Haberler:

deneme

Ana Menü

Son yazılar

Welcome to Hukuk Forum Sitesi - Hukuk ve hayata dair her şey!. Please login or sign up.

30 Ocak 2025, 20:29:40

Login with username, password and session length
Üyeler
  • Toplam Üye: 4,224
  • Latest: TekniX
Stats
  • Toplam İleti: 8,896
  • Toplam Konu: 4,429
  • Online today: 31
  • Online ever: 648
  • (29 Eylül 2024, 09:37:03)
Çevrimiçi Kullanıcılar
Users: 0
Guests: 19
Total: 19

Son İletiler

#61
TÜKETİCİ HUKUKU NEDİR?

Tüketici Hukuku, temel ekonomik menfaatlerinin korunmasının yanı sıra kamu yararına uygun olarak tüketicinin sağlık ve güvenliği ile ekonomik zararları tazmin edici ve çevresel tehlikelerden korunmasını sağlayıcı önlemek ve ve ticari hayatın sürdürülebilmesi için gerekli temel hak ve güvenceleri içine alan bir çalışma alanı olup 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu ve 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un yanında birçok ikincil mevzuata sahip bir hukuk dalıdır. Tüketici Hukukuna ilişkin saydığımız iki kanunun yanında;

Tüketici Sözleşmelerindeki Haksız Şartlar Hakkında Yönetmelik,
Taksitle Satış Sözleşmeleri Hakkında Yönetmelik,
Tüketici Kredisi Sözleşmeleri Yönetmeliği,
Ön Ödemeli Konut Satışları Hakkında Yönetmelik,
İş Yeri Dışında Kurulan Sözleşmeler Yönetmeliği,
Mesafeli Sözleşmeler Yönetmeliği,
Finansal Hizmetlere İlişkin Mesafeli Sözleşmeler Yönetmeliği,
Devre Tatil ve Uzun Süreli Tatil Hizmeti Sözleşmeleri Yönetmeliği.
Paket Tur Sözleşmeleri Yönetmeliği,
Abonelik Sözleşmeleri Yönetmeliği,
Süreli Yayın Kuruluşlarınca Düzenlenen Promosyon Uygulamalarına İlişkin Yönetmelik,
Fiyat Etiketi Yönetmeliği,
Satış Sonrası Hizmetler Yönetmeliği,

gibi birçok ikincil mevzuata sahip bir çalışma alanıdır. Bu sebeple yurttaşların karşılaştığı hukuki ihtilaflar karşısında yapacağı başvurularda ikincil mevzuatı da göz önünde bulundurarak hareket etmesi hakkın kazanılmasında önem arz edecektir.

TÜKETİCİ SÖZLEŞMELERİNDE HAKSIZ ŞARTLAR

Tüketici Hukukunda haksız şart; tüketiciyle müzakere edilmeden sözleşmeye dahil edilen ve tarafların sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerinde dürüstlük kuralına aykırı düşecek biçimde tüketici aleyhine dengesizliğe neden olan sözleşme şartlarıdır.

Tüketiciyle yapılan sözleşmelerde yer alan haksız şartlar kesin olarak hükümsüzdür. Buna bağlı olarak da taraflar bu haksız şartlardan doğan yükümlülüklerini ifa etmek (yerine getirmek) zorunda değildir. Ancak sözleşmede bir veya birden fazla haksız şartın bulunması sözleşmeyi tamamen hükümsüz hale getirmez. Sözleşmenin haksız şartlar dışındaki hükümleri geçerliliğini korur. Bu durumda sözleşmeyi düzenleyen, kesin olarak hükümsüz sayılan şartlar olmasaydı diğer hükümlerle sözleşmeyi yapmayacak olduğunu ileri süremez.

Tüketici sözleşmelerinde sözleşme şartları önceden hazırlanmış ve sözleşmede matbu olarak yer alan şartlara tüketicinin müdahalede bulunamaması halinde, söz konusu sözleşme hükmünün tüketiciyle müzakere edilmeden imza altına alındığı kabul edilir. Şayet sözleşmeyi hazırlayan satıcı, sözleşme hükümlerinin müzakere edilerek kabul edildiğini iddia ediyorsa bunu ispatlamakla mükelleftir.

Tüketici sözleşmelerinin yazılı olması hâlinde, tüketicinin anlayabileceği açık ve anlaşılır bir dilin kullanılmış olması gerekir. Sözleşmede yer alan herhangi bir hükmün açık ve anlaşılır olmaması veya birden çok anlama gelmesi hâlinde; bu hüküm, tüketicinin lehine yorumlanır. Yine yazılı olarak düzenlenmesi gereken sözleşmeler ve bilgilendirmeler en az on iki punto büyüklüğünde, anlaşılabilir bir dilde, açık, sade ve okunabilir bir şekilde düzenlenir ve bunların bir nüshası tüketiciye verilmek zorundadır.

Tüketici ile yapılan sözleşmelerde yer alan bir hükmün haksız şart olarak nitelendirilebilmesi için 2 şartın aynı anda gerçekleşmiş olması gereklidir. Buna göre;
Sözleşme hükmünün tüketiciyle müzakere edilmeden sözleşmeye dahil edilmesi,
Tarafların sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerinde dürüstlük kuralına aykırı düşecek biçimde tüketici aleyhine dengesizliğe neden olması gereklidir.

Tüketiciye sunulmak üzere hazırlanmış matbu tüketici sözleşmelerinde haksız şartların yer alması durumunda, bu sözleşme şartlarının/hükümlerinin denetimini yapmak Gümrük ve Ticaret Bakanlığı'nın yetkisindedir. Bakanlık, tüketici sözleşmelerinde haksız şartın varlığını tespit etmesi halinde, sözleşmeyi düzenleyene otuz gün süre verir. Bu süre gerekli görüldüğü takdirde 90 güne kadar uzatılabilir. Bakanlıkça verilen sürenin bitimine kadar, sözleşmeyi düzenleyen tarafından haksız şartların sözleşme metninden çıkarmaması halinde, aykırılığın tespit edildiği her bir sözleşme için Kanunun 77. maddesi uyarınca idari para cezası uygulanır. Bu para cezası 2022 yılı için 615 Türk Lirasıdır. 

SATICI MÜŞTERİYE MALI SATMAKTAN VEYA HİZMETİ SAĞLAMAKTAN KAÇINABİLİR Mİ?

Vitrinde, rafta, reyonda, elektronik ortamda veya açıkça görülebilir herhangi bir yerde bulundurulan malın, satılık olmadığını belirten bir ibareye yer verilmedikçe satışından kaçınılamaz. Tüketici yukarıda sayılan yerlerde sergilenen bir malı ücreti mukabilinde satın alma hakkına sahiptir. Yine aynı şekilde bir hizmet sağlayıcısı da herhangi bir sebeple hizmeti sağlamaktan kaçınamaz.

Ticari veya mesleki amaçlarla hareket edenler; aksine bir teamül, ticari örf veya adet ya da haklı bir sebep yoksa, bir mal veya hizmetin satışını o mal veya hizmetin, kendisi tarafından belirlenen miktar, sayı, ebat gibi koşullara ya da başka bir mal veya hizmetin satın alınması şartına bağlayamaz. Bakanlık ve belediyeler yukarıda açıklanan durumların denetimini yapmakla mükelleftir. 

SİPARİŞ VERMEDİĞİM BİR ÜRÜN KAPIMA GELDİ NE YAPMALIYIM?

Sipariş edilmeyen bir malın gönderilmesi ya da hizmetlerin sunulması durumunda, tüketiciye karşı herhangi bir hak ileri sürülemez. Bu hâllerde, tüketicinin sessiz kalması ya da mal veya hizmeti kullanmış olması, sözleşmenin kurulmasına yönelik kabul beyanı olarak yorumlanamaz. Tüketicinin malı geri göndermek veya muhafaza etmek gibi bir yükümlülüğü yoktur. Bir mal veya hizmetin sipariş edildiğini iddia eden bu iddiasını ispatla yükümlüdür.

AYIPLI MAL NEDİR? AYIPLI MALDAN KİM SORUMLUDUR?

Ayıplı mal, tüketiciye teslimi anında, taraflarca kararlaştırılmış olan örnek ya da modele uygun olmaması ya da objektif olarak sahip olması gereken özellikleri taşımaması nedeniyle sözleşmeye aykırı olan maldır. Ambalajında, etiketinde, tanıtma ve kullanma kılavuzunda, internet portalında ya da reklam ve ilanlarında yer alan özelliklerinden bir veya birden fazlasını taşımayan; satıcı tarafından bildirilen veya teknik düzenlemesinde tespit edilen niteliğe aykırı olan; muadili olan malların kullanım amacını karşılamayan, tüketicinin makul olarak beklediği faydaları azaltan veya ortadan kaldıran maddi, hukuki veya ekonomik eksiklikler içeren mallar da ayıplı olarak kabul edilir.   

)Sözleşmeye konu olan malın, sözleşmede kararlaştırılan süre içinde teslim edilmemesi veya montajının satıcı tarafından veya onun sorumluluğu altında gerçekleştirildiği durumlarda gereği gibi monte edilmemesi sözleşmeye aykırı ifa olarak değerlendirilir. Malın montajının tüketici tarafından yapılmasının öngörüldüğü hâllerde, montaj talimatındaki yanlışlık veya eksiklik nedeniyle montaj hatalı yapılmışsa, sözleşmeye aykırı ifa söz konusu olur.

Satıcı, malı satış sözleşmesine uygun olarak tüketiciye teslim etmekle yükümlüdür. Satıcı, kendisinden kaynaklanmayan reklam yoluyla yapılan açıklamalardan haberdar olmadığını ve haberdar olmasının da kendisinden beklenemeyeceğini veya yapılan açıklamanın içeriğinin satış sözleşmesinin akdi anında düzeltilmiş olduğunu veya satış sözleşmesi kurulma kararının bu açıklama ile nedensellik bağı içinde olmadığını ispatladığı takdirde açıklamanın içeriği ile bağlı olmaz. Eğer ayıplı malı satışa sunacaksa şayet ayıplı mal üzerine ya da ambalajına, üretici, ithalatçı veya satıcı tarafından tüketicinin kolaylıkla okuyabileceği şekilde malın ayıbına ilişkin açıklayıcı bilgiyi içeren bir etiket koymalıdır. Bu etiketin tüketiciye verilmesi veya ayıba ilişkin açıklayıcı bilginin tüketiciye verilen fatura, fiş veya satış belgesi üzerinde açıkça gösterilmesi zorunludur. Aksi takdirde bu ürünler asla piyasaya sürülemez.

Satıcının ayıplı maldan doğan sorumluluğu, ayıp daha sonra ortaya çıkmış olsa bile, malın tüketiciye teslim tarihinden itibaren iki yıllık zaman aşımına tabidir. Bu süre konut veya tatil amaçlı taşınmaz mallarda taşınmazın teslim tarihinden itibaren beş yıldır. Bu durumun istisnası ağır kusur veya ürünün ayıbının hile ile gizlenmesi durumudur. Eğer ayıplı ürün satıcının ağır kusuruna ya da satıcının hile ile ayıbı gizleyerek satışa sunması halinde yukarıda belirtilen zaman aşımı hükümleri uygulanmaz.

İkinci el satışlarında satıcının ayıplı maldan sorumluluğu bir yıldan, konut veya tatil amaçlı taşınmaz mallarda ise üç yıldan az olamaz.

AYIPLI MALLARDA TÜKETİCİLERİN SEÇİMLİK HAKLARI NELERDİR?

Tüketicinin zamanaşımı süresi içerisinde aldığı ürünün ayıplı olduğunu anlaması halinde çeşitli seçimlik haklara sahip olur. Buna göre tüketici;

Satılanı geri vermeye hazır olduğunu bildirerek sözleşmeden dönme,
Satılanı alıkoyup ayıp oranında satış bedelinden indirim isteme,
Aşırı bir masraf gerektirmediği takdirde, bütün masrafları satıcıya ait olmak üzere satılanın ücretsiz onarılmasını isteme,
İmkân varsa, satılanın ayıpsız bir misli ile değiştirilmesini isteme,

seçimlik haklarından birini kullanabilir. Satıcı, tüketicinin tercih ettiği seçimlik hakkını yerine getirmekle mükelleftir.

Ücretsiz onarım veya malın ayıpsız misli ile değiştirilmesi seçimlik hakları üretici veya ithalatçıya karşı da kullanılabilir. Yine bu hakların yerine getirilmesi konusunda satıcı, üretici ve ithalatçı birlikte sorumludur. Üretici veya ithalatçı, malın kendisi tarafından piyasaya sürülmesinden sonra ayıbın doğduğunu ispat ettiği takdirde sorumlu tutulmaz.

Ücretsiz onarım veya malın ayıpsız misli ile değiştirilmesi seçimlik haklarının, satıcı için orantısız güçlükleri beraberinde getirecek olması hâlinde tüketici, sözleşmeden dönme veya ayıp oranında bedelden indirim haklarından birini kullanabilir. Orantısızlığın tayininde malın ayıpsız değeri, ayıbın önemi ve diğer seçimlik haklara başvurmanın tüketici açısından sorun teşkil edip etmeyeceği gibi hususlar dikkate alınır.

Ücretsiz onarım veya malın ayıpsız misli ile değiştirilmesi haklarından birinin seçilmesi durumunda bu talebin satıcıya, üreticiye veya ithalatçıya yöneltilmesinden itibaren azami otuz iş günü, konut ve tatil amaçlı taşınmazlarda ise altmış iş günü içinde yerine getirilmesi zorunludur. Aksi hâlde tüketici diğer seçimlik haklarını kullanmakta serbesttir.

Tüketicinin sözleşmeden dönme veya ayıp oranında bedelden indirim hakkını seçtiği durumlarda, ödemiş olduğu bedelin tümü veya bedelden yapılan indirim tutarı derhâl tüketiciye iade edilir.

Seçimlik hakların kullanılması nedeniyle ortaya çıkan tüm masraflar, tüketicinin seçtiği hakkı yerine getiren tarafça karşılanır. Tüketici bu seçimlik haklarından biri ile birlikte 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu hükümleri uyarınca tazminat da talep edebilir.

AYIPLI HİZMET NEDİR?

Ayıplı hizmet, sözleşmede belirlenen süre içinde başlamaması veya taraflarca kararlaştırılmış olan ve objektif olarak sahip olması gereken özellikleri taşımaması nedeniyle sözleşmeye aykırı olan hizmettir. Hizmet sağlayıcısı tarafından bildirilen, internet portalında veya reklam ve ilanlarında yer alan özellikleri taşımayan ya da yararlanma amacı bakımından değerini veya tüketicinin ondan makul olarak beklediği faydaları azaltan veya ortadan kaldıran maddi, hukuki veya ekonomik eksiklikler içeren hizmetler ayıplı hizmet olarak değerlendirilir.

AYIPLI HİZMETTE HAKLARIMIZ

Hizmetin ayıplı ifa edildiği durumlarda tüketici, hizmetin yeniden görülmesi, hizmet sonucu ortaya çıkan eserin ücretsiz onarımı, ayıp oranında bedelden indirim veya sözleşmeden dönme haklarından birini sağlayıcıya karşı kullanmakta serbesttir.

Sağlayıcı, tüketicinin tercih ettiği bu talebi yerine getirmekle yükümlüdür. Seçimlik hakların kullanılması nedeniyle ortaya çıkan tüm masraflar sağlayıcı tarafından karşılanmak zorundadır. Tüketici, bu seçimlik haklarından biri ile birlikte Türk Borçlar Kanunu hükümleri uyarınca tazminat da talep edebilir.

Ücretsiz onarım veya hizmetin yeniden görülmesinin sağlayıcı için orantısız güçlükleri beraberinde getirecek olması hâlinde tüketici bu hakları kullanamaz. Orantısızlığın tayininde hizmetin ayıpsız değeri, ayıbın önemi ve diğer seçimlik haklara başvurmanın tüketici açısından sorun teşkil edip etmeyeceği gibi hususlar dikkate alınır.
Tüketicinin sözleşmeden dönme veya ayıp oranında bedelden indirim hakkını seçtiği durumlarda, ödemiş olduğu bedelin tümü veya bedelden indirim yapılan tutar derhâl tüketiciye iade edilir.

Ücretsiz onarım veya hizmetin yeniden görülmesinin seçildiği hâllerde, hizmetin niteliği ve tüketicinin bu hizmetten yararlanma amacı dikkate alındığında, makul sayılabilecek bir süre içinde ve tüketici için ciddi sorunlar doğurmayacak şekilde bu talep sağlayıcı tarafından yerine getirilir. Her hâlükârda bu süre talebin sağlayıcıya yöneltilmesinden itibaren otuz iş gününü geçemez. Aksi takdirde tüketici diğer seçimlik haklarını kullanmakta serbesttir.

AYIPLI HİZMETE KARŞI HUKUKİ YOLLARA BAŞVURMADA SÜRELER

Kanunlarda veya taraflar arasındaki sözleşmede daha uzun bir süre belirlenmediği takdirde, ayıplı hizmetten sorumluluk, ayıp daha sonra ortaya çıkmış olsa bile, hizmetin ifası tarihinden itibaren iki yıllık zamanaşımı süresine tabidir. Ayıp, ağır kusur ya da hile ile gizlenmişse zamanaşımı hükümleri uygulanmaz.

AYIPLI HİZMETTE HUKUKİ SORUMLULUK

Hizmet sağlayıcı, hizmeti sözleşmeye uygun olarak ifa etmekle yükümlüdür. Sağlayıcı, kendisinden kaynaklanmayan reklam yoluyla yapılan açıklamalardan haberdar olmadığını ve haberdar olmasının da kendisinden beklenemeyeceğini veya yapılan açıklamanın içeriğinin hizmet sözleşmesinin kurulduğu tarihte düzeltilmiş olduğunu veya hizmet sözleşmesinin kurulması kararının bu açıklama ile nedensellik bağı içermediğini ispatladığı takdirde açıklamanın içeriği ile bağlı olmaz.

TAKSİTLE SATIŞ NEDİR? TAKSİTLİ SATIŞTA CAYMA HAKKI

Taksitle satış sözleşmesi, satıcı veya sağlayıcının malın teslimi veya hizmetin ifasını üstlendiği, tüketicinin de bedeli parça parça ödediği satışlardır. Taksitle satış sözleşmesi yazılı olarak kurulmadıkça geçerli olmaz. Yazılı olarak kurulan taksitli satış sözleşmesinin bir nüshasının tüketiciye verilmiş olması gerekir. Tüketici, satıştan sonra ileri bir tarihte bir kereye mahsus sözleşmenin bir örneğini satıcıdan talep edebilir.

Taksitle satış sözleşmelerinin aşağıdaki yazılı bilgileri içermesi gerekir. Buna göre taksitli satış sözleşmelerinde;

Tüketicinin adı, soyadı ve iletişim bilgileri.
Satıcı, sağlayıcı veya kiralayanın isim, unvan, açık adres, telefon ve varsa diğer iletişim bilgileri.
Sözleşmenin düzenlendiği tarih.
Malın veya hizmetin teslim veya ifa tarihi.
Sözleşmeye konu mal veya hizmet.
Malın veya hizmetin tüm vergiler dahil Türk Lirası olarak peşin fiyatı.
Malın veya hizmetin tüm vergiler dahil Türk Lirası olarak taksitle satış fiyatı.
Tüketicinin cayma hakkının olduğu ve bu hakkın hangi sürede ve nasıl kullanılacağı.
Ödeme planı.
Tüketicinin erken ödemede bulunma hakkı ile satıcı veya sağlayıcı tarafından faiz veya komisyon alınmışsa, ödenen miktara göre faiz ve komisyon indirimi talep etme hakkı olduğuna ilişkin bilgi.
Faiz miktarı, faizin hesaplandığı yıllık oran ve sözleşmede belirlenen faiz oranının yüzde otuz fazlasını geçmemek üzere gecikme faiz oranı.
Tüketicinin temerrüde düşmesinin hukuki sonuçları.
Tüketicilerin uyuşmazlık konusundaki başvurularını tüketici mahkemesine veya tüketici hakem heyetine yapabileceklerine dair bilgiler

sayılan hükümlerin tüketici sözleşmelerinde bulunması gerekmektedir.

Tüketici, yedi gün içinde herhangi bir gerekçe göstermeksizin ve cezai şart ödemeksizin taksitle satış sözleşmesinden cayma hakkına sahiptir. Cayma hakkı süresi, hizmet ifasına ilişkin sözleşmelerde sözleşmenin kurulduğu gün; mal teslimine ilişkin sözleşmelerde ise tüketicinin veya tüketici tarafından belirlenen üçüncü kişinin malı teslim aldığı gün başlar. Ancak tüketici, sözleşmenin kurulmasından malın teslimine kadar olan süre içinde de cayma hakkını kullanabilir.
 
Mal teslimi ile hizmet ifasının birlikte yapıldığı sözleşmelerde mal teslimine ilişkin cayma hakkı hükümleri uygulanır. Cayma hakkının kullanıldığına dair bildirimin cayma hakkı süresi içinde satıcı veya sağlayıcıya yazılı olarak veya kalıcı veri saklayıcısı ile yöneltilmiş olması yeterlidir. Satıcı veya sağlayıcı cayma hakkı konusunda tüketicinin bilgilendirildiğini ispat etmekle yükümlüdür. Satıcı cayma süresi içinde malı tüketiciye teslim etmişse tüketici, malı ancak olağan bir gözden geçirmenin gerektirdiği ölçüde kullanabilir. Olağan gözden geçirme malın ilk incelemesini kapsar. Malın mutat olarak kullanılması durumunda tüketici cayma hakkını kullanamaz.

CAYMA HAKKININ KULLANILMASININ SONUÇLARI

Tüketicinin cayma hakkını kullanması durumunda, satıcı veya sağlayıcı cayma bildiriminin kendisine ulaştığı tarihten itibaren yedi gün içinde almış olduğu bedeli ve tüketiciyi borç altına sokan her türlü belgeyi, tüketiciye hiçbir masraf yüklemeksizin iade etmek zorundadır. Cayma hakkını kullanan tüketici ise sözleşme konusu malı, cayma hakkını kullandığı tarihten itibaren yedi gün içinde satıcıya iade etmekle yükümlüdür. Malın 7 gün içinde satıcıya iade edilmemesi halinde cayma hakkı kullanılmamış sayılır. Cayma hakkının kullanılması durumunda tüketici, malın iade masraflarını yüklenmek zorundadır.

Av. Ahmet Faruk Ümüt

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr
#62
CEZA İNFAZ KURUMLARI VE TÜRLERİ

Ceza infaz kurumlarının türleri yaş, cinsiyet, suçun ağırlığı, mahkûmların davranışları gibi çeşitli kriterler dikkate alınarak belirlenmiştir. Bununla birlikte, yeterli bina olmaması halinde, farklı kategorilerden gelen mahkûmların aynı binalarda cezalarının infaz edilmesi de mümkündür. Bu infaz kurumlarında güvenlik derecesi, mahkûmların birbirleriyle ve dış dünya ile ilişkisi, cezanın çektirilme yöntemleri, eğitim ve iş olanakları gibi farklılaştırmalar mevcuttur.

Kapalı Ceza İnfaz Kurumları

Kapalı ceza infaz kurumları, iç ve dış güvenlik görevlileri bulunan, firara karşı teknik, mekanik, elektronik veya fizikî engellerle donatılmış, oda ve koridor kapıları kapalı tutulan, ancak mevzuatın belirttiği hâllerde aynı oda dışındaki hükümlüler arasında ve dış çevre ile temasın olanaklı bulunduğu, yeterli düzeyde güvenlik sağlanmış ve hükümlünün gereksinimine göre bireysel, grup hâlinde veya toplu olarak iyileştirme yöntemlerinin uygulanabileceği tesislerdir.

Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumları

Yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumları, iç ve dış güvenlik görevlilerine sahip, firara karşı teknik, mekanik, elektronik ve fizikî engellerle donatılmış, oda ve koridor kapıları sürekli kapalı tutulan, ancak mevzuatın belirttiği hâllerde aynı oda dışındaki hükümlüler arasında ve dış çevre ile temasların geçerli olduğu sıkı güvenlik rejimine tâbi hükümlülerin bir veya üç kişilik odalarda barındırıldıkları tesislerdir. Bu kurumlarda bireysel veya grup hâlinde iyileştirme yöntemleri uygulanır.

Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm olanlar ile süresine bakılmaksızın, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, yönetmek veya bu örgütün faaliyeti çerçevesinde Türk Ceza Kanununda yer alan;
a) İnsanlığa karşı suçlardan (TCK madde 77, 78)
b) Kasten öldürme suçlarından (TCK madde 81, 82)
c) Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçundan (TCK madde 188)
d) Devletin güvenliğine karşı suçlardan (TCK madde 302, 303, 304, 307, 308)
e) Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlardan (TCK madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315)
Mahkûm olanların cezaları, bu kurumlarda infaz edilir.

Eylem ve tutumları nedeniyle tehlikeli hâlde bulunan ve özel gözetim ve denetim altında bulundurulmaları gerekli olduğu saptananlar ile bulundukları kurumlarda düzen ve disiplini bozanlar veya iyileştirme tedbir, araç ve usûllerine ısrarla karşı koyanlar bu kurumlara gönderilirler. Bu kurumların ihtiyacı karşılama bakımından yetersiz olması hâlinde, diğer kapalı ceza infaz kurumlarının yüksek güvenlikli bölümleri kullanılır.
 
Müebbet hapis cezasına hükümlülerden,  5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki kanunun 107 nci maddede belirtilen koşullu salıverilme süresinin üçte ikisini, süreli hapis cezasına hükümlülerden toplam cezalarının üçte birini, üçüncü fıkrada belirtilen hükümlülerden geriye kalan toplam cezalarının üçte birini bu kurumlarda geçirerek iyi hâl gösterenlerin, tutum ve kişiliklerine uygun diğer ceza infaz kurumlarına gönderilmelerine karar verilebilir. 

Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumları

Kadın kapalı ceza infaz kurumları, kadın hükümlülerin hapis cezalarının infaz edildiği kurumlardır. Bu kurumlarda iç güvenlik görevlileri kadınlardan oluşturulur.  Bu maksatla kurulmuş kurumların ihtiyacı karşılama bakımından yetersiz olması hâlinde, kadın hükümlülerin hapis cezaları diğer kurumların, erkek hükümlülerin kaldığı bölümlerle bağlantısı olmayan bölümlerinde infaz edilir.

Çocuk Kapalı Ceza İnfaz Kurumları

Çocuk tutukluların ya da çocuk eğitimevlerinden disiplin veya diğer nedenlerle kapalı ceza infaz kurumlarına nakillerine karar verilen çocukların barındırıldıkları ve firara karşı engelleri olan iç ve dış güvenlik görevlileri bulunan, eğitim ve öğretime dayalı kurumlardır. 12-18 yaş grubu çocuklar, cinsiyetleri ve fizikî gelişim durumları göz önüne alınarak bu kurumların ayrı ayrı bölümlerinde barındırılırlar. Bu hükümlüler, kendilerine özgü kurumun bulunmadığı hâllerde kapalı ceza infaz kurumlarının çocuklara ayrılan bölümlerine yerleştirilirler. Kurumlarda ayrı bölümlerin bulunmaması hâlinde, kız çocukları kadın kapalı ceza infaz kurumlarının bir bölümünde veya diğer kapalı ceza infaz kurumlarının kendilerine ayrılan bölümlerinde barındırılırlar. Bu kurumlarda çocuklara eğitim ve öğretim verilmesi ilkesine tam olarak uyulur.

Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumları

Gençlik kapalı ceza infaz kurumları, cezanın infazına başlandığı tarihte 18 yaşını bitirmiş olup da 21 yaşını doldurmamış genç hükümlülerin cezalarını çektikleri, eğitim ve öğretim esasına dayalı, firara karşı engelleri olan, iç ve dış güvenlik görevlileri bulunan kurumlardır. Bu hükümlüler için ayrı bir kurum kurulamadığı takdirde, yukarıdaki fıkra kapsamındaki hükümlüler, diğer kapalı ceza infaz kurumlarının gençlere ayrılan bölümlerinde bu maddedeki esaslara göre barındırılırlar.

Açık Ceza İnfaz Kurumları
 
Açık ceza infaz kurumları, hükümlülerin iyileştirilmelerinde, çalıştırılmaları ve meslek edindirilmelerine öncelik verilen, firara karşı engelleri ve dış güvenlik görevlisi bulunmayan, güvenlik bakımından kurum görevlilerinin gözetim ve denetimi ile yetinilen kurumlardır. Açık ceza infaz kurumları ihtiyaca göre ayrıca kadın açık ceza infaz kurumları ve gençlik açık ceza infaz kurumları şeklinde kurulabilir.

Aşağıdaki hâllerde hükümlüler hakkında verilen cezalar doğrudan açık ceza infaz kurumlarında yerine getirilir:

a) Terör suçları, örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçları ile örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçlar ve cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlardan mahkûm olanlar ile ikinci defa mükerrir olanlar ve koşullu salıverilme kararının geri alınması nedeniyle cezası aynen infaz edilenler hariç olmak üzere, kasıtlı suçlardan toplam 3 yıl veya daha az hapis cezasına mahkûm olanlar.
b) Taksirli suçlardan toplam beş yıl veya daha az süreyle hapis cezasına mahkûm olanlar.
c) Adlî para cezası infaz sürecinde hapis cezasına çevrilenler.
d) 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu gereğince tazyik hapsine tabi tutulanlar.

Hükümlülerin kapalı ceza infaz kurumundan açık ceza infaz kurumuna ayrılmalarına 89 uncu madde uyarınca yapılan değerlendirme sonucunda karar verilir.  Toplam 10 yıl ve daha fazla hapis cezasına mahkûm olanlar ile terör suçları, örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçları, örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçlar, kasten öldürme suçları, cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar ve uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçlarından mahkûm olanların kapalı ceza infaz kurumundan açık ceza infaz kurumuna ayrılmalarına ilişkin idare ve gözlem kurulu kararları, infaz hâkiminin onayından sonra uygulanır.

Doğrudan açık ceza infaz kurumuna alınanlar dahil olmak üzere bu kurumlarda bulunan hükümlülerden;
a) Firar edenler veya başka bir fiilden dolayı haklarında tutuklama kararı verilenler idare ve gözlem kurulu kararıyla,
b) Kınamadan başka bir disiplin cezası alıp, bu cezası kesinleşmiş olanlar veya asayiş ve düzenin sağlanması amacıyla disiplin cezası kesinleşmemiş olsa bile eylemi kurum düzeni ya da kişi güvenliği bakımından tehlike oluşturanlar idare ve gözlem kurulu kararıyla,
 c) Açık ceza infaz kurumu şartlarına veya çalışma koşullarına uyum sağlayamayacakları saptananlar idare ve gözlem kurulunun kararı ve infaz hâkiminin onayıyla, kapalı ceza infaz kurumlarına gönderilirler

Hükümlülerin, suç ve ceza türlerine göre, açık ceza infaz kurumlarına ayrılıp ayrılmamalarına, açık ceza infaz kurumlarında geçirecekleri sürelere, kapalı ceza infaz kurumlarına gönderilmelerine, doğrudan açık ceza infaz kurumlarına alınmalarına, doğrudan açık ceza infaz kurumlarına alınanların kapalı ceza infaz kurumlarına gönderilmelerine ve diğer hususlara ilişkin usul ve esaslar yönetmelikte gösterilir.

Çocuk Eğitimevleri

Çocuk eğitimevleri; çocuk hükümlüler hakkında verilen cezaların, hükümlülerin eğitilmeleri, meslek edinmeleri ve yeniden toplumla bütünleştirilmeleri amaçları güdülerek yerine getirildiği tesislerdir. Bu kurumlarda firara karşı engel bulundurulmaz; kurum güvenliği iç güvenlik görevlilerinin gözetim ve sorumluluğunda sağlanır. Kurum içinde veya dışında herhangi bir eğitim ve öğretim programına devam eden ve 18 yaşını dolduran çocukların, eğitim ve öğretimlerini tamamlayabilmeleri bakımından 21 yaşını bitirinceye kadar bu tesislerde kalmalarına izin verilebilir. Haklarında tutuklama kararı bulunanlar ile 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 11 inci madde kapsamına girenler hariç olmak üzere, bu tesislerde bulunan çocuk hükümlüler kapalı ceza infaz kurumlarına gönderilmezler.

Av. Ahmet Faruk Ümüt

Daha fazlası için; www.umut.av.tr

#63
İŞE İADE DAVALARI

İşe iade davası, işverenin iş akdini haksız olarak feshettiği hallerde işçinin haksız yere işten çıkartıldığı süreç içerisinde çalışmadığı zamanların zararını tazminini sağlayan ve aynı zamanda eski koşullarıyla görevine geri dönmesini sağlayan bir dava türüdür.

İş Kanunumuza göre belirsiz süreli iş sözleşmeleri, ancak haklı bir nedenin varlığı halinde feshedilebilir." 4857 sayılı İş Kanunumuzun 18. maddesinde "Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır." denmektedir. Yine aynı kanunumuzun sözleşme feshinde usul başlıklı 19. maddesinde, işverenin fesih bildirimini yazılı olarak yapması gerektiğini ve fesih sebebini açık ve kesin bir şekilde belirtilmesi gerektiğini de belirtmektedir. Hakkındaki iddialara karşı savunmasını almadan bir işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesi, işçinin davranışı veya verimi ile ilgili nedenlerle feshedilemeyeceği de kanunumuzda açıkça belirtilmiştir. 

HAKSIZ FESİH KAVRAMI

Gerek 4857 sayılı İş Kanunu'muzun 18. maddesinin 3. fıkrasında gerekse uluslararası 158 sayılı Hizmet İlişkisine Son Verilmesi Sözleşmesinin 5. ve 6. maddelerinde iş akdinin feshi için geçerli bir neden oluşturmayan nedenlere yer verilmiştir.

Bunlar;
Sendika üyeliği veya çalışma saatleri dışında veya işverenin rızası ile çalışma saatleri içinde sendikal faaliyetlerde bulunmak.
İşyeri sendika temsilciliği yapmak.
Mevzuattan veya sözleşmeden doğan haklarını takip veya yükümlülüklerini yerine getirmek için işveren aleyhine idari veya adli makamlara başvurmak veya bu hususta başlatılmış sürece katılmak.
Irk, renk, cinsiyet, medeni hal, aile yükümlülükleri, hamilelik, doğum, din, siyasi görüş vb nedenler.
Hastalık veya kaza nedeniyle İK m. 25/1-b'de öngörülen bekleme süresinde işe geçici devamsızlık, nedenleriyle işverence iş akdi feshedilmesi.
Kadın işçilerin çalıştırılmasının yasak olduğu sürelerde işe gelmemek.

İşverenin geçerli bir nedene dayanmaksızın yaptığı haksız fesihlerde işçiler için güvence olan "işe iade davası" söz konusu olmaktadır. Her ne kadar Türk Medeni Kanunu ve Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nda "Herkes iddiasını ispatlamakla mükelleftir." denmişse de İş Kanunumuzun 20. maddesine göre; "Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür."

İŞE İADE DAVASI ŞARTLARI

1 - İşe iade davası açabilmek için işçinin İş Kanuna tabi olarak çalışması gereklidir.
2 - İK madde 18/1'e göre işe iade talebinde bulunabilmek için o işyerinde en az 6 aylık kıdeme sahip olmak gereklidir.
• Kıdemden anlaşılması gereken işçinin işyerinde geçirdiği süredir. Yer altı işçileri ise 6 aylık kıdeme sahip olmasalar da kanunda açık bir şekilde belirtildiği üzere işe iade şartlarından faydalanacaklardır. Aynı işverene ait birden fazla işyeri  varsa ve işçi belirli aralıklarla bu işyerlerinde çalışmışsa da 6 aylık kıdem şartında toplam süre dikkate alınacaktır. Yine işyerindeki deneme süresi de işçinin kıdem süresine dahil edilir.
3 - İş sözleşmesinin belirsiz süreli iş sözleşmesi olması gereklidir.   
• İş akdinin belirli bir süreye tabi olmadığı sözleşmeler için belirsiz süreli iş sözleşmesinin varlığından bahsedebiliriz. İş sözleşmesi belirli bir süre için kurulsa dahi esaslı bir neden olmadıkça birden fazla üst üste (zincirleme) yapılamaz. Aksi halde iş akdi kurulmasından itibaren belirsiz süreli olarak kabul edilir. 
4 - İşverenin fesih tarihinde işyerinde 30 veya daha fazla işçi çalıştırması gerekmektedir.
• Aynı iş kolunda(faaliyet alanı) işverenin kendine ait birden fazla işyeri bulunmaktaysa 30 veya daha fazla işçi sayısı kriterinde  işverenin işyerlerindeki toplam işçi sayısını göz önünde bulundurulacaktır.
5 - İşverenin haksız bir nedenle iş akdini feshetmesi gerekmektedir.
6 - İşçinin işveren vekili veya işveren vekili yardımcısı statüsünde olmaması gerekmektedir.

İŞE İADE DAVASINDA SÜRELER

İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde işe iade talebiyle, İş Mahkemeleri Kanunu hükümleri uyarınca arabulucuya başvurmak zorundadır.

Arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamaması hâlinde, son tutanağın düzenlendiği tarihten itibaren, iki hafta içinde iş mahkemesinde dava açılabilir. Arabulucuya başvurmaksızın doğrudan dava açılması sebebiyle davanın usulden reddi hâlinde ret kararı taraflara resen tebliğ edilir.

İşe iade davasında karar kesinleştikten sonra işçi, 10 gün içerisinde işverene işe başlatma talebinde bulunmalıdır. İşveren işe başlatma talebi kendisine ulaştıktan sonra 30 gün içerisinde işçiyi işe başlatmakla yükümlüdür. İşverenin bu yükümlülüğe uymaması halinde işçiye en az dört aylık ve en çok sekiz aylık ücreti tutarında tazminat ödemekle yükümlü olur.

İŞE İADE DAVASINDA YARGITAY KARARLARI

1. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi'nin 05.07.2013 tarihli ve 2013/5262 E. , 2013/20620 K. sayılı kararı;

"...fesih bildirimi yazılı yapılmasına rağmen fesih sebebi açık kesin olarak belirtmemiştir. Fesih sebebinin açık ve kesin olarak belirtilememesi, yapılan fesih işlemini geçersiz kılar."

2. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi'nin 06.06.2013 tarihli ve 2013/6097 E. , 2013/17426 K. sayılı kararı;

"Davalının 22.11.2011 tarihli fesih bildiriminde davacının bir kısım davranışlarına dayanılmışsa da, fesihten önce davacının fesih bildiriminde belirtilen davranışları konusunda davacıdan savunma istendiği veya alındığına dair bir belge de sunulmadığına göre davalı tarafından yapılan feshin geçersiz olduğunun kabulüyle davacının işe iadesine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde reddi hatalıdır."

3. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 15.07.2009 tarihli ve 2009/345 E. , 2009/392 K. sayılı kararı;

"Davacı işçinin üyesi bulunduğu sendika ile işveren arasında bağıtlanan sözleşmenin davacı yönünden işe başlatıldığı tarihten itibaren uygulanması gerekir. Davacının toplu iş sözleşmesinin uygulanmasına karşı çıkarak işe başlamayı reddetmesi ve işyerinden ayrılması, işe başlama yönünde gerçek bir iradenin ortaya konulmadığı anlamına gelmektedir. Davacı işçinin işe iade başvurusunda bulunmamış olması sebebiyle 4857 sayılı İş Kanunu'nun 21/5. maddesi uyarınca işverence yapılan fesih geçerli bir feshin sonuçlarını doğurur. Böyle olunca işe iade davasında tespit edilen işe başlatmama tazminatı ile boşta geçen süre ücretine hak kazanılması söz konusu olmaz. Yine, sözkonusu fesih geçerli hale gelmekle, 4 aylık sürenin ilavesine ve ücret artışına bağlı olarak ihbar ve kıdem tazminatı talep edilmesi de mümkün değildir."

4. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 31.01.2013 tarihli ve 2012/26496 E. , 2013/3782 K. sayılı ilamı;

"4857 sayılı İş Kanunu'nun 21. maddesi uyarınca, mahkemece feshin geçersizliğine karar verildiğinde, kararın kesinleşmesine kadar çalıştırılmadığı süre için işçiye en çok dört aya kadar doğmuş bulunan ücret ve diğer hakların ödenmesini de hüküm altına alınması gerekir. Bu süre üst sınır olup, aynı maddenin son fıkrası uyarınca sözleşme ile değiştirilemez, aksi hükümler geçersizdir. Yasa koyucu yargılama süresini dikkate alarak bu düzenlemeyi yapmıştır. Yargılama süreci 4 aylık sürenin altında kaldığında, kısaca fesih ile işe iade kararı sonrası başvuru arasında boşta geçen süre 4 aydan az olduğu takdirde, başvuru tarihine kadar ki ücret ve diğer haklar hüküm altına alınacaktır. Ancak yargılama süreci 4 aydan fazla sürdüğünde, yasanın amir hükmü gereği boşta geçen süre için 4 aya kadar ücret ve diğer hakların ödenmesi gerekecektir. Boşta geçen süre için ücret ve diğer hakların ödenmesi, feshin geçersizliğine bağlı ikincil bir sonuçtur. Talep olmasa da mahkemece dikkate alınması gerekir. Ayrıca feshin geçersizliği istemi tespit niteliğinde olduğundan, boşta geçen süre için ücret ve diğer hakların miktar belirtilmeksizin, hüküm altına alınması ve ödenmesi gerektiğinin tespiti ile yetinilmesi gerekir."

5. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi'nin 22.06.2006 tarihli ve 2006/38631 E. , 2006/18287 K. sayılı ilamında;

"Şayet davacı 10 gün içerisinde işe başlatılması için işverene başvurmamış ise 31.12.2004 tarihinde yapılan fesih geçerli hale gelecektir. Bu taktirde şimdi olduğu gibi davacının işçilik alacaklarının tespitinde 31.12.2004 tarihinin esas alınması doğrudur. Şayet davacı işçi, 10 gün içerisinde işe başlatma için müracaat etmiş ve işveren tarafından yasal süre içerisinde işe başlatılmamış ise, bu durumda kesinleşen işe iade davası ile 31.12.2004 tarihinde yapılan fesih geçersiz hale geldiğinden artık 31.12.2004 tarihinde yapılmış bir fesihten söz edilemez. Bu durumda, dairemizin istikrar kazanan uygulamasına göre, iş akdinin feshi işe iade kararı üzerine işçinin işe başlatılmadığı tarihte gerçekleşmiş olacaktır. Her dava açıldığı tarihteki şartlara göre değerlendirileceğinden, işçilik alacakları ile ilgili bu davanın açıldığı tarihte yapılmış bir fesihten bahsedilemeyeceğinden, feshe bağlı olarak talep edilebilen ihbar ve kıdem tazminatı ile yıllık izin alacak taleplerinin reddine karar vermek gerekecektir"

6. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi'nin 22.11.2006 tarihli ve 2006/11483 E. , 2006/30849 K. sayılı ilamında;

"Dosyadaki bilgi ve belgelerden, davacının 9 ve 10.11.2004 tarihlerindeki işe iade için başvurularının, işe iade kararının kesinleşmesinden önce yapıldığı anlaşılmaktadır. İşe iade kararının kesinleşmesinden önce yapılan bu başvurular geçerli değildir"

7. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi'nin 12.07.2010 tarihli ve 2010/9233  E. , 2010/22908 K. sayılı ilamında;

"Davacı, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini istemiştir. İşe iade davaları ya sadece alt işveren aleyhine ya da alt işverenin yanında ve asıl işveren de davalı gösterilerek açılabilir. Başka bir anlatımla, işe iade davası sadece asıl işveren aleyhine açılamaz. Davacı vekili, dava dilekçesinde asıl işveren-alt işveren ilişkisinin muvazaaya dayandığını, gerçek işvereninin İSKİ Genel Müdürlüğü olduğunu belirterek davayı bilinçli bir şekilde sadecede İSKİ genel Müdürlüğü aleyhine açmıştır. Bu durumda husumette yanılmadan söz edilmesi de mümkün değildir. Davacının dava dışı ... San.ve Tic.Ltd.Şti.'nin işçisi olduğu, davalılar arasındaki asıl işveren-alt işveren ilişkisinin muvazaaya dayanmadığı anlaşılmakla, davalı İSKİ Genel Müdürlüğü aleyhine açılan davanın husumet yönünden reddine karar verilmelidir."

8. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi'nin 19.03.2012 tarihli ve 2012/10514  E. , 2012/8813 K. sayılı ilamında;

"Ana kural işinin fesih tarihinde çalıştığı işyerinde ve aynı pozisyonda işe başlatılmasıdır. İşçinin eski işinde ya da işyerinde başlatılmasının mümkün olmaması halinde esaslı değişiklik hali yaratılmadan yeni iş teklifi yapılmalı bu koşul da sağlanamadığı takdirde m.22ye uygun şekilde çalışma koşullarında esaslı değişiklik prosedürü işletilmelidir."

Av. Ahmet Faruk Ümüt

Daha fazlası için; www.umut.av.tr
#64
Mevzuat Değişiklikleri / 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Ka...
Son İleti Gönderen Av. Ahmet Faruk Ümüt - 19 Haziran 2024, 20:33:42
Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve 659 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununda Yapılan Değişikliklere İlişkin Karşılaştırmalı Tablo


#65
Mevzuat Değişiklikleri / Özel Sağlık Tesislerinin Denet...
Son İleti Gönderen Av. Ahmet Faruk Ümüt - 19 Haziran 2024, 20:20:41
ÖZEL SAĞLIK TESİSLERİNİN DENETİMİ HAKKINDA YÖNETMELİK

Sağlık hizmet sunumunun ve sağlık hizmeti sunan gerçek kişiler ileözel hukuk tüzel kişilerine ait sağlık kurum, kuruluş ve müesseselerin ilgili mevzuat ve Sağlık Bakanlığınca belirlenen politika ve düzenlemelere uygunluğunun denetlenmesine ve uygulanacak idari yaptırımlara ilişkin usul ve esasları düzenlemek amacıyla 17.11.2023 tarih ve 32372 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Yönetmelik, sağlık hizmeti sunan gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerine ait olup ilgili mevzuatı uyarınca Sağlık Bakanlığı tarafından verilen izin, uygunluk belgesi veya ruhsat ile faaliyet gösteren tüm sağlık kurum, kuruluş ve müesseseleri, yetkisiz, izinsiz veya ruhsatsız sağlık hizmeti sunumuna konu olan kişi, kurum ve kuruluşlar ile Sağlık Bakanlığınca yetkilendirilen uluslararası sağlık turizmi aracı kuruluşlarını kapsamasıyla oldukça geniş bir kapsamı denetleme gayesiyle yürürlüğe girmiştir.

Dayanağını, 11/4/1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasınaDair Kanuna, 24/5/1933 tarihli ve 2219 sayılı Hususi Hastaneler Kanununa, 7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı SağlıkHizmetleri Temel Kanununun 9 uncu maddesinin (c) bendi ile ek 11 inci maddesine ve 1 sayılı CumhurbaşkanlığıTeşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 355 inci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendine ve 508 inci maddesinden alan Yönetmelik içerisinde çeşitli tanımlamalar, yaptırımlar ve bu yaptırımlara ilişkin itiraz prosedürlerini düzenlemektedir.

Söz konusu Yönetmeliğin 4. maddesinde bazı tanımlar yapılmış olup buna göre;

Denetim: Sağlık hizmeti sunan gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerine ait tüm sağlık kurum, kuruluş vemüesseselerinin ve sağlık hizmet sunumunun; ilgili mevzuat ve Bakanlıkça belirlenen politika ve düzenlemelereuygunluğunun tespit edilmesi ve aykırı durumlarda idari yaptırım uygulanmasını sağlamak amacıyla Bakanlık veya Bakanlık adına İl Sağlık Müdürlükleri tarafından yapılan inceleme, soruşturma, izleme, değerlendirme ve koordinasyonfaaliyetleri ile idari yaptırımlara ilişkin iş ve işlemleri kapsayan süreci,
Denetleyici: Denetimin türüne ve kapsamına göre sağlık hizmet sunum alanlarında veya sağlık hizmeti sunan gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerine ait tüm sağlık kurum, kuruluş ve müesseselerinde inceleme,denetim ve değerlendirme yapmak üzere bu Yönetmeliğe göre Bakanlık veya İl Sağlık Müdürlükleri tarafından görevlendirilen kişiyi,
Denetim Ekibi: Denetim faaliyetlerini gerçekleştirmek üzere denetimin türüne ve kapsamına göre Bakanlık veya il sağlık müdürlüğü tarafından bu Yönetmeliğe göre oluşturulan ekibi,
E-Denetim: Sağlık Bakanlığınca oluşturulan Sağlık Tesisleri Denetim ve İzleme Sistemi üzerinden gerçekleştirilen denetimi,
Faaliyet Raporu: Müdürlüklerce e-denetim üzerinden gerçekleştirilen denetimlere ait gerektiğinde veya yıllık olarak düzenlenen il denetim faaliyet raporunu,
Sağlık Tesisi: Tabi olduğu mevzuat hükümleri uyarınca Sağlık Bakanlığınca ruhsat ve faaliyet izin belgesi veya uygunluk belgesi düzenlenen tüm sağlık kurum, kuruluş ve müesseseleri,
Sağlık Tesisi Yetkilisi: Sağlık tesisinin mesul müdürü ile muayenehane sahibi hekim ve diş hekimlerini,
Uygunsuzluk: Sağlık tesisi denetimlerinde; bina ve hizmet birimi, personel, tıbbi cihaz, donanım, malzeme ve ilaç standartlarında, belge ve kayıtlarında, hizmet sunumu ve faaliyetlerinde ilgili mevzuatına, Bakanlıkça belirlenmiş olan düzenlemelere, sağlık politika ve programlarına ilişkin olarak tespit edilen aykırılıkları,
İfade edecek şekilde tanımlanmıştır. 

DENETİM TÜRLERİ

Yönetmelik ile sağlık tesisleri ve sağlık hizmet sunum alanlarında üç farklı şekilde denetim öngörülmüş olup buna göre;
 
Olağan Denetim; İl Sağlık Müdürlüğü'nün denetim planında belirlenen takvim dâhilinde yerinde yapılan denetimdir. Sağlık tesisinin tabi olduğu mevzuatında belirlenmiş olan ruhsat, faaliyet ve hizmet standartlarına göre denetim ekibi tarafından yılda en az bir kez ve haberli olarak yapılır.

Olağan Dışı Denetim; İhbar veya şikâyet üzerine veya yazılı, görsel ve işitsel yayınlar, sosyal paylaşım siteleri, elektronik ortam ve benzeri iletişim kanallarında ilgili mevzuat ve Bakanlıkça belirlenen politika ve düzenlemelerle uyumlu olmayan bildirimler hakkında Bakanlık veya İl Sağlık Müdürlüğünce resen ve habersiz olarak yapılan denetimdir. Olağan dışı denetimin; idari yaptırım uygulanması, adli merciler veya ilgili diğer kurum ve kuruluşlara bildirimler hariç olmak üzere, denetimi yapacak denetleyici ya da denetim ekibinin görevlendirildiği tarihten itibaren en geç otuz gün içerisinde tamamlanması esastır.

Süre Sonu Denetim; Denetimlerde tespit edilen uygunsuzlukların giderilmesi için verilen sürenin sona erdiği tarihten itibaren en geç on beş iş günü içerisinde uygunsuzlukların giderilip giderilmediğinin yerinde tespiti amacıyla yapılan denetimdir. Bu denetimde, denetim tutanağına süre sonu denetimi olduğu yazılır.

DOSYA VE ELEKTRONİK SİSTEM ÜZERİNDEN DENETİM

Yönetmelik ile belirli bir sağlık hizmet sunumu alanında, Sağlık Bakanlığınca belirlenmiş olan tıbbi uygulamalara veya tıbbi endikasyonlara uygunluğunun tespiti amacıyla hasta dosyası, elektronik kayıt sistemleri, tıbbi fotoğraf, tıbbi görüntüleme, rapor ve diğer ilgili bilgi ve belgeler üzerinden veya e-denetim sistemi kullanılarak inceleme, denetim ve değerlendirme yapılabilmesinin önü açılmış olup bu değerlendirmenin yapılabilmesi için Sağlık Bakanlığına ait sağlık kurum ve kuruluşlarından veya üniversitelerden; konusunda uzman, tercihen akademisyenlerden, Sağlık Bakanlığının veya İl Sağlı Müdürlüğünün onayı ile en az üç kişilik inceleme, denetim ve değerlendirme komisyonu kurulması gerektiği ve gerektiği takdirde birden fazla komisyon oluşturulabileceği düzenlenmiştir.

Denetimin yapılabilmesi için gerekli bilgi ve belgelerin e-denetim üzerinden eksiksiz ve zamanında giderilebilmesi ve komisyona iletilebilmesi için, Sağlık Bakanlığı veya Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünü personellerinden en az bir kişi denetim ve değerlendirme süresince koordinatör olarak görevlendirileceği ve bu koordinatörün sağlık tesisi yetkilisi ile beraber istenen bilgi ve belgelerin eksiksiz hazırlanması aşamalarında müteselsil sorumlu kılınmıştır. Yine Yönetmelik ile denetim için istenilen bilgi ve belgeleri eksiksiz yerine getirmeyen yetkilinin iki kez uyarılacağı ve üçüncü kez tekrarlanması halinde görevine son verileceği ve üç yıl süre ile sağlık hizmeti verilen kurumlarda müdürlük yapama yetkisinin kısıtlanması yaptırımına tabi tutulacağı düzenlenmiştir.

Yapılan denetimin sonucu Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü veya İl Sağlık Müdürlüğü tarafından raporlanır ve uygun görüldüğü takdirde Sağlık Bakanlığının onayı ile işleme konulacaktır.

YETKİSİZ, İZİNSİZ VEYA RUHSATSIZ SUNULAN SAĞLIK HİZMETLERİNİN DENETİMİ

İlgili mevzuat ve Sağlık Bakanlığı tarafından yayınlanan düzenlemeler hilafında yetkisiz, izinsiz veya ruhsatsız sağlık hizmeti sunduğu ve tıbbi uygulamalar yaptığı tespit edilen gerçek kişiler ve özel hukuk tüzel kişileri bu Yönetmelik esaslarına uygun olarak İl Sağlık Müdürlüğünce denetlenir.

Yetkisiz, izinsiz veya ruhsatsız olarak sağlık hizmeti sunulduğu, tanı ve tedaviye yönelik işlem ve tıbbi uygulamaların yapıldığının tespit edilmesi halinde;
Herhangi yetkili bir kurumdan verilmiş ruhsat, izin veya faaliyet belgesi bulunmayan işyerleri Valilik tarafından kapatılır ve ilgili kişiler hakkında Cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunulur.

Herhangi bir kurum tarafından kendi faaliyet alanı ile ilgili mevzuat kapsamında ruhsat verilmiş işyerleri valilikçe sağlık hizmeti sunumu faaliyetinden men edilerek ilgili kişiler hakkında Cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunulur ve ayrıca ruhsatı düzenleyen kuruma ilgili mevzuatı uyarınca işlem yapılmak üzere gerekli bildirimler yapılır.

DENETİMLERDE UYULACAK USUL VE ESASLAR

Bu Yönetmeliğe göre yapılacak denetimlerin planlanması, koordinasyonu, gerçekleştirilmesi, izlenmesi, değerlendirilmesi, sonuçlandırılması ve raporlanması; aksi bildirilmedikçe e-denetim sistemi üzerinden gerçekleştirilecektir.

Denetim esnasında; sağlık tesisinin iç işleyişine müdahale edilmemesi, hastaların hizmet almasını ve tedavi süreçlerini aksatabilecek nitelikteki tutum, davranış ve uygulamalardan kaçınılması esastır.

Denetim esnasında düzenlenen denetim tespit tutanağı; denetim ekibi ile birlikte ilgili sağlık tesisi yetkilisi tarafından imza altına alınır veya itiraz söz konusu ise şerh konularak imzalanır. Denetimlerde elektronik imza kullanılır. Sistemden kaynaklanan sorunlara bağlı olarak fiziki evrak ve tutanak da kullanılabilir. Elektronik imza aracılığıyla tanzim edilen tutanaklar, ilgili sağlık tesisine e-posta adresine iletilecektir.

Sağlık tesisleri, olağan denetimler haricinde denetim planından bağımsız ve habersiz olarak sağlık hizmet sunumuna ve bünyesinde faaliyet gösteren belirli bir tıbbi birim veya birimlere münhasıran her zaman denetlenebilecektir. 

DENETİME TABİ ÖZEL SAĞLIK TESİSLERİNİN YÜKÜMLÜLÜKLER

Denetime tabi tutulan gerçek ve tüzel kişiler; denetimlerin, denetim süresince bu Yönetmelikle belirlenen usul ve esaslara uygun olarak yürütülmesi ve sonuçlandırılması için denetim ekibine gerekli kolaylığı sağlamak, denetim ile ilgili olan tüm bilgi ve belgeleri denetim ekibine göstermek, talep halinde vermek, incelenmesine yardımcı olmak ve denetim ekibi tarafından sorulan hususlarda anlaşılır ve doğru bilgi vermekle yükümlüdür.

Denetim ekibine, denetim esnasında ilgili sağlık tesisi yetkilisi refakat eder. Denetim süresince; denetim ekibinin sağlık tesisi içindeki güvenliği ilgili sağlık tesisince sağlanır.

Yönetmelik kapsamında denetime tabi tutulacak özel sağlık tesisi yetkilisinin 5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu uyarınca ıslak imzaya eşdeğer ve hukuki geçerliliği olan güvenli e-imza edinmekle yükümlüdür.

Söz konusu yükümlülüklerini yerine getirmeyen sağlık tesisinin yetkilisi bir yıl içerisinde iki kez uyarılır, üçüncü kez yükümlülüklerin yerine getirilmemesi halinde ise yetkilinin görevine son verilir ve üç yıl sağlık tesislerinde mesul müdürlük yapamaz. İlgili mevzuatında mesul müdür tanımlaması olmayan tesisler ise bir yıl içerisinde iki kez uyarılır üçüncü tespitte tesis faaliyeti üç gün süreyle durdurulur.

DENETİMLER SONUCUNDA UYGULANACAK İDARİ YAPTIRIMLAR

Yönetmelik kapsamında özel sağlık tesisinde gerçekleştirilen denetimler sonucunda tespit edilen usulsüzlükler hakkında;
Uyarı,
Süre verme,
Sağlık tesisinin bir kısmında veya tamamında faaliyetin durdurulması,
Ruhsat veya faaliyet izninin askıya alınması veya iptali,
İdari para cezası verilmesi,
Mesul müdürlük görevine son verilmesi,
Adli mercilere suç duyurusunda bulunulması,


 idari yaptırımları uygulanır.

Faaliyetin durdurulması, ruhsat veya faaliyet izninin askıya alınması veya iptali cezaları, Sağlık Bakanlığının; idari para cezaları ile diğer yaptırımlar Valilik tarafından verilecek olur yazısı ile uygulanabilecektir. Söz konusu idari yaptırımlar, Sağlık Bakanlığı veya Valilik tarafından verilen olur yazısının verildiği tarihten itibaren en geç on beş iş günü içerisinde uygulanması esastır.

Sağlık tesisinin bir kısmında veya tamamında faaliyetin durdurulması, ruhsat veya faaliyet izninin askıya alınması veya iptaline ilişkin uygulanan yaptırımlarda; mevcut yatan hastaların tedavisine devam edilir, faaliyet durdurma süresi içerisinde sağlık tesisine veya ilgili birimlere yeni hasta kabulü yapılamaz.

Tesisinin bir kısmında veya tamamında hastaların tedavisini olumsuz etkileyen, hizmetin devamı halinde hasta sağlığını ve güvenliğini tehlikeye sokan ve hizmetin gecikmeksizin derhal durdurulmasını gerektiren acil ve telafisi güç durumların ortaya çıkması halinde eksiklik giderilinceye kadar sağlık tesisinin ilgili biriminde veya tamamında faaliyetler Valilik tarafından durdurulabilir.

Sağlık tesisinin bir kısmında veya poliklinik faaliyetlerinin durdurulmasına ilişkin yaptırımlar, acil sağlıkhizmetleri hariç olmak üzere uygulanır. Faaliyeti durdurulan ilgili birimde yeni hasta kabulü yapılamaz. Faaliyeti durdurulduğu halde hasta kabulüne devam eden sağlık tesisinin faaliyeti iki kat süreyle tamamen durdurulur. Faaliyeti iki kat süreyle durdurulmasına rağmen hasta kabulü yapan sağlık tesisinin ruhsatı Sağlık Bakanlığı tarafından iptal edilir.

Hasta hakları ihlalinin yapıldığı tespit edilen sağlık tesislerinde ihlalin gerçekleştiği ilgili birimin faaliyeti uygun şartlar sağlanana kadar Sağlık Bakanlığının kararı üzerine Valilik tarafından durdurulur ve ilgililer hakkında ilgili mevzuatı uyarınca idari ve adli işlemler yapılır. İlgili birim; acil servis, tıbbi laboratuvar, görüntüleme ve yoğun bakım gibi hastaların tanı ve tedavisinde hayati önemi haiz tıbbi hizmet birimi ise, ilgili birimde uygun şartlar sağlanana kadar İl Sağlık Müdürlüğü tarafından belirlenecek bir komisyonun gözetimi altında faaliyetlerini sürdürmesi sağlanır.

Acil sağlık hizmet sunumunda ve ilgili mevzuatı gereği ilave ücret alınmayacak sağlık hizmetlerinden mevzuat hükümlerine aykırı olarak ilave ücret alındığı tespit edilen sağlık tesisleri hakkında ilk tespitte bir önceki aya ait brüt hizmet gelirinin binde biri oranında idari para cezası verilir ve fazla alınan ücretin iadesi sağlanır. İkinci tespitte idari para cezası bir kat artırılarak uygulanır ve fazla alınan ücretin iadesi sağlanır. Üçüncü tespitte ise sağlık tesisinin poliklinik faaliyeti bir gün süreyle durdurulur ve fazla alınan ücretin iadesi sağlanır. İdari para cezalarının hesaplanmasında; ilgili sağlık tesisinin, idari para cezasına esas teşkil eden fiilin işlendiği tarihten bir önceki aya ait brüt hizmet geliri esas alınacaktır.

Sağlık tesisinin devredilmesi halinde; devralan, devredenin denetim sırasında tespit edilen uygunsuzluklardan kaynaklanan idari yaptırım ve sorumluluklarını da devralmış sayılır. Örnek vermek gerekirse hakkında faaliyeti durdurma kararı verilen sağlık tesisini devralan kimse faaliyeti durdurma idari yaptırımının süresinin tamamlanmasını beklemek zorundadır.

Denetim tarihinde, sağlık tesisinin tabi olduğu mevzuatta belirtilen; acil hastaya müdahale esaslarına, personel, tıbbi cihaz ve donanım, bina ve hizmet birimleri veya malzeme ve ilaç standartlarından herhangi birisinde birden fazla maddeye uygunsuzluk tespit edilmesi halinde en ağır olan yaptırım uygulanır.

Yapılan denetimlerde; sağlık meslek mensubunun meslek icrası esnasında sonucunu öngörerek veya görevinin gereklerine aykırı hareket ederek veyahut görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek tıbbi hata ya da hasta hakları ve etik ilkelere aykırı davranışının inceleme raporu ile tespit ve tevsik edilmesi hâlinde hakkında işlem yapılmak üzere inceleme dosyasının Sağlık Meslekleri Kuruluna sevk edilmesi sağlanır.

DENETİM SONUÇLARINA İTİRAZ VE SAVUNMA

Sağlık tesisleri, sağlık tesisi yetkilisi kanalıyla denetim sonuçlarına itiraz edebilirler.

İtirazlar; denetim esnasında tutulan yerinde tespit tutanağına imza şerhi koymak suretiyle imza aşamasında yapılır. Konulan şerhte; itiraz konusu edilen uygunsuzluğun denetim sorgu formundaki sıra numarası ve sorusu, şerh gerekçesi ve varise dayandığı bilgi ve belgelerle birlikte yazılı olarak belirtilir.

Şerh konulduğu halde denetim sırasında ibraz edilemeyen yazılı açıklama ve dayandığı bilgi ve belgelerin denetim tutanağı tarihini takip eden yedi gün içerisinde resmi kayıt ile müdürlüğe iletilmesi zorunlundur. Süresi içerisinde yapılmayan bildirimler işleme konulmaz ve itiraz gerekçesi ortadan kalkar.

Sağlık tesislerine uygulanan idari yaptırımlar ile ilgili sağlık tesisinin savunması istenir. Sağlık tesisi savunması, tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içerisinde müdürlüğe gönderilir. Bu süre içerisinde savunma vermeyen sağlık tesisleri savunma yapmamış sayılır. Gerekçesi İl Sağlık Müdürlüğü tarafından uygun görüldüğü takdirde sağlık tesisine ek savunma süresi verilebilir. Bu süre yedi günü geçemez.

Yukarıda detayları ile izah ettiğimiz yönetmelik yayım tarihi olan 17.11.2023 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olup Yönetmelik hükümleri Sağlık Bakanlığınca yürütülecektir.

Av. Ahmet Faruk Ümüt

Daha fazlası için; www.umut.av.tr



#66
SAĞLIK HİZMETLERİNDE TANITIM VE BİLGİLENDİRME FAALİYETLERİ HAKKINDA YÖNETMELİK BİLGİ NOTU

Sağlık hizmetlerinde tanıtım ve bilgilendirme faaliyetlerine ilişkin temel ilke ve ölçütlerin belirlenmesi, bu faaliyetlerin denetlenmesi ve uygulanacak yaptırımlara ilişkin usul ve esasların düzenlendiği "Sağlık Hizmetlerinde Tanıtım ve Bilgilendirme Faaliyetleri Hakkında Yönetmelik",  29.07.2023 tarih ve 32263 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Bu Yönetmelik öncesinde;
�    Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasınadair Kanun (m.24 ve m.40),
�    Organ Ve Doku Alınması, Saklanması, Aşılanması Ve Nakli Hakkında Kanun (m.4),
�    Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi (m.8, m.9, m.39),
�    Özel Hastaneler Yönetmeliği (m.60 ve m. 60/A),
�    Ayakta Teşhis Ve Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmelik (m.29 ve m.30)
�    Uluslararası Sağlık Turizmi Ve Turistinsağlığı Hakkında Yönetmelik (m.12),
�    2011/41 Sayılı Genelge (Sağlık Turizmi ve Turistin Sağlığı Kapsamında Sunulacak Sağlık Hizmetleri),
�    2011/59 sayılı Genelge (Bilgilendirme ve Tanıtım Faaliyetleri),
�    2013/15 sayılı Genelge (Özel Sağlık Kuruluşlarının Bilgilendirme ve Tanıtım Faaliyetleri),

ile mevzuatta dağınık halde yer alan sağlık meslek mensupları tarafından uyulması gereken tanıtım ve bilgilendirme usul ve esasları 29.07.2023 tarihi itibariyle yürürlüğe giren Sağlık Hizmetlerinde Tanıtım ve Bilgilendirme Faaliyetleri Hakkında Yönetmelik ile beraber yeni düzenlemeler getirilerek tek bir Yönetmelik çerçevesinde bir araya getirilmiştir.

Söz konusu Yönetmelik sağlık meslek mensuplarını, sağlık hizmeti sunan gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerine ait olup ilgili mevzuatı uyarınca Sağlık Bakanlığı tarafından verilen izin, uygunluk belgesi veya ruhsat ile faaliyet gösteren tüm sağlık kurum, kuruluş, müesseseleri ve uluslararası sağlık turizmi aracı kuruluşları tarafından yapılan tanıtım ve bilgilendirme faaliyetleri ile sağlık hizmet sunumu alanında yetkisi, izni ya da ruhsatı bulunmayan kişi, kurum ve kuruluşlar tarafından yapılan tanıtım ve bilgilendirme faaliyetlerini kapsamasıyla sağlık sektörünün tamamına yakınını yakından ilgilendiren bir düzenleme olmakla birlikte içerisinde çeşitli yaptırım ve yükümlülükleri barındırmaktadır.

Söz konusu düzenlemenin hukuki dayanağını sağlık meslek mensuplarının bağlı olduğu 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu oluşturmaktadır.

Yönetmeliğin Tanımlar başlıklı 4. maddesine göre;

Hekim, diş hekimi, eczacı, hemşire, ebe ve optisyen ile 1219 sayılı Kanunun ek 13. maddesinde tanımlanan diğer meslek mensupları, sağlık meslek mensubu olarak tanımlanmış, tanıtım ve bilgilendirme faaliyetleri ise; özel sağlık tesisleri için hasta kabul ve tedavi edilen uzmanlık dalları, adres ve iletişim bilgileri ile hizmet verilen sağlık alanıyla ilgili sağlığı koruyucu ve geliştirici nitelikteki bilgileri, hekimler için ise mesleki ve akademik unvanı ile 1219 sayılı Kanunda belirlenen ana dal ve yan dal uzmanlıklarını, muayene gün ve saatlerini, hasta kabul ettiği zaman ve mahal bilgisini ve sunmaya yetkili oldukları sağlık hizmetiyle ilgili sağlığı koruyucu ve geliştirici nitelikteki bilgileri içeren; yanıltıcı ve aldatıcı olmayan, insan sağlığını tehlikeye düşürmeyen, talep ve haksız rekabet ortamı yaratmayan ve reklam tanımı kapsamına girmeyen faaliyetlerin tamamı olarak sayılmıştır.

TANITIM VE BİLGİLENDİRMEDE UYULACAK ESASLAR

Yönetmelik kapsamında "tanıtım ve bilgilendirme" ve "sosyal paylaşım mecraları ile internet siteleri" üzerinden yapılan yayın içerikleri ve reklam faaliyetlerine geniş yer ayrılmış olup bu kapsamda ilke ve esaslara açıklık getirilmektedir.  Yönetmelik ile sağlık hizmet sunumunda örtülü veya açık reklam yapılması ve yaptırılması yasaklanmış olmakla birlikte yapılacak tanıtım ve bilgilendirmeler Yönetmeliğin 5. Maddesinde çizilen sınırlar ölçüsünde yapılmalıdır.

Sağlık Alanında Tanıtım ve Bilgilendirmede Temel İlkeler

Sağlık hizmet sunumunda örtülü veya açık reklam yapılması ve yaptırılması yasaktır. Aşağıdaki ilke ve esaslara uyulması kaydıyla tanıtım ve bilgilendirme yapılabilir;

�    Tanıtım ve bilgilendirmelerde, genel ahlaka, tıbbi deontoloji ve meslek etiği kurallarına uyulması zorunludur.
�    Sağlık hizmet sunumu ile ilgili bilgilendirmeler, sadece konusunda hukuken yetkili sağlık meslek mensupları tarafından yapılabilir.
�    Sağlık tesislerinin hasta tedavi ettiği uzmanlık dallarından başka hastaları kabul ve tedavi ettiği intibaını uyandıracak şekilde halkı yanıltan, yanlış yönlendiren, kişi ve toplum sağlığını tehlikeye düşüren, talep ve haksız rekabet ortamı yaratan tanıtım ve bilgilendirme yapılamaz.
�    Tanıtım ve bilgilendirmelerde; sağlık meslek mensubu tarafından yapılsa dahi, doğruluğu bilimsel ve klinik olarak kanıtlanmamış, yerleşik tıbbi metot haline gelmemiş, Bakanlıkça tıbbi işlem olarak tanımlanıp düzenlenmemiş tıbbi ve tedavi yöntemleri hakkında açıklamalara yer verilemez, bu yöntemlerle hastalıkların tedavi edildiği veya tedaviye yardımcı olunduğuna dair ifadeler kullanılamaz.
�    Tanıtım ve bilgilendirmeler; sağlık tesisleri için hasta kabul ve tedavi edilen uzmanlık dalları, adres ve iletişim bilgileri ile hizmet verilen sağlık alanıyla ilgili sağlığı koruyucu ve geliştirici nitelikteki bilgiler, hekim ve diş hekimleri için ise 1219 sayılı Tababet Ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun ile belirlenen ana dal ve yan dal uzmanlıkları, akademik unvan, muayene gün ve saatleri, hasta kabul ettiği zaman ve mahal bilgisi ve hizmet verilen sağlık alanıyla ilgili sağlığı koruyucu ve geliştirici nitelikteki bilgiler ile sınırlıdır.
�    Tanıtım ve bilgilendirmelerde; 1219 sayılı Kanunda yer alan ana dal ve yan dal uzmanlığı dışında uzmanlık unvanı yazılamaz ve kullanılamaz.
�    Hastaların sağlık hizmetine yönelik teşekkür ilanında bulunduğuna dair izlenim oluşturacak faaliyetlerde bulunulamaz.
�    Tanıtım ve bilgilendirmeler, hastayı sağlık meslek mensubuna veya sağlık kuruluşuna doğrudan veya dolaylı biçimde yönlendirecek içerikte olamaz.
�    Tıbbi yardım hizmetleri, genel sağlık kontrolü (check-up), sağlık taraması, danışmanlık, bilgilendirme gibi sebeplerle aracı kuruluş, yayın ve iletişim kanalları vasıtasıyla belirli bir sağlık meslek mensubuna ve sağlık kuruluşuna yönlendirme yapılamaz.
�    Bilimsel terimler, araştırma sonuçları veya bilimsel yayınlardan yapılan alıntı ve istatistiki veriler gerçekte olduklarından farklı sonuçlar doğuracak biçimde sunulamaz.
�    Sağlık hizmetine konu olan mal veya hizmetin diğerlerinden farklı ya da daha üstün olduğu algısı oluşturacak biçimde insanların güvenini kötüye kullanan ya da bilgi eksikliğini istismar eden tanıtım ve bilgilendirme yapılamaz.
�    İnternet sitelerindeki bilgilendirmenin son güncelleme tarihi ile internet sitesi editörüne ulaşılabilecek iletişim bilgileri açıkça belirtilir.
�    İnternet arama motorlarına sağlık tesisleri ve hekimler tarafından kayıt yaptırılabilir. Ancak, kullanılacak anahtar kelimeler ve arama motorlarında çıkan sonuç sayfasında yer alan tüm bilgiler bu Yönetmelikteki ilkelere aykırı olamaz.
�    Kişilerin bilgi ve rızaları olmaksızın kişisel telefonları aranamaz, mektup, kısa ileti, elektronik posta ve sosyal paylaşım araçları vasıtasıyla ileti gönderilerek reklam ve tanıtım yapılamaz.
�    Sağlık hizmetleri; özendirme, çekiliş ve hediye gibi pazarlama amaçlı sunulamaz ve bu amaca yönelik reklam, tanıtım ve bilgilendirme yapılamaz

Sosyal paylaşım ve internet sitelerinde yapılan tanıtım ve bilgilendirmelerde bu Yönetmelikte öngörülen ilkelere uyulması zorunludur. Bu ilkelere aykırı olarak tanıtım ve bilgilendirme faaliyetlerinde bulunanlar ile paylaşanlar aynı derecede sorumludur.

Sağlık hizmetlerine yönelik olarak yürütülecek sosyal sorumluluk projeleri ve kampanyalar kapsamında yapılacak tanıtım ve bilgilendirme faaliyetleri öncesinde Bakanlıktan izin alınması zorunludur. Tanıtım ve bilgilendirmeler; sosyal sorumluluk projesinin kapsamı, süresi ve sadece projeden faydalanacak kişi veya kuruluşlar ile sınırlıdır.

Uluslararası sağlık turizmi kapsamındaki tanıtım ve bilgilendirme faaliyetleri 13/7/2017 tarihli ve 30123 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Uluslararası Sağlık Turizmi ve Turistin Sağlığı Hakkında Yönetmelik hükümlerine uygun olarak yürütülür.
Bilimsel, istatistiki ve haber niteliğindeki bilgi dağıtımı halleri ayrık olmak üzere, organ ve doku alınması ve verilmesine ilişkin her türlü reklam, tanıtım ve benzeri etkinlikler yasaktır.

Yapılacak tanıtım ve bilgilendirme faaliyetleri esnasında yukarıda detayları ile açıklanan hususlara dikkat edilmesi kadar 01/08/1998 tarihli ve 23420 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Hasta Hakları Yönetmeliği ve 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanununa ve 21/6/2019 tarihli Kişisel Sağlık Verileri Hakkında Yönetmelik hükümlerine de hassasiyetle uyulması gerekmektedir.

Tanıtım ve Bilgilendirmelerde Görsel İçerik Kullanımı

Yönetmeliğin "Tanıtım ve Bilgilendirmelerde Görsel İçerik Kullanımı" başlıklı 7. maddesi ile sağlık meslek mensupları ve sağlık tesislerinin, sundukları sağlık hizmetleri ile ilgili yapacakları tanıtım ve bilgilendirmelerinde; tedavinin etkilerini kıyaslayıcı ve talep oluşturan nitelikte öncesi ve/veya sonrası görsellerin bulunması yasaklanmış olup aşağıdaki ilke ve esaslar çerçevesinde görsel kullanımına izin verilmiştir. Buna göre;

• Paylaşılacak görsel içeriklerde; genel ahlak kurallarına aykırı, kamu sağlığı ile esenliğine tehdit oluşturan, kişi hak ve hürriyetlerini zedeleyen, hastanın özel ya da sosyal yaşamını istismar edici, toplumu endişeye sevk edici veya yanıltıcı biçimde görüntü ve ifadelere yer verilemez.
• Hastaya ait görsel içeriklerin kullanılabilmesi için hastanın kendisinin, küçük veya mahcur ise veli veya vasisinin açık rızasının alınması ve Hasta Hakları Yönetmeliğine uyulması şarttır. Açık rıza alınırken Yönetmelik ekinde yer alan "Görsel İçerik Kaydetme ve İşleme Onam Formu"  kullanılır.
• Hasta, paylaşılacak görsel içeriği önceden görme hakkına sahiptir. Görsel paylaşım izni, hastanın kendisinin, küçük veya mahcur ise veli veya vasisinin isteği üzerine herhangi bir usul ve şarta bağlanmaksızın her zaman geri çekilebilir. Hastanın geri çekme talebini sağlık tesisi veya ilgili sağlık meslek mensubu derhal işleme almak ve sonuçlandırmakla yükümlüdür.
• Görüntü paylaşım izni vermeyen hastalara, tanı ve tedavi uygulamalarında ve alınacak bedellerde herhangi bir değişiklik olmayacağı bilgi ve güvencesinin verilmesi zorunludur.
• Görsel içeriklerinin kullanılabilmesi için alınan izin karşılığında hastaya herhangi bir ödeme ya da indirim yapılamaz, hediye verilemez.
• Tanıtım ve bilgilendirmede kullanılacak video ve fotoğraflara ait ortamların, kullanılan tekniklerin gerçeğine aykırı olmaması, yanıltıcı makyaj olmaksızın görüntülenmesi zorunludur. Görsel içerikler üzerinde sonradan teknolojik değişiklik veya düzeltme uygulanamaz. Görsel içeriklerde işlem tarihi ve görselin görüntülendiği tarihin belirtilmesi zorunludur.
• Başka mecralarda yapılmış olsa dahi görsel içeriklere ilişkin yapılan hasta yorumları veya teşekkür ilanı anlamına gelecek ifadeler paylaşılamaz. Görsel içeriklere ait paylaşımların tamamen yoruma kapatılması zorunludur.
• Ameliyat veya tıbbi girişim esnasında ve ameliyathanede hasta görüntüsü paylaşılamaz.
• Genel ahlak kurallarına aykırılık teşkil edecek şekilde vücudun mahrem bölgelerine ait görsel içerikler paylaşılamaz.
• Görsel içerikli paylaşımlar, sağlık tesisi veya ilgili sağlık meslek mensubunun kendisi tarafından yapılmak zorundadır. Bu paylaşımların başkaları tarafından yapılmış olması ilgili sağlık tesisi veya sağlık meslek mensubunun sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.
•    Paylaşılan görsel içerikler; yazılı, görsel basın, sosyal medya platformları, internet siteleri gibi mecralarda sponsorlu olarak ya da ücret verilerek yayınlatılamaz.
•    Sağlık meslek mensubu veya sağlık kuruluşunun, diğer sağlık meslek mensuplarından veya sağlık kuruluşlarından daha üstün veya daha iyi olduğu izlenimini vermeye yönelik olarak bölge, mekân, tıbbi cihaz, donanım, araç, gereç veya personel yahut benzeri herhangi bir unsur ile ilgili görsel paylaşılamaz.

TANITIM VE BİLGİLENDİRME FAALİYETLERİNİN DENETİMİ VE DEĞERLENDİRİLMESİ

Söz konusu tanıtım ve bilgilendirme faaliyetleri Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü, İl Sağlık Müdürlükleri, tarafından basın ve yayın organları, internet siteleri üzerinden düzenli olarak incelenir. İl Sağlık Müdürlükleri, Sağlık Bakanlığı'nın talimatı, resen tespit, ihbar veya şikâyet üzerine sosyal paylaşım ve internet siteleri, afiş, ilan, yazılı ve görsel basın ve benzeri mecralarda bu Yönetmelik hükümlerine aykırı olarak yürütüldüğü tespit edilen tanıtım ve bilgilendirme faaliyetleri hakkında yapılan iş ve işlemleri "Yönetmelik" ekinde yer alan "Tanıtım ve Bilgilendirme Faaliyet Raporu Formuna" uygun olarak Sağlık Bakanlığı'nın "Sağlık Tesisleri Denetim ve İzleme Sistemi" üzerinden gerçekleştirir.

İllerde, tanıtım ve bilgilendirme faaliyetlerinin bu Yönetmelik hükümlerine ve ilgili diğer mevzuata uygunluğunu değerlendirmek üzere Valilik onayı ile Sağlıkta Bilgilendirme Tanıtım Faaliyetleri İl Değerlendirme Komisyonu kurulur.

Komisyon, sağlık hizmetleri başkanının başkanlığında, bir başkan yardımcısı, ilgisine göre ilgili birim sorumlusu, değerlendirmeye konu olan sağlık alanından kamuda görevli bir uzman hekim var ise İl Sağlık Müdürlüğü'nde görevli bir avukat, bulunmaması halinde ilde kamuda görevli bir avukat, Ticaret İl Müdürlüğünden bir temsilci ve ilgisine göre kanunla kurulmuş meslek kuruluşlarından bir temsilci olmak üzere toplam yedi üyeden oluşturulur.

Komisyon; söz konusu Yönetmelik kapsamında aykırılığı tespit edilen tanıtım ve bilgilendirme faaliyetlerini incelemenin sonuçlandırılarak Komisyona sevk edildiği tarihten itibaren en geç otuz gün içerisinde değerlendirir ve karara bağlar. Komisyon, Müdürün yazılı daveti üzerine en az beş üyenin katılımı ile toplanır ve toplantıya katılanların salt çoğunluğu ile karar alır. Komisyonun sekretaryası İl Sağlık Müdürlüğü tarafından yürütülür.

Aykırılığı tespit edilen tanıtım ve bilgilendirme faaliyetleri hakkında 7/11/2013 tarihli ve 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun çerçevesinde Reklam Kurulunca değerlendirilmek üzere Ticaret Bakanlığına veya Ticaret İl Müdürlüklerine gerekli bildirimler yapılır. Bu Yönetmelik kapsamında yapılan bildirim dosyalarının Sağlık Bakanlığı'ndan Ticaret Bakanlığı'na ve İl Sağlık Müdürlüklerinden Ticaret İl Müdürlüklerine iletilmesi esnasında söz konusu bildirim dosyalarında;

• Sağlıkta Bilgilendirme Tanıtım Faaliyetleri İl Değerlendirme Komisyonunun kararı,
• Şikâyete konu olan reklam, tanıtım veya bilgilendirmelere ait üzerinde tarihlerin ve internet sitelerinin URL adreslerinin bulunduğu basılı örnekler, tanıtımlarda yer verilen hangi ifadelerin, ilgili mevzuatın hangi hükmüne aykırılık teşkil ettiğine ilişkin detaylı, açıklayıcı ve ayırt edici bilgiler,
• Reklam veren, aykırı tanıtım ve bilgilendirme yapan sağlık tesisi ve kuruluşlar hakkında Müdürlükler tarafından yapılan inceleme veya denetim sonucuna göre ilgili mevzuatı çerçevesinde yapılan iş ve işlemlere ait bilgi ve belgeler,
• Şikâyete konu edilen sağlık tesisi veya reklamı yapılan hizmete ait var ise ruhsat, bildirim, kayıt veya benzeri izin belgeleri,
bulunmak zorundadır.

RADYO VE TELEVİZYON KANALLARINDA SAĞLIK ALANINDA YAPILAN TANITIM VE BİLGİLENDİRME FAALİYETLERİNİN DENETİMİ

Radyo ve televizyon kanallarında yapılan tanıtım ve bilgilendirme programlarına katılan, konuşma ve açıklama yapan sağlık meslek mensupları programdan önce "Yönetmelik" ekinde yer alan Taahhütnameyi iki nüsha olarak imzalamakla yükümlüdür. Taahhütnamenin bir örneği ilgili yayın kuruluşunda muhafaza edilir ve ayrıca, bir nüshası da Sağlık Bakanlığı'na gönderilir.

Radyo ve televizyon kanallarında yapılan tanıtım ve bilgilendirme faaliyetleri ile bu kapsamda yapılan açıklama ve konuşmaların bu Yönetmelik ile belirlenen ilke ve esaslara uygun olup olmadığı; ilgili uzmanlık alanında akademisyen olan meslek mensuplarından Bakanlıkça her seferinde ilgili sağlık alanına münhasıran oluşturulan en az üç kişilik Sağlıkta Tanıtım ve Bilgilendirme Faaliyetlerini İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu marifetiyle incelenir ve gerekçeli olarak raporlanır.

Gerekçeli raporda; toplum ve kişi sağlığına aykırı bilgilendirme, konuşma veya açıklama yaptığı tespit edilenler hakkında ilgili mevzuatı çerçevesinde gerekli idari yaptırımlar uygulanır ve ayrıca 6112 Sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun kapsamında inceleme ve işlem yapılması talebiyle Radyo ve Televizyon Üst Kuruluna gönderilir.

SAĞLIK HİZMETLERİNDE TANITIM VE BİLGİLENDİRME FAALİYETLERİ HAKKINDA YÖNETMELİK KAPSAMINDAKİ YAPTIRIMLAR

Yönetmeliğin yürürlüğe girmesiyle beraber Yönetmeliğe aykırı haller için geniş kapsamlı yaptırımlar düzenlenmiş olup buna göre;
Hekim veya diş hekimleri tarafından, Sağlık Hizmetlerinde Tanıtım ve Bilgilendirme Faaliyetleri Hakkında Yönetmelik hükümlerine aykırı olarak tanıtım ve bilgilendirme yapıldığının tespit edilmesi halinde, 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanunun ilgili 27. veya 44. Madde hükümleri uyarınca idari para cezası uygulanır. Verilen idari para cezaları, tebliğinden itibaren bir ay içinde ödenir. İlgililer hakkında ilgili mevzuatı kapsamında değerlendirilmek ve işlem yapılmak üzere bağlı bulundukları meslek kuruluşuna gerekli bildirimler yapılır.

Yönetmelik hükümlerine aykırı olarak tanıtım ve bilgilendirme faaliyetlerinin yapıldığı tespit edilen sağlık tesisi iki kez uyarılır. Bir yıl içerisinde üçüncü kez bu Yönetmelik hükümlerine aykırı tanıtım ve bilgilendirme faaliyetleri yapıldığının tespit edilmesi halinde üç gün süreyle ilgili tıp veya uzmanlık dalındaki birimin faaliyeti durdurulur.

Aynı şekilde uluslararası sağlık turizmi sağlık tesisi veya uluslararası sağlık turizmi aracı kuruluşları da Yönetmelik hükümlerine aykırı olarak tanıtım ve bilgilendirme yapıldığı tespit edilmesi halinde uyarılır ve bir yıl içerisinde ikinci kez tespit edilmesi halinde bir ay, üçüncü kez tespit edilmesi halinde üç ay süreyle kuruluşun ve tesisin sağlık turizmi faaliyeti durdurulur.

Organ nakillerinin uygulandığı tıbbi tedavi merkezlerinde Yönetmelik hükümlerine aykırı olarak tanıtım ve bilgilendirme yapıldığının tespit edilmesi halinde, ilk tespitinde organ nakillerinin uygulandığı tıbbi tedavi merkezlerinin kadavra organ dağıtımı üç ay süreyle durdurulur. İkinci tespitte ise nakil türüne göre üç ay süre ile faaliyet izni iptal edilir. Organ veya doku teminine yönelik olarak ilan veya reklam veren veya yayınlayan kişiler hakkında suç duyurusunda bulunulur.

İlgili mevzuata ve Bakanlık düzenlemelerine aykırı olarak yetkisiz, izinsiz veya ruhsatsız sağlık hizmeti sunumuna konu olan kişi, kurum ve kuruluşlar tarafından yapılan tanıtım ve bilgilendirme faaliyetleri yapıldığının tespit edilmesi halinde, yetkisiz sağlık hizmeti sunulan yerlerin faaliyeti derhal durdurulur ve ilgililer hakkında 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanunu ve 3359 Sağlık Hizmetleri Temel Kanun hükümleri uyarınca Cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunulur.

14/7/2005 tarihli ve 2005/9207 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmelik kapsamında serbest olarak çalışan, hekim ve diş hekimi dışındaki sağlık meslek mensupları ile sağlık hizmetlerinde çalışan diğer meslek mensupları sağlık beyanı içermemek, tanı ve tedaviye yönelik olmamak kaydıyla mesleki yetki alanlarında tanıtım ve bilgilendirme yapabilir. Ancak bu kişiler tarafından yapılan mesleki yetki ihlalleri, sağlık beyanı içeren tıbbi tedaviye yönelik faaliyetler ile bu Yönetmelik hükümlerine aykırı olarak yapılan tanıtım ve bilgilendirme faaliyetleri yetkisiz sağlık hizmeti sunumu olarak değerlendirilir ve ilgililer hakkında 1219 sayılı Kanun ile 3359 sayılı Kanun hükümleri uyarınca Cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunulur.

Sosyal paylaşım ve İnternet siteleri üzerinden yapılan sağlıkla ilgili tanıtım ve bilgilendirmelerde insan sağlığını tehlikeye düşüren veya tanı ve tedavi sürecini olumsuz olarak etkileyen veya bu süreci engelleyici nitelikte suç unsurunun bulunduğu tespit edilen ilgililer hakkında 4/5/2007 tarihli ve 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun hükümleri uyarınca ilgili içeriklerin erişime engellenmesi için suç duyurusunda bulunulur.

Söz konusu yönetmelik yayımlandığı 29/07/2023 tarihi itibari ile yürürlüğe girmiş bulunmakta olup Yönetmelikte hüküm bulunmayan hallerde; ilgili diğer mevzuat hükümleri uygulanmakla beraber Yönetmeliğin yürürlük hükümleri Sağlık Bakanlığı nezdinde uygulanmaktadır. 

Av. Ahmet Faruk Ümüt

Daha fazlası için; www.umut.av.tr

#67
YARGITAY KARARLARI IŞIĞINDA KUR FARKI FATURALARINDAN KAYNAKLI UYUŞMAZLIKLAR

Günümüzde enflasyon oranı yüksek ülkelerde yurtiçinde yürütülen ticari faaliyetlerde dahi sıklıkla yabancı para cinsi kullanıldığına tanıklık etmekteyiz. Hal böyleyken ticari ilişkilerden kaynaklı fatura, kayıt ve belgelerde de söz konusu yabancı para birimi ile Türk para birimi arasındaki kur farkları çeşitli uyuşmazlıklara sebebiyet verebilmektedir. Söz konusu uyuşmazlıklara ilişkin hukuki yollara değinmeden önce kavramlardan bahsedecek olursak;

Kur, bir ülkeye ait para biriminin diğer para birimleri karşısındaki fiyatıdır. Kur farkı ise; yabancı para birimi ile yapılan ticari ilişkilerde faturanın düzenlendiği tarih ile faturanın ödendiği tarih arasında paranın değerinde olan değişimden kaynaklı tarafların lehine ya da aleyhine olan farka verilen isimdir.

Yabancı para birimi ile yapılan ticari ilişkilerde faturanın düzenlendiği tarih ile faturanın ödendiği tarih ile faturanın ödendiği tarih arasında paranın değerinde olan değişimden kaynaklı tarafların lehine ya da aleyhine olarak ortaya çıkan farka ilişkin aleyhine fark oluşan tarafın düzenlediği faturaya kur farkı faturası adı verilir.

Vergi Usul Kanunumuzun 215'inci maddesine göre fatura, kayıt ve belgelerde Türk para birimi kullanılması şarta bağlanmış durumdadır. Bununla beraber Türk Lirası karşılığı gösterilmesi koşuluyla bu fatura ve belgelerin yabancı para birimine göre de düzenlenmesi mümkündür. Yurtdışında faaliyet gösteren şirketler ile yapılacak ticari ilişkilerde Türk Lirası karşılığı gösterme şartı aranmaz.

Yurtiçinde yapılacak ticari ilişkilerde ise döviz cinsinden kesilen tutar yine döviz cinsinden tahsil edilecekse taraflar arasında yapılan sözleşmeyle döviz kuru kararlaştırılabilir ve faturaya bu kur üzerinden Türk Lirası değeri yazılır. Bununla beraber hukuki uyuşmazlıklarda sıklıkla karşılaştığımız gibi taraflar arasında döviz kuru kararlaştırılmamış ise faturaya Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB), döviz alış kuru ile faturadaki tutarın Türk Lirası karşılığı yazılmalıdır. (İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı'nın 18.08.2017 tarih ve 11395140-105[VUK-1-20626]-256502 sayılı özelge)

KUR FARKINDAN KAYNAKLANAN HUKUKİ UYUŞMAZLIKLAR

Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik koşullar sebebiyle uygulamada daha çok satıcı aleyhine oluşan kur farkları birçok hukuki ihtilafa sebep sebep olmakla beraber kur farkı talep edebilmek için birden fazla şartın aynı anda birlikte bulunması gerekir.

A. FATURANIN DÖVİZ CİNSİNDEN DÜZENLENMESİ GEREKLİDİR

Kur farkı talep edebilmenin ilk koşulu düzenlenen faturanın döviz cinsinden düzenlenmesidir. Vergi Usul Kanunumuzun 215. maddesi uyarınca döviz cinsinden düzenlenen faturaların Türk Lirası karşılığı da faturada yer almalıdır.


Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 11.09.2018 tarih 2017/3549 Esas, 2018/4033 Karar sayılı ilamında da bu duruma ilişkin; "Kur farkı alacağının talep edilebilmesi için taraflar arasında akdedilen sözleşmede hüküm bulunması ya da faturaya konu malların döviz karşılığı satımının yapılmış olması gerekir. Kur farkında vade farkı istemleri gibi teamülün olup olmadığı önemli değildir."


şeklinde verdiği kararla faturanın döviz cinsinden düzenlenmesi gerektiğini açıkça ortaya koymuştur.

B. TİCARİ SATIMIN DÖVİZ CİNSİNDEN YAPILDIĞI İSPAT EDİLMELİDİR.

Taraflardan herhangi birinin kur farkı talep edebilmek için yapılan ticari satımın döviz cinsinden yapıldığını ispat etmesi gerekir. Yabancı para birimi üzerinden ilişkinin varlığı sınırlı biçim ve koşullardaki belgelerle ispatlanabilir. İspat taraflar arasında yapılan sözleşme ile yapılabileceği gibi ticari ilişkinin döviz cinsinden yapıldığına dair yazışma, mailleşme, sipariş formu, teklif formları, döviz cinsinden düzenlenmiş fatura veyahut fatura açıklamasında buna ilişkin beyanlar vb. gibi evraklar ile de ispat edilebilir.

Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 13.03.2019 tarih 2018/1227 Esas, 2019/1611 Karar sayılı ilamında ticari satımın döviz cinsinden yapılmasının ispatının nasıl yapılabileceğine ilişkin; "Bedeli yabancı para olarak gösterilen faturalar yönünden akdi ilişkinin yabancı para cinsinden kurulduğunun kabulü gerekir. Yabancı para üzerinden kurulan temel ilişkide fatura tarihindeki kur ile ödeme tarihindeki kur arasındaki farkın istenebilmesi için uygulama ya da teamül aranmaz. Hal böyle olunca mahkemece yabancı para cinsinden düzenlenen faturalar yönünden davacının kur farkı talebi yönünden TL cinsinden yapılan ödemeler dikkate alınarak uzman bir bilirkişiye inceleme yaptırılarak ayrıntılı ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınıp deliller hep birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir" demekle ispat yükümlülüğüne ilişkin değerlendirmelerde bulunmuştur.

Yine Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 05.12.2019 tarih 2018/965 Esas, 2019/5447 Karar sayılı ilamında hangi hallerde kur farkı talep edilebileceğine ilişkin; "Kur farkına esas olan faturalar incelendiğinde, satılan malların döviz karşılığının gösterildiği ve bu nedenle ödeme tarihlerine göre kur farkı istenebileceği anlaşılmaktadır. Ancak malın geri iadesi suretiyle yapılan ödemeler ile çek keşide edilmek suretiyle yapılan ödemelerde kur farkı istenemez. Bono ile yapılan ödemelerde ödeme tarihi, havale ve elden yapılan ödemelerde ise makbuz ve havale tarihi itibariyle kur farkı doğuyorsa bu fark istenebilir."

C. ÇEK İLE TÜRK LİRASI CİNSİNDEN ÖDEME ALINDIYSA KUR FARKI TALEP EDİLEMEZ.


Fatura döviz cinsinden düzenlenmiş olsa dahi ödeme için Türk Lirası cinsinden çek kabul edilmişse kur farkı talep edilemez. Çek bir ödeme aracı olmakla beraber döviz cinsi üzerinden de düzenlenmesi mümkün olmakla beraber bedel hanesi verildiği andaki döviz kuru üzerinden hesap edilerek de doldurulabilir. Bu sebeple ticari satıma ilişkin döviz cinsinden fatura düzenlenmiş olsa dahi Türk Lirası cinsinden çek ile ödeme kabul etmek kur farkı faturası almaya engel teşkil edecektir.

Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 10.02.2016 tarih ve 2015/11192 Esas, 2016/2067 Karar sayılı ilamında da söz edildiği üzere; "Taraflar arasındaki uyuşmazlık kur farkı alacağından kaynaklanmaktadır. Davacı tarafından düzenlenen faturaların Amerikan Doları cinsinden olduğu görülmekle kural olarak kur farkı istenebilmesi mümkün ise de; dava konusu uyuşmazlıkta davalının çekle ödemede bulunduğu hususunda bir ihtilaf bulunmamaktadır. Çek bir ödeme vasıtası olup, döviz üzerinden düzenlenmesi mümkün olduğu gibi, bedel hanesi verildiği andaki döviz satış kuru üzerinden hesap edilerek de doldurulabilir. Buna rağmen, ödemeyi Türk Lirası üzerinden çek olarak kabul eden davacının bu aşamadan sonra kur farkı isteyemeyeceğinin kabulü gerekir." hükmüyle çek ile ödeme kabul edildiği takdirde kur farkı istenemeyeceğine hükmetmiştir.


Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 19.03.2019 tarih ve 2017/3234 Esas, 2019/1778 Karar sayılı ilamında; "Dava, cari hesap ve kur farkı alacağından kaynaklanan itirazın iptali istemine ilişkindir. Dosya içerisindeki bilirkişi raporu incelendiğinde kur farkına esas olan faturalara yönelik ödemelerin bir kısmının çek ile yapıldığı görülmektedir. Çek ile yapılan ödemelerde kur farkı istenemeyeceği Dairemizce istikrar kazanmış uygulamalardandır. Bu durumda mahkemece bilirkişiden ek rapor alınarak çek ile yapılan ödemeler düşüldükten sonra bakiye ödemeler yönünden kur farkı hesaplanarak varılacak uygun sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekir."

Kur farkından kaynaklı açılacak alacak davalarda kur farkı faturası düzenlemek dava şartı değildir. Taraflar arasında sözleşme veyahut yabancı döviz cinsinden ticari ilişki varsa kur farkı faturası düzenlenmese dahi kur farkından kaynaklı ticari alacaklar talep edilebilir. Ancak kur farkı faturasının bulunmaması veyahut hiç düzenlenmemesinin kur farkı talebine engel teşkil etmeyecekse de taraflar arasında yabancı para birimi üzerinden yürütülen ticari bir ilişkinin varlığı ortaya konamıyor ise kur farkı faturasının düzenlenmemesi kur farkı talep edenin aleyhine sonuçlar doğurabilecektir. Bu sebeple uygulamada kur farkı düzenlenmesi, kur farkından doğan alacağın talep edilmesini kolaylaştıracaktır.

Kur farkında vade farkı istemleri gibi teamülün olup olmadığı önemli değildir. Yukarıda belirtilen iki şartın varlığı kur farkından kaynaklı alacağı talep edebilmek için yeterlidir.


Av. Ahmet Faruk Ümüt

Daha fazlası için; www.umut.av.tr
#68
TAHLİYE TAAHHÜTNAMESİ 

Günümüzde yaşanan konut ihtiyacındaki artış ve yüksel enflasyon nedeniyle kiracılar ve ev sahipleri sıklıkla hukuki ihtilaflarla karşı karşıya gelmektedir. Son dönemlerde gerek kira sözleşmesinde daha zayıf bir konumda bulunan kiracı gerekse mülkiyet hakkına sahip ev sahibi arasında hakkaniyetin sağlanması için çeşitli Kanuni düzenlemeler yapılmışsa da yapılan düzenlemeler yaşanan problemleri çözmekten uzak kalmış, hukuki ihtilaflar artarak devam etmiştir.

Yaşanan gelişmeler akabinde 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunumuzun "Konut ve Çatılı İşyeri Kiralarında Sözleşmenin Sona Ermesi" başlıklı bölümünün 352. maddesinde düzenlenen "Tahliye Taahhütnamesi" büyük önem kazanmıştır.

TAHLİYE TAAHHÜTNAMESİ NEDİR?

Tahliye taahhütnamesi; kiracının, kiraya verene karşı kiralamış olduğu taşınmazı belli bir tarihte boşaltmayı üstlendiği yazılı taahhütnamedir. Söz konusu taahhütname 6098 sayılı Kanunumuzun 352. maddesinde;

"Madde 352 - Kiracıdan Kaynaklanan Sebeplerle
Kiracı, kiralananın teslim edilmesinden sonra, kiraya verene karşı, kiralananı belli bir tarihte boşaltmayı yazılı olarak üstlendiği hâlde boşaltmamışsa kiraya veren, kira sözleşmesini bu tarihten başlayarak bir ay içinde icraya başvurmak veya dava açmak suretiyle sona erdirebilir."


şeklinde düzenlenmiştir. Uygulamada geçerli bir tahliye taahhütnamesinin varlığından bahsedebilmek için birden fazla koşulun bir arada bulunması gerekmekte olup bunlardan birinin dahi bulunmaması halinde geçerli tahliye taahhütnamesinin varlığından söz edilemez.

TAHLİYE TAAHHÜTNAMESİNİN GEÇERLİLİK KOŞULLARI


1- Tahliye taahhütnamesinin yazılı olarak yapılması gerekmektedir.

Geçerli bir tahliye taahhütnamesinin varlığından bahsedebilmek için tahliye taahhüdünün tarafların özgür iradeleri ile yazılı olarak tanzim edilmesi gerekmektedir. Yazılılık şartı bir geçerlilik şartı olup taahhüdün adi yazılı şekille verilmiş olması yeterlidir. Tahliye taahhüdü, tarafların isteği üzerine düzenlenme şeklinde ya da noter onaylı olarak düzenlenebilir.

2- Tahliye taahhüdünün bizzat kiracı tarafından imzalanması gerekmektedir.

Kiracının yakınları, eşi veya çocukları tarafından verilen tahliye taahhüdü geçersiz sayılmaktadır. Konutta birden fazla kiracının bulunması halinde taahhüdün tüm kiracılar tarafından imzalanması gerekmektedir. Vekil aracılığıyla yapılacak kira sözleşmesi ve tahliye taahhüdünde vekâletnamede özel yetki bulunması gerekmektedir.

3- Tahliye taahhüdünün kira sözleşmesi imzalandıktan sonra özgür irade ile verilmiş olması gerekmektedir.

Tahliye taahhütnameleri kira sözleşmesi imza altına alındıktan makul bir süre sonra ve kiracı tarafından özgür iradesi ile imzalanmış olmalıdır. Bu durumun istisnası yenilenen kira sözleşmesi ile birlikte verilen tahliye taahhüdüdür. (Bknz: Yargıtay 6. Hukuk Dairesi'nin 22.02.2016 tarih ve 2015/5363 Esas, 2016/1143 Karar sayılı ilamı.) Kiracının evi kiralayamama korkusuyla kira sözleşmesi ile beraber imzaladığı tahliye taahhütleri geçersizdir. Yine Türk Borçlar Kanunu m.30 ve devamında sayılan hata, korkutma, aldatma halleri de tahliye taahhüdünü geçersiz hale getiren başka hususlardır.

4- Tahliye taahhüdünde kiralananın hangi tarihte boşaltılacağı, taahhüdün hangi konuta ilişkin verildiği, kira sözleşmesine ilişkin detaylar ve kiracının belli bir tarihte kiralananı boşaltma taahhüdünün eksiksiz olarak yer alması gerekmektedir.

BOŞ OLARAK VERİLEN TAHLİYE TAHHÜDÜNÜN SONRADAN KİRAYA VEREN TARAFINDAN DOLDURULMASI

Uygulamada sıklıkla kiracı tarafından tahliye taahhüdünün içeriği boş ancak altı imzalı olarak verildiği ve bu boşlukların kiraya veren tarafından doldurulduğuna şahit olmaktayız. Yargıtay içtihatlarında taahhüdün altındaki imza kiracıya ait olduğu sürece içeriği sonradan doldurulmuş olsa dahi taahhüdün geçerli olduğu kabul edilmektedir. Bu şekilde verilen tahliye taahhüdünün geçersizliği ispatlamak kiracıya düşmekle beraber yalnızca yazılı deliller ile ispatlanabilir.

Yargıtay 6. Hukuk Dairesi, 11.03.2008 tarihinde verdiği 2008/11 Esas, 2008/2784 Karar sayılı ilamında bu hususa ilişkin;


"Davalı her ne kadar tahliye taahhüdünün kira sözleşmesi düzenlenmesi sırasında alındığını ve tanzim tarihinin sonradan doldurulduğunu savunmuş ise de, imzası inkâr edilmeyen taahhütnamede "halen icar ve işgali altındaki" davacıya ait dairede oturduğunu ve bu şekilde tahliye taahhüdünü kiralananda otururken verdiğini kabul etmiştir. Öte yandan atılan imza, imza sahibi kiracıyı bağlayacağından tahliye taahhüdünü içeren bu belgedeki tarihlerin sonradan doldurulduğu yolundaki itiraza itibar edilemez. Taahhütnamedeki tanzim tarihinin boş olarak bırakılıp davacıya verildiğinin kabul edilmesi halinde dahi davalı kiracı bu şekildeki davranışının sonucuna katlanmak zorundadır. Tanzim tarihinin sonradan doldurulmuş olmasının sonuca etkisi bulunamamaktadır."

şeklinde karar vermiştir.



Aynı uyuşmazlığa ilişkin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 28.09.2021 tarih ve 2017/6-975 Esas, 2021/1108 Karar sayılı ilamında ise uygulamada "beyaza imza" olarak adlandırılan bu duruma ilişkin tartışmaları sonlandıracak şekilde;


"Kira sözleşmesinin yapılması sırasında tarihleri boş olan ve kiracı tarafından imzalanan tahliye taahhüdü alınması durumunda, bu belgenin kiralananın teslimi öncesinde tarihlerinin boş olarak verildiği ve anlaşmaya aykırı olarak sonradan tamamlandığına ilişkin savunmanın kanıtlanması gerekir. Bu şekilde yani düzenleme ve boşaltma tarihlerinin sonradan tamamlanması belgenin geçersizliğini gerekmediği gibi bu tarihlerin anlaşmaya aykırı olarak tamamlandığına ilişkin iddia kiracı tarafından ispatlanmalıdır."

Görüş bildirilerek imzaya itiraz olmaksızın yalnızca tahliye taahhüdünün içeriğinin sonradan doldurulduğu iddiasında ispat yükünün kiracıda olduğunu ve bu şekilde verilen tahliye taahhütlerinin geçersiz olmadığına karar vermiştir.

AİLE KONUTUNDA TAHLİYE TAAHHÜTNAMESİ

Aile Konutu, eşlerin ve varsa müşterek çocukların evlilik birliği içerisinde düzenli yaşamak amacıyla kullandığı konut olarak tanımlamak mümkündür. Kiralanan taşınmaz aile konutu olarak kiralanmışsa eşlerin her biri tarafından imzalanmayan tahliye taahhütnamesinin geçerli bir tahliye taahhütnamesi olduğunu söylemek mümkün değildir.

Aile konutu kavramı hukukumuzda özel bir konuma ve öneme sahip bulunmakla beraber üzerindeki tasarruf yetkisi Kanunlarımızca sınırlandırılmıştır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunumuzun "Aile Konutu" başlıklı 194. maddesine göre;


"Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz. Rızayı sağlayamayan veya haklı bir sebep olmadan kendisine rıza verilmeyen eş, hâkimin müdahalesini isteyebilir."

Tahliye taahhütnamesi, niteliği gereği bozucu yenilik doğuran, tek taraflı, borçlandırıcı bir işlem olup kira sözleşmesinin feshi ile aynı hukuki sonuçları doğuracaktır. Bu sebeple kiralayana tahliye taahhütnamesi verilmesi eşlerin ortak kararı ile alınabilecek bir karar olup eşlerden yalnızca biri tarafından verilmiş taahhütname için diğer eş hakim müdahalesi isteme hakkına sahiptir.

Aile Konutu kavramı taşıdığı önem sebebiyle yalnızca Türk Medeni Kanununda değil aynı zamanda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunumuzda da "Aile Konutu" başlığı altında düzenlenmiş olup anılan Kanunun 349. maddesine göre;


"Aile konutu olarak kullanılmak üzere kiralanan taşınmazlarda kiracı, eşinin açık rızası olmadıkça kira sözleşmesini feshedemez. Bu rızanın alınması mümkün olmazsa veya eş haklı sebep olmaksızın rızasını vermekten kaçınırsa kiracı, hâkimden bu konuda bir karar vermesini isteyebilir. Kiracı olmayan eşin, kiraya verene bildirimde bulunarak kira sözleşmesinin tarafı sıfatını kazanması hâlinde kiraya veren, fesih bildirimi ile fesih ihtarına bağlı bir ödeme süresini kiracıya ve eşine ayrı ayrı bildirmek zorundadır."

Aile konutu ile ilgili her iki kanuni düzenleme de evlilik birliği içerisinde bulunan eşlerin fiil ehliyetini kısıtlamaktadır ve emredici niteliktedir. Bu nedenle eşler aile konutu üzerindeki haklarından önceden feragat edemezler. Aralarında anlaşarak bu haktan vazgeçemezler. Geniş bir izin veremezler. Her bir işlem için ayrı ayrı eşten rıza alınması gereklidir.

Eşlerden biri tarafından verilmiş tahliye taahhüdünün icra takibine konulması akabinde yapılacak itiraz ve itirazın kaldırılması süreçlerinde hakim tarafından taşınmazın aile konutu olup olmadığı ve diğer eşin rızasının aranması gerekmekte olup eğer Aile Mahkemelerinde aile konutunun tespiti davası açılmışsa söz konusu itirazın kaldırılması dosyasında Aile Mahkemesinin vereceği karar bekletici mesele yapılmalıdır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 26.10.2005 tarihli ve 2005/676 Esas, 2005/600 Karar sayılı ilamında;


"Aile konutu özel bir konuma ve öneme sahip kılınmış ve üzerindeki tasarruf yetkisi yasa ile sınırlandırılmıştır. Takibe ve tahliyeye konu taşınmazın aile konutu olduğunun belirlenmesi halinde bu yasal gereklerin yerine getirilip getirilemediğinin araştırılması gerekecektir. Öyleyse, mahkemece öncelikle bu iddia üzerinde durulmalı ve şikâyetçinin bu yerin "aile konutu" olduğunun tespitine yönelik olarak açılmış bir davasının ve aile mahkemesince yapılmış bir belirlemenin bulunup bulunmadığı, araştırılmalı; sonucuna göre gerektiğinde şikâyetçiye tahliyesi istenen taşınmazın aile konutu olduğunu ispata yönelik olarak aile mahkemesine dava açma yetkisi ve olanağı verilmeli ve sonucuna göre bir karar verilmelidir..."

şeklinde karar vererek tahliye taahhüdünün "Aile Konutu" üzerinde verilip verilmediğini ve bu hususta açılan bir tespit davası var ise bu durumun bekletici mesele yapılması gerektiğine hükmetmiştir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun aynı doğrultusunda bir başka kararı için; 19.10.2005 tarihli ve 2005/652 Esas, 2005/583 Karar sayılı ilamı)

Ankara Bölge Adliye Mahkemesi'nin 19. Hukuk Dairesi'nin verdiği bir başka kararda Mahkeme;


"Bu hükümler göstermektedir ki, aile konutu özel bir konuma ve öneme sahip kılınmış ve üzerindeki tasarruf yetkisi yasa ile sınırlandırılmıştır. Takibe ve tahliyeye konu taşınmazın aile konutu olduğunun belirlenmesi halinde bu yasal gereklerin yerine getirilip getirilmediğinin araştırılması gerekecektir. (Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 19. Hukuk Dairesinin 6.12.2018 tarihli ve 2017/2529 Esas, 2018/2234 Karar sayılı ilamı) "


diyerek istikrarlı görüşünü sürdürmüştür.

Aynı şekilde Yargıtay 12. Hukuk Dairesi'nin de 2012/629 Esas ve 2012/19408 Karar sayılı ilamında da söz konusu görüşler tekrarlanmıştır.

Bu sebeple ev sahipleri tarafından alınacak tahliye taahhütnamesinde kiracının kiralananın aile konutu olarak kiralanıp kiralanmadığını tespit ederek her iki eşin de rızasını almalı, kiracılar bakımından ise aile konutu olarak kiralanan evler için tahliye taahhütnamesine dayanılarak yapılan takiplere itiraz ederek ve Aile Mahkemelerinde aile konutunun tespitini istemelidirler.


Av. Ahmet Faruk ÜMÜT

Daha fazlası için; www.umut.av.tr
#69
ARABULUCULUK NEDİR?
Arabuluculuk, 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunumuzun 2. maddesinde; "Sistematik teknikler uygulayarak, görüşmek ve müzakerelerde bulunmak amacıyla tarafları bir araya getiren, onların birbirlerini anlamalarını ve bu suretle çözümlerini kendilerinin üretmesini sağlamak için aralarında iletişim sürecinin kurulmasını gerçekleştiren, tarafların çözüm üretemediklerinin ortaya çıkması hâlinde çözüm önerisi de getirebilen, uzmanlık eğitimi almış olan tarafsız ve bağımsız bir üçüncü kişinin katılımıyla ve ihtiyarî olarak yürütülen uyuşmazlık çözüm yöntemi" olarak tanımlanmıştır.

2013 yılında 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu'nun yürürlüğe girmesi ile hayatımıza giren arabuluculuk müessesesi, pek çok gelişmiş ülkede uzun yıllardır uygulanan ve uyuşmazlıkların mahkemeye taşınmadan çok daha barışçıl ve hızlı şekilde çözümlenmesini sağlayan alternatif bir uyuşmazlık çözme yöntemlerinden biri olmakla beraber ülkemizde 25/10/2017 tarihli ve 30221 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu ile bireysel veya toplu iş sözleşmesine dayanan işçi ve işveren alacağı ve tazminatı ile işe iade taleplerinde dava açmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması, 1/1/2018 tarihi itibariyle, dava şartı haline getirilmiştir.Yine 19.12.2018 tarihli ve 30630 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak 01.01.2019 tarihinde yürürlüğe giren, 7155 sayılı Abonelik Sözleşmesinden Kaynaklanan Para Alacaklarına İlişkin Takibin Başlatılması Usulü hakkında Kanunun 20. maddesi ile 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'na eklenen 5/A maddesi ile ticari davalardan, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartı haline getirilmiştir. Son olarak 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile 6502 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanuna 73/A maddesi olarak eklenen hüküm ile tüketici mahkemelerine açılacak olan tüketici uyuşmazlıklarına ilişkin davalarda arabuluculuğu dava şartı haline getirilmiştir.

Bu haliyle Kanunlarımızda ihtiyari ve zorunlu olarak 2 tür arabuluculuk bulunmakla beraber dava şartı arabuluculuk zorunlu arabuluculuğa örnektir. Zorunlu arabuluculuğun zorunluluk niteliği dava şartı olmasından kaynaklanmaktadır. Arabuluculuk sonucunda anlaşmak ya da anlaşmamak tarafların hür iradeleriyle kararlaştırılacak bir husus olup arabulucunun görevi tarafsız bir şekilde uyuşmazlığın taraflarını bir araya getirmektedir.

ARABULUCULUK SÜRECİ

Kanuna, bireysel veya toplu iş sözleşmesine dayanan işçi veya işveren alacağı ve tazminatı ile işe iade talebiyle açılan davalarda, arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır. İş Kanuna bağlamında işçilik alacakları talepli dava açmak isteyen kişi karşı tarafın, karşı taraf birden fazla ise bunlardan birinin yerleşim yerindeki veya işin yapıldığı yerdeki arabuluculuk bürosuna başvuru yaparak arabuluculuk sürecini başlatabilir. Başvuran taraf, kendisine ve elinde bulunması hâlinde karşı tarafa ait her türlü iletişim bilgisini arabuluculuk bürosuna verir. Arabuluculuk bürosu, tarafların resmi kayıtlarda yer alan iletişim bilgilerini araştırmaya da yetkilidir. Arabuluculuk bürosu, Arabuluculuk Daire Başkanlığı siciline kayıtlı bulunan arabulucuları merkezi atama sistemi üzerinden görevlendirerek taraflara ait iletişim bilgilerini arabulucuya iletir.  Arabulucu bu iletişim bilgilerini esas alır, ihtiyaç duyduğunda kendiliğinden araştırma da yapabilir. Elindeki bilgiler itibarıyla her türlü iletişim vasıtasını kullanarak görevlendirme konusunda tarafları bilgilendirir ve ilk toplantıya davet eder.

Arabulucu bilgilendirme ve davete ilişkin işlemlerini belgeye bağlamakla yükümlüdür. Arabulucu, yapılan başvuruyu görevlendirildiği tarihten itibaren üç hafta içinde sonuçlandırır. Bu süre zorunlu hâllerde arabulucu tarafından en fazla bir hafta uzatılabilir.

Arabuluculuk görüşmesi için taraflara ulaşılamaması, taraflar katılmadığı için görüşme yapılamaması yahut yapılan görüşmeler sonucunda anlaşmaya varılması veya varılamaması hâllerinde arabulucu, arabuluculuk faaliyetini sona erdirir ve son tutanağı düzenleyerek durumu derhâl arabuluculuk bürosuna bildirir.

Taraflardan birinin geçerli bir mazeret göstermeksizin ilk toplantıya katılmaması sebebiyle arabuluculuk faaliyetinin sona ermesi durumunda toplantıya katılmayan taraf, son tutanakta belirtilir ve bu taraf davada kısmen veya tamamen haklı çıksa bile yargılama giderinin tamamından sorumlu tutulur. Ayrıca bu taraf lehine vekâlet ücretine hükmedilmez. Her iki tarafın da ilk toplantıya katılmaması sebebiyle sona eren arabuluculuk faaliyeti üzerine açılacak davalarda tarafların yaptıkları yargılama giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.

ARABULUCUK TUTANAĞI HANGİ HALLERDE İPTAL EDİLEBİLİR?

Esasen bir borçlar hukuku sözleşmesi olan arabuluculuk anlaşma belgesinin geçersizliği de genel esaslara tabidir. Bu kapsamda arabuluculuk anlaşma belgesinin kesin hükümsüzlüğü ve iptal edilebilirliği şeklinde iki tür geçersizlik gündeme gelebilir. Uyuşmazlığın taraflarının iradesinde bir bozukluk ya da aşırı yararlanma halinin bulunması ise iptal edilebilirlik yaptırımını gündeme getirir. Türk Borçlar Kanunun'da düzenlendiği şekliyle, yanılan, aldatılan ve korkutulan kimse sözleşmeyle bağlı değildir. Diğer yandan aşırı yararlanmada, zarar gören de sözleşmeyle bağlılıktan kurtulabilir.
(Bknz; Seda Baş, 6325 Sayılı Kanun İle Öngörülen Dava Açma Yasağının Bir İstisnası Olarak Arabuluculuk Anlaşma Belgesinin İptali, İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 13(1): 176-189 (2022), s.176-189.)

1.    Arabulucudan Kaynaklı Nedenler

Arabulucular, arabuluculuk görüşmelerini gerçekleştirirken gerek Kanunlar gerekse "Arabuluculuk Etik Kurallarıyla" bağlıdırlar. Arabuluculuk görüşmeleri, kural olarak tarafların özgür iradeleriyle yürütülen bir süreçtir. Arabulucular görevlerini ifa ederken titizlikle davranmak zorunda olup, bu süreçte tarafsızlığını ve eşitliği gözetme yükümlülüğünü mutlak olarak yerine getirmekle yükümlüdür.  Bu iki temel ilkenin zedelenmesine sebebiyet verecek her türlü tavır ve söylemden kaçınmak zorundadır.

Arabulucu, arabuluculuk görüşmelerinde açılış konuşmasını yapmaması, tarafları yeterince aydınlatmaması, taraflar arasımda güç dengesini gözetmemesi, taraflardan birinin işyerinde arabuluculuk görüşmesini gerçekleştirmesi gibi tarafsızlığı etkileyen durumlarda görüşmelerin usul ve kurallarına uygun gerçekleştirilmediği sonucuna ulaşılmakla beraber arabuluculuk tutanağının iptali gündeme gelecektir.

2.    Arabuluculuk Tutanağı Sonucu Aşırı Yararlanma Hali (TBK m.28)

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 28. maddesine göre;

"Bir sözleşmede karşılıklı edimler arasında açık bir oransızlık varsa, bu oransızlık, zarar görenin zor durumda kalmasından veya düşüncesizliğinden ya da deneyimsizliğinden yararlanılmak suretiyle gerçekleştirildiği takdirde, zarar gören, durumun özelliğine göre ya sözleşme ile bağlı olmadığını diğer tarafa bildirerek ediminin geri verilmesini ya da sözleşmeye bağlı kalarak edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini isteyebilir."

"Zarar gören bu hakkını, düşüncesizlik veya deneyimsizliğini öğrendiği; zor durumda kalmada ise, bu durumun ortadan kalktığı tarihten başlayarak bir yıl ve her hâlde sözleşmenin kurulduğu tarihten başlayarak beş yıl içinde kullanabilir."


Kanunun lafzından da anlaşılacağı üzere arabuluculuk tutanağındaki karşılıklı menfaatler arasında orantısızlık veya dengesizlik bulunması sebebiyle aşırı yararlanma etkisi barındıran bir arabuluculuk tutanağı, aşırı yararlanma durumundan zarar gören kişi açısından bağlamazlık hükmüne tabidir. Bu hükümden anlaşılması gereken zarar gören kişi için taraflar arasında akdedilen arabuluculuk tutanağının hiçbir hukuki sonuç doğurmayacağıdır.

Aşırı yararlanma halinden zarar gören kişi, bu zararını öğrendiği, zor durumda kalan kişi ise bu zor durumda kalma halinin ortadan kalktığı tarihten itibaren 1 yıl içinde diğer tarafa bildirerek ediminin geri verilmesini ya da sözleşmeye bağlı kalarak edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini isteyebilir.

Bu durumlara örnek vermek gerekirse; işçinin ekonomik durumunun kötü olması sebebiyle acil paraya ihtiyacı olması, işçinin veyahut yakınlarının sakatlık ya da hastalık içinde olması sebebiyle acil nakit paraya ihtiyacı olması hallerinde imzalanan arabuluculuk tutanakları.


3.    Arabuluculuk Tutanağı İmzalanırken Esaslı Bir Hatay Düşme Hali (TBK m.30)

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 30. Maddesine göre; "Sözleşme kurulurken esaslı yanılmaya düşen taraf, sözleşme ile bağlı olmaz."

Yine aynı Kanunun 31. Maddesinde esaslı yanılma halleri sayılmış olup Kanunumuza göre;
•    Yanılan, kurulmasını istediği sözleşmeden başka bir sözleşme için iradesini açıklamışsa,
•    Yanılan, istediğinden başka bir konu için iradesini açıklamışsa,
•    Yanılan, sözleşme yapma iradesini, gerçekte sözleşme yapmak istediği kişiden başkasına açıklamışsa,
•    Yanılan, sözleşmeyi yaparken belirli nitelikleri olan bir kişiyi dikkate almasına karşın başka bir kişi için iradesini açıklamışsa,
•    Yanılan, gerçekte üstlenmek istediğinden önemli ölçüde fazla bir edim için veya gerçekte istediğinden önemli ölçüde az bir karşı edim için iradesini açıklamışsa,
Arabuluculuk tutanağının esaslı bir yanılmaya düşmek suretiyle imzalandığı varsayılır ve iptal edilmesi gerekmektedir.

4.    Arabuluculuk Tutanağı İmzalanırken Aldatılma Hali (TBK m. 36)

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 36. maddesine göre;

"Taraflardan biri, diğerinin aldatması sonucu bir sözleşme yapmışsa, yanılması esaslı olmasa bile, sözleşmeyle bağlı değildir. Üçüncü bir kişinin aldatması sonucu bir sözleşme yapan taraf, sözleşmenin yapıldığı sırada karşı tarafın aldatmayı bilmesi veya bilecek durumda olması hâlinde, sözleşmeyle bağlı değildir."

Aldatma, bir kimseyi sözleşme yapmaya yöneltmek amacıyla bilerek gerçeğe aykırı bir kanaat uyandırma veya mevcut olan bu kanaati sürdürmedir.  Arabuluculuk anlaşma belgesinin imzalanması sırasında uyuşmazlığın taraflarından birinin aldatılmak suretiyle tutanağını imzalaması durumu vekil ile temsil edilmeyen işçiler bakımından uygulamada sıklıkla karşımıza çıkan bir durumdur. Böyle bir durumda arabuluculuk tutanağının iptali davası açılmalı ve anlaşma tutanağı iptal ettirilmelidir.


5.    Arabuluculuk Tutanağı İmzalanırken Korkutulma Hali (TBK m. 37)

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 37. maddesine göre;

"Taraflardan biri, diğerinin veya üçüncü bir kişinin korkutması sonucu bir sözleşme yapmışsa, sözleşmeyle bağlı değildir. Korkutan bir üçüncü kişi olup da diğer taraf korkutmayı bilmiyorsa veya bilecek durumda değilse, sözleşmeyle bağlı kalmak istemeyen korkutulan, hakkaniyet gerektiriyorsa, diğer tarafa tazminat ödemekle yükümlüdür."

Arabuluculuk tutanağının korkutma ile imzalandığını iddia eden kişi, içinde bulunduğu durum bakımından kendisinin veya yakınlarından birinin kişilik haklarına ya da malvarlığına yönelik ağır ve yakın bir zarar tehlikesinin doğduğuna inanmakta haklı ise, korkutma gerçekleşmiş sayılmaktadır.

6.    Arabuluculuk Tutanağının Yetkisiz Kişilerce İmzalanması Hali

Arabuluculuk süreci taraflar veyahut taraf vekilleri ile sürdürülmesi gereken bir süreç olup yetkisiz kişiler tarafından imzalanan tutanakların bir geçerliliği bulunmamaktadır.
Yetkili bir temsilci tarafından bir başkası adına ve hesabına yapılan hukuki işlemin sonuçları, doğrudan doğruya temsil olunanı bağlamaktadır, ancak bir kimse yetkisi olmadığı hâlde temsilci olarak bir hukuki işlem yapması halinde, yapılan işlem temsil olunan tarafından açık veya örtülü olarak onanmadığı sürece temsil olunan açısından hüküm ve sonuç doğurmayacaktır. Yetkisiz temsilden kaynaklı uğranılan zararda temsil olunan, oluşan zararı temsilciden talep edebilir.  (Bknz; TBK m.46, m.47)

7.    Arabuluculuk Tutanağının Emredici Hukuk Kurallarına Aykırı Olması Hali (TBK m.27)


6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 27. maddesine göre; "Kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan sözleşmeler kesin olarak hükümsüzdür."

Kamu düzenine aykırılık iddiasının kabul edilebilirliğine ilişkin Yargıtay verdiği emsal bir kararda; "bir kuralın kamu düzeni ile ilgisi... ülkenin sosyal, ekonomik, kültürel ve tarihsel gerçeklerine göre belirlenmelidir. Diğer bir deyimle, sözü edilen gerçekler kuralın vazgeçilmezliğini; toplumsal yararını ve hukuk düzeninin korunmasına yönelik amacını ortaya koyuyorsa, kuralın kamu düzeni ile ilgisi kabul edilmelidir."  şeklinde kabul etmektedir. (Bknz;Yargıtay HGK E. 1990/3-527, K. 1990/627, T. 12.12.1990)

Sözleşmenin içerdiği hükümlerden bir kısmının hükümsüz olması, diğerlerinin geçerliliğini etkilemeyecek olsa da bu hükümler olmaksızın sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, sözleşmenin tamamı kesin olarak hükümsüz olacaktır.

ARABULUCULUK ANLAŞMA TUTANAĞININ İPTALİNDE GÖREV

Arabuluculuk tutanağında görevli mahkeme, iptali istenen arabuluculuk tutanağında belirtilen uyuşmazlık konusunun dava açıldığında görevli ve yetkili mahkemesi neresi ise, arabuluculuk tutanağının iptali için görevli ve yetkili mahkeme de orasıdır.
Örnek vermek gerekirse; Ankara ilinde işçilik alacakları için yapılan arabuluculuk görüşmesi sonunda imzalanan arabuluculuk tutanağının iptali için görevli ve yetkili mahkeme Ankara İş Mahkemeleridir.

ARABULUCULUK ANLAŞMA TUTANAĞININ İPTALİNDE HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE

Arabuluculuk anlaşmasının ve tutanağının imzalanmasında irade fesadı halleri bulunduğu takdirde, bu belgelerin Türk Borçlar Kanunu'nun 37. ve 39. maddeleri uyarınca iptali için, irade fesadı doğuran hallerin etkisinin ortadan kalktığı tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde dava açılması gerekir. (Bknz; Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 2021/5860 Esas, 2021/16271 Karar sayılı ilamı)

Av. Ahmet Faruk Ümüt

Daha fazlası için; www.umut.av.tr

#70
ÖZEL OKUL ÖĞRETMENLERİNİN HAKLARI NELERDİR?

UNESCO ve ILO'nun 5 Ekim 1966 tarihinde ortaklaşa kabul ettikleri "Öğretmen Hakları Statüsü"ne göre: Öğretmenlerin çalışma koşulları, eğitimin en yüksek derece etkinliğini sağlayacak nitelikte olmalı ve öğretmenlere kendilerini tümüyle mesleksel uğraşlarına adama olanağı vermelidir.

Ülkemizde yürürlükte bulunan ve mevcut çalışma koşullarının ihtiyaçlarına karşılık veremeyen 5580 sayılı Özel Eğitim Kurumları Kanunu'nda özel eğitim kurumlarında çalışan eğitimci personele ilişkin temel iş hukuku normlarından önemli ölçüde ayrılan çeşitli kurallar yer almaktadır. İş sözleşmesinin niteliğinden sona ermesine, sona erdikten sonra muaccel olan hak ve alacaklara kadar farklı olan bu mevzuat ayrılıkları uygulamada özel öğretim kurumlarında çalışan öğretmenlerimizi mağdur etmekte ve haklarına erişimi zorlaştırmaktadır.

Özel eğitim kurumlarında çalışan öğretmenler her sene iş arama endişesi ile karşı karşıya kalmakta ve genellikle de yaz mevsiminde işsiz kalmanın stresini yaşamaktadırlar.

ÖZEL OKUL ÖĞRETMENLERİNİN İŞ SÖZLEŞMELERİ

Özel okul öğretmenlerinin iş sözleşmeleri, 5580 sayılı Özel Öğretim Kanununun 'Özlük Hakları ve Sorumluluklar' başlıklı 9. maddesine göre "en az bir takvim yılı süreli olmak üzere yönetmelikle belirtilen esaslara göre" yazılı olarak yapılır. Kanun koyucu bu hükümle iş sözleşmesinin niteliği gereği esaslı bir sebebin varlığını kabul etmiş ve özel eğitim sektöründe çalışan öğretmenlerin iş sözleşmelerinin belirli süreli iş sözleşmesi niteliğinde olması gerektiğini belirtmiştir. Aynı hükmün devamında ise istisnai bir hali düzenleyerek mazeretleri nedeniyle kurumdan ayrılan öğretmen ve öğreticilerin yerine alınacak öğretmenler ile devredilen kurumların yönetici, öğretmen ve öğreticileri ile bir yıldan daha az bir süre için de iş sözleşmesi yapılabileceğini belirtmiştir. Kanunun lafzından da anlaşılacağı üzere özel okul öğretmenleriyle yapılacak sözleşmeler en az bir takvim yılı süreli ve yazılı olarak yapılmak zorundadır.

Özel eğitim kurumu ile öğretmen arasında yapılan sözleşmeler şekil şartıma tabi olmakla birlikte yapılan sözleşmenin ıslak imzalı bir nüshası sözleşmenin tarafı öğretmene verilmek zorundadır.  Sözleşmenin bir nüshasının öğretmene verilmemesi halinde kurumu Milli Eğitim Müdürlüğü'ne şikâyet edebilir, sözleşmenizin onaylı bir örneğini Milli Eğitim Müdürlüğü'nden de talep edebilirsiniz.

BELİRLİ SÜRELİ İŞ SÖZLEŞMESİ NEDİR?

4857 sayılı İş Kanunumuzun 11. maddesine göre; Belirli süreli işlerde veya belli bir işin tamamlanması veya belirli bir olgunun ortaya çıkması gibi objektif koşullara bağlı olarak işveren ile işçi arasında yazılı şekilde yapılan iş sözleşmesi belirli süreli iş sözleşmeleridir. Belirli süreli iş sözleşmeleri, esaslı bir neden olmadıkça, birden fazla üst üste (zincirleme) yapılamaz. Aksi halde iş sözleşmesi başlangıçtan itibaren belirsiz süreli kabul edilir. Ancak esaslı nedene dayalı zincirleme iş sözleşmeleri, belirli süreli olma özelliğini korurlar. Uygulamadaki en büyük kafa karışıklığı Kanunumuzun 11. Maddesinin son fıkrasındaki " Esaslı nedene dayalı zincirleme iş sözleşmeleri, belirli süreli olma özelliğini korurlar." hükmünden kaynaklanmaktadır. Uygulamada Yargıtay, 2014 yılının sonuna kadar bu sözleşmeleri belirli iş sözleşmesi kabul etmiştir. 2015 yılından itibaren ise Yargıtay'ın bu uyuşmazlığa bakan 7. ve 9. Hukuk Daireleri özel okul öğretmenleriyle yapılan iş sözleşmelerini belirli süreli olarak değil asgari süreli olarak değerlendirmiştir. Bu değerlendirmeyle beraber özel okul öğretmenlerinin iş sözleşmeleri belirsiz süreli iş sözleşmesi niteliği kazanmıştır. Tüm bunlar berber değerlendirildiğinde özel okul öğretmenlerinin iş sözleşmelerinin sona ermesiyle muaccel olan hak ve alacakları hususunda kafa karışıklığı yaşanmıştır. Bunun sebebi Yargıtay'ın farklı dairelerinin, özel okul öğretmenlerinin iş sözleşmelerinin sona ermesiyle kıdem tazminatına hak kazanıp kazanmayacağına ilişkin bir birine zıt, kafa karışıklığı yaratan, hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerini göz ardı eden kararlar vermesidir.

Bunun üzerine Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu uygulamadaki farklılıkları gidermek için 23.02.2018 tarihinde toplanmış ve 2017/1 Esas, 2018/2 Karar sayılı ilamı ile özel öğretim kurumlarında çalışan öğretmenler ile yapılan iş sözleşmelerinin belirli süreli iş sözleşmesi olduğu sonucuna varılmıştır. Bu karar ile birlikte öğretmenler iş güvencesinden, ihbar tazminatından ve işe iade davası açma hakkından mahrum bırakılmış, güvencesiz çalışma koşulları daha da ağırlaştırılmıştır.

Ancak Yargıtay'ın verdiği bu karar uygulamadaki kafa karışıklığını gidermeye yetmemiş ve öğretmenlerin kıdem tazminatına hak kazanıp kazanamayacağı tartışılmaya devam etmiştir. Tartışmanın odağı kıdem tazminatı hakkına yönelik olup kıdem tazminatına hak kazanılmasında sözleşmenin türünün mü yoksa fesih iradesinin mi etkili olacağı tartışmaları hala sürüp gitmektedir. (Yazımızın devamında bu konu detaylıca tartışılacaktır.)

ÖZEL OKUL ÖĞRETMENLERİNİN KIDEM TAZMİNATI

Kıdem tazminatına ilişkin halen yürürlükte olan ve kıdem tazminatını düzenleyen 1475 sayılı İş Kanunumuzun 14. maddesine göre; "Bu Kanuna tabi işçilerin hizmet akitlerinin..." cümlesi ile iş sözleşmesinin belirli ya da belirsiz süreli olmasının kıdem tazminatına hak kazanma açısından önemli olmadığı belirtilmiştir. Burada önemli olan iş sözleşmesinin feshinde fesih iradesinin kim tarafından ortaya konulduğu ve kıdem tazminatına hak kazanma koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğidir. Örneğin belirli süreli iş sözleşmesini 4857 sayılı İş Kanununun 24. maddesi uyarınca haklı nedenle fesheden işçi bir yıllık kıdem koşulu gerçekleştiği takdirde kıdem tazminatına hak kazanmaktadır. Elbette kural olarak belirli süreli iş sözleşmesi kararlaştırılmış ve süre sonunda taraflardan herhangi biri fesih iradesini ortaya koymamış ise iş sözleşmesinin kendiliğinden sona ereceği açıktır. Ancak belirli süreli iş sözleşmesinin sona ermesinden önce taraflardan biri yenilememe iradesini ortaya koymuş ise burada yenilemeyen tarafın iradesine göre kıdem tazminatına hak kazanılıp kazanılamayacağı araştırılmalıdır. İşveren haklı nedene dayanmaksızın iş akdini yenilememe iradesini göstermiş ise bir yıllık kıdem koşulunu sağlayan öğretmen kıdem tazminatına hak kazanacaktır.

Hizmet ilişkisine işveren tarafından son verilmesi hakkında 158 sayılı Uluslararası Çalışma Sözleşmesine göre; bu sözleşmenin koruyucu hükümlerinden kaçınmak amacıyla belirli süreli iş sözleşmesi yapılmasına karşı yeterli güvenceler alınması gerektiği vurgulanmıştır (madde 2/3). Bu nedenle gerek 158 sayılı İLO Sözleşmesi, gerekse iş hukukunda hakim olan "işçi lehine yorum" ilkesi beraber gözetildiğinde, kanun gereği belirli süreli yapılan sözleşmeyi, haklı bir neden olmaksızın yenilememe iradesini gösteren işverenin, işçinin 1 yıllık kıdem koşulunu sağlaması halinde sona eren iş sözleşmesi nedeniyle kıdem tazminatından sorumlu olduğu kabul edilmelidir. Bu hususta Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin özel okul öğretmenlerinin lehine verdiği istikrarlı kararlarında da özel okul öğretmenlerinin gerekli şartları sağladığı takdirde kıdem tazminatına hak kazanacağı yönündedir. (Bknz; Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 25.06.2019 tarihli 2016/17255 Esas, 2019/14022 Karar sayılı ilamı.)

İş akdiniz haklı neden olmaksızın yenilenmediğinde veyahut iş akdiniz feshedildiğinde 5 yıl içinde yasal yollara başvurarak kıdem tazminatınızı talep edebilirsiniz.

ÖZEL OKUL ÖĞRETMENLERİNİN İHBAR TAZMİNATI

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu'nun 23.02.2018 tarihinde verdiği 2017/1 Esas, 2018/2 Karar sayılı kararı ile özel öğretim kurumlarında çalışan öğretmenler ile yapılan iş sözleşmelerinin belirli süreli iş sözleşmesi olduğu sonucuna varılmıştır. İş sözleşmesinin belirli süreli kabul edilmesinin bir sonucu da işçinin ihbar tazminatına hak kazanamayacağıdır. Belirli iş sözleşmeleri sözleşmede kararlaştırılan tarihler arasında yürürlükte olup sözleşmenin bitiş tarihi ile kendiliğinden son bulur. Belirli iş sözleşmelerinin sona ermesinde belirsiz iş sözleşmelerinde olduğu gibi ihbar öneli verme yükümlülüğü bulunmadığı gibi bu ihbar sürelerine uyulmaması halinde kıdem tazminatına hükmedilmesi de söz konusu olmayacaktır.

İŞE İADE, İŞE BAŞLATMAMA TAZMİNATI, BOŞTA GEÇEN SÜRE ÜCRETİ

Özel okul öğretmenleri, 5580 sayılı Özel Eğitim Kurumları Kanununa tabi olarak belirli süreli iş sözleşmesiyle çalıştıkları için art arda yapılan, uygulamada zincirleme sözleşme dediğimiz sözleşme şekliyle çalışsalar dahi yaptıkları sözleşmeler belirsiz süreli sözleşmeye dönüşmez ve bu sebeple iş güvencesi hükümlerinden yararlanamazlar. İş güvencesi hükümlerinden yararlanamamanın bir sonucu da işe iade davası açma hakkından yoksun kalma ve buna bağlı olarak işe başlatmama tazminatına hak kazanamamaktadır. Yine yukarıda açıklanan sebepler dolayısıyla özel okullarda çalışan öğretmenler iş akdi sona erdikten sonra boşta geçen süre ücretine de hak kazanamamaktadır.

EĞİTİM ÖĞRETİM YILINA HAZIRLIK ÖDENEĞİ HAKKI

Öğretmenler arasında kırtasiye parası olarak da bilinen "Eğitim Öğretim Yılına Hazırlık Ödeneği", her öğretim yılında bir defaya mahsus olmak üzere öğretim yılının başladığı ay içinde verilmesi gereken ödenektir. Bu ödenek kırtasiye ödeneği olarak bilinse de öğretmenin bu ödeneği dilediği şekilde kullanabilir. Çalışılan okulun kırtasiye ürünlerini kendisinin karşılaması, ödeneğin ödenmemesi veyahut eksik ödenmesine gerekçe olarak gösterilemez.

5580 sayılı Kanunun "özlük hakları ve sorumluluklar" başlıklı 9. maddesinde de bu husus "Sosyal yardım kapsamındaki ek ödemeler, bütçe kanunlarıyla resmî okul öğretmen ve personeline sağlanan haklara denk olarak okul öğretmenlerine ve personeline de ödenir." hükmüyle güvence altına alınmıştır.

Eğitim Öğretim Yılına Hazırlık Ödeneğinin miktarı her yıl Milli Eğitim Bakanlığınca belirlenir. Milli Eğitim Bakanlığı ödeneğin miktarını 2020 yılında 1210 lira, 2021 yılında 1250 lira, 2022 yılında ise 1325 lira olarak belirlemiştir.

Söz konusu ödenekten yalnızca damga vergisi kesintisi yapılabilir. Bu ödenek resmi devlet okullarında öğretmenlere ödenen miktar ile eşit olmalıdır. Eğitim Öğretim Yılına Hazırlık Ödeneğinin ödenmemesi öğretmen yönünden haklı nedenle fesih imkânı doğurur.
Eğitim Öğretim Yılına Hazırlık Ödeneğiniz eksik ödendiğinde ya da hiç ödenmediğinde 5 yıl içinde yasal yollara başvurarak çalıştığınız kurumdan hakkınız olan ödeneğinizi talep edebilirsiniz.

HAKLI BİR NEDEN OLMAKSIZIN SÖZLEŞME SÜRESİ İÇİNDE İŞ AKDİNİN FESHEDİLMESİ

Özel eğitim kurumları ile öğretmenler arasında yapılan belirli süreli iş sözleşmeleri kanuni nitelikleri gereği süreli feshe uygun olmayıp ancak haklı nedenle fesih ile sona erdirilebilirler. 4857 sayılı İş Kanunumuzun 24. maddesinde işçinin haklı nedenle fesih sebeplerine yer verilirken aynı Kanunun 25. maddesinde ise işverenin haklı bir nedene dayanarak fesih hakkını kullanabilmesinin nedenleri yer almaktadır.

Belirli süreli iş sözleşmeleri, sözleşme süresinden önce işverence haklı bir nedene dayanarak nedenle feshedilmesi halinde işçi bakiye süreye ait ücretine hak kazanamaz, ancak haklı bir sebep bulunmaksızın feshedilmesi halinde bakiye süreye ait ücrete hak kazanabilmektir. İş akdini fesheden taraf, feshin geçerli bir nedene dayandığını ispatlamakla mükelleftir.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunumuzun "Haklı nedene dayanmayan fesih" başlıklı 438.maddesine göre; "İşveren, haklı sebep olmaksızın hizmet sözleşmesini derhâl feshederse işçi, belirsiz süreli sözleşmelerde, fesih bildirim süresine; belirli süreli sözleşmelerde ise, sözleşme süresine uyulmaması durumunda, bu sürelere uyulmuş olsaydı kazanabileceği miktarı, tazminat olarak isteyebilir."

Kanunun lafzında bakiye süreden kaynaklı alacağı tazminat olarak tanımlamış olup bu tazminattan sözleşmesinin sona ermesi yüzünden çalışanın tasarruf ettiği miktar ile başka bir işten elde ettiği veya bilerek elde etmekten kaçındığı gelir indirilerek hesaplanır. Hâkim, bütün durum ve koşulları göz önünde tutarak, ayrıca miktarını serbestçe belirleyeceği bir tazminatın işçiye ödenmesine karar verir. Ancak yargılama sonunda belirlenecek tazminat miktarı, işçinin altı aylık ücretinden fazla olamaz.

Av. Ahmet Faruk Ümüt

Daha fazlası için; www.umut.av.tr