Haberler:

Hukuk Forumumuza Hoşgeldiniz

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - kilimanjaro

#901
Buyurun bakalım, Pınar Selek NTV'ye konuştu. Hatta bazı ana haber bültenine röportaj verdi.
İtirazı olan var mı?
Kim bu Pınar Selek?
İstanbul'daki Mısır Çarşısı patlaması davasıyla ilgili yargılanmakta olan bir kişi.
Dava 12 yıldır devam ediyor.
Hatırlanacağı üzere: 9 Temmuz 1998 günü Mısır Çarşısı'ndaki patlamada 7 kişi öldü, 127 kişi de yaralanmıştı.
O gün basın, patlamanın tüp patlamasından kaynaklandığını yazmıştı. İki gün sonra polisin ilk raporunda "Patlama bombadan değil" denildi. Ancak aynı gün sosyolog Pınar Selek'in aralarında bulunduğu 15 kişi gözaltına alındı. Bir sonraki gün ise Pınar Selek'in işyeri olarak geçen Sokak Çocukları Sanat Atölyesi'nde bir bomba bulunduğu açıklandı. Bu bombada Selek'in parmak izinin olduğu öne sürüldü.
*
Zanlılardan bir kişi, iki kez ifade değiştirdiği ifadesinde Selek ile bombayı yerleştirdiklerini söyledi, ancak daha sonra bu ifadeyi kabul etmediği gazetelerde çıktı (Radikal).
Bu yönde başka ifadeler de soruşturma dosyasına girdi. Selek savunmasında sosyolog olarak PKK'yı incelemek istediğini ve Abdullah Öcalan'la görüşmek için temas kurduğunu anlatıyordu.
O zaman da şimdi tekrarladığı şeyi söylüyordu: "Bana devlet komplo kurdu."
*
Selek ve 14 sanık hakkında "Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya kalkışmak"tan idam ve 31 yıla kadar varan hapis istemiyle dava açıldı.
Dava dosyası "tüp gaz," "Bomba" çelişkisinin giderilmesi için bilirkişilere gidip geldi.
Gariptir, her gelen rapor bir öncekini yalanladı.
Nihayetinde 2000 yılının Aralık ayında gönderilen bilirkişi raporunda patlamanan "tüp gaz" kaynaklı olduğu belirtildi.
Selek tahliye edildi.
Patlamayla ilgili dört yıl içinde 11 bilirkişi raporu hazırlandı.
Raporların 4'ü: Bomba değil.
İkisi: Bomba,
İkisi Bomba olabilir,
Üçü ise "Belirlenemez" dedi.
*
Davaya bakan mahkeme (İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi), Mayıs 2008'de "patlamaya bombanın mı, gaz kaçağının mı neden olduğunun tesbit edilememesi, kesin delil bulunamaması" gerekçesiyle Selek'i beraat ettirdi.
*
Hikaye ne "mutlu son"la bitiyor, ne de "acıklı bir son"la. Gerilim filmi gibi "belirsizlik"le devam ediyor hala.
Yargıtay 9. Ceza Dairesi "beraat" kararını bozdu (10 Mart 2009).
Yargıtay Başsavcılığı ise sanıkları "örgüt üyeliği"nden cezalandırılmaları gerektiğini belirterek itiraz etti.
Uzatmadan sadede gelelim...
Ekspertiz raporu ile anlaşıldığı belirtilen kararda şöyle denilmiş:
"Örgüt içerisinde 'Leyla' ve 'Ayşe' kod adı kullanıldığı, bomba yapmı kullanımı konusunda Eğitim aldığı açıkça anlaşılan Selek'in üzerinde ve gösterdiği yerde bomba malzemeleri ile iki bomba ele geçirildi.Bunlarda bulunan parmak izi Selek'in parmak izleriyle uyum göstermektedir.
"Ayrıca kararda sanıklardan Maşallah Yağan'ın gösterdiği yerde bulunan silah ve bomba malzemelerini Pınar Selek'in bıraktığı yönünde ifade verdiğine dikkat çekildi. Gerekçede 'Mısır Çarşısı'nda patlayan bombanın, bulunduğu yere yurtdışında yaşayan Berzan Öztürk'ün telefon talimatıyla, Pınar Selek ve Abdülmecit Öztürk tarafından konulduğu hiçbir kuşkuya yer vermeksizin açıkça anlaşılmaktadır" deniliyor.
*
Dava dosyası tekrar gündemde.
Frankfurt'ta yaşayan Pınar Selek ise "Dava, hayatımdaki bitmeyen, en büyük kabus" diye adlandırıyor.
NTV'de Ruşen Çakır'a (Son Dakika) konuştu Selek. Telefonla yayına katıldı.
Karışık duygular içinde olduğunu, davayı ilk başlarda önemsemediğini daha sonra bir sembol olduğunu anlattı.
"Yoğunlaşmaya çalışıyorum, iyimserliğimi kaybetmiyorum" diyor.
Bir ayağının Almanya'da bir ayağının da Fransa'da olduğunu, Yazarlar Birliği'nin (Pen) davetlisi olarak burada romanını bitirmeye çalıştığını söyüyor Selek. "Tüm bu yaşananlardan uzaklaşmak istiyorum" diyor.
"Türkiye'ye dönüşü düşünüyor musun?" sorusuna "Bilmiyorum, şu an yoğunum. Şu elimdeki çalışmaları bitireyim" diye geçiştirdi.
*
Bütün bunları niye yazıyoruz?
Şundan: M. Ali Ağca ile ilgili TRT'de röportaja itiraz edenler, "bombacı" Pınar Selek röportajına niye itiraz etmiyor?
Ağca'yı eli kanlı diye ekrana çıkarmama kararı alan bay "dürüst"ler Selek meselesinde "insani" mesaj gönderip gülücük dağıtıyor...
Mısır Çarşısı'nda patlama sonrası hayatını kaybeden 7 can "insan" değil mi yoksa?
Bir kısım medyanın bu tavrı bir çelişki mi yoksa "iki yüzlülük" mü? Siz söyleyin.

Davut Şahin - Haber 7
davutsahinn@gmail.com
http://www.haber7.com/haber/20101124/Bombaci-Sosyolog-Pinar-Selek.php
#902
3 generalin görevden alınması ile ilgili olarak Genelkurmay Başkanlığı, resmi internet sitesinden bir açıklama yapıldı.


Açıklamada şöyle denildi

1. Milli Savunma ve İçişleri Bakanları tarafından açığa çıkarılan iki General ve bir Amiral hakkında eksik ve yanlış bilgilere dayalı olarak yapılan değerlendirmeler/yorumlar nedeniyle, kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi için aşağıdaki açıklamanın yapılmasına gerek görülmüştür.

2. Bilindiği üzere Yüksek Askeri Şûra (YAŞ) çalışmaları 04 Ağustos 2010 tarihinde tamamlanmıştır. YAŞ Kararları çerçevesinde terfi ettirilmesi yönünde karar alınan General/Amiral ve Albayların terfi kararnameleri imzalanmak üzere aynı gün Milli Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığına gönderilmiştir.

3. Milli Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı tarafından; terfi kararnamesinde isimleri yer alan 3 General ve Amiralin, "haklarında mahkemece çıkarılmış yakalama emirlerine karşı itiraz davaları henüz sonuçlanmadığı" gerekçesiyle, 04 Ağustos 2010 tarihinde gönderilen terfi kararnameleri imzalanmamıştır.

4. Onaya sunulan Terfi ve Atama kararnamelerinin imzalanmaması, diğer yükselme ve görevde uzatılma durumundaki personelin işlemini engellediği ve bu durumun Türk Silahlı Kuvvetlerinin emir komuta sistemini ciddi olarak etkileyeceği dikkate alınarak; bir olumsuz duruma meydan vermemek amacıyla yeni Terfi ve Atama Kararnameleri hazırlanarak; üst rütbeye yükselmeleri uygun görülmeyen personelin, bulundukları rütbeleriyle yeni görevlere vekaleten atanmaları teklif edilmiştir.

5. Bu Terfi ve ilgili Atama Kararnameleri onay makamları tarafından uygun görülerek onaylanmıştır.

6. İstanbul 11'inci Ağır Ceza Mahkemesi, 06 Ağustos 2010 tarihinde yakalama müzekkerelerinin kaldırılmasına karar vermiştir.

7. Bu kararın sonucuna bağlı olarak; 3 General ve Amiralin terfi ve atama kararnameleri, 12 Ağustos 2010 tarihinde Milli Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığına tekrar gönderilmiştir.

8. Milli Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığınca, bu kez de "yeni bir kararname çıkarılmasına gerek görülmemesi" gerekçesiyle terfi kararnameleri 24 Ağustos 2010 tarihinde imzalanmamıştır.

9. Bunun üzerine konuyla ilgili olarak, 3 General ve Amiral tarafından Askerî Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM)'ne "Bir üst rütbeye terfi ettirilmeme işleminin iptali" için yürütmeyi durdurma istemli olarak 24 Ağustos 2010 tarihinde dava açılmıştır.

10. AYİM, 27 Ağustos 2010 tarihinde, 10 gün kesin süre vererek Milli Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığının savunmalarını talep etmiştir.

11. Milli Savunma Bakanlığı 02 Eylül 2010 tarihinde, İçişleri Bakanlığı 06 Eylül 2010 tarihinde savunmalarını AYİM'e sunmuştur.

12. AYİM, 27 Eylül 2010 tarihinde "bir üst rütbeye terfi ettirilmeme işleminde" yürütmenin durdurulması kararı vermiştir.

13. Yürütmenin durdurulmasına dair gerekçeli karar, 01 Ekim 2010 tarihinde Başbakanlık, Milli Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve davacı Generaller ile Amirale tebliğ edilmiştir.

14. Davacı Generaller ve Amiral, idareye dilekçe vererek yürütmenin durdurulması kararının uygulanmasını talep etmiştir.

15. Başbakanlık, Milli Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı yürütmenin durdurulması kararına itiraz etmiştir. AYİM, itiraz taleplerini 15 Ekim 2010 tarihinde görüşerek reddetmiştir.

16. Bu karar üzerine, Gnkur.Bşk.lığı söz konusu Generaller ve Amiral hakkında 30 Ağustos 2010 tarihinden geçerli olmak üzere terfi ve atama kararnamelerini hazırlamış ve kararnameleri Milli Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığına 19 Ekim 2010 tarihinde göndermiştir.

17. 21 Ekim 2010 tarihinde ise; Başbakanlık, Milli Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı vasıtasıyla, ilgili personel hakkında emeklilik işlemlerine ilişkin belgelerin birer suretini Gnkur.Bşk.lığından talep etmiştir. 22 ve 26 Ekim 2010 tarihlerinde ilgili Bakanlıklara gönderilen cevabî yazılarda, yargısal süreç belirtilerek; 24 Ağustos 2010 tarihinde AYİM'de açılan davalar ve 27 Eylül 2010 tarihinde verilen yürütmenin durdurulması kararı nedeniyle Terfi ve Atama kararnamelerinin işlem yapılmak üzere kendilerine gönderildiği ifade edilmiştir.

18. Başbakanlık, 02 Kasım 2010 tarihinde yürütmeyi durdurma kararının kaldırılması yönünde ikinci kez AYİM'e başvurmuştur. AYİM, itiraz talebini 05 Kasım 2010 tarihinde görüşerek yine reddetmiştir.

19. 22 Kasım 2010 tarihinde Milli Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı tarafından söz konusu Generaller ve Amiral açığa çıkarılmıştır. Açığa çıkarılma yazısı anılan Generaller ve Amirale aynı gün tebliğ edilerek tebellüğ belgeleri ilgili bakanlıklara gönderilmiştir.

20. Adı geçen Generaller ve Amiral tarafından yürütmeyi durdurma istemli olarak açığa çıkarılma işleminin iptali için 23 Kasım 2010 tarihinde Askerî Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM)'ne dava açıldığı öğrenilmiştir.

21. Yargı süreci halen devam etmektedir.

Kamuoyuna saygı ile duyurulur.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1056966&title=tskdan-gorevden-almalarla-ilgili-aciklama-yapildi&haberSayfa=0
#903
İçişleri Bakanı Beşir Atalay ve Milli Savunma Bakanı Vecdi Görnül'ün yetkilerini kullanarak görevden aldığı üç komutan Askeri Yüksek İdari Mahkemesi'ne başvurarak alınan karara itiraz etti.

İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Balyoz soruşturmasında ismi geçen Jandarma Tümgeneral Halil Helvacıoğlu'nu, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül de Tümgeneral Gürbüz Kaya ve Tuğamiral Abdullah Gavremoğlu'nu açığa aldı.

Açığa alınan komutanlar karara itiraz etti ve Askeri Yüksek İdari Mahkemesi AYİM'e başvurdu.

http://www.haber7.com/haber/20101124/Aciga-alinan-komutanlar-AYIMe-gitti.php


Askerden 'açığa almaya' ilk yorum

Askeri yetkililer, Balyoz Soruşturması kapsamında isimleri geçen üç generalin açığa alınmasının ''bakanların takdiri'' olduğunu belirterek, generallerin de AYİM'e başvurarak itiraz haklarını kullandıklarını ifade ettiler.

Yetkililer, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül tarafından, Tümgeneral Gürbüz Kaya ve Tuğamiral Abdullah Gavremoğlu, İçişleri Bakanı Beşir Atalay tarafından da Jandarma Tümgeneral Halil Helvacıoğlu'nun 22 Kasım 2010 tarihli işlemlerle açığa alınmasının ''bakanların takdiri'' olduğunu ifade etti.

Üç generalin, açığa alınmalarına ilişkin işlemlerin iptali ve yürütmesinin durdurulması istemiyle dün AYİM'e başvurmasını da değerlendiren yetkililer, ''Açığa alma işlemi Sayın bakanların takdiridir, generaller de itiraz haklarını kullanarak AYİM'e başvurmuştur'' dedi.

AYİM taleple ilgili düşünce belirtilmesi için dosyayı Askeri Savcılığa göndermişti. Savcılıktan gelecek görüşün ardından generallerin başvurusu AYİM Daireler Kurulu'nda görüşülecek.

AA
http://www.haber7.com/haber/20101124/Askerden-aciga-almaya-ilk-yorum.php
#904
Öcalan'la birlikte yatağa girince ya da bir terör örgütü ile birlikte dansa kalkınca...
........
Tam da şu sıralar Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir'in ruh dünyasını okumak isterdim.
Tam da şu sıralar, BDP'li milletvekillerinin ruh dünyasını görmek isterdim.
Tam da şu sıralar, Öcalan'ın mutlak hükümdar olduğu bir "Kürt yönetimi"ni düşleyenlerin ruh dünyasını görmek isterdim.
Tam da şu sıralar, ben burada "Kürt siyaseti üzerinden PKK ipoteği kalkmalı" şeklinde yazılar yazdığımda bana burun kıvıranların ruh dünyasını görmek isterdim.
-Osman Baydemir'in üstü çizildi, haberleri yapılıyor artık.
Hani şu, devlete "h...stir" çeken adamın...
"Hadi bir de, APO'ya h...stir çek" çağrıları çok anlamsız değil bu yüzden...
Öcalan, avukatlara Osman Baydemir için neler neler söylemiş de, Fırat Haber Ajansı bir bölümünü sansürlemiş "önder"in sözlerinin.
Osman Baydemir bir gün kalkmış, genel temayüle uyarak, "Silah miadını doldurdu" diyecek olmuş hepi topu...
Sen misin bunu söyleyen!
"-Gençlerin öfkesinden de mi çekinmiyor? Diyarbakır gençlerini bilirim, ağzını yırtarlar. Gidip anlatın. Deyin ki, Apo vicdan sahibidir ama taviz vermez, bunlara karşı çok acımasızdır. Şarlatanlığın, soytarılığın gereği yok. Ya kapsamlı özeleştiri versin ya derhal istifa etsin."
Ne bu?
"Kürt coğrafyası"nda politika!
Kürt delikanlılarına ağız yırttırmaca!
-Şarlatan! Soytarı!
-Ya özeleştiri versin. Yani "Ben ettim siz etmeyin" desin ya da kalem kırılsın.
Bu tehditler, evet Osman Baydemir'e yönelik. Ama bu tehditlerin, bir de "Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla" türünden bir anlamı olmaz mı? Yani milletvekilleri, belediye başkanları, yarın o kulvarda siyaset yapacak olanlar, henüz doğmamış olan bebeler... Hepsi "önder"liğin önünde diz çöküp, arz-ı ubudiyet etmeleri gerekmez mi?
Zaten boşlamıyor önder!
-Ahmet Türk'e, Aysel Tuğluk'a, Kışanak'a mışanaka uzanıyor tehditleri...
-Apo vicdan sahibidir ammaaa...
Breh, breh, breh...
Türk devletinin hizmetinde olduğu zaman da kahraman(!)dı o, şimdi Osman Baydemir'in üstünü çizerken de!
İnsanoğlunun bir sürü dalaleti var... Putunu kendi yapar kendi tapar...
"-Kalkıp silahlı güçler miadını doldurmuş diyorsun, silahlı güçler miadını doldurduğunda sen düşünmüyor musun o koltuğunda iki ay oturabilir misin?"
"-Hepinizi kendi başınıza bıraksak hiçbir şey yapamazsınız, doğru düzgün bir şey yapacağınız da yok."
...
Liderlik böyle oluyor zahir.
Bir yandan "Senin canına okurum"lu sözler... Kesip biçmeler.
Bir yandan da şu şekilde "devletle olgun bir dil geliştiriyoruz" tarzında şeyler, bakın işte tam şöyle:
" Çoğu zaman bizimkilerin, Kandil'in, BDP'nin, Kışanaklar'ın, Ahmetler'in kullandıkları dil hükümeti de devleti de zor durumda bırakıyor. Bu dil burada bizim işlerimizi de zorlaştırıyor... Burada devletle olgun bir dil geliştiriyoruz. Karşılıklı saygı temelinde birbirimizi anlıyoruz. Bu olmasaydı korkunç katliamlar gelişirdi. Öyle parti kurma falan, toplantılar yapma, bunları bırakalım bir yana Kürt sözcüğünü bile ağzınıza alamazdınız. Hatta sizin avukatlığınızın da güvencesi benim. Rahat geliş gidişinizi de burada konuştuk, bu konuda güvence aldım."
Eminim ki Osman Baydemir, kendisine yönelen tehdidi umursamazlık etmeyecek.
Eminim ki, "Diyarbakırlı gençlerin ağız yırtma" eylemini önemseyecek.
Kamuoyu önünde belki itibarını korumaya çalışacak ama özeleştiri verme görevini de savsaklamayacak. Değilse, evine çekilip oturmayı deneyecek.
Örgüt içi raconları biliyorsa -ki öyle olmaması akla ziyandır- önderin salvolarının nereleri harekete geçirebileceğinden haklı olarak endişe edecek.
Bu tehditlerin, herhangi bir başıbozuk cinayet şebekesini bile harekete geçirme riskini dikkate alacak.
Kendi başının derdine düşmüş bir liderin, nasıl kurbanlar verebileceğini unutmayacak, eminim ki...
Ve eminim ki, örgüt içi infazlara karşı Kürt siyasetçilerin can güvenliğini korumak devlete düşecek.

http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/129429-ocalan-la-birlikte-yataga-girince-makalesi.aspx


BDP'den Osman Baydemir'e destek

BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak, İmralı'da hapiste tutulan PKK elebaşı Abdullah Öcalan'ın Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir ve bazı BDP'lilere yönelik ağır eleştirilerini cevaplandırdı.

"Sayın Abdullah Öcalan da hepimiz gibi bir insan. Düşüncelerini açıklamakta sonuna kadar özgürdür. Kendi düşüncelerini açıklamıştır." ifadelerini kullanan Kışanak, gazetecilerin Baydemir'in istifa edip etmeyeceği soruları üzerine, "Sayın Baydemir, Diyarbakır Büyükşehir Belediye başkanıdır. Görevinin başındadır. Bu partinin eşbaşkanı benim. Eğer bir istifa durumu olsa öncelikle benim haberim olur." diye konuştu.

Öcalan, avukatlarıyla yaptığı görüşmede Baydemir'i şu şekilde eleştirmişti: "Çıkıp sorumsuzca 'Silahlı mücadele miadını doldurmuştur' diyor. Buna sen nasıl karar verirsin? Çıldırıyorum, kerizler mi? Bu adam ya bir yerlere dayanıyor, ya da şovmen biri. Osman'ın önünde üç seçenek var: Bir, derhal istifa eder gider Diyarbakır'da o AKP'ye yakın STK'larda çalışır. İki, kapsamlı-samimi bir özeleştiri verir, görevinde kalır. Üç, gider evinde oturur, işine gücüne bakar."

Gültan Kışanak, partisinin Meclis'teki grup konuşması sırasında CHP ile ittifak konusunda da açıklamalarda bulundu. Kendilerinin seçim ittifakı değil, demokratik mücadele ortaklığı peşinde olduklarını söyledi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1056234&title=bdpden-osman-baydemire-destek


KCK'dan Baydemir'e tehdit: Özeleştirisini verecek

İSMAİL AVCI - DİYARBAKIR   -   25.11.2010  

Terör örgütü PKK'yı da bünyesinde barındıran KCK, Abdullah Öcalan'ın Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir'e yönelik sert eleştirilerine sahip çıktı.

KCK, Baydemir'i tehdit anlamı taşıyan bir bildiri yayınladı. "Şunu herkes bilmelidir ki, artık bir önderlik gerçeği vardır." denilen bildiride şu ifadelere yer verildi: "Önderliğimizin bazı Kürt siyasetçilerine karşı geliştirdiği eleştiri ve uyarılar olmuştur. Bu normaldir. Eleştirilmesi gereken eleştirilecek, özeleştiri vermesi gerekenler özeleştiri verecektir. Yanlışlar karşısında özeleştiri yapmak bir erdemliliktir. Ve özgürlük mücadelesinin en temel bir geleneği durumundadır." Açıklamada Türk basınının Kürt siyasetinde çatlak oluşturmaya çalıştığı savunuldu.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1056642&title=kckdan-baydemire-tehdit-ozelestirisini-verecek


Kürtler Apo'ya mahkûm mu?, Gülay Göktürk, Bugün Gazetesi

Meğerse Öcalan'ın Osman Baydemir'e "haddini bildirdiği" sözler sandığımızdan çok daha ağır, çok daha vahimmiş.
Haberin kaynağı olan Fırat Haber Ajansı -"Öcalan vesayeti"nin kabak gibi ortaya çıkmasından rahatsız olan Kürt kesimlerinin tepkisinden çekindiği için olsa gerek- haberi verirken sansür ederek hafifletmiş.
Ama malum iletişim çağındayız ve hiçbir şey gizli kalmıyor. Sonunda Öcalan'ın Osman Baydemir'in "üstünü çizen" ve "gazabım korkunç olur" tehditleri savuran demecinin bütününü de okuduk. Kürt hareketi içinde kendi sesinden başka bütün sesleri susturmaya azmetmiş bir despotun, farklı sesler karşısında kapıldığı hezeyanın dışavurumuydu bu demeç.
Ama hemen arkasından bir demeç daha geldi: BDP Eşbaşkanı Gülten Kışanak, "Silahlı mücadele miadını doldurmuştur" dedi diye Apo'nun belediye başkanlığından istifa etmesini emrettiği Osman Baydemir'e sahip çıkarak "Baydemir görevinin başındadır, herkes istediğini açıklamakta özgürdür" diye bir açıklama yaptı.
İşte, Kürt meselesinde içine girdiğimiz yeni sürecin kodları bu iki demecin içinde gizlidir. Benim ve bazı başka yazarların bundan bir yıl kadar önce anlatmaya çalıştığımız yeni süreç bu açıklama ile birlikte daha açık seçik bir biçimde ortaya çıkmıştır.
Ben bu yeni sürecin, özellikle Kürt hareketini "kalbinde Öcalan'ın yer aldığı tek bir çatı" olarak tarif eden, "Kürtler'in Öcalan'a kalpten bağlı olduğunu, analarının babalarının infaz emrini vermiş bile olsa ondan asla kopmayacaklarını, bizim de bu realiteyi kabul etmemiz ve bu realiteyle birlikte yaşamamız gerektiğini" düşünen kimi liberal-demokrat aydınlar tarafından idrak edilmesinin önemli olduğunu düşünüyorum.
Bu bakış açısının taşıdığı teslimiyetçiliği daha önce de eleştirdim. Böyle düşünenler, Kürtler'in yaşadıklarından dersler çıkarabileceklerini, Öcalan'ın ağzının içine bakmaktan kurtulup özgür bireyler olarak hareket edebileceklerini, farklı siyasi alternatifler yaratabileceklerini hayal bile edemiyorlar.
Oysa yaşanan tam da budur. PKK'nın marjinalleşmeye başladığı, geniş Kürt kitlesinin barışçı siyasi mücadele olanaklarını kullanmak üzere harekete geçtiği yeni bir süreç yaşıyoruz. Yasal demokratik mücadele zemininde hareket eden BDP ve Kürt sivil toplum kuruluşları, okullarda Kürtçe dersinden mahkemelerde Kürtçe savunmaya kadar, halkın somut talebi olan her meseleyi siyasi mücadele konusu haline getirip farklı demokratik eylem biçimleriyle siyaset platformuna taşıdıkça, yani siyaseti toplumsallaştırıp ona önderlik ettikçe güç topluyor, kukla olmaktan çıkıyor, gerçek siyasi liderler halini alıyorlar. Buna karşılık, siyasi faaliyeti "devletle pazarlık" noktasının ötesine geçemeyen; toplumsallaşan ve demokrasi platformunda yürüyen Kürt siyasi mücadelesinin dışında kalan Öcalan kontrolü kaybediyor.
Evet, PKK marjinalleşiyor. Çünkü Baydemir'in de dediği gibi silahın miadı doldu ve hâlâ silahta diretenler Kürtler'in gözünde haklı zeminini kaybediyor.
İsterse bir terör örgütü olsun, "bir dava için" mücadele eden bütün hareketler bir toplumsal tabana sahip olabilmek için "haklı bir zeminde" olmak zorundadırlar.
Daha önce bu haklı zemin, 12 Eylülcüler'in vahşi politikaları ile yaratıldı. Diyarbakır hapishanesinde yaşananlardan, faili meçhullerden, yargısız infazlardan, jandarma zulmünden, köy yakmalardan gelen haklı bir zemini vardı. Kürtler'e şiddetten başka yol bırakılmadığı ve PKK'yı bu çaresizliğin yarattığı, PKK'lı olsun olmasın bütün Kürtler tarafından kabul ediliyordu.
Ama şimdi durum farklı...
Şimdi belki de ilk defa Kürtler'e demokrasi içinde meşru siyasi zeminde mücadele imkânı doğdu ve PKK sık sık bunu sabote etmeye çalışıyor. Hem barışı sabote için provokasyonlar tezgâhlıyor hem de her şeyin kendi kontrolünde olduğunu ispatlamak için ateşkes kısaltma, uzatma kararları veriyor. Kontrolü elde tutmak için derin devletle işbirliklerine giriyor, onlarla AK Parti'yi tasfiye etme temelinde ittifakları kurarak kendi paçasını kurtarma pazarlıkları yapıyor.
Ve bütün bunlar Kürt halkının gözleri önünde yaşanıyor. 20 milyon Kürt sanki hızlandırılmış siyaset kursundan geçiyor.
Şu anda PKK'nın ve Öcalan'ın kaderinde dönüşüm değil yok oluş var. İmralı'dan yükselen hezeyan bu yok oluşun telaşıdır. Bu süreç BDP'nin parçalanmasını da getirebilir. Ama önemli olan, geniş Kürt kitlesinin bu parçalanmada nerede kalacağı, kaderini kimle birleştireceğidir.
Bu süreci hızlandırmak isteyen herkes Kürtler'in demokratik hak mücadelesine destek olmalıdır. Süreci tersine çevirebilecek tek gelişme ise AK Parti'nin -yalpalayıp durduğu - açılım politikalarından vazgeçip baskı politikalarına geri dönmesi, siyasi/demokratik mücadele kanalları tıkamaya çalışması olur.
Umarım bunu onlar da görüyorlardır ve Türkiye'ye böyle bir kötülük yapmazlar.

Gülay Göktürk'ün makalesini Bugün Gazetesi'nin internet sayfasından okumak için lütfen tıklayınız.
#905


Güney Kore ile Kuzey Kore arasında son dönemde yükselen tansiyon dün çatışmaya dönüştü. Kuzey Kore topçu birlikleri, ihtilaflı Sarıdeniz'deki Yeonpyeong Adası'nı vururken, Güney de buna karşılık verdi.

Bini aşkın kişinin yaşadığı adaya düzenlenen saldırıda 2 Güney Kore askeri öldü, 3 sivil ile 17 asker yaralandı. 60-70 kadar evin yandığı adadan halk tahliye edildi. 1953'ten bu yana yaşanan en ciddi çatışma olarak değerlendirilen gerginlik, bölgede yeniden savaş çanlarının çalmasına sebep oldu. Dünyayı ayağa kaldıran gelişme üzerine NATO ve AB, Kuzey Kore'yi kınadı. BM Güvenlik Konseyi'nin acil toplantı yapmayı planladığı bildirildi. Güney Kore'de 30 bin askeri bulunan ABD ise Seul ile yakın ve sürekli temas halinde olduklarını duyurdu. Çin ve Rusya da taraflara itidal çağrısı yaptı.

Dünkü çatışma, 1953'te imzalanan ateşkes anlaşmasından sonra sivillerin zarar gördüğü ilk olay oldu. Bölgede yeniden savaş tehlikesini ortaya çıkaran çatışmayı kimin başlattığı konusunda ise çelişkili açıklamalar var. Güney Kore, sınırdaki adalarından birine Pyongyang'ın yaklaşık 10 top mermisi atmasına ateşle karşılık verdiğini açıklarken, Pyongyang ilk ateşi açan tarafın, bölgede tatbikat düzenleyen Seul olduğunda ısrar ediyor. Kuzey Kore Yüksek Askeri Komutası tarafından yapılan açıklamada, "Güneyli kuklalar bizim uyarı anonslarımıza rağmen sınır ihlali yapıp saldırıda bulundular. Bizim devrim kuvvetlerimiz ise buna karşılık verdi." denildi. Açıklamada, Güney Kore'nin, deniz sahasını "0,001 milimetre" bile ihlal etmesi durumunda Güney Kore'ye yönelik "acımasız askeri saldırılar başlatma'' tehdidinde bulunuldu. Pyongyang yönetimi, Yeonpyeong Adası ve Pekryung Adası'nın kendisine ait olduğunu iddia ediyor. Karşılıklı ateş sonucu Kuzey Kore'de can kaybı olup olmadığı ise bilinmiyor.

Güney Kore Savunma Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada ise Kuzey'in açtığı ateş "kasıtlı ve planlı saldırı" olarak nitelendirildi. Savunma Bakanlığı, olayın "ateşkesin açık ihlali" olduğunu kaydetti. Güney Kore Devlet Başkanı Li Myung-bak'ın da top ateşinin ardından yetkililere "uygun karşılık" verilmesi, ancak "durumun daha da gerginleştirilmemesi" talimatını verdiği ifade edildi. Myung-bak, Kuzey Kore'nin tekrar saldırması halinde Seul'ün "büyük bir misillemede" bulunacağını söyledi. BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon ise Kore yarımadasında artan gerginlikten "derin endişe" duyduğunu açıkladı. Bu arada Güney Kore, iki ülkenin Kızılhaç yetkililerinin perşembe günü yapacağı görüşmelerin belirsiz bir tarihe kadar ertelendiğini bildirdi.

Mart ayında Güney Kore'nin Cheonan adlı savaş gemisinin batmasıyla meydana gelen olayda 46 denizci hayatını kaybetmiş ve Güney Kore, bu olaydan Kuzey Kore'yi sorumlu tutmuştu. Yaşanan gemi kriziyle iki ülke arasında tansiyon yükselmiş, bunun ardından ABD, Güney Kore ile bir dizi tatbikat yapmaya başlamıştı. Kuzey Kore yönetimi tatbikata sert tepki göstererek, bu iki ülkeyle nükleer savaşa her zaman hazır olduğunu açıklamıştı. Kuzey'in nükleer faaliyetleriyle ilgili olarak ise bu ay Pyongyang'ın en az bin santrifüjü olan modern bir uranyum zenginleştirme tesisi kurduğunun ortaya çıkması, çıkmazdaki görüşmeleri daha da ihtimal dışı bıraktı. Çatışmanın, Kuzey Kore'nin modern bir uranyum zenginleştirme tesisine sahip olduğunu açıklamasının birkaç gün sonrasına denk gelmesi de dikkat çekici bulunuyor. Güney Koreli üst düzey diplomat Chung Min Lee, iki Kore arasındaki yaşanan son olayın herhangi bir savaşı tetiklemeyeceğini düşünüyor. Ancak, Kuzey Kore'nin Güney Kore'yi bu tür saldırılarla sıkıştırması halinde Güney'in daha kuvvetli askeri operasyonlarla Kuzey Kore'ye karşılık vereceğinin altını çiziyor.

'çatışma KUZEY'deki iktidar değişikliği ile ilgili'

Bazı uzmanlara göre Pyongyang'ın saldırgan tutumunun arkasında ülkedeki iktidar değişikliği var. Ciddi sağlık sorunları olan Kuzey Kore lideri Kim Jong-il, aile hanedanlığını ülkenin başındaki güç olarak devam ettirmek için geçtiğimiz aylarda oğlunu ülkenin yeni lideri olarak ilan etmişti. Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu'ndan Mark Fitzpatrick, bu tür olayların Kuzey Kore tarafından galibiyet olarak tanımlandığını, Kim Jong-il'in ise genç oğlunun yeni lider pozisyonunu bir destekleme biçimi olarak gördüğünü belirtiyor.

İki ülke arasında 'Kuzey Sınır Çizgisi' olarak bilinen deniz sınırında bundan önce de birçok kez çatışma yaşandı. Ancak bunlar dünkü çatışma kadar büyük çaplı değildi. Aynı bölgede taraflar arasında 1999 ve 2002 yılları arasında çıkan çatışmalarda can kaybı da meydana gelmişti. 1999'daki çatışmada bir Kuzey Kore gemisi batmış, her iki taraftan da gemiler hasar görmüştü. 2002'de yaşanan çatışmada ise dört Güney Koreli ve 30 kadar Kuzey Koreli denizci hayatını kaybetmişti. Güney Kore, 1950-1953 yılları arasındaki savaşın ardından ABD liderliğindeki BM Komutanlığı'nın tek taraflı olarak çizdiği Kuzey Sınır Çizgisi'ni sınır olarak kabul ediyor. Pyongyang ise bunu tanımıyor.

Kore Yarımadası cephanelik gibi

1950-53 Kore Savaşı'ndan sonra sadece ateşkes yapan Kuzey ve Güney Kore, barış anlaşması imzalamadığı için teknik olarak hâlâ savaşta. İki ülke sınırı mayınlarla ve ağır silahlarla dolu. 1950'de çıkan savaş, ABD ve müttefiklerinin, daha sonra da Çin'in müdahalesiyle uluslararası bir boyut kazanmıştı. Kore Savaşı'nda en az 2 milyon sivil, komünistlerin ordusundan 1,5 milyon askerin, 30 bin Amerikalı, 400 bin Güney Korelinin hayatını kaybettiği tahmin ediliyor. Kuzey Kore'nin aktif görevde 1,19 milyon ve yedek 7,7 milyon askeri bulunuyor. Nüfusu 23,4 milyon olan Kuzey Kore, dünyanın en askerileşmiş ülkelerinden biri. Güney Kore'ninse aktif durumda 655 bin, yedekte 3 milyon askeri var. Ülkenin güneyinde ise 28 bin Amerikan askeri konuşlanmış durumda. Kuzey'in hava kuvvetleri gücünün çoğunu Sovyet yapımı MİG'ler oluştururken, G.Kore'nin 490 savaş uçağı bulunuyor. Kuzey Kore'nin 800'den fazla balistik füzeye, bin kadar da çeşitli menzilde füzeye sahip olduğu belirtiliyor. Güney Kore de son zamanlarda 1.500 kilometre menzilli Cruise füzeleri konuşlandırdı. Kuzey Kore'nin 6 ila 8 nükleer bombası olduğu tahmin ediliyor. Şinasi Alpago - Seul, Cihan

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1056247&title=korede-savas-canlari-caliyor&haberSayfa=0
#906


İçişleri bakanına jandarma personeli, milli savunma bakanına ise Türk Silahlı Kuvvetleri personeli hakkında verilen açığa alma yetkisi Cumhuriyet tarihinde ilk kez kullanıldı.

İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın, Balyoz Davası sanığı ve çok sayıda fişleme dosyasında imzası bulunan Tümgeneral Halil Helvacıoğlu'nu açığa almasının ardından, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül de Tümgeneral Gürbüz Kaya ve Tuğamiral Abdullah Gavremoğlu'nu, Pazartesi günü itibariyle açığa aldığını duyurdu.

Balyozcu tümgenerali İçişleri Bakanı açığa aldı

İçişleri Bakanı Atalay, Cumhuriyet tarihinde bir ilke imza atarak Balyoz soruşturması ve çok sayıda fişleme olayında ismi geçen Jandarma Tümg. Halil Helvacıoğlu'nu açığa aldı

İçişleri Bakanı'na Jandarma personeli, Milli Savunma Bakanı'na Türk Silahlı Kuvvetleri Personeli hakkında verilen açığa alma yetkisi Cumhuriyet tarihinde ilk kez kullanıldı. İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Balyoz Davası sanığı ve çok sayıda fişleme dosyasında imzası bulunan Tümgeneral Halil Helvacıoğlu'nu açığa aldı. Karar, 926 sayılı TSK Personel Kanunu'nun açığa almayı düzenleyen 65. maddesi uyarınca uygulandı. 22 Kasım 2010 tarihli açığa alma kararı, önceki gün İçişleri Bakanlığı tarafından gereğinin ivedilikle yerine getirilmesi için Genelkurmay Başkanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığı'na gönderildi. Bakanlığın yazısı Tümgeneral Helvacıoğlu'na aynı gün tebliğ edildi. Helvacıoğlu'nun üniforması çıkartıldı ve Ağustos YAŞ'ında atandığı Jandarma Genel Komutanlığı Değerlendirme ve Denetleme Başkanlığı'ndaki görev ve yetkileri elinden alındı.

AĞIR SUÇLAMALARA ATIF

Açığa alma yazısında, Tümgeneral Helvacıoğlu hakkında İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki E: 2010/283 sayılı dosyaya atıf yapıldı. Yazıda Helvacıoğlg'nun hükümeti devirme planları içerisinde er aldığı hatırlatıldı. Helvacıoğlu hakkında açılan davada isnat edilen suçların içeriği ve deliller göz önüne alındığı vurgulanan yazıda "926 sayılı TSKpersonel kanununun 65. maddesi uyarınca açığa çıkarılmıştır. Bilgilerinizi ve gereğini, durumun adı geçene bugün ivedilikle tebliğ edilerek belgenin bir örneğinin gönderilmesini rica ederim. İÇİŞLERİ?BAKANI" denildi.

YAŞ'I BYPASS GİRİŞİMİ ENGELLENDİ

Son YAŞ toplantısında Tümg. Gürbüz Kaya, Tümg. Helvacıoğlu ve Tuğamiral Abdullah Gavremoğlu, haklarındaki davalar nedeniyle terfi ettirilmemişti. Terfi ettirilmeyen ancak başka görevlere atanan üç Paşa, AYİM'e dava açarak YAŞ kararlarını bypass olarak nitelenen karar çıkartmışlardı. AYİM, Balyoz Davası'nda yeralan üç generali terfi ettirmiş ve yürütmenin de durdurulmasına hükmetmişti. Böylece sivillerin onay yetkisinde olan terfilerle ilgili YAŞ kararlarını AYİM üzerinden delmenin yolu açılırken, İçişleri Bakanlığı'nın açığa alması kararı sözkonusu girişimi de durdurdu.

Bütün yetki Bakan'da

926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun, açığa alınan veya tutuklanan subay ve askerî memurlar hakkındaki esasları içeren 65. maddesi, Millî Savunma Bakanı'na ve İçişleri Bakanı'na açığa alma yetkisi veriyor. 65. madde, 'Haklarında ölüm veya ağır hapis cezasını gerektiren veya yüz kızartıcı bir suçtan ya da taksirli suçlar hariç olmak üzere 5 yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren bir cürümden veya emre itaatsizlikte ısrar, üste veya amire fiilen taarruz, üste veya amire hakaret, mukavemet suçlarından dolayı kamu davası açılanlar, mensup oldukları bakanlıklarca açığa çıkarılabilirler' diyor." Maddenin'e' bendinde "terfi sırasına girenlerden açıkta bulunanların terfileri ve kademe ilerlemeleri yapılmaz" hükmü açıkça yeralıyor.

YAŞ'ta terfi ettirilmemişti

YAŞ'ta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Erdoğan'ın terfilerine karşı çıktıkları Tümgeneral Halil Helvacıoğlu, Korgeneral kadrosundaki Jandarma Genel Komutanlığı Değerlendirme ve Denetleme Başkanlığı, Tümgeneral Gürbüz Kaya, Korgeneral kadrosundaki Harita Genel Komutanlığı ve Tuğamiral Abdullah Gavremoğlu da, Tümamiral kadrosundaki Deniz Kuvvetleri Personel Başkanlığına vekaleten atanmışlardı.

Menderes'ten sonra bir ilk yaşandı

Balyoz davası sanığı üç generalin İçişleri Bakanı Beşir Atalay ve Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül tarafından görevlerinden alınmaları, Menderes'in 1950 yılında 16 generali görevden almasını hatırlattı.

Demokrat Parti'nin iktidara gelmesinin ardından darbe yapma hazırlığı içinde olan 16 general ve 150 albayın orduyla ilişkileri kesilmişti. Dönemin Başbakanı Adnan Menderes bir albay aracılığıyla kendisine ulaşan darbe yapılacağı yönündeki bilgi sonrasında Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ı da ikna ederek 16 general ve 150 albayı emekliye sevk etmişti. Menderes tarafından emekliye sevk edilenler arasında Genelkurmay Başkanı Abdurrahman Nafiz Gürman ile Genelkurmay İkinci Başkanı, Deniz ve Hava Kuvvetleri komutanları ile üç ordu komutanı bulunuyordu. Menderes'in 16 generali emekliye sevk etmesinin kendisine 10 yıl zaman kazandırdığı yönünde tarihçiler tarafından değerlendirmeler yapılmıştı.

Süleyman Demirel de Başbakan olduğu 1969 yılında Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cemal Tural'ı görevden almak yerine YAŞ'a atama formülünü bulmuştu. Tural, bu görevde 5 ay kaldıktan sonra emekliye sevk edilmişti.

Tarımcıoğlu: Olumlu gelişmeler

Askeri Hakim Faik Tarımcıoğlu, bunların olumlu gelişmeler olduğunu, hukukun işlemesi anlamına geldiğini söyledi.

Cihan muhabirine konuyu değerlendiren Tarımcıoğlu, halk arasında kullanılan 'Geciken adalet, adalet değildir' sözünü hatırlattı. 926 sayılı TSK Personel Kanunu'nun açığa almayı düzenleyen 65. maddesinin çok açık olduğunu dile getiren Tarımcıoğlu, "Bu 65. madde YAŞ kararlarından önce de vardı. Herhangi bir soruşturmada bir rütbeli suçlu veya suçsuz, bazı delillere dayanarak savcı dava açmıştır. O zaman gerçekten hukuk kanunları uygulanmış olsaydı, bu işlem daha önce yapılmış olurdu. 65. madde çok açık ve net, bu savsaklandı, çok gecikildi. Gelinen nokta, kanunun uygulanması anlamına gelir. Olumlu bir gelişmedir, hukukun işlemesi anlamında. İlk işlem bu şekilde yapılmalıydı." dedi.

Açığa alma olayının her hadise için yapılamayacağına dikkat çeken Tarımcıoğlu, olayların kendi içinde ayrı ayrı düşünülmesinin daha doğru olacağını ifade etti.

"CUMHURBAŞKANINI KARŞILAMAMAK KANUNLARIN RUHUNA AYKIRI"

Ayrıca, Türkiye'nin NATO nezdindeki askeri temsilcisi Hava Korgeneral Mehmet Veysi Ağar'ın zirve için Lizbon'a giden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ü karşılamamasını da değerlendiren Tarımcıoğlu, yapılanın kanunların ruhuna, Anayasaya aykırı olduğunu vurguladı. "Nihayet cumhurbaşkanıdır, cumhurun başkanı, bir başkomutandır." diyen Tarımcıoğlu, şöyle devam etti:

"Teammüllere aykırıdır, töreye aykırıdır. Töre, halkın geleneğidir. Askeri ve idari teamüller vardır; cumhurbaşkanında mutlaka ayağa kalkılır, karşılanır, uğurlanır. Saygıda kusur edilmez. Cumhurbaşkanı bir makamdır. Şahıslar gelip geçicidir. Türk milletinin birlik ve beraberliğini temsil eder. Nereden bakarsanız yanlış bir davranıştır. Askeri ceza kanunlarında bir karşılığı var mıdır; hayır yoktur. Nihayetinde 'karnım ağrıyordu gitmedim' mazereti olabilir."

Lizbon'daki skandalın, Korgeneral Aslan Güner'in 3 yıl önce Hayrünnisa Gül'le tokalaşmamak için Esenboğa Havalimanı'ndaki karşılama töreninde protokol sırasından ayrılmasını hatırlattığını ifade eden Tarımcıoğlu, Genelkurmay Başkanlığı'nın, olayın üzerinden 3 yıl geçtikten sonra bir açıklama yaptığını ama bunun kimseyi tatmin etmediğini söyledi.

"Umarız üç sene sonra böyle bir açıklama gereğini hissetmezler Genelkurmay." diyen Tarımcıoğlu, "Bu doğru bir şey değil. Millet ve devlet arasından bir uçurumun açılması, herkes bakımından mahsurludur. Demokrasinin yerleştirilmesinde şu düşünülmeli; kurumlar kalıcıdır, şahıslar geçicidir." diye konuştu.

NATO'daki en üst düzey Türk komutanı olan Veysi Ağar'ın zirveden iki gün önce Lizbon'a geldiği, kendisine "Cumhurbaşkanını karşılayacak mıyız?" diye sorulunca da "Ne karşılaması, zaten karısını da alıp gelmiş." dediği öne sürülmüştü.

Diplomatik Kaynaklar ise Ağar'ın, Lizbon Havaalanı'ndaki cumhurbaşkanını karşılama törenine katılmadığını doğrularken, komutanın Cumhurbaşkanı Gül ve eşi Hayrünnisa Gül'ü kaldıkları otelde de üniformasıyla karşılamadığını ifade etmişti. (CİHAN)

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1056345&title=atalay-ve-gonul-3-generali-gorevden-aldi&haberSayfa=0


Abdullah Gül: Abartmamak lazım

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, üç generalin açığa alınmasıyla ilgili, ''Yasaların sayın bakanlara verdiği yetki, bakanlar değerlendirmişler ve kullanmışlardır. Aslında bu hususu çok fazla abartmaya da gerek yok.'' dedi.

Gül, İsviçre'ye hareketinden önce Esenboğa Havalimanı'nda basın mensuplarının sorularını cevapladı. Gül, ''Üç generalin haklarındaki davayla ilgili açığa alınmasıyla ilgili değerlendirmesinin sorulması üzerine, ''Yasaların sayın bakanlara verdiği yetki, bakanlar değerlendirmişler ve kullanmışlardır. Aslında bu hususu çok fazla abartmaya da gerek yok. Biliyorsunuz bu ülkede emniyet genel müdürleri bile aynı şekilde açığa alınmıştır.'' cevabını verdi.

(CİHAN)
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1056742&title=gul-uc-generalle-ilgili-konustu


Erdoğan, görevden alınan generallerle ilgili konuştu

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Jandarma Tümgeneral Halil Helvacıoğlu'nun İçişleri Bakanı tarafından açığa alınmasına ilişkin olarak, ''Sayın Atalay'ın açığa alma işlemini aynı şekilde Milli Savunma Bakanımız da uygulayacaktır ve belki de şu ana kadar uygulamış olması lazım'' dedi.

Başbakan Erdoğan, iki günlük Lübnan ziyareti öncesinde Esenboğa Havalimanı'nda basın mensuplarının sorularını cevapladı. Bir basın mensubunun, Balyoz davasında yargılanan Tümgeneral Halil Helvacıoğlu'nun İçişleri Bakanı Beşir Atalay tarafından görevden alındığını, diğer iki generalin görevden alınıp alınmayacağı yönündeki sorusu üzerine, Başbakan Erdoğan, "Sayın Atalay'ın açığa alma işlemini, aynı şekilde Milli Savunma Bakanımız da uygulayacaktır. Belki şu ana kadar uygulamış olması lazım." dedi.

"BAKANLARIMIZ YETKİLERİNİ KULLANDI"

Bir generalin görevden alınmasının ilk olup olmadığı yönündeki soruya ise Erdoğan, "Bu konunun ilk olup olmadığı noktasında bir araştırmam yok. Fakat her şey yasalar çerçevesi içerisinde, bakanlarımıza verilen yetkiler vardır. Bakanlar Kurulu'na verilen yetkiler vardır. Üçlü kararnameyle atanmışsa, görevden alınmalar vardır. Birçok bu tür metotlar vardır. Nasıl ki herhangi bir üst düzeyde memuru görevden alma yetkisine onları atayanlar sahipse, burada da öyledir. Burada çok daha farklı İç Hizmet Kanunu'na göre bazı yetkiler vardır, bu yetkiler çerçevesinde gerek savunma bakanımız, gerek içişleri bakanımız bu yetkilerini kullanmışlardır." diye cevap verdi.

Yargıtay'da iş yükünün fazlalığından dolayı bazı dosyaların zaman aşımından dolayı düştüğü hatırlatılarak, 'bu yönde çalışmaların olup olmayacağı' yönündeki soruya ise Erdoğan, "Bu yeni bir süreç değil. Yargıtay Başkanı'nın ziyaretinde de gündeme getirdiği, ortak bazı toplantılarda gündeme getirdiği, bu tür birikmiş dosyaların 1 milyonun üzerinde olduğu ve daire sayısının artırılması düşüncesini bizlere ifade etmişlerdir. O günden bugüne işleye gelen bir süreçtir. Öyle zannediyorum ki bu konuda bir adım atılması gerekir ve atılacaktır. Bu yükün kaldırılması gerekir. Her zaman söyleriz. Geciken adalet adalet değildir. Bu çalışmayı Adalet Bakanlığı olarak da arkadaşlarımız da yapıyorlar. Takvim ne zaman çalışır onu bilemiyorum." dedi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1056344&title=erdogan-gorevden-alinan-generallerle-ilgili-konustu


CHP Grup Başkanvekili Kemal Anadol: Açığa almalar sivil darbedir

Atamalarının yapılmadığı YAŞ kararlarına itiraz ederek mahkemeye giden üç komutanın İçişleri Bakanı Atalay ile Milli Savunma Bakanı Gönül tarafından açığa alınmasına CHP'den sert tepki geldi.

CHP Grup Başkanvekili Kemal Anadol, komutanların bakanlar tarafından açığa alınmasının "sivil darbe" olduğunu kaydetti."

"İNTİKAM..."

Anadol, 'YAŞ'ta terfi ettirilmediği için dava açan 3 subayın İçişleri ve Milli Savunma Bakanlarınca açığa alındımasını',  ''İntikam.... Bu da darbe, sivil darbe. İktidarın zihniyetini ortaya koyan, hak arama özgürlüğünü bir suç gibi algılayan Recep Tayyip Erdoğan ve AKP zihniyeti'' şeklinde değerlendirdi.

http://www.haber7.com/haber/20101124/CHPKomutanlarin-aciga-alinmasi-darbe.php


Bahçeli, 3 generalle ilgili CHP gibi konuştu

(CİHAN)   -   26.11.2010

CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nu Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya'nın mezarlarını ziyaret ettiği için sert şekilde eleştiren MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, üç generalin açığa alınması konusunda CHP ile aynı safta yer aldı.

Bahçeli, bakanların yetkisini kullanarak üç generali açığa almasını, TSK'nın yıpratılması olarak değerlendirdi.

Antalya ziyareti öncesinde Polatlı'ya giden ve Cuma namazını burada kılan MHP lideri Bahçeli, daha sonra ilçeyi gezdi. Basın mensuplarının 'üç generalin açığa alınmasını' sorması üzerine Bahçeli, bu yapılan işlemle ordunun yıpratılmaya çalışıldığını öne sürdü. TSK'nin milletin gözbebeği olduğunu belirten Bahçeli, ''Kimse ordumuzu yıpratmaya kalkmamalı.'' dedi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1057410&title=3-generalle-ilgili-chp-gibi-konustu
#907


Pınar Selek AİHM'ye başvurdu
 
Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından Mısır Çarşısı davasında beraat kararı bozulan ve bu karar Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından onaylanan sosyolog Pınar Selek, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvurdu.

Selek, dilekçesinde, "Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkesi ihlal edildi. Yasa dışı oluşturulan delillerle yargıya müdahale edildi." iddiasında bulundu. Selek, AİHM başvurusunda 'yeniden adil bir şekilde yargılanma' ve 'manevi tazminat talebinde' bulundu. Mısır Çarşısı patlaması davasında İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanan Pınar Selek, patlamaya bombanın mı yoksa LPG'nin mi neden olduğunun kesin tespiti yapılamadığı gerekçesiyle beraat etmişti. Yargıtay 9. Ceza Dairesi, patlamanın bombadan kaynaklandığı yönündeki raporları dikkate alarak yerel mahkemenin beraat kararını bozmuştu. İstanbul cihan

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1056166&title=pinar-selek-aihmye-basvurdu
#908
Namaz kıldığı, içki içmediği, eşinin başörtülü olduğu gerekçesiyle Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararı ile TSK'dan ihraç edilen Binbaşı M.Yavuz Ay, Edirne'de görev yaparken Tümen Komutanı tarafından Alay Komutanının yanında sorgulandığını belirterek, şunları söylüyor:

"Tümgeneral İlhan Akoğuz, kibirli bir yüz, aşağılayıcı bir ifadeyle konuşmaya başladı: "(...) Dosyana baktırdım. Başarılı bir subaysın. Tümenimin en başarılı Bölük Komutanlarından birisin. Anlamıyorum, bu gençlere ne oluyor, başarılı bir subay nasıl namaz kılar? Üstelik eşin başörtülüymüş, lojmanlarda dini ders veriyormuş. Hiç olacak iş mi? (...) Senden dört şey istiyorum. Bunları yerine getir, sana şefaat edeyim. Dosyanı temizlerim. Önünü açarım. Bir: Eşin başını açacak.. İki: Benimle rakı içeceksin.. Üç: Eşinle birlikte orduevine eğlenceye geleceksin.. Dört: Çoluk çocuk evime ziyarete geleceksin... Bugüne kadar hiç eğlenceye gelmemişsin. Evime gelmezsen merkez komutanını gönderir, zorla getirtirim. Seni modern olmaya davet ediyorum."

Türk Silahlı Kuvvetleri'nde (TSK) yaşanan paranoyayı gözler önüne seriyoruz. Balyoz Darbe Planı davasının sanığı olan ve 16 Aralık 2010 tarihinde Silivri'de hakim karşısına çıkacak olan emekli Albay Musa İstek'in, görev yaptığı dönemde, bayramlaşmaya gittiği askerlerin evlerinde bile fişleme yaptığı ortaya çıktı.

KURMAY YARBAY BAYRAMDA FİŞLEME YAPMIŞ!

Kurmay Yarbay Musa İstek, Tabur Komutanı iken, Ramazan Bayramı'nda, Tankçı Astsubay Mustafa Geçgel'in evini ziyaret etmiş. Ziyarette; Yüzbaşı M. Yavuz Ay'ın eşinin kadınlarla birlikte oturduğunu eşi vasıtasıyla öğrenen Musa İstek, M.Yavuz Ay'dan savunma bile istemiş. Konya Personel Okul Komutanı emekli Tümgeneral Mehmet Kenzi Suner de Üsteğmen M.Yavuz Ay'ın, eşinin başörtülü olmasından rahatsız olmuş. M.Yavuz Ay'ı ikaz eden Mehmet Kenzi Suner, "Ailenizin tutum ve davranışları ile sembol haline gelen giyinmesinde bir değişiklik olmamıştır. Sizi son bir defa daha ikaz ediyorum" demiş. 1977 senesinde Kara Harp Okulu'na giren M.Yavuz Ay, eşinin başörtülü olması, kendisinin namaz kılması ve içki içmemesi gerekçesiyle 1996 yılında Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararı ile TSK'dan ihraç edilmiş. Kıyafetinden rahatsız oldukları Üsteğmen M.Yavuz Ay'ın eşi, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın müftülüklerde görevlendirdiği kadrolu bir personel olarak görev yapmaktaydı.

BAYRAM ZİYARETİNDE BAŞÖRTÜLÜ AVI!

Balyoz sanığı emekli Albay Musa İstek, Kars Sarıkamış'ta Tabur Komutanı olduğu dönemde akıllara durgunluk verecek icraata imza atmış.

Kurmay Yarbay Musa İstek, Ramazan Bayramı'nda ziyaretine gittiği Tnk. Astsb. Mustafa Geçgel'in evinde eşi vasıtasıyla istihbarat çalışmasında bulunmuş. Musa İstek, eşinin verdiği bilgiler doğrultusunda haremlik-selamlık oturan askeri personelin eşlerini çıkarmış. Yüzbaşı M.Yavuz Ay'ın, eşinin kadınlarla oturduğu bilgisine ulaşan Musa İstek, M.Yavuz Ay'dan savunma istemiş. Musa İstek tarafından 13 Mart 1995 tarihinde M.Yavuz Ay'a gönderilen yazıda aynen şu ifadeler yer almış:

"1- Şeker Bayramı'nın üçüncü günü (5 Mart 1995) bayram ziyaretinde bulunmak üzere taburumuz personelinden Tnk. Astsb. Mustafa Geçgel'in evine ziyarete geldiğimde sizi salonda otururken gördüm ve bayramlaştık ancak eşinizin arka odalardan birinde hanımlarla birlikte oturduğunu eşimden öğrendim. Evinizde ve ziyaret için gittiğiniz yerlerde haremlik ve selamlık oturmayı bir yaşam tarzı olarak benimsediğinizi görmüş bulunuyorum.

2- Astsb. Mustafa Geçgel'in evinde haremlik ve selamlık (erkeklerin bir odada, hanımların ayrı bir odada oturma şekli) bir oturma tarzını benimsediğiniz bu konuda düşüncelerinizi 21 Mart 1995 günü saat: 17:00'a kadar açıklamanızı rica ederim."

İLGİLİ BELGE İÇİN TIKLAYIN

Konya Personel Okul Komutanı emekli Tümgeneral Mehmet Kenzi Suner de, Alay Komutanı olduğu dönemde M.Yavuz Ay'ın şahsına "Kişiye Özel" bir ikaz yazısı göndermiş. Suner'e göre, M.Yavuz Ay'ın eşinin başörtülü olması Atatürkçülükle bağdaşmıyor!

Balyoz Darbe Planı davasının sanığı emekli Albay Musa İstek, görev yaptığı dönemde; askerlerle bayramlaşmaya gitmiş ve M.Yavuz Ay'ın eşinin kadınlarla birlikte oturduğunu eşi vasıtasıyla öğrenmiş, ardından M.Yavuz Ay'dan savunma bile istemiş. İşte Kurmay Yarbay Musa İstek'in, bayram ziyaretinde başörtülü avına çıktıklarını gösteren resmi belge!

"TSK KRİTERLERİ: EŞİNİN BAŞINI AÇACAKSIN, RAKI İÇECEKSİN, DANS EDİP EĞLENECEKSİN, AİLENLE KOMUTANIN EVİNE ZİYARETE GİDECEKSİN..."

"1990 yılında Edirne'de görev yaparken Tümen komutanı tarafından Alay komutanının yanında sorgulandım. Tümgeneral İlhan Akoğuz, kibirli bir yüz, aşağılayıcı bir ifadeyle konuşmaya başladı: "Harbiye'de bir sürü komünisti attığımı biliyor musun? Seni de atarım. Bir üsteğmen daha eksilmiş olur. Dosyana baktırdım. Başarılı bir subaysın. Tümenimin en başarılı Bölük Komutanlarından birisin. Anlamıyorum, bu gençlere ne oluyor, başarılı bir subay nasıl namaz kılar? Üstelik eşin başörtülüymüş, lojmanlarda dini ders veriyormuş. Hiç olacak iş mi? Bak bu konuşmalarımızdan eşine bahsetme. Sana yardımcı olurum, harp akademisine girmeni sağlarım. Oğlum bu işlerle uğraşacağına general olmak için çalışsana!

Senden dört şey istiyorum. Bunları yerine getir, sana şefaat edeyim. Dosyanı temizlerim. Önünü açarım. Bir: Eşin başını açacak.. İki: Benimle rakı içeceksin.. Üç: Eşinle birlikte orduevine eğlenceye geleceksin.. Dört: Çoluk çocuk evime ziyarete geleceksin... Bugüne kadar hiç eğlenceye gelmemişsin. Bir siz mi Müslümansınız? Biz neyiz, ...mıyız? Evime gelmezsen merkez komutanını gönderir, zorla getirtirim. Seni modern olmaya davet ediyorum."

"İSLAMİ HAYAT TARZI SEBEBİYLE RESMİ YAZIYLA İKAZ"

"Tümen Komutanı gelmeden tahminen iki hafta önce Alay Komutanı M. Kenzi Suner, beni yanına çağırtmıştı. Alay Karargah binası önünde bir akşam üstü konuşmuştuk. Daha doğrusu o konuşmuş, ben dinlemiştim: "Sen beni tanımazsın. Benim ailem de dindardır. Ben de geceleri çok düşünür, bazen ağlarım. Dürüst, çok başarılı bir subaysın. Ben, eşinin başını açmasını nasıl söylerim?... Ama emekli olana kadar idare edin, yoksa çok sıkıntı çekersiniz."

***

EŞİNİN BAŞÖRTÜLÜ OLMASI ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİNE AYKIRI!

Konya Personel Okul Komutanı Emekli Tümgeneral Mehmet Kenzi Suner de, Alay Komutanı olduğu dönemde 29 Mart 1990 tarihinde M.Yavuz Ay'ın şahsına "Kişiye Özel" bir ikaz yazısı göndermiş. Mehmet Kenzi Suner'e göre, M.Yavuz Ay'ın eşinin başörtülü olması Atatürkçülükle bağdaşmıyor! Mehmet Kenzi Suner'in, M.Yavuz Ay'a gönderdiği yazı aynen şöyle:

"1. Sizi daha önce odama çağırarak dini inançlarınız konusunda karşılıklı görüşmüş ve bu yönde tutum ve davranışlarınıza dikkat etmenizi ikaz etmiştim.

2. Ayrıca konu ile ilgili olarak Tüm.K. tarafından da ikaz edildiniz. Özellikle bu görüşme sırasında "ATATÜRKÇÜLÜK" ile ilgili konular söz konusu edildiğinde müsbet cevap vermediğiniz gibi fikirlerinizi açıklamaktan da kaçınmıştınız.

3. O tarihten beri Kıt'a içi tutum ve davranışlarınızı yakından takip etmekteyim. Bu yönde etrafınızı etkileyici bir faaliyetiniz olmamakla birlikte, yetiştirilmek üzere size emanet edilen askerlere "ATATÜRKÇÜLÜK RUHUNUN" aşılanması yönünde zayıf kaldığınızı üzülerek görmekteyim. Kıt'ada sadece disiplin tesis etmek veya onlara sadece harp sanatını öğretmek yeterli değildir. "ATATÜRKÇÜ" düşüncelere sahip özellikle LAİKLİK" prensibine bağlı asker yetiştirmediğiniz sürece, öğrettiğiniz harp sanatının Türkiye Cumhuriyetinin aleyhine kullanılacağını unutmayınız.

4. Karşılıklı görüşmeler sırasında, aile yaşantınız da, temsil ettiğiniz Türk Silahlı Kuvvetleri'nin görüşlerine uygun olması, bazı dinci grupları temsil eden görünüşten vazgeçmesi ve oturduğunuz lojmanda dini ders vermemesi konusunda ikaz edilmiştir. Ailenizin tutum ve davranışları ile sembol haline gelen giyinmesinde de bir değişiklik olmamıştır.

5. Sizi son bir defa daha yukarıda belirttiğim konularda ikaz ediyorum. Rica ederim."

İLGİLİ BELGE İÇİN TIKLAYIN

M.YAVUZ AY: "KÖTÜ ÖRNEK (!) OLACAĞIMDAN KORKUYORLARDI"


YAŞ'zede Binbaşı M.Yavuz Ay, Kara Harp Okulu'na 1977 senesinde girdiğini, 1996 yılında YAŞ kararı ile ordudan atıldığını söyledi. Ay, "Tank sınıfının 7.'si olarak mezun olmama, mesleki başarılarım olmasına rağmen sicilimi bozdular. Sınavlarını kazanmama rağmen önemli hiçbir kursa göndermediler. Atılmamın en önemli sebebi işimi iyi yapmamdı. Kötü örnek(!) olacağımdan korkuyorlardı" dedi. M.Yavuz Ay, şunları söyledi:

"İBADET ÖZGÜRLÜĞÜMÜZ YOK EDİLDİ, İBADET EDENLER EZİLDİ, CEZALANDIRILDI"

"Harp okulunda binalarda namaz kılmayı yasaklamışlardı. Namazı camide kılacaksınız dediler ama her zaman oraya gitmemiz mümkün değildi. Ama iman ettiğim Allah'ın emirleri vardı, onları yerine getirmem gerekiyordu. Ama onlar, 'Namaz kılmayın demiyoruz ama mesaiden sonra kılın' diyorlardı. Tam dört yıl arka cebimde bir naylon parçası, merdiven altlarında, bodrumlarda, yemekhanenin arka odalarında, "yasak yerde namaz kılmaktan 4 ya da 7 gün hapis cezası alma" pahasına namaz kıldım. Yaz dönemine, eğitim kampları dönemine denk gelen Ramazan aylarında da oruca yasaklama getirildi.

Gece sahura kalkanlar tespit edilirse cezalandırılıyordu, ayrılan yemekler dökülüyordu. Orucun serbest olduğu dönemler de oldu. Ama farklı şiddet ve baskı mekanizmaları kurdular. 60 derece sıcağın altında ağırlaştırılmış adeta eziyete dönüştürülmüş eğitim ve tatbikat uygulamalarıyla birçok arkadaşımızın oruç tutmasını engellediler. Bine yakın öğrencinin yarısı oruç tutmak istemişti. Seksen civarında oruç tutan arkadaşımız kalmıştı. 'Bu kadar az bir kitleye yemek çıkarılamaz' dediler. Oruç tutan kimi öğrencilere herkesin huzurunda su içirildi. Oruçlular zorla denize sokuldu."

KENAN KIRAN/YENİ AKİT
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1055591&title=komutandan-basortulu-es-sorgusu&haberSayfa=0
#909
MERVE TUNÇEL

Bilim adamlarının üzerinde çalıştığı sağlıklı çikolata sayesinde bir yandan tatlı ihtiyacınızı karşılarken diğer yandan hastalıklarla savaşta önemli bir silah kazanacaksınız.

Uzmanlar yaklaşık 2 yıldır üzerinde çalıştıkları proje ile kalp hastalıkları ve diyabet ile savaşacak çikolata geliştirmeyi planlıyor.Üstelik bu çikolata kilo aldırmayacak.

Bilimadamları bunu sağlıklı kakao tıohumları ile sağlayacak.Bu tohumlar kan basınıcını düşürerek kalp sağlığını koruyan flavonol kimyasalları içeriyor.

Uzmanlar yüksek flavonol içeren tohumlar üretebilmesi için kakao ağaçlarının DNA'sını değiştirecek.Bu çikolata ayrıca sağlıklı yağlar da içerecek.

Projenin mimarlarından Kaliforniya Üniversitesi Profesörü Howard-Yana Shapiro, Mars adlı tatlı firmasından araştırmaları için tam 6 milyon Euro (yaklaşık 12 milyon Türk Lirası) aldı.

Profesör Shapiro, bu rüyanın hemen gerçekleşemeyceğini, bunun için zamana ihtiyaç olduğunu vurguluyor. Araştırmanın 5 yıl içerisinde tamamlanması öngörülüyor.

Araştırmaya ayrıca bilgisayar devi IBM ile Birleşik Devletler Tarım Departmanı da destek veriyor.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1055516&title=yuzyilin-icadi-saglikli-cikolata
#910
Araçlarda seyahat sırasında ve yürürken cep telefonuyla konuşan kişiler elektromanyetik radyasyondan 5 kat daha fazla etkileniyor. Uzmanlar, hareket halindeyken cep telefonuyla konuşulmaması uyarısında bulunuyor.

Elektromanyetik dalga açısından cep telefonlarının birinci derecede etkili olduğunu kaydeden Sakarya Üniversitesi Elektrik Elektronik Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Osman Çerezci, "Hareketsiz durumda 30 birim elektromanyetik dalga yayan cep telefonu, hareket halindeyken 150 birime kadar varan elektromanyetik dalga oluşturabiliyor. Örneğin araçla hareket halindeyken yapılan görüşmede konuşmayı kesintisiz devam ettirebilmek için cep telefonu yüksek güçte çalışıyor. Yüksek güçte çalışması demek daha fazla elektromanyetik dalga salınması demek. Hareket halindeyken yapılan görüşmede 4 veya 5 kat daha fazla elektromanyetik radyasyona maruz kalınıyor." dedi. Çerezci, araçta cepten konuşma yapılmamasını, iletişimin mesajlaşarak yapılmasının faydalı olacağını kaydetti.

SALİH HAMURCU
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1055443&title=yururken-cepten-konusanlar-daha-fazla-radyasyon-cekiyor
#911
Adem Elitok - Bursa

Uludağ Üniversitesi (UÜ) eski Rektörü Mustafa Yurtkuran, banka promosyonlarını amacı dışında kullanmaktan suçlu bulundu.

Sayıştay, Yurtkuran'ın, usulsüz olarak kullandığı paraları cebinden ödemesine karar verdi ve hakkında suç duyurusunda bulundu. Yurtkuran, görev süresinin tamamlanmasına kısa bir süre kala 2007'de bir banka ile 3 yıllığına promosyon anlaşması imzaladı. Anlaşmaya göre banka, üniversitenin 4 bin 500 personeline birer maaş promosyon verecekti. Sayıştay denetçileri, personele dağıtılmayan bu paranın bir kısmının Cumhuriyet mitinglerine harcandığını tespit etti.

Başbakanlık genelgesine göre, üniversiteler bu gelirin yüzde 70'ini personele vermek zorunda. Kalan yüzde 30'u ise yine personelin faydasına olacak yatırımlarda kullanılmalı. Genelgeye göre bu paranın Üniversite Genel Bütçesi'ne gelir kaydedilmesi de gerekiyor. Ancak Yurtkuran, banka ile yaptığı anlaşmadan elde edilen geliri personele aktarmak yerine üniversite adına açılan bir hesapta topladı. Görevden ayrılmasının ardından üniversitelerde rutin denetimler yapan Sayıştay denetçileri bazı usulsüzlükler tespit etti. Rektörlük yaptığı döneme ait hesap ve ihaleleri mercek altına alan denetçiler, banka promosyonları, otopark, yemek ve servis ihaleleri konusunda yolsuzluk yapıldığını ve bazı firmaların kollandığını belirledi. Denetçilerin tespitlerine göre personelin maaşlarının yatırıldığı banka promosyonundan elde edilen 6 milyon TL'den geriye 40 bin TL kaldı. Personele dağıtılmayan bu paranın bir kısmı 2007 yılındaki Cumhuriyet mitinglerine harcandı. Yurtkuran yönetimi, mitingler için kiralanan otobüsler için ilgili firmaya 681 bin TL aktardı. Ayrıca Üniversite Güçlendirme Vakfı'na da ödeme yapıldı.

UÜ'deki banka promosyonlarıyla ilgili incelemesini tamamlayan Sayıştay, eski rektörün paraları ödemesine hükmetti. Ayrıca, Sayıştay tarafından Mustafa Yurtkuran hakkında suç duyurusunda bulunuldu. Üniversite Bütçe Daire Başkanı Hasan Şahin'in de promosyon paraları konusunda suça iştirak ettiği belirlendi. Şahin, üniversiteye harcanan paralardan bir miktar ödeme yapacak. Eski Rektör Mustafa Yurtkuran, rektörlük yaptığı dönemle ilgili Sayıştay'ın başlattığı yolsuzluk soruşturmasını rutin bir işlem olarak nitelendirmişti. Soruşturmaya ilişkin şunları söylemişti: "Sayıştay her yıl denetleme yapar. Bu, normal ve doğal bir prosedürdür. Bu denetlemede 6 aylık süreç benim, 6 aylık süreç de yeni yönetimindir. Bizlere soru sorarlar, biz de yanıtlarız. Mahkeme olayı yok, zaten bu konudaki haberleri tekzip ettik. Sayıştay'ın mahkeme talebi falan yok."

Üniversiteye borç bırakmadığını iddia eden Yurtkuran, 200 milyon TL'lik bütçede, 14 milyonluk alacak-verecek hesabı bıraktığını ileri sürmüştü. Ergenekon soruşturmasının 12. dalgasında Bademli'deki villasında gözaltına alınan Yurtkuran, daha önce de üniversiteye bağlı hastanedeki temizlik ihalesinde devleti 31,7 milyon TL zarara uğratmak ve personel sayısını gereksiz yere 3 kat artırmakla suçlanmıştı. Ancak dönemin YÖK Başkanı Erdoğan Teziç, Yurtkuran hakkında soruşturma açılmasına izin vermemişti.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1055093&title=sayistay-cumhuriyet-mitinglerine-harcadigi-personelin-parasini-istiyor
#912
BM Nüfus Fonu verilerine göre 2010'da geçen yıla kıyasla 79 milyon kişi artan nüfus, 2050 yılında 9 milyarı geçecek. Artış oranında Afrika birinci, Avrupa sonuncu durumda. Önümüzdeki 40 yılda Japonya, Rusya, Almanya ve İtalya, nüfusu en fazla azalan ülkeler olacak. Halen Çin'de 1 milyar 354 milyon insan yaşıyor.

Dünya nüfusu 2010 yılında 6,9 milyar kişiye ulaştı. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) tahminlerine göre dünya nüfusu 2010 yılında, geçen yıla kıyasla 79 milyon kişi arttı ve 6 milyar 908 milyon 7 bin kişi oldu. Dünya nüfusu 2050 yılında 9 milyar 150 milyonu bulacak.

UNFPA'ya göre nüfusu 2009'da 1 milyar 198 milyon kişi olan Hindistan, 2010 yılında 1 milyar 214,5 milyona ulaştı. Hindistan, 2050 yılına kadar 399 milyonluk artışla 1 milyar 613 milyon olacak ve şu anda kendisinden 139 milyon kişilik daha fazla nüfusa sahip Çin'in 196 milyon kişi önüne geçecek. Bu dönemde Pakistan 150, Nijerya 130, Etiyopya 88, ABD 86, Kongo 79, Çin 63 milyon kişi artacak.

Amerika 86,3 milyon kişilik nüfus artışıyla gelişmiş ülkeler içindeki en yüksek nüfus artışlarından birini gerçekleştirerek nüfusunu 317,6 milyondan 403,9 milyona çıkaracak ve üçüncülükteki yerini koruyacak. Halen altıncı sırada yer alan Pakistan 335,2 milyonluk nüfusla dördüncü sıraya yükselirken, dördüncü sıradaki Endonezya 288,1 milyonluk nüfusla altıncı olacak. 2010 itibarıyla 158,3 milyon nüfuslu Nijerya ise 2050'de 289,1 milyonluk nüfusuyla dünyada 5. büyük ülke olacak.

TÜRKİYE BİR SIRA GERİLEYECEK

Türkiye nüfusu ise 2050 yılına kadar 75,7 milyondan 21,7 milyonluk artışla 97,4 milyona yükselecek. Nüfus büyüklüğüyle şu anda dünyada 17'nci sırada yer alan Türkiye, 21,7 milyonluk nüfus artışına rağmen, Almanya'yı geride bırakacak, ancak Kongo ile Tanzanya'ya geçilecek ve 18'inci sıraya inecek. Bu dönemde, büyük nüfuslu ülkelerden Japonya'da 25,3, Rusya'da 24,3, Almanya'da 11,6 ve İtalya'da 3 milyonluk nüfus azalması olacak.

Halen 6,9 milyar düzeyinde bulunan dünya nüfusunun 1 milyar 237,2 milyonu gelişmiş ülkelerde, 5 milyar 671,5 milyonu az gelişmiş ülkelerde (bunun 854,7 milyonu da en az gelişmiş ülkelerde) yaşıyor. 2050 projeksiyonunda da 9 milyar 150 milyon olacağı tahmin edilen dünya nüfusunun 1 milyar 275,2 milyonunun gelişmiş ülkelerde, 7 milyar 946 milyonunun az gelişmiş ülkelerde (bunun 1 milyar 672,4 milyonu en az gelişmiş ülkelerde) olacağı öngörülüyor.

2010 itibarıyla dünya nüfusunun 1 milyar 33 milyonluk kısmının yaşadığı Afrika'da, 2050 yılında nüfus 1 milyar 998 milyona ulaşacak. Bu dönemde Arap ülkelerinin nüfusu 359 milyondan 598 milyona çıkacak. Asya'nın nüfusu 4 milyar 166 milyondan 5 milyar 231 milyona yükselecek. Avrupa nüfusu ise 732,8 milyondan 691 milyona gerileyecek. Aynı dönemde Latin Amerika ve Karayipler'in nüfusu 588 milyondan 729 milyona, Kuzey Amerika'nın nüfusu da 351 milyondan 448 milyona yükselecek. Okyanusya'da ise nüfus 35,8 milyondan 51,3 milyona çıkacak.

2005-2010 döneminde kıtalara göre en yüksek nüfus artış hızı yüzde 2,3 ile Afrika'da, en düşük nüfus artış hızı ise yüzde 0,1 ile Avrupa'da meydana geldi. Bu dönemde nüfus artış hızı Arap ülkelerinde yüzde 2,1, Asya'da, Latin Amerika ve Karayipler'de yüzde 1,1, Kuzey Amerika'da yüzde 1 ve Okyanusya'da yüzde 1,3 oldu.

Bu yıl itibarıyla kadın başına düşen çocuk sayısının en yüksek olduğu ülke 6,42 çocuk ile Afganistan. Afganistan'ı 6,31 çocuk ile Somali ve 6,16 çocuk ile Uganda izliyor. Kadın başına düşen çocuk sayısının en az olduğu ülke ise 1,01 çocuk ile Hong Kong. Türkiye'de de kadın başına düşen çocuk sayısı 2,09 olarak belirlendi. AA



http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1054703&title=dunya-nufusu-69-milyara-ulasti
#913
Sigara dumanına maruz kalan kobaylar ölümden döndü!

TUĞBA MEZARARKALI - İSTANBUL

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hayvan Deneyleri Araştırma Laboratuvarı, fareler üzerinde yaptıkları inceleme ile sigara dumanının pasif kullanıcılara etkisini inceledi.

Çalışma, içmediği halde dumanaltı olanların ölümcül tehlikelerle karşı karşıya olduğunu gözler önüne serdi. Laboratuvar Müdürü Doç. Dr. Vehbi Altunçul, sigara içilen ortamda bulunanların, sigara içenler kadar tehlikeye maruz kaldığını, bu durumu bilimsel olarak ortaya koyduklarını vurguladı. Elde ettikleri tespitlerin aileler açısından önemini ise şöyle açıkladı: "Aynı ortamda çocuklar varsa bu daha da tehlikeli. Çocukların yeni yeni gelişen ciğerlerine oksijen vermen gerekirken karbondioksit verirsen çok büyük tehlikeye yol açarsın. Aynı etki hamileler için de geçerlidir."

Altunçul'un verdiği bilgilere göre, denek olarak anne sütünden kesilmiş 39 günlük fareler kullanıldı. 6-7 yaşındaki çocuklara tekabül eden bu deneklerin bir grubu belirli saatlerde sigara dumanına maruz bırakıldı. Diğer grup normal şartlarda tutuldu. Bir ay sonunda pasif içici konumdaki farelerde belirgin biçimde büyüme geriliği oldu. Tüyleri döküldü. Zayıflayarak hastalıklı duruma geldiler. Hafıza merkezleri zarar gördü. Peynirin kokusunu alıp labiren-tin sonuna ulaşamadılar.

Sigara bağımlıları sadece kendilerini değil, etrafındaki insanları da olumsuz yönde etkiliyor diyen

Laboratuvar Müdürü Doç. Dr. Vehbi Altunçul, "Sigara kullanmayan kişilerin tertemiz olan ciğerleri sigara içilen ortamda bulundukları için başkasının içtiği sigara dumanından etkileniyor. Fareler üzerinde yaptığımız deneyde sigara dumanına maruz kalan pasif içicilerin de tehlike altında olduğunu ve içenler kadar etkilendiğini ispatlamış olduk." dedi.

Yapmış oldukları bilimsel çalışmanın sonucunun çok önemli olduğunun altını çizen Altunçul, hiçbir mantığın ve hukukun başkasını zehirlemeye yönelik bir davranışta bulunmaya hakkının da olmadığını söyledi. Vehbi Altunçul, nikotin bağımlılığının çok önemli ve ciddi bir problem olduğunu, günde bir paket sigara içen tiryakinin akciğerlerinde 20 yılda tam 7 kilogram katran biriktiğini anlattı. "Ailede sigara içen biri varsa siz de pasif içici konumuna düşersiniz." diyen Altunçul, "Sigara içmeseniz de içilen ortamda kaldığınız müddetçe siz de içmiş kadar sigaranın zararlarına maruz kalırsınız. O ortamda hele bir de çocuklar varsa bu daha da tehlikeli. Çocukların ciğerleri yeni yeni gelişmeye başlamış, ciğerlerine oksijen vermen gerekirken karbondioksit verirsen çocuklar ve hamile kadınlar çok büyük tehlike altında demektir." şeklinde konuştu.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1054349&title=sigara-dumanina-maruz-kalan-kobaylar-olumden-dondu
#914
Tarihinin en büyük sel felaketini geçtiğimiz ağustos ayında yaşayan Pakistan'da, gözleri sürmeli, elleri kınalı çocuklar, hayata yaşadıkları çaresizliğin hüznüyle bakıyor.

Anıl Bağrık'ın haberi

AA muhabirinin derlediği bilgiye göre, yaklaşık 3,5 ay önce yaşanan selin etkilerinin aradan geçen süreye rağmen silinmediği Pakistan'da, özellikle selin en çok etkili olduğu ülkenin kuzey bölgesinde, halk barınma, gıda ve sağlık sorunu yaşıyor.

Selin evlerini yıktığı vatandaşlar, Türkiye'den devlet ve sivil toplum kuruluşlarının uzattığı yardım eliyle yaralarını bir nebze olsun sarmaya çalışırken, felaketin en küçük tanıkları ise bölgede yaşayan çocuklar oluyor.

Pakistan'ın kuzey bölgesinde başkent İslamabad'a bağlı Hayrabad kasabasında yaşayan çocuklar, oyunlarını selin yıktığı evlerin arasında oynuyor.

Çocukların çoğu çorapsız giydikleri terliklerle dolaşırken, kimi çocuklar da ayaklarına giyecek hiçbir şey bulamıyor.

Peşaver kenti yakınlarındaki Cihangir kasabasında da çocuklar küçük kanallar halinde mahallelerin içinden geçen kanalizasyonların kokusu altında yaşamak zorunda kalıyor.

GÖZLERİ SÜRMELİ, ELLERİ KINALI

Pakistan'da erkeklerinde aralarında bulunduğu çocukların gözlerine küçük yaşta sürme çekiliyor. Elleri kınalı kız çocukları da giydikleri yöresel kıyafetler ile adeta bir gökkuşağı gibi.

Pakistan'da fakirliği küçük yaşlarda yaşayarak öğrenen gözleri sürmeli, elleri kınalı çocuklar hayata yaşadıkları bu çaresizliğin hüznüyle bakıyor.

Çocukların bu hüzünlü bakışları dönem dönem çeşitli derneklerin yaptığı yardımlarda kendilerine verilen, bazısının hayatında ilk kez sahip olduğu küçük oyuncaklarla yerini geçici de olsa mutluluğa bırakıyor.



AA
http://www.haber7.com/haber/20101118/Pakistanin-huzunlu-bakisli-cocuklari-GALERI.php
#915
"Silahlı mücadele miadını doldurmuştur" demişti ya Osman Baydemir, daha işittiğim anda mim koymuştum o söze.

Mim koyanın sadece ben olmadığımı da çok iyi biliyor ve merakla bekliyordum. Bakalım Öcalan kaldırabilecek miydi böyle bir sözü.

Çok beklemem gerekmedi. Öcalan avukatlarıyla ilk görüşmesinde "ağzının payını" verdi Baydemir'e: "Bazıları sorumsuzca 'silah miadını doldurmuştur' diyor. Buna kendileri nasıl karar verir? Kandil bile silahlı güçlerin pozisyonu ve geleceği hakkında tek başına yetkili değil. Herkes kendi işine baksın."

Öcalan'ın gözünde Baydemir'in "kendi işi" ne acaba? Sadece borazanlık mı?

Osman Baydemir bölgesinde Kürtler arasında yaygın bir kitle tabanı olan, bölge halkı tarafından seçilip belediye başkanlığına getirilmiş güçlü bir lider. Öcalan bu azarıyla bölgenin güçlü bir Kürt liderinin prestijini yerle bir ettiğini bilmiyor mu? Tam tersine bildiği için böyle yapıyor. Liderlik hırsı BDP'lilerin "sayın" liderinin gözünü öylesine döndürmüş ki, kendi dışında herhangi bir isim birazcık inisiyatif gösterip ondan icazet almadan tek bir cümle söyleyecek olsa anında "haddini" bildiriyor.

Birkaç yıl önce aynı şeyi Ahmet Türk'e de yapmıştı.

Türk, Kürdistan Yurtseverler Birliği'nin (KYB) resmi internet sitesine verdiği özel demeçte "Açık ve net söylüyorum; PKK Kürt halkına zarar veriyor" dediğini duyduğumda da aynen Baydemir'in geçen günkü cümlesini duyduğum zamanki gibi şaşırmıştım.

Ama sözleri hiçbir yanlış anlamaya imkân vermeyecek kadar açıktı Türk'ün. Şöyle demişti: "PKK'nın silahlı mücadelesi Kürt halkına zarar veriyor, askerin elini güçlendiriyor. Ama onlar da bu sorunun çözümü için bir proje ortaya konulmasını istiyorlar. Böyle bir proje konulmadığı, barışçıl adım atılmadığı için fazla etkili olamıyoruz. Eğer bu konuda fazla ısrarcı olursak halkımızdan koparız."

Ne var ki aradan 24 saat geçmeden Türk söylediklerini yalanlamak zorunda kaldı.

Böyle zamanlarda hem kızıyorum Kürt politikacılara söylediklerinin arkasında duramadıkları için hem de onlar için üzülüyorum.

Kolay iş değil; hayatları emanetçilikle geçiyor. Hiçbir zaman düşündüklerini söyleme diye bir özgürlükleri yok. Her zaman dillerini tutmak, demeçlerinde flu alanlar bırakmak, nereye çeksen oraya gidecek lastikli bir dille konuşmak zorundalar. Örneğin, "şiddetin çıkar yol olmadığını düşünüyoruz" dediklerinde, hangi şiddeti kastettikleri belli olmadığı için, PKK sıkıştırdığında "devletin şiddetini kastetmiştik"; devlet sıkıştırdığında ise "PKK şiddetini kastetmiştik" diye idare edebiliyorlar. Aynı belirsizlikten dolayı "şiddeti devreden çıkarıcı çabalar içerisindeyiz" deme özgürlükleri de var. Ama Öcalan'a gözünün üstünde kaşın var deme özgürlükleri yok...

Hayatları hem Öcalan'ı kızdırmayacak hem de bizleri teröre karşı olduklarına inandıracak cümle kalıpları üretmeye çalışmakla geçiyor. Esasen, sıkıştırıldıkları dar alanda bu laf cambazlıklarından başka bir şey yapabildikleri de yok...

X x x

Bir de, Osman Baydemir'i "Kendi işine baksın" diye aşağıladığı konuşmasının diğer bölümlerine bakalım Öcalan'ın: Devletle görüşmelerde ortak bir dili ve karşılıklı saygıyı daha yeni yeni yakalıyorlarmış. Bu kolay olmamış. Ama şimdi olgun bir dil geliştiriyorlarmış. "Saygı temelinde" birbirlerini anlıyorlarmış. Zaten böyle olmasaymış, korkunç katliamlar gelişirmiş!

Üslubunun küstahlığı, en iyi niyetli ve barışçı Türkler'i bile çileden çıkartacak üstten bakışı ve son cümledeki tehdidi görüyor musunuz? Katliamları ben önledim, benimle saygılı konuşmazsanız yine yaparım diyor. Olacak olan bazı katliamları önledinse, gerçekleşen katliamları da sen yaptırdın. "Sayın" terörist emrini verdiği bunca katliamı unutmamızı ama önledikleri için teşekkür etmemizi bekliyor!

İnşallah yanılırım ama ben bu şantaj ve tehdit kokan üsluptan, bu üslupla yürütülecek müzakerelerden pek bir şey beklemiyorum.

Benim beklediğim tek şey, Osman Baydemir "silahlı mücadele miadını doldurmuştur" dediğinde ve de Öcalan'dan böyle bir zılgıt yediğinde, Baydemir gibi düşünen bütün Kürt önderinin de bir adım öne çıkıp "Biz de öyle düşünüyoruz" demesi, diyebilmesidir ki aslında büyük çoğunluğun öyle düşündüğünü biliyoruz.

İşte o nokta, sorunun çözümünde kritik eşiğin aşıldığı nokta olacaktır.

Öcalan'la görüşmelerden sonuç alınmaya başlanması da bu kritik eşiğin aşılmasına bağlıdır...

http://bugun.com.tr/kose-yazisi/128344-silahli-mucadele-miadini-doldurdu-mu-doldurmadi-mi-makalesi.aspx
#916
Akdeniz Üniversitesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Reha Artan, günde iki bardaktan fazla meyve suyu tüketen 2-6 yaş grubundaki oyun çağı çocuklarında boy kısalığı ve şişmanlığın daha sık görüldüğünü iddia etti.

Prof. Dr. Artan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, meyve suyunun bebekler ile 2-6 yaş grubundaki oyun çağı çocuklarının beslenmesi üzerinde etkileri olduğunu ifade etti.

Bebeklerde meyve suyuna altıncı aydan önce başlamanın beslenme açısından hiçbir yararı olmadığını belirten Prof. Dr. Artan, tüketicilerin içeriği yüzde yüz meyve suyu olan ürünleri tercih etmesini istedi. Şeker ve su katkılı meyve sularının bebek beslenmesinde yeri olmadığını, hatta sakıncaları bulunabileceğini vurgulayan Artan, ''Yüzde yüz meyve suyunu altı aydan büyük bir bebeğe ancak günde 120-150 mililitre yani 1.5 çay bardağı verirsek dengeli bir beslenmenin yerini alabilir'' dedi.

-BEBEKLER İÇİN ÜZÜM SUYUNU TERCİH EDİN-

Türkiye'de annelerin ek besin olarak meyve suyunu tercih ettiklerini anlatan Artan, meyve sularının beslenme için kötü bir yönü bulunmadığını ancak yüzde yüz doğal olmaları gerektiğini vurguladı.

Marketlerdeki kutularda satışa sunular meyve sularından üzüm, nar ya da elmanın katkısız olduğunu dile getiren Artan, diğerlerinde şeker ve su katkısı bulunduğunu kaydetti.

Prof. Dr. Artan, ailelerin taze ulaşabilmeleri durumunda bebeklere ek besin olarak verilecek meyve sularında tercih sırasının üzüm, şeftali, narenciye suları, elma, muz ve armut olabileceğini ifade ederek, altıncı aydan sonra ek besin için fruktoz ve glikoz oranı düşük üzüm suyunun tercih edilmesi gerektiğini söyledi.

''Fruktoz ve glikoz oranı yüksek olan elma ve muz suyuna göre üzüm suyu daha üstün. Bir de sorbitol oranı yüksek olan erik suyuna göre daha iyi tolere edilen bir içecek'' diyen Artan, şunları kaydetti:

''Meyve suyu fenadır demek istemiyorum. Meyve suyu özellikle bölgemizde bebekler için ilk başlanan ek besin oluyor. Anneler, anne sütünden sonra genellikle meyve suyu ile başlamayı tercih ediyorlar. Meyve suyu kötü anlaşılmamalı ama yüzde yüz meyve suyu tercih edilmeli. Eğer yüzde yüz meyve suyu veremiyorsak o zaman alternatif seçenek süt, ayran, kefir gibi içecekler olmalı ama asla gazlı, karbonatlı içecekler, çay ve meyveli içecekler dediğimiz belli bir oranda meyve, şeker ve su içeren içecekler olmamalı. Bunlar iyi seçenek sayılmaz.''

-BOY KISALIĞI VE ŞİŞMANLIK RİSKİ-

Meyve suyunun gece yatmadan önce verilmemesi gerektiğini dile getiren Artan, gün içinde öğünlerle birlikte tüketilmesi gerektiğini bildirdi.

Gece yatmadan önce içilen meyve suyunun içerdiği asitler nedeniyle dişteki mine tabakasına zarar vereceği için diş sağlığı açısından sakıncalı olabileceğini belirten Artan, şöyle konuştu:

''Yapılan araştırmalara göre günde iki su bardağından fazla meyve suyu tüketen oyun çocuklarında (2-6 yaş) boy kısalığı ve şişmanlık daha çok görülüyor. Günde iki su bardağından fazla meyve suyu içen çocuklar içmeyenlere göre 2 yaşında 3 santimetre, 5 yaşında ise 5.5 santimetre daha kısa boy ortalamasına sahip oluyorlar. İki su bardağından az içenlerin ancak üçte birinde, iki bardaktan fazla içenlerin ise yarısında şişmanlık görülüyor.

Bebeklere ek besin olarak verilen yüzde yüz meyve suyu günde 1.5 çay bardağını, oyun çağında da iki su bardağını geçmemeli. Eğer 2 su bardağını aşarsa boy kısalığı ve şişmanlık riskini arttırıyor.''

Prof. Dr. Artan, bebeklere ve oyun çağı çocuklara verilecek aşırı meyve suyunun beslenme bozukluğunun yanı sıra ishale, karında şişkinliğe ve diş çürüklerine de neden olabileceğini sözlerine ekledi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1053934&title=meyve-suyu-cocuklarda-boy-kisaligi-sebebi-mi
#917
Türkiye' de herşeyin 28 Ekim'i 29 Ekim'e bağlayan gece başladığını sananlar vardır...
Hocam Şerif Mardin bir gün derste böyle demişti.
Bunları da gördük, "yanlış bilgi" üzerine çıkarsamalar yapanları ve varsayımlar yürütenleri de. Dogmanı kur, sonra onun üstüne uç uçabildiğin kadar.
Size anlatmıştım, "sıkı Kemalist" bir doktor arkadaşım (hani şu "darbeler bugüne kadar hep solu ezdi, bir kerecik de sağı ezse ne olur" diye saçmalayan arkadaş), "Atatürk'ten önce Türkiye'de müzik olmadığını" sanıyordu...
Şimdi de Ahmet Kekeç'ten öğrendim, Nişantaşı kızlarını görünce ihtida edip Kemalizm'i kabul eden bir imam, "cumhuriyet olmasaydı Bedri Baykam resim yapamazdı" buyurmuş.
Ahmet de soruyor: Şeker Ahmet Paşa kimdir? Osman Hamdi Bey ne iş yapardı? Son halife Abdülmecid halı ticaretiyle mi iştigal ederdi?
Osmanlı'da resim olmadığını sanan arkadaş demek ki Abdülmecid Efendi'nin "Haremde Beethoven" tablosunu görse şırakkadak düşüp bayılacak.
Tövbe tövbe, haremde Beethoven çalıyorlarmış... Haremde ne çalınır? Çalınsa çalınsa Dede Efendi çalınır.
Beethoven'i ülkemize Riyaset- i Cumhur Orkestrası getirmemiş miydi yahu? Sandıklı Belediye Bandosu da ondan esinlenmişti...
Cem Yılmaz yönetiminde Borusan Orkestrası da cumhuriyetin ne sağlam temeller üzerine kurulu olduğunun göstergesi değil miydi? Boru muydu bu?
Ankara'da tiyatro açmak için Hitler'in gönderdiği Carl Ebert olmasaydı İstanbul seyircisi tiyatro mu görmüştü hayatında?
Kimileri "cumhuriyet olmasaydı camilerden çan sesleri yükselecekti" derler.
Hayır. Çünkü Anadolu'yu cumhuriyet değil, "TBMM Hükümeti" kurtardı. Kaldı ki "kıyılarımızı" geri aldık, Sevres Antlaşması'na göre Orta Anadolu Türkler'e bırakılmıştı, buradaki camilere ilişmeyeceklerdi...
Cumhuriyetten önce "adeta hayvanlar gibi" yaşadığımız fikri, geçmişi karalamak amacıyla yeni kuşaklara böyle şırınga edilmiştir.
Cumhuriyetten önce lise de vardı, üniversite de vardı, Danıştay da vardı, Sayıştay da vardı, sinema da vardı, tiyatro da vardı, müzik de vardı, edebiyat da vardı. ("Batı tarzında" dedik.) Senato bile vardı, senato!
O sizi zevkten tir tir titreten Aşk-ı Memnu'nun kapağını açın bakın bakalım, kaç yılında yayınlanmış?
Atatürk henüz askeri okulda öğrenciyken.
Bakın bakalım Darülbedayi kaç yılından, Darülfünun kaç yılından, Sanayi-i Nefise Mektebi, Mekteb-i Mülkiye, Mekteb-i Tıbbiye kaç yılından kalma?
Bana da sık sık yöneltilen bir uyarıdır: Cumhuriyet olmasaydı hangi okulda okuyup da adam olacaktın?
Okuduğum lise 1868 yılında, okuduğum yüksek okul 1863 yılında açılmıştır.
Biri cumhuriyetten elli beş, öteki altmış yıl önce.
Demek ki cumhuriyet olmasaymış "ümmi" kalmayacakmışız.
Bütün mesele kavramları birbirine karıştırmaktan çıkıyor. Ne ilgisi var siyasi rejimle resim sanatının?
Fakat amaç beyin yıkamak.
Desteksiz sallayıp geçmişi bir yandan kötülerken bir yandan da yok saymak (bu ikisi de birbiriyle çelişkili ayrıca)...
Anlama özürlüler ve kötü yürekli ve kilolu cinsel sapıklar için özel not: Bizim amacımız da "geçmişi yüceltmek" değil.
Cumhuriyeti de severiz, kazanımlarını da küçümsemeyiz.
Yalnızca sizi "yanlış dolduruşlardan" kurtarmaktır görevimiz.
Al işte örnek: Cumhuriyetin ilk iki yılında memlekette demokrasi olduğunu, Komünist Partisi'nin bile serbest olduğunu duymuş muydunuz?
Haa, demek ki "bozkırın ortasında" da olabiliyormuş, suyun kıyısında da.
Haa, demek ki cumhuriyet başka şeymiş, dikta başka, demokrasi başka, sap başka, saman başka.

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/ardic/2010/11/13/sap_ve_saman


Theaterführer, Engin Ardıç, Sabah Gazetesi

Gene yalan, gene yalan, gene yalan! Yalaaan, yalaaan!
Ama ben bıktım, bezdim bu "kan ve yalan üzerine kurulu" ülkeden!
Yalanla pazarlanan kişi, Carl Ebert.
Hani dün sözünü etmiştik, Ankara'ya gelip "Türk tiyatrosunu kuran" kişi...
Şeker Ahmet Paşa'nın toptan ve perakende toz ve küp şeker alım satımıyla, Osman Hamdi Bey'in tarihi eser kaçakçılığıyla, Halife Abdülmecid'in halı ticaretiyle iştigal etmeleri gibi, Muhsin Ertuğrul da o dönemde İstanbul'da kabzımallık yapıyordu herhalde... (Hıh, Bizanslı parçası...)
Anlamıyor değilim, bozkırın ortasına başkent de kurulabilir. Bir tercihtir.
Ama bunun küçük bir sakıncası vardır: Herşeyi "sıfırdan" kuracaksın.
Yol yapacaksın, banka binası yapacaksın, park yapacaksın, müze yapacaksın, tiyatro yapacaksın.
Ama bunları "Türkiye'de ilk" diye pazarlarsan, ayıp olmaz mı? Bunlar İstanbul'da yokmuş gibi... (Hıh, kahpe Bizans.)
Daha önce ülkemizde tiyatro yokmuş, Carl Ebert gelmiş, Türk tiyatrosunu yoktan var etmiş.
(Bu o kadar nizam ve intizama yol açmış ki, yıllarca İstanbul tiyatrocularıyla Ankara tiyatrocuları birbirlerini hiç sevmemişler, birbirlerini küçümsemişler, birbirleriyle alay etmişler...)
Ve böylece cumhuriyet tiyatrosu da çok sağlam temeller üzerine oturmuş. "Damdaki Kemancı" falan oynadıkları zaman gözlerimiz yaşarmış.
Carl Ebert... Bir Alman tiyatro adamı... Max Reinhardt'ın öğrencisi...
Bu adamı bugüne kadar "Nazi yönetiminden kaçıp da bize sığınan" profesörlerden biri gibi tanıttılar. Yahudi değildi ama, Türkiye'ye geldiğine göre demokrat falan sayılmalıydı.
Ebert Türkiye'ye ne zaman gelmiş? 1936 yılında.
Hitler'in iktidara geldiği 1933 yılından 1936 yılına kadar Almanya'dan kaçmış da biryerlerde mi gezmiş dolaşmış? Yoksa toplama kampından falan mı kurtulmuş da soluğu özgürlükler cenneti ülkemizde almış?
Böyle bir hava yaratılmıştır.
Oysa kazın ayağı şöyledir: Carl Ebert, Almanya'dan doğrudan buraya "gönderilmiştir"... Hem de "resmi" kanallardan.
Hitler'den rica edilmiş, İstanbul'a Muhsin Ertuğrul diye bir adam bulunmadığından ya da ipe un serdiğinden, Ankara'ya "Türk tiyatrosunu kuracak" bir önder istenmiştir (Theaterführer!)
Hitler de Carl Ebert'i göndermiştir. (Kibar adamdır, rica edildiği zaman Savarona'yı da bize bırakır.)
Bu, o günlerde hiç de tuhaf ya da ters karşılanmamış, olumlu bulunmuştur.
Niçin başka bir ülkeden değil de Almanya'dan?
Çünkü Almanya'yla çok sıkı fıkıydık.
Çünkü "muasır medeniyet seviyesinin" bir ucunu "totaliter ülkeler" teşkil ediyorlardı. Diğer ucu olan İngiltere gibi, Fransa gibi ülkeler pek parlak durumda değillerdi, demokrasiler sürekli olarak prestij kaybetme sürecine girmişlerdi. 1929 İktisadi Krizi'ne ilaç olarak faşizm ve komünizmin yıldızları parlamaktaydı.
Bu o kadar böyleydi ki, aynı 1936 yılında, İsmet İnönü ve arkadaşı Recep Peker, Mussolini İtalyası'ndan kopya edilmiş bir "faşist konseyinin", seçilmiş TBMM'nin dışında ve üstünde yer alacak "atanmış" bir meclisin planlarını yapıyorlardı. (Bunu öğrendiği zaman çok kızıp köpüren Atatürk'ten bir dayak yemedikleri kaldı, sustular.)
Tabii dönem değişince, muasır medeniyet seviyesi niyetine bu kez Amerika'nın dümen suyuna girilince, Carl Ebert gibi adamlarla iş yapmış olmak, daha doğrusu genel anlamda Almanya'yla enseye tokat olmuş bulunmak, Ankara çevrelerini rahatsız etmeye başladı...
Bu minareye artık bir kılıf uydurmak şart olmuştu.
Böylece, Ebert'in, sözgelimi bir Profesör Hirsch gibi "Hitler zulmünden kaçıp bize sığınmış olduğu" palavrası ortaya atıldı.
Ama öyleleri de vardı. Peki nasıl oluyordu, hem Hitler'den adam kaçırmak, hem Hitler'den adam ithal etmek?
"Doktrinleştirirsek donar kalırız" denilmemiş miydi? Hayatta esnek ve pratik olacaksın.

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/ardic/2010/11/14/theaterfuhrer
#918
CİHAN   

Alperenler, Ayasofya önünde bayram namazı kıldı. Namaz sonrası bayramlaşan grup, daha sonra herhangi bir taşkınlığa karşı önlem alan Çevik Kuvvet ekibine bayram şekeri ve kolonya ikram etti.

Alperen Ocakları, Ayasofya Müzesi'nin ibadete açılması için geçtiğimiz aylarda başvuruda bulunmuş ancak sonuç alamamıştı.

Ayasofya Müzesi önünde sabahın erken saatlerinde toplanan Alperen Ocakları'na bağlı grup, yanlarında getirdikleri seccadeleri yola sererek bayram namazını burada kıldı. Namaz sonrası açıklamada bulunan Alperen Ocakları İstanbul İl Başkanı Güven Hizarcı, Ayasofya'nın ibadete açılması gerektiğini söyledi. Hizarcı, "Ayasofya'da ibadete izin verilmesiyle ilgili yaptığımız resmi çalışmaların devamı adına, bir sivil toplum örgütü olarak bir araya geldik. Bizler, hem sivil toplum örgütü olarak hem de milletin derin vicdanının sesi olarak, yapmış olduğumuz mücadelede her platformda, bugün Ayasofya'nın ibadete açılması gerektiğini zikrettik. Ancak ne hazindir ki bu topraklarda İstanbul'un fethinin sembolü olan Ayasofya Camii'nin farklı odaklar tarafından kiliseye çevrilmesi için her türlü çalışmalar yapılmaktadır." dedi. Açıklama sonrası bir süre tekbir getiren grup, seccadelerini topladıktan sonra dağıldı.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1053759&title=alperenler-ayasofya-onunde-bayram-namazi-kildi
#919
MUSTAFA GÜRLEK - İstanbul 

13 askerin şehit düştüğü, 8 erin de kaçırıldığı Dağlıca baskınına ilişkin yeni ses kaydındaki bir detay, dinleyenlerin kanını dondurdu. Kayıtta, şehit sayısının artması üzerine Garnizon Komutanı Albay Metin Yerlikaya'nın "Gitti benim alay komutanlığım..." diyerek, terfi alamayacağından endişe duyduğu iddia ediliyor. Ancak, ismi ihmalle anılan Albay Yerlikaya, 2008 YAŞ'ta Çanakkale İl Jandarma Alay komutanı yapılmış. Yerlikaya, halen Van İl Jandarma Alay Komutanı.

Dağlıca'da 13 askerin şehit edildiği 2007'deki baskına ilişkin internete düşen yeni ses kaydı çok tartışılacak iddialar içeriyor. Albay Vural E. ile Albay İsmail C. arasında geçen konuşmada, baskının perde arkasında yaşananlar anlatılıyor. İhmal iddialarını doğrulayan kayıttaki bir detay ise 'bu kadar da olmaz' dedirtiyor. Albay C., Dağlıca'da Mehmetçikler şehit düşerken dönemin Yüksekova Garnizon Komutanı Albay Metin Yerlikaya'nın "Gitti benim alay komutanlığım." diyerek, terfi alamayacağından endişe ettiğini aktarıyor. "Dedik komutanım gitmez bu dedik. Dağlıca 60 kişi. 60'ının da ölecek hali yok ya." şeklinde teselli ettiklerini belirtiyor. Ancak, 2008'de toplanan Yüksek Askerî Şûra'nın, ismi ihmalle anılan komutanın endişelerini gideren bir karara imza attığı ortaya çıktı. Baskında şehit düşen askerler yerine alay komutanı olamayacağını düşünen Albay Yerlikaya, YAŞ'ta Çanakkale İl Jandarma Alay Komutanlığı'na getirilmiş. Ardından da Van İl Jandarma Alay komutanı yapılmış.

Ses kaydındaki o komutanın iki ayrı ile alay komutanı olarak atandığı, aynı baskınlar çerçevesinde ismi ihmalle anılan bir başka komutanın terfi ettirilerek Harp Akademileri komutan yardımcılığına, bir başka subayın ise yarbaylıktan albaylığa yükselerek Afyonkarahisar'a tayin edildiği ortaya çıktı.

Ses kaydında konuşan Albay Vural E., dönemin komutanı Y.'nin Dağlıca'da Mehmetçikler şehit düşerken kendisine haber verildiği anda neler yaptığını şöyle anlatıyor: "Hareket Merkezi önce beni aradı. 'Komutanım' dedi, 'Dağlıca'yı taciz ediyorlar.' 'İyi' dedim. '6 tane yaralı varmış' dediler. 'İyi takip edin' dedim kapattım. 10 dakika geçmedi 'komutanım 6 şehit'. Ana dur lan ne oluyor falan dedim apar topar gittik." Albay İsmail C. de çatışma yaşanırken merkezden alınan bilgileri ve yapılanları şöyle dile getiriyor: "Yüksekova'nın yanlış bilgi vermesi. 12'yi çeyrek geçe saldırı başladı. Yirmi geçe ben Harekat Merkezi'yle görüşüyorum. Çatışma yoğun gidiyor. Herhangi istenen bir şey yok. Silahlı helikopter istedik. Ondan sonra çatışma başladı. Yaralı, şehit sayısı yok. Saat 03.00'te Keritepe'ye ateş edilmiyor. Keritepe'den karşıya ateş edilmiyor. Keritepe telsizlere cevap vermiyor. Bizim Metin Y. (Yüksekova Garnizon Komutanı Kurmay Albay) dedi ki; 'Gitti benim alay komutanlığı, gitti benim alay komutanlığı'. Karadenizli bir müteahhit var ya onu aradı telefonla dedi "Dağlıca basıldı, gitti benim alay komutanlığı". Sorabilirsiniz ona. Dedik komutanım gitmez bu dedik. Dağlıca 60 kişi. 60'ının da ölecek hali yok ya. Derken üsteğmen, sözleşmeli üsteğmen walkie-talkie ile bağlantı kurdu. 'Şehit var 6 tane. 10 kişi kayıp, 10 tane yaralı var'."

www.terörihaneti.com isimli internet sitesine düşen ses kayıtlarında Dağlıca baskını sırasında bölgede görev yapan diğer komutanlarla ilgili de ihmal iddiaları yer alıyor. Örneğin Balyoz soruşturmasında sanık olarak gündeme gelen dönemin 3'üncü Taktik Tümen Komutanı Tümgeneral Yurdaer O. ile ilgili şok ifadeler kullanılıyor. O.'nun otopsilere müdahale ettiğini anlatan komutanlar, 'silahlar bozuk' iddialarıyla gündeme gelen Dağlıca'daki silah deposu yangını ile ilgili ses kayıtlarında şu itiraflarda bulunuyor: "Dağlıca olayında depo yanarken bir resim sızdı. Ve bunu bilen kimse yok. Süleyman Y. kendisi çekiyor ve Yurdaer O.'ya veriyor. Bununla ilgili resmi bir açıklama yapan kimse yok. Dağlıca'dan sonra yandı ve avukatlar silahların kriminal incelemesini istemeye karar verdikten sonra yaklaşık 10 gün sonra depodaki silahların hepsi yandı. Silahlar arızalı falan. Ondan sonra birbirini vurmalar olmuş orda. Otopsiye de Yurdaer O. müdahale etmiş. Biliyorsun olayla ilgili hiç tahkikat açılmadı. Ama bütün o şeylere rağmen korgeral oldu (Yurdaer O.). Araba aldı, karavan yaptırdı." Baskından sonraki 2008 YAŞ kararlarında terfi alarak korgeneralliğe yükselen O., Van Jandarma Asayiş Kolordu komutanı olarak bölgede görev yaptı. 2010 YAŞ kararlarında Harp Akademileri Komutan Yardımcılığı'na getirildi.

Kanlı baskının gerçekleştiği akşam çatışma haberini Dağlıca köyünde katıldığı düğünde alan Yarbay Onur D. de istihbarat raporlarına rağmen gerekli önlemi alamamakla sorumlu tutulmuştu. Saatler süren çatışmada 13 asker şehit olmuş, 16'sı yaralanmış ve 8 asker de kaçırılmıştı. Baskınla ilgili sorumlu komutanlar hakkında bir tahkikat ve soruşturma başlatılmamıştı. Tahkikatın başlatılmamasını ise internete düşen ses kaydında yer alan "Biliyorsun olayla ilgili hiç tahkikat açılmadı." ifadeleri doğruluyor. Baskından bir ay sonra ise, dönemin 2. Ordu Komutanı Orgeneral Hasan I., Yarbay D.'ye üstün başarı plaketi vermişti. 2008 YAŞ kararlarında yarbaylıktan albaylığa terfi eden Onur D. , Kara Kuvvetleri Komutanlığı Afyonkarahisar İkmal Komutanlığı'nda görev yapıyor.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1052740&title=alay-komutanligi-gitmemis
#920
Yargıtay'da 9 hakimi tazminat ödemeye mahkum ettiren Mehmet Haberal, bu karardan bir hafta sonra Ergenekon Mahkemesi'nin iki hakimine dava açtı. Hakimler, Yargıtay'a manifesto gönderdi

HELİN ŞAHİN  İSTANBUL

Tutuklandığı günden bu yana yaklaşık 1.5 yıldır hastanede kalan ve hapishaneye dönmeyen Ergenekon sanığı Mehmet Haberal, 9 hakimden sonra Ergenekon davasına bakan 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2 hakimine de dava açtı. Ergenekon hakimleri, Haberal'ın şikayetini davaya dönüştüren Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'ne 12 sayfalık dilekçe gönderip yanlışları tek tek sıraladı ve şu soruyu sordu: "Dava dosyası istenip incelenmeden, nasıl dava açılıp karar verilebiliyor?"

HABERAL, BAŞKAN ŞENGÜN'DEN DAVACI OLMADI

4. Hukuk Dairesi'nin 9 hakimi "Haberal'ı tahliye etmediniz" diye tazminat ödemeye mahkum ettiği 8 Haziran 2010 tarihli kararından bir hafta sonra Haberal, 15 Haziran'da bu sefer Ergenekon davasına bakan 13. Ağır Ceza'nın iki üye hakimi S. Sami Haşıloğlu ve H. Hüseyin Özese'den "düşmanlık saikiyle kendisini tahliye etmedikleri" iddiasıyla 20'şer bin lira tazminat istedi. Haberal, mahkeme başkanı Köksal Şengün'e ise dava açmadı. Hakimler Yargıtay'a şöyle isyan etti:

Hiçbir makamın yetkilisi hakimlere emir veremez

• Hakimlik teminatını zedeleyebilecek kararlardan uzak durulması Anayasanın ve yasaların amir hükmüdür. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir veremez. Hakim hakkında görevini ihmal etiği veya kötüye kullandığına dair kesinleşmiş bir mahkeme kararı bulunmadan verilecek tazminat kararı hakimlik teminatıyla bağdaşmaz.

Yargıtay'ın davaya bakma yetkisi yok

• Hakimlere açılan tazminat davası ağır şartlara bağlanmıştır. Davada karar çıkmadan hakim sorumluluğu sorgulanamaz.

• Bu konusu şikayetinin başvuru yeri Yargıtay değil, davacının oturduğu ildeki ağır ceza mahkemesidir. Yargıtay yetkisizdir.

Fotokopi belgelerle mahkumiyet verilemez

• 4. Hukuk'un Haberal hakkındaki davanın aslını görmeden şikayetçinin davası kabul edilemez. Yargılamanın yapıldığı dava dosyasına atfen ifade edilen hususlar incelenmeden nasıl karar verilebiliyor? Bunlar incelense bile mahkemenin yargı yetkisine müdahale oluşuyor. Fotokopi belge üzerinden yargılama yapılması Yargıtay'ın içtihatına uygun değil

İtirazlara 28 ayrı hakim baktı neden sadece 11'i dava edildi

• Ceza verilen 9 hakim ve bizim aynı anda Haberal'a husumet beslememiz imkansız. 11 ayrı hakimin aynı kararı vermesi hukukun gereğidir. Bunun dışında 6 mahkeme başkanı ve 22 üye Haberal'ın tahliye talebine verilen kararlarda yer aldı. Ancak dava sadece bazı hakimlere açıldı. Mahkemede savunma yapana kadar Köksal Şengün de tahliye istememişti.

Husumetimiz olsa savunma yapma sırasını öne almazdık

• Bizler mahkemenin takdir yetkisini kullanarak, Haberal'ın bir an önce savunma yapma talebi üzerine, diğer tutuklu sanıkları bekleterek Haberal'ın savunmasını öne aldık. Husumetimiz olsa böyle birşey yapmazdık. Bülent Ecevit ve Haberal'ın sağlık durumuyla ilgili kararlar oybirliğiyle alındı.

İhsas-ı reyde bulunmamak için gerekçeyi açıklamıyoruz

• Haberal'ın tahliye edilmeme gerekçesinin açıklanmadığı iddiası gerçek dışıdır. Ara kararda gerekçeye yer verilmesi durumunda ihsas-ı rey oluşur. Bu durumda hakimin reddi söz konusu olur. Haberal ile aynı suçlardan yargılanan sanıklar da tutuklu. Yasalara göre de sanığın aleyhine olan durum ve deliller tartışılamaz.

Köksal Şengün de 'tahliye' gerekçesini açıklamıyor

• Köksal Şengün de niçin tahliye istediğini gerekçesini tam anlamıyla açıklamıyor. Şengün de özenle davranarak reyini belli edecek ayrıntılı açıklamaya girmemiştir. Bu durum tüm hakimlerin ortak tavrıdır, iddia edildiği gerekçe yoksunluğu değildir

Tıp Kurumu: Cezaevinde kalmasında sakınca yok

• Haberal'ın halen yattığı hastaneden çelişkili raporlar geldi. Bu raporlar Adli Tıp'a gönderildi ve Adli Tıp da "cezaevinde kalmasının sakıncası yok" raporu verdi. Bunun üzerine mahkeme, sanığın Adli Tıp'a sevkini istedi. Ancak sanık itiraz etti ve yattığı hastane de sevkin sakıncalı olacağını iddia etti. Ayakta tedavi olacağına dair rapor da mahkemeden gizlendi.

Şemdinli davası örnek oldu

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin Şemdinli davası hakimleri hakkındaki "Kanun hükmüne aykırı davrandıklarının veya memuriyet görevini savsakladıklarına dair yeterli delil bulunmamaktadır" şeklindeki kararı hatırlatılan dilekçede "Davalı hakimlerin kasıtlı hareketle yasaya ve adalete aykırı karar verdiklerini, kesin bir kanun hükmüne aykırı davrandıklarını veya memuriyet görevini savsakladıklarını kabule yeterli delil bulunmamaktadır" dernildi.

http://www.stargazete.com/politika/ergenekon-hakimlerinden-yargitay-4-hukuk-a-rest-haber-309162.htm