Haberler:

deneme

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - kilimanjaro

#881
Terör örgütü PKK'nın üst birimi yani amiri KCK ile ilgili yeni gerçekler gün yüzüne çıkıyor.

İki gündür gazetelerde yer alan iki haber, görmek isteyen için KCK'nın gerçek fotoğrafını sunuyor. İlk haber Batman'a dört sivilin hayatını kaybettiği mayın saldırısıyla ilgili. Hatırlanacağı üzere PKK, Batman'da TPAO'ya ait petrol tanklarını yakarken, olay yerine gelen sivil araç yola döşenen mayınla patlatılmıştı. Arabada bulunan Salih Özdemir, Sofi Özdemir, Sıtkı Özdemir ve Sedat Özevin'in hayatını kaybetmesi infiale sebep olmuştu. Bölgenin güçlü ailelerinden olan Özdemirlerin tepkisi saldırıyı önce sahiplenmeyen KCK'ya geri adım attırdı. Eylem üstlenildi ve 'hata' yapanlar cezalandırıldı. 4 kişinin ölümünden sorumlu tutulan iki terörist 20 ve 24 yıl hapis cezasına çarptırılmış. Kararı da askerî(!) mahkeme vermiş.

Aslında herkes hangi eylemin derin devlete ya da PKK'ya ait olduğunu biliyor. Ancak aşireti güçlü olan sesini yükseltip sonuç alırken, garibanlar kim vurduya gitmeye devam ediyor. Batman saldırısı sonrasında KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan 'asla ve asla mümkün değildir' sözleriyle eylemi yapmadıklarını ileri sürmüştü. Benzer yalanmaları Reşadiye saldırısı, Diyarbakır bombası ve Hakkari'de öldürülen cami imamı Aziz Tan gibi pek çok olayda gördük. En son Hakkâri Geçitli köyünde 9 sivilin hayatını kaybettiği mayınlı saldırıda aynı senaryo piyasaya sürüldü. Henüz Geçitli için olmadı ama diğer saldırılar hakkında 'Pardon, bizim çocuklarmış' itiraflarını işittik. Geçitli'de ise Baver kod aldı teröriste ait parmak izinin bulunduğu iddia edildi.

Diğer önemli haber ise Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir'le alakalı gelişmeler. 'Silahlı mücadele miadını doldurmuştur.' sözleri Başkan'ın başını ağrıtıyor. Öcalan 'soytarı ve şarlatan' olarak nitelendiği Başkan'ın 'ağzını Diyarbakırlı gençlere yırttırabileceği' tehdidinde bulunmuştu. Ağzı yırtılmadı ama yetkilerinin alınacağı ve başına bir 'vâsi' tayin edileceği anlaşılıyor. Baydemir belediye işleriyle ilgilenirken eşbaşkan uluslararası platform ve siyasî konuları takip edecek. Kısacası Baydemir etkinliğini borçlu olduğu vitrinlerden çekilecek, sadece kanalizasyon işleriyle görevlendirilecek. Yıllardır seçilmişleri kontrol altında tutmak üzere atanmış valiler sisteminden şikâyet ediyorduk. Belediye başkanlarının şehir dışına çıkmak için valilerden izin aldığı günleri mumla arayacağız.

PKK/KCK'nın silah bırakmak ve şiddetten uzaklaşmak niyeti olmadığını gösteren başka örnekler de var. En dikkat çekeni ise yazar Orhan Miroğlu'na yapılan tehdit. Diyarbakır Cezaevi işkencelerini yaşayan, Musa Anter suikastında ağır yaralı kurtulan Miroğlu'na 'ayağını denk al' mesajı verildi. 'Bıçak altında dolaştığı ve böyle giderse üzerinin kırmızı kalemle çizileceği; mortoğlu olacağı' bildirildi. Bu cümleler Batman'da 'hata ile sivilleri öldürdüğü için gerillalarına 24 yıl hapis cezası' verdiğini açıklayan HPG'nin internet sitesinde yayınlandı. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?

Çok kısa zamana sığan gelişmeler iki şeyi açık biçimde gösteriyor. PKK/KCK yapılanması, savunmakta zorlanacağı eylemleri önce reddediyor. Sonra yarım ağızla ya da içindeki 'kötü çocukları' hedefe koyarak üstlenmek zorunda kalıyor. Kötü çocukların kontrol dışı hareket ettiklerine inananlara şaşıyorum. En küçük muhalefetin canla ödendiği örgütlerde genel siyasetin dışına çıkmaya kimse cesaret edemez. İkincisi, KCK silah zoruyla sahip olduğu 'tekel' konumunu kaybetmek istemiyor. Kendi ayakları üzerinde duran ve cazibe merkezi haline gelenler bertaraf ediliyor. Halkın seçtiği Baydemir veya çilekeş Miroğlu olmanız sonucu değiştirmiyor. b.korucu@zaman.com.tr

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1060131&title=kck-devlet-olmus-bile
#883
Batı'da çok büyük nispette çökmüş bulunan aile, Batılılaşma sürecindeki ülkemizde de büyük bir hızla çökmeye doğru gidiyor. Bunun sebeplerini iyi tahlil edebilmek için önce bazı rakamlara bakmakta fayda var.

Avukat M. Şerif Sağıroğlu'nun yayınladığı araştırmaya göre, boşanmayla ilgili rakamların kayıt altına alındığı 1930 yılı ile 2008 arasında ülkemizde 3 milyon 4 bin 148 kişi boşanmış. Ülkenin ekonomik yönden en geri, halkın en fakir olduğu 1940 ile 1949 yılları arasında 58 bin 395 çift boşanırken, en fazla kalkındığına inanılan 2000 ile 2007 yılları arasında ise 603 bin 622 çift boşanmış. Daha ilginç bir rakam olarak, 2000 ile 2006 yılları arasındaki, yani 6 yıldaki boşanma sayısı, 1940 ile 1999 yılları arasındaki, yani 59 yıldaki sayıya neredeyse eşit. Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) verilerine göre, 1990 yılında 25 bin 712 olan boşanma sayısı, 2004 yılında 88 bin 736'ya çıkmış. Yani, 1990-2004 arasını kapsayan 15 yılda boşanma oranı yüzde 245 artış göstermiş. 2007 yılında 94 bin 219 çift boşanırken, bu sayı 2008 yılında % 5,7 artarak 99 bin 663'e yükselmiş. İçinde bulunduğumuz 2010 yılının 2. dönemini kapsayan Nisan-Mayıs-Haziran aylarında 32 bin 743 çift boşanmış. Bu rakamı 2010'un tamamı için genel-geçer kabul edersek, bu yıl boşanmaların sayısı 110 bini aşacak demektir.

TÜİK'in rakamlarıyla ilgili bir gerçek var ki, bunlar, daha çok muhtarlık verilerine dayanıyor. Boşanmayla sonuçlanan davalardan bazıları ise muhtarlıklara yansımıyor. Dolayısıyla daha gerçekçi olması gereken Adalet Bakanlığı'nın boşanmayla ilgili rakamları çok daha yüksek. Meselâ, TÜİK verilerine göre 2008 yılında 99.663 aile, Adalet Bakanlığı'na göre ise 166.389 aile yok olmuş.

Ailede yaşanan çöküntüyle ilgili bir diğer gerçek, muhafazakâr bir parti olan ve döneminde ikide bir dindarlığın arttığı ileri sürülen AK Parti'nin iktidar yıllarında boşanmalar, rakamların ortaya koyduğu gibi, önceye nazaran % 100'den fazla artış göstermiş. TÜİK'in rakamlarına gore 2003'te 50.108 aile boşanırken, 2010'da bu rakamın 110 bini aşacağı anlaşılıyor.

Yine, TÜİK'in bir araştırmasına göre, ailelerde çocuk sayısı arttıkça boşanmalar azalıyor. 1993 ile 2003 yılları arasında boşanan çocuksuz çift sayısı 175 bin 132 iken, 1 çocuklu 98 bin 243, 2 çocuklu 73 bin 683, 3 çocuklu 29 bin 273 ve 4 çocuklu 11 bin 787 çift boşanmış. Çocuk sayısı azaldıkça boşanma sayısı dramatik biçimde artıyor. Boşanmalarda çocuk sahibi olamamanın kadınlar için % 1,4, erkekler için binde 8'lik bir nispette sebep teşkil ettiği nazara alındığında, fazla çocuğun aileleri korumada son derece etkili olduğu görülüyor.

Ailenin çöküş sebeplerini tahlil edebilmede bir başka önemli veri, boşanmanın sebepleri. TÜİK'in 2006 yılı verilerine göre, birinci sebep, aldatma: Kadınlarda % 31,9, erkeklerde % 34,8 nispetinde boşanma sebebi. Daha sonra, kadınlarda % 21, erkeklerde % 20 nispette sorumsuzluk ve ilgisizlik; kadınlarda % 17, erkeklerde % 0 nispetinde dayak/kötü muamele; kadınlarda % 12,2, erkeklerde % 3,6 nispetinde içki ve kumar; kadınlarda % 3,9, erkeklerde % 14,5 nispetinde eşlerin birbirlerinin ailelerine karşı saygısız davranması geliyor. Diğer sebepler ise, önemsiz denecek nispette. Meselâ, pek çok büyütülen ekonomik sebep olan evin geçimini sağlayamama, kadınlar için % 1,1, erkekler için ise % 1,4'lük bir nispet oluşturuyor.

Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü'nün değerlendirmelerine göre, 2005 yılı rakamlarıyla boşanmalarda İstanbul % 22, Asıl Ege % 19, Akdeniz % 13, İç Ege % 12, Marmara % 7, Orta Anadolu % 6, Batı Karadeniz % 6, Güney-doğu Anadolu % 4, Doğu Karadeniz % 2, Orta-doğu Anadolu % 2, Kuzey-doğu Anadolu % 1'lik bir nispete sahip. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu'nun Türk ailesinin hangi bölgelerde daha güçlü olduğuyla ilgili araştırması da, bu rakamları aynen destekliyor.

Bu rakamların ne manâya geldiğini inşaallah gelecek hafta incelemeye çalışalım.

ali.unal@zaman.com.tr
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazarno=1028
#884


MEHMET KURU   -   30.11.2010

Eskişehir'de Ulusal Kanal'ın konferansında dine ağır hakaretler içeren bildiri dağıtan Hüseyin Çoban'ın CHP Seyitgazi İlçe Başkanı olduğu ortaya çıktı. Çoban, bildirideki yazdıklarının hakaret değil kişisel tepki olduğunu savundu.

Ulusal Kanal tarafından önceki gün Eskişehir'de düzenlenen 'Türban ve Laiklik' isimli konferans öncesinde büyük bir skandal yaşanmıştı. Yakasında CHP rozeti takılı olan Hüseyin Çoban, konferansa katılanlara, içinde Peygamberimiz, İslam ve başörtü takanlar hakkında ağır hakaret ifadeleri içeren iki sayfalık bir bildiri dağıtmıştı. Söz konusu konferansa CHP Eskişehir Milletvekili Murat Sönmez ve CHP İl Başkanı Erman Gölet de katılmıştı.

Türbanın cehaletin tescili ve 'hurafelerle yetiştirilen kişilerin takısı' olduğunun iddia edildiği bildiride Çoban, Peygamber Efendimiz için "Muhammet", din alimleri için "ukala" ifadesini kullanıyor.

Çoban, söz konusu bildiriye insanlara yapılan haksızlıklara, kötülüklere tepki olsun diye kişisel fikirlerini yazdığını söyledi. Yazdıklarının hakaret değil kişisel tepki olduğunu iddia eden Çoban, "Ben kimseye hakaret etmem. Tüm insanları severim. Ben kişisel tepkimi dile getirdim ve insanlarla bu tepkilerimi paylaşmak için bu yazıyı yazdım. Kimseden korkum yok benim. İsterseniz beni savcılığa da şikâyet edin." dedi.

CHP İL BAŞKANI: GEREĞİNİ YAPARIZ

CHP Eskişehir İl Başkanı Erman Gölet ise önce Çoban'ı tanımadığını söyledi, ardından da "Bunun için gereken neyse yaparız." dedi. Kimsenin hangi dine veya peygambere olursa olsun hakaret edemeyeceğini vurgulayan Gölet, "Ben o gün salonda idim. Ancak o bildiriyi görmedim. O bildiriyi bana gönderin. Bir bakayım. Eğer o bildiri de dine, peygambere veya Allah'a hakaret varsa. Bunun hemen gereğini yaparız. Hiçbir CHP'li böyle bir şey yapamaz. Yaparsa da hemen gereğini yaparız." açıklamasını yaptı. (CİHAN)

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1058919&title=chpli-baskandan-islama-agir-hakaret
#885
Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ile sivil irade arasındaki bilek güreşi devam ediyor. AYİM üç generalin terfi ettirilmemesi ile ilgili yürütmeyi durdurma kararı vermişti.

Hükümetin açığa alma işlemi de tekrar AYİM'de; bakalım inatlaşma devam edecek mi? Başbakan Tayyip Erdoğan, gerekirse kanun çıkarmaya kadar gidebileceklerini beyan ederek kararlılık vurgusu yaptı. AYİM'in generalleri göreve iade kararı vermesi kördüğümü büyütecek. Mahkeme ve önceki kararıyla ilgili düşüncelerimi aşağıda yazacağım ama önce kısa yoldan çözüm teklifimi dile getireyim. Hükümet kararname hazırlayıp Cumhurbaşkanlığı'na arz ettiğinde alacağı 'ret' cevabı konuyu kapatır. Hiçbir güç hükümet ve Meclis bile cumhurbaşkanına imza dayatmasında bulunamaz. AYİM de buna dâhildir. Bürokratik atamalarda son söz cumhurbaşkanına aittir ve bu göstermelik bir yetki değildir. Nitekim son Yüksek Askerî Şûra krizinde Köşk, Orgeneral Aslan Güner'li kararnamenin gelmemesi işaretini vermiş ve sorun bu iradeye uygun çözülmüştür. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, üç generalle ilgili değerlendirmelerde bulunurken temayülünü belli etmiştir. Bu saatten sonraki ısrarlar hem Karargâh'ı hem de adı geçen askerleri daha fazla yıpratacaktır.

"Yasama ve yürütme organı dayatma yapamaz ama yargı kararları herkesi olduğu gibi cumhurbaşkanını da bağlar" diyenler çıkabilir. Doğru bir yaklaşım değil, zira yetkisini ve tercihini belirleme noktasında yargı da Köşk'e empoze yapamaz. Kaldı ki AYİM'in verdiği yürütmeyi durdurma kararı da beni haklı çıkarıyor. AYİM, YAŞ toplantısından sonra üç generalle ilgili kararname hazırlanmayışını 'idari işlem' şeklinde görüp kararını oluşturmuş. Hükümetin bazı itirazlarını ise 'bunları YAŞ toplantısında gündeme getirebilirdiniz' diye kabul etmiyor. Hükümet bu karara inkıyat edip kararname hazırlarsa, mahkemenin söyleyeceği bir şey kalmaz. Ama kimse Cumhurbaşkanı'nın iradesine ipotek koyamaz. Köşk geri çevirdiğinde üç general açıkta da kalamaz, doğrudan emekliye ayrılırlar.

Gelelim mahkemenin yürütmeyi durdurma kararının eleştirisine. Yapılmamış bir işlem için 'yürütmeyi durdurma' vermek düz mantığa da hukuk mantığına da aykırı. Ayrıca Yüksek Askerî Şûra kararlarının yargı denetimine kapalı olduğuna dair açık anayasa hükmü var. Burada hukuka karşı hile anlamına gelebilecek yorumla, 'hükümetin YAŞ kararına uymadığı/uygulamadığı' ileri sürülüyor. Yüksek Askerî Şûra kararlarını doğru tanımlamak gerekiyor. Cumhurbaşkanı tarafından onaylandıktan sonra hukukî statü kazanan metinler ancak 'YAŞ kararı' diye nitelenir. Aksi halde cumhurbaşkanının süreçteki rolünü etkisiz elemana indirgemiş oluruz. Parlamentonun usulüne uygun ve 550 vekilin oyu ile bile olsa kabul ettiği metinlerin kanun haline gelmesi ve hukukî nitelik kazanması için cumhurbaşkanının onayı şarttır. Meclis'le Köşk arasındaki bir aşamada o metne kanun denmediği gibi yargısal denetime tabi değildir. Anayasa Mahkemesi'ne götürülemez. Aynı şekilde Genelkurmay Başkanlığı Çakmak Salonu'ndan çıkan bir metnin YAŞ kararı olarak nitelenmesinin şartı cumhurbaşkanı tarafından imzalanmasıdır. Bundan önce varlık âlemine çıkmadığı, hukukî bir nitelik kazanmadığı için zaten herhangi bir yargısal denetime tabi tutulamaz. Örnek olayda olduğu gibi henüz varlık âlemine çıkmamış ve hukukî statü kazanmamış bir 'taslak' metni YAŞ kararı kabul edip, uygulamayan idareyi mahkum etmek hukuka karşı hiledir. b.korucu@zaman.com.tr

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1058654
#886
Eğer Wikileaks belgeleri bu kadarsa, bu belgelerden bir şey olmaz. Ülkeler birbirlerinden özür diler ve bu iş çok fazla uzamaz. Çünkü ülkeler arası menfaat ilişkileri bu kadar basit ithamlarla bozulmaz. Yani şimdi Putin kendisine "Alfa Erkeği" dendi diye, ABD'yle köprüleri atmaz. 

Wikileaks sitesinin sahibi Julian Assange cüretkâr açıklamalar yapınca daha ciddi belgelerin ifşa edileceği bekleniyordu. Belki de Assange birkaç güne kadar elindeki diğer dokümanları da yayınlayacaktır.

Peki şimdiye kadar ortaya çıkan belgelerin anlatmak istediği ne? Bir kere AK Parti'yi ABD ve AB'nin güdümünde olmakla suçlayanların ellerindeki bütün koz gitmiş oldu. Hem Bush hem de Obama hükümetinin Tayyip Erdoğan'ın izlediği politikalardan pek hazzetmediği ortada. Çünkü altyapısını Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun hazırladığı ve temelini "komşularla sıfır problem" tezi olan politika tuttu ve Türkiye bölgede süper güç olma yolunda ilerledi. Belli ki ABD ve AB bundan hoşnut değil. Dolayısıyla bizdeki ulusalcı tayfanın AK Parti'yi ABD ve AB kölesi olmakla suçlaması boşa çıkmış oldu.

İşin uluslar arası boyutuna gelince... ABD'nin İran'dan hazzetmediği malum. Bazı Arap devletlerin de İran'ın işgal edilmesini istemesi doğal. Çünkü İranlılar Arap değil, Fars'tır ve İran'ın ABD'yle zıtlaşması bölgedeki Arap ülkelerinin her açıdan işine gelir. 

Hem ABD'nin hem de Avrupa devletlerinin Türkiye'nin AB üyesi olamayacağını söylemesi ise başka bir durum. Türkiye'den birçok uzman da bizim asla AB üyesi olamayacağımızı söylüyor. Bunun temel sebebi de bizim Müslüman, AB'nin ise Hıristiyan olması gösteriliyor. Yani kültürel etken. Ayrıca ABD'li yetkililer Türkiye'nin gerekli reformları yapmadığını belirtiyorlar. Eğer Türkiye AB üyesi olmayacaksa, bunun sebebi gerekli reformları yapmadığı için değil AB sözünü tutmadığı için olacaktır. Çünkü Türkiye Annan Planı'nı kabul etti ve AB'nin bundan sonra Kıbrıs'ı en azından tıpkı Tayvan modelinde olduğu gibi tanıması gerekirdi. Ne var ki AB hiç oralı olmadı ve müzakereler neredeyse donma noktasına geldi. Bundan sonra ne olacağını hep birlikte göreceğiz, ama benim fikrim Türkiye-AB ilişkileri öyle kolay kolay bitmez. Müzakereler bir zaman sonra kaldığı yerden devam edecektir. Türkiye'nin üye olması bizim olduğu kadar AB'nin de çok büyük yararınadır.

Bir diğer konu Azerbaycan lideri İlham Aliyev'in AK Parti'den pek hazzetmediği yönünde. Belgeler açıklanınca Azeri devleti bu iddiaları derhal yalanladı. Şayet bu iddia doğruysa bile, böyle bir düşünce Azerilerin aleyhine olur. Azerbaycan Türkiye olmadan Rusya ve Ermenistan arasında hiçbir şey yapamaz. İşgal altındaki Karabağ topraklarını ancak Türkiye'nin yardımıyla geri alabilir. Bakın göreceksiniz çok yakın bir zamanda Azerbaycan lideri veya yardımcıları mutlaka Türkiye'ye bir ziyaret gerçekleştireceklerdir.

Tabii bir de belgelerde bazı uçuk ve gerçek olması zor iddialar var. Mesela Başbakan'ın İsviçre'de 8 ayrı hesabı olduğu yönündeki belge xxx'e dayandırılmış ve bu kişi başbakanın yakın çevresinden biriymiş. Yani kim olmadığını bilmediğimiz biri Amerikan büyükelçiliğindeki görevliye böyle bir iddiada bulunmuş. Peki böyle bir iddia var, o yetkilinin aklına hiç şu gelmiyor mu? AK Parti hükümeti İsviçre devletiyle bu ülkede hesabı olanların isimlerini ve bu isimlerin para miktarlarını kendisine vermesi konusunda bir anlaşmaya vardı. Bu anlaşmanın görüşmeleri tam üç yıl sürdü. Ayrıca tek ya da iki hesap açtırmak varken niye 8 tane hesap? Hiç inandırıcı değil.

Rusların güzel bir atasözü vardır: Gerçeğin er ya da geç ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır. Bu ve diğer iddiaların doğru olup olmadığı er ya da geç ortaya çıkacaktır.

Ancak ortada anlamadığım bir durum var. Bu kadar belge açıklandı ve hâlâ açıklanıyor da. Niçin ABD'nin kendisi, İngiltere ve İsrail aleyhine ya da bu ülkelerin liderlerini zora sokacak bir belge yok? Hadi bu belgeleri ABD Dış İşleri Bakanlığı yetkileri hazırladı da, onlar aleyhine bir şey yok. Peki bölgede yemediği halt kalmayan İsrail aleyhine niçin tek satır yok? Hakkını yemeyelim, belki de birkaç gün sonra açıklanacak belgelerde vardır.

Açıklanan belgelerin Türkiye'yle ilgili kısmı şunu ortaya koydu ki, Türk dış politikası başarılıdır. Bu yüzdendir ki, ABD yönetimi Türk hükümetinden hoşnut değildir. Bu yüzdendir ki, İsrail devleti olası bir darbeyi desteklemiştir ve Türk ordusu gerekeni (!) yapsın diye yatıp kalkıp dua etmektedir. Ama İsrail artık böyle bir seçeneğin ortada olmadığını hâlâ göremiyorsa, ya vizyon yoksunudur ya da biz İsrail'i gözümüzde çok büyüttük.   

Wikileaks sitesinin sahibi Julian Assange belgeler ifşa olunca, ABD Dış İşleri Bakanı Hilary Clinton'ın kalp krizi geçireceğini söylemişti. Bu belgelerle değil kalp krizi, baygınlık bile geçirilmez. Karaman'ın koyunu er ya da geç ortaya çıkacak, bu oyunun da perde arkasını mutlaka öğreneceğiz.

Cem Küçük - Haber 7
cemkucuk@gmail.com
http://www.haber7.com/haber/20101130/Aleyhinde-belge-olmayan-uc-ulke-var.php
#887
Sağlık Bakanlığının ''Doğal Mineralli Sular Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik'', Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Şişelerde artık 7 yaşından küçükler için uyarıda bulunulacak.

Sağlık Bakanlığının ''Doğal Mineralli Sular Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik'', Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Yönetmelik ile ''Doğal Mineralli Sularda Kendiliğinden Bulunan Bileşenler ve Aşıldığı Takdirde Halk Sağlığı Açısından Risk Oluşturabilecek Maksimum Limitler'' tablo şeklinde belirlendi. Sularda bulunabilecek maksimum miktarın yer aldığı tablodaki ''Sülfür'' parametresine ait ''0.05'' ve ''Alüminyum'' parametresine ait ''0.2'' değerleri yürürlükten kaldırıldı.

Doğal mineralli suya ait fiziksel, kimyasal, fiziko-kimyasal ve mikrobiyolojik analiz sonuçları, başvuru tarihi itibarıyla bir yıldan daha eski tarihli olamayacak.

Doğal mineralli suları incelemek üzere her ilde sağlık müdürünün teklifi ve Valiliğin onayı ile oluşturulan inceleme kurulunda ''çevre mühendisi'' de bulunabilecek.

Yönetmeliğin bazı hükümlerinde Jeotermal Kaynaklar ve Doğal Mineralli Sular Kanunu Uygulama Yönetmeliği hükümlerine uyarlama yapıldı.

Yönetmeliğe eklenen yeni hükme göre, geri dönüşlü polikarbonat damacanalarda suyun adı ve/veya şirket ismi ve/veya tescilli amblemi veya logosu kabartma şeklinde kap üzerine yazılacak ve bu kaplara farklı firmalara ait su dolumu yapılamayacak.

ETİKET BİLGİLERİNDE DEĞİŞİKLİK

''Etiket bilgileri ve tanıtım'' maddesinde yapılan değişikliğe göre, suyun üzerinde bulunan etiket valilikçe onaylanmadıkça piyasaya sunulamayacak.

Doğal mineralli sular 1,5 mg/L'den fazla florür ihtiva ediyorsa etiketinde, ''1,5 mg/L'den fazla florür içermektedir. Bebekler ve 7 yaşından küçük çocuklar için düzenli olarak tüketilmesi uygun değildir'' ibaresinin yer alması zorunlu olacak. Daha önce sular 1.0 mg/L'den fazla florür içermesi halinde etiketinde yazılması zorunlu tutuluyordu.

Doğal mineralli su tesisi üçer aylık periyotlarla müdürlük tarafından, gerekli durumlarda Bakanlıkça denetlenecek. Daha önce senede bir defa Bakanlıkça, üçer aylık periyotlarla da müdürlüklerce denetleniyordu.

Yönetmeliğe, eklenen geçici maddelere göre, bu maddenin yürürlüğe giriş tarihinden önce izin alan işletmeciler, izinlerini bu Yönetmelikte belirtilen hususlara uyarak gerekli onay ve izinleri bir yıl içerisinde almak zorunda olacaklar. İşletmecilerin bir yıl içerisinde Valiliğe müracaatı durumunda, bir defaya mahsus olmak üzere ruhsat ve etiketler üzerinde gerekli düzeltmeler ücretsiz olarak yapılacak.

Yönetmeliğe göre ruhsatlarını yenileyemeyen tesisler bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 3 ay içerisinde tesislerini bu Yönetmeliğe göre uyumlaştıracak.

AA
http://www.haber7.com/haber/20101130/7-yasindan-kucuklere-maden-suyu-yasagi.php
#888
Toplum bir süredir kişisel gelişim uzmanlarıyla haşır neşir... Birçoğu yurdun dört bir köşesinde ders veriyor, konferans düzenliyor, kitap yazıyor. Amaçları, sağlıklı bir toplum yapısını oluşturmada katkı sağlamak, insanın bilinç düzeyini geliştirmek...
Bu kişilerden biri de Ahmet Şerif İzgören... Birçok panele, konferansa konuşmacı olarak katıldı, fikirlerini toplumla paylaştı. Bugüne değin, kişisel gelişim konusunda 14 kitap yazdı. Okurlarıyla nitelikli bir birliktelik sağladı.
İşte bugün sizlerle, İzmirli kişisel gelişim uzmanı, yazar Ahmet Şerif İzgören'in bir kitabında aktardığı özel bir öyküyü sizlere paylaşacağım.
Toplumsal gelişim ve dürüstlük adına, yitip giden değerler adına özel bir örnek... Seviyesizliğin zirve yaptığı günümüze dair çok şey anlattığı da kesin.
***
"O gün bir toplantıya gideceğim. Baktım geç kalma ihtimalim var, bindim bir taksiye, muhabbetçi bir arkadaş. O anlatıyor ben dinliyorum. Tam işyerinin önüne geldik. Ankara'da Bakanlıklar. Diyelim ki taksi parası 9.75 TL tuttu, ben 10 TL uzattım. Hani hepimizin yaşadığı sahne vardır ya, taksici üstünü arıyormuş gibi yapar, siz de para üstünü alabilmek için bir ayak dışarda, inmemek için debelenirsiniz. Tam o sahne olacak. Şoför, para üstü var mı diye aranmaya başladı.
"Üstü kalsın kardeşim" dedim.
Döndü bana doğru, "Vaktin var mı ağabey?" diye sordu...
- Evet" dedim (tek ayağım hala dışarda).
Dörtlülere bastı, trafik dört şerit akıyor, indi araçtan. Önde bir büfe var. Gitti oraya, bir şeyler konuşup geldi. Bana 25 kuruş uzattı. Belli ki para bozdurmuş.
***
"Birader" dedim, "9.75 değil, 10.50 yazsa ister miydin 50 kuruş benden?"
- Ne alacağım ağabey 50 kuruşu.
- Peki niye gittin 25 kuruş için o kadar uğraştın, üstü kalsın demiştim.
Döndü bana, attı kolunu arkaya:
- Vaktin var mı ağabey?
- Var
- Çek kapıyı o zaman.
Başladı anlatmaya:
***
Ağabey biz Keçiören'de 5 kardeşiz. Babam rençberdi benim, günlük yevmiyeye giderdi; artık inşaat falan bulursa çalışır gelir, o gün iş bulamamışsa, biz eve gelişinden, yüzünden anlardık. Durumumuz hiç iyi olmadı. Akşam yer sofrasında yemek yerdik. Yemek bitince babam bize, "Durun kalkmayın" derdi. Önce dua ederdik sonra babam bize sofrada konuşma yapardı.
- Ne anlatırdı baban.
- Hayattta nasıl başarılı olunur.
- Babam işe gidince büyük ağabeyimiz onu taklit ederdi, delik bir çorapla pantalonun ceplerini çıkarır, dört kardeşi karşısına alıp "Dürüst olun, evinize haram lokma sokmayın" diye anlatırken, biz de gülerdik. Annem kızardı, "Babanızla alay etmeyin. O, hem dürüst hem de çalışkandır" derdi. Yan evde iki kardeş var, onların babası zengin. Babaları birahane işletiyor, ama adamda her numara vardı, kumar falan oynatırdı. Bizim yeni hiçbir şeyimiz olmadı, hep o ikisinin eskilerini kullandık. O amca mahalleden geçerken biz 5 kardeş ayağa kalkardık, çünkü bize bahşiş verirdi. Babam eve gelince ayağa kalkmazdık. Çünkü hediye, para falan hak getire. Ağabey, biz babamı kaybettik. Altı ay içinde yandaki baba da öldü. Yandaki baba iki çocuğa 5 katlı bir apartman, işleyen birahane, dövizler ve araziler bıraktı. Bizim baba ne bıraktıbiliyor musunuz?
- Ne bıraktı?
- Bakkal veresiyesi ve konuşmalarını bıraktı : "Evladım işinizi dürüst yapın, hakkınız olmayan parayı almayın" falan filan. Ağabey, aradan 15 yıl geçti, diğer iki kardeş cezaevindeler, ne ev kaldı ne birahane. Ailesi dağıldı.
-Peki sonra?
- Biz 5 kardeş, beşimizin Keçiören'de taksi durağında birer taksisi var hepimizin birer ailesi, çoluk çocuğu, hepimizin birer dairesi var. Geçenlerde büyük ağabeyimiz bizi topladı ve dedi ki:
- Asıl mirası bizim baba bırakmış.
- Hepimiz ağladık. 5 kardeş taksiciliğe başladığımızdan beri, taksimetrenin yazmadığı 10 kuruşu dahi evimize sokmadık. Her şeyimiz var Allah'a şükür.
Çok duygulandım, veda ettim, tam ineceğim, şöyle seslendi:
- Dur ağabey, asıl bomba şimdi.
- Nedir bomban?
- Nerede oturuyoruz biliyor musun? O iki kardeşin oturduğu 5 katlı apartmanı biz aldık. 5 kardeş orada oturuyoruz.
***
Sözün özü; evladınıza ne araba bırakırsınız, ne ev, ne de başka bir miras. Evlada sadece değer kavramları bırakırsınız. Hayatın gerçeğidir bu.
Amaç, hayata nasıl dürüst baktığınızla ilgili, ötesi boş.

Hürol Dağdelen, Yeni Asır
http://www.yeniasir.com.tr/Sarmasik/Yazarlar/hurol_dagdelen/2010/11/04/asil_miras_durustluk
#889
Wikileaks internet sitesi, ABD'nin birçok hassas konudaki değerlendirmelerinin yer aldığı "gizli devlet belgeleri"ni yayınladı. ABD büyükelçiliklerinden gönderilen 250 binden fazla mesajda yer alan bilgilerin aktarıldığı belgeler, dünyayı sarsacak nitelikte. İtalya Dışişleri Bakanı Frattini, Türkiye'nin geniş yer bulduğu belgeleri, "diplomasinin 11 Eylül'ü" olarak niteledi.

Son yıllarda yayınladığı ABD'nin Irak ve Afganistan savaşlarıyla ilgili gizli belgelerle ses getiren Wikileaks internet sitesi, dünyanın büyük merakla beklediği "gizli devlet belgeleri"ni çeşitli yayın organları aracılığıyla yayınladı. Amerikan yönetiminin karşı çıkmasına rağmen yayınlanan belgeler ABD Dışişleri Bakanlığı'nın toplam 270 büyükelçilik ve konsolosluklarla günlük yazışmalarına dayanıyor. Yabancı liderlerle ve dünyadaki nükleer ve terörist tehditlerle ilgili değerlendirmelerin bulunduğu belgelerde Türkiye'ye ilişkin de önemli bilgiler var. Washington'dan sonra en çok belge sızan yer ABD'nin Ankara Büyükelçiliği. Ankara'dan Washington'a 7 bin 918 telgraf gönderilmiş. ABD'nin imajını sarsması ve uzun süre dünya kamuoyunu meşgul etmesi beklenen belgeler arasında, İsrail gizli servisi Mossad'ın başkanı Meir Dagan ile ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı William Burns arasında 17 Ağustos 2007'de yapılan görüşmelerin yazışmaları da yer alıyor. Mossad Başkanı Dagan, Türkiye'de İslamcılığın yükselişe geçtiğini iddia ederken, "Burada soru, kendini Türkiye'nin laik kimliğinin koruyucusu olan Türk ordusunun daha ne kadar sessiz kalacağı." ifadelerini kullandı.

ABD ile İran pazarlığı belgelerde

Belgeler arasında, 12 Kasım 2009'da Philip Gordon ile Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu arasında yapılan ve İran'ın nükleer programını konu edinen bir görüşmenin detayları yer alıyor. 40 dakika süren görüşmede Gordon, Türkiye'nin arabuluculuk çalışmalarını eleştirirken, ABD yönetiminin Türkiye'nin İran tutumuyla ilgili soru işaretleri bulunduğunu belirtiyor. Türkiye'nin sadece İran'a yönelik yaptırımların olumsuz etkilerinden bahsetmesinden rahatsız olduklarını belirten Gordon, Davutoğlu'na, "Eğer İran nükleer silah elde ederse olası sonuçlarının farkında mısınız?" diye sordu. Davutoğlu, "Elbette. Bu riskin farkındayız. Bu nedenle Türkiye, İran dosyası üzerinde yoğun çalışıyor. Cumhurbaşkanı Gül, İstanbul'da Ahmedinejad'la iki saat görüştü." cevabını verdi. Başbakan Erdoğan'ın Guardian gazetesine verdiği röportajdan rahatsızlık duyduklarını belirten Gordon, Erdoğan'ın İran sorununa bakışına dair soru işaretleri bulunduğunu söyledi. Davutoğlu, röportajda Erdoğan'ın sözlerinin eksik aktarıldığını savunarak, sadece Türkiye'nin İran'la ilişkilerinin çözüm sürecinde önemli rolü olduğunu söyledi. Gordon, İran'ın uluslararası baskıyı dikkate almaması durumunda Türkiye'nin İran'a karşı daha sert bir pozisyon almasını istedi. Davutoğlu, Erdoğan'ın Tahran ziyaretinde bu mesajı verdiğini ve Türkiye-İran ilişkilerinin bölge için çok önemli olduğunu söyledi. Türk dış politikasının bölgeye "adalet duygusu" getirdiğini savunan Davutoğlu, Türkiye'nin bölgedeki İran nüfuzunu dengelediğini dile getirdi.

Le Monde, El Pais, Der Spiegel, New York Times ile birlikte belgeleri yayımlayan Guardian gazetesi, konuya ilişkin gizli belgeyi, "Bu görüşmede Gordon, Davutoğlu'nu, İran'ın nükleer programı konusunda Türkiye'nin arabuluculuğunun yardımcı olmayabileceği konusunda ikna etmeye çalışıyor, ancak bunda başarılı olmuyor.'' yorumuyla yer verdi. Gizli belgelere göre, Türkiye'nin AB üyeliğini desteklediklerini her fırsatta açıklayan İtalya Dışişleri Bakanı Franco Frattini, Roma'da 8 Şubat 2010'da ABD Savunma Bakanı Robert Gates'le yaptığı görüşmede, Türkiye'nin hem Avrupa hem de İran'a açılımlar yapmasını "ikili oynamak'' diye niteleyerek, "bu durumun kendisinde hayal kırıklığı yarattığını'' söylüyor.

ABD Dışişleri Müsteşarı William Burns ile Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu arasında 18 Şubat 2010'da gerçekleşen görüşmelerin kayıtları da Türkiye'nin İran'la ilgili endişelerini ortaya çıkardı. Sinirlioğlu, İran'a yönelik saldırı planlarına karşı çıkarken, tüm bölge ülkelerinin İran'ı tehdit olarak gördüğünü savunuyor. İran'ın nükleer enerji alanındaki çalışmalarından bahsederken, "Şam'da bile alarm zilleri çalıyor." ifadelerini kullanıyor. Burns'un ABD'nin İran politikasına destekleme çağrısı üzerine Sinirlioğlu, İran'a yönelik yaptırımların halkın rejime olan desteğini artırdığını ve muhalefeti zayıflattığını belirtiyor. İran'a yönelik olası bir saldırının Türkiye'ye ve tüm bölgeye zarar vereceğini kaydediyor.

Feridun Sinirlioğlu, ABD'li yetkililere Irak Başbakanı Nuri el Maliki'yle ilgili memnuniyetsizliğini de dile getiriyor. El Maliki'nin "kendi siyasi geleceğiyle ilgilendiğini" savunan Sinirlioğlu, Irak Başbakanı'nın her an kontrolden çıkabileceğini dile getiriyor. İran'ın Irak seçimlerini etkilemeye çalışmasından rahatsız olduklarını belirten Dışişleri Müsteşarı, Suudi Arabistan'ın da Şii etkisini azaltmak amacıyla Sünni kökenli siyasi partilere "para saçtığını" iddia ediyor. İran'ın Irak'la Türkiye arasındaki boru hattına karşı olduğunu savunan Sinirlioğlu, 7 Mart seçimlerinden sonra iki ülke arasında boru hattı kurulması için girişimlere başlayacaklarını kaydediyor. ABD'nin Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi'ne PKK'ya karşı daha fazla işbirliği yapması için baskı yapmasını isteyen Sinirlioğlu, Amerikan ordusundan General Odierno'nun görüşmeden kısa süre önce gerçekleştirdiği ziyaretten övgüyle bahsediyor.

En çok belge Ankara'daki Amerikan Büyükelçiliği'nden

Yayımlanan belgelerde Türkiye açısından en dikkat çekici nokta Ankara'dan Washington'a gönderilen telgraf sayısı. Sızan 251 bin belgenin çoğunluğu ABD Dışişleri Bakanlığı'na ait. Washington'tan sonra en çok belge sızan yer ise ABD'nin Ankara Büyükelçiliği. Ankara'dan Washington'a 7 bin 918 telgraf gönderilmiş. Sızan belgelerde Ankara'nın dikkatini bu nokta çekti. Bu durum Türkiye'nin öneminin ve diplomatik etkinliğinin işareti olarak görüldü. Türk tarafı Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun Türkiye için kullandığı "merkez ülke" tabirinin gerçekliğinin ortaya çıktığı görüşünde.

Araplar, ABD'den İran'a saldırmasını istemiş

Wikileaks'in sızdırdığı belgelerde Tahran'ın nükleer bir güç olmasından endişe eden Arap ülkelerinin, İran'a saldırı düzenlenmesini istediği görülüyor. Fransız Le Monde gazetesinde yayınlanan WikiLeaks belgesine göre Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdulaziz, Amerikalı diplomatlara İran'ı kastederek "yılanın başını kesmek gerek'tiğini söylüyor. 11 Şubat 2010 tarihli bir belgede de Kral Abdullah, ABD Başkanı Obama'nın Ulusal Güvenlik Danışmanı James Jones'a " Eğer İran nükleer gücünü geliştirirse bölgedeki herkes aynı şeyi yapacaktır. Bu yüzden Bu İran'ın nükleer programı kesimlikle durdurulmalıdır." diyor. Bahreyn Kralı Hamid bin İsa El-Halife ise Amerikalı general David Petraeus'a "Bölgedeki tehlikeyi engellemeyzsek daha yüksek seviyelere ulaşabilir." Diye yakınıyor. Abu Dhabi Prensi Muhammed bin Zayid El Nahyan, İran konusunda daha keskin fikirler öne sürüyor. Nahyan, İran'ın nükleer tesislerine yalnızca havadan müdahalenin yetersiz olacağını ifade ederek, karadan da müdahale yapmak gerektiğini belirtiyor.

İran'la ciddi bir gaz anlaşması bulunan Katar'ın Emiri ise 14 Şubat 2010'da Amerikalı senatör John Kerry'nin danışmanıyla konuşmasında "İran'la olan otuz yıllık ilişkilerimize dayanarak İran'dan gelen sözlerin yüzde birine inanmamak gerektiği kanaatini taşıyoruz" diye konuşuyor. Katar Başbakanı Şeyh Hamid bin Casim bin Cabir El Tani, İran ile aralarındaki ilişkiyi " Onlar bize yalan söylüyor, biz de onlara yalan konuşmak durumda kalıyoruz" şeklinde özetliyor. El Tani, İran lideri Ahmedinejad'ın "Irak'ta Amerikalılarla savaştık. Ama asıl savaşı İran'da yapacağız" şeklindeki sözlerini de aktarıyor.

Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek ise İran'ın İslam adına büyük bir hıyanete imza attığını belirtiyor ve İranlıları kastederek "O yalancıların söyledikleri hiçbir şeye inanmayın" diyor. En çarpıcı açıklamalar ise Ürdün Meclis Başkanı Zeid Rifai'ye ait. Rifai Amerikalı yetkililere yolladığı bir telegramda "Ya İran'ı bombalarsınız ya da Nükleer bir güç olan İran'la yaşamaya devam edersiniz. Sıradan yaptırımların hiçbir önemi yok" şeklinde tepkisini dile getiriyor.

Ermenistan İran'a silah göndermiş

Belgelerde Suudi kralı Abdullah ile İran Dışişleri Bakanı Muttaki arasındaki görüşmede İran'ın Arap ülkelerinin ve özellikle Hamas'ın içişlerine karışıtığı konusunun gündeme geldiği yer alıyor. Görüşmede Muttaki İran'ın Arap ülkelerinin içişlerine karışmasını 'Onlar Müslüman' teziyle savunurken; Kralın ise buna karşı çıkarak 'Onlar Arap. Farslılar olarak onların içişlerine karışamazsınız' dediği öğrenildi.

Belgelerde yer alan başka bir bilgiye göre ise Ermenistan'ın İran'a silah göndermesi Amerika'yı rahatsız ediyor. Ermeni kaynaklı silahların Irak'a geçtiği ve Amerikan askerlerinin ölümüne sebep olduğu da iddia ediliyor. İran Kızılay'ının faaliyetleri de belli bölgelere ajan ve silah gönderme için kullandığı belirtiliyor.

Dünya liderleri için akıl almaz benzetmeler

ABD'nin dünya başkentlerinde yer alan diplomatların bulunduğu ülke liderleri ile ilgili hiç de diplomatik olmayan konuşmalar ortaya çıktı. ABD'nin imajını sarsması ve uzun süre dünya kamuoyunu meşgul etmesi beklenen WikiLeaks'in yayınladığı gizli bilgilere göre, Moskova'da görev yapan ABD Büyükelçisi 2008'in sonlarında Rusya Başbakanı Vladimir Putin'i Batman'a ve Rusya Devlet Başkanı Dmitri Medvedev'i de yardımcısı Robin'e benzetmiş. New York Times başta olmak üzere uluslararası basında yer almaya başlayan bilgilere göre Kuzey Kore lideri Kim Jong-il de Amerika'lı diplomatlara göre "iradesiz yaşlı bir adam". Kuzey Kore lideri için "inme sonucu fiziki ve psikolojik travma geçiren birisi" ifadeleri de kullanılıyor.

ABD Paris Büyükelçiliği, Fransa Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy'yi ince tenli ve otoriter kişiliği ile tanımlarken, İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi ise ABD Roma Büyükelçiliği tarafından "kibirli, beceriksiz ve etkisiz Avrupalı bir lider" olarak eleştiriliyor. ABD Roma Büyükelçiliği'nden geçilen bir başka raporda da "fiziki ve siyasi açıdan zayıf bir lider" olarak tanımlanan Berlusconi, gece hayatına düşkün olduğu için yeterince vakti kalmadığı değerlendirmesi yapılıyor.

Roma Büyükelçiliği'nden 2009'da geçilen raporda da Putin ve Berlusconi arasındaki dostluğa dikkat çekiliyor. Berlusconi'nin aşırı hediyeler ve iş dünyasındaki gücü sayesinde karlı enerji anlaşmaları sağladığı iddia edilen belgelerde, İtalyan lider Avrupa'da Putin'in sözcüsü olmakla suçlanıyor. Putin'in toplumda etkili olan kişiler üzerinde bir baskı oluşturduğunu kaydeden Amerikalı diplomatlar, Putin'in fermanlarını yerine getirmeyen ve yönetilemeyen bürokrasi tarafından kuyusunun kazıldığını savunuyor.

ABD'nin Afganistan'da müttefiki Cumhurbaşkanı Hamid Karzai için Kabil Büyükelçiliği'nin kullandığı ifadeler de hayli ilginç: "Gerçekleri dinlemeyen hayli zayıf karakterli birisi. Kendisine karşı ya da başka raporlarla kolaylıkla fikirlerini değiştirebiliyor."

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu için söylenen ifadeler de hayli tartışma yaratacak cinsten: "Zarif ve etkiliyeci ancak hiç bir zaman verdiği sözü yerine getirmez." ABD'nin eski Berlin Büyükelçisi Philip Murphy Alman Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle hakkında 'fikirlerinde derinlik olmayan, Amerikan karşıtı, beceriksiz ve kendini beğenmiş biri' olarak tanımlanıyor. Almanya Başbakanı Angela Merkel için ise 'Teflon Merkel' 'riske açık olmayan ve üretici olmaktan uzak' yakıştırması yapılıyor. Belgelerde BM toplantıları için ABD'ye gidecek olan Libya Lideri Muammer Kaddafi'nin suyun üzerinde uçmaktan korktuğu, en fazla 8 saat uçabildiği belirtiliyor.

Guantanamo için rüşvet

Belgeler, ABD'nin Guantanamo Hapishanesi'ndeki esirlerin kabul edilmesi için diğer ülkelere rüşvet verdiğini gösteriyor. Belgelere göre Slovenya Obama ile randevu ayarlanması karşılığında bir tutukluyu alması istenirken, Kirbati ada devletine de Müslüman Çinli tutukluları alması için milyon dolarlık ticari anlaşma teklif edildi.Belçika'ya da tutuklu kabul etmesi karşılığında Avrupa'da daha güçlü bir pozisyon vaat ediliyor. Belgelere göre, ayrıca 2007 yılında ABD Başkanı George Bush ile Çin lideri Hu arasındaki görüşmede, Bush, Pekin'inİran'a gemilerle balistik füze parçaları parça göndermesini sona ermesi çağrısında bulunuyor. Hu ise konuyla ilgili ayrıntılı bilgi istiyor. Kuzey Kore'nin ekonomik sorunları ve siyasi durumu göz önüne alınarak, ABD'li yetkililer Güney Kore'liler ile bir araya gelerek Kore'nin birleştirilmesini görüşmüşler. Bu konuda Pekin yönetiminin ikna edilmesi için ekonomik teşvikler ve doğru ticari anlaşmaların işe yarayacağı düşünülmüş.


Amerikalı diplomatlara casusluk talimatı
Kamuoyuna sızan belgeler arasında, BM, Ortadoğu, Doğu Avrupa ve Latin Amerika'daki ABD misyonlarında görev yapan Dışişleri Bakanlığı personeline casusluk yapmaları yönünde Washington'dan giden direktifler de bulunuyor. Normalde casusluk faaliyetleri için CIA ve benzeri istihbarat örgütlerini kullanan ABD'nin bu uygulaması istihbarat geleneklerini zorluyor. 2008 tarihe kadar geri giden belgelere göre Amerikalı diplomatlardan yabancı devlet yetkililerinin kredi kartı bilgileri ve çalışma takvimleri gibi şahsi bilgilerinin alınması talep ediliyor. Belgeler, diplomatların bu emirleri yerine getirip getirmediğine dair ipucu vermiyor. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton imzalı direktiflerden birinde, ABD'nin BM Daimi Temsilciliği'ndeki personele bilgi toplama öncelikleri listeleniyor ve Kuzey Koreli diplomatların 'biyografik ve biyometrik' bilgi dahil fişlenmeleri isteniyor.


--------------------------------------------------------------------------------

İFŞAA EDİLEN BELGELERDEN KISA KISA

AFGANİSTAN: Afganistan devlet başkanı yardımcısı Ahmet Ziya Mesut, Birleşik Arap Emirliklerine yaptığı ziyarette yanında 52 milyon doları ülkeden çıkartmış.

SANAL SAVAŞ ÇİN: Çin politbürosu Google'ın bu ülkedeki sistemini hedef alan hacker saldırısı düzenlemiş. Bu saldırı Çin hükümetinin özel güvenliğin ve İnternet uzmanları tarafından yürütülen büyük bir kampanyanın parçası olarak değerlendiriliyor. Çin Dalai Lama Batılı ülkeler ve Amerikan hükümetinin bilgisayarlarına da 2002 yılında girilmiş.

SUUDİ EL KAİDE: El Kaide terör örgütünün finansörleri arasında Suudiler ön sıradaki yerlerini korurken, Amerikan üssünün bulunduğu Katar belgelerde terörizme karşı mücadelede 'en kötü ülke' olarak yer alıyor.

ALMANYA: Belgelere göre Almanya'da isim benzerliği nedeniyle yanlış kişiyi Afganistan'da gözaltına alınan biriyle karıştırarak tutuklayan CIA ajanları ile ilgili tutuklama kararı çıkartmaması için sert şekilde uyarmış. ABD'li bir diplomat Alman meslektaşına Almanya'yı tehdit etmediğini fakat Amerika ile ilişkilerde atılan her adıma dikkat etmesi gerektiklerini söylemiş.

ALMANYA: Belgelere göre Almanya'da isim benzerliği nedeniyle yanlış kişiyi Afganistan'da gözaltına alınan biriyle karıştırarak tutuklayan CIA ajanları ile ilgili tutuklama kararı çıkartmaması için sert şekilde uyarmış. ABD'li bir diplomat Alman meslektaşına Almanya'yı tehdit etmediğini fakat Amerika ile ilişkilerde atılan her adıma dikkat etmesi gerektiklerini söylemiş.

Kaddafi suyun üzerinde uçmaya korkuyor: Belgelerde BM toplantıları için ABD'ye gidecek olan Libya Lideri Muammer Kaddafi'nin suyun üzerinde uçmaktan korktuğu, en fazla 8 saat uçabildiği belirtiliyor.

İran ambulanslarla silahı Lübnan'a sokmuş: İsrail ve Hizbullah arasında 2006 yılında cerayan eden 35 günlük savaşta İran'ın Hizbullah'a ambulanslar içinde gönderdiği silahlarla yardım ettiği öne sürülüyor.

Mısır, inatçı müttefik: ABD'nin Kahire Büyükelçiliği tarafından Dışişleri Bakanı Hillary Clinton için 2009 yılında gönderilen telgrafta Mısır'dan inatçı müttefik diye bahsediliyor. Mısır'a karşı saygılı davranıldığında iyi bir karşılık alındığı belirtilen telgrafta, Kahire yönetiminin kendisini Ortadoğu konusunda zaruri bir Arap devleti olarak görme algısına sahip olduğu belirtiliyor.

Hamas ve El Fetih liderleri için casusluk: Amerikan Yönetimi, Hamas mensupları ve El Fetih liderleri konusunda casusluk yapması için Amerikan elçilik personeline duyuru yapmış. Buna göre Filistinli liderlerin kullanacağı güzergahlar, bineceği araçların yanısıra kişilerle ilgili biyometrik ve biyografik bilgilerle finansal durumları konusunda da ayrıntılı bilgi talep edilmiş.

El Kaide'nin en büyük finansörü Suudiler: Belgelerde Amerika'nın Ortadoğu'daki en stratejik müttefiki Suudi Arabistan, Amerika'nın küresel en büyük düşmanı El Kaide'nin en büyük finansörü olarak belirtiliyor.

--------------------------------------------------------------------------------
Ali H. Aslan Washıngton / Emre Demir Paris / Süleyman Bağ Berlin / Faruk Akkan Moskova

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1058374&title=diplomasinin-11-eylulu-cablegate
#890
Doğan Yayın Holding'ten yapılan özel durum açıklamasında D Yapım Reklamcılık ve Dağıtım A.Ş'ye tebliğ edilen 1 milyar 369 milyon TL tutarındaki cezanın yürütmesinin durdurulduğu açıklandı.

Doğan Yayın Holding A.Ş, bağlı ortaklığı D Yapım Reklamcılık ve Dağıtım A.Ş'nin talebinin uygun bulunarak Vergi/Ceza İhbarnamesinin yürütmesinin durdurulduğunu açıkladı.

Doğan Yayın Holding'in Kamuyu Aydınlatma Platformu'nda (KAP) yayımlanan özel durum açıklamasında, D Yapım Reklamcılık ve Dağıtım A.Ş'ye tebliğ edilen 1 milyar 369 milyon 56 bin 709 TL tutarındaki 2 No'lu Vergi/Ceza İhbarnamesi'ne dayanak teşkil eden, İstanbul 10'uncu Vergi Mahkemesi kararının D Yapım Reklamcılık ve Dağıtım A.Ş. aleyhine sonuçlanan kısmına ilişkin olarak, D Yapım Reklamcılık ve Dağıtım A.Ş. tarafından yapılan yürütmenin durdurulması talebinin kabul edildiğine ilişkin Danıştay kararının, adı geçen bağlı ortaklık avukatlarınca teslim alındığının öğrenildiği belirtildi.

Açıklamada, şunlar kaydedildi:

''Gelinen bu aşamada, Danıştay'ın söz konusu kararı gereğince, D Yapım Reklamcılık ve Dağıtım A.Ş'ye tebliğ edilen 1 milyar 369 milyon 56 bin 709 TL tutarındaki 2 No'lu Vergi/Ceza İhbarnamesi'nin bu aşamada ödenmesi söz konusu olmayıp; davanın esastan görüşülmesine ise ayrıca devam edilecektir.

Danıştay'ın yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararı 'oy birliği' ile alınmış olup; karar metni aynen aşağıya çıkarılmıştır;

'Türk Ticaret Kanunu'nun 411. ve devamı maddelerinde yer alan hükümler ile Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 17. maddesinin 4. fıkrasının -g- bendi hükmünün birlikte incelenip değerlendirilmesi sonucu 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 52. maddesinin yollamada bulunduğu 27. maddenin 2. fıkrasında öngörülen şartların gerçekleştiği anlaşıldığından, teminat aranmaksızın yürütmenin durdurulmasına, yürütmenin durdurulması harcı peşin alındığından yeniden harç alınmasına gerek olmadığına oybirliği ile karar verildi.''

Özel durum açıklamasında, Holding tarafından daha önce konuya ilişkin yapılan açıklamalarda ''hisse senedi yerine geçmek üzere çıkarılan geçici ilmühaber devirlerinde KDV hesaplanması uygulaması ve buna onay veren bir Mahkeme kararı ile ilk kez karşı karşıya kalındığı''nın ifade edildiği belirtilerek, ''Böylece, söz konusu Mahkeme kararının yürütmesinin durdurulması ile; geçici ilmühaber devirlerinde, KDV hesaplanıp hesaplanmayacağı ile ilgili olarak bir Danıştay kararı da ilk kez hukuk alemindeki yerini almış olmaktadır'' denildi.

AA
http://www.haber7.com/haber/20101129/Doganin-imdadina-Danistay-yetisti.php
#891
Başbakan, "Yolu siz açacaksınız" demiş madem, hadi bakalım, yolu açma çalışmalarına başlayalım...
Aslına bakarsanız ben kendi payıma yolu hep açık tutmaya çalışmış biriyim. Bu meseleyi tartışmaya hiçbir zaman ara vermedim. Başörtülü kadınlara konan siyaset yasağını hep gündemde tutmaya çalıştım.
Bir ülkede kadınların yarıdan fazlası siyasi yasaklı iken, siyasete kadın katılımının arttırılmasından, kadın kotası koymaktan, daha çok kadının partilerde etkili konumlara getirilmesinden bahsetmekten daha büyük riyakârlık olabilir mi?
Türkiye yıllardır bu riyakârlığı yapıyor. Ve artık bu riyakârlığa bir son vermek gerekiyor. Bu açıdan bakıldığında, Başbakan'ın gazetecilere yaptığı açıklamayı, 2011 seçimlerinde AK Parti'nin başörtülü adaylarla seçmen karşısına çıkacağının ön haberi olarak görebilir ve sevinebiliriz.
Ne var ki, Başbakan'ın da kastettiği gibi, bu iş damdan düşer gibi olmaz. Başörtülü adaylar karşımıza çıkmadan önce bizim toplum olarak açıkça konuşmamız, hesaplaşmamız ve hazmetmemiz gereken meseleler var ve bunu yapmak için önümüzde kalan süre hiç de uzun sayılmaz.
O zaman hemen başlayalım:
Türkiye geçtiğimiz yıllarda 28 Şubat'la oldukça köklü bir hesaplaşma yaşarken; andıçlar deşifre olur, kimi medya patronları ve köşe yazarları özeleştiriler yaparken; brifingci yüksek mahkeme üyelerine, birtakım sivil toplum kuruluşlarına ve CHP'ye o dönemde takındıkları darbe işbirlikçisi tutumun hesabı sorulurken; hep atlanan, hiç olmamış gibi davranılan bir şey vardı: Merve Kavakçı Olayı... O gün Meclis çatısı altında yaşanan büyük rezalet... Bir vekilin onu seçenlerin gözü önünde linç edilişi...
Evet, 28 Şubat dönemiyle ilgili her şey konuşuldu. Ama nedense toplumsal histeriye dönüşen o linçten bahsetmemek konusunda sessiz bir konsensüse varmış gibiyiz. Çünkü henüz hiç kimse yakın tarihimize "toplumsal histeriye dönüşen bir bağnazlık dönemi" olarak geçecek olan o olayla hesaplaşmaya; o büyük ayıpla ve o ayıbın kendine düşen bölümüyle yüzleşmeye hazır değil.
Oysa, yolu açmak istiyorsak önce bu olayla hiç kaçamaksız, her yönüyle hesaplaşmayı göze almak lazım.
Mesela o gün Ecevit'in "Haddini bildirin" çağrısıyla ağızlarından köpükler saçarak "dışarı dışarı" diye tempo tutan DSP'liler bugün o yaptıkları hakkında ne düşünüyor? Linç kampanyasının baş aktörü olan basın organları bugün o yayınlarını nasıl değerlendiriyor? Yemin olayının üstünden birkaç saat geçmeden televizyona çıkıp bütün Türkiye'ye bir milletvekilini tanıksız kanıtsız "ajan provokatör" ilan eden Demirel yaptığından utanmıyor mu? Girişilen siyasi linç hukuk terörüne dönüştüğünde, DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel o ünlü gece baskınını düzenlediğinde, Kavakçı apar topar vatandaşlıktan çıkarıldığında bu hukuksuzluğu kılı kıpırdamadan seyreden hukukçuların hiç değilse şimdi söyleyecek bir çift sözleri yok mu?
Ve belki de en önemlisi, o gün Faziletli olan siyasetçilerin bugün bize ve Merve Kavakçı'ya borçlu oldukları bir özeleştirileri yok mu?
Zira Fazilet Partisi'nin Merve Kavakçı olayında takındığı tutum tam bir rezaletti. Bir siyasetçi için, güçler dengesini iyi hesaplamak, kaldıramayacağı yükün altına girmemek en önemli meselelerden biridir. Siyasi başarı için haklı olmak yetmez. Siyasetçinin haklı olduğu konuda adım atacak gücünün de olması, siyaset yaptığı toplumda güçler dengesini doğru tahlil etmeyi bilmesi gerekir.
Ne var ki Fazilet Partisi bunu beceremedi. Adaylar belirlenirken türbanlı aday gösterilip gösterilmemesi konusunda parti içinde tartışma yaşandığını, bir kesimin böyle bir çıkış için vaktin erken olduğunu savunduğunu biliyoruz. Ama ne olursa olsun, mademki sonunda türbanlı aday çıkarılması kararı alındı, partiye düşen bir bütün olarak bu kararın arkasında durmak ve adayına sonuna kadar sahip çıkmaktı.
İşte Faziletliler bunu yapamadılar. Gelen saldırıyı göğüsleyemediler. İlk salvoda kenara çekilip gencecik ve tecrübesiz bir milletvekilini kurtlarla baş başa bıraktılar. Kavakçı o korkunç linç girişimi karşısında neye uğradığını şaşırdı. Gece yarısı kapısına dayanıldığında, Amerikan casusu ilan edildiğinde, medya linci başladığında, ona paravan olmaya çalışan birkaç yürekli insan dışında (Nazlı Ilıcak'ın adını burada minnetle anmalıyız) partinin kodamanlarının hiçbiri yanında yoktu. Parti sinmiş, herkes kendi derdine düşmüş, Kavakçı kurbanlık koyun gibi dımdızlak ortada kalmıştı.
Şimdi bu konuyu tekrar gündeme getirdiklerine göre, o zaman Fazilet Partili olan AK Parti liderlerinin bu konuyu nasıl değerlendirdiğini bilmek istememiz normal değil mi?
Biz yolu açmak için elimizden geleni yaparız yapmasına ama siyasi iradenin de geçen defa yaptığını yapmayacağına güvenmemiz lazım.

http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/130238-yolu-acmak-makalesi.aspx
#892


HAS Parti 1. Olağan Kongresinde tek liste ile seçimlere giren Numan Kurtulmuş, kongrede kullanılan 210 oydan 207'sini alarak genel başkanlığa seçildi.

KURTULMUŞ'TAN REFERANDUM ÇAĞRISI

Halkın Sesi Partisi (HAS Parti) Genel Başkanı Kurtulmuş, ''Bizi sağcılık, solculuk, başkalarının tanımlamaları bağlamıyor, bizi muhafazakarlık, liberallik bağlamıyor. Bizi vicdan bağlıyor, bizi ahlak bağlıyor, bizi medeniyetimizin değerleri bağlıyor, bizi adalet bağlıyor, bizi hakkaniyet bağlıyor hem de sımsıkı birbirimize bağlıyor'' dedi.

Kurtulmuş, partisinin 1. Olağan Büyük Kongresi'nde yaptığı konuşmada, toplumun ve halkın farkında olmadan Türkiye siyasetinde bir ilk gerçekleştiğini söyledi. Kurtulmuş, Türkiye'de 28 gün gibi çok kısa bir sürede gerekli işlemlerini ve örgütlenmelerini gerçekleştirmiş ve büyük kongresini yapmış ve gelecek seçimlere katılmaya hak kazanmış bir parti haline geleceklerini belirterek, ''Bu hız, bu sürat bu kararlılık Türkiye de bir ilktir'' diye konuştu.

Halkın Sesi Partisinin ''aslında Türkiye'de var olduğunu'' ifade eden Kurtulmuş sözlerini şöyle sürdürdü:

''Aslında Halkın Sesi Partisi, Türkiye de var olan bir partiydi. Çiftçinin arasında, üniversitelinin arasında sokakta vardı, fabrikalının arasında vardı. Onun için bu kadar çabuk kuruldu, bunun için bu kadar kısa sürede ayağa kalktı. Türkiye'de hakkaniyet güneşi, medeniyet güneşi, insanlık güneşi, Türkiye'de bu milletin güneşi doğuyor. Fakat burada yapmak istediğimiz ilk adımı atmaktır. Eminim ki önümüzdeki dönemde Türkiye'nin her yerinde halkın sesini çıkartacak, bu milletin çığlığını yükselteceksiniz. Önümüzdeki seçimden itibaren milletin talihi değişmeye başlayacaktır.

Bu parti niçin kuruldu? Türkiye sosyolojisinin yeni bir partiye ihtiyacı olduğu için kuruldu. İktidar ve muhalefet partileri bu işi çözemediği için iş HAS Parti'ye düşüyor.''

SAĞ VE SOL

Sağ ve sol kavramının, siyasette artık bir karşılığının kalmadığını öne süren Kurtulmuş, ''Biz aslında var olan bu partiyi resmiyete döküyoruz, ete kemiğe büründürüyoruz'' diye konuştu.

Kurtulmuş, milletin hayrına olan her şeyi söylemekten çekinmeyeceklerini belirterek, bundan sonra milletin ilgiyle takip ettiği bir siyasi kadro olacaklarını söyledi.

''Bu milletin sesi Ankara'ya gelmesin diye yıllardır Ankara'da Karagöz-Hacivat oynuyorlar'' diyen Kurtulmuş, HAS Parti kadrolarının, siyaseti milletin sesini yönetime taşıma sorumluluğu olarak gördüğünü anlattı. Halkın Sesi Partisinin belli bir grubun değil, bütün Türkiye'nin partisi olduğunu ifade eden Kurtulmuş, ''HAS Parti'nin siyaseti bildik tanıdık siyasetlerden değil, hakkaniyeti yeniden inşa etme siyasetidir'' diye konuştu.

YÜZDE 100 ÜZERİNDEN SİYASET

Partisinde çok farklı görüşten kişilerin bir araya geldiğini belirten Kurtulmuş, partisinin ortak bir ses çıkaracağını, bunun da toplumun ortak değerlerinden oluşan ''milletin sesi'' olacağını söyledi.

Sağ, sol, ilerici, gerici, laik, dindar, liberal, muhafazakar gibi sıfatların Türkiye'yi tanımlamaya yetmeyeceğini dile getiren Kurtulmuş, bunların diğer partilerce milleti bölüp daha rahat siyaset yapmak için ''uydurulduğunu'' iddia etti.

Milletin artık bu tür sözleri yutmayacağını anlatan Kurtulmuş, partisinin milletin sesi olduğunu, bu nedenle de bazılarının bundan korkarak partisini toplumun bir kesimine hapsetmeye çalıştığını ileri sürdü. Kurtulmuş, şunları söyledi:

''Onlar insanları bölme telaşı içindeler, biz ise bütün insanları kuşatacak bir anlayış ile yolumuza devam ediyoruz. Onlar insanları kesrette (çokluk) dağıtıyorlar, biz ise kesrette rahmet arıyoruz. Onlar siyasi hesaplarını yüzde 58'in ya da yüzde 42'nin üzerine kuruyorlar. Biz yüzde 58 niye 'evet' diyorsa, onu yerine getirmek için korkusuzca gerçekleştirmek için yola çıkıyoruz ama yüzde 42'nin korkularını ve endişelerinin ne olduğunu anlıyor, onları da kucaklıyoruz. Yani onlar yüzde 42, yüzde 58 üzerinden hesap yapsınlar biz yüzde 100'ün üzerinden hesap yapalım.''

Zayıfların ezilmemesi için siyaset yaptıklarını anlatan Kurtulmuş, ''Bizi sağcılık, solculuk, başkalarının tanımlamaları bağlamıyor, bizi muhafazakarlık, liberallik bağlamıyor. Bizi vicdan bağlıyor, bizi ahlak bağlıyor, bizi medeniyetimizin  değerleri bağlıyor, bizi adalet bağlıyor, bizi hakkaniyet bağlıyor hem de sımsıkı birbirimize bağlıyor'' dedi.

REFERANDUM İSTEĞİ

Füze Kalkanı Projesine ilişkin de eleştirilerini dile getiren Kurtulmuş, Hükümetin bu süreçte iyi bir halkla ilişkiler politikası yürüttüğünü ve vatandaşın gözünü boyadığını savundu.

Füze kalkanı konusunun millete götürülmesi gerektiğini belirten Kurtulmuş, ''Eğer kendinize güveniyorsanız hodri meydan. Parlamentodan ve milletten kaçırdığınız Füze Kalkanı meselesini gelin önümüzdeki pazar günü referanduma götürelim'' diye konuştu.

CHP'nin ciddi bir muhalefet anlayışı sergilemediğini ileri süren Kurtulmuş, ''Ümit ederim ki sayın Kılıçdaroğlu'nun dediği gibi CHP gerçekten yeni CHP olsun. Ümit ediyorum ki derin CHP'nin refleksleri bunu gerçekleştirmeye müsaade eder'' diye konuştu.

Kurtulmuş, ''Grupta konuşma yasağı konularak sosyal demokrat bir parti olunamaz, genel başkan yardımcıları televizyonların önünde konuşanları paylayarak demokrat bir parti olunamaz, demokrat bir partinin il binasında çalışan işçiler sigortasız, kaçak bir şekilde çalıştırılamaz. CHP'nin Mersin teşkilatında olduğu gibi...'' dedi.

BAZI GENERALLERİN AÇIĞA ALINMASI

Konuşmasında, bazı generallerin açığa alınmasına da değinen Kurtulmuş,  adaletteki sivil-asker iki başlılığının sona erdirilmesi gerektiğini söyledi. Kurtulmuş, hiçbir muhalefet partisinin Hükümete ''Niçin Anayasa değişikliğinde Genelkurmay Başkanlığını, Milli Savunma Bakanlığına bağlamadınız?'' diye sormadığını belirtti.

İktidarın 8 yıllık sürede hiçbir ciddi konuyu çözüme ulaştırmadığını iddia eden Kurtulmuş, iktidarın statükoya karşı iktidara gelmesine rağmen yeni bir statüko oluşturduğunu söyledi. Partisinin iktidar olması durumunda yapacaklarını da anlatan Kurtulmuş, konuşmasının sonunda salondakileri ayağa kaldırarak, partisinin izleyeceği politikalar konusunda söz verdirdi.

Kurtulmuş konuşmasının ardından partisine katılan bazı ilçe belediye başkanları ve il genel meclisi üyelerine rozet taktı.

AA
http://www.haber7.com/haber/20101128/HAS-Partinin-genel-baskani-Kurtulmus.php

KATILIMLAR

Geçtiğimiz aylarda kurulan ve bugün ilk olağan kongresini yapan Numan Kurtulmuş'un HAS Partisi'ne katılımlarda vardı. 14 ilden 20 ilçenin başkanı ve çok sayıda belde belediye HAS Parti'ye geçti.

Çok sayıda ilçe ve belde belediyesi Halkın Sesi Partisi HAS Parti'ye katıldı.

Numan Kurtulmuş'un genel başkanlıktan ve partiden ayrılmasından sonra, Saadet Partisi'nden istifa eden belediye başkanlarının bir çoğu, bugün Ankara Kapalı Spor salonunda ilk kongresini gerçekleştiren HAS Parti'ye katıldı.

Geçtiğimiz günlerde MHP'den istifa eden Konya Cihanbeyli Belediye Başkanı Mehmet Ali Önal da HAS Parti'li oldu.

Numan Kurtulmuş'un selamlama konuşmasından sonra HAS Parti rozeti taktığı ilçe belediye başkanları şöyle:

Adıyaman Sincik Belediye Başkanı Halil Geyik Saadet Partisi'nden,

Adıyaman Çelikhan Belediye Başkanı Mehmet Bora Saadet Partisi'nden,

Ağrı Tutak Belediye Başkanı  B. Osman Osmanağaoğlu Saadet Partisi'nden,

Bitlis Hizan Belediye Başkanı  Arif Taylan Saadet Partisi'nden,

Burdur Gölhisar Belediye Başkanı Veli Cantilav Saadet Partisi'nden,

Bursa İznik Belediye Başkanı Ali Çil Saadet Partisi'nden,

Çankırı Orta Belediye Başkanı Recep Koçak Saadet Partisi'nden,

Düzce Cumayeri Belediye Başkanı Yakup Keleş Saadet Partisi'nden,

Erzurum Hınıs Belediye Başkanı Enver Taçyıldız Saadet Partisi'nden,

Elazığ Maden Belediye Başkanı Musa Orhan Saadet Partisi'nden,

Elazığ Palu Belediye Başkanı Muhammed Septioğlu Saadet Partisi'nden,

Elazığ Sivrice Belediye Başkanı İbrahim Altıntaş Saadet Partisi'nden,

Giresun Çamoluk Belediye Başkanı Özcan Çivici Saadet Partisi'nden,

Gümüşhane Kürtün Belediye başkanı Ahmet Kanat Saadet Partisi'nden,

Konya Cihanbeyli Belediye Başkanı Mehmet Ali Önal MHP'den

Kütahya Tavşanlı Belediye Başkanı Mustafa Güler Saadet Partisi'nden,

Şanlıurfa Akçakale Belediye Başkanı Abdulhekim Ayhan, Saadet Partisi'nden,

Şanlıurfa Hilvan Belediye Başkanı Aslan Ali Bayık Saadet Partisi'nden,

Şanlıurfa Birecik Belediye Başkanı  Faruk Pınarbaşı Saadet Partisi'nden,

Van Gürpınar Belediye Başkanı Fuat Atan Saadet Partisi'nden, HAS Parti'ye katıldı.

Bunun dışında 30'un üstünde belde belediye başkanı da HAS Parti'ye katıldı.

http://www.haber7.com/haber/20101128/20-ilce-belediyesi-HAS-Parti8217ye-katildi.php
#895


EMİNE DOLMACI - AHMET DİNÇ   -   28.11.2010

Temmuz ayındaki kongrede yaşanan tartışmalardan sonra Saadet'ten istifa ederek HAS Parti'yi kuran Numan Kurtulmuş, bugün partisinin ilk kongresini yapıyor. Hem bir ayda yeni bir partinin kurulması hem de çok geniş yelpazedeki Kurucular Kurulu, Türkiye kamuoyunun yeterince ilgisini çekti. Sonuç için 6 ay sonrasını bekleyip göreceğiz, ancak siyasete yeni bir tarz ve üslup getirerek katkı sunduğu muhakkak.

Eski partisiyle yollarını ayırdıktan bir ay sonra yeni parti kuran HAS Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş, bu sürece ilişkin önemli bir iddiada bulundu. Referandumda hayır tavrı alsaydı hâlâ parti içinde ve genel başkan olarak kalacağını söyleyen Kurtulmuş, "Referandumdaki bizim çok net demokrasiden, millet egemenliğinden yana 'yetmez ama evet' tavrımızın, birtakım ittifakların içinde olmayacağımızı söylememizin eski partimiz içindeki siyasi gelişmelerin ortaya çıkmasında çok büyük etkisi olduğunu tahmin ediyorum, hatta biliyorum." ifadesini kullanıyor. Bugün partisinin ilk kongresini yapan Kurtulmuş, seçim ittifakları konusunda ise net bir cevap veriyor: "HAS Parti iktidar alternatifi olarak kurulmuş bir partidir. Hiçbir şekilde ittifak arayışında değildir. Seçime tek başına girecektir." Kurtulmuş'la hem partisine hem Türkiye siyasetine ilişkin bir söyleşi yaptık.

2011 seçimlerinde BDP-CHP ittifakı planlanıyor. Niye bir ittifak senaryosu var, siyaseti ve toplumu dizayn etme merakı olanlar hâlâ devrede mi?

Türkiye'de sürekli olarak ittifakların konuşuluyor olması 12 Eylül'le birlikte Türkiye siyasetine yapılan müdahalenin göstergesidir. Yıllardan beri buna bağlı olarak birtakım ittifaklar ve seçim işbirliklerinin gündeme geldiğini görüyoruz. Bu siyaseti doğal mecrasından çıkaran bir süreçtir.

Peki olursa tabanda karşılık bulur mu?

Bundan daha önemli olan şey siyasi partilerin herhangi bir yan yola sapmaya gerek duymaksızın kendi fikirlerini parlamentoda temsil edebilecekleri adil bir siyasal sistemin kurulmasıdır. Bunun için konuşulması gereken SPK'daki, Seçim Yasası'ndaki değişikliklerdir. Biz dar bölge milletvekili sistemi ve ön seçimi Türkiye için zaruri görüyoruz. Bu şekilde parlamento demokratik bir yapıya kavuşmuş olur. Bu anlamda siyaseten yan yollar diyebileceğimiz seçim ittifakları gündemde olmaz.

Bu 6 ay sonraya yetişemeyecek bir şey. Bugünlerde Ankara'da partiler arası ittifaklar gündeme geliyor. HAS Parti böyle bir denklemde olur mu?

HAS Parti iktidarın alternatifidir. Bütün hazırlığımızı buna göre yapıyoruz. Bu çerçevede birtakım seçim ittifakları ile işbirliklerle önümüzdeki seçimi nasıl atlatabiliriz diye bir endişenin içinde asla olmadık.

Üslup, tarz ve muhteva farkımız var

Seçime tek başına mı gireceksiniz?

Evet, HAS Parti iktidar alternatifi olan bir parti olarak yola çıktı. Biz ne herhangi bir parti ile ittifak, işbirliği görüşmesinde bulunduk ne de bizim partimizin mensupları arasında bu konuda bir görüşme gündeme getirildi. Böyle bir arayış içerisinde değiliz.

HAS Parti'nin aynı gelenekten olduğunuz AK Parti'den farkı nedir, SP'den farkı nedir?

Diğer partilerden farkımızı üç noktada özetleyebiliriz. Birincisi üslup farkımız var. Biz siyaseti bir kavga ve çatışma aracı olarak görmüyoruz. İkincisi tarzımızdır. Biz, bize dayatılan kamplaştırıcı siyaset tarzını asla kullanmayacağız. Bu milletin bütün fertleri HAS Parti'nin siyasal paydaşlarıdır. Üçüncüsü de muhtevadır. Biz milletten yana olmayan hiçbir dayatmayı kabul etmeyeceğiz. Bunu yaparken üç temel söz veriyoruz. Bunlardan biri, asla firavunlaşmayacağız. Bu topraklar içerisinde yaşayan her yurttaşımız inancı, dili, dini ne olursa olsun eşit ve özgür yurttaşlardır. İkincisi Karunlaşmayacağız. Devletin imkânlarını kendimize, yakınlarımıza, partililerimize asla devşirmeyeceğiz. Üçüncüsü belamlaşmayacağız. Yani tüm bunları yaparken asla dini siyasetimiz için kullanmayacağız.

Siz Saadet Partisi'nden ayrılmadan önce Fatih Erbakan, 'Muhterem babamın partisi' sözleriyle başlayan cümleler kurdu ve sizi eleştirdi. Sizinki ne peki, Numan Kurtulmuş'un partisi mi?

Hiçbir seçilmiş insan yoktur, hiçbir günahsız insan da yoktur. Son günahsız insan Hazreti Peygamberdir. Hepimiz insanız, hepimiz hata yaparız. Siyaset kamusal alandır, bütünüyle halkın alanıdır. Siyasetin sahibi yüzde yüzü milletin kendisidir. Siz bilginizle, birikiminizle, imkânlarınızla mücadele edersiniz ve iki şey beklersiniz. Milletin duası ve Allah'ın rızası. Bunlar esastır. Bu parti Türkiye'deki vatandaşlarımızın tamamının partisidir. Ben de 72 milyondan biriyim.

Özal'ı da aşan çoklu bir eğilim içerisindesiniz. AK Parti kendisine muhafazakâr demokrat dedi, siz bir doktrin ismi verecek misiniz? Mesela toplumcu demokrat olabilir mi?

Amacımız bu memlekette herkesin eşit ve özgür yurttaşlar haline getirildiği, kimsenin sömürülmediği, insanların inançlarını ve düşüncelerini açık bir şekilde ifade ettiği kimsenin kimseyi vesayet altına almadığı bir sistemin oluşması için mücadele etmektir. Bu inanıyorum ki rahmetli Özal'ın yaptığının çok daha üzerinde bir sentez ve terkip olacaktır. Medeniyetimizin üretmiş olduğu adalet, özgürlük ve refahın paylaşılması konusundaki değerlerimizi 21. yüzyılın üslubuna çevirecek siyasal birdoktrin ortaya koyacaktır.

Sizce Türkiye'nin 5 önemli sorunu ve bunlara çözümünüz nedir?

Türkiye'nin en önemli sorunlarından biri gelir dağılımı adaletsizliğinin ortadan kaldırılmasıdır. İkincisi bireysel hak ve özgürlükler probleminin eşit ve özgür yurttaşlar perspektifinde çözümlenmesidir. Üçüncü alan Türkiye'deki siyasal sistemin demokratikleşmesidir. Dördüncüsü üretimsizliktir. Beşinci olarak dış politikada Türkiye'nin küresel güçlerin politikalarına kayıtsız şartsız bağlı olması değil, bölgenin amiral gemisi olarak yeni kurulmakta olan dünya denklemine ağırlıklı bir şekilde girmesidir.

Referandumda hayır tavrı alsaydım şu anda SP'nin genel başkanıydım, demiştiniz. Bu güç odaklarının sizin hakkınızda entrika çevirmesine mi işaret ediyor?

O süreçleri hep beraber yaşamadık mı? Her şey milletin gözü önünde oldu. Referandumdaki bizim çok net, demokrasiden, millet egemenliğinden yana 'yetmez ama evet' tavrımızın, birtakım ittifakların içinde olmayacağımızı söylememizin eski partimiz içindeki siyasi gelişmelerin ortaya çıkmasında çok büyük etkisi olduğunu tahmin ediyorum, hatta biliyorum.

Eski partinizin içinde Ergenekon'cu hizip mi var?

Hiç kimseye bir suçlamada bulunmak istemiyorum, milletin gözü önünde oldu bütün bunların hepsi. O defter bizim için geride kalmıştır, kapanmıştır. Fazla bir şey söylemeye gerek yok.

Zamanlama olarak hata yaptığınızı düşünüyor musunuz? AK Parti hâlâ toplum nezdinde çok güçlü. Sağda boşluk yok. Asıl boşluk solda ancak CHP karşısında solu toparlayacak bir parti yok...

Biz HAS Parti'yi bir konjonktür partisi olarak kurmadık. Biz halkın sesini iktidara taşımayı hedefliyoruz, işimizin zor olduğunun farkındayım. Özetle milletin istediği demokratikleşme konusunda AK Parti'den çok daha ileri bir demokratik programa sahip olmak ve bunu ısrarla savunmak, bunun karşısında CHP'nin şimdiye kadar yapamadığı için bu boşluğun halkın sesi tarafından değerlendirileceğini görüyorum.

Biraz daha zaman var, biraz daha bekleyelim görelim diyen oldu mu? Eşiniz ne düşündü bu partiyi kurarken?

12 yıldır aktif siyasetin içindeyim. Eşim, sağ olsun, bütün süreçlerde eleştirilerini, katkılarını sunmuştur, en sınırsız desteğini vermiştir. Bu süreçlerde de büyük destek oldu, bunu şükranla ifade etmek isterim. Zamanlama konusunda, bu işe gönül veren arkadaşlarımızın büyük bir kısmı çok daha hızlı hareket edilmesi yönünde kanaat belirttiler. Dolayısıyla zamanlamanın doğru olduğunu, uygun olduğunu düşünüyorum. Nihayetinde bu bir takdirdir, her şey olması gerektiği zamanda olması gerektiği şekilde oldu.

Siyasete 'üslupları ayarlama enstitüsü' lazım

2011 seçimlerinin tetikleyici unsurları ne olacak? AK Parti karşıtlığı mı, statüko mu demokratlık mı? Siz nerede duruyorsunuz?

Türkiye'deki yoksulluk meselesi de, demokrasi eksikliği meselesi de, vesayet meselesi de bireysel haklar konusunda geri oluşumuz meselesi de hepsi eşzamanlı olarak bu milletin sorunudur. Bunu çözeceğiz, şu şekilde çözeceğiz diye ortaya koyan partiler bu seçimin sonucunu belirleyecektir.

Seçim öncesinde AK Parti, CHP, MHP ve BDP ne yapmalı sizce ve nelerden kaçınmalı?

Bütün partilerin üsluplarını ayarlama enstitüsüne ihtiyaçları var. Hepsi üsluplarını ayarlamak zorundadır. Partilerin hiçbiri, BDP ile MHP, AKP ile CHP birbirinin düşmanı değildir.

Siyasette akademisyenlikten gelen bir lider olarak, siyasetin bilgi birikimi ortalamasını yükselttiniz. Bunun dışında siyasetçilerde ne olması gerekir ya da siz kendinizde nasıl bir donanım ve yetenek olmasını isterdiniz?

Herhalde kararlı olmak, karar alırken istişarede bulunmak ama daha sonra o konuda azmetmek ve sonuna kadar yürümektir. Nimet insan diye bir şey yoktur. Siyasetçi şartların getirdiği ortam içinde millete yararlı hizmetler yaptığı sürece halk tarafından sevilir, takdir edilir. Hiçbir zaman, öyle olmamak için de Allah'a dua ederim, halkın yüzde 80'inin oyunu bile almış olsanız, hiç kimse şah değil, padişah değil. Hiçbirimiz şah değiliz, padişah değiliz. Hiçbirimiz seçilmiş insanlar değiliz, sıradan insanlarız.

Kongre masraflarımız 232 kurucudan

Kongrenin finansmanı 232 kurucu tarafından karşılanmış. Kongre finansmanı kurucular tarafından karşılanan ilk parti de sizin partiniz galiba...

Zannediyorum öyle, kongre finansmanı bu şekilde oldu. Sonunda internet sitemizden bütün gelirlerimizi, giderlerimizi ne kadar topladık, ne kadar harcadık bunu açıklayacağız. Son derece mütevazı, kısıtlı bütçelerle hareket ediyoruz. Bunu aşmanın yolu bize gönül vermiş, partide yer almış kişilerin teberruları.İkinci kaynağımız da üyelerimizin aidatları olacak. Aktif üyelerimiz milletvekili listeleri, belediye başkan adaylarının belirlenmesi gibi konularda doğrudan doğruya söz sahibi olacaklar, böyle bir model üzerinde çalışıyoruz.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1057778&title=kurtulmus-referandumda-hayir-deseydik-h%E2l%E2-saadetin-basindaydim&haberSayfa=0
#896
Bayrampaşa Cezaevi'nde 2000 yılında yapılan ve 12 kişinin ölümüyle sonuçlanan Hayata Dönüş Operasyonu sırasında Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü olan HSYK üyesi Ali Suat Ertosun, kendisine yönelik eleştirilere cevap verdi.

Müdahil avukatların "asıl sorumlu" suçlamasını kabul etmeyen Ertosun, operasyonun Bakanlar Kurulu kararı olduğunu savundu. Ertosun, cezaevlerine müdahale kararı alındıktan sonra kendisinin koordinasyon aşamasında devreye girdiğini vurguladı.

Ertosun, operasyonla ilgili kendisi hakkında tahkikat gerçekleştiğini ve suçsuz olduğunun anlaşıldığını öne sürerken, 20 cezaevine aynı anda operasyon yapılma sebebinin "mahkûmların birbirleriyle irtibatını kırmak" olduğunu anlattı. Ertosun, şöyle devam etti: "Mahkûmların ölmesini biz de istemiyorduk. Ancak müdahale esnasında dirençle karşılaşıldı. O dönem cezaevlerine devlet giremiyordu. Devletin hakim olamadığı bir yer olabilir mi? Biz mahkûmları ikna etmeye çalıştık. Ancak onlar direnmeye devam ettiler." GÖKSEL GENÇ - ANKARA

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1057532&title=hayata-donus-operasyonu-bakanlar-kurulu-karari
#897
EKREM DUMANLI - İstanbul   -   27.11.2010 

Başbakan Erdoğan, Balyoz sanığı iki general ve bir amiralin açığa alınması konusunda önemli mesajlar verdi. Lübnan dönüşü gazetecilerin sorularını cevaplayan Erdoğan, YAŞ süreci hukuka uygun işletilmesine rağmen terfi ısrarını anlamakta zorlandığını vurguladı. "Sivil irade karar vermiştir. Bu, farklı yollarla aşılmaya çalışılırsa gereğini yaparız. Gerekirse yasa çıkarırız." diyen Başbakan, çift başlı yargı sıkıntısını ise yeni anayasayla çözeceklerini söyledi.

Başbakan Tayyip Erdoğan, iki günlük resmî ziyaret için gittiği Lübnan'dan dönerken beraberindeki gazetecilere çarpıcı açıklamalarda bulundu. Gündemin en önemli maddesi, açığa alınan 3 generalle ilgili tartışmalardı. Erdoğan, bu konuda Yüksek Askerî Şûra sürecine atıf yaptı ve her şeyin hukuka uygun olarak yürütüldüğüne dikkat çekti. "Biz, 'terfiye uygun değillerdir' diye bakarken zorla terfi ettirilmelerine yönelik yaklaşımı anlamakta zorlanıyoruz. Eğer açığa aldıktan sonra farklı adım atılırsa bizim de atacağımız adımlar var." dedi. Ardından sözlerine açıklık getirdi: "Bir kere şunu bilmek lazım, sivil irade karar vermiştir. Bu karar farklı yollarla aşılmaya çalışılırsa sivil iradenin de atabileceği, yasalar çerçevesinde veya yasama organıyla birçok adımlar vardır, bunu atar."

Gazetecilerin yasama organının atacağı adımlara ilişkin sorusunu "Gerekirse yasa çıkartırız." diye cevaplayan Başbakan, terfi ettirilmeyen generallerin emekli olmaları gerekirken, ilk kez farklı bir durumla karşılaştıklarını ve açığa alma işlemini uyguladıklarını anlattı. Tayyip Erdoğan, önümüzdeki günlerde Meclis'e gelecek yeni düzenlemeler konusunda ise aşırı iş yükünün bulunduğu Yargıtay ve Danıştay'da değişiklik sinyali verdi.

Başbakan Erdoğan, gazetecilerin, "Üç general ile ilgili karar Askerî Şûra'da olmalıydı gibi eleştiriler var. Sürece ilişkin ne söylersiniz?" sorusu üzerine şöyle konuştu: "Askerî Şûra'da biz gerekeni yaptık. Terfi istendiği halde terfi ettirmemek yönünde irademizi ortaya koyduk. Yani benim ve Milli Savunma Bakanı ile İçişleri Bakanı'mın ortak kanaati, danışmanlarımın ortak kanaati aslında 30 Ağustos'ta bu üç arkadaşın emekli olması istikametinde. Çünkü terfi olmadılar, dolayısıyla biliyorsunuz korgenerallerde bekleme süreleri 4 yıldır. Eğer 4 yılda terfi etmezlerse 4 seneyi doldurunca emekli olurlar. Bugüne kadar böyle uygulandı. Bugün ilk kez böyle bir karar çıktı. Bize düşen görev de, arkadaşlarımız onu uyguladılar, açığa aldılar." Erdoğan, generallerin, açığa alma kararını Askerî Yüksek İdare Mahkemesi'ne (AYİM) götürme kararlarıyla ilgili olarak, "Gerekçeleri nedir, değerlendirmeleri yapacağız." ifadesini kullandı. Genelkurmay'ın terfilerdeki ısrarını anlamakta zorluk çektiği ifadesine karşılık, gazetecilerin, "Bu ısrarı size nasıl açıkladılar?" sorusuna da manidar bir cevap verdi: "Bir açıklaması yok zaten. Tabii ki kendilerine göre iyi olduklarını filan söylüyorlar. Biz de tabii ki geçtiğimiz süreci, yaşadığımız süreci değerlendiriyoruz, onlara bakıyoruz." Başbakan'a, 'askeri yargı-sivil yargı' tartışması da hatırlatıldı ve, "Bu iki başlı yargı konusunda bir adım atmayı düşünüyor musunuz?" sorusu yöneltildi. Bunu yeni anayasada değerlendireceklerini belirten Erdoğan, "Yeni anayasa hepsini içerecek inşallah." dedi. Bu konuda kararlı olduklarını vurgulayarak, "Hükümet, yeni anayasa konusunda ipe un seriyor." suçlamasını reddetti. "Aksi sözümü bulsunlar, bulunduğum yeri bırakırım." diye meydan okuyan Başbakan, "Yeni anayasanın kendisi bana göre seçim beyannamesinde önemli yer alacaktır." ifadesini kullandı. Bu süreçte önceliği uyum yasalarına vermelerinin yanlış anlaşılmamasını istedi. Ayrıca seçim öncesi Sayıştay Kanunu, Maliye ile ilgili torba kanun, borçların yapılandırılması ve 2B yasasının da aralarında bulunduğu 8-9 kanunun gündemlerinde olduğunu dile getirdi. Yeni anayasa konusunda iki ekip halinde çalıştıklarını söyleyen Erdoğan, bunlardan birisinin parti içerisinde çalışırken diğerinin başta Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) olmak üzere çeşitli kurumların değerlendirmelerini aldığını anlattı. Bu çalışmaların kısa zaman içinde netleşeceğini söyledi. Bu noktada gazetecilerden gelen, "Sizin bu çalışmalarınız mı Kılıçdaroğlu'nu fıtık etti?" şeklindeki bir soruya karşılık, "Kendisini arayıp 'geçmiş olsun' dedim." hatırlatmasını yaptı. "Meclis gündeminde olacak 8-9 kanun hazırlığından bahsettiniz. Bunların içinde Yargıtay ve Danıştay'ın yapısıyla ilgili bir çalışma da var mı?" sorusu üzerine de aşırı iş yükünü ortadan kaldırmaya yönelik olarak her iki kurumun da yapısında değişikliğe gidileceğinin sinyallerini verdi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1057555&title=terfi-israri-surerse-atacagimiz-adim-var
#898
Osman Baydemir'i Habertürk programında izlediğimde bir sahneye olan özlemini hissetmiştim. Söyleyecek sözü olan birinin telaşıyla konuşuyordu.

Birikmiş sözlerini önüne çıkan fırsatta, biraz da teatral bir üslupla ifade ediyordu. PKK'nın yapılanmasını az çok bilen herkes Baydemir'in sözlerinin sorun yaratacağını tahmin ederdi. Ama daha ciddi olan şuydu: Baydemir, örgüt içi itaat zincirini alenen kırıyordu.

'Silahın devri kapanmıştır.' cümlesini ifade ediş tarzı, gerilla ile aynı anda Mehmetçiği de sahiplenen duygusallığı alternatif bir siyasetin giriş cümlesi gibiydi; şiddete mesafeli, toplumun geleneksel değerlerini de sahiplenen daha derin bir siyaset.

Özetle şunu demeye getiriyordu; dönem değişti, şiddetle bir yere varılamıyor. Bu süreçte yeni aktörlere ihtiyaç var. Bu yeni dönemde müzakere muhatabı aranıyorsa; 'onlardan biri benim'. Bu rolü uzun zamandır istediğini, onu az çok izleyen herkes bilir. Hedefinde ne kadar başarılı olduğu bugünden kestirilemez. Ama son çıkışı ile kamuoyunda bir tartışmayı ateşledi.

Tabii bu tartışmayı; televizyonların ana haber bültenlerinde verildiği gibi, 'flaş flaş flaş Öcalan etkisi azalıyor mu?' şeklinde yorumlamak abesle iştigal. Öcalan'ın İstanbul varoşlarından Mersin'e, oradan Kandil'e uzanan etkisini görmezden gelmek haksızlık olur.

Durumu doğru analiz etmek için tartışmanın yürütüldüğü zemindeki asıl yanlışa işaret etmek gerekiyor. O yanlış şu: BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak, bu tartışmada Öcalan'a mesafe koyup Baydemir'e destek vermiş değil. Kışanak'ın başından itibaren itaat edenlerden olduğu, sakin üslubuna rağmen radikal tavrını koruduğu biliniyor.

Kışanak, Baydemir'le ilgili; 'Herkes eleştirisini yapacak. Arkadaşımız görevinin başındadır.' derken aslında şunu ima ediyor: Öcalan eleştiri hakkına sahip olan tek isimdir. Baydemir de bir görevli. Ona verilen görevi şimdilik elinden almış değiliz!

Daha sonra Öcalan'ın tepkisinin detayları yansıdı basına. Peki Öcalan'ı bu kadar öfkeli yapan neydi? Asıl bakılması gereken yer orası. O öfkenin kaynağında ne var? Öcalan BDP'li bir belediye başkanının kendince yaptığı bir açıklamaya neden bu kadar sert çıkıyor?Sözüm ona Baydemir silahın gücüyle bir mevki edindiği için mi? Hiç sanmıyorum!

Öcalan'ın öfkeye değer bulduğu sebepleri doğru okumak lazım.

Bunun için bakılması gereken olgu, Baydemir'in Kürt siyasetinde neyi temsil ettiğidir: Baydemir, başından itibaren PKK çizgisiyle tam da örtüşmeyen daha geleneksel değerler üzerinden siyaset yapan biri.

Zaten Öcalan açıklamasında; eğer istiyorsa AKP'de siyasete devam edebilir önerisini getirmiş. PKK'nın genel çizgisinde rastlanmayan değerlere Baydemir'in sıklıkla yer vermesinin siyasette nasıl bir ikbale işaret ettiğini iyi bir stratejist olan Öcalan muhakkak görmüştür.

Baydemir'in kitlesine hitap ederken kullandığı 'Bi Xwede, Bi Qur'an' ifadelerinden açtığı Ramazan çadırlarına, dinî günleri önemsemesi, kutsal değerlere hassasiyeti hep vardı.

Öyle ki, Baydemir'den aldığım bayram, Ramazan, kandil mesajları üzerine, tanıdıklarıma şaka yollu; 'Muhafazakar tanıdıklarımdan almadığım kandil tebriğini Osman Baydemir'den alıyorum' dediğim bile oldu...

Netice-i kelam, Baydemir, PKK'nın genel çizgisinin dışında, daha derin toplumsal bir damarla ilişkiyi üretebilecek yeni siyasetin habercisi. Bunu devam ettirecek kapasitesi var mı emin değilim. Ama işaret ettiği yerin üzerinden gelişecek bir siyasetin daha kucaklayıcı olacağını söylemek mümkün.

PKK da şunu kabul etmeli; yaşanan çelişki sadece söz üzerinden yükselen bir çatışmanın ürünü değil. Toplumsal bir karşılığı var. Şimdilik AKP'ye ödünç giden bu desteğin günü geldiğinde Kürt siyasetinde karşılık bulması kaçınılmaz. Bu Baydemir olmaz, bir başkası olur. Ne fark eder?

b.matur@zaman.com.tr
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazarno=1175
#899


Üniversitede panele katılan Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'a Erdoğan'ı protesto eden 18 öğrenciye verilen 15 aylık hapis cezasına tepki gösteren üç öğrenci yumurta fırlattı. Öğrenciler gözaltına alındı.

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Eskişehir Anadolu Üniversitesi'nde düzenlenen 'Anayasa Mahkemesi'ne Bireysel Başvuru Hakkı' konulu sempozyumda konuşurken bir grup öğrencinin yumurtalı saldırısına uğradı. Öğrenci Kollektifi üyesi oldukları öğrenilen öğrenciler, Kılıç'ı önce sözlü protesto etti, ardından yumurta attı. Atılan yumurtalar Kılıç'a isabet etmedi. Söz konusu öğrenciler ise, güvenlik güçlerince salondan çıkarılarak gözaltına alındı. Konuşmasına devam eden Kılıç, "Arkadaşlar keşke daha demokratik olsalardı." dedi.

Kılıç, 'Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı' konulu sempozyuma katılmak üzere geldiği Eskişehir'de ilk önce Anadolu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Davut Aydın'ı ziyaret etti. Kılıç ve beraberindekiler daha sonra Rektörlüğün yanındaki

Atatürk Kültür Merkezine geçerek buradaki 'Anayasa Mahkemesi'ne Bireysel Başvuru Hakkı' konulu sempozyuma katıldı.

Kılıç, burada kürsüye gelerek, Türkiye'de yargı da sıkıntıların çok olduğunu ve yargıda reform yapılması gerektiğini anlatmaya başladı. Bu sırada, salonda bulunan ve Öğrenci Kolektifleri Üyesi olduğu belirlenen bir öğrenci, Kılıç'a "Siz ileri demokrasiden bahsediyorsunuz ama bizim İstanbul'da arkadaşlarımız gözaltına alındı. AK Parti işbirlikçileri. Böyle demokrasi mi olur?" diyerek bağırmaya başladı. Bu sırada salondaki bir başka öğrenci de ayağa kalkarak, Kılıç'a yönelik olarak "Biz sizler gibi işbirlikçi, gerileri istemiyoruz." diyerek TEPbağırmaya başladı. Bu esnada söz konusu bağıran erkek öğrenci elindeki bir yumurtayı kürsüde konuşmasını sürdüren Kılıç'a fırlattı. Yumurta Kılıç'ın yanına isabet etti. Korumaları ise yaşananlar üzerine Kılıç'ın etrafından güvenlik tedbiri aldı.

Bunun üzerine eylemci öğrenciler, salondaki güvenlik görevlileri tarafından önce susturuldu, ardından dışarıya çıkarıldı. Öğrenci Kolektifleri üyesi oldukları öğrenilen öğrenciler, daha sonra gözaltına alındı. Bu kez öğrenciler dışarıda protestolarını devam ettirdi. Polis de bina çevresinde geniş güvenlik önlemleri aldı.

Öte yandan, Haşim Kılıçeylem bittikten sonra konuşmasını kaldığı yerden devam etti. Kılıç, "Arkadaşlar görüşlerini paylaşmak istedi. Elbette görüşlerini anlatabilirler ama bu şekilde olmamalı. Biz konuşmamız yaptıktan sonra onlar da fikirlerini, sözlerin söyleyebilirlerdi. Ama bu yolla bunlar olmaz." diye konuştu.

CİHAN
http://www.haber7.com/haber/20101126/Hasim-Kilica-yumurtali-saldiri-Video.php
#900
Ülkemizdeki terör sorununun çözümü için önce Kürt meselesinin halledilmesi lazım. Dinî kisve giydirilmiş terör hep marjinal kaldı.

'Sorun' olarak isimlendirilmeyi gerektirecek boyutlara ulaşamadı. İdeolojik tedhişin önemli parçası olan mezhep ağırlıklı örgütler de kitleselleşemedi ve artık iyice küçülmüş durumda. Varlık sebebini Kürt meselesine borçlu terör ise halen en büyük sorun olarak önümüzde duruyor. Kürt meselesi ise demokrasi konusunda cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren yaşanan sıkıntılardan kaynaklanıyor. Bu hafta Aksiyon'da Cafer Solgun'un 'Dersim hatıralarını' okurken benzer hikâyelerle büyüdüğümü fark ettim. Dedem, Ulucami'nin önündeki ağaçlarda sallandırılan insanların öyküsünü anlatmıştı. Şapka devrimi yüzünden asılan ilk kadının Erzurum'da olmasını da tesadüfle izah etmiyorum. 80'li yıllarda bile takkesini kafasında unutanların panik halinde ellerini başlarına götürüşünü unutamıyorum. Neyse bu uzun mesele, biz teröre dönelim.

Terörün bitirilmesinin yolu demokratikleşmenin sağlanması ve hakların pazarlıksız biçimde verilmesinden geçiyor. Bu adım terörün tabanını daraltacak ve miadını doldurmasını sağlayacak. Demokratikleşmenin önünde iki büyük engel var. Biri, 80 yıldır 'Demokrasiyi verirsek sonu devletin parçalanmasına varır.' diyen jakoben tayfası ve onların etkisinde kalan kitleler. Diğeri de kan dökmeyi hak arama biçimi olarak gören PKK ve ona inanan kesimler. Demokrasiyi vermemeye çalışanların ve söke söke alırız cenahının ortak paydası PKK. İlginçtir iki uç da tezlerini terör örgütüne endeksleyerek ispata çalışıyor. Siyaset gibi meşru araçların işlerlik kazanmasını iki taraf da istemiyor. Çünkü politik kanallar işe yaradığında PKK varlık sebebini, karşı taraf ise 'istemezük' gerekçesini kaybedecek.

Miadını doldurmak ifadesi bugünlerde çok gündemde. Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, o cümleyi kurduğuna pişman edilmeye çalışılıyor. Tartışmanın fitilini PKK'nın tutuklu lideri Abdullah Öcalan ateşledi. Öcalan, eleştiriden çok tehdit kokan ifadelerle Baydemir'e şöyle yüklendi: "Gençlerin öfkesinden de mi çekinmiyor? Diyarbakır gençlerini bilirim, ağzını yırtarlar. Gidip anlatın. Deyin ki, Apo vicdan sahibidir ama taviz vermez, bunlara karşı çok acımasızdır. Şarlatanlığın, soytarılığın gereği yok. Ya kapsamlı özeleştiri versin, ya derhal istifa etsin." KCK da bildiri yayınlayarak Baydemir'e haddini bildirdi. Diyarbakır'ı iki dönemdir yöneten Başkan'a dönük tavırlar yeni değil. Lakaplarla aşağılanmaya çalışılan, emrinde çalışan işçiye hesap vermek zorunda bırakılan bir siyasi, Baydemir.

Takınılan tavır Baydemir'in şahsıyla alakalı zannedilmesin. Başkan üzerinden siyasete diskur çekiliyor. Kürt politikacılar, derin devletten yedikleri kadar örgütten de dayak yiyor. Siyasetin gerçek bir alternatif haline gelmesinden ödleri kopuyor. Onun için DTP'nin kapatılması için ellerinden geleni yaptılar. KCK iddianamesinde yer alan bir telefon görüşmesinde şöyle konuşuyor örgüt mensubu: "Kapattırmaya çalışıyoruz partiyi, bir türlü kapatmıyorlar, erteliyorlar." Partinin örgüte en yakın isimleri en sert demeçlerini o günlerde verdiler. Sonunda Anayasa Mahkemesi'nin toplanmasına az bir zaman kala Reşadiye saldırısını gerçekleştirdiler. Herhalde bu başarıyı aralarında kutlamışlardır.

KCK'yı PKK'nın siyasallaşma girişimi görüp fırsat verilmesi gerektiğini savunan aydınların yanıldığı nokta burası. KCK, siyasallaşma projesi değil, siyasallaşmış alanı kuşatma ve güdükleştirme harekâtı. Örgütün hışmına uğrama konusunda Baydemir yalnız değil, Leyla Zana'dan tutun Aysel Tuğluk ve Ahmet Türk'e varana kadar biraz sivrilen bütün politik kişilikler lince tabi tutuluyor. Kürt halkına siyaseti çıkmaz sokak göstermek için birileri Ahmet Türk'e yumruk atıyor, diğerleri itibar infazına girişiyor. Siyasete inanmayan ve onu, aktörleriyle birlikte aşağılayan bir yapıdan siyasallaşmasını beklemek ne kadar gerçekçi? Daha can alıcı bir soru: KCK'nın referandumda Hakkâri'de yaptığı ceberutluğu JİTEM yapsaydı ne olurdu? Eskiden sandıklara korucular ve JİTEM el koyuyordu, bugün KCK. JİTEM yapınca kötü olan, KCK'ya neden serbest olsun?

b.korucu@zaman.com.tr
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1057012