza tatbikinde HUMK.nun bilirkişiye ait hükümleri ile 309/2, 3, 4, ve 310, 311, 312 maddelerinde öngörülen esasların uygulanacağı ifade edilmiştir.

HUMK.nun olaya uygulanması gerekli 309/4. maddesinde ( imza incelemesinin bilirkişi tarafından yapılmasına karar verilmesi halinde ) borçlunun uygulamaya elverişli imzasının bulunamadığı hallerde adı geçene hakim huzurunda yazı yazdırılacağı ve imza attırılacağı ifade edildikten sonra, inkar edene yazdırılacak ibarelerin bilirkişi tarafından hazırlanacağı hüküm altına alınmıştır. ( Prof Dr. Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü 2. cilt sf. 2092 )

Somut olayda borçlu ile ilgili örnek imzalar getirtilmekle birlikte bunlar Adli Tıp Kurumu tarafından yeterli bulunmamıştır. HUMK.nun 309/4. maddesinde yer alan hükme göre bilirkişi ( Adli Tıp Kurumu ) borçlunun küçük harflerle yazacağı mukayese yazılarına da gerek görmüştür. Yargılama sırasında borçlunun küçük harf kullanarak yazı yazamadığı belirlenmiş alacaklının bilirkişinin bu istemine uygun ve borçlunun elinden çıkmış bir yazı da temin edemediği tespit edilmiştir. Mahkeme gerekçesinde yazılı olanın aksine davanın niteliği itibariyle ( imzanın borçluya ait olduğunu ) kanıtlama külfeti alacaklıya aittir. O halde ispat yükünün gereği yerine getirilmediği gibi alacaklı, imzanın borçluya ait olduğunu da kanıtlayamadığı için itirazın kabulüne karar verilmelidir. Aksine düşüncelerle itirazın reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir... ),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 26.04.2006 gününde oyçokluğu ile karar verildi.


MUHALEFET ŞERHİ :

Dava, kambiyo senedine müstenit takipte borçlunun, süresi içerisinde imzaya itiraz edip icra mahkemesinden takibin durdurulmasına ve iptali ile tedbir kararı verilmesi istemine ilişkindir. İcra ceza Mahkemesindeki imzaya itiraz davasında davacı borçlu, dava dilekçesinde delil olarak icra dosyasını, senet aslını göstermiş ve bilirkişi incelemesi yapılmasını istemiş, sonradan da kira ve çıraklık sözleşmelerini ibraz etmiştir. Yargılama sırasında davacı borçlunun ayakta ve oturarak yazı, rakam ve imzaları alınmış, bu yazıların tamamı büyük harfle yazılmıştır. Mahkemenin 25.03.2003 günlü oturumunda dosyanın Adli Tıp Kurumuna gönderilmesine karar verilmiş ve oradan alınan raporda; inceleme konusu senetteki imzaların daha sağlıklı değerlendirme yapılarak sonuç bildirir rapor tanzim edilebilmesi için borçlunun, huzurda inceleme konusu senet kendisine gösterilmeden senet içeriği yazıların tamamının aynı tip harflerle, dikte suretiyle ve normal yazma hızıyla birkaç defa yazdırılmasından elde edilecek tutanakların ayrıca evvelce başka amaçlarla yazılmış samimi yazıları içerir mektup, kartpostal, okul defteri, sınav kağıtları, adres ve telefon fihristi gibi başka belgelerin de mevcutlar ile birlikte gönderilmesinin yararlı olacağı belirtilerek dosya iade edilmiştir. Borçlu bu kez de yine kendisine yazdırılan yazıları büyük harfle yazmış ve toplanan belgeler bu haliyle, davacı borçlu vekilinin isteği üzerine yeniden Adli Tıp Kurumuna gönderilmiştir. Adli Tıp Kurumu, önceki raporundaki hususların tekrarı yanında gönderilen belgelerin yine yeterli bulunmadığını belirterek borçluya, senet içeriği ile aynı tip küçük harflerle yazı yazdırılarak gönderilmesini istemiştir. 01.06.2004 günlü oturumda da mahkemece davacı borçluya, takibe konu edilen senetteki yazılar, küçük harflerle boş bir senede yazdırılmak istenmişse de davacı borçlu, "Ben bu şekilde yazıyorum. Başka türlü yazı yazmasını bilmiyorum. Küçük harfle yazamıyorum." Şeklinde beyanda bulunarak tutanağı imzalamış, küçük harflerle ve senetteki yazılara benzer şekilde yazı yazmaktan kaçınmıştır. Davalı alacaklı vekili, davacı borçlunun "Küçük harfle yazı yazamıyorum." Şeklindeki beyanını kabul etmediğini, Adli Tıpta durumun tespit edilmemesi için yazı yazmaktan kaçındığını iddia etmiş mahkemece, 02.11.2004 günlü oturumda dava dosyasını Adli Tıp Fizik İhtisas Dairesi Grafoloji Şube Müdürlüğüne gönderip mevcut belgelere göre bir inceleme yapılmasını istemiş, Adli Tip Kurumu Fizik İhtisas Dairesi Adli Belge İnceleme Şubesinin 28.02.2005 günlü raporunda; bonodaki imzalar ile borçlunun mukayese imzaları arasında tersim biçimi, işlerlik derecesi, alışkanlıklar, istif, eğitim, doğrultu, seyir hız ve baskı derecesi bakımından kısmi benzerlikler görülmekle birlikte daha ileri tespite gidilemediği açıklanmıştır. Bunun üzerine mahkemece; davacı borçlunun açmış olduğu imzaya itiraz davasında kanıt yükünün, davacı borçluda olduğu, davacı borçlu imza incelemesine esas olacak şekilde Adli Tıp Kurumunun imza ve mukayese imza ve yazı örneklerini getirmediği gibi, bulunabilecek yerleri de göstermediği, bulunabilen mevcut mukayese imza ve yazı örnekleri dikkate alındığında benzerlikler saptandığı, bu durumda davacı borçlu davasını kanıtlayamadığından davanın reddine karar verilmiştir. Davacı borçlu vekilinin temyizi üzerine yüksek özel daire; "borçlu ile ilgili örnek imzalar getirtilmekle birlikte bunlar Adli Tıp Kurumu tarafından yeterli bulunmamıştır. HUMK.nun 309/4. maddesinde yer alan hükme göre bilirkişi ( Adli Tıp Kurumu ) borçlunun küçük harflerle yazacağı mukayese yazılarına da gerek görmüştür. Yargılama sırasında borçlunun elinden çıkmış bir yazı da temin edemediği tespit edilmiştir. Mahkeme gerekçesinde yazılı olanın aksine davanın niteliği itibariyle ( imzanın borçluya ait olduğunu ) kanıtlama külfeti alacaklıya aittir. O halde ispat yükünün gereği yerine getirilmediği gibi alacaklı, imzanın borçluya ait olduğunu da kanıtlayamadığı için itirazın kabulüne karar verilmelidir." Gerekçesiyle yerel mahkemenin kararını bozmuştur. Direnme üzerine Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlıkla ilgili olarak direnme kararının bozulmasına karar verilmiştir.

İcra İflas Kanununun 167. maddesi, kambiyo senetlerine ilişkin takip usullerini düzenlemiş ve müteakip maddelerinde de haciz yolu ile yapılan takipte alacaklının borca veya imzaya itiraz edebileceğini öngörmüştür. Bu düzenlemelerden de anlaşılacağı gibi takibe itiraz haciz yolu ile takip aşamasında borçluya tanınmış bir savunma aracıdır. Borçlu, imzaya itiraz etmekle haczedilen malın satışını durdurma imkanını elde etmektedir ( İİK.Madde 170/1. ). İmzaya itirazın, bir dava olmadığı, talepten ibaret bulunduğu, bir kısım uygulayıcılar tarafından ileri sürülmekte ise de bunun, bir takip hukukuna ilişkin bir dava olduğunda kuşku yoktur. Zira, alacaklının istemi üzerine İcra Müdürlüğünce yürütülen kambiyo senedine dayanan haciz yolu ile takip sırasında İİK.nun 168. maddesine göre borçluya gönderilen ödeme emrinin tebliği tarihinden itibaren beş gün içerisinde İcra Mahkemesine onun tarafından verilen bir dilekçe ile imzaya itiraz edilmiş olunur. Bu dilekçenin mahkemenin esas defterine kaydedilmesi, harcının alınması, kalem işlemlerinin yürütülmesi, duruşmanın icrası gibi işlemler genel mahkemelerde açılan davalarda yapılanlardan farksızdır. O halde, imzaya itirazın bir dava olarak kabul edilmemesi, bir takip hukuku muamelesi gibi değerlendirilmesi de mümkün değildir. Unutmamak gerekir ki her dava, mutlaka bir talebi içerir. Bununla birlikte, İcra Mahkemelerinin, sınırlı yetkili birer mahkeme olduklarında, kural olarak verdikleri kararların, maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmediğinde kuşku yoktur.

İİK.nun 170. maddesi, imzaya itiraz davasında; imzanın, borçlunun eli mahsulü olup olmadığı hususunu, aynı maddenin üçüncü fıkrası uyarınca, İİK.nun 68/a maddesinin dördüncü fıkrasına göre araştırılacağını ve imza tatbikatının, Hukuk Usulü Mahkemeleri Kanununun bilirkişiye ait hükümleri ve 309. maddesinin 2 nci, 3 üncü, 4 üncü fıkraları ile 310, 311 ve 312 nci maddeleri uyarınca yapılacağını öngörmektedir. Somut olayda yukarıda da kısmen değinildiği gibi borçlu, borca değil, imzaya itiraz etmiştir. Borçlu, imzaya itirazla birlikte borca da itiraz edebilirdi. Borçlu olmadığını, alacaklı ile böyle bir ilişkiye girmediğini ileri sürebilirdi ancak o, 9.12.2003 günlü imzaya itiraz dilekçesinde; senetteki imzanın kendisine ait olmadığını, senedi kendisinin imzalamadığını ve bu kişiye ( alacaklıya ) vermediğini, bu nedenle takibe itiraz ettiğini belirtmiştir. Bu durumda borçlunun dahi açıkça reddetmediği böyle bir ilişkiye dayanan davayı, ispat külfetinin alacaklıya ait bulunduğu gerekçesiyle borçlu yararına sonuçlandırmak adalet ve hakkaniyetle bağdaşmaz. İcra Mahkemesi hakiminin işin başlangıcında çıplak gözle yapacağı inceleme sonucunda imzaların birbirine benzediğini görüp itirazın reddine karar vermesi imkanı mevcut iken bu konuda bilirkişi incelemesi yapması onun takdirinde olan bir husustur. Bilirkişi incelemesi sırasında borçlunun, herhangi bir şekilde adalete yardımcı olmaması, davalının da doğal olarak bu konudaki delillere ulaşmakta güçlük çekmesi, delil toplayamaması, hakimi, yeni bir durum değerlendirmesi yapmak ve mevcut delillere göre bir karar vermek zorunda bırakmıştır. İşin çıkmaza girdiği aşamada hakime hiçbir takdir hakkı tanımadan doğrudan doğruya bilirkişinin göstereceği yoldan yürümesini beklemek bu olayda olduğu gibi bir hakkın kaybolması sonucunu doğurabilir. İspat külfetinin alacaklıya ait olduğunun kabul edilmesi durumunda borçlu, dava ile ilgili delilleri göstermeyecek, adalete ve mahkemeye yardımcı olmayacak ve hatta yargılama aşamasında burada olduğu gibi yazı yazamadığını ileri sürerek adaletin tecellisini engelleyecektir. Hiç kimse borçludan, kendi aleyhine sonuç doğuracak delillerin toplanmasına yardımcı olmasını ve göstermesini bekleyemez. İcra Mahkemelerinin, imzaya itiraz davalarında ispat külfeti ile ilgili ilkeleri uygularken genel hukuk kurallarından ayrılmaması gerekir. Yasada aksine bir düzenleme bulunmadıkça hakim, bir iddiayı veya savunmayı taraflardan hangisinin kanıtlaması gerektiği sorununu çözerken "delillere iktidar" prensibini de göz önünde tutmalıdır. Delillere iktidar prensibi; bir olayın varlığı veya yokluğu ( somut olayda imzanın borçluya ait olup olmadığı hususu ) tartışılırken, bu konuda hangi tarafın delillere hakim olduğu ve onları hakime daha kolaylıkla getirebileceği belirlenmesi ve ispat külfetinin ona yüklenmesidir ( Prof. Dr. Selahattin Sulhi Tekinay, Medeni Hukukun Genel Esasları ve Gerçek Kişiler Hukuku, sayfa:189 ).Zira imzasını inkar eden taraf, imza mukayesesine esas teşkil edebilecek önceki imza ve yazı örneklerinin nereden temin edilebileceğini bilir ve buna ilişkin belgelerle kayıtları mahkemeye daha kolaylıkla sunabilir. Alacaklının, borçluya ait kanıt ve belgelere ulaşması veya onların yerini göstermesi çoğu zaman imkansızdır.

Hukuk Genel Kurulunun bu görüşü doğrultusunda hareket edildiği taktirde bundan böyle bono ( Emre muharrer senet ), ticari hayattan büyük ölçüde silinecek ve hiç kimse, bono kabul ederek bu tür sıkıntılara girmeyi ve sorunlarla karşılaşmayı göze alamayacaktır. Mahkemeler karar verirken, kararlarının toplum hayatındaki etkilerini, yaratacağı endişe ve sakıncaları da gözden uzak tutmamaları gerekir. Senet sahtekarlıklarını caydırıcı önlemlerin alınması yanında, senetlerde yazılı meblağların da süratle tahsilinin önem arz ettiği unutmamalı, senetlerin ticari yaşamdaki işlevlerini büyük ölçüde kaybettirecek uygulamalardan kaçınılmalı ve kötü niyetli borçluların hukuki imkanlardan yararlanarak kendilerine avanta£ sağlamalarının önüne geçilmelidir.

Sonuç olarak, yerel mahkemenin yargılamada izlediği yolun ve mevcut delillere göre takdir hakkını da kullanarak gösterdiği gerekçelere göre verdiği kararın, yerinde olduğu kanaatini taşıdığımızdan sayın çoğunluğun görüşlerine katılamadığımızı arz ederiz.



T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2010/12-165
K. 2010/180
T. 31.3.2010

2004/m.68,170

DAVA : Taraflar arasındaki "İmzaya İtiraz" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 6. İcra Hukuk Mahkemesince davanın ( şikayetin ) "reddine" dair verilen 18.02.2009 gün ve 2008/1016 E- 2009/178 K. Sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 12.Hukuk Dairesinin 15.10.2009 gün ve 2009/10451-19585 sayılı ilamı ile;

( ... Alacaklı tarafından çeke dayalı olarak başlatılan kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takibe karşı borçlu vekili süresi içerisinde takibe konu çekteki imzanın müvekkiline ait olmadığını itirazen ileri sürmüştür. Mahkemece bilirkişi raporunun ( b ) bendine itibar edilerek itirazın reddine karar verilmiştir.

İmza itirazı ile ilgili olarak borçlunun bilirkişi raporunun ( a ) bendinde gösterilen Hakim huzurunda alınan imza örnekleri, İzmir 6.İcra Mahkemesinin 2008/1016 Esas sayılı dosya içerisinde bulunan İş Bankası Çeşme Şubesine ait bankacılık hizmet sözleşmesi, Çeşme Vergi Dairesine ait yoklama fişi, işe başlama bildirimi, Çeşme Noterliğince düzenlenmiş, 27.04.2004 tarihli imza beyannamesi, bankaya verilen çek taahhütnamesi, noterliklerce düzenlenen vekaletname, ( b ) bendinde gösterilen İzmir 6.İcra Mahkemesinin 2008/1016 Esas sayılı dosya içerisinde bulunan 8004326 nolu ödenmiş çek Mahkemece toplandıktan sonra imza incelemesi için kül halinde bilirkişiye tevdi edilmiş, bilirkişi tarafından yapılan inceleme sonucunda ( a ) bendinde belirtilen imza örnekleri ile takip konusu çekteki imza örnekleri karşılaştırılmış ve borçlu eli ürünü olmadığı sonucuna varılmıştır. Aynı bilirkişi tarafından ( b ) bendinde belirtilen ödenmiş çekteki imza mukayesesinde, takip konusu çekteki imza ile bu çekteki imzanın aynı şahıs elinden çıktığı belirtilmiştir. Borçlunun, bilirkişi tarafından mukayese imza olarak kabul edilen ödenmiş çeke ilişkin olarak imza itirazında bulunmamış olması, daha sonra yapılacak olan bir takipte imza inkarında bulunmasını engellemez. Yani ödeme olgusu imza itirazını ortadan kaldırmaz.

Kambiyo senetlerine dayalı olarak başlatılan takiplerde imzaya itiraz, İİK.nun 170.maddesinde düzenlenmiş olup, bu maddenin üçüncü fıkrasında icra mahkemesince imza incelemesinin aynı kanunun 68/a maddesi dördüncü fıkrasına göre yapılması gerektiği vurgulanmıştır. İİK.nun 68/a maddesinin dördüncü fıkrasında ise "imza tatbikinde HUMK.nun bilirkişiye ait hükümleri ile aynı kanunun 309.maddesinin 2, 3 ve 4.fıkraları ve 310, 311 ve 312.madde hükümleri uygulanır." denilmektedir. Anılan hükümde atıf yapılan HUMK.nun 308 ve devamı maddelerinde imza inkarı halinde mahkemelerce yapılacak usulü işlemler düzenlenmiş, 309.maddesinin 2, 3, 4.fıkraları aynen " Ehlihibre vasıtasıyla tahkikata karar verildiği takdirde, medarı tatbik olacak yazı ve ehlihibrenin tahkikatı icra edeceği gün hakim tarafından tayin olunur. Mahkeme bu bapta ancak iki tarafın ittifak ettikleri her nevi evrak ile senedatı resmiyeden olan ve bir kimse tarafından hasbelmemuriye veya mahkeme huzurunda tahrir veya imza edilen evrakı tatbika esas addedilebilir. Tatbika esas ittihaz olunabilecek evrak olmadığı veyahut olup da derecei kifayede bulunmadığı takdirde ehlihibre tarafından terkip olunacak ibarelerle münkir olan kimseye yazı yazdırılarak tatbikat icra olunur" düzenlemesi yer almıştır. Ayrıca anılan belgelerin tamamlanması konusunda, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 26.04.2006 tarih, 2006/12-259 E-231 K. sayılı kararında da açıklandığı üzere eldeki davanın niteliği itibari ile imzanın borçluya ait olduğunu kanıtlama külfetinin alacaklıya ait olduğu göz ardı edilmemeli ve ispat yükünü ters çevirecek bir uygulamaya da gidilmemelidir ( HGK.nun 2008/12-77 E,-90 K. sayılı kararı ).

Sonuç itibari ile bilirkişi incelemesine esas alınacak örnekler yasa maddeleri dikkate alınarak toplanmış ve bunlara göre de kanaat oluşturan rapor düzenlenmiş ve imzanın borçlu eli ürünü olmadığı saptanmış iken, imza itirazı yapılmaksızın kesinleşen dosyanın konusu olan çekteki imzanın yasa maddelerine göre medarı tatbik imza olarak kabulü mümkün bulunmadığından bu çekteki imzaya itibar edilerek hüküm kurulması doğru değildir... ),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Dairenin bozma kararında açıklanan nedenlerden dolayı HUMK.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 31.03.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
#709
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2008/12-77
K. 2008/90
T. 6.2.2008

1086/m. 308, 309, 317
2004/m.68, 170
5237/m.204, 210

DAVA : Taraflar arasındaki "imzaya itiraz" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bursa 5. İcra Hukuk Mahkemesi'nce davanın reddine dair verilen 05.03.2007 gün ve 2004174 - 20071106 sayılı kararın incelenmesi davacı/borçlu vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 12. Hukuk Dairesi'nin 27.04.2007 gün ve 2007/7322-8419 sayılı ilamı ile;

( ... İİK'nun 170/3. maddesinde, inkar edilen imzanın borçluya ait olduğu "anlaşılırsa" itirazın reddine karar verileceği hüküm altına alınmıştır. Somut olayda bilirkişi tarafından düzenlenen raporda inkar edilen imzanın borçluya ait olup olmadığının tespit edilemediğinin açıklandığı görülmektedir. Bu durumda yasada öngörülen ( inkar edilen imzanın borçluya ait olduğunun anlaşılması ) koşulu gerçekleşmemiştir. Senette yer alan imzanın borçluya ait olduğunu ispat külfeti senet elinde olup takibe başlayan ve imzanın borçluya ait olduğunu iddia eden alacaklıya aittir.

İİK' nun 170/3. maddesinin göndermesiyle uygulanması gereken aynı kanunun 68-a/4 maddesinde incelemenin nasıl yapılacağı HUMK'nun 309/2, 3, 4 ve 310, 311 ve 312. maddelerine atıf yapılarak açıklanmıştır. Yargılama sırasında borçlunun örnek imzası alınmış, ancak bilirkişi mevcut dosya kapsamına göre sonuca ulaşamamıştır. Başkaca örnek imza bulunmadığına göre itirazın kabulü ile takibin durdurulması gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir ... ),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, İcra takibine konu bonodaki imzaya, borca, fer'ilerine ve faize itiraza ilişkindir.

Bursa 1. İcra Müdürlüğü'nün 2003/10469 sayılı İcra dosyasında; davalı alacaklı tarafından, 09.12.2003 tarihinde itiraz eden davacı/borçlu aleyhine, 19.11.2000 düzenleme, 19.12.2000 vade tarihli 2.000.000.000.- TL bedelli bonoya dayanılarak işlemiş faiz ve fer'ileri ile birlikte toplam 5.487.000.000.-TL alacağın tahsili için kambiyo senetlerine mahsus yolla takibe girişilmiş, borçluya örnek 163 ödeme emri 17.12.2003 tarihinde aynı adreste eşi imzasına tebliğ edilmiştir.

Borçlu vekili, 19.12.2003 tarihli dilekçesiyle; müvekkilinin borçlu olmadığını, senetteki imzanın borçluya ait olmadığını, konuyla ilgili olarak Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunduklarını ifadeyle, borca, faize, fer'ilerine ve takibin dayanağı olan bonodaki imzaya itirazının kabulü ile takibin iptalini ve davalının senet metnini tamamen kötü niyetle hazırlamış olması nedeniyle % 40'tan aşağı olmamak üzere kötü niyet tazminatına mahkum edilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı/alacaklı vekili ilk kez katıldığı 12.04.2005 tarihli celsede; dosya kapsamına bir diyeceği olmadığını, ayrıca ceza dosyasındaki bir beyanında imzayı inkar eden borçlunun imzayı kendisinin attığını kabul ve beyan ettiğini, ilgili tutanağın onaylı örneğini dosyaya sunacaklarını bildirmiştir.

Mahkemece, davacı/borçlu asilin imzası oturur ve ayakta olmak üzere bir sayfa alınmış ve ibraz edilen vekaletname aslı ile birlikte bilirkişiye tevdi edilerek rapor tanzimi istenmiştir. Uzman bilirkişi bu belgelerin yetersizliğini vurgulayarak kanaat bildiremeyeceğini beyanla tamamlanmasını istediği eksikleri sıralamıştır. Bu arada davacı yan, Bursa 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 20041102 Esas sayılı dosyasını delil olarak bildirmiş; dosya getirtilip incelenerek mahkemesine iade edilmiş; daha çok tatbike medar belgenin varlığından bahisle bir süre ceza yargılamasının sonucu ve rapor beklenmiş; daha sonra bundan sarfınazar edilerek bilirkişi raporu alınması yoluna gidilmiştir. Davalı alacaklı taraf yargılama aşamasında ceza dosyası içinde davacı borçlunun imzasını kabul ettiğini iddia etmiş ise de bunu bel gelememiş, mahkemece de ceza dosyası kapsamı zapta geçirilirken bu yön üzerinde durulmamıştır. Duruşma tutanağına geçirilen bilgilere göre; ceza dosyasının müştekisi "eldeki davaya konu senedin borçlu su ( davacı )", sanığı "bu senedin alacaklısı ( davalı )", atılı suç da "koşullu ölümle tehdit ve sahte senet düzenlemektir.

Mahkemece bilirkişinin belge eksiği nedeniyle kesin kanaat bildirememesi üzerine davacı/borçlu tarafa bu eksiklerin ikmali için kesin süre vermiş; bu sürede davacı/borçlu taraf dilekçesini verip masrafını yatırmışsa da istenen yerlerde davacının imzasını taşıyan belge olmadığı bildirilmiş; davacı taraf sonradan bildireceğini beyan ettiği noterdeki belge tarih ve numarasını da bildirmediğinden, hazır olan borçlunun yeniden imzalarının alınması yoluna da gidilmeden dava kesin mehle uyulmaması nedeniyle reddedilmiştir.

Davacı/borçlu vekilinin temyizi üzerine özel dairece bozma ilamında; İİK. 68-a/4, 170/3 ve HUMK'nun 309,310,311,312. maddelerine de atıf yapılarak, senette yer alan imzanın borçluya ait olduğunu ispat külfetinin senet elinde olup takibe başlayan ve imzanın borçluya ait olduğunu iddia eden alacaklıya ait olduğu, yargılama sırasında borçlunun örnek imzasının alındığı, ancak, bilirkişinin mevcut dosya kapsamına göre sonuca ulaşamadığı ve başkaca örnek imza da bulunmadığına göre itirazın kabulü ile takibin durdurulması gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz olduğu gerekçesiyle karar bozulmuş; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hükmü temyize davacı/itiraz eden/borçlu vekili getirmektedir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; kambiyo senedinde yer alan itiraza konu imzanın borçluya ait olduğunu ispat külfetinin kimde olduğu, mahkemece ispat yükü borçluya yüklenerek kesin mehil verilmesi ve yerine getirilmediği gerekçesiyle davanın salt bu nedenle reddinin usul ve yasaya uygun olup olmadığı ve ayrıca sahtecilik iddiasıyla sürmekte olan ceza yargılamasının eldeki davaya etkisinin ne olacağı, noktalarında toplanmaktadır.

Kambiyo senetlerine dayalı olarak başlatılan takiplerde imzaya itiraz 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun ( 17.07.2003 gün ve 4949 Sayılı Kanunun 47. maddesiyle değişik ) 170. maddesinde düzenlenmiş, bu maddenin üçüncü fıkrasında aynen;

"İcra mahkemesi, 68/a maddesinin dördüncü fıkrasına göre yapacağı inceleme sonunda, inkar edilen imzanın borçluya ait olmadığına kanaat getirirse İtirazın kabulüne karar verir. İtirazın kabulü kararı ile takip durur. Alacaklının genel hükümlere göre dava açma hakkı saklıdır. İnkar edilen imzanın borçluya ait olduğu anlaşılırsa ve itiraz ile birlikte takip ikinci fıkraya göre durdurulmuşsa, borçlu sözü edilen senede dayanan takip konusu alacağın yüzde kırkından aşağı olmamak üzere inkar tazminatına ve takip konusu alacağın yüzde onu oranında para cezasına mahkum edilir ve itiraz reddedilir. Borçlu menfi tespit veya istirdat davası açarsa, hükmolunan tazminatın ve para cezasının tahsili dava sonuna kadar tehir olunur ve davanın borçlu lehine sonuçlanması halinde daha önce hükmedilmiş olan tazminat ve para cezası kalkar" hükmüne yer verilmiştir.

Bu hükümle, icra mahkemesince incelemenin aynı kanunun 68/a maddesinin dördüncü fıkrasına göre yapılacağı açıklanmıştır.

2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 68/a maddesinin dördüncü fıkrasında ise; "İmza tatbikinde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun bilirkişiye ait hükümleri ile 309'uncu maddesinin 2'nci, 3'üncü ve 4'üncü fıkraları ve 310, 311 ve 312' nci maddeleri hükümleri uygulanır" denilmektedir.

Anılan hükümde atıf yapılan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 308 ve devamı maddelerinde imza inkarı halinde mahkemece yapılacak usuli işlemler düzenlenmiş; 309. maddesinin 2., 3.,4. fıkralarında aynen;

Ehlihibre vasıtasiyle tahkikata karar verildiği takdirde medarı tatbik olacak yazı ve ehlihibrenin tahkikatı İcra edeceği gün hakim tarafından tayin olunur.

Mahkeme bu bapta ancak iki tarafın ittifak ettikleri her nevi evrak ile senedatı resmiyeden olan ve bir kimse tarafından hasbelmemuriye veya mahkeme huzurunda tahrir veya imza edilen evrakı tatbika esas addedebilir.

Tatbika esas ittihaz olunabilecek evrak olmadığı veyahut olup da derecei kifayede bulunmadığı takdirde ehlihibre tarafından terkip olunacak ibarelerle münkir olan kimseye yazı yazdırılarak tatbikat icra olunur" düzenlemesi yer almıştır.

Görüldüğü üzere; inkar edenin atılış tarihi itibariyle inkar edilen imzası ile yakın tarihte atılmış, uygulamaya elverişli imzalarının temin edilmesi gerekir. Uygulamaya elverişli ( tatbike medar ) belgeler, HUMK. mad. 309/3'te "ancak iki tarafın ittifak ettikleri her nevi evrak ile senedatı resmiyeden olan ve bir kimse tarafından hasbelmemuriye veya mahkeme huzurunda tahrir veya imza edilen evrakı tatbika esas addedebilir" şeklinde tahdidi olarak sayılmıştır.

Vurgulamakta yarar vardır ki, anılan belgelerin tamamlanması konusunda Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 26.04.2006 gün ve 2006/12-259 E., 2006/231 Karar sayılı kararında da açıklandığı üzere, eldeki davanın niteliği itibariyle "imzanın borçluya ait olduğunu" kanıtlama külfetinin alacaklıya ait olduğu göz ardı edilmemeli ve ispat yükünü ters çevirecek bir uygulamaya da gidilmemelidir.

Hemen burada, somut olayda da olduğu gibi takibe konu kambiyo senedindeki ( bonodaki ) imzaya itiraz eden borçlunun aynı zamanda sahtecilik iddiasıyla ceza davası açılmasını sağladığı hallerde, ceza yargılamasının "imzaya itiraz" davasına etkisi üzerinde de durulmalıdır.

1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 314. maddesinin birinci cümlesinde;

"Resmi ve gayrı resmi her nevi senedatın sahteliğini iddia eden kimse asıl davayı rüyet eden mahkemede bu iddiasını gerek davayı asliye ve gerek davayı hadise suretiyle ikame edebilir"

denilmek suretiyle, sahte bir senede dayanılarak aleyhine icra takibi yapılan borçlunun, resmi veya gayrı resmi senedin sahteliğini, açılmış bir davada hadise şeklinde ileri sürebileceği gibi, ayrı bir sahtelik davası da açabileceği kabul edilmiştir.

Böyle olunca borçlu, Cumhuriyet Başsavcılığı'na yapacağı başvuru ile evrakta sahtekarlık yapan kişi aleyhine ceza mahkemesinde sahtecilik davası açılmasını sağlayabilir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Resmi Belge Hükmündeki Belgeler" başlıklı 210. maddesinin birinci fıkrasında yer alan;

"Özel belgede sahtecilik suçunun konusunun, emre veya hamile yazılı kambiyo senedi, emtiayı temsil eden belge, hisse senedi, tahvil veya vasiyetname olması halinde, resmi belgede sahtecilik suçuna ilişkin hükümler uygulanır" hükmüyle, kambiyo senetlerine "resmi belgede sahtecilik suçuna ilişkin hükümlerin uygulanacağı" kabul edilmiş; aynı kanunun 204. maddesinde de resmi belgedeki sahteciliğe ilişkin müeyyide düzenlenmiştir.

Takip dayanağı senet hakkında borçlunun "imza itirazı" ile birlikte veya "sahtelik iddiası ile şikayette" bulunmasından sonra alacaklı hakkında suç duyurusunda bulunması nedeniyle "sahtecilik suçu"ndan dolayı kamu davası açılmış olması durumunda, bu davanın icra takibine etkisinin ne olacağına ilişkin açık bir yasal düzenleme 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nda bulunmamaktadır.

Bu nedenle, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 317. maddesinin 2. cümlesinden yararlanarak soruna bir çözüm getirmek gerektiği yargısal uygulamada kabul edilmiştir ( Hukuk Genel Kurulu'nun 22.01.2003 gün ve 2003112-3 E., 2003/28 K. ).

Nitekim, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 317. maddesi,

"Sahtelik iddiası 308'inci madde ile mevaddı mütakıbesi ahkamına tevfikan tetbik olunur. Sahteliği iddia kılınan senedin ehlihibre marifetiyle tetkik ve tatbikına ve vakayi ve hadisattan haberdar olanların istimaına karar verildiği takdirde bu kabil senedat, neticei hükme kadar bir güna muameleye esas ittihaz kılınmaz. Ancak bu senede müsteniden evvelce ittihaz edilen ihtiyati tedbirlere de halel gelmez ve ledelhace senet sahibi hukukunun muhafazası zımnında sair ihtiyati tedbirlere de tevesül edebilir" şeklindeki hükmü ile de, hukuk ya da ceza mahkemesinde dava açılmış ve o davada mahkemece sahteliği iddia edilen senet hakkında, inkar edilen imzanın borçluya ait olup olmadığı yönünde bilirkişi incelemesi yapılmasına ve senedin yazıldığını görenlerin tanık olarak dinlenmesine karar verilmiş ise, senedin dava sonuçlanıncaya kadar hiçbir işleme dayanak yapılamayacağı düzenlenmiştir.

Bu düzenleme karşısında imzaya itiraza ilişkin davanın görülmesi aşamasında ceza davası da açılmışsa; ceza davasının sonuçlanması, imzaya itiraz davası yönünden bekletici sorun olarak kabul edilmelidir.

Zira, icra mahkemeleri şikayet ve itirazları belli bir usule uyarak yargılayan ve objektif hukuk kurallarını şikayet ve itirazlara uygulamak suretiyle bunları takip hukuku bakımından kesin hükme bağlayan mahkemelerdir. Bu mahkemeler, takip hukukuna ilişkin uyuşmazlıkları çözme görevini yerine getirirken kural olarak tanık dinleyemeyeceklerinden dar ( sınırlı ) yetkili olup, sahtelik iddiasını inceleme yetkileri de genel mahkemeye göre daha kısıtlıdır. Genel mahkemeler senetteki sahtelik iddiasını yukarıda içerikleri açıklanan HUMK'nun 309 ve 317. maddelerinin verdiği yetkiyle daha detaylı bir biçimde inceleme olanağına sahiptir.

Tüm bu açıklamaların ışığı altında somut olay ele alındığında;

İçerikleri açıklanan yasal düzenlemeler göstermektedir ki, öncelikle, inkar edilen imzanın borçluya ait olduğu anlaşılırsa itirazın reddine karar verilecek; imzanın borçluya ait olup olmadığının tespit edilemediği durumda ise yasada öngörülen "imzanın borçluya ait olduğunun anlaşılması koşulu" gerçekleşmediğinden senette yer alan imzanın borçluya ait olduğunu ispat külfeti, senedi elinde bulundurup takibe girişen ve imzanın borçluya ait olduğunu iddia eden alacaklıya düşecektir. Şu durumda, bu ispat külfetini borçluya yüklemek ve ispat edemediğinden imzaya itirazım reddetmek olanaklı değildir.

Mahkemece, bilirkişi incelemesi yaptırılmış; 12.06.2006 tarihli bilirkişi raporunda, itiraza konu 19.11.2000 tanzim ve 19.12.2000 ödeme tarihli, alacaklısı "Zeynel D.", borçlu su "Ertuğrul B." olan "2.000.000.000".- TL değerinde ( 1 ) adet senet aslı ile borçlunun mukayese imzalarım havi Bursa 15. Noterliği tarafından düzenlenmiş 28.11.2000 tarih ve 45802 yevmiye nolu ( 1 ) adet "genel vekaletname" aslı ile 09.03.2004 tarihli huzurda alınmış mukayese imzaları havi ( 1 ) adet belge aslı üzerinde laboratuar ortamında fiziki, optik ve grafolojik incelemeler yapıldığı ifade edilmiş ve sonuçta da; "Tetkik konusu senet üzerinde 'Ertuğrul B.' adına atfen pul üzerine ve açığına atılı bulunan imzalar ile Ertuğrul B.'nin huzurda alınmış mevcut mukayese imzaları arasında yaptığını inceleme ve karşılaştırmada; mukayese imzaların az ve kifayetsiz olması, mukayese imzaların huzurda alınmış olması, huzurda alınan mukayese imzaların değiştirme gayreti içerisinde atılmış olabileceği değerlendirildiğinden söz konusu imzaların Ertuğrul B. eli ürünü olup olmadığı hususunda müspet ya da menfi bir kanaat bildirmem mümkün olamamıştır. Ancak, Ertuğrul B.'nin bol miktarda samimi ( dilekçe, başvuru formları, banka hesap kartı, noter imza sirküleri, bankamatik kartı, ehliyet, sandık seçmen listesi, vb. ) ve huzurda ( en az 2 sayfa dolusu olacak şekilde ) alınacak ilave mukayese imzalarının temin edilmesi halinde yeniden yapacağını inceleme neticesinde bir kanaat bildirmem mümkün olabilecektir" görüşü bildirilmiştir.

Bu rapor, inkar edilen imzanın borçluya ait olup olmadığı konusunda kesin bir kanaat içermemekte; istenen belgelerin tamamlanması halinde bu konuda görüş bildirilebileceğine ilişkin bulunmaktadır. Dolayısıyla, bu aşamada imzanın borçluya aidiyetinin saptanamaması söz konusu değildir. Yeterli bir inceleme yapılması durumunda imzanın borçluya ait olup olmadığının saptanması olanaklıdır.

Senette yer alan imzanın borçluya ait olduğunu ispat külfeti, senedi elinde bulundurup takibe girişen ve imzanın borçluya ait olduğunu iddia eden alacaklıda olmasına rağmen, yerel mahkemenin bu ispat külfetini ters çevirerek bilirkişinin incelenmesi gereğine işaret ettiği belgelerin sunulması yönünde borçluya kesin mehil vermesi ve mehle riayet edilmediğinden bahisle de başkaca inceleme yapmaksızın davayı reddetme si usul ve yasaya aykırıdır.

Diğer taraftan, imzaya itiraz eden borçlu itiraz dilekçesinde ceza davası açılması için başvurduğunu bildirmiş, yargılama sırasında da bu başvuru üzerine açılan ceza davası dosyası getirtilerek incelenmiştir. Mahkemece, ceza mahkemesinde görülen davanın sahtecilik suçuna ilişkin olduğu ve bu dosyada daha fazla tatbike medar belge bulunduğu da belirlendiğinden önce ceza davasında alınmasına karar verilen raporun beklenmesine karar verilmiş; sonra bundan vazgeçilerek yargılama eksik inceleme ile sonlandırılmıştır. Mahkemenin, yukarıda açıklanan hükümleri göz ardı ederek sahtecilik iddiasını inceleyen ceza mahkemesi dosyasında yapılan yargılamanın sonucunu beklemeden karar vermiş olması da usul ve yasaya uygun bulunmamıştır.

Öyleyse mahkemece yapılacak iş; ceza davasında, davacı/itiraz eden/borçlunun müşteki, alacaklının davaya konu senet nedeniyle sanık olduğunun anlaşılmasına göre, öncelikle ceza mahkemesinde görülmekte olan bu dava dosyası getirtilerek, alacaklı vekilinin borçlu tarafından imzanın kabul edildiği yönündeki iddiası da gözetilerek eldeki davaya etkisi üzerinde durmak suretiyle, böyle bir beyanın olup olmadığının araştırılması, varsa zap ta geçirilmesi, yoksa olmadığının derç edilmesi, ayrıca, davacı-borçlu asıl yeniden celp edilerek, oturarak ve ayakta çok miktarda imzasının alınması ve yazı yazdırılması, ceza dosyasındaki seçim tutanaklarının imza incelenmesinde göz önünde bulundurulması, mahkemece re'sen resmi makamlara müzekkere yazılarak davacı-borçlunun imza ve yazı örneklerinin teminine çalışılması, taraflara bu konuda yeniden mehil verilmesi, neticesine göre bilirkişi incelemesine gidilmesi aksi takdirde; ceza dosyasında bilirkişi incelemesi yapılmasına ve tanık dinlenmesine karar verilmiş ise, HUMK'nun 317. maddesine göre artık bu senede göre işlem yapamayacağından, durumu ön ( bekletici ) mesele yapıp sonucunu beklemek ve varılacak uygun sonuç çerçevesinde bir karar vermek olmalıdır.

Açıklanan tüm bu hususlar göz ardı edilerek eksik inceleme ile davanın kesin mehil nedeniyle reddine karar verilmesi ve bu kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacı/borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen değişik nedenlerden dolayı HUMK'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 06.02.2008 gününde oybirliği ile karar verildi.



Konuyla ilgili 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nda yer alan hükümler:

Yazı veya imza inkârı
MADDE 208- (1) Taraflardan biri, kendisi tarafından düzenlendiği iddia edilen bir belgedeki yazı veya imzayı inkâr etmek isterse, sahtelik iddiasında bulunmalıdır; aksi hâlde belge, aleyhine delil olarak kullanılır.

(2) Bir belgenin sahteliği iddia edildiğinde, belgenin mahkemeye verildiği tarih yazılıp mühürlenerek, saklanması için mahkemece gerekli tedbirler alınır.

(3) Bir belgenin sahteliğini iddia eden kimse, bunu aynı mahkemede ön sorun şeklinde ileri sürebileceği gibi, bu konuda ayrı bir dava da açabilir.

(4) Resmî bir senetteki yazı veya imzayı inkâr eden tarafın bu iddiası, ancak ilgili evraka resmiyet kazandıran kişiyi de taraf göstererek açacağı ayrı bir davada incelenip karara bağlanabilir. Asıl davaya bakan hâkim, gerekirse bu konuda imza veya yazıyı inkâr eden tarafa, dava açması için iki haftalık kesin bir süre verir.

Yazı veya imza inkârının sonucu
MADDE 209- (1) Adi bir senetteki yazı veya imza inkâr edildiğinde, bu konuda bir karar verilinceye kadar, o senet herhangi bir işleme esas alınamaz.

(2) Resmî senetlerdeki yazı veya imza inkâr edildiğinde, senetteki yazı veya imzanın sahteliği, ancak mahkeme kararıyla sabit olursa, bu senet herhangi bir işleme esas alınamaz.

(3) Senede dayanılarak verilmiş olan ihtiyati tedbir, o senet hakkındaki sahtelik iddiasından etkilenmez ve gerektiğinde senet sahibi haklarının korunması için yeni tedbirler talep edebilir.

Güvenli elektronik imzalı belgenin inkârı

MADDE 210- (1) Güvenli elektronik imzayla oluşturulmuş verinin inkârı hâlinde, hâkim tarafından veriyi inkâr eden taraf dinlendikten sonra bir kanaate varılamamışsa, bilirkişi incelemesine başvurulur.

Sahtelik incelemesi

MADDE 211- (1) Bir belgenin sahteliğinin iddia edilmesi durumunda, bu hususta karşı tarafın açıklamaları da dikkate alınarak, aşağıdaki sıra ile inceleme yapılarak öncelikle karar verilir:

a) Hâkim, yazı veya imzayı inkâr eden tarafı isticvap ettikten sonra bir kanaat edinememişse, huzurda bu kişiye yazı yazdırıp imza attırmak suretiyle elde ettiği belge ve diğer delilleri değerlendirir. Hâkim, sahtelik konusunda başka bir incelemeye gerek duymadan karar verebilecek durumda ise gerekçesini açıkça belirtmek suretiyle, senedin sahteliği hakkında bir karar verir. İsticvap için mahkemeye davet edilen taraf, belirtilen günde hazır bulunmadığı takdirde, inkâr etmiş olduğu belgedeki yazı veya imzayı ikrar etmiş sayılır; bu husus kendisine çıkartılacak davetiyede ayrıca ihtar edilir.

b) (a) bendi hükmüne göre yaptığı incelemeye rağmen, hâkimde sahtelik konusunda kesin bir kanaat oluşmamışsa, bilirkişi incelemesine karar verir. Bilirkişi incelemesinden önce, mevcutsa, o tarafa ait olan karşılaştırma yapmaya elverişli yazı ve imzalar, ilgili yerlerden getirtilir. Bilirkişi, bu yazı ve imzalarla, o mahkemede elde edilen yazı ve imzaları esas alarak inceleme yapar. Bilirkişi, inceleme için gerekli görürse, kendi huzurunda tarafın yeniden yazı yazması veya imza atmasını mahkemeden talep edebilir.

Sahte senedin iptali

MADDE 212- (1) Bir senedin sahte olduğuna dair karar kesinleştikten sonra, senedin altına sahte olduğu yazılarak senet iptal olunur. Resmî senetlerde, senedin ilgili dairedeki aslı da bu yolla iptal edilir.
Haksız yere sahtelik iddiası

MADDE 213- (1) Sahtelik iddiası sonunda haksız çıkan taraf kötüniyetli ise bu sebeple ertelenen her bir duruşma için celse harcına ve talep hâlinde bu sebeple diğer tarafın uğradığı zararları tazmin etmeye mahkûm edilir.

(2) Resmî senetteki imza veya yazı inkâr edildiğinde, yukarıdaki harç miktarı iki katı olarak uygulanır.

(3) Bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verilmesinden önce, tarafların sahteliğe ilişkin iddialarından vazgeçmeleri hâlinde, hâkim, tazminattan indirim yapabileceği gibi tazminata hükmetmeyebilir.

Sahtelik hakkında hukuk ve ceza mahkemesi kararlarının etkisi
MADDE 214- (1) Belgenin sahte olmadığına dair hukuk mahkemesince verilen karar kesinleştikten sonra, söz konusu belge hakkında ceza mahkemesinde de sahtelik iddiası dinlenmez.
(2) Ceza mahkemesince belgeyi düzenleyen hakkında ceza verilmesine yer olmadığı ya da beraat kararı verilmiş olması, hukuk mahkemesinin belgenin sahteliğini incelemesini engellemez.
#710
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2010/19-559
K. 2010/546
T. 3.11.2010

818/m.13, 404, 405
2004/m.66, 67
4721/m.2
6763/m.41

DAVA : Taraflar arasındaki "İtirazın İptali" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 12. Asliye Ticaret Mahkemesi'nce davanın "kısmen" dair verilen 7.7.2008 gün ve 200868-379 sayılı kararırı incelenmesi davalı/borçlu vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 06.07.2009 gün ve 20089912 E.2009/6661 K. sayılı ilamı ile;

(... Davacı vekili, taraflar arasında konusu taşınmaz satışı olan danışmanlık sözleşmesi imzalandığını, sözleşmeye göre davalının 50.000 USD ödemesi gerektiğini, davalının 25.000 USD karşılığı 30.000 YTL ödediğini, bakiye 25.000 USD karşılığı 30.000 YTL'nin ise ödenmediğini, satış işleminin tamamlandığını, ödenmeyen kısım için başlatılan icra takibinin davalının haksız itirazı sonucu durduğunu belirterek itirazın iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, takibe dayanak yapılan sözleşmede vadesi belirlenen bir borç bulunmadığını, borcun muaccel olduğunu, alacağın istenebilmesi için fatura kesilmesinin ve tebliği edilmesi gerektiğini bildirerek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece, toplanan delillere göre davacının BK.nun 404. maddesi uyarınca davalıya hizmet verdiği ve sözleşmeye konu yerin 17.10.2007 tarihinde davalı tarafından satın alındığı, borcun muaccel olması için fatura kesilmesi gerektiği yolundaki savunmanın yerinde olmadığı gerekçeleriyle, davalının itirazının kısmen iptaline, takibin 30.000 YTL üzerinden bu bedele takipten itibaren %25 oranını aşmamak üzere değişen oranda avans faizi uygulanmasına ve davalının %40 oranında tazminatla sorumluluğuna karar verilmiş, hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir.

Dava gayrimenkul tellallığı sözleşmesinden kaynaklanan alacağın tahsili için başlatılan takibe vaki itirazın iptali isteminden kaynaklanmaktadır. BK.nun 404. maddesi uyarınca gayrimenkul tellallığı sözleşmesi yazılı şekilde yapılmalı ve sözleşme düzenlenirken her iki taraf birlikte bu sözleşmeyi imzalamalıdır. Bu husus geçerlilik şartıdır. Oysa somut olayda dosyaya sunulan sözleşmede tek imza mevcuttur. Dayanak sözleşmede davacının imzası bulunmadığına göre ortada geçerli bir tellallık sözleşmesinin varlığından söz edilemez. Mahkemece bu yönler gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsizdir...),

Gerekçesiyle hüküm bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 67. maddesine dayalı itirazın iptali istemine ilişkindir.

Davacı, taraflar arasındaki 10.09.2007 tarihli sözleşme gereğince 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) 'nun 404 maddesi uyarınca tellallık ücretinin tahsiline ilişkin olarak yapılan icra takibine vaki itirazın iptalini istemiştir.

Mahkemece, toplanan delillere göre davacının BK'nun 404. maddesi uyarınca davalı/borçluya hizmet verdiği ve sözleşmeye konu yerin 17.10.2007 tarihinde davalı tarafından satın alındığı, borcun muaccel olması için fatura kesilmesi gerektiği yolundaki savunmanın yerinde olmadığı gerekçeleriyle; sonuçta davalı/borçlunun itirazının kısmen iptaline, takibin 30.000 YTL üzerinden devamına ve bu bedele takipten itibaren %25 oranını aşmamak üzere değişen oranda avans faizi uygulanmasına ve %40 oranında tazminata karar verilmiş, hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir.

Özel Dairece, yukarıda açıklanan nedenlerle hüküm bozmuştur.

Mahkemece direnme kararında; ibraz edilen sözleşmede davalı/borçlu şirketin imzasının bulunup davacı/alacaklının imzasının olmadığı ve takibe konu alacağın dayanağı sözleşmenin davacıda olup, davaya konu edilen bu alacak için davacının her zaman sözleşmeyi imzalayabileceği, davalı/borçlu tarafından imzalanmış olan sözleşmenin davacının elinde bulunduğu, herhangi bir imzaya itirazın söz konusu olmadığı, bu durumda BK'nun 404/3. fıkrası gereğince gayrimenkul tellallığı sözleşmesinin yazılı olarak yapıldığının ve burada öngörülen yazılı şekil şartının gerçekleşmiş olduğunun kabulünün gerektiği, imza eksikliği hususun ileri sürülmesinin MK'nun 2. maddesinde açıklanan dürüstlük kuralına ve hakkın kötüye kullanılması yasağına aykırı olduğu gerekçesi ile ilk hükümde direnilmiştir.

Bozma ve direnme kararlarının kapsamı itibari ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; gayrimenkul tellallığı sözleşmesinin geçerli olup olmadığı ile sözleşmenin geçersizliğini ileri sürmenin dürüstlük ve hakkın kötüye kullanılması yasaklarına aykırı olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.

Öncelikle konuyla ilgili kavram ve kurumların irdelenmesinde yarar vardır:

Tellallık öyle bir sözleşmedir ki, onunla tellal, ücret karşılığında bir sözleşmenin yapılması olanağını hazırlamak ya da yapılmasına aracılık etmekle görevlidir (BK. md. 404/1). Tellallık sözleşmesinde kural olarak, vekillik kuralları uygulanır (BK. md. 404/2). Taşınmaz mal tellallığı sözleşmesi, yazılı biçiminde yapılmadıkça geçerli olmaz (BK md. 404/3).

Tellallık iki şekilde gerçekleşebilir. Fırsat gösterme tellallığının da; sözleşmenin kurulması fırsatına ait bilginin sağlanması söz konusu olur. Aracılık etme tellallığında ise; aracılık tellalı iki tarafı bir araya getirmek ve olası düşünce uyuşmazlıklarını gidermek için uğraşmak zorundadır (Turgut Uygur, Borçlar Kanunu, Ankara 2003, C. 8, S.8975). Davaya konu sözleşme göz önüne alındığında, bunun bir aracılık etme tellallığı sözleşmesi olduğu anlaşılmaktadır.

Yasal düzenlemede, tellallık sözleşmesinde ücret öğesinin yanı sıra içeriği de belirlenmiştir: diğer bir deyişle yasaca (BK. md. 404) ücret bu sözleşmenin zorunlu öğesi olarak öngörülmüş ve konusu da bir sözleşmenin yapılması olanağını hazırlamak ya da yapılmasına aracılık etmekle sınırlandırılmıştır. Böylece tellallık sözleşmesi vekillik sözleşmesinin, konusu belirli ve tellallığın her zaman ücrete hak kazandığı özel bir çeşidi olarak düzenlenmiş ve o nedenle de bu bağlamda genel olarak vekillik sözleşmesi kurallarının uygulanması hükme bağlanmıştır.

Yaptığı hazırlık ya da aracılık sonucunda sözleşme meydana gelince, tellal ücrete hak kazanır (BK. md. 405/2). Sözleşme erteleyici bir koşulla yapılmışsa, tellallık ücreti, koşulun gerçekleşmesiyle ödenmek gerekir (BK. 405/2). (Karahasan, Mustafa Reşit, Türk Borçlar Hukuku özel Borç İlişkileri, 2002 c. 2, s.l124 vd.; Yavuz, Cevdet, Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler, İstanbul 1997, s.705 vd.)

Yargıtay'ın istikrar kazanmış görüşüne göre; tellallık sözleşmesinin geçerliği için, kural olarak, bir biçim koşuluna uymak gerekli değildir. Yalnızca taşınmaz tellallığı sözleşmesinin yazılı biçimde yapılmazsa geçerli olmayacağı yasada açık bir biçimde belirtilmiştir. Tellallık sözleşmesi tellal ile bu sözleşmeyi imzalayan kişi arasında karşılıklı hak ve borç doğran bir sözleşmedir. Bu ilkeler, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07/10/2009 tarih ve 2009 tarih ve 2009/3-392 E. 2009/410 K. sayılı kararında da aynen benimsenmiştir.

Somut olayda, alacaklı F. B. Ö. tarafından, borçlu Marvel Uluslararası İşletmecilik Taşımacılık Ltd. Şti aleyhine İstanbul 5. İcra Müdürlüğü'nün 2008/582 esas sayılı icra dosyası üzerinden ilamsız icra takibi başlatılmış; ödeme emri borçluya 18.01.2008 tarihinde tebliğ edilmiş ve borçlunun 25.01.2008 tarihinde süresinde itirazı ile İİK'nun 66. maddesi gereği takip durmuş; eldeki dava 04.02.2008 tarihinde bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde açılmıştır.

Davacı/alacaklı ve davalı/borçlu vekilinin beyanları, toplanan deliller ile tüm dosya kapsamına göre; taraflar arasında 10.09.2007 tarihinde bir tellallık sözleşmesinin imzalandığı, bu sözleşmenin konusunun, Yeni Sülün sok. no:103 Levent/Beşiktaş adresindeki gayrimenkul ün alım-satımı olduğu, davacı emlak komisyoncusunun 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 404. maddesi gereğince bu konuda davalı/borçluya komisyonculuk hizmeti verdiği ve tapu kaydına göre davalı/borçlunun söz konusu yeri 17.10.2007 tarihinde resmi şekilde satın aldığı; davalı/borçlunun komisyonculuk sözleşmesinin 6. maddesi gereğince ödemesi gereken bedelin 25.000 USD karşılığı olan miktarını ödemesine karşılık, kalan bedeli ödememesi üzerine 7 bakiye komisyon alacağının tahsili amacıyla davacı/alacaklı tarafından icra takibi başlatıldığı belirgindir.

Dosyaya sunulan sözleşmede davalı/borçlu şirketin yetkili temsilcisinin imzası bulunmakla birlikte, davacı/alacaklı komisyoncunun imzasının bulunmadığı; aşamalardaki beyanlarında davalı/borçlu tarafından herhangi bir şekilde sözleşmedeki imzaya itiraz edilmediği gibi, sözleşme bu şekli ile kabul edilip, borcun muaccel olmadığının ileri sürüldüğü ve borcun muaccel olması için fatura kesilmesi gerektiği itirazında bulunulduğu anlaşılmaktadır.

Bunun yanı sıra, bu sözleşme gereği davalı/borçlu tarafından bir kısım ödemenin yapıldığı da dosya kapsamı ile sabittir.

Sözleşmeye göre, tellaliye ücreti taşınmazın resmi şekilde devredilmesi ile muaccel hale gelecektir. Alacağın muaccel olması için fatura gönderilmesi gerektiği yönündeki bir hüküm sözleşmede yer almamaktadır. Böylece, davalı/borçlu itirazının yerinde olmadığı belirlenmiştir.

Burada, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)'nun 2. maddesinde düzenlenen hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralının irdelenmesinde fayda bulunmaktadır.

TMK.'nun 2. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralının amacı, hakime özel ve istisnai hallerde (adalete uygun düşecek şekilde) hüküm verme olanağını sağlamaktır.

Bir hakkın kullanılmasının açıkça adaletsizlik oluşturduğu, gerçek hakkın tanınması ve bireyin korunması için tüm hukuki yolların kapalı bulunduğu zorunluluk hallerinde, MK. 2 uygulama atanı bulur ve olağanüstü bir imkan sağlar; haksızlığı düzeltici, yasadaki kuralları tamamlayıcı fonksiyonunu yerine getirir (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 25.1.1984 tarih ve 1983/3 E., 1984/1 K. sayılı Kararı).

Ancak, önemle belirtilmelidir ki, bu kuralın taliliği (ikinciliği) de gözetilerek her soruna öncelikle kendisine ait kanun hükümlerinin uygulanması asıl olmalıdır.

Gerçekten de, hukukun tüm alanlarında, uygulama niteliğine sahip olan hakkın kötüye kullanılması ve özellikle çelişkili davranış yasağı, şekle aykırılığı ileri sürme hakkı içinde, bir sınır teşkil ettiği, buyurucu olması nedeni ile hakim tarafından doğrudan gözetileceği; öğreti ve uygulamada tartışmasız kabul edilmektedir (Hukuk Genel Kurulunun 2.10.1974 gün ve 2/810-1043; 7.2.1983 gün ve 4/24-1276; 7.2.2001 gün ve 2000/13-1729-32 sayılı kararları ile 5.4.1944 gün ve 12/26 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı).

Dahası, resmi biçimde yapılmayan sözleşmelerin "yok hükmünde" sayılacağı, "Borç doğurmayacağı" bundan dolayı, doğmayan bir borcun, yerine getirilmesinden de söz edilemeyeceği, o nedenle hakkın kötüye kullanılması yasağının uygulanamayacağı görüşü, öğretide ve uygulamada terk edilmektedir (Sungurbey, İsmet; Medeni Hukuk Sorunları c.6, İstanbul 1994 s.345). Nitekim, olayların kendine özgü koşullarının oluşması halinde, akit öncesi sorumluluk kurallarının kıyas yoluyla geçersiz sözleşmelerde de uygulanabileceği, TMK'nun 2. maddesi uyarınca olumlu zararın (ifa menfaatinin), kaçırılan fırsat karşılığının istenebileceğine ilişkin yargı kararları bunlara örnektir.

Öte yandan, yargı organları, çıkarlar dengesini ve adalet duygularını gözeterek toplumun gereksinmelerini karşılamakla yükümlüdür. Maddi hukuk, her zaman hayatın değişen sosyal akışı içinde, gelişen tüm olayları ve tüm ayrıntıları kurallaştırma gücüne de sahip değildir.

Yerleşik Yargıtay uygulamasında, özel şekilde düzenlenmesi gereken bir sözleşme, bu şekle uyulmadan düzenmiş olmasına karşılık, taraflarca sözleşme hükümleri yerine getirilmişse-sözleşme hayata geçirilmişse- artık o sözleşmeye geçerlilik tanımak gerekir. Aksinin düşünülmesi TMK'nun 2. maddesinde öngörülen dürüstlük kuralları ve hakkın Kötüye kullanılması yasağına aykırı olacaktır.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde:

Kural olarak, gayrimenkul tellallığı sözleşmesinin yazılı şekilde yapılması ve bu sözleşmenin davacı/alacaklı tarafından ispat edilmesi gerekir. Taraflar arasında düzenlenen komisyonculuk sözleşmesi yazılı yapılmış ve 6. maddesinde; 10.09.2007 tarihinde sözleşmenin 2 nüsha olarak taraflarca imzalanarak birer nüshasının taraflara verildiği belirtilmiştir.

Mahkemeye ibraz edilen sözleşmede, davan/borçlu şirketi temsilen imzanın bulunup davacı/alacaklı komisyoncunun imzasının olmadığı ancak, takibe konu edilen komisyonculuk alacağının dayanağı olan sözleşmenin davacı/alacaklının elinde bulunması nedeniyle her zaman elindeki sözleşmeyi imzalayabileceği belirgindir. Burada tarafların iradelerinin komisyonculuk sözleşmesinin kurulması konusunda birleştiği, her bir tarafın kendi elinde bulunan nüshayı imzalayarak diğerine verdiği ve sözleşmenin konusunu teşkil eden mal hususunda komisyonculuk hizmeti verilerek, satışının gerçekleştirildiği; hatta davalı/borçlunun komisyonculuk sözleşmesinden kaynaklanan borcunun bir kısmını da ödediği anlaşılmaktadır.

Hal böyle olunca, somut olayın özelliği de dikkate alındığında; gayrimenkul tellallığı sözleşmesinin, tarafların ortak iradesi ile BK'nun 404/3. forasında emredilen geçerlilik şartına uygun şekilde, yazılı olarak kurulmuş olduğu ve taraflarca hayata geçirildiğinin kabulü gerektiği; sözleşmeye taraf olan davalı/borçlunun açıklanan şekilde imza eksikliğini ileri sürmesinin ise TMK'nun 2. maddesinde açıklanan dürüstlük kuralları ve hakkın kötüye kullanılması yasağına aykırı olduğu; sonuç itibariyle davacının taraflar arasındaki geçerli tellallık sözleşmesi gereği ücrete hak kazandığı yönündeki direnme kararı isabetlidir.

Ne var ki, davalı/borçlu vekilinin işin esasına ilişkin diğer temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden, bu konuda inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Dairesine gönderilmesi gerekir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle, direnme uygun bulunmakla, davalı/borçlu vekilinin işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 19. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 03.11.2010 gününde oyçokluğu ile karar verildi.


KARŞI OY :

Davacı, emlak komisyoncusu olduğunu, yaptığı tavassut işlemleri sonucunda davalının bir taşınmaz satın aldığını, aralarındaki sözleşmeye rağmen davalının ücretini ödemediğini, girişilen icra takibine de itiraz ettiğini ileri sürerek itirazın iptali ne %40 tazminatın tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, ibraz edilen sözleşmede davalı şirketin imzasının bulunup davacının imzasının Olmadığı Ve takibe konu alacağın dayanağı sözleşmenin davacıda olup, davacının her zaman sözleşmeyi imzalayabileceği, imza eksikliği hususunun ileri sürülmesinin MK.nun 2. maddesine aykırı olup, BK.nun 404/3 fıkrası gereğince gayrimenkul tellallığı sözleşmesinin yazılı olarak yapıldığının kabulü gerektiği, bu maddede ön görülen yazılı şekil şartının gerçekleşmiş olduğu gerekçesiyle 30.000.00 YTL üzerinden davanın kabulüne, %40 tazminatın tahsiline karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiş, Özel Dairece dayanak sözleşmede davacının imzasının bulunmadığına göre ortada geçerli bir tellallık sözleşmesinin varlığından söz edilemez" gerekçesi ile hükmü bozmuş, mahkemece önceki karardaki gerekçelerle ilk hükme direnilmiştir.

TTK'nun tatbikine ilişkin 6763 sayılı yasanın 41. maddesi ile değiştirilen B.K.nun 404/son fıkra hükmü uyarınca gayrimenkul tellallığı akdi yazılı şekilde yapılmadıkça muteber olmaz anılan yasa maddesi hükmü buyurucu niteliktedir. Tellallık sözleşmesi için öngörülen yazılı biçim ispat değil geçerlik koşuludur. O nedenle taraflar ileri sürmeseler dahi mahkemece doğrudan gözetilir. Yazılı olarak yapılması yasaca öngörülen ve özellikle Tellallık Sözleşmesinde olduğu gibi tarafları karşılıklı yüküm altına sokan bir sözleşmenin hukuken geçerlik kazanabilmesi ancak borç yüklenenlerin imzaların bulunmasıyla mümkündür. (BK. Md.13) sadece bir tarafça imzalanmış bulunan belge hukuken tek taraflı bir irade açıklanması niteliğini taşır ve hakkın esasına yönelik bulunan biçim eksikliği nedeniyle tarafları bağlayıcı kabul edilemez Bu nitelikteki bir belgeye dayanan tarafın iyi niyetli olması imzalardan birinin sonradan tamamlanması dahi az yukarıda açıklanan yazılı biçime ilişkin hukuki esasları etkilemez. O nedenle tellallık akdinde her iki tarafın imzalarının bulunması şarttır. Olayda dayanılan belge sadece davalının imzasını taşıdığı açıktır. Bu durumda geçerli bir tellallık sözleşmesinin varlığından söz edilemez. Yargıtayın sapma göstermeyen kökleşmiş içtihatları bu doğrultudadır. Y.H.GK. 10.7.1971 gün E, 1968.T-805, Y.H.G.K. 11.10.1974 gün k, 1971/4-467, Y.13.H.D. 1.10.1991 T. A, 5835, K.8712, İBK. 30) Mahkemece açıklanan yasal kurallar gözden kaçırılarak Tellallık ücretine dayanan istemin reddi yerine kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bozma nedenidir. O nedenle sayın çoğunluğun kararın direnme uygun daireye yönünde oluşan düşüncelerine katılamıyorum.

KARŞI OY :

Dava, yalnız, davalı tarafından imzalanan telalık sözleşmesine dayalı olarak açılan itirazın iptali istemine ilişkindir.

Mahkeme, tek taraflı imzalanan tellallık sözleşmesini geçerli sayarak davanın kabulüne karar vermiştir.

Davalı tarafın temyizi üzerine, 19. Hukuk Dairesinin 06.07.2009 gün ve 2008/9912 Esas, 2009/6661 Sayılı Kararı ile "gayrimenkul tellallık sözleşmesinin BK'nun 404. maddesi gereğince yazılı ve her iki tarafça imzalanması gerektiğini, tek taraflı imzalanan davaya konu sözleşmenin geçerli olmadığı gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesinin isabetsiz olduğu" gerekçesiyle bozulmuş, mahkeme önceki kararında kararın da ısrar etmiştir.

BK'nun 404/3'cü fıkrası;

"Gayrimenkul tellallığı, akdi, yazılı şekilde yapılmadıkça muteber olmaz"

BK'nun 13/1. maddesi;

"Tahriri olması icap eden akitlerde, borç deruhte edenlerin imzaları bulunmak lazımdır"

Emredici hükümlerini taşımaktadır.

Davaya konu 10.09.2007 tarihli tellallık sözleşmesinde davacı tarafı imzası söz konusu değildir. Bu durumda ortada yasaya uygun tanzim edilmiş geçerli bir tellallık sözleşmesinden söz edilemez.

Konu ile ilgili olarak, Hukuk Genel Kurulu 28.05.2008 gün ve 2008/19-398 Esas, 2008/407 Sayılı Kararında "...tellal, satışlarda veya sözleşmelerde para mukabili aracılık yapan kişidir. Tellal hakkında genel olarak vekalet hükümleri uygulanır. Tellallık sözleşmesi kural olarak, şekle tabi olmamakla birlikte, gayrimenkul tellallığı akdi, yazılı şekilde yapılmadıkça geçerli olmaz.(BK'nun m. 404/son) Bu şekilde yazılı olarak yapılmayan geçersiz bir gayrimenkul sözleşmesine dayalı olarak verilen kaporanın, sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre geri alınması mümkündür. Geçerlilik koşulunu mahkemenin kendiliğinden göz önünde tutması gerekir. Ayrıca, tellallık sözleşmesinin geçerli olması için iki tarafında imzalamasının şart" olduğunu belirtmiştir.

HGK'nun 22.05.1974 gün ve 741/576 sayılı kararında;

Borçlar Kanunu'nun 404 maddesinde 1/1/1957 günlü 6763 sayılı Kanunla eklenen son fıkra hükmünce; "gayrimenkul tellallığı akdi, yazılı şekilde yapılmadıkça geçerli olmaz." Bu hükmün eklenmesini gerektiren nedenler ve hükmün yazılış biçimi birlikte mütalaa olunduğunda, BK'nun 404/son fıkrası hükmünün, buyurucu nitelikte bulunduğunun ve tellallık sözleşmesi için öngörülen yazılı biçimin ispat değil geçerlilik koşulu olduğunun ve bütün bunların sonucu olarak mahkemece re'sen göz önünde tutulması gerektiğinin kabulü zorunludur. Yazılı olarak yapılması öngörülen bir sözleşmenin hukuken geçerlilik kazanabilmesi, ancak o sözleşmenin taraflarca imzalanmış olmasıyla mümkündür. Sadece bir tarafça imzalanmış bulunan bir belge hukuken tek taraflı bir irade açıklaması niteliğini taşır ve hakkın esasına ilişkin bulunan biçim eksikliği nedeniyle tarafları bağlayıcı gücü haiz olamaz. Bu nitelikteki bir belgeye dayanan tarafın iyi niyetli olması dahi yukarıda yazılı biçime ilişkin olarak açıklanan hukuki esasları değiştirmez. Olayda dayanılan belge sadece bir tarafın imzasını taşımakta olması itibarıyla geçerli bir tellallık sözleşmesinden söz edilemeyeceğini" karara bağlamıştır.

Bu durum karşısında; BK'nun 13/I ve 404/III. maddelerinin biçim şartı olmayıp, geçerlilik şartı olması, sadece tek tarafça imzalanmış belgenin sözleşme niteliğinde olmadığından, BK'nun 404/III madde anlamında belge sayılmayıp, bu hususun re'sen gözetilmesi gerektiğinden, burada belgeye dayanan tarafın iyi niyetli olmasının sonucu değiştirmeyeceğini ve Daire kararının doğru olduğunu düşündüğümüzden, sayın çoğunluğun aksi yöndeki görüşlerine katılmıyoruz.
#711
Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkileri kopma noktasına getiren Mavi Marmara baskını ile ilgili iddianamenin ayrıntılarına ulaşıldı. 4 komutan için 10 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası isteniyor.

İbrahim Evrim Ayral'ın haberi

Savcı Ekinci'nin hazırladığı iddianamede dönemin İsrail Genelkurmay Başkanı Rau Gabiel Ashkenazi ve İsrailli 3 komutan "firari sanık" olarak yer alıyor. 4 komutan için 10 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası isteniyor. Dosyada Nazi Almanyası döneminde Türkiye'nin 20 bin Musevi'ye pasaport verdiği hatırlatılıp "Varlığınızı Türkiye'ye borçlusunuz" mesajı veriliyor.

Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkileri kopma noktasına getiren Mavi Marmara baskını ile ilgili iddianamenin ayrıntılarına ulaşıldı. İddianamede dönemin İsrail Genelkurmay Başkanı Rau Gabiel Ashkenazi'nin yanı sıra İsrailli 3 üst düzey komutanın "firari sanık" olarak yer alması dikkat çekici. Haklarında yakalama kararı bulunan dört sanık hakkında 10 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası isteniyor. Bu da sanıkların Türkiye'ye girmeleri durumunda tutuklanacakları anlamına geliyor. İddianamenin Türkiye-İsrail ilişkilerinde örneğine hiç rastlanmadığı için uluslararası ilişkiler ve hukuk sisteminde büyük tartışmalar yaratması bekleniyor.

İKİNCİ YILDÖNÜMÜNE YETİŞTİ

Mavi Marmara soruşturmasının tamamlanmasının ardından hazırlanan iddianamede İstanbul Cumhuriyet Savcısı Mehmet Akif Ekinci'nin imzası var. İddianame 4 bölümden ve 144 sayfadan oluşuyor. Savcının bitkisel hayatta olmasına rağmen maktul olarak değerlendirdiği Oğuz Süleyman Söylemez ile birlikte 10 Türk "maktul", 14'ü ağır, 61'i hafif olmak üzere toplam 189 yaralı da "müşteki-mağdur" sıfatıyla dosyada yer alıyor. Ayrıca ABD, İspanya, İtalya ve İsrail vatandaşlarının da bulunduğu 189'u yaralı 490 yolcu "müşteki-mağdur" olarak iddianameye girmiş. İddianame, baskının ikinci yıldönümü olan 31 Mayıs'a günler kala tamamlandı. İki yıldır 2010/23967 numarasıyla yürütülen soruşturma sonucunda hazırlanan iddianameye 2012/1625 numarası verildi. Savcı Ekinci, iddianamenin sanıklarını, Ashkenazi başta olmak üzere operasyon planını yapan ve uygulayan İsrail askeri kadrosu ile sınırlı tuttu. Ashkenazi dışında iddianamenin diğer sanıkları ise Deniz Kuvvetleri Komutanı Eliezer Alfred Maron, Hava Kuvvetleri İstihbarat Sorumlusu Avishay Levi ve İsrail İstihbarat Başkanı Amos Yadlin.

600'E YAKIN TANIK DİNLENDİ

Savcı Ekinci, soruşturma safhasında 30 klasör belge ile geminin seyir defteri, adli tıp raporları ve olay yeri inceleme tutanakları gibi belgeleri inceledi. Aralarında 490 gemi yolcusunun ve ölenlerin ailelerinin de bulunduğu 600'e yakın tanık dinledi. Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı ve Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ile yazışmalar yaptı. SABAH'ın 26 Eylül 2011'de "Facebook'ta İsrail avı" manşetiyle duyurduğu haberde yer alan bilgi ve fotoğraflardan yararlandı. Son olarak dört İsrailli komutanı sanık olarak belirledikten sonra komutanların isminin teyidi için Dışişleri Bakanlığı'na bir yazı yazdı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı, iddianameyi inceledikten sonra ilgili mahkemeye sunulması konusunda onay verecek. Edinilen bilgilere göre iddianamenin ilk bölümünde yaşanan olay özetleniyor. İkinci bölümdeyse kanlı saldırının uluslararası hukuk açısından değerlendirmesi yapılıyor. Bu bölümde İsrail tarafından hazırlanan Mavi Marmara baskınıyla ilgili Turkel raporunun dayandığı temeller uluslararası hukuk kurallarına göre tek tek çürütülüyor.

TARİHTEN ÖRNEKLER

İddianamenin üçüncü bölümündeyse İsrail'e tarih dersi verircesine Osmanlı'dan günümüze Türk-Musevi ilişkileri kapsamlı bir biçimde anlatılıyor. Savcı, bu kısımda 1492'de İspanyol Engizisyon Mahkemesi tarafından sınır dışı edilen Musevilere Osmanlı'nın sahip çıktığını hatırlatıyor. Ayrıca Nazi Almanyası'ndan kaçan Musevilere Atatürk'ün kurucusu olduğu Türkiye Cumhuriyeti'nin kucak açtığı, bu dönemde 20 bin Musevi'ye Türk pasaportu verildiği, böylelikle Musevilerin ölüm kamplarına gönderilmekten kurtarıldığı da belirtiliyor. İddianamede, bu perspektiften bakıldığında İsrail'in bugünkü varlığını Türkiye Cumhuriyeti'ne borçlu olduğu kaydediliyor.

EZİYET VE YAĞMA DA VAR

İstanbul Cumhuriyet Savcısı Ekinci, iddianamenin son bölümde ise olayı Türk Ceza Kanunu'na (TCK) göre değerlendirip, baskın emrini veren dönemin İsrail Genelkurmay Başkanı Rau Gabiel Ashkenazi, Deniz Kuvvetleri Komutanı Eliezer Alfred Maron, Hava Kuvvetleri İstihbarat Sorumlusu Avishay Levi ve İsrail İstihbarat Başkanı Amos Yadlin'in kasten adam öldürme, kasten adam öldürmeye teşebbüs, nitelikli kasten yaralama, kasten yaralama, silahla kasten adam öldürmeye zincirleme azmettirme, nitelikli yağma, deniz veya demiryolu ulaşım araçlarını kaçırma veya alıkoyma, nitelikli mala zarar verme, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve eziyet suçlarına azmettirme' suçlarından yargılanmalarını talep etti. Baskında 9 kişi öldürüldüğü ve 114 kişi de basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek şekilde yaralandığı için cezanın ölü ve yaralı sayısı kadar artırılması isteniyor.

ÖNCE TATBİKAT SONRA KATLİAM

İddianamede İsrail askerlerinin hedef gözeterek ateş edip, silahsız mağdurların ölümüne sebebiyet verdiği ve böylelikle orantısız güç kullandığı kaydedildi. Adli tıp raporlarını inceleyen Savcı Ekinci, ölen yolculardan ikisinin İsrail askerleri tarafından gemiye inilmeden helikopterlerden açılan ateş sonucu öldürüldüğüne dikkat çekti. Bu ayrıntı, İsrail tarafının "Gemiye indikten sonra direnişle karşılaşınca ateş açtık" tezini de geçersiz kılıyor. İddianamede ayrıca otopsi raporlarına dayanarak maktullerin bedeninde birden fazla silahtan çıkmış mermi çekirdeklerinin bulunduğu da belirtiliyor. Ayrıca kimi maktullere yakın mesafeden veya bitişik atışla ateş edilmesi, baskının vahşi yüzünü gözler önüne seriyor. İddianamede baskın öncesinde İsrail askerlerinin Mavi Marmara'ya benzer bir gemide "katliam tatbikatı" yaptığı da belirtiliyor.

'ÖLDÜRMEK İÇİN ATEŞ EDİLDİ'

İddianamede, Filistin'e yardım malzemesi götürmek için yola çıkan Sfendoni ve Challenger yolcu gemileri ile Defne Y., Eleftherı Mesogios, Gazze ve Rachel Corrie yük gemilerine İsrail tarafından yapılan müdahalenin hukuksuz olduğu da anlatıldı. Gemilerin, İstanbul ve Antalya limanlarından mevzuatlara uygun yola çıktıkları ve yalnızca insani yardım malzemesi taşıdıkları belirtildi. İsrail'in silahsız yolculara öldürmek kastıyla rastgele ateş açtığı belirtildi. Açılan ateşte 9 kişi hayatını kaybetmişti.

'CAN KUTSALDIR, ŞALİT'TEKİ GİBİ'

İsrail'in geçtiğimiz aylarda takas yaparak hayatını kurtardığı esir askeri Gilad Şalit'in ismi de iddianamede yer alıyor. İsrail'in 1027 Filistinli mahkûm karşılığında takas ettiği Gilad Şalit örneği üzerinden Türk vatandaşlarının da hayatının kutsal olduğu belirtilen iddianamede "İsrail devleti bir askerinin hayatını kurtarmak için 1027 Filistinli mahkûmu serbest bırakarak vatandaşının canının ne kadar kutsal olduğunu gözler önüne serdi. İsrail şunu anlamalı ki demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti devleti için de dili, dini, ırkı, felsefi inancı, siyasal düşüncesi ne olursa olsun bütün vatandaşlarının can kutsaldır" deniliyor.

http://www.haber7.com/guncel/haber/882810-israile-tokat-gibi-iddianame/1



İHH, saldırının yıl dönümünde Taksim'de yürüyüş düzenleyecek. İşte ayrıntılar:



Mavi Marmara ve Kudüs'ün özgürlüğü için yürüyoruz

30-31 Mayıs'ta İstanbul'da Mavi Marmara etkinlikleri yapacağız. İHH İnsani Yardım Vakfı, Mavi Marmara saldırılarının ikinci yıl dönümünde Taksim'de büyük bir yürüyüş gerçekleştirecek. Mavi Marmara saldırısının yıldönümü olan 31 Mayıs'ta gerçekleştirilecek yürüyüşe herkesi bekliyoruz.


22.05.2012 - Mavi Marmara ve Kudüs'ün özgürlüğü için yürüyoruz

İsrail ablukası altında yaşam mücadelesi veren Gazze'ye insani yardım ulaştırmak için yola çıkan Özgürlük Filosu'na İsrail ordusunun yaptığı saldırının üzerinden iki yıl geçti. Yaşanan katliamı protesto etmek için saldırı sırasında gemide olan onlarca ülkeden yüzlerce aktivist, saldırının yıldönümünde İstanbul'da buluşacak.

30 MAYIS 2012
Haliç Tersanesi'ndeki Mavi Marmara gemimizde 21:00'da başlayacak program sabah namazının kılınmasına kadar sürecek. Sabah 11:00'da ise tüm dünyadan gelen Yetim Çocuklarımız Mavi Marmara gemimizi ziyaret edecekler ve basın karşısına çıkacaklar.

31 MAYIS 2012
19:00'da Taksim'de Kudüs Yürüyüşümüzü yapacağız

İHH İnsani Yardım Vakfı, Mavi Marmara'ya İsrail saldırısının 2. yıl dönümünde saldırıları protesto etmek, şehitleri unutmadığını göstermek için dev bir yürüyüş gerçekleştirecek. Saldırının yıldönümü olan 31 Mayıs'ta gerçekleştirilecek yürüyüş, "Yürüyoruz" sloganı ve "Özgür Kudüs" üst başlığıyla yapılacak.

İHH İnsani Yardım Vakfı Genel Başkanı Av. Bülent Yıldırım'ın konuşma yapacağı yürüyüşte; işgal altındaki Filistin gerçeğine vurgu yapılarak dünyaya İsrail'in zulüm ve işgal politikalarının sona erdirilmesi çağrısında bulunulacak.

Taksim, İstiklal Caddesi'nde yapılacak yürüyüşe on binlerce kişinin katılması bekleniyor. Yürüyüşte "Kudüs'ün Kurtuluşu İçin" ve "Son Liman Özgürlük" mesajları öne çıkacak.

Mavi Marmara'ya İsrail'in haince saldırısının protesto edileceği yürüyüşte; gemide şehit düşenlerin aileleri, gemideki aktivistler, yerli ve yabancı pek çok katılımcı da hazır bulunacak. Yürüyüş 31 Mayıs akşamı 19:00'da İstiklal Caddesi'nde yapılacak.

MAVİ MARMARA'DA NELER OLDU?

İsrail işgali ve ambargosundan dolayı her türlü temel ihtiyaç maddesinden yoksun olan Gazze halkı için acil bir yardım koridoru oluşturmak ve hukuk dışı İsrail ablukasını kırmak için iki yıl önce Mayıs ayında yola çıkan Özgürlük Filosu, uluslararası sularda korsanca bir saldırıya uğramış ve bu saldırı neticesinde 9 insani yardım gönüllüsü şehit edilirken 56 gönüllü de çeşitli yerlerinden yara almıştı.

Sivil insanların çabasıyla yola çıkan yardım filosu ve yine sivil aktivistlerin iradeleriyle ortaya konan bu onurlu yardım eylemiyle, dünya bir kez daha Filistin gerçeğiyle yüz yüze gelmişti.

Geçen iki yılda İsrail; öldürdüğü ve yaraladığı kişiler için Türkiye'nin "Tazminat öde, özür dile ve ambargoyu sona erdir" şeklindeki taleplerine olumsuz cevap verdi.

http://www.ihh.org.tr/mavi-marmara-ve-kudus-un-ozgurlugu-icin-yuruyoruz/
#712
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) uzun gözaltı ve tutukluluk süresiyle ilgili iki ayrı davada Türkiye'yi haksız buldu.

Türkiye'de işlediği çeşitli suçlar nedeniyle 2011 yılında ömür boyu hapis cezasına çarptırılan Mehmet Hasdemir'in yaptığı şikayeti değerlendiren AİHM, bu kişinin gözaltı ve tutukluluğunun makul süreden fazla olduğu gerekçesiyle Türkiye'yi mahkum etti.

Hasdemir'e, karar gereği 11 bin 900 Euro para cezası ödenecek.

AİHM, yasa dışı sol bir örgüte üye olmak suçundan mahkum olan ve şu anda Gebze Cezaevi'nde yatan Hatice Duman'ın uzun gözaltı süresi ve tutukluluk süresiyle ilgili yaptığı şikayette de ''İnsan hakları ihlalinde bulunulduğuna'' hükmetti.

Duman'a mahkeme masrafları da içinde olmak üzere 10 bin 800 Euro para cezası ödenecek.

Kaynak: AA
http://www.haber7.com/dunya/haber/882728-turkiyeye-uzun-tutukluluk-cezasi
#713
TBMM Genel Kurulu'nda, Askerlik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısını kabul edildi.

Kanuna göre, her yıl 1 Ocak-30 Haziran tarihleri arasında yapılan yoklama ile 1 Temmuz-31 Ekim tarihleri arasında yapılan son yoklama uygulamasına son verilecek.

Lise veya dengi okullar ile fakülte ve yüksekokullarda öğrenim görenlerin askerlikleri 29 yaşını geçmemek üzere mezun oluncaya veya ilişikleri kesilinceye kadar ertelenecek.

Askerlik meclisleri günün gelişen koşullarında etkinliğini yitirdiğinden kaldırılacak.

Askere alma işlemleri Milli Savunma Bakanlığı'nca yürütülecek.

Her yıl 1 Ocak-30 Haziran tarihleri arasında yapılan yoklama ile 1 Temmuz-31 Ekim tarihleri arasında yapılan son yoklama uygulamasına son verilecek.

Askerlik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı, TBMM Genel Kurulu'nda kabul edildi.

Kanuna göre, yoklama devri, askerlik çağının başlangıcından muvazzaflık hizmetinin başlangıcına kadar geçen süre olacak. Seferberlik veya olağanüstü hallerde 19 yaşında bulunanların askere alınmalarına imkan tanıyan düzenleme, yürürlükten kaldırıldı.

Her yıl 1 Ocak-30 Haziran tarihleri arasında yapılan yoklama ile 1 Temmuz-31 Ekim tarihleri arasında yapılan son yoklama uygulamasına son verilecek. Yoklam işlemleri, 1 Ocak gününden başlamak üzere yaklaşık 14 aylık süreye yayılacak.

Askeralma işlemleri Milli Savunma Bakanlığı'nca yürütülecek.

Kanunla, MERNİS, Adres Kayıt Sistemi ve Milli Savunma Bakanlığı Bilgi Sisteminin yürürlüğe girmesiyle birlikte uygulama alanı kalmayan ilk yoklama ve son yoklama işlemleri kaldırılarak; yoklama, yükümlülerin askerliğe elverişlilik ve öğrenim durumları ile meslek ve niteliklerinin belirlenmesi işlemlerini kapsayacak şekilde yeniden tanımlandı. Buna göre, ''yükümlülerin sağlık muayenelerinin yapılarak askerliğe elverişli olup olmadıkları, öğrenim durumları, meslekleri ve niteliklerinin belirlenmesi'' işlemine yoklama denecek.

Yükümlülerin yoklama işlemleri yaklaşık 14 aylık bir süreye yayılacak. Böylelikle, yoklama kaçağı sayısı ve yoklama dönemlerinde askerlik şubeleri önünde oluşan yükümlü yoğunluğu azaltılmış olacak.

-Sağlık muayenesi aile hekimince yapılabilecek-

Yükümlülerin sağlık muayeneleri askerlik şubesinin bulunduğu yerde öncelikle varsa aile hekimi tarafından, yoksa en yakın resmi sivil sağlık kuruluşunda veya asker hastanelerinde tek tabip tarafından yapılacak.

Yükümlüler hakkında ertesi yıla bırakma, sevk geciktirmesi veya ''askerliğe elverişli değildir'' kararı sağlık raporlarını tanzim etmeye yetkili makam, asker hastanesi sağlık kurulu olacak. Ancak yatalaklar ile gözle görülür rahatsızlığı bulunanlar hakkında ertesi yıla bırakma, sevk geciktirmesi kararlı sağlık raporları, askerlik şubesi başkanı veya vekili ile mülki amirliklerce görevlendirilen resmi iki sivil (varsa biri aile hekimi) tabipten teşkil edilecek geçici sağlık kurulunca verilebilecek.

Kanunla, askerlik meclisleri günün gelişen koşullarında etkinliğini yitirdiği gerekçesiyle kaldırıldı. Bu işlemler bundan sonra askerlik şubelerince yapılacak.

Askere çağrılan kişiler, kimliğini ve öğrenim durumlarını gösterir belgelerle yurtiçinde askerlik şubelerinde, yabancı ülkelerde ise elçilik veya konsolosluklarında bizzat bulunmaya mecbur olacak. Bulunamayacak derecede hastalık veya engeli olanlar, hükümlü, tutuklu olanlar, lise veya yüksek öğrenimde olup henüz okullarını bitirmemiş olanlar; rapor veya onaylı öğrenim durumlarını gösterir belge göndermeye, hükümlülük veya tutukluluklarının nedenini bildirmeye mecbur olacak.

-Askerlik işlemlerinin ertelenmesine neden olan haller-

Askerlik işlemlerinin ertelenmesine neden olan hallerden bazıları yeniden düzenlendi. Lise veya dengi okullarla fakülte ve yüksekokullarda öğrenim görenlerin askerlikleri; bitirdiği okulun dengi veya daha aşağı seviyedeki bir öğretim kurumuna kayıt yaptırmamak, yoklama kaçağı veya bakaya kalmamak ve 29 yaşını geçmemek üzere mezun oluncaya ya da ilişkileri kesilinceye kadar ertelenebilecek.

Savaş zamanı hariç olmak üzere; bir baba veya ananın iki oğlundan biri askerdeyken diğer oğlu, ikiden fazla oğlu olanlardan ikisi askerde iken diğerleri, oğullarından biri muvazzaf askerlik hizmetini bitirinceye kadar askere sevk edilmeyecek. Bu düzenlemenin uygulanmasında 20 yaşından küçük olanlar ile geçime yardım edemeyecek derecedeki maluller hesaba katılmayacak.

Kardeş sevk tehirinde bulunulabilmesi için ananın dul olması şartı kaldırılacak. Bugünün şartlarında 15 yaşından küçük bir çocuğun aile bütçesine katkı sağlamasındaki zorluk dikkate alınarak, kardeş sevk tehirinde 20 yaşından küçük olanlar dikkate alınmayacak.

Yoklama sırasında lise veya dengi okuldan mezun olduğunu belgeleyenlerin askerlikleri üç yıl, fakülte veya yüksekokuldan ilişikleri kesilenlerle yüksekokul mezunlarının askerlikleri ise 29 yaşını tamamladıkları yılın sonu esas alınarak iki yıl süreyle ertelenecek.

Askerlik çağrısına hasta olduklarından dolayı katılamayan yedek erbaş ve erlerden, bu durumlarını resmi veya askeri hekim ya da sağlık kurulu raporuyla tespit ettirenler herhangi bir cezai işleme tabi tutulmayacak.

Askerlik çağına girdikten sonra yapılan yaş değişiklikleri askerlik işlemlerinde dikkate alınmayacak.

-İdari para cezası-

Yoklamada bulundukları yerdeki askerlik şubesi, elçilik veya konsolosluklara gelmeyen ve mazereti bulunduğuna dair belge ibraz etmeyenlerden, birlikte yoklamaya tabi oldukları doğumluların sevk yılı içindeki ilk celp ve sevk tarihinden sonra, son celp ve sevk döneminin bitiminden önce ele geçen veya kendiliğinden gelenler, hekime ya da asker hastanesinde muayene ettirilecek. Muayene neticesinde askerliğe elverişli oldukları anlaşılanlar sınıf ve tertibat yerlerine derhal sevk edilecek. Bu durumdakilere 100 TL idari para cezası verilecek.

Kanunla, yoklama kaçağı ve bakaya suçları, ilk kez yoklama kaçağı olan ve bakaya kalan yükümlüler için kabahate dönüştürülüyor ve idari para cezası yaptırımına bağlanıyor. Talim ve manevra için çağrıldıkları halde özürsüz gelmedikleri anlaşılan yedek erbaş ve erler hakkında idari para cezaları uygulanacak ve emsalleri kadar hizmete tabi tutulacak.

Yoklama kaçağı, saklı ve bakayaları bilerek resmi veya özel hizmete alanlar, Askeri Ceza Kanunu'na göre cezalandırılacak.

Kanunla, muvazzaf subay adaylarından temel askerlik eğitimini tamamlamadan ayrılanlar ile muvazzaf subaylığa nasbedildikten sonra deneme süresinin bitimine kadar ayrılanların temel askerlik eğitiminde veya deneme süresinde geçen sürelerinin ne kadarının askerlik hizmetinden sayılacağı, bu kişilerin eksik kalan askerlik hizmetlerini ne şekilde tamamlayacaklarına ilişkin esaslar da düzenleniyor.

Temel askerlik eğitimi tamamladıktan sonra bedelli veya dövizli askerlik hizmeti kapsamından çıkarılan yükümlüler, bedelli askerlik hakkından yararlanabilecek. Bu kişiler, ödeyecekleri paranın yarısını başvuru sırasında diğer yarısını ise başvuru tarihinden itibaren 12 ay içinde ödeyebilecek.

Adres Kayıt Sistemi ve Milli Savunma Bakanlığı Bilgi Sisteminin yürürlüğe girmesi nedeniyle yedek subay ve astsubayların her yıl 1 Ocak-30 Haziran tarihleri arasında yapılan yedeklik yoklaması uygulamasına son verilecek.

-Askerler hakkındaki ihbar ve şikayetler-

Kanunda, Anayasanın 145. maddesinde yapılan değişiklik doğrultusunda, asker kişiler hakkındaki ihbar ve şikayetlere uygulanacak usul, Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun paralelinde yeniden düzenlendi.

Anayasa Mahkemesi, teşkilatında askeri mahkeme kurulan kıt'a komutanı veya askeri kurum amirince, askeri hakimlere idari sicil verilebilmesine yönelik düzenleme Anayasaya aykırı bulunarak iptal edildiğinden, Kanunda yeni düzenlemeler yapıldı. Anayasa Mahkemesi kararı doğrultusunda, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı ilkeleri esas alınarak Askeri Hakimler Kanunu'nun ''Sicil belgeleri ve sicil üstleri'' başlıklı maddesi yeniden düzenlendi.

Buna göre, askeri mahkeme kadrolarında görev yapan askeri hakimlere ve savcılara idari sicil verilmesi uygulamasına son verilecek. Yardımcı askeri savcılara ve askeri savcı yardımcılarına yalnızca askeri savcı tarafından idari sicil verilecek.

Askeri hakimlerin birinci sınıfa ayrılma ve birinci sınıf olma kriterleri arasında yer alan ''binbaşı rütbesinde bulunmak'' şartı kaldırılacak.

Kanunla, askeri hakimler; aylık, ek gösterge, ödenek, yargı ödeneği, ek ödeme, mali, sosyal haklar ve yardımlar ile diğer özlük hakları bakımından, eşit oldukları hakim ve savcılar hakkındaki hükümlere tabi olacak.

Askeri mahkeme kıdemli hakimi ve askeri savcının izinleri Milli Savunma Bakanlığı'nca; askeri mahkeme ve askeri savcılık kadrolarında görevli askeri hakimlerin izinleri ise kıdemli hakim veya askeri savcı tarafından verilecek.

Askeri hakimler hakkındaki ihbar ve şikayetlerde yapılacak işlemler, adli ve idari yargıda görevli hakim ve savcılara ilişkin hükümler paralelinde yeniden düzenleniyor.

İsimsiz ve imzasız ihbar ve şikayetler hakkında da mutlaka araştırma ve inceleme yapılacak, şikayetten vazgeçilmesi halinde dahi başlatılan disiplin soruşturması sonuçlandırılacak.

Fakülte veya yüksekokul bitiren kadın veya erkekler, gerekli şartları taşımaları halinde muvazzaf subay olmak için başvurabilecek.

TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilen kanuna göre, Milli Savunma Bakanı, askeri adalet müfettişince düzenlenen evrakı inceledikten sonra, soruşturma yapılması için izin verilmesine, disiplin cezası tayinine karar verecek. Soruşturma yapılmasını gerekli görmediği hallerde ise düzenlenen evrakı işlemden kaldıracak.

Milli Savunma Bakanı tarafından soruşturma açılmasına izin verilmesi halinde söz konusu evrak, gereği yapılmak üzere ilgilinin görevli bulunduğu yere en yakın askeri mahkemenin savcısına gönderilecek.

Askeri savcı tarafından iddianame düzenlenmesi halinde, iddianamenin kabulü ya da iadesi konusunda karar verilmek üzere soruşturma evrakı ve düzenlenen iddianame, Askeri Yargıtay'a gönderilecek. Askeri Yargıtay Başkanlar Kurulu'nun belirleyeceği daire, iddianamenin kabulüne veya iadesine karar verecek.

Askeri hakimler, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre görev yapacak. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremeyecek, genelge gönderemeyecek, tavsiye ve telkinde bulunamayacak. Askeri hakimler azlolunamayacak.

Ağır ceza mahkemelerinin görevine giren suçüstü halleri dışında, suç işlediği ileri sürülen askeri hakimler yakalanamayacak, üzerleri, konutları ve araçları aranamayacak, sorguya çekilemeyecek. Ancak durum, Milli Savunma Bakanlığı'na bildirilecek. Askeri hakimlere hiçbir şekilde askeri görev verilemeyecek.

Emniyet hizmetleri sınıfı mensupları, 1. derecenin son kademesine kadar yükselebilecek.

-Üniversite mezunları subay olabilecek-

En az 4 yıl süreli fakülte veya yüksekokulları bitiren kadın veya erkeklerden muvazzaf subay olmak için başvuranlar 27 yaşından, lisansüstü öğrenimi tamamlamış olanlar ise 32 yaşından büyük olmamak şartıyla TSK tarafından harp okullarında yetiştirilemeyen sınıflarda muvazzaf subaylığa atanabilecek.

Fakülte veya yüksekokul bitirip TSK'da askerlik hizmetine başladıklarında 27 yaşından, lisansüstü öğrenimini tamamlamış olanlarda ise 32 yaşından büyük olmayanlardan muvazzaf subaylığa geçmek isteyenler, muvazzaf subaylığa atanabilecek. Bunlardan, terhislerinin ardından başvuranlar ile askerlik hizmeti sırasında veya terhislerinin ardından fakülte veya yüksekokulları bitirip başvuranlar da subaylığa atanabilecek.

Subaylığa atananlar, askeri eğitimin ardından bir yıllık deneme süresine tabi tutulacak. Eğitimde başarısız olanlar ve TSK'ya uyum sağlayamayanların TSK ile ilişikleri kesilecek. Devletin bu sürede yaptığı masraflar, kanuni faizleriyle birlikte kendilerinden tahsil edilecek.

-Mecburi hizmet süresi 10 yıl olacak-

Muvazzaf subayların mecburi hizmet süresi 15 yıldan 10 yıla indirildi.

Subay ve astsubaylara eşinin doğum yapması, ölmesi, çocuğunun ölümü, kendisinin veya eşinin ana, baba veya kardeşinin ölümü hallerinde 10 güne kadar, kendisinin veya çocuğunun evlenmesi halinde isteği üzerine 7 güne kadar izin verilebilecek.

Subay ve astsubaylara, bakmakla yükümlü olduğu ya da refakat etmediği takdirde hayatı tehlikeye girecek ana, baba, eş ve çocukları ile kardeşlerinden birinin ağır bir kaza geçirmesi veya tedavisi uzun süren önemli bir hastalığa tutulmuş olması durumunda, bu durumun sağlık kurulu raporuyla belgelendirilmesi şartıyla, aylık ve özlük hakları korunarak 3 aya kadar izin verilebilecek.

-Sözleşmeli Genelkurmay Başkanı danışmanı çalıştırılabilecek-

Fakülte veya yüksekokulları bitirenlerden subay olarak atanmak üzere temel askerlik eğitimine alınanlar, asteğmenler için ilgili mevzuatında öngörülen aylık ve mali haklar ile sosyal yardımlardan aynen yararlandırılacak.

Terörle Mücadele Kanunu kapsamında aylık bağlanan TSK personelinin unvan ve rütbeleri, görevdeki emsallerinin unvan ve rütbelerine yükseltilecek, haklarında yapılacak her türlü işlemde yükseltilen unvan ve rütbeleri esas alınacak.

TSK faaliyetleri ile ilgili alanlarda Genelkurmay Başkanı'na danışmanlık yapmak üzere sözleşmeli olarak 10 kişiye kadar ''Genelkurmay Başkanı danışmanı'' çalıştırılabilecek. Diğer kamu personellerinde olduğu gibi TSK personeli de 1. derecenin 4. kademesine kadar yükselebilecek.

Uzman jandarmalar da 1. derecenin 4. kademesine kadar yükselebilecek.

Ortaokul, lise ve dengi öğrenim düzeyine sahip uzman jandarmaların intibak işlemlerinden kaynaklanan hak kayıplarını önlenmesine ilişkin bir önerge kabul edildi.

Uzman erbaşların her yıl 45 gün izin alma hakları olacak. Bu iznin 15 günü mazeret izni olarak kullanılacak. 

Kabul edilen bir önergeye göre, askerlik çağına girdikten sonra mahkemece resmi hastane kayıtları esas alınarak yapılan yaş düzeltmeleri de askerlik işlemleri sırasında dikkate alınacak.

-Askeri hastanelerden yararlanma-

Yıpranma tazminatından uzman jandarmalar da yararlanabilecek. Uzman jandarmalardan 2 yıllık yüksekokulu tamamlayanlara bir kademe, 3 yıllık yüksek öğrenimini tamamlayanlara 2 kademe, 4 veya daha fazla süreli yüksek öğrenimi tamamlayanlara ise 1 derece verilecek. Uzman jandarmalar için uygulanacak azami ek gösterge rakamı 2 bin 200 olacak.

Askerlik yükümlülüğünü kısa dönem er olarak yerine getirenlerle, erbaş ve er olarak yerine getirenlerden fakülte ya da yüksekokul bitirenler de sözleşmeli subay olarak istihdam edilebilecek.

Harp Akademilerinde atamalı veya sözleşmeli olarak görevli sivil öğretim elemanlarına, disiplin ve cezai hükümler ile diğer hak ve yükümlülükler açısından TSK'da görevli sivil memurlara uygulanan mevzuat hükümleri uygulanacak. Bu öğretim elemanları, TSK sosyal tesislerinden ve kamu konutlarından görevlendirildikleri kadro derecesindeki subaylar gibi yararlanabilecek, askeri personel ile aralarındaki protokol münasebetlerinin düzenlenmesinde de aynı esas uygulanacak.

Sivil hastaların GATA'dan yararlanma oranı yüzde 5'den yüzde 10'a çıkarıldı. Genelkurmay Başkanlığı, bu oranı artırabilecek.

Bedelli askerlikte, temel askerlik eğitimi yapmış olup da ilgili yasadaki yurtdışında bulunma süresini tamamlayamadığı, yurtiçinde bulunanlar için de taksitini ödeyemediği için bedelli hakkından yararlanamayanlar da bedelli kapsamına alındı.

TBMM Başkanıvekili Sadık Yakut, yapılan oylamada tasarının kabul edilmesinin ardından birleşimi yarın saat 14.00'te toplanmak üzere kapattı.

Kaynak: AA
http://www.haber7.com/siyaset/haber/882708-yeni-askerlik-kanunu-meclisten-gecti
#714


Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın talimatıyla Hayvanları Koruma Kanunu'nda bir değişiklik yaptıklarını ve bundan sonra hayvanları öldürenlere para değil hapis cezası da verileceğini söyledi. Kanunun Başbakanlık'ta olduğunu belirten Veysel Eroğlu, bütün canlıları korumak mecburiyetinde olduklarını belirterek, "Bu zaten bizim kültürümüzde var." dedi.

Veysel Eroğlu, Ankara Ramada Otel'de düzenlenen 'Biyolojik Çeşitlilik Sempozyumu'na katıldı. Açılışta bir konuşma yapan Veysel Eroğlu, biyolojik çeşitliliğin bu dünya için olmazsa olmaz bir şart olduğunu söyledi. Türkiye'deki biyolojik çeşitliliğin de kıta Avrupa'sından daha fazla olduğunu dile getiren Eroğlu, "Biyolojik çeşitliliği korumak mecburiyetindeyiz, bu bizim en büyük zenginliğimiz." ifadelerini kullandı.

Türkiye'deki biyolojik çeşitliliğin belirlenmesinde yabancı uzmanların ağırlığı olduğunu belirten Bakan Eroğlu, "Tür belirleme için yabancıların gelmesi bizi rahatsız eder. Kesin bir dille söylüyorum bu konuda üniversitelerle işbirliği yapmaya hazırız. Bunu birlikte yapacağız, birlikte başaracağız." diye konuştu. Bakan Eroğlu ayrıca uzmanları ve akademisyenleri, 'kürsülerinde oturmak yerine araziye gitmeye' çağırdı.

Hayvanları Koruma Kanunu'nda da değişiklik yaptıklarını açıklayan Bakan Eroğlu, Başbakan Erdoğan'ın talimatıyla hazırlanan ve şu an Başbakanlık'ta olan yasaya göre, hayvanları öldürenlere sadece para cezası değil hapis cezası da geleceğini söyledi.

Ayrıca Veysel Eroğlu Brezilya'da gerçekleştirilecek ve Başbakan Erdoğan'ın yanı sıra çok sayıda bakanın da katılacağı G-20 toplantısı için bu konuda ciddi hazırlık yaptıklarını aktardı. Bakan Eroğlu, konuşmasının ardından sempozyum kapsamında açılan stantları gezdi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1291454&title=hayvanlari-olduren-de-hapse-girecek
#715
Bursa'da kaybettiği kimliğini bulan şüphelinin işlediği ''cebir, şiddet ve hürriyeti yoksun bırakma'' suçu nedeniyle cezaevine giren 35 yaşındaki evli ve 2 çocuk sahibi Kadir Acar, 13 gün sonra serbest bırakıldı.

Merkez Osmangazi ilçesi Hürriyet Mahallesi'nde oturan Acar, AA muhabirine yaptığı açıklamada, yaklaşık 10 yıl önce kimliğini kaybettiğini ve yıllar sonra bu yaşadığının, birkaç hafta da olsa hayatını kararttığını söyledi.

O dönemlerde gazeteye ilan vermesi gerektiği yolunda kendisine önerilerde bulunulduğunu dile getiren Acar, ilan verip vermediğini hatırlamadığını ancak yeni bir kimlik çıkardığını anlattı.

Acar, çalıştığı bir iş yerinin görevlendirmesi sonucun 2006'da yurt dışına çıkmak üzere pasaport çıkarmak istediğini ifade ederek, şöyle konuştu:

''İl Emniyet Müdürlüğü'ne gittim, ilk kez pasaport çıkaracağımı söyledim ama bana daha önce yurt dışına çıktığımı söylediler. Şaşırdım, adıma açılmış dosyayı görünce daha çok şaşırdım. Bana ait kimlikle ama benim olmayan bir fotoğrafla pasaport çıkarılmış. Kaybettiğim kimlikle çıkarılmış olabileceğini anlattım ve doğruluğunu kabul ettiler. Yoksa o anda evrakta sahtecilik suçundan kelepçeyi takacaklardı. Çok korktum ama o dönem Allah'a şükür atlattım.''

-Kelepçeleri takınca...-

Aradan yıllar geçtiğini ve bir daha kaybettiği kimlikle ilgili bir sorun yaşamadığını belirten Acar, ''Bir süre önce temizlik işçisi olarak çalıştığım hastaneye gelen polisler beni götürene kadar sorun yoktu. Kelepçeleri takınca, suçumu, neye uğradığımı bilemeden dünyam yıkıldı. Nisan ayının son haftasında, evde eşim ve çocuklarım akşam eve gelmemi beklerken beni cezaevine götürdüler'' dedi.

Hakkında 3 yıl 4 ay kesinleşmiş hapis cezası olduğunu öğrendiğinde çok şaşırdığını anlatan Acar, bugüne kadar bir kavganın yanından bile geçmediği halde adam kaçırma, darp gibi suçlardan hapse girmesini anlayamadığını söyledi.

Kadir Acar, tek suçunun 10 yıl önce kimliğini kaybetmek olduğunu vurgulayarak, şunları kaydetti:

''Darp ve adam kaçırma suçlarından cezaevine göndermişler. Orada 'suçun ne?' diye sordular. 'Ben de bilmiyorum suçumun ne olduğunu' dedim. Sonra beni 47 hükümlünün bulunduğu koğuşa aldılar. Birçok suçtan hüküm giymişlerin arasında çok korktum. Ne yapacağımı bilmeden ilk günümü çok zor geçirdim. Allah kimseyi oralara düşürmesin. Cezaevinin duvarları üzerime geliyordu, sanki üzerime yıkılıyor sandım. 13 gün sonra tahliye oldum ancak çok zor geçti. Suçsuz yere hapiste yattım, 13 gün, 13 yıl gibi geldi. Bundan sonra bırakın suçun yanından geçmeyi birine tokat bile atmam. Suçsuz olduğum için 'iki gün yatarım' diye girdim, 13 gün kaldım. Kıyafet de götürmemiştim, çok zorlandım.''

Cezaevinde kaldığı 13 günde, suçsuz olduğuna ve serbest bırakılması gerektiğine ilişkin sayısız dilekçe yazdığını ancak hiçbirine yanıt alamadığını belirten Acar, içeri girmesinin 13'üncü gününün sabahında cezaevinden mahkemeye çıkarılacağı Bursa Adliyesi'ne götürüldüğünü anlattı.

Sabahtan gittikleri adliyede öğleye kadar beklediklerini dile getiren Acar, ''Zaman geçmek bilmedi. Sonra öğle paydosu geldi. Saatler gün gibi gelmeye başladı. Sonunda hakim karşısına çıktım. Şüphelinin, kaybettiğim kimliği kullanarak tuttuğu avukat da oradaydı. Avukat, 'Benim daha önce savunduğum Kadir Acar bu değil' deyince beni serbest bıraktılar. Halen ayaklarım titriyor, hapisteki günlerim rüyalarıma giriyor. Evime gelince eşime, çocuklarıma sarıldım. Şimdi çok mutluyum. Zor günlerdi ama geride kaldı'' diye konuştu.

-9 yıl buluntu kimlikle yargılandı-

AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, 2003'te, bir kişinin ''cebir ve şiddet kullanılarak kaçırılması, hürriyetten yoksun bırakılması'' nedeniyle açılan soruşturma kapsamında gözaltına alınan 2 zanlı, cezaevine gönderildi.

Yargılama süreci başladığında ise zanlılardan biri, bulduğu Kadir Acar'ın kimliğini kullanarak, cezaevinden noter aracılığıyla avukata vekalet verdi. Avukat, gidip görüştüğü ve adını ''Kadir Acar'' olarak bildiği kişinin savunmasını üstlendi.

Aradan geçen süre içinde 2 sanık, tahliye edildi ancak yargılama, kanun değişiklikleri ve yoğunluk nedeniyle bu yılın 15 Mart'ında sonuçlandı. Bursa 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nin verdiği karara göre, tutuksuz yargılanan 2 kişi, ''cebir, şiddet ve hürriyeti yoksun bırakma'' suçlarından hapis cezasına çarptırıldı.

Bu karardan sonra kendini Kadir Acar olarak tanıtan kişi ortadan kayboldu, diğer sanık ise Ankara'da Sincan Cezaevi'ne gönderildi.

Kararın adresine tebliğ edildiği Kadir Acar, herhangi bir yanıt alınamayınca, polis tarafından yakalanarak Adliye'ye götürüldü.

Acar, Nisan ayının son haftasında kaybettiği kimlik ve inanamadığı bir şekilde gelişen süreç nedeniyle cezaevine girdi.

Suçları gerçekte işleyen sanığın vekalet verdiği avukat ise ''Ağabey Erol Acar bana geldi ve durumu anlattı. Cezaevine gittim, Kadir Acar'ı gördüğümde çok şaşırdım. Bana vekalet veren ile bu Kadir Acar çok farklı kişiler. Durumu 5. Ağrı Ceza Mahkemesi'ne bildirdim. Tamamen suçsuz bir kişi, hapiste olmamalı'' diyerek bir yanlıştan dönülmesini sağladı.

Kaynak: AA
http://www.haber7.com/yasam/haber/882537-kaybettigi-kimligi-13-gunluk
#716


Mahkeme, eşini ütü kablosuyla boğarak öldürdüğü için tutuklu yargılanan Gülfidan Kuşçuoğlu'na 'cinayeti meşru müdafa sınırları içerisinde işlediği' gerekçesiyle ceza vermedi.

Adapazarı'nın Beşköprü Mahallesi'nde oturan Gülfidan Kuşçuoğlu, eşi 24 yaşındaki Uğur Kuşcuoğlu'nu ütü kablosuyla boğarak öldürdüğü iddiasıyla tutuklandı.

Gülfidan Kuşçuoğlu hakkında Sakarya Cumhuriyet Savcılığı tarafından 1'inci Ağır Ceza Mahkemesi'nde dava açıldı.

İddianamede, hakkında 24 yıla kadar hapis cezası istenen Gülfidan Kuşçuoğlu'nun, eşinin siddetine maruz kaldığı, doktor raporunda da vücudunda morluklar oluştuğu tespit edildiği kaydedildi.

"BENİ BOĞ, YOKSA ÇOK KÖTÜ OLACAK"

Hazırlanan iddianameye göre, cinayet akşamı Uğur Kuşcuoğlu, eşini demirle dövdükten bir süre sonra sakinleşerek eşinin yanına oturdu, bu sırada genç kadının ütü kablosunu aniden Uğur Kuşcuoğlu'nun boynuna dolayarak boğmaya çalıştı ancak kocası kendinden geçince boğmayı bıraktı.

Uğur Kuşcuoğlu bir süre sonra kendine geldikten sonra su getirmesini istediği eşine, "Beni boğ, yoksa çok kötü olacak, iyi boğ ama" dedi.

Bunun üzerine Gülfidan Kuşcuoğlu da kocasını, boğazında bulunan kabloyu tekrar sıkıp boğarak öldürdü.

'MEŞRU SAVUNMA VE ZORUNLULUK HALİ'

Sakarya 1'inci Ağır Ceza Mahkemesi'de Gülfidan Kuşcuoğlu'nun cinayeti Türk Ceza Kanunu'nun meşru savunma ve zorunluluk halini düzenleyen TCK'nın 25'inci maddesi sınırları içerisinde işlediği gerekçesiyle ceza verilmemesi yönünde karar aldı ve genç kadını tahliye etti.

TCK'NIN 25'İNCİ MADDESİ

TCK'nın 25'inci maddesinde ''Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı, o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez" deniliyor.

http://www.ntvmsnbc.com/id/25350197/
#717
Kentsel dönüşümde evleri boşaltma süresi 2 aya çıkarıldı

Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Van depreminin ardından "İktidarı kaybetme pahasına yıkacağız." diyerek büyük önem verdiği Kentsel Dönüşüm Yasası, Meclis'ten geçti. Çevre ve Şehircilik Bakanı Bayraktar, binasını yıktırmayan vatandaşlar hakkında suç duyurusunda bulunulacağını kaydetti.

Meclis'te önceki akşam kabul edilen Kentsel Dönüşüm Yasası'yla konut verilene kadar gecekondu sahibinin evi yıkılmayacak. Riskli yapıların boşaltılması için verilen 30 günlük süre ise 60 güne çıkarıldı. Binasını yıktırmayan vatandaşlar için Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunulabilecek. Kamuoyunda Kentsel Dönüşüm Yasası olarak bilinen Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı, Meclis Genel Kurulu'nda yasalaştı. Yasaya göre, askerî yasak bölgeler, Hazine'nin özel mülkiyetinde bulunan riskli alanlarda ve rezerv yapı alanlarındaki taşınmazlardan; kamu idarelerine tahsisli olanlar TOKİ ve belediyeye bedelsiz devredilebilecek. Riskli yapıların yıktırılmasında hak sahipleriyle anlaşma yoluna gidilecek. Anlaşma ile tahliye edilen yapıların maliklerine kira yardımı yapılabilecek. Riskli bulunan yapıların hak sahiplerine, bu yapıların yıktırılması için 60 günden az olmamak üzere süre verilecek.

Yasanın detayları hakkında bilgi veren Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, "Türkiye'de konut stoku 20 milyona yaklaşırken yüzde 40'a yakınının elden geçmesi gerekiyor. Bunlara köy, kasaba ve şehirlerin tamamı dahil. Bunu 2, 5,10, 15, 20 yıllık zaman dilimlerine planlayarak yapmak gerekiyor, çünkü çok büyük bir maliyeti var. Bunu mutlaka yapacağız." dedi. Yıkımların nasıl olacağıyla ilgili Bayraktar, şunları söyledi: "Anlaşma ile tahliye edilen, yıktırılan veya kamulaştırılan yapıların hak sahiplerinin, bu yapılarda kiracı veya sınırlı aynî hak sahibi olanlara proje süresince kira yardımı yapılarak veyahut geçici konut, işyeri temin edilerek mağdur olmaları engellenecek. Projeler çerçevesinde yapılacak işlere hak sahipleri tarafından karar verilecek. Kararlar üçte ikilik çoğunluk ile alınacak. Tüm hissedarların kararının alınmasına gerek kalmayacak. Çoğunluk kararına katılmayanlar da mağdur edilmeyecek, taşınmazları değeri üzerinden alınacak. Biz yıktıktan sonra vatandaş kendisi satmak mı istiyor, satsın. Yapmak mı istiyor yapsın. Kat karşılığı vermek istiyorsa versin. Her türlü tasarruf hakkı oradaki parsel sahiplerinin." Bakan Bayraktar, kabul etmeyen kişinin hisse değerinin SPK'ya kayıtlı ekspertiz tarafından tespit edileceğini belirterek, "Açık artırma ile anlaşma sağlayan diğer hissedarları satışa çıkaracağız." diye konuştu. Eğer üçte ikilik çoğunluk, bu üçte biri almazsa veya alamazsa devletin ekspertiz değeri üzerinden parasını yatırıp, resen Hazine adına tescil edeceğini bildirdi. Dev kentsel dönüşüm projesinde belediyelerle hareket edilecek. Yasayla belediyelere her türlü ödenek aktarımı, teknik ve malî destek sağlanacak. Riskli alanlar ve yeni rezerv alanların belirlenmesinde mahallî idarelerin görüşleri alınacak. Riskli alanlarda ve rezerv yapı alanlarında, Hazine'nin özel mülkiyetindeki taşınmazlardan kamu idareleri mülkiyetinde veya tahsisli olanlar, bakanlıkça belediyelere devredilebilecek. Belediye meclislerinin salt çoğunluk ile alacağı kararla, masrafların tamamı veya bir kısmı belediye bütçesinden karşılanmak kaydıyla, kentin uygun görülen alanlarında bina cephelerinde değişiklik, yenileme, özel aydınlatma ve çevre tanzimi çalışmaları yapılabilecek. ANKARA - ZAMAN

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1289421&title=kentsel-donusumde-evleri-bosaltma-suresi-2-aya-cikarildi
#718
Afet riski altındaki alanların dönüştürülmesini öngören kanun tasarısı, TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilerek yasalaştı.



Yasa, afet riski altındaki alanlar ile bu alanlar dışındaki riskli yapıların bulunduğu arsa ve arazilerde, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini oluşturmak üzere iyileştirme, tasfiye ve yenilemelere dair esasları düzenliyor.

Yasaya göre, riskli yapıların tespiti, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanacak yönetmelikte belirlenen çerçevede, öncelikle yapı malikleri veya kanuni temsilcilerince, masrafları kendilerine ait olmak üzere, bakanlıkça lisanslandırılan kurum ve kuruluşlara yaptırılacak.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, riskli yapıların tespitini süre vererek, sahiplerinden isteyebilecek. Tespitler, verilen sürede yaptırılmazsa, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı veya belediyeler ile il özel idarelerince yapılacak. Bu tespitlere karşı ev sahipleri, 15 gün içerisinde itiraz edebilecek.

Bakanlığın talebi üzerine Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu kapsamında bulunan yerler de dahil olmak üzere, Hazine'nin özel mülkiyetinde bulunan riskli alanlarda ve rezerv yapı alanlarındaki taşınmazlardan; kamu idarelerine tahsisli olanlar, Milli Savunma Bakanlığı'nın görüşü alınıp Bakanlar Kurulu kararıyla; kamu idarelerine tahsisli olmayanlar ilgili kamu idaresinin görüşü alınarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na tahsis edilecek veya TOKİ'ye ve belediyeye bedelsiz devredilebilecek.

Hazine dışındaki kamu idarelerin mülkiyetinde olan taşınmazlar da TOKİ'ye veya belediyeye bedelsiz devredilebilecek.

Tahsis ve devir tarihinden itibaren 3 yıl içinde ve gerekli görülen hallerde bakanlığın talebi üzerine, Maliye Bakanlığı'nca uzatılan süre içinde amacına uygun kullanılmadığı tespit edilen taşınmazlar, bedelsiz olarak ve resen tapuda Hazine adına tescil edilecek veya önceki maliki olan kamu idaresine devredilecek.

-Her türlü imar ve yapılaşma geçici olarak durdurulabilecek-

TOKİ veya belediye, kanun kapsamındaki proje ve uygulamalar süresince, riskli alanlarda, riskli alanların bulunduğu taşınmazlarda ve rezerv yapı alanlarında, her türlü imar ve yapılaşma işlemlerini geçici olarak durdurabilecek. Bu taşınmazlar, tahsis ve devir işlemleri sonuçlandırılıncaya kadar Maliye Bakanlığı'nca satılamayacak, kiraya verilemeyecek, tahsis edilemeyecek.

Bakanlık, belediye ve TOKİ'nin talep etmesi halinde, hak sahiplerinin de görüşü alınarak, riskli alanlardaki yapılar ile riskli yapılara, elektrik, su, doğalgaz hizmetleri verilmeyecek, verilen hizmetler de durdurulacak.

-Yıkım için 60 gün süre-

Riskli yapıların yıktırılmasında ve bunların bulunduğu alanlar ile riskli alanlar ve rezerv alanlarındaki uygulamalarda öncelikli olarak malikler ile anlaşma yoluna gidilmesi esas olacak.

Anlaşma ile tahliye edilen yapıların maliklerine kira yardımı yapılabilecek.

Riskli bulunan yapıların maliklere, bu yapıların yıktırılması için 60 günden az olmamak üzere süre verilecek. Bu süre içerisinde yapı, malik tarafından yıktırılmadığı takdirde, yapının ''idari makamlarca yıktırılacağı'' belirtilip, tekrar süre verilerek tebligatta bulunulacak.

-Güçlendirme kredisi verilecek-

Üzerindeki bina yıkılarak, arsa haline gelen taşımazlardaki daha önce kurulan kat irtifakı ve kat mülkiyeti, malikleri adına payları oranında tescil edilecek.

Kanun uyarınca, yapılan konutların iş yerlerinin bedellerinin belirlenmesinde ve ilgililerin borçlandırılmasında, sosyo-ekonomik durumlar, doğal afetin ortaya çıkardığı neticeler ve sosyal devlet anlayışının gerekleri gözetilerek uygulama gerçekleştirilecek.

Kanunun uygulanacağı alanlar dışında olmakla birlikte kanunun amaçları çerçevesinde güçlendirilebileceği teknik olarak belirlenen yapılar için de dönüşüm projeleri özel hesabından ''güçlendirme kredisi'' verilebilecek.

Bakanlık, TOKİ ve belediye, danışmanlık, yazılım, araştırma, kadastro, kamulaştırma gibi bazı çalışmaları, Kamu İhale Kanunu'na tabi olmaksızın, ortak hizmet uygulamalarıyla da gerçekleştirebilecek.

Kanun uyarınca tesis edilen idari işlemlere karşı tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içinde dava açılabilecek. Bu davalarda yürütmenin durdurulmasına karar verilemeyecek.

Riskli yapıların tespiti, tahliyesi ve yıktırma iş ve işlemleri ile değerleme işlemlerini engelleyenler hakkında, işlenen fiilin ve halin durumuna göre, Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunulabilecek. Bu yapıların, tespiti, tahliyesi ve yıktırılması iş ve işlemlerine dair görevlerinin gereklerini yerine getirmeyen kamu görevlileri hakkında ise tabi oldukları ceza ve disiplin hükümleri uygulanacak.

Kanun kapsamındaki iş, işlem ve uygulamaların özelliği ve aciliyeti gözetilerek yapılacak olan planlar, İmar Kanunu'ndaki kısıtlamalara tabi olmayacak. Kapsamdaki alanlara ilişkin iş, işlem ve uygulamalar hakkında ilgili diğer kanunların bu kanunu engelleyici hükümleri ile diğer kanunların bu kanuna aykırı hükümleri uygulanamayacak.

-Ormanlık alanlar afet sonrasında barınma yeri-

Şehrin içindeki veya yakın çevresindeki ormanlık alanlar, afetler öncesinde piknik alanı ve mesire yeri, afetler sonrasında da barınma yeri olarak kullanılabilecek.

Gecekondu sahibine, gecekondusuna karşılık konut verilinceye, nakde dönüştürülüp ödeninceye veya konut yapmak üzere arsa tahsisi yapılıncaya kadar gecekondusu yıktırılamayacak. Gecekondu sahiplerine gerekirse nakdi yardım yapılabilecek.

Yasada, afet riski altında bulunan alanların dönüştürülmesinin, oldukça fazla kamulaştırma ve yıktırma işlemini ve buna bağlı ihtilafları gündeme getireceğinden, mahkemelerde görev yapacak bilirkişilerin sayısının artırılmasını öngören değişiklikler de bulunuyor.

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği'ne bağlı meslek odalarınca; nüfusu 500 binin altında olan yerler için 25-50, nüfusu 500 bin-1 milyon arasında olan yerler için 50-100, nüfusu 1-3 milyon olan yerler için 100-150, nüfusu 3 milyonun üzerinde olan yerler için 150-350 bilirkişinin ismi ve adresinin yer aldığı listeler valiliklere verilecek. Taraflar bilirkişi seçmekte anlaşamazlarsa kura ile seçilecek.

Sermaye Piyasası Kurulu'nun kayıtlı değerleme uzmanları, bilirkişilik yapabilecek. Yeterli değerleme uzmanı bulunan yerlerde, öncelik bu uzmanlara verilecek.

TOKİ'nin, konut talep eden kurum ve kuruluşla imzaladığı protokolde belirlenen inşaat bedelinin yüzde 3'ü ile yüzde 10'u arasında alacağı idare hizmet payı, TOKİ'nin geliri olacak.

-Yenileme alanları-

Yenileme alanları; il özel idarelerinde il genel ve belediye meclislerinin üye tam sayısının salt çoğunluğunun kararıyla belirlenecek. Yenileme alanlarıyla ilgili alınan kararlar, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının teklifiyle Bakanlar Kurulu'na sunulacak.

Kamu hizmeti için ayrılan alanlar hariç olmak üzere; yenileme alanı sınırları içinde toplu yapı olarak sınırları imar ve parselasyon planlarında belirlenmek kaydıyla, yapılı veya yapısız imar parsellerine belediye veya il özel idaresi ve diğer ilgili kurullar tarafından tasdik edilen mimari projelere uygun olarak, toplu yapı olarak tek bir kat mülkiyeti tesis edilebilecek.

Belediyeler ve il özel idareleri; bu alanlar içindeki parsel maliklerinin sosyal altyapı ve tesisleri, ortak kullanım yerleri, sosyal tesis ve hizmetlere ilişkin alanları kullanma ve yararlanma şartları ile masraflarına katılma usullerine ilişkin işletme projeleri hazırlayarak tapu sicilinin beyanlar hanesinde belirtmelerini isteyebilecek.

Belediyelerin, kamunun mülkiyetinde ve kullanımında olan yerler için kentsel dönüşüm kararları, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca alınacak.

-Bina cephelerindeki değişiklikler-

Bina cephelerinde değişiklik ve yenileme kararları ile özel aydınlatma ve çevre düzenlemesi çalışmaları, kat maliklerinin nitelikli çoğunluğunun oyuyla değil, arsa payı çoğunluğuyla verecekleri karara göre yapılacak.

Belediye meclislerinin salt çoğunluk ile alacağı kararla, masrafların tamamı veya bir kısmı belediye bütçesinden karşılanmak kaydıyla, kentin uygun görülen alanlarında bina cephelerinde değişiklik, yenileme, özel aydınlatma ve çevre tanzimi çalışmaları yapılabilecek. Cephe değişikliği yapılacak binalarda telif hakkı sahibine, talep etmesi halinde telif hakkı ödenecek.

Büyükşehir belediyeleri kentsel dönüşüm alanı ilan edilen yerler ile yenileme alanı ilan edilen alanlarda, kamu kurum ve kuruluşlarıyla protokol yaparak, yıkılan ibadethane ve yurtların yerine veya ihtiyaç duyulan yerlerde ibadethane ve yurt yapabilecek.

Afet riski taşıyan veya fen, sanat ve sağlık kurullarına aykırı yerleşim merkezlerindeki aileler, Bakanlar Kurulu'nca tespit edilen orman veya mera vasıflı alanlarına ve Hazine'nin özel mülkiyetinde olan yeni yerleşim yerlerine yerleştirilecek. Altyapı hizmetleri de dahil olmak üzere yeniden yerleşim yeri için gerekli görülen her türlü ödenek, projeyi yürüten kuruluşun bütçesine konulacak ve bu ödenek Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bütçesine ilgili kuruluşça transfer edilecek.

-Bakanlığın görevleri-

Kanunla, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının kurulmasına ilişkin KHK'da da değişiklik yapıldı.

Bakanlık, görev alanına giren konularda her türlü etüt, plan, proje, maliyet hesaplarını ve yapım işlerini, yapı denetim sistemini oluşturarak Yapı Denetimi Hakkında Kanun ile kendisine verilen görevleri yapacak. Gecekondu, kıyı alanları ve tesisleriyle, niteliğinin bozulması nedeniyle orman ve mera dışına çıkarılan alanlar dahil, kentsel, kırsal alan ve yerleşmelerde yapılacak iyileştirme, yenileme ve dönüşüm uygulamalarında idarelerce uyulacak usul ve esasları belirleyecek.

Bakanlıkça belirlenen finans ve ticaret merkezleri, fuar ve sergi alanları, eğlence merkezleri, şehirlerin ana giriş düzenlemeleri gibi şehirlerin marka değerini artırmaya ve şehrin gelişmesine katkı sağlayacak özel proje alanlarına dair her tür ölçekte etüt, harita, plan, parselasyon planı ve yapı projelerini yapacak, yaptıracak ve onaylayacak. Kamulaştırma, ruhsat ve yapım işlerinin gerçekleştirilmesini sağlayacak, yapı kullanma izinlerini verecek ve bu alanlarda kat mülkiyeti kurulmasını temin edecek. Ayrıca, gecekondu Kanun uyarınca TOKi tarafından yapılan uygulamalara ilişkin her tür ve ölçekte etüt, harita, plan ve parselasyon planları yapmak, yaptırmak, onaylamak, ruhsat işyerlerini gerçekleştirmek, yapı kullanma izinlerini vermek ve bu alanlarda kat mülkiyeti kurulmasını sağlayacak.

Kanunla Altyapı Hizmetleri Genel Müdürlüğünün adı, Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri Genel Müdürlüğü oluyor ve görevlerinde değişiklik yapılıyor.

Bakanlığa 10 daire başkanı kadrosu verilecek.

-AKM Kanunu'nda değişiklik-

Atatürk'ün Doğumunun 100. Yılının Kutlanması ve Atatürk Kültür Merkezi Kurulması Hakkında Kanunu'nda, yer alan ''Atatürk Kültür Merkezi, Ankara'da kurulur. Atatürk Kültür Merkezi alanı, Ankara İmar Planında bu amaca ayrılmış olan ve tasdikli ekli krokide gösterilen yerlerdir'' hükmüne, ''Bu alan içerisinde Milli Mücadele tarihini, Türk Halk Kültürünü ve sanatlarını tanıtan yerler ve çeşitli müzeler, çeşitli sahneler ve toplantı salonları, sergi alanları, arşiv ve kitaplıklar, atölyeler ve benzeri yerlerden meydana gelen Atatürk Kültür Merkezi bulunur'' ibaresi eklendi.

Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Kanunu'nun, ''Atatürk Kültür Merkezi alanı içerisinde yer alacak tesis ve alanların yönetimi'' başlıklı maddesi de yürürlükten kaldırıldı.

-Bütçeye özel gelir kaydedilecek-

TOKİ'ye, belediyelere ve diğer kamu kuruluşlarına tahsis edilen veya devredilen yerlerde, 2 yıl içinde dönüşüm ve iyileştirme çalışmaları yapılmamışsa bu taşınmazların tahsisleri kaldırılacak ve Maliye Bakanlığı'na devredilecek.

Dönüşüm gelirlerinden 2012'de elde edilecek olanlar, genel bütçeye özel gelir olarak kaydedilecek.

TRT, ulusal, bölgesel ve yerel yayın yapan özel televizyonlar, radyolar ayda en az 90 dakika afet riskinin azaltılması, kentsel dönüşüm konularında uyarıcı ve eğitici yayınlar yapacak.

Boğaziçi Kanunu kapsamında kalan geri görünüm ve etkilenme bölgelerindeki alanlarda da dönüştürme kapsamına alınacak.

Kanun kapsamında, dönüştürme çalışmalarının yapılacağı alanda tarihi değerlerin bulunması halinde, Kültür ve Turizm Bakanlığından ''uygundur'' görüşü alınacak.

Afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi hizmetleri için kanun ile öngörülen dönüşüm projeleri özel hesabından çalışmalarda kullanılmak üzere kaynak aktarılabilecek.

Kanun kapsamında kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmazın tesciline ilişkin davalarda görev alacak bilir kişiler, Sermaye Kanunu'na tabi olarak faaliyet gösteren değerleme uzmanları arasından seçilecek.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Atatürk'ün Doğumunun 100. Yılının Kutlanması ve Atatürk Kültür Merkezi Kurulması Hakkında Kanun'la belirlenen, Atatürk Kültür Merkezi alanını iyileştirme, güzelleştirme, yenileme, ihya etmek amacıyla Kültür ve Turizm Bakanlığının da görüşünü alarak proje hazırlayıp çalışma yapabilecek.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1288793&title=kentsel-donusum-tasarisi-tbmmde-yasalasti&haberSayfa=0
#719


BÜŞRA ERDAL - İSTANBUL

Darbe davalarıyla ilgili tutumu ve Balyoz davası duruşmalarına avukat görevlendirmemesi sebebiyle son yıllarda gündemden düşmeyen İstanbul Barosu'nun trajikomik bir kararı 'bu kadar da olmaz' dedirtti. Stajyer avukatları başörtülü olarak staja almayan Baro'nun, erkek bir avukata 'başörtülü' olduğu gerekçesiyle uyarı cezası verdiği ortaya çıktı.

Elazığ Barosu'nda Avukat Esra Soylu'nun başörtüsüyle ruhsat alması Türkiye'de bir ilk oldu. Başörtülü avukatlara da umut verdi. Ama başörtüsü yasağının baş uygulayıcılarından İstanbul Barosu, yıllardır yaptığı uygulamalarla avukatların tepkisini topluyor. Baro, stajyer avukatları başörtülü olarak staja almıyor. Buna ilişkin alınan yönetim kurulu kararı da Staj Eğitim Merkezi'nin girişinde asılı duruyor. Baro, kendi faaliyeti kapsamında bu işlemleri yaparken diğer taraftan adliyeleri de takip ettiriyor. Normal şartlarda sadece avukatın başörtülü duruşmaya girdiği takdirde bildirim yapmak hakimin takdiri iken, baro yönetimi bu ihbar işini mahkeme kalemlerine yaptırıyor. Adliyelerdeki mahkeme kalemi çalışanlarından, başörtülü avukat gelirse kendilerine ihbar etmeleri isteniyor. Sadece bir adliye çalışanının ihbarıyla bile avukatlara ceza verilebiliyor. Bunun en tuhaf ve çarpıcı örneği 30 Haziran 2008 tarihinde alınan avukat Evren Aksoy ile ilgili bir baro kararı. Mevcut İstanbul Baro Başkanı Ümit Kocasakal'ın bir numaralı destekçisi olan avukat Kazım Kolcuoğlu'nun başkanlığı döneminde verilen karar, hukuk tarihine geçecek nitelikte. Baro'nun kararında, "13.06.2008 tarihinde İstanbul 3. Sulh Hukuk Mahkemesi kaleminde türbanlı olarak işlem yaptığınıza ilişkin hakkınızda tutulan tutanak gereğince, Meslek Kuralları'nın 20'nci maddesine aykırı biçimde davrandığınız anlaşılmaktadır." deniyor. Metnin son bölümünde ise, "Yönetim kurulumuz, 26.06.2008 günlü toplantısında Meslek Kuralları'nın 20'nci maddesinin öngördüğü biçimde uyarılmanıza, direnme durumunda disiplin yönünden gereğinin yapılacağının tarafınıza bildirilmesine karar vermiştir." ifadesi bulunuyor. Kararda da görüldüğü gibi, baro yönetimi, avukatın kim olduğunu, ihbarın doğru olup olmadığını araştırmadan bir kalem görevlisinin bildirimiyle işlem yapıyor.

Avukat Evren Aksoy, çekilen faksla 'başörtülü olduğu' için uyarıldığını öğrendiğini anlatıyor. Aksoy, "Muhtemelen başörtülü bir kadın avukat bir dosyayı inceledi. Kalem çalışanı da, dosyaya bakınca iki isim gördü. Dosyada avukat olarak benim ismim ve birlikte çalıştığım avukat Hasan Bey'in adı var. Memur, 'Hasan' isimli kadın olamayacağına göre dosyaya bakan kişinin adının 'Evren' olacağını düşünmüş. Ve böylece Baro'ya ihbarda bulunmuş. Baro da, hiçbir araştırma yapmadan bana uyarı gönderiyor." diyor.

İSTANBUL BAROSU CADI AVI YAPIYOR

Baroların asli görevlerinin meslek sorunlarıyla ilgilenmek olduğunu aktaran Aksoy, şu ifadeleri kullanıyor: "İstanbul Barosu bütün işi gücü bırakmış cadı avı yapıyor." diyor. Başörtüsü yasağıyla ilgili bu uyarı kararının siciline geçtiğini ifade eden Aksoy, kendisine resmi bir tebligat da yapılmadığını söylüyor. Kararı öğrendikten sonra baroyu telefonla aradığını, "Nasıl böyle bir şey gönderiyorsunuz?" diye sorduğunu ve aynı zamanda faks da çektiğini belirtiyor. Ancak baro yönetiminden herhangi bir cevap alamadığını aktarıyor. Yönetimin resimli kaydı bulunan 'Baro levhasına' baksa, erkek olduğunu anlayacağını ama buna bile gerek duymadan cadı avı şeklinde davranmayı seçtiğini belirtti.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1287228&title=istanbul-barosundan-erkek-avukata-basortusu-uyarisi
#720
Merhabalar. Burada önemli olan dava zamanaşımı süresinin yargılandığınız suç bağlamında ne kadarlık bir süreye tekabül ettiğidir. Suçunuzu yazmamışsınız. Olayın yaşandığı tarihle ceza tarihi arasında uzun bir zaman geçmediğinden, çok büyük bir ihtimalle olayla ilgili zamanaşımının gerçekleşmemiştir. Türk Ceza Kanunu'nun konuyla ilgili maddesi aşağıdadır. Buradan maddeye bakarak suçunuzla ilgili zamanaşımı süresinin ne kadar olduğunu tespit edebilirsiniz. Kolay gelsin...

     Dava zamanaşımı
   
     Madde 66 - (1) Kanunda başka türlü yazılmış olan haller dışında kamu davası;
   
     a) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda otuz yıl,
   
     b) Müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmibeş yıl,
   
     c) Yirmi yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıl,
   
     d) Beş yıldan fazla ve yirmi yıldan az hapis cezasını gerektiren suçlarda onbeş yıl,
   
     e) Beş yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adlî para cezasını gerektiren suçlarda sekiz yıl,
   
     Geçmesiyle düşer.
   
     (2) Fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmuş olup da onbeş yaşını doldurmamış olanlar hakkında, bu sürelerin yarısının; onbeş yaşını doldurmuş olup da onsekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında ise, üçte ikisinin geçmesiyle kamu davası düşer.
   
     (3) Dava zamanaşımı süresinin belirlenmesinde dosyadaki mevcut deliller itibarıyla suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli halleri de göz önünde bulundurulur.
   
     (4) Yukarıdaki fıkralarda yer alan sürelerin belirlenmesinde suçun kanunda yer alan cezasının yukarı sınırı göz önünde bulundurulur; seçimlik cezaları gerektiren suçlarda zamanaşımı bakımından hapis cezası esas alınır.
   
     (5) (Değişik: 29/6/2005 – 5377/8 md.) Aynı fiilden dolayı tekrar yargılamayı gerektiren hallerde, mahkemece bu husustaki talebin kabul edildiği tarihten itibaren fiile ilişkin zamanaşımı süresi yeni baştan işlemeye başlar.
   
     (6) Zamanaşımı, tamamlanmış suçlarda suçun işlendiği günden, teşebbüs halinde kalan suçlarda son hareketin yapıldığı günden, kesintisiz suçlarda kesintinin gerçekleştiği ve zincirleme suçlarda son suçun işlendiği günden, çocuklara karşı üstsoy veya bunlar üzerinde hüküm ve nüfuzu olan kimseler tarafından işlenen suçlarda çocuğun onsekiz yaşını bitirdiği günden itibaren işlemeye başlar.
   
     (7) Bu Kanunun İkinci Kitabının Dördüncü Kısmında yazılı ağırlaştırılmış müebbet veya müebbet veya on yıldan fazla hapis cezalarını gerektiren suçların yurt dışında işlenmesi halinde dava zamanaşımı uygulanmaz.
   
     Dava zamanaşımı süresinin durması veya kesilmesi
   
     Madde 67 - (1) Soruşturma ve kovuşturma yapılmasının, izin veya karar alınması veya diğer bir mercide çözülmesi gereken bir meselenin sonucuna bağlı bulunduğu hallerde; izin veya kararın alınmasına veya meselenin çözümüne veya kanun gereğince hakkında kaçak olduğu hususunda karar verilmiş olan suç faili hakkında bu karar kaldırılıncaya kadar dava zamanaşımı durur.
       
     (2) Bir suçla ilgili olarak;
   
     a) Şüpheli veya sanıklardan birinin savcı huzurunda ifadesinin alınması veya sorguya çekilmesi,
   
     b) Şüpheli veya sanıklardan biri hakkında tutuklama kararının verilmesi,
   
     c) Suçla ilgili olarak iddianame düzenlenmesi,
   
     d) Sanıklardan bir kısmı hakkında da olsa, mahkûmiyet kararı verilmesi,
   
     Halinde, dava zamanaşımı kesilir.
   
     (3) Dava zamanaşımı kesildiğinde, zamanaşımı süresi yeniden işlemeye başlar. Dava zamanaşımını kesen birden fazla nedenin bulunması halinde, zamanaşımı süresi son kesme nedeninin gerçekleştiği tarihten itibaren yeniden işlemeye başlar.
   
     (4) Kesilme halinde, zamanaşımı süresi ilgili suça ilişkin olarak Kanunda belirlenen sürenin en fazla yarısına kadar uzar.