Haberler:

Hukuk Forumumuza Hoşgeldiniz

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - Avukat

#901

Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu, geçtiğimiz sene Ankara Üniversitesi SBF'de bir grup öğrencinin saldırısına maruz kalmıştı. Kuzu, kendisine atılan yumurtalardan korumaların açtığı şemsiye sayesinde korunmuştu.

HÜSEYİN GAZİ KAYKI -  ANKARA   -   28.07.2011

Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu'ya, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde yumurta atan 13 üniversite öğrencisi hakkındaki soruşturma tamamlandı.

İddianamede protestocu öğrencilerin, 'kamu görevlisine hakaret' ve 'kamu görevlisine görevini yaptırmamak amacıyla cebir kullanmak'tan 4 yıla kadar hapisle cezalandırılması istendi. Cumhuriyet Savcısı Kürşat Kayral'ın hazırladığı iddianamede 8 Aralık 2010 tarihindeki protesto detaylı bir şekilde anlatıldı. İddianamede, saldırının 'küçük düşürücü' nitelik arz ettiği ve söz konusu eylemin 'hakaret' kapsamında değerlendirildiği belirtiliyor. Üniversite öğrencilerinden 10'unun, TCK'nın 125/1-3a-4. maddeleri gereğince, 'kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret' iddiasından 1 yıl 2 aydan 2 yıl 4 aya kadar hapisle, 3'ünün ise TCK'nın 265/1-3. maddeleri uyarınca, 'kamu görevlisine görevini yaptırmamak amacıyla cebir kullanmak' gerekçesiyle, 8 aydan 4 yıla kadar hapisle cezalandırılmaları talep ediliyor.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1162799&title=burhan-kuzuya-yumurtali-saldiriya-4-yil-hapis-istemi
#902
Merhabalar.

Alıntı Yapşirket çeklerinde bulunan limited adına imzalamış olduğum evraklar yüzünden malesef resmiyette ilişiğimi kesemedim

Muhtemelen şirketin yetkililerinden birisisiniz. Eğer öyleyse, şirketin iflasını istemeniz sizi karşılıksız çekler sebebiyle ceza davalarından kurtarmayacaktır. Aşağıda İcra ve İflas Kanunu'ndaki konuyla ilgili hükümler ve bir adet emsal Yargıtay Kararı yer almaktadır. Başından sonuna kadar okuduğunuzda sorularınıza cevap bulacağınızı düşünüyorum. Kolay gelsin...


    TİCARETİ TERK EDENLER:
   
     Madde 44 - (Değişik madde: 18/02/1965 - 538/22 md.)
   
    Ticareti terk eden bir tacir 15 gün içinde keyfiyeti kayıtlı bulunduğu ticaret siciline bildirmeye ve bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini gösteren bir mal beyanında bulunmaya mecburdur. Keyfiyet ticaret sicili memurluğunca ticaret sicili ilanlarının yayınlandığı gazete'de ve alacaklıların bulunduğu yerlerde de mutat ve münasip vasıtalarla ilan olunur. İlan masraflarını ödemiyen tacir beyanda bulunmamış sayılır.
   
    Bu ilan tarihinden itibaren bir sene içinde, ticareti terk eden tacir hakkında iflas yolu ile takip yapılabilir.
   
    Ticareti terk eden tacir, mal beyanının tevdii tarihinden itibaren iki ay müddetle haczi kabil malları üzerinde tasarruf edemez.
   
    Üçüncü şahısların zilyedlik ve tapu sicili hükümlerine dayanarak iyi niyetle elde ettiği haklar saklıdır. Ancak karı ve koca ile usul ve füru, neseben veya sıhren ikinci dereceye kadar (Bu derece dahil) hısımlar, evlat edinenle evlatlık arasındaki iktisaplarda iyi niyet iddiasında bulunulamaz.
   
    (Değişik fıkra: 17/07/2003 - 4949 S.K./11. md.) Mal beyanını alan merci, keyfiyeti tapu veya gemi sicil daireleri ile Türk Patent Enstitüsüne bildirir. Bu bildiri üzerine sicile, temlik hakkının iki ay süre ile tahdit edilmiş bulunduğu şerhi verilir. Keyfiyet ayrıca Türkiye Bankalar Birliğine de bildirilir.
   
    Bozulmaya maruz veya muhafazası külfetli olan veya tayin edilen kanuni müddet içinde değerinin düşmesi kuvvetle muhtemel bulunan mallar hakkında, tacirin talebi üzerine, mahkemece icra memuru marifetiyle ve bu kanun hükümleri dairesinde bu malların satılmasına ve bedelinin 9 uncu maddede yazılı bir bankaya depo edilmesine karar verilebilir.

    TİCARETİ TERK EDENLERİN CEZASI:
   
    Madde 337/a - (Ek madde: 18/02/1965 - 538/133 md.;Değişik madde: 31/05/2005-5358 S.K./8.mad)
   
    44 üncü maddeye göre mal beyanında bulunmayan veya beyanında mevcudunu eksik gösteren veya aktifinde yer almış malı veya yerine kaim olan değerini haciz veya iflas sırasında göstermeyen veya beyanından sonra bu malları üzerinde tasarruf eden borçlu, bundan zarar gören alacaklının şikâyeti üzerine, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
   
    Birinci fıkradaki fiillerin işlenmesinden alacaklının zarar görmediğini ispat eden borçluya ceza verilmez.
   
    Borçlunun iflası halinde, birinci fıkradaki durum ayrıca taksiratlı iflas hali sayılır.

    SERMAYE ŞİRKETLERİ İLE KOOPERATİFLERİN İFLASI:
   
     Madde 179 - (Değişik madde: 17/07/2003 - 4949 S.K./49. md.)
   
    Sermaye şirketleri ile kooperatiflerin borçlarının aktifinden fazla olduğu idare ve temsil ile vazifelendirilmiş kimseler veya şirket ya da kooperatif tasfiye halinde ise tasfiye memurları veya bir alacaklı tarafından beyan ve mahkemece tespit edilirse, önceden takibe hacet kalmaksızın bunların iflasına karar verilir. Şu kadar ki, idare ve temsil ile vazifelendirilmiş kimseler ya da alacaklılardan biri, şirket veya kooperatifin mali durumunun iyileştirilmesinin mümkün olduğuna dair bir iyileştirme projesini mahkemeye sunarak iflasın ertelenmesini isteyebilir. Mahkeme projeyi ciddi ve inandırıcı bulursa, iflasın ertelenmesine karar verir. İyileştirme projesinin ciddi ve inandırıcı olduğunu gösteren bilgi ve belgelerin de mahkemeye sunulması zorunludur.
   
    Mahkeme, gerekli görürse idare ve temsille vazifelendirilmiş kimseleri ve alacaklıları dinleyebilir. İflasın ertelenmesi talepleri öncelikle ve ivedilikle sonuçlandırılır.

    SERMAYE ŞİRKETLERİNİN İFLASINI İSTEMEK MECBURİYETİNDE OLANLARIN CEZASI :
   
    Madde 345/a - (Ek madde: 18/02/1965 - 538/137 md.;Değişik madde: 31/05/2005-5358 S.K./16.mad)
   
    İdare ve temsil ile görevlendirilmiş kimseler veya tasfiye memurları, 179 uncu maddeye göre şirketin mevcudunun borçlarını karşılamadığını bildirerek şirketin iflasını istemezlerse, alacaklılardan birinin şikâyeti üzerine, on günden üç aya kadar hapis cezası ile cezalandırılır.




T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu

E:2010/16-75
K:2010/129
T:01.06.2010

6762 s. Yasa m. 14,18,136
2004 s. Yasa m. 44,337/a,345

Müşteki vekilince, sanığın 2004 sayılı İcra ve İflas Yasası'nın 337/a maddesinde düzenlenen ticareti terk suçunu işlediği iddiasıyla açılan dava üzerine, sanığın suç tarihinde şirketin yetkilisi olmadığı gerekçesiyle beraatine ilişkin İzmir 7. İcra Ceza Mahkemesince verilen 05.05.2009 gün ve 2412-1988 sayılı hükmün, müşteki vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 16. Hukuk Dairesince 15.02.2010 gün ve 8393-943 sayı ile;
"... Müşteki vekili 27.06.2008 havale tarihli şikâyet dilekçesiyle; borçlu Mateksa Teknik Montaj San. ve Tic. Ltd. Şti. hakkında takip devam ederken ticareti terk ettiğini ancak İİK'nun 44. maddesi gereğince durumu Ticaret Siciline bildirmediğini, borçlu şirket yetkilisi sanığın İİK'nun 337/a maddesi gereğince cezalandırılmasına karar verilmesini talep etmiş, mahkemece yapılan yargılama sonucunda sanığın suç tarihinde şirket yetkilisi olmadığı gerekçesiyle sanığın beraatine karar verilmiştir.
İcra ve İflas Kanununun 44. maddesinin 1. fıkrasında, 'Ticareti terk eden bir tacir 15 gün içinde keyfiyeti kayıtlı bulunduğu ticaret siciline bildirmeye ve bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini gösteren bir mal beyanında bulunmaya mecburdur. Keyfiyet ticaret sicil memurluğunca ticaret sicili ilanlarının yayınlandığı gazetede ve alacaklıların bulunduğu yerlerde de mutat ve münasip vasıtalarla ilan olunur. İlan masraflarını ödemeyen tacir beyanda bulunmamış sayılır' hükmü ile ticareti terk eden tacirin yapması gereken yükümlülüğü belirlemiş, aynı Yasanın 337/a maddesinde ise 44. maddedeki yükümlülüğe aykırı davranmanın yaptırımı da, 'Ticareti terk edenlerin cezası' başlığı altında, '44 üncü maddeye göre mal beyanında bulunmayan veya beyanında mevcudunu eksik gösteren veya aktifinde yer almış malı veya yerine kaim olan değerini haciz veya iflas sırasında göstermeyen veya beyanından sonra bu malları üzerinde tasarruf eden borçlu, bundan zarar gören alacaklının şikâyeti üzerine, üç yıldan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Birinci fıkradaki fiillerin işlenmesinden alacaklının zarar görmediğini ispat eden borçluya ceza verilmez' şeklinde düzenlenmiştir.
6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 136. maddesinde de ticaret şirketlerinin nevilerinin; kolektif, komandit, anonim, limited ve kooperatif şirketlerinden ibaret olduğu belirtilmiştir. Yukarıda sayılan ticaret şirketleri yönünden Türk Ticaret Kanunu'ndaki düzenleme incelendiğinde, bunlar için ticareti terk hususu değil, bunun yerine infisah ve tasfiyeleri öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Eş anlatımla Türk Ticaret Kanunu'nun 136. maddesinde sayılan şirketlerde ticareti terk değil, ortaklık ilişkisi sona erdirilmektedir.
Anılan şirketlerin her biri için infisah ve tasfiye yolu ayrı ayrı gösterilmiştir. Tasfiye sırasında ticaret şirketinin alacak ve borçları belirlenir ve borçlar ödendikten sonra kalan mevcudu, esas mukavelede aksine bir hüküm olmadıkça, pay sahipleri arasında ödedikleri sermayeler ve paylara bağlı olan imtiyaz hakları nispetinde dağıtılır, tasfiyenin sona ermesi üzerine şirkete ait ticaret unvanının sicilden terkini tasfiye memurları tarafından sicil memurluğundan talep olunur. İş bu talep üzerine terkin keyfiyeti tescil ve ilan olunmakla ticaret şirketinin tüzel kişiliği sona ermiş olur. Tasfiye süreci ile tüzel kişilik sona erdirildiğinden terkin işlemi sırasında ticaret sicil memurluğuna İcra ve İflas Kanunu'nun 44. maddesine göre bir mal beyanında bulunulması da söz konusu değildir. Terkin işleminden sonra ticaret şirketinden alacağı bulunduğunu iddia eden bir alacaklı bu alacağını ancak terkin edilen ticaret şirketini yasaya göre ihyasını sağlamak suretiyle tahsil edebilecektir.
Açıklamalar çerçevesinde somut olaya dönüldüğünde, İcra ve İflas Kanunu'nun 44. maddesi ile geti¬rilen mal beyanında bulunma yükümlülüğü bulunduğunu söylemek kanunu zorlama olacaktır. Hal böyle olunca, Türk Ticaret Kanunu'nun 136. maddesinde sayılan kolektif, komandit, anonim, limited ve kooperatif şirketlerinin müdür veya yetkilileri için İcra ve İflas Kanunu'nun 337/a maddesinde yaptırıma bağlanan ticareti terk suçunun işlenmesi mümkün değildir. İzmir Ticaret Sicil Memurluğunun 14.11.2008 tarih ve 25812 sayılı cevabi yazılarından, adı geçen sanığın 09.08.2007-09.08.2017 tarihleri arasında münferiden şirketi temsile yetkili olduğu gözetilmeksizin, suç tarihi itibariyle yetkili olmadığı gerekçesiyle beraatine karar verilmesi isabetsiz ise de, yukarıda açıklanan nedenlerle gerekçesi yanlış fakat sonucu itibariyle doğru olan hükmün isteme aykırı olarak onanmasına..." karar verilmiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığı ise, 23.03.2010 gün ve 159338 sayı ile;
"... Takibin hükmi şahıslara yönelik olması durumunda kimlerin ceza göreceği 2004 sayılı İİK'nun 345. maddesinde 'Bu kanunda yazılı suçlar, hükmi bir şahsın idare veya muamelelerini ifa sırasında işlenmiş ise ceza o hükmi şahsın müdürlerinden, mümessil ve vekillerinden, tasfiye memurlarından, idare meclisi reis ve azasından veya murakıp ve müfettişlerinden fiili yapmış olan hakkında hükmolunur' şeklinde düzenlenmiş ve maddenin gerekçesinde, 'Bu kanunda yazılı suçların hükmi şahıslar namına işlenmesi takdirinde cezai mesuliyetin kime terettüp edeceği maddede gösterilmektedir' denmektedir.
6762 sayılı Ticaret Kanunu'nda tacir,
1- Hakiki şahıslar ( 6762 s. Ticaret Kanunu'nun 14-17. maddeleri )
2- Hükmi şahıslar ( 6762 s. Ticaret Kanunu'nun 18. maddesi )
3- Donatma iştiraki ( 6762 s. Ticaret Kanunu'nun 19. maddesi )olarak belirlenmiştir.
6762 s. Ticaret Kanunu'nun 18. maddesinde 'Ticaret şirketleriyle, gayesine varmak için ticari bir işletme işleten dernekler ve kendi kuruluş kanunları gereğince hususi hukuk hükümleri dairesinde idare edilmek veya ticari şekilde işletilmek üzere devlet, vilayet, belediye gibi amme hükmi şahısları tarafından kurulan teşekkül ve müesseseler dahi tacir sayılırlar' şeklinde düzenlenmiş,
6762 s. Ticaret Kanunu'nun 136. maddesi 'Ticaret şirketleri; kollektif, komandit, anonim, limited ve kooperatif şirketlerinden ibarettir' şeklindeki düzenlemeyle hükmi şahıs tacirleri belirlemiştir.
İİK'nun 337/a maddesinde, aynı Kanun'un 44. maddesine göre mal beyanında bulunmadan ticareti terk edip takip alacaklısının zarar görmesine sebebiyet veren borçlunun cezalandırılması öngörülmüş, takip borçlusunun 6762 s. Ticaret Kanunu'nun 136. maddesinde sayılan hükmi şahıs tacir olması durumunda cezai mesuliyetin kime yöneltileceği İİK'nun 345. maddesinde düzenlenmiştir.
538 sayılı Kanunun 22. maddesiyle değişik 2004 sayılı İİK'nun 44. maddesinin gerekçesi 'Ticareti terk etmek suretiyle alacaklıların takibinden kurtulmak isteyen kimselerle mücadele etmek kaçınılması imkansız bir zaruret halini almıştır. Bilhassa son senelerde ticareti terk eden kötü niyetli borçluların işyerlerini terk ettikleri ve ellerinde malları başkalarına devrederek alacaklılarını zarara uğrattıkları sık sık görülen hakikatlerdendir.
Ticareti terk ederek alacaklıların takibinden kurtulmak isteyen kimselerle tesirli bir şekilde mücadeleyi temin için İcra ve İflas Kanunu sistemi içinde madde tadil edilmiş ve ayrıca bu maddeye muhalefet 337/a maddesiyle cezalandırılmıştır' şeklinde düzenleme içermekte olup, düzenlenme amacına bakıldığında Ticaret şirketleri için Ticaret Kanunu gereği infisah ve tasfiye usulü belirlenmesi, takip borçlusu oldukları ve İcra ve İflas Kanunundaki hükümlere tabi oldukları durumda İİK'nun 44. maddesinde ticareti terk eden tacirler için öngörülen yükümlülükten kurtarmamalıdır. Aksini kabul halinde, infisah ve tasfiye işlemini yerine getirmeyen ve adresini terk etmek suretiyle takip alacaklısının zarara uğramasına sebebiyet veren kötü niyetli borçlu hükmi şahıs tacirlerle mücadele etmek -madde gerekçesindeki anlatımıyla imkânsız hale gelir.
İzmir Ticaret Sicili Memurluğunun 14.11.2008 ve 05.05.2009 tarihli cevabi yazılarından sanık Bilge Doğru'nun 09.08.2007 - 09.08.2017 tarihleri arasında münferiden şirketi temsile yetkili olduğunun anlaşılması ve İzmir Vergi Dairesi Başkanlığının 04.12.2008 tarihli yazılarından ticaret sicilinde kayıtlı adresinden ayrılan takip borçlusunun yeni adresinin bilinmediğinin bildirilmesi karşısında şirketin ticari faaliyetini başka bir adreste fiilen sürdürüp sürdürmediği zabıta marifetiyle usulüne uygun olarak araştırılmadan eksik soruşturma ve yazılı gerekçe ile sanık hakkında beraat kararı verilmiş olması sebebiyle bozma kararı verilmesi gerekir..." görüşüne dayalı olarak itiraz yasa yoluna başvurmuştur.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
2004 sayılı İcra ve İflas Yasası'nın 337/a maddesi uyarınca hakkında dava açılan sanığın, suç tarihinde şirketi temsile yetkili olmadığı gerekçesiyle yerel mahkeme tarafından beraatına karar verilmiş, müşteki vekilinin temyizi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 16. Hukuk Dairesince, sanığın belirtilen tarihte şirketi temsile yetkili olduğu vurgulandıktan sonra; "Türk Ticaret Kanunu'nun 136. maddesinde sayılan kolektif, komandit, anonim, limited ve kooperatif şirketlerinin müdür veya yetkilileri için İcra ve İflas Kanunu'nun 337/a maddesinde yaptırıma bağlanan ticareti terk suçunun işlenmesi mümkün değildir" açıklamasıyla sonuç itibarıyla doğru olan hükmün onanmasına karar verilmiş, Yargıtay C. Başsavcılığı tarafından ise; "Ticaret şirketleri için Ticaret Kanunu gereği infisah ve tasfiye usulü belirlenmesi, takip borçlusu oldukları ve İcra ve İflas Kanunundaki hükümlere tabi oldukları durumda İİK'nun 44. maddesinde ticareti terk eden tacirler için öngörülen yükümlülükten kurtarmamalıdır" görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurulmuştur.
Görüldüğü gibi, Özel Daire ile Yargıtay C. Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık; Türk Ticaret Kanunu'nun 136. maddesinde sayılan ticari şirketlerin müdür veya yetkililerinin, İcra ve İflas Yasası'nın 337/a maddesinde düzenlenen ticareti terk suçunu işlemelerinin olanaklı olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
2004 sayılı İcra ve İflas Yasası, bu yasa kapsamında çıkan hukuksal sorunların en kısa ve basit bir şekilde çözümlenmesi yöntemini benimsemiş ve buna bağlı olarak da, yasada düzenlenen suçlara ilişkin 346 ila 354. maddeleri arasında farklı bir yargılama usulü öngörmüştür.
Yasakoyucu 5271 sayılı Ceza Yargılaması Yasası ile aynı tarihte 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5358 ve 06.03.2007 tarihinde yürürlüğe giren 5582 sayılı Yasalarla, İİY'nın çeşitli maddelerinde değişiklik yapmasına karşın bu özel yargılama usulünü bazı küçük değişiklikler dışında değiştirmemiş ve korumuştur.
İcra İflas Yasası'nın 44. maddesinde, ticareti terk eden tacir açısından, muhataplarının haklarını korumaya yönelik olarak bir takım yükümlülükler öngörülmüş bu yükümlülüklere aykırı davranmanın yaptırımı da 337/a maddesinde gösterilmiştir. Yasanın "Ticareti Terk Edenler" başlıklı 44. maddesi;
"Ticareti terk eden bir tacir 15 gün içinde keyfiyeti kayıtlı bulunduğu ticaret siciline bildirmeye ve bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini gösteren bir mal beyanında bulunmaya mecburdur. Keyfiyet ticaret sicili memurluğunca ticaret sicili ilanlarının yayınlandığı gazete'de ve alacaklıların bulunduğu yerlerde de mutat ve münasip vasıtalarla ilan olunur. İlan masraflarını ödemeyen tacir beyanda bulunmamış sayılır.
Bu ilan tarihinden itibaren bir sene içinde, ticareti terk eden tacir hakkında iflas yolu ile takip yapılabilir.
Ticareti terk eden tacir, mal beyanının tevdii tarihinden itibaren iki ay müddetle haczi kabil malları üzerinde tasarruf edemez.
Üçüncü şahısların zilyedlik ve tapu sicili hükümlerine dayanarak iyi niyetle elde ettiği haklar saklıdır. Ancak karı ve koca ile usul ve füru, neseben veya sıhren ikinci dereceye kadar ( Bu derece dahil ) hısımlar, evlat edinenle evlatlık arasındaki iktisaplarda iyi niyet iddiasında bulunulamaz.
Mal beyanını alan merci, keyfiyeti tapu veya gemi sicil daireleri ile Türk Patent Enstitüsüne bildirir. Bu bildiri üzerine sicile, temlik hakkının iki ay süre ile tahdit edilmiş bulunduğu şerhi verilir. Keyfiyet ayrıca Türkiye Bankalar Birliğine de bildirilir.
Bozulmaya maruz veya muhafazası külfetli olan veya tayin edilen kanuni müddet içinde değerinin düşmesi kuvvetle muhtemel bulunan mallar hakkında, tacirin talebi üzerine, mahkemece icra memuru marifetiyle ve bu kanun hükümleri dairesinde bu malların satılmasına ve bedelinin 9 uncu maddede yazılı bir bankaya depo edilmesine karar verilebilir" şeklinde olup, bu maddedeki yükümlülüklere aykırı davranmak, aynı Yasanın 337/a maddesinde "Ticareti terk edenlerin cezası" başlığı altında;
"44 üncü maddeye göre mal beyanında bulunmayan veya beyanında mevcudunu eksik gösteren veya aktifinde yer almış malı veya yerine kaim olan değerini haciz veya iflas sırasında göstermeyen veya beyanından sonra bu malları üzerinde tasarruf eden borçlu, bundan zarar gören alacaklının şikâyeti üzerine, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Birinci fıkradaki fiillerin işlenmesinden alacaklının zarar görmediğini ispat eden borçluya ceza verilmez.
Borçlunun iflası halinde, birinci fıkradaki durum ayrıca taksiratlı iflas hali sayılır" biçiminde yaptırıma bağlanmıştır.
06.06.1965 tarihinde yürürlüğe giren 538 sayılı Yasanın 22. maddesiyle değiştirilen 2004 sayılı İİK'nun 44. maddesinin gerekçesinde; "Ticareti terk etmek suretiyle alacaklıların takibinden kurtulmak isteyen kimselerle mücadele etmek kaçınılması imkânsız bir zaruret halini almıştır. Bilhassa son senelerde ticareti terk eden kötü niyetli borçluların işyerlerini terk ettikleri ve ellerinde malları başkalarına devrederek alacaklılarını zarara uğrattıkları sık sık görülen hakikatlerdendir. Ticareti terk ederek alacaklıların takibinden kurtulmak isteyen kimselerle tesirli bir şekilde mücadeleyi temin için İcra ve İflas Kanunu sistemi içinde madde tadil edilmiş ve ayrıca bu maddeye muhalefet 337/a maddesiyle cezalandırılmıştır" denilmektedir.
Takibi şikâyete bağlı olan seçimlik hareketli bu suçun oluşabilmesi için;
1- İİY'nın 44. maddesine göre mal beyanında bulunulmaması,
2- Mal beyanında mevcudun eksik gösterilmiş olması,
3- Aktifte yer alan malın veya yerine kaim olan değerin haciz veya iflas sırasında gösterilmemesi,
4- Mal beyanından sonra, beyan edilen bu mallar üzerinde tasarruf edilmesi,
Gereklidir.
Yasa maddesinde gösterilen bu seçimlik hareketlerin herhangi birisinin işlenmesiyle, diğer koşulların da gerçekleşmesi halinde suç oluşacaktır.
İİY'nın 44. maddesine uygun olarak mal beyanında bulunulduğundan sözedebilmek için; borçlunun ticareti bıraktıktan sonra 15 gün içinde durumu ticaret siciline bildirmesi ve bütün aktif ve pasifleri ile alacaklıların isim ve adreslerini içerecek şekilde mal bildiriminde bulunması zorunludur.
Bunun yanında suçun oluşabilmesi için, borçlunun yukarıda gösterilen hareketlerinden dolayı alacaklının zarar görmesi de gerekmektedir. Ancak, İİY'nın 337/a maddesinin 2. fıkrasındaki; "Birinci fıkradaki fiillerin işlenmesinden alacaklının zarar görmediğini ispat eden borçluya ceza verilmez" hükmü uyarınca alacaklının zarar görmediğini ispat etme zorunluluğu borçluya aittir.
Yine ticareti terk eden borçlunun, 6762 sayılı Türk Ticaret Yasası anlamında tacir olması gerekmektedir. 6762 sayılı Türk Ticaret Yasası'nın 14. maddesinde; "Bir ticari işletmeyi, kısmen dahi olsa kendi adına işleten kimse" olarak gerçek kişi tacirin tanımı yapıldıktan sonra, 18. maddesinde; "Ticaret şirketleriyle, gayesine varmak için ticari bir işletme işleten dernekler ve kendi kuruluş kanunları gereğince hususi hukuk hükümleri dairesinde idare edilmek veya ticari şekilde işletilmek üzere devlet, vilayet, belediye gibi amme hükmü şahısları tarafından kurulan teşekkül ve müesseseler dahi tacir sayılırlar", denilmiş, 136. maddesinde de ticaret şirketleri; kolektif, komandit, anonim, limited ve kooperatif şirketleri olarak sayılmıştır.
Ticareti terk etme kavramı üzerinde de durulmasında yarar bulunmaktadır. Öğretide, "ticari işletmeyi kendi adına işletmekten vazgeçmek veya ticari işletmeyi kapatmak veya dağıtmak" olarak tanımlanan ticareti terk eyleminin, mevzuatta belirlenen hukuksal yönteme uygun olarak ticari faaliyetin sonlandırılması şeklinde ortaya çıkması olanaklı olduğu gibi, ticari işletmenin hukuksal olarak varlığını sürdürmekle birlikte fiili olarak varlığının sonlandırılması şeklinde de gerçekleşmesi olanaklıdır.
Sanığın temsile yetkili olduğu şirketin limited şirket olması nedeniyle, Türk Ticaret Yasası'nda ticari şirket çeşitleri arasında sayılan bu şirkete ilişkin hükümlerin de incelenmesi gereklidir. Anılan Yasanın 503. maddesinde; "İki veya daha fazla hakiki veya hükmi şahıs tarafından bir ticaret ünvanı altında kurulup, ortaklarının mesuliyeti koymayı taahhüt ettikleri sermaye ile mahdut ve esas sermayesi muayyen olan şirkete limited şirket denir" tanımlamasına yer verilmiş, 540. maddesinde ortakların hep birlikte müdür sıfatıyla şirketi idare ve temsile yetkili olabilecekleri gibi şirket sözleşmesi veya genel kurul kararı ile ortaklardan bir veya birkaçının da müdür olarak belirlenebileceği, 541. maddesinde şirket sözleşmesi veya genel kurul kararı ile ortak olmayan kişilerin de müdür olarak seçilebileceği hüküm altına alınmıştır.
Limited şirketin tüzel kişiliğinin sona ermesine ilgili olarak "infisah" 549 ve 550. maddelerinde düzenlenmiş olup "tasfiye" hususunda ise 552. maddesindeki yollama nedeniyle anonim şirketin tasfiyesine ilişkin kurallar limited şirketler hakkında da uygulanacaktır.
İcra ve İflas Yasası'nda düzenlenen suçların tüzel kişilerin yaptığı işlemler sırasında işlenmesi halinde kimlerin sorumlu olacağı, Yasanın "Hükmi Şahısların Muamelelerinde Kimlerin Ceza Göreceği" başlıklı 345. maddesinde; "Bu kanunda yazılı suçlar, hükmi bir şahsın idare veya muamelelerini ifa sırasında işlenmiş ise ceza o hükmi şahsın müdürlerinden, mümessil ve vekillerinden, tasfiye memurlarından, idare meclisi reis ve azasından veya murakıp ve müfettişlerinden fiili yapmış olan hakkında hükmolunur" şeklinde düzenleme altına alınmış olup limited şirket müdürlerinin de bu kapsamda olduğu açıktır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Özel Daire kararında, Türk Ticaret Yasası'nın 136. maddesinde sayılan ticaret şirketlerinin ticareti terk etmelerinin söz konusu olmadığı, ortaklık ilişkisinin ancak infisah ve tasfiye yoluyla sona erdirildiği, dolayısıyla da müdür veya yetkilileri için ticareti terk suçunun işlenmesinin mümkün olmadığı belirtildiğine göre uyuşmazlık, "limited şirketi münferiden temsile yetkili müdürünün" İcra İflas Yasasının 44. ve 337/a maddeleri uyarınca ticareti terk suçunu işleyip işleyemeyecekleri noktasında toplanmaktadır.
6762 sayılı TTY'nın 14. maddesinde belirtilen gerçek kişi tacirlerin yanında, 136. maddesinde sayılan ticari şirketlerin ve bu bağlamda bir ticari şirket türü olan limited şirketin, 18. maddesi uyarınca "tacir" olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
İİY'nın 44. maddesinde "ticareti terk eden tacir" ifadesi kullanılmış olup bu ifadenin yalnızca gerçek kişi tacirleri kapsadığına ilişkin herhangi bir kısıtlayıcı hüküm konulmamıştır. O halde tacir sayılan limited şirketlerin, temsil ve idareye yetkili müdürlerinin, şirketin ticareti terk etmeleri halinde İcra İflas Yasası'nın 44. maddesindeki yükümlülükleri yerine getirmeyeceklerine ilişkin bir istisna getirilmediğine göre, tıpkı gerçek kişi tacirler gibi aynı Yasanın 337/a maddesi uyarınca cezalandırılmalarına da bir engel bulunmamaktadır. Diğer yandan, İİY'nın 44. maddesinde yapılan değişikliğin "ticareti terk eden kötü niyetli borçluların" bu davranışlarının önlenmesi amacıyla yapıldığı da gerekçede açıkça ifade edilmektedir.
Ticari şirketi temsil ve idareden sorumlu müdür ve yetkililerinin bu suçu işleyemeyeceklerinin kabulü halinde, ticareti terk suçunu işleyen gerçek kişi tacirlerin İİY'nın 337/a maddesi uyarınca cezalandırılmaları gerekecek, ancak aynı fiili işleyen ve İİY'nın 345. maddesi uyarınca bu fiilden sorumlu tutulması gereken ticari şirket müdür ve yetkililerinin cezai sorumluluktan muaf tutulmaları anlamına gelecektir ki bunun yasal bir dayanağı bulunmamaktadır.
Diğer taraftan, İzmir Ticaret Sicili Memurluğunun 14.11.2008 ve 05.05.2009 tarihli yazılarında sanık Bilge Doğru'nun, suç tarihini de içine alacak şekilde 09.08.2007 - 09.08.2017 tarihleri arasında münferiden Mateksa Teknik Montaj Sanayi ve Tic. Ltd. Şirketini temsile yetkili olduğu ve yine şirketin ticaret siciline bildirdiği adrese çıkarılan tebligatın, bu adresten taşınılmış olması nedeniyle yapılamadığı anlaşılmaktadır. Adresin değiştirilmesi olgusunun tek başına ticaretin terk edildiği anlamına gelmeyeceği de göz önüne alınarak, sanığın müdürü olduğu şirketin ticareti terk edip etmediğinin araştırılması ve sonucuna göre, şirketin müdürü olan sanık açısından ticareti terk suçunun oluşup oluşmayacağının değerlendirilmesi zorunludur.
Bu itibarla, Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına, yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Üyeleri Mehmet Kürtül ve Ayşe Ayten Güllüoğlu; "Sanık Bilge Doğru'nun müdürlüğünü yaptığı Mateksa Teknik Montaj Sanayi ve Tic. Ltd. Şti. nin şikâyetçi şirkete olan borcu nedeniyle aleyhine başlanan icra takibi sırasında haciz için adresine gidildiğinde ticareti terk ettiğinin tespit edildiğini ve İİK'nun 44. maddesine göre durumu ticaret sicili memurluğuna bildirmediğini ileri sürerek sanığın cezalandırılması talep edilmiş, mahkemece adı geçen sanığın suç tarihinde şirket yetkilisi olmadığından beraatına karar verilmiş, katılan vekilinin temyizi üzerine dosyayı inceleyen Dairemizce özetle, 'İcra İflas Kanununun 44. maddesiyle getirilen mal beyanında bulunma yükümlülüğünün Türk Ticaret Kanununun 136. maddesinde sayılan kollektif, komandit, anonim, limited ve kooperatif şirketlerinin müdür ve yetkilileri için hukuken mümkün bulunmadığı gözetilmeksizin beraatine karar verilmesi gerekirken gerekçesi yanlış fakat sonucu itibariyle doğru olan hükmün isteme aykırı olarak onanmasına' karar verilmiş, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca özetle, "2004 sayılı İİK'nun 44. maddesinde yer alan 'ticareti terk eden bir tacir 15 gün içinde keyfiyeti kayıtlı bulunduğu ticaret siciline bildirmeye ve bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini gösteren bir mal beyanında bulunmaya mecburdur. Keyfiyet ticaret sicili memurluğunca ticaret sicili ilanlarının yayınlandığı gazetede ve alacaklıların bulunduğu yerlerde de mutat ve münasip vasıtalarla ilan olunur ilan masraflarını ödemeyen tacir beyanda bulunmamış sayılır' şeklindeki düzenleme ile, tacir olarak kabul edilenler yönünden bir yükümlülük getirildiğini ve bu yükümlülüğe uymamanın müeyyidesinin de aynı Kanunun 337/a maddesinde '44. maddeye göre mal beyanında bulunmayan veya beyanında mevcudunu eksik gösteren veya aktifinde yer almış malı veya yerine kaim olan değerini haciz veya iflas sırasında göstermeyen veya beyanından sonra bu malları üzerinde tasarruf eden borçlu, bundan zarar gören alacaklının şikayeti üzerine, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır' şeklinde düzenlendiğini, takibin hükmi şahıslara yönelik olması durumunda kimlerin ceza göreceği ile ilgili olarak 2004 sayılı İİK'nun 345. maddesinde, "bu kanunda yazılı suçlar, hükmi bir şahsın idare veya muamelelerini ifa sırasında işlenmiş ise ceza o hükmi şahsın müdürlerinden, mümessil ve vekillerinden, tasfiye memurlarından, idare meclisi reis ve azasından veya murakıp ve müfettişlerinden fiili yapmış olan hakkında hükmolunur" biçiminde bir düzenleme yer aldığını ve maddenin gerekçesinde de "bu kanunda yazılı suçların hükmi şahıslar namına işlenmesi takdirinde cezai mesuliyetin kime tereddüp edeceği maddede gösterilmektedir' diye açıklandığını, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 136. maddesinde yer alan 'ticaret şirketleri; kollektif, komandit, anonim, limited ve kooperatif şirketlerinden ibarettir' şeklindeki düzenleme ile hükmi şahıs tacirlerin belirlendiğini, İİK'nun 337/a maddesinde, aynı Kanunun 44. maddesine göre mal beyanında bulunmadan ticareti terk edip takip alacaklısının zarar görmesine sebebiyet veren borçlunun cezalandırılmasının öngörüldüğünü, takip borçlusunun 6762 s.Ticaret Kanunun 136. maddesinde sayılan hükmi şahıs tacir olması durumunda cezai mesuliyetin kime yöneltileceğinin İİK'nun 345. maddesinde düzenlendiğini; 538 sayılı Kanun'un 22. maddesiyle değişik 2004 sayılı İİK'nun 44. maddesinin gerekçesinde de, 'Ticareti terk etmek suretiyle alacaklıların takibinden kurtulmak isteyen kimselerle mücadele etmek kaçınılması imkansız bir zaruret halini almıştır. Bilhassa son senelerde ticareti terk eden kötü niyetli borçluların işyerlerini terk ettikleri ve ellerinde bulunan malları başkalarına devrederek alacaklılarını zarara uğrattıkları sık sık görülen hakikatlerdendir. Ticareti terk ederek alacaklıların takibinden kurtulmak isteyen kimselerle tesirli bir şekilde mücadeleyi temin için İcra ve İflas Kanunu'nun sistemi içinde madde tadil edilmiş ve ayrıca bu maddeye muhalefet 337/a maddesiyle cezalandırılmıştır." şeklindeki düşüncenin yer almış olması nedeniyle, amacına bakıldığında ticaret şirketleri için Ticaret Kanunu gereği infisah ve tasfiye usulü belirlenmiş olmasının şirketlerin, takip borçlusu oldukları ve İcra ve İflas Kanunundaki hükümlere tabi oldukları durumda İİK'nun 44. maddesinde ticareti terk eden tacirler için öngörülen yükümlülükten kurtarmaması gerektiği, aksinin kabulü halinde, infisah ve tasfiye işlemini yerine getirmeyen ve adresini terk etmek suretiyle takip alacaklısının zarara uğramasına sebebiyet veren kötü niyetli borçlu hükmi şahıs tacirlerle mücadele etmenin madde gerekçesindeki anlatımıyla imkânsız hale geleceği' ileri sürülmek suretiyle, Dairemizin onama kararının ortadan kaldırılmasına karar verilmesi talep edilmiştir.
Dairemizin kararı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itiraz yazısı birlikte değerlendirildiğinde, ticaret şirketlerinin 'tacir' oldukları konusunda uyuşmazlık bulunmadığı ortadadır. Uyuşmazlık, 136. maddede belirtilen ticaret şirketlerinin 'ticareti terk' suçunu hukuken işlemelerinin mümkün olup olmadığı, bir başka anlatımla İcra ve İflas Kanununun 44. maddesinde sayılan 'tacir'lerden sayılıp sayılamayacakları, bu kapsamda ticareti terk etmeleri nedeniyle mal beyanında bulunmalarının gerekip gerekmediği konularında toplanmaktadır.
Ticaret Kanunu'nda ticaret şirketleri yönünden 'ticareti terk' değil, bunun yerine infisah ve tasfiyeleri öngörülmüştür. 'İnfisah', ortaklıklar hukukunda iki manada kullanılmaktadır. Geniş manada; irade ve irade dışı fesih hallerini ve dar manada da; irade dışı yani kendiliğinden sona ermeyi ifade etmektedir. Limited şirketin infisah sebepleri Türk Ticaret Kanununun 549. maddesinde gösterilmiş olup, 550. maddesinde de, 'Müdürler, iflastan gayrı bir sebeple vuku bulan infisahı tescil ve ilan edilmek üzere ticaret siciline bildirirler' hükmü getirilmiştir. Aynı Yasanın 552. maddesine göre de, tasfiyelerinde anonim şirketlerdeki hükümlerin uygulanacağı düzenlemesine yer verilmiş olup, buna göre limited şirketin tasfiye işleri Türk Ticaret Kanunu'nun 444, 445, 446 ve 447. maddelerinde açıklanmıştır. Anılan Yasa hükümlerine göre tasfiye sürecini kısaca özetlemek gerekirse, tasfiye memurları infisah halindeki şirketin tüm aktif ve pasifinde bulunan mallarını ortaya çıkaracak, buna ilişkin olarak hazırladığı bilânçoyu onaylattıktan sonra varsa şirketin alacaklarını tahsil edecek; aktifinde mevcut malları satıp paraya çevirecek, sonra alacaklılara şirketin borcunu ödeyecek, artan bir para varsa mukaveledeki pay durumuna göre ortaklara ödeyecek, buna ilişkin bilânço örneği ile birlikte terkin ( silinme ) işlemini yaptırmak üzere ticaret sicil memuruna bir dilekçe ile başvurarak terkin işlemini gerçekleştirecektir. Tasfiye sırasında şirketin aktifindeki bütün mallar satılıp paraya çevrildiği, bununla ortaklığın borçlarının ödendiği ve varsa artan paranın payları oranında ortaklarına dağıtıldığı bilânçoda gösterildiğine ve ortada mevcut bir mal varlığı da bulunmadığına göre, mal beyanında bulunmasını gerektirecek bir durumdan söz edilemeyecektir. Nitekim Yargıtay Yüksek 8. Ceza Dairesinin 18.03.1993 tarih, 142-3564 sayılı kararı ile "C... Tavukçuluk İşletmesi Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti. nin unvan ve işletme kaydının sicilden silindiği ve kapanış bilânçolarının İzmir Sicil Ticaret Memurluğuna verilmiş olduğu, orada yapılan incelemede 'adı geçen şirketin aktifte hesabının bulunmadığı' kuruluşun 20.07.1992 gün ve 2677 sayılı yazılarından anlaşılması karşısında, sanıkların İİK'nun 44. maddesinde yazılı yükümlülüğü yerine getirdikleri kabul edilerek sanıkların beraetlerine karar verilmesi gerekirken mahkûmiyetlerine karar verilmesi" nedeniyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Yargıtay İİD'nin 03.06.1969 tarih ve 6194-6115 sayılı kararında da, İİK'nun 337/a hükmünün, 'ticareti terk durumunun ticaret sicil memurluğuna bildirilmemesinin değil, İİY.'nın 44. maddesinde yazılı mal bildiriminde bulunmamanın müeyyidesi olduğunu' belirtmiştir. Bütün bu anlatılanlar ışığında somut olaya dönecek olursak, ticaret şirketinin tasfiyeyi müteakip terkin işlemi sırasında bir mal beyanında bulunmasına gerek olmayıp, tasfiye sonucuna ilişkin bilânço ile birlikte terkini için bir dilekçe ile ticaret sicil memurluğuna başvurması yeterli olacaktır. Bu nedenledir ki, İİK'nun 44. maddesindeki mal beyanında bulunma yükümlülüğünün gerçek kişi tacirler hakkında olduğunun kabulü zorunludur.
Olayı biraz daha basite indirgeyerek ve kategorize ederek anlatacak olursak ; örneğin, gerçek kişi ( A ) isimli bir tacir işletmesini ( B ) isimli bir kişiye devrettiğinde keyfiyeti İİK'nun 44. maddesine göre kayıtlı bulunduğu ticaret sicil memurluğuna 15 günlük süre içinde bildir¬meye ve bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini gösteren bir mal beyanında bulunmaya mecburdur. Bildirmez ve mal beyanında bulunmazsa ticareti terk suçunu işlediği kabul edilecek ve İİK'nun 337/a maddesiyle cezalandırılabilecektir. Diyelim ki ( C ) isimli bir limited şirketin %50 pay sahibi ve aynı zamanda müdürü olan ( C ) isimli şahıs, şirketin ticareti terk ettiğini bildirerek terkin işlemini yaptırmak istemesi halinde, ticaret sicil memuru tasfiye bilânçosunu soracaktır, aksi halde terkin işlemini yapmayacaktır. Yani gerçek kişi gibi salt beyanına göre, mal beyanını alıp terkin işlemini yapamayacaktır. Tasfiye arandığına ve tasfiye sonunda da ticaret şirketi yönünden ortada bir mal varlığından söz edilemeyeceğine göre mal beyanında bulunulması gerekmeyip, sadece tasfiyeye ilişkin bilânçonun sunulması yeterli olacaktır. Konuyu biraz daha açacak olursak, ticaret şirketinin ortağı ve aynı zamanda müdürü olan ( C ) isimli şahıs, ticaret siciline başvurarak ticareti terk ettiğini söyleyemez, ticaret şirketi ortağı ancak şirketteki payını ya ortaklardan birine ya da üçüncü bir şahsa devrederek şirketten ayrılması mümkündür. Bu da, ticaret şirketlerinde hukuken 'ticaretin terk' edilemeyeceğini, ancak ortaklık ilişkisinin sona erebileceğini göstermektedir.
Bir başka örnek verecek olursak; ticaret şirketi ticari faaliyetini durdurmuş, borçları sebebiyle iş yapamaz hale gelmiş, şirketin sadece tabelası ile bir masa ve iki koltuğu kalmış ya da ticaret sicil memurluğunda faal görünmesine karşın, kayıtlı olduğu adresinden bilinmeyen bir adrese taşınmıştır. İcra ceza suçlarına bakan İcra ve İflas Dairesi, Yargıtay Yüksek 8. Ceza Dairesi, Yüksek 17. Hukuk Dairesi ve Dairemizin istikrar bulmuş uygulamalarında bu durumlar ticareti terk olarak kabul edilmemektedir. Bu fiil, olsa olsa şirketin borca batık olması, mevcudunun borçlarını karşılayamayacak durumda olması nedeniyle İcra ve İflas Kanununun 'Sermaye şirketlerinin iflasını istemek mecburiyetinde olanların cezası' başlıklı ve 'İdare ve temsil ile görevlendirilmiş kimseler veya tasfiye memurları, 179 uncu maddeye göre şirketin mevcudunun borçlarını karşılamadığını bildirerek şirketin iflasını istemezlerse, alacaklılardan birinin şikayeti üzerine, on günden üç aya kadar hapis cezası ile cezalandırılır' şeklinde düzenlenerek yaptırıma bağlanan, 345/a maddesinde yazılı suçu oluşturabilir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazını ağırlıklı olarak İcra ve İflas Kanununun 44. maddesinin gerekçesine dayandırmaktadır. Gerekçedeki '...Bilhassa son senelerde ticareti terk eden kötü niyetli borçluların işyerlerini terk ettikleri ve ellerinde malları başkalarına devrederek alacaklılarını zarara uğrattıkları sık sık görülen hakikatlerdendir...' cümlesi ile ticareti terk edenlerle mücadele yolu gösterilmiştir. Bu gerekçeye uygun olarak İcra ve İflas Kanunu'nda şirketler için yasal düzenlemeler zaten bulunmaktadır. Örneğin 'Ticari işletmede yöneticinin sorumluluğu' başlıklı 333/a maddesinin birinci fıkrasındaki, 'Ticaret şirketlerinde hukuken veya fiilen yönetim yetkisine sahip olanlar, alacaklıları zarara uğratmak kastıyla ticari işletmenin borçlarını kısmen veya tamamen ödemeyerek alacaklıları zarara soktukları takdirde, bu işlem ve eylemlerin başka bir suç oluşturmaması halinde, alacaklının şikayeti üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır' şeklindeki düzenleme ile, alacaklıları zarara uğratmak kastıyla şirket borçlarını ödemeyenlerin cezası yaptırıma bağlanmıştır. Yine 44. madde gerekçesinde belirtildiği üzere. Kötü niyetli borçlu ticaret şirketi yetkilisi/müdürü ellerindeki malları başkalarına devrederek alacaklılarını zarara uğratmaları söz konusu ise, bu kez de 'Alacaklısını zarara sokmak kasdiyle mevcudunu eksilten borçluların cezası' başlıklı, anılan Yasanın 5358 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle değişik 331. maddesinin birinci fıkrasındaki, 'Haciz yolu ile takip talebinden sonra veya bu talepten önceki iki yıl içinde borçlu; alacaklısını zarara sokmak maksadıyla, mallarını veya bunlardan bir kısmını mülkünden çıkararak, telef ederek veya kıymetten düşürerek hakiki surette yahut gizleyerek muvazaa yoluyla başkasının uhdesine geçirerek veya asıl olmayan borçlar ikrar ederek mevcudunu suni surette eksiltirse, aleyhine aciz belgesi aldığını veya alacaklı alacağını alamadığını ispat ettiği takdirde, altı aydan üç yıla kadar hapis ve bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır' biçimindeki düzenleme ile eylemi müeyyideye bağlanacaktır. Eş anlatımla, gerçek kişi tacir ticareti terk ettiğinde eyleminin karşılığı 337/a maddesinde düzenlenmişken, ticaret şirketleri yönünden eylemin özelliğine göre İİK'nun 331, 333/a veya 345/a maddelerinden biri uygulanabilecektir.
İcra ve İflas Kanunu'nun 'Hükmi şahısların muamelelerinde kimlerin ceza göreceği' başlıklı 345. maddesindeki, 'Bu kanunda yazılı suçlar, hükmi bir şahsın idare veya muamelelerini ifa sırasında işlenmiş ise ceza, o hükmi şahsın müdürlerinden, mümessil ve vekillerinden, tasfiye memurlarından, idare meclisi reis ve azasından veya murakıp ve müfettişlerinden fiili yapmış olan hakkında hükmolunur' şeklindeki düzenleme nedeniyle ticaret şirketi yetkilisi/müdürü hakkındaki şikâyetlerde ( İİK'nun 331, 332, 333, 333/a, 334, 338, 339, 340, 345/a maddelerine aykırılık iddiası ile ) mahkemece, şikâyet edilen kişinin şirket yetkilisi/müdürü olup olmadığının ticaret sicil memurluğundan sorulması gerekli olup, bu yönün gözardı edilmiş olması halinde, söz konusu eksiklik Dairemizce de bozma konusu yapılmaktadır. Kısaca, İcra ve İflas Kanunu'nun 345. maddesindeki düzenleme münhasıran 337/a maddesine ilişkin olmayıp, Dairemizce yapılan incelemelerde daima göz önünde bulundurulmaktadır.
Diğer taraftan, özel hukuk anlamında mal beyanında bulunma zorunluluğunun olmaması hali ayrık tutularak kamu güvenliği açısından ticareti terk eden ticaret şirketi yetkilisi/müdürünün eyleminin karşılıksız kalmaması gerektiği düşüncesine de katılmak mümkün değildir. Zira karşılıksız çek keşide etmek suçunda, öncelikle suça konu çekin 'özel hukuka göre' çek özelliğini taşıması gerekir. Örneğin, çekte tanzim yeri ve tarihinin bulunmaması çek vasfının olmaması sonucunu doğurur ve bunun doğal sonucu olarak da atılı suçun oluşmamasına neden olur. Bu örnekteki suçun unsurunu özel hukuk belirlediği gibi, ticaret şirketlerinde İİK'nun 44. maddesine göre mal beyanında bulunma yükümlülüğünün bulunup bulunmadığının da özel hukuk kurallarına göre saptanması gerekecektir" görüşüyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan diğer Kurul Üyeleri de; benzer düşüncelerle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 15.02.2010 gün ve 8393-943 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,
3- İzmir 7. İcra Ceza Mahkemesinin 05.05.2009 gün ve 2412-1988 sayılı kararının BOZULMASINA, 4- Dosyanın mahalline gönderilmesi için Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE, 25.05.2010 günü yapılan müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından, 01.06.2010 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.
#903
Merhabalar. Askeri Ceza Kanunu'nun konuyla ilgili hükümleri aşağıdadır:

    CEZALARIN TECİLİ VE HÜRRİYETİ BAĞLAYICI CEZALAR YERİNE UYGULANABİLECEK CEZA VE TEDBİRLER:
   
    Madde 47 - (Değişik madde: 13/05/1940 - 3823/1 md.)
   
    Türk Ceza Kanununun birinci kitabının müstakil faslında yazılı olan cezaların tecili hakkındaki kaideler aşağıdaki hükümler nazara alınmak şartiyle askeri şahıslar hakkında da tatbik olunur.
   
    A) (Değişik bent: 22/03/2000 - 4551 S.K./12 md.) Askeri mahkemelerden Askeri Ceza Kanununun Üçüncü Babının Dördüncü Faslında yazılı suçlardan dolayı verilen cezalar tecil edilemez ve para cezasına veya tedbirlerden birine de çevrilemez. Aynı Kanunun Üçüncü Babının Üçüncü Faslı ile 84 üncü maddesi hariç olmak üzere 5 inci ve 130 uncu maddesi hariç olmak üzere sekizinci fasıllarında yazılı suçlardan dolayı verilen cezalar tecil edilemez. Ancak fiili işlediği zaman onsekiz yaşını doldurmamış çocuklarla, hüküm zamanında yetmiş yaşına girmiş olanların mahkum oldukları bir seneden az hapis cezaları tecil olunabilir.
   
    B) Türk Ceza Kanunu mucibince bir kabahat fiilinden dolayı mahkum olan ve cezası tecil edilen kimse bir sene içinde ve yine mezkur kanuna tevfikan hapis cezasile mahkum olan ve cezası tecil edilen bir kimse beş sene içinde; askeri bir suçtan dolayı hapis veya daha ağır bir cezaya mahkum olur ve bu askeri cürüm Türk Ceza Kanunu mucibince cezayi mucip fiillerden bulunmazsa, ikinci mahkumiyet evvelki cezanın teciline mani olmaz.
   
    C) Evvelki mahkumiyet askeri bir suç için verilmiş bir ceza olur ve bu askeri suç Türk Ceza Kanunu mucibince cezayi mucib bir fiil bulunmazsa ikinci fiilden dolayı Türk Ceza Kanunu mucibince verilecek cezanın teciline birinci fiil mani olamaz.

    ÜÇÜNCÜ FASIL

    YOKLAMA KAÇAĞI, BAKAYA, SAKLI, FİRAR
   
    Madde 63 - 1 - (Değişik fıkra: 30/04/1945 - 4726/1 md.)
   
    A) (Değişik bent: 16/02/1994 - 3970/1 md.) Kabul edilecek bir özrü olmadan barışta bakayalarla yoklama kaçağı veya saklılardan yaşıtlarının veya birlikte işleme bağlı arkadaşlarının ilk kafilesi yollanmış bulunanlar ve ihtiyat erattan çağrılıp da özürsüz yaşıtlarının yollanmalarından başlıyarak yedi gün içinde gelenler bir aya kadar, yakalananlar üç aya kadar, yedi günden sonra üç ay içinde gelenler üç aydan bir yıla kadar, yakalananlar dört aydan bir buçuk yıla kadar, üç aydan sonra gelenler dört aydan iki yıla kadar hapis, üç aydan sonra yakalananlar altı aydan üç yıla kadar hapis;
   
    B) (A) Bendinde yazılı erbaştan ve erden gelip te veya yakalanıp ta kıtasına varmadan savuşanlar ayrıca bir aydan bir yıla kadar hapis cezasiyle cezalandırılır.
   
    2 - (Değişik bent: 15/06/1942 - 4257/1 md.) Seferberlikte birinci fıkrada yazılı olanlarla ruhsatlılardan sevk gününün bitmesinden itibaren yedi gün içinde gelenler bir aydan bir seneye, elde edilenler dört aydan iki seneye kadar, yedi günden sonra üç ay içinde gelenler iki seneden aşağı olmamak üzere elde edilenler üç seneden aşağı olmamak üzere hapis, üç aydan sonra kendiliğinden gelenler beş seneden az olmamak üzere hapis, elde edilenler ölüm cezasına mahkum edilirler. Az vahim hallerde ölüm cezası yerine müebbet veya on seneden aşağı olmamak üzere hapis cezası verilir ve diğer hallerde gösterilen cezalar yarıya indirilir.


Şimdi sorularınızı özetle cevaplayalım:

1) Hapis cezası para cezasına çevrilebilir.
2) Dört aydan iki yıla kadar hapis cezasıyla yargılanacaksınız. Yoklama kaçağı durumuna düşmenizin keyfi olmadığını anlatan savunmanız elbette suçun alt sınırından ceza almanızı ve bu cezanın da para cezasına çevrilmesini sağlayabilir.
3) Evet, sulh ceza mahkemesinde yargılanacaksınız.
4) Ne zaman askere alınabileceğinizin cevabını en iyi askerlik şubesinden öğrenebilirsiniz.

Aşağıda konuyla ilgili emsal bir Yargıtay Kararı bulunuyor. Başından sonuna kadar okursanız, konuyu genel hatlarıyla kavramış olursunuz. Kolay gelsin...


T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu

E:2010/7-44
K:2010/124
T:25.05.2010

YOKLAMA KAÇAĞI

5271 s. Yasa m. 231
1632 s. Yasa m. 63/1

Yoklama kaçağı suçundan sanık Ali Yaşar'ın, 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu'nun 63/1-A maddesinin, "3 aydan sonra gelenler" cümlesi ile 5237 sayılı TCY'nın 62, 50 ve 52. maddeleri uyarınca, 5 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, bu cezanın 3000 YTL adli para cezasına çevrilmesine ve taksitlendirilmesine ilişkin, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesince 03.05.2006 gün ve 307-238 sayı ile verilen hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosya Askeri Yargıtay Başsavcılığınca 11.10.2006 gün ve 9487 sayı ile 353 sayılı Yasaya 29.06.2006 gün ve 5530 sayılı Yasanın 63. maddesi ile eklenen Ek Geçici 6. madde uyarınca iade edilmiş, Askeri Mahkemece de 09.11.2006 gün ve 307-177 sayı ile görevsizlik kararı verilmesinin ardından, Eğirdir Sulh Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda,  17.07.2007 gün ve 72-164 sayı ile; sanığın, 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu'nun 63/1-A maddesinin "3 aydan sonra gelenler" cümlesi ile 5237 sayılı TCY'nın 62, 50, 52. maddeleri uyarınca, 5 ay adli para cezası ile cezalandırılmasına, bu cezanın 3000 YTL adli para cezasına çevrilmesine ve taksitlendirilmesine karar verilmiştir.
Hüküm, sanık Ali tarafından temyiz edilmekle, dosyayı inceleyen Yargıtay 7. Ceza Dairesince 23.12.2009 gün ve 10480-15853 sayı ile;
"Suç tarihi olan 21.02.1997 günü itibarıyla temyiz inceleme gününde suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK'nun 102/4 ve 104/2. maddelerinde öngörülen zamanaşımı tamamlanmış bulunduğundan hükmün 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK'nun 321. maddesi uyarınca bozulmasına, anılan maddeler uyarınca sanık hakkındaki kamu davasının zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına" karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 16.02.2010 gün ve 292946 sayı ile;
"...Yoklama kaçağı suçu 1111 sayılı Askerlik Kanununun 12. maddesinde tanımlanmış olup müeyyidesi Askeri Ceza Kanununun 63. maddesinde düzenlenmiştir. Askere sevk edilmek üzere belirli bir tarihte askerlik şubesinde bulunması amacıyla adına celp, çağrı pusulası çıkarılan ve bu çağrı pusulası kendisine veya akrabalarına tebliğ edilen yükümlüler, belirtilen tarihlerde sevk için askerlik şubesine gelerek sevkini yaptırmak zorundadır. Gelmeyenler diğer şartları da mevcutsa bakaya suçunu işlemiş olur.
   Askeri Yargıtay'ın yerleşik ve istikrarlı kararlarında yoklama kaçağı suçu, mütemadi suçlardan olup emsallerinin ilk kafilesinin asker edilmesinden 24 saat geçmekle başlayıp yakalanma veya sanığın kendiliğinden bir resmi kuruma başvuruda bulunmasıyla sona ereceği benimsenmiştir. (As. Yargıtay 3. Dairenin 21.03.2000 gün ve 2000/138-136 s.K. As.Yargıtay 4. Dairenin 28.06.1994 gün ve 1994/358-357 s.K. As.Yargıtay 1. Dairenin 28.04.1999 gün ve 1999/210-208 s.K.)
   Askeri Ceza Kanununun 'Askeri cürümlerde dava ve cezanın nasıl düşeceği' başlığını taşıyan 49. maddesi;
   'Aşağıdaki fıkralarda yazılı hükümler mahfuz olmak üzere askeri suçlarda dava ve cezanın düşmesi hususlarında Türk Ceza Kanununun birinci kitabının 9 uncu babı hükümleri tatbik olunur.
   A) Yoklama kaçağı, bakaya, saklı ve firar fiilleri hakkında dava müruru zamanı, bütün askeri mükellefiyetlerin veya bizzat girmiş oldukları taahhüdün bitmesinden itibaren işlemeğe başlar.
   B) Hıyanet cürümleri ile maznun ve mahkum olanlar hakkında müruru zaman yoktur.
   C) (Ek: 14/6/1989 - 3574/1 md.) Sırf askeri suçlarda Türk Ceza Kanununun 119. maddesi hükümleri uygulanmaz' hükmünü içermektedir.
   Somut olayda sanık adına düzenlenen son yoklama çağrı pusulasının babasına tebliğ edilerek, sanığın son yoklamasını yaptırmak üzere 29.07.1996 tarihinde askerlik şubesine müracaat etmesinin istendiği, sanığın kanunen geçerli bir mazereti olmaksızın istenilen tarihte şubeye müracaat etmediği, emsali yükümlülerin ilk kafilesinin askere sevk edildikleri 21-27.08.1997 tarihinden uzunca bir süre geçtikten sonra, 01.07.2005 tarihinde kendiliğinden Askerlik şubesine müracaatı üzerine son yoklamasının yapılarak askere sevk işlemlerinin yapıldığı anlaşılmıştır.
   Askeri Ceza Kanununun 49/A. maddesi ve Askeri Yargıtay'ın yerleşik içtihatları ışığında, yoklama kaçağı suçu mütemadi suçlardan olup, sanığın kendiliğinden başvurması ile kesintinin gerçekleştiği 01.07.2005 tarihi suç tarihi olup, dava zamanaşımının ise gerçekleşmediği anlaşılmıştır" gerekçeleriyle itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Daire kararının kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık Ali Yaşar'ın, şubece bilinen adresinde babasına yapılan tebligata rağmen nüfusa kayıtlı olduğu Eğirdir Askerlik Şubesince emsallerinin askere sevk edildiği son tarih olan 28.08.1997 tarihine kadar son yoklamasını yaptırmadığı ve 01.07.2005 tarihine kadar yoklama kaçağı olarak kaldıktan sonra, bu tarihte kendiliğinden teslim olduğu somut olayda; Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında çözümü gereken uyuşmazlık, dava zamanaşımı süresinin dolup dolmadığının belirlenmesine ilişkindir.
Dosya incelendiğinde;
Isparta-Eğirdir İlçesi nüfusuna kayıtlı sanık Ali Yaşar'ın, 01.06.1977 doğumlu olduğu,
Sanığa ilişkin son yoklama çağrı tebligatının, 26.06.1996 tarihinde, askerlik şubesince bilinen en son adresinde usulüne uygun olarak babası Mehmet Yaşar'a yapılmasına rağmen, son yoklamasını 01.07.2005 tarihine kadar yaptırmadığı, bu tarihte kendiliğinden geldiği ve aynı tarihte son yoklaması yapılarak, 11.07.2005 tarihinde askere sevk edildikten sonra, verilen 1 günlük yol süresinin ardından 14.07.2005 tarihinde birliğine katılabildiği,
Sanığın emsalleri; 1997/1. tertip olarak 21.02.1997 – 27.02.1997, 1997/2 tertip olarak 21.05.1997 – 27.05.1997, 1997/3 tertip olarak 21.08.1997 – 27.08.1997, 1997/4 tertip olarak ise 21.11.1997 – 27.11.1997 tarihleri arasında sevk edilmekle birlikte, Isparta-Eğirdir Askerlik Şubesi sevklerinin 21.08.1997 – 27.08.1997 tarihleri arasında yapıldığı,   
Sanığın, zamanında başvurmasına rağmen kendisinin askere sevk edilmediği şeklinde savunma yaptığı, fakat askerlik şubelerinden alınan belgelerin bu savunmayı doğrulamadığı,
Anlaşılmaktadır.
Yoklama kaçağı, 1111 sayılı Askerlik Yasasının 12. maddesinde, "nüfus kütüklerinde kayıtlı olup da, askerlik şubesinde kaydı bulunsun veya bulunmasın yaşıtlarıyla birlikte son yoklamada bulunmayan ve bulunmadıklarına dair bir mazeret göstermemiş olanlar" şeklinde tanımlanmıştır.
Yoklama kaçağı suçu ise; 1632 sayılı Askeri Ceza Yasanının 63. maddesinin 1. fıkrasının A bendinde; "Kabul edilecek bir özrü olmadan barışta bakayalarla yoklama kaçağı veya saklılardan yaşıtlarının veya birlikte işleme bağlı arkadaşlarının ilk kafilesi yollanmış bulunanlar ve ihtiyat erattan çağrılıp da özürsüz yaşıtlarının yollanmalarından başlayarak yedi gün içinde gelenler bir aya kadar, yakalananlar üç aya kadar, yedi günden sonra üç ay içinde gelenler üç aydan bir yıla kadar, yakalananlar dört aydan bir buçuk yıla kadar, üç aydan sonra gelenler dört aydan iki yıla kadar hapis, üç aydan sonra yakalananlar altı aydan üç yıla kadar hapis...cezasıyla cezalandırılır" şeklinde düzenlenmiştir.
   Öğreti ve uygulamada yoklama kaçağı suçunun unsurları;
   1- Yükümlü adına son yoklama çağrı pusulasının çıkarılmış olması,
   2- Son yoklama çağrı pusulasının bizzat yükümlünün kendisine veya 1111 sayılı Askerlik Kanununun 25 ve 45. maddelerinde belirtilen yakınlarına son yoklama tarihinden en az 15 gün öncesinden usulüne uygun olarak tebliğ edilmiş olması,
   3- Usulüne uygun olarak yapılmış tebligata rağmen, yükümlünün emsallerinin ilk kafilesinin sevk edildiği tarihe kadar, askerlik şubesine başvurmamış olması,
   Biçiminde sayılmaktadır.
   Bu bağlamda; suçun oluşabilmesi için öncelikle son yoklama çağrı pusulasının, ilgilinin bilinen adresine gönderilmesi gerekmektedir. İlgilinin askerlik şubesince bilinen adresinden ayrılması durumunda, Askerlik Kanununun 75. maddesi uyarınca yeni adresini askerlik şubesine bildirmesi zorunlu olduğundan, yeni adresin bildirilmemiş olması halinde tebligat bilinen adresteki anne, baba, kardeş veya diğer hısımlara yapılabilecektir.
   Yükümlünün emsallerinden anlaşılması gereken ise, nüfusa kayıtlı olduğu yerde kendisi ile aynı yıl doğanlardır. Bu durumda; emsallerin ilk sevk tarihi, ülke genelinde 1. celp grubu olan Şubat celp grubuna (21-27 Şubat) göre değil, yükümlünün bağlı olduğu yerli askerlik şubesinin tabi olduğu celp grubuna göre belirlenir. Başka bir deyişle; suçun oluşabilmesi için ilgilinin son yoklamasını, kendi şubesinin emsallerini sevk etmesi gereken son tarihe kadar yaptırmamış olması gerekmektedir.
   Yoklama kaçağı suçu askeri cürüm olmakla birlikte, sırf askeri suç olmadığından, bu suçla ilgili olarak erteleme, hükmün açıklanmasının geri bırakılması gibi müesseselerin uygulanmasına bir engel bulunmamaktadır.
Diğer taraftan, suçun oluşabilmesi için sayılan koşullar yanında ve aynı zamanda son yoklamaya katılmamanın bir mazerete dayanmaması ve failin suç işleme kastıyla hareket etmesi de zorunludur. Bizzat gelemeyecek şekilde hastalık veya sakatlığa düçar olmak, tutuklu veya hükümlü bulunmak, orta veya yüksek okulda olup da okullarını bitirmemiş olmak gibi mazeretler, kabul edilen mazeretlerdir.
Somut olayda, Isparta-Eğirdir İlçesi nüfusuna kayıtlı olan 1977 doğumlu sanığın emsalleri yerli şubesinden 21 – 28 Ağustos 1997 tarihleri arasında sevk edilmişlerdir. Son yoklama çağrı tebligatı ise 26.06.1996 tarihinde, sanığın askerlik şubesince bilinen son adresinde babası Mehmet Yaşar'a yapılmıştır. Nihayet, geçerli bir mazeret göstermeyen ve 01.07.2005 tarihine kadar son yoklamasını yaptırmamış olan sanık, bu tarihte gelerek teslim olmuştur. Şu halde, sanığın 28.08.1997 ile 01.07.2005 tarihleri arasında yoklama kaçağı olduğu ve bu suretle yoklama kaçağı suçunu işlediğinde kuşku bulunmamaktadır. 
1632 sayılı Askeri Ceza Kanununun 63. maddesinde düzenlenmiş bulunan bu suç, daha önce askeri mahkemede yargılanmayı gerektirme iken, 05.07.2006 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 5530 sayılı Yasanın 4. maddesiyle 353 sayılı Kanunun 13. maddesinde yapılan değişiklik gereğince bu tarihten sonra adli yargının görev alanına girmiştir. Aynı Yasanın 63. maddesinde yer alan Ek Geçici 6. maddede de; bu Kanunun yürürlüğe girdiği sırada kesinleşmemiş olan davaların görevsizlik kararı verilerek adli yargı mahkemelerine gönderileceği düzenlenmiştir.   
Yoklama kaçağı suçu ile ilgili olarak zamanaşımının hesaplanmasına gelince;
Gerek Askeri Ceza Kanununun 63. maddesinden gerekse Askeri Yargıtay'ın duraksamasız kararlarından, mütemadi (kesintisiz) bir suç olduğu açıkça anlaşılan yoklama kaçağı suçunun, somut olayda, ilgilinin kendi şubesindeki emsallerinin son sevk tarihi olan 28.08.1997 de başladığında ve teslim olduğu 01.07.2005 tarihinde tamamlandığında, dolayısıyla da suç tarihinin 01.07.2005 tarihi olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
5237 sayılı TCY'nın 66. maddesinde kesintisiz (mütemadi) suçlarda zamanaşımının, kesintinin gerçekleştiği tarihte işlemeye başlayacağı düzenlenmişse de; Askeri Ceza Yasasının 49/A maddesinde "Yoklama kaçağı, bakaya, saklı ve firar fiilleri hakkında dava müruru zamanı, bütün askeri mükellefiyetlerin veya bizzat girmiş oldukları taahhüdün bitmesinden itibaren işlemeğe başlar" denilmek suretiyle bu suçlar için zamanaşımının başlangıcı yönünden özel bir düzenleme yapıldığı görülmektedir.
  "Bütün askeri mükellefiyetlerin ne zaman biteceği" sorusunun yanıtı ise, 1111 sayılı Askerlik Yasasının 2. maddesinin 1. fıkrasında yer almaktadır. Buna göre, "Askerlik çağı her erkeğin esas nüfus kütüğünde yazılı olan yaşına göredir ve yirmi yaşına girdiği sene Ocak ayının birinci gününden başlayarak 41 yaşına girdiği sene Ocak ayının birinci gününde bitmek üzere en çok yirmibir sene sürer" dolayısıyla, yoklama kaçağı suçlarında zamanaşımı süresinin başlangıcı sanığın 41 yaşına girdiği Ocak ayının birinci günüdür. Bu husus, Askeri Yargıtay'ın duraksamasız uygulamaları arasına girdiği gibi (Örneğin, Askeri Yargıtay 3. Dairesinin 14.04.2004 gün ve 460-451 sayılı kararı) öğretide de bu şekilde kabul edilegelmiştir. (Sahir Erman, Askeri Ceza Hukuku, Umumi Kısım ve Usul, 7. Bası, İstanbul-1983, s.286-287)
Bu durumda, Askeri Ceza Kanunun 49/A maddesindeki hükmün, 5237 sayılı TCY'nın 5. maddesi karşısında uygulanma yeteneğini yitirdiği iddia edilebilirse de;
5237 sayılı TCY'nın 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe girmesi nedeniyle Askeri Ceza Yasası'nda yer alan bazı düzenlemelerin bu hükümlerden etkilenmemesi amacıyla 31.03.2005 tarihinde kabul edilip 06.04.2005 gün ve 25778 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren, 5329 sayılı Yasanın 1. maddesi ile 1632 sayılı Askeri Ceza Yasasına Ek 8 ve Ek 9. maddeler eklenmiştir.
Ek 8. maddenin 1. fıkrası ile; "26.09.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun genel hükümleri, bu Kanunda yer verilen suçlar hakkında da uygulanır. Ancak, bu Kanunun fer'i cezalara ve cezaların ertelenmesine ilişkin hükümleri ile zamanaşımına ilişkin 49. maddesinin 1. fıkrasının ( A ) bendi hükümleri saklıdır" şeklindeki hükme yer verilirken,
Anılan fıkra ile ilgili değişiklik gerekçesinde de, düzenlemenin amacı; "uygulamada doğabilecek aksaklıkların önüne geçebilmek amacıyla, 1632 sayılı Askeri Ceza Kanununa eklenen, ek 8. madde ile 5237 sayılı Kanunun 5. maddesine, hapis cezalarının ertelenmesinde, kısa süreli hapis cezasına seçenek yaptırıma çevrilmesinde, ön ödemede, fer'i askeri cezalarda ve zamanaşımına ilişkin hükümlerde istisna getirilmekte, bu konular ile ilgili olarak 1632 sayılı Askeri Ceza Kanununun ilgili hükümleri saklı tutulmaktadır" şeklinde açıklanmış ve böylece Askeri Ceza Yasasının 49/1-A maddesinde yer alan ve yoklama kaçağı suçu açısından "zamanaşımının başlangıcıyla ilgili olarak" özel bir düzenleme içeren hükmün 5237 sayılı TCY'nın 5. maddesine rağmen yürürlükte olduğu belirtilmiştir.
Kaldı ki, yasa koyucu bununla da yetinmemiş; 01.03.2008 tarihinde yürürlüğe giren, 26.02.2008 gün ve 5739 sayılı Yasanın 1. maddesiyle Askeri Ceza Yasasına eklenen Ek 10. madde ile bu konudaki iradesini pekiştirmiş ve Ek 10. maddede açıkça; "Bu Kanunda ve diğer ilgili kanunlarda gerekli değişiklikler yapılıncaya kadar, 26.09.2004 gün ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun Birinci Kitabında yer alan düzenlemeler bakımından, bu Kanunun ek 8 ve 9. maddeleri ile 16.06.1964 gün ve 477 sayılı Disiplin Mahkemeleri Kuruluşu, Yargılama Usulü ve Disiplin Suç ve Cezaları Hakkında Kanunun 63. maddesinin ikinci fıkrası hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. Bu Kanunda yazılı suçlarla ilgili olarak 04.11.2004 gün ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 231. maddesinin beş ila ondördüncü fıkraları uygulanmaz" denilmek suretiyle bu konudaki duraksamaların önüne geçilmek istenmiştir.
Bu hükmün amacı da değişiklik gerekçesinde; "Askeri ceza ve disiplin yargılamasında, askerlik hizmetinin özelliklerinden kaynaklanan bir takım istisnaların kabulü zorunludur. Bu nedenle, 1632 sayılı Kanunu, Ek 10. madde eklenmek suretiyle, bu Kanunda ve diğer ilgili kanunlarda gerekli değişiklikler yapılıncaya kadar, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun Birinci Kitabında yer alan düzenlemeler bakımından, Askeri Ceza Kanunun Ek 8 ve 9. maddeleri ile 16.06.1964 tarihli ve 477 sayılı Disiplin Mahkemeleri Kuruluşu Yargılama Usulü ve Disiplin Suç ve Cezaları Hakkında Kanunun 63. maddesinin ikinci fıkrası hükümlerinin uygulanmasına devam olunacağı hükme bağlanmıştır" biçiminde açıklanmıştır.
Tüm bu düzenlemeler somut olayla birlikte değerlendirildiğinde; özellikle 1632 sayılı Askeri Ceza Yasasının Ek 8, Ek 9 ve Ek 10. maddeleri karşısında; 5237 sayılı TCY'nın 5. maddesinin, Askeri Ceza Yasasının 49/1-A maddesinde yer alan düzenlemeyi bertaraf etmeyeceği sonucuna varıldığından, halen yürürlükte bulunan ve uygulanması gereken 49. maddenin 1. fıkrasının A bendi uyarınca, sanık hakkında yoklama kaçağı suçundan açılmış bulunan kamu davasına ilişkin dava zamanaşımı süresinin suç tarihinden itibaren değil, 1111 sayılı Askerlik Kanunu'nun 2. maddesinin 1. fıkrası uyarınca sanığın 41 yaşına gireceği 2017 yılının Ocak ayının 1. gününden itibaren başlayacağının ve bu nedenle de dolmak bir yana henüz işlemeye bile başlamadığının kabulü gerekir. 
Bu itibarla; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçe ile kabulüne, Özel Daire kararının kaldırılmasına ve dosyanın bir karar verilmek üzere Yargıtay 7. Ceza Dairesine gönderilmesine karar verilmelidir. 
Daha önce ilgililere tebliğ edilmediği anlaşılan, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 27.06.2008 gün ve 292946 sayılı tebliğnamesinin ise Özel Dairece tebliğ edilmesi olanaklı görülmüştür. 
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1-  Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçe ile KABULÜNE,
2-  Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 23.12.2009 gün ve 10480-15853 sayılı "zamanaşımı nedeniyle bozma ve kamu davasının ortadan kaldırılması" kararının KALDIRILMASINA,
3-  Dosyanın, temyiz incelemesi yapılarak bir karar verilmesi için Yargıtay 7. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 25.05.2010 günü yapılan müzakerede oybirliği ile karar verildi.
#904
Merhabalar. Seçim öncesi bazı partilerin kampanyalarında bu konuyla ilgili çeşitli vaatler bulunuyordu. Seçim atmosferine girilmezden evvel hükümet nezdinde de bu yönde çalışmalar yapılmıştı. Muhtemelen askerlik süresi kısaltılacak ama bu ne zaman gerçekleştirilir ve yeni askerlik süreleri ne şekilde belirlenir, bu konuda net bir şey söylemek mümkün değil. Konuyla ilgili haberleri aşağıdaki linkten takip edebilirsiniz:

http://www.vekil.net/forum/guncel-haberler/tek-tip-askerlikle-ilgili-genelkurmay-gorusunu-sundu-top-hukumette/
#905
Merhabalar. Sondan başlayalım:

Alıntı YapNot: bu ikinci şikayet hakkımda daha önce başkası da şikayet etmişti ve takipsizlik kararı çıkmıştı o olayın buna bir etkisi olur mu yoksa o olay bunu bağlamaz mı?

Aynı suçlama ile geçmişte de hakkınızda dava açılmış olması, her ne kadar bu dava beraatle de neticelenmiş olsa, sizin için bir olumsuzluktur. Bu durum hakimin kanaatini olumsuz etkileyecektir.

Türk Ceza Kanunu'nun konuyla ilgili 123. maddesi aynen şu şekildedir:

     Kişilerin huzur ve sükununu bozma
   
     Madde 123- Sırf huzur ve sükûnunu bozmak maksadıyla bir kimseye ısrarla; telefon edilmesi, gürültü yapılması ya da aynı maksatla hukuka aykırı başka bir davranışta bulunulması halinde, mağdurun şikayeti üzerine faile üç aydan bir yıla kadar hapis cezası verilir.


Alıntı Yapgeriye dönük telefon dökümünde çağrılar gözükür mü?

Mahkeme veya savcılık telefon kayıtlarını ilgili operatörden geriye dönük şekilde alabilir. Muhtemelen bu davadan ceza alacaksınız. Yargılama esnasında samimi ve pişman bir edayla olan biteni burada anlattığınız gibi anlatırsanız ve özellikle de herhangi bir suç işleme kastınızın bulunmadığını belirtirseniz, cezanın alt sınırından hüküm verilmesini ve bu cezanın da para cezasına çevrilmesini yahut hükmün açıklanmasının ertelenmesini sağlayabilirsiniz. İmkanınız varsa bir avukatla anlaşmanızı, yoksa, bulunduğunuz ilin Barosuna müracaat etmenizi tavsiye ediyorum. Kolay gelsin...


#906
Merhabalar. Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'da yer alan konuyla ilgili hükümler aşağıdadır:

     Garanti Belgesi
   
     Madde 13 - (Değişik: 6/3/2003-4822/20 md.)
   
     İmalatçı veya ithalatçılar ithal ettikleri veya ürettikleri sanayi malları için Bakanlıkça onaylı garanti belgesi düzenlemek zorundadır. Mala ilişkin faturanın tarih ve sayısını içeren garanti belgesinin tekemmül ettirilerek tüketiciye verilmesi sorumluluğu satıcı, bayi veya acenteye aittir. Garanti süresi malın teslim tarihinden itibaren başlar ve asgari iki yıldır. Ancak, özelliği nedeniyle bazı malların garanti şartları, Bakanlıkça başka bir ölçü birimi ile belirlenebilir.
   
     Satıcı; garanti belgesi kapsamındaki malların, garanti süresi içerisinde arızalanması halinde malı işçilik masrafı, değiştirilen parça bedeli ya da başka herhangi bir ad altında hiçbir ücret talep etmeksizin tamir ile yükümlüdür.
   
     Tüketici onarım hakkını kullanmışsa, garanti süresi içerisinde sık arızalanması nedeniyle maldan yararlanamamanın süreklilik arz etmesi veya tamiri için gereken azami sürenin aşılması veya tamirinin mümkün bulunmadığının anlaşılması hallerinde, 4 üncü maddede yer alan diğer seçimlik haklarını kullanabilir. Satıcı bu talebi reddedemez. Tüketicinin bu talebinin yerine getirilmemesi durumunda satıcı, bayi, acente, imalatçı-üretici ve ithalatçı müteselsilen sorumludur.
   
     Tüketicinin malı kullanım kılavuzunda yer alan hususlara aykırı kullanmasından kaynaklanan arızalar, iki ve üçüncü fıkra hükümleri kapsamı dışındadır.
   
     Bakanlık, hangi sanayi mallarının garanti belgesi ile satılmak zorunda bulunduğunu ve bu malların arızalarının tamiri için gereken azami süreleri Türk Standartları Enstitüsünün görüşünü alarak tespit ve ilânla görevlidir.

     Satış Sonrası Hizmetler
     Madde 15 - (Değişik: 6/3/2003-4822/22 md.)
   
     İmalatçı veya ithalatçılar, sattıkları, ürettikleri veya ithal ettikleri sanayi malları için o malın Bakanlıkça tespit ve ilân edilen kullanım ömrü süresince, yeterli teknik personel ve yedek parça stoku bulundurmak suretiyle bakım ve onarım hizmetlerini sunmak zorundadırlar.
   
     İmalatçı veya ithalatçıların bulundurmaları gereken yedek parça stok miktarı Bakanlıkça belirlenir.
   
     İthalatçının herhangi bir şekilde ticari faaliyetinin sona ermesi halinde, kullanım ömrü süresince bakım ve onarım hizmetlerini, o malın yeni ithalatçısı sunmak zorundadır.
   
     Bakanlık, hangi mallar için servis istasyonları kurulmasının zorunlu olduğu ile servis istasyonlarının kuruluş ve işleyişine dair usul ve esasları Türk Standartları Enstitüsünün görüşünü alarak tespit ve ilânla görevlidir.
   
     Garanti belgesiyle satılmak zorunda olan bir sanayi malının garanti süresi sonrasında arızalanması durumunda, o malın Bakanlıkça belirlenen azami tamir süresi içerisinde onarımı zorunludur.


Tüm bu hükümler çerçevesinde olayı değerlendirilsek; her ithalatçı firma, kendi ithal ettiği üründen sorumludur ve her tüketici de ancak o malın ithalatçısı olan firmanın ve malı aldığı yerin (satıcının) hukuken muhatabıdır. Konu özetle bu şekilde. Kolay gelsin...
#907
Merhabalar. İlgili belediyeye ve vergi dairesine durumu telefonla bile iletseniz, konuyla ilgili işlem yapılmasını sağlamış olursunuz. Telefonda kimliğinizi açıklamak zorunda da değilsiniz. Keza belediye ve vergi dairesine ait internet sitelerinin iletişim bölümüne e-posta gönderme yoluna da gidebilirsiniz. Kolay gelsin...
#908
Adana'da ehliyetsiz elektrikli bisiklet kullanan Marut Akman'a trafik polislerince yazılan 630 liralık ceza yargıdan döndü.

Adana 2. Sulh Ceza Mahkemesi, şarjı bittiğinde pedalla da kullanılabilen elektrikli bisiklet için ehliyetin zorunlu olmadığına karar vererek cezayı iptal etti.

Akaryakıt fiyatlarındaki artışa karşın elektrik şarjı ile çalışan ve Türkiye'de her geçen gün kullanıcısı artan elektrikli bisikletlere trafikte yazılan cezalar, kullanıcılarını mahkeme kapılarında hak aramaya zorluyor. Bunlardan birisi de asgari ücretle çalışan Adanalı Murat Akman.

Elektrikli bisikletini ehliyetsiz kullandığı için Adana Trafik Denetleme ve Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından 630 liralık ceza uygulanan Murat Akman, açtığı davayla bu cezadan kurtulmasının yanı sıra, Türkiye genelindeki sayıları 2 milyonu bulduğu bildirilen elektrikli bisiklet kullanıcılarına da emsal oldu.

Adana Cumhuriyet Başsavcılığı Kabahatler Bürosu'na itirazda bulanan Murat Akman'ın başvurusunu değerlendiren Adana 2. Sulh Ceza Mahkemesi, ''elektrikli bisiklet için ehliyet gerekmediği'' gerekçesiyle ''idari yaptırım kararının usule ve yasaya aykırı olduğuna'' karar vererek, 630 liralık cezayı iptal etti.

Sürücü Murat Akman, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bir iş yerinde asgari ücretle çalıştığını, 650 lira maaş aldığını belirterek, ''Elektrikli bisikleti alırken satıcı firma ehliyete gerek olmadığını bildirmişti. Buna rağmen kesilen ceza üzerine hakkımı yargıda aradım'' dedi.

Akman, işe gidip gelmek için önceden 4 dolmuş değiştirmek zorunda kaldığını ve ayda 150 lira yol parası ödediğini vurgulayarak, ''Bu yüzden elektrikli bisiklet almaya karar verdim. Ancak, bir gün işe giderken trafik polisi beni durdurup ehliyet sordu. Elektrikli bisikletle trafiğe çıkmanın yasak olduğunu söyleyince 'nerede kullanacağım?' diye sordum. O da ''köy yolunda sür'' diye cevap verdi. Ben de ''köyde çalışmıyorum'' dedim. Buna rağmen 630 lira ceza yazınca soluğu mahkemede aldım'' diye konuştu.

Elektrikli bisikletin kendisi için çok ekonomik olduğunu kaydeden Akman, şunları söyledi:

''Şehirlerde bisiklet yolu yapılmadığı için cezayı vatandaşa kesiyorlar. Bize ait bir yol olsa neden araçların içinde trafiğe çıkalım. Ayda en fazla 5 liralık elektrik enerjisi tüketen bu bisikletimi çocuklarım da seviyor. Pazar günleri onları bol bol gezdiriyorum.''AA

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1162564&title=elektrikli-bisiklete-ehliyet-cezasi-yargidan-dondu
#909
Merhabalar. Aşağıda alıntıladığım emsal Yargıtay Kararında sorduğunuz hususlar cevaplanmış. Kafanıza takılan bir husus olursa yazarsınız. Kolay gelsin...

"...Oturma izni alınmamış olmasına karşın, daireleri eksiksiz teslim alan davalı, teslim gününden başlayarak genel gider borçlarından sorumludur.
Bir bağımsız bölümde ancak oturma izni alınarak oturulabilir. Bu nedenle oturma izni alınmamış ve maliki içine girerek oturulmamış bir bağımsız bölümün giderlerine katılma zorunluluğu yoktur. Oturma izni alındıktan sonra, içine girilmemiş olsa bile izin tarihinden başlayarak işleyecek yönetim giderlerinden bağımsız bölüm maliki sorumlu olduğu gibi, oturma izni alınmadan içine girip yerleşenler de bu dönemde yapılan yönetim giderlerinden sorumludurlar.
Dava konusu bağımsız bölümleri davalının, inşaatı yaptıran kuruluştan eksiksiz teslim aldığı, dosya içinde bulunan 25.02.1980 günlü noterlikçe davalının bu kuruluşa çektiği ihtarname içeriğinden anlaşılmaktadır. Buna karşın oturma izni 24.04.1981 de alınmıştır. Davalı oturma izninin gecikmesinde yasal bir engel bulunduğuna ilişkin bir savunmada bulunmadığı gibi, teslim tarihinde bu dairenin oturabilir durumda olmadığı yolunda da bir itiraz ileri sürmemiştir. Böyle olunca, eksiksiz teslim alınan bu bağımsız bölümlerin maliki tarafından belediyeye baş vurularak oturma izninin alınmamış olması ve dairelerin boş bırakılması, onu genel giderlere katılma yükümlülüğünden kurtarmaz. Bu nedenle oturma izni alınmamış olmasına karşın, dairelerini eksiksiz teslim alan davalının, teslim gününden başlanılarak hesaplanan ve ödenmediği bilirkişi raporuyla saptanan genel gider borçlarının kendisinden alınmasına karar verilmesi doğru bulunmuştur..." (Yargıtay 5.HD.6.2.1984 T. 885 E.833 K.)
#910


Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'i 2007'de öldüren Ogün Samast, dün bu dava kapsamında son kez hâkim karşısına çıktı. Kilo verdiği gözlenen Samast, Çağlayan'da yeni hizmete giren İstanbul Adliyesi'ne getirildi. Samast'ın ailesinden sadece amcası ve bir yakını duruşmayı izlemeye geldi. Duruşma sırasında hareketli olduğu gözlenen Samast sık sık arkasını dönerek amcasıyla göz işaretiyle konuştu. Bunun yanında avukatı Levent Yıldırım'dan yapacağı savunma ile ilgili yardım alan Samast karar öncesinde son savunmasını 15 sayfa halinde sundu.

Duruşmada pişman olduğunu sık sık dile getiren Samast cezaevinde kaldığı süre içinde ıslah olduğunu ve akıllandığını ifade ederek bugün olsa asla böyle bir suçu işlemeyeceğini belirtti. (Ancak akıllarda Dink ailesini ve avukatlarını duruşmalarda tehdit etmesi ve sürekli gülerek diğer sanıklarla şakalaşması vardı.)

Hegel'den alıntı

Hegel'den alıntılar yapan Samast, "Kötü bir eğitimin, suça sürüklenmişliğin sonucu olarak burada olduğumu gören ve algılayanlar, akla uygun ve somut düşünmüş olurlar" diye konuştu.
Samast'ın olayı yaptığını kabul ettiğini ancak olayı hiç tam anlatamadığını söyleyen Yıldırım, müvekkilinin olayı baskı altında üstlenmiş olabileceğini ileri sürdü. Yıldırım, müvekkilinin beraatını talep etti. Avukatının ardından son sözü sorulan Samast "Beraatımı istiyorum" dedi. Duruşmaya verilen aranın ardından tekrar hâkim karşısına çıkan Samast hakkında kesin karar açıklandı.

İstanbul 2. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi, Samast'a 'tasarlayarak adam öldürmek' suçundan 5237 sayılı TCK'nın 82-1 maddesi uyarınca ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verdi. Mahkeme cinayeti işlediğinde 18 yaşından küçük olmasını dikkate alarak ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını 21 yıl 6 ay hapis cezasına indirdi. Mahkeme Samast'a 'ruhsatsız silah bulundurmak'tan önce 2 yıl hapis cezası ve 900 TL adli para cezası verdi. Ancak yine suç tarihinde 18 yaşından küçük olmasını dikkate alarak cezayı 1 yıl 4 ay hapis cezası ve 600 TL adli para cezasına indirdi. Kararla ilgili son sözü sorulan Samast "Son sözüm yok" yanıtını verdi. Ancak gülümsediği gözlendi.

Çetin: İndirim yapılmadı

Dink ailesinin avukatlarından Fethiye Çetin mahkemenin Samast'ın savunmalarına itibar etmediğini belirterek "Bu suçla Ogün Samast'ın davaları elbette bitmiyor. Örgüte dahil olma suçuyla ilgili davası devam edecek. Sonuç kötü değil. Caydırıcı olabilir. Sanıkları açısından etkileri olabilir. Çünkü Ogün Samast ve avukatı indirim bekliyordu. Mahkeme yaş küçüklüğünün dışında indirim yapmadı" diye konuştu.

Babası: Beklemiyorduk

Kararı Trabzon'un Pelitli Mahallesi'nde öğrenen Samast'ın annesi Havva Samast fenalık geçirerek hastaneye kaldırıldı. Baba Ahmet Samast ise çevresine, "Bu kadar ceza beklemiyorduk. Şok geçirdik" dedi.

Örgüt aydınlatılamıyor

Samast'ın örgüt davası devam edecek. Ancak cinayetin üzerinden dört yıl geçmesine karşın bu örgütün ortaya çıkarılması için yol alınamadı. Avukatların davanın Ergenekon davasıyla birleştirilmesi talebi kabul edilmedi. Olayda ihmali ya da kastı olduğu öne sürülen çok sayıda kamu görevlisinin yargılanmasına izin verilmedi, yargılananlar için ise çok düşük suçlamalar yöneltildi.


Bildiklerinin hepsini anlatmadı
Samast ceza aldı ancak yanıtı bulunmayan sorular var: Cinayet gününe ait bankanın güvenlik kamera kayıtlarının önemli bölümü emniyet birimlerinde yok edildi. Samast'ın cep telefonu ve sim kartına ilişkin ifadeler arasındaki çelişki çözümlenmedi, işin gerçeği araştırılmadı. Ogün Samast, cinayetten hemen önce internet kafede birileriyle chat'leşmişti . Bilgisayar kayıtlarına ise halen ulaşılamadı. Olay yerindeki kamera kayıtlarında görünen şüpheli üç kişinin kimliği tespit edilmedi. Samast cinayetten sonra Samsun'da öldürüleceğini söyledi ama bu kişilerin kim olduğunu açıklamadı.

Cinayetten 11 yıl yatacak, örgüt suçu eklenecek

Ogün Samast, mahkemenin verdiği 22 yıl 10 hapis ve 600 TL para cezasının tamamını cezaevinde geçirmeyecek. Samast 4 yıldır cezaevinde tutuklu bulunuyordu. Mahkemenin karara bağladığı dava kapsamında Ceza İnfaz Kanununa göre Samast'ın cezası yaşı 18'den küçük olduğu için indirime uğrayacak. Suça Sürüklenen Çocuklar Yasası kapsamında yargılaması tamamlanan Samast, aldığı cezanın sadece 3'te 1'ini cezaevinde geçirecek. Böylelikle verilen 22 yıl 10 ay 14 yıla düşecek. Samast'ın tutuklu kaldığı 4 yıl aldığı cezadan düşürüldüğünde toplam ceza miktarı 11 yıla inecek.

Samast eğer cezaevinde herhangi bir disiplin suçu işlemezse "iyi hal indirimi"nden yararlanabilecek. İnfaz Kanununa göre bir hükümlü aldığı cezanın yarısını cezaevinde tamamlaması durumunda kalan yarısını açık cezaevinde geçirebilecek.

Örgütten de ceza

Ancak Ogün Samast'ın örgüt üyesi olmak suçlamasıyla yargılandığı dava Çocuk Mahkemesi'nde devam edecek. Buradan alacağı ceza Hrant Dink'in öldürülmesi nedeniyle cezaevinde kalacağı zamanı tam olarak ortaya koyacak. Terör suçu olduğu için indirim de az olacak.

Orhan Dink: Bekliyorduk

Orhan Dink: "Bu karar zaten beklediğim bir karardı ancak bizim için asıl önemli olan 14. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki yargılamadır. Bu yargılama bittiğinde konuşacağız."

Hrant Dink'in avukatı Arzu Becerik: "Alt sınırlarda kalınmadı. Bu sevindirici. Sadece zorunlu indirim sebebi 'yaş küçüklüğü' uygulandı. ancak bu indirim biraz fazla oldu. Alt sınırında kalınmadı. Başka bir indirim talebi uygulanmadı. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi ancak yaş nedeniyle bu ceza toplamda 22 yıl 10 aya indi. Ne kadar yatacağını tam hesaplamadık henüz ancak en az 10-11 yıl daha cezaevinde kalacağını tahmin ediyoruz."

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&VersionID=83926&Date=26.07.2011&ArticleID=1057640
#911
Anayasa Mahkemesi, Türk Ceza Kanunu'nun, 278. maddesinde yer alan  ''suçu bildirmeyenlere hapis cezası verilmesini'' öngören maddesini iptal etti.

Genç Asliye Ceza Mahkemesi'nin 278. maddenin Anayasa'ya aykırı olduğu ve iptaline karar verilmesi istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne yaptığı başvuruyu esastan görüşen Yüksek Mahkeme, söz konusu maddeyi Anayasa'ya aykırı bularak, tümüyle iptal etti.

İptal hükmü, kararın Resmi Gazete'de yayımlanmasından 6 ay sonra yürürlüğe girecek.

http://www.istanbulbarosu.org.tr/Detail.asp?CatID=1&SubCatID=1&ID=5992


Türk Ceza Kanunu'nun 278. maddesi aynen şu şekildeydi:

Suçu bildirmeme

MADDE 278 - (1) İşlenmekte olan bir suçu yetkili makamlara bildirmeyen kişi, bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) İşlenmiş olmakla birlikte, sebebiyet verdiği neticelerin sınırlandırılması halen mümkün bulunan bir suçu yetkili makamlara bildirmeyen kişi, yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.

(3) Mağdurun onbeş yaşını bitirmemiş bir çocuk, bedensel veya ruhsal bakımdan özürlü olan ya da hamileliği nedeniyle kendisini savunamayacak durumda bulunan kimse olması halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza, yarı oranında artırılır.
#912
Merhabalar. Konuyla ilgili Anayasa'nın 90. maddesine göz atalım:

    Madde 90 – Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak andlaşmaların
    onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır.
    Ekonomik, ticari veya teknik ilişkileri düzenleyen ve süresi bir yılı aşmayan andlaşmalar, Devlet Maliyesi
    bakımından bir yüklenme getirmemek, kişi hallerine ve Türklerin yabancı memleketlerdeki mülkiyet haklarına dokunmamak
    şartıyla, yayımlanma ile yürürlüğe konabilir. Bu takdirde bu andlaşmalar, yayımlarından başlayarak iki ay içinde Türkiye
    Büyük Millet Meclisinin bilgisine sunulur.
    Milletlerarası bir andlaşmaya dayanan uygulama andlaşmaları ile kanunun verdiği yetkiye dayanılarak yapılan
    ekonomik, ticari, teknik veya idari andlaşmaların Türkiye Büyük Millet Meclisince uygun bulunması zorunluğu yoktur;
    ancak, bu fıkraya göre yapılan ekonomik, ticari veya özel kişilerin haklarını ilgilendiren andlaşmalar, yayımlanmadan
    yürürlüğe konulamaz.
    Türk kanunlarına değişiklik getiren her türlü andlaşmaların yapılmasında birinci fıkra hükmü uygulanır.
    Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya
    aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz.
(Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe
    konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi
    nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.


Bilmiyorum ilave açıklama yapmaya gerek var mı? Okul hayatınızda başarılar dilerim...
#913
İyi günler.

Alıntı Yapanladığım kadarıyla bu rapor benim durumum için geçerli değil.çünkü çekler benim elimden 2007 de çıktı.hastalığımın teşhisi ve tedavisi ise 2008 de başladı.

Hemen ümitsizliğe kapılmayın. Şayet hastalığın belirtileri çeklerin keşide edildiği tarihte de mevcut ise, ceza davasında bu yönde savunma yapabilirsiniz. Neticede her hastalık/rahatsızlık tam vaktinde teşhis edilmediği gibi, bir çok insan hastalık/rahatsızlık ileri noktalara varmadığı sürece hastanenin yolunu da tutmuyor...

Alıntı Yapvesayet altına alınmak istemiyorum

Bu durumda Eylül'deki duruşmaya katılın ve onun öncesinde de mahkemeye durumu özetle ifade eden bir dilekçe verin. Duruşmada ve dilekçenizde özetle şunları belirtebilirsiniz: Rapor tarihinde aslında durumunuzun o ölçüde kötü olmadığını, sağlık kurulu karşısında ailenizin baskısıyla durumunuzu olduğundan kötü şekilde açıkladığınızı, ne rapor tarihinde ne de halihazırda vesayet altına alınmanızı haklı kılacak ölçüde bir rahatsızlığınızın bulunmadığını, dolayısıyla bu konuda yeniden rapor alınmasını talep edebilirsiniz. Özellikle duruşmada sağlam bir psikoloji/ruh hali ile meramınızı düzgün şekilde açıklayarak hakimi durumuzun iyi olduğuna ve yeniden rapor alınması gerektiğine ikna edebilirsiniz. Yeni alınacak raporda tersi yönde görüş belirtilirse, bu durumda mahkeme ya doğrudan davayı reddedecek ya da çelişki sebebiyle bir kez daha rapor alınmasına karar verecektir. Kolay gelsin...
#914
Merhabalar. Limited şirketlerde müdür olmayan hissedarların (hisse oranı ne olursa olsun) karşılıksız çek suçundan sorumluluğu söz konusu değildir. Hissedar olsun veya olmasın limited şirketlerde karşılıksız çek suçunun muhatabı sadece şirket müdürüdür.

Alıntı Yapfakat ahmet ve mehmet e ait çekler karşılıksız çıkmıştır

Çekler şirkete değil de şahıslara mı ait? Yanlış ifade ettiğinizi zannediyorum. Şayet çekler şahıslara aitse, sorunun cevabı da doğal olarak farklı olacaktır.

5941 sayılı yeni Çek Kanunu'nun "Ceza sorumluluğu, çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı" başlıklı 5. maddesinin ilk iki fıkrası aynen şu şekildedir:

MADDE 5- (1) Üzerinde yazılı bulunan düzenleme tarihine göre kanunî ibraz süresi içinde ibrazında, çekle ilgili olarak karşılıksızdır işlemi yapılmasına sebebiyet veren kişi hakkında, hamilin şikâyeti üzerine, her bir çekle ilgili olarak, binbeşyüz güne kadar adlî para cezasına hükmolunur. Ancak, hükmedilecek adlî para cezası, çek bedelinin karşılıksız kalan miktarından az olamaz. Mahkeme ayrıca, çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağına; bu yasağın bulunması hâlinde, çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağının devamına hükmeder. Bu davalar, çekin tahsil için bankaya ibraz edildiği veya çek hesabının açıldığı banka şubesinin bulunduğu yer ya da hesap sahibinin yahut şikâyetçinin yerleşim yeri mahkemesinde görülür.

(2) Birinci fıkra hükmüne göre çek karşılığını ilgili banka hesabında bulundurmakla yükümlü olan kişi, çek hesabı sahibidir. Çek hesabı sahibinin tüzel kişi olması hâlinde, bu tüzel kişinin malî işlerini yürütmekle görevlendirilen yönetim organının üyesi, böyle bir belirleme yapılmamışsa yönetim organını oluşturan gerçek kişi veya kişiler, çek karşılığını ilgili banka hesabında bulundurmakla yükümlüdür.


Bahsettiğiniz durumda şöyle bir savunma yapılabilir: Her ne kadar davaya konu çekleri ben imzaladıysam da söz konusu şirkette görevim SSK kayıtlarından da anlaşılacağı üzere sadece 15 gün devam etmiştir; dolayısıyla çeklerin ibraz edildiği tarihlerde şirketle hiçbir bağım kalmamış olduğundan, kanundaki ifadesiyle "çeklerin karşılığını ilgili banka hesabında bulundurmakla yükümlü olan kişi" konumunda değildim; denebilir. Fakat muhtmelen ticaret sicil kaydında çeklerin ibraz edildiği tarihlerde de şirketin müdürü olarak Ali görünmekteydi; bu durumda mahkeme sicil kayıtlarını esas alarak karar verecektir diye düşünüyorum. Kolay gelsin...
#915
Merhabalar. Bono hamili, vade tarihini takip eden iki iş günü içinde bonoyu protesto ettirmezse, bonodaki (varsa) cirantalara karşı yasal takip hakkını yitirir. Bonoda ciranta bulunmuyorsa, keşideciye yönelik takip için bononun protesto ettirilmesine gerek yoktur. Protesto, bu iki iş günlük süre geçtikten sonra yapılamaz. Protesto noterden yapılmak zorunda da değildir. Ancak uygulamada ispat kolaylığı açısından her zaman noterler aracılığıyla yapılmaktadır. Bu bilgiler ışığında;

* Şayet elinizdeki bonoda ciranta yoksa, bu bonoyu protesto ettirmek zorunda değilsiniz, doğrudan keşideciye karşı icra takibi başlatabilirsiniz.
* Bonoda ciranta da varsa, cirantalara karşı takip haklarınızı koruyabilmek için bonoyu mutlaka vade tarihini takip eden iki iş günü içinde protesto ettirmelisiniz.

Kolay gelsin...
#916
T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2008/22474
K. 2009/2647
T. 16.2.2009

1086/m.423/6
1136/m.164

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinde daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : HUMK'un 423-6. maddesinde; "avukatlık ücreti yargılama giderleri arasında sayılmıştır." Aynı Yasanın 424. maddesinde; "yargılama gideri olarak hükmolunan avukatlık ücretinin ancak ( Yargılamanın tarafları ) arasında geçerli olacağı belirtilmiştir." Ayrıca 1136 Sayılı Avukatlık Yasası'nın 164/son maddesinde; "dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekalet ücreti avukata aittir." hükmüne yer verilmiştir. Bu hüküm vekil ile müvekkil arasında çıkacak ve iç ilişkiden kaynaklanan uyuşmazlıkları düzenlemek amacıyla öngörülmüştür. ( HGK'nun 07.04.2004 tarih ve 2004/12-213 E.-2004/215 K. Sayılı kararı )
Somut olayda, alacaklı vekili vasıtasıyla lehine ilamda hükmedilen 39.500.-TL. vekalet ücreti alacağının tahsili için takip yapılmış ve icra vekalet ücreti de talep edilmiştir.
Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi 2. ve 11. maddelerine göre; avukat vasıtasıyla takip edilen icra işlemlerinde tarifeye göre, vekil lehine icra vekalet ücreti ödenir.
Mahkemece, yukarıdaki açıklamalar ve yasal düzenlemeler nazara alınarak, icra vekalet ücreti talebinde bir usulsüzlük bulunmadığından şikayetin reddi yerine yazılı gerekçe ile kabulüne karar verilmesi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK. 336 ve HUMK. 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, 16.02.2009 gününde oybirliğiyle karar verildi.
#917
Merhabalar. Kişilerin konum bilgilerinin savcılık dışında başka kişi ve kurumlara verilemeyeceğine ilişkin düzenlemede değişiklik yapıldığını duymadım. Değişiklik yapılacağını da pek zannetmiyorum. Çünkü bu konu doğrudan doğruya kişi hak ve özgürlükleriyle ilgili. Hele hele şahıslara bu konuda bilgi verilmesi ihtimal dahilinde bile olamaz. Ama kendi adınıza kayıtlı bir GSM hattını kullanan cep telefonunun konum bilgilerini küçük bir ihtimal de olsa GSM şirketlerinden temin etme durumunuz olabilir. Bunu GSM operatörünüze veya "Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu"na sorabilirsiniz. Aşağıda alıntı yaptığım haberde diğer sorularınızın çoğunun cevabı mevcut. Bildiğim kadarıyla telefonun konum bilgilerinin alınabilmesi için mutlaka telefonun açık ve sinyal gönderiminin aktif olması (telefonun uçak konumunda bulunmaması) gerekiyor. Fakat kapalı konumdaki bir cep telefonunun da geçmişe dönük baz istasyonu verilerine ulaşılabilmesi ve bu verilerden hareketle konum tespitine gidilebilmesi mümkündür. Ancak aşağıdaki haberde de belirtildiği üzere bu yolla nokta atışı yapılacak ölçüde net bir belirleme yapılabilmesi bugün için mümkün değil. Ayrıca aşağıda alıntıladığım bir diğer haber de ilginizi çekebilir. Kolay gelsin...


GSM şirketlerine sitem: Yer tespit sistemi kurmayı ağırdan alıyorlar

ANTALYA (CİHAN)- İtfaiye, ambulans, polis, jandarma gibi bütün çağrıların tek merkezde toplandığı pilot il Antalya'daki 112 Acil Çağrı Merkezi, kayıp kişilere ulaşma konusunda hedeflenen hizmette yetersiz kaldı. Antalya 112 Acil Çağrı Merkezi'nden sorumlu Vali Yardımcısı Turan Eren, sıkıntının GSM şirketlerinin şimdiye kadar üzerine düşeni yapmamasından kaynaklandığını söyledi. ABD'de ek cihazlarla güçlendirilen baz istasyonlarının kayıp kişilere 5 metre sapmayla ulaştığını, Türkiye'de ise GSM operatörlerinin belirlenen standartlara uymamaları sebebiyle kayıplara hala 1 kilometre sapmayla ulaşabildiklerini kaydetti. BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu'nun hayatını kaybettiği helikopter kazasında yer belirleme çalışmalarında GSM şebekesinden alınan sinyaller pek işe yaramayınca Bilişim Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) duruma el koydu. Operatörlerini yazıyla uyaran kurum, cep telefonu sinyaliyle yapılan yer tespitine düzenleme getirdi ve GSM şirketlerinden 3 yıl içinde maksimum 250 metre çap içinde yer tespiti verebilecek şekilde alt yapı kurmalarını istedi. BTK'nın verdiği süre 2012'nin sonunda dolacak olmasına rağmen GSM operatörleri kazalarda hala 1 kilometrelik sapmalarla yer verebiliyor. Her yıl onlarca turistin dağ yürüyüşlerinde kaybolduğu, Antalya, GSM üzerinden yer tespiti çalışmalarının geliştirilmesi için 'pilot il' seçildi. Gelişen teknoloji ve cep telefonlarından alınan sinyaller sayesinde kazazede ve kayıplara ulaşmak çok kolaylaşıyor. ABD'de bu teknolojiler kullanılarak kazazedenin yeri 5 metre mesafeye kadar tespit edilebiliyor. Ancak Türkiye'de halen kaybolan kişinin ya da kazazedenin cep telefonuyla 112'yi araması halinde, bulunduğu yerin koordinatlarını tam olarak belirlenemediğini vurgulayan Vali Yardımcısı Turan Eren, şöyle konuştu: "Cep telefonunun baz istasyonuna gönderdiği sinyale göre 500 metre ile 1 kilometre arasında değişen bir çap belirleniyor. Aramalar da bu alanda yürütülüyor. Sinyal alınan alanın büyüklüğü ya da küçüklüğü kayıp kişinin ya da kazazedenin bulunduğu yerdeki baz istasyonu sıklığına göre değişiyor. Dolayısıyla bu konuda GSM operatörlerine büyük görev düşüyor. Henüz yapılması gereken yatırımları yapmadılar. Altyapı çalışmasına ihtiyaçları var. BTK'nın 2009'da GSM operatörlerine gönderdiği yazıya göre alt yapının 3 yıl içinde hazır olması gerekiyor. İlk yıl 1 kilometre, ikinci yıl 500 metre, üçüncü yıl da 250 metre sapmayla yer bildirilmesi gerekiyor. BTK, acil çağrı merkezi yöneticileriyle Ankara'da bir toplanıp bu konudaki eksiklerle ilgili toplantı yapacak. Biz şu an geri dönüşümlerimizi ASELSAN üzerinden yapıyoruz." Turan Eren, yurtdışında baz istasyonlarına ek cihazlar takılarak kayıp kişilere ulaşmadaki sapmanın azaltıldığına değinerek, ABD'deki uygulamayı örnek gösterdi. ABD'de baz istasyonlarına yerleştirilen cihazlarla 5 metreye kadar veri elde edildiğine işaret eden Eren şunları söyledi: "Bizde o sistem yok. Kestirme metoduyla yer belirleniyor. BTK, nokta olarak olmasa bile, şu andakinden daha iyi koordinat bilgisi verilmesini istiyor. 500 metreye kadar yer bildirmeleri gerekirken, 1 kilometre sapmayla yer bildiriliyor. Bu da kazazede ya da kaybolan kişiye ulaşımı güçleştiriyor, zaman kaybına neden oluyor. Belki kişi kurtarılamıyor." CİHAN

http://www.muhabir.net/gsm-sirketlerine-sitem-yer-tespit-sistemi-kurmayi-agirdan-aliyorlar/



'Casus' adlı yazılım programıyla telefonunuz kapalıyken bile dinleniyor olabilir.

Telefonunuz kapalı olsa bile dinlenmesi mümkün. Sadece sizin sesiniz değil, bulunduğunuz ortamdaki tüm sesler kayıt altına alınabiliyor. Teknolojideki hızlı gelişmeler sayesinde en yakın arkadaşınız, dostunuz veya düşmanınız bile sizi kolayca dinleyebilme imkânına sahip.

Sıradan bilgisayarların yapabileceği her işi yapan cep telefonunuza yüklenen ufak bir yazılım ile bu küçük alet bir casusa dönüşebiliyor.

Ergenekon iddianameleri ve ardından Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Osman Paksüt ve CHP Genel Sekreteri Önder Sav'ın 'dinleniyorum' iddiaları ile gündeme gelen telekulak tartışmaları hâlâ sıcaklığını koruyor. Herkes bir şekilde MİT, jandarma veya polis tarafından dinlendiğini iddia ediyor veya düşünüyor. Oysa dinleme işini sadece devlet kurumları yapmıyor artık.

Teknolojideki hızlı gelişmeler sayesinde en yakın arkadaşınız, dostunuz veya düşmanınız bile sizi kolayca dinleyebilme imkânına sahip. Sıradan bilgisayarların yapabileceği her işi yapan cep telefonunuza yükleyeceğiniz ufak bir yazılım ile bu küçük aleti bir dinleme aracına dönüştürebiliyorsunuz. Casus yazılım (trojan) adı verilen bu yazılımlar, cep telefonuna yüklendiği zaman telefon üzerinde hiçbir simge belirmediği için yazılım telefon menüsünde görülmüyor. Kendini ele verecek gözle görünen hiçbir harekette bulunmadan arka planda sessiz sedasız çalışan yazılım, uzman kişiler tarafından da tespit edilemiyor. Yurtdışında uzun süreden beri olan casus yazılımlara ülkemizde de herkesin ulaşabilmesi çok kolay. Çünkü bu yazılımları peynir ekmek gibi satan birçok firma var. Fiyatları özelliklerine göre 100 TL'den başlıyor ve 2-3 bin TL'ye kadar çıkabiliyor. Hatta işi biraz daha ileri boyuta taşıyan bazı firmalar, casus yazılım yüklü telefonları 'casus telefon' adı altında satıyor.

Cep telefonu nasıl dinleniyor?

Öncelikle bir cep telefonunun dinlenebilmesi için casus yazılım programının mutlaka o telefonda yüklü olması gerekiyor. Casus yazılım yüklü cep telefonu, başka bir telefonu aradığı veya başka bir telefon tarafından arandığı zaman, dinleme yapan kişinin telefonuna gizlice mesaj ile bilgi gönderiliyor. Dinleme yapan kişi mesajı aldıktan sonra, dinlenen kişinin telefonunu arayarak konuşmalarını duyuyor. Ya da daha önceden casus yazılıma girdiği web adresine konuşma dosyalarını mesaj olarak GPRS ile gönderilmesi talimatını verebiliyor. Artık bu ses dosyalarına istediği zaman web adresinden ulaşıp bilgisayarından bile konuşmaları dinleyebilir. Dinleme esnasında, telefonda ne bir cızırtı, ne de başka bir ses olur. Ayrıca telefonda ışık yanması, zil çalması ya da titreşim gibi dinlendiğini ele verecek bir işaret de bulunmuyor.

Telefondaki sim kartı değiştirilse de telefon dinleme özelliği devam ediyor

Çoğu casus yazılım, dinlenmek istenen telefonun içerisine yüklenirken, dinleme yetkisi olan telefonun numarası da yazılım içerisine kaydedildiği için, telefonun sim kartı değiştiğinde de dinleme işi devam ediyor. Çünkü yeni sim kartı değişikliğinde yazılım yeni telefon numarasını SMS yolu ile dinleyen kişiye hemen gönderiyor.

Ortam dinleme nasıl yapılıyor?

Ortamı dinlemek için casus yazılım yüklü telefon, dinleme yapacak kişi tarafından aranır. Telefon, zil sesi çalmadan otomatik olarak açılır. Yazılım, mikrofonu aktif hale getirir ve telefonun bulunduğu ortamdaki tüm sesleri dinleyen kişiye aktarmaya başlar. Dinleme yapılan telefon arandığı sırada yine ekranda aramayla ilgili herhangi bir belirti olmaz, numara çıkmaz, telefon titremez. Karşı tarafın haberi olmadan ortamdaki konuşmalar duyulur. Aramayı kim yapıyorsa görüşme ücretini de o öder.

Cep telefonu kapalı iken ortam nasıl dinleniyor?

Casus yazılım yüklü telefonda kapatma tuşuna basıldığı halde gerçekte telefon kapanmıyor. Çünkü bu yazılım telefonun üzerindeki kapatma tuşuna basıldığında sanki telefon kapanmış gibi ekranı karartıyor ve telefon üzerindeki sinyal ışığının yanmasını engelliyor. Bu yüzden, telefon görüntü olarak kapanmış gibi olsa da aslında çalışmaya devam ettiği için, casus yazılım ortamdaki sesleri telekulaklara ulaştırabiliyor.

Casus yazılım nasıl yüklenir?

SMS yolu ile yükleme: Dinlenecek olan kişinin cep telefonuna bedava müzik veya resim indirebileceği bir web adresinin bulunduğu kısa mesaj gönderiliyor. Kişi bu mesajı açıp içindeki web adresine tıkladığında cep telefonu GPRS üzerinden internete bağlanıyor ve mp3 dosyasıyla birlikte özel olarak hazırlanan casus yazılımı telefonuna yüklüyor.
Bilgisayar ile yükleme: Bilgisayar ile telefon arasında USB kablo veya bluetooth ile iletişim sağlandıktan sonra casus yazılım 30-35 sn gibi kısa bir sürede yükleniyor. Yazılım yüklendikten sonra telefon menüsünde kesinlikle görünmeden arka planda çalışmaya başlıyor.

***

Casus yazılım neler yapabiliyor?

Telefonun, dolayısıyla kişinin bulunduğu ortamdaki sesleri dinliyor.

Kişinin yaptığı tüm görüşmeleri dinliyor.

Kişiye gelen ve giden aramaları mesajla anında bildiriyor.

Kişiye gelen ve giden mesajların bir kopyasını dinleyen telefona iletiyor.

Sim kart değişikliği durumunda yeni telefon numarasını dinleyen kişiye anında mesajla bildiriyor.

Kişinin telefonu ile birlikte gezdiği tüm yerleri mesajla bildiriyor.

***

Telefonunuzun dinlenmesini engellemek istiyorsanız...

Kesinlikle kimseden hediye cep telefonu almayın.

SMS yolu ile gönderilen mesajlara dikkat edin.

Cep telefonu için üretilmiş antivirüs ve anti casus yazılımları yükleyin.

İnternet ortamından güvenilir olmayan sitelerden dosya (mp3, program, video) indirmeyin.

Cep telefonunuzdaki bluetooth fonksiyonunu ihtiyacınız olduğu zaman şifreli bir şekilde etkinleştirin.

Telefonunuzu iş ortamınızda bile hep yanınızda taşıyın. Kısa süre de olsa fiziksel olarak başkalarının ulaşmasına imkân vermeyin.

Eğer tüm bu önlemlere rağmen yine de hep içinizde bir şüphe olacaksa cep telefonunuza telefon görüşmelerini kriptolayan (şifreleyen) program yükleyin. Böylece konuşmalarınızı ele geçirseler bile şifrelemeden dolayı hiçbir şey anlaşılmayacaktır. Ancak bu programın sizinle görüşen karşı taraftaki kişilerde de yüklü olması gerektiğini unutmayın.

HAKAN BAYRAKTAR-ZAMAN
04.04.2009 06:17:35
http://www.samanyoluhaber.com/sondakika-144507.html
#918
Hükümet, işçilerin büyük çoğunluğunun alamadığı ve işletmelerin üzerinde ödeme baskısı oluşturduğu gerekçesiyle kıdem tazminatını kaldırmaya kararlı.

İşveren yeni kurulacak bu fona her ay personel başına belli bir yüzde oranında prim ödeyecek. İşten çıkarılan çalışan, tazminatını patronu yerine bu fondan alacak.

Fon, devlet güvencesinde olacak. Hükümet part time işçi, evden çalışma, çağrı üzerine çalışma gibi işçi kesiminin tepki gösterdiği çalışma modellerini de hayata geçirecek.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın açıkladığı yeni programa göre, hükümet yeni iktidar döneminde kıdem tazminatını kaldırmaya kararlı. 61. Hükümet Programı'nın işsizlikle mücadeleye ayrılan bölümünde kıdem tazminatınının kaldırılacağı ve yerine bir fon kurulacağı ilan edildi.

Programda, "İşçilerin büyük çoğunluğunun alamadığı, işletmelerin üzerinde ödeme baskısı oluşturan, çalışma hayatının en önemli soru alanlarının başında gelen kıdem tazminatı sorunu, kazanılmış hakları koruyan ve bütün işçilerin kıdem tazminatı garanti altına alan bir fon oluşturularak çözülecek" denildi.

Programın Meclis görüşmelerinin başlamasının ardından dün Çalışma Bakanı Faruk Çelik, Türk-İş, DİSK, Hak-İş ve TİSK'ten oluşan Üçlü Danışma Kurulu'nu topladı. Üçlü Danışma Kurulu, hükümetin kıdem tazminatı fonunu kaldıracağına ilişkin taahhüdünün gölgesinde toplandı.

Esnek çalışma geliyor

61. Hükümet programında esnek çalışma modellerinin hayata geçirileceği açık şekilde ifade edildi. Bu kapsamda geçtiğimiz yıllarda sık sık gündeme gelen ve gördüğü tepki nedeniyle yasalaşmayan, en son da Torba Yasa'dan çıkarılan "esnek çalışma" düzenlemelerinin bu kez hayata geçirileceği anlaşılıyor.

Bu kapsamda hükümet "part time işçi", "evden çalışma", "çağrı üzerine çalışma"gibi işçi kesiminin büyük tepki gösterdiği çalışma modellerinin yasalara konulmasında kararlı olduğunu da ifade etmiş oldu.

Çalışma Bakanı Ömer Dinçer, geçtiğimiz hafta görevini Faruk Çelik'e devretmeden kısa süre önce aynı konuda bir açıklama yapmış ve 'Esnek Çalışma Yasası'nın önemine değinmişti.

Yasa Tasarısı'nın yarım zamanlı veya kısa süreli işlerde veya evden çalışanların, özellikle kadın ve gençlerin yararına olduğunu belirten Dinçer, tüm taraflardan destek istemişti.

Baskı oluşturuyor

Programda bu konuyla ilgili, "İstihdamın artırılması ve kayıtdışının azaltılması amacıyla "güvenceli esneklik" anlayışı ve işi değil insanı koruma ilkesi çerçevesinde işgücü piyasamızın katılıklarını gidererek başta genç, kadın ve vasıfsız işgücümüz olmak üzere işsizlerimize nitelik kazandırarak, işe girişi kolaylaştıracağız" denildi.

Ardından ise kıdem tazminatının kaldırılacağı, "İşçilerimizin büyük çoğunluğunun alamadığı, işletmelerin üzerinde ödeme baskısı oluşturan, çalışma hayatının en önemli sorun alanlarının başında gelen kıdem tazminatı sorununu, kazanılmış hakları koruyan ve bütün işçilerin kıdem tazminatlarını garanti altına alan bir fon teşkil etmek suretiyle, sosyal taraflarla istişare içinde çözeceğiz" ifadeleriyle ilan edildi.

"YENİ FON" GÖLGESİNDE ÜÇLÜ DANIŞMA KURULU

Çalışma Bakanlığını devralan Faruk Çelik, dün ilk Üçlü Danışma Kurulu toplantısını Türk İş, DİSK, Hak-iş ve TİSK temsilcilerinin katılımıyla bakanlıkta gerçekleştirdi. Kıdem Tazminatı'yla ilgili kararın yer aldığı hükümet programı Meclis gündemindeyken toplanan Üçlü Danışma Kurulu, dünkü toplantıda bu konuyu masaya getirmedi.

Toplantının ardından bir açıklama yapan Bakan Çelik, "Kıdem tazminatı konusu bir takvime bağlandı mı?" sorusuna, "Bugün gündemimize gelmedi ama çalışma hayatının önündeki bütün konuları rahatlıkla tartışabileceğimiz ortamın olduğunu söyleyebilirim" karşılığını verdi.

Konfederasyonlar grev nedeni sayıyor

Kıdem tazminatının kaldırılmasını daha önce 'genel grev' nedeni sayacağını açıklayan Türk-İş ve DİSK'in bu gelişme karşısında alacağı tutum merakla beklenirken Hak-İş'in teklife karşı çıkmadığı biliniyor. Hükümet geçen yılki toplantılarda, "Yeni bir Fon kuralım, çalışanın tazminatı buradan ödensin" teklifi getirmişti.

Bununla ilgili çalışma yapılmış, formül ortaya konulmuştu. Formül, şöyleydi: "İşverenin yeni kurulacak fona her ay personel başına belli bir yüzde oranında prim ödesin, işten çıkarılan çalışan, tazminatını patronu yerine bu fondan alsın. Fon, devlet güvencesinde olsun.

Kendisi için 10 yıl prim ödenen kişiler ise işten çıkarılmasa bile istediği an fondaki parasını alabilsin. Emekli olanlar da kıdem tazminatını fondan alsın.

Fonun kurulduğu tarihe kadar olan alacaklar kazanılmış hak olacağından patron tarafından ödensin." Sendikalar ise hiçbir teklifi tartışmayacaklarını belirterek "Kıdem Tazminatı'na dokundurtmayız" açıklaması yapmıştı.

http://haber.gazetevatan.com/Haber/388251/1/Gundem


HABERE İLİŞKİN YORUM:

İstifayla işten ayrılanlara da kıdem tazminatı ödenmeli

Kıdem tazminatıyla ilgili mahkemeleri de meşgul eden bir yığın dava var. Bunun tek ve makul çözümü bana göre şu: Kıdem tazminatı bir miktar düşürülsün, tamam, fon kurulsun, eyvallah; ama bir yılını tamamlayan her işçiye de işten istifa ederek ayrılsa dahi kıdem tazminatı ödensin, bu yolda gerekli yasal değişiklikler yapılsın. Aksi halde uzun süre bir işyerinde çalışan işçiler için kıdem tazminatını kaybetme korkusu, yerine göre çok da arzu etmediği halde aynı işyerinde çalışmaya o kişiyi mecbur edecek, yerine göre de kendi başına iş yapma teşebbüslerinin önünde daimi bir engel teşkil edecek, yani müteşebbislik ruhunu da köreltecektir. Ayrıca mevcut düzende "kıdem tazminatını almadan işyerinden ayrılamayacak bir çalışan" konumuna gelen kıdemli işçi, işveren karşısında daha da güçsüz/korumasız bir konuma sürüklenecek; işveren bu durumu çeşitli uygulamalarla kötüye kullanabilecektir. Tüm bu sebeplerle İSTİFA İLE AYRILAN İŞÇİYE DE KIDEM TAZMİNATI ÖDENECEK ŞEKİLDE yasal değişikliğe gidilmelidir kanaatindeyim.

Av. Yusuf Kaçar
#919
100 kişilik Hukuk Fakültesi kontenjanına 7 bin 545 kişi başvurdu

Gediz Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2010-2011 öğretim yılında tercih rekoru kırdı. 100 kişilik kontenjana, aralarında LYS'de dereceye girenlerin de bulunduğu 7 bin 545 kişi başvurdu. Dekan Prof. Dr. Muhammet Özekes, "Hukukta marka okul olma yolunda ilerliyoruz." dedi.

ÖSYM kayıtlarına göre geçen öğretim dönemi tercih sıralamasında Gediz, İzmir'de Dokuz Eylül ve Ege üniversitelerinden sonra üçüncü sırada yer aldı. Ege ve Akdeniz bölgelerindeki vakıf üniversiteleri arasında ise zirveye oturdu.

Dekan Özekes, bu başarıya kurdukları güçlü akademik kadro sayesinde ulaştıklarını söyledi. Hukuk eğitiminde otorite kabul edilen saygın isimlerin Gediz'de biraraya geldiğine dikkat çeken Prof. Dr. Özekes, "Tüm bunlara modern altyapımız da eklenince gurur veren sonuç ortaya çıktı. Aday öğrencilerin ilgisi, bu yıl başvuru sayısının daha da artacağını gösteriyor. Farkımızın farkedilmesi bize büyük mutluluk veriyor." şeklinde konuştu. Harward ve Oxford gibi dünya çapındaki üniversitelerin, kaliteli hukuk fakülteleri sayesinde bu üne kavuştuklarını belirten Dekan Muhammet Özekes, "Gediz Üniversitesi'ni de hukukçular olarak biz marka yapmak istiyoruz. Bu yolda kararlı adımlarla ilerliyoruz. Ülkemizin ihtiyaç duyduğu iyi hukukçular yetiştirdikçe Gediz'i tanımayan kalmayacak." dedi.

CİHAN
12 Temmuz 2011, Salı

http://www.zaman.com.tr/wap.do?method=getSondakikaDetay&haberno=1157311&sirano=4&sayfa=
#920
SEDAT GÜNEÇ   -   12.07.2011

Beş yıl önce Antalya'da düşen ve 5 polisin şehit olduğu MD 600 tipi helikopterin üreticisi Amerikalı MESA aleyhine açılan dava karar aşamasına geldi. Arizona'daki davada bilirkişi heyeti kazada firmanın sorumlu olduğunu belirterek, 12 milyon dolar tazminat ödenmesi yönünde görüş bildirdi.

Antalya'da 19 Temmuz 2006'da 5 polisin şehit olduğu helikopter kazasının ardından İçişleri Bakanlığı'nın, MD 600 tipi helikopterin üretici firması MESA aleyhine açtığı davada sona gelindi. Amerika'nın Arizona eyaletinde görülen davada, mahkemenin görevlendirdiği bilirkişi heyeti çalışmasını tamamladı. Hazırlanan raporda Türkiye'nin haklı olduğu ve MESA'nın tazminat ödemesi yönünde görüş bildirildi. İçişleri'nin 12 milyon dolar tazminat istediği davada önümüzdeki günlerde son sözü mahkeme heyeti söyleyecek.
Antalya'da 5 polisin şehit olduğu kazanın ardından Emniyet Genel Müdürlüğü, pilot ve mühendislerin yer aldığı bir bilirkişi heyeti oluşturdu. Helikopterin motoru ve incelenmesi gereken diğer önemli parçaları ile birlikte ABD'ye giden heyet, üretici firma uzmanları ile birlikte parçaları inceledi. İnceleme raporuna göre, yakıt kontrol cihazının içinde bulunan 'Ölçümleme başı ayar valfı' bölümünde 0.120x0.060 inch ebadında yabancı bir plastik madde bulundu. Ana yakıt sisteminde yer alan 25 mikronluk yakıt filtresinin gözeneklerinden yaklaşık 100 kat büyük olduğu için, dışarıdan girmesi mümkün olmayan yabancı maddenin imalat esnasında içeride kaldığı tahmin ediliyor. Yakıt kontrol cihazı fabrikaya daha önce 2 kez gönderilmesine rağmen, bu yabancı cisim fark edilmedi.

Türk mühendislerinin de katıldığı kaza kırım ekibinin incelemesinde helikopterde üretim hatası bulunması üzerine İçişleri Bakanlığı'nın üretici firma aleyhine açtığı davada da önemli gelişmeler yaşandı. İçişleri Bakanlığı'nın MESA firması aleyhine açtığı davada mahkemenin görevlendirdiği bilirkişi heyeti, hazırladığı raporu mahkemeye sundu. Bilirkişi, İçişleri Bakanlığı'nı haklı bularak 'tazminat ödenmesi gerekir' şeklinde görüş bildirdi.

İçişleri Bakanlığı her biri 2 milyon dolara alınan MD 600 tipi helikopterler için MESA firmasından tazminatlarla birlikte 12 milyon dolar talep ediyor. Mahkemenin, bilirkişi heyetinin raporu doğrultusunda karar vermesi halinde İçişleri Bakanlığı 2006'dan bu yana yürüttüğü hukuk mücadelesini kazanmış olacak. ABD'li firmadan alınacak tazminatla, Emniyet teşkilatına yeni helikopterler alınacağı belirtiliyor.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1157143