Son yazılar

Welcome to Hukuk Forum Sitesi - Hukuk ve hayata dair her şey!. Please login or sign up.

23 Kasım 2024, 14:21:47

Login with username, password and session length
Üyeler
Stats
  • Toplam İleti: 8,886
  • Toplam Konu: 4,420
  • Online today: 547
  • Online ever: 648
  • (29 Eylül 2024, 09:37:03)
Çevrimiçi Kullanıcılar
Users: 0
Guests: 446
Total: 446

Boşanma ve Velayet

Başlatan MuratY, 30 Ocak 2013, 16:22:08

« önceki - sonraki »

MuratY

Herkese kolay gelsin sorum şöyle

Eşimle 2008 yılında evlendim istanbulda ikamet ediyordu 2010 yılında bir oğlumuz oldu 2011 yılında eşimin 3 senelik baskıları sonucu istanbula taşındım fakat ben istanbulda yapamıyorum alışamadım son zamanlarda ankaraya dönme fikrimi sordum ama eşim gitmek istemediğini söylüyor onun ailesi istanbulda benim ailem ankarada zaman zaman boşanmayı düşünüyorum malum birde oğlumuz var fakat velayette sorun çıkacağını düşünüyorum

Eşim çalışıyor bende çalışıyorum boşanırsak ben ankaraya döneceğim velayeti alırsam oğluma annem bakacak eşim velayti olırsa bu sefer kayınvalide bakacak yani ailesiyle yaşayacak evde 4 kişiler ve 6 ya çıkacak kayınpeder günde 4 paket sgara içiyor kayınço uyuşturucu madde kullanıyor adli makamlarda kaydı var
Oğlumdan ayrılırsam çok kötü olurum velayeti nasıl alabilirim

Avukat

Merhabalar. Küçük çocukların velayeti normal şartlarda anneye bırakılır. Anneye bırakılmaması için ortada çok ciddi bazı sebeplerin bulunması lazım. Anlattığınız durumda mesele tartışılır ancak mücadeleye 1-0 mağlup başlayacağınızı bilin. Eşiniz pekala ayrı bir evde yaşayaşacağı yönünde savunma da yapabilir. Aşağıda genel olarak boşanma durumunda küçük çocukların velayetinin kime bırakılacağıyla ilgili Yargıtay'ın bakış açısını ortaya koyan emsal bir Yargıtay kararı bulunuyor. Kolay gelsin...




T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E:2010/2-649
K:2010/683
T:22.12.2010

("... 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle davalı-davacı eş ve müşterek çocuk için 28.09.2006 tarihli oturumda ara kararı ile takdir edilen tedbir nafakası nihai hükümle kaldırılmadığına göre verilen bu nafakaların boşanma kararının kesinleşmesine kadar devam edeceğinin tabi ve infazının mümkün bulunmasına göre davalı-davacının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.
2-Ana yanında kalmasının çocuğun bedeni, fikri, ahlaki gelişmesine engel olacağı yönünde ciddi ve inandırıcı deliller bulunmadığı ve hemen meydana gelecek tehlikelerin varlığı da ispat edilmediği halde ana bakım, şefkatine muhtaç 27.01.2004 doğumlu müşterek çocuk T'ın Türk Medeni Kanununun 182. ve 336/2. maddeleri uyarınca babanın velayetine bırakılması usul ve kanuna aykırıdır.
3-Davalı-davacı yoksulluk nafakası isteğinde de bulunmuştur. Bu istekle ilgili olumlu ya da olumsuz bir hüküm verilmemesi usul ve yasaya aykırıdır...")
gerekçesiyle hüküm bozma kapsamı dışında kalan bölümleri yönünden yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple onanmış; yukarıda 2 ve 3. bentlerde gösterilen sebeplerle oybirliğiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı-karşı davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Asıl dava boşanma ve velayet, karşılık dava ise boşanma, velayet, maddi ve manevi tazminat ile nafaka istemine ilişkindir.
Davacı-karşı davalı vekili, tarafların fikren uyuşmamaları nedeniyle doğan sorunlarla evlilik birliğinin çekilmez hale geldiğini, davalının başka bir kişi ile evden ayrılmasıyla fiilen ayrı yaşamaya başladıklarını beyanla ortak hayatın sürdürülmesi kendisinden beklenemeyecek derecede sarsıldığından tarafların boşanmaları ile tarafların çocuğunun velayetinin davacı babaya verilmesini istemiştir. Davalı-karşı davacı vekili, yaşının küçük olmasından faydalanan davacı tarafından cinsel ilişkiye zorlandığını, hamileliğinin fark edilmesi ile aileler tarafından evlendirildiklerini, ancak davacının ortak konut temin etmediği gibi evlilik birliğinin devamı süresince üzerine düşen hiçbir yükümlülüğü yerine getirmemesi nedeniyle evi terk ettiğini belirterek boşanmalarına karar verilmesini, çocuğun velayetinin kendisine verilmesini, maddi ve manevi tazminat ile nafakaya hükmedilmesini talep etmiştir.
Yerel mahkemenin, davalı-karşı davacı A Ş'nin evlilik birliği devam ederken başka bir kişi ile kaçmak suretiyle evi terk etmesi şeklindeki ağır kusuru nedeniyle evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı gerekçesiyle asıl davanın kabulü ile tarafların boşanmalarına ve annenin çocuğunu terk ederek evden ayrılması nedeniyle tarafların çocuğunun velayetinin babaya bırakılmasına, davalı-karşı davacının davasının reddine ilişkin kararı, davalı-karşı davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece yukarıda belirtilen gerekçe ile kısmen bozulmuştur.
Yerel mahkemece, önceki gerekçeler de tekrarlanmak suretiyle ve yoksulluk nafakasının reddi hakkında açıkça hüküm kurulduğu gerekçeleriyle velayet ve yoksulluk nafakası yönünden önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize davalı-karşı davacı kadın vekili getirmiştir.
I-Direnme kararının, Özel Dairenin bozma kararının (2) numaralı bendinde yer alan, tarafların çocuğunun velayetine ilişkin bölümüne yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi:
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; tarafların çocukları T'ın velayetinin babaya verilmesinin doğru olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle belirtilmelidir ki; velayet, ana babanın velayeti altındaki çocukların kişiliklerine ve mallarına ilişkin hakları, ödevleri, yetkileri ve yükümlülükleri içerir.
Ana ve babanın çocukların kişiliklerine ilişkin hak ve ödevleri, özellikle çocukların şahıslarına bakmak, onları görüp gözetmek, geçimlerini sağlamak, yetiştirilmelerini ve eğitimlerini gerçekleştirmektir. Bu noktada; çocuğun, eğitim ile istenilen ölçüde dürüst, kötü alışkanlıklardan uzak, iyi ahlak sahibi, çalışkan ve bilgili bir insan olarak yetiştirmek hak ve yükümlülüğü bulunan ana ve babanın, sayılan tüm bu unsurlar yönünden çocuğa örnek teşkil etmeleri, çocuğun fiziksel ve ruhsal gelişimine ilişkin tüm önlemleri almaları gerektiği her türlü duraksamadan uzaktır.
Bilindiği üzere; ergin olmayan çocuk ana babasının velayeti altındadır. Evlilik devam ettiği sürece ana ve baba velayeti birlikte kullanırlar. Ancak boşanma kararının kesinleşmesiyle birlikte evlilik birliği sona erdiğinden velayetin beraberce kullanılma olanağı kalmamaktadır.
Bu durumda 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 336. maddesi uyarınca, ortak hayata son verilmiş veya ayrılık hali gerçekleşmiş ise hakim, velayeti eşlerden birine verebilir. Velayet ana babadan birinin ölümü halinde sağ kalana, boşanmada ise çocuk kendisine bırakılan tarafa aittir.
Ayrılık ve boşanma durumunda velayetin düzenlenmesindeki amaç, küçüğün ileriye dönük yararlarıdır. Eş söyleyişle, velayetin düzenlenmesinde asıl olan, küçüğün yararını korumak ve geleceğini güvence altına almaktır.
Bu nedenle, çocuğun fiziksel ve ruhsal gelişimini engelleyen ve süreklilik arz edeceği anlaşılan her olay, tehlikenin büyüklüğü, doğuracağı onarılması güç sonuçlar değerlendirilerek ele alınmalı ve neticeye varılmalı; velayetin belirlenmesi ve düzenlenmesinde öncelikle çocuğun yararı göz önünde tutulmalıdır. Bu kapsamda, tarafların çocuğunun cinsiyeti, doğum tarihi, eğitim durumu, kimin yanında okumakta olduğu, talepte bulunanın çocuğun eğitim durumu ile ilgilenip ilgilenmediği, sağlığı, sağlık durumuna göre tedavi olanaklarının kimin tarafından sağlanabileceği gibi özel durumuna ilişkin hususlar göz önünde tutulmalıdır. Velayetin belirlenmesi ve düzenlenmesinde ana babadan kaynaklanan özelliklerin de dikkate alınması kaçınılmazdır. Bu nedenle, mahkemece çocuğu başkasına bırakma, ihmal etme, kaçırma, iradi olarak terk etme, yönlendirme hususları ile tarafın velayet talebinin olup olmaması, şiddet uygulaması, sadakatsizliği, ekonomik durumu, mesleği, yaşadığı ortam, kötü davranışı, alkol bağımlılığı, sağlığı, dengesiz davranışları dikkate alınmalıdır.
Mahkemece, açıklanan özellikler yanında mümkün oldukça çocuğun alıştığı ortamın değiştirilmemesine, kardeşlerin ayrılmamasına özen gösterilmeli, velayetin verileceği taraf yanında kalmasının çocuğun bedeni, fikri, ahlaki gelişmesine engel olup olmayacağı yönünde ciddi ve inandırıcı delil olup olmadığı veya hemen meydana gelecek tehlikenin varlığının ispat edilip edilemediği hususları da mutlaka değerlendirilmelidir.
Yukarıdaki açıklamaların ışığında somut olay değerlendirildiğinde:
Taraflar arasında evlilik birliğinin davalı-karşı davacı annenin ağır kusuru ile son bulduğu hususlarında uyuşmazlık bulunmadığı açıktır.
Ne var ki, 27.01.2004 doğumlu T'nin yaşı dikkate alındığında annenin yakınlığına ve şefkatine muhtaç bir yaşta olduğu, benliğinin geliştiği bu yaşlarda ana yoksunluğunun derin izler bırakabileceği gözetilerek velayetin anneye bırakılması uygun olacaktır.
Öte yandan davalı-karşı davacı annenin çocuğa karşı kötü davranışı ve istismarı da kanıtlanamamıştır. Hal böyle olunca; çocuğun ananın bakım ve şefkatine muhtaç olması yanında, ana ile kalmasının bedeni, fikri ve ahlaki gelişmelerine engel olacağı yönünde ciddi ve inandırıcı hiçbir delil bulunmadığı gibi hemen meydana gelecek bir tehlikenin varlığı da kanıtlanamadığından, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 182, 136/2.maddeleri uyarınca küçüğün babanın velayetine bırakılması çocuğun yararına olmadığına göre, aynı hususlara işaret eden ve Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma ilamının velayete ilişkin (2)numaralı bendine uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

II-Direnme kararının, Özel Dairenin bozma kararının (3) numaralı bendinde yer alan, yoksulluk nafakasına ilişkin bölümüne yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi:
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; yerel mahkemece davalı-karşı davacının yoksulluk nafakası talebi konusunda mahkemece bir hüküm kurulup kurulmadığı noktasındadır. Bilindiği üzere, mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 388. maddesinde belirtilmiştir.
Buna göre; hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir. Aynı kural HUMK'un 389.maddesinde de tekrarlanmıştır.
Yine, HUMK'un 381. maddesi, kararın tefhiminin en az 388. maddede belirtilen hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle olur hükmünü amirdir.
Bu hüküm yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hal, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Hatta giderek denebilir ki, dava içinden davalar doğar ve hükmün hedefine ulaşılmasını engeller, kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz.
Yukarıda belirtilen ilkelerin gerçekleştirilebilmesi için hükmün çok açık biçimde yazılması gerekir ve hüküm sonucu hükmün esasıdır. Hüküm sonucunun yöntemine uygun olarak düzenlendiğinden bahsedilebilmesi için hüküm sonucu kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, talep sonuçlarından her biri hakkında verilen hüküm ile taraflara tanınan haklar ile yüklenen borçlar birer birer açık ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmelidir. Bunun yanında, hüküm sonucu infaz edilebilir nitelikte olmalıdır.
Öte yandan uyuşmazlığın çözümünde yoksulluk nafakasına ilişkin hükümlerin irdelenmesinde de zorunluluk bulunmaktadır.
Yoksulluk nafakası ahlaki ve sosyal düşüncelere dayanır. Onun içindir ki, bilimsel öğretide; evlilik birliğinde eşler arasında geçerli olan dayanışma ve yardımlaşma yükümlülüğünün, evlilik birliğinin sona ermesinden soma da kısmen devamı niteliğinde olduğu" belirtilmektedir (Akıntürk T., Aile Hukuku 2.Cilt İstanbul 2002 s.294).
Yoksulluk nafakası mülga 743 Sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin 144., 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 175. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre, boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Ancak yoksulluk kavramı yasada açıklanmamıştır. Yoksulluk durumu; günün ekonomik koşulları ile birlikte tarafların sosyal ve ekonomik durumları, yaşam tarzları, evlilik süreleri, evlilik boyunca ve boşanma sonrası oluşacak yaşam düzeyleri birlikte değerlendirilerek takdir edilmelidir. Bu nedenle yoksulluğu kişinin ekonomik ve sosyal durumuna göre belirlemek gerekir. Bununla birlikte her insanın anayasal teminat altına alınmış yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkından bahsedebilmek için karnını doyurabilecek, giyinebilecek, barınma-sağlık ve ulaşım giderlerini karşılayabilecek, gelir seviyesinde olması gerekir. Bu tür zorunlu ihtiyaçları karşılayabilecek gelir seviyesinde olmayan biri yoksul olarak nitelendirilebilir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 07.10.1988 gün ve 1998/2-656-688; 28.02.2007 gün ve 2007/3-84-95 ile 16.05.2007 gün ve 2007/2-275-275 sayılı ilamlarında da kabul edildiği gibi; yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür, eğitim gibi bireyin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanları yoksul kabul etmek gerekir. Ayrıca, asgari ücret seviyesinde gelire sahip olunması yoksulluk nafakasının bağlanmasını olanaksız kılan bir olgu olarak kabul edilmemektedir.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 174. maddesinde düzenlenen yoksulluk nafakası boşanmanın eşlerle ilgili mali sonuçlarından birisidir. Anılan Kanunun 175. maddesi uyarınca boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf kusuru daha ağır olmamak şartıyla geçimi için diğer taraftan süresiz olarak nafaka isteyebilir.
Yoksulluk nafakasına hükmedilebilmesi için tarafın istekte bulunması gereklidir ancak bu isteğin mutlaka dava dilekçesinde bulunması gerekmez yargılama aşamasında da yoksulluk nafakası isteği dile getirilebilir. Öte yandan yoksulluk nafakasına hükmedilebilmesi için boşanmaya karar verilmiş olması zorunludur.
Somut olayda incelenmesinde davalı-karşı davacı A Ş'nin cevap ve karşı dava dilekçesinde harç yatırmak suretiyle yoksulluk nafakası talebinde bulunduğu anlaşılmaktadır.
Yerel mahkemece, asıl davanın kabulü ile davalı-karşı davacının karşı davasının reddine karar verildiği, hüküm sonucunda belirtilmiştir.
Hükmün gerekçe kısmında ise davalı-karşı davacının ağır kusuru bulunması nedeniyle lehine nafakaya hükmedilmediği açıklanmıştır.
Görüldüğü üzere; davalı-karşı davacı, karşı davası ile yoksulluk nafakası talebinde bulunmuş; yerel mahkemece karşı davanın tümden reddi ile yoksulluk nafakası talebinin de reddine karar verilmiş ve buna ilişkin red kararının gerekçesi açıklanmıştır. Davanın reddine karar verilmiş olması, dava dilekçesindeki tüm istemlerin reddi anlamında olup, gerekçe ile hüküm fıkrısa arasında bu konuda bir çelişki bulunmamaktadır.
O halde, Özel Daire bozma ilamının (3) numaralı bendinde yer alan belirlemenin aksine, davalı-karşı davacının karşı davasının reddi kapsamında yoksulluk nafakası hakkındaki talebinin de reddine karar verildiği, gerekçedeki açıklık ve reddin kapsamı karşısında karşı davanın reddine dair hüküm sonucunun 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 381, 388 ve 389.maddelerine uygun olduğu gerekçesine dayalı, direnme kararı isabetli bulunmaktadır.
Ne var ki, Özel Dairece işin esasına yönelik diğer temyiz itirazları incelenmediğinden, bu inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Dairesine gönderilmesi gerekir.
SONUÇ: 1-(I) numaralı bentte açıklanan nedenlerle direnme kararının çocuğun velayetinin belirlenmesine ilişkin bölümünün bozma kararında ve yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı HUMK'un 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 2-(II) numaralı bentte açıklanan nedenlerle yoksulluk nafakasına ilişkin direnme uygun bulunduğundan, işin esasına yönelik diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 2.HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 22.12.2010 gününde oyçokluğu ile karar verildi.