Haberler:

Hukuk Forumumuza Hoşgeldiniz

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - kilimanjaro

#801


Fatih Karakılıç'ın haberi.

İsim benzerliğinden 9 gün hapis yatan Mehmet Güner isimli vatandaş, Yargıtay'ın bozmasıyla ikinci kez görülen davada bu kez tazminat ödemeye mahkum edildi.

Marangoz Mehmet Güner, montaj için gittiği Kütahya'da otel odasında gece yarısı 'karşılıksız çek vermek' suçlamasıyla polis tarafından gözaltına alındı. Cezaevine konulan Güner, derdini anlatıncaya kadar 9 gün geçti. İsim benzerliği sebebiyle tutuklandığı ortaya çıkan Güner, olayı yargıya taşıdı.

Yerel mahkeme Güner'e bin 195 TL maddi, 2 bin 500 TL manevi tazminat ödenmesine hükmetti. Yargıtay'ın kararı bozması üzerine yeniden görülen davada bu kez üzülen taraf Güner oldu. 495 lira maddi, 2 bin 500 lira manevi tazminat ödenmesine karar veren mahkeme, davalının avukatlık masrafının ise Güner tarafından ödenmesini karalaştırdı. Davalı avukatına 2 bin, kendi avukatına ise 3 bin lira ödemesi gereken Mehmet Güner, haksız yere yattığı 9 gün hapsin ardından 2 bin lira da ceza ödemiş olacak.

Bursa'da, bir marangoz atölyesinde çalışan 3 çocuk babası Mehmet Güner (48), 2 Aralık 2006'da 4 bin 500 liralık bir montaj işi için Kütahya'ya gitti. Gece yarısı 03.00'de oda kapısı çalınan Güner, karşısında polisleri gördü. Karşılıksız çek vermek suçlamasıyla hapis cezasına çarptırıldığını öğrenen Güner büyük şok yaşadı. Çünkü asgari ücretle çalışan bir işçi olduğu için hayatında hiç çek kullanmamıştı. Güner'in hapse atılmasının ardından aile, avukat Orhan Tekoğlu'na müracaat etti. Yapılan araştırmada, gerçek kısa sürede ortaya çıktı. 2006 yılında Osman ile Hatice'den olma 1968 doğumlu Mehmet Güner isimli bir kişinin karşılıksız çek suçu işlediğine hükmeden İstanbul 7. Asliye Ceza Mahkemesi, aranan kişinin nüfus bilgilerini istemiş, Beşiktaş Nüfus Müdürlüğü yetkilileri, mahkeme kalemiyle yapılan yazışmalarda bir hata yapılarak Bursalı marangoz ustası Osman ile Ayşe'den olma 1963 doğumlu Mehmet Güner'in adını vermişti. Davayı karara bağlayan mahkeme, 4 bin 635 liralık para cezasını ödemeyen Güner'i 46 gün hapis cezasına çarptırdı. İsim benzerliğinden dolayı haksız yere hapse konulduğu ortaya çıkan Mehmet Güner, 9 gün sonra tahliye edildi.

Uğradığı maddi ve manevi zarar sebebiyle Bursa 4. Ağır Ceza Mahkemesi'ne 5 bin 600 TL maddi, 5 bin TL de manevi tazminat istemiyle 'Maliye hazinesi' aleyhine dava açan Güner, hapis cezası nedeniyle onurunun incindiğini söyledi. Davayı görüşen mahkeme heyeti Güner'e bin 195 TL maddi, 2 bin 500 TL de manevi tazminat ödenmesine hükmetti.

Yargıtay 10. Ceza Dairesi, 2009'da verdiği kararda yerel mahkemenin kararını bozdu. Bursa 4. Ağır Ceza Mahkemesi, davaya konu tarihlerde asgari ücretle bir marangozhanede çalıştığı tespit edilen Mehmet Güner'e bu kez 495 TL maddi, 2 bin 500 TL manevi tazminat ödenmesine hükmetti. Mahkeme heyeti, ilginç bir karara imza atarak, 2 bin lira tutan avukat ücretinin de Güner tarafından verilmesini kararlaştırdı. Böylece 9 gün boyunca haksız yere, sadece isim benzerliğinden hapis yatan Güner, 995 TL tazminat alacak.

"PARDON FİLMİ GERÇEK OLDU; CEZAEVİNİ DE GÖRDÜK"

Yerli film 'Pardon'daki olayları yaşadığını anlatan Mehmet Güner, "Aklıma hiç gelmezdi, cezaevini de gördük. Hayatımda hiç çek kullanmadım. Çok büyük sıkıntı yaşadım. Cezaevinden saat 07.00'de çıktım, param, pulum yoktu, kimseye bir şey bile anlatamadım. Tazminat kararını çok komik buldum. Hayatta görmediğim şeyi gördüm. Hakkımı arayayım dedim ama bu kez borçlu çıktım. Devletin tuttuğu avukatların ücretini de benden tahsil edecekler. Zaten ailemi zor geçindiriyorum. Ne yapacağımı şaşırdım." dedi.

"DEVLET MAĞDURDAN VE AİLESİNDEN ÖZÜR DİLEMELİ"

Mehmet Güner'in avukatı Orhan Tekoğlu ise modern ve çağdaş ülkelerde haksız yere hapis yatan kişinin parasal cezayla tatmin edilemeyeceğini söyledi. Avukat Orhan Tekoğlu, herkesin başına gelebilecek bir olay yaşandığını belirterek, Güner'in kendi işiyle alakalı gittiği Kütahya'da otel odasından apar topar tutuklandığını hatırlattı. Nüfus müdürlüğü ile mahkeme kalemi arasındaki yazışmalarda yapılan hata ile sadece isim benzerliğinden dolayı ihalenin Mehmet Güner'e kaldığını anlatan Avukat Tekoğlu, paraya çevrilen cezaların günlük 100 TL olarak hesaplandığını kaydetti. Asgari hesaplamalarda bile mağdura 900 TL maddi tazminat verilmesi gerektiğinin altını çizen Tekoğlu, mahkemenin karşı tarafın avukatlık ücretini de mağdurdan tahsil edilmesine karar vermesinin kabul edilemez olduğunu söyledi. Mağdurun, 9 gün haksız ceza için 995 TL tazminat alacağını kaydeden Tekoğlu, şöyle konuştu:

"Bursa Barosu, ağır ceza mahkemelerinde açılan dava için asgari avukat ücretini 3 bin lira olarak belirledi. Alınmadığı taktirde baronun disiplin cezası verdiği bu 3 bin lirayı da biz alırsak Mehmet Güner, hak aramak için çıktığı yolu borçlu kapatacak. Biz bu olayda sorumlu olan devletin mağdurdan ve aileden özür dilemesini bekliyoruz. Belki özür dilemek hukukta yok ama burada insanımızın onuru kırılmıştır. İsim benzerliği haricindeki kimlik bilgilerinin mahkemenin hatası ile yanlış yazılmasından, yani davacının hiçbir dahli olmayan bir olayla uzaktan yakından ilgisi olmadan gece yarısı otel odasından alınıp hapse atılmasının karşılığı bu olmamalıydı. Çoluk çocuğunun nafakası ve kırılan onurunun telafisi için tazminat davası açtık; ancak mahkeme bunu çok gördü. Bazıları hapis yatmadan maddi tazminat cezası açıp para alıyor. Çifte standart ortadadır." (CİHAN)

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1072492&title=isim-benzerliginden-9-gun-cezaevinde-yatti-2-bin-lira-borclu-cikti
#802
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Said Nursi'nin hayatını anlatan "Hür Adam" filmi hakkında henüz sinemalarda gösterime başlamadan soruşturma başlattı.

Ankara Barosu avukatlarından Ömer Ediz Yoruz'un suç duyurusu dilekçesinde, yönetmen ve yapımcı Mehmet Tanrısever, senaristler Ahmet Çetin, Mehmet Uyar ile Feza Film Şirketi'nin yargılanması talep edildi.

Habertürk'ün haberine göre, filmin "Atatürk'ün manevi kişiliğine hakaret" ettiği savunulan dilekçede, "Tehdit, hakaret, yargı kararını etkisiz kılmak, Atatürk'e ve manevi kişiliğine hakaret, basın yoluyla hakaret; halkı ve toplumu kin, nefret ve suç işlemeye teşvik; iftira, terör propagandası, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni ortadan kaldırma amaçlı organize eylemler ve Başsavcılığınızın resen göz önüne alacağı suç teşkil eden eylemler" denildi.

DELİLİLLER FRAGMANDA

Suç duyurusunda, filmin internet sitesindeki, fotoğraf, fragman ve yazılar incelendiğinde pek çok sahnede, "Atatürk'e yönelik gerçeğe aykırı pek çok iftira ve hakaretler içerdiği" belirtildi.

Hür adam filminin fragmanı:

http://www.youtube.com/watch?v=r2dBQMDOl_8#ws

http://www.haber7.com/haber/20101231/Said-Nursi-filmi-Hur-Adama-sorusturma.php
#803
Oya ARMUTÇU / ANKARA

Cezaevlerindeki 57 bin 171 tutuklu bugün yürürlüğe giren ve tutukluluk süresini sınırlayan CMK'nın 102. maddesine gözünü dikti. Azami tutukluluk süresini aşan sanıklar tahliye edilebilecek.

TUTUKLULUK sürelerini sınırlayan CMK'nin 102'nci maddesindeki düzenlemenin bugün yürürlüğe girecek olması Yargıtay'da ve yerel mahkemelerde tahliye telaşına yol açarken, 57 bin 171 tutukluya "otomatik tahliye" umudu doğdu. Ergenekon davalarına bakan İstanbul'daki özel yetkili mahkemeler olmak üzere, Ankara'dan Diyarbakır'a kadar tüm mahkemeler tutuklu dosyalarını resen inceleyecek ve azami tutuklama süresinden fazla cezavinde kaldığı hesabını yaptıkları tüm sanıkları tahliye edebilecekler.

Yargıtay inceledi

Hüküm giymeleri halinde, Ergenekon davası sanıklarının da temyiz incelemesini yapacak, terör, mala zarar verme gibi suçları inceleyen Yargıtay 9'uncu Ceza Dairesi, 178 tutuklu dosyasını raftan indirip inceledi. Daire, mala zarar verme suçundan 1 yılı aşkın süredir tutuklu olan ve cezası onansa bile cezaevinden çıkmasına 13 gün kalan bir sanığı önceki gün faksla tahliye etti. Daire, özel yetkili mahkemelerde yargılanan sanıkların azami tutukluluk süresinin 4 yıl mı 10 yıl mı olacağına ilişkin örnek kararı da verecek. Yılın son Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Başkanlar Kurulu'nda da tutuklamada azami süre konusunda istişarede bulunulduğu, Ergenekon sanıklarını da ilgilendiren örgütlü suçlarda tutukluluk süresinin 4 değil 10 yıl hesabının daha doğru olduğu görüşünün ağır bastığı belirtildi. Bağlayıcı bir karar alınmadığından, CMK 102'nci madde ile ilgili hangi hesabın doğru olduğu bugün verilecek örnek kararla belirlenmiş olacak.

Tutukluluk sınırı 4 yıl

Avukat Turgut Kazan düzenlemeyle ilgili, şu değerlendirmeleri yaptı: "Özel yetkili mahkemelerin görev alanına giren belli suçlar için tutuklama süresi konusunda yanlış yapılıyor. Bazı hukukçular, CMK'nin 252/2'nci maddesi uyarınca, bu suçlarda normal sürenin 4, uzatmaların 6 yıl, toplam tutukluluk süresinin 10 yıl olacağını söylüyor. CMK'de öngörülen tutuklama süresi, en çok 2 yıl olduğuna göre, bu sürenin 2 katı 4 yıldır. Ve 102/2'nci maddenin 2'nci cümlesiyle amaçlanan 3 yıllık tavan aşılmış olacağı için, ayrıca bir uzatma yapılamaz. 31 Aralık günüyle birlikte, tutukluluk süresi genel ağır cezalı işlerde en çok 3 yıl, özel yetkili mahkemelerin görev alanına giren belli suçlarda en çok 4 yıldır."

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/16653488.asp



Tutuklulara üç yıl müjdesi

Ağır ceza mahkemelerinin görevine giren suçlarda tutukluluk süresi azami üç yıllık uzatmayla birlikte toplam beş yılı geçemeyecek. Ergenekon sanıklarının durumu belirsiz.

Ömür EMLİK / ANKARA
AB'ye uyum kapsamında 2005 yılında yenilenen Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK), tutukluluk sürelerini sınırlayarak düzenleyen 102. maddesi bugün yürürlüğe girdi. Yeni CMK kabul edilirken, 102. maddenin 31 Aralık 2010 tarihinde yürürlüğe gireceği de yasaya eklenmişti. Bugünden itibaren geçerli olacak düzenlemeye göre, ağır ceza mahkemelerinin görevine giren suçlarda tutukluluk süresi iki yılla, diğer suçlarda ise bir yılla sınırlanacak. Bu süreler bir kereye mahsus olmak üzere yarı oranında artırılabilecek. Bu durumda ağır ceza mahkemelerinde görülen davalarda tutukluluk süresi üç yılı, diğer suçlarda ise 1.5 yılı geçemeyecek.

MAHKEME KARAR VERECEK
Mahkemeler, tutuklu sanıkların durumunu, bugün yürürlüğe giren 102. maddedeki sınırlara göre yeniden değerlendirerek karara bağlayacak. İşte bu noktada dikkatler, Ergenekon ve Danıştay davası gibi uzun tutukluluk uygulamaları ile bilinen davalarda verilecek kararlara odaklandı. Çünkü, CMK'nın 102. maddesindeki tutukluluk süresine ilişkin 3 yıllık sınır, 'devlet güvenliğine, anayasal düzene, anayasal düzenin işleyişine, milli savunmaya ve devlet sırlarına karşı işlenen suçlar' için bağlayıcı değil. Aynı yasanın 252. maddesi tutukluluk süresinin, bu suçlar yönünden mahkeme tarafından iki kat uygulanabileceğini hükme bağlıyor.

TAHLİYE BEKLİYORLAR
Bu durumda Ergenekon davalarının üç yıldır veya üç yıla yakın süredir tutuklu bulunan sanıkları Ergün Poyraz, Veli Küçük, Muzaffer Tekin, Doğu Perinçek'in, yeni düzenlemeden faydalanarak tahliye edilip edilmeyecekleri de gizemini koruyor. Aynı durum 2 yıla yakın süredir tutuklu olan Mustafa Balbay, Tuncay Özkan ve Mehmet Haberal için de geçerli.

CMK BUGÜN YÜRÜRLÜĞE GİRDİ
CMK'nın 102. maddesi ile bu sürenin bazı suçlar yönünden iki katı uygulanabileceğini düzenleyen 252. maddesi özetle şöyle:

CMK Madde 102: 'Ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işlerde tutukluluk süresi en çok bir yıldır. Ancak bu süre, zorunlu hallerde gerekçeleri gösterilerek altı ay daha uzatılabilir. Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez. Bu maddede öngörülen uzatma kararları, cumhuriyet savcısının, şüpheli veya sanık ile müdafiinin görüşleri alındıktan sonra verilir.'

CMK Madde 252: '... Kanunda öngörülen tutuklama süresi, devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine ve milli savunmaya karşı suçlar ile devlet sırlarına karşı suçlarda iki kat olarak uygulanır...'

http://www.aksam.com.tr/tutuklulara-uc-yil-mujdesi--7830h.html



Ergenekon'da tahliye hesapları karıştı

Ergenekon sanıklarından tutukluluk süreleri 4 yılı dolduracak olanlar, yeni düzenlemeye göre tahliye edilmeyi bekliyor. Ancak bu ay sonunda yürürlüğe girecek olan madde, tutukluluk süresinin bazı suçlarda iki kat olarak uygulanmasını öngörüyor.

Ceza yargılamalarını düzenleyen, tutuklama sürelerini ve kriterlerini değiştiren Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK), Aralık 2004'te kabul edilerek, 1 Haziran 2005'te yürürlüğe girdi. Kanunun, "tutuklulukta geçecek süreyi" düzenleyen 102. maddesinin yürürlüğe girişi ise 31 Aralık 2010'a bırakıldı.
2005'te Ergenekon ve bağlantılı davaların hiçbiri yoktu. Zaman geçti. Geçen sürede, Türkiye'nin aslında uzun zamandır kanayan yarası olan uzun tutukluluk süreleri, Ergenekon sanıkları Tuncay Özkan, Mustafa Balbay, Mehmet Haberal gibi isimlerin uzun tutukluluk halleri nedeniyle ülke gündemine oturdu. Maddenin yürürlüğe giriş tarihi kapıya dayandı. Cuma günü itibariyle, mahkemelerin yeni düzenleme uyarınca, bütün sanıkların tutukluluk durumunu yeniden değerlendirmesi gerekecek. İşte olay burada düğümleniyor.
102. maddenin ne dediğine bakalım.
Maddede, "Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde gerekçesi gösterilerek uzatılabilir, uzatma süresi toplam 3 yılı geçemez" ifadesi yer alıyor. CMK'nın 252. maddesinde ise "Devletin güvenliğine karşı suçlarda, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlarda, milli savunmaya karşı suçlarda ve devlet sırlarına karşı suçlarda tutuklama süresi iki kat uygulanacaktır" deniliyor.
İlk bakışta son derece anlaşılır gözüken bu madde üzerinde aslında büyük bir tartışma yaşanıyor. Tartışma, maddelerdeki "Zorunlu hallerde gerekçesi gösterilerek uzatılabilir. Uzatma süresi 3 yılı geçemez" ve "iki kat uygulanır" ifadelerinden kaynaklanıyor. Herkes, bu ifadeler üzerinden kendi konumuna uygun bir hesap yapıyor.

Herkesin hesabı ayrı
Uzun yıllardır cezaevinde bulunan tutukluların hesabı 4 yıldan fazla tutuklu kalınamayacağına yönelik. Ergenekon sanıklarının avukatlarının da desteklediği bu yoruma göre, "ağır ceza mahkemelerinde yargılananlar en fazla 2 yıl tutuklu kalabileceği için, bu sürenin iki katının geçerli olduğu özel yetkili mahkemelerde yargılananlar da 4 yıldan fazla cezaevinde tutulamaz. Bu da ancak zorunla hallerde mümkündür."
Buna karşılık, farklı hukukçular, "Bu yorumu yapanlar, ağır ceza mahkemelerindeki 2 yıllık alt sürenin 3 yılı geçemeyecek biçimde uzatılabileceğini unutuyor" yorumunu yapıyor.
3 yıllık süreyi anımsatan hukukçular da kendi içinde ikiye ayrılıyor. Bir yoruma göre, "3 yılı geçemez" ifadesi; 2 yıllık alt süreye sadece 1 yıl eklenebileceği, toplam 3 yıldan fazla tutuklu kalınamayacağı anlamına geliyor. Bu durumda, özel yetkili mahkemelerde de sürenin 6 yıldan fazla olmaması gerekiyor. Diğer yoruma göre ise düzenleme, 2 yıllık alt süreye, an fazla 3 yıl ekleme yapılabileceği anlamına geliyor. Bu yorumun sahiplerine göre ise ağır cezada yargılananlar en fazla 5 yıl, özel yetkili mahkemelerde yargılananlar en fazla 10 yıl tutuklu kalabilir.

Mahkemeye bağlı
Bu yorumlar, tutukluluk süreleri 2 yıla yaklaşan Ergenekon sanıkları açısından hayati önem taşıyor. 653 gündür tutuklu bulunan Balbay, 622 gündür tutuklu bulunan Haberal gibi isimler de bunların başında geliyor.
Zira, hemen tahliye edilmemeleri zaten eleştiri konusu olan bu isimler için "10 yıllık hesabın geçerli olması" tutukluluk süresinin daha yıllar süreceği endişesi yaratıyor.
Danıştay davası sanıkları Alparslan Arslan, Osman Yıldırım, Tekin Irşi gibi 4 yıldan fazla süredir tutuklu bulunan isimler ise 4 yıllık yorum geçerli sayılırsa, hemen tahliye edilebilecek. Ergenekon sanıkları Veli Küçük, Muzaffer Tekin, Doğu Perinçek gibi isimler de bu yorum geçerli sayılırsa, kısa süre sonra mahkeme kararı gerekmeksizin tahliye olabilecek.
Hangi yorumun doğru olacağı konusundaki son sözü ise mahkemeler söyleyecek. Çünkü kafa karışıklıklarına rağmen hükümet, yargıyı bağlayıcı bir düzenleme yapmadı ve işi mahkemelere bıraktı. Ancak Türkiye'nin dört bir yanındaki mahkemeler farklı farklı yorumlar yaparsa, iş iyice içinden çıkılmaz bir hal alacak. Bu durumda, mahkeme kararlarını Yargıtay'a taşıma yetkisi bulunan Adalet Bakanlığı'nın yorumu, belirleyici hale gelecek. Bakanlık, kendi yorumuna aykırı kararları, uygulama birliği sağlaması için Yargıtay'a götürebilecek.

Bakanlıkta kuşku yok
Edindiğimiz bilgilere göre Adalet Bakanlığı, düzenlemede bu kadar tartışılacak bir yön görmedi. Bu nedenle, açıklayıcı bir yasal düzenleme çalışması da yapmadı.
Kulislere yansıyan bilgilere göre, bakanlık, "Ağır ceza mahkemelerinde en fazla 2 yıl tutuklu kalınabilir, bu süre en fazla 3 yıl arttırılabilir, doğal olarak toplam 5 yıldan fazla tutuklu kalınamaz. Özel yetkili mahkemeler için de maddede sürelerin iki katının uygulanacağı belirtildiğine göre, hem 2 yıllık sürenin 4 yıl olarak düşünülmesi, hem de 3 yıllık sürenin 6 yıl olarak düşünülmesi gerekir. Bu durumda, toplam süre 10 yıldan fazla olamaz" görüşünü taşıyor. 10 yıla bulabilecek toplam tutukluluk süresinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde mahkumiyete yol açıp açmayacağı konusuna gelince. Hükümetin bu konudaki değerlendirmesinin şöyle olduğunu öğrendik:
"Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin "hürriyet ve güvenlik hakkı" başlıklı 5. ve adil yargılanma hakkı başlıklı 6. maddeleri kapsamında değerlendirilen uzun tutukluluk hallerinde, önemli olan tutuklu geçirilen sürenin makul olup olmadığı. Bu da somut olayın özelliklerine göre değerlendirileceğinden, tutukluluk gerekçelerinin yeterli ve geçerli olması, soruşturmayı yürütenlerin hızlı hareket etmesi halinde Sözleşme'ye aykırı bir durum söz konusu olmayacaktır."

Ergin: Hüküm çok açık
Uzun tutukluluk konusundaki hassasiyetini daha önce de açıklayan Adalet Bakanı Sadullah Ergin, buna karşın tartışmanın, somut durumlar üzerinden yürütülmesini doğru bulmadığını söyledi. Ergin, "Yürürlüğe girecek hüküm çok açık" görüşünde. Bakalım, cuma gününden sonra mahkemeler düğümü nasıl çözecek?

Serpil Çevikcan - Milliyet Gazetesi
http://www.milliyet.com.tr/ergenekon-da-tahliye-hesaplari-karisti/serpil-cevikcan/siyaset/yazardetay/27.12.2010/1331335/default.htm



Tutuklulara tahliye umudu

Cezaevlerinde tutuklu bulunan 57 bin 171 kişi, bugün yürürlüğe giren ve tutukluluk sürelerini belirleyen Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) 102. maddesi kapsamında tahliye olmayı bekliyor.

5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun, 2005'de yürürlüğe girdi. Ancak Kanun'un 12. maddesiyle, CMK'nın tutukluluk sürelerini belirleyen maddesinin 31 Aralık 2010'da yürürlüğe gireceği hükme bağlandı.

CMK'nın bugün yürürlüğe giren 102'nci maddesinde, ''Ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işlerde tutukluluk süresi en çok bir yıldır. Ancak bu süre, zorunlu hallerde gerekçeleri gösterilerek altı ay daha uzatılabilir. Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez'' ibareleri yer alıyor.

Bu hükümlere göre, mahkemeler bu maddede belirlenen azami tutukluluk süresini aşan tutukluları bugünden itibaren tahliye edebilecek.

Ancak ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde tutukluluk süresinin ne kadar hesaplanacağı konusunda farklı fikirler var. Bazı hukukçular tutukluluk süresini 4 yıl, bazı hukukçular ise 10 yıl olarak hesaplıyor.

Bu konuda son sözü Yargıtay'ın söylemesi bekleniyor. Terör suçlarına bakan Yargıtay 9. Ceza Dairesi, ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçlarda tutukluluk süresiyle ilgili hangi hesabın doğru olduğunu önümüzdeki hafta içinde karara bağlayacak. Yargıtay'ın bu kararı, diğer mahkemeler açısından da örnek teşkil edecek.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1072597&title=tutuklulara-tahliye-umudu



Yargıtay'daki eğilim, terör suçlarında tutukluluk süresinin azami 10 yıl olduğu yönünde

BÜŞRA ERDAL - İSTANBUL

Ergenekon terör örgütü davası sanık ve avukatlarının gündeme getirdiği 'tutukluluk süresi' tartışmasına Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin açıklık getirdi.

İçtihat makamı Yargıtay, Ergenekon sanıkları ve avukatlarının iddia ettiği 'ağır ceza mahkemelerinde tutukluluk süresi en fazla 3 yıl' iddiasını kabul etmedi. Bakanlık ve Yargıtay, 31 Aralık 2010'da yürürlüğe girecek Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) düzenlemesine göre, ağır ceza mahkemelerinde tutukluluk süresinin en fazla 5 yıl, özel yetkili mahkemelerde ise en fazla 10 yıl olacağı görüşünü bildirdi. Mahkemeler de, Yargıtay ve Bakan Ergin'le aynı eğilimi sergiliyor. Bu görüşlere göre Ergenekon davasında yargılanıp üç yıldan fazla tutuklu kalan isimler, otomatik olarak tahliye olamayacak.

1 Haziran 2005'te yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK'nın 102'nci maddesinin 2. fıkrasının 1 Nisan 2008'de yürürlüğe girmesi kararlaştırıldı. "Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçe gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplamda üç yılı geçemez." denilen madde, 102/2'nin 1 Nisan 2008 olarak belirlenen yürürlük tarihi daha sonra 31 Aralık 2010'a ertelendi. Düzenleme yürürlüğe girmeden 5 ay önce konu "Ergenekon sanıklarının yılbaşında tahliye olacağı" şeklinde gündeme getirildi. CHP Milletvekili Şahin Mengü, yasadaki düzenlemeye göre tutukluluk süresinin 2 yıl olduğu ve en fazla bir yıl uzatılarak toplamda 3 yıla çıkabileceğini öne sürdü. Bu süreçte 12 Haziran 2007'den itibaren tutuklanan Oktay Yıldırım, Mehmet Demirtaş ve Muzaffer Tekin gibi sanıkların da tutukluluk süreleri 3 yılı geçtiği için 1 Ocak 2011'den itibaren tahliye edilecekleri iddia edildi. Özellikle Ergenekon sanık ve avukatları merkezli sürdürülen tartışma, sürenin bitmesine günler kala yargı makamlarını da harekete geçirdi. Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Milliyet Gazetesi'ne yaptığı açıklamada, kanun hükmünün çok açık olduğunu anlattı. Ergin, 'Ağır Ceza Mahkemeleri için toplam 5 yıl, özel yetkili mahkemeler için de en fazla 10 yıl tutukluluk süresi' düzenlendiğini açıkladı. Ergin'in bu açıklamasını destekleyen önemli bir karar da Yargıtay Ceza Genel Kurulu'ndan geldi. Yargıtay'ın internet sitesinden duyurduğu görüşüne ve basına yansıyan haberlere göre, Yargıtay Ceza Genel Kurulu Başkanı İhsan Akçin başkanlığında toplanan 23 Yargıtay Daire başkanı ve üyesi, aralık ayının ilk yarısında istişare toplantısı yaptı. Yargıtay üyeleri, bu toplantıda terör suçlarında tutukluluk süresinin 10 yıl olabileceği kanaatine ulaştı. Yargıtay üyeleri, "Tutuklama süresi ağır cezalık işlerde iki yıldır. Zorunlu hallerde, gerekli gerekçesi gösterilmek suretiyle uzatılması olanaklıdır. Toplam uzatma süresi 3 yılı geçemez. Böylece asıl süre ve uzatma süresiyle birlikte ağır cezalık işlerde tutuklama süresi en fazla 5 yıldır. Terör suçlarında ise bu sürenin iki katı söz konusu olacağı için on yıldır." şeklinde görüş bildirdi. Bu karara göre Yargıtay Ceza daireleri, önlerindeki CMK 250 kapsamındaki tutuklusu bulunan dosyaları bu karara göre değerlendirecek. Mahkemeler de bu düzenlemeyi Ocak 2011 itibarıyla uygulamaya başlayacak.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1070970&title=haber-analiz-yargitay-tutukluluk-tartismasini-bitirdi-teror-suclarinda-tutukluluk-suresi-10-yil
#804
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun 24 saat içinde tekzip edilen açıklamalarına alışmıştık, şimdi bunlara gaflarını eklemek gerekiyor.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinde Sultanbeyli için "Sultanbey", Kağıthane için "Kağıttepe" diyen, nüfus kütüğünü karıştırıp oy bile kullanamayan Kemal Bey, yıllar sonra Fenerbahçe'nin efsanevi gol kralı Lefter'i kaleye geçirdi.

Önceki gece gazetecilere verdiği yılbaşı resepsiyonunda Fenerbahçe tutkusunu Lefter'e bağlayan Kılıçdaroğlu şöyle dedi: "Çocukluğumuzda Lefter çok iyi bir kaleciydi, ondan etkilenip Fenerli oldum."
O sırada Lefter'in kaleci olmadığını hatırlayan bir gazeteci devreye giriyor: "Efendim

bildiğim kadarıyla Lefter kalecilik yapmadı." Kemal Bey biraz şaşkın: "Sanırım bir ara yaptı." Verdiği cevaptan kendi bile tatmin olmadı, "Lefter başarılı bir Fenerbahçeliydi" diyerek geçiştirmeyi yeğledi, konuyu kapattı.

İnsanlık hali, olabilir. Kemal Bey, kendisi 6 yaşındayken gol kralı olan ve 15 yaşındayken futbolu bırakan Lefter'in hangi mevkide oynadığını hatırlamayabilir. Ama bir tutkuya, bir aşka referans yapıyorsanız, dayanak noktanıza ilişkin yanılma lüksünüz yoktur. Aksi halde ortada samimiyet sorunu var demektir, bol keseden atmak, hatta sallamak anlamına gelir.

Burada en az bu gaf kadar vahim olan bazı gazeteci arkadaşlarımızın tutumudur. Ağızlarından köpürte köpürte "yandaş" salyası akıtanlara misal olsun diye anlatmak isterim. Bu gaf üzerine bazı arkadaşlarımız "Ne var bunda, dili sürçtü sayın genel başkanın, sakın ha haber yapmayın" diyerek ortalıkta dolaşıyor, diğer meslektaşlarını etkilemeye çalışıyor.

Ertesi gün... Gazetelerde Lefter haberi yok.
6 ok rozetiyle gazetecilik yapanların cirit attığı, kendileri

gibi olmayan herkesi yaftalayarak dışladığı medya sektöründeki bu manzara, bizler için sürpriz değildir.

Yıldırım Akbulut'u hatırlıyorum da ne çok günahını almışız! Neredeyse her adımı, her sözcüğü "gaf" olarak manşetlere taşınırdı. Siyasete atılmadan önceki "hal müdürlüğü" bile alay konusuydu.

Allah aşkına, elinizi vicdanınıza koyun, Kemal Bey'e baktığınızda Yıldırım Bey'e haksızlık edildiğini düşünmüyor musunuz?

http://www.stargazete.com/gazete/yazar/samil-tayyar/elinizi-vicdaniniza-koyup-soyleyin-320081.htm
#805
Sual: Abdestte, namazda, temizlikte ve niyette vesvese eden, bunlardan nasıl kurtulur?
CEVAP
Vesvese, şeytanın verdiği zararlı olan şüphedir. Vesvese etmek günahtır. Günah işlememek için vesveseye hiç itibar etmemelidir. İki hadis-i şerif meali:
(Vesvese şeytandandır. Abdest alırken, guslederken ve necaset temizlerken, şeytanın vesvesesinden sakının.) [Tirmizi]

(Bir zaman gelecek, insanlar temizlikte fazla titiz hareket edecek, [vesvese ederek] dinde haddi aşacaklardır.) [Ebu Davud]

Vesvese, suyu israf etmeye, namazı geciktirmeye, cemaati, hatta namaz vaktini kaçırmaya, vakti, ömrü zayi etmeye sebep olur. Başkalarının elbisesinin, yemeğinin necis olmasından şüphe eder ki, Müslümanlara suizan haramdır. Üstelik kendini ihtiyatlı sanıp, kibirli olur. O işin uzmanı bir kimse bile ona nasihat etse, asla kabul etmez. Kendi yaptığının daha doğru olduğunu kabul eder. Başkalarını küçümser.

Vesvese, ibadetleri mekruh olmakla bırakmaz, ruhi bunalımlara yol açar.

Guslün, abdestin, taharetin ve namazın şartlarını, sünnetlerini, mekruhlarını bilmeyen, vesvese hastalığına yakalanır. Önce vesvese edilen yerlerin doğrusunu öğrenmeli. Bunları bilip, yerine getirince, şüphe kalmaz. Doğru yaptım diye inanmak ihtiyat, şüpheye düşmek vesvese olur. Vesvese sahibi, azimetle değil, ruhsat ile amel etmelidir!

Haramlardan, şüpheli şeylerden, hatta mubahların fazlasından kaçmak azimettir. Günah olmayan, caiz olan işleri yapmak ruhsattır.

İmam-ı Rabbani hazretleri, (Gerektiğinde en kolay fetvaya uymalı. Allahü teâlâ, güç gelen şeyleri değil, kolay olanların yapılmasını istiyor. Çünkü insan zayıf, dayanıksız yaratılmıştır) buyuruyor.

İmam-ı Şarani hazretleri de, (İhtiyaç halinde ruhsatla amel etmeli) buyuruyor. Üç hadis-i şerif meali:
(Allahü teâlânın verdiği kolaylıklardan, ruhsatlardan faydalanın!) [Buhari]

(Ruhsatlardan faydalanmayan, Arafat dağı kadar günah işlemiş olur.) [Taberani]

(Allahü teâlâ, azimeti sevdiği gibi, ruhsatla amel edilmesini de sever.) [Beyheki]

Dinimiz, kolaylık dinidir. Mesela, abdest aldığını bilip sonra bozulduğunda şüphe etse de, abdesti var demektir. Abdest aldıktan sonra, kuru yer kalmıştır zannıyla yeniden abdest alınmaz, alınırsa mekruh olur. Abdest aldıktan sonra, iç çamaşırında yaşlık görüp, idrar mı, su mu diye şüphe eden, abdestten önce çamaşırına su serpmeli! Sonra orada bir yaşlık görürse, (Bu benim serptiğim su) demeli. Hatta o yaşlık idrar bile olsa, onun idrar olduğu kesin olarak bilinmediği için yıkamak gerekmez.

Vesveseden kurtuluş çaresi, hangi meselede vesvese ediliyorsa dinimizin o konudaki hükmünü öğrenmek ve iyi bilmektir. İyi bilen kesinlikle vesvese etmez. Mesela mesh etmek, ıslak el ile yavaşça saçların üstüne sürmektir. Ama vesveseli bunu bilmediği için, başını ezecek gibi mesh eder veya avucuna su doldurup, saçlarını iyice ıslatır. Abdest alırken şuraya el değmedi galiba, şurası yıkanmadı diyerek tekrar tekrar yıkar. Halbuki, bir yer yıkanmasa bile, yıkanmadığı bilinmeyince yani kasten yıkamayı terk etmediği için abdesti sahih olur. Bu kadarını bilmek bile vesveseyi önler.

Vesveseden kurtulmak için kendi kendine, (Buranın kuru kaldığına yemin eder misin?) diye sormalı. Yemin edemiyorsa orası yıkanmıştır, tekrar yıkamak gerekmez. Her vesvese için de aynı soruyu sorabilir. (Ya, yemin edecek kadar emin olsam zaten vesvese etmem) demek de vesvesedir, yemin edemiyorsa bunun vesvese olduğunu anlamalıdır.

Abdestten sonra, (Acaba başımı mesh ettim mi) veya (Abdestim var mı) diye şüphe etmek, namaz kıldıktan sonra "Elbisem temiz mi idi" veya "İftitah tekbirini almış mıydım?" gibi şüpheler vaki olsa da, yeniden abdest alınmaz, elbise yıkanmaz, namaz da iade edilmez.

İbadetlerimizi eksik yapmakla, hâşâ Allahü teâlânın bir kaybı, fazla yapmakla da bir kazancı olmaz. Bunun için, dinin emrine uyularak noksan veya fazla yapılmış olsa mahzuru olmaz. Mesela sabahın farzını kılarken (iki mi, bir mi kıldım?) diye şüphe eden, bir rekat kıldığını zannederek bir rekat daha kılsa ve kıldığı üç rekat olsa, namazı sahih olur. Fakat kasten üç kılsa namazı sahih olmaz. Bir kimse de dört kıldım zannıyla üç rekat kılsa, kıldığı namaz sahih olur. Bir kimse de, araştırıp kıbleden başka istikamete namaz kılsa, namazı sahihtir, ama araştırmadan kıbleye isabet etse bile sahih olmaz. Demek ki, dinin emrine uyulunca kıbleden başka yöne de kılınsa, 4 rekat yerine 5 rekat da kılınsa sahih olur. O halde, kuru yer kalsa da önemi yok. Kuru yer kalmadığını sanmak yeter. Zaten hiç kimse kasten kuru yer bırakmaz.

Vesvese, dua ve zikir ile de azalıp yok olur. Bunun için, vesvese gelince, hemen Allahü teâlâyı anmalı, istigfar, salevat ve dua okuyarak şeytanı uzaklaştırmaya çalışmalı! Şeytanın vesvesesinden kurtulmak için, her gün şu duayı da okumak iyidir:
(Ya Allah-ür-rakib-ül-hafiz-ür-rahim. Ya Allah-ül-hayy-ül-halim-ülazim-ür-rauf-ül-kerim. Ya Allah-ül-hayy-ül-kayyüm-ül-kaimü alâ külli nefsin bima kesebet, hul beyni ve beyne adüvvi!)


Unutmak özürdür
Sual: Vesveseli biriyim. Dikkat etmeme rağmen, abdestte gusülde kuru yerim kalmışsa, yahut secdei sehv yapılacakken unutmuşsam, buna benzer başka şeyleri unutmuşsam, oruçlu iken unutup yiyip içmişsem, unutarak namaz vaktini çıkarmışsam, sonra da hatırlamadığım için kaza etmemişsem, ahirette benim halim nice olur?
CEVAP
Dinimizde unutmak özürdür. Unutarak yiyip içmek orucu bozmaz, kaza da gerekmez. Unutarak namazın kazaya kalması da günah olmaz.

Abdestte, gusülde kuru yer kalmışsa, bilmediğiniz için hiç mahzuru olmaz. Acaba kuru yer kaldı mı diye defalarca yıkamak gerekmez. Bunlar vesvesedir, vesvese ise günahtır.


Kötü düşünceler nereden geliyor
Sual: Kalbimize çeşitli düşünceler geliyor. Bunlar nereden geliyor? Hangisinin iyi, hangisinin kötü olduğunu nasıl bileceğiz?
CEVAP
İnsanın kalbine, melekten, şeytandan ve kendi nefsinden de çeşitli düşünceler gelir. Melekten gelene ilham, şeytandan gelene vesvese, nefsten gelene ise hevâ denir. Bunların birbirinden farkı nasıl bilinir? Hadis-i şerifte, (Melekten gelen ilham, İslamiyet'e uygun olur. Şeytandan gelen vesvese, İslamiyet'ten ayrılmaya sebep olur) buyuruldu. O halde vesveseyi ilhamdan ayırmak için dinin emrini iyi bilmek gerekir.

Gayrimüslimlerden peynir, sucuk gibi gıda alırken, (Bunların içine necis madde koymuşlardır) düşüncesi gelirse, hemen dinin bu husustaki hükmü hatırlanır. Dinimiz almanın caiz olduğunu bildiriyorsa alınır. Bu düşüncenin şeytandan olduğu anlaşılır.

Vesveseye uyulmazsa, şeytan bundan vazgeçip başka vesvese verir. Nefsimizden gelen düşünce ise, devamlıdır. İnsan ölünceye kadar devam eder.

Şeytan, hayırlı, iyi bir işe mani olmak için daha az iyi olanı yaptırmak maksadıyla vesvese verir. Büyük günaha sürüklemek için küçük iyilikleri yaptırmaya çalışır. Dinini bilen kimseyi, şeytan, asla aldatamaz. Her insan Allah'ın kulu olduğu halde, dinini bilen, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riayet eden kimseler için Kur'an-ı kerimde, şeytana hitap edilirken, (Benim kullarıma senin sultan [hakimiyetin] yoktur) buyuruluyor. (İsra 65)

Şeytanın vesvesesine aldanmamak için Allahü teâlânın, (Benim kulum) dediği kimselerden olmalı, yani düzgün bir itikada ve ilme sahip olmalı ve ilmi ile amel etmelidir! "Mesela şeytan vesvese verince, onu hemen uzaklaştırmalıdır! Hadis-i şerifte, (Şeytan vesvese verir. Allah'ın ismi zikredilince, söylenince kaçar. Söylenmezse, vesveselerine devam eder) buyuruldu. (Ebu Ya'la)

Sünnete uygun abdest almasını bilmeyen kimse, iyi abdest alayım diye fazla su kullanır. Bu ise vesvesedir. Vesvese eden kimse, dine iyi uymak niyetiyle yeni bir şeyler çıkarır, bu ise bid'attir. Bid'at ise haramdır. Başkalarının yiyecek ve içeceklerinin, giyeceklerinin temiz olup olmadığında şüphe eder. Bu da suizanna sebep olur. Müslümana suizan ise haramdır. (Ben her gıdayı yemem, ihtiyatlı davranırım) diyerek kibre düşer. Halbuki zerre kadar kibri olanın Cennete girmesi zordur.

Fatır suresi 6. âyet-i kerimesinde mealen, (Elbette şeytan size düşmandır. Onu düşman edinin!) buyuruluyor. Vesvese eden, şeytanı kendine dost ve kardeş edinmiş olur. Sünnetleri, mekruhları ve diğer emir ve yasakları bilmeyen, vesvese hastalığına yakalanır. Bunları bilip yerine getiren şüpheye düşmemelidir! Vesvese eden, ruhsatlarla amel etmelidir! Üzerinde necaset görünmeyen her şey temiz kabul edilir. Şüphe etmekle necis olmaz. Gıdalarda necis maddeler var zannı ile gıda almamak vesvesedir, aşırılıktır. Hadis-i şerifte, (Aşırı gidenler helak oldu) buyuruldu. (Müslim)

İfrat ve tefritten yani aşırılıklardan uzak olmak ve orta yolu tutmak gerekir. Deylemi'deki hadis-i şerifte, (İşlerin hayırlısı vasat olanıdır) buyuruldu. (Hadika)


İman ve vesvese
Sual: Ahiret var mı, Allah'ı kim yarattı gibi vesveseler içimi kemiriyor. Küfre mi giriyorum? Bundan kurtulmanın yolu var mıdır?
CEVAP
İmam-ı Gazali hazretleri buyurdu ki:
Her insana musallat olan en az bir şeytan vardır. Şeytanın vereceği vesveselerden korunmaya çalışmalı! Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kanın damarlarda dolaştığı gibi, şeytan da, insanın vücudunda dolaşır. Açlıkla [az yemekle, oruç tutmakla] onun yollarını daraltın!) [Buhari]

Şeytanın kalbe giriş yerlerinden biri de, Allahü teâlânın zatı hakkında düşündürmek, şüpheye düşürmektir. İnsanların en ahmağı zekasına en çok güvenendir. İnsanların en akıllısı da, suçu kendinde arayan ve bilmediklerini âlimlere soran kimsedir. İki hadis-i şerif meali:
(Şeytan, "seni kim yarattı" diye vesvese verir. O kişi "Allah yarattı" derse, "Onu kim yarattı" diye vesvese verir. Böyle vesvese gelince, "Ben Allah ve Resulüne iman ettim" desin!) [Buhari]

(Allah'ın yarattığı şeyleri tefekkür edin, ama zatını tefekkür etmeyin.) [Ebu-ş-şeyh]

Vesvese, dua ve zikir ile azalıp yok olur. Bunun için, bilhassa günaha meyledildiği zaman, hemen Allahü teâlâyı anmalı, istigfar, salevat ve dua okuyarak şeytanı uzaklaştırmaya çalışmalı!

Bilhassa 40 yaşını geçince, tevbeyi hiç ihmal etmemeli. Hadis-i şerifte, (Şeytan, 40 yaşını geçtiği halde, tevbe etmeyen için, "Bu artık kolay iflah olmaz" der) buyuruldu. (İ. Gazali)

Tevbe edip şeytanı çaresiz hâle getirmeye çalışmalı. Bir hadis-i şerif meali:
(İnsan, yolculukta devesini zayıflatabildiği gibi, mümin de şeytanını zayıflatabilir.) [İ.Ahmed]

Kötü şeyler düşünerek, kötü yerlere giderek, şeytana yardımcı olmamalı! Çünkü hadis-i şerifte, (Uçurum etrafında dolaşan oraya düşebilir) buyuruldu. (Buhari)

Haram işlemeye niyet edip, Allah'tan korktuğu için vazgeçen günaha girmez. Bir hadis-i şerif meali:
(Kalbe gelen kötü şey söylenmedikçe ve buna uygun hareket edilmedikçe affolur.) [Beyheki]

Kibir, haset gibi şeyler böyle değildir. Çünkü bunlar zaten kalb ile olur.

İbadetleri yapıp imanıma bir zarar gelir diye korkanın ve günahlarım çoktur, ibadetlerim beni kurtarmaz diye düşünenin imanı kuvvetli demektir. (Bezzaziyye)

İbadetleri yapıp, ilmihal bilgilerini öğrenmeye çalışan kimseye, Allah'ı, ahireti inkâr gibi düşünceler gelmesi, onun imansız olduğunu değil, imanlı olduğunu gösterir. Meyveli ağaç taşlandığı, hırsız mücevher olan eve girmeye çalıştığı gibi, şeytan da imanlı olanlara saldırır. Hadis-i şerifte, böyle vesveselerin imandan olduğu bildirildi, (Vesvese imanın tâ kendisidir) buyuruldu. (Ramuz)

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Kötü vesveselerin gelmesine sebep imanın kâmil olmasıdır. Çünkü hadis-i şerifte (Böyle vesveseler, imanın olgun olmasındandır) buyuruldu. (1/182)

Böyle vesveseler birçok kimsede olabilir. İmanım gitti diye şüpheye düşmemeli, böyle düşüncelere önem vermemeli, her zaman Allahü teâlâyı anmaya çalışmalıdır!


Sual: Bazen imanla ilgili çok vesvese oluyor. Allah var mı, Cennet Cehennem gerçek mi gibi. Ne yapmalıyım?
CEVAP
Öyle vesvese gelince (Ben Allah ve Resulüne iman ettim) diyerek şu duayı okumalı:
(Allahümmme ya mukallibel kulub sebbit kalbi ala dinik = Ey kalbleri çeviren Rabbim, kalbimi dinin üzerine sabit kıl)

O şüpheler imandan ileri geliyor demektir. Meyveli ağaç taşlanır. Şeytan imanlı olanla uğraşır, imansızla uğraşmasına sebep yok. Kalbdeki bu düşünceler dile gelmedikçe, dil ile de söylemedikçe mahzuru olmaz. Bu tür vesveseleri dikkate almamalıdır.


Şeytan düşmandır
Sual: Bize gelen kötü düşünceler şeytandan mıdır?
CEVAP
Evet dine aykırı vesveseler şeytandandır. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Hakikaten şeytan size düşmandır. Siz de onu düşman edinin. Çünkü o, kendine uyanları, [günahlara sokup] Cehennem ehlinden olmaya çağırıyor.) [Fatır 6]

(Ey iman edenler, şeytanın yoluna [ve vesveselerine] uymayın.) [Bekara 208]

(Şeytanın izine, yoluna tâbi olmayın. Muhakkak ki, o size apaçık bir düşmandır. Şeytan size ancak kötülüğü, fahşayı [hayâsızlığı, dünyaya düşkün olmayı, nefsin arzularının peşinde koşmayı] emreder.) [Bekara 168-169]

(Şeytan sizi [Allah yolunda infak ederken] fakir olursunuz diye korkutur ve [sadaka vermemenizi] emreder.) [Bekara 268]

(Şeytan onları [taşkınlığa meylettirip] hidayete uzak bir sapıklığa düşürmek ister.) [Nisa 60]

(Şeytana itaat etmeyin, o size açık düşmandır diye size nasihat vermedim mi?) [Yasin 60]

(Şeytan, şarap ve kumar ile aranıza düşmanlık ve kin bırakmak ister. Sizi, Allah'ı zikirden ve namazdan alıkoymak ister. Siz bunlardan [ayıplarını, zararlarını bildikten sonra] hâlâ sakınmaz mısınız?) [Maide 91]

([Nefsine uyarak] Allahü teâlânın dininden yüz çevirenlere, [dünyada] bir şeytan musallat ederiz.) [Zuhruf 36]

Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Melekten gelen ilham, İslamiyet'e uygun olur. Şeytandan gelen vesvese, İslamiyet'ten ayrılmaya sebep olur.) [Tirmizi]

(Allahü teâlânın rahmeti cemaat üzerinedir. Şeytan, Müslümanların cemaatine katılmayıp muhalefet eden kimse ile beraberdir.) [D.Kulub]

(Sürüden uzak kalan koyunu kapan kurt gibi, şeytan da insanın kurdudur. Bölünüp parçalanmaktan sakının, cemaat halinde birleşin, mescitlere koşun!) [Tirmizi]


Vesvese edince
Sual: Çok vesveseliyim, abdestte, gusülde namazda niyet ettiğimi unutuyorum, bunları niyetsiz yapsam sahih olur mu? Kuru yer kaldı zannederek defalarca orayı yıkıyorum. Az bir kuru yer kalsa abdestim ve guslüm sahih olur mu? Abdestim bozuldu mu acaba diye çok vesvese ediyorum, abdestsiz namaz sahih olur mu? Elbiseme necaset bulaştı sanıyorum. Necis elbise ile namaz kılınırsa sahih olur mu? İmamın durumunu bilmiyorum, imam ateist falan ise kıldığım namaz sahih olur mu? Yiyip içtiğimiz gıdalarda, alkol veya domuz yağı vardır, hayvanlar besmelesiz kesilmiştir diye vesvese ediyorum. Bunun gibi durumlarda ne yapmam gerekiyor?
CEVAP
1- Niyet etmediğini bilmeyen yani yüzde yüz ben niyet etmedim diyemeyen kimse, niyet etmiş demektir, namaz sahihtir. Gusülde ve abdestte ise zaten niyet şart değildir.

2- Abdestte veya gusülde kuru yer kaldığı bilinmiyorsa, kuru yer kalsa bile bilmediği için, abdest ve gusül sahihtir.

3- Abdest aldığını biliyor ama, abdestinin bozulduğunu bilmiyorsa, abdesti bozulmuş bile olsa, abdesti var kabul edilir ve namazı sahih olur.

4- Elbisede necaset olduğu bilinmiyorsa, o elbise necis olsa da, namaz sahih olur.

5- İmamın ateist olduğu bilinmiyorsa, namaz sahih olur. Dinimiz, imamın kalbine bakın demiyor. Zahire bakılır. Görünüşte küfrünü gerektiren bir şey yoksa, namaz sahih olur.

6- Yiyip içtiğimiz gıdalarda alkol ve domuz yağı olduğunu bilmiyorsak, temiz kabul edilir. Gıdaların içinde necaset olsa bile, bilmediğimiz için günah olmaz. Yediğimiz her gıdayı analiz ettirmemiz gerekmez.

7- Dinimizin bütün hükümleri böyledir. Mesela bir kimse, evlendiği eşinin süt kardeşi olduğunu bilmiyorsa, o süt kardeşi olsa bile, hiç kimse bilmediği için, onunla evlenmesi günah olmaz.

Vesvese dinin hükmünü bilmemekten kaynaklanır. Yukarıdaki hükümleri bilen kimse, hiçbir konuda vesvese etmez.


İlham ve vesvese
Sual: Kalbimize gelen düşüncelerin, melekten mi, yoksa, şeytandan mı olduğu, nasıl anlaşılır?
CEVAP
Muhammed Hadimi hazretleri buyuruyor ki:
Kalbe gelen düşüncenin, kimden geldiğini anlamak için, İslamiyet'e uygun olup olmadığına bakılır. Kalbe gelen düşünce, nefse acı gelirse, hayır olduğu; tatlı gelir, hemen yapmak isterse, şer olduğu anlaşılır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Melekten gelen ilham, İslamiyet'e uygun olur. Şeytandan gelen vesvese, İslamiyet'ten ayrılmaya sebep olur.) [Tirmizi]

Allahü teâlâ, herkesin kalbine bir melek vazifelendirmiştir. İnsanın kalbine bu melekten gelen iyi düşüncelere ilham; şeytandan gelen kötü düşüncelere, vesvese; nefsten gelen kötü düşüncelere ise, heva denir. İlham ve vesvese devamlı olmaz. Nefsin hevası ise, devamlıdır ve gittikçe artar. Vesvese, dua ederek, zikrederek azalır ve yok olur. Bir hadis-i şerif meali:
(Şeytan, kalbe vesvese verir. Allah'ın ismi zikredilince, söylenince kaçar. Söylenmezse vesveselerine devam eder.) [Ebu Ya'la]

Vesveseden kurtulmak için çalışmalıdır. Nefse uyan kimse, vesveselere esir olur. Nefsine uymayanın ise, ilhama uyması kolay olur. (Berika)

Dinimizin emirlerine uymak
Sual: Dinin emrine uyularak yapılan bir iş, yanlış da olsa, affoluyor mu? Mesela kıbleyi bilmesek, dinin emrine uyup araştırsak, sonra yanlış bir yöne dursak namaz sahih olur mu?
CEVAP
Evet, sahih olur. Dinin emrine uyularak yapılan iş, yanlış kabul edilmez, dinin emrine uyulduğu için doğru olur. Mesela kıbleyi bilmeyen, araştırmadan kılarsa, kıbleye rastlamış olsa bile, namazı kabul olmaz. Araştırıp kıbleden başka istikamete doğru kılsa da, namazı sahih olur. Çünkü dinin emrine uyarak gerekli araştırmasını yapmıştır. Demek ki, önemli olan, isabet ettirmek değil, dinin emrine uygun şekilde hareket etmektir.

Birkaç örnek daha verelim:
1- Yiyecek ve içeceklerde şüphe edip yememek, vesvese olur. Haram veya necis olduğu kesin bilinmedikçe, temiz kabul edilir. Burada emredilen, mutlak helal veya temiz olanı yemek değil, haram veya necis olduğunu bilinmeyeni yemektir. Bu kural bilinirse, dinin emrine uyulmuş ve rahat edilmiş olunur. Yiyip içtiğimiz gıdalar necis olsa da, dinin emrine uyularak yapıldığı için temiz kabul edilir.

2- Elbiseye necaset bulaşsa, bu yer unutulsa veya bulunamazsa, zannedilen yer yıkansa temiz olur. Namazdan sonra meydana çıksa, namazı iade etmek gerekmez. (S. Ebediyye)

Burada da emredilen, mutlaka necis olan yeri temizlemek değil, emre uyarak tahmin ettiği yeri yıkamaktır.

3- Ramazan ayının bitip Şevval'in başlaması, yeni hilalin doğmasıyla değil, görülmesiyle anlaşılır. Mesela, Ramazan, 29 çekse ve 29. günü hilal, gerçekte doğduğu halde, hava bulutlu olduğu için görülemese, Ramazanın 30. günü gerçekte bayram olsa da, o gün oruç tutulur. Hâlbuki bayram günü oruç tutmak haramdır. Ama dinin emrine uyulunca, o gün oruç tutmak haram olmuyor, aksine farz oluyor.

http://www.mehmetalidemirbas.com/detay.asp?Aid=236
#806
KOSGEB'in kamuoyunda büyük yankı uyandıran 27 bin liralık hibe desteği yoğun ilgi görürken, ilköğretim okulu mezunlarının da aralarında yer aldığı adaylar, başvuru sırasında ''bir satranç oyuncusu olsanız ve Gary Kasparov ile karşı karşıya gelme imkanınız olsa ne yapardınız, bir davete katıldığınızda nasıl davranırsınız?'' gibi soruların da yer aldığı testten geçiriliyor.

TOBB Yönetim Kurulu Üyesi ve Konya Ticaret Odası (KTO) Başkanı Hüseyin Üzülmez, yaptığı açıklamada, KOSGEB'in işsiz girişimcilere iş kurmaları için sağlayacağı 27 bin liralık desteğin, kamuoyunda büyük yankı uyandırdığını söyledi.

Bu programda KOSGEB'in Konya'daki iş ortağının kendileri olduğunu ifade eden Üzülmez, programın başvurularını Pazartesi gününden itibaren kabul etmeye başladıkları, başvuru sayısının beklentilerinin üzerinde gerçekleştiğini anlattı.

TEK BAŞVURU ŞARTI, İŞLETME KAYDI OLMAMASI

Girişimciye bir yıl içinde toplam 27 bin liralık hibe desteği sağlamayı öngören bu programa 3 gün içinde başvuranların sayısının bini geçtiğini dile getiren Üzülmez, şunları kaydetti:

''Tek başvuru şartı, kişinin maliyede ya da ticaret odasında her hangi bir işletme kaydı olmaması... Onun dışında ilköğretim okulu mezunu da üniversite mezunu da başvuruda bulunabiliyor.

7 Ocakta sona erecek müracaat dönemi sonuna kadar sadece Konya'da müracaat rakamının 5 bini bulacağını tahmin ediyoruz. Odamıza başvuru sırasında adaya 25 sorudan oluşan testi doldurtuyoruz.

Bu test sonuçları değerlendirildikten sonra adaylar mülakata çağrılacak, tüm aşamaları başarıyla geçen kişiler Ocak ayı içinde toplam 60 saat sürecek eğitim programına alınacak.

Şuan odamıza başvuruda bulanan adaylarda ağırlığı çeyiz ve yemek satmak için iş yeri açmayı planlayan ev hanımları ile diğer işsizler oluşturuyor.

Erkekler ise üretimden ziyade daha çok toptan perakende ürün alıp satacak dükkan açmak istiyor. Başvuruda bulunanlar arasında üniversite mezunlarının da sayısı az değil.''

Üzülmez, adayların eğitim programında zihinlerinde canlandırdıkları iş fikrini iş planı haline getirmeyi öğreneceklerini, projesi kabul edilenlere ise bir yıl içinde toplam 27 bin lira hibe desteği ödemesi yapılacağını sözlerine ekledi.

Öte yandan, başvurular sırasında kimlik ve irtibat bilgileri alınan adaylardan bazıları, Genel Girişimcilik Eğitim Programı Girişimcilik Testi'nden geçirilirken bir hayli zorlanıyor.

''Bir ürün/hizmeti üretmeyi planlarken sizi ne cezbeder? Sizce aşağıdakilerden hangisi iş planının en önemli bölümüdür? Günümüzde bir girişimci için en önemli özellik aşağıdakilerden hangisidir?'' gibi klasik sorular dışında, adaylara daha ''zor'' sorular da yöneltiliyor.

İŞTE TERLETEN SORULAR

İçlerinde ilköğretim okulu mezunu işsizler ile ev hanımlarının da önemli yer tuttuğu müracaat sahiplerinden cevaplandırmaları istenen ancak pek çok adayı bir hayli zorlayan bazı sorular şöyle:

''-Bir satranç oyuncusu olsanız ve Gary Kasparov ile bir turnuvada karşı karşıya gelme imkanınız olsaydı ne yapardınız?

a) Yenileceğim kesin olduğundan çekilirim.

b) Oynamayı kabul ederim ama kendi üzerime de bahse girmem

c) Kendim üzerine bahse girerim

d) Yenileceğimi bile bile oynarım

-Bir davete katıldığınızda nasıl davranırsınız?

a) Davetlere katılmam

b) Topluluklara karışır konuştukları konuya katılmaya çalışırım

c) Önemli gördüğüm kişilerle tanışma fırsatlarını kovalarım

d) İnsanlara nasıl yaklaşacağımı bilemem

-Bir yapılabilirlik (fizibilite) raporu hazırlamaktaki amaç nedir?

a) Sistemli Çalışmayı sağlamak

b) Gerekli araştırmaları yaparak alternatifli senaryolar hazırlamak

c) İş fikrinin gerçekçi öngörülere dayanıp dayanmadığını test etmek

d) Yukarıdakilerin hepsi.''

AA
http://www.haber7.com/haber/20101230/27-bin-liralik-hibe-icin-yapilan-test.php
#807
HASAN BOZKURT - ANKARA, CİHAN 

SGK, hastalara gece tarifesi uygulayan ve haksız fark ücreti tahsil eden özel hastaneleri mercek altına aldı. Yıl boyunca yapılan denetimlerde 21 hastaneye uyarı cezası, 80'ine ise 15 milyon liranın üzerinde para cezası verildi.

Bir yıldır kanser tedavisi gören Fatma Döndü, İstanbul'da özel bir hastanede hizmet almak istediğinde yüzde 70 fark ücreti istendi. Gece özel bir hastaneye giden Meryem Akşit, istenen muayene ücreti karşısında şoka girdi. Çünkü gündüz 25 lira olan dahiliye muayenesi gece 60 liraya çıkmıştı. Oysa kanser tedavisi, hastanelerin uymak zorunda olduğu Sağlık Uygulama Tebliği'nde 'ilave ücret alınmayacak tedaviler' listesinde bulunuyor. Gece tarifesi uygulanması da aynı tebliğe göre yasak.

Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), özel ve vakıf hastanelerinin haksız yere vatandaştan para almasına el koydu. Yıl boyunca yapılan denetimlerde 21 hastaneye uyarı cezası verilirken, 80 hastaneye 15 milyon liranın üzerinde idari para cezası kesildi. 'Hastalara gece tarifesi ve haksız yere fark ücreti alınması' ile ilgili açıklama yapan SGK Genel Sağlık Sigortası Genel Müdürü Hasan Çağıl, özel ve vakıf hastanelerinin alabilecekleri farkların Bakanlar Kurulu tarafından belirlendiğini söyledi. Hastanelerin 'Sağlık Hizmetleri Fiyatlandırma Komisyonu'nca tespit edilen sağlık hizmetleri bedelinin en fazla yüzde 70'ine kadar ilave ücret alabileceğini kaydeden Çağıl, bu orandan fazla ücret alanlara ceza verildiğini aktardı.

Hasan Çağıl, devlet ve üniversite hastanelerinden özel hastaneye sevk edilen şehit yakınları, gaziler ve terör mağdurlarından da fark ücreti talep edilemeyeceğini bildirdi. Haksız yere fark ücreti talep edilen vatandaşlardan dilekçeyle SGK'ya başvurmalarını istedi.

Fark ücreti ödenmeyecek tedaviler

Sağlık Uygulama Tebliği'ne göre fark ücreti alınmayacak tedaviler şunlar: Acil servislerde ve acil hallerde sunulan sağlık hizmetleri, yoğun bakım hizmetleri, yanık tedavisi, kanser tedavileri (radyoterapi, kemoterapi, radyo izotop), yenidoğan sağlık hizmetleri, organ, doku ve hücre nakilleri, doğumsal anomaliler için yapılan cerrahi işlemler, diyaliz tedavileri, kardiyovasküler cerrahi işlemleri. Bu arada SGK, 2010'un ilk yarısında denetlediği 774 hastanenin 21'ine uyarı cezası, 80'ine idari para cezası verdi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1071444&title=gece-tarifesi-uygulayan-hastanelere-ceza-yagdi
#808
ZEYNEP KAÇMAZ - İSTANBUL

Anne-babalar! Çocuklarınıza söylediğiniz beddua içeren sözlere dikkat edin. Prof. Dr. Suat Cebeci, duanın kabul vaktine denk gelmesi durumunda bedduanın kabul olabileceğini söyledi. Cebeci ayrıca Peygamberimiz'in (sas) "Kendinize beddua etmeyiniz, çocuklarınıza beddua etmeyiniz... Dilekleriniz, kabul edildiği zamana denk gelir..." hadisini hatırlattı.

Her anne-baba çocuğunun iyiliğini ister; onlara hayırlı dualarda bulunur. Ancak anne baba, yaramazlık yapan çocuğuna kızgın anında istemeyerek de olsa beddua edebiliyor. Özellikle anneler, daha duygusal olmaları ve hislerine hâkim olmakta zorlanmaları sebebiyle çocukları için kendilerinin de razı olmayacağı kötü dileklerde bulunabiliyor. Dil alışkanlığı ile söylenen beddualar, dua vaktine rastladığında kabul oluyor. Ebeveynin kızgın anında yaptığı bir bedduayla çocuğuna kötülüğü dokunabiliyor.

Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Eğitimi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Suat Cebeci, her kim olursa olsun birisine beddua etmenin, onun kötülüğünü istemenin dinimizce hoş karşılanmadığını söylüyor. Peygamberimiz'in kendisine kötülük edenler de dâhil kimseye beddua etmediğini ifade eden Cebeci, "Peygamberimiz, Taif Seferi sırasında kendisini taşlatan, yoluna çalılar döşeyerek ayaklarının kan içinde bırakmış olanlara da dahi beddua etmemiştir. 'Allah'ım onlara hidayet nasip eyle, olur ki onların neslinden İslam'a hâdim olanlar çıkar.' diye dua etmiştir. Ne yazık ki beddua günümüzde insanın kendisini rahatlatmak için söylediği sıradan sözler haline geldi." şeklinde konuşuyor.

Anne-babaların kötü niyetle olmasa da sinirli anında çocuklarına beddua edebildiklerini söyleyen Cebeci, dua vaktine gelmesi halinde bedduanın kabul olabileceğini belirtiyor. Cebeci, Peygamberimiz'in, "Kendinize beddua etmeyiniz, çocuklarınıza beddua etmeyiniz, mallarınıza da beddua etmeyiniz. Dilekleriniz, kabul edildiği zamana denk gelir de Allah bedduanızı kabul ediverir." buyurduğunu ifade ediyor. Bir gün Abdullah İbni Mübarek Hazretleri'ne bir babanın gelerek çocuğunu şikâyet ettiğini anlatan Cebeci, "Abdullah İbni Mübarek Hazretleri, 'Çocuğuna beddua ettin mi?' diye sorar. 'Evet, beddua ettim' diyen babaya Abdullah İbni Mübarek'in cevabı şöyle olur: Çocuğunun ahlakını sen bozdun."

Cebeci, çocuklara sarf edilen sözler konusunda anne-babalara tavsiyelerde bulunuyor: "Ebeveynin bedduası, onların beddua etmedeki içtenlikleri, buna sebep olan mağduriyetleri ve duydukları acı ölçüsünde karşılığını bulur. Ama Allah'ın bu karşılığı ne zaman ve ne şekilde vereceği bilinmez. Bu sebeple anne babalar dilini bedduaya değil, duaya alıştırmalı. Ağızdan çıkan söz hayırlı olmalı."

Bugün yaşadıklarını annesinin kızgın bir anda yaptığı bedduaya bağlayan Umahan Günay, kardeşiyle kavga ettiği bir anda annesi, "İkiniz de birbirinizin yüzüne hasret kalın, biriniz Türkiye'nin bir ucuna diğerinizde diğer ucuna gidin." der. Kardeşlerin biri Kütahya'da diğeri de Ağrı'da yaşayan Umahan Günay, kardeşini ancak 5 yılda bir görebildiğini söylüyor. Şimdi iki çocuk annesi olan Günay, onlara kızdığında beddua etmemeye dikkat ettiğini söylüyor.

Yaramazlık yapan çocuklara nasıl davranılmalı?

Anne-baba, çocuklarına hitap ederken sözleriyle inanç, ahlak ve kişilik olarak ona olumlu veya olumsuz çok önemli şeyler kazandığını unutmamalı.

Karşısına çıkan her şey, mümin için bir imtihan vesilesidir. Bir anlık kızgınlık da olsa, dile sahip çıkmak gerekir. Mümin daima şuurla hareket etmeli; iman, akıl ve iradesinin önüne hiçbir şeyin geçmesine izin vermemeli. Çocukların yaramazlıklarına da bu gözle bakılmalı. Ayrıca Allah Resulü'nün uygulamaları örnek alınmalı.

Dili; duaya, güzel telkinlere, ahlaki seviye gözeten nezih ifadelere alıştırmalı. Ebeveyn kızgın anında kötü sözler yerine 'Allah iyiliğini versin' türü ifadeler kullanmalı.

Çocukların iyiliği için gayret sarf edin. Hatalarını iyi bir üslupla söyleyin ve hatalarından vazgeçirmeye çalışın. Çocuğa doğruyu, güzelliği gösterin.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1071454&title=cocugunuza-beddua-etmeyin-cunku
#809
Mozilla'nın yeni konsept telefonu olan Seabird, geçtiğimiz günlerde tanıtıldı.

Gelecekteki cep telefonları hakkında tahmin konumunda olan Seabird, Billy May tarafından yapıldı. Android işletim sistemiyle çalışan telefonda 8 MP kamera, dokunmatik ekran, çift projeksiyon ile kablosuz şarj gibi özellikler bulunuyor. Her iki tarafında bulunan birer projeksiyon ile dikkatleri üzerine toplayan Seabird'de, ekran duvara yansıtılırken, klavye istenilen yere yansıtılıp kullanılabiliyor. Mouse gibi kullanılabilen Bluetooth kulaklık ise heyecan verici.

http://www.youtube.com/watch?v=oG3tLxEQEdg#ws
#810
Devrimci Karargâh terör örgütüne 'yardım ve yataklık'tan tutuklanan eski polis müdürü Hanefi Avcı hakkında İçişleri Bakanlığı'nın incelemesi tamamlandı.

İçişleri Bakanlığı Mülkiye müfettişleri, hazırladıkları raporda, Avcı hakkında iki ayrı ceza talep etti. Raporlarda 'terör örgütüne yardım ve yataklık'ta bulunduğu iddia edilen Avcı'nın polislik mesleğinden ihracı talep edildi. Avcı hakkında ikinci bir suçlama ise basına verdiği demeçler nedeniyle geldi. Bu suçlama nedeniyle de Avcı hakkında, ihraç cezasının bir altı olan 24 ay kıdem durdurma talep edildi. Müfettişlerin hazırladığı rapor önümüzdeki günlerde Emniyet Genel Müdürlüğü Yüksek Disiplin Kurulu'nda ele alınacak. Kurul müfettişlerin talebi doğrultusunda Avcı'ya verilecek cezayı karara bağlayacak. Bu arada, Hanefi Avcı hakkında yeni iddialar gündeme geldi. Müfettişler Avcı'nın Eskişehir Emniyet Müdürlüğü döneminde karısı Şenay Avcı'ya şoförlü makam aracı tahsis ettiğini, kendisine tahsis edilen hizmet aracını da özel işlerinde kullanarak Taşıt Kanunu'na aykırı davrandığını saptadı. Avcı'nın aynı dönemde Polis Evi'nde görevli bir personeli Emniyet Müdürlüğü lojmanında da usulsüz çalıştırdığı da ortaya çıkarıldı. SEDAT GÜNEÇ ANKARA

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1071463&title=icisleri-bakanligi-mufettisleri-hanefi-avcinin-meslekten-ihracini-istedi
#811
ANKA

Çevre ve Orman Bakanlığı Türkiye'deki çarpık kentleşmeyle ortaya çıkan en büyük sorunlardan biri olan gürültü sorununu kökten çözmeye yöneldi ve gürültü yapan konut ve işyerlerine uygulanacak cezaları büyük ölçüde artırdı. Bakanlık 2011 yılında uygulanacak idari para ceza oranlarını belirledi. Gürültü yapan komşunun cezasına yüzde 40 artış geldi.

Buna göre 2010 yılında standartlara aykırı şekilde gürültü ve titreşimlere neden olan konutlar için 400 TL olarak uygulanan ceza miktarı 568 TL'ye, ulaşım araçları için bin 200 TL olarak uygulanan ceza oranı bin 708 TL'ye, işyeri ve atölyeler için 4 bin TL olarak uygulanan ceza miktarı 5 bin 696 TL'ye çıkarılırken fabrika, şantiye ve eğlence merkezleri için 2010 yılında uygulanan 12 bin TL'lik idari para cezası 2011 yılında 17 bin 94 TL'ye yükseltilecek.

Çevre ve Orman Bakanlığı'nın 2872 Sayılı Çevre Kanunu Uyarınca Verilecek İdari Para Cezalarına İlişkin Tebliği Resmi gazetede yayımlandı. 1 Ocak 2011 tarihinden itibaren yürürlüğe konulacak olan kararda, 2010 yılında emisyon ölçümü yaptırmayan motorlu taşıt sahiplerine kesilen 500 TL'lik para cezası 2011'de 710 TL, yönetmeliklerle belirlenen standartlara aykırı emisyona sebep olan motorlu taşıt sahiplerine bin TL olarak uygulanan ceza miktarı ise bin 422 TL'ye çıkarılıyor.

Ayrıca, hava kirliliği yönünden önemli etkileri nedeniyle kurulması ve işletilmesi yönetmelikle izne tâbi tutulan tesisleri, yetkili makamlardan izin almadan kuran ve işleten veya iznin iptal edilmesine rağmen kurmaya ve işletmeye devam eden veya bu tesislerde izin almaksızın sonradan değişiklik yapan veya yetkili makamların gerekli gördükleri değişiklikleri tanınan sürede yapmayanlara uygulanan 24 bin TL'lik para cezası 34 bin 189 TL'ye ve bu tesislerde emisyon miktarları yönetmelikle belirlenen sınırları aşanlara uygulanan 48 bin TL'lik idarî para cezası oranı 68 bin 379 TL'ye yükseltiliyor.

-MÜTEAHHİTLERE KÖTÜ HABER: ÇEVRESEL ETKİ DEĞERLENDİRMESİ YAPMAYANLARA 14 BİN 244 TL CEZA VAR-

Hava kirliliği yönünden kurulması ve işletilmesi izne tâbi olmayan tesislerin işletilmesi sırasında yönetmelikle belirlenen standartlara aykırı emisyona neden olanlara uygulanan 6 bin TL'lik idari para cezası oranı 2011 yılında uygulanmak üzere 8 bin 544 TL'ye yükseltiliyor. Hava kirliliği yönünden özel önem taşıyan bölgelerde veya kirliliğin ciddi boyutlara ulaştığı zamanlarda ve yerlerde veya kritik meteorolojik şartlarda yönetmeliklerle öngörülen önlemleri almayan, yasaklara aykırı davranan ya da mahallî çevre kurullarınca bu konuda alınan kararlara uymayanlara kesilen 48 bin ve 96 bin TL'lik idari para cezaları 68 bin 379 TL ve 136 bin 760 TL arlığına yükseltiliyor.

Çevresel Etki Değerlendirmesi sürecine başlamadan veya bu süreci tamamlamadan inşaata başlayan ya da faaliyete geçenlere yapılan proje bedelinin yüzde ikisi oranında idarî para cezası uygulanıyor. Buna göre, Çevresel Etki Değerlendirmesi sürecinde verdikleri taahhütnameye aykırı davrananlara, her bir ihlal için uygulanan 10 bin TL'lik ceza miktarı 14 bin 244 TL'ye çıkarılıyor. Atık alım, ön arıtma, arıtma veya bertaraf tesislerini kurmayanlar ile kurup da çalıştırmayanlara uygulanan 60 bin TL'lik idari para cezası miktarı 85 bin 475 TL'ye çıkarılıyor.

-BİLGİ VERMEYEN, CEZA OLARAK 8 BİN 544 TL VERECEK-

Bildirim ve bilgi verme yükümlülüğünü yerine getirmeyenlere 2010 yılında uygulanan 6 bin TL'lik ceza miktarı 2011 yılında uygulanmak üzere 8 bin 544 TL'ye yükseltiliyor. Yasaklara ve sınırlamalara aykırı olarak ülkenin egemenlik alanlarındaki denizlerde ve yargılama yetkisine tâbi olan deniz yetki alanlarında ve bunlarla bağlantılı sularda, tabiî veya sunî göller ve baraj gölleri ile akarsularda gerekli önlemleri almayanlara uygulanan ton başına 40 TL olan ceza miktarı 56.96 TL'ye, 10 TL olan ceza miktarı 14.22 TL'ye ve 100 kuruş olan ceza miktarı da 138 kuruşa çıkartılıyor.

-ANIZ YAKANLAR YANDI: CEZA ORANLARI YÜZDE 50'YE YAKIN ARTIRILIYOR-

2010 yılında anız yakanlara uygulanan her dekar için 20 TL'lik idari para cezası 28.47 TL'ye yükseltiliyor. Ayrıca aykırı olarak ülkenin egemenlik alanlarındaki denizlerden ve kazasına tâbi olan deniz yetki alanlarından, akarsular ve göller ile tarım alanlarından belirlenen esaslara aykırı olarak kum, çakıl ve benzeri maddeleri alanlara metreküp başına uygulanan ceza miktarı oranı da 120 TL'den 170.94 TL'ye yükseltiliyor.

Tehlikeli atıkların her ne şekilde olursa olsun ülkeye girişini sağlayanlara ayrı ayrı uygulanan 2 milyon TL'lik idari para cezası miktarı 2 milyon 849 bin 232 TL'ye yükseltiliyor. Tehlikeli atıkları ilgili mercilere ön bildirimde bulunmadan ihraç eden veya transit geçişini yapanlara uygulanan 2 milyon TL'lik idari para ceza miktarı da 2 milyon 849 bin 232 TL olarak uygulanacak.

Yasaklara veya sınırlamalara aykırı olarak tehlikeli atıkları toplayan, ayıran, geçici ve ara depolama yapan, geri kazanan, yeniden kullanan, taşıyan, ambalajlayan, etiketleyen, bertaraf eden ve ömrü dolan tehlikeli atık bertaraf tesislerini kurallara uygun olarak kapatmayanlara uygulanan 100 bin TL'lik para cezası miktarı 142 bin 460 TL'den 1 milyon 424 bin 615 TL'ye kadar çıkarılıyor.

Tehlikeli kimyasallar ve bu kimyasalları içeren eşyayı bu Kanunda ve ilgili yönetmeliklerde belirtilen usul ve esaslara, yasak ve sınırlamalara aykırı olarak üreten, işleyen, ithal ve ihraç eden, taşıyan, depolayan, kullanan, ambalajlayan, etiketleyen, satan ve satışa sunanlara, uygulanan ceza miktarı da üstteki rakamla aynı olarak uygulanacak.

http://zaman.com.tr/haber.do?haberno=1069987&title=gurultu-yapan-komsuya-568-lira-ceza&haberSayfa=0


Almanya'da çocuklar artık gürültü yapabilecek

Almanya'nın Kuzey Ren Vestfalya (KRV) Eyaletinde yaşayan çocuklar daha fazla gürültü yapabilecek. Sosyal Demokrat Parti (SPD) ve Yeşiller Birlik Partisi azınlık hükümeti önümüzdeki günlerde, eyalet meclisine bir yasa tasarısı sunarak çocukların gürültü yapması yasayla güvence altına alacak.

Eyalet sekreterliği bir açıklama yaparak, çocukların gürültü yapmasının hayatın bir parçası olduğunu belirtti. KRV Meclisi yeni yılın başlarında konuyla ilgili yasa teklifini görüşmeye başlayacak ve kanun haline getirecek. Yeni yasa, çocukların, eğitimcilerin ve ailelerin haklarını genişletmiş olacak. "Çocuk gürültüleri yaşam sevincinin sonucudur." diyen KRV Çevre Bakanı Johannes Remel, "Bizler çocukların daha özgür olduğu bir toplum istiyoruz." dedi.

Bakan Remmel, yapılacak değişiklikle çocuk ve ebeveyn haklarının güçlendirilmesini amaçladıklarını söyledi. Remmel, ayrıca çocuk gürültüsünü yaşama sevincinin dışarı yansıması olarak nitelendirdi. Bakan, "Biz çocuk sesleri arasında yaşayabilecek bir toplum istiyoruz." diyerek bunun günlük hayatın bir parçası olduğunu söyledi.

Çocuk gürültüleri yüzünden yüzlerce davanın devam ettiğine dikkat çeken yetkililer, bundan böyle çocukların gürültüsü yüzünden mahkemeye başvuran komşuların öncelikle neden bu gürültüden rahatsız olduklarını ve çıkan gürültüye neden tahammüle edemediklerini ispat etmek zorunda kalacaklarını belirtti. Yapılacak olan yasa değişikliğiyle, çocuk hakları yasal olarak koruma altına alınmış olacak. Teklif mecliste kabul edilirse komşu kavgalarının da azalacağı düşünülüyor.

(CİHAN)
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1069058&title=almanyada-cocuklar-artik-gurultu-yapabilecek
#812


Yeni Şafak Gazetesi'nde Fehmi Koru krizi yeni bir boyut kazandı. Bir süredir yazıları gazetede yer almayan Fehmi Koru, gazeteden ayrıldı ve ismi de bugün gazetenin künyesinden çıkarıldı.

Rotahaber'in Yeni Şafak yönetiminden edindiği bilgiye göre; künyede yapılan bu değişikliğin ardından Fehmi Koru ile Yeni Şafak'ın yolları tamamen ayrılırken, rotahaber'in edindiği bu bilgi gazete yönetimince de doğrulandı.

İSMİ KÜNYEDEN ÇIKARILDI

Yazılarını gazeteye göndermeyen Fehmi Koru'nun kendi ismi ve Taha Kıvanç takma adıyla yazdığı köşesi bir süredir boş duruyordu. Gazetede devam eden bu gerginlik, Fehmi Koru'nun isminin künyeden çıkarılmasıyla yeni bir boyut kazandı.

Gazete yönetimi aldığı ani bir kararla Fehmi Koru'nun ismini künyeden çıkardı. Fehmi Koru'nun yerine ise herhangi bir isim konulmadı.

YAZILARINA DEVAM EDECEK Mİ?

Fehmi Koru'nun isminin künyeden çıkarılmasının ardından, Koru'nun köşe yazılarına devam edip etmeyeceği ise merak konusu oldu. Gazete yönetiminden ise künye ve köşe yazıları konusunda herhangi bir açıklama yapılmadı.

KRİZİ EDELMAN ÇIKARMIŞTI

Yeni Şafak ile Fehmi Koru arasında yaşanan krizin temelinde Edelman'ın yattığı ileri sürülüyor. Wikileaks belgelerinde yer alan ve Fehmi Koru ile ABD'nin eski Ankara büyükelçisi Edelman arasında yapıldığı iddia edilen "yazar kellesi pazarlığı" medyaya yansımıştı. Olayın muhatabı olan Yeni Şafak yazarı, Edelman döneminde yaşananları doğrulamıştı.

Bu gelişmelerin ardından Fehmi Koru'nun, gazeteden kendisine sahip çıkılmasını istediği ve gazete yönetiminden ses çıkmaması üzerine de yazılarını gazeteye göndermediği ileri sürülüyordu.

Bu gelişmelerin ardından Koru'nun isminin künyeden çıkarılmasıyla yeni bir boyut kazanmış oldu.

http://www.moralhaber.net/medya/fehmi-koru-yeni-safaktan-ayrildi/


Fehmi Koru ilk kez konuştu!

Yeni Şafak Gazetesi'yle yolları ayrılan gazeteci-yazar Fehmi Koru, NTV'deki Yazı İşleri programında Ruşen Çakır'a perde arkasını anlattı.

Emrah İriç'in haberi

Yeni Şafak Gazetesi'yle yolları ayrılan gazeteci-yazar Fehmi Koru, NTV'deki Yazı İşleri programında Ruşen Çakır'a perde arkasını anlattı.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül İngiltere'de öğrenciyken aynı evi paylaştığı isim olan Fehmi Koru, günler sonra ilk kez canlı yayında haftanın olayı olan ayrılık olayını anlattı.

İSTİFA MI KOVULMA MI?

"Herhalde ayrıldım, herhalde dememin sebebi kendim ayrılmak için herhangi bir talepte bulunmadım, istifamı sunmadım. Fiili olarak böyle bir durum var, künyede yayın danışmanı sıfatını taşıyordum, o çıkartıldığına göre herhalde ilişkim bitmiş demektir." diyen Fehmi Koru, Ruşen Çakır'ın "Bugün gazeteye İpod'dan yazı yollasan yarın baskıda çıkar mı?" sorusuna "Bilmiyorum ama herhalde gazetedekiler 'Ne oldu?' diye merak ederler. Eğer istiyorlarsa da basabilirler ancak böyle bir şey olacağını sanmıyorum." cevabını verdi.

12 yıl Yeni Şafak'ta yazan Koru, ne olup bittiğini kendisinin de henüz anlamadığını belirtirken, Edelman iddialarını şu sözlerle anlattı:

"Birdenbire bir iddia ortaya atıldı, 1 Mart 2003 tezkeresinin hemen sonrasında Türkiye'ye Eric Edelman geldi. Şu günlerde de Wikileaks dolayısıyla Edelman'ın yazdığı raporlar gazetelere yansıdı. Birdenbire oraya sıçradık, gazetede yazan bir arkadaş dedi ki, 'Benim de o dönemde Edelman kellemi istemişti, bunu halen gazetemizde yazan bir gazeteci aracılığıyla yapmıştı. O yazar benim gazeteden atılmam için kulisler çevirmişti." Ben önce üzerime alınmadım, üzerime alınmam için bir sebep yok. Sonra bir takım programlarda benim ismim gündeme geldi. Dolayısıyla böyle bir ithamın muhatabı haline dönüştüm. Önce üzerime alınmadığım halde sonra ismim anılınca bunu ciddi mesele yaptım."

KUYRUKLU YALANLAR TAKILDI

"Bu iddianın gerçeklerle hiçbir ilişkisi yok, ne Edelman ne de herhangi bir ABD büyükelçisi, bana gazetemin herhangi bir yazarıyla ilgili 'Bu adam atılsın' diye bir şey söylemiş değil. Veya ben gazeteme 'Bu adamı ABD büyükelçisi istemiyor, atın' demedim. Buna benzer, bunu uzaktan da çağrıştırır herhangi bir olay da olmuş değil, önce bunu söyleyeyim. Bu tamamen yalan. Sonra buna kuyruklu yalanlar da takıldı ve herkesin konuştuğu bir konu haline geldi."

EDELMAN'LA GÖRÜŞTÜ MÜ?

Ben Ankara'da gazetecilik yapan birisiyim ancak Edelman daha Türkiye'ye gelmeden yakın takibim altında olan  ABD diplomatlarından biriydi. Türkiye'ye geleceğini duyar duymaz kendisiyle ilgilenmeye başladım. Geldikten sonra da birkaç vesileyle ancak hep bir vesileyle, ya temsilci konumunda olanlarla ya da yazar konumunda olanlarla ve çok sayıda olmamak üzere -Çünkü Edelman'ın özel görüştüğü yazarlar ve yayın yönetmenleri vardı o dönemde  ve ben onlar arasında hiçbir zaman olmadım- bir konferans veya toplantıda gördüm. Ankara temsilcilerinin katıldığı bir toplantıda ABD büyükelçiliğine davet edildim, olay bu kadar. Edelman herhalde bunları duysa güler.

EDELMAN'IN SAĞ KOLU BANA KÜFÜR ETTİ

En son bu yılın Temmuz ayında Edelman tekrar gündeme geldi, bir darbe teşebbüsü o zaman gündemin ilk sıralarındaydı. Bir gazetemiz Edelmanla konuşmuştu, Edelman demişti ki, 'O dönemde bana da darbe olacak raporları gelmişti, sahte olduklarını tespit etmiştik.' Ben de ertesi gün yazdım, 'Edelman yanlış biliyor bu işi, ona gelen rapor şimdi tartıştığımız darbe girişimiyle ilgili değil, başka bir darbe girişimiyle ilgiliydi.' Bir gün sonra Edelman'ın sağ kolu olan birisi, bir gazeteye bana küfreden bir açıklama yaptı. O dönemde ABD büyükelçiliğinin hislerinin de bana edilen küfürden farklı olmadığını düşünüyorum.

İSPAT ETMEK KOLAY, TANIKLARIM VAR

Olmamış bir şeyin ispatı zordur, belki imkansızdır. Ama bu olayın hem ispatı kolay, hem de tanıkları var. O dönem Ankara temsilcisi olan Mustafa Karaalioğlu şu an Star gazetesinin genel yayın yönetmeni ve genel yayın yönetmeni Selahattin Sadıkoğlu şu an CINE5'te önemli bir konumda. Bu arkadaşlar eğer böyle bir şey olsa benim muhatabım olan insanlar, onların bilmesi gerekiyor, onlar çok rahat tanıklık edebilirler. Kanıtları da var, o dönem bir avuç gazeteciydik Amerikan ve savaş yanlısı dev  medya içerisinde. ABD'yi bir Roma İmparatorluğu olarak tasarlayıp Türkiye'yi de uzak karakolu olarak dizayn edenlerin içimizdeki uzantılarına karşı büyük bir mücadele veriyorduk. O dönemde benim yazdığım en az 100 yazı var. Hayatımın hiçbir döneminde olmadığı kadar televizyon programlarına çıktım, bu stüdyoda bile kimbilir kaç kez konuştum. ABD'nin bu bölgeye ait Neo-Con projelerini boşa çıkartmak ve Türkiye'nin onların yanında yer almasını önlemek ve dünyayı büyük bir beladan kurtarmak için çaba gösterdim. Ben aslında kampanyacı değilim, böyle işlerden uzak dururum ancak o dönem yüzlerce televizyon programının kayıtları da bunu gösterir. Aynı zamanda gazetenin iç işleyişindeki konumumla hiç mütenasip olmayan bu iddiaları elbette gazetemin bir biçimde kaldırmasını istedim."

http://www.moralhaber.net/medya/fehmi-koru-depremi-ilk-kez-konustu-video/


Karaalioğlu, Fehmi Koru olayını anlattı

Fehmi Koru'nun gazeteyle ilişkisinin kesilmesi gündemdeki yerini korurken Karaalioğlu bir dönem yazarlığını ve genel yayın yönetmenliğini yaptığı YeniŞafak Gazetesi ve Fehmi Koru arasında yaşanları 24'te Günün Manşeti programında yorumladı. Seda Selek'in sorularını yanıtlayan ve Mustafa Karaalioğlu şunları söyledi;

Seda Selek: Fehmi Koru'nun Yeni Şafak gazetesinden ayrılması ile ilgili süreç ve yine Yeni Şafak Gazetesi Yazarı İbrahim Karagül'ün yazdığı yazı ile ilgili konuşalım biraz...
Söz konusu yazısında İbrahim Karagül, kendisinden Eric Edelman'ın çok rahatsız olduğunu ve gazeteden atılmasını istediğini, bunun için de Fehmi Koru'yu aracı olarak kullandığını ve Koru'nun da bunun gerçekleşmesi için gazetede kulis yaptığını iddia etmişti.
O dönemde Edelman'ın Yeni Şafak gazetesine ve ya başka gazete ve gazetecilere gerçekten düşmanca bir tavrı olduğunu söyleyebilir miyiz ya da gerçekten Karagül'ün tabiriyle kellesini istediği adamlar var mıydı o dönemde?

Mustafa Karaalioğlu: Ben bu mesele ortaya çıktıktan sonra Fehmi Koru'yla da, İbrahim Karagül'le de görüştüm. En son da İbrahim Karagül'le görüştüm. Çok üzgünler, böyle bir sonucu yol açılmasından dolayı gerçekten rahatsız olduklarına tanık oldum. En son İbrahim'le görüştüm. Gerçekten üzgündü. Böyle bir sonuç ön görmemiş belli ki.
Fehmi Koru çok değerli çok özel bir sınıfa ait gazetecidir. Çok değerli bir kalemdir. Ben o dönemde Yeni Şafak'ta yazardım sadece. Bu olay sürerken Ankara temsilcisi oldum. Sonrasında genel yayın yönetmeni oldum. O sırada Selahattin Sadıkoğlu genel yayın yönetmeniydi. Sadıkoğlu zaten böyle bir vaka olmadığını açıkladı. Benim de tanıklığım böyle bir şey olmadığı yönündedir. Yani Fehmi Koru, hiç kimsenin gazeteden atılmasının, hiç kimsenin gazeteden gönderilmesini istemedi. Yani bunu çok iyi biliyorum. Hem o dönemden biliyorum. Hem de yıllardır beraberiz bu insanlarla, zaman zaman bu konular farklı şekillerde konuşulur. Hiçbir dönemde böyle bir tanıklığım olmadı. Kaldı ki, ama şu olmuştur; Edelman döneminde, Edelman ve elçilikteki bazı isimler hem yeni şafaktan hem İbrahim Karagül'den, İbrahim karagül'ün yazılarından, hem de Fehmi koru'dan, genel olarak başka yazarlardan rahatsızlıklarını iletirlerdi. Konuşurlardı, bu kulağımıza gelirdi. Bunlardan benim temsilci olduğum dönemde yine bir elçilik görevlisi gazetenin tavrından, İbrahim karagül'ün o günlerdeki belki başka bir yazısından bana rahatsızlığını iletmişti. Bunlar o günler içerisinde doğal bir şeyler. Fakat bunlardan o günlerde İbrahim'in o dönemde bunlardan gerildiğini, kendisinde bir sıkıntı hissettiğini biliyorum.

Seda Selek: Karagül'le konuştum dediniz. İbrahim Karagül'ün çok üzgün olduğunu söylediniz. Ama yani yazdıklarının da arkasında, bu iddiaların...

Mustafa Karaalioğlu: Fehmi Koru ismini söylemedi İbrahim Karagül, hiçbir zaman ismini söylemedi. Bu da bir pozisyondur. Fakat o bir yana, sonuçta olayın tanıkları var. Olayın içinde bulunan insanlar var. Fehmi koru böyle bir şeyde asla bulunmamıştır. Kaldı ki Amerikalılar da bunu ne Fehmi Koru'ya, ne bir gazete yöneticisine ne de bana söyleme cüretine asla sahip olamadılar, olamazlarda... "İşte sizin yazarınız var. Bu adam bizim canımızı sıkan yazılar yazıyor. Bunu gönderin." Böyle bir cürette bulunmaları düşünülemez. Böyle bir şey de olmamıştır. Dolayısıyla ikisini ayırmak lazım.
Kaldı ki Fehmi koru o günlerde İbrahim Karagül'den çok daha fazla Amerikalıların sevmediği, hazzetmediği, teskere konusundaki tavrı itibariyle düşman gördükleri bir isimdi. Teskerenin geçmemesinde açık rol alan bir isimdi.
Olayın bir mantığı olması gerekir. Fehmi Koru'nun İbrahim Karagül'ü istememesi için İbrahim Karagül teskereye karşı, Fehmi Koru'nun taraftar olması lazım. Bir kere mantık olarak ikisi aynı cephede bulunuyordu.
O günlerde herkes baskı altındaydı. İbrahim Karagül'ün adı geçti. Sonra ben İbrahim'e de anlattım bunları; "adamlar senin yazıların için böyle diyorlar" diye... Biz bunlara gülüp geçiyorduk.
İbrahim'in neden bu sonuca vardığını ya da bu sonuca tam olarak varıp varmadığını bilmiyorum.
Şunu da söylemek lazım; gazete içersinde bir gazete temsilcisi, gazete hakkında sağda solda ne duyuyorsa bunu yayın yönetmenine söylemek zorunda. Bir işleyiş var sonuçta. Fehmi Koru bir takım şeyleri paylaşmış mı, paylaşmamış mı, ben gazete temsilcisi olarak yayın yönetmeni ile bir takım şeyleri paylaşıyorum. Bizim gazetemiz hakkında adamlar şöyle söylemişler. Bunlar tabi ki yayın yönetmeli ile paylaşılır. Bu işin tabiatı gereğidir. Ama bu hiçbir şekilde bir yazarımızın hakkında "aman şundan kurtulalım, bu gitsin, bu kalsın" şeklinde olmamıştır. Olamaz zaten çünkü Yeni Şafak o zaman tamamıyla teskere karşıtıydı. Bunun bir mantığı olması gerekir. Tam tersi, belki hani deseniz ki; teskereyi destekleyen biri için bunun bir yer tutan tarafı olabilir. Ama zaten gazete bütünüyle teskere karşıtı olarak kendisini adamıştı.
Bu meselenin şöyle kanıta bağlanmasında fayda var; kimse böyle bir tanıklıkta bulunmuyor. İkincisi benim İbrahim'le yaptığım konuşmalardaki gibi İbrahim'de apaçık üzgün, böyle bir sonuç öngörmediği için... Yoksa böyle bir sonuç öngörmüş olsa bu işe gireceğini de zannetmiyorum İbrahim'in...
Bunun böyle bilinmesinde fayda vardır. Bir takım olayları değerlendirirken bir mantık süzgecinden geçirmemizde de fayda vardır. Yani istedi mi istemedi mi?
Fehmi Koru zaten Amerikalıların en sevmediği adam tiplerinden bir tanesi, İbrahim'in de Amerikalıların bir arzusunu yerine getirmesi için parmağını bile kıpırdatması beklenemez.

http://www.haber7.com/haber/20101230/Karaalioglu-Fehmi-Koru-olayini-anlatti.php
#813
3G'li cep telefonları 2100 MHz, mikro dalga fırınların ise 2450 MHz frekansla çalıştığı, 3G'li telefonla konuşmanın, mikro dalga fırın kulağa tutuluyormuş gibi beyne elektro manyetik dalga yaydığı bildirildi.

Sakarya Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Osman Çerezci AA muhabirine yaptığı açıklamada, son yıllarda daha fazla maruz kalınan elektromanyetik radyasyonun insan sağlığını olumsuz etkilediğini söyledi.

Yüksek gerilim hatları, elektrikli ev aletlerinin yanı sıra özellikle baz istasyonları ve cep telefonlarının elektromanyetik kirliliğinin ciddi boyutlara ulaştığını dile getiren Çerezci, beyin tümörü, kanser, yorgunluk, lösemi, kısırlık, hafıza kaybı, iştahsızlık, uyku bozukluğu, depresyon gibi birçok rahatsızlığa neden olduğu araştırmalarla kanıtlanan bir kirlilikten mutlak korunmak gerektiğini anlattı.

Çerezci, son yıllarda cep telefonuyla ilgili ciddi raporların yayımlandığını belirterek, ''3G'li cep telefonları 2100 MHz frekansla, mikro dalga fırınlar ise 2450 MHz frekansla çalışıyor. Birbirine çok yakın frekanslar. 1800 de masum değil, ancak 2100 MHz frekansla çalışan bir cep telefonu, mikro dalga yayan bir alet. Siz onu beyninize tutarsanız, konuştuğunuz o süre dalga ışınlanıyor. 3G'li telefonla konuşmak, mikro dalga fırın kulağa tutuluyormuş gibi beyne elektro manyetik dalgalarla zarar veriyor'' dedi.

-MİKRO DALGA FIRININ İÇİNDE GİBİ

Çerezci, 3G'li cep telefonuyla konuşan kişiye, mikro dalga içinde kalınmasa bile o nitelikte elektro manyetik dalga geldiğini vurgulayarak, şunları kaydetti:

''Mikro dalga fırında neden 2450 frekans seçiliyor? Bu 2450 MHz, et gibi gıda malzemelerine, biyolojik ürünlere en fazla elektro manyetik ışınlaması yapan frekanstır. İletişim yaparken mikro dalga fırını başımıza tutmuş gibi oluyoruz. Mikro dalga fırına bir kemik, bir de et koyun. Et hemen pişer ve eti elinizle tutamazsınız. Kemik ele alınabilir. Çocuklarımız ve gençlerimiz de et gibi aynı yapıya sahip. Yüksek güçle çalıştığı için daha çok elektro manyetik dalga yayan bu telefonlar, çocukları ve gençleri daha fazla etkiliyor. Uzun süre konuşan bir kişinin bundan etkilenmemesi mümkün değil. Araştırmalar, cep telefonu ile beyin kanser ilişkisini ortaya koymaya başladı.'' AA

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1070719&title=3gli-cep-telefonlari-mikro-dalga-firin-gibi
#814
Dil bi' tanedir...

Adamın birinin bir şaşı çırağı vardır. Biri iki gördüğünü kabul etmez. Usta ne kadar dil dökse nafile. Bir gün, usta çırağından evdeki su testisini getirmesini ister. Çırak eve gider ama eli boş döner: "Evde iki testi var usta; hangisini istedin?" "Evladım," der usta, ders verme zamanının geldiğini düşünerek, "sen birini kır, diğerini getir." Denileni yapar çırak ve tabii ki yine eli boş gelir: "Diğer testiyi bulamadım ustacığım!"

Testinin birini kırılabilir gören için, diğer testi de kıyılabilirdir. Sorun testinin iki olması değil; bir testiyi iki görmektir. Şaşının gözünde her testi kıyılabilirdir.

"İki dil"den birini resmileştirirken diğerini susturanların diğer dile saygılı olmadığı belli. Kürtçeyi susturarak Türkçeyi egemenlik aracı haline getirenlerin de, Kürtçeyi resmileştirmeyi bir iktidar aracı görenlerin de sorunu aynı: Biri iki görmek. Şaşılık. Ama bu göz şaşılığı değil akıl şaşılığı.

Geçin kelimeleri ve sesleri. Bir kenara atın lügatleri ve tercümeleri. Yeryüzünde sadece bir dil vardır. O da "anadil"dir. Bejan Matur'un hayati vurgusuyla "anadil insanın cennetidir." Anadilin tınılarında çocukluğun sevinçleri ve hüzünleri bekleşir. Anadilin akışında ana kucağı mutlulukların, baba ocağı korkuların sesleri çağıldar. Bebek yüzlü seslenişler, serin teselliler anadilin kelimelerine sarılıdır. Ninnidir anadil; türlü kaygıların uçurumlarında yaşayan insanı bir kenara çeker, göğsünü okşar, terini siler. Sakinleştirir. Ananın ak sütüdür anadil, hiç kuşkusuz helaldir, sonsuz yakınlık kokusudur, sınırsız huzur buhurdanlığıdır.

Anadilin heceleri, sesleri, vurguları hayatın her anına hükmeden derin çocuksu yaşanmışlığın anayurdudur. İnsanın her türlü yaşama kırıntısı çocukluğun o tatlı çöreğinden bölünür de yenir yutulur. Yolculukların hepsi çocukluktan başlar, çocukluğa döner. Anadil o çocukluk vatanını bekler. Masumiyet göğünün serin yağmuru olur. Cennettir; çocukça kaygısızlığın yuvasıdır.

Sözün özü, anadil, her insana özel bir tecrübedir. Parmak izi gibi biriciktir. Yinelenemez ve başka dillere aktarılamaz. İkamesi ve taklidi mümkün değildir. Tarihi eser değeri taşır. Yıkılamaz. Yenisiyle değiştirilemez, değiştirilmesi dahi teklif edilemez.

Mesela, "ana" kelimesini değişik dillere çevirebilirsiniz. Ancak anadili Türkçe olan bir çocuğun "Anne!" kelimesinin yankılanmasında duyduğu sıcaklığı İngilizce "Mom!" sesiyle uyandıramazsınız. Tersi de geçerlidir. Dili, kelime dağarından etnik kökenden, coğrafi dağılımdan ibaret sanırsanız, insanlığın biricik dilini, insan olmanın evrensel temelini görmezden gelirsiniz. Türkçe de olsa, Kürtçe de olsa "anadil" bi'tanedir. İnsan kendi çocukluk cennetine anadiliyle bağlanır. Orada rahat hisseder kendini. O kelimelerle yatar uykuya; o seslerden kurulur rüyaları. Hayallerini anadilin sesleri üzerinde yükseltir. Aşkını anadiliyle seslendirir. Anadiliyle sevişir insan. Anadiliyle okşanmak ister. Kendi köklerine yolculuğunu anadil üzerinden yapar. Bu yolculuklar, ister Rumca üzerinden ister Rusça üzerinden olsun fark etmez. Çok farklı sesler üzerinden yürütülüyor da olsa, dilin insana ettiği aynıdır. Öyleyse dil birdir, bi'tanedir, biriciktir.

Anadil yasağı, insanın kendi cennetini insana yasaklamaktır. Anadile kastetmek, insanın yaşama hakkını elinden almaktır.

İnsanlar acıkır ve doyar. Neye acıkılacağı ve neyle doyulacağı çeşit çeşittir. Bizden farklı şeylere acıkıyorlar, sevmediğimiz meyvelerle doyuyorlar diye bir takım insanlara beslenmeyi yasak edebilir miyiz? "İki doyma"dan söz edebilir miyiz? Yediğini yemesek de, yediğimizden yedirmesek bile, bir insana kendince doymayı çok göremeyiz.

İnsan, anadiliyle doyar, anadiline acıkır. Kürtçe ya da Türkçe konuşmayı tercih etmekten öte bir ihtiyaçtır bu. Türkçe konuşanlar, Kürtçe konuşanların anadillerinin cennetine gidip gelmelerini yasaklayamaz. Kürtçe seslerle büyüyenlerin kendi cennetlerine giden yolu kimse Türkçe seslerle döşeyemez.

"Resmî dil Türkçedir, başkası düşünülemez" diyerek insana anadilini çok gören bir kafa, Türkiye'yi seviyor değil, Türklere saygı duyuyor değil, Türkçeye sahip çıkıyor da değil. Türkiye'nin de Türklerin de Türkçenin de ana maddesine, yani insana kastediyor.  İnsanlara kendi cennetlerini yasaklıyor. İnsana kendi çocukluğunun rüya seslerini, ana yurdunun aşina yankılarını çok görecek kabalıktaki biri Türkçeden yana diye ben de mi onun yanında durayım? Başka bir anadili yok sayarak var edilmiş bir anadili seslendirmek ağırına gitmez mi insanın? Başkalarının anadilleri bastırılarak seslendirilmiş bir anadili konuşmaktan utanmaz mı insan? Bir doğallığı solduracak resmilik içinde korunan bir anadil kendi varlığından utandırılmaz mı? Bir dilin inkâr edilmez varlığını "bilinmeyen dil" diye inkâr ediyorsa birinin "resmi" olan diğer dilin varlığına saygısı sahici midir?  Demek ki, eline fırsat geçseydi, ırkı "bu taraf"tan değil de "o taraf"tan olsaydı, siyasal şartlar onu Türkiye değil de Kürdiye diye adlandırılmış bir ülkede yaşamaya sevk etseydi, bu defa Türkçe konuşan insanlara kendi cennetlerini yasaklayacaktı. Türkçeye değil, insana karşı suç işleyecekti.

"Resmî söylem" sahipleri şimdi Kürtlere değil, Kürtçeye değil, Kürtçe kelimelere değil, insana kastediyorlar. İnsanın temel yaşama hakkını yok sayıyorlar. Bir insana yapılabilir görülen kötülük ise her insanı tehdit eder. Kürtlere yaptığını Türklere niye yapmasın ki?

Peki ben bir insan olarak, insan olduğu unutulan Kürtlere reva görülen eylemin öznesi olmak zorunda mıyım? Varlığa saygı ekseninde yaşama duyarlılığını üstlenmiş bir mümin olarak Kürtçe konuşanların insanlığını tehdit eden suçun yanında niye durayım?

Ben iki değil bir dil görüyorum. Herkesin hak ettiği anadili bir ve biricik biliyorum. Benim Türkçe kelimeler olmaksızın gidemeyeceğim o cennete herkesin gidebilmesi için Kürtçeden yanayım, Rumcadan yanayım, Arapçadan yanayım, Lazcadan yanayım, Almancadan,  Rusçadan, Felemenkçeden, Sırpçadan, Arnavutçadan, Japoncadan (...) yanayım. İtirazı olan varsa beri gelsin.

Ben içinde yaşadığım ülkenin yasalarının vatandaşlarını hizaya sokmaya değil mutlu etmeye ayarlı olduğunu sanıyordum.  Ancak Cumhuriyet elitlerinin vatandaşını sıraya sokma hevesiyle, insanı kendilerince kalıplar içinde tutma ihtirasıyla, anadilin her türünü kırptığına tanığım.

Umudum onlar değil, vicdanlar... Umudum, devleti vicdanı yapan duygusuzlar değil, devlete de vicdan yükleyecek insaflılar...

Şaşı değilim.

"İki dil"i tartışmasında taraf olanlar anadilin biricikliğini görmeyen şaşılardır. Bir dili diğer dile siyasi rakip görenler, anadil cennetini görmüyorlar. İnsanın sahih seslerine sağırlar. Onlara göre kırılabilir bir dil vardır her zaman. Kolladıkları dili kollamaları da sahici değil o zaman.

Siz ey "taraf olanlar" çekilin aradan.  Anamızın dilini koparmayın ağzımızdan.

Senai Demirci - Haber 7
senaidemirci@gmail.com
http://www.haber7.com/haber/20101224/Anadilin-biricikligini-gormeyen-sasilar.php
#815
10 trilyonluk senedin sırrı çözüldü, Şamil Tayyar, Star Gazetesi

Gazeteport internet sitesi, Kayseri Büyükşehir Belediyesi ile ilgili kavganın nirengi noktası olan 10 trilyon liralık senedin tahsil edildiğini, avukat Yusuf Erikel'in de yüzde 25'lik payını bu paradan tahsil ettiğini bildirdi.

Bu haber, dün Milliyet başta olmak üzere bazı gazetelerde birinci sayfadan verildi. Beyaz TV'deki program partnerim Fikri Sağlar ile programa bağlanan CHP Kayseri Milletvekili Şevki Kulkuloğlu da aynı iddiayı dile getirdi.

Bu iddia çok vahimdir. Eğer böyleyse Kayseri defterinin yeniden açılması gerekir. Çünkü yolsuzluk iddialarının örtbas edilmesi için Başkan Mehmet Özhaseki ve genel sekreterinin imzaladığı söylenen senedin tahsili, üzerine gidilirse yolsuzluk iddiasına gerçeklik kazandırabilir.

Dün Özhaseki ile görüştüm, kesinlikle böyle bir tahsilatın olmadığını açıkladı: "Eğer senedi tahsil etmişlerse, parayı vermişsek neden senedi almamışız? Senet neden onlarda kaldı? Kişisel olarak istesem bile böyle bir parayı ödemem mümkün değil. Belediye imkanlarıyla ödenmişse kayıtlardan hemen çıkar, gizlenmesi asla mümkün değildir."

Senedin düzmece olduğunu ve Ergenekon'un komplosuyla karşı karşıya bulunduğunu anlatan Özhaseki, senetle ilgili emniyet kriminal tarafından hazırlanan raporda "Yusuf Erikel'in elinin ürünü" ifadesinin olduğunu açıkladı.

Bu gelişme, iddialara yeni bir boyut kazandırdı, kriminal rapora göre, 10 trilyon liralık senet, Ergenekon sanığı Yusuf Erikel tarafından hazırlandı. Yine başkana göre, senetle ilgili kendisine şantaj yapanlar Ergenekon'un tutuklu sanıkları Yusuf Erikel ile emekli asker Durmuş Ali Özoğlu...

CHP'nin iddialarına dayanak yaptığı belgede sahtecilik suçundan 6 yıl hapis cezasına çarptırılmış Hacı Ali Hamurcu'nun Ergenekon soruşturma sürecinde gözaltına alındığında verdiği ifadeyi de ciddiye alırsak işin rengi hayli değişiyor.

Ne demişti Hamurcu? Aynen şöyle: "Senet Yusuf Erikel ve Hurşit Tolon tarafından dolduruldu!" Bu iddiayı, hem Erikel (doğrudan) hem Tolon (avukatı aracılığıyla) yalanladı. Ancak, senetle ilgili emniyet kriminalin raporu, Erikel'i zora sokacak gibi gözüküyor. Zira senedin Erikel tarafından doldurulduğu iddiasını teyit ediyor.

Erikel öfkeli, avukat olarak bir süre savunduğu müvekkili Hamurcu için "şizofrenik vaka" diyor. CHP'nin Kayseri'yle ilgili tüm iddiaları ise Hamurcu'nun ifadeleri üzerine dayanıyor. Haliyle akla şu soru geliyor: Hamurcu'nun hangi iddiası doğru?

Başkan Özhaseki'nin yorumu şöyle: "Bana senetle ilgili şantaj yapanlar arasında Yusuf Erikel ile Ali Durmuş Özoğlu var. İkisi de Ergenekon sanığı. Hacı Ali Hamurcu'nin ifadeleri de ortada. Kriminal rapora göre senedin Erikel tarafından doldurulduğu ortaya çıktı. Bunların üzerine gidilirse Ergenekon'un Kayseri'de nasıl bir komplo planladığı ortaya çıkacaktır."
Kemal Kılıçdaroğlu da bu konuda açıklama yaparsa iyi olur. Hacı Ali Hamurcu'nun belediyeyle ilgili tüm iddialarına dört elle sarılırken, Ergenekon soruşturmasındaki ifadelerini neden görmezlikten geliyorsunuz? Dersimli Kemal olarak neden Ergenekon'un üzerine gitmiyorsunuz?

Sakın ha, "Benim adım Kemal" demeyin...

Dosya:http://91.93.103.35/icerik/101224-010039-sam.jpg
http://www.stargazete.com/gazete/yazar/samil-tayyar/10-trilyonluk-senedin-sirri-cozuldu-318356.htm
#816



Devekuşu yumurtasının ilginç özellikleri

SİNOP (İHA) - Devekuşu yumurtası haşerelere ve örümceklere karşı en iyi kovucu. Eti, kurulan çiftlikler sayesinde sektör haline gelen ve Anadolu sofralarını süslemeye başlayan devekuşlarının yumurtası da ayrı bir sektör oluşturuyor. Bir tanesi yaklaşık 2 kilogram ağırlığında olan devekuşu yumurtaları yaklaşık 10 kişiyi doyurabiliyor.

Devekuşu yumurtasını tavuk yumurtasından ayıran en önemli özelliklerin başında kolesterolsüz oluşu geliyor. Devekuşu yumurtasının bir diğer ilginç özelliği ise çürütüldüğü takdirde bulunduğu mekana örümcek ve benzeri haşerelerin yaklaşamaması.

Sinop'un Türkeli İlçesi'nde yaklaşık 4 yıldır kurduğu çiftlikte devekuşu üretimi gerçekleştiren Mustafa Özoğul, devekuşu yumurtasının bir çok ilginç özelliğinin olduğunu belirterek, sağlık açısından da devekuşu yumurtasının tercih edildiğini söyledi. Mustafa Özoğul, "Yumurtanın içini boşaltmadan bozulması sağlandığında, konulan mekanda örümcek ve haşerelere karşı kovucu özelliği ortaya çıkıyor. Hatta bu yumurtalar Osmanlı'da da kullanılmış. Mimar Sinan'ın eserlerine baktığımızda kubbelere devekuşu yumurtaları konulduğunu görüyoruz. Bu mekanlara örümcekler giremiyor ve dolayısıyla ağ öremiyor. Bu arada bu yumurtaların boş kabukları da süs eşyası yapımında kullanılabiliyor" diye konuştu.

Bu arada bazı bölgelerde devekuşu yumurtalarını işleyerek süs eşyası haline getiren bir çok firma bulunuyor. Kurdukları atölyelerde yumurtaları işleyen bu firmalar, biblo haline getirdikleri yumurtaları başta Yunanistan ve Almanya olmak üzere bir çok Avrupa ülkesine pazarlıyor.

http://haber1.mynet.com/detay/guncel/devekusu-yumurtasinin-ilginc-ozellikleri/130972


Camiyi devekuşu yumurtası koruyacak

Beyşehir'deki Eşrefoğlu Camii'ni örümceklerden devekuşu yumurtası koruyacak.

Eşrefoğlu Camisi İmamı İsmail Efe, kabuğu kırılmadan çürütülmüş devekuşu yumurtasının bulunduğu mekana örümcek ve haşerelerin girmediğini belirterek, Eşrefoğlu Camisi'nin tavanına iki tane devekuşu yumurtası astıklarını ifade etti.

700 yıllık camiyi ziyaret eden bir vatandaş tarafından gönderilen devekuşu yumurtalarının camide örümcek ağı oluşumuna engel olacağını dile getiren Efe, ''Bir ziyaretçimizin önerisiyle bu devekuşu yumurtalarını camimizin tavan kısmında iki ayrı yere astırdık. Daha önce ahşap yapı olması nedeniyle camimizde çok örümcek ağı oluşuyor, bu da görsel bir kirliliğe neden oluyordu'' dedi.

Efe, Anadolu'da ağaç çatı ve direkli, düz tavanlı ulu camilerin en büyüğü olan Eşrefoğlu Camisi'nde ahşap olması nedeniyle sürekli örümcek ağı olduğunu ifade ederek, ''Bu öneri bize ilaç gibi geldi. Devekuşu yumurtalarının asılı olduğu bölümlerde artık örümcek ağına rastlamıyoruz. Büyük bir mekan olduğu için daha çok devekuşu yumurtasına ihtiyacımız var. Önümüzdeki günlerde 8 tane daha yumurta gelecek. Onların da muhtelif kısımlara yerleştirilmesiyle camimizde örümcek ağı sorunu tarihe karışacak'' diye konuştu.

Efe, Mimar Sinan'ın da eserlerinin kubbelerinde de devekuşu yumurtası bulunduğunu, günümüzde de birçok tarihi mekana örümcek ağını önlediği için devekuşu yumurtası yerleştirildiğini sözlerine ekledi.

AA
http://forum.donanimhaber.com/m_31721711/tm.htm
#818
KOSGEB ve Türkiye İş ve İşçi Bulma Kurumunun (İŞKUR), ortaklaşa düzenledikleri Girişimcilik Proje Destek Programı kapsamında, iş kurmak isteyen girişimcilere 27 bin lira hibe verilecek!

Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı (KOSGEB) ve Türkiye İş ve İşçi Bulma Kurumunun (İŞKUR), ortaklaşa düzenledikleri Girişimcilik Proje Destek Programı kapsamında, iş kurmak isteyen girişimcilere 27 bin lira hibe verilecek.

Girişimciler, işlerini kurduktan sonra 1 yıl sonra, 2 yılı ödemesiz olmak üzere 36 ay vade ile faizsiz 70 bin lira kredi de kullanabilecek.

15 Haziran tarih ve 27612 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren KOSGEB Destek Programları Yönetmeliğine dayanılarak hazırlanan programın amacı, ekonomik kalkınma ve istihdam sorunlarının çözümünün temel faktörü olan girişimciliğin desteklenmesi, yaygınlaştırılması ve başarılı işletmelerin kurulmasını sağlamak.

Küçük ve orta ölçekli işletmelere, girişimcilere ve işletici kuruluşlara yönelik olarak KOSGEB tarafından uygulanacak Girişimcilik Destek Programına ilişkin esasları kapsayan program, Uygulamalı Girişimcilik Eğitimi, Yeni Girişimci Desteği ve İŞGEM Desteği olmak üzere üç alt programdan oluşuyor.

İŞKUR Ankara İl Müdürü Talip Altuğ, konuya ilişkin yaptığı açıklamada, İŞKUR'un, Avrupa Birliği İş Geliştirme Merkezleri (ABİGEM) ve PMC oluşum aracılığıyla girişimci olmak için başvuranlar arasında yapılacak sınav sonrasında girişimcilik kursuna katılmaya hak kazananlara, 15 gün süren 72 saatlik girişimcilik eğitimi verildiğini söyledi.

Bu eğitim sonucunda başarılı olanların, KOSGEB ile İŞKUR imzasıyla ''Girişimcilik Belgesi'' aldıklarını anlatan Altuğ, ''Belgelerini alan girişimciler, hazırladıkları proje dosyasını KOSGEB'e sunacaklar.

Projesi kabul edilen girişimciye işletme kuruluş desteği için 5 bin, kuruluş dönemi makine, teçhizat ve ofis donanım desteği için 10 bin, işletme giderleri desteği için de 12 bin lira verilecek. Bu 12 bin lira girişimcinin ayakta kalması için yıl içinde parça parça ödenecek.

Girişimcilere verilecek 27 bin liranın tamamı hibedir, yani geri istenmeyecek. İşini oturtan girişimcilere 1 yıl sonra eğer isterlerse faizsiz 70 bin liralık kredi de verilecek. Girişimciler 70 bin liralık krediyi 2 yıl sonra 36 ay vade ile ödemeye başlayacak'' diye konuştu.

27 bin lirası hibe, 70 bin lirası ise faizsiz geri ödemeli kredi için ilkokul mezunu ve 18 yaşını doldurmuş herkesin kendilerine başvurabileceğini belirten Altuğ, projenin, üniversite mezunları ve ev hanımları için çok önemli bir fırsat olduğuna dikkati çekti.

GİRİŞİMCİLER UMUTLU

Girişimcilik kursuna katılmaya hak kazanan 38 yaşındaki Cemile Polat, özel bir şirkette 3 yıldır sekreter olarak çalıştığını belirterek, KOSGEB'in iş kurmak için hibe ve kredi vereceğini basından öğrendiğinde hayatı boyunca özendiği iş kadını olmak için fırsat yakaladığını söyledi.

İş eldiveni üretimi yapacağı bir imalathane kurmayı hedeflediğini anlatan Polat, ''KOSGEB'in bu projesi benim gibi iş kurmak isteyen herkes için çok önemli bir fırsat. Bu projeyle devleti arkamda hissettim'' dedi.

49 yaşındaki Hakan Erden de lisans ve yüksek lisans eğitimini tamamladığı Almanya'da 18 yıl kaldığını ifade ederek, 13 yıldır da Türkiye'de çeşitli yerlerde çalıştığını, ancak kurduğu işlerden 2 tanesini ekonomik kriz nedeniyle kapatmak zorunda kaldığını söyledi.

Erden, ''Türkiye'de girişimciler için en büyük sıkıntı ilk aşamadır. Burada girişimcilik eğitiminin verilmesini çok sağlıklı ve doğru buluyorum. Eğer işi nasıl yapacağınızı bilmezseniz ne kadar paranız olursa olsun mutlaka batırırsınız'' diye konuştu.

KOSGEB'in sağlayacağı kredi ile Türkiye'de Dış Ticaretle ilgili bir danışmanlık firması kuracağını anlatan Erden, Türk iş adamlarının Rusya, Çin ve Almanya gibi ülkelerin pazarlarıyla bağlantılı işler yapmaları için danışmanlık firması kurmak istediğini söyledi.

Kültür ve Turizm Bakanlığından emekli olan 60 yaşındaki Sadri Ümlü de olduktan sonra bir süre hediyelik eşya satışı yapılan yerlerde çalıştığını, ancak KOSGEB'in böyle bir kredi vereceğini duyunca kendi işini kurmak istediğini ifade etti.

Hediyelik eşya ve eskiden beri meraklı olduğu antika tespih satışı yapabileceği bir yer açacağını bildiren Ümlü, ilerideki hedefinin ise kıymetli taşlardan tespih yapım imalathanesi kurmak olduğunu kaydetti.

36 yaşındaki Hatice Özüm de bir reklam şirketinde asistan olarak görev yaptığını belirterek, komşusunun Ankara'nın Nallıhan ilçesindeki tavukçuluk çiftliğinden etkilendiği ve hayvanları sevdiği için KOSGEB'den alacağı parayla bir hayvan çiftliği kurmak istediğini anlattı.

İşletme mezunu 23 yaşındaki Nihan ile iç mimarlık mezunu 28 yaşındaki Ertan Damar çifti ise girişimcilik kursuna birlikte katıldıklarını ve mobilya üzerine bir üretim bir de satış yapabilecekleri iki ayrı iş kurmak istediklerini bildirdiler.

Babasının ofis mobilya imalathanesinde çalıştığını ifade eden Ertan Damar, buradan alacağı parayla ev mobilyaları konusunda bir imalathane açmak istediğini, eşi Nihan Damar'ın ise bu mobilyaların satışını yapabileceği bir yer açmak istediğini kaydetti.

İlkokul mezunu babasının annesiyle birlikte kendi işlerini kurduklarını ve geliştirmek için her türlü desteğe başvurduklarını belirten Ertan Damar, eşiyle birlikte anne ve babasını örnek aldıklarını, iş hayatında onlar kadar başarılı olmak istediklerini söyledi.

AA
http://www.haber7.com/haber/20101222/Is-kuruyorum-diyene-27-bin-TL-hibe.php
#819
Bilim adamları özellikle 18 yaş altındaki çocuklarda ve gençlerde zararlı olan öksürük şurupları yerine, inatçı öksürüklerin tedavisi için çikolatayı öneriyor.

The Telegraph'ta yer alan habere göre, araştırmacılar kakao ve çikolatadaki "teobromin" adlı bileşenin öksürüğü kestiğini belirlediler. Yararlı olduğu tam olarak kanıtlanırsa, iki yıl içinde ilaç şeklinde piyasaya sürüleceği kaydedildi.

İngiliz Ulusal Akciğer ve Kalp Enstitüsü tarafından yapılan araştırmada, kakao ve çikolata içerisinde bulunan "teobromin" isimli maddenin öksürüğü engellemeye yardımcı olduğu tespit edildi.

Çikolatadaki "theobromine" isimli maddenin, boğazda kaşıntıyı ve öksürüğü önlemede öksürük şuruplarından bile daha etkili olduğunu söyleyen araştırmacılar, öksürük şuruplarında bulunan "codeine" isimli maddenin özellikle 18 yaş altındaki çocuk ve gençlerde faydasından çok zararı bulunduğunu açıkladılar.

Teorik olarak öksürüğü yatıştırmada bir parça bitter çikolatanın yeterli olabileceğini söyleyen araştırmacılar, ihtiyaç duyulan gerçek dozun belirlenmesi için henüz çalışma yapılmadığını ifade ettiler.

Antioksidan bakımından zengin olan bitter çikolata, vücutta yağ hücrelerinin birikmesini önlemeye de yardımcı oluyor.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1068423&title=oksuruge-karsi-bire-bir
#820
Şengen vizesi sırları! - Abdülhamit Bilici - Zaman Gazetesi

Baştan söylemek gerek. Bu yazı, Ankara'daki bazı Avrupa elçilerinin rahatını kaçırabilir. Çünkü göz göre göre yüz binlerce insanın çektiği vize çilesinde onların büyük payı var.

Bugünlerde değişik ülkelerin vizeleriyle sayfaları dolduğu için dördüncü kez pasaportumu yenilemem gerekti. Böylece yeni çipli pasaporta da kavuşmuş olacaktım. Sağ olsunlar, İstanbul Emniyeti yeni pasaportu 1 buçuk gün gibi kısa sürede teslim etti.

Biraz maddi külfeti olsa da pasaport yenilemek kolay. Asıl mesele, pasaport sayfalarını kısa sürede dolduran vizelerde. Eski pasaportları şöyle bir karıştırınca, en fazla Avrupa ülkelerine seyahat için gereken Şengen vizelerinin sayfaları doldurduğunu gördüm.

İş gereği Avrupa'ya çok gidiyoruz. Ama aynı dönemde ABD'ye de birçok kez gitmeme rağmen Amerika vizesinin pasaportlarda işgal ettiği yer sadece tek sayfa. Çünkü 10 yıllığına verilmiş bir vize. Halbuki Fransa, Almanya, Belçika gibi Şengen sistemi içindeki ülkelerden aldığım vizelerin süresi bir ay ile en fazla 1 yıl arasında değişiyor.

Bunun anlamı şu: Yaptığımız iş ve adresimiz belli olmasına rağmen ve her başvuruda Şengen kriterlerine göre vize alıp, şimdiye kadar hiçbir sorun çıkarmadan ülkemize dönmemize rağmen vizelerin süresi bir yılı aşmıyor. Böyle olunca, her defasında aynı bürokrasiyi aşmak ve aynı vize aidatını ödemek gerekiyor. Lütfen, bunu kişisel bir sorun olarak görmeyin. AB ülkelerine işi gereği gitmek durumunda olan yüz binlerce insanın yaşadığı bir dert bu.

Çok sayıda Türk kökenli vatandaşın seyahat ettiği Avrupa ülkelerinden birinin Ankara'daki büyükelçisiyle karşılaşınca, bu konuyu açtım. Hak verdi ve yanlışlığı kabul etti. Sonra Şengen vize başvurusunu nereden yaptığımı sordu. İstanbul'da yaşadığım için doğal olarak 'İstanbul'daki konsolosluğunuza' dedim. Sonra 5 yıllık vize de olduğunu söyledi ve bir sonraki başvurudan kendisini haberdar etmemi istedi. İlk vize başvurumda, bu sözlerini hatırlatacağım. Ama bu konuşmadan ortaya çıkan daha önemli gerçek, isterlerse Avrupa ülkelerinin 5 yıllık Şengen vizesi de verebildiğiydi. Bunu öğrenmek için bir büyükelçi ile konuşmak mı gerekmeliydi? Bunca yıldır neden bir konsolosluk dahi bu imkânı sunmamıştı?

Dikkat edin, burada bizden yarım asır sonra AB ile ilişki kuran Balkan ülkelerine vize muafiyeti tanınırken, Türkiye'nin vize kuyruğunda bekletilmesinden söz etmiyoruz. Ya da Avrupa Topluluğu Adalet Divanı'nın (ATAD) kararları gereği 1973'te yürürlüğe giren Katma Protokol'e göre işadamı, müteahhit, doktor, bilim adamı, sanatçı, gazeteci gibi hizmet sunan kategorisindeki kişilere vize uygulanmaması gerektiğinden bahsetmiyoruz.

Burada dikkat çektiğimiz, normal vize prosedürleri içinde çıkarılan gereksiz zorluklar ve üstü örtülüp kullandırılmayan haklar. Nitekim üst düzey bir AB yetkilisi ile konuyu bütün yanlarıyla konuşma imkânımız oldu. Bu sorunların yanı sıra Şengen vizesi veren ülkeler arasındaki standart farklarını gidermek için 1 aydır elçilikler arasında çalışmalar yaptıklarını söyledi. Her yıl Türkiye'den 700 bin kişi AB ülkeleri için vize alıyormuş. Hiçbir iyileştirme yapmasan bile AB'nin mevcut vize düzenlemelerine göre işadamına, gazeteciye, akademisyene ücretsiz vize verilebileceğini söyledi. Vize sürelerindeki keyfiliği kabul etti. Ancak ATAD'ın verdiği kararın Almanya'da hizmet sunanlarla sınırlı olduğunu, genelleme yapılamayacağını savundu. Vize sorununu kökten çözmek için Türkiye'nin Yeniden Kabul Anlaşması'nı imzalaması gerektiğini söyleyen yetkili, bununla ilgili müzakerelerin sona yaklaştığı müjdesini verirken, sürecin tıkandığı noktaya da dikkat çekti. Türkiye, "Şengen'i konuşmak için AB Komisyonu önce Konsey'den yetki alsın" diyor. Komisyon ise Türkiye'nin önce Kabul Anlaşması'nı imzalamasını istiyor. İnşallah, bu sorunun aşılması fazla sürmez. Ama o güne kadar var olan kolaylıklar gizlenmese ve pasaportlar gereksiz yere, kısa süreli Şengen vizeleriyle dolmasa, ne olur?

a.bilici@zaman.com.tr
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1067928