Haberler:

deneme

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - kilimanjaro

#961
Anayasa Mahkemesi'nin milletvekilliklerini düşürdüğü ve 5 yıl süreyle siyaset yasağı koyduğu eski DTP lideri Ahmet Türk ile Milletvekili Aysel Tuğluk, milletvekili sıfatlarının iadesi için başvuruda bulunacak.

BDP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, konuya ilişkin TBMM'de gazetecilerin sorularını yanıtladı. Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin'den yarın saat 10.00 için randevu aldıklarını belirten Kaplan, Türk ve Tuğluk'un dilekçelerini Şahin'e sunacaklarını ve neden Meclis'e geri dönmeleri gerektiği konusunda da başvuru yapacaklarını söyledi. Daha önce Anayasa Mahkemesi'nin kararıyla Türk ve Tuğluk'a siyaset yasağı getirildiğini ve Anayasa'nın 84'ncü maddesine göre de milletvekilliklerinin düşürüldüğünü hatırlatan Kaplan, 84'ncü maddenin 12 Eylül'deki referandumda değiştirildiğini ifade etti. Kaplan, "Milletvekilleri halkın özgür iradesiyle bir yasama dönemi için seçilir. 2011'de seçimler yapılacak. Yani Türk ve Tuğluk'un seçildikleri dönem devam ediyor. Biz anayasa değişikliğinin ardından fiili durum karşısında, ileriye dönük olarak üyeliğin devamını talep ediyoruz" diye konuştu.

-"TÜRK VE TUĞLUK BUNDAN SONRA BAĞIMSIZ MİLLETVEKİLİ OLABİLİR"-

Türk ve Tuğluk'un bağımsız milletvekili olarak görevlerinin devamını talep edeceklerini de söyleyen Kaplan, Meclis Başkanı'nın Adalet Komisyonu, Anayasa Komisyonu ya da uzmanlardan görüş isteyebileceğini ifade ederek "Ama konu o kadar karmaşık değil. Çok nettir, bu anayasa değişikliği bundan itibaren ileriye dönük uygulanır, sayın Türk ve Tuğluk'un Meclis'e geri dönüşlerini de hiçbir engel kalmamıştır. Yasama dönemi devam ediyor. Millet sizi seçerken bir dönem için vekalet veriyor. Daha önce AİHM'de Türkiye bu konuda mahkum olmuş, ben avukatıydım bu davaların. Sadak ve diğerlerinin üyeliğinin düşmesi nedeniyle Türkiye mahkum oldu. Şimdiki durumda ise yasama dönemi devam ediyor. Mahkeme kararını verdi; geçmişe gitmiyoruz. İleriye bakıyoruz. Yasama dönemi devam ediyor. Milletin verdiği vekalet de bu nedenle devam ediyor. Yeni bir anayasal durum söz konusudur. Yargı anayasanın üstünde mi, hiç kimse anayasanın üstünde değil" dedi.

-"HEPİMİZ KAYGI DUYUYORUZ"-

Kaplan, 31 Ekim'de sona erecek PKK'nın eylemsizlik kararı ve Aysel Tuğluk'un İmralı ile görüşmesine ilişkin bir soruya ise, "Hepimiz kaygı duyuyoruz. Hepimizin üzerine düşen ciddi bir sorumluluk var. Sayın Tuğluk, Demokratik Toplum Kongresi, silahların susması konusunda gerçekten etkili olabilecekse biz bundan mutluluk duyarız. Yarınlarımıza umutla bakarız. Türkiye çok acı çekti. Siyaset kurumunun biraz daha vicdani davranması gerektiğini düşünüyoruz. Siyasetçilerin görevi barıştır, huzurdur, demokrasidir, buna çabalaması lazım" karşılığını verdi.

ANKA
http://www.haber7.com/haber/20101025/Turk-ve-Tugluktan-vekillik-basvurusu.php
#962
Aslı Aydıntaşbaş'ın haberi.

Rota değişikliğine rağmen İsrail vurmuş

Nefes kesen diplomasi trafiği sonunda Mavi Marmara'nın rotasını Gazze yerine Mısır'ın El-Ariş limanına kırmasına karar verildi. Sadece Ankara değil, ABD, İsrail ve Mısır El-Ariş Formülü'nden haberdardı. Son dakikada olaylar kontrolden çıktı.

Mavi Marmara baskınından 5 ay sonra Milliyet'in ulaştığı bilgiler, baskın öncesi Ankara-Tel Aviv-Washington hattında nefes kesen diplomasi trafiğinde geminin rotasını Gazze değil Mısır'ın El-Ariş limanına kırmasının netleştiğini gözler önüne seriyor.
"El Ariş Formülü" sadece Ankara değil, ABD, İsrail ve Mısır tarafından da en üst düzeyde biliniyordu.
5 ay sonra Milliyet tarafından ortaya çıkarılan bu gerçek, İsrail komandolarının yaptığı ve 9 Tük'ün ölümüne neden olan kanlı baskının, geminin Mısır'a gideceği bilindiği halde gerçekleştiği anlamını taşıyor. Bu da İsrail hükümeti açısından yepyeni hukuki sonuçlar doğurabilecek bir durum.

Son andaki değişiklik
Bu zamana kadar bilinmeyen gerçek şu ki, Gazze'ye insani yardım amacıyla yola çıkan filo, siyasi çabalar ve krizi önlemeye yönelik diplomatik temaslar sayesinde son dakikada rotasını Mısır'a kırmıştı.
Ankara'nın İsrail'e de bildirdiği formüle göre, İsrail'in gemiye "Geçemezsiniz" yolundaki uyarısı ya da hücum botlarıyla hafif bir müdahalesi sonrasında Mavi Marmara filosundaki 6 gemi, Mısır donanmasının nezaretinde teker teker El-Ariş limanına gidecekti.
İşin ilginç yanı, bu formül son dakikada değil, tam 3 gün önceden İsrail'e bildirilmişti. "El-Ariş müjdesi" Ankara tarafından baskından 3 gün önce 28 Mayıs Cuma sabahı Washington'a bildirilmiş, birkaç saat sonra İsrail hükümeti de bu haberi alıp doğrudan Ankara'yla temasa geçerek konfirme etmişti.

Bülent Yıldırım doğruladı
Geminin organizatörü konumundaki İHH başkanı Bülent Yıldırım da ilk kez bu gerçeği Milliyet'e doğrulayarak "El-Ariş'e gidecektik. Durum onu gösteriyordu. Verdiğimiz koordinatlar Mısır karasularıydı. Gidiş yönümüzü herkes biliyordu" dedi.
Böylece 9 Türk'ün ölümü ve Türk-İsrail ilişkisinin tamamen kesilmesine neden olan baskının, aslında diplomasi masasında tatlıya bağlandığı, İsrail'in buna karşın yine de olağanüstü sert bir müdahalede bulunmayı seçtiği ortaya çıktı.
Milliyet'in Türk ve batılı kaynaklarla görüşmeler ve BM İnsan hakları Konseyi raporundaki bilgiler ışığında ortaya çıkardığı Mavi Marmara gerçeği:
Filoyla ilgili diplomasi, İHH Gazze misyonunu açıkladıktan hemen sonra başlamış, İsrail rahatsızlığını Şubat'tan itibaren çeşitli defalarda doğrudan Ankara'ya bildirmiş, Mayıs ortasında geminin Gazze'ye geçmesini engelleyeceğini resmen iletmişti. BM İnsan Hakları Komisyonu raporuna göre İsrail Genelkurmay'ı nisanda resmen filonun durdurulması için eylem planı hazırlanması talimatı vermiş, 13 Mayıs'da İsrail Genelkurmayı operasyon planlarını onaylamıştı.
Bu arada Türkiye'de ise hükümet ve Dışişleri Bakanlığı nisan ayında İHH ile temasa geçerek bu misyonun yapılmaması çağrısında bulundu. Ancak fazla yüksek perdeden yapılmayan bu çağrı, İHH tarafından reddedildi. İHH'nin kararlı tutumu karşısında hükümet ve güvenlik birimleri, İHH'nin üst düzey yetkililerine karşılaştıkları riskler konusunda gemi hareket etmeden brifing verdi.
İsrail'in operasyon kararından haberdar olan Ankara, mayıs ayı boyunca İsrail'le resmi kanalları açık tutarken İHH'ye yönelik telkinlerini de artırdı. Mavi Marmara'nın İstanbul'dan ayrıldığı 22 Mayıs'tan Antalya'ya vardığı 28 Mayıs arasındaki 6 günlük zaman diliminde, Gazze diye yola çıkan geminin aslında El-Ariş'e gitmesi kesinleşti.
Senaryoya göre Gazze'ye doğru yola çıkan gemi, İsrail'in uyarı ya da engellemesiyle karşı karşıya kaldığı noktada direnmeyecek, ambargoyu zorlamayacak, rotasını El-Ariş'e çevirecekti.

Ömer Süleyman onayladıMavi Marmara trajedisinin en kritik yönü, El-Ariş senaryosunun sadece Ankara ve İHH değil, söz konusu tüm taraflarca açıkça biliniyor olması.
Gemi hareket ettikten sonra yükselen diplomatik tansiyon karşısında MİT devreye girerek Mısır gizli servisi başkanı General Ömer Süleyman'ı Mavi Marmara filosunun El-Ariş'e demirlemesi konusunda ikna etti. Gazze konusunda geçiş noktası olmak istemeyen ve daha önce benzer İHH misyonlarından rahatsızlık duyan Mısır, önce isteksiz davrandı. Ancak MİT üzerinden yürütülen temaslarda Mısır istihbaratı son dakikada gemilerin filo halinde değil tek tek gelmesi koşuluyla Ankara'nın talebine onay verdi.
26 Mayıs'ta İsrail Savunma Bakanlığı'nın operasyon planlarını resmen onaylamasıyla Washington da bir anda Mavi Marmara denklemine girdi. Mavi Marmara'nın Antalya limanını terk ettiği 28 Mayıs Cuma sabahı ABD'nin Ankara büyükelçisi Jim Jeffrey Dışişleri Bakanlığı'na giderek Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ile yaptığı görüşmede ABD'nin Mavi Marmara'nın yaratabileceği kriz konusundaki kaygılarını ve İsrail'in operasyon yapacağı bilgisini iletti. Sinirlioğlu, ABD elçisine İHH'nin hükümet kontrolünde olmayan bir sivil toplum kuruluşu olduğunu söyledikten sonra, zaten de geminin rotasını el-Ariş'e çevireceği bilgisini verdi. Sinirlioğlu geminin İsrail donanmasıyla ilk temas halinde dümeni kıracağını anlatırken, İsrail'in sert müdahalede bulunmaması gerektiğini vurguladı.
Rotanın Mısır'a kıracağı haberi, Washington'u rahatlattı. El Ariş formülünden memnun olan ABD elçisi, bu bilgiyi İsrail'le paylaşacağını vurguladı.
ABD elçisi Jim Jeffrey, ABD'nin Tel Aviv büyükelçisi James Cunningham'ı arayarak el-Ariş'e müjdesini aktardı. ABD'li diplomat, bunu aynı gün İsrail Dışişleri Bakanlığı 'na bildirdi. Bunu üzerine İsrail Dışişleri Müsteşarı Yossi Gal, Ankara'yı doğrudan arayarak geminin gerçekten el-Ariş'e gidip gitmeyeceğini sordu. Haberi doğrulayan Dışişleri Müsteşarı Sinirlioğlu, bir kez daha İsrail'den fiziki müdahalede bulunmamasını, itidalli davranılmasını ve şiddete başvurmamasını istedi.

Mavi Marmara rotayı kırdı
Bu arada Mavi Marmara da İsrail açıklarına gelmişti. 30 Mayıs gecesi mürettebat Gazze için hazırlıklara başladı ancak aynı mürettebat BM komisyonuna aslında rotalarının El-Ariş olacağını söyledi.
Gemidekiler, o gece baskını bekliyorlardı. 30 Mayıs günü toplanan ve çoğunluğu Türklerden oluşan 50-100 kadar İHH gönüllüsü, İsrail aleyhine ateşli konuşmalar yaptı. Ancak aralarından bir bölümünün İsrail'in o gece olası bir baskınına karşı direnme isteği, mürettebatı rahatsız etti. Çatışma istemeyen mürettebat ve kaptan, bu yolcuların gemi atölyesinde bulduğu zincir ve elektrikli aletleri geri toplayarak telsiz odasına kilitledi.
Gemi aynı zamanda rotasını el-Ariş'e kırdı. Gündüz güney-batı istikametinde 222 derece seyreden gemi, 30 Mayıs gecesi 23: 30'da yönünü 185 derece güneye çevirdi.

Bülent Yıldırım: El Ariş'e gidecektik
İHH başkanı Bülent Yıldırım, Mavi Marmara'nın rotasını el-Ariş'e kırdığını ve İsrail güvenlik güçleriyle ilk karşılaşmada direnmeden Mısır'a gideceğini ilk kez Milliyet'e doğruladı. Yıldırım Milliyet'e "Çıkarken Gazze'ye gidiyoruz dedik. Ancak verdiğimiz koordinatların Mısır karasuları olduğunu herkes biliyordu. Muhtemelen el-Ariş'e gidecektiktik. Durum onu gösteriyordu. Biz düşündük ki gelirler, müzakere yaparız, el-Ariş'e gideriz, ondan sonra izin verirlerse Gazze'ye gider vermezlerse dönerdik. Ama o gece bambaşka gelişti" dedi.
Yıldırım'ın anlattıkları, Ankara ve Batılı diplomatik çevrelerin aktardığı El-Ariş senaryosuyla örtüşüyor. "Mısır karasularına girince Mısır donanması karşımıza çıkar. Biz Gazze'ye gidiyoruz diyecektik, olmazsa el-Ariş'te kalacaktık. İsrailliler gidiş yönümüz biliniyordu. En fazla plastik mermiyle bizi korkuturlar diye düşündük. Ama gelir gelmez gerçek mermi kullandılar."

'Neden Gazze'ye gidiyoruz' dediler?
30 Mayıs'ı 31 Mayıs'a bağlayan baskın gecesi, İsrail donanması ve filo arasında bir dizi telsiz teması yaşandı. Gemide o gece yaşananlar arasında İsrail'in elini en güçlendiren olay, güvertede bir bölüm gönüllünün (Ankara'nın öngörmediği bir biçimde) metal çubuklarla direniş için hazırlık yapmaları ve filodaki kaptanların İsrail donanmasının o gece 22:30'da "Nereye gidiyorsunuz?" sorusuna "Gazze'ye gidiyoruz?" cevabını vermeleri oldu. Oysa filo, en üst düzeyde el-Ariş'e gitmeye razıydı. Peki neden kaptanlar İsrail donanmasına Gazze demişti?
Aslında kaptanların verdiği cevap, El-Ariş senaryosunun bir parçasıydı. Gazze'ye gidilemeyeceğini bilerek söylemişti bu sözler. Gemilerin el-Ariş'e gitmesi yönünde İHH'yi ikna eden üst düzey kaynaklar, "İsrail'in engellemede bulunacağını biliniyordu. Gazze açıklarında "Gidemezsiniz" denince gemiler doğrudan Mısır'a dönecekti" dedi.
Ancak ne yazık ki evdeki hesap çarşıya uymadı. Diplomasi masasında bulunan El-Ariş formülü, İsrail operasyonunun beklenenden sert olması, gerçek mermilerin kullanılması, gemide yaşanan panik, gemideki ufak bir grubun İsrailli komandolara fiziken direnmesi ve olayların 31 Mayıs sabahı kimsenin hesaplamadığı bir şekilde kontrolden çıkması nedeniyle trajediyle sonuçlandı. 9 Türk öldü, gemiler hiçbir zaman El-Ariş yüzü görmedi.

http://www.milliyet.com.tr/rota-degisikligine-ragmen-israil-vurmus/asli-aydintasbas/siyaset/yazardetay/25.10.2010/1305711/default.htm
#963
Hamileyken izin talebinde bulunan vekil hemşire, talebinin kabul edilmemesi üzerine açtığı davayı kazandı. Mahkeme, kamuda ''açıktan vekil olarak atananların'' memur statüsünde kabul edilerek, memurlara tanınan özlük haklardan yararlandırılması gerektiğini belirtti.

AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, Aksaray'ın Eskil ilçesi Böget Sağlık Ocağı'nda vekil hemşire olarak görev yapan Dönsel Gürlek Koç, yıllık izin, mazeret izni, hastalık izni ve aylıksız izin hakkı için yaptığı başvurunun reddedilmesi üzerine Aksaray Valiliği İl Sağlık Müdürlüğü'nün 16 Haziran 2010 tarihli işleminin iptali için Aksaray İdare Mahkemesi'nde dava açtı.

Koç'un, dava tarihi itibariyle 21 haftalık hamile olduğuna dikkat çekilerek, davalı idarenin izin talebini reddetmesi nedeniyle anne ve bebeğin ciddi bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığı vurgulanan dava dilekçesinde, Koç'un sosyal haklardan faydalanıyor olmasının genel haklardan faydalanamayacağı anlamına gelmediği gerekçesiyle söz konusu işlemin iptali talep edildi.

İdare ise savunmasında 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 175. maddesinde açıktan vekil olarak atananların bu kanunla memurlara tanınan sosyal haklardan da yararlanacaklarının belirtildiği, ancak izin hakkının sosyal haklar kapsamında 6. kısımda değil, 1. kısım 3. bölümde genel haklar kapsamında düzenlendiğine yer verildi.

Savunmada, davacının devlet memurlarına tanınan izin haklarından yararlandırılmasına imkan olmadığı gerekçesiyle davanın reddi talep edildi.

-''İZİN VE DİNLENME ANAYASAL GÜVENCEDE''-

Mahkemenin kararında, çalışanların izin ve dinlenme hakkının sosyal bir hak olduğu ve Anayasal güvence altında bulunduğu vurgulandı. Kararda, açıktan vekil olarak atananların, 657 sayılı Kanun ile memurlara tanınan sosyal haklardan da yararlanacağının hüküm altına alındığına dikkat çekildi.

Kararda, ''Vekil olarak açıktan atananların, 657 sayılı Kanun'da tanımlanan sosyal bir hak olmadığı gerekçesiyle izin haklarından yararlandırılmaması, bu şekilde görev yapanların hiçbir şekilde izin yapmadan ve dinlenmeden çalışması sonucunu doğurur ki, bu durumun zorla çalıştırmanın ve angaryanın yasak olduğuna ilişkin Anayasa'nın 18. maddesine aykırılık teşkil edeceği tabidir'' denildi.

Söz konusu personel, sosyal haklar kapsamında sayılmayan hafta tatilinden yararlandırılıyorsa diğer izin haklarından da yararlandırılması gerektiği ifade edilen kararda, diğer sosyal haklar açıktan vekillere tanınırken izin ve dinlenme hakkının verilmemesinin Anayasa'ya aykırılık yaratacağı belirtildi.

Devlet Memurları Kanunu'nda, devlet ve diğer kamu tüzel kişilerince genel idare esaslarına göre yürütülen asli ve sürekli kamu hizmetlerini ifa ile görevlendirilenlerin memur sayılacağının öngörüldüğüne işaret edilen kararda, şu ifadelere yer verildi:

''Vekil ebe ve hemşirelerin yaptıkları işin niteliği gereği, asli ve sürekli bir kamu hizmeti ile görevlendirilmiş kişiler olduğu görülmektedir. Buna göre, asli ve sürekli bir kamu hizmeti görmekle görevlendirilen vekil ebe ve hemşirelerin bu dört istihdam şekli içinde ancak memur statüsünde kabul edilmeleri gerekmektedir.

Atanma şekilleri diğer memurlara göre farklı olmakla birlikte, vekil ebe ve hemşirelerin de memur statüsünde kabul edilerek, memurlara tanınan aynı özlük haklardan yararlandırılması hakkaniyete uygun olacaktır.

Buna göre, yıllık izin, mazeret izni, doğum izni, hastalık izni ve aylıksız iznin 657 sayılı Yasa'nın genel hakları kapsamında sayılması gerekçe gösterilerek, davacının yıllık izin, mazeret izni, doğum izni, hastalık izni ve aylıksız izin hakkından yararlandırılmamasına ilişkin dava konusu işlemde sebep unsuru yönünden hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.''

-''DEVLET HİZMETİNDE ÇALIŞANLAR KADROLU YAPILMALI-

Türk Sağlık-Sen Genel Başkanı Önder Kahveci, AA muhabirine yaptığı açıklamada, mahkemenin vekil ebe ve hemşireleri memur oldukları yönünde karar vermesinin önemli bir gelişme olduğunu vurgulayarak, şunları kaydetti:

''Mahkemenin kararında kamu hizmetini sadece memurların yapacağı açıkça belirtiliyor ve vekil ebe ve hemşirelerin de memur olarak değerlendirmeleri gerektiği ifade ediyor. Devlet memurlarının sahip olduğu tüm haklara vekil ebe ve hemşirelerinde sahip olduğuna hükmediyor. Bu, kamuda farklı istihdam olamayacağını hatırlatan bir karardır. 7 farklı istihdamla çalışma barışını bozan, personeli mağdur edenler, hukukun verdiği bu kararlara bakarak farklı istihdam modellerinden vazgeçmeli, devlet hizmetinde çalışanları kadrolu memur yapmalı.''

AA
http://www.haber7.com/haber/20101025/Vekil-ebe-ve-hemsireler-de-memur-statusunde.php
#964
PKK'nın beyni olarak nitelenen ve Türkiye'de gölge devlet kuran yapılanması KCK, büyük bir operasyonla çökertilmişti...

Savcılık talimatıyla Emniyet'in 1,5 yıl süren çalışma sonrası çökerttiği KCK yapılanmasıyla ilgili dava Diyarbakır'da görülmeye başlandı.

İddianamede Türkiye'nin pekçok ünlü ismi hakkında çarpıcı bilgiler, KCK'nın derin planları var.

KCK iddianamesinin tam metnini okumak için lütfen tıklayınız.
#965
KCK (Kürdistan Topluluklar Birliği) davası nihayet başladı. PKK'nın şehir yapılanması olduğu iddia edilen KCK ile ilgili çok şey söylendi.

Telefon kayıtları, deliller basına sızdı. İddialar gerçek ya da değil, siyasi sonuçları söz konusu kanıtlar belirlemeyecek.

Çünkü KCK, doğası gereği, siyasi sonuçlara gebe bir dava. Öyle görünüyor ki, davada politik argümanlar öne çıkarılırsa, Öcalan davası kadar ciddi sonuçları olacak.

Daha ilk duruşmada buna dair işaretler var; sanıklar mahkemede Kürtçe savunma talep ettiler. Bu talebin sembolik değeri düşünüldüğünde sanıkların Kürtçe bilip bilmemelerini tartışmak son derece anlamsız. Çünkü resmen tanınmayan bir dille savunma yapmaya kalkmak, savunmanızı yapacak kelimeleriniz olmasa da, sonuçlarını yaratacak bir girişimdir.

Diğer yandan dava içeriği ve sanık profili göz önüne alınırsa, PKK-BDP ilişkisini de dönüştüreceğe benziyor. Her fırsatta 'bizi güvercinler ve şahinler diye ayırmaya kalkmayın' diyen BDP'liler haklı olabilir; Kürt siyaseti özellikle kriz durumlarında aynı değerler ve referanslar etrafında birleşiyor. Ama değer kavramını 'bedel' üzerinden üreten bir yapıda, bedel ödeyenlerin sadece dağ ve İmralı'da değil, Diyarbakır cezaevinde de meskun olduğunu bilmek önemli bir eşik olsa gerek.

Mahalle komisyonlarında yardım dağıtılırken bile bedel hiyerarşisi üzerinden hareket eden, 'değer aileleri' diye bir kavram üreten PKK'da, bu kapsamda bir davanın aktörlerinin yeni değerin sembolü olma ihtimali yüksek. Tabii bir de geçmişteki örnekler var; Leyla Zana'dan Ahmet Türk'e, Sırrı Sakık'tan Nurettin Demirtaş'a pek çok isim bu süreçte ciddi bedeller ödediler. Hatta dikkat edilirse sivil siyasette olup bedel ödeyen politikacılar, (Hatip Dicle dışında) silahın, siyaset üzerindeki baskısına eğilip bükülmediler. Bu isimler KCK içerisinde emir-komuta zincirine dahil olmadılar. Özetle tıpkı Kandil ve Avrupa ayağı gibi Türkiye'deki siyasi aktörler de bedel ödedikçe, ciddiye alınır hale geliyorlar.

Ama KCK sanıklarının pozisyonunu özel kılan sadece ödeyecekleri bedel olmayacak. Dönemin gerçekleri de davayı geçmiştekilerle kıyaslanmayacak kadar önemli hale getiriyor. Çünkü bugüne kadar, Kürt sorununu öncelikli sorun olarak tarif eden, varmak istediği hedef için bu meseleyi mutlaka çözmek isteyen bir hükümet olmadı hiç.

Referandumun yeniden belirlediği aritmetikte gücü fazlasıyla artan hükümet, genel seçimlere giderken ayağındaki prangadan kurtulmanın yollarını arıyor. Sadece pragmatizmle de olsa, meselenin nihai çözümü için her ihtimali değerlendireceği tahmin edilebilir. PKK ile doğrudan ya da dolaylı müzakere de dahil! Ama hangi PKK? Ovada siyaset zorunlu hale gelirken, PKK neye dönüşecek, gücü kim temsil edecek?

Daha açık söyleyeyim; PKK, Kandil, Avrupa, İmralı ve Türkiye siyaseti arasında dağılan merkezlerin tamamından oluşuyor. Ve her merkezin hiç de kısa sayılmayacak mücadele tarihi içinde, bir ağırlığı oldu. Hedefleri Türkiye'ye dönük planlansa da, mücadelenin zemini her neresiyse orada kök saldılar. Yani Avrupa Avrupa'da, Kandil Kandil'de, ova ovada güç kazandı. Öcalan faktörünü farklı değerlendirmek gerektiğini göz ardı etmeden şunu söylemeye çalışıyorum; Türkiye'nin demokratikleşme yönü, Kürtlerin politik olarak kendilerine yer bulmasını zorunlu kılıyor. Bu, ovada siyaset alanının kendilerine açılması demek. Tam bu noktada şu sorulmalı; ovanın aktörü kim olacak?

İmralı'dan Öcalan'ın yahut Kandil'den komutanların yahut Avrupa'dan Sabri Ok'un yakın gelecekte gelip siyaset yapmaları mümkün olmadığına göre! Ovadaki siyasetçinin güç kazanması kaçınılmaz. KCK davasıyla ilgili sorulan PKK mı KCK'laşacak, KCK mı PKK'laşacak sorusu yerinde ama iç mantığı yetersiz.

Cevap şu çünkü: Kürt siyasetçiler, KCK davası ile sembolik anlamda güçlü bir görüntü ve temsil oluşturabilirlerse, Avrupa ve Kandil'le olan hiyerarşiyi bozarak sivil siyasetin şansını artırabilirler. Çünkü eline silah almamış aktörlerin ödeyeceği bedel, sivil siyasette her zaman daha kolay karşılık bulur. b.matur@zaman.com.tr

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazarno=1175
#966
HABERTÜRK'te Didem Yılmaz Aslan'ın yönetimindeki Türkiye'nin Nabzı programında soruları yanıtlayan Baydemir, "KCK Yürütme Kurulu Başkanı Sayın Karayılan'ın kendisidir. Peki Yürütme Kurulu Başkanı Karayılan ise ben nasıl KCK'nin üyesi olurum. Bana isnat edilen bütün delilerin hiçbirinde tek bir şiddet yok. Örgütle de pek bir bağım yok. Niye ben 39 yılla yargılanıyorum? KCK zaten PKK'nın adıdır. PKK adını KCK olarak değiştirmiştir" dedi.

"Legal siyasetten bahsediyorsak legal demokratik siyaset aktörlerini cezaevine koyarak, olduğundan farklı göstererek legal demokratik siyasetin önünü açamayız" diyen Baydemir, KCK operasyonunu "fiyasko" olarak niteledi.

"PKK VAZGEÇSE BEN VAZGEÇMEM"
Baydemir, şöyle devam etti: "Dünyanın hiçbir illegal örgütü bu kadar uzun yaşamamıştır. Bunun başka nedenleri vardır. PKK yarın kendisi feshetse, dese ki 'Ben bu işten vazgeçtim.' Ben vazgeçmem, Kürt davasından, Kürtlerin özgülük davasından, hak ve adalet davasından.

"PKK'YI İNKAR POLİTİKASI DOĞURDU"
Tek bir gerilla, tek bir polis, tek bir asker yaşamını yitirmesin. Kurban olayım, PKK var diye bu halkın haklı talebini yok sayamayız. PKK'nın bana talimat vermesine gerek yok. PKK hiçbir Kürt örgütünün yapamadığını yaptı. Onu doğuran 70-80 yıllık inkar politikasının ta kendisiydi. PKK rolünü oynadı. Şu anda yok olsa bile Kürt halkı ne birlikte yaşamaktan vazgeçer ne de özgürlüğünden vazgeçer. PKK olmasa da bu mücadele sürer.

2004'ten sonra yeni bir kuşak geldi. Benim akranlarım aktif siyasette, kimi cezaevinde tabii ki... Bırakın legal siyasetin önü açılsın. Ben Diyarbakır'da 1 milyon kişiye 'Askere gelen kurşun bana gelsin' dedim, insanlar alkışladı. Yuhalayabilirlerdi de ama siz KCK ya da herhangi bir adla cezaevine koyarsanız, benim bu topluma söyleyecek bir sözüm olmaz.

"PKK ROLÜNÜ OYNADI"
PKK rolünü oynamıştır. Artık rol ve misyon legal siyasetindir. Ama legal siyasetin önü devlet tarafından açılmalıdır. Eninde sonunda PKK dağdan inecek, ben ümidimi yitirmedim. İkna edilerek dağdan indirilecek. Kimi kadroları CHP'ye, kimi kadroları BDP'ye girecek ya da başka partilere... Bundan bizim rahatsızlık duymamamız lazım."

Mahkemenin kendisi hakkında yurt dışına çıkış yasağını koyduğunu anımsatan Baydemir, "İstesem bu sabah yurt dışına kaçarım ama gitmeyeceğim. Doğumum da bu coğrafyada oldu, ölümüm de bu coğrafyada olacak. Ben bu coğrafyanın acısını başka coğrafyaların tatlısına değişmem" dedi.

Baydemir Kürt sorununun çözümüyle demokratik, müreffeh bir Türkiye'nin ortaya çıkacağını kaydetti. Kürt sorununu çözmeden komşularla "sıfır sorun" politikasına sahip olunamayacağının altını çizen Baydemir, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bölünme olmayacak. Cumhuriyetin 70 yılının bu kadar acı ve travmayla dolu olmasının nedeni bu bölünme korkusudur. Tek bir üniversite Kürt sorunu konusunda rapor hazırlamamıştır. Bizim kast ettiğimiz özerklik, adem-i merkeziyetçilik  Bu sadece Diyarbakır için değil, Karadeniz içindir, diğer bölgeler içindir. Her bir bölgenin bölgesel parlamentosu olacaktır. Ama ulusal parlamento da olacaktır. Gücümüzü enerjimizi birbirimize engel olmaya harcamayalım. Bir de denenmeyeni deneyelim. Kardeşim olan Türk halkının hakkı neyse benim de hakkımın o olması lazımdır. Ben 20 yılımı bu davaya verdim çocuğuma ana dilimi öğretemiyorum."

http://www.haberturk.com/gundem/haber/564120-kck-pkknin-ta-kendisi
#967
Bir sorunun birbirinden farklı tezahürleri karşısında apışıp kalmamak; farklı tezahürleri farklı sorunlar zannetmemek düzgün düşünmenin alfabesi sayılabilir herhalde.
Son zamanlarda "genişleyen" türban tartışmalarına baktıkça, bizim "laikçi"lerimizin böyle bir temel yetiden bile yoksun olduklarını düşünmeye başladım.
Farkındaysanız, yasağın farklı alanlardaki uygulamalarına itirazla karşılaştıklarında bir kez daha şoke oluyorlar: "Bu da mı başımıza gelecekti!"
"Gördünüz mü, türbanın Cumhurbaşkanlığı Köşkü'ne kadar çıkışını meşrulaştırmaya çalışıyorlar!"
"Gördünüz mü şimdi de memurlara baş örtme hakkı istiyorlar."
"İşte şimdi de ilköğretimde çocuklarını başörtüsüyle okula yollamaya başladılar."
"Farkındaysanız, 2011 seçimlerinde başörtülü milletvekili meselesini yine gündeme taşıyacaklar..."
"Başımıza taş yağacak" dehşetiyle karşılanan bütün bu taleplerin aslında tek bir talep olduğunu, tek bir yasaktan kaynaklandığını görebilmek neden bu kadar zor?
Ortada tek bir yasak ve tek bir çözüm yolu var.
Türban tartışmasının başından bu yana yazıyorum: Herhangi bir konuda, temelde haksızsanız, ondan sonra o konuda attığınız her yeni adımda, biraz daha batağa batmanız kaçınılmaz olur. Düzeltmeye kalktıkça daha beter eder, tutarlı olmaya çalıştıkça daha tutarsız, daha çelişmeli, daha haksız hale gelirsiniz.
Türban yasağı böyle bir konu. O kadar yanlış, o kadar haksız ki, bu haksızlığın üzerine tutarlı bir "siyaset" inşa edilemiyor. Yasağın veri kabul edilerek atılan her yeni adım, "geliştirilen" her yeni politika, durumu daha da içinden çıkılmaz hale getirip yasağın hukuksuzluğunun teşhir olmasına neden oluyor.
Türban yasağı belasını demokrasimizin başına saranlara açıkça söyleyeyim ki, bu konuda kendi içinizde tutarlı olabilmenizin sadece iki yolu vardır.
Ya, bu yasağı toptan ve her yerde kaldırır, insanların kılık kıyafet özgürlüklerine hiçbir yerde el uzatmazsınız ya da evlerin dışında her yerde tümüyle yasaklar, böylece Taliban'ın yaptığını tersten yapmış, Türkiye'yi kocaman bir kadınlar hapishanesine çevirmiş olursunuz. O zaman da bunun siyasi bedelini öder, kurduğunuz rejimin adının konulmasına razı olursunuz.
Bugün Türkiye'nin geldiği noktada, ikinci yolu seçmenin imkansızlığı ortada olduğuna göre, benim "laikçi"lere tavsiyem, serbesti talebini her duyduklarında bir kere daha şoke olmak yerine, bu gerçekle bir arada yaşamaya bir an önce alışmalarıdır.
Daha doğrusu, bu gerçekten neden bu kadar rahatsız olduklarını kendi kendilerine sormalarıdır.
Açıkçası ben, "ya bizim başımızı da kapatırlarsa" endişesinin samimi olmadığından; çaresizlikten uydurulmuş, aslı astarı olmayan bir bahane olduğundan eminim.
Öyleyle asıl sebep ne?
Ülkenin parlamentosunda başı kapalı kadınlar da otururlarsa, temsili demokrasiye bir şey mi oluyor?
First Lady'nin başı kapalı olunca size ne oluyor?
İlköğretim okullarının kimi sıralarında başı örtülü kız çocukları oturmasının sizin çocuğunuza ne zararı var?
Başörtülüler memur olursa devlet mi batacak?
Bu direncin sebebi ile ilgili olarak birbirinden önemli birçok tahlil yapıldı şimdiye kadar. Onları özetlemeye kalkacak değilim ama meseleye bir de "birey olma" açısından bakabilir miyiz diye düşünüyorum.
Sanıyorum, "başörtülü Türkiye" fotoğrafından bu kadar çok rahatsız olanların kendilerini bağımsız bir birey olarak görememe; onun yerine içinde yaşadıkları toplumla çok fazla özdeşleştirme; o toplumun ayrılmaz bir parçası olarak algılama diye bir sorunu var. Hele bir de kendini o toplumun dizayneri olarak görünce, ortaya çıkan "manzara"dan da fena halde etkileniyor.
Evet, evet... Türkiye'yi kendi dizayn ve dekore ettiği bir mekan /belki de evi demeliyiz/ gibi gördüğü için herhalde; bu "zevksiz" görüntünün de sorumluluğunu duyuyor üstünde. Ele güne karşı rezil oluyor. "Ev"deki başörtülü kadını kedi pisliğini saklar gibi saklamak istiyor. Hani nasıl, zevksiz bir akrabanız hediye ettiği vazoyla, bin bir özenle dekore ettiğiniz salonunuzun bütün tadını kaçırır ve bu sizi sinir ederse, aynen böyle hissediyor. Tasarım 1930'larda yapılmış, bir kısım vatandaşa, bu evin asıl sahibi sensin, bu dekorasyonu korumak da senin görevin, bir görgüsüzün gelip de bu düzeni, bu ahengi bozmasına izin verme denmiş. O da bunu öylesine ciddiye almış ki, kendinin "ne olduğuyla" ilgilenmeyi bile bir yana bırakıp bütün enerjisini yaşadığı toplumun "neye benzediği" noktasında yoğunlaştırmış. O toplum medeni görünürse o da kendisini medeni hissedecek. Özgüveni oluşmamış yeni yetme gençler gibi, üniversiteli gençler arasında başı örtülü genç kızları gördüğünde, burnunda siyah nokta görmüş gibi oluyor. Hemen o siyah noktaları tek tek sıkıp çıkarmak ya da bir flaster yapıştırıp topundan birden kurtulmak istiyor.
Gençlik dergileri böyle ergenlere "kendini sevmesini, kendisiyle barışmasını" tavsiye ederler genellikle.
Ben bizim laikçilere "bu toplumu sevin, onu olduğu gibi kabul edin, barışın" filan demeyeceğim. Diyeceğim tek şey, "Siz kendinize bakın" olacak.
Çoğunluk başını örtmüş, size ne? Firs Lady'nizin başı örtülü olması sizi neden incitiyor ya da bazı ebeveynler kız çocuklarının başını kapatmak istiyorlarsa bunun size ne zararı var?
Siz bu toplumun bir parçası olmaktan önce bir birey olmaya bakın.
Eminim hem rahat edecek hem de gerçekten "medeni" hale geleceksiniz.

http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/124352-siz-kendinize-bakin-makalesi.aspx
#968
12 Eylül'de yapılan referandum sonrası yapısı değiştirilen HSYK'ya Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından 4 üye ataması yapıdı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) asıl üyeliklerine,

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Gökcen,
Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Bülent Çiçekli,
Kayseri Barosu Başkanı Avukat Ali Aydın ile
Maliye Bakanlığı Başhukuk Müşavirliği ve Muhakemat Genel Müdürlüğü Müşavir Hazine Avukatı Rasim Aytin'i seçti.

Cumhurbaşkanlığı Basın Merkezinden yapılan açıklamada, Gökcen, Çiçekli, Aydın ve Aytin'in Cumhurbaşkanı Gül tarafından, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın geçici 19. maddesi uyarınca seçildiği belirtildi.

http://www.haber7.com/haber/20101022/Abdullah-Gulden-HSYKye-4-uye-atamasi.php
#969
Senin başının örtülü olmasından bu devlet korkuyor anne. Kapılar sana ve senin gibi başını örten kadınlara kapalı. Senin yüzünden okullarda çocukların başlarını kapatacaklarından korkuyorlar. Senin yüzünden başı açık kızların üniversiteye gidemeyeceğini düşünüyorlar. Senin ve senin gibi başı kapalı kadınlar yüzünden bu ülkenin bir 'İslam Cumhuriyeti' olacağını söylüyorlar.
Babamdan değil başın kapalı olduğu için senden korkuyorlar anne!
Sen ki iki ablama tek bir gün "Başını ört" dememişsin. Sen ki 3 tane Atatürkçü aydın çocuk yetiştirmişsin, nafile...
Sen başını senden korkanların sevdiği gibi onların sözleriyle 'Anadolu usulü' kapatıyorsun ama onlara bu da yetmiyor. Senin başörtünden biraz daha farklı başlarını bağladıkları için Cumhurbaşkanı'nın eşine küfür niyetine 'sıkmabaş' diyorlar. Başbakan'ın eşinin başı örtülü diye Canan Arıtman adında bir milletvekili "Araplar gibi giyinme" diye mektup yazabiliyor.
Ah benim öz be öz Ahıska Türkü annem bu kafatasçılar senin ve senin gibi başı örtülü kadınların Arap olduğunu zannediyorlar.
Anneciğim tek şansın üniversite çağını geçmiş olman. Bir de üniversite çağında olsaydın tarihin yüzkarası 'utanç odaları'na alacaklardı seni. İkna olmazsan türlü şaklabanlıklar yapmaya zorlayacaklardı.
Boneyle, perukla, şapkayla girebilecektin bu ülkenin üniversitesine.
Bitirdikten sonra ise yallah evine...
Emekli asker babamın komutanları başı örtülü bir kadın ile yan yana gelmeyi kendilerine hakaret sayıyorlar.
Sana bu kamusal alanlarda yer yok, ağlama anne üzme beni...
Sana bunları anlattığımda savaşı kaybetmiş yenik bir komutanın titreyen sesiyle "Canları sağolsun" diyorsun ya..
Benim bu hoyrat adamlar karşısında canım hiç sağ olmuyor anne.
Başının örtüsü yüzünden biz çocuklarının yanlış anlaşılacağını düşündün durdun bunca yıl. Gizli gizli utandın...
Hiç utanma anne.
Senden korkanlar, utananlar utansın.
Devlet ana seni ve senin gibileri başınız kapalı diye sevmese de ben severim.
Sen benim anamsın.

http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1024878&Yazar=CÜNEYT ÖZDEMİR&Date=22.10.2010&CategoryID=97
#970
Siz başlıktaki 'hekim'i hâkim olarak da okuyabilirsiniz.
Bu tercihimde hiçbir ironi yoktur.
Modern zamanlar, vicdan dediğimiz şeye bir vidanjör işlevi gördü.
Sosyalistler, bu halkın nezdinde biraz karşılık bulduysa ".... ama vicdanlı, temiz, yiğit insanlar; asla hırsızlık yapmazlar" diye biten cümlelerin öznesi oldukları içindir.
Artık bir inanç uğruna ömrünü vakfeden insanlar yüceltilmiyor. Bir ülküye bağlanmak, onun uğruna birçok şeyden vazgeçmek, en iyisinden ahmaklık olarak başlayıp, terörist olarak biten bir dizi suçlamayla birlikte anılıyor.
Eğer iyi bir insan değilseniz, hiçbir meslek erbabının iyisi olamazsınız.
Bir hekime gitmek durumunda kaldığınızda Mehmet Öz'ü mü Gençay Gürsoy'u mu seçersiniz mesela?
Sizi bilmem ama bana Fatma K. Barbarosoğlu mu Canan Arıtman mı seni yargılasın diye sorsalar kendimi Barbarosoğlu'unun vicdanına teslim etmekte bir saniye bile tereddüt etmem.
Nur Serter'in öğretmen olduğu bir okulda rektör olmaktansa, İhsan Eliaçık'ın hademesi olmak için epeyi çırpınırım.

Zurnanın detone olduğu yer
Tercih etmediklerime hakaret ya da aşağılama kastım yok. Benim penceremden görünen vicdan manzaraları arasındaki farkı anlatmaya çalışıyorum.
Siz, ötekinin varoluşuna verdiği mananın, dünyaya ilişkin tavrının, siyasi duruşunun, kültürel tutumunun, bir 'simgesi' olan başörtüsü ile ilgili başta saygı olmak üzere ancak belli sınırlar içinde konuşabilirsiniz. Bir insana hayatıyla ilgili temel tasarruflarında, mesela nasıl giyineceğine, başına ne takacağına dair bir şey önerebilecek kadar hısım akraba değilseniz yaptığınız şey sadece terbiyesizlik ve had bilmezlik olur.
Bu işi devlet zoruyla yapmaya kalkanlar, Afganistan ve İran örneğine bakabilirler.
Afganistan'da özgür kadın açılımı olarak, dönemin Sovyetik hükümeti, meydanlarda toplu 'burka çıkarma şenlikleri'* düzenlemişti. Daha sonra ne olduğunu, Dilek Zaptçıoğlu bir incelemesinde şöyle naklediyor: "Burkayı çıkaran her 10 kadından 12'si yeniden giyindi." Yani kapalı giysilere yönelen insan sayısı eskisinden daha fazla oldu.
İran'da ise bunun tersine bir uygulama söz konusudur. Zorla örtünenler, açılmak için kuvvetli bir direnç göstermektedirler.
Burada zurnanın tam da detone olduğu yer giyinmek ya da soyunmak değil 'ZOR' olgusudur.

Bir çözüm olarak ayakkabı teki
Kamusal alanın düzenlenmesi bahsinde bir anımı paylaşmak istiyorum.
12 Eylül'de, Mamak Askeri Cezaevi'nde sağcı ve solcu tutuklular bir arada tutulmaya çalışılıyordu. Sağcılar "Fikrimiz iktidarda kendimiz damda" travmasından kurtulabilmek için Allah'a sığınmaktan başka yol bulamadılar. Bir zaman sonra namaz kılmaya başladılar. Dışarıdan 'Namaz Hocası' kitapları getirtildi. Şaka değil, birçoğunun alnı o güne kadarki yoğun mesailerinden dolayı secde yüzü görmemişti. 16 kişiye göre yapılan koğuşlarda 100 kişi kalınıyordu. Namaz kılınabilecek alanın darlığını hesap edebilirsiniz.
Koğuşun ortasındaki 3-5 kişilik boşluk sürekli namaz kılan insanlarla dolu olunca kavgalar başladı. Seccadenin önünden geçilince ibadetlerinin sakata geldiğini düşünüyorlardı. Küçüklüğünde medreseye gitmiş birisi olarak, seccadenin önüne bir ayakkabı teki konulursa önünden geçilmelerin bir sorun teşkil etmeyeceğini söyledim. Büyüklerine danıştılar, ikna oldular. Onlar ibadetlerini yaptı, biz de voltamızı attık.
Kavgalarımız yine devam etti ama ibadet üzerinden değil.
Bir ayakkabı teki de insanlık tarihinde en az Bush'a fırlatılmak kadar hayırlı bir işlev daha görmüş oldu.
Bu tartışmada itiraz edenlerin birçoğu hayatında bir ideale bağlanmak uğruna bir bardak çayından bile vazgeçmemiştir.
Kibrimizden ve zihnimizin ambargolarından sıyrılırsak, çözüm bazen bir ayakkabı teki kadar basittir.
*Burka: Çarşafa benzer, geleneksel Afgan kadın giysisi.

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&Date=&ArticleID=1024877&CategoryID=97&CMessageID=733179&CRes=1#fc733179
#971
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner, tek tip askerlik konusunda Başbakan Erdoğan'a brifing verdi. Görüşme sonrasında Başbakanlık'tan yapılan açıklamada yeni bir tanım kullanıldı ve 'Eşit süreli askerlik sistemi hakkında sunum yapıldı.' denildi.

Tek tip askerlikle ilgili uzun süredir gündemde olan modellere ilişkin dün Başbakanlık'ta önemli bir toplantı yapıldı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a 'tek tip' askerlikle ilgili brifing verdi.

Başbakanlık Resmi Konutu'nda gerçekleşen brifing tam 2 saat sürdü. Brifinge Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Adalet Bakanı Sadullah Ergin ve Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül ve ilgili bürokratlar katıldı. Başbakanlık Basın Merkezi görüşmenin ardından çok kısa bir açıklama yaptı. Açıklamada, "Genelkurmay Başkanlığı tarafından hazırlanan 'Eşit süreli askerlik sistemi' başlıklı sunum çerçevesinde, askerlik sisteminin mevcut durumu gözden geçirilmiştir." denildi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner'in haftalık olağan görüşmesi yapıldı. Görüşmede tek tip askerlik konusunda Genelkurmay Başkanlığı'nın yaptığı çalışma Başbakan Erdoğan'a sunuldu. Başbakan Erdoğan, geçtiğimiz günlerde uzun süredir beklenen tek tip askerlik konusunda Genelkurmay Başkanlığı'nın yaptığı hazırlık çalışmasının kendisine sunulacağını belirtmişti. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Koşaner, 11.30'da başlaması planlanan görüşme için yaklaşık 10 dakika önce geldi. Genelkurmay'ın Başbakan Erdoğan'a sunduğu hazırlık raporunda tek tip askerlik konusunda uzun dönem ve kısa dönem askerlik sürelerinin yenilenmesi konusu birinci önceliği taşıyor. Kısa dönem askerliğin 6 aydan 8 aya çıkarılması, uzun dönem askerliğin ise 15 aydan 12 aya düşürülmesi raporda yer alıyor. Bunun yanı sıra raporda yedeksubaylık konusunda da birtakım düzenlemeler bulunduğu vurgulanıyor. Bu düzenleme kapsamında yedeksubaylığın tıp ve bazı mühendislik alanları ile sınırlandırılması öngörülüyor. Bedelli askerlik konusunun ise raporda yer almadığı belirtilirken görüşmede gündeme gelmesi bekleniyor.

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ise birkaç gün önce katıldığı bir televizyon programında Erdoğan-Koşaner görüşmesinin ipuçlarını sıralarken sınır birliklerinin de gündemde olduğunu söylemişti. Arınç, "Belki yılbaşına kadar inşallah, ümit ediyorum, bedelli, tek tip, askerliğin süresi, sınır birliklerinin kurulması konusunda ortaya bir tasarı konulacak ve bu iş gerçekleşecek." demişti. ANKARA ZAMAN

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1043380&title=genelkurmaydan-esit-sureli-askerlik-teklifi

#973
TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının bildirisi ile TBMM'ye adeta talimat verilmeye yeltenildiğini belirterek, ''Bu bildiriyi yayınlayan makamın bildiriyi derhal geri çekmesini Türk Milleti'nden ve onun temsilcisi TBMM'den özür dilemesini bekliyorum'' dedi.

Japonya'ya resmi ziyarette bulunan Şahin, gazetecilerin bildiriyi nasıl değerlendirdiğini sormaları üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın bildiriyle ''TBMM'ye adete bir muhtıra verme girişiminde bulunduğunu'' ifade ederek, ''Bu kabul edilemez bir durumdur'' dedi.

Buna hiçbir kişi ve kurumun hakkının olmadığını belirten Şahin, ''Haddi de değildir'' diye konuştu.

Türkiye'de millet iradesinin tecelli ettiği TBMM'nin, Türk Milleti adına, yasama yetkisini kullanan tek organ olduğunu belirten Şahin, şunları kaydetti:

''Bu yetki devredilemez, paylaşılamaz bir yetkidir. Ve bu yetki mutlaktır. TBMM'nin yasa koyma yetkisi ile ilgili yargısal denetimi Anayasa Mahkemesi yapmaktadır. Anayasa Mahkemesine yargısal denetim için başvurma hakkı da sadece Cumhurbaşkanlığı makamına ve belli sayıdaki milletvekilinin müracaatına bağlanmıştır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının yargısal denetimde bulunma hakkı da bulunmamaktadır. Kaldı ki bir yasa yapma teşebbüsünde bulunularak ortaya bir metinde çıkmış değildir. Zaten bir yasal düzenlemede yoktur. TBMM'nin saygıdeğer üyeleri, en az bu bildiriye imza atan Başsavcı kadar anayasal düzene ve rejime bağlıdır. Cumhuriyetin temel niteliklerini korumada en az onun kadar titizdir. Yasa yaparken, başta Anayasa, Anayasanın temel niteliklerine bağlı kalmaya özen gösterir. Ve tabii ki yasal düzenleme yaparken mutlaka yargı kararlarına da inceler ve ona göre karar verir. Parlamentomuzun yüzden fazla hukukçu milletvekili vardır. Anayasa Hukuku konusunda Türkiye'nin yetiştirdiği değerler parlamentomuzda görev yapmaktadır. O nedenle o bildiriyle TBMM'ye adeta talimat verilmeye yeltenilmiştir. Bu kabul edilemez bir durumdur. Bu bildiriyi yayınlayan makamın, bildiriyi derhal geri çekmesini Türk Milleti'nden ve onun temsilcisi TBMM'den özür dilemesini bekliyorum''

AA
http://www.haber7.com/haber/20101021/Sahinden-Yargitay-Baskanina-acik-cagri.php
#974
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç Kemal Kılıçdaroğlu'nun grupta kendini hedef alan sözlerine sert cevap verdi. Kılıç ahlakımı sorgulamak kimsenin haddi değil dedi. Ahlakın herkese gerektiğini söyledi

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, ''Halkın iradesini hiçe sayanlar, onun vesayet altında tutulması gerektiğine inananlar, 11 bin hakim ve savcının kararına saygı göstermeyeneler, yasak alancılar, hukuk devleti kavramının arkasına gizlenerek insanları susturanlar, farklılıkları hazmedemeyenler, tek düşünce ve tek inanç hayal edenler ile yaşam tarzı dayatanların, statükonun kapsamı içinde olduğunu'' bildirdi.''

Kılıç, yaptığı yazılı açıklamada, dün CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun partisinin grup toplantısında şahsını hedef alarak yaptığı konuşmanın açıklama yapmasını zorunlu kıldığını belirtti.

''Anayasa Mahkemesindeki 20 yıldır sürdürdüğü görevim süresince, söz konusu siyasi partinin önceki saygıdeğer genel başkanları da dahil herkesin, şahsıma karşı nezaket ve zarafet kuralları içinde yapılan tüm eleştirilerini anlayışla karşılayarak kimseye cevap vermedim'' ifadesini kullanan Kılıç, açıklamasında şunları dile getirdi:

''Anayasa Mahkemesine yeni seçilen üyelerimizin yemin töreninde yaptığım konuşmada, 'değişime karşı çıkan, çağın nabzını tutmayan statüko' yanlıları için hiçbir kişi ya da siyasi parti hedef alınmaksızın bir değerlendirme yapılmıştır.

Bugüne kadar çeşitli vesilelerle yaptığım bütün konuşmalarımda evrensel değerlerimiz olan demokrasi, özgürlükler ve hukuk devleti kavramlarının çağdaş anlamda geliştirilmesi için düşüncelerimi ağırlıklı olarak ifade ettim.

Tekrar ediyorum, halkın iradesini hiçe sayanlar, onun vesayet altında tutulması gerektiğine inananlar, 11 bin hakim ve savcının kararına saygı göstermeyeneler, yasak alancılar, hukuk devleti kavramının arkasına gizlenerek insanları susturanlar, farklılıkları hazmedemeyenler, tek düşünce ve tek inanç hayal edenler ile yaşam tarzı dayatanlar statükonun kapsamı içindedirler. Adı geçen genel başkanın bu kapsamdan neden rahatsızlık duyduğu anlaşılamamıştır.''

''HUKUKÇU OLMA ŞARTI''

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında, Anayasa Mahkemesi üyesi olabilmek için 'hukukçu' olmak gibi bir şart öngörülmediğine işaret eden Kılıç, ''İki dönem üst üste 8 yıl mahkemenin başkanvekilliğine, daha sonra da başkanlığına seçilerek (atanarak değil) bu onurlu görevi sürdürüyor olmak, nasıl bir hukukçu olduğumun ispatı ve yeterli delillerdir'' dedi. Kılıç, açıklamasında şu görüşlere yer verdi:

''Kaldı ki, tanımını yaptığım çağdışı kalmış statüko mensuplarına karşı çıkmak için başkan, hakim, hukukçu vs. gibi bir sıfata sahip olmak değil, söylediklerinden çark etmeyen onurlu ve yürekli insan olmaya ihtiyaç vardır.

Anayasa'da ön görülen hukuki şartlarında hiçbir sorunu olmayan ve Sayın Cumhurbaşkanı ile Yüce Meclisin yaptıkları seçim sonucunda mahkememize üye olarak atananlar için yemin töreni yaptırmak, Başkan olarak benim görevimdir.

Bu görevi yerine getirirken vicdanımı ve ahlak anlayışımı sorgulama pervasızlığını göstermek hiç kimsenin haddine değildir. Katılıyorum, ahlak sadece hukukçulara değil, siyasetçi de dahil herkes için gereklidir.

Yapılan bu saldırılara karşın, her partiye, kurumlara, kişilere eşit uzaklıktaki görev anlayışımı kimsenin vesayeti altında olmadan sürdürmekle kararlı olduğumu aziz milletime duyururum.''

AA
http://www.haber7.com/haber/20101020/Hasim-Kilictan-Kilicdarogluna-cevap.php
#975
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'ın, hukuk derslerine ihtiyaçları olmadığını belirterek, ''Hukuk fakültesinde bile okumadın. Sayın Kılıç, öyle anlaşılıyor ki hukukun Haliç bölümünde yaşıyor, kokulara alıştı'' dedi.

Kılıçdaroğlu, partisinin TBMM Grubunda, Anayasa Mahkemesi Başkanı Kılıç'a yönelik eleştirilerde bulundu.

CHP'nin, tek partiden çok partiye, çoğunluk sistemine geçmek için mücadele veren bir parti olduğunu, AK Parti'nin ise çoğunluğu yok edip, tek parti iktidarına geçmek istediğini öne süren Kılıçdaroğlu, ''Kim demokrat, kim halkçı, kim hukuktan yana?'' diye sordu.

Kılıçdaroğlu, parlamentonun Anayasa Mahkemesine üye seçtiğini, burada yargıcın birikimi, özgeçmişinin değil, listede aldığı numaranın önemli olduğunu, çünkü bu numaranın işaretleneceğini söyledi.

Kılıçdaroğlu, daha sonra o numaranın AK Parti'nin oy çokluğuyla seçildiğini ifade ederek, ''RTÜK'e grupları temsilen üyeler seçiliyor. RTÜK'e seçilenler ile Anayasa Mahkemesine seçilenler arasında hiçbir fark yok.

Onların yakalarında, AK Parti'nin yargı mensubu olarak bir etiket taşıyacaklar. Tuz kokar diyoruz ya, yargıda tuz koktu, kokular gelmeye başladı'' diye konuştu.

Türkiye'de adı konulmamış bir sıkıyönetim bulunduğunu öne süren Kılıçdaroğlu, Türkiye'nin, yurttaşların 12 Eylülden çok daha ağır koşullarla karşı karşıya olduğunu iddia etti.

CHP lideri, ''Hiç değilse o zaman medyanın bir kısmı itiraz edebiliyordu, direnenler vardı. Şimdi tam bir suskunluk var.

Medya susmuşsa, otosansür uyguluyorsa, üniversiteler, sivil toplum örgütleri konuşmuyorsa, konuşanlar yaka paça içeri atılıyorsa, Türkiye'nin içinde bulunduğu koşulları daha iyi değerlendirmek, bir şeyi daha net görmemiz lazım. Silivri, iktidara direnenlerin gittiği yerdir'' görüşünü savundu.

''BEN İÇİME SİNDİREMEM''

Anayasa Mahkemesinde, yeni üyelerin yemin törenine işaret eden Kılıçdaroğlu, burada, ''AK Parti'nin, Anayasa Mahkemesi gibi bir görüntünün olduğunu'' öne sürdü.

Kılıçdaroğlu, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'ın, ''Değişime karşı çıkan, çağın nabzını tutamayan, statükonun kibirli mensupları, artık halkı ikna edememektedir'' sözünü anımsatarak, özetle şu görüşleri dile getirdi:

''Değişime hiç itirazımız yok, ama sorun şu; değişim, ileriye mi geriye doğru mu? Geriye doğru değişimi savunanlar böyle konuşurlar, ileriye doğru değişimi savunanlar demokrasiyi, hakları ve özgürlükleri savunurlar.

Sayın Kılıç, Anayasa Mahkemesinin, AKP'nin sizin daha önce verdiğiniz karara dayanarak yaptığı atamaların hukukluluğunu vicdanına sığdırıyor mu sığdırmıyor mu? Hukuktan, demokrasiden söz edeceksiniz, AKP atamaları bitirsin, yapsın, önemli değil, yeri gelince karar verilir diyeceksin.

Hukuk; ahlaktır. Ahlakın olmadığı yerde hukuk olmaz, konuşanların da ahlaktan nasip alması lazım. Ben Anayasa Mahkemesi Başkanıyım diyelim, birisi hülle yoluyla üye olarak atanıyor, ben içime sindiremem, o üyeyi geri gönderirim.

Sayın Kılıç, hülle yoluyla Anayasa Mahkemesi üyeliğine atananı, hangi gerekçeyle, ahlakla kabul ettiriyorsunuz? Bütün bunları içine sindireceksin, 'HSYK da değişti, biraz daha sırtını sağlam yere dayadım' diye başlayacaksın konuşmaya, bize hukuk dersi vereceksin.

Yemezler. Senin hukuk dersine ihtiyacımız yok, hukuk dersi değil, hukuk fakültesinde bile okumadın sen. Hukuk fakültesinde okumayan bir adamın bana hukuk dersi vermeye yetkisi de olmaz. Sayın Başkan, öyle anlaşılıyor ki hukukun Haliç bölümünde yaşıyor, kokulara alıştı.''dedi.

AA
http://www.haber7.com/haber/20101019/Kilicdaroglu-Hasim-Kilica-cevap-verdi.php
#976
YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezince bundan sonra yapılacak sınavlara başörtüsü ile girilebileceğini bildirdi.

Özcan, ilkbahar dönemi Akademik Personel Lisansüstü Eğitimi Giriş Sınavı (ALES) kılavuzunda yer alan ancak 19 Aralık 2010'da yapılacak sonbahar dönemi ALES kılavuzundan çıkarılan ''Aday, başı açık ve kılık kıyafeti ilgili mevzuata uygun bir şekilde gelmemişse sınava alınmayacaktır. Başı örtülü adaylar sınava alınsa bile sınavları geçersiz sayılacaktır'' ibaresinin bundan sonraki sınav kılavuzlarında da yer almayacağını söyledi.

Özcan, YÖK'te, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi tarafından düzenlenen ''Dünya Üniversiteler Kongresi''ne video konferans sistemi ile katılarak bir konuşma yaptı. Özcan, daha sonra gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Bir gazetecinin ''ALES kılavuzunda yapılan değişikliği sendikalar yargıya taşıyacak. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?'' sorusunu Özcan, ''Dava açabilirler. Orada hiçbir şey yok. Onu engelleyen bir durum da yoktu zaten. Tamamen ilk başta keyfi olarak konulmuş bir kuraldır. Biz de o kuralı kaldırdık'' diye yanıtladı.

Özcan, ''Geçmiş dönemde benzer davalar açılmış. Onlar incelenerek mi bu karar alındı?'' sorusu üzerine ''Hiç bir aykırılık görmüyoruz, onun için kaldırdık'' dedi. Bir gazetecinin ''Diğer sınavlarda da aynı uygulama olacak mı?'' sorusuna Özcan, ''Hepsinde aynısı olacak. Bütün sınavlar dahil. Bütün sınavların kılavuzunda aynı ifadeyi göreceksiniz'' dedi.

YÖK'ün son Genel Kurul toplantısında onaylanan sonbahar dönemi ALES kılavuzundan ''Aday, başı açık ve kılık kıyafeti ilgili mevzuata uygun bir şekilde gelmemişse sınava alınmayacaktır. Başı örtülü adaylar sınava alınsa bile sınavları geçersiz sayılacaktır'' ibaresi çıkarılmıştı.

Özcan: Tüm sorulara cevap verenleri tekrar sınava tabi tutabiliriz

YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, ''KPSS Eğitim Bilimleri Testi'nde tüm sorulara doğru yanıt veren öğrencilerin özel bir yerde sınava girmesini sağlayacaktık. Geçen sınavda endişe yaratan durumları yarattılar bizim için. Şüpheler doğdu onlar yüzünden. Tekrar aynı şüphelerin doğmasını istemiyoruz, biraz daha kontrol etmek istiyoruz'' dedi.

YÖK Başkanı Prof. Dr. Özcan, Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesince düzenlenen ''Dünya Üniversiteler Kongresi''ne YÖK'ten yapılan video konferans bağlantısıyla katılmasının ardından gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Bir gazetecinin, ''KPSS Eğitim Bilimleri Sınavı'nda 100 net ve üzeri alan adayların Ankara ve İstanbul'da sınava alınacakları yönünde basında haberler var. Bu doğru mu?'' sorusuna Özcan, ''Benim bildiğim, tüm sorulara yani 120 soruya doğru yanıt veren öğrencilerin özel bir yerde sınava girmesini sağlayacaktık. Onlar geçen sınavda endişe yaratan durumları yarattılar bizim için. Şüpheler doğdu onlar yüzünden. Tekrar aynı şüphelerin doğmasını istemiyoruz. Biraz daha kontrol etmek istiyoruz'' yanıtını verdi.

Özcan, başka bir gazetecinin ''Ancak ÖSYM, 100 soru ve üzeri yapanlara ilişkin bu kararı almış'' sözleri üzerine, ''Olabilir. 100 soru ve üzerinde yapanların sayısı 3 bin 227 kişi'' dedi.

''Maliyet konusu dikkate alındı mı?'' sorusuna Özcan, ''Hayır. Bu kadar şaibeli olan bir sınavda artık biz maliyet, para gibi meseleleri hiç düşünmüyoruz. Bizim için önemli olan sınavı son derece sıhhatli bir şekilde yapmak. Onun için de ne gerekiyorsa hepsini yapacağımıza emin olabilirsiniz'' yanıtını verdi.

''Çağrılan adayların masrafları sizin tarafınızdan karşılanabilir mi?'' sorusunu Özcan, ''Onu da karşılarız herhalde ama zannediyorum adayların kendileri karşılayacaklar. Biz onlardan ekstra para da almayacağız. Buraya seyahat masrafları olabilir. Zaten bir günlük bir sınav bu'' diye yanıtladı.

Özcan, ''ÖSYM, 100 net ve üzeri yapan adayları sınava girmedikleri takdirde şüpheli olarak savcılığa verecekmiş. Bu doğru mu?'' sorusu üzerine, ''Onları verdik zaten. 100 net ve üzeri yapanların isimleri savcılıkta mevcuttur'' dedi.

''Üniversitelerde başörtüsü uygulaması ile ilgili'' bir soruya da Özcan, ''Artık başörtüsü ile ilgili çok konuşmayacağım. Çünkü yargıya da intikal etti mesele. Siyasetin çözmek için hazırlıklar yaptığı şu günlerde artık bizim bu konuda bir şey söylememiz gerekmiyor. Onun için bu konuda konuşmamayı tercih ediyorum'' karşılığını verdi.

AA
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1042573&title=tum-sinavlara-basortulu-girilebilecek
#977
AK Parti Grup Başkanvekillerinin, başörtüsü konusunu görüşmek üzere CHP Grubuna yaptıkları ziyaret sona erdi. CHP'nin başörtüsü konusunda bakışını Kemal Anadol açıkladı. Başkanvekilleri, MHP Grubunu ziyaret ediyor.

AK Parti Grup Başkanvekilleri Bekir Bozdağ, Ayşenur Bahçekapılı, Suat Kılıç, Nurettin Canikli ve Mustafa Elitaş bu kapsamda ilk olarak CHP Grubunu ziyaret etti.

AK Parti Grup Başkanvekilleri, CHP Grup Başkanvekilleri Kemal Anadol, Muharrem İnce ve Akif Hamzaçebi ile görüşmesi saat 11.00'de başladı.

AK Parti adına Grup Başkanvekilleri Bekir Bozdağ, Suat Kılıç, Ayşenur Bahçekapılı, Mustafa Elitaş ve Nurettin Canikli'den oluşan heyet, saat 11.00'de CHP grubuna gelmişti. yaklaşık 45 dakika süren görüşme sona erdi. AK Parti heyetini, CHP Grup Başkanvekilleri Kemal Anadol, Muharrem İnce ve Akif Hamzaçebi karışladı.

AK Parti Grup Başkanvekillerinin, başörtüsü konusunu görüşmek üzere CHP Grubuna yaptıkları ziyaret sona erdi.

CHP Grup Başkanvekili Kemal Anadol: "Ak Parti samimi değildir. Ak Parti komisyon kurulmasını önerdi. YÖK ele alınmadan türban sorunu çözülmez. Gizli gündemlerinin olduğunu ortaya koyan bir söylemleri vardı. Biz CHP olarak üniversitede çözülmesine karşı değiliz, kamusal alana girmesine karşıyız. Ak Parti'ye türban kamuya girer mi diye sorduk, belli olmaz dediler. Bu Türkiye'yi karartma operasyonunun bir parçasıdır."

Ak Partililer CHP'ye yaptığı ziyaretin hemen ardından MHP kurmaylarını ziyaret etti. Bozdağ, Bahçekapılı, Kılıç, Canikli ve Elitaş'ın MHP Grup Başkanvekilleri Oktay Vural ve Mehmet Şandır ile görüşmesi saat 11.45'de başladı.

ANADOL:  AK PARTİ'NİN, TÜRBAN KONUSUNDA KURULMASINI ÖNERDİĞİ KOMİSYONA ÜYE VERMEYECEĞİZ

CHP Grup Başkanvekili Kemal Anadol, AK Parti'nin, türban konusunda kurulmasını önerdiği komisyona üye vermeyeceklerini bildirdi.

Anadol, CHP Grup Başkanvekilleri Muharrem İnce ve Akif Hamzaçebi ile AK Parti Grup Başkanvekilleriyle 45 dakika süren görüşmeye ilişkin açıklamalarda bulundu.

AK Parti Grup Başkanvekillerinin, parti temsilcilerinden oluşan bir komisyon kurularak, türban sorununun, parlamentoda çözülmesi yönünde önerilerini ilettiğini belirten Anadol, bu komisyona üye vermeyeceklerini kaydetti.

Anadol, AK Parti'nin bu konuda samimi olmadığını, yıllardır şikayet ettiği YÖK eline geçtikten sonra bu şikayetlerini unuttuğunu ifade etti.

Türbanın, üniversitelerde öğretim özgürlüğü kapsamında çözümlenmesinin önerilebileceğini, tartışılabileceğini, CHP'nin olumsuz bir tavrının olmadığını vurgulayan Anadol, ''Ama tek başına değil. YÖK, dokunulmazlık ve seçim barajının düşürülmesiyle ilgili bir paketin içerisinde, parlamentoda grubu bulunan partilerle görüşülebilir, çözülebilir'' dedi.

Anadol, Türkiye'yi karartma operasyonuna ortak olamayacaklarını, izin veremeyeceklerini ifade etti.

Sorunun çözümü konusunda CHP'nin önerisinin sorulması üzerine Anadol, bunu iktidara gelince çözeceklerini söyledi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, partisinin geçen hafta sonu Kızılcahamam'da yaptığı toplantıda, bu sorunun çözümü konusunda muhalefet partileriyle görüşmesi için grup başkanvekillerine talimat vereceğini söylemişti.

AA
http://www.haber7.com/haber/20101020/CHPden-basortusu-konusunda-ilk-rest.php
#978
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığından yapılan açıklamada, ''Dinsel inanç veya dinsel kurallarla doğrudan ilişki ve bağlantı kurularak yapılan düzenlemeler, hem devrim yasalarını, hem de laiklik ilkesini ilgilendirir. Yükseköğretim kurumlarındaki öğrencilerin giyimlerini düzenlerken türban kullanımına dinsel inanç nedeniyle geçerlilik tanımak, kamu hukuku alanındaki bir düzenlemeyi dinsel esaslara dayandırma suretiyle laiklik ilkesine aykırılık oluşturur'' denildi.

Açıklamada, son günlerde görsel ve yazılı yayın organlarında kamu kuruluşlarından sayılan yükseköğretim kurumlarında öğrencilerin dinsel inançları nedeniyle türban takmak suretiyle öğrenim görmelerinin sağlanması için Anayasa veya yasa değişikliği yapılması gerektiği, bu amaçla kıyafet serbestisi tanınmamasının eğitim ve öğretim özgürlüğüne ve eşitlik ilkesine aykırı olduğu yönünde yer alan haber, yorum ve siyasi kişilerin beyanları ile ilgili olarak bazı hususların açıklanmasında yarar görüldüğü ifade edildi.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının siyasi partilerin eylemlerini, devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne, millet egemenliğine, demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine aykırı olup olmadığı yönünden soruşturmakla görevli ve yetkili olduğuna işaret edilen açıklamada, şunlar kaydedildi:

''Anayasanın 2. maddesine göre, Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir. Kuvvetler ayrılığı, hukukun üstünlüğü ve yargının bağımsızlığı, hukuk devletinin temel ilkelerindendir.

Anayasanın 11. maddesinde Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olarak tanımlanması ve yasaların Anayasaya aykırı olamayacağının vurgulanması, 153. maddesinin son fıkrasında Anayasa Mahkemesinin kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağının öngörülmesi, 138. maddesinin son fıkrasında ise yasama ve yürütme organları ile idarenin, mahkeme kararlarına uymak zorunda olduğunun, bu organlar ile idarenin, mahkeme kararlarını değiştiremeyeceğinin ve bunların yerine getirilmesini geciktiremeyeceğinin açıkça hükme bağlanması hukuk devleti ilkesinin gereği ve sonucudur.

Dinsel inanç veya dinsel kurallarla doğrudan ilişki ve bağlantı kurularak yapılan düzenlemeler, hem devrim yasalarını, hem de laiklik ilkesini ilgilendirir. Yükseköğretim kurumlarındaki öğrencilerin giyimlerini düzenlerken türban kullanımına dinsel inanç nedeniyle geçerlilik tanımak, kamu hukuku alanındaki bir düzenlemeyi dinsel esaslara dayandırma suretiyle laiklik ilkesine aykırılık oluşturur.''

***

Açıklamada, Anayasa Mahkemesinin kararlarında, yüksek öğrenim kurumlarında öğrencilerin dinsel inanca dayalı türban ile öğrenim görmelerine izin veren düzenlemelerin Anayasanın laiklik ve eşitlik ilkelerine açıkça aykırılık oluşturduğunun hükme bağlandığı, Danıştay'ın verdiği kararlarda da kamu kurumlarında dini inançla türban takmak suretiyle öğrenim görme ve hizmet vermenin hukuka-Anayasaya aykırılık oluşturacağının belirtildiği hatırlatıldı.

''Laiklik ilkesi, Avrupa kamu düzeni içerisinde de koruma görmekte ve laiklik ilkesine aykırı, bu ilkeye saygı gösterilmemesi şeklindeki tutum ve eylemlerin demokratik bir hak olduğu savunması kabul görmemektedir'' ifadelerine yer verilen açıklamada, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ibadet, eğitim, uygulama ve gözlem gibi bir kişinin dinini veya inancını açıklama biçimlerini belirten 9. maddesinin, bir din veya inanç tarafından yönlendirilmiş bir hareketi korumadığı belirtildi.

Açıklamada şöyle denildi:

''Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de laiklik ilkesinin, hukukun üstünlüğü ve insan hakları ve demokrasiye saygı ilkeleriyle uyum içinde bulunan devletin temel ilkelerinden biri olduğunu, Anayasa Mahkemesi kararlarında belirtilen laiklik kavramının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin temelini oluşturan değerler ile uyumlu bulunduğunu ve bu ilkenin desteklenmesinin ülkemizde demokrasinin korunması için gerekli olduğunu, yine Anayasanın temelini oluşturan cinsiyet eşitliğini de kapsayan eşitlik ilkesinin sözleşmenin temelini oluşturan anahtar ilkelerden biri olduğunu belirtmiş, üniversitelerde İslami başörtüsü takılmasına sınırlamalar getiren düzenlemelerin ve bunları uygulamaya yönelik tedbirlerin, güdülen amaçlarla orantılı ve haklı olduğuna ve demokratik bir toplumda gerekli olarak kabul edilmesi gerektiği sonucuna varmış, laiklik ilkesine aykırı davranışların din ve vicdan özgürlüğüne ilişkin 9. maddesi tarafından korunamayacağını karara bağlamıştır.

Bu bağlamda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 4. Dairesinin 29 Haziran 2004 tarihli ve Büyük Dairenin 10 Kasım 2005 tarihli kararlarında, türbanın yasaklanmasının 'başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması' ile 'kamu düzeni ve güvenliğin sağlanması' bakımından demokratik bir toplumda zorunlu bir tedbir niteliğinde olduğunu kabul etmiştir. Mahkeme, 15 Şubat 2001 tarihli kararında türban taktığı için ilköğretim kurumlarında öğretmenlik yapması engellenen öğretmenin başvurusunu reddederken, türbanın cinsiyetler arası eşitlik ilkesiyle bağdaşması güç olan dini bir simge olduğunu, buna izin verilmesinin diğer dinlerin giyim sembollerinin de kullanımını beraberinde getireceğini, okullarda devletin tarafsızlığını tehlikeye düşüreceğini ve yasaklamanın altında önemli bir kamu yararı bulunduğunu, sonuç olarak öğretim faaliyetinde başörtüsü takma yasağının başkalarının hak ve özgürlüklerinin, kamu güvenliğinin ve kamu düzeninin korunması amacıyla orantılı ve demokratik bir tedbir olduğunu ifade etmiştir.


Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 3. Dairesinin 31 Temmuz 2001 ve Büyük Dairenin 13 Şubat 2003 tarihli kararlarında da başörtüsü takma özgürlüğünün başkalarının hak ve özgürlüklerinin, kamu düzeni ve güvenliğinin korunması gereğiyle çatışması durumunda sınırlanabileceğini, laiklik ilkesine saygı gösterilmemesi şeklindeki bir tutumun sözleşmeden yararlanamayacağı, üniversitelerde çoğunluğa mensup dinin gereklerini yerine getirmeyen veya başka dinlere mensup öğrenciler üzerinde baskı kurulmasını engelleyecek önlemlerin sözleşmeye uygun olduğu, laik üniversitelerde çeşitli inançlara mensup öğrencilerin barış içinde bir arada yaşamalarını ve dolayısıyla da kamu düzeni ve başkalarının inançlarının korunmasını teminen söz konusu dine ilişkin ritüel ve simgeleri sergilemenin yeri ve seklini belirleme hususunda sınırlamalar öngörülebileceği kabul edilmiştir.''

-''AÇIK VE TARTIŞMASI BİÇİMDE VURGULANDIĞI GÖRÜLMEKTEDİR''-

Konunun çeşitli boyutlarıyla iç hukuk ve uluslararası hukukta yer aldığına işaret edilen açıklamada, ''Gerek iç hukuk, gerekse uluslararası hukuk boyutu ile incelenip değerlendirildiğinde; yüksek yargı organlarının kararlarında üniversite ve diğer eğitim ve öğretim kurumlarında türbanın din ve vicdan özgürlüğü kapsamında koruma görmediğinin, laiklik ilkesiyle bağdaşmadığının açık ve tartışmasız bir biçimde vurgulandığı görülmektedir'' ifadesine yer verildi. Açıklamada, şunlar kaydedildi:

''Hukuk devletinin gerçekleşmesini, demokratik kuralların yerleşmesini sağlayan yüksek yargı organlarının kararları karşısında; sözü edilen konuda siyasi çevrelerin aksi yöndeki beyanları, politik çıkara dayalı ve devletimizin temel niteliklerinden olan hukuk devleti, laiklik ve eşitlik ilkeleri ile bağdaşmaz niteliktedir.

Belirtilen ilke ve kararlar ışığında; bir hukuk devletinde bu konudaki düzenlemelerin, yargı kararlarına aykırı olarak gerçekleştirilemeyeceği ve özellikle 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası ile bu yasaya dayanılarak çıkarılacak düzenlemelerde yüksek yargı organlarının kararları ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uygunluk gözetilmesi gerektiği gibi yürürlüğe konulacak yeni kuralların da bu metinlere aykırı olamayacağı, bundan sonraki siyasi, toplumsal, kurumsal, ekonomik ve hukuki sorumlulukların tüm siyasi partilere ait olacağı, üstün değerler taşıyan, objektif ve tarafsız düşünen, hukuk devletine bağlı yüce Türk milletinin bilgisi dahilindedir.''

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1042666&title=byargitay-bassavcisindan-basortusu-aciklamasib&haberSayfa=0


AK Parti'den Yalçınkaya'ya sert yanıt


Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın başörtüsüyle ilgili yapmış olduğu açıklamaya AK Parti cephesinden sert tepki geldi. AK Parti, Başsavcının açıklamalarını Meclis'e müdahale olarak değerlendirdi.

AK Parti Grup Başkanlığından, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının açıklamasının ''Parlamenter demokratik rejime açık bir müdahale niteliğinde'' olduğu belirtildi.

AK Parti Grup Başkanlığında yapılan yazılı açıklamada, şunları kaydedildi:

''Türkiye Büyük Millet Meclisinde (TBMM) siyasi parti grupları arasında temas ve görüşmeler sürerken, aynı konuda ve eşzamanlı olarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının görüşmelerin içeriğini hedef alan ve kuvvetler ayrılığını yok sayan açıklaması parlamenter demokratik rejime açık bir müdahale niteliğindedir.

Bir demokratik toplumda, kişilerin, kurumların veya toplumsal grupların siyaset müessesinden hak ve özgürlük talebinde bulunmaları, bu taleplerin toplumun her kesiminde tartışmaya açılması ve siyaset kurumunun gündeminde yer alması demokratik bir hukuk devleti anlayışının gereğidir. Bu taleplere olumlu veya olumsuz cevap verecek ve kural koyacak olan kurum yasama yetkisini elinde bulunduran TBMM'dir.

Yargı yetkisini kullananların görevi kanun koymak değil, TBMM tarafından kabul edilen yasaları uygulamaktır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı önleyici bir yargısal yetkiye sahip değildir.

Yüksek yargıda güçlü pozisyonlara aday konumunda bulunanların kendilerine destek sağlamak üzere TBMM'yi ve siyaset kurumunu hedef alan açıklamalar yapmaları kabul edilemez. Hiçbir kişi, organ veya makam TBMM'ye emir ve talimat veremez.''

AA
http://www.haber7.com/haber/20101020/AK-Partiden-Yalcinkayaya-sert-yanit.php
#979
Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu NTV'de türban, imamların kanaat önderi olması, kurban ve din dersleri konusundaki soruları cevapladı.

Bardakoğlu başörtüsünün bir özgürlük sorunu olduğunu belirtti ve pozitivist bir laikliğin kendisine zarar vereceğini savundu.

Bardakoğlu'nun konuşmasında öne çıkan satırbaşları şöyle;

"Başörtüsü sorusunun din ile irtibatını görmemek için dini bilmemek ve Türkiye'de yaşamıyor olmak gerek. 14 asırdır kadınlar dini vecibe gördükleri için başlarını örtmüşlerdir. Kurumumuz da her dönemde 'başörtüsü örtülmeli' demiştir.

Para veya baskı ile başörtüsü takılıyor demek yanlıştır. Bu tür yorumlar bizi üzmektedir. Tüm dünyada milyonlarca kadın başörtüsü takmaktayken bunun baskı ya da para ile yapıldığı söylenmemeli.

'BAŞÖRTÜSÜ ÖN ŞART DEĞİLDİR'
Başörtüsü dini bir vecibedir, bir kadının başörtüsünü takması Müslümanlığın ön şartı değildir. Bir kadın başını örtse de örtmese de kendisinin Müslüman olduğunu söylüyorsa Müslümandır.

Başörtüsü konusunu ve kadınların başlarını açmasını, Türk kadınlarının modernleşmesi olarak görmemek lazım. Bu görüş son derece yanlıştır.

Başörtüsü laiklikle karşı karşıya getirilmemelidir. Pozitivist bir laiklik Türkiye için yanlıştır. Bunun en büyük zararı laiklik kavramına olmuştur. Sınırlayıcı laiklik ile başörtüsünü engellemeye çalışırsak, laikliğe haksızlık yapmış oluruz.

Başörtüsünün dini konusunu açıklamaya yetkili kurum Diyanet İşleri Başkanlığı'dır. Bu sorun laiklik ve modernite olarak ele almak son derece yanlıştır.

Geçmişte kimse kimsenin dindarlığına karışmazdı. Artık daha iyi bir noktadayız zira sorun özgürlük olarak algılanıyor. Özgürlükten korkmamak ve birbirimizin özgürlüklerine saygı duymamız gerek.

29 EKİM VE KAMUSAL ALAN SORUNU
Özgürlükler konusunda tarihimize ve bugünkü Batı'ya bakmak gerek. Alman Cumhurbaşkanı, 'Müslümanlar bizim parçamızdır' dedi. Bir insanın farklı dinleri onaylaması için o dinden olması gerekmez, iyi bir insan olması yeterlidir.

Bu topluma başörtüsü gökten gelmedi. Bizim insanlarımız yıllardır başlarını örter. Birbirimizin dindarlık kimliklerini sorgulamamak lazım. Toplumsal hayatta özgürlüklerin yayılması lazım.

İçkinin haram olduğunu söylesek de Türkiye'de her yerde içki satılır. Diyanet Başkanlığı totonun, lotonun, bahis oyunlarının günah olduğunu söylese de herkes oynuyor. Başörtüsü bizim toplumumuzun bir gerçeğidir. Bir Alevi kardeşimizin talebini karşılamak için Alevi olmamız da şart değildir.

İMAMLAR KANAAT ÖNDERİ OLSUN
Herkesin topluma yol göstermesine razıyken, imamların olmasını istememek yanlıştır. İmamın görevi sadece caminin dört duvarı arasında değil, her yerdedir. İmam herkes ile ilgilenmeli. Biz 24 saat din görevlisi bulunabilsin istiyoruz.

ALEVİLERİN TEMSİLİ VE DİN DERSLERİ
Din işleri ayrım yapmaz. Bu tartışmaları yaptıkça ayrımlar derinleşiyor.

Din Kültürü dersi zorunlu olmaya devam etmelidir. Çağdaş insanın din konusunda bilgi sahbi olması günün gereğidir."

KURBAN KESİLECEK KADAR STOK VAR


Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, Türkiye'de kurban kesimini tehlikeye sokacak, tartışmaya açacak hayvan rezervi sıkıntısı bulunmadığını bildirdi.

Ali Bardakoğlu, Kocatepe Camii Konferans Salonu'nda, 'Kurban İbadeti ve 2010 Yılı Vekaletle Kurban Kesimi Organizasyonu' konulu bir basın toplantısı düzenledi. Her ibadetin ayrı bir önemi ve değeri bulunduğunu belirten Bardakoğlu, "Kurban ibadetinin yerine hayır yapmak, burs vermek, başkasının ihtiyacını karşılamak yetmez, geçerli olmaz." dedi.

Türkiye'de hayvan rezervi sıkıntısı bulunmadığını belirten Bardakoğlu, "Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın verileri ortada. Ülkemizde 11 milyondan fazla büyük baş, 27 milyon civarında küçük baş havyan bulunuyor."diye konuştu. Her yıl 3,5 milyon büyük baş hayvan kesildiğini aktaran Bardakoğlu, "Bunların sadece beşte biri kurban için kesiliyor." ifadesini kullandı.

Yılda 9 milyon  kadar da küçükbaş havyan kesildiğini kaydeden Barkadoğlu, "Bunlardan 2 milyonu kurban için kesiliyor." dedi.

http://www.haber7.com/haber/20101019/Bardakoglu-Basortu-on-sart-degil.php
#980
PKK'nın şehir yapılanması KCK ile ilgili davanın ilk duruşması Diyarbakır Adliyesi'nde oluşturulan özel salonda görülmeye başlandı. 103'ü tutuklu, 151 sanığın yargılandığı davada geniş güvenlik önlemleri dikkat çekti.

Diyarbakır Adliyesinde özel salonda başlayan duruşma öncesi bina çevresinde geniş güvenlik önlemleri alındı. Bazı kavşak ve caddeler de trafiğe kapatıldı. Duruşmayı izlemek üzere aralarında avukat, gazeteci, sanık yakınları ile yurt dışından gelenlerin de bulunduğu kişiler üst araması yapılarak içeri alındı.

BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da beraberinde bazı BDP'li milletvekilleri ile duruşmayı izlemek üzere adliyeye geldi.

Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen duruşmada, tutuklu 103 sanığın tamamı hazır bulundu. Aralarında Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir ile Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş'ın da bulunduğu tutuksuz 48 sanıktan 18'i ve çeşitli barolara kayıtlı 260 avukat da duruşmaya katıldı.

Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü ekiplerince çevrede alınan yoğun güvenlik önlemi sürerken, aralarında sanık yakını, yerli ve yabancı heyetler ile BDP'lilerin bulunduğu grup, adliyenin yanındaki Büyükşehir Belediyesi önünde bekleyişini sürdürüyor.

-151 SANIK YARGILANIYOR     

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan 7 bin 578 sayfalık iddianamede, 103'ü tutuklu 151 sanık hakkında ''devletin birliğini ve bütünlüğünü bozma', ''terör örgütü üyesi ve yöneticisi olma'', ''terör örgütüne yardım ve yataklık etme'' suçlarından 15 yıl ile ağırlaştırılmış müebbet arasında değişen hapis cezaları isteniyor.   

Hakkında yakalama kararı bulunan terör örgütü PKK'nın sözde Avrupa sorumlusu Sabri Ok'un ilk şüpheli olarak yer aldığı iddianamede, kapatılan Demokratik Toplum Partisinin (DTP) 28 yöneticisi ve Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir'in de aralarında bulunduğu 12 belediye başkanı, 2 il genel meclisi başkanı ile 2 belediye meclis üyesi de şüpheliler arasında bulunuyor.   

26'sı kadın olan 103 tutuklu arasında Batman Belediye Başkanı Nejdet Atalay, Diyarbakır'ın Kayapınar Belediye Başkanı Zülküf Karatekin, Şırnak'ın Cizre Belediye Başkanı Aydın Budak, Şanlıurfa'nın Suruç Belediye Başkanı Ethem Şahin ve Viranşehir Belediye Başkanı Leyla Güven, Mardin'in Kızıltepe Belediye Başkanı Ferhan Türk'ün yanı sıra kapatılan DTP'nin eski genel başkan yardımcıları Kamuran Yüksek, Bayram Altun ile Selma Irmak, eski Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Ali Şimşek, İHD Genel Başkan Yardımcısı ve Diyarbakır Şube Başkanı Muharrem Erbey, kapatılan DEP'in eski milletvekili Hatip Dicle, eski Dicle Belediye Başkanı Abdullah Akengin, eski Batman Belediye Başkanı Hüseyin Kalkan, eski Viranşehir Belediye Başkanı Emrullah Cin, eski Ergani Belediye Başkanı Nadir Bingöl, DİSKİ Genel Müdürü Yaşar Sarı da yer alıyor.

MAHKEMENİN YOKLAMASINI KÜRTÇE YANITLAYAN TUTUKLU SANIKLAR, SAVUNMALARINI KÜRTÇE YAPMAK İSTEDİKLERİNİ SÖYLEDİLER. MAHKEME, TALEPLERİ DEĞERLENDİRMEK ÜZERE DURUŞMAYA ARA VERDİ

Terör örgütü PKK'nın ''Kürdistan Topluluklar Birliği/Türkiye Meclisi (KCK/TM) yapılanmasıyla ilgili davada, duruşmaya ara verildi.

Diyarbakır Adliyesinde oluşturulan özel salonda başlayan duruşmaya 103'ü tutuklu 19'u da tutuksuz olmak üzere toplam 122 sanık katıldı.

Mahkeme heyeti, ilk önce duruşma salonunda bulunan sanıkların tespiti için yoklama yaptı. Adı okunan tutuklu sanıklar, Kürtçe olarak salonda bulunduklarını belirttiler.

Söz alan sanıkların avukatlarından Diyarbakır Baro Başkanı Mehmet Emin Aktar, iddianamenin 7 bin 578 sayfadan oluştuğunu hatırlatarak, bunun okunmasının çok uzun süre alacağını, bu nedenle iddianamenin kısa bir özetinin okunmasını talep etti.

Sanıklar adına söz alan tutuklu sanık kapatılan DEP'in eski milletvekili Hatip Dicle, demokratik bir ülkede bir halkın temsilcilerinin legal siyaset yaptıkları için yargılanmaması gerektiğini savundu.

Yapılan yoklama esnasında sanıkların Kürtçe konuştuğunu hatırlatan Dicle, şöyle dedi:

''Bizim böyle bir tavır içine girmemezin nedeni anadilimizde savunma yapma isteyişimizdir. Anadilde savunma doğal bir haktır. Bu hak adil yargılanmanın bir parçasıdır. İnsanlar en iyi şekilde ana dilinde kendilerini ifade edebilir. Biz bunu kesinlikle mahkemeye dayatmıyoruz. Bu ülkenin resmi dili Türkçe'dir. Biz bunu benimsemişiz. Kardeş Türk halkının dilini benimsemişiz. Adil yargılama ilkesine göre mahkemenin de bize anlayış göstermesini istiyoruz.''

Sanık Dicle, Lozan Antlaşmasının bazı maddelerini de mahkemeye örnek olarak gösterdi.

Bazı sanık avukatlarının, iddianamenin özetinin okunması yönündeki isteklerinin ardından mahkeme, taleplerin değerlendirilmesi amacıyla duruşmaya saat 14.15'e kadar ara verdiğini açıkladı.

-DURUŞMAYA İKİ SAVCI-

Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen duruşmada, iddianamenin özetinin okunması ihtimaline karşı biri KCK/TM soruşturmasını yürüten savcı olmak üzere 2 özel yetkili savcı görev yaptı.

Davayı, aralarında BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Genel Başkan Yardımcısı Gültan Kışanak, Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Başkanı Ahmet Türk, DTP Başkan Yardımcısı Aysel Tuğluk, bazı BDP milletvekilleri ve yurtiçi ve yurt dışından gelenlerin de bulunduğu yaklaşık 100 kişi izledi.

Yoğun katılım nedeniyle sanık yakınları duruşmaya katılmaktan vazgeçti.

DURUŞMAYA YENİDEN BAŞLANDI

Terör örgütü PKK'nın şehir yapılanması olarak bilinen ''Kürdistan Topluluklar Birliği/Türkiye Meclisi (KCK/TM) yapılanmasıyla ilgili dava duruşmasının ikinci oturumu başladı.

Diyarbakır Adliyesinde oluşturulan özel salonda görülmesine sabah başlanan terör örgütü PKK'nın ''Kürdistan Topluluklar Birliği/Türkiye Meclisi (KCK/TM) yapılanmasıyla ilgili davanın öğleden sonraki oturumu başladı. Duruşmanın ikinci bölümüne de 103'ü tutuklu 19'u da tutuksuz olmak üzere toplam 122 sanık katıldı.

Mahkeme heyeti, sanıkların Kürtçe savunma yapma taleplerine ilişkin kararını açıklaması bekleniyor.

-7 BİN 578 SAYFALIK İDDİANAME -

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan 7 bin 578 sayfalık iddianamede, 103'ü tutuklu 151 sanık hakkında ''devletin birliğini ve bütünlüğünü bozma', ''terör örgütü üyesi ve yöneticisi olma'', ''terör örgütüne yardım ve yataklık etme'' suçlarından 15 yıl ile ağırlaştırılmış müebbet arasında değişen hapis cezaları isteniyor.   

Hakkında yakalama kararı bulunan terör örgütü PKK'nın sözde Avrupa sorumlusu Sabri Ok'un ilk şüpheli olarak yer aldığı iddianamede, kapatılan Demokratik Toplum Partisinin (DTP) 28 yöneticisi ve Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir'in de aralarında bulunduğu 12 belediye başkanı, 2 il genel meclisi başkanı ile 2 belediye meclis üyesi de şüpheliler arasında bulunuyor.   

26'sı kadın 103 tutuklu arasında Batman Belediye Başkanı Nejdet Atalay, Diyarbakır'ın Kayapınar Belediye Başkanı Zülküf Karatekin, Şırnak'ın Cizre Belediye Başkanı Aydın Budak, Şanlıurfa'nın Suruç Belediye Başkanı Ethem Şahin ve Viranşehir Belediye Başkanı Leyla Güven, Mardin'in Kızıltepe Belediye Başkanı Ferhan Türk'ün yanı sıra kapatılan DTP'nin eski genel başkan yardımcıları Kamuran Yüksek, Bayram Altun ile Selma Irmak, eski Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Ali Şimşek, İHD Genel Başkan Yardımcısı ve Diyarbakır Şube Başkanı Muharrem Erbey, kapatılan DEP'in eski milletvekili Hatip Dicle, eski Dicle Belediye Başkanı Abdullah Akengin, eski Batman Belediye Başkanı Hüseyin Kalkan, eski Viranşehir Belediye Başkanı Emrullah Cin, eski Ergani Belediye Başkanı Nadir Bingöl, DİSKİ Genel Müdürü Yaşar Sarı da yer alıyor.

AA
http://www.haber7.com/haber/20101018/KCK-davasi-Diyarbakirda-basladi-Galeri.php


KCK davasında Kürtçe savunma talebi reddedildi

Terör örgütü PKK'nın şehir yapılanması olduğu iddia edilen ''Kürdistan Topluluklar Birliği/Türkiye Meclisi (KCK/TM)'' yapılanmasıyla ilgili davada mahkeme heyeti, iddianamenin özet olarak okunmasını kararlaştırdı, sanıkların Kürtçe savunma yapma talebini reddetti.

Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada tutuklu 103 sanık hazır bulundu, tutuksuz yargılanan ve aralarında Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir ile Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş'ın da bulunduğu tutuksuz 48 sanıktan 19'u katıldı.

Duruşma sanık yoklamasıyla başladı, dünkü gibi sanıklar yoklamaya Kürtçe yanıt verdi.

İlk olarak söz alan sanık avukatlarından Mehmet Bayraktar, bir dilin yasaklanması ve engellenmesine ilişkin yasal düzenlemeler bulunmadığını savunarak, ''Sanıklar ve mağdurlar derdini anlatacak kadar Türkçe bilmiyorlarsa bunlara tercüman atanmalı'' dedi.

Bunun üzerine, mahkeme başkanı, savunmayla ilgili AİHM ve CMK'nın daha önceki benzer kararlardan örnekler sunarak, tüm sanıkların eğitim ve sosyal konumlarından Türkçe bildiklerinin anlaşıldığını, soruşturma safhasında sanıkların Türkçe savunma yaptıklarını, tercüman aracılığıyla yapılacak yargılamanın yargılama süresini uzatacağını belirterek, oy birliğiyle bu talebin reddine karar verdiklerini açıkladı.

Mahkeme başkanı, ayrıca, sanık vekillerinin iddianamenin okunmaması ve özet okunmasına ilişkin talebini ise sanıklara yüklenen suçun anlatılması gerektiği belirterek, iddianamenin özetlenerek okunmasını kararlaştırdıklarını söyledi.

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan 7 bin 578 sayfalık iddianamede, 103'ü tutuklu 151 sanık hakkında ''devletin birliğini ve bütünlüğünü bozma'', ''terör örgütü üyesi ve yöneticisi olma'', ''terör örgütüne yardım ve yataklık etme'' suçlarından 15 yıl ile ağırlaştırılmış müebbet arasında değişen hapis cezaları isteniyor.

Hakkında yakalama kararı bulunan terör örgütü PKK'nın sözde Avrupa sorumlusu Sabri Ok'un ilk şüpheli olarak yer aldığı iddianamede, kapatılan Demokratik Toplum Partisinin (DTP) 28 yöneticisi ve Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir'in de aralarında bulunduğu 12 belediye başkanı, 2 il genel meclisi başkanı ile 2 belediye meclisi üyesi de şüpheliler arasında bulunuyor.

26'sı kadın 103 tutuklu arasında Batman Belediye Başkanı Nejdet Atalay, Diyarbakır'ın Kayapınar Belediye Başkanı Zülküf Karatekin, Şırnak'ın Cizre Belediye Başkanı Aydın Budak, Şanlıurfa'nın Suruç Belediye Başkanı Ethem Şahin ve Viranşehir Belediye Başkanı Leyla Güven, Mardin'in Kızıltepe Belediye Başkanı Ferhan Türk'ün yanı sıra kapatılan DTP'nin eski genel başkan yardımcıları Kamuran Yüksek, Bayram Altun ile Selma Irmak, eski Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Ali Şimşek, İHD Genel Başkan Yardımcısı ve Diyarbakır Şube Başkanı Muharrem Erbey, kapatılan DEP'in eski milletvekili Hatip Dicle, eski Dicle Belediye Başkanı Abdullah Akengin, eski Batman Belediye Başkanı Hüseyin Kalkan, eski Viranşehir Belediye Başkanı Emrullah Cin, eski Ergani Belediye Başkanı Nadir Bingöl, DİSKİ Genel Müdürü Yaşar Sarı da yer alıyor.

AA
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1042134&title=kck-davasinda-kurtce-savunma-talebi-reddedildi